Önsöz - Plural Publications

advertisement
Önsöz
Allah’a hamd-ü senâlar; resulüne salat ve selamlar olsun.
Bu kitabın hazırlıkları, ramazan ayı için bir vaaz kitabı hazırlamak niyetiyle başladı. Daha sonra sadece ramazan ayına tahsis
edilmeyip, el altında her zaman bulunabilecek bir yardımcı eser hazırlanmasının uygun olacağı kanaatine varıldı. Bu nedenle kitabın
içinde ramazan ayı öncesi ve esnasında işlenmesi uygun olan konularla beraber diğer birçok dinî konuya da yer verildi. Böylece 45
başlıktan oluşan bir vaaz kitabı hazırlanmış oldu.
Kitapta belirlenen konular, ayet, hadis ve muhtelif destek bilgilerle işlenmeye çalışıldı. Mümkün mertebe bir sohbet üslubu kullanıldı. Naklî bilgilerin kaynakları verilmeye çalışıldı. Zayıf veya uydurma kabilinden bilgi ve nakillere tergîb ve terhîb için de olsa yer
verilmemeye çalışıldı. Özellikle camilerde hizmet eden imam-hatiplerin ellerinin altında hazır bir eser olmasının yanında, her okurun
da faydalanması amacıyla anlaşılır bir dil ile konuların işlenmesine
gayret sarf edildi. Tespit edilen konu başlıkları değişik yazarlar tarafından ele alındığı için, zaman zaman üslup farklılıkları olabilir.
Ancak genel anlamda insanımızın anlayabileceği ortak bir üslup
korunmaya çalışıldı.
Dua ve niyazımız, bu mütevazı kitabın, “(Resulüm!) Sen,
Rabbin’in yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır.”1, “Sen yine de
öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.”2 ayetlerinde ve
“Din nasihattir.”3 hadîs-i şerifinde yerini bulan tebliğ, davet ve irşat
hizmetlerinde bir kilometre taşı olmasıdır.
1 Nahl suresi, 16:125
2 Zâriyât suresi, 51:55
3 Müslim, İman, 95
9
Bu kitabın hazırlanmasında bilhassa kalemleri ile bize katkı sağlayan Prof. Dr. Nihat Temel, Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, Prof.
Dr. Adem Apak, Prof. Dr. Saffet Köse, Doç. Dr. İsmail Sağlam, Yrd.
Doç. Dr. Abdullah Akın, Dr. Yusuf Işık, M. Hulusi Ünye, İlhan Bilgü,
İbrahim Cücük, Bekir Bilgin, Abdurrahim Güçlü, Murat Kubat, Hacer Çakmak, Bilal Kaçmaz ve Zeki Şeker gibi hocalarımıza teşekkür
eder, kitabın hazırlanması aşamalarında destek veren bütün kardeşlerimize şükranlarımızı sunarız.
Müslüman
ve İbadet Şuuru
Gayret bizden, muvaffakiyet Allah’tandır.
İrşad Başkanlığı
Ramazan ayı Müslümanların heyecanla bekledikleri, nice sıkıntılara ve mahrumiyete rağmen hep sevinçle karşıladıkları bir
aydır. Her şeyden önce bu ay bir oruç ayıdır. Oruç sabah imsak
vaktinden akşam güneş batıncaya kadar Allah’ın normal zamanlarda insanlara helal kıldığı, yeme, içme ve eşler arasındaki zevciyet ilişkileri gibi temel ihtiyaçlardan uzak durulmasıdır. İnsanın
hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan lezzetlerden bir süreliğine
kendini Allah için geri çekmesidir. İşte Müslüman, ramazan ayı geldiğinde oruç adı verilen böyle bir ibadet ile Rabbi’nin emirlerini
yerine getirmektedir.
Lakin ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. O ayda ayrıca, ramazan gecelerinin ihya edilmesi için müekked bir sünnet olan ve teravih diye meşhur olan gece namazı da vardır. Ramazan gecelerinin
ihyası denildiğinde İslam uleması ağız birliği etmişlercesine bu ihyanın ancak teravih namazı ile mümkün olabileceğini söylemişlerdir.
Öte yandan, yeni bebek olsun, yaşlı olsun, zengin hükmündeki tüm
Müslümanların fakir olan diğer kardeşlerine fitre denilen sadakadan
vermeleri de önemli bir ramazan ibadetidir. Fitre, ramazan ayının
ibadetidir. Zira oruç tutamayan kimseler de hem teravih ile hem de
fitre ile mükelleftirler.
10
Bu ay Müslümanların, gün boyu açlık ve susuzlukla mücadele ettikten sonra karınlarını doyurmak, susuzluklarını gidermek ve
nihayetinde de verdiği nimetler için âlemlerin Rabbi’ne şükretmek
durumunda oldukları iftar vaktinde, diğer Müslümanlarla birlikte
oldukları aydır. Müslümanlar bu ay içerisinde o kadar misafir kabul
ederler ve misafirliğe giderler ki, bu ayı hiç bilmeyenler, ramazan
ayının bu anlamda sanki bir davet ayı olduğunu düşünürler. Bu da
Müslümanların kalplerini yumuşatır ve kardeşliklerini güçlendirir.
Bundan dolayı sevinçleri açık bir şekilde görünen Müslümanlar bu
11
Dikkat edilirse Müslümanlar, özellikle yılın uzun ve sıcak günlerindeki o sıkıntıları bir nevi oyun ve eğlence hâline getirerek aşmaktadırlar. Bu oyun ve eğlenceler, oyunun da eğlencenin de meşru
olanlarındandır. Yoksa, Müslümanlar, oyun ve eğlenceye dalmazlar. Ramazan ayındaki eğlence faaliyetleri dahi ibadet ve kulluk şuuru ile eda edilir. İşte bu ibadet şuuruyla en sıkıntılı günler bile bir
eğlenceye dönüşür ve sabrın tadına varılır.
Öte yandan, Bakara suresinde buyurulduğu gibi bu ay Kur’an
ayıdır. Şöyle buyurur Rabbimiz: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın
indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler o ayda
oruç tutsun. Kim o ayda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler
sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu
göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.”1
Kur’an bu ayda inmiş, Cebrail (a.s.) ramazan ayında baştan
sona Kur’an’ı Peygamber Efendimiz’den dinlemiş, Müslümanlar da
bu muhteşem hadiseyi her ramazan ayında, adına mukabele dedikleri bir usulle devam ettiregelmişlerdir.
Unutulmamalıdır ki, Kur’an’ın okunması, onun anlaşılması gayreti demektir. Her ne kadar Kur’an’ın sadece okunması bile
bir ibadet iken, anlaşılması ve bu anlaşılma sonrasında hayata tatbik edilmesi daha da mükemmel bir ibadettir. Müslüman’ın
ibadet şuuru, ubudiyet yani kulluk şuuru da bunu gerektirmektedir. Yoksa Kur’an diğer kitapların hiçbirisi gibi değildir. O, Rabbimiz’in bizlere gönderdiği mesaj olduğuna göre, mutlaka hayatımızın temelini oluşturmalıdır. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
َ ‫صا َم َر َم‬
َ ‫ض‬
ِ‫احتِ َسا ًبا ُغفِ َر َل ُه َما ت ََقدَّ َم مِ نْ َذن ِْبهِ َمنْ َقا َم َل ْي َل َة ا ْل َق ْدر‬
َ ْ‫َمن‬
ْ َ‫يما ًنا و‬
َ ‫ان ِإ‬
ِ‫احتِ َسا ًبا ُغفِ َر َل ُه َما ت ََقدَّ َم مِ نْ َذن ِْبه‬
ْ َ‫إيما ًنا و‬
َ
“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları affolunur; kim inanarak ve karşılığını
Allah’tan bekleyerek Kadir Gecesi’ni ihya ederse, geçmiş günahları
affolunur.”2
12
1 Bakara suresi, 2:185
2 Buhârî, Savm, 6
Peygamberimiz (s.a.v.) böyle buyurarak ramazan ayının rahmet iklimine erebilmenin yolunu bize göstermiştir. Bu yol oruç ibadetinin
karşılığını sadece Allah’ın vereceğine inanmak ve O’nun emirlerine
uymaktır.
Zaten, ibadetin ibadet, kulluğun da kulluk olabilmesinin ilk şartı, sadece Allah’a, O’nun istediği şekilde ibadet etmektir ve hayatı
bu şuur üzerine inşa etmektir. İbadet namaz gibi, oruç gibi birtakım
davranışları da ihtiva eder. Ama asıl ibadet ve kulluk, işte bu birtakım davranışlarda bulunmayı değil; üstün bir şuur hâlini, güçlü bir
bilinci ifade eder; sadece ve sadece Allah Teâlâ’ya kul olup, diğer
bütün kulluklardan azade olma hâlini anlatır. En’âm suresindeki şu
ayetler kılınan namazların ve yapılan diğer tüm ibadetlerin yalnızca
Allah’ın emri ve rızası için yapılması gerektiğini ortaya koyar: “De
ki: Şüphesiz be­nim namazım, nüsüküm (ibâdî fiillerim), haya­tım,
ölümüm hep, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun ilahlığında
hiç kimse pay sahibi değildir. Ben bununla emrolundum ve ben
benliklerini Allah’a teslim edenlerin öncüsü olacağım.”3
İşte bu ayetlerle, ibadetin gerçekte nasıl ve niçin yapılacağı ortaya konulmuştur. Burada açık bir ibadet tarifi vardır. O da ibadetlerin bir davranış biçimi değil, bir anlayış olduğudur ve o anlayışın
da hayata aktarılması gerekir. Kısacası, namaz ve oruç gibi ibâdî
davranışlarımız hep, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Biz hayatı
bu bilinçle yaşar ve ölümü de bu bilinçle karşılarız. Biz, başından
sonuna kadar bütün bir hayatı yalnızca Allah için yaşama bilinci ile
geçirmekle ve O’na teslim olmakla emrolunmuşuzdur.
Zaten insanların ve cinlerin yaratılış gayesi Allah’a ibadet olduğuna göre, oruç vesilesi ile pek çok ibadeti bir anda, bir arada, arka
arkaya yapma imkânına kavuştuğumuz bu ramazan ayında o gayeye daha fazla adım atmak durumundayız. Bu ayda adımlarımız
sıklaşmalı, 29-30 gün gibi bu kısa zaman dilimini çok iyi değerlendirmeli, kalbimiz bu ayın rahmetinden, bereketinden ve nihayetinde
mağfirete vesile olacak özelliklerinden faydalanabilmelidir. Nasıl ki
yüce Rabbimiz, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler
diye yarattım.”4 buyuruyorsa, bize de bu ramazan ayında, ayağımıza getirilen, önümüze serilen kulluğumuzu gösterebilme, ortaya
koyabilme fırsatlarını değerlendirmek düşer.
3 En’âm suresi, 6:162-163
4 Zâriyât suresi, 51:56
Müslüman ve İbadet Şuuru
ayda daha çok eğlenir, birbirlerinin yüzünü güldürür ve karşılığında da onların hayır dualarını beklerler.
13
“Farz namazdan sonra en faziletli namaz, gece yarısı kılınan namazdır. Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan
muharrem orucudur.”49
Hz. Peygamber, Abdullah b. Ömer (r.a.)’ı överken şöyle buyurur:
Allah Resulünden
Hayat Örnekleri
‫ص ّلِي مِ نْ ال َّل ْي ِل‬
َ ‫نِ ْع َم ال َّر ُج ُل عَ ْبدُ ال َّلهِ َل ْو َك‬
َ ‫ان ُي‬
“Abdullah ne iyi bir adam. Bir de geceleyin namaz kılsa!”50
Abdullah (r.a.) da ondan sonra geceleyin pek az uyur olmuştur.
Ebu’d-Derdâ (r.a.)’ın öğle sıcaklığının susuzluğu ve gece ibadetleri olmasaydı bu dünyayı yaşamaya değer bulmayacağı söylenmektedir.
Namazlar, efdaliyet açısından sıralanacak olursa sırasıyla farz namazlar, vitir namazı, sabah namazının sünneti, teheccüd namazı, kuşluk namazı, müekked olan sünnetler, (öğlenden önceki dört rekât ve
sonrasındaki iki rekât; akşamdan sonraki iki rekât; yatsının farzından
sonraki iki rekât), gayri müekked olan sünnetler (ikindi ve yatsının ilk
dört rekâtlık sünnetleri) ve diğer nafile namazlardan evvâbîn, hâcet ve
abdest gibi namazlar gelir.51
Her şeyimizde biricik önderimiz olan Muhammed Mustafa
(s.a.v.) bizler için hem sözleri hem de yaşantısı ile en büyük ve en
bağlayıcı örnektir. O insanlara bazen emreder, bazen tavsiye eder,
çirkin gördüğü şeyleri de kınardı. Hz. Peygamber’in hayatı bizler için
her anımıza düstur ve rehber olacak birçok örnek sunar.
Hz. Peygamber’in ümmeti olan bizler için Allah’a iman ve imanın esaslarına şeksiz şüphesiz teslimiyet gerekir. Resûlullah (s.a.v) bu
hususta şöyle buyurmuştur: “Müminler dünyada üç gruptur. Birinci
grup, Allah’a ve resulüne iman eder ve bu imanında asla şüpheye
düşmez ve malıyla, canıyla Allah yolunda cihat eder. İkinci grupta
ise (öyle müminler vardır ki) insanlar mallarını ve canlarını onlara
emanet ederler. Üçüncü grupta ise mala tamah etmesinden dolayı
Allah’ın nefsiyle baş başa bıraktığı müminler vardır.”1 Cebrail (a.s.)
Hz. Peygamber’e gelerek; “İman nedir?” diye sorunca Efendimiz
buyurdu ki:
‫ان َأ ْن تُ ؤْ مِ نَ ِبال َّلهِ وَ َم َلائِ َكتِ هِ وَ ُك ُت ِبهِ وَ ِبل َِقائِ هِ وَ ُر ُسلِهِ وَ تُ ؤْ مِ نَ ِبا ْل َب ْع ِث‬
ُ ‫يم‬
َ ‫ا ْل ِإ‬
“İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, O’nun huzuruna çıkacağına, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye inanmandır.”2
Hz. Peygamber’in tavsiyeleri arasında Allah’ın emrettiği ibadetlerin yerinde ve zamanında yapılması, namazın kılınması, orucun
tutulması, zekâtın verilmesi, haccın ifası, buna ilave olarak yetimlere, yoksullara, hısım ve akrabalara, yolda kalmışlara seve seve yardımda bulunulması gibi birçok güzel davranış vardır. Bu tavsiyelerin
bazıları şöyle ifade edilmiştir:
30
49 Müslim, Sıyâm, 203
50 Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 140
51 Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IV, 30-31
1 Ahmed b. Hanbel, Müsned, XVII, 102
2 Buhârî, İman, 36
31
Bir başka hadislerinde de Peygamberimiz işaret parmağını ve
orta parmağını birleştirip işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Üç sınıf insan vardır ki Allah onları sever. Üç sınıf insan da
vardır ki Allah onlara buğzeder. Allah’ın sevdiği kimseler: Bir kimse,
bir topluluğun yanına gelerek onlardan, aralarındaki bir akrabalıktan değil de, Allah rızası için sadaka istedi. Kimse bir şey vermedi. Ancak o topluluktan biri onların aralarından ayrıldı ve o fakire,
Allah’tan ve o fakirden başka kimsenin bilmediği bir ortamda bir
şeyler verdi. (İkincisi) Bir grup gece boyu yol aldılar. Kendilerini
uyku bastırınca, konakladılar ve kafalarını koyup uyudular. Ancak
onlardan biri uyumadı. Kalktı, bana yalvardı ve ayetlerimi okudu.
(Üçüncüsü) Disiplinli bir birlikteki bir kişi (o birlikle beraber) düşmanla karşılaştılar. Diğerleri kaçtı, fakat o tek başına ölene veya galip gelene kadar savaştı. Allah’ın sevmediği üç kişi ise; yaşlı zinakâr,
kibirli fakir ve zalim zengindir.”6
ِ‫يم َل ُه َأوْ لِغَ ْي ِرهِ َأنَا وَ هُ وَ َكهَ ا َت ْي ِن فِ ى ا ْل َج َّنة‬
ِ ِ‫َكافِ ُل ا ْل َيت‬
‫ون وَ َلا‬
َ ‫اب هُ ْم ا َّل ِذينَ َلا َي ْس َت ْر ُق‬
َ ‫َي ْد ُخ ُل ا ْل َج َّن َة مِ نْ ُأ َّمتِ ي َس ْب ُع‬
ٍ ‫ون َأ ْل ًفا ِبغَ ْي ِر ِح َس‬
‫يعوا َذ ا َأ ْم ِر ُك ْم ت َْد ُخ ُلوا َج َّن َة َر ِ ّب ُك ْم‬
ُ ‫وَ َأ ِط‬
“Rabbiniz’e karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın,
ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekâtını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbiniz’in cennetine girersiniz.”3
‫ِسهُ ْم‬
ِ ‫ب ا ْل َم َس‬
َّ ‫َأ ِح‬
ْ ‫اكينَ وَ َجال‬
“(Ey Ebû Zerr!) Fakirleri sev ve onlarla otur.”4
“Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi
görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yan
yanayız.”5
Sahip olmamız gereken özelliklerden birisi de mühim ve tehlikeli
durumlarda asla sarsılmadan, gevşeklik göstermeden, Allah’a güvenerek hareket etme şuurudur. Hadiste şöyle buyurulmuştur:
‫ون‬
َ ‫َي َت َط َّي ُر‬
َ ‫ون وَ عَ َلى َر ِ ّب ِه ْم َيتَوَ َّك ُل‬
“Ümmetimden yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz cennete gireceklerdir. Onlar büyü yapmayanlar, uğursuzluğa inanmayanlar ve Rableri’ne tevekkül edenlerdir.”7
‫َث َلا َث ٌة ُي ِح ُّبهُ ْم ال َّل ُه وَ َث َلا َث ٌة ُي ْبغِ ُضهُ ْم ال َّل ُه َف َأ َّما ا َّل ِذينَ ُي ِح ُّبهُ ُم ال َّل ُه َف َر ُج ٌل َأتَى َق ْومًا‬
Başka bir hadiste de, “Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz
Allah kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları
kursakları boş olarak çıktıkları hâlde, akşam dolu kursaklarla dönerler.”8 buyurulmuştur.
‫َف َأعْ َطا ُه ِس ًّرا َلا َي ْع َل ُم ِب َع ِط َّيتِ هِ ِإ َّلا ال َّل ُه وَ ا َّل ِذي َأعْ َطا ُه وَ َق ْومٌ َسا ُروا َل ْي َل َتهُ ْم َح َّتى‬
Müslümanların taşıması gereken bir başka ahlaki vasıf da, ana
babaya ve büyüklerine itaat etmek, onların kalplerini kıracak en
ufak sözden ve işten uzak durmaktır. Bunu şu hadîs-i şeriften anlıyoruz:
َ ‫َف َس َأ َلهُ ْم ِبال َّلهِ وَ َل ْم َي ْس َأ ْلهُ ْم ِب َق َرا َبةٍ َب ْي َن ُه وَ َب ْينَهُ ْم َف َم َن ُعو ُه َف َت َخ َّل‬
‫ف َر ُج ٌل ِب َأعْ َق ِاب ِه ْم‬
َ َ‫ب ِإ َل ْي ِه ْم مِ َّما ُي ْعدَ ُل ِبهِ َن َز ُلوا َفو‬
‫ُوسهُ ْم َف َقا َم َأ َحدُ هُ ْم‬
َ ‫ِإ َذا َك‬
َّ ‫ان ال َّن ْومُ َأ َح‬
َ ‫ض ُعوا ُرء‬
َ ‫اب َش ْي ًخا ل ِِس ّنِهِ ِإ َّلا َق َّي‬
ِ‫ض ال َّل ُه َل ُه َمنْ ُي ْك ِرمُ ُه ِع ْندَ ِس ّنِه‬
ٌّ ‫َما َأ ْك َر َم َش‬
ِ‫ص ْدرِ ه‬
َ ‫َي َت َم َّل ُقنِي وَ َي ْت ُلو آ َياتِ ي وَ َر ُج ٌل َك‬
َ ‫ان فِ ي َس ِر َّيةٍ َف َلقِ َي ا ْل َعدُ وَّ َفهُ ِزمُ وا وَ َأقْ َب َل ِب‬
َّ ‫َح َّتى ُيقْ َت َل َأوْ ُي ْف َت َح َل ُه وَ ال َّث َلا َث ُة ا َّل ِذينَ ُي ْبغِ ُضهُ ْم ال َّل ُه‬
‫الش ْي ُخ ال َّزانِ ي وَ ا ْل َفقِ ي ُر‬
“Genç bir kimse yaşlılığından dolayı bir ihtiyara ikram ederse,
Allah da ihtiyarlığında ona ikram edecek bir kimse ikram eder.”9
3 Tirmizî, Cum’a, 80
4 İbn Hibbân, Sahih, II, 76
5 Buhârî, Talâk, 25; Edep, 24; Müslim, Züht, 42
6
7
8
9
ُ ‫ا ْل ُم ْخ َت‬
َّ ‫ال وَ ا ْلغَ ن ُِّي‬
ُ‫الظ ُلوم‬
32
Tirmizî, Sefer, 4
Buhârî, Taharet, 8
Tirmizî, Züht, 33; İbn Mâce, Züht, 14
Tirmizî, el-Birr ve’s-sıla, 74
Allah Resulünden Hayat Örnekleri
‫ص ُّلوا َخ ْم َس ُك ْم وَ ُصومُ وا َش ْه َر ُك ْم وَ َأدُّ وا زَ َكا َة َأ ْموَ ال ُِك ْم‬
َ َ‫ِات َُّقوا ال َّل َه َر َّب ُك ْم و‬
33
onu elde etmek için çaba sarf etmektir. Reğîb kelimesi ise, reğabeden türemiş olan bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan,
talep edilen şey demektir. Bu kelimenin müennesi, reğîbedir. Reğîbenin çoğulu da reğâibdir. Her cuma gecesi kıymetlidir. İki kıymetli
gece bir araya geldiğinden bu gecenin kıymeti daha da artar. Allah,
bu gecede, müminlere her türlü ihsan ve ikramda bulunur. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Bu gece yapılan dua kabul olur, namaz,
oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.
Regaip Gecesi’ni ibadetle geçirmeli, kazası olan, hiç değilse bir
günlük kaza namazı kılmalıdır. Kazası olmayan da nafile namaz kılmalı, Kur’ân-ı Kerîm okumalı, tespih çekmeli, tövbe istiğfar etmelidir. Perşembe gününü oruçlu geçirip, gecesini de ihya etmek çok
sevaptır. Çünkü recep ayında oruç tutmak faziletlidir.
Allah, bizi rahmetinden mahrum eylemesin. Bu mübarek ayları
ve içerisinde bulunan kandillerimizi cümlemiz hakkında hayırlara,
iyiliklere, güzelliklere vesile kılsın. Feyzinden, bereketinden cümlemizi hissedar eylesin. Unutmayalım ki recep tohum ekme, şaban
sulama, ramazan ise hasat ayıdır. Yıl, ağaç gibidir. Recep; ağacın
yaprakları, şaban; meyvelerin olgunlaşması, ramazan ise olgunlaşmış meyvelerin toplanmasıdır.
Miraç
Kandili
Miraç, Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya,
oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden kavramdır. Sözlükte,
yukarı çıkmak, yükselmek anlamına gelen urûc kökünden türemiş
bir alet isim olan miraç kelimesi, yukarı çıkma vasıtası, merdiven
demektir.
Miraç Kandili yüce yaratıcımızın var etmiş olduğu biz kullarına
bol bol tecelli ettiği, bağışlanmak için yüce katına yönelenlere ve
tövbe ile istiğfarda bulunanlara tövbe kapılarını açtığı, dualara icabet ettiği rahmet deryası bir gecedir. Bu sebeple bizi bu güne eriştiren Allah’a hamdediyoruz. Miraç Kandili kamerî takvime göre recep
ayının yirmi yedinci gecesidir. Miraç hadisesi, hicretten bir buçuk yıl
kadar önce meydana gelmiştir ve çok büyük bir mucizedir.
Miraç mucizesinin meydana gelişi şöyle olmuştur: Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin yakınında bulunan Hicr-i İsmâil’de uyku ile
uyanıklık arası bir durumda iken Cebrail (a.s.) gelmiş ve onu Burak
adındaki bir bineğe bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya
götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş ve Sidretü’l-Müntehâ denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, daha sonra bu
makamı da geçerek Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir.
Bu gece Hz. Peygamber’in şahsında Miraç Mucizesi olarak gerçekleşen, İsrâ ve Miraç olarak iki bölümden oluşan olayın ortak adıdır. İsrâ, gece yürüyüşü demektir. Hz. Peygamber’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidişinin adıdır. Miraç ise, Hz.
Peygamber’in Mescid-i Aksâ’dan semaya yükselişinin adıdır.
İsrâ olayı Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılmaktadır. Bundan dolayı da
İsrâ’ya inanmak farzdır. Miraç olayı ise Hz. Peygamber’in hadislerinde geçmektedir. Kur’an’da İsrâ şöyle anlatılmıştır: “Kendisine
ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i)
68
69
Necm suresinde ise, İsrâ gecesine şöyle işaret buyurulmuştur:
“Kendisi en yüksek ufukta iken sonra (Muhammed’e) yaklaştı.
(Yere doğru) sarktı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar,
hatta daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri
hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? Andolsun onu, önceden Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında bir defa daha görmüştü. Cennetü’l-me’vâ da onun yanındadır. Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Gözü
kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbi’nin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.”2
Buhârî’de çok uzun bir şekilde zikredilen bir hadiste, Hz. Peygamber miracı bize şöyle anlatmıştır:
ُ ِ‫َب ْي َنا َأنَا ِع ْندَ ا ْل َب ْي ِت َب ْينَ ال َّنائِ ِم وَ ا ْل َيقْ َظ ِان وَ َذ َك َر َي ْعنِي َر ُج ًلا َب ْينَ ال َّر ُج َل ْي ِن َف ُأت‬
‫يت‬
ّ ِ ‫يما ًنا َف ُش َّق مِ نْ ال َّن ْح ِر ِإ َلى َم َر‬
‫اق ا ْل َب ْط ِن ُث َّم‬
َ ‫ِب َط ْس ٍت مِ نْ َذهَ ٍب مُ ل َِئ ِح ْك َم ًة وَ ِإ‬
َ ‫يت ِبدَ ا َّبةٍ َأ ْب َي‬
ُ ِ‫يما ًنا وَ ُأت‬
‫ون ا ْل َبغْ ِل‬
َ ُ‫ض د‬
َ ‫ُغ ِس َل ا ْل َب ْطنُ ِب َم ِاء زَ ْم َز َم ُث َّم مُ ل َِئ ِح ْك َم ًة وَ ِإ‬
- ‘Cibrîl’dir.’ dedi.
- ‘Yanındaki kimdir?’ denildi. Cibrîl tarafından:
- ‘Muhammed’dir.’ diye cevap verildi.
- ‘Ona buraya gelsin diye davet gönderildi mi?’ soruldu. Cibrîl:
- ‘Evet.’ dedi.
- ‘Merhaba gelen zata. Bu gelen kişinin gelişi ne güzeldir!’
de­nildi.”3
Hadisin devamında Hz. Peygamber, Rabbimiz tarafından gönderilmiş olan peygamberlerle buluştuğunu dile getirmiş ve namazın
farz kılınışını bizlere aktarmıştır.
Hz. Peygamber, miraçtan döndükten sonra yaşamış olduğu
olayları birer birer anlattı. Bunu işiten Mekkeli müşrikler dalga geçmek için etrafına toplandılar. Bir kısım müşrikler, madem ki oraya
gittin ve içinde namaz kıldın, o zaman Mescid-i Aksâ’yı bize anlat
dediler. Bunun üzerine yüce Allah Mescid-i Aksâ’nın şeklini Hz.
Peygamber’in gözünün önüne getirdi. Onların sordukları gibi tafsilatlıca Mescid-i Aksâ’nın özelliklerini teker teker saydı. Bu olay Hz.
Peygamber’in lisanından şöyle anlatılmıştır:
ُ ‫وَ َف ْو َق ا ْل ِح َمارِ ا ْل ُب َر‬
َ ِ‫الس َما َء الدُّ ْن َيا ق‬
َ ‫ت َم َع ِج ْب ِر‬
ُ ْ‫اق َفان َْط َلق‬
ْ‫يل َمن‬
َّ ‫يل َح َّتى َأ َت ْي َنا‬
ٌ ‫َل َّما َك َّذ َب ْتنِي ُق َر ْي‬
ُ ْ‫س َف َطفِ ق‬
ُ ‫ش ُق ْم‬
َ ‫ت فِ ي ا ْل ِح ْج ِر َف َج َلا ال َّل ُه لِي َب ْي‬
‫ت‬
ِ ‫ت ا ْل َمقْ ِد‬
‫َم ْر َح ًبا ِبهِ وَ َلن ِْع َم ا ْل َم ِجي ُء َجا َء‬
“Kureyş beni yalanlayınca, Hicr’de ayağa kalktım. Yüce Allah
benimle Beyt-i Makdis arasındaki uzaklığı giderdi. Ben de ona bakarak bütün özelliklerini onlara haber verdim.”4
ُ ‫ال ِج ْب ِر‬
َ ِ‫ال ن ََع ْم ق‬
َ ِ‫ال مُ َح َّمدٌ ق‬
َ ِ‫يل ق‬
َ ‫يل وَ َق ْد ُأ ْر ِس َل ِإ َل ْيهِ َق‬
َ ‫يل َمنْ َم َع َك َق‬
َ ‫هَ َذا َق‬
‫يل‬
“Bir keresinde ben Beyt’in (Kâbe’nin) yanında uyurla uya­nık
arası bir hâlde bulunuyordum. (Hz. Peygamber burada iki kişi ara­
sındaki adamı zikretti ve şöyle devam etti.) Derken bana içine hikmet ve iman doldurulmuş altından bir tas getirildi. Karnım göğüs­ten
alt tarafına kadar yarıldı. Sonra zemzem suyu ile yıkandı. Hikmet ve
iman ile dolduruldu. Ve bana katırdan kü­çük, eşekten büyük beyaz
bir hayvan getirildi ki, o Burak’tır. Aka­binde ben Cibrîl’in beraberinde gittim. Nihayet dünya semasına vardık.
70
- ‘Kim o?’ denildi.
1 İsrâ suresi, 17:1
2 Necm suresi, 59: 7-18
ِ‫ُأ ْخ ِب ُرهُ ْم عَ نْ آ َياتِ هِ وَ َأنَا َأن ُْظ ُر ِإ َل ْيه‬
Bu arada müşriklerin bir kısmı, Ebû Bekir (r.a.)’a giderek onun
miraç olayını tasdik edip etmeyeceğini sormak istediler. Ona Resûlullah’ın söylediklerini anlattılar. Ebû Bekir (r.a.) da, “Eğer bunu o
söylediyse, mutlaka doğrudur. Ben bundan daha akla uzak görünenleri tereddütsüz kabul ediyorum.” dedi ve onlara tokat gibi cevap verdi. İsrâ gecesinin sabahında Cebrail (a.s.) geldi ve Resûlullah’a nasıl namaz kılınacağını ve namaz vakitlerini birer birer öğretti.
Hz. Peygamber daha önceleri beş vakit namaz farz kılınmadan önce
3 Buhârî, Bed’u’l-halk, 6; Müslim, İman, 264
4 Buhârî, Fezâilu’s-sahabe, 70
Miraç Kandili
bir gece Mescid-i Harâm’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla
işitendir, hakkıyla görendir.”1
71
Oruç Nedir ve
Bize Sabrı Nasıl Öğretir?
Oruç, Arapçada savm kelimesi ile ifade edilen bir kavramdır.
Sözlükte ise yemekten, içmekten ve konuşmaktan kendini engelleme olarak tanımlanır. İslam’daki tarifi ise şöyledir: İmsak vaktinden
güneşin battığı vakte kadar bir kişinin yeme, içme ve cinsel ilişkiden
uzak durmasıdır. İslam’ın beş temel emrinden biri oruçtur. Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına ulaşan herkese ramazan ayında oruç
tutmak farzdır.
İbadetlerin bir kısmı söz ile yapılır. Bir kısmı bedenle yapılır. Bir
kısmı mal ile yapılır. Bir kısmı da hem mal hem de bedenle yapılır.
Sözlü ibadetin örneği dua, zikir, hayra çağırma, iyilikleri emredip
kötülüklerden sakındırma, ilim öğretme, insanları irşat etmedir. Bedenle yapılan ibadetin örneği namazdır. Mal ile yapılan ibadetler
ise zekât, kurban, sadaka ve hayırlardır. Hem mal hem de bedenle
yapılan ibadetler ise hac ve Allah yolunda cihattır.
Aziz Müslümanlar! Bir ibadet türü daha vardır ki, ne sözle, ne
bedenle, ne de malla ilgili olup sadece kişinin kendini bazı işlerden
engellemesinden ibarettir. Bu ibadet de oruçtur. Oruç, sabah imsak
vaktinin girmesinden güneşin batmasına kadar belli eylemleri yapmamaktan müteşekkil ruhani bir ibadettir. Oruç, Allah’a yaklaşmak
niyetiyle insanın kendine koyulan yasaklara uyması ve bunlara riayet etmesidir. Orucun geçerli olması için başlangıcında niyetin bulunması şarttır. Niyetsiz gerçekleştirilen eylemler ibadet değil, belki
âdet olur, normal bir iş olur. Oruç, iradeye bağlı, mizanda ağırlığı
olan ruhi bir eylemdir.
90
Oruç, İslam’dan önceki dinlerde bilinen çok eski bir ibadettir.
Dolayısıyla semavi dinlerin ve peygamberlerin ortak bir ibadetidir.
Ancak keyfiyeti ve kemiyeti farklılık göstermektedir. İslam’da farz
kılınan oruç bir ay ile sınırlandırılmıştır ve ramazan ayına mahsustur.
Bunun azaltılması yahut çoğaltılması mümkün değildir. Fakat gerek
Hristiyanlıkta gerekse Yahudilikte yer alan oruç, başlangıcında farklı, bugün aldığı şekil ise çok daha farklıdır. Birçok ilaveler yapılarak
günümüze kadar gelinmiştir. Oruç Ehl-i kitap’ta bir kısım ilave ve
değişikliklere uğramıştır. İslam’da ise farz olan tek bir oruç vardır, o
da bir aydır.1
İslam’da orucun farz oluşu Kur’an, sünnet ve icma ile sabittir.
Ayette şöyle buyurulmuştur: “Ey inananlar! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, size de sayılı günler olarak oruç yazılmıştır. Kim hasta
olur yahut yolculukta olursa başka günlerden sayılı günlerde, tutamadığı orucunu kaza etsin. Oruç tutmakta zorlananlar, bir yoksulun
yiyeceği kadar fidye/bedel ödesin; daha fazlasını gönüllü olarak kim
yaparsa bu onun için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz, oruç tutmanız
sizin için çok hayırlı bir iştir. Ramazan ayı, Kur’an’ın içinde indirildiği bir aydır; insanlara kılavuz ve hidayet türünden beyyineler/deliller
kapsar. Kim ramazan ayında bulunursa oruç tutsun; kim hasta olur
yahut seferde olursa diğer günlerden sayılı günlerde kazasını yapsın. Allah size kolaylık vermek ister, zorluk vermek istemez. Sayıyı
tamamlayasınız, yol gösterdiği için Allah’ı yüceltesiniz, umulur ki Allah’a şükredersiniz.”2
Yukarıdaki ayetlerde Allah, tarihte başka ümmetlere farz kıldığı
oruç ibadetini Müslümanlara da farz kıldığını net bir şekilde açıklamıştır. Orucun böylece insanlığın ortak bir ibadeti olduğunu da bizlere haber vermiştir. İbadetlerin ifasında toplumun şartlarını ve mükelleflerin çeşitli hâllerini dikkate alan Rabbimiz, hastalık ve yolculuk
hâlini istisna ederek bu gibi durumlarda, yolculuğun sona erdiği ve
hastalığın iyileştiği zamana kadar tehir edilmesine ruhsat vererek bu
ibadetin ifasında kullarına kolaylık sağladığını ifade etmiştir.
Hastalık ve yolculuk dışında, oruç tutmakta zorlanan kimselerin
tutamadıkları her bir güne karşılık, bir fakiri doyurarak bunun telafi
edilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. Geçici hastalıklar sebebiyle,
ramazan ayında oruç tutamayanlar, iyileşince onu ramazan dışındaki günlerde kaza edeceklerdir. Fakat oruç tutmakta zorlananlar, yani
iyileşmeyip hastalığı devam edenler tutamadıkları günler için bedel
ödemek suretiyle oruç ibadetine katılmış olacaklardır. Dolayısıyla,
yüce Allah oruç ibadetinin ifasını sağlıklı, huzurlu ve gönül hoşluğu
içinde yerine getirilmesini istemektedir. Bununla beraber, ibadetlerin yerine getirilmesinde bizlere kolaylık ilkesini öğretmiştir.
1 Yûsuf el-Karadavî, el-İbadetü fi’l-İslam, Beyrut: Dâru’l-irşad, 1971, s. 70-72
2 Bakara suresi, 2:183
91
temiz olanından verin. Görmeden almanız dışında, almayacağınız
bir malı vermeye kalkmayın.”31, “Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe
takvaya ulaşamazsınız.”32
Yüce kitap Kur’an’ın infaka ısrarla vurgu yapması, İslam’da
paylaşmanın önemi hakkında fikir vermektedir. Müslüman sadece
kendisi için yaşayan bir varlık değil aynı zamanda toplumu için de
yaşayan, sevinen, üzülen ve toplumuyla bütünleşen bir kuldur.
İslam hukukuna göre, kişinin aile fertlerine bakmak için yapmak
zorunda olduğu tüm harcamalara nafaka denilmektedir. Bu yükümlülük yerine getirilmediği takdirde mahkeme kararı ile ödettirilir. Eş
nafakası, çocuk nafakası, ana-baba nafakası bunlardan bazılarıdır.
Yine bir Müslüman’ın kendisine yahut aile fertlerine yaptığı harcamaların her bir lokmasında sadaka sevabı bulunduğu hadislerde
açıklanmıştır. Bununla birlikte sadakanın kapsamı hadislerde çok
geniş tutulmuştur.33
Genel olarak infaktan, topluma yapılan ihtiyari harcamalarla
hayır ve hasenat anlaşılır. Fakat ilgili ayetleri toplum yararına yatırım yapmak suretiyle iş sahası açmak şeklinde de değerlendirebiliriz.
Sosyal ve iktisadi yapının güçlendirilmesi için yapılan tüm harcamaları da buna katmak mümkündür. O takdirde Allah rızasına dayalı olarak toplum yararına yapılan yatırımlar infak kabul edilerek,
kişileri alan el olmaktan kurtarıp veren el durumuna yükseltmek de
Allah’ın vereceği ecir ve mükâfatların içinde değerlendirilir.
Ayet ve hadislerin ruhundan anlaşıldığına göre, Allah rızası düşüncesine dayalı olarak yapılan tüm harcamalar ile iş hayatındaki
yatırımlar da insana ibadet sevabı kazandırır. Buna göre zekât, vakıflar ve karşılıksız borç (karz-ı hasen) vermede olduğu gibi infakın
ve sadakaların da kurumlaştırılması gerekir.
148
31 Bakara suresi, 2:267
32 Âl-i İmrân suresi, 3:92
33 Müslim, Zekât, 54-56
Mazlum ve Mağdurlarla
Dayanışma
İnsan yeryüzünün gözbebeğidir. Yeryüzü kendisine emanet
edilmiştir. Yeryüzünde iyi ve kötü yöndeki tüm gelişmeler insanın
isteği doğrultusunda şekillenmektedir. İnsanlar birbirlerinin hem
problemi hem de çözümü olabilmektedir. Aslolan insanın insana
hayır ve iyilik getirdiği, umut verdiği bir hayatın inşa edilmesidir.
İnsan insana ancak dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma bilinci
içerisinde umut olur. Dayanışmanın, paylaşmanın ve yardımlaşmanın olmadığı, zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakir, açların
daha aç, tokların daha tok olduğu bir dünyada dengeler bozulmuş,
sıkıntılar artmış, toplumsal çözülme başlamış demektir.
Artan dünya nüfusu, adaletsiz taksimat ve paylaşımdan uzak
insan düşüncesi sıkıntıları daha da artırmıştır. Yeryüzünde huzuru
temin edecek anlayış ancak ve ancak dayanışma, paylaşma ve yardımlaşma zemini üzerinde yükselebilir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Hayatını tek başına devam ettirmesi
mümkün değildir. Neslin devamı ancak iki kişinin birlikteliği ile gerçekleşir. Çocukların yetişmesi ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi uzun zaman aldığı için anne ve babanın sıcak ilgisine ihtiyaç
duyulmaktadır. Sosyal bir ortamda doğan ve büyüyen insanın dayanışma içerisinde olması kadar doğal bir şey yoktur. Dayanışma,
yardımlaşma ve paylaşma insanı güzelleştiren fiillerdendir. İnsan,
elinde olandan karşılıksız verince mutlu olur.
Psikologlar bugün zengin olduğu hâlde mutlu olamayan, serveti olduğu hâlde hayattan lezzet almayan, dünyalık mal ve mülkü
çok olduğu hâlde sevinemeyen insanlara, mallarından muhtaçlara
vermek suretiyle onları mutlu ederek, mutlu olmayı tavsiye etmektedir. Müslümanlar sadece kendilerinin mutlu olmasına çabalamaz; mutlu olmak için mutlu etmeye çalışır. Diğer insanları mutlu
etmenin karşılığındaki mutluluk bir ödül olarak bize ikram edilir.
149
İnancımız dünya hayatının kısa bir süreden ibaret olduğunu,
Allah katında vadedilen şeylerin daha kalıcı ve hayırlı olduğunu
söyler. Bu inanç bizleri Allah’ın verdiği rızıklardan vermeye ve paylaşmaya götürür. Kendisine bahşedilenleri birer emanet bilen ve verilen emanetin içinde mağdur, muhtaç ve ihtiyaç sahiplerinin hakkı
olduğunu düşünen kimse paylaşma eylemini daha rahat gerçekleştirir. Varlığını ve sahip olduğunu zannettiği şeyleri bir emanet gözüyle
değil de, sonsuza kadar elinden çıkmayacak bir metaymış gibi gören
ve eşyaya bu düşünceyle bakan insan yerine göre, “Ben kazandım,
neden vereyim ki? Kazancıma nereden ortak oluyormuş? Benimle birlikte mi kazandı? Kazanana kadar ne bedeller ödedim ve ne
sıkıntılar çektim. Neden paylaşayım ki!” gibi soru ve yaklaşımlarla
paylaşımsızlığı tercih edecektir.
Toplum içerisindeki insanlar eğilimlerinin, karakterlerinin, önüne açılan imkânların değerlendirilmesinin bir neticesi olarak statü
ve zenginlik elde etmiş olabilir. Unutulmaması gerekir ki, fakiri de
zengini de, rütbelisi de rütbesizi de, belli bir makama sahip olan ı da
olmayanı da aynı toplumun birer parçasıdır. İnsanların toplumsal
olarak farklı durumlarda olması, toplumsal dayanışmanın sağlanması ve toplumsal bütünlüğün oluşması için gerekli bir durumdur.
Bir toplumda fakir de zengin de olacak ki, aralarında dayanışma,
paylaşma ve yardımlaşma vuku bulsun.
Zenginler kendi durumlarından hareketle fakirleri hor ve aşağı
görürse bu toplumsal çöküşün başladığı nokta olur. Dünyada insanların farklı makam ve mevkide, birilerinin fakir diğerlerinin zengin
olması onların derecelerini göstermez. Allah katında zengin fakirden
daha “torpilli” değildir. İnsanlar arasında hüküm verilirken hak ve
adalet hususu makam ve mevkiye, zenginlik durumuna göre belirlenmemelidir. Aksi takdirde eli güçlü olan güçsüz olanı ezmiş ve ona
zulmetmiş olur.
150
Kimi zaman insan kendi kendine zulmeder. Cimrilik insanın
kendi kendine zulmetmesi olarak ifade edilebilir. Paylaşamayan insan cimridir. Cimrilik, insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Cimri olan kimse kolay kolay veremez. Verememek aslında
doğal bir durum değil, bir hastalıktır. Cimri olan kimse verdikçe fakirleşeceği korkusuyla davranır. Oysa Müslüman verdikçe zenginleştiğini hem bilir hem de yaşar.
Vermek ve paylaşmak bir noktada özgürleşmektir. Mala ve mülke mahkûm olmamak, onun esaretine girmemektir. İnsanın verebilmeyi öğrenebilmesi için fazla mal ve mülkünün olması gerekmez.
İnsan ister fakir olsun ister zengin olsun mutlaka verebileceği, paylaşabileceği bir şeyler vardır.
Paylaşmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmayı hayatının her anında gördüğümüz Hz. Peygamber’in şu hadisi bu ifadeyi doğrular niteliktedir:
ٍ‫ِات َُّقوا ال َّنا َر وَ َل ْو ِب ِش ِّق ت َْم َرةٍ َف َمنْ َل ْم َي ِج ْد َف ِب َكل َِمةٍ َط ِ ّي َبة‬
“Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem
ateşinden koruyunuz. Bunu da bulamayan güzel bir söz ile kendini
korusun.”1
Çoğu defa paylaşmak, paylaşılan şeyden daha tatlıdır. Ekmeği paylaşmak, ekmeğin kendisinden daha tatlıdır. Bu tadın değerini ancak tadan bilir. Bu bakımdan paylaşmaktan zevk almaya
çalışılmalıdır.
Yeryüzünün kendisine emanet edildiği insan yeryüzünü imar
etmekle görevlidir. Yeryüzünde böyle ulvi ve ağır bir yük taşıyan
insan bu sorumluluktan kaçtığı ve görevini kötüye kullandığı zaman
yeryüzünü imar değil imha; tamir değil tarumar; inşa değil mahvetmiş olur. Vaziyet öyle bir hâl alır ki, en sonunda imha ettiğini
imar, tarumar ettiğini tamir, mahvettiğini de inşa ettiğini zanneder.
Yeryüzünde fesat çıkardıkları hâlde yeryüzünü ıslah ettiklerini iddia
ederler. Yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar, güçlerini ve iktidarlarını koruma ve genişletme adına çoğu defa zulmederler. Kendilerinin
refah ve mutluluğu için milyonlarca insanın zorluk çekmesi, ezilmesi
onları rahatsız etmez.
Günümüzde yeryüzündeki paylaşımın ne derece adil olduğuna
bakmamız durumu izah etmeye yeter. Bugün dünyadaki nimetlerin
adaletsiz paylaşımı milyarlarca insanı mazlum ve mağdur hâle getirmektedir. Bugünün sözüm ona ileri ve gelişmiş dünyasında hâlen
açlıktan insanların öldüğünü duymamız ve görmemiz, susuzluktan
yahut kirli sudan dolayı ortaya çıkan hastalıklar sebebiyle insanların
hayatlarını kaybettiğini bilmemiz, bazı şeylerin yolunda gitmediğini
göstermektedir.
Mazlum ve Mağdurlarla Dayanışma
Paylaşmak, yardımlaşmak ve dayanışma içerisinde olmak bir yönüyle mutlu ederek mutlu olmanın diğer adıdır.
1 Müslim, Zekât, 66
151
dünyası için çalışsın diye Rabbimiz bize bu dünyada sadece tattırıyor. Tattırıyor ki, esas doyumluk dünyayı arayalım... Bizler cân-ı
gönülden inanmaktayız ki, her samimi arayış sonunda aranılan
bulunacaktır.
Bu dünyada aynı davayı benimseyen bir dostluk ailesi oluşturursak ve onu her türlü tehlikelerden korursak, bu dostluk ahiret
âleminde de Rabbimiz’in rahmetiyle bizi mutluluk dünyasında buluşturacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
‫ِإ َذا َأ َرا َد ال َّل ُه ِبا ْل َأمِ ِير َخ ْي ًرا َج َع َل َل ُه وَ زِ ي َر ِص ْد ٍق ِإ ْن ن َِس َي َذ َّك َر ُه وَ ِإ ْن َذ َك َر َأعَ ا َن ُه‬
“Allah, iyiliğini murat ettiği kimseye, unuttuğunu hatırlatacak ve
hatırında olanı yapmaya yardım edecek iyi ve sâlih bir dost nasip
eder.”9
Gerçek dostun dostluğunu elde edebilmek en büyük dileğimizdir.
Dostluk ve
İbrâhim (a.s.)’ın Dostluğu
Rabbimiz Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerini kardeşlik
esası üzerine kurmaları gerektiğini, “Hiç şüphesiz müminler elbette
ki kardeştirler.”1 ayetiyle çok veciz bir şekilde emretmektedir. Bu
ayette söz konusu olan kardeşlik aynı zamanda dostluğu da içermektedir. Çünkü sahabet, sadakat, refakat, hıllet, velayet gibi kelimelerle de ifade edilen dostluk sarsılmaz. Bu dostluk aynen kardeşler arasındaki gibi sarsılmaz bir ilişkiyi, dayanışmayı, sevgiyi ve
saygıyı içerir. Bu dostluğun kuralları vardır. Bu kurallara uyulduğu
müddetçe Allah, birbirlerini kendi rızası için seven ve sayan dostlar
üzerindeki rahmetini artırır.
Dostluk ancak karşılıklı muhabbetle canlanır, güç bulur ve yayılır. Öyle ki, Hz. Peygamber imanın, cennete girebilmenin bile
İslam’ın öngördüğü karşılıklı sevgiyle mümkün olabileceğini şöyle
bildirmiştir:
‫َحا ُّبوا َأوَ َلا‬
َ ‫وَ ا َّل ِذى ن َْف ِسى ِب َى ِدهِ َلا ت َْد ُخ ُل‬
َ ‫ون ا ْل َج َّن َة َح َّتى تُ ؤْ مِ نُوا وَ َلا تُ ؤْ مِ نُوا َح َّتى ت‬
‫الس َلا َم َب ْي َن ُك ْم‬
َ ‫َأدُ ُّل ُك ْم عَ َلى َش ْي ٍء ِإ َذا َف َع ْل ُت ُمو ُه ت‬
َّ ‫َحا َب ْب ُت ْم َأ ْف ُشوا‬
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman
etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir yol göstereyim mi? Aranızda selamı yayın.”2 Resûlullah, bizlere dostluğun
temelinin muhabbet olduğunu böyle bildirmektedir.
Allah, Tevbe suresinde bütün müminleri, erkek olsun kadın olsun birbirinin dostu, velisi ve kendisini kardeşinden mesul hisseden
kimseler olarak tarif etmektedir: “Erkek ve kadın bütün müminler
220
9 Ebû Dâvûd, Harâc, 4
1 Hucurât suresi, 49:10
2 Müslim, İman, 54
221
Ayette ayrıca müminlerin sıfatları da sıralanmış, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, namaz kılmak, zekât vermek,
Allah’a ve resulüne itaat etmek bu dostlukların en temel özelliği
sayılmıştır. Demek ki dostluk belirli kuralları olan bir iletişim ve
etkileşim hâlidir. Bu hâl laf ile değil eylemlerle ortaya dökülür.
Dostlar birbirinin velisi olduğuna göre, dostunun iyiliğini isteyecek, kötülüklere bulaşmasına engel olacak ve ona her an yardımcı
olacaktır. En önemlisi de dostunu Allah’a ve resulüne itaate çağıracak, ona daima hatırlatmalarda bulunacaktır. Bu anlamda İslam’ın öngördüğü dostluğun ilk adımı Allah’a dostlukla başlar. Bu
şekildeki dostluk, Allah Kur’an’da nasıl tarif etmiş, nasıl kendisine ibadet ve kulluk yapılmasını istemişse o şekilde gerçekleşebilir. Kısacası Allah’ı dost bilmek, O’na iman ve o imana göre amel
etmekle mümkündür.
Dostluğun ikinci adımı Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e
iman edip, onun getirdiği dine göre hayatı tanzim etmektir. Bu
dini insanlara hikmetle tebliğ eden Hz. Peygamber’e dostluk ancak
böyle gerçekleşebilir. Ayette işaret edildiği gibi, “Gerçek müminler, yalnızca, Allah’a ve resulüne iman edenler ve (bu konuda)
bütün şüphelerden uzak duranlardır. Allah yolunda bütün malları
ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte onlardır sadık olan ve sözlerinde
duran.”4
Bunu böyle bilip, böyle inanan Müslümanlar kendilerini bu dine
göre ayarlayacaklar ve hayatlarını bu dine göre düzenleyeceklerdir.
Kurtuluşa sâlih amellerle ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmekle ulaşacaklardır. Yoksa kendilerinin mümin olduklarını iddia
etseler de bu iddialarını amelleriyle ispat edemedikten sonra kendilerine yazık olanların ve hüsrana uğrayanların tarafında olacaklardır. Nitekim Asr suresi bu gerçeği şöyle beyan etmektedir: “Asra
yemin olsun ki insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, sâlih
amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun
dışındadır.”5
222
3 Tevbe suresi, 9:71
4 Hucurât suresi, 49:15
5 Asr suresi, 103:1-3
Yeryüzünde tevhid inancını yeniden dirilten ve hayatında Allah’tan başkasının dostluğunda gözü olmayan büyük ulü’l-azm, yani
azamet ve kararlılık sahibi peygamberlerden biri olan İbrâhim (a.s.)
kulluğunda öylesine samimi, öylesine dostluk sahibidir ki, bizzat Allah tarafından dost edinilmiştir. Allah’ın dost edinmeye ihtiyacı yoktur. Lakin İbrâhim (a.s.) kulluğundaki samimiyeti, ihlası ve teslimiyetiyle bu dostluğa hak kazanmıştır. Bu yüzden Allah tüm insanlara
İbrâhim (a.s.)’ın yolunda olmayı ve kendisine gerçek teslimiyet örneği olarak onun yoluna uymayı emretmektedir. Hz. Peygamber’in
risaletiyle yeniden ortaya çıkan ve dirilen bu dostluk, kurtuluşa erdiren tek dostluktur.
Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Onlarda (İbrâhim ve ashabında) sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı arzu edenler
için güzel bir örnek vardır. Ama kim de aksine giderse, bilsin ki Allah
ganî ve hamîddir.”6 Başka bir ayette İbrâhim (a.s.)’ın yolu en doğru
yol olarak tarif edilir: “İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim eden ve
İbrâhim’in dinine dosdoğru olarak tabi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrâhim’i dost edinmişti.”7
İbrâhim (a.s.) bu dostluğu nice imtihanlardan geçerek kazandı.
Ateşe gülerek atıldı. Bu hâlde bile tek kurtarıcı ve tek dost olarak
yalnızca Allah’ı kabul etti. Oğlunu kurban etmekten bile çekinmedi.
Çünkü onun niyeti çok halisti. Hanımını ve çocuğunu kuş uçmaz,
kervan geçmez bir yere yine Allah’ın dilemesi ile ama gerçek bir
teslimiyetle bıraktı. Kendisine kim ne yaparsa yapsın, kötülükle muamele etmedi. Allah’ın kendisine verdiği her nimeti ailesiyle paylaştığı gibi Allah’ın diğer kullarına ve hayvanata dahi yine Allah rızasını
umarak verdi.
Allah için Kâbe’yi yeniden inşa edip insanları ziyarete çağırdı.
Her imtihanını samimiyetle kazandı. Allah da ona bu ihlası ve dostluğu karşısında bol bol nimet verdi. O büyük insan işte bu dostluğu
çeşitli imtihanları kazanarak elde etti: Onun bu imtihanı Kur’an’da
da anlatılır: “Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrâhim’i Rabbi
birtakım kelimelerle imtihan etti. O, onları sona erdirince Rabbi ona,
‘Ben seni bütün insanlara imam yapacağım.’ buyurdu. İbrâhim,
‘Zürriyetimden de yap!’ dedi. Rabbi ona, ‘Zalimler benim ahdime
nail olamaz!’ buyurdu.”8
6 Mümtehine suresi, 60:6
7 Nisâ suresi, 4:125
8 Bakara suresi, 2:124
Dostluk ve İbrâhim (a.s.)’in Dostluğu
birbirlerinin velileridirler (dostlarıdırlar). İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler. Namazı kılarlar. Zekâtı verirler. Allah’a ve resulüne
itaat ederler. Allah işte bunları rahmetiyle kuşatacaktır. Çünkü Allah
azîzdir, hakîmdir.”3
223
Zamanı Değerlendirmek
ve İnsanın Kendisini
Hesaba Çekmesi
her nefis yarın için, yani kıyamet günü için ne hazırlamış, Allah’a
ne takdim etmiş olduğuna baksın. Hesap sorulmadan önce nefsini
muhasebeye çekip kendi hesabına nazar etsin.
Bu yazıda şu soruların cevabını arayacağız: Zaman ne demektir ve zamanı değerlendirmek nasıl olur? Değerli işler yapabilmek
için zamanı nasıl kullanmalıyız? Her an ölüm gelebilir düşüncesiyle
kendimizi nasıl hesaba çekeriz?
Ayette ayrıca, insanın her gün korunmak için yarına faydalı olacak ne iş yaptığını düşünmesinin gerekli olduğu da hatırlatılmaktadır. Allah’tan korkun! Bu cümle dış anlamı itibariyle öncekini tekit
etmek için tekrar edilmiştir. Allah sevgisiyle emir ve vazifelerin yerine getirilmesi gerekir. Allah korkusuyla yasaklanan şeylerden ve
fenalıklardan sakınılması farklılık arz etmektedir. Allah’tan korkun
da kötülük yapmayın. Zira Allah, her ne yaparsanız haberdardır.
Yarın ona göre ceza veya mükâfat verecektir.”
Zaman, içinde bulunduğumuz andır. Geçmiş zaman elimizden
çıktı, ibret alalım. Gelecek zaman henüz elimizde değil, hazırlıklı
olalım. Esas zaman, içinde bulunduğumuz andır. Değerlendirmemiz gereken zaman, sorumlu olduğumuz ve içinde ebedi cenneti
barındıran kısa ve değerli olan anlardan oluşan ömrümüzdür. Allah,
Kur’an’da dünya ömrümüzü bugün, sonsuz olan cennet hayatını ise
yarın diye isimlendirmiştir.
Ayette, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına
(ahirete) ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır.”1 buyurulmaktadır. Bu ayet insanın
dünyada, dünya için değil, ahiret için var edildiğini ve ahirete yatırım için görevli olduğunu ortaya koymaktadır. Bugün, yarın içindir.
Bugünden yarın kazanıldığına göre, günlerimizi iyi değerlendirmeliyiz. Yolcu olduğunu idrak eden kişinin hedefinin ahiret olması kaçınılmazdır. Hem ahirete mani olan dünyaya önem vermemek hem
de ölüme hazırlıklı olmak gerekir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirinde
bu ayete dair çok kıymetli yorumlar bulunmaktadır. “Ey Allah’a,
resulüne ve ahiret gününe inanıp iman şerefi ile müşerref olmuş
bütün müminler! Hep Allah’tan korkun. Nifaktan, münafıklardan,
küfürden, kâfirlerden, zulümden, zalimlerden ve şeytanın şeytanlığıyla o kötü akıbete düşmekten sakınıp Allah’ın korumasına sığının.
Her işinizde O’nun emir ve nehyini tutarak azabından korunun ve
314
1 Haşr suresi, 59:18
Kıyamet gününe yarın denilmesinin iki anlamı olduğu ifade edilmiştir. Birincisi yarının dünden yakın olması itibariyle kıyamet yarın
olacakmış gibi telakki edilerek çalışmaya teşvik edilmesidir. İkincisi
de Rahmân suresinde geçtiği üzere Allah katında zamanın, birisi teklif zamanı olan dünya devri, diğeri de ceza ve mükâfat zamanı olan
ahiret devri olmak üzere iki günden ibaret olduğuna işarettir. Buna
göre bugün dünya, yarın ahiret demektir.
Zamanı değerlendirmek değerli işler yapmakla olur. Kıymetli
ve değer verilen bir varlık olduğumuzu bilmek için bu kıymetin
farkında olmak gerekir. Değerli olduğumuzun ispatı her şeyin bizim için yaratılmasıdır. Ayette, “Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice
varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve
gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah
hakkında tartışan kimseler vardır.”2
Her şey insan için, insan da Allah’a kulluk için yaratılmıştır. Bütün planlamalar da buna göre yapılmalıdır. Kulluk için bir kulluk
programı, bu program için bir planlama, bu planın uygulanması için
de bilgi, rehber ve aydınlatıcı bir kitaba ihtiyaç vardır. Bilgi, vahiydir. Rehber, davasında ve şahsiyetinde açığı olmayan masum, kâmil
ve en mükemmel insan Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Aydınlatıcı bir
kitap insan için lazım olan her şeyin ve bütün problemlerinin çözümünün bulunduğu kitaptır. Bu da kıyamete kadar gelecek bütün
insanlar için akıllara ve ruhlara şifa kaynağı olan Kur’an’dır.
Zamanı değerlendirmek için dünya ve ahirette bizi kurtaracak
işleri yapmamız gerekir. Bu husus âyet-i kerîmede şöyle ifade edilir:
2
Lokmân suresi, 31:20
315
Download