14 Hukuk Gündemi | 2015/1 TOPLUM GÜVENLİĞİ İÇİN Mİ? DEVLET GÜVENLİĞİ İÇİN Mİ? : G ünlerce mecliste, tartışma programlarında, sosyal ağlarda ve hatta vatandaşın günlük sohbetlerinde “2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” tartışıldı. Başta hukukçular, muhalefetteki siyasi partiler, insan hakları örgütleri olmak üzere hak arama özgürlüğünün kutsallığını bilen ve onu korumak isteyen pek çok kesimce konuşuldu ve gerek hukukun evrensel ilkelerine gerekse anayasal haklara aykırı olduğu nedeniyle eleştirildi. Yalnız eleştirilmekle kalınmadı, binlerce vatandaş evinden çıkıp sokaklara döküldü, muhalefet partilerinin milletvekilleri tarafından mecliste eylem yapılmasına sebep olacak kadar, bizi bugüne kadar hiç görmediğimiz bir tablo ile karşılaştırdı. Hemen hemen her vatandaşın aklında acaba hukuk devleti ilkesinden kopuyor muyuz, yargısız infazlarla karşılaşır mıyız, 1980-90 yılları arasında yaşanılan sıkı yönetim günlerine geri döner miyiz? Yolda yürürken talihsizlikle devlete karşı suç işlemekle fişlenir miyiz gibi onlarca soru oluşturmasına rağmen kamuoyunda “İç Güvelik Paketi” olarak bilinen Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Peki nedir bu İç Güvenlik Yasası? Neden bizleri böylesi bir paniğe ve önlem alma / karşı çıkma hissiyatına sevk etmişti. Mevcut bulunan 2559 sayılı kanun polise olması gerektiği gibi demokratik bir müdahale izni mi veriyordu? 2911 sayılı toplantı ve yürüyüş kanunu ile tanınan haklar yürüyüş ve mitingler esnasında vatandaşa kanuna uygun ve hukuk devletine yakışır biçimde tanınıyor muydu? yapılması planlanan değişiklikler neden bizi mevcut kanundan daha fazla korkuttu? Bu soruları cevaplamadan önce yapılan değişikliklerde özellikle can alıcı hususlara bir göz atmakta fayda var: 2015/1 | Hukuk Gündemi 15 Adem Altan Stj. Av. Pınar KOÇYİĞİT 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunun ek 7. maddesinin 2. fıkrasının 3. cümlesinde yer alan “yirmidört saat” ibaresi “kırk sekiz saat” olarak değiştirilmiştir ve yetkili ve görevli hakim Ankara Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olarak spesifikleştirilmiştir. Kolluk güçlerinin yargıdan bağımsız ve muvafakatsiz kırksekiz saat gözaltında tutma yetkisi verilmesi endişe vericidir. Polis ve polisin şüpheli bulduğu, göz göze diz dize ve hatta kim kime, emniyette tam kırksekiz saat geçirebilecek olması, vatandaşın hukukun korumasından çıkarılıp polise emanet edilmesi, bırakın anayasayı ya da İnsan Hakları Sözleşmelerini bu çağda hiçbir güvenlik anlayışı ile uyuşmamaktadır. Kırksekiz saat sonunda Ankara’da ki tek bir hakimin görev ve yetkili kılınması da hakim tarafsızlığı ile ilgi şüpheleri beraberinde getirmektedir. 2559 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin birinci fıkrasındaki “Yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.” ifadesi “eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.” şeklinde değiştirilmiştir. Bu ifade açıkça yürüyüş ve toplantı hakkını kullanan vatandaşlara potansiyel suçlu muamelesi yapmaktadır, çünkü Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda tanımladığı üzere koruma altına alma, uzaklaştırma gibi özgürlükten mahrum bırakıcı işlemler ancak şuç işleme şüphesi altında bulunanlara uygulanabilir. Bunlar Ceza Muhakemeleri Kanununun 90. maddesinde açıkça sayılmıştır. Böylesi hukuka aykırı bir biçimde polise tanınan koruma altına alma ve uzaklaştırma yetkisi Anayasaya aykırı olduğu kadar Avrupa İnsan hakları Sözleşmesine de aykırıdır. Bu maddede yapılan değişiklikte sakıncalı olan bir diğer husus da “eylemin ve durumun niteliğine göre” ibaresidir. Belirsizlik ibaresi olarak değerlendirebileceğimiz bu ibare tam da bu yasaya muhalefet edenlere ısnat edilen “niyet okuma” eyleminin aslında polise tanınan bir yetki olduğunu ortaya serer niteliktedir. 2559 sayılı PVS Kanunun 16. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendine “basınçlı” ibaresinden sonra 16 Hukuk Gündemi | 2015/1 gelmek üzere “ve/veya boyalı” ibaresi eklenmiştir. Fişleme yöntemlerinden biri olan boyalı su sıkmanın mantığı ile faşizan toplumlarda infaz edilecek bireylerin evlerinin kapısına çarpı atılması arasında bir fark yoktur. Gösteri ve yürüyüş hakkını kullanan vatandaş boyanarak ifşa edilecek, evine dönerken onu gören herkesçe mimlenecek ve hatta belki ertesi gün üzerinden çıkmayan boyalı su yüzünden günlük hayatında problemler yaşayacağı gibi karşılaştığı polisçe hakkında soruşturma başlatılabilecektir. Komik ama bu uygulamanın bir sonraki adımı olsa olsa eylemcilere kızgın damga vurulması olabilir. Devletin yasal hakkını kullanan vatandaşı adeta civciv gibi boyamak istemesi onu mimleyip sonraki günlerde de yakalama ve gözaltına alma tedbirlerini uygulamak istemesi hem Anayasanın 34. Maddesine aykırı hem de ifade ve hak arama özgürlüğünü baltalayıcı niteliktedir. 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 23. Maddesinde yer alan “ateşli silahlar” ifadesinden sonra “demir bilye ve sapan” ibaresi eklenmiştir. Bizim bildiğimiz bilye ve sapan çocuk oyuncağıdır. Ne zaman oyuncaklardan korkar olduk sorusunu akla getirmektedir. Oyuncakların suç unsuru sayılması, hukukun evrensel ilkelerinden hukuk güvenliği hakkını ihlal etmektedir. Bireylerin demokratik hukuk devletinde korku ve endişe ile yaşamasına sebep olacaktır. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanuna eklenen ek madde ile şiddet olaylarının kamu düzenini bozması ve kamu malları ile gerçek ve tüzel kişilerin mallarına gelen zararların devlet tarafından karşılanması halinde zarar sorumlulara rücu edilecektir. Bu madde ile toplantı ve yürüyüşe katılan vatandaşa; potansiyel kamu malına zarar veren, şiddet yanlısı birey muamelesi yapıldığı kanısındayım. Şu zamana kadar yapılan eylemlerde polisin orantısız güç kullandığını hatta can kayıpları bile yaşandığını düşünecek olursak polis tarafından şiddete maruz kalan insanların bir de üstüne tazminat ödeyecek olması trajikomik bir hukuksal düzenlemedir. Anayasamızın 21. Maddesinde koruma altınan konut dokunulmazlığını ihlal eden değişiklik ise şöyledir: Polis Vazife ve Salahiyet Kanunun 15. maddesine eklenen “Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini, talepleri hâlinde ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Bu fıkranın kapsamı ile uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir.” fıkrası bir kişinin konutuna veya iş yerine hakim kararı veya gecikmesinde sakınca olan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciinin yazılı emri olmadıkça arama yapılamaması ve buralardaki eşyalara el konulamaması yasasını çiğnemektedir. Ek olarak hukuka aykırı olarak konut dokunulmazlığının ihlali özel hayatın gizliliği ilkesinin yok sayılması sonucunu da doğurur. Bir kimsenin özel yaşam alanına, ifade alma veya bilgisine başvurma adı altında izinsiz girilebilmesi Anayasaya aykırı olduğu gibi bir hukuk devletinin niteliklerine de zıt düşer. Bu durum olsa olsa barbarlık anlayışıyla uyuşabilir. Evinize veya iş yerinize izinsiz giren ve eşyalarınıza el koyan insanları ne şekilde karşılardınız? Tanrı misafiri olarak değil herhalde değil mi? Peki arama yapma ve el koyma yetkisinin devlet eliyle kolluk güçleri tekeline bırakılması siz de hoşgörü yaratır mıydı? Temel hakların ihlali asla hoşgörüyle karşılanamayacağından, sonuçları da çok ağır olacaktır. 5442 sayılı İl İdaresi Kanunun 11. Maddesine yapılan eklemeler ile vali kolluk amir ve memurlarına suçun aydınlatılması için gerekn tedbirlerin alınması sebebiyle doğrudan emir verebilecektir. Aynı şekilde vali lüzumlu gördüğü takdirde; başta kamu düzenini ve kişilerin mal ve can güvenliğini korumak için tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yönetebilecek, bu kamu kurum ve kuruluşların zimmetindeki tüm araç gereç ve itfaiye, ambulans, çekici gibi vasıtaları kullanabilecektir. Hatta ve hatta kanunun 66. Maddesine yapılan bir ek ile, valinin can ve mal güvenliğini sağlamak adına aldığı ve usulüne uygun ilan ve tebliğ edilen kararlara uylmaması halinde 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür. Bu fıkralar ile esassen savcılarda olan, suçun aydınlatılması ve gereken tedbirlerin alınması görevinin valiye devredildiği doğrudur. Yani bu düzenleme ile alenen yürütmenin yargıya müdahale etmesine izin verilmiştir. Yargının kollarından yürütmenin kucağına atılan vatandaş bu kararlara uymadığı takdirde bir de hapis cezasına hükmedilecektir. Tüm bu belirttiklerimin yanısıra toplantı gösteri ve yürüyüşlerine katılmanın katolog suç kapsamında değerlendirilebilmesi, telekominikasyon denetimin kırksekiz saat süresince hakim kararı olmadan yapılabilmesi, kolluk güçlerinin vatandaşın telefon görüşmelerine yargıdan bağımsız kulak misafiri olabilmesi, ayrılan kişilerin araç kiralaması durumunda gittikleri yerin emniyet tarafından anlık kontrol edilebilmesi, seyahat özgürlüğünün kısıtlanması gibi pek çok hukuka aykırı, AB standartlarının dışında uygulamanın hak ve taleplerimizin önünde duvar oluşturacağı gerçeği bu yasa ile bizlere merhaba diyor. 2015/1 | Hukuk Gündemi 17 Peki bu yasa ile devletin olağan şüpheli konumuna getirdiği vatandaşlarından haklarını elinden almaktaki amacı nedir? Devletin ceza hukukun yargılama garantileri ve koruma biçimlerini tahrip etmesi, yargısal temel hakların hiçe sayılması, polisin şüphelileri denetleme ve gözleme süresinin uzatılması, hukuksuz dinleme tedbirleri ve arama-el koymaların yargıdan bağımsız ve kolluk güçlerine tanınan maksimum yetki ile şüpheliye rızasız kabul ettirilmesi devletin kendi ideolojisini benimseyemeyen vatandaşını cezalandırma sistemi midir? Nedir devletin bu İç Güvenlik Paketi ile topluma vermek istediği veya toplumdan almak istediği? Bu soruların cevabını Günther Jakobs’un Düşman Ceza Hukuku kuramı ışığında vermeye çalışalım. Jakobs’un düşman ceza hukuku; vatandaş ceza hukukunun karşıtı olarak oluşturulmuştur. Kuramını en özet şekliyle her kim kişisel davranışlarında yeterli derecede bilişsel güvenlik sunamıyorsa, “kişi” olarak muamele görmeyi bekleyemez, ilkesi ile açıklayabiliriz. Artık onunla bir vatandaş olarak değil, “düşman” (“ilkesel muhalif”) olarak mücadele edilmelidir. Devletin normatif statüyü koruma amacı doğrultusunda ilkesel sapkın olarak nitelendirdiği kişiye yurttaş muamelesi yapılmaması, artık onunla bir düşman gibi mücadele edilmesi esas alınır. Tehlike objesi olarak gördüğü kişiyi cezalandırır, cezalandırmanın temel amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmak değil tehlikeyi bertaraf etmektir. Düşman ceza hukukunun cezalandırma sisteminin en önemli özelliği eylem ve teşebbüsü birbirinden ayırt etmemesi, henüz teşebbüs aşamasının cezalandırılması, yani “fikir”i eylemle bir görmesi, ceza müeyyidesini fikre yöneltmesidir. Düşman ceza hukukunun muhatabı ağırlıklı olarak terörizmdir. Bu noktada düşman nedir ve terör nedir sorusuna verilecek cevapta ideolojiktir. Düşmanı tanımlamak bu sistemi uygulayan devletlere ve özellikle düşmanla ilk adımda muhatap olan ve düşmanı bertaraf etmeye yönelik yargısal sürece ilk elden havale eden polise düşer. Polisin düşman olarak tanımladığı kişi, bundan sonra yargı sürecinde bu değerlendirmeye tabi olarak muamele görür. Bu nedenle bu sistemi benimseyen devletlerde polisin başrolü oynadığı yargılama faaliyetinin zımnen yürütmeye bırakıldığını, yargının 18 Hukuk Gündemi | 2015/1 yalnızca düşmanın cezalandırılmasında tali bir araç olduğunu görürüz. Devletin düşman olarak gördüğü bireye karşı her türlü güvenlik tedbirlerini esnek biçimde uygulaması, hukuki haklarının elinden alınması, savunmanın önünün kesilmesi, polise geniş yetkiler tanınarak yürütmenin yargıya müdahalesinin önünün açılması ve düşmanı belirleme hususunda polisin daha berrak daha geniş açıdan düşman avına çıkabildiği bir ortamın yaratılması düşman ceza hukukunun niteliklerindendir. Türkiye’ de ise 12 Eylül darbesinden sonra özel yetkili mahkemelerin kurulmasından, terörle mücadele yasasına kadar uygulama alanı bulan bu sistem ülkemizde kendini İç Güvenlik Yasası ile gösteriyor. Polise geniş yetkiler tanıyan, düşman olarak gördüğü muhalefet halka yurttaşlık kavramından uzak muamele yapan, vatandaşların eylemini değil fikrini cezalandırmayı amaçlayan bu yasa ile devlet kendi seleksiyonunu ilk etapta polis eliyle yaparak ideolojik tehlikeyi ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bizler Ankara Barosu Avukatları ve stajyer avukatları olarak yasallaşmasını istemediğimiz bu tasarıya karşı Türkiye’nin dört bir yanından katılan Barolarla beraber 16 Şubat tarihinde bir eylem gerçekleştirdik. Ankara Barosu öncülüğünde cübbeleri giyerek Adalet Sarayı önünde toplandık. Her ilden baro başkanları ve avukatların katılımıyla Ankara Adalet Sarayı’ndan Meclis’e üzerinde cübbelerle yürüdü. Meclis önünde İç Güvenlik Yasasına karşı olduğumuzu bildiren basın açıklamamızı yaptık, hukuksuzluğa tepkimizi bir ağızdan bildirdik. Yapılan basın açıklamasının ardından olaysız dağıldık. Aslında ülke genelindeki tüm meslektaşlarımızla yapmış olduğumuz bu eylem ; polis müdahalesi olmadığında bir yürüyüşün kamu düzenini bozmaktan ne kadar uzak olduğunun da kanıtıydı. Klişe olarak hukuk toplumun her kesiminden fikri ve inancı ne olursa olsun herkese lazımdır, çoğulcu anlayışla yürütülen yargılama ile subjektif doğruların terör faaliyeti olarak nitelendirilebilmesi an meselesidir. Bir gün devletin de toplum için var olduğunu hatırladığı, adil ve barışçıl bir düzen adına, hukuk müdahalelerinin olmadığı günleri yazabilmek umuduyla…