Iğdır Sevdası MECİT HUN IĞDIR TARİHİ VE HÂTIRATIM ÖZGEÇMİŞ Mecit Hun 1925 yılının Mayıs ayında Ağrı Dağı’nda - Guhıra-EvdiAğa yaylası- dünyaya geldi. Babası, Gêloli aşireti lideri Ahmed Şemo; annesi Ali Mirze Bey’in kızı Fatma Hanım’dır. Üvey annesi Zeyno (Zeynep) Hanım’dan dünyaya gelen tek kız çocuğuyla birlikte sekiz çocuklu bir aileye mensuptu. Kardeşleri yaş sırasına göre Susan, Gurci, Hamit, Cemile, Mecit, Seyran, Gulizar ve Almas’tır. (Zeyno Hanımın babası Derbaz Ağa, Van eski Milletvekili Kinyas Kartal’la öz amca çocuğudur) Adetli köyü, Ağrı Dağı İsyanı nedeniyle yasak bölge içine alınınca, Ahmed Şemo Baharlı Mahallesine yerleşir (1930). Mecit Hun 1932 yılında 12 Kasım İlkokuluna başlar. İlkokulu pekiyi dereceyle bitirir. 1940 yılında da Iğdır Ortaokulundan pekiyi dereceyle –Haziran döneminin tek mezunudurbirinci olur. Erzurum Lisesinde de aynı başarıyı devam ettirir, 1943 yılında pekiyi dereceyle liseden mezun olur. Gönlünde Hukuk Fakültesinde okumak vardır. 1943 yılı sonbaharında Iğdır ortaokulunda Matematik ve Fizik hocası -yardımcı öğretmen- olarak görev yapar. 1944 yılının ilkbaharında babası vefat edince, “Kone rêş” yani aşiret sorumluluğu zamansız şekilde üzerinde kalır, Fakülteye gitmekten vazgeçer. 28 Şubat 1945 – 30 Ekim 1948 tarihleri arasında askerliğini Asteğmen olarak İzmit Gebze ve Polatlı’da Topçu sınıfında tamamlar. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Çankırı’daki askeri birliği ziyareti sırasında oradaki komutan arkadaşlarına, “Matematiği iyi bir subayınız var mı? Bizim çocukların (Rahmetli Ömer ve Erdal İnönü kardeşlerin) iyi bir matematik hocasına 1 Mecit Hun ihtiyacı var” şeklinde bir istekte bulunması üzerine Mecit Hun zamanın çoğunu Pembe Köşk’te iki kardeşe matematik dersi vererek geçirir. İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker Hanım o günlere ait anılarında şöyle der: “Daha sonra isminin Mecit Hun olduğunu öğrendiğim esmer uzun boylu bir genç düzenli olarak Pembe Köşk’teki evimize gelerek her iki ağabeyime matematik dersi veriyordu. Bir gün annem bu genç adama, “Çocukların durumu nasıl diye?” sordu. Mecit Hun ciddi bir ses tonuyla, “Erdal’ın durumu fena değil ama Ömer’in kafası almıyor” şeklinde bir değerlendirme yaptı” 1946 yılı sonbaharında Mecit Hun tekrar yedek öğretmen olarak Iğdır Ortaokuluna geri döner. Matematik ve Fizik hocalığını 1948 sonbaharına kadar aralıksız devam ettirir. Aynı yıl Zirai Donatımda Satış Müdürü olarak görev ya- Ali Mirze Bey Kızı Fatma Hun par; orada bilahare birlikte gazete çıkaracağı müdür Cezmi Öztekin’le tanışır. 1949 yılı ilkbaharında Bitlisli Mehmet Kakioğlu’nun üçüncü kızı Naciye Hanımla nişanlanır; aynı yılın Eylül ayında da evlenir. 1950 yılında Zirai Donatımdan ayrılır. Nurettin Kirman’la beraber “kontrolör” olarak Pamuk Tarım Satış Kooperatifinde görev yapar. Gazetecilik mesleğine ilgi duyar, Ekim 1952’de DİL gazetesini teksirde yayımlar. Eş zamanlı olarak mizah gazetesi FIRILDAK’ı da çıkarır. 16 Şubat 1953 tarihinde Cezmi Öztekin’le beraber, pedalda ŞARKIN DİLİ gazetesini; 30 Temmuz 1954 tarihinde de PAMUKOVA gazetesini yayın hayatına sokar. Mecit Hun’un siyasi çizgisi uzun zaman bağımsız çizgide devam eder. Ekim 1952- Ocak 1954 tarihleri arasında Millet Partisi Iğdır İlçe Başkanıdır. Bu parti kapatılınca, 25 Ekim 1954 tarihinde DP’ne girer fakat aktif üyeliği ancak Aralık 1954 tarihine kadar sürer. Parti yönetimiyle anlaşmazlığa düşüp ayrılır, “Bağımsız Demokratlar” çizgisinde siyasi mücadelesini devam ettirir. 1958 yılında Musa Turan’ın ilçe başkanı olduğu CHP’ne başkan yardımcısı olarak girer. 1959 yılı Ekim ayında CHP Iğdır İlçe Başkanı olur. Bu görevini 1980’e kadar devam ettirir (Kısa bir süre Aziz Güney başkan olmuştur) Mecit Hun mahalli seçimlere de aktif olarak katılmıştır. 1955 Kasım 2 Iğdır Sevdası ayında yapılan belediye başkanlığı ve meclis azası seçimlerinde Fazıl Baykal’la birlikte bağımsız liste oluşturur, seçimleri kazanırlar. Fazıl Baykal’ın başkan olduğu bu dönemde Mecit Hun başkan yardımcısıdır. Mecit Hun’un meclis ve encümen azalığı 1980 yılına kadar aralıksız devam etmiştir. 1963 mahalli seçimlerinde Mecit Hun ve Hüseyin Akbulut belediye başkanlığı için karşı karşıya gelirler. Hüseyin Akbulut seçimleri kazanır. 1977’den genel seçimlerinde Kars milletvekili adayı olur, ancak ön seçimde kaybeder. 1980 ihtilali birçok siyasetçi gibi Mecit Hun’un da siyasi kariyeriAhmed Şemo (Hun) ni sekteye uğratır, sıkıntılı yılları başlar. Bu tarihten vefatına kadar geçen sürede Mecit Hun, siyaseti birinci elden yürütmekten çok, ona dışarıdan yön verme ve genel çerçeveyi çizmekle kendisini yükümlü hisseder. (90’lı yıllarda CHP’nin üzerindeki yasağın kalkmasıyla Iğdır CHP İl Başkanı sıfatıyla partiyi örgütleme sorumluluğunu üzerine alır) Mecit Hun’un ticari hayatı, inişli çıkışlı olmuştur. 1954 yılında kardeşi Hamit Hun’la açtığı debdebeli “Hunoğlu Manifatura” bir yıldan daha az süre devam eder, iflas ederek kapanır. Paşa Turan’la birlikte askeriyeye iaşe müteahhitliği yapar; 1967 yılında da Aziz Güney ve Paşa Turan’la birlikte kısa ömürlü bir kulüp işletmeciliği tecrübesi olur. 1969 yılında Piknik Pastanesini açar, bu işletme de 1977 yılında kapanır. Mecit Hun’un en önemli ticari girişimi çok ortaklı Ararat Şirketiyle üstlendiği ihracat faaliyeti idi. Medet Serhat, Aziz Güney, Şevki Alagöz ve Bekir Can ortaklı bu şirket 1974 yılında İran’a Bursa’dan elma ihracıyla işe başlamış, ancak ortaklar arasında anlaşmazlık peyda edince bu önemli girişim parçalanmış, Mecit Hun da il ayrılana olmuştur. Aynı yıllar yine başarısızlıkla sonuçlanan HAYKO (Hayvancılık Kooperatifi) girişiminden de söz etmeliyiz. Mecit Hun 1992 yılında Ankara’ya nakletmiş, 29 Ocak 1998 tarihinde vefatına kadar orada ikamet etmiştir. İkisi kız altı çocuk babası idi. 3 Mecit Hun Mecit Hun İlkokul Mecit Hun İlkokul Mezuniyet Mecit Hun Lise Mezuniyet Mecit Hun Yedek Öğretmen Mecit Hun Askerlik Mecit Hun Gazeteci 4 Iğdır Sevdası Mecit Hun anılarını Ankara’da 1995’ten itibaren kaleme alır. Zamansız vefatı nedeniyle kitabı için -özellikle “Iğdır Tarihi” bölümü- bir kaynakça yazamamıştı. Elde varolan kitap ve belgeleri liste halinde eklemeyi de babama saygısızlık düşüncesiyle buraya taşımayı uygun görmedim. Unutmayalım ki Mecit Hun yaşam tecrübesi ve bilgisiyle kendi başına kaynak olmayı hak kazanmış bir şahsiyet olarak tarihiteki yerini almıştır. A. IĞDIR TARİHİ A.1. İslâmiyet Öncesi Iğdır Iğdır’ın bilinen tarihi M.Ö.10ncu ası a kadar uzanır. Asur kaynaklarına göre M.Ö. 13ncü yüzyılda Iğdır’ı da içine alan yörede URARTULAR önemli bir siyasi güç olarak hüküm sürmektedirler. 5 Mecit Hun Kendi ülkelerine BİAİNİLİ , başkentleri olan Van kalesine TUŞPA adını veren Urartuların yerleşim alanları Van, Çıldır; Urmiye ve Sevan (Gökçegöl) gölleri arasındaki bölgeyi kapsamaktadır. Tarihlere göre, Iğdır ovasının büyük bir bölümü bu sırada göl halinde olup Urartuların muteber üretim ve yerleşim merkezlerinden birisidir. Urartu krallarından I .Sardur’un oğlu İSPUİNİ (M. Ö.830-810 ) ve torunu MENNUA (M. Ö. 810-786 ) zamanında kuzeyde Aras çevresine ( Erzurum’dan Ağrı Dağı’na kadar ) ve Mecit Hun Ortaokul (Sağ Başta) güney doğuda Urmiye gölüne kadar olan bölge fethedilir. Memnua’nın oğlu ARGİŞTİ ( M. Ö 764- 735 ) döneminde ise çok verimli bir girişim gerçekleştirilerek ARAS ırmağı boyundaki topraklar tarım alanı olarak kullanılmaya başlanır. Bu suretle Aras vadisinin yukarı ve orta kesimi yapı,sulama ve tarım alanında önemli etkinliklere sahne oldu. Daha sonra Sevan (Gökçegöl) ve Çıldır gölü bölgeleri de bu üretim alanı içine alındı. Urartuların bölgedeki hakimiyetleri M.Ö.6 ncı yüzyıla kadar sürer. M.Ö. 590 tarihinde MED’ler tarafından tarihten silinirler. M.Ö.17nci yüzyılda Hint –Avrupa halkından olan Medler İran’ın kuzeyi ve Hazar Denizi’nin güneyinde bir kabile federasyonu kurarak zamanla batıya ve güneye yayılmıştırlar. Batı İran, Güney Kafkasya, içinde Iğdır ‘ında bulunduğu tüm Aras boyuna hakim olmuşlardır. Medlerin etkinliği kısmen Persler tarafından yok edilmiş, Makedonya 6 Iğdır Sevdası kralı Büyük İskender (M. Ö. 336 – 323 ) tarafından bölgenin tamamı ele geçirilerek Med ve Pers etkinlikleri yok edilmiştir. Büyük İskender’in ölümü üzerine kumandanları birbirine girdi ve yöre Partların eline geçti. Hazar bozkırlarında yarı göçebe olarak yaşayan PARNİ kabilesinin reisinin oğlu ARSAKSİS soyundan gelen ARAKSİSMİ, Part hanedanınca saltanat adı olarak kullanılmıştır. M.Ö. 250-211 tarihleri arasında yöreye tamamen hakim olmuşlardır. Partlar; Sasaniler tarafından M .S .224 tarihinde ortadan kaldırılıncaya kadar bölgede kısMecit Hun (Sol Başta) men hakimiyetlerini sürdürdüler. SELEVKOS NİKATOR ‘un (M.Ö. 312-281 ) Mezopotamya Dicle kıyısında kurduğu Helenistik SELEVKOS yönetimi de M. S. 165 tarihine kadar içinde Sürmeli Çukuru’nunda bulunduğu bölgede hüküm sürdü . M.S . 224-651 tarihleri arsında İran’da hüküm süren Sasanilerin kurucusu I. ARDEŞİR’dir (M.S. 224-241 ) adını Ardeşir’in atası SASAN’dan alır. Ardeşir önderliğindeki Sasani kuvvetleri Partları yenmiş ve kuzeyde Gürcistan, güneyde Arabistan, doğuda İndus Irmagı, batıda Fırat, Dicle ırmakları arasında kalan bölgede büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. O zaman ARARAT adıyla anılan Iğdır Sürmeli Çukur bölgesi bir eyalet olarak 200 yıl Sasani idaresinde kaldı. Dinleri Zerdüşt, dilleri Pehlevi olan Sasaniler, güzel sanatlara ve mimariye büyük önem vermiş, Iğdır yöresini tarım ve meyvecilik yönünden verimli ve önemli bir merkez haline getirmişlerdir. Bölgede Sasani hakimiyeti sürerken Arap kumandanlar yönetimindeki Müslüman güçler Ortadoğu’da, Ön Asya’da ve Güney Kafkasya’da dengeleri alt üst etmeye başlamıştı .Habip Bin Maslama yönetimindeki İslam ordusu Kadisiye (636), Nehavent (640 ) savaşları ile Sasanileri yenerek buradaki Ermenileri Hazar Türklerine karşı vurucu güç olarak kullandılar Araplar ; Ermenileri OSTİKAN adını verdikleri valiler yönetiminde 4 bölgeye ayırdılar. 1. Ani Bağratları (885-1045): Bizanslılar tarafından yıkıldı. 7 Mecit Hun 2. Kars Bağratları (9681064): Selçuklu kumandanı Alpaslan‘a teslim oldular. 3. Ardzruniler (887-1021): Selçuklulara dayanamayacaklarını anlayınca ülkeyi Bizanslılara bıraktılar. 4. Merkezi Lari’de bulunan Taşirk Bağratları Selçuklular himayesine girerek Müslüman oldular. Yörenin sık sık el değiştirmesinden, kanlı savaşlara sahne olmasından, hatırı sayılır bir tarım merkezi Iğdır (Sürmeli Çukur) büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkide Ermenilerin büyük payı vardır. Iğdır’ın buMecit Hun (Asker) günkü yapısının tarihini sağlıklı bir şekilde saptayabilmek için Ermenilerin tarihine kısaca göz atmada yarar vardır. ERMENİLER Nordin ve Alpin ırkları karışımı olan bu topluluğa Ermeni ismini Persler vermiştir. Ermeniler kendilerine HAYİK, oturdukları yurtlarına da HAYİSTAN adını verirler. Bu bölgeye M .Ö . 7nci yüzyılda Ermeniler Urartuların yıkılışı ile toprakların bir kısmını ele geçirerek yerleşirler. İran Kralı Keyhüsrev (M.Ö.590- 559) tarafından bölgenin tamamı işgal edilerek Pers İmparatorluğu kurulur. Dara zamanında Zura,Tigra ve Uyama savaşları ile Ermenilerin bulunduğu bölge Sürmeli Çukuru ile birlikte ele geçirilir. Büyük İskender AKAMANİŞ adıyla bazı tarihlerde anılan Pers İmparatorluğunu devirerek Küçük Asya’yı ele geçirince (M.Ö 334) Sürmeli Çukur, Erivan ve civarını bir vilayet haline getirerek aslen İranlı olan Mithrimes’i SATRAP ( Yönetici Vali ) tayin etti. 12 yıl sonra Satraplık Ermenilere geç8 Iğdır Sevdası ti. Kurucusu I. Oranes’tir . M . Ö . 215-190 tarihleri arasında Ermeniler Selefkilerin idaresine girdi. Selefki Kralı Antiokhos II. Fırat nehrinin doğusunda Büyük Ermenistan, batısında Mecit Hun (Arka Sıra Sol Başta) Küçük Ermenistan olmak üzere iki bölge tesis ederek her birine ayrı vali tayin etti. Ermeniler M.Ö.190 yılında Romalılar himayesinde krallıklarını ilan ettiler. I. Artaksias Erivan yakınındaki ARTAXATA’yı merkez yaptı. Romalı kumandanlardan CAİRUS CEASAR tarafından Ermenistan işgal edilerek Roma’ya ilhak edildi. Ermeniler Romalılarla Partlar arasındaki çekişmelerden istifade ile zaman zaman hakimiyetlerinin sürmesini sağladılar. M. S. 114’de yeniden Romalıların işgaline uğradılar. Bu defa Ermeniler yöreye yeniden hakim olunca Erivan yakınındaki Vatarşapat’ı (şimdiki Eçmiyadzin ) başkent yaptılar. Bu tarihten sonra Sasanilerle ilişki başlar. Sasani kralı ŞAPUR I. zamanında Ermenistan, Sasani yönetimine geçti ve kralı Ermenilerden atandı. M.S. 287’de tekrar Roma yönetimine geçen Ermeniler bu tarihte Hıristiyanlığı da kabul ettiler. M. S. 386’da Roma ve Sasaniler arasında olan savaştan sonra Doğu Ermenistan Erivan ve çevresindeki yerleşim sahaları ile birlikte Sasanilere geçti ve Sasanilerin tayin ettiği MORPZAN olarak adlandırılan İran valileri eliyle yönetildiler. Sasani hükümdarı YEZDGARD II (439- 457) Ermenistan’a ateşe tapan Zerdüşt din adamları göndererek Hıristiyanlığı önlemeye çalıştı. Dini inançlarına müdahaleden dolayı Ermeniler Sasanilere savaş açtı. M S 451’de yapılan Avaraya savaşında Ermeniler yenilgiye uğradı. Kumandanları öldürüldü. Ermeni din adamları İran’a götürülerek topluca kılıçtan geçirildiler. Sasaniler bu defa AKHUN’lar ile savaşa başlayınca Ermenilerle iyi ilişkiler içine girmek amacıyla dini baskıyı kaldırarak Ermeni din adamlarından Vahan Mamikanyan’a muhtariyet verdi. (485) Bu arada Arap İslam ilişkileri başlar. Diğer bölümlerde belirtildiği üzere Arapların Ostikan adını verdikleri genel valilerce idare edilen Erme9 Mecit Hun ni Bağratları 11nci yüzyılın sonlarına doğru çökmüş, Selçuklu ve Bizans yönetimlerine katılmışlardır. Bu defa BizansSelçuk çekişmesi başlamış, bu kanlı mücadeleye dayanamayan Ermenilerin büyük bir bölümü Klikya (Güney Anadolu ) bölgesine göç ederek orada bir süre hakimiyet kurmuş 1375’de Memluklara yenilerek dağılmış ve tarihe karışmışlardır. Bu sırada Anadolu’da Türklerin egemenliği güçleniyor, Bizans ve İran etkinliği silinmeye yüz tutuyordu. Ermeniler en rahat dönemlerini yaşadılar. Osmanlı yönetimi Ermenilere güveniyor,devlet yöneBitlisli Mehmet Efendi Kızı Naciye Hun timinde görev veriyordu. Timur’un istilasında ordunun üst kademesinde görev aldılar. İstanbul’un işgalinde yaşantıları ve inançları, işleri ve kültürel çalışmaları Osmanlı Devleti tarafından titizlikle korunuyordu Fatih Sultan Mehmet Bursa’da tanıdığı Ovakim adlı bir Ermeni din adamını İstanbul’a getirerek Ermeni cemaatine patrik tayin etmişti. Ermeniler İstanbul’un en mutena yerlerine yerleştirildiler. Sultan II. Beyazıt 1485 tarihli fermanıyla Sulumanastır Ermeni kilisesinin bu cemaate ait olduğunu teyit etti. Osmanlı Yönetiminin bu yumuşak ve müsamahakâr davranışları taşradaki Ermenileri İstanbul’a yöneltmiş, göç başlamıştı. Kısa sürede İstanbul’da artan Ermeni nüfusu kendi aralarında ayrılık ve sorun yarattı. Ermeniler yerli ve taşralı diye ikiye bölünmüş Kilikya ve Ecmiyazın kiliseleri de bu anlaşmazlığın içine sürüklenmişti. Buna rağmen Ermenilerin İstanbul’daki etkinlikleri giderek artış gösterdi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1534 Van ve yöresindeki fetih sırasında buradaki meşhur Ermeni usta, sanatkar, kuyum10 Iğdır Sevdası cu ve gümüşçüler İstanbul’a getirilerek yerleştirildi ve devletin sağladığı imkanlarla işe koyuldular. Ermeniler Osmanlının sadık tebaası haline getirilmişti. Ancak; 18nci yüzyılda Osmanlı – İran mücadelesi başlayınca fırsatı değerlendiren bazı Ermeni komitacıları dış tahriklere kapılarak Karabağ’da Davit Bey adında birisinin yönetiminde ayrılıkçı bir idare kurdular. Kendilerine Karabağ Melikleri adını verdiler (1722 – 1724). Osmanlılara karşı ayaklanan bu Ermeniler Osmanlı-Rus savaşlarında Ruslara yardım ettiler. Daha önce Rus Çarı Deli Petro, Ermenilerin durumundan istifade ve onları Osmanlılarla İran’a karşı kullanmak için buraya sefer yapmış ve bölgenin önemli bir kısmını Mecit Hun ve Eşi Naciye Hun ele geçirmişti. Oysa Anadolu (Evlilik) sakin ve buradaki Ermeniler mutlu idi. Askere alınmadıkları cihetle aralıksız bir gayret ile işlerini ve ticari hayatlarını güçlendiriyorlardı. Rusya’da bunun tam aksine olarak, okullarda Ermeni diliyle eğitim yasaklanmış, seyahat hürriyeti kısıtlanmış, siyasi bahanelerle Sibirya’ya sürgünler başlamıştı. 1877 – 1878 yani 93 savaşına kadar Ermenilerle Osmanlı yönetimi arasında ciddi bir pürüz çıkmadı. Daha önceleri Tanzimat fermanı ile diğer azınlıklar meyanında Ermenilere de bir çok haklar verilmişti. Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri sahada zayıflamasını amaç edinen devletlerin tahrikleri meyvelerini vermeye başlamıştı. Evvela İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi siyasi hareketlerin içine sokuldu. Osmanlılar bu etkinliği azaltmak için Ermenilere yeni yardım projeleri uyguladılar. Yedikule Ermeni Hastanesi’ne, Hasköy Yetimhanesi’ne resmi ödenekler tahsis edildi. Pat11 Mecit Hun rikhanenin bütçe açığına karşı hazineden yardımlar verildi. Ancak tahrikler giderek artıyordu. Van’da, Vanak Manastırı’nda bir din adamının kurduğu matbaada Ermenileri ayaklanmaya ve bağımsızlığa teşvik eden VAN KARTALI adlı bir gazete çıkarıldı. Bağımsız Ermeni hareketinin başında bulunan MIGIRDIÇ HARİMYAN 1869’da İstanbul’da Ermeni patrikliğine seçildi. Anadolu’daki vilayet ve yerleşim merkezlerindeki Ermenilere zulüm ve haksızlık yapıldığına dair raporlar yayınladı. Ayastefanos Anlaş- Soldan Sağa Mecit Hun, Musa Malgaz, Aziz Güney masını vesile ittihaz ederek HARİMYAN başkanlığında bir heyet Grandük Nikola’ya bir rapor sunarak Osmanlı Devleti’ni şikayet etti. Aynı heyet Avrupa’da, Roma, Paris, Londra ve Viyana’yı ziyaret ederek benzer raporları sundu ve Ermeni meselesini Osmanlılar aleyhine gündemde tutmaya çalıştı. Berlin Kongresi’ne sunulan bir muhtıra ile Ermeni sorunu Avrupa Devletlerinin gündemine girdi ve 6ncı madde olarak yerini aldı. Artık ip kopmuştu. Kanuni Esasinin ilanı sırasında Ermeni taşkınlıkları başladı. Ermeni okullarında isyan, ihtilal, bağımsızlık şiirleri okunuyor, halkı ifsat eden piyesler oynatılıyordu. Kilikya ve Ararat adıyla kurulan Ermeni cemiyetleri uydurdukları yalan haberlerle Ermenileri isyana çağırıyorlardı. Tahrikler, ilk meyvesini 1862’de Maraş’ın Zeytun nahiyesinde verdi. Ermeniler ayaklandı. 1865, 1867 ve 1878 tarihlerinde tekrarlanan bu ayaklanmalar Osmanlı yönetimini sıkıştırmaya başladı. Van, İstanbul, Muş ve Eleşkirt ayaklanmaları bunları izledi. Erzurum’da (Erzurum Silahlılar Cemiyeti ) adıyla bir Ermeni cemiyeti fesatlık yayıyordu. 1886’da Nazarbey ve karısı tarafından sosyal demokrat görünümlü HINÇAK cemiyeti kuruldu. Ayni isimle çıkardıkları bir gazete ile batı devletlerini ermeni istekleri doğrultusunda harekete çağırıyorlardı. 12 Iğdır Sevdası 1890’da “Ermeni İhtilalcileri” anlamına gelen TAŞNAK ( TAŞNAKSİYUN ) komitesi kuruldu. Derhal çalışmaya başlayan komite, Erzurum ve İstanbul’da gösteriler, Kayseri,Yozgat, Merzifon ve Sason’da ayaklanmalar tertiplendi. İngiliz ve Rus sefaret mensupları bu kanlı çeteyi maddi yönden destekliyor ve Osmanlıyı zora sokacak eylemler planlanıyorlardı. Galata’daki Osmanlı Bankası’nın basılması, 1904’deki İkinci Sason ayaklanması, 2nci Abdülhamit’e 1905’de yapılan suikast girişimi bunlardan birkaçıdır. Ayaktakiler Soldan Sağa Mecit Hun, Cihangir Turan,Aziz Güney Ermeni komitacıOturanlar Soladan Sağa Cemalettin Güneş, Sait Zor lar İkinci Meşrutiyetten önce Abdülhamit’in devrilmesinde İttihat ve Terakki cemiyeti ile işbirliği yapmış ve iyice şımararak 1909 yılında Adana’da ayaklanma tertiplediler. Bu ayaklanmalarda Müslüman halkın dini inançlarına, işyerlerine, kadınlara, zabıta kuvvetlerine saldırılar olmuş, Türk evlerine haç işareti konmuş, sokaklar tahrik edici yaftalarla doldurulmuştu. Zorunlu olarak yapılan tenkil hareketinin sonuçları mübalağalı şekilde Türkler aleyhine dünya kamu oyuna bildirildi. Bu sırada A.B.D. ve Mısır’dan açık ve şifreli mektuplarla Türkiye’deki Ermenilere talimatlar veriliyordu. Osmanlı Meclisi Mebusanında Erzurum’u temsil eden Ermeni Pastırmacıyan Avrupa’ya ve oradan Rusya’ya geçerek Ermenistan’da topladığı Ermeni komitacılarla Rus ordusuna yardım ediyordu. Osmanlılar tarafından Ruslara karşı seferberlik ilan edildiğinde Erzincan Ermenilerinin askerlik çağında olanları, İran üzerinden Rusya’ya geçerek Osmanlılara karşı savaşıyor, amele taburuna alınanlar ise birliklerinden kaçarak Erzincan köylerinde yalnız kalan asker ailelerine saldırıyor, tedhiş havası estiriyorlardı. Erzincan’da yakalanıp tutuklanan Dikran Papazyan adındaki bir Taşnak, korkunç tedhiş 13 Mecit Hun planlarını itiraf ediyordu. İşte bu nedenlerle 14 mayıs 1315’te (1899) tehcir kanunu çıkarıldı. Kanun; kritik ve tehlikeli bölgelerde bulunan Ermenilerin devletin güvenliği yönünden zararsız hale getirilmesini amaçlıyordu. Ermeniler bu kanunun tatbikatından çıkan sonuçların bütün günahını Osmanlı yönetimine yüklüyor ve soykırımın başlangıcı olarak dünya kamuoyuna yayıyorlardı. Ermenilerin bundan sonraki durumunu kitabımızın akışı içinde diğer siyasi ve askeri olaylarla birlikte değerlendirmeye gayret edeceğiz . Ermenilerle ilgili bu özet tarihi bilgiden sonra, içinde Iğdır ve Sürmeli Çukurun da bulunduğu yöremizin kitabımızda takip edilen tarihi seyir içindeki durumuna kaldığımız yerden devam edelim. Solda Mecit Hun, Ortada Eşref Kaya A. 2. İslâmiyet Döneminde Iğdır Arapların Habip Bin Maslama komutasındaki Müslüman güçler ile bölgeyi işgal etmesinden sonra kurulan Ermeni hakimiyetleri 11.yüzyılda Selçuk ve Bizans istilalarıyla son bulmuştur. Iğdır yöresi 1064 yılında Korhan kalesinin Alpaslan tarafından ele geçirilmesiyle Selçuklu idaresine geçmiştir. 1239 yılında her tarafı kasıp kavuran Moğol istilasından Iğdır – Sürmeli Çukuru da nasibini almış ve daha sonra Cengiz’in ölümünü müteakip kurulan 4 Moğol devletinden birisi olan İLHANLILARIN yönetimine geçmiştir. İlhanlılardan sonra 1360 tarihinde merkezi Erciş olmak üzere Bayram Hoca tarafından kurulan Karakoyunluların istilasına uğradı. Karakoyunlular 3. hükümdar Kara Yusuf ve 5. hükümdar Cihan Şah zamanında bölgeye tam manasıyla hakim oldular. Karakoyunluların izleri bir çok yerleşim merkezlerinde ve özellikle Karakoyun ilçe merkezinde halen mevcuttur. Karakoyunluların yöredeki egemenliği hükümdarları Hasan Ali Bey’in Akkoyunlu beyi Uzun Hasan tarafından 1469 tarihinde yenilgiye uğratılmasıyla son bulmuştur. Iğdır – Sürmeli Çukur yöresi bir süre de Celayirlerin egemenliğinde kalmıştır. 14 Iğdır Sevdası İlhanlı hükümdarı Hulagu’yu desteklediği için bölgede söz sahibi olmuş, İilhanlıların yıkılması ile iktidar arayışına girmiş olan Celayirlerin kurucusu Hasan Büzürg’tür. İlhanlı hükümdarı Ebu Sait Bahadır zamanında Anadolu valisi idi. Ebu Sait’in ölümü üzerine yönetimi ele geAziz Güney ve Mecit Hun çirmek için Çobanlı Emiri Hasan Küçük ile savaştı. Her iki rakipte HANLIK’lar kurdular. Azerbaycan, Ermenistan ve kuzey İran’daki hanlıklar (hanedanlıklar) bu tarihten sonra ortaya çıkmıştır. Hasan Büzürg Bağdat yönetimiyle iyi ilişkiler içine girerek Çobanlılara tekrar saldırmaya başladı. Oğlu ÜVEYS (1356 – 1374) 1360 tarihinde Azerbaycan’la birlikte Erivan ve Iğdır’ı da ele geçirdi. Bu sırada Timur OrtaAsya’dan doğuya doğru yayılmaya başlamış, Afganistan ve İran’ı işgal ettikten sonra, Celayirlerin merkezi olan Bağdat a saldırmıştı. Celayir hükümdarı Ahmet, Memluklara sığındı. Timur’un İkinci Seferinde ise Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıt’a sığındı. Timur’un geri isteme isteğini padişah reddedince Osmanlılara savaş açan Timur Ankara Savaşı (1402) ile Osmanlıları bozguna uğrattı. Yıldırım Beyazıt esir düştü. Karakoyunlular bu sırada Azerbaycan, Batı İran ve Sürmeli Çukur yörelerinde iyice yerleşerek hakimiyetini pekiştirdi. 1410’da Celayir hükümdarı Ahmet’i öldürüp Bağdat’ı da ele geçirdiler. Bundan sonra Akkoyunlular hakimiyeti başlar (1402 – 1502 ). Azerbaycan, Irak ve Doğu Anadolu’da hükümran oldular. Devletin çekirdeğini Karayülük Osman Bey kurdu. Kardeşleriyle mücadeleye girişip sıkışınca Sivas Emiri Kadı Burhanettin’e sığındı. Sonra buradan ayrılarak kuvvetlerini yeniden topladı, Sivas kalesini kuşatarak işgal etti ve kendisine koruyuculuk yapan Kadı Burhanettin’i öldürdü (1398 Arabel Savaşı ). Daha sonra Memluk Sultanı Berkuk’un yanında kaldı. Timur’un Anadolu seferinde öncülük yaptı. Timur’un izniyle Diyarbakır’da beyliğini ilan etti. Karakoyunlulularla sürekli çarpıştı. Bu çarpışmalardan birisinde 1435 tarihinde öldü. Oğulları arasında saltanat mücadelesi başladı. Uzun Hasan hakim oldu. Uzun Hasan yönetimi sırasında Iğdır ovası kışlak olarak kullanıldı. Uzun Hasan hakimiyeti 1502’de Şah İsmail tarafından ortadan kaldırıldı. Şah İsmail yönetimi de fazla sürmedi. 1514 Çaldıran seferiyle bölge15 Mecit Hun nin tamamı Yavuz Sultan Selim tarafından işgal edildi. Bu dönemde Iğdır ve Sürmeli Çukur, Korhan kalesindeki merkezi yönetime bağlı idi. Zaman zaman Bizans, İran ve Osmanlıların eline geçen Korhan’da 1644 yılında büyük bir deprem oldu. Ağrı dağı zirvelerinden kayan taş ve toprak kitleleri asırlık uygarlıkların izlerini adeta sildi ve toprağa gömdü. Yalnız kale ve civarı ayakta kaldı. Iğdır ovasındaki yerleşim merkezleri bu tarihten sonra kuruldu . Iğdır yöresi 1737 ile 1746 tarihleri arasında tekrar İranlıların eline geçti. 1746’a Osmanlı hudutları içine alınan yöre 93 savaşı ile Rusların eline geçti. 50 yıla yakın bir Rus işgalini müteakip Misak -ı Milli sınırları içine alındı. Birinci Dünya Harbi, harbin sonuçları, mütareke yılları, Kurtuluş ve Cumhuriyet dönemindeki Iğdır’ı geniş bir şekilde incelemeden önce, geçen tarihi süreç içerisinde Iğdır ve yöresinin kimler arasında el değiştirdiğini özetlemekte yarar vardır. 1. Urartu Egemenliği 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. M.Ö. 13 yüzyıl - M.Ö. 6ncı yüzyıl Mecit Hun Sohbette Medler M.Ö. 6 yüzyıl - M.Ö. 4nci yüzyıl Persler Medlerle aynı dönemde Makedonlar M.Ö. 336 - 323 Partlar M.Ö. 312 - M.S. 224 Selefkoslar M.Ö. 312 - M.S 165 Sasaniler 224 - 636 Araplar 636 - 640 Ani Ermeni Bağratları 885 - 1045 16 Iğdır Sevdası 10. Selçuklular 1064 - 1239 11. Moğollar (İlhanlılar ) 1239 - 1360 12. Celayirler 1360 - 1402 13. Karakoyunlular 1360 - 1469 14. Akkoyunlular 1402 - 1502 15. İranlılar 1502 - 1514 16. Osmanlılar 1514 - 1717 17. Tekrar İranlılar 1737 - 1746 Mecit Hun (Sol Başta) ve Ali Işık 18. Osmanlılar 1746 - 1878 19. Rus yönetimi 1878 - 1918 Bir tarih dilimi içinde bunca değişik savaşlara, kültürlere sahne olan Iğdır- Sürmeli Çukuru tarih aştırmacılar için gerçekten önemli bir konu oluşturmaktadır . 1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşı yıllarına gelmeden önce 93 harbi ile Elviyeyi Selese (Baturm, Ardahan ve Kars’tan ibaret üç il) ile birlikte 50 yıl süre ile Rus yönetiminde kalan Iğdır’ın bu zaman dilimi içindeki durumunu da hatırlamakta yarar vardır. 1878’de Rus idaresine geçen Iğdır yöresinde yarım asırlık süre Azeri Türkler, Kürtler ve Ermenilerle Yezidi Kürtler arasında kavgasız, nizasız bir dönem teşkil etmektedir. Bu dört toplum birbirlerinin varlığına saygı göstermekte, dostluk ve kirvelikler tesis ederek birlikte yaşamanın en iyi örneklerini vermektedir. Rus yönetimi de Müslüman halkı asker yapmadığı gibi inançlarına karşı saygılı davranmaktadır. Bu davranış Rusya’nın kendi içindeki ideolojik çatışmadan ileri gelmektedir. Çarlık yönetimi, imparatorluk sınırları içinde kalan Müslüman halkı siyasetten uzak tutmak ve kendilerini meşgul edecek olaylara karışmamaları için dikkatli davranmaktadır. Bu dönemde Iğdır ve Tuzluca, Karakoyun, Aralık da etnik grupların köyleri ve yerleşim sahaları ayrı ayrıdır. ERMENİLER: Iğdır merkez ( Iğdırmava ve Sultanabat hariç ), Alkamerli, Halfeli, Hoşhaber, Hakveyis, Özdemir, Pulur, Yüzbaşılar, Kadıkışlak, Tecirli, Evci köyleri; Karakoyun ilçesinin Mürşitali, Alican, Taşburun köyleri 17 Mecit Hun ile Aralık ilçesinin Yukarı Topraklı köyünde ; AZERİLER: Iğdır merkezinin Iğdırmava ve Sultanabat mahalleleri ile Küllük, Çalpala, Bayraktutan, Aşağı ve Yukarı Çarıkçılar, Yaycı, Çavuşbahçe, Kasımcan, Kazancı, Kuzugüden, Erhacılar, Melekli, Mecit Hun (Ortada) Taşlıca, Sıçanlı, Kundo, Alıköçek, Oba, Sarıçoban; Karakoyunlu’da, Karakoyun ilçe merkezi, Bayatdoğanşalı, Zülfikar, Cennetabat, Gökçeli, Kacardoğanşalı, Koçkıran ve Şireci köylerinde; Aralık’ta, Aralık ilçe merkezi, Aşağı Çiftlik, Emince, Ortaköy, Tazeköy, Yukarı Çiftlik ve Hasanhan köylerinde; KÜRT AŞİRETLERİ: Iğdır’da; Asma, Çilli, Gülpınar, Mezra, Örüşmüş, Suveren köylerinde ; Karakoyun ilçesi Bulakbaşı köyünde; Aralık ilçesinin Adetli, Aratan, Babacan, Gödekli, Hacıağa, Karahacılı, Kıraçbağı, Kulukent, Ramazankent, Tarlabaşı, Yenidoğan, Çamurlular, Aşağı Topraklı köylerinde; YEZİDİ KÜRTLER: Karakuyu, Bendemurat, Karaçomak, Güngörmez, Harmandöven, Nişankaya köylerinde oturmakta idiler. Tuzluca’da Ermeni yok gibidir. Aslanlı, Sinek köylerinde Yezidiler, diğer köylerde Kürt aşiretlerle Azeriler oturmaktadır. Ermenilerle ilgili verdiğimiz tarihi bilgilerde bahsedildiği üzere Osmanlı Devleti’ni askeri ve siyasi açıdan zayıf düşürmek amacıyla harekete geçiren Avrupa ülkeleri bu konuda faaliyet gösteren Ermeni Taşnak partisini her sahada desteklemektedir. Taşnaklar Anadolu’da halkı ayaklandırmaya çalışırken diğer yandan Erivan-Iğdır dolaylarındaki Ermenileri de Müslüman halk aleyhine (Azeri ve Kürtler ) tahrik etmekte ve düşmanlık yaratmağa çalışmaktadır. Osmanlı tarafındaki Müslümanların üzerine saldırmaya çalışıyorlardı. Anadolu’dan getirilen kadın ve çocuklar perişan kılıklarla Rus Ermeni köylerinde dolaştırılıp Müslümanların zulmü abartılarak anlatılıyordu. Hatta Taşnak çeteler geceleri Erivan ve Iğdır’daki köylere saldırıp eylem yapmakta ve bunu Müslümanların üzerine atarak ortalığı velveleye vermekte idiler. Taşnaklar bununla kalmayarak etnik fark gözetmeksizin Müslüman köy18 Iğdır Sevdası lerini yıkıp yakmağa kitle halinde katliama başlamışlardı. Müslümanlarla Ermeniler arasındaki komşuluk, dostluk duyguları düşmanlığa intikama dönüşmeye başlamıştı. 1. Dünya Savaşının başlangıcında Iğdır yöresinde durum bu merkezde idi. Osmanlı imparatorluğu gerileme ve çökme sürecine girmişti. İttihat ve Terakkinin üç paşası (ENVER, TALAT, CEMAL Paşalar) devlet yönetimini ele geçirmişlerdi. Savaş Avrupa da patlak vermiş Fransa, İngiltere, Rusya, Sırbistan, Belçika, Lüksenburg, Karadağ, Japonya, İtalya, Portekiz, Romanya, A.B.D., Yunanistan ve Brezilya’nın oluşturduğu İTİLAF devletlerine karşı, Almanya, Avusturya, MaAyaktakiler Soldan Sağa Muhsine Kaya, caristan ve Bulgaristan İTTİFAK Mehmet Kaya, Naciye Hun, Mecit Hun (Nişanlı) DEVLETLETRİ adı altında 1. Dün- Oturanlar Soldan Sağa Zinnet Kakioğlu, Nazire ya Savaşına fiilen girmişlerdi. Do- Kakioğlu, Mehmet Kakioğlu ğuda kendilerini sağlama almak, Öndekiler Safiye Kakioğlu, Fetullah Kakioğlu özellikle Akdeniz ve Karadeniz’de etkinlik ele geçirmek amacıyla Almanlar, iyi ilişkiler içinde bulundukları İttihatçı paşaları ikna etmeye ve Osmanlıları harbe sokmaya çalışıyordu. O sırada İngiliz tersanelerinde bulunan Osmanlılara ait Reşadiye ve Sultan Osman isimli harp gemilerine İngilizler ambargo koymuştu. Kamu oyu bundan rahatsızdı. Harbe girmeye kararlı görünen İttihatçılar bunu fırsat bularak Yavuz ve Midilli ismini verdikleri Almanların Göben ve Breslav savaş gemilerini Türk kara sularına soktular. Boğaz komutanlığına verdikleri bir emirle Karadeniz’e geçişlerini sağladılar. Ruslar durumu evvela protesto etti, hemen arkasından 2 Kasım 1914 tarihinde Osmanlılara harp ilan etti. Bu suretle Osmanlı Devleti de müttefikler safında fiilen harbe girmiş oldu. Osmanlı Ordusu Kafkas cephesinde hareketlenerek Narman-DelibabaEleşkirt-Doğubayazıt hattını almaya çalıştılar. Çar tarafından Kafkas cephesi kumandanlığına tayin edilen Grandük Nikola yönetimindeki Rus kuvvetleri cephe boyunca mevzilenmeye başladılar. Rus ordusunun 700.000 kişilik mevcuduna karşılık Kafkas cephesinde Osmanlı ordusu 64.000 kişiydi. 19 Mecit Hun Rusların dolgun mevcutlu 183 piyade taburu, 244 süvari bölüğü 386 topuna karşılık Osmanlıların zayıf mevcutlu 122 piyade alayı, 28 süvari bölüğü ve 150 topu vardı. Osmanlıların 3. Ordu komutanı Vehip Paşanın yerine atanan İzzet Paşa idi. Rus kuvvetleri zayıf Osmanlı Ordusunu çekilmeye mecbur etti. Erzurum’un da işgaliyle üstünlüklerini pekiştiren Ruslar Bolşevik İhtilali sebebiyle Osmanlı ordusuyla 18 aralık 1917’de Erzincan’da mütareke yaparak çekilmeye başladı. Bu sırada Van’da toplanan Ermeniler ise Rusların boşalttığı yerleri işgale başladılar. Savaş bundan sonra Ermenilerle Türkler arsında ağırlıklı olarak devam etti. Aslında; Osmanlılar daha Mecit Hun (Sol Başta) savaşın başlangıcında büyük güç kaybına uğramışlardı. 1878 yılında Rus işgaline uğrayan Elviyeyi Selaseyi ( Kars, Ardahan ve Batum vilayet ve kazaları ) kurtarmak amacıyla Almanların da onayı ve desteği ile Enver Paşa komutasındaki 3.Ordu birlikleri ağır kış şartlarına dayanamayarak Sarıkamış’ta büyük bir hezimete uğradı. 22 Aralık 1914 tarihinde başlayan harekat 5 Ocak 1915’de sona ermiş, bu cephedeki 60.000 asker mevcudu 10.000’e inmiş, bu askerlerin de savaşacak gücü kalmamıştı. Brest Litovsk anlaşmasıyla doğan şartları yerine getirmek ve Elviyey Selaseyi geri almak için Yakup Şevki Paşa grubu da harekete geçerek 25 Nisan’da Kars’ ı işgal etti. 15 Mayıs’ta Gümrü’yü ele geçirdi. Nazarbegof idaresindeki Ermeni kolordusu geri çekildi. Güneyde İran’a girilerek Maku, Hoy bölgeleri ele geçirildi. 4 Haziran 1918’de Batum’da barış yapıldı. YöredekiTürkMüslümanunsurlararasındaörgütlenmehareketleri başlamıştı. 5 Kasım 1918’de Ordubat, Nahçıvan, Sürmeli, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Acara halkı Kars Milli Şura hükümetini kurdu. İbrahim Cihangirof başkanlığında kurulan Şura’ya Kağızman’dan Ali Rıza Bey (Ataman) Iğdır’dan Hüseyinkentli Mehmet Bey (Araslı ) katılmışlardı. Bölgeden çekilen Rusların yerine İngiliz Kafkas ordusu gelmişti. İngilizler 13 Nisan 1919’da kongreyi dağıtarak Cihangirof İbrahim Bey’i Malta’ya sürdü. Özgürlükle ilgili ilk deneme bu suretle başarısız oldu. Harbiye Nazırı Şakir Paşa 8 Mayıs 1919 tarihli telgrafta durumu 15. Kolordu komutanlığına şöyle bildirmektedir: “ Kafkasya’da Elviyeyi Selase’de müteşekkil İslam Şurası İngilizler tara20 Iğdır Sevdası fından dağıtılmış, Kars’a bir Ermeni vali tayin edilmiştir. Ayrıca karsa bir Ermeni müfreze yerleştirilmiş, Kağızman’a İngiliz askerleri gönderilmiştir. Ordubat ve Nahçıvan, mahalli İslam halkı tarafından oluşturulan meclis tarafından idare ediliyordu. Ermeniler buraya giremiyorlardı. Sonraları buraya gelen bir İngiliz. müfrezesi yönetime Ermenileri de dahil etmiştir. Bu sırada Antranik adındaki Ermeni kumandanın yönetiminde büyük bir askeri gücün Van’a ilerlediği şayiaları Ermenilerce çıkarılır. Amaç Osmanlı ordusunun maneviyatını yıkmaktır. Kazım Karabekir Paşa deneyimli bir asker olarak bunlara inanmaz. Nahçıvandan Ermeni katliamı haberleri gelmeye başlamıştır. Kazım Karabekir Paşa, Piyade Yüzbaşısı Hali’i, Asteğmen Osman Nuri, Asteğmen Edip Topçu, Teğmen Naci efendiler 7 fedai erle Doğubeyazıt garnizonunda ordudan kaçmış numarası ile Nahçıvan’a sızdılar. Oradaki Ermeni çetelerini imha edip döndüler.” Iğdır ve Beyazıt köylerinden de Ermeni katliamı haberleri gelmeye başlamıştı. Anadolu istikametinden gelen silahlı Taşnak çeteleri, Iğdır- Kervansaray, Musun (Suluçem ) yolu üzerinde bulunan Kucak köyüne gelerek köylülere gayet yumuşak davranarak kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar hepsini bir araya toplamış ve topluca katletmişler. Olayı gören iki çoban Asma ve civar köylere felaketi haber verir. Durumu öğrenen dağ köylerindeki Kürt aşiretleri köyleri boşaltıp daha emin yerlere çekilirler. Bir taraftan da silahlanmaya hız verirler. Kucak olayı Taşnak olmayan yerli Ermenilerle Müslüman halkın güven bağlarını sarsmış ve silahlı Müslüman çeteler Ermeni köylerine saldırmaya ve intikam almaya başlamışlardı. Mücadele ve çekişme Müslüm-Gayrimüslim savaşı halini almıştı. Aslen Kürt ırkından olup kadimden beri birlikte yaşayan ve fakat Müslüman akidesiyle uyuşmayan dini inançlarından ötürü YEZİDİ olarak adlandırılanlar da bu savaştan nasibini almış ve Müslüman çetelerin hedefi olmuştu. Yezidilerin Ermenilerle bir işbirliği olmadığı halde böyle bir oluşumun yorumu ayrı bir konudur. Kürt aşiretleri kolayca silah temin edebiliyor ve dağlarda barınma imkanı buluyordu. Azeri halkın böyle bir şansı yoktu. Ermeni taşnak çetelerinin saldırısına uğrayan yüzlerce Azeri katledilmiş, evleri, işyerleri yağmaya uğramıştı. Ağaver, Sarıçoban, Oba ve Dize ( Koçkıran ), Cennetabat köylerinde katliam ve Taşnak baskısı haberleri gelmeye başlamıştı. Azeriler yükte hafif pahada ağır olan eşyalarını alıp köylerini terk ediyorlar ve geri kalan eşyalarını da imkan nispetinde şüphe celp etmeyecek 21 Mecit Hun yerlerde ot ve samanla toprağa gömüyorlardı. Köylerini terk eden Azeriler için en emin yer İran idi. İran’nın batısındaki Maku, Hoy, Merend, Tebriz civarında yaşayan İran Azerilerine sığınıyor ve Iğdır’ın durumunu buradan izliyorlardı. Bu suretle Azeri yerleşim merkezleri ve köyleri tamamen boşalmıştı. Azeri halkının İran’a göç etmesinde aşiret milislerinin büyük yardımı olmuştur. Bir kısım Azeri halk tanıdıkları Kürtlerin haftalarca ve hatta aylarca yanında kalmış ve güvenli bir şekilde gidecekleri yere ulaştırılmışlardır. Bu sırada Nahçıvan ve kısmen Azerbaycan’da hareket halinde bulunan Osmanlı Ordusunun iaşesinin ikmal ve temininde ciddi sıkıntılar vardı. Devletin kaynakları kurumuş ülke baştan başa işgal edilmiş olduğu için bu büyük coğrafyada erzak temini büyük bir problemdi. Azeri halk kıt kanaat temin ettiği yiyeceğini askerle paylaşıyordu. Azerbaycan zenginleri Osmanlı ordusuna erzak yetiştirmenin yanında Kürt milis güçlerini de destekliyorlardı. Merhum Hacı Zeynelabidin Tagiyef ( Bakü petrol sanayicisi) on binlerce teneke kavurmayı cephelere gönderiyordu. Bu kavurmaların bir bölümü istasyonlardan fazla bekletildiğinden bozulmuş olduğu için Baharlı Mahallesi ile Melekli köyü arasındaki arazide açılan çukurlara gömülmüş ve teneke kalıntıları yıllarca devam ettiğinden bu bölgeye TENEKELER mevkii adı verilmiştir. 3 Mart 1918 tarihinde taraflar arasında yapılan Brest-Litowsk anlaşmasıyla Elviyei Selase (Kars, Ardahan, Batum) Osmanlı devletine iade olunmuş, 31 Kasım 1918 tarihinde akdedilen Mondros anlaşması ile Osmanlı kuvvetlerinin harpten önceki sınırlara çekilmesi kararlaştırılmıştı. Bu sırada ülkenin her tarafında olduğu gibi Doğu’daki askeri birliklerde perişandı. Şevki Paşa idaresindeki ordu merkezi Kars’ta, birlikleri ise Elviyei Selase’de, İran Azerbaycanı’nda dağınık ve yorgun halde idi. Kazım Karabekir Paşa 1. Kafkas Kolordusu komutanı idi. Karargah merkezi Tebriz olan Kolordunun 11.Fırkası İran Azerbaycanı’nı, 9.Fırka da Erivan, Iğdır, Nahçıvan bölgesini işgal ediyordu. Kolordu zayıf mevcuduyla yüzlerce kilometrelik sahaya yayılmıştı. Kamerli’de bulunan Rüştü Paşa Fırkası mütareke hükümlerine uyarak çekilme hazırlığında idi. Ermeniler Müslümanlara saldırmak için bu fırsatı sabırsızlıkla bekliyordu. Bu arada İstanbul’a çağrılan Kazım KaraBekir 15.Kolordu kumandanı olarak geri dönmüş Ermenilerle mücadeleye başlamıştı. 5-6 Temmuz 1919 da Ermeniler Büyük Vedi kasabasına saldırdılar. 800 ölü 1200 yaralı vererek geri çekildiler. Ermeni güçlerini yöneten General Mayor Şalkonikof’un imzasını havi bir emirname ele geçirilmiş, bu emirnamede Müslümanların tümüyle imha edilerek Aras’a döküleceği emrediliyor22 Iğdır Sevdası du. Bunu takiben iki İngiliz subayı Erivan’a gelerek Müslümanlarla Ermenileri barıştırmak istediklerini bildirmiş, ancak bu iki kişinin İngiliz üniforması giymiş Ermeniler olduğu tespit edilir. İngilizler bölgede Ermenileri alenen desteklemektedir. Vedi baskısının yapıldığı tarihte Ermeniler Kars’ta Kurudereyi basarak 9 kişiyi öldürmüş, kadınlı erkekli 35 kişiyi köyün hayvanatı ile birlikte alıp götürmüşler, yine Arşak adındaki bir Ermeni yönetimindeki Taşnak çeteler Sarıkamış’ın Akçakale bölgesinde 4 köyde yaptıkları baskında bir köyün tüm fertlerini öldürmüş diğer köylerden 60’ar adam götürmüş ve kesmişlerdir. Karakurut’ta katliam yapılmakta ve her taraftan buna benzer haberler alınmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere ordu dağınık ve perişan halde olduğundan her tarafta olduğu gibi Iğdır (Aralık ve Karakoyun dahil ) ve Tuzluca bölgelerinde sivil halk milis güçleri halinde silahlanıp örgütlenerek Ermenilere karşı namusunu, toprağını ve varlığını korumağa çalışmaktadır. Iğdır ve yöresinde Müslümanlarla Ermeniler arasında kanlı mücadele devam ederken Anadolu’nun her tarafında düşman istilasına karşı halk hareketleri başlamış ve örgütlenme aşamasına girilmişti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal oradan Amasya’ya gelerek Amasya tamimini yayınlamış ve Erzurum’a hareket etmiştir. Erzurum’da daha önce başlayan kongre hazırlıkları son aşamaya gelmiş, delegelerin katılımını sağlamak amacıyla toplantı tarihi birkaç kez de tehir edilmiştir. Mustafa Kemal delege olmadığı için kongre delegelerinden Cevat Bey (Dursunoğlu) istifa ettirilerek kongreye girmesi ve kongre başkanlığına seçilmesi sağlanır. 23 Temmuz 1919’da açılan kongre 7.8.1919’da sona erdi. Kongrede alınan kararların uygulanabilmesi, milli mücadelenin başarıya ulaşabilmesi Doğu ve Güneydoğudaki Kürt aşiretlerinin tutumuna bağlıdır. Mustafa Kemal bunu çok iyi bilmektedir. Bu sebeple kongrenin bitiminden hemen sonra aşiret ileri gelenlerine mektup yazarak onları yardıma çağırır. Örneğin; 13 Ağustos1919 tarihini taşıyan ve Bitlis’te Küfrevizade Şeyh Abdulbaki Hazretleri, Şırnak’taki AbdurrahmanAğa Hazretleri, Dirşulu’de Ömer Ağa Hazretleri, Muşar’da Resul Ağa Hazretleri, Siirt’te Eski Mebus Sadullah Efendi Hazretleri, Seyh Mahmut Efendi Hazretleri, Nurşinli Meşayih-i İzamdan (Büyük Şeyh) Ziyaettin Efendi Hazretleri, Garzan’da rüessadan (ileri gelen) Cemil Çeto Bey, Mutki’de Aşiret Reisi Hacı Musa Bey’e yazdığı mektuplar bu davranışı belgelemektedir. (Bu mektuplar Atatürk Nutku’nun vesikalar bölümünde sırasıyla 47,48,49,50,51,52,53 numaralı vesikalar diliminde yer almaktadır.) Başarıya ulaşmak için milli birlik ve beraberliğin tesisine ne kadar çok ihtiyaç olduğunu gösteren belgelerden birisine bu kitapta yer vermeyi uygun 23 Mecit Hun gördüm. “Bitlis Küfrevizade Şeyh Abdülbaki Hazretlerine Faziletlû Efendim. Zat-ı fazılanelerinin Bitlis’te olduğunu tahmin ediyorum. Bu defa aldığım malumat üzerine bu husus tevsik edildi. Makam-ı Mualla- yı hilafet ve saltanatı ,vatanımızın içinde bulunduğu müşkül vaziyet malum-ı arifaneleridir. Senaverleri milletimizin bugünkü felaketin içinden çıkacağı güne kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya hasr-ı vücut etmekten başka şiar-ı hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa ettim. Çünkü resmi makam ve sıfatım buna mani oluyordu Mecit Hun Kürsüde (1973) Bugün için yegane çare-i halas millettin vahdetini bütün cihana göstermek ve hukuk-ı mukaddesatımızı milletin ibraz edeceği kudret ile tahsis etmektir. Erzurum kongresine tekerrür ettirilen esaseti takdim ediyorum. O havalice icabına tevessül buyurularak düşmanlarımızın her türlü telkinatına set çekmeleri müsellem olan hamiyet ve vatanperverlikleri intizar olunur. Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim efendim.” B. HÂTIRATIM Yıl 1932. Hayatımın dönüm noktası... Ağrı harekatı tamamlanmış, oturduğumuz Adetli köyü de içinde olduğu halde Ağrı eteklerindeki yerleşim yerleri boşaltılarak Askeri Yasak Bölge (Mıntıka-i Memnu) haline getirilmişti. Babam Iğdır’ın Baharlı mahallesinde Ermenilerden kalma bir eve yerleşmişti. Evin duvarları çamur, zemini toprak olup üstü kamış, ağaç ve toprakla 24 Iğdır Sevdası kapatılmıştı. Ama Adetli’deki evimize göre daha kullanışlı idi. Evle birlikte satın alınan bitişik 15 dönümlük arsasında tek bir ağaca rastlanmazdı. Mahallenin büyük bir kısmı bomboştu. Bizden önce Ağrı ve Rusya’dan gelen Karapapaklar (Terekemeler) mahallenin bir kısmını sahiplenmiş ve işgal etmişlerdi. Burası Ermenilerden metruk (terk edilmiş ) olduğu için kimsenin şahsi mülkiyeti değildi. Değişik bir hayat başlamıştı. Doğup büyüdüğümüz Adetli köyünden farklı Mecit Hun ve Ağrı Dağı bir yerdi burası. Adetli köyü Ağrı Dağı eteklerinde kurulmuş 25-30 hanelik bir yerleşim sahasıydı. Evlerin duvarları toprakla sıkıştırılmış, taşlarla gelişigüzel örülüydü.Toprak olan zemine genellikle sazdan yapılma hasır, ot ve ince saz yayılır, onun üzerine, oturanların ekonomik gücüne göre çul, keçe, kilim ve halı gibi şeyler serilirdi. Bizim Adetli’deki evimiz emsallerine göre en iyisiydi. İçinde tandırı olan ve aynı zamanda mutfak görevi yapan büyük bir bölümü vardı. “Ev damı” adı verilen bu bölümde eve ait yatak, keçe, kilim, sandık gibi eşyalar cinslerine ve kategorilerine göre tasnif edilirdi. Evin hemen hemen bütün fertleri bu bölümde yatardı. Herkesin köşesi ve yatacak yeri vardı. Kadınlarla erkekler bir perde ile ayrılan ayrı bölümlerde yatardı. Evimizin bir de misafir odası bulunuyordu. Damdaki bir baca penceresi ile aydınlanan ve havalandırılan bu odada keçeler kilimler serilmiş, minderler, yastıklar yerli yerine konmuş halde muhafaza edilirdi. Gelen misafirler, misafir olmadığı zamanlar da babam bu odada yatardı. Karahacılı, Kolikent ve Hıdırlı gibi yakın köylerdeki akrabalarımız babamın evde bulunduğu akşamları bu misafir odamızda toplanır, sohbet ederlerdi. Genellikle Ermenilerle olan savaştan, Kürt milislerle Hamidiye Alaylarının fedakarlıklarından ve özellikle Erivan ve Nahcıvan’daki Azeri direnişin25 Mecit Hun den bahsedilirdi. Herkes Kazım Karabekir Paşa’yı özel bir saygı ile anardı. Yine bu misafir odamızda bazen bir dini hocanın imamlığı ile cemaat namazları kılınır ve gece geç saatlere kadar dini konu- (1) Mecit Satmış, (2) Mecit Hun, (3) Mecit Hun, (4) Fatma Satmış, (5) Bedir Yalçın lar konuşulurdu. Dengbej (Kürt Şarkıcı ) yarışmaları ne kadar eğlenceli idi! İçlerinde gerçekten çok kabiliyetli olanlar vardı. Kürtçe’yi çok güzel konuşur, kafiye kurar ve dinleyenleri coştururlardı. Usta kavalcıların katılımı ise bu geceye ayrı bir hava verirdi. Doğa ile iç içe idik. Köyün önündeki sazlıkta yabani domuzlar, Karasu’da sazan balıkları, yabani ördekler, köyün üst kısmındaki lav taşları arasında keklikler alışa geldiğimiz hayvanlardı. Av araçları mahdut olduğundan bu hayvanların sayısı katlanarak artıyordu. Hayvancılıkla uğraşıyor yazın (Haziran-Eylül ) yaylalara çıkıyor, kışa doğru köye iniyorduk. Yayla olarak Ahura köyünün üstünde bulunan Hoca Yurdu,Yusuf Bey yurtları veya Tuzluca ve Ağrı iline bağlı Sinekler’e gidilirdi. Ağrı Dağı’ndaki yaylalarda kar suyu içerdik. Çadırımız ve obamız Ahura deresine yakın bir yere konardı. 1829 yılında büyük bir deprem ve toprak kayması sonucu oluşan bu korkunç dere aynı zamanda Ağrı Dağı zirvesinden kopup gelen buzulların da toplanıp depolandığı bir yer olmuş. Soğuk mevsimlerde buraya dolan buz ve kar kitleleri yaza doğru eriyerek büyük bir sel halinMıhê Kazak (Gölalı) de Ahura (Yenidoğan ), Tezharaba, Karahacılı, Kolikent, Yukarı ve Aşağı Topraklı ile Adetli köylerine kadar ulaşır ve buralara Ağrı eteklerinin topraklarını götürür. Bu köylerde bu sel sularından istifade ile tarım yapılır ve meralardaki hayvan sürülerinin içme suyu ihtiyacı 26 Iğdır Sevdası giderilir. 1829 depreminden önce çok büyük bir Ermeni köyü olan Ahura tamamen toprak altında kalmış, hiçbir canlı kurtulamamıştır. Şimdiki Yenidogan bu eski köyün bulunduğu mevkide sonradan kurulmuştur. Köyün birkaç Soldan Sağa Adil Kuk ve Mecit Hun kilometre üstünde bulunan Yakup Peygamber Manastırı da kayan topraklar altında kalmıştır. Şimdi buradan sızan kar sularına Yakup Peygamber çeşmesi adı verilmektedir. Hoca ve Yusuf Bey yurdunun üst taraflarında zirveye yakın yerlerde yabani keçi sürüleri, yabani koyun kümeleri zamanla azaldı. Bu gün bile bu hayvanlara sarp yerlerde rastlanmaktadır. Hoca yurduna göre Ağrı’nın batıda görünen yamaçlarında Mıhê Kazak amcanın “Korhan Atıcısı” adıyla anılan mezrası görünmektedir. Rus ordusunda bir süre süvari askerlik hizmeti yaptırıldığı için “kazak “ lakabıyla anılan Mıhê amcamızın 400-500 adetten oluşan at sürüleri vardı. Eğitilmeyen, binilmeyen bu vahşi hayvanlar Ağrı Dağı’nın bu yamaçlarında her tarafta otluyor, geceleri, aygır olanların denetim ve yönetiminde rüzgar almayan derelerin içinde bir araya toplanıyorlar, kurtlar ve vahşi hayvanlardan kendilerini görevli aygırlar vasıtasıyla korurlardı. Saldırı girişiminde bulunan aç kurtlar bu aygırların tekmeleri ile linç edilirdi. Uzun zaman dillere destan olan bu at sürüleri Ağrı İsyanı sıralarında İranlı çapulcular tarafından sürü halinde Ağrı Dağı’nın öbür tarafına geçirilmiş, bir çoğu kurşunlanarak öldürülmüş ve bir kısmı ise yakalanarak bu güzel doğa zenginliği yok edilmiştir. Değerli din adamlarımızdan Hacı Hamza Göleli, ülkücü ve milliyetçi gençlerimizden Mikail Göleli, Iğdır’daki iş adamlarından Hacı Nebi, Hacı Sultan Ali ve Hacı İbrahim Göleli’nin dedeleri olan Mıhê Kazak amca 120 yaşlarında yüzlerce torun sahibi olduktan sonra vefat etti. Nur içinde yatsın. Ağrı harekâtı sonucu köylerimiz yasak bölge içine alınınca hayvancılığı devam ettirdik. Babam 1000 civarında koyunumuz, irili ufaklı yirmiye yakın atımız, 30 civarında devemizle Sinek yaylalarına gitmeye başlamıştık. Bu suretle yeni bir çevre tanıyordum. Yayla gidiş ve dönüşlerimizde konakladığı27 Mecit Hun mız Alköse, İnce köyleri ile Pursak ve Sükü’den babamın birkaç dostu vardı. Kendilerine “Dağlı” ve “Ayrımlı” denilen Azeri kökenli bu insanların yaşam tarzları beni etkiliyordu. Çiftçilik yapıyorlardı. Fakat, en varlıksının senelik üretimi Soldan Sağa Medet Serhat, Mecit Hun, Bilinmiyor, Kemal Güven birkaç torba patates ve havuç ile 50-60 kod ( bir teneke hacmindeki hububat ölçeği – ortalama 15 kg.) buğday ve arpa idi. Bu insanlar yaylacıların dönüşünü dört gözle bekler ve artırabildikleri ürünleri karşılığında yağ, peynir ve şor (çökelek ) temin ederek kış hazırlığını yaparlardı. Yaylacılar da bu suretle bir kalemde kışlık buğday ve patates gibi ihtiyaçlarını daha ucuza bulabiliyorlardı. Bu alışverişler taraflar arasında dostluk ve kirvelik bağı kuruyordu. 1932 tarihinde yani ilkokula başladığım yıl Iğdır’ın etnik, sosyal ve ekonomik yapısı hızla değişmektedir . Terk edilen Ermeni ve Yezidi köylerine yeni insanlar yerleşmektedir. Ermeni köylerinden Alikamerli’ye Kundo ve Aliköçek köylerinin Azeri halkı ile bir kısım Şeyh ve Şemsedinof (Güneş ) aileleri; Halfeli ve Hoşhaber köylerine Karakoyun ilçesine bağlı olup Ağrı Yasak Bölgesi içinde kalan Bulakbaşı, Beri, Taraş köylerinden gelen Gelturanlı aşireti ile Şemsedinoflardan bir kısım aileler; Kadıkışlak ve Evci köylerine Erivan ve Azerbaycan muhaciri Azerilerle, Redkanlı aşiretinden bir kısım halk; Özdemir köyüne Redkanlı, Burukanlı, Gelturanlı, Sakanlı aşiret mensupları ile Güneşlerden Fettah Bey ve akrabaları; Yüzbaşılar köyüne Burukan aşireti, Tecirli köyüne Burukanlı ve Redkanlı aşiretleri ile Aralık ilçesi Karabağ köyünden gelen Azeri aileler, Hakveyis köyüne Sıçanlı köyünü terk eden Azeriler, Tuzluca’nın dağ köylerinden göç eden Azeri aileleri ile Aralık’ın Çamurlu köylerinden gelen Redkanlı aşiret mensupları; Pulur ( Enginalan ) köyüne Erhacı köyünden göç eden Azerilerle Suveren köyünden gelen Aliyanlı aşireti mensupları; Karakoyun ilçesinin Alican köyüne Erivan ve Azerbaycan muhaciri Azerilerle, Redkanlı aşireti mensupları; Mürşitali köyüne Redkanlı aşireti mensupları; Taşburun’a 28 Iğdır Sevdası peyderpey gelmeye devam eden Erivan havalisi Azeri muhacirler yerleşmektedir. Yezidi köylerinden Karakuyu ve Kuça köylerine Geloylu aşireti; Zor (Karaçomak) ve Kızılkule köylerine Motanlı aşireti; Harmandöven, Nişankaya ve Kervansaray köylerine Kendikanlı aşireti; Güngörmez köyüne Doğubeyazıt’tan Yardımcı ailesi mensupları ; Tuzluca’nın Aslanlı köyüne Doğubeyazıt’tan gelen Keskolu aşireti; Sinek köylerine Iğdır köylerinden gelen Geloylu, Gelturanlı, Sakanlı ve Motanlı aşiret mensupları, diğer köylerde ise Şemkanlı aşireti mensupları yerleşmişlerdir. Iğdır’ın Iğdırmava ve Sultanabat dışında kalıp Ermenilerce terk edilen mahallelere Revan mu- (1) Naciye Hun, (2) Mecit Hun, (3) Atilla Hun, hacirleri, civar Azeri köylerden ge- (4) Leyla Hun, (5) Ahmet Hun, (6) Mücahit Hun len halk, Ağrı yasağından etkilenen Kürt aşiretler, Doğubeyazıt, Ağrı ve Erzurum’dan gelenler yerleşmektedir. Diğer taraftan Aralık ilçesine bağlı Gomik, Bilican, Ahura, Tezharaba, Çetindere, Maksozillo, Atıcı, Karahacılı, Kolikent, Adetli ve Hıdırlı; Karakoyun ilçesine bağlı Kafirköy, Beri, Taraş, Bulakbaşı; Iğdır merkeze bağlı Korhan, Bellelak, Abdollak, Kavaktepe, Gevrolar, Karagüneyler, Caf, Elmagöl Ağrı harekatından sonra askeri yasak bölge haline getirilmiş, bu köylerin halkı kendi güçleriyle barınma imkanı aramağa başlamışlardır. Iğdır’ın Azeri halkı ermeni katliamından canını zor kurtarmış ve İran köylerine sığınmışlardı . Kurtuluştan sonra başlayan geri dönüş bu tarihlerde tamamlanmak üzeredir. Iğdır ve yöresi böyle bir yerleşim keşmekeşi içindedir. Halk gerçekten büyük bir fukaralık ve zaruret içinde kıvranmaktaydı. Sürüm ve ekim aracı, tohum bulunmuyordu. Toprak su kanalları senelerden beri işlemediği için dolmuştu. Devlet daha büyük zaruret içinde olduğundan yardım imkanı yoktu. Bir çift manda veya öküzle bir çok aile ekim yapmağa çalışıyordu. Dayanışmanın, dostluğun, insanlığın en iyi örnekleri böyle zamanlarda verilir. O dönemi yaşayanlar bu güzel örneklere tanık olmuşlardır. Azeri ve Kürtler birbirine dayanmış, yaralarını müşterek sarıyorlardı. Azeri29 Mecit Hun ler Aşiret dostlarının ve komşularının hayvanlarını sürüm ve harman işlerinde kullanıyor, ürettikleri mahsulü onlarla paylaşıyordu. Muhaceretten en az etkilenen Melekli köyünün Ağrı isyanı sırasında çaresiz kalan yüzlerce aşiret ailesini ne şartlar altında barındırdıkları herkesçe bi- (1) Mecit Hun, (2) İslam Develi, (3) Sabahattin Özulu linmektedir. Bu tarihlerde sağlık koşullarda oldukça kötüdür. Sıtma bir afet halini almıştır. Karnı şişen çocuklar, çarşıda, yolda, duvar ve ağaç diplerinde sıtma nöbetine tutulmuş sararmış benizli insanlar korkunç bir manzara oluşturuyordu. Devletin sağlık kuruluşları yetersizdi. Kinin bulunmuyordu. En iyi tedavi bir süre yakın yaylalara gitmekti. Bu imkana da herkes sahip değildi. Ermenilerden kalma derme çatma dükkanlarda sağlıksız ve düzensiz de olsa bakkaliye, kahvehane, aşhane gibi işyerleri açılmaya başlanmıştı. Bu işleri en iyi Erivan muhacirleri yapardı. Bizlere göre deneyimli ve görgülü idiler. Büyük çoğunluğu Baku, Tiflis, Moskova, Leningrat’ı görmüş kimselerdi. Sanat, edebiyat ve toplumsal yaşamda Batı Avrupa ile yarışa giren Çarlık Rusyası’nda gelişmiş bir kültüre sahip olmuşlardı. O dönemlerde Baku önemli bir sanat merkeziydi. Iğdır’a muhacir olarak gelenler bu ekolden geliyordu. Erivanlı Rahim Bey’in gazinosu (kulübü) bugünkü standartlardan daha lüks bir oturma yeri idi. Büyük bir titizlik ve disiplinle idare ediliyordu. Dışarıda, parmaklıkla ana caddeden ayrılmış bir ön bahçesi vardı. Iğdır’ın ileri gelen tüccar, esnaf ve bürokratları havalar müsait olduğunda burada oturur, çay, nargile içer sohbet ederlerdi. Oyun oynamak isteyenler içeride otururlardı. Burada daha ziyade briç, bezik gibi salon oyunları vardı. İçeriye belli kişiler girebilirdi. İçeridekilerden birisi ile görüşmek isteyen durumu kapıdaki görevliye bildirir ve aradığı kimsenin gelişini beklerdi. Ben lise çağına gelinceye kadar Rahim Bey’in gazinosuna giremedim. Görüşmek istediğim adamları hep dışarıda bekledim. Çok temiz giyimli olan işletme sahibi Rahim Bey, hiçbir zaman oturmaz işyerinin temizliğini ve düzenini kontrol ederdi. 1937 ve daha sonraki yıllara gelindiğinde burası daha da önemli bir buluşma ve oturma yeri oldu. Markara köprüsünden Ruslarla ticaret başlamış ve Iğdır’a yabancı iş adamı akını başlamıştı. Iğdır bu tarihte şehir görünümüne 30 Iğdır Sevdası giriyordu. O tarihlerdeki Rusya ile olan ticaretin Iğdır a ve bölgeye getirdiği hareketi ayrı bir bahiste anlatacağım. Yine o yıllarda çok bakımlı, oturulabilir bir parSol Başta Mecit Hun, Sağ Başta Mehmet Efendi (Karapapak) kımız vardı. Belediye meydanındaki bu parka akşamları bir çok Iğdırlı veya Iğdır’da görevli memur, aileleri ile birlikte gelir, gece geç saatlere kadar otururlardı . Ermeni savaşının, göçün ve Ağrı ayaklanmasının çok olumsuz etkilediği Iğdır’da sosyal ve ekonomik değişimler başlamıştı. Bu değişim ve gelişmede devletin hiçbir katkısı yoktu. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulan Cumhuriyet Türkiyesi henüz emekleme çağındaydı. Yetersiz bütçesi ile halkına yardım etmek şöyle dursun, Ordunun bile ihtiyaçlarını karşılayamıyordu. Bu nedenle vatandaşlarından yeni fedakarlıklar istiyor, ağır vergiler koyuyordu. Bu vergilerden birisi Osmanlıdan kalan AŞAR idi. Her çiftçi ürettiği hububatın onda birini devlete verecekti. Uygulama başlamış fakat hırsızlık ve sahtekarlığı da beraberinde getirmişti. Çiftçi vatandaş harmanda tahılını vergi memurlarına veya köy muhtarına göstermeden önce büyük bir bölümünü emin bir yere gizleyerek vergi dışı bırakıyordu. Bu suretle vatandaş kendi malının hırsızı durumuna düşüyordu. Bu defa sıra vergi tespit memurlarına geliyordu. Onlarda geri kalanından kendi paylarını alıyor ve devede kulak kadarı devletin kasasına giriyordu. Bu ise vatandaşın ve devlet memurlarının bozulan ahlakını tamire yetmiyordu. Bir de halk arasında BAŞ PARASI olarak adlandırılan yol vergisi vardı. Çalışmasını engelleyecek, bedenen bir sakatlığı olmayan ve 5 çocuktan az olan aile reisleri her yıl devlete 12 lira yol parası vergisi ödemekle mükellef idiler. 12 lira o günün şartlarına göre büyük bir para idi. En iyi koyun 1 liraya, çifte ve arabaya koşulabilecek bir öküz 6-7 liraya alınıp satılıyordu. Harbin ve Ağrı ayaklanmasının acısını unutmayan, çoğu muhaceretten yeni dönmüş halkın tamama yakın çoğunluğu bu parayı ödemiyordu. Bunu düşünen devlet bir kolaylık (!) getirmişti. Bu durumdaki mükellefler bu para karşılığında devlete ait yol inşaatlarında çalışacaktı. Çalışma mevsimleri ve yeri daha önceden kaymakamlıklar vasıtasıyla tayin edilir ve çalışmak isteyenlerin müracaatı sağlanırdı. Halkın büyük bir çoğunluğu çalışmayı tercih ediyordu. Çünkü 31 Mecit Hun 12 lirayı ödeyecek gücü yoktu. Bizim bölgemizde olan mükellefler Haziran- Eylül aylarında Ağrı-Doğubeyazıt arasında yapılan transit yolunda (İran’a giden yol ) çalışacaktı. Günü geldiğinde herkes torbasını hazırlar, çoluk çocuğu ile helalleşir ve vergi dairesinden Piknik Sofrasında Oturanlar Soldan Sağa Mecit Hun ve Adil Kuk sevk evrakını alıp yola koyulurdu. Her konuda olduğu gibi bunun da bir idare yolu bulunmuştu. Nüfus memurları ile anlaşma yapanlar 2 çocuk sahibi iken bir anda 6-7 çocuklu oluyor ve BAŞPARASI belasından kurtuluyordu. Bu da en çok nüfus memurlarına yarıyordu. Iğdır’ın bu konuda uzmanlaşmış bir nüfusçusu vardı. Vatandaşı dinledikten sonra tütün tabakasını kendisine uzatarak, “Hele bir sigara sar!” der, bir taraftan da sahte doğum evraklarını doldururdu. İş sahibi cigarasını sarar ve ceremesi olan meblağı (genel raiç 10 lira ) tabakanın içine itina ile kor, tabakayı iade ederdi. Memur bey tabakayı açar gerekli kontrolü yaptıktan sonra yeni nüfus kayıt suretini düzenleyip “ Hayırlı olsun “ dileği ile kendisine verir ve kendisine şöyle okurdu. “Yeni çocuklarını sana tanıtayım. 10 yaşında Şerafettin, 8 yaşında Nurettin, 4 yaşında Necmettin ve 2 yaşında Nizamettin. Bunları iyi ezberle!” Zaten Türkçe’yi zar zor konuşan Derviş ağanın kafası iyice karışır. “Memur bey, ben bu isimleri aklımda tutamam, tabakaya bir beşlik daha koyum, Ahmet , Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ali olsun” Fakat iş işten geçmiştir. Derviş ağa “Şerafettin” ismini mırıldanarak daireyi terk eder. Evet bu vergiden devletin büyük bir faydası olmaz. Ancak yöredeki nüfus bir anda iki misline çıkar. Yol vergisi ile hububata uygulanan aşar 1950 seçimlerine kadar devam etti. DP’nin iktidar oluşu kaldırıldı. Üçüncü bir vergi Kamçur ( Hayvan vergisi ) idi. Bu acayip verginin hangi kıstasa göre icat edildiğini (!) kimse bilmez. O tarihte en çok bir liraya satılan koyunun senelik vergisi 80 kuruş, 5-6 liradan fazla değeri olmayan sığırın senelik vergisi 5 liradır. Hayvan sahipleri her yıl mali yıl başlangıcından itibaren bir ay içinde 32 Iğdır Sevdası elindeki hayvanın cins ve adedini muhtarlığa beyan eder. Adına “koçan” denilen bir imzalı belge alır ve yoklama sırasında görevli memura göstererek vatandaşlık görevini ifa ettiğini ispatlar. Normal beyan zamanını geçirenler 3 misli ceza ödeyerek beyanda bulunur. Belli bir süre sonra Teoman Gürel ve Mecit Hun Maliye yoklama memurları bölgeleri taksim ederek sayıma çıkarlar. İşte bundan sonra vaveyla kopar. Vatandaş çok yüksek olan vergiden dolayı elindeki bir hayvanın çok az bir bölümünü beyan ederek geri kalanını yoklama ve sayım süresince civar mağara ve sarp yerlerde gizler. Yoklama memurlarının büyük bir kısmı iyi niyet sahibidir. Hiçbir çıkar beklemeden vatandaşı bu adaletsiz vergiden korumaktadır. Yakalanan beyan dışı koyun ve sığırlara 5 misli yani hayvanın gerçek bedelinin 5 misli ceza uygulanmaktadır. Bu nedenle yakalanan bir çok hayvana kimse sahip çıkmaz, bunlar toplanıp kaza merkezine getirilir. Yediemine teslim edilir. Daha sonra satılarak büyük kısmı yediemine masrafı karşılığı verildikten sonra gerisi devlete irat kaydedilir. Her yıl buna benzer yüzlerce dram yaşanır. Olay üzerine intihar bile olur. Bu talandan en büyük payı bazı yetkililerin de ortak olduğu yediemin sektörü alır. İş bununla bitmez. Bu büyük yağmadan pay almak üzere bir de ihbar sektörü çıkar ortaya. Bu sektörün başında hayvancıların korkulu rüyası haline gelen MİRZO ağa vardır. Mirzo Ağa Beyan süresinin bitiminde MİRZO tarafından bir liste düzenlenip bir ihbar dilekçesi ile birlikte ilgili makama verilir. Dilekçede ve listede kimin ne kadar kaçak hayvanı olduğu belirtilir ve kendisine memur refakatçi verildiği taktirde bunları yakalayıp ilgililere teslim edeceğini beyan eder. İhbar devletin maddi çıkarı ile ilgili olduğu için derhal işleme konur. Ekip kurulur, çıkış hazırlığı başlar. Hayvancılarda panik başlamıştır. MİRZO, hayvanların götürüldüğü yerleri ve hatta ağrı dağının en sarp ve ulaşılmaz mağara ve barınaklarını bilmektedir. Kendisi ile gizlice görüşüp gönlünü yapmaktan başka çare yoktur. Mirzo’nun genellikle yattığı Meşhedi Velin’in veya Develi Mehmet amcanın hanı gece boyunca yüzlerce hayvan sahibini ağırlar. Anlaşmalar 33 Mecit Hun yapılır yeni, yeni listeler düzenlenir ve MİRZO ağa bir senelik gelir bütçesinin tahsilatını büyük ölçüde tamamlar. Mirzo ağanın parası bittiğinde hayvan sahiplerinden önümüzdeki yıl harcına mahsusen avans alır ve renkli yaşamını sürdürürdü. Kamçur olayı da 1950 tarihine kadar devam etti. Demokrat partinin iktidara gelişi ile sona erdi. Mirzo ağa bir anda itibar kaybına uğramıştı, kendisine haraç verenler, bozbaşa kebaba davet edip paketle sigara ikram edenler, istemediği halde cebine para koyanlar şimdi selam vermez ve hatta düşman gözü ile bakar ol- Senato Başkanı Sırrı Atalay ve Mecit Hun muşlardı. Mirzo ağa bu durumdan dolayı Demokrat Partiyi sorumlu görüyor ve bütün sağ partilere husumet besliyordu. Ben uzun süre C.H.P. ilçe başkanlığı görevini ifa ettiğimde Mirzo ağa “bir gün yine C.H.P. iktidara gelir ümidi ile” kendisine verdiğim bütün parti görevlerini severek yerine getirmiştir. 1932 ve müteakip yıllarda Iğdır da tarımsal alanda büyük bir atılım başlamıştır. Başta meyvecilik olmak üzere pamuk, hububat, pirinç, sebze gibi ürünler katlanarak üretilmektedir. Bu defa pazarlamada sıkıntılar başlar. Yeterli nakliye aracı olmadığından yakın merkezlere bile sevkıyat yapılmamaktadır. Her gün Iğdır’dan Doğubeyazıt’a yüzlerce merkep sebze ve meyve taşımaktadır. Üretimin büyük bir bölümünü de yaylacılar tüketmektedir. Pamuk için Rusya’dan talep gelmeğe başlamıştır. Birkaç yıl içinde Iğdır pamuk ve hayvan ticareti konusunda büyük bir merkez haline gelecek Markara kapısından Rusya’ya ihracat başlayacaktır. Iğdır’ın bu altın devrini, bu dönemin sosyal ve ekonomik yapıda yaptığı değişiklikleri ayrı bir bahis halinde izaha çalışacağım. Naki Odoğlu 1930’ların Iğdır’da meyvecilik ve meyve bahçesi tesisi söz konusu ol34 Iğdır Sevdası duğunda iki önemli isimden bahsetmemek haksızlık olur. Bunlardan birisi NAĞI ( NAKİ ODOĞLU ) Bey’dir. Erivan muhaciri olarak Iğdır’a gelmiş ve burada iskan edilerek yerleşmiştir. İki oğlu Bekir ve Abbas ile damadı Recep Odoğlu, İstanbul’da yerleşmiş, ancak toprak sevgisi Nağı Bey’i Iğdır’a bağlamıştır. Baharlı Mahallesi Hamamyolu Sokak ile Alkamer-Iğdır arasında iki büyük meyve bahçesi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve Mecit Hun tesis eden Nağı Bey zamanının tamamını bu iki bahçede geçirdiği için halk arasına çok ender çıkardı. Her gün sabahları tek atlı faytonuna biner iki bahçe arasında adeta mekik dokurdu. Çocukluk çağımızda bizi en çok etkileyenlerden birisi idi. Güçlü fizik yapısı, güzel giyimi, prensvari duruşu, laubalilikten uzak davranışları bizde büyük bir saygı yaratıyordu. Herkesin birbirine ufak tefek kusurlar bulduğu bir ortamda kendisine şayanı hürmet bir zat gözüyle bakılması ender insana nasip olan bir değerdi. Bahçesinde her meyvenin her çeşidi vardı. Özellikle Iğdır’ın o güne kadar yetiştirmediği çok çeşitli üzümler Nağı Bey’in bahçesinin mahsulü olarak piyasaya çıkıyordu. Kızları Süheyla ile ortaokulu beraber okuduk. Diğer kızı Ayten’e Iğdır ortaokulunda hocalık yaptım. Ailelerinin yetişme tarzını, kültüre ve insani ilişkilere verdikleri değeri çocuklarını tanıdıktan sonra daha iyi anladım. Abbas ve Recep beylerle dostluklarım, iyi ilişkilerim oldu. Bende taktire şayan izler bıraktılar. Bekir Bey’le İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesindeki Pigal barda karşılaşıp tanıştım. Barın yöneticilerinden hemşehrim ve aile dostumuz HİDOŞ (Hidayet Ayrım) bizi davet etmişti. Bu barın Bekir Bey’e ait olduğunu o zaman öğrendim. Büyük Ada’da oturur başka ticari konularla uğraşırdı. Bar işletmeciliği asıl mesleği değildi. Bir hobi olarak kiralamış Hidoş’la arkadaşlarına teslim etmişti. Nağı Bey çok sevdiği bahçesine bitişik evinde, Abbas Bey de otobüsle İstanbul’a giderken Iğdır çıkışında Alkamer köyü civarına vuku bulan bir trafik kazasında vefat ettiler. İkisini de rahmetle anıyorum. Altunzade Çiftliği Altunzade; Yusufelili bir inşaat müteahhidi olarak Iğdır’a gelmiş. Iğ35 Mecit Hun CHP KURULTAYI (1) Mecit Hun, (2) Cihangir Turan dır Başköy (Aralık) yolunu tamir ederken Ermenilerden metruk Taşburun’u görür hoşuna gider. Yusufeli’de (Artvin) tarım arazisi yok denecek kadar azdır. Burada bir miktar toprak ele geçirirse meyve ve üzüm bahçesi yapmayı tasarlar. Aslında Ermenilerden kalma üzüm bağları bakımsızda olsa ortalıkta görünmektedir. Iğdır’da ilgililere bu niyetini açıklar. O sırada Ermenilerden metruk yerlerin hazinece satılabileceğine dair bir tamim (genelge) gelmiştir. Altunzade’nin müracaatı yazılı olarak alınır. Sonradan Altunzade Çiftliği dediğimiz 3000 dönümlük sahanın kabataslak ölçümü yapılıp hudutlandırılır. Usulen ilanı ve diğer bürokratik işlemleri tamamlanıp ucuz bir bedelle satışı yapılır. Bağ bahçe işlerinden anlayan çalışkan Yusufeliler kısa bir sürede her tarafı üzümlük ve ağaçlık haline getirirler. Ermenilerden kalma küplerden yararlanılarak şarap imalatına başlanır. Uzun bir süre Altunzade Çiftliği adıyla anılan bu tesisler cumhuriyetin ilk yıllarında Iğdır’dan Aydın (Söke)’ye göç eden akrabalaNuman Efendi rımdan iş adamı Yasin Bademci tarafından satın alındı. Halen Bademci ailesi tarafından bir tarım işletmesi olarak kullanılmaktadır. 36 Iğdır Sevdası Numan Efendi Şehire henüz gelip ilkokula başladığım yıllarda ailemizi ciddi şekilde etkileyen ve Iğdır’da senelerce değişik yorum ve rivayetlere neden olan acı bir olaydan bahsetmek gerekir. Bu önemli olayın aynı zamanda mağduru olan iki kahramanını tanımadan bir yorumda bulunmak hatalı olur. Kars Eski Milletvekili Hasan Yıldırm ve Mecit Hun Bunlardan birisi Doğubeyazıt eşrafından Numan Bey’dir. İdadiyi Mülkiyeden (Siyasal Bilgiler) mezun olmuş, Iğdır’a tayin edilmeden önce önemli mülki görevlerde çalışmıştır. Kurtuluştan sonra Iğdır’a idare-i emval-ı metrukiye (terkedilmiş mallar idaresi) müdürü olarak atanmıştır. Milli emlak ve tapu daireleri ona bağlı olarak çalışmakta, zaman zaman kaymakama vekalet etmektedir. Babamın yakın akrabası, Şemsedinof (Güneş) Kerem Bey’in samimi bir dostudur. Erivan muhacirlerinin Ermenilerden metruk arsa ve arazilerde yerleştirme organizasyonunun başında olduğu için Azeriler tarafından tanınmakta ve kendisinden övgü ile bahsedilmektedir. Yardımsever, yumuşak huylu ve güler yüzlüdür. Bütün bu niteliklerinden dolayı kazadaki askeri ve mülki erkan da kendisini sevmektedir Diğeri Çobankereli İshak Bey’dir. Erivan’a bağlı olan köylerinden diğer Azeriler gibi muhacir olarak gelmiştir. Iğdır, Doğubeyazıt ve Ağrı’daki askeri birliklerin bir kısmının iaşesinin müteahhitliğini yapmaktadır. Çok sert mizaçlı ve kavgacıdır. Üstelik zamanlı zamansız alkol de almaktadır. Ufak bir münakaşada muhatabını yumruklamada veya tabanca ile tehdit etmekten çekinmemektedir. Bu hırçın tavrı halk ve resmi görevliler arasında hoş karşılanmamaktadır. İsyanlardan dolayı yapılan operasyonların askerle halk arasında yaratığı kırgınlığı hafifletmek amacıyla ordu mensuplarının takındığı yumuşak tavrı ile çelişen bu tutumu cihet-i askeriyenin müteahhit olması hasebi ile onları da rahatsız etmektedir Bu günlerden birisinde İshak Bey Iğdır’da çarşı ortasında Orgoflu bir Kürt vatandaşı tekme tokat dövmektedir. İshak Bey’i tanıyan halktan kimse korkudan müdahale edemez. O sırada tesadüfen olay yerinden geçen Numan Bey, İshak Bey’i teskin etmeye çalışır. Ancak içkili ve sinirli olan İshak 37 Mecit Hun Bey, Numan Bey’e de saldırarak hakarette bulunur. Halk da toplanmaya başlar. Onuru kırılan ve halk içinde aşağılanan Numan Bey mukabele eder ve her ikisi de tabancalarını çekmeye çalışırken yüzlerce kişi araya girerek bir arbedeyi ve feci bir sonu önler. Ancak bu olay Soldan Sağa Fetullah Kakioğlu, Mehmet Avşar ve Mecit Hun bir anda yayılır. Köylü, şehirli bütün halk ile askeri ve mülki erkan bu nahoş olayı konuşmaktadır. Bu defa ikinci ve çirkin bir olay daha olur. Iğdır’daki Alay mensubu subaylardan birisinin eşi çarşı alışverişinden döndükten sonra Aziz Gökbakan’a ait dükkanda veya dükkanın önünde sarkıntıya uğradığını hanım arkadaşlarına anlatır. Bu iddia bir anda tüm Alay erkanı tarafından duyulur. Bir subay eşinin sarkıntıya uğraması kocasını fevkalade üzer. Aziz Gökbakan’ın evi tespit edilir ve iki er görevlendirilerek gece karanlığında evin pencere ve kapısına ateş edilmek suretiyle tepki gösterilmesi kararlaştırılır. O gece Numan Bey Gökbakanlara misafirdir. Geç saatlerde çıktığı sırada korkutma amacıyla açılan ateşte yaralanır ve hayatını kaybeder. Askerler beklenmedik bir sonucun korkusu ile zaten karanlık olan Numan Efendi Iğdır sokaklarında izlerini kaybederek durumu amirlerine bildirir. Numan Bey öldürülmüştür. Failleri meçhuldür. Birkaç gün önce çarşı ortasında İshak Bey’le olan kavga ile bu olay arasında irtibat kurulmaya başlanır. İshak Bey’in mizacı da dikkate alınarak olayın faili olduğu yolunda bir kamuoyu oluşur. İshak Bey’i sevmeyen subaylarda kendi hatalarını örtbas esmek için bu kanıyı desteklemeye başlarlar. Ama olayın tanığı olmadığı ve bir şikayette vuku bulmadığı için bir adli tatbikata başvurulmaz. Bu olaydan sonra askeri erkandan bazıları Numan Bey’e olan yakınlıklarından dolayı 38 Iğdır Sevdası babama ve Kerem Bey’e bazı itiraflarda bulunarak bir kaza ve yanlışlıktan dolayı tamamen suçsuz bulunan İshak Bey’in zan altında tutulmaması gerektiğini bildirmişlerdir. Ancak kamuoyunu başka yöne ikna etmek olanaksızdı. Genel kanı faili İshak Bey’di. Korkudan zabıta ve adliye kendisine dokunamıyor, yakınları ve dostları sahip çıkamıyorlardı. Kamuoyumda bu yorum ve tepkiler devam ederken başka bir şahıs korkunç bir karar alıyordu. İshak Bey tarafından dövülen Orgoflu Ali, Numan Bey’in öldürülmesinden kendini sorumlu tutuyor, her gün kendisini suçlayan yüzlerce insanın nefretine dayanamayarak İshak Bey’i (1) Nazire Hun, (2) Leyla Hun, (3) Süheyla öldürmeye karar veriyordu. İshak Bey’i Hun, (4) Naciye Hun, (5) Mecit Hun, (6) bir gölge gibi izleyen Ali nihayet Ağrı Tü- Torun Leyla Hun, (7) Rabun Aksoy, (8) men karargahı önünde fırsatı yakalamış ve Şilan Hun tabancayla öldürmüştü. Ali firar edemeden derhal yakalanmış ve tutuklanmıştı. Kamuoyu yeni yorumlara, İshak Bey’in yakınları da şikayete başlamıştı. İddia, Ali bu cinayeti işlemeye cesaret edemezdi. Onu azmettiren ve cesaretlendiren insanlar vardı .Bunlardan birisi Kerem Güneş diğeri de Ahmet Şemo (Babam) dır. Bu suretle dönemin en önemli iki insanı büyük bir yanlışlığa kurban gitmiş, bölgenin ileri gelen iki insanı da olayla ilgili oldukları için tutuklanmıştı. Bu tutuklanmadan çok büyük zarar gördük. Binlerce hayvanımız sahipsiz kalmıştı. Şehre, doğru dürüst yerleşmediğimiz için perişan durumda idik. Evde annemle dördü kız olmak üzere altı çocuktan başka kimse yoktu. Bütün hayvanlar çobanların vicdanına teslim edilmişti. Yüzümüz gülmüyordu. Güvenlik nedeniyle Erzurum’a nakledilen dava Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde bir yıl devam ettikten sonra beraatla sonuçlanmıştı. Biz maddi gücümüzden çok şey kaybetmiştik. Bu olayın bir sevindirici sonucu olmuş, ölen iki kişinin birisini Kürt diğerinin Azeri asıllı olmasına rağmen bir Kürt-Azeri husumetine ve çatışmasına neden olmamış, sağduyu hakim olmuştur. Hüsnü Bingöl Belleğimde çocukluğumdan bugüne kadar silinmeyen ve Iğdır’ın çeyrek asırlık bir döneminde, küçümsenmesi mümkün olmayan derin izler bıra39 Mecit Hun kan bir isme anılarımda layık olduğu ölçüde yer vermezsem gerçeklere ve tarihe ihanet etmiş sayarım kendimi... Bu isim o zamanın Milli Emniyet Müfettişi Hüsnü Bingöl’dür. Tek parti döneminin devlet görevlisi. Yetkileri de günümüzdeki bir MİT Mecit Hun ve Naciye Hun müdürünün ki gibi sadece haber almakla sınırlı değil devletin bütün araçları ve imkanları ellerindedir. Elde ettiği haberleri istediği şekilde yorumlar ve değerlendirir. Suçlu gördüklerini emrindeki sivil ve askeri personel vasıtasıyla yakalar ve göz altına aldırırdı. Gerekli soruşturma ve sorgulamayı kendisi yapar ve suçu sabit görülenleri askeri mahkemeye sevk ederdi. Özetle Hüsnü Bey, istihbarat müfettişliği, siyasi savcılık ve sorgu hakimliği görevlerini uhdesinde toplamıştı. Kazanın mülki ve adli erkanı ile bir görev bağlantısı yoktu. Doğubeyazıt caddesinde mülkiyeti Muhsin Yılmaz varisleri ve kardeşlerine ait bulunan bina resmi daire ve konut olarak kullanılıyordu. Bitişiğindeki binalarda görevli askerlerin koğuşları, nezarethaneler, bekleme odaları vardı. Buralarda olup bitenden halk habersizdi. Zaten kimse korkusundan ilgilenmezdi. Adeta bir demir perde görünümünde olan binalara gözleri bağlı ve yüzleri maskelenmiş insanlar askerler refakatinde getirilirdi ve fakat bu insanların akıbeti hakkında bilgi alınamazdı. Ben ilkokul çağlarında iken Hüsnü Bey’i gördüm. Üzerinde Binbaşı üniforması vardı. Bıyıkları İttihatçı modasına uygun şekilde bükülü idi. Elinde bastonlu, süslü bir kamçı yanında sevimli finosu olduğu halde genellikle ikindi saatlerinde çıkar ve Cumhuriyet caddesinden geçerek belediye yanındaki çay bahçesine gelirdi Esnafın genelde yoğun olarak bulunduğu Cumhuriyet caddesi ikindi saatlerinde resmi geçide hazırlanan bir güzergah gibiydi. Esnaf kılık kıyafetini düzeltmiş Hüsnü Bey’in geçişini heyecanla beklerdi. Evden çıkışta fino her gün gelip gittiği yolda 15-20 metre mesafede öncülük görevi yapardı. Hüsnü Bey’in gelişi sevimli finonun görünmesiyle anlaşılır ve buna göre vaziyet alınırdı. Geçiş sırasında kimi başıyla, kimi bel bükerek temenna etmesiyle ve kimi şapkasını çıkararak selamlama yarışına girerdi. Hüsnü Bey’in bu insanlara değişik bakış açıları olurdu. Genelde tavrı sertti. Bazılarına hafif bir gü40 Iğdır Sevdası lümseme ile mukabele ederdi. Bu bir iltifattı. Şimdilik hakkında şüpheli bir düşüncesi olmadığı mesajı idi. O günü esnaf arasında Hüsnü beyin takındığı tavrın yorumu yapılırdı. “Falancaya çok sert baktı inşallah merhamet eder, çoluk çocuğuna acır” veya “Feşmekana gülerek baktı. BahtavarMecit Hun, Mücahit Hun, Naciye Hun da (şanslı anlamında) şeytan tüyü var” gibilerden ahkam kesilirdi. Arada bir yanına birilerini çağırır, “Sen daireye gel!” derdi. Bu bir nevi felaket habercisi sayılırdı. Çünkü bu şekilde çağrılarla gidenlerin akıbeti meçhuldü. Bu çağrı haberi bir dalga gibi kasabaya yayılır, yorumlar başlardı. Kimine göre adama yazık olmuş kimine göre müstehakını bulmuştu. Çağrılan adamı derhal ölüm korkusu sarar, yemekten içmekten kesilirdi. Böyleleri genelde çoluğu çocuğu ile vedalaşır ve vasiyetlerini yapardı. Hüsnü Bey gerçekten çok korkunç bir kişiliğe sahipti. Bunu sağlayan faktör ne idi? Bana göre söyle bir sıralama yapılabilir. 1. Devlet ilk zamanlarda önemsemediği komünizmi şimdi en büyük tehlike addediyor, Erivan ve Azerbaycan’dan gelen muhacirleri titizlikle izleme gereği duyuyordu. 2. Ağrı ayaklanması yeni bastırılmış devletin Kürtlere şaibe ile bakışında bir değişiklik beklenmiyordu . 3. Ermeni katliamından ve mezaliminden kaçıp İran a sığınan halk geri dönmektedir. Ancak devlet İran’ın samimi dostluğundan şüphe ettiği için kendi vatandaşı olan bu insanları da bir nevi gözetim altında tutma gereği duymaktadır. Bu konular tek parti döneminin Milli Emniyet Müfettişi olan Hüsnü Bingöl’ün yetki ve sorumluluğuna verilmişti. Yörenin etnik ve inanç farkı olmadan her kesimi, tedirgin ve korku içerisindeydi. Diger taraftan bazı talihsiz olaylar ürküntü yaratıyordu. Iğdır’ın yanı başında Çaldıran ve Muradiye’de Üçüncü Ordu Ku41 Mecit Hun mandanı Mustafa Muğlalı’nın emriyle sorgusuz sualsiz 33 vatandaşımız kurşuna dizilmiş, İstiklal Mahkemelerinde tutuklamalar ve yargılamalar başlamıştı. En önemlisi ise çıkarılan Takriri Sükun Kanunu’na dayanılarak haksız ve gereksiz sürgünler başlamıştı. Mecit Hun ve Torunu Zinnet Hun Bunların bir çoğunda Hüsnü Bingöl’ün sorumluluğu yoktur. Fakat ne var ki halk bunalımdadır. Sağlıklı düşünüp olayları değerlendirme yeteneği kalmamıştır .Tek yetkili ve sorumlu olarak Hüsnü Bey’i tanımaktadırlar. İşte Hüsnü Bey’in kişiliğine korkunç görünümünü veren bu olaylardı. Oysa halktan şüphelenmek için hiçbir neden yoktu. Bolşevikliğin muhaceretin ve isyancılara karşı yapılan askeri operasyonların acısını çeken halk geçim kaygısı içindeydi. Tek ümidi Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Onlar ki bu devleti kurmak için Kürt, Azeri, Şii, Sünni demeden tek vücut Ermenilere karşı savaşmış ağızlarındaki lokmayı ve çocuklarının nafakalarını keserek cephedeki askere yedirmiş, Nahcıvan’da, Erivan’da,Vedi’de, Zengi’de, Iğdır’da, Tuzluca ve Aralık’ta yüzlerce şehit vererek bu devletin kurulmasını sağlamışlardır. Bu nedenle kendilerinden bu derece şüphe duyulması Mecit Hun ve Torunu Mehmet Hun doğrusu haksızlıktı. Diğer taraftan devleti yönetenler de sıkıntıdadır. Düşmanımız olan,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan rahatsızlık duyan mihraklar Anadolu’da kargaşa ve isyanları teşvik ve organize etmektedir. Genç Cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast yapılmıştır. Devletin başında olan yöneticiler sert tedbirler 42 Iğdır Sevdası almak zorunda kalmış ve Atatürk’e yapılan suikast nedeniyle içlerinde Milli Mücadele kahramanlarından Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez ve Mersinli Cemal Paşaların da aralarında bulunduğu ülkenin bel kemiği olan insanlar İstiklal MahkemeleMecit Hun rinde tutuklanıp yargılanıyordu. Hüsnü Bingöl bu şekildeki çelişkilerin hakim olduğu bir dönemde çok önemli görevler almış bir devlet memurudur. Çeyrek asır gibi uzun bir zaman Iğdır’da izleri bulunan Hüsnü Bingöl’un çevresi ve yaşantısı konusunda bilgiler vermekte yarar vardır. Kafkasya’dan Ağrı (Karaköse) köylerine göç eden Karapapak bir ailedendir. Anne tarafından yörenin tanınmış Şeyh aileleri ile akrabalığı vardır. Piyade subayı olarak orduda görev yapmış ve Binbaşı rütbesine kadar yükselmiştir. Hınıstan Karapapak muhacirlerinden Memet Ağa’nın kızı ile evlenmiştir. Kayınbiraderi Ziya Bey de Hüsnü Bey’in Milli Emniyet Müfettişi sıfatıyla işe başlaması ile Iğdır’a gelerek yerleşmiştir. Çok mütevazı bir yaşantısı vardı. Sigara tiryakisi idi. Köylü yada asker sigarası içerdi. Dışarıda pipo kullanırdı. Yolda yürürken de ağzından piposu eksik olmazdı. Her akşam yemeğinde en çok iki duble rakı içerdi. Çok sade giyinirdi. Genellikle asker üniformasını tercih ederdi. Şükran ve Müjgan adında iki kızı vardı. (Halen İstanbul’da yaşamakta olup bekârdırlar) Çevresinde değişik kişiler bulunurdu. Bu insanlar değişik çevreler oluştururlardı. Bugün aramızda olmayan Eşref Başaran, Eşref kaya, Hacı İsa Yiğit, Hacı Kerem Şengo Doğubeyazıt eşrafından Karaşeyhli Şeyh Abdulbaki, Babıhanlı Şeyh Mehmet, Burukanlı Abdulhadi ve Abdullah Ağalar Hüsnü Bey’in devamlı çevresinde olan değerli, dengeli, güvenilir insanlardı. İnanıyorum ki bu saygıdeğer insanlar Hüsnü Bey’i olumlu yönde etkilemeye çalışmışlardır. 43 Mecit Hun Hüsnü Bey’in yanından ayrılmayan, çarşıya çıkacağı saatlerde O’nu evinin önünde bekleyen daima birkaç adım gerisinden takip ederek Hüsnü Bey’i selamlayan ve tanzimde buluna insanlara tepeden bakan bir çevresi vardı. Bunlardan kimisi piposunu yakar, bazıları finosunu sokak Hukuk Fakültesi Öğrenci Kimlik Kartı (1958) köpeklerinden koruma görevini üstlenir, bir diğeri eğlendirmek amacıyla onunla tavla oynar, fakat her nedense daima yenilir. Ve Hüsnü Bey’in ne denli bir tavla üstadı olduğu ispata çalışır. Bir mendille pabucunun tozunu alanlar, ocağa kadar gidip kahvesini kendi eliyle pişirip getirenler de vardı. Bunların hepsinin ortak noktası Hüsnü Bey’i pohpohlamak, dalkavukluk yapmaktı. Bu çevre Hüsnü Bey’le olan yakınlıklarının verdiği avantajla bazı varlıklı fakat evhamlı şahısları sömürüyor, toplum da azda olsa bir terör estiriyorlardı. Hüsnü Bey görev icabı toplumdan soyutlanmış olduğundan bu rezaleti fark etmiyordu . Bu çevredekilerin ismini Mecit Hun Dünya Gazetesi Muhabir Kartı (1964) bu güzel anılar arasında zikretmek istemiyorum. Onlar kendilerini kastettiğimi biliyor, toplumca da tanınıyorlar. Hüsnü Bey’i gençlik çağlarımda daha iyi tanıma fırsatı buldum. Erzurum Lisesinden mezun olmuş yüksek tahsile devam edemediğimden Iğdır Ortaokulunda yardımcı öğretmenlik yapıyordum. Boş geçen derslerin çoğu benim sorumluluğumda idi. Cebir, Hendese (Matematik ), Fizik, Kimya ve Biyoloji okutuyordum. Bu yıllarda Iğdır’da lise mezunu yok denecek kadar az olduğu için halk içinde iyi bir yerim vardı. İlçedeki bürokratlarla da tanışıyor, askeri gazinoya ve Rahim Bey’ini meşhur lokaline girip çıkıyordum. Hüsnü beyle tanışıp konuşma fırsatını bu vesileyle bulabildim. Yıl 1943 idi. O esnada Eşref Kaya’nın mağduriyetiyle sonuçlanan enteresan bir dolandırıcılık olayı olmuştu. 44 Iğdır Sevdası Eşref Kaya, Kafkasya’nın bir Karapapak ailesinden olup muhacir olarak Iğdır’a gelmiş, burada evlenerek yerleşmişti. Bu niteliğinden dolayı Hüsnü Bey’le yakınlığı vardı. Zamanının büyük kısmı O’nunla veya O’na refakat etmekle geçiyordu. Yakışıklı, görgülü ve kültürlü bir kişiliğe sahipti. Dürüst ve iyi kalpli olduğu için kötülük düşünmez ve insanların art niyetinden kendini koruyamazdı. Bir ara Kars’ta otel işletmeciliği yaptıktan sonra tekrar Iğdır’a dönerek Iğdır Tarım Satış Kooperatifinde merkez müdürlüğü görevinde bulunmuş ve Demokrat Partinin iktidar olduğu yıllarda bu partinin Iğdır ilçe başkanlığı görevini üstlenmişti. 1943 yılı yaz aylarında Eşref Kaya Diyadin Çermiklerinde iken Vanlı Ahmet Kartal ile tanışır. Ahmet Kartal Burukan aşiretinden ünlü Kinyas Kartal’ın yeğenidir. Onlar da Azerbaycan’dan göç edip Van’da yerleşen muhacirlerdendi. Ahmet Kartal’ın tabiriyle Eşref Bey’le aynı kaderi paylaşan insanlardandı. Profesyonel bir dolandırıcı idi. Kinyas Bey dahil yakın çevresini meşgul eden bir sürü olayın kahramanı idi .Babamın da ilk eşinin yakın akrabasıdır. Kısa bir dostluktan sonra Eşref Bey’in kaçırılmayacak bir av olduğu kanaatine varan Ahmet Kartal çevreden ayarladığı bazı adamlarla beraber bir senaryo oluşturur. Birkaç sürü celebi (ticaret hayvanı) olduğuna ve bunun Aladağ yaylalarında besisini aldıktan sonra sonbaharda Erzurum piyasasına gönderileceği yolunda Eşref Bey’i inandırır. Eşref Bey’in birikmiş biraz parası vardır. Ahmet Bey’inki kadar olmasa da hatırı sayılır bir sermayedir. Bunu değerlendirmek istediğini söyler. Uzun bir ikna turundan sonra Ahmet Bey’e ortak olur ve paraları kendisine teslim ederek Iğdır’a döner. Ahmet Kartal bu paranın bir kısmı ile bir parça koyun alır, yaylaya gönderir. O yıl babam da Aladağ yaylasına çıkmıştı. Bir iki parça celep koyunumuz vardı. Bir süre sonra Ahmet Kartal Eşref Bey’i ikna ederek bu hayvanın yayla besisini alamayacağını, en iyisi satılıp yerine koç alınarak Ahmet Kartal’ın yayladaki celep sürülerine taksim edilerek kalitesini arttırılmasına karar verilir. Müşteri alınır. Eşref Bey’le birlikte babama teklif edilir. Babam noksan olan bir hayvan sürüsünü tamamlamak üzere 200 adedini alabileceğini söyler. Böylece bir kısmı da başkalarına satılarak bu koyunlar elden çıkarılar ve koç mübaayası (satın alınması ) için paralar Ahmet Kartal’ a teslim edilir Eylül ayı gelmiştir. Doğu illerindeki tüm hayvancılar gibi Ahmet Kartal-Eşref Kaya ortaklığının sözde sürüleri de Erzurum’a gitmiştir. Ahmet Kartal’ın niyeti son bir vurgun vurmaktır. Eşref Bey’i Erzurum’a çağırır ve Dumlu eteklerindeki birkaç sürü koyunu kendi malları immişçesine gösterir. Ancak piyasanın sonunu bekledikleri taktirde daha iyi para ile satabileceklerini söyleyerek o tarihe kadar yem ve çoban masrafları için Eşref Bey’in bir katkısı olup olamayacağını sorar. Kaz gelen yerden tavuk esirgemek isteme45 Mecit Hun yen Eşref Bey derhal Iğdır’a gider, borç harç temin ettiği parayı Ahmet Kartal adına gönderir ve birkaç gün sonra Erzurum’a gelir. Piyasada Ahmet i bulamadığı gibi Dumlu Dağı eteklerindeki sürürlerin yerinde yeller esmektedir. Kısa bir arama ve araştırma sonunda gerçek anlaşılır. Eşref Bey dolandırılmıştır. Hayatı boyunca biriktirdiği bütün serveti yok olmuş, üstelikte bir hayli borç altına girmiştir. Olayın şokunu kısmen atlattıktan sonra kendisine yapılan telkinlerin etkisinde kalarak birçokları meyanında babam aleyhine dava açar. İddiaya göre Ahmet Kartal dolandırdığı para ile satın aldığı hayvanların bir kısmını babama satmıştır .Hayvanların alınıp kendisine teslimi gerekmektedir. Oysa satış işlemi Eşref Kaya ile Ahmet kartal arasında müştereken yapılmıştır. Buna rağmen mahkeme dava sonuna kadar hayvanların satılmamasını veya hayvan bedeli kadar teminat verilmesi yolunda bir tedbir kararı alır. Eşref Kaya’nın Hüsnü Bingöl’e yakınlığı bu adaletsiz kararın Hüsnü Bey’in baskısı ile verildiği yorumlarına yol açar. Kamuoyu olayı böyle değerlendirmektedir. Bu nedenle davamızda Hüsnü Bey taraf durumuna düşmüştür. O tarihte liseden mezun olmuş, ortaokulda öğretmen yardımcılığı yapıyordum .En heyecanlı çağdaydım. Bu haksızlığa adeta isyan ediyordum. O yıl babam vefat etmiş ailenin yönetiminden sorumlu duruma düşmüştüm. Üzerimde Hüsnü Bey aleyhine büyük bir baskı ve tahrikler vardı. Nihayet kararımı verdim. Kendisi ile görüşme talebinde bulundum. Güldü ve memnun olacağını söyleyerek dairesinde veya benim istediğim bir yerde bir araya gelebileceğimizi söyledi. Mutlu ve heyecanlı idim. Bu efsane adamın niteliğine azda olsa vakıf olacaktım. Dairesinde buluştuk .Tabakasından asker sigarası ikram etti. Konuşmayı ben başlattım. Eşref Kaya’nın babam aleyhine açmış olduğu haksız davaya destek vermesinin kendisine yakışmadığını belirttim. Korkusuzca konuşuyor ve adeta yargılıyordum. Beni sükunetle dinledi. Konuşmam bitince bana tevcih ettiği ilk soru “Bu dediklerin doğru mu?” idi. Şaşırmıştım. Hüsnü Bey olan bitenden habersiz görünüyordu. Sonra konuşmaya başladı. Beni etkilemeğe çalışmıyor, aksine hakkındaki yorum ve söylentilerin asılsız olduğuna beni ikna ediyordu. Konuşma bittiğinde kafalarda şekillenen Hüsnü Bey’in yerini alçak gönüllü, yardımsever, yumuşak mizaçlı Hüsnü Bingöl almıştı. Hakkında vardığım kanıyı yok etmek için Eşref Kaya ve davanın hakimi ile görüşüp bir hal yolu bulmaya çalışacağını söyledi. O hafta içinde aramızda anlaşma sağlandı ve dava ortadan kaldırıldı. Müteakip yıllarda Eşref Bey’le samimi bir dostluğumuz olmuştur. Bu davadan bahsedildiğinde, Hüsnü Bey’in etrafındaki dalkavuk çetenin kendisini nasıl haksızlığa sürüklediğini üzülerek anlatırdı. Hüsnü Bingöl, çok partili döneme kadar görevini sürdürdü. Bu dönem46 Iğdır Sevdası de haber alma dışında kalan yetkileri kaldırıldığı için Hüsnü Bey’in etrafındaki dalkavuk çemberi de dağılmıştı. Askerlikten emekli olmuş üniforma yerine sivil elbiseyle sokağa çıkar olmuştu. Artık eskisi gibi korkudan selam verenler ve yaltakçı takımı yok olmuştu. Emekli olduğu halde resmi üniforma ile dolaştığı ihbar edilmiş, savcılıkla polis marifetiyle mevcutlu olarak getirilip ifadesi alınmış ancak, bunun ceza ile sonuçlanacak bir davranış olduğu hatırlatılarak serbest bırakılmıştı. Bu olay derhal halk içinde yayıldı. Demek ki Hüsnü Bey’i polis göz altına alabiliyor, savcı ifadesine başvurulabiliyordu. Hüsnü Bey artık eskisi gibi esnafın arasından geçip belediye parkına gelme yerine ara sokakları tercih ediyordu. Asıl görevinden de emekli olduğunda iyice çökmüş, etrafında birkaç yakınından başka kimse kalmamıştı. Bir devir yani Hüsnü Bey Devri böylece kapanmıştı. Bu kadar hayati yetkilerle mücehhez olup, insanların kaderini iki dudağı arasında tutan Hüsnü Bey’e çeyrek asırlık dönemi sırasında, emekli olduktan ve hatta vefat ettikten sonra hiç kimse bir yolsuzluk, suiistimal isnadında bulunamamıştır. Böyle önemli ve kritik görevlerde bulunup şaibe altında kalmayan ender insanlardandır. Iğdır’da vefat etti. Askeri mezarlığa defnedildi . Allah rahmet eylesin. Eşref Başaran Iğdır’ın renkli simalarından birisi de Eşref Başaran’dır. Terekeme (Karapapak) asıllı olup akrabalarıyla birlikte Kafkasya’dan muhacir olarak gelmiş, Karaköse’nin Mengeser, Yoncalı köyleri ile Iğdır Baharlı Mahallesi ile Aralık ilçesine bağlı Pirço (Saraçlı ) köyüne yerleşmişlerdir. Tahsilsiz olmasına karşın zeki, girişken, sempatik bir yapıya sahipti. Iğdır’da değişik görevler üstlenmiş ve sürekli olarak gündemde kalmayı başarmıştır. Mahalle muhtarlığı ile başlayarak belediye meclis ve encümen üyelikler , Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri yönetim kurulu üyeliği ve başkanlığı, siyasi parti idare heyeti üyelikleri gibi görevlerde bulunmuştur. Her kesimdeki insanlarla ilişki kurarak dost kalmayı başarmıştır. Yaşantısı enteresan ve gülünç olaylarla doludur. Siyasetle uğraştığı yıllarda Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisindeki dostlarını kırmayarak iki tarafı da idare etmeye çalışırdı. Ön seçimlere adli denetim getirildiği sıralarda yapılan bir seçim toplantısında komik bir olay yaşanmıştı. Aynı salonda hakim nezaretinde yapılan Adalet ve Cumhuriyet Halk Partilerinin delege listelerinde Eşref Başaran’ın ismi vardı. Foyasının çıkacağını anlayan Eşref Başaran gizlenmişti. İşin farkına varan muzip arkadaşlarımız, oy kullanmadığı takdirde derhal hapse atı47 Mecit Hun lacağına Eşref Bey’i inandırmıştı. Bana çok güveniyordu. Sıkışık zamanlarda ilk başvurduğu dostlardan birisi de bendim. Yanıma geldi ve bir çare bulmamı istedi. Kararı hemen verdim. Eşref Bey ön seçim kurulu ve her iki parti görevlilerinin öğle yemeğini verecek, tercih ettiği partilerden birisinde oy kullanacaktı. Def ‘i bela kabilinden şartlarımızı kabul eden Eşref Başaran, C.H.P. sandığında oy kullanmayı tercih etmiş ve oyunu Karapapak asıllı Muzaffer Şamiloğlu’na vermişti. Biz bütün kurnazlığına karşı faka bastırdığımız Eşref Bey’le eğleniyor ve yemek masrafının faturasını öğrenmek istiyorduk. Eşref Bey gayet sakin bir tavırla bizi cevaplandırdı. “Namussuzum, şerefsizim bilmiyorum, çünkü parayı Muzaffer Bey’in adamlarına ödettirdim.. ” Karapapak oluşuyla çok övünen Eşref Başaran bedelli askerlik (paralı ) hizmetini Iğdır’daki Piyade Alayına bağlı “bedelliler “ bölüğünde yaptığı sıralarda bölüğe yeni bir kumandan gelir. Etrafı tanıma amacıyla bölüğü toplayıp tek sıra yapar. Azeri kökenlilerin 5, Kürt kökenlilerin 3 adım ileri çıkmasını emreder. Geride tek bir kişi kalmıştır. Bu da Eşref Başaran’dır. Komutan sorar, “Sen nesin?” Eşref Bey heyecanlanır. Karapapak diyeceğine “Alapapağım” der. Komutan suratına tokadı yapıştırır. “Ala bula istemem, bir renk olacaksın ...” der. Bu olayı bize anlatan Eşref Bey o tarihten sonra Karapapak yerine TEREKEME sözünü kullanır olmuş... 1950 yılında Iğdır Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri Birliği yönetim kurulu başkanı idi. Yılda 3000 ton pamuk üreten 7000 ortaklı bu dev kuruluşun yöneticileri daima haklı ve haksız şikayetlere maruz kalırlardı. Eşref Bey hakkında da Ticaret Bakanlığına buna benzer şikayetler yapılmış, bir tahkikat müfettişi Iğdır’a gönderilmişti. Müfettişin davranışları, sorduğu sorular kuşku yaratmış ve Eşref Bey’i çare aramaya sevk etmişti. O yıl D.P. iktidar olmuş, Azerbaycan kökenli Ahmet Ağaoğlu’nun Manisa Milletvekili olan oğlu Samet Ağaoğlu ilk D.P. hükümetinin kuruluşundan bir süre sonra Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı sıfatıyla kabineye alınmıştı. Bu olay müfettişin Iğdır’a geldiğe tarihe rastlamaktadır. Eşref Başaran fırsatı kaçırmaz. Postaneden temin ettiği boş bir telgraf kağıdını itina ve ustalıkla doldurur ve kendisine çekilmiş bir telgraf haline getirir .Postane dağıtım elemanlarından Şevket Efendi’ye vererek müfettişle bir arada olduğu sırada telgrafı getirmesini sağlar. Telgraf kendisine verildiğinde yanında buluna kooperatif memurlarından birisine uzatarak yanında gözlüğü olmadığından yüksek sesle okumasını rica eder.Telgrafın meali şöyledir. Sayın Eşref BAŞARAN Tarım Satış Kooperatifleri Başkanı IĞDIR Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcılığına getirilmem vesilesiyle göndermiş olduğunuz kutlama telgrafını aldım. Size karşı sevgi ve bağlılık 48 Iğdır Sevdası hislerimi teyit eder, teşekkürlerimi sunar, arz-ı hürmet ederim. Halan oğlu Samet AĞAOĞLU Telgrafı dikkatle dinleyen müfettişin tavrı derhal değişir. Eşref Bey’i yanına oturtur. Samet Bey’le olan akrabalık (!) bağlarına iyice kanaat getirdikten sonra iki günden beri yaptığı incelemede şikayetlerin maksatlı dedikodulardan ibaret olduğunun anlaşıldığını ifadeyle yarınki otobüsten kendisine bir yer ayrılmasını rica eder. Eşref Bey müfettişi ikna eder. Ertesi gün Iğdırlılar ve şikayetçiler henüz uykuda iken müfettişi sabahın ilk saatlerinde bir taksi ile Ankara’ya uğurlar. Eşref Başaran iyi bir akşamcı idi. Değişmeyen sofra arkadaşlarıyla birlikte olmaktan zevk duyardı. Akşamcılığının yanında Cuma ve Ramazan ayında teravih namazlarını hiç kaçırmazdı. Yardımseverliği ve cömertliği ile kendisini herkese sevdirmişti .Yeri doldurulamayacak değerli bir hemşehrimiz idi. Allah rahmet etsin. Çocukluğum Ağrı Dağı eteklerindeki köyümüzden Iğdır’a göç ettiğimizde yedi yaşında idim. Türkçe bilmiyordum. Ailece Kürtçe konuşuyorduk. Zaten yarım asırlık Rus istilası bizi adeta tecrit etmişti. Çevremizdeki Kürt köyleri dışındaki en yakın köy Taşburun ve Alikızıl (Topraklı ) köyleri idi. Onlar da Ermeni asıllı insanlardı. Bu nedenle Türkçe öğrenmemiz mümkün değildi. Babam beni ve benden büyük kardeşim Hamit’i ilkokula hazırlamaya başlamıştı. Evvela Başmağcı (Yemenici ) Mehmet Rıza Amcaya birer çift ÇUST siparişi verildi. Bu tamamı yumuşak ve az tabaklanmış deriden ilkel şekilde imal edilen bir nevi yemeni (ayakkabı) idi. Çustların kenarına ve arkasına ip geçirilebilecek delik konmasını özellikle tembih etti. Sonradan öğrendik ki yağmurlu ve çamurlu havalarda iple ayak bileğine bağlanmadığı taktirde çamurdan koparma imkanı kalmazdı. Tanıdık terzide de birer keten pantolonla siyah bezden Azerbaycan modasına uygun gömlek ölçüsü alınarak giyecek siparişi tamamlandı. Bir marangoz da iki adet tahta defter, kitap çantası yapacaktı. Sabırsızlıkla ve heyecanla üzerime geçirdiğim giysiler bir hafta sonra kullanılmayacak durumda idi. Çustlar kurumuş ayağa girmeyecek durumda eğilip bükülmüştü. Keten pantolonun bir defalık yıkama ile diz kapaklarıma kadar kısalmış Amerikan bezinden dikilmiş uzun donumun paçaları dışarıda kalmıştı. Gömlek ise güneş ve yağmurdan etkilenerek siyah rengini kaybetmiş ve bozarmaya başlamıştı. Buna karşın okulun en iyi giyimlileri arasında sayılırdık. Çünkü öğrencilerin bir bölümü ayak yalındı. Bazıları pantolon yerine Amerikan bezinden gelişigüzel dikilmiş uzun paçalı don giyiyordu. Gömlekler genelde çok renkli ve 49 Mecit Hun yamalıydı. Bazı aileler çok fukara idi. Bizim gibi az çok varlıklı sayılanlar ise paraları olduğu halde işe yarar giyim eşyası bulamıyordu. Daha sonraki yıllarda yaşam koşulları iyileşmeye başlamış, ayağımıza galoş tabir ettiğimiz kauçuk ayakkabılar, üzerimize düzgün dikilmiş kumaş libas giyebiliyorduk. İlkokulun dördüncü sınıfına kadar Türkçe konuşmayı zar zor öğrenmiştik. O yıl sınıfta kaldım. Çok üzülmüş ve etkilenmiştim. Ertesi yıl 5 nci sınıfı iyi bir derece ile geçtim. Çalışmanın ve öğrenmenin sırrını çözmüştüm. 5 nci sınıfı birincilikle bitirerek Iğdır ortaokuluna kaydımı yaptırdım. İlkokul yıllarında Iğdır’ı ve Iğdırlıları tanıma imkanım yoktu. Çocuktum. Okul tatilinden ders yılı başına kadar olan süreyi ise ailemle yaylada geçiriyordum. Yaylacılık, hayvancılıkla geçinen bütün Kürt aşiretlerinde olduğu gibi, bizim için de uyulması zorunlu vazgeçilemez bir yaşam idi. Yayla hayatı Nisan ayından Kasım ayı başına kadar üç etapta altı ay kadar sürerdi. Birinci etap, koyunların doğum sezonunun başlangıcı olan Nisan ayının ilk haftasından yaylaya çıkış zamanı olan Haziran başına kadar olan dönemdi. Bu dönemde yüksek dağ eteklerinde yerleşim merkezleri civarında, mera ve su imkanlarının müsait olduğu yerlerde siyah çadırlar kurulurdu. Yeni doğan kuzuların yürüyerek yaylaya çıkabileceğine kanaat getirildiğinde esas yaylaya çıkış hazırlığı başlardı.Yaylaya çıkış, karların erimesine paralel olarak kademeli yapılırdı. Birinci etapta kuzulardan artan süt, peynir haline getirilerek piyasaya sürülür ve elde edilen gelir yayla masraflarını büyük ölçüde karşılardı .Bu nedenle Mayıs ayına halk arasında “peynir ayı” adı verilirdi. Yaylacılar eşyalarını, çadır ve zahirelerini öküz ve merkep sırtında götürürlerdi. O yıllarda traktör ve kamyon bulmak mümkün değildi. Bizimkiler deve sırtında giderdi. Yirmiye yakın devemiz, iki devecimiz vardı. Develer süslenir, kadınlar ve çocuklar için deve sırtlarında yatak denklerinden özel yerler yapılır ve birkaç konaktan sonra asıl yaylaya varılırdı. Çocukluk yıllarımda Ağrı Dağı yasaklandığından Ağrı merkez Taşlıçay ve Tuzluca’ya bağlı Sinekler, Derrecek,Yanık Göl yaylaları ile Kağızman’ın Çemçe Dağlarında çadır kurardık. Konakladığımız yurtlar genelde meraca zengin ve suyu bol yerlerdi. Doğa ile içice mutlu bir yaşam sürüyorduk. Rengarenk çiçek ve kelebeklerin süslediği otlar içerisinde kuzukulağı, yemlik toplar gümüş köpüklü akarsularda kızıl alabalık avlardık. Yayladaki konaklama gruplarına Oba ismi verilirdi. Genellikle obalar, Oba başı denilen zengin sürü sahibinin ismi ile anılırdı. Oba başının siyah büyük çadırının yanında beyaz misafir çadırı da vardı. Obayı teşkil eden diğer çadırlar birkaç koyun sahibi refakatçilerle çobanlara aitti. Her sabah büyük siyah çadırın önünde semaver kaynar; kaymak taze 50 Iğdır Sevdası peynir ve tereyağından oluşan kahvaltı sofrası başlardı. Öğleye doğru koyunlar sağılmak üzere gelmeye başlardı. Sayım işinde herkes görevli idi. Kimimiz koyunları sağıcılara gidecek şekilde sıralar, kimisi sağılan süt kazanlarını kovalara boşaltıp çadırdaki büyük kazana taşır, bir kısmı da (genellikle çobanlar ) sağım işini yaparlardı. Bu iş bittikten sonra kuzucuya haber salınarak sayım işi bittiği bildirilir ve 24 saatten beri analarından ayrı kalan kuzular sürü halinde meleşerek koyun sürüsüne karışırdı. Birkaç dakika içinde kuzular analarının bulur, bulamayanlara baş çoban yardım ederdi .Kuzu ve koyunlar 1 saat kadar beraber kaldıktan sonra tekrar ayırt edilerek ayrı istikametlerde meralara gönderilirdi. Asıl yaylada üretilen sütlerin yağ yapılmak üzere makine ile kremaları alındıktan sonra yağsız peynir haline getirilir ve satışa gönderilirdi. Beyaz çadırımız misafirsiz kalmazdı. Komşu obalar, hayvan tüccarları; Siirt, Antep, Ağrı’dan gelen seyyar satıcılar devamlı konuklarımızdı. Bunun dışında renkli misafirlerimizde olurdu. Davul zurna ile obaları dolaşıp para toplayan mıtrıplar, elekçiler, çerci tabir ettiğimiz kuru ve yaş meyve satıcıları çocukların ilgisini çekerdi. Nakşi ve Kadiri dergâhlarının uzun saçlı teberli dümbelekli müritleri ilahiler söyleyerek bağlı oldukları medreseye yağ, peynir ve yün toplarlardı .Genellikle bunlara “Derviş” ismi verilir ve saygı ile karşılanırlardı. Arada bir RECÜ toplayanlar da beyaz çadırımıza konuk olurlardı. Aşiret geleneğinde bir başkasına karşı işlenen suçtan dolayı aşiret cemaatları tarafından tazminat hükmedilir ve bunu ödemeye muktedir olmayanlar obalardan ve köylerden hayvan ve para yardımı toplardı. Bir nevi sosyal yardımlaşma olan gelenek bütün aşiretlerde yaygın ve doğaldı .Bu şekilde yapılan yardıma RECÜ adı verilirdi. “MECİT HUN HÂTIRATIM” SON EKLER: Erzurum Lisesi Bitirme Belgesi Belge genel numarası: 559 Adı Soyadı: Mecit Hun Baba Adı: Ahmet Belgeyi veren okul: Erzurum Lisesi Talebe okul no: 51 Bitirme ders yılı ve devresi: 1942-43 Ahmet oğlu Mecit Hun lisenin ilk iki sınıfı ile Fen kolunda Edebiyat, 51 Mecit Hun Felsefe ve Sosyoloji, Psikoloji, Tarih, Coğrafya, Matematik (Cebir, Geometri ve Astronomi), Tabiat Bilgisi (Biyoloji ve Jeoloji), Fizik, Kimya, Yabancı Dil (Fransızca), Jimnastik, Askerlik derslerinden imtihanlar geçirerek lisenin Fen kolundan Pekiyi derecede liseyi bitirme belgesi almaya hak kazanmıştır. 1 Ekim 1943 Lise Müdürü: Reşat Özbayoğlu Lise Müdür Muavini: Nail Gökbudak Bonservis Erzurum Lisesi 1942-43 mezunlarından Mecit Hun, 1943-44 ders yılı müddetince Iğdır Ortaokulunda yapmış olduğu Fizik, Kimya ve Tabiiye yardımcı öğretmenliğinde vazifesini layıkıyla başarmıştır. Bilhassa vazifesine karşı bağlılığı bu yoldaki istidadı ve ciddiyeti tamdır. Atide (gelecekte) bu yolda kendisine tevdi edilecek her hangi bir vazifeye layıkıyla başarabilir iş bu bonservis kendi isteğiye tarafımızdan verildi. Iğdır Ortaokulu Müdür Vekili Zeliha Özen 29 Ağustos 1944 Askerlik Belgesi: Adı Soyadı: Mecit Hun Derecesi: İyi Yaka No: 2602 Kayıt No: 8959 Sınıfı: Topçu Memleketi: Iğdır Yukarıda künyesi yazılı ve fotoğrafı bulunan öğrenci Yd. Sb. Okulunun 27. Dönem öğrenim ve eğitimini başarı ile bitirmiştir. Tuğgeneral Selahattin Selışık Tarih: 22 Nisan 1948 Terhis Belgesi: İlk kıta hizmetini gördüğü kıta ve giriş: İkinci altı aylık hizmetini yaptığı mektep: Son altı aylık subay vekil hizmeti: Manevra, talim ve terhis tarihi: Rütbesi: Astğm. 69. Tüm. 69. P. A. 28 Şubat 1945 Yd. Sb. Topçu III Tb. 2. Bl. 13 Kasım 1947 41. Top. A. II. Tb. 6. Bt. Tk. K 5 Mayıs 1948 – Terhis: 31 Ekim 1948 Evlilik Belgesi: Iğdır’ın Söğütlü Mahallesinde mukim aslen Bitlisli Mehmet Kaki kızı Naciye’ye yukarıda cins ve miktarı yazılı olduğu üzere on bin yedi elli lira değerinde çeyiz eşyası vermiş ve bu eşyalar heyetimiz huzurunda birer birer 52 Iğdır Sevdası tadat ve tespit ve değerlendirilmiş olup tamamen Iğdır’ın Baharlı Mahallesinde mukim Ahmet oğlu Mecit Hun’a devr ve teslim edildiğini ve (Huda nekerde- Allah korusun) her hangi bir vaziyet dolayısıyla yekdiğerinden ayrılmak ve yahut arada hasıl olacak geçimsizlik dolayısıyla bu mallar aynen ve yahut bedeli olan para bıla ıtıraz ve hiçbir bir hüküm ıstıhsaline hacet kalmaksızın Mehmet Kaki’ye dafatan tediye edileceğini ve bu eşyaların huzurumuzda teslim edilmiş ve taraflar bu şartı kabul etmiş olduklarından huzurda imza ve kabul ettiklerini tasdiken imza eyleriz 11 Şubat 1950 (İmza Sahipleri) Mecit Hun Mecit Hun kardeşi Hamit Hun Mecit Hun dayısı İsa Yiğit Iğdır Belediye Reisi Rıza Yalçın Davavekili Ziya Güner Tüccar Musa Turan Tüccar Paşa Akgerdan (Bayburtlu Paşa) Hakveyis köylü tüccar Ömer Şark Tüccar Recep Savacı Kaza Müftüsü Mehmet Aydın Evlilik Cüzdanı Adı ve Soyadı: Naciye Kaki Mecit Hun İşi: Ev Kadını Zirai Donatım,memur Anasının Adı: Zinnet Zeynep Babasının Adı: Mehmet Ahmet Doğduğu Yer: Erzurum Iğdır Doğum Tarihi: 20 Temmuz 1932 1341 (1925) Nüfusta yazılı olduğu yer: Söğütlü Mah. Adetli Köyü Bin dokuz yüz elli (1950) senesi Şubat ayının onuncu günü hüviyetleri bu defterde yazılı Naciye Kaki ve Mecit Hun evlenmiş oldukları Iğdır evlenme işleri memurluğunda mahsus sicil defterinin 1950/80 numaralı sahifesinde yazılı olduğu tasdik olunur. Evlenme İşleri Memuru: Orhan Çiftlik Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenim Karnesi Fakülteye kayıtlanma tarihi: 31.10.1958 Öğrenci Numarası: 2684 53 Mecit Hun Vefat Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri 28.1.1998 tarihinde müracaat eden 967889 dosya numaralı Abdülmecit Hun hastanenin Acil Servis bölümünde 29.1.1998 tarihinde Kardio Pulmoner Arrest nedeniyle vefat etmiştir. Dr. Sibel Ersoy ÖMÜR VEFA ETSEYDİ: Mecit Hun bir yandan hâtıratını yazmaya koyulmuş bir yandan da üzerinde çalışmayı planladığı isimleri liste halinde yazıp bir kenara koymuştu. Bunlardan Eşref Başaran, Hüsnü Bingöl, Nağı Odoğlu gibi isimleri “Hâtıratım” bölümünde yazı diline kavuşturmuş, bizlere kazandırmıştı. Geriye kalan isim listesi zamansız vefatıyla bir bakıma “yetim” kalmıştı. Babamın manevi çalışmasına ve sevdiği Iğdır’ın anısına bu notları ve isim listesini burada yayınlamayı görev biliyorum: 1. Abdürrezak Güneş: Cemalettin, İsmail, İsmet, Eşref 2. Kerem Güneş: Enver 3. Ali Uca 4. Sait ve İbrahim Güneş: Osman 5. Halife İbrahim Güneş: Osman 6. Şemsettin ve Cemalettin Güneş 7. Ferman Kaya: Yaşar, Mecit, Şevket 8. Aslan Kaya: Nurettin, Bahattin 9. Müftü Mehmet Aydın: Yaşar, Kemal, Yusuf 10. Mecit Güneş, Cimşit Güneş, Servet Güneş, Nurettin Güneş 11. Şeyh İsa 12. Şeyh Hano 13. Şeyh Hüseyin Balamir 14. Şeyh Mehmet Barbaros: Abdülbaki ve Hasan Barbaros 15. Musa Doğan 16. Mehmet Karadeniz 17. Mehmet Balamir 18. Şeyh Abdurrahman 19. Aliye ve Edip Koçkaya 20. Naki Odoğlu: Abbas, Recep, Bekir, Süheyla, Ayten 21. Timur Necilli 22. Hüseyin Yaycılı (Yaycı) 23. Resul Taner 24. Merdan Taner 25. Ali Mirze Bey: İsa Yiğit, Bahri Yiğit, Ali Yiğit, Mehmet Yiğit, Mıho 54 Iğdır Sevdası 26. 27. 28. 29. 30. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. 51. 52. 53. 54. 55. 56. 57. 58. 59. 60. 61. 62. 63. 64. Derviş Kerem Şengo (Şen), Derviş Sınco, Bekir Sınco İsa Hesso (Serhat) Ali Çavuş Ömer Sımo Fettah Bey: Emin Güneş, Eyyüp Güneş, Kâzım Güneş Cevdet Evgin, Erol Evgin İsmail Şefkatli, Fuat Şefkatli Halef Boran, Rıza Boran Reşit Keki, Zeki Keki, Fuat Ergül, Rafet Ergül Ömer Şark, Hacı Şebap Şek, Mecit Şek Mustafa Yiğit Hamit Gökbakan Aziz Gökbakan Sait Zor Remzi Acar Şeyh İsmail ve Şeyh Bıro Mehmet Gülten Vahap Akar Aziz Güney Musa Turan Cihangir Turan Mustafa Aras Kellehemolu Hasan Derviş Çerkez Koço (Çilli) Orgoflu Ali Mehmet Eset Kerem Zengi Feyzullah Zengi Paşa Turan Hamit Ünver Hacı Mir Eset Ağa Meşedi Ekber Mazanof (Tufan) Esat Mazan (Kuban) Kelbayı Talat Tufan Rahim Yadigâr Saltanat Yadigâr Ak Kerim, Kara Kerim Abbas, Efruz, Ekber Yücel Alçak Ekber (Yüzbaşıoğlu) 55 Mecit Hun 65. 66. 67. 68. 69. 70. 71. 72. 73. 74. 75. 76. 77. 78. 79. 80. 81. 82. 83. 84. 85. 86. 87. 88. 89. 90. 91. 92. 93. 94. 95. 96. 97. 98. 99. 100. 101. 102. 103. 104. Rıza Yalçın (Rıza Kulu) Ali Ataman – Osman Ataman Haydar Yüksel Memli ve Kasım Yüksel Sadık Tezel, Hasan Tezel v Şahrıza Tezel Mirali Ağa Hüseyinali Başkentil – Musa Başkent Hacı Bahçeli Aslantürk Gödekli İsmail Oruç Vurgun ( Iğdır Ambarı) Kaymakçı Asker Fazıl Baykal – Oğuz Baykal Rahim Akyüz Sadık Akyüz Çöllülü Kasım Kara Halil, Salih Çöllü Dr. Abbas Çöllü, Hacı Ekber Çöllü Hülda Mirze Ağa Mecit Seyran Ahmet Armağan Abdullah Armağan Abdulhadi Kuş Esat Malgaz, Musa Malgaz, Sait Malgaz Ömer Tırpan – Mahmut Güveren Naif Uraz Ali Eşref (Eleşref) Bey İsmail ve Paşa Çağatay Kamerli Meşedi Abdullah, Kasım Yaycılı Hacı Muhtar Yıldırım Süleyman ve Mehmet Günde – Kadir Günde İbrahim Sever – Atalay Sever Hacı Bahçali Ağırkaya: Ekber, İsmail Ağırkaya Meşedi Kerem, Yakup Çiftçi, Muhtar Çiftçi Terzi İsmail Özgür Mir Ali Özel, Ebe Hanım, Kasım Tezel Merdan Turan, Timur Turan Şamil Bey, Behman Bey, Ziya Bey (Ayrım) Resul Kara, Zeki Kara Ali Rıza Bagana Hasan Çetinel 56 Iğdır Sevdası 105. Bağır ve İbrahim Aras 106. Nağdeli ve Gulem Parlar, Nevzat Parlar 107. Beyler Bey, Sultan Bey, Hanlar Bey, Muhtar Bey, Şefi Bey, Hanbaba Bey, Rehim Bey 108. Kara Tevfik, Kamerli Celil Bey 109. Akkişiler: Celil ve Cabbar Emmi 110. Hakveyis köyünde Timur Turan, Öztürk Turan, Asker ve Abbas Türkdönmez 111. Taşburunlu Sadık Emmi, Cafer Karasu, Ahmet Karasu 112. Hacı; Reşit; Nevruz; Kanber Taşkınsu 113. Hüseyin Gülseven ve Hasan Gülseven 114. Talip ve Hamdi Kalafat 115. Cemal Bey 116. Ali Çavuş 117. Mir Selim, Mir İsmail 118. Molla Memet (Karakoyunlu) 119. Kurban, Zeki, Ejder, Dadaş Akar, Meydan Salman 120. İspirli Ahmet 121. Uzun Mahmut, Mehmet Duman 122. Pulurlu Ahmet 123. Molla Muhsin 124. Hacı Dayı 125. Nurettin Kirman, Şeref Kirman 126. Zöhrap Makinist 127. Çarıkçılı İsmail Bey 128. Küllüklü Mahmut, Abdullah Çınar, Hüseyin, Abbas ve İsmail 129. Alkamerli Hasan Çire 130. Alkamerli Kelbayı Kasım 131. Alkamerli Meşedi Semet, Behman Aras 132. Alkamerli Feyzullah Çomak 133. Karakoyunlu Asker Kıvrak 134. Karakoyunlu Kelbayı Abbas Kulam oğlu Çolak Mehmet 135. Karakoyunlu Hüseyin Ali 136. Melekli Esat Ogan, Şah Hüseyin Turan, Kadir Erol, Rıza Kulu Turan, Hacı Yaver Turan 137. Meleklili Hacı İbrahim Artantaş, Hasan Artantaş 138. Meleklili Hacı Allahverdi Yılmaz, Muhsin Yılmaz 139. Karakoyunlu Kâzım Toktamış, Mehmet Ali Toktamış 140. Hacı Şıhali Göleli 141. Aziz Yalçın, Agâh Yalçın, Akil Yalçın, Hidayet Yalçın 57 Mecit Hun 142. 143. 144. 145. 146. 147. 148. 149. 150. 151. 152. 153. 154. 155. 156. 157. 158. 159. 160. 161. 162. 163. 164. 165. 166. Cevat Han (Melekli) Muzaffer Işık Yunus Tuncer, Mustafa Şimşek Paşa Aydın, Ekber Aydın Meşedi Bilal Toksöz, Timur Toksöz Mir Cabbar Yeşilyurt: Cengiz, Haşim, Hasan, Hüseyin Yeşilyurt Hüsnü Bingöl, Ziya Güner Erzurumlu Denali Eşref Başaran Eşref Kaya Kelbayı Timur Doğu Basmacı Mehmet Rıza Kitili İbrahim Aksoy Kazancılı Mehmet Sönmez Abbas Çetin, Latif Aküzüm Mehmet Ali Kutlay Timur Demirci İbrahim Kamerli Hakverdi Akar ve Kurban Mehmet Ali Derman Hüseyin Kentli Mehmet Bey, Fuat, Tevfik Araslı, Doğan Araslı, Adil Araslı Ali Yardım Demirbaş Muharrem Emmi Hakim Tahir Mihmandarlı Hasan Karalar VE YARIM KALAN NOTLAR... (El yazısıyla yazılmış, daktilo edilmemiş sayfalar) İşgalden Kurtuluşa Hamidiye Alayları 1. Şeyh İbrahim Bey Yönetiminde Bılgıkan (Bırxki) Celali Alayı Alay Merkezi: Doğubeyazıt (Merhum Mehmet Bayazıt’ın babasıdır. Bu aileden İstanbul İş adamlarından Selahattin Bayazıt, Ağrı Milletvekili Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz, İstanbul iş adamlarından Şeref Eryılmaz, Doğubeyazıt esnafından Selahattin, Hasan, Hüseyin, Mehmet Nuri Eryılmaz aile büyükleri...) 2. Şeyh Abdülkadir Yönetiminde Sakan Celali Alayı Alay Merkezi: Doğubeyazıt (Doğubeyazıt eski belediye başkanı Mahmut Kotan, Merhum Malmüdü58 Iğdır Sevdası rü Ömer Kotan, Mühendis Emin Kotan’ın büyük babaları ) 3. Ahmet Ağa (Ahmet Hesso) Yönetiminde Kotan Celali Alayı Alay Merkezi: Doğubeyazıt (Doğubeyazıt belediye başkanı Ali Konyar, iş adamlarından Hüsrev, Ahmet Rahim Konyar’ın büyük babaları) 4. Abdülmecit Bey Yönetiminde Sipkan Alayı Merkezi: Ağrı, Tutak ilçesi (Eski Ağrı milletvekili Merhum Halis Öztürk’ün babası) 5. Kör Hüseyin Paşa Haydaran Alayı Merkez: Patnos (Ağrı milletvekili Cemil Erhan’ın büyük babası) 6. Ahmet Ağa Yönetiminde Ademan (Haydaran) Alayı Merkez: Hamur (Ağrı milletvekili Fecri Alpaslan’ın babası) 7. Veli Bey Yönetiminde Karapapak Alayı Merkez: Taşlıçay (Şeref Saraçoğlu’nun babası) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Yerel Milis Güçleri Ali Mirza Bey Ahmet Şemo Feto, Temır, Çelxe, Osman (Şemkan aşireti) Yusuf Ağa (Gur Hasso) Kerem Bey Fettah Bey Ömer Besi (Ömer Bülbül- Gelturan aşireti) Şamil Ayrım Bekir Baba · Faqi Ömer oğlu Fetto, Bekir, A.Mecit · Ömer Nebo oğlu İsa · Yusuz Tenzik · Yusuf İsa · Ömer Loşo · Mıhe Çalak · İsa Hesso · Hacı Tahır · Muçalı Filit · Şengolu Kerem · Derviş Sınco · Hasan Derviş (Kellehemo) 59 Mecit Hun · Tuzluca’da Yüceler: Selim ve Zürbe Beyler Meşedi Kerem Zengi Kültürlü, hazır cevap, nüktedan bir toplum adamı idi. Mücadeleyi sever, doğru bildiği hiçbir konuda taviz vermez ve riskine katlanırdı. Zengibasarlı idi. Genç yaşında toplumsal konulara, siyasete ilgi duymuş, Leningrad, Moskova, Kiev, Tiflis, Bakü gibi büyük şehirleri gezmiş ve bu gezilerinde çok şeyler öğrenmişti. Tarih ve edebiyatı severdi. Rus Tarihini profesyonel bir tarihçiden daha iyi bilirdi. Petro’dan, Korkunç İvan’dan, Romanof Hanedanın kuruluşundan kesitler anlatırdı bizlere... Büyük toprak sahipleri ile mujikler (köylüler) ve sanayici-işçi mücadelesinin Rusya’yı nasıl ihtilâle sürüklediğini, sosyalist düşüncenin Rus yazarlar tarafından topluma nasıl aşılandığını örnekleri ile anlatırdı. Rus Edebiyat tarihini de iyi biliyordu. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski, Gogol, Mayakovski ve daha birçok edebiyatçının eserlerinden bahsederdi. Zeki ve kuvvetli bir hafızaya sahipti. İyi bir sosyalistti. Bazılarının iddiasının aksine Bolşevikliği sevmezdi. Lenin’i taktir eder, Stalin ve Beria’dan (KGB başkanı) nefret ederdi. Rusya’ya Bolşevikliğin yerleşmesinden İngiltere, Fransa ve Almanya’yı sorumlu tutardı. Kerem Zengi’nin değerlendirmesine göre eğer bu ülkeler Kerensky’nin Menşevik idaresini destekleselerdi Rusya ve Rusya’ya özenen bir çok ülke bir asra yakın bir zaman içinde komünist rejimle toplumlarını perişan etmez, dünyada ideolojik kutuplaşma olmazdı. Edebiyat ve Tarihe olan vukufiyetinden (bilgisinden) dolayı genelde cahil olan halkımız tarafından taktir edilmez ve sohbetlerinden hoşlanılmazdı. Güzel anıları vardı: Mücadeleli yıllarda Zengibasar ve Vedi’deki örgütleme çalışmalarından rahatsız olan Ermeniler, Meşhedi Kerem’i yakalayıp öldürmeye karar verir ve bunun için bazı komitacılar görevlendirilir. Tehlikeyi sezen Meşedi Kerem bir fırsatını bulup Aras’tan Başköy tarafına geçer. Aratan köyünde Hesso diye adlandırılan Hasan isimli bir Kürt’ün evine sığınır. Durumu kendisine anlatır. Hesso, Meşedi Kerem’i gözü gibi ağırlar. Ne var ki Hesso onu evinde misafirine yatak olacak bir hasır ile eski bir kilimden başka vereceği eşya yok. Yiyecek; sacda tezek dumanında pişirilmiş biraz arpa ekmeği ve eski bir matarada pişirilmiş şekersiz çaydır. Meşedi Kerem’in on günü bu evde geçer. Aradan 20 yıla yakın bir zaman geçmiştir. Meşedi Kerem Iğdır cezaevindeki bir dostunu ziyarete gider, orada Hesso’yla karşılaşır. Oldukça 60 Iğdır Sevdası duygulanır. Meşedi Kerem sorar: “Hesso kirve sen buraya niye düştün, ne oldu?” Hesso da Meşedi Kerem’i hatırlar ve cevap verir: “Ay Kerem kirve, menim ocağım söndü, o gördüğün dem dezgâh, devlet, mürüvvet gışk çu, gışk çu..(hepsi gitti)” der. Ama Kerem Zengi o günlerde Hesso kirvesinin fedakârlığını unutmamıştı. Sorunu ile ilgilenir ve tahliyesini temin eder. Meşedi Kerem bu defa bir arkadaşı ile Tiflis’tedir. Ermeni komitacılardan köşe bucak kaçmaktadırlar. Bir Azeri aşçının lokantasına girip birer çorba içmek isterler. Zaten o yıllarda lokantada lahana çorbasından (Borc) başka yemekte bulunmaz. Aşçı iki sıcak çorba getirir. Meşedi Kerem çala kaşık çorbayı içerken arkadaşı bir kaşık aldıktan sonra aşcıyı çağırır ve hiddetle çorba kâsesini ona doğru iterek: “Çorbanda senin boyunda kıl var!” Aşçı gayet sakin cevap verir: “Ay menim ezizim, iki kopeklik (kuruş) çorbadan kıl çığar, Tiflis halısı çıkmaz, aklın varsa çorbanın içersen yoksa aç kalırsan” der. Kardeşleri Feyzullah (Kahveci Sağır Feyzullah), Kasım (Şoför) ve Paşa Turan ile birlikte muhacir olarak Türkiye’ye gelmişlerdi. Paşa benimle yıllarca okul arkadaşlığı yaptı. Serbest hayatta dostluğumuz ve arkadaşlığımız hiç bozulmadı. Feyzullah ise namı Türkiye’ye yayılan IĞDIR ÇAYI’nın babasıdır. Senelerce müşterilerinin kalitesinden, tadından, en ufak bir noksanlık olmadı. O güze çayını titizlikle ikram etti. Allah rahmet etsin. Iğdır’da Türkiye İşçi Partisinin bir mitingini hatırlıyorum. Mehmet Ali Aybar, kürsüde idi. Dinleyicilerin büyük bölümü civar illerden gelen sivil polislerdi. İşçi partililer bütün baskılara karşın cesur ve kararlı idiler. Kerem Zengi, İşçi Partisine karşı büyük bir sempati besliyordu. AP’liler işsiz ve alkolik birisini (Kel Ahmet) sarhoş oluncaya kadar içirerek yakasına bir parti rozeti takmış ve kürsünün dibine kadar göndererek kürsüdeki Mehmet Ali Aybar’a küfrettiriyorlardı. Müdahale eden olmayınca Kerem Zengi’nin canı sıkılmış, Ahmed’in kolunu tutup bir kenara çekmiş ve herkesin duyabildiği yüksek bir sesle: “Kürsüdeki adam ne diyor biliyor musun? Bize oy verip iktidar yaparsanız Hacı Nağdali’nin malının yarısını alıp Kel Ahmet’e vereceğim” diyor. Meşedi Kerem’in bu uyarısın ciddiye alan Kel Ahmet rozeti çıkarıp fırlatmış ve kürsünün yanında toplu halde mitingi izleyen Behice Boran ve Tarık Ziya Ekinci’nin ellerinden öperek özür dilemişti. 61 Mecit Hun Nişan Töreni (1) Leyla Gül Hun, (2) Emine Hun, (3) Hamit Hun, (4) Mecit Hun, (5) Taşlıça köy muhtarı Mirza Aktaş, (6) Perihan Hun, (7) Fatma Hun, (8) Süheyla Hun, (9) İhsan Aksoy Mecit Hun ve Nadir Durak Mecit Hun ve Mehmet İdem Karakuyu köylü Zıppo oğlu Süleyman ve Mecit Hun Cihangir Turan ve Mecit Hun 62 Iğdır Sevdası Eski Dostlar (1) Enver Güneş, (2) Dr. Abbas Çöllü, (3) Mecit Yılmaz, (4) Fazıl Kalafat, (5) Mecit Hun, (6) Hamit Hun Hüseyin Cahit Tufan ve Mecit Hun Mecit Hun ve Fikri Sağlar Talat Tufan ve Abdülbaki Barbaros Osman Ataman ve Cemalettin Güneş 63 Mecit Hun (1) İsmail Güneş, (2) Mecit Hun Mecit Hun kızı Leyla Gül ile Naciye Hun, Mecit Hun ve torun Alan Özalp 64 Iğdır Sevdası Cengiz Ekinci’nin Ayhavar Gazetesi Ellerde (1953) Solda başta oturan Mecit Hun Mecit Hun ve Naciye Hun Naciye Hun, Süheyla Aksoy (Hun) ve Mecit Hun Mecit Hun Ebedi İstirahatgâhında (Karakuyu) 65