T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Klinik Şefi: Dr. Müferet Ergüven UZUN SÜRELİ METOTREKSAT TEDAVİSİ ALAN JÜVENİL İDİYOPATİK ARTRİTLİ ÇOCUKLARDA FOLİK ASİT DESTEĞİNİN PLAZMA TOTAL HOMOSİSTEİN DÜZEYİNE ETKİSİ (UZMANLIK TEZİ) Dr. Emine Nida KARYAĞAR İSTANBUL 2006 1 ÖNSÖZ Hastanemizde eğitimin ve bilimsel çalışmaların düzenli bir şekilde yürütülmesi için gerekli ortamı sağlayan Sn. Başhekim Doç Dr. Rafet Yiğitbaşı’na, Uzmanlık eğitimim boyunca çalışma temposu, enerjisi, bilgi ve tecrübeleri ile örnek aldığım, hastalık sürecimde, tezimin hazırlık ve çalışma aşamalarında yalnızca öğrencisi olarak değil, bir yakını kadar emeğini ve desteğini esirgemeyen Kliniğimizin Şefi Sn. Dr. Müferet Ergüven’e, Disiplini, anlayışı ve sabrıyla örnek olan, kliniğimizin değerli başhekim yardımcısı ve onkoloji uzmanı Sn. Dr. Asım Yörük’e, Eğitimime olan katkılarından dolayı Şef Yard. Dr. Olcay Yasa’ya ve birlikte çalışma fırsatı bulduğum, bilgi ve tecrübelerini aktarıp, ilgi ve destek gösteren kliniğimizin tüm uzman doktorlarına, Tezimin hazırlamasında gösterdikleri yakın destekleri ve yardımları için sevgili arkadaşlarım Dr. Nurcan Cebeci, Dr. Emine Gök ve Dr. Mavuşen İşçen’e, Yoğun çalışma temposu içinde birçok anıyı paylaştığımız, zorlukları birlikte aştığımız, hastalığım süresince beni yalnız bırakmayıp sevgi ve destekleri ile yanımda olan tüm asistan arkadaşlarıma ve kliniğimizin değerli hemşirelerine, Hayatımın her döneminde sevgisini benden hiç esirgemeyen, artık aramızda olmadığı halde hala desteğini hissettiğim ve benimle gururlandığını bildiğim sevgili babama, sevgileri ve emekleri ile daima destek olan aileme, çocukluğumu, yaşamın tüm güzellik ve güçlüklerini paylaştığım, hastalığım döneminde benim her şeyim olan sevgili kuzenlerime TEŞEKKÜRLER.... 2 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR.........................................................................................................................i TABLO DİZİNİ.........................................................................................................................iii ŞEKİL DİZİNİ...........................................................................................................................iv GRAFİK DİZİNİ.........................................................................................................................v GİRİŞ ve AMAÇ........................................................................................................................1 GENEL BİLGİLER....................................................................................................................3 I. TARİHÇE....................................................................................................................3 II. JÜVENİL İDİOPATİK ARTRİT SINIFLAMASI....................................................4 III. EPİDEMİYOLOJİ....................................................................................................5 IV. ETYOPATOGENEZ................................................................................................5 V. KLİNİK BELİRTİLER..............................................................................................6 V. I. SİSTEMİK JÜVENİL İDİOPATİK ARTRİT........................................................6 V. II. OLİGOARTİKÜLER JÜVENİL İDİOPATİK ARTRİT......................................8 V. III. UZAMIŞ OLİGOARTRİT................................................................................10 V. IV. POLİARTİKÜLER JÜVENİL İDİOPATİK ARTRİT......................................10 V. V. ENTEZİT İLE İLİŞKİLİ ARTRİT......................................................................11 V. VI. JÜVENİL PSÖRİATİK ARTRİT......................................................................13 VI. TANI.......................................................................................................................14 VII. TEDAVİ................................................................................................................18 VIII. METOTREKSAT................................................................................................21 VIII. I. FARMAKOLOJİSİ ve FARMAKOKİNETİĞİ...............................................21 VIII. II. ETKİ MEKANİZMASI..................................................................................22 3 VIII. III. METOTREKSATIN YAN ETKİLERİ........................................................25 IX. HOMOSİSTEİN ve METABOLİZMASI..............................................................28 IX. I. PLAZMA HOMOSİSTEİN DÜZEYİNİ ETKİLEYEN ETMENLER...............30 X. B12 VİTAMİNİ........................................................................................................32 X. I. EKSİKLİK BULGULARI....................................................................................33 XI. B6 VİTAMİNİ........................................................................................................34 XI.I. EKSİKLİK BULGULARI...................................................................................34 XII. FOLİK ASİT.........................................................................................................34 XII.I. EKSİKLİK BULGULARI..................................................................................35 HASTALAR ve YÖNTEM......................................................................................................37 BULGULAR.............................................................................................................................45 TARTIŞMA..............................................................................................................................52 SONUÇLAR.............................................................................................................................59 ÖZET........................................................................................................................................61 KAYNAKLAR.........................................................................................................................63 4 KISALTMALAR JİA: Jüvenil İdiyopatik Artrit RF: Romatoid Faktör ILAR: International League Against Rheumatism EULAR: European League Against Rheumatism ANA: Anti-nükleer Antikor HLA: Human Leucocyte Antigen CRP: C-reaktif Protein DİC: Dissemine İntravasküler Koagülasyon IVIG: İntravenöz İmmünglobulin NSAİİ: Non-steroid Antiinflamatuar İlaç MTX: Metotrexat DHFR: Dihidrofolat Redüktaz AICAR: Aminoimidazol-Karboksamidribodit-Transforminaz AMP: Adenozin Monofosfat IMP: Inositol Monofosfat MTHF: Metilen Tetrahidrofolat Redüktaz THF: Tetrahidrofolat Redüktaz BHMT: Betain-Homosistein Metil Transferaz SLE: Sistemik Lupus Eritamatosus ALT: Alanin Aminotransferaz AST: Aspartat Aminotransferaz GGT: Gamma-glutamil Transpeptidaz ACR: American College of Rheumatology tHcy: Total Homosistein RA: Romatoid Artrit 5 TABLO DİZİNİ sayfa TABLO I. Jüvenil İdiopatik Artritte Sınıflama ve Tanılandırma 15-17 TABLO II. Çocukluk Çağında Kullanılan Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar ve kullanım dozları 19 TABLO III. JİA Tedavisinde Kullanılan Uzun Etkili İlaçlar 20 TABLO IV. Çalışma ve Kontrol Grupları Yaş ve Cinsiyet Dağılımı 38 TABLO V. Türk Çocuklarının Normal Plazma THcy Düzeyleri 39 TABLO VI . Çalışma Ve Kontrol Gruplarının WBC, Hgb, Htc, MCV PLT, ESR, Plazma tHcy, Folik Asit, Vitamin B12 Düzeyleri 45 TABLO VII . Çalışma ve Kontrol Gruplarının Vit. B12, Folik Asit ve tHcy Düzeyleri 46 TABLO VIII . JİA Alt Gruplarının Vitamin B12, Folik Asit, Plazma Thcy Düzeyleri 48 TABLO IX . Çalışma ve Kontrol Grupları CRP Pozitifliği Oranları 49 TABLO X. Çalışma ve Kontrol Gruplarının Boy Persantilleri 50 TABLO XI . Çalışma ve Kontrol Gruplarının Kilo Persantilleri 50 TABLO XII. Folik Asit ile Total Homosistein Arasındaki Korelasyon 51 6 ŞEKİL DİZİNİ sayfa ŞEKİL 1. Metotreksatın Transmetilasyon Reaksiyonlarını İnhibisyonu ve Poliamin Formasyonu 24 ŞEKİL 2. Homosistein’in Kimyasal Yapısı 28 ŞEKİL 3. Homosistein Metabolizması 29 7 GRAFİK DİZİNİ sayfa GRAFİK 1. Çalışma ve Kontrol Gruplarının Yaş ve Cinsiyet Özellikleri 37 GRAFİK 2. JİA Grubu Alt Tiplerinin Dağılımı 38 GRAFİK 3. Çalışma ve Kontrol Gruplarının Folik Asit ve tHcy Düzeyleri 46 GRAFİK 4. JİA Grubunun Alt Tiplere Göre Folik Asit ve tHcy Düzeyleri 46 GRAFİK 5. Çalışma ve Kontrol Gruplarının Vitamin B12 Düzeyleri 47 GRAFİK 6. JİA Alt Gruplarının Vitamin B12 Düzeyleri 47 GRAFİK 7. Çalışma ve Kontrol Grupları CRP Pozitifliği Oranları 49 8 GİRİŞ VE AMAÇ Juvenil idiopatik artrit (JİA), çocukluk çağının en sık görülen romatolojik hastalığı olup etyolojisi kesin bilinmemektedir. Kronik eklem tutulumu ile seyretmekle beraber artrit dışında ateş, döküntü, nefrit, kardit, üveit gibi eklem dışı bulguların da görüldüğü sistemik bir hastalıktır. Tanı için patognomik bulgular ve spesifik laboratuar testleri yoktur. JİA tanısı temelde klinik bulgulara dayanarak Amerikan Romatoloji Koleji kriterlerine veya ILAR kriterlerine göre diğer olası nedenler dışlanarak konulur. Kronik sistemik bir hastalık olan JİA’in tedavisinde; akut dönemde enflamasyonu kontrol altına almak, ağrıyı azaltmak, deformiteleri önlemek ve eklem fonksiyonlarını korumak, uzun dönemde ise hastalığın ve tedavinin komplikasyonlarını azaltmak, normal büyüme ve gelişmeyi sağlamak, rehabilitasyon ve ailenin eğitilmesi amaçlanır. Juvenil idiopatik artritin medikal tedavisinde metotreksat 10 yılı aşkın süredir kullanılmaktadır. Günümüzde metotreksat (MTX), uzun etkili antiromatizmal ilaçların (DMARD) en sık kullanılanıdır. Çeşitli çalışmalarda JİA’de MTX’ın en az diğer DMARD’lar kadar etkili bir tedavi olduğu, özellikle poliartiküler JİA’da ilk seçenek olarak başlanmasının önerildiği bildirilmiştir. MTX tedavisinde ciddi yan etkiler olsa da çoğu yan etki hafiftir, geri dönüşlüdür ve konservatif olarak tedavi edilebilir. Metotreksat’ın etki ve toksisitesi antifolat bir ajan olmasına bağlanmıştır. Folik asit analoğu olan MTX dihidrofolat redüktaza reversibl bağlanır ve folatın görev aldığı çeşitli reaksiyonları inhibe eder. Sonuçta timidilat ve inosinik asit sentezinin inhibisyonu, glisinin serine dönüşümü, homosisteinin metiyonine dönüşümü ve protein sentezi bozulur. Bunların sonucu olarak bir yandan romatolojik süreçte rol alan enflamatuar hücrelerin fonksiyonlarında inhibisyon sağlanırken, diğer yandan hedef dokular dışında da folat eksikliğine bağlı istenmeyen yan etkiler ortaya çıkar. Kemik iliği ve gastrointestinal traktusda hücre döngüsü yüksek olduğu için DNA, RNA ve protein sentezi için gerekli olan intrasellüler folat’ın azalması nedeniyle bu dokular MTX’ın yan etkilerine çok daha duyarlıdır. Ayrıca MTX yine dihidrofolat redüktaz enzim inhibisyonuyla plazma ve eritrositlerde folat düzeyini düşürür, metilentetrafolat redüktaz aktivitesinin azalmasıyla homosistein düzeylerini yükselterek hiperhomosisteinemi’ye neden olur. Hiperhomosisteinemi prematür vasküler bozukluklar olan arteriyel ve venöz tromboz için bağımsız ve önemli bir risk faktörüdür. Ilımlı hiperhomosisteinemi koroner kalp hastalığı, serebral ve periferik vasküler hastalıklar ve derin ven trombozu riskini artırır. 9 Folik asit’in MTX etkinliğinde azalma yapmaksızın yan etkilerde azalma yaptığını bildiren yayınlar vardır. Folik asit MTX’ın bazı toksisitelerini azaltır. Bunların en önemlileri oral ülserler, mide bulantısı, diare gibi ilacın kesilmesine yol açabilen gastrointestinal semptomlar, sitopeni ve alopesidir. Ayrıca MTX’la tedavi edilen hastalara folik asit desteği verilmesinin homosistein düzeylerini düşürdüğüne ilişkin yayınlar da mevcuttur. Biz çalışmamızda uzun süre metotreksat kullanan ve beraberinde folik asit desteği alan JİA’li hastalarımızda, folik asit desteğinin plazma total homosistein (tHcy) düzeyleri üzerine olan etkisini, 5 mg/hafta dozda verilen folik asit desteğinin uzun süreli metotreksat kullanan hastalarda yeterli olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. 10 GENEL BİLGİLER JİA, ağırlıklı olarak periferik artrit ile ortaya çıkan, endojen ya da eksojen antijenlerin patogenezinde rol aldığı immünoinflamatuar bir hastalıktır.(1-8) Tarihçe JİA, birtakım eski hastalıkların yeni ortak adıdır. JİA, jüvenil romatoid artrit (JRA) ve jüvenil kronik artrit (JKA) yerine geçen ve her iki eski tanımı da kapsayan bir terimdir. JİA, yüzyıllar öncesinden beri bilinen bir hastalıktır. Yapılan arkeolojik çalışmalarda M.S. 1000 yıllarından kalma iskelet değişikliklerinin olduğu kronik artritli çocuk kalıntıları bulunmuştur. Hastalığın 1500’lerde tanımlanmasına karşın özenli çalışmalar 1800’lerde Cronil ve Diamestberg’in çalışmalarına kadar yapılmamıştır. 1890 yılında kronik artritli çocuklarda büyüme bozuklukları iki araştırmacı tarafından ilk kez bildirilmiştir. Bunu izleyerek 1897’de Dr. Geoerge F. Still tarafından yapılan çalışma ile çocuklardaki süregen artritin yetişkinlerdeki romatoid artritten oldukça farklı olduğu gösterilmiştir. 1972 yılında Amerikan Romatoloji Birliği, JRA olarak adlandırılan hastalığı klinik formlarına göre sistemik başlangıçlı, oligoartriküler ve poliartriküler tip olmak üzere 3 alt tipe ayırmışlardır (31). Fakat bu sınıflamanın hastalığın bazı tiplerini tam olarak açıklayamadığını düşünen Avrupalı Pediatrik Romatologlar (EULAR) 1977 yılında hastalığı JKA olarak adlandırıp yeniden sınıflandırdılar. Bu sınıflamaya göre hastalık, klinik formlarına göre oligoartriküler, RF pozitif poliartriküler, RF negatif poliartriküler, jüvenil spondiloartropati, jüvenil ankilozan spondilit, jüvenil psöriatik artrit ve iltihabi barsak hastalıkları ile ilişkili artrit olarak alt tiplere ayrılmıştır. Uluslararası bir sınıflandırma oluşturmak amacıyla 1995 yılında Santiago’da toplanan Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları hastalığı Jüvenil İdiopatik Artrit olarak adlandırıp International League Against Rheumatism (ILAR) sınıflamasını oluşturdular. Bu sınıflamaya göre sistemik artrit, oligoartriküler, RF (-) poliartriküler, RF(+) poliartriküler, uzamış oligoartriküler, entezitle ilişkili artrit, jüvenil psöriatik artrit ve diğer olmak üzere 8 alt tipe ayrılmıştır (1-10). 11 Jüvenil İdiopatik Artrit Sınıflaması Hastalığın ana tanısal ölçütleri, 16 yaşından önce başlayıp 6 haftadan uzun süren, en az bir eklemi tutan artrit ve başka bilinen bir etyolojinin ortaya konulamamasıdır. Artrit, eklemde şişme, ısı artışı, hareket kısıtlılğı ya da kızarıklık olarak tanımlanır. Bu tabloya ağrı da eşlik edebilir. İlk kez 1995 yılında ILAR Santiago sınıflama ölçütlerini geliştirdi. Daha sonra bu sınıflama Durban sınıflama ölçütleri olarak gözden geçirilip düzeltildi ve 1998 yılında yayınlandı. 16 yaşından önce başlayan (jüvenil), nedeni bilinmeyen (idiopatik) ve en az 6 hafta süren artritlerin sınıflaması Durban sınıflam ölçütlerine göre aşağıdaki şekilde yapılmaktadır (9-10): a. Sistemik artritler b. Oligoartriküler -Persistan oligoartritler -Uzamış (extended) poliartriküler c. Poliartriküler -RF pozitif poliartritler -RF negatif poliartritler d. Jüvenil psöriatik artrit e. Entesit ile ilişkili artritler f. Diğer artritler -Üstteki kategorilere uymayanlar - Üstteki kategorilerden birkaç tanesine birden uyanlar Hastalık iki aşamada değerlendirilir. Başlangıç tipi derken ilk 6 aydaki tablo göz önüne alınır. Hastalık seyir tipi saptanırken ise 6 aydan sonra tabloya eklenen değişiklikler ele alınır. Örneğin tipik ateş, döküntü ile başvuran bir hastaya inceleme sonucu sistemik başlangıçlı JİA tanısı konur. Ancak izlem sırasında hastanın sistemik bulguları gerileyip, beşten fazla ekleminde artrit tabloya hakim olabilir. O zaman sistemik başlayan ama poliartriküler devam eden JİA’dan söz edebiliriz. Bu yaklaşım özellikle hastalığın prognozunu dolayısıyla tedavisini belirlemede ve daha homojen alt gruplar oluşturmada önem kazanmaktadır. 12 Epidemiyoloji Çocukların %7-8’i eklem ağrısından yakınırken bunların ancak %1’inde süregen artrit gelişir. Buna rağmen bu hastalığın epidemiyolojisinde bazı sınırlandırmalar vardır. Jüvenil idiopatik artritin sıklığı ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Bu konuda birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen hastalığın net bir insidans ve prevelans değeri bulunamamıştır. Yapılan çalışmalarda çeşitli ülkelerde saptanan ortalama insidans 9.2-25/100.000 prevalans ise 12-113/100.000 bulunmuştur. Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise JİA prevalansı 64/100.000 olarak bulunmuştur (15). JİA ile ilgili olarak yapılan epidemiyolojik çalışmalarda saptanan önemli bulgulardan birisi de hastalığın dağılımının ve alt gruplarının özelikle farklı etnik gruplarda ve sosyoekonomik düzeylerde değişkenlik göstermesidir. Gelişmiş ülkelerde JİA’nın özelikle kızlarda daha sık görülmesine karşın, gelişmekte olan ülkelerde erkeklerde hastalık daha sık görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde en sık görülen JİA tipi ANA pozitifliği ve üveit varlığı ile süren oligoartrit iken, buna karşın gelişmekte olan ülkelerde bu grup çok nadiren ortaya çıkmaktadır. Buna karşın, bize benzeyen ülkelerde en sık görülen JİA tipi ise geç başlangıçlı ya da entesitle ilişkili artrit ve poliartriküler JİA olmaktadır (1-26). Etyopatogenez JİA başlığı altında toplanan klinik tabloların etyopatogenezi tam olarak bilinmemektedir. Fakat iki ana neden üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birincisi hastalarda bulunan immunolojik yatkınlık, ikincisi ise çevresel etkenlerdir. Çevresel nedenler içinde en çok suçlanan enfeksiyonlar olmakla birlikte stres ve travma da etyolojide önemli rol oynamaktadır. Özelikle düşme sonrası oluşan oligoartrit hasara bağlı yeni otoantikorların ortaya çıkmasına bağlanabilir. İmmunolojik yatkınlıkta en çok suçlanan nedenler ise belirli doku gruplarının varlığıdır. Bu başlık altında en çok sözü edilenler ise HLA B-27 ve HLA DR-4’tür. Çevresel etmenler arasında en çok suçlananlar ise enfeksiyonlardır. Hastalık enfeksiyonla ya da postenfeksiyöz süreçte ortaya çıkabilir. Özelikle enterik enfeksiyonlar, parvovirüs B19, rubella, kabakulak, hepatit B, Ebstein-Barr virüs ve mikoplazma enfeksiyonunu izleyerek söz konusu klinik tablolar ortaya çıkabilmektedir. Çeşitli nedenler ile uyarılmış olan T lenfositleri Th1 ve Th2’ye ayrılır. JİA’da baskın olan Th1 hücrelerdir. Bu hücrelerden salınan mediatörler makrofajları uyararak inflamatuar sitokinlerin (özelikle interlökin 1 ve 6, tümör nekroz faktör α) ve öncülerinin salınmasına yol açmaktadır. Bu salınım sonucu ise hedef eklem üzerinde çeşitli inflamatuar olaylar başlamaktadır. Eklemde oluşan inflamatuar etkileşim sonucu sinovit ve eklem içi sıvı 13 miktarında artma olmaktadır. Sinovit, villöz hipertrofi ve subsinovyal dokuda hiperemi ile karakterizedir. Süregenleşmiş enflamasyon sonucu oluşan sinovyal hipertrofi ve sinovit ise pannus olarak adlandırılmaktadır (1-8). Klinik Belirtiler Çalışmamızda ILAR sınıflaması kullanıldığı için, bu sınıflamaya ait alt gruplardan aşağıda söz edilecektir. Sistemik JİA Jüvenil idiopatik artritli hastaların yaklaşık %10-20’sini oluşturur. İntermittan karakterli yüksek ateş ve diğer eklem dışı bulgularla karakterizedir. Kız erkek oranı eşittir. Etkilenen çocuklar genellikle 4 yaşından küçük olmakla birlikte herhangi bir yaşta da görülebilir. Ateş karakteristik olarak günde bir ya da iki kez 39.5 dereceye kadar yükselir. Daha sonra normale hatta normalin altına iner. Ateş gün içinde sabah ve akşam olmak üzere 2 kez pik yapar. Hastaların çoğunda ateşle beraber vücudun herhangi bir bölümünde çoğunlukla gövde ve proksimal ekstremitelerde pembe renkli, ateşin düşmesi ile kendiliğinden sönen; bazen kaşıntılı olabilen tipik olarak maküler, ortası soluk, bir santimetreden küçük döküntüler ortaya çıkar. Koebner işareti pozitif olabilir. Ateş pikleri hastalığın başlangıç dönemlerinde tipik olmayabilir. Çoğunlukla tedavi başlandıktan sonra karakteristik ateş pikleri görülebilir. Diğer sistemik bulgular yorgunluk, irritabilite, uykuya eğilim ve kas ağrılarıdır. Bu belirtiler genellikle ateşin yükselme döneminde görülür. Ateşin düşmesi ile bu yakınmalar kaybolur. Hastaların çoğuna yakın bölümünde belirgin myalji, artralji veya geçici artrit özellikle ateşli epizot sırasında görülebilir. Bu belirtiler ateşin düşmesi ile geriler. Bazen hastalık sırasında, bir kısmında persistan artritin görüldüğü multipl eklem tutulumunun olduğu hem küçük hem de büyük eklemlerin tutulduğu poliartriküler tip gelişebilir. Başlangıçta oligoartriküler olmasına rağmen zaman içinde hastalık çoğunlukla poliartriküler tipe dönüşür. Tutulan eklemler, çoğunlukla diz, dirsek, el-ayak bileği ve kalça eklemleri olmakla birlikte küçük eklemler de tutulabilir. Kalça eklemi tutulduğunda çoğunlukla bilateraldir ve destrüktif gidişlidir. Hastaların çoğunluğunda kullanılan steroide, immobilizasyona, kötü beslenme ve artmış sitokin düzeylerine bağlı olarak osteoporoz vardır. Poliartrit geliştikten sonra tipik ateş ve döküntü atakları çoğunlukla kaybolur. Bu durumda hastalık poliartriküler tipten ayırt edilemez. Bazen hastalık sistemik semptomlar dışında herhangi bir klinik belirti göstermeden ataklar halinde yineleyebilir (ateş ve döküntü gibi). Daha az sıklıkta hastalarda tenosinovit, 14 sinovyal kist, peritonit, myokardit olmadan valvülit veya beraberinde beraberinde myokardit, pulmoner parankimal hastalık, santrak sinir tutulumu, renal tutulum, krikoaritenoid eklem tutulumuna bağlı olarak stridor ve lenfödem gibi daha nadir klinik belirtilerle karşımıza çıkabilir (32). Hastaların yaklaşık üçte ikisinde belirgin lenfadenopati ve/veya hepatosplenomegali görülür. Yangısal sürece bağlı olarak karaciğer enzimlerinde hastalığın aktif döneminde hafif yükseklik saptanabilir. Plörezi ve perikardit hastaların yaklaşık %50’sinde görülür. Buna rağmen hastaların çoğu asemptomatiktir. Perikardit ve myokardit steroid tedavisine çok hızlı yanıt verir. Artrit ise bu semptomlara eşlik edebilir ya da haftalar veya aylar sonra ortaya çıkabilir ve tanıyı zorlaştırabilir. Sistemik artriti olan hastalarda genellikle semptomların şiddeti daha belirgindir. Ancak nadiren ciddi ağrılar olur. Bu durumda malignite şüphesi dışlanmalıdır. Sistemik artriti olan hastaların çoğu serozit ile başvurabilirler. Bunların %33’ü perikardittir. Ateş ve diğer semptomlar nadiren aylarca sürebilir ancak 6 aydan daha fazla sürekli olması nadirdir (1-8). Sistemik JİA’li hastalarda belirgin lökositoz vardır. Bu sayı bazen 100.000/mm3’ü aşabilir. Belirgin sola kayma vardır. C-reaktif protein (CRP), ferritin, C3, C4 düzeyinde yükselme vardır. Hastalarda belirgin olarak normositik-normokrom ya da mikrositikhipokrom kronik hastalık anemisi görülür. Belirgin anemi hastaların % 40’da görülür. Aneminin nedeni demir eksikliği, inefektif eritropoez, yetersiz beslenme ve kullanılan ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkan gastrointestinal kayıp olabilir. Sistemik başlangıçlı JİA’lıların hemen hemen tamamında ANA ve RF negatiftir. Sedimentasyon hızlanmıştır, çoğunlukla 100 mm/saatten fazladır. Tüketim koagülopatisi ve karaciğer fonksiyonlarında ciddi bozukluk görülebilir. Akut faz reaktanı olan ferritin belirgin olarak artmıştır. Yüksek sedimentasyon hızı ve süregelen enflamasyonun diğer bulguları eşliğindeki düşük ve hatta normal trombosit sayısı farklı bir tanıyı (lösemi, sepsis) ya da tüketim koagülopatisi ile komplike olmuş JİA’yı düşündürmelidir. Sistemik artriti olanlarda orta şiddette koagülopati görünürde sıktır. Ancak hastaların küçük bir kısmında hastalığın erken döneminde makrofaj aktivasyon sendromu (MAS veya Hemofagositik sendrom) gelişebilir. MAS yaşamı tehdit edici bir hastalıktır. Bu hastalarda tipik olarak, orta/ağır DIC (trombositopeni, artmış fibrin yıkım ürünü, artmış fibrin d-dimer, azalmış fibrinojen, uzamış protrombin ve parsiyel tromboplastin zamanı) vardır. MAS’lı hastalarda ayrıca belirgin olarak azalmış eritrosit sedimentasyon hızı, ağır anemi, lökopeni, karaciğer fonksiyon bozuklukları görülür. MAS poliartritli hastalarda da bildirilmiş ve özelikle EBV gibi viral enfeksiyonlar, NSAİD ilaçlar, intramusküler altın preperatları ve sülfosalazine bağlı olarak gelişebileceği düşünülmektedir. MAS’ın görülmesi için hastaların tipik sistemik başlangıçlı epizotta olmasına gerek yoktur. Hastalarda süregen ateş, 15 hepatosplenomegali, lenfadenopati ve ensefalopati vardır. Kesin tanı kemik iliği aspirasyonu ve doku biopsilerinde hemofagositozun gösterilmesi ile konur. Tedavi genellikle destekleyicidir. Taze donmuş plazma ve trombosit süspansiyonları akut kanama durumlarında verilir. Karaciğer fonksiyonları bozuk olduğu için K vitamini etkisizdir. Hastaların çoğu intravenöz yüksek doz kortikosteroide 24-48 saatte dramatik olarak yanıt verir. Kortikosteroidlere yeterli yanıt vermeyen hastalarda siklosporin A 5 mg/kg iv veya 8 mg/kg oral yoldan verilebilir. Ancak siklosporin A tüm laboratuar bulguları normale dönene kadar başlanmamalıdır. Enfeksiyona bağlı geliştiği düşünülen MAS’lı hastalarda IVIG yararlı olabilir. (1-8,33) Sistemik başlangıçlı JİA’lı hastalarda genellikle üveit görülmez. Ancak nadir de olsa superior oblik tenosinovitle beraber görülebilir. Bu durum Brown sendromu olarak adlandırılır. Ancak yine de yıllık kontrol mutlaka yapılmalıdır (27-30). Amiloidoz Amerika’da nadir görülmesine rağmen, Avrupa’da %5 olarak bildirilmiştir. Ülkemizde 1991 yılında Özdoğan ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada bu oranın %16 olduğu bildirilmiştir (16). Biriken amiloid AA tipindeki amiloiddir. Büyüme gelişme ve seksüel gerilik sıklıkla görülür. Bu durum aktif hastalık, yetersiz beslenme ve kullanılan kortikosteroidlere bağlı olabilir. Ancak aktif hastalığın kontrol altına alınması ve remisyonu ile birlikte normal büyüme yakalanabilir. JİA’lılarda mortalite oranı Amerika’da %1’in altındadır. Ancak sistemik JİA’lılarda 15 yıllık sürvi %86’yı geçmemektedir (1-8) . Oligoartiküler JİA Yapılan çalışmalarda JİA’ların %61-76’sının oligoartiküler başlangıçlı tip olduğu belirlenmiştir. Hastaların üçte ikisini kızlar oluşturur. Hastalık genellikle 1 ve 4 yaşları arasında başlar. Oligoartiküler tip, hastalığın izlem süresinde yeni eklem tutulumu olup olmamasına göre iki alt grupta değelendirilir: a. Persistan oligoartiküler JİA : 6 aydan sonra da tutulan eklem sayısı 4 veya daha az ise hasta bu kategoride değerlendirilir. b. Uzamış (extended) oligoartiküler JİA : 6 aydan sonra tutulan eklem sayısı giderek 5’i aşarsa hasta bu gruba alınır (1-10). Daha önce kullanılan EULAR sınıflamasına göre oligoartiküler form, başlangıç yaşına göre erken ve geç başlangıçlı olmasına göre 2 alt gruba ayrılmaktaydı. Durban sınıflaması ölçütlerinde sözü edilen oligoartiküler form erken tipe uymaktadır. Geç başlangıçlı olan, yani 16 6 yaşından sonra başlayan, erkek çocuklarda daha sık görülen, alt ekstremitede, özelikle kalçalarda, genelikle asimetrik artrit yapan ve sık olarak HLA B27 ilişkisi gösterilebilen alt grup, oligoartiküler başlığı altından alınıp entesit ile ilişkili artritler grubuna sokulmuştur. Bunun nedeni bu grupta izlem sırasında seronegatif spondilartropati özelikleri taşıyan tabloların gelişmesidir. Oligoartiküler JİA, ABD ve Batı Avrupa’dan bildirilen serilerin en büyük grubunu oluşturmaktadır (%35-40). Buna karşılık Türk JİA populasyonunda bu forma daha az rastlanmaktadır (%16). Oligoartiküler tutulum genellikle 6 yaşından önce başlar ve özellikle kız çocuklarında görülür (kız: erkek oranı 5:1’dir). Nadiren başlangıç yaşı 7 yaşını geçer. Hastaların tümünde RF negatiftir, %70 kadarında ANA pozitif bulunur. Daha çok alt taraf eklemleri asimetrik olarak tutulur. En sık diz, ayak bileği hastalığa katılırken kalça tutulumu çok nadirdir. Küçük eklemlerde de artrit görülebilir. Erken dönemde ufak eklem tutulumu hastalık seyrinde tutulan eklem sayısının artabileceğini ya da sedef artropatisinin gelişebileceğinin habercisi olabilir. Bazen sadece tek eklem tutulumu da olabilir. Eklem bulguları genellikle geriler, ciddi bir fonksiyon kaybına yol açmaz. Yakınmalar sinsi veya ani başlangıçlı olabilir. İlk yakınma genellikle istirahat sonrası topallamadır. Hasta genelde başlangıçta farkında değildir. Sabah sertliği geçtikten sonra hasta koştuğunda topallama daha belirgin hale gelir. Eklemde şişlik, kızarıklık, ısı artışı da görülebilir. Ateş, yorgunluk ve kilo kaybı gibi genel hastalık belirtileri nadiren görülür (1-10). Bu grupta temel sakatlık nedeni eklemden çok göz tutulumudur. Çocukların ortalama dörtte birinde sinsi olarak başlayan kronik ön üveit (iridosiklit) ortaya çıkmaktadır. Erken tanı konmaz ve tedavi edilmezse band keratopati, katarakt ve körlük gelişebilir. Ancak elimizde göz tutulma riski taşıyan çocukları önceden belirleme olanağı vardır. Bu çocukların %95’inde ANA pozitif olarak bulunmaktadır. Bu ilişki gösterildiğinden beri üveite bağlı ciddi görme kaybı anlamlı olarak azalmıştır. Erken dönemde yakalanan üveitler genellikle yerel tedaviye yanıt vermekte, hastaların ancak ufak bir kısmında sistemik tedavi gerekmektedir. Türk JİA’li hastalarda üveit sıklığı ve ANA pozitifliği Batı ülkelerine göre daha azdır (1-3, 16, 37-45). Genel büyüme geriliği nadirdir. Ancak tutulan eklemdeki hasarın şiddetine bağlı olarak ekstremiteler arası belirgin uzunluk farkı görülebilir. Oligoartritli hastaların yaklaşık %20’i 5 yıl içinde nüks eder. Bu nedenle oligoartrit durumunda intraartiküler steroid kullanımı gündeme gelmiştir. 17 Oligoartiküler erken başlangıçlı hastaların %70’inde ANA pozitifliği olmakla beraber RF genellikle negatiftir. Hastalığın akut epizodik dönemi dışında akut faz yanıtı belirgin değildir. Aktif artrit durumunda hafif anemi ve lökositoz görülebilir. Uzamış Oligoartrit Bu gruba giren hastalar daha önceki sınıflamalarda oldukça ciddi sorun oluşturmakta idi. Hastalık başlangıcında oligoartiküler tipte eklem tutulumu olan fakat ne ANA pozitifliği ne de üveiti saptanan ve çoğunlukla da erkek olan bu çocukların hangi başlık altında toplanacağı belirsizdi. Bu grup çocukların en ilginç özelliklerinden birisi de bu hastaların belli bir süre sonunda poliartiküler tutulum göstermeleridir. Bu grupta yer alan hastaların özgün bir labarotuar verisi yoktur. Bu grup olgular çoğunlukla metotreksat tedavisine oldukça olumlu yanıt verirler (1-8). Poliartiküler JİA Hastaların %30-40’ı bu gruptadır. Hastalarda 5 veya daha fazla eklem tutulumu vardır. Hastaların yaklaşık %75’i kızdır. Hastalık 1-3 ve 8-10 yaşlarında yoğun olarak görülür. Bu gruptaki olgular RF pozitif ve RF negatif olmak üzere 2 alt sınıfa ayrılır. RF negatif hastalık tüm JİA’lıların %20-30’unu, RF pozitif hastalık ise %5-10’unu oluşturur. RF negatif poliartrit herhangi bir yaşta görülebilir. Ancak çoğunlukla erken çocukluk yaşlarında görülür. RF pozitif poliartrit ise 8 yaştan önce nadirdir. Her iki grupta da kızlar daha çok etkilenir. RF pozitif olan hastaların %80’i erişkin tip romatoid artrite benzer. Bununla beraber RF negatif olan olguların ancak %20’si erişkin tip romatoid artrite benzer. Her iki gruptan hastaların tipik olarak hafif ateş, yorgunluk, hafif kilo kaybı ve anemiye ait bulgu ve semptomları vardır. Ayrıca hastalarda orta derecede hepatosplenomegali ve hafif düzeyde büyüme geriliği görülebilir. Herhangi bir sinovyal eklem tutulumu görülebilir. Ancak lumbotorasik eklem tutulumu çoğunlukla yoktur. Artrit başlangıçta simetrik olabilir, bazen de asimetrik poliartrit görülebilir. Başlangıçta bir kaç eklem tutulumu şeklinde başlayıp zamanla poliartrit şeklini alır. Elin küçük eklem tutulumu (özelikle proksimal küçük eklemler ve metakarpofalengeal eklemler) ve el bileği eklemlerinin simetrik olarak tutulumu tipiktir. Aynı zamanda ayakların küçük eklem tutulumu daha az sıklıkla da olsa görülebilir. Daha büyük eklem tutulumu, kalça, boyun, omuz, temporomandibuler eklem tutulumu hastaların yaklaşık %50’sinde görülebilir. Zamanla servikal spinal eklem tutulumu füzyonlara, C1 ve C2 subluksasyonlarına ve buna 18 bağlı spinal kord basısına bağlı semptomlar görülebilir. Kalça tutulumu özellikle ağır olabilir ve 20 yaşından önce eklem replasmanına ihtiyaç duyulabilir. Başlangıçta üveit olmamakla birlikte hastaların %5’inde üveit gelişebilir. Bu nedenle hastalara rutin olarak her 6 ayda bir yarık lamba ile göz muayenesi yapılmalıdır. Seronegatif hastalarda yakınmalar ani başlangıçlı ya da sinsidir. Genellikle erken çocukluk yaşlarında görülür. Sistemik hastalığa özgü olan ateş ve döküntü genelde görülmez. Tutulan eklemde şişlik, kızarıklık, ağrı ve hareket kısıtlılığı belirgindir. Ancak destrüksiyon çoğunlukla görülmez. Bu hastaların yaklaşık %25’inde ANA pozitif olabilir. Bu hastalarda başlangıçta RF negatiftir ve hastalık süresince negatif seyreder. Seropozitif poliartritli hastalarda da yakınmalar ani ve sinsi başlangıçlı olabilir. Bu grup tüm JİA’lı hastaların %5’ini oluşturur. Bu grup hastalar çoğunlukla 8 yaşından büyük çocuklardır. Subkutan nodüller genellikle basınca maruz kalan yerlerde daha belirgin olarak görülürler. Histolojik olarak bu nodüller erişkin romatoid artritteki nodüllere benzer. Nodüller spontan olarak gerileyip tekrar ortaya çıkabilir. Nodül varlığı RF titresi ile paraleldir. Bazı hastalarda romatoid vaskülit kendini çoğunlukla alt ekstremitelerde ülseratif lezyonlar şeklinde gösterir. Bu durum romatoid faktör, immunglobulin ve immun komplekslerin damar duvarına oturması sonucu görülür. Eklemlerde destrüksiyon ilerleyicidir ve çoğunlukla bir yıl içinde kalıcı deformite bırakır. Nadiren hastalarda lökopeni ve splenomegalinin eşlik ettiği Felty sendromu veya Sjögren sendromuna ait bulgular eşlik edebilir. Ancak son iki durum çoğunlukla erişkin romatoid artrite eşlik eder. Bu hastaların hemen hepsinde RF, yaklaşık yarısında da ANA pozitiftir. Poliartiküler tip JİA’de genellikle süregen inflamasyona bağlı olarak orta derecede kronik hastalık anemisi vardır. Aktif hastalık döneminde genellikle orta derecede lenfadenopati ve hepatosplenomegali vardır. Hastalığın aktivitesinin derecesine göre belirgin olarak büyüme gelişme geriliği görülebilir. Karaciğer enzimlerinde hastalığın aktivitesi ve kullanılan tedaviye bağlı olarak yükseklik olabilir. Aktif hastalığın ortadan kalkmasıyla normale döner (1-8). Entesitle İlişkili Artrit Bu grupta yer alan hastalar özelikle son 20 yıldan bu yana pediatrik romatolojinin önemli tartışma konularından birisini oluşturmaktadır. Çünkü bu çocuklar hem JİA özeliklerini hem de jüvenil spondilartropati özelliklerini taşımaktadırlar. Bu grupta yer alan hastaların tanımlanması amacı ile bugüne dek Tip 2 Oligoartiküler JİA, geç başlangıçlı JKA, 19 SEA (seronegatif entesopati ve artropati) sendromu, HLA B27 ile birlikte olan artropati ve erken jüvenil spondilartropati tanımlarının kullanılması önerilmişse de artık bu grubu sınıflamada entesitle ilişkili artrit (EİA) tanımı kullanılmaktadır. Bu çocuklar doğrudan ankilozan spondilit ya da iltihaplı barsak hastalığına spondilartrit tablosu ile başlamayan ancak zaman içinde spondilartritlerden birine dönüşme olasılığı taşıyan olgulardır. Batı serilerinde %15-20, ancak ülkemizde %30-40’lara varan sıklıkta karşımıza çıkmaktadır. EİA çoğunlukla erkek çocuklarda görülür ve 10 yaşından sonra ortaya çıkar. Bu grupta yer alan çocukların en önemli özellikleri RF ve ANA’larının negatif olması, entesopatilerinin ve alt ekstremite artrit ya da artraljilerinin olmasıdır. Hastaların yaklaşık %60’ında HLA B27 pozitif olarak saptanır (1-8). Entesopati, tendonların kemiğe yapışma yerinde oluşan enflamasyondur. En çok aşil tendonu etkilenir. Çoğunlukla topuk ağrısı ya da ilgili tendon bölgesinde belirginleşen ağrı ve duyarlılık ile ortaya çıkar. Fakat entesopati sadece jüvenil spondilartropatilere özgü bir bulgu değildir. Diğer JİA’lerde hatta SLE’de bile görülebilir. Ayrıca Ailevi Akdeniz Ateşi’nin gidişi sırasında da hastaların ortalama %11’inde entesopati ve spondilartropati kliniği görülebilmektedir. Bu grup hastalarda görülebilen eklem tutulumu çoğunlukla alt ekstremiteye yerleşen, asimetrik ve oligoartiküler tiptedir. Hastalarda artritin ortaya çıkışını ateşli hastalıklar ya da travma provoke edebilir. Oligoartiküler JİA’dan ayıran en önemli farkı ise kalça ekleminin de çok sık olarak etkilenebilmesidir. Hastalık başlangıcında alt ekstremiteye yerleşen, uzun süren artralji de tabloya eklenebilir. Aksiyal iskelet sisteminde tutulum nadirdir. Eklem tutulumu NSAİ ilaçlara hızla yanıt verir. Artropati yineler tarzda sürebilir ve bazen de uzun süren tam ya da parsiyel remisyonlar olabilir. Eklemlerde sekel oluşma oranı diğer gruplara göre oldukça azdır. Hastalığın gidişini etkileyen en önemli gösterge HLA B27 pozitifliğidir. HLA B27 pozitif olan olgularda ankilozan spondilite dönüşme oranı oldukça yüksektir ve hastalık sık sık yinelemeler ile sürer. Hastalık başlangıcında EİA ya da benzer tanı alan hastaların %90’ının 10 yıl sonra ankilozan spondilite dönüştükleri 2 farklı çalışmada gösterilmiştir. İlkinde 1982’de SEA sendromunun tanımlandığı 39 olgu ortalama 11 yıl sonra değerlendirilmiş ve bunların 36’sında ankilozan spondilit geliştiği gösterilmiştir. Benzer verileri Meksikalı araştırmacılar da göstermişlerdir. Bundan ötürü EİA’in aslında jüvenil spondilartropatilerin erken dönemi olduğunu savunan ve bu grup hastalıkların JİA başlığı altında değil, spondilitler içinde değerlendirilmesini öneren araştırmacılar vardır. 20 Akut semptomatik üveit entesitle ilişkili artritli hastaların yaklaşık %10-20’sinde görülür. Üveit akut, ağrılı ve fotofobik iritis, sklera ve konjunktivanın belirgin kızarıklığı ile karakterizedir. Üveit tek taraflı ve ataklar halinde belirginleşebilir. Hatta iskelet yakınmalarından önce kendini gösterebilir. Tutulan eklemler ayak bileği, kalça, diz ve metatarsofalengeal eklemlerdir. Akut anterior üveitin HLA B27 pozitif olan hastalarda gelişme olasılığı daha yüksektir (16, 27-30, 37). Jüvenil Psöriatik Artrit Sedef artropatisi daha önce seronegatif spondilartritler grubunda ele alınmaktaydı. Giderek daha iyi tanımlanması sonucu, kendi ismi ile anılabilecek kadar belirleyici özelikleri olduğuna karar verildi. Sadece spondilit ve sakroileit ile seyreden tipi yine jüvenil spondilartropatiler arasında değerlendirilmektedir. Genellikle 9-12 yaşlar arasında başlar ve kız çocuklarında daha sık görülür (kız:erkek oranı 3:2’dir). Southwood’un (46) önerdiği jüvenil psöriatik artrit (JPsA) tanı ölçütleri şöyledir: Majör olanlar artrit ve tipik sedef plakları, minörler ise daktilit, yüksük tırnak, sedefe benzer döküntü, ailede sedef öyküsünün bulunmasıdır. Kesin JPsA tanısı için 1 majör ve 3 minör ya da 2 majör kriter gerekmekte, olası tanı için ise 1 majör ve 2 minör kriter yetmektedir. Artrit %50 olguda cilt lezyonlarından önce ortaya çıkar. Eklem tutulumu değişik tablolar gösterir. Tipik olarak küçük eklemleri tutan asimetrik bir oligo- veya poliartrit olarak başlar. Distal interfalengeal (DİF) eklem tutulumu sedef artritini düşündürür. Genellikle bir ya da birkaç parmağın hem MCF, hem PİF ve DİF eklemi tutulur ve sosis parmak denilen görüntü ortaya çıkar. Bu görüntü artrit yanında fleksör tenosinovit ile de oluşur. Hastaların %20-40 kadarında bu klinik tablo vardır. Etkilenen parmakta tırnaklarda çukurcuklar görülür (nail pitting). Bazı hastalar ise seropozitif poliartiküler JİA’dekine benzer simetrik poliartrit ile karşımıza gelebilir. Hastaların bir bölümünde ise sakroileit ve spondilit tipi tutulum olabilir. Sakroileit genelde tek taraflıdır. Jüvenil psöriatik artritte aksiyel tutulum erişkinlere oranla azdır. Erişkinlerden bir farkı da artroplasti gerektiren kalça tutulumunun çocuklarda daha fazla olmasıdır. Sedefin deri bulguları bazen çok belirgin ve yaygın olabilir. Ancak bazı olgularda özellikle aramak gerekebilir. Tipik olarak sedef plakları eklemlerin ektansör yüzlerine, saçlı deriye, umblikal çukura, perineye yerleşir. Tırnaklardaki sedef bulguları oldukça tipiktir. Yüksük tırnak görünümü, subungal keratoz, onikoliz gibi değişiklikler artritle seyreden sedef olgularında %60 oranında görülmesine karşılık, artrit olmayanlarda %30-40 kadardır. Kronik ön üveit JPsA’da %17 oranında görülmekte ve bunların %60-70’inde ANA pozitif olarak 21 bulunmaktadır. O nedenle 3-6 ay aralarla biomikroskopla göz muayenesi gerekmektedir (1-8, 37, 46, 47). TANI JİA tanısı tamamı ile klinik ölçütlere göre yapılır. JİA tanısının konulabilmesi ve tam klinik tablonun oturması bazen uzun bir zaman dilimi alabilir. Hastalar başlangıçta farklı tanılar ile izlenebilir. Hastalığın özgün bir laboratuar verisi yoktur. Laboratuar verileri yalnızca ayırıcı tanıda, alt grupları ayırmada ve izlemde yardımcı olmaktadır. Tanıda mutlaka her hastaya göz ön kamara muayenesi yapılmalıdır. JİA’de en büyük sorun tanı konulmasından çok hastalık aktivitesinin nasıl değerlendirileceği konusunda yaşanmaktadır. Hastalık aktivitesinin değerlendirilmesinde ailenin ve çocuğun kendini nasıl hissettiği, aktif eklem sayısı, anemi düzeyi, trombosit sayısı, sedimentasyon hızı, Steinbrocker skoru ve hekim değerlendirme skoru kullanılmakta ise de hiçbirinin aktiviteyi tam olarak ortaya koymadığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bunu izleyerek özellikle 1990’lı yıllar boyunca JİA’lı çocuklar için sağlık değerlendirme yöntemleri üretilmiştir. Bu konuda kullanımda olan JAFAR (Jüvenil Artritis Functional Assesment Report) , JAFAS (Jüvenil Arthritis Functional Assesment Scala) ve CHAQ (Childhood Health Assesment Questionnaire) testleri bulunmaktadır (1-8). JİA daki kullanımda CHAQ testi özellikle çok etkin olarak saptanmış, daha sonra bu testin çeşitli dillerdeki dönüşümleri yapılmış ve kullanılmaya başlanmıştır (48). 22 Tablo I: Jüvenil idiopatik artritte sınıflama ve tanılandırma Hastalık Ölçütler 1-Sistemik artrit 1-En az 2 hafta süren a-Kesin gösterilmiş, pik yapan ateş 2-Eritamatoz döküntü Tanımlayıcılar Dışlanacak hastalıklar 1-Başlangıç yaşı 1-Yenidoğan başlangıçlı multienflamatuar hastalık 2-Artritin gidişi 2-Periodik sendromlar a-Oligoartiküler (özellikleailesel Akdeniz b-Poliartiküler ateşi ) c-Yinelemeyen tip b-Olası 3-Artrit 3-Hastalık gidişi Artritin olmadığı durumda 4-Pozitif ANA 3-İlaç duyarlılığı yukarıdaki ikisine ek olarak 1- Yaygın lenf bezi 5-Pozitif RF büyüklüğü 2- Hepatomegali ya da splenomegali 3-Serosit 2-RF negatif Hastalığın ilk 6 ayında 5 ya Poliartrit da daha fazla eklemin artriti 1-Başlangıç yaşı Pozitif RF 2-Artrit dağılımı a- Simetrik b- Asimetrik 3- Pozitif ANA 4- Üveit 3-RF Pozitif Poliartrit 1-Hastalığın ilk 6 ayında 5 1-Başlangıç yaşı Ailede psoriasis öyküsü ya da daha fazla eklemin artriti 2-3 aylık süre dışında en 2- Artrit dağılımı az 2 kez saptanan pozitif a- Simetrik RF b- Asimetrik 3-Pozitif ANA 23 Hastalık Ölçütler 4- Oligoartrit Hastalığın ilk 6 ayında 1-4 Tanımlayıcılar 1- Başlangıç yaşı Dışlanacak hastalıklar 1- Ailesel psoriasis eklemin tutulduğu artrit 2- Artrit dağılımı 2- Ailesel spondilartropati a- Büyük eklemler b- Küçük eklemler c- Ağırlıklı üst eksremitenin tutulduğu d- Ağırlıklı alt ekstremitenin tutulduğu 3- Pozitif ANA 3- Pozitif RF 4- Üveit 5- Uzamış oligoartrit 1-Hastalığın ilk 6 ayında 1-4 1- Başlangıç yaşı 1- Ailesel psoriasis 2- Hastalığın ilk 6 ayında 2- Artrit dağılımı 2- Pozitif RF sonra 5 ya da daha fazla a-Büyük eklemler eklemin tutulduğu artrit b-Küçük eklemler eklemin tutulduğu artrit c-Ağırlıklı üst ekstremitenin tutulduğu 3- Pozitif ANA 4-Üveit 24 Hastalık Ölçütler 6- Entezitle ilişkili Artrit ya da entesitin birlikte artrit olduğu ya da her birinin Tanımlayıcılar Dışlanacak hastalıklar 1- Başlangıç yaşı 1- Pozitif ANA 1- Sakroilyak eklem 2-Artrit dağılımı 2- Pozitif RF duyarlılığı a- Büyük eklemler aşağıdakilerden en az ikisi ile birlikte olduğu durum: b- Küçük eklemler c- Ağırlıklı üst ekstremitenin tutulduğu d- Büyük, küçük eklem tutulum farkının olmadığı e- Aksiyel iskelet sistem tutulumu 2- Inflamatuar bel ağrısı 3- Inflamatuar barsak hastalığı artriti 7- Psoriatik artrit Artrit ve psoriasis ya da EİA’ de olduğu gibi Pozitif RF artritle birlikte psoriasisin aile öyküsü ile birlikte 1- Daktilit 2- Tırnak bozuklukları (yenik ya da onikoliz) 25 TEDAVİ Tüm romatizmal hastalıklarda olduğu gibi JİA tedavisi de bir ekip işidir. Bu ekipte pediatrik romatolog, fizyoterapist, ortopedist, çocuk psikiyatristi ve hasta ailesi aktif olarak yer almalıdır. Tedavinin tıbbi boyutunda öncelikli amaç ağrının geriletilmesi ve hastalık aktivitesinin baskılanmasıdır. Tedavide tüm romatizmal hastalıklarda kullanılması önerilen piramit şeması kullanılabilinir. Başlangıçta tedavide aspirin veya NSAİİ kullanılmaktadır. Çocuklarda en sıklıkla kullanılan nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar ibuprofen, indometazin, tolmetin ve naproksen sodyumdur. Bu ilaçlar öncelikle 12 yaş altı çocuklarda kullanılmaktadır. Çoğu oligoartrit yalnızca NSAİİ tedavisine dramatik yanıt verir. Bu ilaçlar düşük dozlarda analjezik etkiyle ağrıyı azaltırlar, ancak yüksek dozlarda antiinflmatuar etki gösterirler. Yüksek dozlarda siklooksigenaz enzimini inhibe ederek prostaglandin oluşumunu engellerler. Ayrıca fosfolipaz C inhibisyonu, oksijen radikallerinin oluşumunun engellenmesi ve inflamatuar sitokinlerin haberci RNA larının transkripsiyonunu engelleyerek antiinflamatuar etkinlik gösterirler. Tedavinin ilk 1-3 günü ağrının azalması şeklinde yanıt alınır. Ancak antiinflamatuar yanıt 1-3 ay kadar uzun sürebilir. Yan etkileri anoreksi, gastrit, gastrointestinal kanama, daha az sıklıkla hepatik, renal ve santral sinir sistemine ait yan etkilerdir. Gastrik yan etkileri azaltmak amacıyla yiyeceklerle alınmalı, sukralfat, misoprostol, antiasit ve histamin-2 reseptör antagonistleri kullanılmalıdır. Yüksek doz NSAİİ alan hastalar dışkıda gizli kan, karaciğer fonksiyonları ve böbrek fonksiyonları açısından 3-6 aylık aralarla takip edilmelidir (1-8, 49, 50). Tablo II’de en sık kullanılan NSAİİ ilaçların doz ve kullanım aralıkları verilmiştir. Fakat tedavide çoğunlukla NSAİİ yalnız başına etkili olamadıkları için diğer uzun etkili ve daha güçlü antiinflamatuar ilaçlara gereksinim duyulur. Özellikle oligoartrit ve entezitle ilişkili artritlerde sulfosalazinin etkinliği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Yukarda anlatılan NSAİİ’lara ek olarak 5-lipoksigenazı inhibe ederek, lökotrien sentezini de engelleyerek antiinflamatuar etkinlik gösterirler. Bu nedenle oligoartrit ve entesitle ilişkili artritli hastalarda sık kullanılmaktadır. Tedaviye yanıt birkaç hafta içinde alınır. Yan etkileri, alerjik reaksiyonlar, kemik iliği baskılanması, gastrointestinal şikayetler, geriye dönüşlü oligospermi, hepatik ve renal toksisitedir. Başlangıç dozu 10-20 mg/kg/gün olup haftalar sonra 30-50 mg/kg/gün’e çıkılır (1-8). 26 Tablo II: Çocukluk çağında kullanılan nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar ve kullanım dozları İlaç adı Doz (mg/kg/gün) En üst doz(mg/gün) Kullanım aralığı 80-100 mg/kg/gün 4900 mg/gün 2-4 doz/gün Salisilatlar Asetil salisilik asit Propionik asit türevleri Naproksen 10-20 mg/kg/gün 1000 mg/gün 2 doz /gün İbuprofen 30-40 mg/kg/gün 2400 mg/gün 3-4 doz/gün Ketoprofen 2-4 mg/kg/gün 300 mg/gün 3-4 doz/gün İndometazin 1.5-3 mg/kg/gün 200 mg/gün 3 doz/gün Tolmetin 20-30 mg/kg/gün 1800 mg/gün 3-4 doz/gün Sulindak 4-6 mg/kg/gün 400 mg/gün 2 doz/gün Diklofenak 2-3 mg/kg/gün 150 mg/gün 3 doz/gün 0.2-0.3mg/kg/gün 20 mg/gün 1 doz/gün Asetik asit türevleri Oksikamlar Piroksikam Kortikosteroidler antiinflamatuar ilaçlar içinde en etkili olandır. Ancak yan etkilerinin fazla olması ve destrüktif eklem hasarını belirgin olarak önlememeleri nedeniyle kullanımı sınırlıdır. Oligoartiküler tip hastalıkta özelikle monoartrit olarak kendisini gösteren büyük eklem tutulumunda intraartiküler streoid kullanımı oldukça faydalıdır. Bu amaçla metilprednizolon asetat ya da triamnicolon heksasetonid kullanılmaktadır. Bu şekille sistemik yan etkilerden korunmuş olunur. Tedaviye yanıt genellikle yavaş olarak gelişir. Aynı ekleme yineleyen intraartiküler steroid enjeksiyonu gerektiğinde aradan 3-4 aylık bir sürenin geçmesi gereklidir(1-8, 51). Sistemik tip artrit grubunda NSAİİ lere yanıt alınmadığından steroidlerin oral veya parenteral kullanımı sistemik bulguları belirgin olarak geriletir. Eklemdeki ağrı, şişlik, duyarlılık veya hastalıkla ilişkili kardit, hepatit, pulmoner hastalığa ek olarak ateş, kaşeksi ve anemi gibi bulgular steroid tedavisine anlamlı yanıt verirken, eklemlerdeki destrüktif olaylar çoğunlukla devam eder. Sistemik steroidlerin kullnılmasına bağlı olarak büyüme geriliği, glukoz intoleransı, şişmanlık, hirsutizm, osteopeniye bağlı patolojik kemik kırıkları ve vertebral kolaps, oküler katarakt oluşumu, hiperlipidemi, hipertansiyon, immunsupresyon, psişik durumda bozulma ve miyopati gibi yan etkiler görülebilir. Ancak hastalığın aktif süreci kontrol altına alındıktan sonra düşük doz veya gün aşırı doz yan etkilerin görülme sıklığını 27 azaltır. Doz kardit veya perikardite bağlı gelişen konjestif kalp yetersizliği veya tamponad durumunda 1-2 mg/kg/gün verilebilir. Bunun dışında genellikle 1 mg/kg/günden az verilir. Hastanın yakınmalarının ve fizik bulgularının azalmasına bağlı olarak doz azalması yapılabilir. Nadir durumlarda 30 mg/kg gibi yüksek dozlarda pulse steroid kısa süreli şiddetli sistemik hastalığı baskılamak için parenteral yolla kullanılabilir (1-8). Yukarıda anlatılan ilaçlara yanıtın alınmadığı sistemik, destrüktif poliartrit ve psöriatik artrit durumlarında tedaviye metotreksat eklenebilir. Düşük dozlarda interlökin-1 yapımını ve birçok hücresel fonksiyonları inhibe ederek antiinflamatuar etkinlik göstermektedir. Çoğu hasta tedaviye başlangıcın ilk 2-3 haftasında yanıt verir. Ancak tedaviye yanıt bazen uzun sürebilir. Boş mideye alındığında çabuk emilir. Subkutan veya intramuskuler 10 mg/m2/hafta kullanılır. Bulantı, kusma, oral ülser, orta derecede saç dökülmesi gibi yan etkiler 1 mg/kg/gün folinik asit kullanılarak azaltılabilir. Hepatit, karaciğer fibrozu, fertilitenin olumsuz etkilenmesi gibi yan etkiler ilaç kesildikten kısa bir süre sonra düzelir. Hastalar bu yan etkilerden dolayı rutin olarak karaciğer fonksiyon testleri, albumin seviyesi, protrombin zamanı ve tam kan sayımı açısından yakın izlenmelidir. Daha önce kullanılmakta olan altın tuzları, D-penisilamin ve hidroksi klorokin gibi uzun etkili ilaçlar artık kullanılmamaktadır. Özellikle metotreksata yanıt vermeyen olgularda yeni tedavi seçenekleri ortaya konulmaktadır. Bu konuda en çok dile getirilenler TNF bağlayıcısı olan etanersept ve infliksimabdır. Bu iki ilacın etkinliği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Ancak bu ilaç ülkemizde henüz yeni kullanıma girmiştir (1-8). Tablo III: JİA tedavisinde kullanılan uzun etkili ilaçlar Adı Dozu En üst doz Kullanım Aralığı Sulfosalazin 50 mg/kg/gün 2000 mg/gün 2-3 doz/gün Metotreksat 10 mg/m2/hafta 30 mg/m2/hafta Haftada bir Altın tuzları 0.75-1 mg/kg/hafta 50 mg/hafta Haftada bir Hidroksiklorokin 5-7 mg/kg/gün 400 mg/gün 2 doz/gün D-Penisilamin 10 mg/kg/gün 1000 mg/gün 2 doz/gün 28 METOTREKSAT Farmakolojisi ve Farmakokinetiği Metotreksat bir folik asit anoloğudur. Diyetle alınan folinik asit, dihidrofolat redüktaz enzimi ile dihidrofolat ve tetrahidrofolata indirgenir. Bu indirgenmiş folatlar, homosisteinin metionine dönüşümü, histidin metabolizması, pürin sentezi ve DNA sentezi için gerekli olan timidilat sentezinde rol alırlar. Bir antimetabolit olan metotreksat, dihidrofolat redüktazıa geriye dönüşümlü bağlanarak onu inaktive eder. Netice olarak, timidilat ve inosinik asit sentezinin yanı sıra, glisinin serine, homosisteinin de metionine dönüşümü engellenir ve böylece protein sentezi bozulur. Bütün bu farmakolojik mekanizmaların sonucu olarak romatolojik süreçte rol alan inflamatuar hücrelerin fonksiyonlarında inhibisyon sağlanmış olur (51). Metotreksat, folatların hücre içine aktif transportu ile rekabete girerek hücre içine folatın yerine kendi girer. Karaciğerde diğer folatlarda olduğu gibi poliglutamilasyona uğrar. Poliglutamilasyon sonrası metotreksat intrasellüler olarak uzun süre kalabilir. Hidrolitik enzimlerle bu halinden tekrar eski haline dönebildiğinden haftalık tek doz şeklinde kullanım önerilmektedir. Metotreksatın gastrointestinal sistemden emilimi doza bağımlı olup gıdaların emilim üzerine etkileri hakkındaki bilgiler çelişkilidir. Serum pik seviyesine emilimden 1-2 saat sonra ulaşır. Romatolojik olgularda genel kullanım dozu 10 mg/m2/hafta olup, bu dozun haftada bir gün ve tek dozda alınması önerilmektedir. Ancak bu dozun 2-3 eşit miktara bölünerek alınması klinik etkinlik açısından fark oluşturmadığı için hasta toleransına göre tercih edilebilir. Bu dozda emilimi iyidir ve %60 oranında biyoyaralanım gösterir. Doz arttırıldığında intestinal flora tarafından metabolize edilerek atılımının sağlanması nedeniyle emilimi azalır. Yaklaşık %50’si serum proteinlerine bağlanır ve diğer albümine bağlanan maddelerle rekabete girer. Başlıca atılımı %80 oranında glomerüler filtrasyon ve tubuler sekresyonla böbreklerden ve az bir kısmı da safra yolları ile olur. Plazma yarılanma süresi 68 saat kadardır. Birçok ilaç metotreksat ile etkileşime girebilmekte ve emilimi, yapısı ve atılımı etkilenebilmektedir. Diğer antifolat ajanlarda olan trimetoprim-sulfametoksazol ile birlikte alımı aşırı folat yetersizliğine, salisilatlarla alımı kan serumundaki serbest ilaç oranını arttıracağından toksik etkilerde artışa neden olabilmektedir. Ayrıca NSAİİ larla alındığında böbreklerle atılımın etkilendiği yönünde çelişkili yayınlar vardır, ancak renal fonksiyonları iyi olanlarda rahatlıkla kombine edilebilmektedir. Yaşlı ve renal fonksiyonları iyi olmayan hastalarda dikkatli olmak gerekir (51). 29 Etki Mekanizması Çok geniş araştırmalara rağmen metotreksatın etki mekanizması hala tam olarak bilinmemektedir. Metotreksat, bir folik asit antagonisti olup pürin metabolizmasının da dahil olduğu folik aside bağımlılık gösteren birçok metabolik yolu birkaç mekanizma ile inhibe edebilmektedir. Bunlar arasında en önemlisi dihidrofolat redüktaz (DHFR) enziminin inhibisyonu ile folik asidin dihidro ve tetrahidrofolata indirgenmesinin önlenmesidir. Metotreksatın poliglutamil deriveleri sadece metotreksattan daha güçlü inhibitör değil, aynı zamanda folik asit metabolizmasında rol oynayan distal enzimlerin de inhibitörüdürler. Metotreksatın antiromatizmal etkilerinin folik asit metabolizmasındaki proksimal enzimlerden ziyade distal enzimler olan timidilat sentetaz ve aminoimidazol-karboksamidribodittransforminaz (AICAR-transforminaz) enzimlerinin inhibisyonu ile ortaya çıktığı öngörülmektedir. Bu enzimler pürin ve pirimidin sentezi için gerekli olan enzimlerdir. Pürinler nükleik asitlerin (adenozin monofosfat, guanozin monofosfat) ve sonuç olarak deoksiribonükleik asit ve ribonükleik asit sentezi için gereklidir. Pürin metabolizması de novo ve salvage olmak üzere iki yolla gerçekleşir. 5’ – nükleotidaz, pürin-nükleozid-fosforilaz, hipoksantin-guanozin fosforibozil tranferaz ve adenozin deaminaz salvage yolunda rol alan enzimlerdir (51, 52). Pürin metabolizması romatizmal hastalıklarda ilginç bazı rollere sahiptir. İlk olarak pürin metabolizmasındaki bozukluklar immun bozukluklarla ilişkilidir. Romatoid artritte immun sistemin disregülasyonunun kısmen rol oynadığı ve pürin enzimlerindeki bazı değişikliklerin etkili olduğu bazı yayınlarda bildirilmiştir. İkinci olarak Romatoid Artritli hastaların azotioprin ile tedavisi sonucu pürin enzimlerinin aktivitesi düşer. Üçüncü olarak metotreksatın antiinflamatuar etkisi adenozin salınımına dayandırılmaktadır. Metotreksat toksisitesinin bir kısmı da pürin metabolizmasının inhibisyonu nedeniyledir. Metotreksatın etkisi ve yan etkileri pürin enziminin düzeyiyle ilgilidir (52). Metotreksatın tek bir dozundan sonra ilaç dolaşımda rölatif olarak kısa bir süre kalır, ardından dokulara dağılır. Metotreksat hücre içinde biyokimyasal ve biyolojik etkisini sürdürür. Metotreksat karaciğer parankiminde primer olarak poliglutamatlı formunda birikir. Bu metabolitler uygun hücrelerde uzun ömürlüdür. Metotreksatın poliglutamatları DHFR’ı içeren bazı enzimatik reaksiyonların aktif inhibitörüdürler. Bunlar içinde en güçlü inhibe edilen enzimatik reaksiyon AICAR-transformilaz tarafından katalizlenen, AICAR’in formilAICAR’a dönüşmesidir. Bu enzimin metotreksat poliglutamatlar tarafından inhibe edilmesi, enzimatik blok parsiyel bile olsa, hücre içi AICAR birikimine yol açabilir. AICAR birikimi 30 adenozin salınımını arttırır, AMP deaminaz aracılığıyla AMP’nin IMP’ye dönüşümünü inhibe eder ve AMP’den fazla adenozin üretimine yol açabilir. Ayrıca AICAR, adenozin deaminaz inhibisyonuyla adenozin metabolizmasında azalmaya da yol açar. Artmış üretim ve/veya azalmış metabolizma sonucu biriken adenozin hücre dışına atılabilir (53). Adenozin özel hücre yüzey reseptörlerine bağlanarak etki eden, birçok fizyolojik işlemin güçlü bir endojen regülatörüdür. A1, A2a, A2b, A3 olarak 4 adenozin reseptörü vardır. Genel olarak inflamatuar hücreler üzerindeki adenozin reseptörlerinin meşgul edilmesi bu hücrelerin fonksiyonunda azalmaya yol açar. Bundan dolayı uyarılmış nötrofiller üzerindeki adenozin resptörlerinin meşgul edilmesi, reaktif oksijen metabolitlerinin üretilmesini, endotel hücrelerine yapışmayı ve zarar vermeyi, LTB4’ün sentezini ve salınımını ve TNFα üretimini engeller. Adenozin ayrıca mitojenlere bağlı lenfosit proliferasyonunu inhibe eder. Üstelik monosit/makrofajlar üzerindeki resptörlerden birini etkileyerek TNFα, IL-6 ve IL-8 üretimini inhibe eder. IL-1 reseptör antagonisti için mesajın transkripsiyonunu uyarır ve daha az açık bir mekanizma ile güçlü bir antiinflamatuar sitokin olan IL-10 salınmasını uyarır. Metotreksat ile tedavi edilen hastalarda sinovyal hücre kollajenaz sentezi inhibe edilir, fakat metalloproteinazın doku inhibitörü veya stromelizin inhibe edilmez. Metotreksatın bu seçici etkisi adenozin reseptörü aracılı etkisine bağlanabilir. Metotreksatın antiinflamatuar etkileri primer olarak A2 reseptörü aracılı olarak görülmektedir. TNFα sentezinin inhibisyonu A3, kollajenaz salınmasının inhibisyonu ise A2b reseptörleri aracılığıyla olur. Adenozin metotreksatın bazı yan etkilerinden sorumlu tutulmaktadır. Metotreksat tarafından arttırılmış adenozin salınımının hassas hastalarda romatoid nodül oluşumunda artış yaptığı öne sürülmektedir. A1 resptörleri üzerinden etki eden adenozinin, renal kan akımını ve dolayısıyla renal fonksiyonu azalttığı düşünülmektedir (53). 31 Reaksiyonlar Metotreksat basit haliyle ya da poliglutamat olarak DHFR’ı inhibe eder. Putresin Poliaminler SAM ATP Metionin Metotreksat DHF THF Me-THF Fosfolipidler, Proteinler, RNA, DNA’nın metilasyonu Homosistein Adenozin SAH Şekil 1: Metotreksatın transmetilasyon reaksiyonlarını inhibisyonu ve poliamin formasyonu. DHF: Dihidrofolat, THF: Tetrahidrofolat, Me-THF: N5-CH3-tetrahidrofolat, ATP: Adenozin trifosfat, SAM: S-adenozil metionin, SAH:S-adenozil-homosistein Folat indirgenmesinin bir ürünü olan THF, birçok değişik reaksiyonda bir proksimal metil donörü olarak görev yapar. Homosisteinin metionine metilasyonu, THF’dan bir metil grubu verilmesini gerektirir, ardından metionin S-adenozil metionine dönüşür. SAM bir çok hücre içi reaksiyonda metil donörü olarak görev yapar. Bu reaksiyonlar, RNA ve DNA nın metilasyonu, aminoasitlerin, proteinlerin ve fosfolipidlerin metilasyonu ve spermin gibi poliaminlerin sentezini içerir. SAM, demetilasyonla S-adenozil homosisteine (SAH), SAH ise hidrolaz aracılığıyla adenozin ve homosisteine dönüştürülür. Adenozin salınabilir, deamine edilebilir ve nükleotide fosforile edilebilir. SAM’e bağlı bütün metilasyon reaksiyonları ve bunların metillenmiş ürünleri hücre yaşamı ve fonksiyonu için gereklidir. Ayrıca SAM putresinden spermin ve spermidin sentezi için gereken bir metil grubu verir. Spermin ve spermidinin Romatoid Artritli hastaların idrar, sinovyal sıvı, doku ve periferik kan monositlerinde biriktiği ve monositler tarafından metabolize edilmeleri sonucu diğer toksik ajanların yanı sıra NH3 ve H2O2 oluştuğu gösterilmiştir. Bu ajanlar lenfositlere zarar verebilir ve daha fazla T hücre 32 proliferasyonu için gereken IL-2 sentez kapasitelerini azaltabilirler. Monositlerin lenfositlere ve diğer hücrelere zarar veren ajanlar salgılama kapasitesi sadece bunların poliaminleri metabolize etme kapasitesine bağlı değildir. Bu hücreler Romatoid Artritli hastaların sinovyumunda bulunan birçok stimulusa ekstraselüler bölgeye birçok toksik oksijen ürünü salgılayarak cevap verir. B hücrelerinde poliaminlerin birikimi in vitro olarak artmış RF üretimi ile ilgilidir ve periferik kan mononükleer hücrelerinin metotreksat ile inkübasyonu bunların immunglobulin ve RF salgılama kapasitesini azaltır. Bu sistemde lökoverin ve poliaminler metotreksatın etkilerini geri döndürdüğünden gözlenen inhibisyon periferik kan B hücrelerindeki poliaminlerin metotreksat aracılı azalmasından kaynaklanıyor görülmektedir. Makrofaj fonksiyonu da poliamin birikiminden etkilenir ve metotreksat poliamin birikiminin makrofaj fonksiyonu üzerindeki etkisini geri döndürür (53). Metotreksatın Yan Etkileri Uzun dönemdeki etkinliği göz önüne alındığında metotreksatın ilk ayda etkisinin başladığı, maksimum etkinliğin 6. ayda elde edildiği, buna rağmen bazen etkisizliği için 4-6 aylık bir periyodun geçmesi gerektiği bildirilmiştir. Hastaların %50’sinden çoğu metotreksat alımını 3 yıldan daha fazla sürdürebilmektedir (51). Metotreksatın etkisizlik nedeniyle değil, ortaya çıkan yan etkilere bağlı olarak 1/3’ü tarafından bir yıl içinde kullanıma son verildiği ve bu yan etkilerin de ancak %1’inin ciddi yan etkiler olduğu bildirilmiştir (51,54,55). Toksik etkilerin ortaya çıkmasında bazı predispozan faktörler rol oynayabilmektedir. Bunlar; folat eksikliği, ilacın gittikçe artan dozlarda kullanımı, böbrek yetmezliği ve beraberinde diğer modifiye edici ilaçların ve NSAİİ’ların kullanımıdır (51). Gastrointestinal Sistem Yan Etkileri İştahsızlık, mide bulantısı, kusma, ishal, kilo kaybı gibi yan etkiler sıktır. Hastaların büyük kısmında hafif seyreder ve kısa sürer. Ancak %2.5 hastada ilacı kesecek şiddette olabilir. Yine çeşitli şiddette ağrılı ülser ve eritemden oluşan stomatit görülebilir. Gastointestinal yan etkileri düzenli verilecek folik asit takviyesi, dozun azaltılması veye parenteral uygulamaya geçilmesiyle azaltılabilir (51, 56, 57). 33 Kutanöz Yan Etkiler Alopesi, güneş ışığına hassasiyet, eritem, ürtikerve kutanöz vaskülit olabilir. Ayrıca romatoid nodüllerin sayısında artış olabilir (51, 57). Hematolojik Yan Etkiler Yeterli folik asit desteği verilmeksizin uzun süre metotreksat kullanımı folat eksikliğine ve eritrositlerde makrositoza neden olabilir. Lökopeni, trombositopeni, megaloblastik anemi ve pansitopeni nadirdir ve %5’ten az görülür. Renal yetmezlik, folik asit eksikliği, akut viral enfeksiyonlar, birlikte probenisid, trimetoprim-sulfometaksazol gibi ilaçların kullanımı riski arttırır. Ortalama eritrosit hacminda artış hematolojik toksisiteye eğilimi yansıtır. Hematolojik toksisite veya metotreksat aşırı dozundan kuşkulanılırsa derhal folik asit tedavisine başlanılmalıdır. Metotreksat dozundan 24-48 saat sonra, metotreksatın dozuna eşit miktarda verilmelidir. Kemik iliği toksisitesi folat tedavisine cevap verir, ancak folik asit proflaktik olarak verilmelidir (51, 56, 57). Renal Yan Etkiler Düşük doz haftalık metotreksat ile renal toksisite bildirilmemiştir. İlaç böbreklerden atıldığı için renal yetmezlikte kullanılmamalıdır. Renal fonksiyonların düzenli takibi gerekmektedir (57). Üreme Sistemi Üzerine Yan Etkiler Kanser kemoterapisinde kullanılan yüksek doz metotreksat ile geçici oligospermi olabilir. Overian disfonksiyon ise bildirilmemiştir. Metotreksat teratojen bir ajandır. Konsepsiyon düşünüldüğünde kadınlarda en az 1 ovariyan siklus erkeklerde de 90 gün önceden ilaç kesilmelidir (51-57). Neoplastik Yan Etkiler Son yıllarda metotreksat kullanan olgularda lenfoma sıklığında artış gözlenmektedir. Hematolojik malignite sıklığında ise artış saptanmamıştır (51). Akciğerler Üzerine Yan Etkiler Metotreksat ile pulmoner toksite akut veya kronik olabilir. Pulmoner reaksiyon %3-5 sıklıkta bildirilmiştir. Akut başlayan öksürük, nefes darlığı, hafif ateş, taşipne, akciğer bazallerinde iki taraflı rallerin ortaya çıkması hekimi uyarmalıdır. Akciğer grafilerinde 34 bilateral intersitisyel parankimal infiltrasyon tespit edilmesi ve balgam kültürlerinin negatif olması metotreksata bağlı hipersensivite pnomonisini akla getirmelidir. Hastanın 60 yaşın üzerinde olması, akciğer ve plevra hastalıklarının varlığı, daha önce başka modifiye edici ajanların kullanılmış olması albüminde düşüklük, sigara, diyabetes melitus metotreksatın akciğerlere toksisitesini kolaylaştırır. Hafif olgularda ilacın kesilmesiyle sorun çözülürken ileri vakalarda yüksek doz steroid ve solunum desteği gerekebilir (51, 56, 57). Karaciğer Üzerine Yan Etkiler Haftalık düşük doz metotreksat tedavisi ile hepatotoksisite riski düşüktür, ancak alkol, kullanımı diyabetes mellitus, kronik hepatit B ve C taşıyıcılığı, obezite α-1 antitripsin eksikliği riski arttıran faktörlerdir. Metotreksat kullanan olgularda hastalık aktivitesi düzelirken belirli aralarla yapılan karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme ve serum albümininde düşme görülür. Amerikan Romatizma Derneği 4-8 hafta ara ile karaciğer fonksiyon testleri ile takibi önermektedir. Eğer AST, ALT normalin 2 katından fazlaysa ilaç kesilmelidir, hafif yükselmeler ise takip edilmelidir. İlaç kesilmesine rağmen takiplerde karaciğer fonksiyon testlerinde düzelme olmazsa karaciğer biyopsisi gerekebilir (55, 56, 57). Diğer Yan Etkiler Baş ağrısı, kilo kaybı, yorgunluk,ateş, poliartralji, baş dönmesi, grip benzeri semptomlar olabilir. Bu yan etkiler folik asit desteğine cevap verir (56). İzlem Tedavi başlangıcında laboratuar testleri olarak hemogram, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, akciğer grafisi gerekmektedir. Vitamin B12 ve folat düzeyleri kontrol edilmelidir. Tedaviye başlandıktan sonra ise 6-8 hafta aralarla hemogram, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri kontrol edilmelidir. Folik asitin metotreksat etkinliğinde azalma yapmaksızın yan etkilerde azalma yaptığını bildiren yayınlar vardır. Ya metotreksat başlanan hastalara profilaktik olarak folik asit başlanmalı veya yan etkiler çıkana kadar beklenmeli görüşleri tartışılabilir. Folik asit açıkça metotreksatın bazı toksisitelerini azaltır. Bunlardan en önemlileri oral ülserler, mide bulantısı, diyare gibi ilacın kesilmesine yol açabilen gastrointestinal semptomlar, sitopeni ve muhtemelen alopesidir (55, 56, 57). 35 HOMOSİSTEİN VE METABOLİZMASI Homosistein, metioninden bir metil grubunun ayrılmasıyla ortaya çıkan ve proteinin primer yapısında yer almayan kükürtlü bir aminoasittir. Kimyasal adı 2-amino 4merkaptobutirik asittir. HS-CH2-CH2-CH-COOH NH2 Şekil 2: Homosistein’in kimyasal yapısı Metioninden Homosistein Oluşumu Metioninin görevi metil verici olarak bazı sentezlere katılmaktır. Bunun için metil grubunun bağlandığı kükürdün reaktif hale getirilmesi gerekir. Metionin, adenozin trifosfat ile reaksiyona girerek adenozil takısına kükürt aracılığıyla bağlanır. Böylece kükürt pozitif değerlikli hale geçer. Oluşan aktif metionin (S-adenozil metionin) metil grubunu vermek üzere transmetilasyon reaksiyonlarına katılır. Metioninden metil grubu ayrıldıktan sonra, adenozil takısı hidrolizle ayrılır ve geriye homosistein kalır (Şekil 3). Homosisteinin yaklaşık yarısı yeniden metillenerek metionine dönüşebilir. Diğer yarısı transsülfürasyona uğrar. 36 REMETİLASYON YOLU METİONİN DNA Tetrahidrofolat (THF) S-Adenozil metiyonin Folat Döngüsü 5.10-metilen tetrahidrofolat (CH2 THF) MS B12 N.N-dimetil glisin BHMT Betain Metiyonin Döngüsü S - {RNA PROTEİN Metil transferaz SCH3 MTHFR 5-metil tetrahidrofolat CH3THF S-Adenozil homosistein HOMOSİSTEİN CBS B6 Sistatiyonin CYS CBS:Sistationin β sentaz CYS:γ-sistationaz MS:Metiyonin sentaz MTHFR:Metilen tetrahidrofolat Redüktaz BHMT:Betain-homosistein transferaz B6 TRANSSÜLFÜRASYON Sistein Sülfat(SO4) Şekil 3: Homosistein Metabolizması Homosistein, 5-metil tetra hidrofolat varlığında (MTHF) B12’ye bağımlı metionin sentaz (MS) tarafından metionine remetile olurken, THF, folat döngüsüne girerek tekrar MTHF’a dönüştürülür. Karaciğer ve böbrekte homosistein remetilasyonu betain-homosistein metil transferaz (BHMT) aracılığıyla da gerçekleştirilir. Metionin döngüsünde, diyetle alınan metionin, metil transferaz için metil grubu vericisi olarak yardım eden SAM’e dönüşür. Bu reaksiyonda oluşan diğer bir ürün, S-adenozil homosistein hidrolaz tarafından homosistein ve adenozine hidrolizlenen S-adenozil homosisteindir (SAH). Homosistein, B6’ya bağımlı sistationin β-sentaz (CBS)ile sistationine dönüştürülür. Sistationin ise yine B6’ya bağımlı bir enzim olan sistationaz aracılığıyla sisteine dönüşür. Oluşan sistein daha sonra inorganik 37 sülfata dönüştürülerek idrarla atılır. Transsülfürasyon yolu sınırlı doku dağılımı gösterir (karaciğer, böbrek, pankreas ve beyin) (58). Plazma Homosistein Düzeyini Etkileyen Etmenler Plazma homosistein konsantrasyonu çeşitli etmenler tarafından düzenlenir. Bunlar genetik etmenler (MTHFR enziminin aktivitesinde azalma, diyabet, hipotiroidi, malignite, psöriasis gibi), ilaç kullanımı (kolestiramin, metotreksat, antikonvülzanlar, siklosporin, androjenler), yaşlanma, yaşam tarzı (alkol, kahve, çay, sigara kullanımı, fiziksel aktivite) ve gebelik olarak sıralanabilir. Metotreksat, metionin sentazın kofaktörü folatı tüketerek, fenitoin folat metabolizması üzerinden, bir fosfodiesteraz inhibitörü olan teofilin B6 vitamini sentezini engelleyerek homosistein düzeyini yükseltir. Sigara da B6 vitamini sentezini engelleyerek hem bazal homosistein düzeyini hem de metionin yüklemesi sonrası plazma homosistein düzeyini yükseltir (58, 59). Süregen böbrek yetmezliğinde, kreatinin düzeyi ile ilişkili olarak metabolizmadan mı, azalmış atılımdan mı kaynaklandığı açık değildir (60). B6, B12 ve folik asit eksikliği hiperhomosisteinemiye yol açar. Pernisiyöz anemili hastaların yaklaşık %96’sında homosistein düzeyleri normalin üzerindedir (60, 61). Serum homosistein düzeyleri yaşlılarda yüksek bulunmuş ve yaşla pozitif ilişki gösterilmiştir (62). Yaşlı erkeklerde kadınlardan, beyaz ırkta zencilerden ve Asyalılardan daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Yine bazal ve metionin yükleme sonrası homosistein düzeylerinin, menopoz öncesi kadınlarda menopoz sonrası kadınlardan daha düşük olduğu gösterilmiştir. Gebelikte ise homosistein düzeyi düşer (62, 63, 64, 65). MTHFR enziminin aktivitesindeki azalma, plazma homosistein düzeyinin artmasına, folat düzeyinin ise azalmasına yol açar. Çünkü plazmada folat başlıca metil-tetrahidro folat şeklinde bulunur. MTHFR, metil tetrahidrofolatı oluşturan enzimdir. Bu enzimi kodlayan gende baz 677’de sitozin yerine timin gelmesi aktivitenin ve ısıya dayanıklılığın değişmesine neden olur (termolabil MTHFR). Bu gende görülen diğer bir mutasyon 1298. bazda adenozinin sitozine değişmesidir (A1298C). Bu tip mutasyonda ise enzimin aktivitesinde azalmaya rağmen plazma homosistein ve folat düzeyleri normaldir (66). Sistationin beta-sentaz enziminin eksikliği otozomal resesif olarak geçer ve homozigot veya heterozigot oluşuna göre plazma homosistein düzeylerini etkiler (58, 66). Normal metabolik koşullarda homosisteinin sentezi ve katabolizması arasında sabit bir denge vardır. Metionin alımı arttığında transsülfürasyon yolu hızlanır. Her iki yolda enzim ya da koenzimlerdeki bir bozukluk homosisteinin plazmadaki düzeylerinin artmasına yol açar. Bu artış belirli bir düzeye eriştiğinde homosistinüri görülür. Sağlıklı yetişkinlerde total 38 homosistein düzeyi plazmada 5-15 mikromol/l, serumda ise 13-18 mikromol/l olarak tespit edilmiştir. Pediatrik hastalardaki normal değeri 3.7-10.3 mikromol/l’dir (58). Homosisteinemi prevalansı genel toplumda %5 civarındadır. Ancak trombotik olay yaşayan kişilerde sıklık %15-50’ye çıkmaktadır. Hafif dereceli hiperhomosisteinemide serum homosistein düzeyi 16-30 mikromol/l, orta dereceli hiperhomosisteinemide 31-100 mikromol/l, ağır hiperhomosisteinemide ise 100 mikromol/l üzeri olarak tanımlanmıştır. Hiperhomosisteinemi, periferal, serebral ve koroner arter hastalıklarında ve venöz trombüs durumlarında ortaya çıkan bir laboratuar bulgusudur. Çeşitli çalışmalarda hiperhomosisteineminin vasküler hastalık açısından bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir (67-69). Hiperhomosisteinemi, hayatın erken döneminde inme riskini arttırmaktadır. Bir çalışmada yenidoğan döneminde inme geçirenlerde homosistein düzeyleri yüksek saptanmıştır (70). Hiperhomosisteineminin endotel hasarına yol açtığı ve buna bağlı olarak hastalıkların geliştiği ileri sürülmektedir. Homosisteinin damar toksisitesi birbirinden farklı bir çok etmenin katılımıyla ortaya çıkar. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır: 1. Homosisteinin homosistin, karışık disülfidler ve homosistein tiyolaktona otooksidasyonu esnasında, hidrojen peroksit, süperoksit ve hidroksil radikali gibi çeşitli sitotoksik reaktif oksijen türlerinin oluşumunu arttırır. Bunlar lipid peroksidasyonunu uyararak düşük dansiteli lipoproteinin oksitlenmesine (LDL) oksitlenmesine ve dolayısıyla trombosit aktivasyona ve kümelenmesine yol açar. Endotelden serbestleşen NO, süperoksit radikaliyle birleştiği için tüketilir. Sonuçta NO aracılığıyla gerçekleşen endotel bağımlı vasodilatasyon bozulmuş olur (58). 2. Hiperhomosisteinemi, endotelin antitrombotik özelliğini protrombotik yönde değiştirir. 3. Homosistein damar düz kasındaki hücre büyümesini arttırır. Hücre dışındaki matriks bileşenlerinin birikimini hızlandırır. 4. Damar düz kas hücresindeki Ca salınımı ve damar reaktivitesi hiperhomosisteinemide artar (60,71). Tüm bunların sonucunda pıhtılaşma ile pıhtı yıkımı arasındaki denge pıhtılaşma yönünde değişir. Böylece tromboz ve ateroskleroz artar. Homosistein metabolizmasında yer alan vitamin kofaktörler olan folat, B6 ve B12’nin ağızdan kullanılması ile homosistein seviyeleri düşürülebilir. Yalnızca total plazma homosistein ölçümleri, hiperhomosisteinemili olguların %40’ından fazla tespit edilememesine yol açar. Bu nedenle metionin yüklemesi sonrası plazma homosistein düzeylerinin de 39 değerlendirilmesi gerekir. Açlık homosistein düzeyleri daha çok B12 ve folat bağımlı remetilasyon yolunu yansıtırken, yükleme sonrası homosistein düzeyleri ise B6 vitaminine bağımlı transsülfürasyon yolunu yansıtır (67, 72, 73). Karaciğer Hastalıklarında Homosistein Karaciğer sirozunda yüksek metionin ve homosistein düzeyleri uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu durumu açıklayabilecek pek çok neden ileri sürülmüştür. Hem remetilasyon hem de transsülfürasyon yolundaki enzim aktivitelerindeki azalmalar sorumlu tutulmuştur (74, 75, 76). B12 VİTAMİNİ Yapısında karmaşık tetrapirol halkası ve merkezde kobalt iyonu olmasıyla diğer vitaminlerden ayrılır. DNA sentezini ilgilendiren kimyasal reaksiyonlarda önemli bir koenzim rolü üstlenen B12 vitamini, özellikle hematopoezin ve sinir devamlılığının sağlanması için gereklidir. B12 vitaminine bağımlı 2 reaksiyon bilinmektedir. Bunlar metilmalonil koenzim A’dan süksinil koenzim A oluşumu ve homosisteinden metionin oluşumudur. Organizmada aktif olan kobalaminler, metilkobalamin ve adenozilkobalamindir. Hidrokisikobalamin ise bu ikisine dönüşebilmektedir. Doğadaki diğer B vitaminlarinden farklı olarak, B12 vitaminin bitkisel sentezi söz konusu değildir. Kolon bakterileri tarafından sentezlenebilmekte, ancak burada üretilen vitamin B12 emilim alanının ucunda kalmaktadır. Bu nedenle gıda ile alınması zorunludur. B12 vitamininden zengin gıdalar, karaciğer, böbrek, kas, yumurta, peynir, süt ve deniz ürünleri gibi hayvansal besinlerdir. Diyetteki kobalaminler adenozilkobalamin ve hidroksikobalamin şeklindedir. Günlük B12 ihtiyacı yetişkinde 2 mikrogram, çocuklarda 0.4-2.4 mikrog’dır. Diyetle ortalama 5-30 mikrog/gün B12 alınır. İnsan organizmasında bulunan B12 miktarı 2-5 mikrog arasında olup, karaciğerde adenozilkobalamin olarak depo edilir. Emilimi bir kaç aşamalıdır. Önce midede bulunan proteazlar ve asit sayesinde, kobalamin gıdadan ayrılır. Tükrük salgısı ile gelen R-proteinlerle midede birleşir. Kobalamin, midenin fundus ve korpusundaki parietal hücrelerden salgınanan intrensek faktör ile birleşir. Pankreas enzimleri R-proteinleri sindirir. İntrensek faktör, B12 kompleksi ileumdaki reseptörlerine bağlanır ve endositozla hücre içine alınır. B12 vitamini burada transkobalamin II’ye bağlanır. Plazmadaki B12 daha çok metilkobalamin şeklindedir. Transkobalamin II’ye bağlı şekli, plazma kobalaminlerinin %10-30’unu oluşturur ve fizyolojik olarak çok 40 önemlidir. Eksikliği ciddi megaloblastik anemi nedenidir. Diğer transkobalaminlerden transkobalamin I, daha çok depo işlevine sahiptir ve B12 vitamininin %80 kadarını bağlayabilmektedir. Transkobalamin III, transkobalamin I’e benzemektedir. Ancak çok az vitamin B12 bağlayabilmektedir. Emilim tamamen durduğunda, organizmada bulunan B12 miktarı, yetişkinde 2-5 yıl süreyle klinik belirti oluşmasına engel olabilmektedir (77, 78). Eksiklik Bulguları Belirgin eksiklik bulguları arasında yorgunluk, güçsüzlük, bulantı, kabızlık, karında gaz, iştahsızlık, parestezi, vibrasyon ve propriyosepsiyon duyularının bozulması sonucu denge sağlamada güçlük, hipotoni, ataksi, konvülziyon, demans, paralizi, depresyon, konfüzyon, hafıza zayıflığı, ağız içi ve dilde ağrı, deride pigmentasyon artışı ve kilo kaybı vardır. El ve ayaklarda uyuşukluk ve karıncalanmaya da neden olur. Pernisyöz anemi, nötrofillerde hipersegmentasyon, lökopeni, trombositopeni, pansitopeni, sarı-mavi renk körlüğü, büyük ve anormal kan hücreleri, pıhtılaşma sorunları, menstrüel düzensizlik, kas güçsüzlüğü, büyümenin duraklaması, karbonhidrat metabolizmasında bozulma, zayıf nabız, halüsinasyonlar, manik davranış, yürüme güçlüğü, reflekslerde azalma, solukluk, ağrılı ve kırmızı dil, yutma güçlüğü yapabilir. Metiyonin sentaz aktivitesi azaldığında tetrahidrofolat rejenerasyonu inhibe olur ve folat kullanıma elverişli olmayan bir şekilde tutulur. Bu nedenle DNA sentezi gerçekleştirilemez. Büyük ve hemoglobin konsantrasyonu düşük eritrositler ortaya çıkar. Megaloblastik anemi gelişir ve hastalığa pernisiyöz anemi denilir. Folik asit verilmesi ile normal eritrosit yapımı sağlanır. Hastalığın nedeni vitamin B12 eksikliği ise, folik asit verilmesi ile anemi düzelse de değişiklikler devam eder. Bu nedenle altta yatan neden bulunmadıkça megaloblastik aneminin sağaltımı folik asitle yapılmamalıdır. Nörolojik belirtiler yavaş ilerlese de uzun süren olgularda vitamin B12 sağaltımı ile bulgular gerilemeyebilir. Megaloblastik anemi eşlik etmeyebilir. Olguların %25’inde sadece nörolojik bulgular vardır. Vitamin B12 eksikliğinde aktiviteleri için bu vitamine gereksinmeleri olan iki enzim çalışamaz ve homosistein ve/veya metilmalonik asit düzeyleri kanda artar. Çocuklarda B12 vitamini eksikliğinin neden olduğu bulgular, büyüme geriliği, iritabilite, güçsüzlük gibi daha çok özgül olmayan özelliktedir. Bu nedenle, tanı konulduğu anda nörolojik bulgular ilerlemiş olduğundan kalıcı olabilir (78) 41 B6 VİTAMİNİ B6 vitamini piridoksal, piridoksin ve piridoksami içerir. Bunlar aminositlerin dekarboksilasyon, transsülfürasyon ve transaminasyon reaksiyonlarında koenzim olarak görev yapan piridoksal-5-fosfata dönüşürler. Piridoksal fosfatın koenzim olarak görev yaptığı reaksiyonlar arasında, serotonin yapımında 5-hidroksitriptofanın dekarboksilasyonu, homosisteinin transsülfürasyonu, glikojen ve yağ asidi metabolizmasındaki reaksiyonlar vardır. Sinir sisteminin normal işlevlerini sürdürmesi için B6 vitaminine gereksinim vardır. Piridoksal fosfat aynı zamanda, glutamik dekarboksilaz ve gama aminobütirik asit transaminaz anzimlerinin de koenzimi olarak normal beyin metabolizmasında gereklidir. B6 vitamini, hücre zarından aktif aminoasit geçişine katılmakta, metal şelasyonunda ve linoleik asitten araşidonik asit sentezinde rol almaktadır. B6 vitamininin atılımını çoğunlukla 4piridoksik asit şeklinde olmaktadır. Piridoksin, anne sütünde, inek sütünde ve tahıllarda yeterli miktarda bulunmaktadır. Ancak inek sütü ve tahılların uzun süre pişirilmeleri piridoksine zarar verir. Yine çölyak gibi emilim bozukluğu durumlarında emilimi bozulur. Eksiklik Bulguları Eksikliğinde eritropez, deri ve sinir sistemi ile bulgular ortaya çıkar. Bunlar anemi, ateroskleroz, erken miyokard enfarktüsü, erken inmeler, ekstremite uçlarında karıncalanma, daha sonra yanma hissi ve parestezi, ekstremite uçlarında güçsüzlük, depresyon, irritabilite, konfüzyon, jeneralize konvülziyonlar, iştahsızlık ve kusmadır. Piridoksinin hem eksikliği hem de fazlalılığı periferal nöropatiye neden olur. Piridoksin eksikliği herhangi bir yaşta ortaya çıkabilirse de daha çok yaşlılarda görülür. Otozomal resesif geçişli, piridoksin bağımlı konvülziyonlar, ilk 3 ay içinde daha çok yenidoğan döneminde görülür. Piridoksine yanıt veren kalıtsal siderobastik anemiye ise yaşamın ilk birkaç yılında rastlanır (78, 79). FOLİK ASİT B grubu vitaminler arasında yer alır. Doğal folatların çoğunluğu poliglutamat şeklindedir. Metabolik reaksiyonlara katılabilmesi için poliglutamat folatın, dihidro ve tetrahidrofolat şekline indirgenmesi gerekir. Bitkiler ve bazı mikroorganizmalar tarafından üretilirler. Folat değeri yüksek besinler yeşil yapraklı sebzeler, karaciğer ve böbrek parankimatöz organlar ve mayalardır. Keçi sütü folik asitten fakir besindir. Anne sütü veya hazır bebek mamalarında ise folik asit mevcuttur. 42 Kaynatma ve pişirme sırasında ise bu vitaminin %50-90 kadarı kaybolmaktadır. Günlük gereksinim 100 mikrog dolayındadır. Gebelikte gereksinim birkaç kat artar. Folat emilim yeri esas olarak jejenumdur. Emilim için poliglutomatlar önce mukozanın fırçamsı kenarında bulunan folat hidrolaz adlı enzimle monoglutamat haline dönüştürülürler. Emilen folatlar dolaşıma katılmadan önce hücre içi hidrolaz tarafından hidrolize edilirler. Çoğunluğu MTHF’a dönüştürülür. Folat için ayrıca enterohepatik dolaşım da söz konusudur ve alkol bu dolaşımı engeller. Yaşlılık, alkolizm, prematürelik, keçi sütü ile beslenme, hemodiyaliz, jejenum rezeksiyonu ve diğer ince bağırsak hastalıkları (çölyak, tropikal sprue) gibi alım eksikliklerinde, gebelik, süregen hemolitik anemi, eksfolyatif dermatit, hipertiroidi gibi gereksinim artışlarında, doğum kontrol ilaçları, bazı antikonvülzanlar, triyamteren, kolestiramin gibi ilaç kullanımı durumlarında folik asit eksikliği görülür. Serumda MTHF ve monoglutamat halinde serbest veya bir kısmı proteinlere bağlı olarak dolaşırlar. Normalde serum folat düzeyi 5-20 ng/ml dir. Total vücut folatı 5-20 mg kadardır ve çoğunluğu MTHF poliglutamat halinde karaciğerde depolanır. Kayıplar ter, tükrük, idrar ve dışkı yoluyla gerçekleşir. Alım tamamen durduğunda 3. haftada serum folatı azalır. Eksiklik sürerse bunu nötrofil hipersegmentasyonu, histidin alımı sonrasında idrarda formiminoglutamik asit atılımında artma, eritrosit makroovalositozu, kemik iliğinde megaloblastik değişim ve 4-5 ay içinde anemi izler (80). Eksiklik bulguları İnsanlarda poliaminobutirik asit sentezlenemediği ve moleküle ilk glutamat grubu eklenemediğinden folik asit vücutta yapılamaz. İnsanlar, bitkiler ve mikroorgganizmalar tarafından sentezlenen folatı bitkisel ve hayvansal kaynaklı besinlerle alırlar. Besinlerde bol bulunduğundan primer eksikliği enderdir. Deoksiribonükleik asit, RNA ve protein sentezi için tek karbonlu üniteleri transfer ettiğinden, eksikliğinde hücre bölünmesi olumsuz etkilenir, homosistein gibi toksik metabolitler birikir, gen ekspresyonu için metilasyon gerçekleşemez ve neoplazi riski artar. Folat eksikliğinin erken dönemlerinde bulgu olmayabilir. Fakat homosistein düzeyleri artmıştır. Hızlı çoğalan hücreler folat eksikliği için daha duyarlıdır. Kemik iliğinde eksiklik, iri ve az sayıda eritrosit yapılmasına neden olur. Bu şekilde anemiye megaloblastik anemi veya makrositik anemi denir. Folat eksikliği demir eksikliğinden sonra en sık anemi nedenidir. Makrositoz, hipersegmente polimorfonükleer lökositlerle karakterizedir. 43 Eritrositlerin yarılanma ömrü 120 gün olduğundan, megaloblastik anemi bulgularının ortaya çıkışı aylar alabilir. Yorgunluk, güçsüzlük, konsantrasyon yeteneğinde azalma, irritabilite, baş ağrısı, çarpıntı ve nefes darlığı görülür. Taşikardi, postüral hipotansiyon ve laktik asidoz da eşlik eder. Daha az sıklıkla nötropeni ve tombositopeni de bulunur, fakat anemi kadar şiddetli değildir. Dil şiş, parlak ve ağrılıdır. Angüler stomatit ve sindirim sistemi bulguları da vardır. Özellikle yemeklerden sonra bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal, iştahsızlık ve kilo kaybı görülür. Parmakların sırt kısmında, avuç içleri ve ayak tabanlarındaki çizgiler boyunca esmerleşme görülür. Folat eksikliğinde homosistein düzeylerinin yükselmesinden dolayı ateroskleroz riski artar. Gebelikte folat eksikliği nedeniyle kendiliğinden düşük, abruptio plasenta ve nöral tüp defektlerigibi doğuştan malformasyonlar görülebilir. Folat eksikliğinde SAM, metilasyonunun olmaması nedeniyle nöropsikiyatrik bulgular ortaya çıkabilir. Bunlar irritabilite, unutkanlık ve uyuklama ile karakterizedir. Nörolojik bulgular 4-5 ay içinde ortaya çıkar ve folat sağaltımına 48 saat içinda yanıt verir. Aynı bulgular B12 vitamini eksikliğinde de olduğundan B12 vitamini eksikliği ayırıcı tanıda düşünülmelidir (78). 44 HASTALAR VE YÖNTEM Bu çalışma Mart 2001-Mart 2005 tarihleri arasında SSK Göztepe Eğitim Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Romatoloji Polikliniği’nde yürütülmüştür. Çalışma grubu, hastalığının başlangıcından itibaren kliniğimizde izlenip iki ay ara ile düzenli kontrolleri yapılan, en az bir yıl metotreksat kullanan ve beraberinde folik asit replasmanı alan, metotreksatın diğer yan etkileri (gastrointestinal sistem, hematolojik, karaciğer, böbrek toksisitesi) görülmeyen Juvenil İdiopatik Artritli (JİA) hastalar arasından seçildi. JİA ile birlikte endokrin, nörolojik vb. başka bir kronik hastalığı olan, bir yıldan az metotreksat ve folik asit kullanan, düzenli takibi yapılamayan hastalar çalışma kapsamına alınmadı. Çalışma grubu hastalarına metotreksat 10/mg/m2/hafta dozunda başlanarak, doz klinik yanıta göre düzenlendi. Folik asit desteği 5mg/hafta dozunda verildi. Kontrol grubu ise genel polikliniğe başvuran, multivitamin dahil olmak üzere herhangi bir ilaç kullanmayan sağlıklı çocuklardan seçildi. JİA tanıları anamnez, fizik muayene bulguları, eklem deformasyonu, hareket kısıtlılığı, tutulan eklem sayısı, göz tutulumu, hepatomegali, döküntü, akut faz reaktanları yüksekliği değerlendirilerek konuldu. Tiplendirme ILAR (Uluslararası Romatoloji Birliği) kriterlerine uygun olarak yapıldı. JİA grubunun yaş dağılımı 2.15 - 17 yaş arasındaydı ve yaş ortalaması 10.8 ± 4.65 yıl bulundu. Hastaların 16’sı erkek (%53.3), 14’ü kız (%46.7) idi. 20 Kişilik kontrol grubunun yaş dağılımı 3.6-17 yaş arası ve yaş ortalaması 10.45 ±3.95 bulundu. Kontrol grubunun 9’u erkek (%45.0) , 11’i kız (%55.0) idi. (Tablo IV) (Grafik 1) Çalışma Grubu Kontrol Grubu 16 14 12 10 8 6 4 2 0 Yaş Erkek Kız 45 Grafik 1: Çalışma ve kontrol gruplarının yaş ve cinsiyet özellikleri Çalışma Grubu Kontrol Grubu (n:30) (n:20) 10.8±4.65 10.45±3.95 Erkek 16 (%53.3) 9 (%45.0) Kız 14 (%46.7) 11 (%55.0) Yaş (yıl) Cinsiyet t :0.27 p =0.788 χ²:0.584 p=0.444 Tablo IV : Çalışma ve Kontrol Grupları Yaş ve Cinsiyet Dağılımı JİA’lı 30 hastanın 8’i poliartiküler (%27), 8’i oligoartiküler (%27), 5’i entezit ile ilişkili (%17) , 9’u sistemik (%29) tipteydi. Poliartiküler 27% Sistem ik 29% Ente zit 17% Oligoartiküler 27% Grafik 2: JİA grubu alt tiplerinin dağılımı Hastalar ve sağlıklı kontroller açlık plazma total homosistein düzeyleri tespit edileceği için kan alma işleminden önce en az 12 saat süreyle aç bırakıldı. Periferik venöz kan örnekleri 10 cc’lik EDTA (EthyleneDiamineTetraacetik Asit)’li steril tüplere alındı ve alındıktan sonraki 1 saat içerisinde dakikada 1000 devirle 15 dakika boyunca çevrilip, şekilli elemanları ile plazma ayrıştırıldı. Ayrıştırılan plazmalar, - 20 ºC’de saklandı. Hastalara ve sağlıklı kontrollere ait plazmalarda ; 46 1. ICN Pharmaceutical SimulTRAC-SNB RADİOASSAY KİT VİTAMİN B12(57Co) / FOLATE (125 I ) kiti ve RIASTAR Packard A Canberra Company marka Gamma sayıcı ile vitamin B12 ve folik asit düzeyleri Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biokimya Laboratuarı’nda tespit edildi. 2. Axis Homosistein Enzyme Immunoassay kiti ve Diagnostics Pasteur LP 400 Marka ELİSA okuyucu ile total homosistein düzeyleri Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biokimya Laboratuarı’nda tespit edildi. Hasta ve kontrol gruplarından plazma total homosistein, folik asit ve vitamin B12 ile eş zamanlı alınan kan örneklerinden Sedimantasyon Hızı (ESH) C-Reaktif Protein nefelometrik yöntemle, Eritrosit Westergren metodu ile ve tam kan sayımı parametreleri Hematoloji analizörü kullanılarak Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Bakteriyoloji Laboratuarı’nda çalışıldı. Normal plazma total homosistein düzeylerinin değerlendirilmesi Türk çocuklarında normal homosistein düzeylerini inceleyen bir çalışma referans alınarak yapılmıştır (81). Yaşa göre normal plazma total homosistein düzeyleri tablo V’de belirtilmiştir (81). Yaş (yıl) tHcy (µmol/l) 1-6 3.87±1.44 7-11 8.70±1.40 12-17 13.54±1.49 Tablo V:Türk çocuklarının normal plazma tHcy düzeyleri Plazma Vitamin B12 düzeyleri için normal değer aralığı 160-970 pg/ dl olarak alındı. Plazma folik asit düzeyi için sınır değer 3.4 nmol/ L alındı. 3.4 nmol/ L altındaki değerler düşük üzerindekiler ise normal kabul edildi. Hastaların boy ölçümleri tek gözlemci tarafından sabit Harpenden ölçüm cihazında yapılıp, vücut ağırlıkları sabit tartı ile tartılıp, ölçüm sonuçları Türk çocukları için belirlenmiş olan standart eğriler ile değerlendirilmiştir. 47 Çalışma Grubunun tüm verileri ( WBC, HGB, HTC, MCV, PLT, ESR, CRP, vit B12, folik asit, tHcy, cinsiyet, JİA alt grup, yaş, boy ve kilo persantilleri, tHcy düzeyleri ) aşağıda görülmektedir. Ad Soyad WBC 3 HGB HTC MCV PLT 3 ESR CRP B12 Folik Asit (x10 /µl) (g/dl) (%) (fl) (x10 /µl) (mm/h) (mg/dl) (pg/ml) (ng/ml) T. B. 4570 10,5 31,2 77,6 207 13 NEG 339,5 10,1 K. K. 8700 11,9 37,6 70,9 423 13 1,37 289,9 11,5 M. A. 11800 11,6 34,4 83,4 424 14 NEG 495 7,68 N. Y. 7800 10 30,6 72 312 50 1,25 307,6 8,53 H. İ. A. 6600 10,7 31,7 62,9 299 4 NEG 503,1 11,45 H. Y. 11500 11,8 35,6 82,8 458 25 NEG 271,2 1 İ. A. M. A. B. 5430 10,9 33,2 80,2 269 8 NEG 465,2 20 24160 9,2 29,5 73 705 114 14,1 344 10,6 Ö. T. 7830 13,2 38,5 72,8 283 9 NEG 225,7 20 Y. E. Y. 7490 13,7 40,2 78,1 243 7 0,8 198,9 4 S. İ. 5500 12,5 36,8 84 236 13 NEG 450,6 5,85 S. Y. 12600 11,5 36,5 84,5 413 24 5,13 574,6 5,69 L. U. 5630 12,8 37,4 78,2 182 14 0,8 702,3 16,48 R. S. 5800 13,4 41 84,4 237 9 NEG 167 13,41 E. K. 5500 12,1 36,3 77,6 275 19 0,94 298,5 9,88 K. A. 7700 12,2 36,7 82,7 345 25 0,812 197,9 6,71 K. Ö. 14600 11,6 36,1 78,4 420 85 6,45 245,2 20 A. D. 6530 13,2 39,6 83,9 215 22 0,82 202,7 20 S. A. 6120 14,3 40,6 77,8 214 14 NEG 265,5 6,36 S. K. 6660 11,8 34,6 82,2 223 25 NEG 770,6 4,63 Y. S. 6220 11,4 34,6 82 173 8 NEG 167 10,17 O. K. 6580 11,2 34,2 76 281 12 NEG 769 20 Ü. T. 6770 12,5 37,6 84,1 213 45 4,8 222,5 20 S. G. 9610 11,7 33,8 78,8 290 12 NEG 193,6 20 G. D. 8040 12,4 36,1 83,6 236 14 NEG 301,5 16 D. K. 9150 12,4 38,4 81,2 253 24 0,8 473,4 10,11 H. A. 6740 10,5 33 77,5 363 88 NEG 1098 16,5 E. P. 12180 10,4 32,4 75,2 522 112 5,1 196,3 8 E. B. A. Ç. 7480 14700 11,2 12,9 34,1 39,4 89,3 84,4 275 279 18 10 NEG 1,8 332,5 706 15,6 16 48 Ad Soyad tHcy (µmol/l) Cinsiyet T. B. 9,5 K Poliartiküler K. K. 9,3 E M. A. 9,22 N. Y. JİA Alt Grup Yaş Boy Pers. Tartı Pers. tHcy Düzeyi 8 3p 3p Y Entezit ile ilişkili 8,25 50p 50-75p N E Entezit ile ilişkili 12 75p 25-50p N 8,15 K Poliartiküler 2,15 3-10p 3-10p N H. İ. A. 6,78 E Sistemik 3 3p 3p Y H. Y. 10,2 K Sistemik 8 75p 50p Y İ. A. 6,32 K Oligoartiküler 7 3p 10-25p N M. A. B. 17,64 E Sistemik 8,25 50p 50-75p Y Ö. T. 8,97 E Sistemik 8 25-50p 10-25p N Y. E. Y. 11,73 E Oligoartiküler 11,5 97p 97p Y S. İ. 9,08 K Poliartiküler 15,3 25-50p 50-75p N S. Y. 7,83 K Oligoartiküler 14,4 10p 3-10p N L. U. 7,57 E Poliartiküler 9 97p 97p N R. S. 11,66 E Entezit ile ilişkili 17 50-75p 25-50p N E. K. 8,14 K Oligoartiküler 7 3p 25p N K. A. 14,26 E Entezit ile ilişkili 15,3 50-75p 10-25p N K. Ö. 19,72 E Entezit ile ilişkili 15,3 10-25p 10-25p Y A. D. 18,14 E Poliartiküler 17 50p 75p Y S. A. 14,96 E Poliartiküler 17 3p 3p N S. K. 12,5 K Poliartiküler 17 25p 90p N Y. S. 12,88 K Oligoartiküler 15 3p 3-10p N O. K. 9,08 E Oligoartiküler 5 3-10p 10-25p Y Ü. T. 12,6 E Oligoartiküler 16 25-50p 50p N S. G. 13 K Oligoartiküler 6,5 25p 25-50p Y G. D. 11,5 K Sistemik 16,5 75-90p 3-10p N D. K. 10,4 K Sistemik 6 25p 50p Y H. A. 9,02 E Sistemik 10,5 3-10p 3-10p N E. P. 12,64 E Sistemik 14 3p 3-10p N E. B. A. Ç. 12,05 9,21 K K Poliartiküler Sistemik 7 7 50p 25-50p 50p 90p Y N 49 Kontrol grubunun tüm verileri ( WBC, HGB, HTC, MCV, PLT, ESR, CRP, vit B12, folik asit, tHcy, cinsiyet, JİA alt grup, yaş, boy ve kilo persantilleri, tHcy düzeyleri ) aşağıda görülmektedir. Ad Soyad WBC 3 HGB HTC MCV PLT 3 ESR CRP B12 FolikAsit (x10 /µl) (g/dl) (%) (fl) (x10 /µl) (mm/h) (mg/dl) (pg/ml) (ng/ml) J. B. 6570 10,9 32,2 78,4 207 13 NEG 368,5 10,4 M. H. B. 8900 11,9 38,4 74,2 323 10 NEG 296 6,8 Z. G. 9460 12,1 36,4 80,2 424 14 NEG 590 9,6 D. A. 11190 12,8 37,6 78,9 339 25 NEG 459 6,82 N. A. 6600 10,5 32,7 65,4 299 14 NEG 203,1 5,12 M. A. Ö. 7830 11,8 35,6 78,3 458 12 NEG 329 4 M. C. O. 6900 11,9 34,4 79,3 284 8 NEG 368 8,67 K. O. 9470 12,5 36,9 76,2 224 12 NEG 428 7,8 M. O. 8940 12,7 38,2 78 243 7 NEG 398 8 S. G. 7360 10,3 33,1 72 336 13 NEG 250 4,7 G. G. 11600 11,5 35,6 84,5 413 18 0,8 478,6 6,74 E. O. 5630 12,8 37,4 78,2 182 14 0,8 702,3 16,48 D. K. 7310 12 36,4 84,1 232 32 NEG 229 2,92 M. E. Ç. 8460 11,4 33,6 78,6 198 18 NEG 514 4,45 Z. G. 6470 12,5 36,5 76,5 224 25 1,6 406 8,2 T. A. 5800 10,8 32,1 78,2 256 10 NEG 409 6,9 R. U. 12000 11,7 32,8 77,5 247 15 NEG 168 8,78 S. Ş. Ö. E. D. Ö. 7730 6450 7650 11,6 11,8 11,4 34,6 35,1 33,8 78,3 79,2 77,8 264 274 310 10 7 17 NEG NEG NEG 305 295 406 7,42 5,77 10,6 50 Ad Soyad tHyc (µmol/l) Cinsiyet Yaş BoyPers. J. B. 5,1 K 3,6 50p 50-75p N M. H. B. 6,4 E 4,8 75p 97p N Z. G. 7,68 K 15,5 50p 50p N D. A. 9,68 K 8,8 3-10p 3-10p Y N. A. 9,05 K 9,8 50p 50-75p Y M. A. Ö. 10,2 E 17,0 75p 50p N M. C. O. 8,3 E 10,4 25-50p 50p N K. O. 10,5 E 11,5 50p 10-25p N M. O. 9,7 E 14,7 3-10p 10-25p N S. G. 8,4 K 12,6 50p 25-50p N G. G. 6,4 K 13,9 50p 25-50p N E. O. 7,57 E 9,4 90p 50-75p N D. K. 12,4 K 17,0 97p 97p N M. E. Ç. 6,87 E 5,3 75p 50-75p Y Z. G. 10,9 K 8,2 25p 10-25p Y T. A. 9,77 K 10,8 50p 50p Y R. U. 8,3 E 6,4 50p 75p N S. Ş. Ö. E. D. Ö. 9,42 9,05 8,6 K K E 9,7 9,2 10,2 3-10p 50-75p 50-75p 75p 90p 75p N N N Tartı Pers. tHcy Düzeyi 51 İstatistiksel Analiz: Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda Kruskal Wallis testi alt grup karşılaştırmalarında Dunn’s çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi , nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. Değişkenlerin birbirleri ile ilişkileri Pearson korelasyon testi ile belirlenmiştir. Sonuçlar, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 52 BULGULAR JİA grubu ile kontrol grubu yaş ve cinsiyet dağılımı açısından kıyaslandığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmedi ( Grafik 1) ( Tablo IV ). JİA ve kontrol gruplarının plazma total homosistein ( t Hcy ), vitamin B 12, folik asit düzeyleri toplu olarak Tablo VI’ da görülmektedir. Çalışma Grubu Kontrol Grubu (n:30) (n:20) t p WBC (mm3) 8666.33±4007.56 8140.53±1920.09 0.53 0.597 Hgb (g/dl) 11.85±1.16 11.76±0.74 0.29 0.773 Hematokrit (%) 35.72±3.04 35.24±2.06 0.61 0.547 MCV (fl) 79.32±5.39 77.68±4.1 1.13 0.265 PLT(mm3) 308.93±115.6 285.63±78.85 0.77 0.445 ESR (mm/h) 28.33±30.61 14.58±6.6 1.92 0.061 VİT. B12 (pg/ dl) 392.49±226.81 378.76±134.32 0.24 0.813 Folik asit (nmol/l) 11.44±5.05 9.04±4.56 1.68 0.099 tHcy (µmol/l) 10.04±2.09 8.85±1.59 2.11 0.04 Tablo VI : Çalışma ve kontrol gruplarının WBC, Hgb, Htc, MCV, PLT, ESR, plazma tHcy, folik asit, vitamin B12 düzeyleri JİA grubunun plazma t Hcy düzeyleri 6.3 – 19.72 µmol/L arasında ( 10.04 ± 2.09 ) değişmekteydi. JİA grubunda yüksek plazma tHcy düzeyi 12 hastada saptandı. JİA hasta alt gruplarından sistemik tipte 4 hastada (% 13.3), oligoartiküler tipte 3 hastada (% 10.0), poliartiküler tipte 4 hastada (% 13.3), entezitle ilişkili tipte 1 hastada (%3.3) plazma tHcy düzeyi yüksek bulundu. 53 Folik Asit Homosistein 12,00 10,00 8,00 6,00 4,00 2,00 0,00 Çalışma Grubu(n:30) Kontrol Grubu(n:20) Grafik 3 : Çalışma ve kontrol gruplarının folik asit ve tHcy düzeyleri Folik Asit Homosistein 14 12 10 8 6 4 2 0 Entezitle ilişkili Oligoartiküler (n:5) (n:8) Poliartiküler (n:8) Sistemik (n:9) Grafik 4 : JİA grubunun alt tiplere göre folik asit ve tHcy düzeyleri Kontrol grubunda plazma tHcy düzeyi yüksek 5 çocuk (% 25) vardı. Plazma tHcy düzeyleri açısından kıyaslandığında; JİA grubunda tHcy düzeyi kontrol gruba göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu. (p < 0.05) vit.B12 (pg/dl) ÇalışmaN 30 Grubu Mean 392.493 SD 226.808 Minimum 167.0 Maximum 1098.0 Folik Asit tHcy (nmol/l) (µmol/l) 30 30 11.442 10.035 5.051 2.093 1.0 6.3 20.0 15.0 54 KontrolN Grubu Mean SD Minimum Maximum 20 375.075 131.770 168.0 702.3 20 9.006 4.444 2.9 17.8 20 8.728 1.640 6.4 12.4 Total 50 385.526 193.008 167.0 1098.0 50 10.468 4.921 1.0 20.0 50 9.512 2.013 6.3 15.0 N Mean SD Minimum Maximum Tablo VII : Çalışma ve kontrol gruplarının vitamin B12, folik asit ve tHcy düzeyleri Çalışma ve kontrol gruplarının vitamin B12, folik asit ve tHcy düzeyleri Tablo VII’de toplu olarak gösterilmiştir. JİA grubunun plazma vitamin B12 düzeyleri 167.0 – 1098.0 pg/ml (392.49 ± 226.81), kontrol grubunun 168.0 – 702.3 pg/ml (378.76 ± 134.32 pg/ml) arasındaydı. Her iki grup arasında vitamin B12 düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. (p = 0.813 ) (Grafik 5) B 12 395 390 385 380 375 370 Çalışma Grubu(n:30) Kontrol Grubu(n:20) Grafik 5: Çalışma ve kontrol gruplarının vitamin B12 düzeyleri JİA grubu ve kontrol grubunda vitamin B12 düzeyi düşük olgu tespit edilmedi. JİA grubunda 1 hastada (n=1) vitamin B12 düzeyi yüksek bulundu. (>970 pg/ml) (Tablo VII) (Grafik 5) 55 JİA alt grupları, vitamin B12 düzeyleri açısından kıyaslandığında, istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. (p = 0.324) (Tablo VIII) (Grafik 6) B 12 500 400 300 200 100 0 Entezitle ilişkili Oligoartiküler (n:8)Poliartiküler (n:8) (n:5) Sistemik (n:9) Grafik 6 : JİA alt gruplarının vitamin B12 düzeyleri Entezitle ilişkili Oligoartiküler Poliartiküler (n:5) (n:8) (n:8) Sistemik (n:9) KW p Vit B12 (pg/ dl) Folik (nmol/l) 279±129.46 361.16±219,73 421.41±207.5 457.69±289.01 3.48 0.324 Asit 10.86±3.58 12.22±6.04 10.19±4.64 12.18±5.69 1.30 0.73 10.63±2.33 9.82±2.18 10.24±2.63 9.71±1.58 0.29 0.962 tHcy (µmol/l) Tablo VIII :JİA alt gruplarının vitamin B12, folik asit, plazma tHcy düzeyleri JİA grubunun plazma folik asit düzeyleri 1.0 – 20.0 nmol/l arasında (11.44 ± 5.05) bulundu. JİA grubunda 1 hastada, plazma folik asit düzeyi düşük tespit edildi. (n = 1 , % 3.3) 56 Kontrol grubunun plazma folik asit düzeyleri 2.9 -17.8 nmol/l (9.04 ± 4.56) arasında değişmekteydi. Kontrol grubunda 1 çocukta plazma folik asit düzeyi düşük bulundu. (n = 1, % 5). Kontrol ve çalışma gruplarının plazma folik asit düzeyleri kıyaslandığında, istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. (p = 0.99) (Tablo VII) (Grafik 3) Toplu olarak bakıldığında, kontrol grubundan plazma folik asit düzeyi düşük (2.92 nmol/l) bulunan 1 çocuğun tHcy düzeyi normal (12.4 µmol/l) bulundu. Çalışma grubundan folik asit düzeyi düşük bulunan (1 nmol/l) 1 hastanın tHcy düzeyi yüksek (10.2 µmol/l) bulundu. JİA alt gruplarına göre plazma tHcy düzeylerinin dağılımı incelendiğinde, entezitle ilişkili tipte tHcy yüksekliği diğer alt tiplere göre düşük oranda bulundu. (% 3.3) JİA alt gruplarında tHcy düzeylerinin ortalama dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. JİA alt tiplerinin plazma folik asit, vitamin B12 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. (Sırasıyla p = 0.73 ve p = 0.34) (Tablo VII) (Grafik 4) CRP(-) CRP(+) 90 80 70 60 % 50 40 30 20 10 0 Çalışma Grubu(n:30) Kontrol Grubu(n:20) 57 Grafik 7 : Çalışma ve kontrol grupları CRP pozitifliği oranları CRP (-) (+) Çalışma Grubu (n:30) 16 (%53,3) 14 (%46,7) Kontrol Grubu (n:20) 17 (%85) 3 (%15) χ²:5.36 p=0.021 Tablo IX : Çalışma ve kontrol grupları CRP pozitifliği oranları Çalışma grubunda 16 hastada (%53.3) CRP düzeyi yüksek bulundu. Kontrol grubunda ise yalnızca 3 çocukta (% 15) CRP yüksekti. Çalışma ve kontrol grupları CRP yüksekliği açısından kıyaslandığında, çalışma grubunda istatistiksel anlamlı yüksek bulundu (p= 0.021) (Tablo IX) (Grafik 7). Çalışma ve kontrol grupları MCV, hemoglobin, hematokrit ve trombosit değerleri açısından kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Sırasıyla p=0.265, p=0.773 , p=0.547 , p=0.445) (Tablo VI). Çalışma ve kontrol grupları boy persantilleri açısından kıyaslandığında ; 3.persantil altında çalışma grubunda 3 hasta (%10.0) bulunurken, kontrol grubunda 3. persantil altında çocuk yoktu. 97. persantilde çalışma grubunda 2 (%6.7), kontrol grubunda 2 (%10.0) olgu bulundu (Tablo X). 10-25p 25-50p 25p 3-10p 3p 50-75p 50p 75p 90p 97p Çalışma Grubu (n:30) 5 16.70% 3 10.00% 1 3.30% 6 20.00% 3 10.00% 3 10.00% 4 13.30% 1 3.30% 2 6.70% 2 6.70% Kontrol Grubu (n:20) 3 15.00% 2 10.00% 0.00% 1 5.00% 0.00% 4 20.00% 5 25.00% 2 10.00% 1 5.00% 2 10.00% Tablo X: Çalışma ve kontrol gruplarının boy persantilleri 58 Çalışma ve kontrol grupları kilo persantilleri açısından kıyaslandığında ; 3. persantil altında çalışma grubunda 7 hasta (%23.3) bulunurken, sağlıklı çocuklardan oluşan kontrol grubunda 3. persantil altında çocuk yoktu. 97. persantilde çalışma grubunda 2 hasta (%6.7), kontrol grubunda 1 çocuk (%5.0) bulundu. (Tablo XI) 10-25p 10p 25-50p 25p 3-10p 3p 50-75p 50p 75-90p 75p 90p 97p Çalışma Grubu (n:30) 1 3.30% 1 3.30% 4 13.30% 3 10.00% 3 10.00% 7 23.30% 2 6.70% 4 13.30% 1 3.30% 2 6.70% 0.00% 2 6.70% Kontrol Grubu (n:20) 0.00% 0.00% 1 5.00% 1 5.00% 3 15.00% 0.00% 1 5.00% 9 45.00% 0.00% 3 15.00% 1 5.00% 1 5.00% Tablo XI : Çalışma ve kontrol gruplarının kilo persantilleri Çalışma ve kontrol gruplarında folik asit ile tHcy arasında istatistiksel olarak negatif korelasyon saptandı (p = 0. 013) (Tablo XII). 30 Folik Asit 25 20 r=-0,354 p=0,013 15 10 5 0 0 5 10 15 20 25 Homosistein Tablo XII: Folik asit ile total homosistein arasındaki korelasyon 59 TARTIŞMA JIA tedavisinde MTX, 10 yılı aşkın süredir kullanılmaktadır (82,83). Günümüzde MTX, uzun etkili antiromatizmal ilaçların (DMARD) en sık kullanılanıdır (84). Çeşitli çalışmalarda JİA’te MTX’ın en az diğer DMARD’lar kadar etkili bir tedavi olduğu (85,86), özellikle poliartiküler JİA’te ilk seçenek olarak başlanmasının önerildiği bildirilmiştir (87). MTX ayrıca jüvenil dermatomiyozit, lokalize skleroderma, sarkoidoz, Wegener granülomatozu ve SLE’nin bazı tipleri gibi değişik romatizmal hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır. Çalışma grubuna alınan JİA’li hastalarımız en az bir yıl süreyle MTX tedavisi uygulanan ve bu tedaviye klinik olarak iyi yanıt vermiş ve ciddi yan etki görülmemiş hastalardı. 9 hastamız sistemik tip JİA, 8 hastamız poliartiküler tip JİA, 8 hastamız oligoartiküler tip JİA ve 5 hastamız entezit ile ilişkili tip JİA alt grubundaydı. MTX’ın etki mekanizması kesin belli değildir. Antifolat bir ajan olan MTX, folatların rol aldığı pürin metabolizmasını bozar, adenozinde artışa yol açar, pirimidin metabolizmasını bozar ve ayrıca homosisteinin metionine dönüşümünü bozarak homosisteinde artışa neden olur (88). MTX tedavisinde ciddi yan etkiler olsa da çoğu yan etki hafiftir, geri dönüşlüdür ve konservatif olarak tedavi edilebilir. Yan etkilerin bir kısmı direkt folat antagonizmasıyla ve kemik iliği, gastrointestinal traktus gibi özellikle yüksek hücre döngüsü olan dokulara sitotoksik etkilerle ilişkilidir. Çünkü bu dokular yüksek miktarda pürin, timidin ve metionine ihtiyaç duyarlar (88). Çalışmamızda hasta grubunu belirlerken uzun süreli MTX tedavisi alan hastalarda karaciğer, böbrek ve hematolojik toksisite açısından serum ALT, AST, GGT, kan üre azotu (BUN), kreatinin (Cr), MCV, Hb, Hct, trombosit sayısı bakıldı ve klinik olarak hastalar oral ülser, dispepsi, bulantı, kusma, karın ağrısı gibi gastrointestinal şikayetler yönünden değerlendirildi. Değerlendirme sonucu klinik ve laboratuar olarak MTX toksisitesi göstermeyen hastalar çalışma grubuna seçildi. Düşük doz MTX tedavisi alan JİA’li hastalara folik asit desteği verilmesi tartışmalıdır. Ravelli MTX alan JİA’li hastalarda hepatotoksisite ve gastrointestinal toksisite gibi yan etkilerden biri ortaya çıktıktan sonra, folinik asit desteğiyle hastalık alevlenmesi ve klinik remisyonda fark olmaksızın yan etkilerde azalma saptamıştır (89). Çalışma grubuna alınan uzun süreli MTX kullanan JİA’li hastalar, MTX dozunu takiben 24 saat sonra 5 mg/hafta dozunda folik asit almaktaydılar. MTX’ın yaygın yan etkileri folat durumu ile ilgili 60 olduğundan MTX başlamadan önce ve tedavi süresince folat durumunu belirlemek önemlidir (90, 91). Retrospektif çalışmamızda, bizim hastalarımıza MTX tedavisi öncesi folat düzeyi bakılamamıştır. Folat ve vitamin B12 arasında yakın ilişki vardır. Yüksek doz folik asit, vitamin B12 eksikliğini maskeleyerek artırabilir, bu yüzden yeterli vitamin B12 düzeyi sağlanmalıdır (92, 93). MCV folat durumunu gösteren ölçütlerden biridir, MCV artışı kemik iliğinde bozulmuş DNA sentezi nedeniyle oluşmuş megaloblastik durumu yansıtır ve MTX’ın bir yan etkisini gösterir (92, 94, 95). Bizim çalışmamızda hasta grubu ile sağlıklı kontrol grubu arasında MCV değerleri açısından fark yoktu. Uzun süreli MTX tedavisi alan hastalara folik asit desteği önerilmektedir. Morgan ve arkadaşlarına göre uzun süre düşük doz MTX kullanacak hastalara folik asit verilmesi için üç gerekli neden bulunmaktadır (96). 1. MTX toksisitesini engellemek 2. Folat eksikliğini engellemek veya tedavi etmek 3. Hiperhomosistinemiyi önlemek 1 mg/gün folik asit veya 5 mg/hafta’dan daha az folinik asitin etki kaybı yapmaksızın stomatit, alopesi, bulantı ve diyareyi azalttığı düşüncesiyle MTX alan tüm hastalara ACR (American College of Rheumatology) tarafından folik veya folinik asit verilmesi önerilmiştir (55). Biz de çalışmamızda 5mg/ hafta dozunda folik asit alan JİA’li hastalarımızda, 1 hasta dışında folik asid düzeyini normal sınırlarda bulduk. Folik asid düzeyi düşük olan hastanın ise ilaç uyumun iyi olmadığı düşünüldü. Bu sonuçlar, uzun süreli MTX tedavisi alan ve klinik yanıt gözlenen hastalarda 5 mg/hafta dozunda folik asid desteğinin klinik yanıtı azaltmadan folik asid eksikliğini engellemede yeterli olduğunu göstermektedir. Vitamin B12 normal folat metabolizması için gereklidir ve vitamin B 12 eksikliğinde folat etki etmeyecektir. MTX’ın B12 vitamini metabolizması üzerine etkisi yoktur (91). MTX tedavisi alan hastalara folik asit desteği verilmesinin bir diğer yararı, MTX’a bağlı hiperhomosistinemiyi önlemesidir(96). Birçok çalışmada düşük doz MTX tedavisinin plazma homosistein düzeylerini artırdığı gösterilmiştir.(97, 98, 99). Hiperhomosisteinemi hem arteriyel hemde venöz tromboz etyolojisinde yer alan önemli bir faktördür. Avrupa’da 9 farklı ülke katılımıyla yapılan bir çalışmada arteriyosklerotik damar hastalığı olan (serebral, kardiyak, periferal) 750 hastanın homosistein düzeylerinin 800 kontrol olgusuna göre daha yüksek olduğu bulunmuş ve bunun da damar hastalıklarında sigara içme ve hiperlipidemi gibi bir risk etmeni olduğu kabul edilmiştir (69). Yine bu çalışmada vitamin desteği alan olgularda homosistein düzeyinin daha düşük olduğu görülerek vitamin (B12 ve folik asit) desteğinin özellikle sigara içenlerde yararlı olacağı sonucuna varılmıştır. 61 Homosistein (tHcy), diyet ile alınan metionin demetilasyonu sonucu oluşan ve protein yapısına katılmayan, yapısında sülfidril grubu bulunduran bir aminoasittir. Plazma tHcy düzeyi konjenital olarak metabolizmasında rol oynayan enzimlerin eksikliklerinde ya da edinsel olarak çeşitli hastalıklar ve fizyolojik durumlarda yükselmektedir. Homosistein metabolizmasında rol oynayan sistatiyonin B-sentetaz, metilen tetrahidrofolat redüktaz (MTHFR), metionin sentetaz gibi enzimlerin kalıtımsal defektlerinde hiperhomosisteinemi görülebilir. Folat, vitamin B12 ve vitamin B6 eksikliklerinin hiperhomosisteinemi etyolojisinde rolü olduğu bilinmektedir (100, 101). Ayrıca pernisiyöz anemi, böbrek yetersizliği, hipotiroidizm, diabetes mellitus, çeşitli maligniteler (akut lenfoblastik lösemi, meme, over ve pankreas kanserleri) ve ciddi psöriazis gibi çeşitli hastalıklar da homosistein düzeylerini artırmaktadır (100). Metotrexat, fenitoin, karbamazepin gibi folat antagonistleri, teofilin,azarabin, östrojen içeren oral kontraseptifler gibi vitamin B6 antagonistleri de benzer etkiye sahiptir. Ayrıca artan yaş, menapoz, sigara içimi ve erkek cinsiyet gibi faktörler de hiperhomosisteinemiye neden olabilir (100). Biz çalışmamızda uzun süreli MTX tedavisi kullanan JİA’li hastalarda folik asit desteğinin, plazma homosistein düzeyleri üzerine etkilerini belirlemeyi amaçladık. Birçok araştırmacıya göre MTX tedavisinin indüklediği plazma homosisteindeki artış, folik asit desteği ile düzeltilebilir (99).Düşük doz MTX tedavisinin romatoid artritlilerde hiperhomositeinemiye neden olduğu, birlikte folat (1-2 mg/gün folik asit veya 2.5-5.0 mg/hafta folinik asit) verilmesinin homosisteindeki artışı engelleyerek ve homosisteini düşürerek potansiyel bir kardiyovasküler riske karşı koruyucu olduğu ileri sürülmüştür (97). Özellikle MTX kullanımına bağlı beklenen folik asit eksikliği JİA’li hastalarda önem kazanır. Uzun süreli MTX kullandığımız hastalarda, toksisiteyi engellemek amacıyla 5 mg/hafta dozunda verdiğimiz folik asit desteğinin plazma homosistein düzeyleri ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızın sonucunda hasta grubu ve sağlam kontroller arasında plazma folik asit düzeyi bakımından anlamlı fark bulunmamışken, homosistein düzeyleri hasta grupta sağlam gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p<0.04). JİA grubunda yüksek plazma tHcy düzeyleri toplam 12 hastada (%40) saptanırken, kontrol grubunda plazma tHcy düzeyi yüksek 5 çocuk vardı (%25). Plazma tHcy düzeyi yüksek 12 hastanın 4’ü sistemik tip, 4’ü poliartiküler tip, 3’ü oligoartiküler tip, biri entezit ile ilişkili tip JİA idi. JİA alt gruplarında tHcy düzeylerinin ortalama dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. 62 Vitamin B12 düzeyleri bakımından hasta grubu ve sağlam kontroller arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı. JİA ve kontrol grubunda vit. B12 düzeyi düşük olgu tespit edilmedi. JİA alt tiplerinin plazma folik asit, vit. B12 düzeyleri arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p sırasıyla 0.73 ve 0.34). Bu sonuçlarla MTX tedavisi alan JİA’li hastalarda plazma tHcy sağlam kontrollere göre yükselmiş olarak görülürken, bu duruma folik asit eksikliğinin eşlik etmemesi, saptanan tHcy yüksekliğinin folik asit ve vit. B12’den bağımsız olduğunu düşündürmektedir. B12 ve folik asit homosistein metabolizmasının kofaktörleri olmakla birlikte daha çok remetilasyon yolunu yansıtır. Ancak karaciğerde bu yol dışında, bu kofaktörlere bağımlı olmayan BHMT yolu ile de remetilasyon oluşabildiği için B 12 vitamini ve folik asit düzeyleri normal olmasına karşın homosistein düzeyi yüksek olabilir (75). Roubenhoff ve ark. RA’li hastaları normal kontrollerle karşılaştırdıklarında plazma tHcy düzeyini RA’li hastalarda %33 daha yüksek bulmuşlardır (102). Bir diğer çalışmada RA’li hastalarda plazma tHcy’i ve homosistein ile ilgili aminothiol bileşiklerinin düzeyi normal sağlıklı kontrollere göre belirgin olarak yüksek bulunmuştur (103). Araştırmacılar MTX ile tedavi edilen ve edilmeyen RA hastaları arasında fark bulamamışlar ve homosisteindeki bu artışı transsülfürasyon yolundaki yetersizliğe ve homosisteinin siklik regülasyonundaki hasarlanmaya bağlamışlardır. Birçok çalışmada da RA’li hastalarda bazal tHcy düzeyleri göreceli olarak yüksek bulunmuştur (102-106). Ülkemizde yapılan bir çalışmada MTX’ın ve folik asidin plazma tHcy düzeyleri üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır (107). Çalışmaya alınan RA’li hastaların başlangıç homosistein düzeyleri göreceli olarak yüksek bulunmuştur. Altı ay boyunca hastalara MTX tedavisi veilmiş ve bu hastalar folat desteği alan ve almayan olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır. İki grup altı ay sonra homosistein düzeyleri açısından karşılaştırıldıklarında folat desteği yapılan grupta anlamlı düşüklük olduğu görülmüştür ve folik asitin, MTX’ın yükselttiği homosistein düzeylerini düşürdüğü sonucuna varılmıştır. Bizim çalışmamız retrospektif olduğu için hastaların MTX tedavisi öncesi bazal plazma homosistein düzeyleri belirlenememiştir. Ancak bizim çalışmamızda farklı olarak folik asit desteğine rağmen hasta grubunda homosistein düzeyi yüksek olarak bulunmuştur. Çalışma ve kontrol grupları arasında folik asit ve tHcy arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon saptanmıştır. MTX tedavisinin plazma tHcy’i üzerine yaptığı değişiklikler tartışmalıdır. JİA’li çocuklarda yapılan bir çalışmada sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında JİA’li hastaların bazal plazma tHcy konsantrasyonları yüksek bulunmuş olup, MTX tedavisinin ve folat desteğinin tHcy konsantrasyonu üzerine etkisi olmadığı gösterilmiştir (108). Erişkinlerde yapılan bir çalışmada MTX tedavisi ve folik asit desteği alan hastaların plazma tHcy düzeyleri 63 , MTX dışı tedavi alan hastaların plazma tHcy düzeylerinden farklı bulunmamıştır (109). RA’li hastalarda plazma tHcy yüksekliği, MTX tedavisinden bağımsız nedenlerden kaynaklanabilir. Genetik olarak MTHFR enziminin bir mutasyonunun homosistein yüksekliği ile ilişkili olduğu bilinmektedir. C677T gen polimorfizmi olarak adlandırılan bu mutasyon bazı populasyonlarda heterozigot olarak %50’ye, homozigot olarak %15’e kadar çıkmaktadır (66). Eğer birey bu mutasyon için heterozigot ise tHcy düzeylerinde bir yükselme olmaz, ama mutasyona homozigot sahip olan bireylerde özellikle eşlik eden vit B 12, folat ve vit. B6 düşüklüğü varsa yüksek tHcy düzeyleri bulunmaktadır. Bizim çalışmamızda hasta ve kontrollerde bu mutasyon bakılamamıştır. Her iki grupta da folik asit eksikliği olmamasına rağmen görülen tHcy yüksekliğinin bir nedeni gen polimorfizmi olabilir. RA’li hastalarda basal tHcy’nin yüksek saptanmasının yanında bir çalışmada da SLE’li hastaların plazma tHcy seviyeleri kontrollere göre anlamlı yüksek bulunmuştur (110). Bu tür kronik romatizmal hastalıklarda homosistein yüksekliğinin kronik enflamasyona bağlı olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca fiziksel aktivitenin kısıtlanmasına veya sekellere bağlı immobilite ve kronik beslenme eksikliği de homosisteini arttıran diğer nedenler arasındadır (108). Çalışmalarda folik asit ve proteinden zengin beslenme tHcy düzeyini azaltırken, kahve ve sigara tüketiminin tHcy’ni arttırdığı gösterilmiştir (111,112). Bizim hasta grubumuzda %23 hasta kilo bakımından 3. persantil ve altında, %10 hasta boy bakımından 3. persantil ve altında idi, sağlıklı kontrol grubunda boy ve kilo açısından 3. persantil ve altında çocuk bulunmamaktaydı. Hasta grubu, sağlıklı kontrollere göre daha düşük kilolu ve kısa boylu olmasına rağmen plazma folik asid düzeyleri karşılaştırıldığında iki grup arasında anlamlı fark bulunmaması beslenmeye bağlı folik asit eksikliğini düşündürmedi. Ayrıca her iki grupta da kahve ve sigara kullanımı öyküsü olan denek bulunmamaktaydı. Hasta grubunda 14 hastada (%46.7), kontrol grubunda 3 hastada (%15.0) CRP pozitifliği saptandı. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0.021). Ancak iki grup arasında WBC ve ESR bakımından fark yoktu. Hasta grubunun CRP yüksekliğinin kronik enflamasyondan kaynaklandığı düşünülmektedir. Hasta grubunun kontrol grubuna göre daha yüksek tHcy düzeylerine sahip olmasının bir diğer nedeni de kronik enflamasyon olabilir. JİA’li çocuklarda immobilizasyon ve kronik enflamasyonla birlikte genetik faktörlerin tHcy yükselmesinde muhtemel etkenler olduğu ileri sürülmektedir (108). Çocuklarda MTX tedavisinin ve folik asit desteğinin homosistein düzeyini etkilemediğini gösteren bir çalışmada, MTX tedavisi nedeniyle klinik düzelmenin hastaların fiziksel aktivitesinde artışa yol açarak, hiperhomosisteinemiyi kompanse ettiği iddia edilmiştir (108). Erişkinlerde erkek cinsiyet ve ileri yaş ile yüksek plazma homosistein düzeyleri arasında ilişki kurulmuş 64 olmasına rağmen, bizim çalışmamızda homosistein düzeyi yüksek bulunan hasta ve sağlıklı çocuklarda yaş ve cinsiyet ile homosistein düzeyleri arasında korelasyon kurulamamıştır. Uzun dönemde hiperhomosisteinemi ciddi toksisite yapabilir. Hafif hiperhomosisteinemi (12-15 mikromol/l ve üstü) bağımsız vasküler bir risk faktörüdür (113). Boushey ve ark. homosisteinde 5 mikromol/l artışın koroner arter hastalık riskini 1.7 kat, serebrovasküler hastalık riskini 1.5 kat ve periferik arter hastalığı riskini 6.8 kat arttırdığını göstermiştir (114). Seriolo ve ark. yaptıkları bir çalışmada trombotik bulguları ve tromboz hikayesi olan RA hastalarında plazma homosistein ve antifosfolipid antikor düzeylerini yüksek bulmuşlar ve hiperhomosisteineminin RA’de vasküler kaynaklı mortalitenin önemli bir nedeni olduğunu ileri sürmüşlerdir (115). Bir çalışmada ortalama 10 mg/hafta MTX alan RA ve psöriatik artritli hastalarda ilk 4 haftada folik asit eksikliği olmadan plasma tHcy düzeylerinde belirgin artış olduğu gösterilmiştir (99). Bu hastalara eklenen 15 mg/hafta folik asit, homosistein düzeylerini tedavi öncesi değerlerin altına indirmiştir. Hiperhomosisteineminin kardiyovasküler hastalık riskinı arttırması nedeniyle MTX’la tedavi edilen hastalara folik asit başlanması önerilmiştir. Çocuklarda da erişkine benzer şekilde yüksek plasma tHcy düzeyleri ile inme, tromboz ve erken kardiyovasküler hastalık arasında ilişki saptanmıştır (116, 117). Bizim plasma tHcy düzeyleri yüksek saptanan hastalarımız bu nedenle metabolik açıdan yakından izleme alındı. Folik asit eksikliği olmasa da bu hastalara folik asit verilmesinin hiperhomosisteinemiyi düzelttiği düşünüldüğünden hastalara 5 mg/hafta dozunda desteğe devam edilmiştir. Hasta grubumuzda folik asid düzeyleri ile plasma tHcy düzeyleri arasında istatistiksel anlamlı negatif korelasyon saptanmış olması da folik asit desteğinin hiperhomosisteinemiyi engelleme de etkili olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak; JİA’li çocuklarda uzun süreli MTX tedavisinin vit. B12, folik asit ve homosistein düzeylerine etkisini incelediğimiz çalışmamızda literatür ile uyumlu sonuçlar bulunmuştur. MTX tedavisinin vit. B12 üzerine direkt etkisi bulunmamaktadır; bizim hasta ve kontrol grubu arasında da vit. B12 düzeyleri bakımından fark bulunmadığı gibi, MTX alan hastaların hiçbirinde de vit. B12 eksikliği saptanmamıştır. Beklendiği gibi folik asit ve tHcy düzeyleri arasında negatif korelasyon vardı. Hasta grubu ile kontrol grubu arasında folik asit düzeyleri bakımından anlamlı fark bulunmazken, hasta grubunda plasma tHcy düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı yüksekti. Plasma tHcy düzeyi MTX tedavisine bağlı folik asit eksikliği dışında immobilite, yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, kronik hastalıklar, genetik faktörler gibi birçok parametre ile de ilişkili olduğundan ve hastalarımızda MTX tedavisine bağlı folik asit eksikliği olmadığından 65 saptanan hiperhomosisteineminin MTX tedavisinden bağımsız olduğunu düşünmekteyiz. Bu nedenle JİA gibi kronik enflamasyonla seyreden, beraberinde immobilizasyon, yaşam kalitesinde azalma ve beslenme problemleri oluşturan hastalıklarda homosistein düzeyi ölçülerek, ciddi komplikasyonlara neden olabilecek hiperhomosisteineminin erken saptanması mümkün olabilecektir. İdeal olan MTX tedavisi öncesi ölçüm ve tedavi süresince takipte 3-6 ayda bir ölçümün tekrarlanmasıdır. Bu çalışmada MTX tedavisi öncesi plasma tHcy düzeylerinin ölçülememesi ve gen polimorfizminin araştırılamaması çalışmayı kısıtlayan faktörlerdir. Çocuklarda folik asit ve homosistein ile MTX ilişkisi arasında yeterli çalışma olmadığından, JİA ve diğer kronik çocukluk çağı hastalıklarında geniş populasyon tabanlı çalışmalara gereksinim vardır. MTX tedavisi alan JİA’li hastalarda folik asit eksikliği olmasa da destek tedavisi önerilmektedir. 66 SONUÇLAR 1. Bu retrospektif çalışmaya en az bir yıl metotreksat kullanan ve beraberinde 5 mg hafta dozla folik asit desteği verilen, klinik sınıflandırılması ILAR kriterlerine göre yapılan 2.15- 17 yaş arasında 16 erkek 14 kız toplam 30 JİA’lı hasta alındı. Klinik ve laboratuar olarak MTX’ in diğer yan etkileri dışlanan hastaların plazma folik asit, vit B12 ve total homosistein düzeyleri yaşları 3.6- 17 arasında olan 9’ u erkek 11’ i kız toplam 20 sağlıklı çocuktan oluşturulan kontrol grubu ile kıyaslandı. Her iki grubun yaş ve cinsiyetleri açısından aralarında fark yoktu. 2. Hasta ve kontrol grubunun folik asit ve vit B 12 düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark bulunmazken plazma total homosistein düzeyleri hasta grubunda yüksek bulundu. 3. Hasta grubunun folik asit düzeyleri 1 hastada düşük diğerlerinde normal bulunurken total homosistein düzeyleri kontrol grubuna göre yüksekti. 4. Hasta grubunda, JİA alt tipleri arasında plazma total homosistein, folik asit, vit B 12 düzeyleri açısından fark yoktu. 5. Plazma total homosistein düzeyi yüksek bulunan 12 JİA’ lı hasta yaş, cinsiyet ve hastalık alt grubu açısından özellik göstermiyordu. 6. Folik asit desteğinin plazma total homosistein düzeylerine etkisi incelendiğinde; çalışma grubunda homosistein düzeyi yüksek bulunan hastaların folik asit düzeylerinin normal bulunması hiperhomosisteineminin folik asit eksikliğinden bağımsız olduğunu düşündürmekle birlikte, tHcy ile folik asit düzeyleri arasında negatif korelasyon saptanması, genel olarak folik asit desteğinin plazma tHcy düzeyinin düşmesinde etkili olacağını ancak folik asit düzeyleri normal bulunup homosistein düzeyi yüksek hastalarda hiperhomosisteineminin diğer nedenlerinin araştırılması gerektiği sonucuna varıldı. 7. Çalışma grubunun boy ve kilo persantilleri, kontrol gruba göre daha düşük bulundu. Kronik enflamasyonla seyreden, yetersiz beslenme ve immobilizasyon gibi sorunların ve sıklıkla büyüme-gelişme geriliğinin görüldüğü bir sistemik hastalık olan JİA’te hiperhomosisteineminin, kronik enflamasyon, immobilizasyon gibi nedenlere de bağlı olabileceği düşünüldü. 8. Uzun süreli metotreksat kullanan JİA’lı hastalara 5mg/hafta dozda verilen folik asit desteğinin yeterli olduğunu, uzun süreli metotreksat kullanan ve beraberinde folik asit desteği verilen JİA’li hastalarda saptanan hiperhomosisteineminin, metotreksat kullanımına bağlı beklenen folik asit eksikliğinden bağımsız olduğu, kronik 67 enflamasyonla seyreden, sistemik bir hastalık olan JİA’de hiperhomosisteinemiye yol açan nedenlerin de araştırılması gerektiği ve JİA takibinde prematür vasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörü olan hiperhomosisteineminin önlenmesi ve erken tanısı için düzenli aralıklarla plazma total homosistein düzeylerinin belirlenmesinin önemli olduğu sonucuna varıldı. 68 ÖZET Juvenil idiopatik artrit (JİA), çocukluk çağının en sık görülen romatolojik hastalığıdır. Kronik sistemik bir hastalık olan JİA’in tedavisinde; akut dönemde enflamasyonu kontrol altına almak, ağrıyı azaltmak, deformiteleri önlemek ve eklem fonksiyonlarını korumak, uzun dönemde ise hastalığın ve tedavinin komplikasyonlarını azaltmak, normal büyüme ve gelişmeyi sağlamak, rehabilitasyon ve ailenin eğitilmesi amaçlanır. Ciddi deformiteleri engellemek amacıyla erkenden hastalık modifiye edici ajanlarla tedaviye başlanmalıdır. Günümüzde metotreksat (MTX), uzun etkili antiromatizmal ilaçların (DMARD) en sık kullanılanıdır. MTX tedavisinde ciddi yan etkiler olsa da çoğu yan etki hafiftir, geri dönüşlüdür ve konservatif olarak tedavi edilebilir. Metotreksat’ın etki ve toksisitesi antifolat bir ajan olmasına bağlanmıştır. MTX dihidrofolat redüktaz enzim inhibisyonuyla plazma ve eritrositlerde folat düzeyini düşürür, metilentetrafolat redüktaz aktivitesinin azalmasıyla homosistein düzeylerini yükselterek hiperhomosisteinemi’ye neden olur. Hiperhomosisteinemi prematür vasküler bozukluklar olan arteriyel ve venöz tromboz için bağımsız ve önemli bir risk faktörüdür. Ilımlı hiperhomosisteinemi koroner kalp hastalığı, serebral ve periferik vasküler hastalıklar ve derin ven trombozu riskini artırır. Folik asit’in MTX etkinliğinde azalma yapmaksızın yan etkilerde azalma yaptığını bildiren yayınlar vardır. Folik asit MTX’ın bazı toksisitelerini azaltır. Bunların en önemlileri oral ülserler, mide bulantısı, diare gibi ilacın kesilmesine yol açabilen gastrointestinal semptomlar, sitopeni ve alopesidir. Ayrıca MTX’la tedavi edilen hastalara folik asit desteği verilmesinin homosistein düzeylerini düşürdüğü ileri sürülmektedir. Biz çalışmamızda uzun süre metotreksat kullanan ve beraberinde folik asit desteği alan JİA’li hastalarımızda, folik asit desteğinin plazma total homosistein (tHcy) düzeyleri üzerine olan etkisini, 5 mg/hafta dozda verilen folik asit desteğinin uzun süreli metotreksat kullanan hastalarda yeterli olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Çalışmaya en az bir yıl MTX kullanan ve beraberinde 5 mg/hafta dozda folik asit desteği verilen, klinik sınıflandırılması ILAR kriterlerine göre yapılan 2.15- 17 yaş arasında 16 erkek 14 kız toplam 30 JİA’lı hasta alındı. Klinik ve laboratuar olarak MTX’ ın diğer yan etkileri dışlanan hastaların plazma folik asit, vit B12 ve tHcy düzeyleri yaşları 3.6- 17 arasında olan 9’u erkek 11’i kız toplam 20 sağlıklı çocuktan oluşturulan kontrol grubu ile kıyaslandı. Her iki grubun yaş ve cinsiyetleri açısından aralarında fark yoktu. Hasta ve kontrol grubunun folik asit ve vit B12 düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark bulunmazken plazma total 69 homosistein düzeyleri hasta grubunda yüksek bulundu. Plazma total homosistein düzeyi yüksek bulunan 12 JİA’ lı hasta yaş, cinsiyet ve hastalık alt grubu açısından özellik göstermiyordu. Folik asit desteğinin plazma tHcy düzeylerine etkisi incelendiğinde; çalışma grubunda homosistein düzeyi yüksek bulunan hastaların folik asit düzeylerinin normal bulunması hiperhomosisteineminin folik asit eksikliğinden bağımsız olduğunu düşündürmekle birlikte, tHcy ile folik asit düzeyleri arasında negatif korelasyon saptanması, genel olarak folik asit desteğinin plazma tHcy düzeyinin düşmesinde etkili olacağını ancak folik asit düzeyleri normal bulunup homosistein düzeyi yüksek hastalarda hiperhomosisteineminin diğer nedenlerinin araştırılması gerektiği sonucuna varıldı. Uzun süreli metotreksat kullanan JİA’lı hastalara 5mg/hafta dozda verilen folik asit desteğinin yeterlidir. Bu hastalarda saptanan hiperhomosisteineminin, MTX kullanımına bağlı beklenen folik asit eksikliğinden bağımsız olduğu, kronik enflamasyonla seyreden, sistemik bir hastalık olan JİA’te hiperhomosisteinemiye yol açan diğer nedenlerin de araştırılması gerektiği ve JİA takibinde prematür vasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörü olan hiperhomosisteineminin önlenmesi ve erken tanısı için düzenli aralıklarla plazma total homosistein düzeylerinin belirlenmesinin önemli olduğu düşünüldü. 70 KAYNAKLAR 1. Petty RE, Cassidy JT.Juvenile idiopathic arthritis. In:Cassidy JT,Petty RE Textbook of Pediatric Rheumatology.WB Saunders Company 2001: 217-7 2. Cassidy JT, Petty RE. Juvenile Rheumatoid Arthritis. In:Cassidy JT,Petty RE Textbook of Pediatric Rheumatology. WB Saunders Company 2001: 218-319 3. Martin K, Woo P.Juvenile idiopathic arthritis. In:Isenberg DA, Miller JJ Adolescent Rheumatology. Martın Dunıtz 1999: 71-94 4. Arısoy N, Kasapçopur Ö. Çocuklarda romatizmal hastalıklar .In:Onat T. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları. 1996: 969-93 5. Kasapçopur Ö.Çocukluk çağı romatizmal hastalıkları. Modern Tıp Seminerleri 2000; 126-137 6. Prieur AM, Dougados M.Pediatric Rheumatology.Baillieres Clinical Rheumatology. 1998; 12: 181-374 7. Maddison PJ, Isenberg DA, Woo P, Glass DN. Oxford Textbook of Rheumatology.1998 8. Maini RN, Zvaifler NJ. Rheumatoid arthritis and other aynovial disorders. Rheumatology 1998: 5.17.1-5.25.10 9. Fink CW, and the Task Force for Classification criteria. Proposal for the development of classification criteria for idiopatic arthritides of childhood. J Rheumatol 1995; 22: 1566-69. 10. Petty RE, Southwood T, Baum J et al.Revision of the proposal classification criteria for juvenile idiopathic arthritis; 1997. J Rheumatol 1998; 25: 1991-4 11. Denardo BA, Tucker LB, Miller LC et al. Demography of a regional pediatric rheumatology patient population. J Rheumatol. 1994; 21: 1553-61 12. Fink CW, Fernandez-Vina M, Stastny P.Clinical and genetic evidence that juvenile arthritis is not a single disease. Pediatr Clin North America 1995;42:1155-69 13. Moe N, Rygg M. Epidemiyology of juvenile chronic arthritis in northern Norway:a tenyear retrospective study. Clin Exp Rheumatol 1998;16:99-101 14. Graham TB, Glass GN. Juvenile rheumatoid arthritis:ethnic differences in diagnostic types. J Rheumatol 1997; 24: 1677-9 15. Özen S, Karaaslan Y, Özdemir O et el. Prevalence of JCA and familial Mediterranean fever in Turkey:A field study. J Rheumatol 1998; 25: 2445-9 71 16. Özdoğan H, Kasapçopur Ö,Dede H et al. Juvenile chronic arthritis in a Turkısh population. Clin Exp Rheumatol 1991; 9: 431-5 17. Haffejee IE, Raga J, Coovadia HM. Juvenile chronic arthritis in black and Indian South African children. S Afr Med 1984; 65: 510-4 18. Pongpanich B, Daengroongroj P. Juvenile rheumatoid arthritis: clinical characteristics in 100 Thai patients Clin Rheumatol 1988; 7: 257-61 19. Aggarwal A,Misra R.Juvenile chronic arthritis in India: Is it different from that seen in Wsestern countries?Rheumatol Int 1994; 14: 53-6 20. Aggarwal A, Misra R.Juvenile chronic arthritis in İndia:rarity of antinuclear antibodies and uveitis. Indian J Pediatr 1996; 63: 301-4 21. Arguedas O, Fasth A, Anderson –Gare B,Porras O. Juvenile chronic arthritis in Urban San Jose, Costa Rica:a 2 year prospective study. J Rheumatol 1998; 25: 1844-50 22. Arguedas O, Fasth A, Anderson-Gare B. A prospective population based study on outcome of juvenile chronic arthritis in Costa Rica. J Rheumatol 2002; 29: 174-83 23. Schwartz MM, Simpson P, KerrKL, Javis JN. Juvenile rheumatoid arthritis in African Americans.J Rheumatol 1997; 24: 1826-9 24. Siamopolou-Mavrıdou A, Mavridis AK, Terzioglu AG et al. Autoantibodies in Greek juvenile chronic arthritis patients. Clin Exp Rheumatol 1991; 9: 647-52 25. Krumrey-Langkammerer, Hafner R. Evaluation of the ILAR Criteria for juvenile idiopathic arthritis. J Rheumatol 2001; 28: 2544-7 26. Merino R,D e Inonencio J,Garcia-consuegro J. Evaluation of the ILAR Criteria for juvenile idiopathic arthritis in Spanish children J Rheumatol 2001; 28: 2731-6 27. Kanski JJ.Uveitis in juvenile chronic arthritis:incidence, clinical features and prognosis. Eye 1988; 2:641-5 28. Candell Chalom E, Goldsmith DP, Koehler MA et el.Prevalance and outcome of uveitis in regional cohort of patients with juvenile rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1997 ;24:2031-34 29. Kotaniemi K,Kautiainen H,Karma BA,Aho K.Occurence of uveitis in recently diagnosed juvenile chronic arthritis. Ophtalmology 2001; 108:2071-75 30. Tugal-Tutkun I, Havrlikova K,Pover WJ,Foster S.Changing patterns in uveitis of childhood. Ophtalmology 1996; 103: 365-74 31. Cassidy JT, LevinsonJE, Bass JC et el.Astudy of classification criteria for a diagnosis of juvenile rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 1986; 29:274-81 72 32. Goldenberg J,Ferraz MB, Pessoa AP et al.Symptomatic cardiac involvement in juvenile rheumatoid arthritis. Int J Cardiol 1992; 34: 57-62 33. Mouy R, Stephan JL, Pillet P et al. Efficacy of cyclosporine in the treatment of macrophage activating syndrom in juvenile arthritis:report of five cases. J Pediatr 1996; 129: 750-4 34. Woo P.Amyloidosis in pediatric rheumatic diseases J Rheumatol 1992 ; 35:10-16 35. David J,Vouyiouka O, Ansell BM et el. Amyloidosis in juvenile chronic arthritis:a morbidity and mortality study.Clin Exp Rheumatol 1993; 11: 85-90 36. Savolainen HA, Isomaki HA. Decrease in the number of death from secondary amyloidosis in patients with juvenile rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1993; 20:1201-3 37. Dolifus H.Eye involvement in children’s rheumatic diseases. Baililieres Clin Rheumatol 1998; 12: 309-28 38. Banares A,Jover JA, Fenandez-Gutierrez B et al. Patterns of uveitis as a guide in making rheumatologic and immunologic diagnosis. Arthritis Rheum 1997; 40: 358-70 39. Sherry DD, Mellins ED, Wedgwood RJ. Decreasing severity of chronic uveitis in children with pauciarticular arthritis. AJDC 1991; 145: 1026-28 40. Rosenberg MA, Romanchuk KG. Antinuclear antibodies in arthritic and nonarthritis children with uveitis. J Rheumatol 1990; 17: 60-61 41. Cimaz RG, Fink WC. The prognosis of pauciarticular onset juvenile arthritis is not influenced by the presence of uveitis J Rheumatol 1996; 23:357-59 42. Giles CL.Uveitis in childhood. Ann Ophthalmol 1986; 21:13-28 43. Kanski JJ. Juvenile arthritis and uveitis. Surv Ophthalmolgy 1990; 34:253-67 44. Dana RM, Merayo-Lloves J, Schaumberg DA et al.Visual outcome prognostic indicators in juvenile rheumatoid arthritis associated uveitis. Ophthalmol 1997; 104: 236-44 45. O’Brien JM, Albert DM. Therapeutic approaches for ophthalmic problem in juvenile arthritis. Rheumatol Dis Clin N Amer 1989; 15: 413-22 46. Soutthwood TR, Petty RE, Malleson PN et al. Psoriatic arthritis in children. Arthritis Rheumatism 1989; 32: 1007-13 47. Hafner R, Michels H. Psoriatic arthritis in children.Cur OpinRheumatol 1996;8:467-72 48. Özdoğan H, Ruperto N, Kasapçopur Ö et al. The Turkish version of childhood health assesment questionnariaes (CHAQ) and the child health questionnariae. Clin Exp Rheumatol 200; 19: 158-62 73 49. Giannini EH, Cawcel GD. Drug treatment in children with juvenile rheumatoid arthritis:past, precent and future. Pediatr Clin N Amer 1995; 42: 1099-1125 50. Laxer RM, Silverman ED. The pharmacological management of juvenile chronic arthritis Baillier’s Clin Pediatr 1993;1:825-73 51. Ersoy Y. Metotreksat ve diğer toksik ilaçlar. Göksoy T. Romatizmal hastalıkların tanı ve tedavisi, I. Baskı 2002; 907-26 52. van Ede A E, Laan RFJM, De Abreu RA, Stegeman ABJ. Purine enzymes in patients with rheumatoid arthritis treated with metotrexate. Ann Rheum Dis 2002; 61: 1060-64 53. Bruce N Cronstein, MD.The mechanism of action of methotrexate. Rheum Dis Clin N Amer 1997; 23: 739-55 54. van Ede AE, Laan RFJM,. Rood MJ et al. Effects of folic or folinic acid supplementation on the toxicity and efficacy of methotrexate in rheumatoid arthritis. Arthritis Rheumatism 2001; 44: 1515-24 55. American College of Rheumatology Subcomiittee on Rheumatoid Arthritis Guidelines. Guidelines for the management of Rheumatoid Arthritis 2002 Arthritis Rheumatol 2002; 46: 328-46 56. James R. O’Dell, MD. Methotrexate use in rheumatoid arthritis. Rheum Dis Clin N Amer 1997; 23: 779-96 57. Weinblatt ME. Methotrexate.In:William N Kelley et al. Textbook of Rheumatology.4.Edition 1993. 767-778 58. Temel İ, Özerol E. Hmosistein metabolizma bozuklukları ve vasküler hastalıklarla ilişkisi. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2002; 9:149-57 59. Reis RP, Azinheira J, Reis HP et al. Influence of smoking on homocysteinemia at baseline and after methionine load. Rev Port Cardiol 2000; 19: 471-4 60. Welch GN, Localzo J. Homocystein and atherothrombosis. N Engl J Med 1998; 338: 1042-50 61. Savage DG, Lindenbaum J, Stabler SP, Allen RH. Sensivity of serum methylmalonic acid and total homocysteine determinations for diagnosing cobalamin and folate deficiences. Am J Med 1994; 96: 239-46 62. Herrman W, Quast S, Ulrich M et al. Hyperhomocysteinemia in high-aged subjects:Relation of B vitamins, folic acid, renal function and methylenetetrahydrofolate reductase mutation. Atherosclerosis 1999; 144: 91-101 63. Carmel R, Green R, Jacobsen DW, Rasmussen K, Florea M, Azen C. Serum cobalamin, homocystein and methylmalonic acid concentrations in a multiethnic elderly 74 population:ethnic and sex differences in cobalamin and metabolite abnormalities. Am J Clin Nutr 1999; 70: 904-10 64. Reis RP, Azinheira J, Reis HP, Pina JE, Correia JM, Luis AS. The effect of sex and menopause on basal blood levels of homocystein and after methionine loading. Rev Port Cardiol 1999;1 8: 155-9 65. Anderson A, Hultberg B, Brattstrom L, Isaksson A. Decreased serum homocystein in pregnancy. Eur J Clin Chem Biochem 1992; 30: 377-9 66. Barbaux S, Kluijtmans LA, Whitehead AS. Accurate and rapid multiplex and heterodublexing method for genotyping key enzymes involved in folat/homocysteine metabolism. Clin Chem 2000; 46: 907-12 67. Conri C, Constans J, Parrot F, Skopinski S, Ciprano C. Homocysteinemia:role in vascular disease. Presse Med 2000; 29: 737-41 68. Graham IM, Daly LE, Refsum HM et al. Plasma homocystein as a risk factor for vascular disease. JAMA 1997; 277: 1775-81 69. Clarke R, Daly LE, Robinson K. Hyperhomocysteinemia:an independent risk factor for vascular disease. N Engl J Med 1991; 324: 1149-55 70. Hogeveen M, Bloom HJ, Amerongen M et al. Hyperhomocysteinemia as a risk factor for ischemic and hemorrhagic stroke in newborn infants. J Pediatr 2002; 141: 429-31 71. Mujumdar VS, Hayden MR, Tyagi SC. Homocystein induces calcium second messenger in vascular smooth muscle cells. J Cell Physiol 2000; 183: 28-36 72. Brouwer IA, van Düsseldorp M, Thomas CMG et al. Low dose folic acid supplementation decreases plasma homocystein concentrations:a randomised trial. Am J Clin Nutr 1999; 69: 99-104 73. Chiarelli F, Pomilio M, Mohn et al. Homocystein levels during fasting and after methionine loading in adolescents with diabetic retinopathy and nephropathy. J Pediatr 2000; 1 37: 386-92 74. Mato JM, Corrales F, Martin- Duce A, et al.Mechanisms and cosequences of the ımpaired trans-sulphuration pathway in liver disease:Part I. Biochemical implications. Drugs 1990; 40: 58-64 75. Avilla MA, Berasain C, Torres L et al. Reduced m RNA abundance of the main enzymes involved in methionin methabolism in human liver cirrhosis and hepatocellüler carcinoma. J Hepatol 2000; 33: 907-14 75 76. Russman S, Junker E, Lauterburg BH. Remethylation and transsulphuration oh methionine in cirrhosis:studies with L-(H3- methyl-1-C) methionine. J Hepatology 2002; 36; 1190-6 77. Schwartz E. Anemias of inadequate production In:Bhrman RE, Kleigman RM, Jenson HB. Nelson Textbook of Pediatrics. 16. ed. 2000: 1468-9 78. Coşkun T. B12 Vitamini Katkı Pediatri 2003; 25: 419-31 79. Curran JS, Barnes LA. Nutrition. In:Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB Nelson Textbook of Pediatrics. 16. ed 2000: 181-2 80. Ohls RK, Christensen RD. Diseases of the blood. In:Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB. Nelson Textbook of Pediatrics 16. ed. 2000:1467-8 81. Altuntaş N, Soylu K, Suskan E et al. Homocystein levels in Turkish children. Turk J Haematol 2004; 21 (2): 79-82 82. Lovell DJ. Ten years of experience with methotrexate: past, present and future. Rev Rhum Engl Ed. 1997; 64 (supp 10): 186S-188S 83. Giannini EH, Cassidy JT. Methotrexatein juvenile rheumatoid arthritis: do the benefits outweigh the risks? Drug Saf. 1993; 9: 325-39 84. Ilowite NT. Current treatment of juvenile rheumatoid arthritis. Pediatrics 2002; 109: 109-15 85. Felson DT, Anderson JJ, Meenan RF. The comparative efficacy and toxicity of second line drugs in rheumatoid arthritis. Results of two metaanalyses. Arthritis Rheum 1990; 33: 1449-61 86. Kremer JM, Phelps CT. Long-term prospective study of the use of methotrexate in the treatment of rheumatoid arthritis. Update after a mean of 90 months. Arthritis Rheum 1992; 35: 138-45 87. Ramanan AV, Whitworth P, Baildam EM. Use of methotrexate in juvenile idiopathic arthritis. Arch Dis Child 88. van Ede AE, Laan RFJM, Blom HJ, et al. Methotrexate in rheumatoid arthritis: an update with focus on mechanisms involved in toxicity. Semin Arthritis Rheum 1998; 27: 277-92 89. Ravelli A, Migliavacca D, Viola S et al. Efficacy of folinic acid in reducing methotrexate toxicity in juvenile idiopathic arthritis. Clin Exp Rheumatol 1999; 17: 625-27 90. Morgan SL, Bagott JE, Altz- Smith M. Folate status of rheumatoid arthritis patients receiving long-term low dose methotrexate therapy. Arthritis Rheum 1987; 30: 1348-56. 76 91. Leeb BF, Witzmann G, Ogris E et al. Folic acid and cyanocobalamin levels in serum and erythrocytes during low dose methotrexate therapy of rheumatoid arthritis and psoriatic arthritis patients. Clin Exp Rheumatol. 1995; 13: 459-63 92. Morgan SL, Bagott JE, Vaughn WH et al. Supplementation with folic acid during methotrexate therapy for rheumatoid arthritis. Ann Intern Med 1994; 121: 883-41 93. Allen RH. Megaloblastic anemias. In: Bennett JC, Plum F eds. Cecil Textbook of Medicine. Philadelphia Saunders. 1996: 843-51 94. Stewart KA, Mackenzie AH, Clough JD et al. Folat supplementation in methotrexated treated rheumatoid arthritis patients. Semin Arthritis Rheum 1987; 30: 1348-56 95. Shiroky JB, Neville C, Esdaille JM et al. Low dose methotrexate with leucovorin (folinic acid) in the management of rheumatoid arthritis: results of a multicenter randomized, double-blind, placebo-controlled trial. Arthritis Rheum 1993; 36: 795-803. 96. Morgan SL, Baggott JE, Lee JY et al. Folic acid supplementation prevents deficient blood folate levels and hyperhomocysteinemia during longterm, low dose methotrexate therapy for rheumatoid arthritis: implications for cardiovascular disease prevention. J Rheumatol. 1998; 25 (3): 441-6 97. van Ede AE, Laan RFJM, Blom HJ, et al. Homocysteine and folate status in methotrexate treated patients with rheumatoid arthritis. Rheumatology 2002; 41: 658-65 98. Hornung N, Ellingsen T, Stengaard-Petersen K et al. Folate, homocysteine, and cobalamin status in patients with rheumatoid arthritis treated with methotrexate and the effect of low dose folic acid supplement. J Rheumatol. 2004; 31(12): 2374-81 99. Slot O. Changes in plasma homocysteine in arthritis patients starting treatment with low-dose methotrexate subsequently supplemented with folic acid. Scand J Rheumatol. 2001; 30 (5): 305-7. 100. Makris M. Hyperhomocysteinemia and trombosis. Clin Lab Haematol 2000; 22(3): 133143 101. Graeme JH, John WE. Homocysteine and vascular disease. Lancet 1999; 354: 407-13. 102. Roubenhoff R, Dellaripa P, Nadeu MR et al. Abnormal homocysteine metabolism in rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 1997; 40: 718-22. 103. Hernanz A, Plaza A, Martin-Mola E et al. Increased plasma levels of homocysteine and other thiol compounds in rheumatoid arthritis women. Clinical Biochemistry1999; 32: 65-70 104. Eikelboom JW, Lonn E, Genest J Jr et al. Homocysteine and cardiovascular disease: a critical review of the epidemiologic evidence. Ann Intern Med 1999; 131: 363-75 77 105. Haagsma CJ, Blom HJ, van Riel Pl et al. Influence of sulphasalazine, methotrexate and combination of both on plasma homocysteine concentrations in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 1999; 58: 79-84. 106. Den Heijer M, Blom HJ, Gerrits WBJ et al. Is hyperhomocysteinemia a risk factor for recurrent venous trombosis? Lancet 1995; 345: 882-85 107. Bayram Ayvacıoğlu N. Metotreksat kullanan romatoid artritli hastalarda folik asit desteğinin metotreksatın yan etkileri ve plazma homosistein düzeylerine etkisi. Uzmanlık Tezi 2003, Isparta 108. Huemer M, Födinger M, Huemer C et al. Hyperhomocysteinemia in children with juvenile idiopathic arthritis is not influenced by methotrexate treatment and folic acid supplementation: A pilot study. Clin Exp Rheumatol 2003; 21: 249-55 109. Jensen OK, Rasmussen C, Mollerup F et al. Hyperhomocysteinemia in rheumatoid arthritis: influence of methotrexate treatment and folic acid supplementatation. J Rheumatol. 2002; 29(8): 1615-8. 110. Martinez-Berriotxoa A, Ruiz-Irastorza G, Egurbide Arberas MV et al. Plasma homocysteine levels in systemic lupus erythematosus. Med Clin. 2003; 120(18): 681-5 111. Stolzenberg-Solomon RZ, Miller ER III, Maquire MG et al. Association of dietary protein intake and coffee consumption with serum homocysteine concentrations in an older population. Am J Clin Nutr. 1999; 69: 467-75 112. Nygard O, Refsum H, Ueland PM et al. Major lifestyle determinants of plasma total homocysteine distribution: the Hordaland homocysteine study. Am J Clin Nutr. 1998; 67: 263-70. 113. Boers GHJ. Mild hyperhomocysteinemia is an independent risk factor of arterial vascular disease. Semin Thromb Hemost 2000; 26: 291-95 114. Boushey CJ, Beresford SAA, Omenn GS et al. A quantitative assessment of plasma homocysteine as a risk factor for vascular disease. Probable benefits of increasing folic acid intakes. J Am Med Assoc. 1995; 274: 1049-57 115. Seriolo B, Fasciolo D, Sulli A et al. Homocysteine and antiphospholipid antibodies in rheumatoid arthritis patients: relationships with trombotic events. Clin Exp Rheumatol. 2001; 19: 561-4 116. Osganian SK, Stampfer MJ, Spiegelman D et al. Distribution of and factors associated with serum homocysteine levels in children. JAMA 1999; 1189-96 117. Prengler M, Sturt N, Krywawych S et al. Homozygous thermolabile variant of the methylentetrahydrofolate reductase gene: A potential risk factor for 78 hyperhomocysteinemia, CVD and stroke in childhood. Dev Med Child Neurol 2001; 43: 220-5 79