Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi 2016/I. Sayısı

advertisement
i
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL
ANALİZ DERGİSİ
İMTİYAZ SAHİBİ
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
EDİTÖR
YAYIN KURULU
Prof. Dr. Şahin KARASAR
Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN
Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK
Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN
Prof. Dr. Mehmet TANYAŞ
Prof. Dr. Sadettin ÖZEN
Prof. Dr. Ergül HAN
:
:
:
:
:
:
:
YAYIN KURULU SEKRETERİ : Canan AYAR
DANIŞMA VE HAKEM KURULU:
Prof. Dr. Şahin KARASAR
Prof. Dr. Belma AKŞİT
Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKEN
Prof. Dr. Melek AKGÜN
Prof. Dr. Sinan ALÇIN
Prof. Dr. Uğur DEMİRAY
Prof. Dr. Bülent DURMUŞOĞLU
Prof. Dr. Ercan EREN
Prof. Dr. Seniye Ümit Oktay FIRAT
Prof. Dr. Sevinç GÜLSEÇEN
Prof. Dr. Yavuz GÜNALAY
Prof. Dr. Hüseyin İNCE
Enstitüsü
Prof. Dr. Niyazi KARASAR
Prof. Dr. Halit KESKİN
Prof. Dr. Emine KILAVUZ
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
İstanbul Kültür Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
İstanbul Teknik Üniversitesi
Yıldız Teknik Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Bahçeşehir Üniversitesi
Gebze Yüksek Teknoloji
Maltepe Üniversitesi
Yıldız Teknik Üniversitesi
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
ii
Prof. Dr. Mehmet MARANGOZ
Üniversitesi
Prof. Dr. Sedat MURAT
Prof. Dr. Cemil OKTAY
Prof. Dr. Cavide Bedia UYARGİL
Prof. Dr. Özalp VAYVAY
Doç. Dr. Fahriye ALTINAY
Doç. Dr. Zehra ALTINAY
Doç. Dr. Gonca ATICI
Doç. Dr. Çiğdem BOZ
Doç. Dr. Şeref DEMİR
Doç Dr. Seda TOLUN
Yrd. Doç. Dr. Zeynep AKIN
Yrd. Doç. Dr. Levent AKSOY
Yrd. Doç. Dr. Sinan APAK
Yrd. Doç. Dr. Ayhan ARTAR
Yrd. Doç. Dr. Neslişah BAŞARAN
Yrd. Doç. Dr. Ebru Beyza BAYARÇELİK
Yrd. Doç. Dr. B. Murat BUKET
Yrd. Doç. Dr. Tolga DURSUN
Yrd. Doç. Dr. İhsan GÜLAY
Yrd. Doç. Dr. Şafak GÜNDÜZ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ozhan KALAÇ
Yrd. Doç. Dr. Ahmet KİZİROĞLU
Yrd. Doç. Dr. Ensar LOKMANOĞLU
Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Cangül ÖRNEK KONU
Yrd. Doç. Dr. Deniz ÖZBAY
Yrd. Doç. Dr. Halil Halefşan SÜMEN
Yrd. Doç. Dr. Fulya TAŞEL
Yrd. Doç. Dr. Can ULUSOY
Yrd. Doç. Dr. Hamit VANLI
iii
Muğla Sıtkı Koçman
İstanbul Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Marmara Üniverstesi
Yakındoğu Üniversitesi
Yakındoğu Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Batman Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Konya Gıda Tarım Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Gelişim Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
İzzet Baysal Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Celal Bayar Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Recep Tayyip Erdoğan
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
YAZIŞMA ADRESİ
: Analiz Dergisi
Maltepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Marmara Eğitim Köyü 34857
Maltepe / İSTANBUL
WEB
e-MAİL
ISSN
: analiz.maltepe.edu.tr
: analiz@maltepe.edu.tr
: 1303 - 0496
iv
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL
ANALİZ DERGİSİ





Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi, Maltepe
Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir.
Dergimizde tüm sosyal bilimler alanlarında Türkçe ve İngilizce
dillerinde yazılmış makaleler yayımlanmaktadır.
Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara
uygun olarak hazırlanmalıdır.
Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup,
dergimizi bağlamaz.
Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek aktarma ve
alıntı yapılabilir.
Editör
Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK
v
İÇİNDEKİLER
Materyalist Eğilimin Kompulsif Satın Alma Davranışına Etkisi:
Üniversite Öğrencilerine Yönelik Bir Araştırma
Abdullah ÖZ, Baran ARSLAN, Tolga DURSUN ……………………… 2
Yüzyıllık Yalnızlığımız Ya Da Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Mehmet Utku ŞENTÜRK .….…………………………………………..20
Türkiye Ve İstanbul'da İşsizlik
Ahmet Mithat KİZİROĞLU………………………………………………31
Çalışan Memnuniyet Ölçeği Geliştirme Çalışması
Bora ŞENGÜN, Gülsen ŞENGÜN ………………………………………74
Türkiye’de Reel Döviz Kurunun Uzun Dönem Denge Değeri
Sema AŞIK ……………………..………………………………………..94
MATERYALİST EĞİLİMİN KOMPULSİF SATIN ALMA
DAVRANIŞINA ETKİSİ: ÜNİVERSİTE
ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA
Abdullah ÖZ1, Baran ARSLAN2, Tolga DURSUN3
1
Arş.Gör. Harran Üniversitesi, İ.İ.B. Fakültesi, İşletme Bölümü,
Abdullah.amaire@harran.edu.tr
2
Yrd.Doç.Dr. Harran Üniversitesi, İ.İ.B. Fakültesi, İşletme Bölümü,
barslan@harran.edu.tr
3
Yrd.Doç.Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Gerede Uygulamalı Bilimler
Yüksekokulu, Pazarlama Bölümü, tolgadursun@ibu.edu.tr
ÖZET
Materyalizm, yaşam memnuniyetine ve kabul edilebilir bir sosyal statüye
ulaşabilmek için bireyin hayatının merkezine mülkiyet edinimi ve para kazanımını
koymasıdır. Bununla beraber bireylerin materyalist eğilimleri onların ani, dürtüsel
ve takıntılı satın alma eylemlerini yani kompulsif satın alma davranışlarını
etkileyebilmektedir. Nitekim uluslararası birçok çalışmada materyalist algının
kompulsif tüketimi pozitif yönde etkilediği belirtilmiştir. Bu çalışmanın amacı ise
Harran Üniversitesinde eğitim gören öğrencilerin materyalist eğilimlerinin
kompulsif satın alma davranışlarına etkisini belirleyerek ortaya koymaktır. Bu
amaçla hazırlanan anket 702 öğrenciye uygulanmıştır. Yapılan istatistiki analiz
sonucunda öğrencilerin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın alma davranışlarını
etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar kelimeler: Materyalizm, materyalist eğilim, tüketim, kompulsif satın alma,
kompulsif tüketici.
ABSTRACT
THE EFFECT OF MATERIALIST TENDENCY ON COMPULSIVE
BUYING: A STUDY ON UNIVERSITY STUDENTS
Materialism is to embed goods ve money in the centre of the individual’s life in
order to reach life gratification ve an acceptable social statüs. In addition, the
materialistic tendencies of individuals can effect their sudden, impulsive ve
obsessive buying actions, namely their compulsive buying behaviours. This work’s
aim is to display whether there is a relationship between students’ materialistic
tendencies ve compulsive buying behaviours. Thus, a survey is made on the students
of Harran University ve its applied to 702 people. After the statistically analysis it’s
2
found that the materialistic tendencies of individuals effect their compulsive buying
behaviours.
Keywords: Materialism, materialistic tendency, comsumption, compulsive buying,
compulsive consumer.
1. GİRİŞ
Materyalizm kişinin mala ve paraya düşkünlüğüdür. Bireyin bu
düşkünlüğünün yani materyalist eğiliminin sebebi ise malın ve paranın
mutluluğa götüren en temel iki araç olduğunu düşünmesi, bu ikisiyle
toplumsal onay ve statü elde edebilmesidir. Tabiki mal ve paraya bu değeri
yükleyen salt bireyin kendisi değil, ondan önce ailesi, çevresi ve maddiyatı
ve imajı mutluluk ile endeksleyen toplum ve popüler kültür ile madde
temelli hayatı teşvik eden medyadır. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde
ise bireyin materyalist olması kaçınılmaz olmaktadır.
Rasyonel bir satın alma sürecinde bireylerde önce organik ihtiyaçlar
oluşur, sonrasında gerekli alternatifler karşılaştırılıp değerlendirilerek
rasyonel açıdan en az maliyeti ve en çok çıktıyı/faydayı sağlayacak olan
ürün satın alınır. Kompulsif satın alma gibi akılcı olmayan (irrasyonel) bir
satın alma eyleminde ise minimum maliyet ve maksimum faydayı
sağlayacak ürün değil, kişide satın alma sürecinde doyasıya haz yaratan, ona
sosyal kabul, statü ve toplumsal görünürlük sağlayan, yine yaşadığı acıları
unutmasını ve başarısızlık baskısını azaltmasını sağlayan ancak onu
ekonomik olarak zora sokan, alışveriş sonrası pişmanlık, utanç ve hayal
kırıklığı yaratan ürün ani, dürtüsel, takıntılı, tekrarlayıcı ve denetlemeyen
hislerle satın alınır.
Mülkiyet ve parayı hayat memnuniyetinin en büyük sağlayıcıları
olarak sunan materyalizm bireyin kompulsif tüketim eğilimini tahrik edici
bir işlev görür. Nitekim mal edinmeyi en önemli amaç olarak gören birey
daha çok ve sıklıkta alışveriş eylemleri gerçekleştirecek ve sürekli daha
fazlasına sahip olup biriktirmek isteyecektir. Sonrasında ise bireyin
pişmanlıkta duysa alışverişe bağımlı olduğu, takıntılı ve kontrol edilemez
bir şekilde satın alma eylemini sürdürdüğü görülecektir.
2. LİTERATÜR
2.1. Materyalizm
Materyalizm farklı yazarlarca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Örneğin
konunun otoritelerinden Belk materyalizmi kişinin maddi varlıklara
duyduğu büyük bağlılık şeklinde tanımlamaktadır . Belk (1984)’in farklı bir
3
tanımında materyalizmi nesnelerin kişilerin yaşamında merkezi yer
edinmesi ve memnuniyetin en önemli sağlayıcısı olarak algılanması
şeklinde tanımlamıştır. Richins ve Dawson ise materyalizmi “insanların
ürünlerin elde edilmesine ve ürünlerin mülkiyetine atfettiği önem” olarak
tanımlar (Richins, 2004:210). Yine Richins ve Dawson (1992) materyalizm
için kişinin yaşamında paraya ve eşyaya değer önceliği vermesidir tanımını
da yapar. Tatzel (2002) ise materyalizmi sosyal statü edinebilmek için
eşyaların kullanılması şeklinde tanımlar.
Mukerji’ye (1983) göre materyalizm’de kişi bireysel mutluluğa
erişmek ve sosyal kabul görmek için paraya ve eşyaya sahip olmayı bir
amaç olarak görür. Ve bu amaca ulaşıldığında mutluluğa ulaşılıp ruhsal
boşluğun giderileceğini iddia eder (Browne ve Kaldenberg, 1997:31-44).
Zira materyalist bireyler malların mülkiyetine sahip olmayı en büyük
mutluluk kaynağı olarak görürler. Hatta zamanlarını hoş vakit
geçirebilecekleri aktiviteler yerine daha fazla çalışarak daha çok para
kazanmaya ayırabilirler (Tamer, 2013:51).
Materyalist değerlerin üzerinde yükseldiği üç sütun merkezilik, başarı
ve mutluluktur. Merkezilik, materyalist eğilimli bireylerin nesneleri ve
bunların kazanımını hayatlarının merkez eksenine yerleştirmeleridir. Başarı,
materyalist bireylerin başarıyı elde edilen malın niteliği ve çokluğu ile
değerlendirmesi iken mutluluk, bireylerin ancak bazı nesneleri elde edip
refahlarını artırdıklarında mutlu olabilecekleri düşüncesinde olduklarını
ortaya koyar (Richins ve Dawson, 1992:304).
Materyalizm ile yaş ilişkisi incelendiğinde, materyalist eğilimin 8-9’lu
yaşlardan 12-13’lü yaşlara kadar arttığı, daha sonra 18’li yaşlara doğru
azaldığı görülmüştür (Chaplin ve John, 2007). Yine materyalist eğilimin en
çok orta yaş grubunda görüldüğü, gençlerin nesnelerden ziyade etkinliklere
önem atfettiği belirtilir (Odabaşı, 1999: 100). Araştırmalar erkeklerin
kadınlara göre daha materyalist olduklarını ortaya koymaktadır (Ger ve
Belk, 1990; Keng vd., 2000; Richins ve Dawson, 1992; Richins, 2004).
Ayrıca aile yapısı da materyalist algıyı etkilemektedir. Örneğin, anne
babaları boşanmış çocukların materyalist eğilimleri düzenli aile yapısına
sahip çocuklara nazaran daha fazladır (Rindfleisch vd., 1997). Yine
demografik faktörlerden gelirin materyalizm ile ilişkisi incelendiğinde
düşük gelirli insanların yüksek gelirlilere göre daha materyalist oldukları
belirtilmiştir (Roberts ve Clement, 2007; Doğan, 2010).
2.2. Kompulsif Satın Alma
Kompulsif satın alma ilk kez Emil Kreapelin (1915) tarafından
“Psychiatric” adlı kitapta “Oniomania” olarak tanımlanmıştır. Sonraki
4
süreçte kompulsif satın alma terimiyle eş anlamlı olarak kompulsif alışveriş,
kompulsif tüketim, dürtüsel satın alma, kontrol edilemeyen satın alma, satın
alma bağımlılığı, alışveriş/harcama koliklik gibi kavramlar kullanılmıştır
(McElroy vd., 1994:242). Ancak kavram kompulsif satın alma ismiyle ilk
kez kronik, negatif durumlara ya da hislere sebebiyet veren tekrarlayıcı
satın alma şeklinde tanımlanmıştır (O’Guinn ve Faber, 1989:155). Black
(1996)’in kompülsif satın alma tanımı ise bireyin dürtüsel olarak satın alma
güdüsünü duyumsaması ancak kontrol edememesi sonucunda oluşan, bireyi
mali açıdan zora sokan bozukluk şeklindedir. Ünsalver (2011:19)’in
tanımında ise saplantılı olarak alışveriş yapma ya da alışverişi düşünme ve
alışverişle ilgili planlar oluşturma süreci şeklinde tarif edilir.
Kompulsif ve normal tüketiciler karşılaştırıldığında normal
tüketicilerin alışveriş öncesi ürünün üzerinde yeterince düşündükleri,
gerekli araştırmaları yaptıkları sonrasında satın almayı gerçekleştirdikleri,
kompulsif eğilimli tüketicilerin ise ani dürtüsel, takıntılı ve denetlenemeyen
hisler ile bu eylemi gerçekleştirdikleri görülür (Rao, 2013:2).
Kompulsif eğilime sahip tüketiciler genel olarak; ani dürtüsel, agresif,
tekrarlayıcı ve gereksiz satın almalar sergilerler (Lejoyeux ve diğerleri,
1996:1525). Satın alma ve harcama esnasında kontrollerini kaybederler
(O’Guinn ve Faber, 1989). Sık sık ve uzun periyotlar halinde alışveriş
ziyaretleri gerçekleştirirler. Sıradan tüketicilere nazaran kompulsif
tüketicilerin özsaygılarının daha düşük, hayal kurmaya daha eğilimli, daha
ileri seviyelerde depresyon yaşayan, daha endişeli ve takıntılı oldukları
belirtilmiştir (Faber ve O’Guinn, 1991: 459-460). Yine daha kıskanç ve
cimri, alışverişi salt eğlence olarak görmeye ve satınalma sonrasında
pişmanlık duymaya daha yatkın bireyler olduğu söylenebilir (d’Astous vd.,
1990: 306). Nitekim kompulsif eğilimli tüketicilerin gerçek manada
aldıkları ürüne ihtiyacı yoktur. Bu yüzden eşyaları ya bir yerde stoklarlar ya
da başkalarına hediye ederler (Black, 1996: 50-55). Bu davranış tarzıyla
kompulsif tüketiciler sorumsuz davranışlarının fiziki kanıtlarını benlikleri
üzerindeki tehdidi (vicdan azabı) yok etmek için ortadan kaldırmış böylece
kendilerini teskin etmiş olurlar. Bu davranış literatürde alkol kullandığını
gizlemek için somut delilleri (şişe, koku, vb.) ortadan kaldıran alkoliğin
durumuna benzetilmiştir (Tamam, 2009:70).
Dürtüsellik, ruh hali, tutku, moda yönelimlilik, para ve kredi kartı
kullanımı kompulsif satın almayı etkileyen kişisel faktörlerdendir (Öztürk,
2010: 82-90). Örneğin kompulsif tüketicilerin dürtülerini kontrol etme de
zorluklar yaşadığı bilinmektedir (DeSarbo ve Edwards, 1996). Ayrıca
saplantılı tutku sahibi olanların davranışlarını kontrol edemedikleri aksine
davranışların onları kontrol ettiği de vurgulanmıştır (Wang ve Yang, 2008:
5
693-694). Yine yapılan bazı araştırmalarda paranın güç ve prestij aracı
olduğu, genç tüketicilerin kompulsif eğilimleri ile paranın bu boyutu
arasında ciddi bir ilişkinin olduğu ortaya koyulmuştur (Roberts ve Jones,
2001: 217; Phau ve Woo 2008: 450). Kredi kartı ve kompulsif eğilim
arasında da kredi kartının özellikle güç ve statü sembolü olmasından dolayı
ciddi bir bağ bulunmaktadır (Phau ve Woo 2008; Pirog ve Roberts, 2007,
Arslan, 2015). Konuyla ilgili çalışmalarda bulunan O’Guinn ve Faber
(1989:155) kompulsif tüketicilerin sıradan tüketicilere nazaran daha fazla
sayıda kredi kartına sahip olduğunu söylerler.
Referans grupları, aile, sosyal sınıf ve kültür kompulsif eğilimi etkiler
(Çerçi, 2014: 72-78). Örneğin tüketicilerin fikirlerini etkileyen referans
grupları (ünlüler, sporcular, vb.) tüketicilerin markalardan haberdar olmasını
sağlayıp yeni ürünleri denemelerini teşvik ederler (Eru, 2013: 118). Böylece
hiç ihtiyacı bulunmazken tüketicinin zihninde bu markalara karşı merak ve
satın alma isteği oluşur. Baudrillard’ın söylemiyle “tüketim toplumu” olan
bugünkü toplumda insanların sosyal hiyerarşide bir üstte olan gruba
yükselmek için kıyasıya rekabet ettiği söylenebilir. Bu yarışın ise sadece
sürekli tüketmekten geçtiği varsayımı kişinin bitmeyen bu yarış sürecinde
kompulsif bir tüketici olup çıkmasına neden olmaktadır. Buna ek olarak
küreselleşmenin gelişmiş ülkelerdeki fikir ve düşüncelerin diğer ülkelere
transferini kolaylaştırması neticesinde Batı’nın sahip olduğu tüketim
alışkanlıkları, materyalist eğilimler, haz ve hız merkezli hayat tarzı yani
“tüketim kültürü” tüm dünyada bir virüs gibi yayılmıştır. Böylece bir
zamanlar üretken ve akılcı olarak (homo-economicus) tanımlanan insan
bugün tüketimi hayatın eksenine yerleştiren “tüketimus” olarak anılmaya
başlanmıştır (Odabaşı, 2013:32).
Çocukluk döneminde ailede temeli atılan sürekli başarılı olma tutkusu
bireyi ilerleyen yıllarda yaşadığı bazı başarısızlıklar (iflas, boşanma, vb.)
sonrasında başarızlık baskısını azaltmak için kompulsif tüketime
yönlendirebilir. Kompulsif satın alma narsistik zedelenme, psikolojik
bağımlılık, öfke, korku, umutsuzluk, yetersizlik gibi negatif hislere karşı bir
savunma mekanizması işlevi görür (Tamam, 2009:70). Bunun yanında
kendini sakinleştirme, duygu onarımı, sevgi/şefkat isteği vb. konularda
telafi edici bir mekanizma oluşturur (Çerçi, 2014:65). Yine öğrenme,
güdülenme, tutum ve kişiliğinde kompulsif eğilimler üzerinde etkisi
bulunmaktadır. Örneğin; Psikoanalitik kurama göre süperegosu yüksek
bireylerin satın alma kararlarında referans grupları ya da aileleri etkili
olurken id yönlü bireyler kendi istek ve dürtüleriyle hareket etmektedirler
(Çerçi, 2014:79-84).
Yaş,
cinsiyet
ve
gelir
kompulsif
6
eğilimi
etkileyen
temel
değişkenlerdendir (Çerçi, 2014: 84-86). Kompulsif satın alma yaş ile ters
yönlüdür. Yani yaş arttıkça kompülsif eğilim azalırken yaş düştükçe bu
eğilim artar (Villarino ve Lopez, 2001: 444). Literatürdeki çalışmaların
çoğunda kompulsif eğilimin/bozukluğun kadınlarda erkeklere göre daha
fazla olduğu belirtilmektedir (McElroy, vd., 1994; Dittmar, 2004; Tamam,
2009: 67). Yine kadın tüketicilerin satınalmaya değil alışveriş sürecine
(shopaholics), erkek tüketicilerin ise satın almaya odaklandıkları ve daha
çok para harcadıkları (spendaholics) ortaya koyulmuştur (Campell, 1997:
168). Kadınların alışveriş esnasında kıyafet, kozmetik ve mücevherata,
erkeklerin ise daha az parçadan oluşan ama büyük meblağlar tutan
elektronik eşyalar, spor aletleri vb. ürünlere yöneldiği bilinmektedir
(Kearney ve Stevens, 2012: 237; Dittmar, 2004). Yine literatürdeki bazı
çalışmalar gelir ve kompulsif satın alma arasında bir ilişki olduğunu ortaya
koyarken bazıları böyle bir ilişkinin var olmadığını söyler (Roberts, 1998;
O’Guinn ve Faber, 1989, Black, vd., 2001). Gelir ve kompulsif eğilim
arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çalışmalar ise genellikle bu ilişkinin ters
yönlü olduğunu söyler. (Black, vd., 2001; Koran vd, 2006). Yani düşük
gelirli tüketicilerin kompulsif eğilimi ve kompulsif satın almadan
kaynaklanan problemleri yüksek gelirli tüketicilere göre daha fazladır.
2.3. Kompulsif Satın Alma Ve Materyalizm İlişkisi
Birçok çalışmada materyalizmin kompulsif eğilimi etkilediği
belirtilmiştir (Yurchisin ve Johnson, 2004; d'Astous, 1990, O’Guinn ve
Faber, 1989). Örneğin; Dittmar ve arkadaşları çalışmalarında materyalist
değer ve tutumların cinsiyet, yaş, gelir gibi faktörler sabit tutulduktan sonra
kompulsif satın alma ölçek skorları değişkeninin %27’sini oluşturduğunu
ortaya koymuşlardır. (Ditmar, 2007: 338).Yine kompulsif tüketicilerin
materyalizm tarafından motive edildiği, bir başka ifadeyle bu tüketicilerin
satın aldıkları nesnelere çılgınlık seviyesinde sahip olmayı arzuladıkları
ifade edilmektedir (DeSarbo ve Edwards, 1996: 249).
Materyalist eğilimli bireylerin Richins (1994) ve Tatzel (2002)’in
belirttiği gibi parayı statü elde etme ve başarı anahtarı olarak görmeleri,
kompulsif bireylerinde Roberts ve Jones (2001)’un ortaya koyduğu gibi
parayı güç ve prestij elde etmede başat faktör olarak görmeleri materyalist
eğilim ve kompulsif satın alma davranışının birbiriyle ilişkili olduğunu, en
azından paraya bakışlarının paralellik arz ettiğini gösterir.
Materyalist eğilim ve satın alma davranışını inceleyen bazı
çalışmalarda tüketicilerin materyalist zihin yapılarının anlık (kompulsif)
satın almaya sebep olduğu belirtilmiştir (Rindfleisch vd., 1997; Dittmar,
2005; Troisi, vd., 2006). Materyalist algıları yüksek bu bireyler pahalı ve
7
moda yönelimli kıyafetleri satın alma eğilimindedir (Park, vd. 2007).
H1: Üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimleri kompulsif satın
alma davranışlarını etkiler.
H2: Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri açısından kompulsif satın
alma davranışları farklılık gösterir.
Cinsiyet
Kompulsif Satın Alma
Materyalist Eğilim
Şekil 1: Araştırmanın Modeli
3. ARAŞTIRMA METODOLOJİSİ
Bazı araştırmalarda kompulsif eğilimin üniversite öğrencileri arasında
yaygın olduğu bulgusu elde edilmiştir (Roberts & Jones, 2001; Xu, 2008;
Yurchisin, & Johnson, 2004). Ancak bu çalışmalar Türkiye’de değil diğer
yabancı ülkelerde yapılmıştır. Yaptığımız genel bir araştırma sonucunda ise
Türkiye’de üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimlerinin kompulsif
satın alma üzerindeki etkisini ölçen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Bu
çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimlerinin
kompulsif satın almaları üzerinde bir etkisinin olup olmadığını test etmek ve
elde
edilen
sonuçlar
doğrultusunda
pazarlama
yöneticilerine/araştırmacılarına ve konuyla ilgilenen diğer çıkar
gruplarına/paydaşlara elde ettiğimiz sonuçlarla yardımcı olmaktır.
Araştırmanın ana kütlesini üniversite öğrencileri oluşmaktadır.
Araştırmanın örneklemi; tesadüfî olmayan (yargısal) örnekleme
yöntemlerinden kolayda örneklemedir. Kolayda örnekleme; ulaşılabilir
bireylerin örnek kapsamına dâhil edilmesini içerir. Araştırma için gerekli
olan birincil veriler, anket metodu uygulanarak toplanmıştır. Anketler ise
01.10.2015 ile 30.11.2015 tarihleri arasında öğrenci otomasyonu üzerinden
uygulanmıştır.
8
Anket formu üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, katılımcıların
cinsiyeti, yaşı, medeni durumu ve ailenin gelir durumu gibi demografik
sorular yer almaktadır. İkinci bölümde kompulsif satın alma davranışını
ölçmeye yönelik olan Valence ve diğerleri (1988) tarafından geliştirilen 13
maddelik kompulsif satın alma ölçeği yer almaktadır. İkinci bölümde,
materyalist eğilimi ölçmeye yönelik olan Richins ve Dawson (1992)
tarafından geliştirilen ölçek kullanılmıştır.
Oluşturulan anket formu Harran Üniversitesi’nde eğitim gören 702
öğrenciye uygulanmıştır. Anketler edit edildikten sonra 689 kişi üzerinden
değerlendirilmiştir. Ölçeklerde 5’li likert ölçeği kullanılmıştır.
3.1. Verilerin Analizi
3.1.1.
Bulgular
Tablo 1: Cinsiyet, Yaş, Medeni Durum ve Ailenin Toplam Aylık
Gelirine İlişkin Frekans Dağılımları
Değerler
Sıklık
Yüzdelik
Değerler
Cinsiyet
Sıklık
Yüzdelik
Medeni Durum
Kadın
263
38,2
Evli
65
9,4
Erkek
426
61,8
Bekar
624
90,6
Toplam
689
100
Toplam
689
100
9
Yaş
17-19
112
16,3
20-22
336
48,8
23-25
141
20,5
26
ve
yukarısı
100
14,5
689
Ailenizin
Toplam Aylık
Geliri
1000 TL ve altı
1001-2000 TL
2001-3000 TL
100
3001-4000 TL
Toplam
4001-5000 TL
5001 TL ve üstü
Toplam
329
47,8
180
26,1
110
16,0
33
4,8
14
2,0
23
3,3
689
100
Araştırmaya katılan bireylerin demografik özellikleri incelendiğinde,
katılımcıların %38,2’sinin kadın, %61,8’i erkek bireylerden oluştuğu
görülecektir. Bu oran, ankette her iki cinsiyetten olan tüketicilerin
düşüncelerini yansıtması için uygundur. Ankete katılanların yaş dağılımı ise
%16,3 17-19 yaş, %48,8 20-22 yaş, %20,5 23-25 yaş, %14,5 26 yaş ve
üzerindedir. Ankete katılanlar medeni durum açısından değerlendirildiğinde
%9,4’ünün evli, %90,6’sının bekar olduğu görülmektedir. Ailenin aylık
toplam gelir dağılımında en yüksek oranla %47,8’inin 1000 TL ve altında
olduğu görülmektedir.
3.1.2.
Faktör Analizi Ve Güvenirlilik Analizi
Materyalist eğilime yönelik olan veri setinin faktör analizine
uygunluğunu test eden KMO değeri (0,929) ve kompulsif satın alma
davranışına yönelik olan veri setinin faktör analizine uygunluğunu test eden
KMO değeri (0,923) faktör analizi yapılabilmesi için uygun ve mükemmel
değerlerdir. Yine aynı amaca hizmet eden Bartlett testi Significance = 0,000
( her iki veri seti içinde) olduğundan ve p<0.05 olması koşulunu
sağladığından verilerin faktör analizi için uygun olduğuna karar verilmiştir.
Materyalist eğilimi ölçen ölçeğe yapılan faktör analizi sonucunda,
ölçekte yer alan 19 ifadenin 5’inin faktör yükleri 0,30’un altında olduğu için
formdan çıkarılmış ve tekrar analize tabi tutulmuştur. Yinelenen faktör
analizi sonucunda 14 madde 3 faktör altında toplanmıştır. Bu faktörler:
başarı, merkeziyetçilik ve mutluluktur.
10
Tablo 2: Kompulsif Satın Alma Ölçeği Maddelerine İlişkin Faktör
Yükleri ve Güvenirlilik Analizi
Kompulsif Satın Alma Ölçek
Maddeleri
Yük Değerleri
Cronbach’s
Alfa: ,943
Param olduğunda hepsini ya da bir
kısmını harcamadan duramam.
,801
,927
Sıklıkla anlık satın alma yaparım.
,823
,949
Benim için, alışveriş yapma günlük
yaşam stresleriyle bir yüzleşme ve
rahatlama yoludur.
,882
,892
Bazen içimden bir şeylerin beni
alışverişe gitmeye zorladığını,
dürttüğünü hissederim.
,810
,862
Zaman zaman bir şeylere satın almaya
yönelik aşırı isteğim olur.
,813
,888
Ara sıra, bir eşyayı satın aldıktan sonra,
onu almam mantıksız geldiği için
kendimi suçlu hissederim.
,798
,891
Satın aldığım bazı eşyaları, onu satın
almamın çok mantıksız olduğunun
düşünülmesinden korktuğum için hiç
kimseye göstermem.
,767
,961
Sıklıkla alışverişe gitme ve bir şeyler
satın almaya yönelik açıklayamadığım
arzu ve ani ve kendiliğinden gelişen
isteklerim olur.
,768
,922
11
Bir alışveriş merkezine girer girmez, bir
dükkana girip bir şeyler satın alma
şeklinde dayanılmaz isteklerim oluşur.
,897
,867
Eve gelen satış ilanları ya da
reklamlarına hemen yanıt veren
biriyimdir.
,890
,891
Sıklıkla geriye çok az param kaldığını
bilmeme karşın, ihtiyacım olmayan bir
ürünü satın alırım.
,841
,846
Savurgan biriyimdir.
,856
,821
Bazen “tekrar yapmam gerekseydi, …..
yapardım” şeklinde düşünürüm ve
yaptığımdan ya da söylediğimden dolayı
pişmanlık duyarım.
,871
,854
12
Tablo 3: Materyalist Eğilim Ölçeğine İlişkin Faktör Analizi ve
Güvenirlilik Analizi
ÖLÇEK
ALT
BOYUTL
ARI
YÜK
DEĞERL
ERİ
MADDELER
AÇIKLANA
N VARYANS
%
CRON
BACH
’S
ALFA
(0,983)
Başarı
Pahalı ev, araba ve giysilere
sahip insanları takdir ederim.
,862
Yaşamımdaki en önemli
başarılardan biri maddi
varlıklara sahip olmaktır.
,871
Sahip
olduğum
şeyler
yaşamımım ne kadar başarılı
olduğunu gösterir.
,818
İnsanları etkileyen şeylere
sahip olmayı severim.
,826
Daha çok şey satın almaya
gücüm olsaydı daha mutlu
olurdum.
,733
İstediğim
şeyleri
satın
alamadığımda bu durum
bazen beni rahatsız eder.
Sadece
alırım
,975
Sade bir yaşam biçimini
tercih ederim.
,929
13
22,432
,701
ihtiyacım olanları
Kullanışlı olmayan şeylere
,964
,982
Merkeziye
tçilik
Mutluluk
para harcamaktan hoşlanırım
Bir şeyler satın almak beni
çok mutlu eder.
,882
,792
Yaşamımda çok lüks şeyleri
severim.
,773
Başarı göstergesi olarak
insanların sahip oldukları
varlıkların miktarına çok
önem vermem.
,922
İnsanların sahip olduğu
maddi varlıklara çok dikkat
etmem.
Sahip olduğum şeyler benim
için çok önemli değildir.
12,043
,871
,728
KMO = 0,983 Toplam Açıklanan Varyans = 60,127
3.1.3.
Hipotezlerin Test Edilmesi
14
25,652
,951
Tablo 4: Tüketicilerin Materyalist Eğilimlerinin Kompulsif Satın Alma
Davranışlarına Etkisinin Belirlenmesine Yönelik Regresyon Analizi
Sonuçları
R2
R2
Düzel
tilmiş
Model 1
0,322
,
0,163
Sig.
F
70,231
F
(p)
7
,000
Beta
S
E
B
t
Sig.t(p)
,
(Constant)
,618
,232
16,154
,000
Başarı
,721
,276
17,872
,003
Merkeziye
tçilik
,427
,281
15,932
,015
Mutluluk
,541
,246
1,045
,038
Kurulan regresyon modelinin istatistiki olarak geçerli yani anlamlı bir
model olduğunu ölçmeye yönelik olarak F testi yapılmış ve test sonucuna
göre modelin (F=70,231, p=0.000<0,05) anlamlı olduğu tespit edilmiştir.
Kurulan modelin anlamlı olmasından ötürü regresyon analizinin diğer
çıkarımları değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Regresyon katsayılarının sıfırdan farklı olup olmadığını test etmek
amacıyla her bir katsayı için t-testi yapılmıştır. Yapılan t-testleri sonucu
katılımcıların
materyalist
eğilimlerinin
başarı
(p=0.003<0,05),
merkeziyetçilik (p=0.015<0,05) ve mutluluk (p=0.038<0,05) boyutunda
kompulsif satın almayı etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bağlamda H1
hipotezi kabul edilmektedir.
15
Tablo 5: Cinsiyete Göre Kompulsif Satın Alma Davranışına Yönelik tTesti Sonuçları
N
Mean
Kadın
263
2,4466
Erkek
426
2,4561
T
,135
Sig.
,023
Üniversite öğrencilerinin cinsiyetine göre kompulsif satın alma
davranışlarında fark olup olmadığını ölçmek için bağımsız gruplara t-testi
yapılmıştır. Cinsiyete göre yapılan t-testleri sonucunda ulaşılan değer
p=,023<0,05 olmasından dolayı cinsiyet açısından üniversite öğrencilerinin
kompulsif satın alma davranışlarında farklılık söz konusudur. H2 hipotezi
kabul edilmektedir.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Anketler üzerinde yapılan analizler sonucu elde edilen verileri şöyle
özetlemek mümkündür: Öncelikle makalede materyalist eğilimin kompulsif
satın almayı etkilediği yönündeki hipotez (H1) doğrulanmıştır. Zira yapılan
t-testleri sonucunda öğrencilerin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın
alma davranışlarını pozitif yönde etkilediği görülmüştür. Bu da literatürde
benzer çalışmalar yapan d'Astous (1990), O’Guinn ve Faber (1989),
Yurchisin ve Johnson (2004) ve Ditmar (2007) gibi otoriterlerin elde
ettikleri sonuçlarla paralellik göstermektedir.
Ayrıca demografik faktörlerin kompulsif satın almayı etkilediği
yönündeki ikinci hipotez de desteklenmektedir. Demografik faktörlerden
öğrencilerin cinsiyetleri kompulsif satın alma davranışlarında farklılık
göstermektedir. Bu bağlamda erkek öğrencilerin bayan öğrencilere göre
nispeten daha düşük kompulsif eğilimli oldukları elde edilen veriler
sonucunda ortaya konmuştur. Bu sonuçların ise literatürdeki kadınların
erkeklerden daha kompulsif olduğunu söyleyen genel kanıdan farklılık arz
ettiği söylenebilir.
Anketin sadece tek bir üniversitede ve öğrencilerinin çoğu yakın
güneydoğu ve doğu illerinden olması sebebiyle Türkiyedeki öğrenci
evrenini tam yansıtmayan bir bölgede yapılmış olması, örneklem sayısı her
ne kadar yeterli bir büyüklükte de olsa (689 kişi) araştırmanın en temel
kısıtlarındandır. Araştırmanın evreni daha iyi temsil eden başka üniversiteler
16
üzerinde yapılması durumunda bu kısıtın ortadan kalkacağı beklenmektedir.
Yine örnek kütlenin “kolayda örnekleme” yöntemiyle seçilmesi bir başka
kısıttır. Bu kısıt ise araştırmacıların “Yargısal olmayan örnekleme
yöntemleri”ni kullanmaları ve daha objektif sonuçlara ulaşmalarıyla
aşılabilir.
KAYNAKLAR
Çerçi, M., (2014). Özel Alışveriş Sitelerinin Kompulsif Satınalma Davranışına
Yansımaları. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, SBE.
Arslan, B., (2015). “Kredi Kartı Kullanımının Kompulsif Satın Almaya Etkisi”,
AJIT-e: Online Academic Journal of Information Technology, Yaz – Cilt: 5,
Sayı: 20, 27-40.
Belk, R. V., (1984). “Three Scales To Measure Constructs Related To Materialism:
Reliability, Validity, Relationships To Measures Of Happiness”, Advances in
Consumer Research, Vol.11, 291-297.
Black D. W. (1996). “Compulsive buying: A review.” Journal of Clinical
Psychiatry, 57, 50-55.
Black, D. W., P. Monahan, S. Schlosser ve S. Repertinger, (2001). “Compulsive
Buying Severity: An Analysis of Compulsive Buying Scale Results In 44 Subjects”,
The Journal of Nervous ve Mental Disease, Vol.189, No.2, 124-126.
Browne, B. A. ve D. O. Kaldenberg, (1997). “Conceptualizing self-monitoring: links
to materialism ve product involvement.” Journal of Consumer Marketing, 14(1);
31–44.
Campell, C., (1997). “Shopping, Pleasure ve Sex War”. (Ed: P, Falk ve C. Campell),
The Shopping Experience. London: SAGE. 166-177.
Chaplin, L. N. ve D. R. John, (2007). “Growing Up In A Material World: Age
Differences In Materialism In Children Ve Adolescents”, Journal of Consumer
Research, Vol.34 (December), 480-493.
D'Astous, A., J. Maltais ve C. Roberge, (1990). “Compulsive Buying Tendencies of
Adolescent Consumers”, Advances in Consumer Research, Vol. 17, No.1.
DeSarbo, W. S. ve E. A. Edwards, (1996). “Typologies of Compulsive Buying
Behavior: A Constrained Clusterwise Regression Approach”, Journal of Consumer
Psychology. Vol. 5, No. 3, 231-262.
Dittmar, H. (2005), “Compulsive Buying – A Growing Concern? An Examination Of
Gender, Age, Ve Endorsement Of Materialistic Values As Predictors”, British
Journal of Psychology, Vol.96, 467-491.
Dittmar, H., (2004). Understanding & Diagnosing Compulsive Buying. In
Handbook of Addictive Disorders: A Practical Guide to Diagnosis ve Treatment
(Ed R.H., Coombs), NJ.
17
Dittmar, H., K. Long ve R. Bond. (2007) “When a Better Self Is Only a Button Click
Away: Associations Between Materialistic Values, Emotional ve Identity-Related
Buying Motives ve Compulsive Buying Tendency Online”, Journal of Social ve
Clinical Psychology. Vol.26, No.3, , 334-361.
Doğan, S. Y., (2010), “Materyalist Eğilimlerin Demografik Özelliklere Göre
Farklılaşmasına Yönelik Bir Araştırma”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,
Cilt.11, Sayı.1, 57-70.
Eru, O., (2013). Süpermarket Sektöründeki Mobil Pazarlama Uygulamalarının
Tüketı̇ ci Davranışlarına Etkı̇ sı̇ : Aydın örneğı̇ . (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Faber, R. J. ve T.C. O’Guinn, (1991) “A Clinical screener for Compulsive Buying”,
Journal of Consumer Research. Vol. 19, No.3, 459-469.
Ger, G. ve R.W. Belk, (1990). “Measuring Ve Comparing Materialism CrossCulturally”. Advances in Consumer Research, 17, 186-192.
Kearney, M. ve L. Stevens, (2012). “Compulsive buying: Literature review ve
suggestion for future research.” The Marketing Review. 12. 3, 233-251.
Keng, K.A., K. Jung, T.S. Jiuanve, J. Wirtz, (2000). “The İnfluence of Materialistic
İnclination on Values, Life Satisfaction ve Aspirations: An Empirical Analysis”,
Social Indicators Research, Vol.49, No.3, 317-333.
Koran, L.M., R.J. Faber, E. Aboujaoude, M.D. Large ve R.T. Serpe, (2006)
“Estimated Prevalence of Compulsive Buying in The United States”, The American
Journal of Psychiatry. Vol. 163, No. 10, 1806-1812.
Lejoyeux, M., J. Ades, V. Tassain ve J. Solomon, (1996). “Phenomenology ve
Psychopathology of Uncontrolled Buying”, The American Journal of Psychiatry.
Vol. 153, No. 12, 1524-1529.
McElroy S.L., P.E. Keck, J. Pope. (1994) Compulsive Buying: a report of 20 cases.
J. Clin Psychiatry, 55:242-8.
Mukerji, C., (1983). From Graven Images: Patterns of Modern Materialism.
New York, Colombia University Press, USA. “Alınmıştır” (McCracken, G. 1990.
Consumption ve Culture. Bloomington, IN: Indiana University Press, USA.)
O’Guinn, T. C. ve R.J. Faber (1989). “Compulsive Buying: A Phenomenological
Exploration”, Journal of Consumer Research. Vol. 16, No.2, 147-157.
Odabaşı, Y., (1999). Tüketim Kültürü: Yetinen toplumun Tüketen Topluma
Dönüşümü, Sistem Yayıncılık, İstanbul.
Odabaşı, Y., (2013). Tüketim Kültürü, Sistem Yayıncılık, 4. basım.
Öztürk, A. (2010). Dark Side of Shopping: Impulsive ve Compulsive Buying
Behaviour in Clothing Product Category, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.)
Marmara Üniversitesi, SBE.
18
Park, H., L. D. Burns ve N.J. Rabolt, (2007). “Fashion İnnovativeness, Materialism,
ve Attitude Toward Purchasing Foreign Fashion Goods Online Across National
Borders”, Journal of Fashion Marketing ve Management, Vol.11, No.2, 201-214.
Phau, I. ve C. Woo, (2008). “Understanding Compulsive Buying Tendencies Among
Young Australians: The Roles of Money Attitude ve Credit Card Usage”, Marketing
Intelligence & Planning. Vol. 26 No. 5, 441-458.
Pirog, S.F. ve J.A. Roberts, (2007). “Personality ve credit card misuse among
college students: The mediating role of impulsiveness”. Journal of Marketing
Theory ve Practice, 15(1), 65–77.
Rao, V. G., (2013). “Compulsive Buying Tendencies in Normal Consumers The
İndia Experience.” Vilakshan, XIMB Journal. 10. 1, 1-19.
Richins, M. L. ve S. Dawson, (1992). “A Consumer Values Orientation for
Materialism ve Its Measurement: Scale Development ve Validation”, Journal of
Consumer Research, Vol.19, No. December, 303–316.
Richins, M.L., (2004). “The Material Values Scale: Measurement Properties ve
Development of a Short Form”, Journal of Consumer Research, Vol. 31, No. 1,
June, 210.
Rindfleisch, A., J.E. Burroughs ve F. Denton, (1997). “Family Structure,
Materialism ve Compulsive Consumption”, Journal of Consumer Research,
Vol.23, March, 312-325.
Roberts, J. ve E. Jones, (2001). “Money attitudes, credit card use, ve compulsive
buying among American college students.” Journal of Consumer Affairs, 35(21),
213–240.
Roberts, J.A. (1998). “Compulsive Buying Among College Students: An
Investigation of Its Antecedents, Consequences ve Implications for Public Policy”,
Journal of Consumer Affairs, Vol. 32, No.2, 309.
Roberts, J.A., ve A. Clement, (2007). “Materialism Ve Satisfaction Wıth Over-All
Quality Of Life Ve Eight Life Domains”, Social Indicators Research, Vol. 82, Issue
1, 88.
Tamam, L., (2009). “Kompulsif Satın Alma”, Türkiye Klinikleri J. PsychiatrySpecial Topics, 2(1): 66-74
Tamer, N., (2013). Sürdürülebilir Tüketim Açısından Giysi Satın Alma-Elden
Çıkarma Davranışında Güdüsel Satın Alma ve Materyalist Eğilim İlişkisi Üzerine
Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Galatasaray Üniversitesi, SBE.
Tatzel, M., (2002). “Money Worlds ve Well-Being: An Integration of Money
Dispositions, Materialism ve Price-Related Behavior”, Journal of Economic
Psychology, Vol.23, 103–126.
Troisi, J. D., Christopher, A. N. ve Marek, P. (2006). “Materialism ve Money
19
Spending Disposition As Predictors Of Economic ve Personality Variables”, North
American Journal of Psychology, Vol.8, No.3, 421-436.
Valence, G., A. d’Astous ve L. Fortier, (1988). Compulsive buying: Concept and
measurement. Journal of Consumer Policy, 11(4), 419–433.
Villarino, R. ve J. Lopez, ( 2001). “I Shop Therefore I am: Compulsive Buying ve
The Search for Self”, Journal of Consumer Policy. 24. 3/4, 443-460.
Wang, C. C. ve H.W. Yang, (2008. “Passion for Online Shopping: The Influence of
Personality ve Compulsive Buying”, Social Behavior ve Personality: An
International Journal, Vol. 36, No. 5, 702.
Yurchisin, J. ve K..P. Johnson, (2004). “Compulsive buying behavior ve its
relationship to perceived social status associated with buying, materialism,
selfesteem, ve apparel- product involvement”. Family ve Consumer Sciences
Research Journal, 32(3), 291–314.
20
YÜZYILLIK YALNIZLIĞIMIZ YA DA BİZİM BÜYÜK
ÇARESİZLİĞİMİZ
Mehmet Utku ŞENTÜRK
Maltepe Üniversitesi/ İletişim Bilimleri-Doktora
ÖNSÖZ
Cioran, insanı biraz daha okunsa kesinlikle intihara sürükleyecek o güçlü
karamsarlığı dâhilinde derdini anlatırken, büyük şehre yolu düştüğünde orada
aşağılık bir kasaplığın, katliamın, ayaklanmaların, en nihayetinde bir dünya sonu
karmaşasının yaşanmıyor oluşuna şaşırdığını söyler. (E. M. Cioran, Tarih ve
Ütopya, Metis Yayınları: İstanbul, sf 81/ 1999), Cioran için başlangıç noktası
kötülüktür, şeytanlıktır ki türlü fenalığın varlığına değil, yokluğuna şaşırır.
Binlerce yıldır Anadolu’yu mesken tutmuş kadim bir medeniyetin evlatlarının,
yerlerinden yurtlarından edilerek çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı hasta demeden ağır
koşullarda devlet zoruyla meçhule sürüklenmesinin, yüz binlercesinin ölmesi ve
öldürülmesinin üzerinden tam 100 yıl geçti.
Devletlerin ve ulusların tarihleri sadece “şanlı sayfalardan” oluşmaz. Her ülkenin
geçmişinde karanlık sayfalar, acı olaylar vardır. Ancak geleneği olan devletler,
özgüveni yüksek olan bireylerden oluşan uluslar “kara sayfalar” la yüzleşebilir, bu
konularda harekete geçebilir.
Ancak “soykırım mı değil mi?” tartışmalarının ötesinde, yaşanan acıların ortak
kılınmasıyla, insani ve vicdani temelde bir yüzleşmeyle sağlıklı bir gelecek
kurulabilir.
1915 tehcirinin hem Ermenilerde hem Türkler ve Kürtlerde yarattığı travma, 100 yıl
sonra hala etkisini sürdürüyor. Yaşananları değiştiremeyiz. Ancak geçmişi
değerlendirerek bugünü anlayabilir ve yarını değiştirebiliriz…
1. Hrant’ın Katledilmesi
Hrant Dink’in alçakça katledilmesi için Rakel Dink bir bebekten katil
yaratan karanlığı sorgulamalıyız demişti. Başlangıç noktası iyilik, insanın
özüne kayıtsız güven olduğu için bu soruyu sordu tabii ki…
Dink, ""Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan,
Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarda mevcuttur" diye bir cümle
kaleme almış ve bu yüzden gerek şoven medya gerekse de milliyetçi-faşist
21
kesimce hedef gösterilerek katledilmesine olanak sağlanmıştı. 13 Şubat
2004’de yazdığı yazıda yer alan bu cümlenin önü arkası kesilip özellikle
cımbızlanmıştı.
Hrant Agos'ta, Kasım 2003-Mayıs 2004 arasında, Diaspora'yı tahlil ve
tenkit eden 11 haftalık bir dizi yayınlamıştı. Bu dizi-yazı Ermenilerin daha
bebeklikten itibaren kafasında bir "soykırımcı Türk" imajı çizerek her
Ermeniyi bu ruh hastalığı ile büyüten Ermeni Diasporası'na tam bir meydan
okumadır.
Yine Agos, tam o sırada (6 Şubat 2004) Sabiha Gökçen'in Ermeni kızı
olduğu açıklamıştı. Başta Genelkurmay'ın bir bildiriyle büyük katkıda
bulunduğu vahşi tepki ortamında, Bağımsız Türk Yargısı, 13 Şubat 2004
günkü bölümden yukarıdaki cümleyi cımbızla çekti ve bilirkişi raporuna
rağmen 301'den mahkûmiyet verdi.
Baskılar, gösteriler ve davalar süreci 19 Ocak 2007'de Hrant'ın katliyle
noktalanacak, tetikçi kişi azmettiricisi için şöyle diyecektir: "Bana Hrant
Dink'in Türk kanına pis dediğini söyledi". Tamamen haklıdır. Çünkü
Hrant'ın Türk kanına pis dediği; Şişli 2. Asliye Ceza ve Yargıtay 9. Ceza
Dairesinden sonra, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da
kararlaştırılmıştır.
İşte okunması gereken diğer kısımlar: "Diasporanın ilk kuşakları için
ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü
kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür.
İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu
yansıtır. Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel
aracı durumundadır
Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl
kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir... Ermeni kimliğinin bugünkü
yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi
gören asıl etken 'Türk' olgusudur... Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki
bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak görmekher iki tarafın da kullandığı
karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık Millet olarak adlandıran
ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında,
Ermeniler 1915'te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak
yorumlamaz; bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde
barındırdığını belirtirler".
"Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka
durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla.
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil
22
ama- Ermeniler'in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden
yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. Özellikle Türkler 1915'e
bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı
kıvranışı devam edecektir. Sonuçta görülüyor ki işte 'Türk' Ermeni
kimliğinin hem zehri, hem de panzehiridir. Asıl önemli sorun ise Ermeni'nin
kimliğindeki bu Türk'ten kurtulup kurtulamayacağıdır.
Ermeni kimliğinin 'Türk'ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan
biri, Türkiye'nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir
tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını
belli edecek bir anlayış sergilemesidir... İkinci yol ise bizzat Ermeni'nin
'Türk'ün etkisini kendi kimliğinden atması... Esas olarak tercih edilmesi
gereken yol da budur.
Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız'ın, Alman'ın, Amerikalının ve ille de
Türk'ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak,
Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan
uzaklaşmanın ve 'Türk'ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin
zamanı gelip de geçmiştir... Kimliksel dinginliğini 'Türk'ün olumsuz ve
kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını
dünya üzerinden 'Türk'e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye
ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından
başka bir şey değildir... Ermeni kimliğinin 'Türk'ten kurtuluşunun yolu
gayet basittir:'Türk'le uğraşmamak... Gayrı Ermenistan'la uğraşmak".
Hrant, Diaspora'ya, boş yere zehirlediği kanını temizlemeyi
önermektedir:"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz
kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarda mevcuttur."
İşte böyle arkadaşlar. Eminim o uzun yazı dizisinden bu yaptığım kısa kısa
alıntılar bile durumu aydınlatmaya yetmiştir. Hrant'ın sözünü ettiği zehirli
kan Türk kanı değildir. Diasporanın her ermeni çocuğa daha doğuştan
aşıladığı Türk düşmanlığıdır. Türk kelimesindeki tırnak işaretleri de zaten
durumu açıklıyor. Keza Türkiye’deki milliyetçi-şoven unsurlar da kendi
çocuklarına Ermeni düşmanlığını öğreterek “biz katliam yapmadık, asıl
Ermeniler bize mezalim yaptı” diyerek gelecek kuşakların kanlarını
zehirlemektedir.
Cümleyi tekrar tekrar okuduğunuzda bu gerçeği daha yalın bir şekilde
anlıyorsunuz.Bu kanı atmadıkça da Ermeni sorununun çözümünü gerçekçi
bulmaz Hrant. Aslında tam da bizim gibi düşünür, tam da aklıselim
düşünür.
23
2. Ermeni Soykırımı
(Ermenice: Հայոց Ցեղասպանություն, Hayodz Dzeğaspanutün; Մեծ
Եղեռն, Medz Yeğern, "Büyük Felaket")
Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı esnasındaki İttihat ve Terakki
iktidarı döneminde Ermeni tebaasına karşı uyguladığı tehcir esnasında
meydana gelen, 22 ülkenin resmi olarak soykırım olarak tanımlayıp tanıdığı
toplu ölümler. Bazı kaynaklar, II. Abdülhamid döneminde Hamidiye
Alayları'nın gerçekleştirdiği katliamları da buna dâhil etmektedir.
Türkiye’de “Sözde Ermeni Soykırımı” ve “Ermeni Soykırım İddiaları”
başlıklarıyla akademik ve tarihsel anlamda tartışmalar mevcuttur. Kimi
tarihçiler tarafından bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin
devlet yönetimi tarafından kasıtlı ve emirler dâhilinde öldürüldüğü ve bu
sebeple olayların ilk modern soykırımlardan biri ve bir etnik temizlik
olduğu ileri sürdürülür. Bazı tarihçiler ise olayları I. Dünya Savaşı'nda
dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu'nun cephe gerisini güvene almak
için uyguladığı tehcir sonucunda milletler arasında gerçekleşen bir iç
çatışma olarak değerlendirmekte ve devlet duruşunun bu yönde olmadığını
iddia etmektedir.
Ölen Ermenilerin toplam sayısı konusundaki yaygın kabul 1 - 1,5 milyon
kişidir. Türkiye'nin eski Millî Eğitim Bakanlarından Yusuf Hikmet Bayur,
1928'de Yarbay Nihat tarafından Türkçeye çevrilip Genelkurmay
Yayınlarınca yayımlanan La guerre Turque dans la guerre mondiale
(Dünya Savaşı İçinde Türkiye Savaşı) adlı eserindeki “Savaşla İlgili
Osmanlı Kayıplar” tablosu ve “Anadolu, bundan maada, Vilâyat-ı Şarkıye
Müslümanlarından savaş işlemleri yüzünden, veya mülteci olarak
500.000'ini kaybetmiştir. 800.000 Ermeni ve 200.000 Rum da katl ve tehcir
yüzünden veya amele taburlarında ölmüştür...” kaydını ve Yarbay Nihat'ın
“Bizim [Türkiye'nin] resmî kaynaklara göre de doğru saymak gerekir.”
tespitini aktarır.
Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Masası Başkanı Kemal Çiçek,
Ermeni meselesinde Türkiye'nin resmî bir tezinin olmadığını söylemektedir.
Türkiye'de yaygın olan tezlerde, tehcir sırasında ve sonrasında birçok
Ermeni'nin öldüğü kabul edilmekle birlikte, ölümlerin sebebinin sistemli bir
devlet politikası olmadığı belirtilmektedir.
Savaş koşulları, hastalıklar, iklim, bölgedeki çete ve aşiretlerin saldırıları
ve Ermenilerin zorunlu göçünü kolaylaştıracak olanakların bulunmaması ve
Ermenilerin isyan başlatarak birçok Müslüman Osmanlı tebaasını öldürdüğü
de savunulmaktadır. Bu durumun açıklığa kavuşabilmesi için Ermeni
24
yetkililere her iki ülkenin de belgelerinin ortaya sunulması ve tarihçilerin
birlikte çalışılması teklif edilmiştir.
Siyasetçiler, devlet adamları ve sözcüleri sık sık “tarih tarihçilere
bırakılmalıdır” derler. Aslında bununla “tarih benim tarihçilerimden
başkasına bırakılamaz” demek isterler… Bu yüzden toplumsal bellek alanı
[toplum hafızası densin], önemli bir ideolojik mücadele alanı, dolayısıyla
sınıf mücadelesini angaje eden bir şeydir. Resmi tarih (ve ona dayanan
resmi ideoloji de) yalana, tahrifata yok saymaya, adıyla çağırmamaya
(sözde Ermeni soykırımı” gibi), tabulaştırmaya, kişi kültüne dayandığı için,
mantıkî, etik, bilimsel iç tutarlılıktan yoksun, inandırıcılığı şüpheli, son
derece kırılgan bir tarih versiyonudur.
3. Ermeni Tehciri/Soykırımı ve Ermeni Lobisi
3.1. Lobicilik
Lobicilik insanlar tarafından önceleri; yasadışı, elit, gizli ve etik olmayan
bir meslek olarak algılanan bir kavramdı. Fakat günümüz gelişmiş
dünyasında lobicilik çok önemli bir yerde olup, gün geçtikçe de etkinliği bir
hayli artan yasal bir meslektir. Bunun ise en güzel örneğini ABD
Kongresi’nin lobiciliğin düzenlenmesiyle ilgili olarak çıkarmış olduğu dört
önemli yasa ile görmekteyiz. Bunlardan en önemlileri; ‘Yabancı Temsilciler
Yasası 1938 ‘ ve ‘1946 Federal Lobi Yasası’dır’.
Lobicilik genel olarak; yasanın, normun düzenlenmesi, uygulanması ve
kamu gücünün tüm karar ve mekanizmalarını dolaylı veya doğrudan
etkilemeye çalışmak veyahut siyasetçiler ve siyasilerin aldıkları veya
alacakları kararı kendi menfaat ve istekleri doğrultusunda değiştirmeye
yönelik yaptıkları faaliyettir. Çok önemli bir stratejik güç olarak
kullanılmaktadır. Bu faaliyetlerini gerçekleştirmek için: dergi, gazete, kitap,
sinema, müzik, televizyon vb. araçları kullanır. Lobicilik faaliyetleri lobici
dediğimiz grup veya kişiler tarafından yürütülmektedir.
Lobicilik faaliyetlerinin oluşmasındaki temel amaç ülkelerin kendi
çıkarlarıdır.
Lobicilik faaliyetleri ilk olarak ABD’de Cumhuriyetin benimsendiği
dönemlerde ortaya çıkmış ve şu an dünyada en iyi şekilde ABD’de
kullanılmaktadır. ABD üniversitelerinde, devletler ile özel girişimler
arasındaki ilişkiyi doktora düzeyinde ele alan bir meslek eğitimi olarak
verilmektedir.
25
3.2. Ermeni Diasporası ve Ermeni Lobileri
Şu an dünyada birçok etkin lobi grupları vardır. Fakat bilindiği gibi
bunlardan en etkin olarak faaliyet gösteren lobi ise Ermeni Lobisi’dir.
Ermeni Lobiciliği, Ermenilerin 20.YY başlarında Amerika’ya ve diğer
ülkelere göç etmesiyle başlamış ve her geçen gün etki alanını ve statüsünü
arttırmıştır. Kurdukları Ermeni Üniversitelerinde öncelikle ‘Ermeni Tarihi
ve Ermeni Dili Kürsüsü’ oluşturarak, kendi kültürlerini yaşatmaya çalışmış
ve lobicilik faaliyetlerini geliştirmişlerdir.
Ermeni Lobisi’nin temel amacı soykırım iddiası ve bu iddialarını dünya
kamuoyuna kabul ettirmektir. Lobicilik faaliyetlerinin tamamen bu iddia
üzerinde şekillendiği görülmektedir. Bunun için birçok ülkede aktif bir
şekilde siyasetçiler ve siyasi mekanizmalara kendi tarihini anlatıp, kendi
haklılığını savunarak onları ikna etmeye çalışmaktadırlar. Bu
faaliyetlerinde, şu ana kadar bir nebze başarılı olmuşlar diyebiliriz. Şu an 22
ülkenin soykırım iddialarını tanımasını sağlamışlardır. Bunun diğer
ülkelerde de tanınması ve meclislerden geçmesi için 26.000 adet kitap,
dergi, gazete yayımlanmıştır. Bunlarda çoğunlukla göç hikayeleri, bu sırada
yaşadıkları ve “Türk karşıtlığı” ele alınmıştır.
3.3. ABD’de Ermeni Lobisi
1970’lerin başından itibaren Amerikan politikasında varlığını hissettiren
Ermeni lobisi 1984 yılında Amerika’daki tüm Ermeni örgütlerinin
Amerikan Ermeni Asamblesi adıyla bir çatı altında toplanmasıyla daha da
etkili olmaya başlamıştır. Amerika’daki Ermeni lobisi kendi başına
düşünüldüğünde çok başarılı olması imkansız gibi görünmekle beraber, 1
milyon dolayındaki nüfusuna rağmen (dünya genelinde yaklaşık 3 milyon
Ermeni diasporasının varlığından söz edilmektedir) Batı din ve kültürüne ait
bir topluluk olmaları ve geri kalan Amerikan toplumuyla çabuk ilişki
kurabilmeleri ve
kaynaşabilmeleri, ayrıca Yunan lobisi tarafından
desteklenmesi ona nüfusunun çok üzerinde bir güç olarak görünme imkanı
vermektedir
Bunun yanında, Ermeni lobisi, çok iyi organize olmuş bir lobi olarak, hem
Kongre ile ilişkileri hem de grass roots faaliyetini etkin bir şekilde
yürütmektedirler. Özellikle belli seçim bölgelerinde yoğunlaşmış olmaları
ve seçim kampanyalarında bizzat görev alarak çalışmaları onları etkili bir
topluluk haline getirmektedir. Ermeni lobisini oluşturan örgütlerin başında
Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America: AAA) ve
26
Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committe of
America: ANCA) gelmektedir. Bunların dışında Armenian American
Action Committee (ARAMAC), Armenian Network of America,
Armenian Missionary Association, Armenian Bar Association ve
Armenian Relief Society ve ARMENPAC önemli Ermeni örgütlerinden
birkaç tanesidir.
Bunlardan Ermeni toplumu adına lobi faaliyetleri de yürütmekle beraber
Amerikan yasaları gereğince [(501) © (3)] kâr amacı gütmeyen sosyal
amaçlı bir dernek olarak 1972’de kurulan ve Bryan Ardouny’nin icra
direktörlüğünü yaptığı Amerikan Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly
of America : AAA), Amerika’daki Ermeni toplumu adına lobi faaliyetinde
de bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi 1970’li yılların başından
itibaren yapılan çalışmaların sonucu olarak Ermeni örgütlerinin bir çatı
altında toplanması girişiminin sonunda 1984’ten itibaren faaliyete geçen
“Armenian Assembly Charitable Trust” ve Armenian Assembly Relief
Fund, Inc.” adlı derneklerin de 1994’te AAA ile birleşmesiyle örgütün
yapısı büyümüştür. Örgüt bünyesinde faaliyet gösteren ARAMAC
(Armenian-American Action Committee) ise daha ziyade grass roots
faaliyetleri yürütmektedir.
Aynı şekilde örgütün yan kuruluşu niteliğinde olan ANI (Armenian
National Institute) da daha ziyade sözde soykırım konusu ve bunun
Amerikan toplumunca kabul edilmesine yönelik çalışmalar yürütmektedir.
Bunların dışında Washington’da 2006’da ABD-ErmeniHalkla İlişkiler
Komitesi (USAPAC) adıyla bir başka Ermeni kuruluşu daha faaliyete
başlamıştır. Ros Vartian ve Rob Mosher’ın başında olduğu örgütün diğer
örgütlere karşı bir faaliyet içinde olmayacağı duyuruluyordu. Bu kişilerin
uzun yıllar AAA’nın bünyesinde çalışan kişiler olduğu bilinmektedir.
Ermeni örgütlerinin 2000’li yıllarda etkinliği belirgin şekilde artmıştır.
Bunda Amerika çapındaki Ermeni örgütlerinin sayılarındaki artışın ve
bununla da ilgili olarak lobi faaliyetlerindeki artışın çok büyük rolü
bulunmaktadır. Türkiye yılda yaklaşık lobi faaliyetlerine yaklaşık 10 milyon
dolar harcarken Ermeni lobisinin harcamalarının yaklaşık 45 milyon dolar
olduğu tahmin edilmektedir. Amerika’daki Türk toplumunun da sayıca
Ermenilerden oldukça az olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 300,000-400,000
dolayındaki Türk toplumuna ait Amerika çapındaki örgütlenme sayısı 50
dolayındadır. Bu sayıları 450 dolayında Ermeni kuruluşlarıyla
karşılaştırıldığında Ermeni lobisinin bu konuya Türklerden daha fazla önem
verdikleri açıkça görülmektedir. Bununla beraber, geniş bir staf kadrosuna
sahip olan AAA’nın yanı sıra son zamanlarda radikal söylemleriyle daha
etkili bir görünüm sergileyen ANCA’nın Kongre’yi ve Amerikan
27
toplumunu etkilemek için her türlü araçtan yararlandığı dikkati
çekmektedir. En klasik faaliyetleri ise günlerinin büyük bir kısmını Kongre
üyelerinin peşinden ayrılmayarak ve Kongre oturumlarına mümkün
olduğunca kalabalık gruplarla en geniş katılımı sağlayarak Kongre üyeleri
üzerinde psikolojik baskı oluşturmaya çalışmaktır.
3.4. ABD’de Türk Lobisi
Amerika’daki Türk lobisini oluşturan dernekler arasında en etkili olanı Türk
Amerikan Dernekleri Asemblesi (ATAA)’dir. Bu aynı zaman da lobicilik
konusunda da faaliyet gösterrmeye çalışan Washington D.C’deki en önemli
Türk derneğidir. Bunun dışında hemen her eyalette veya şehirde çeşitli
alanlarda faaliyet gösteren Türk dernekleri bulunuyor. American Turkish
Associaton of Houston, (North Caroline, Washington D.C., Florida,
Maryland Ohio, California, Kansas City), Turkish American Cultural
Alliance, Turkish American Cultural Assocaiton of Alabama (Florida,
Georgia, Michigan, Seattle) ve Turkish American Society of Colorado
(Northeastern, Northern Texas, Hawaii) bunlardan bir kaç tanesidir.
Bunların dışında, Türk Çalışmaları Enstitüsü (ITS), Türk Amerikan Bilim
Adamları Derneği (Association of Turkish American Scientists. ATAS),
Türk Amerikan Islam Vakfı (Turkish American Islamic Foundation: TAIF),
Amerikan Türk Konseyi (ATC) ve Türkiye’nin Amerikalı Dostları (AFOT)
dernekleri de Amerika’da eğitim, kültür, bilim, din, ekonomi ve savunma
konularında Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri geliştirmek bu konularda
Amerika’da yaşayan Türkleri bilinçlendirmek, Amerika’da Türkiye’ye karşı
oluşmuş önyargıları ortadan kaldırmak ve Türklerin siyasal sürece
katılımını teşvik etmek amacıyla kurulmuş örgütlerdir.
4. SONUÇ
Yazımızın başında Hrant Dink’in meşhur yazısında da bahsettiği gibi
"Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka
durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla.
İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça” sorunun
çözülmesi imkânsızdır.
24 Nisan 2003’de Hürriyet Gazetesi’nden Sefa Kaplan ile yaptığı röportajda
Hrant Dink’in dediği gibi ‘‘Ermeni meselesinin uluslararası arenada
malzeme olarak kullanılmasına izin verilmesi, buna göz yumulması, hatta
buna alet olunması, Ermeni toplumu için bir zuldür.”
28
“Kendi tarihine, kendi atalarına karşı bir haksızlıktır. Biz bu konunun bu
topraklar üzerinde, Türk ve Ermeni toplumu arasında konuşulmasını
istiyoruz. Türkiye ile Ermenistan arasında iyi bir diyaloğun kurulmasını
istiyoruz. Bu Fransa'nın veya ABD'nin değil, bizim kendi meselemizdir.
Türkiye toplumu tarihine bakmasını bilmiyor, Ermeni toplumu da
geleceğine bakmasını bilmiyor. Türk toplumunun kendi tarihine bakışını
zenginleştirmesi lazım. Daha bir empatik yaklaşım göstermesi lazım.
Ermeni toplumunun ise geleceğine bakarak hareket etmesi gerekiyor. Aksi
takdirde, her iki toplumun birbirine yönelik ilişkisi, tam bir klinik vaka
görüntüsü sergilemeye devam edecektir. Bu ruh hali içerisindeki iki
toplumun da tedaviye ihtiyacı var. ABD'li veya Fransız bir doktor bu işi
çözemez. Çözmez de zaten. Çünkü hastalığın bulaşıp yaygınlaşmasına yol
açanlar onlar. Onlara insiyatif verirseniz bunu sonuna kadar kullanırlar ve
mesele tamamiyle içinden çıkılmaz bir hal alır. Bizim üzerimizden politika
üretirler ve bizi de malzeme olarak kullanırlar.
Fransızlar veya Amerikalılar tarihe ilişkin gerçekleri bugün öğreniyor
değiller ki. Bugün gündeme getirmelerinin nedeni tamamıyla siyasidir. Bu
gerçek artık net olarak görülmeli. Ermeni meselesinin uluslararası arenada
malzeme olarak kullanılmasına göz yumulması, hatta buna alet olunması,
Ermeni toplumu için bir zuldür. Kendi tarihine, kendi atalarına karşı bir
haksızlıktır.”
Tabi bu sadece Ermeni toplumu için değil Türkiye toplumu için de
geçerlidir. Sorunu Uluslararasılaştırmadan, lobi faaliyetlerine ve
profesyonel lobi şirketlerine milyar dolarlar dökmeden, “sen yaptın, ben
yaptım kavgasına” düşmeden ortak bir müzakere masası etrafında,
empatiyle ve diyalogla çözmek gerekmektedir. Umarız 100. yılında bunu
başaramayan ve 100 yıldır birbirlerinin söylediklerini duymayan yalnızlaşan
Anadolu’nun kadim ve kardeş iki halkı ilerleyen yıldönümlerinde bunu
başarabilir. Birlikte yaşadıkları bu yüzyıllık yalnızlığa ve büyük
çaresizlerine çözüm bulabilirler…
29
KAYNAKÇA
Taner Akçam, “Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere
Yönelik Politikalar” İletişim Yayınları, İstanbul, (2007)
Tayyar Arı, “Lobiler: Amerika’da Siyasal Yapı”, MKM Yayıncılık, Bursa,
(2010)
Walter Benjamin, “Son Bakışta Aşk içinde “Tarih Kavramı Üzerine”, çev.
Nurdan Gürbilek-Sabir Yücesoy, Metis Yayınları: İstanbul, (2008)
Hasan Cemal, “1915 Ermeni Soykırımı” Everest Yayınları, İstanbul,
(2012)
E. M. Cioran, “Tarih ve Ütopya” Metis Yayınları: İstanbul, (1999)
Ahmet İnsel, “Tarihe Özgürlük, Orada ve Özellikle Burada!”, Birikim,
No:
273,
erişim
tarihi:22.01.2012,http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did
=1&dsid=416&dyid...!
Şenol Kantarcı, “Ermeni Lobisi” Aktüel Yayınları, İstanbul, (2006)
Guenter Lewy, “Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?” Timaş Yayınları,
İstanbul, (2014)
Ece Temelkuran, “Ağrı’nın Derinliği” Everest Yayınları, İstanbul, (2013)
30
TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA İŞSİZLİK
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Mithat KİZİROĞLU
T.C. Maltepe Üniversitesi MYO
Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü Öğretim Üyesi
ÖZET
Tüm dünyada katlanarak büyüyen işsizlik sorunu, Türkiye ve İstanbul'da
önemli sorunların başında gelmektedir. Türkiye ekonomik olarak gelişirken, artan
işgücü için yeterli istihdam yaratılamadığı için işsizlik giderek büyüyen bir sorun
haline gelmektedir.
Türkiye'de kentlere yönelik olarak yaşanan göçlerden en fazla İstanbul
etkilenmektedir. İşsizlik, aldığı fazla göç nedeniyle nüfusu 14 milyonu geçen
İstanbul'da çok daha belirgin hale gelmiş olup giderek de artmaktadır.
Bu çalışma, dünyada yaşanan küresel ölçekli rekabete bağlı olarak önemi
her geçen gün daha da artan işsizliğin, Türkiye ve İstanbul'daki boyutlarının
bilinmesine ihtiyaç olduğu düşüncesinden hareketle gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın
amacı, Türkiye ve İstanbul'da işsizliğin yapısal özelliklerinin analiz edilmesi,
ulaşılan sonuçların ortaya konulması ve bir durum tespiti yapılmasıdır.
Çalışmada, Türkiye ve İstanbul'daki işsizliğin yapısal özellikleri, Genel
Nüfus Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi
verilerinden yararlanılarak analiz edilmiştir. İşsizliğin Türkiye geneli ve İstanbul'da
son yıllarda düşme eğilimi göstermekle birlikte oldukça yüksek düzeyde olduğu
sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İşsizlik, İşsizliğin Nedenleri, İşsizlik Türleri, İşsizlik Oranı,
Türkiye, İstanbul.
ABSTRACT
UNEMPLOYEMENT IN TURKEY AND ISTANBUL
Exponentially growing unemployment problem in the entire world, is also
one of the major problems in Turkey and Istanbul. Turkey develops economically,
but as enough employment cannot be created for the growing labor force,
unemployment is becoming a growing problem.
Istanbul is the most affected city by the rural-urban migration in Turkey.
In İstanbul, which has a population of more than 14 million, unemployment has
become more apparent due to the large rural-urban migration and this migration is
rising steadily.
31
This study has been carried out starting from the idea that the dimensions
of increasing unemployment in Turkey and Istanbul are needed to be known as
unemployement is becoming more and more important due to global competition in
the world. The purpose of the study is to analyze the structural characteristics of
unemployment in Istanbul and Turkey, to present the results obtained and to
determine the state of the current situation.
In this study, the structural characteristics of unemployment in Turkey and
Istanbul have been analyzed by using General Census, Household Labour Force
Survey and Address Based Population Registration System data. In recent years,
unemployment in Turkey in general and in Istanbul has a tendency to decline, but it
is concluded that it is stil in very high level.
Keywords: Unemployment, Causes of Unemployment, Types of Unemployment,
Unemployment Rate, Turkey, Istanbul.
GİRİŞ
İşlerinden ettiği milyonlarca insanı açlık ve sefalet sürükleyen
1929 Dünya Ekonomik Krizinden sonra gelişmiş ülkelerin karşılaştığı en
önemli sorun olan işsizlik, beraberinde getirdiği ekonomik, sosyal ve siyasi
sonuçlarıyla günümüzde de önemini korumaktadır. İşgücü dünya
genelindeki nüfus artışına bağlı olarak her yıl artarken, artan işgücüne
yetecek kadar istihdam yaratılamadığı için, işsizlik sorunu her geçen yıl
katlanarak büyümeye devam etmektedir.
İşsizlik; tek geçim kaynağı iş piyasasına sunduğu emeğinin
karşılığında aldığı ücret olan bireyler ve aileleri bakımından çok önemli bir
sorundur. İşsiz kalmak gelir kaybetmenin yanı sıra kişilerin özgüvenlerinin
ve topluma aidiyet duygularının da kaybolmasına neden olduğundan,
işsizlik toplumsal yaşamda sosyal, psikolojik ve siyasi sonuçlar doğuran
birçok sorunu da beraberinde getirmektedir.
İşsizlik; toplumda satın alma gücü ve harcama düzeyinin
düşmesine bağlı olarak üretim kaybı ve buna bağlı olarak da makro
ekonomik dengelerin bozulmasına neden olurken, kişilerin üretme
yetenekleri ile verimliliklerini azaltarak emeğin israf edilmesine de yol
açmaktadır. İşsizlik uzun süreli ve kronik duruma geldiğinde kişilerin
bireysel becerilerinin yitirilmesine de neden olmakta, bu becerilerin yeniden
kazandırılması ise hem bireyler hem de toplumlar için çok yüksek
maliyetlere mal olmaktadır.
Günümüzde uluslararası kuruluşlar ve ülkeleri yönetenler
tarafından işsizlikle mücadele etmek ve soruna çözüm bulabilmek amacıyla,
ekonomik ve sosyal politikalar geliştirilmeye çalışılmakla birlikte, sorunu
32
tam olarak çözebilen bir ülke olduğunu söylemek ise mümkün değildir.
İşsizlik, çalışmak için işgücü piyasasına giren kişilerin uygun
çalışma imkanı bulumaması durumu olup, çözümlenmesi son derece zor
olan bir makro ekonomik sorundur.
Türkiye'de 1950'li yıllarda başlayan ve 1980'li yıllardan itibaren ise
artarak hızlanan bir göç olayı yaşanmaktadır. Kırsal alanlardan kentlere
(özellikle de büyük kentlere ve İstanbul'a) doğru yaşanan yoğun göçün
beraberinde getirdiği hızlı kentleşme ve nüfus artışının belirgin hale
getirdiği işsizlik sorunu, 1960'lı ve 1970'li yıllarda giderek artmıştır. 1980'li
yıllarda Türkiye'nin ekonomi politikalarında yaşanan değişim, dünyaya
açılma, 1990'lı yıllarda yaşanan özelleştirme, işletme ölçeklerinin
küçültülmesi, Gümrük Birliği'ne giriş ve taşeronlaşma gibi süreçler de
işsizliği ön plana çıkarmıştır.
Küresel ekonomik sisteme entegre olurken, dünyada yaşanan
ekonomik kriz, şok ve konjoktürel dalgalanmalara karşı daha duyarlı hale
gelen, 1994 Ekonomik Krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizinden
etkilenen Türkiye'de işsizlik sorunu daha da büyümüştür.
İşsizlik
konusunda hızlı gelişmelerin yaşandığı 2000'li yıllarda sorun, Türkiye İş
Kurumu (İŞKUR) kurularak çözülmeye çalışılmıştır. Kasım 2000 ve Şubat
2001 Krizlerinden sonra ise kriz işsizliği olarak tanımlanan yeni bir işsizlik
türü ortaya çıkmıştır. 2008 yılında ABD'de yaşanan finansal kriz
Türkiye'deki işsizlerin ve sorunların daha da artmasına neden olmuştur.
Türkiye'de yaşanan bu gelişmelere bağlı olarak işsizliğin yapısı da giderek
değişmektedir.
Coğrafi konumu ve sahip bulunduğu tarihi değerleriyle İstanbul,
Türkiye'nin en önemli sanayi, ticaret, turizm, bilim, sanat ve kültür merkezi
durumundadır. 1950'li yıllardan itibaren hızlı bir şekilde göç alan İstanbul
1980 yılından sonra metropol, 1990 yılından sonra da megapol bir kent
olmuş, hızla büyüyen ve zenginleşen kentin nüfusu günümüzde 14 milyonu
aşmıştır.
1980’li yıllardan itibaren sermaye ve eğitilmiş işgücü transfer
ederek istihdam yaratma potansiyeli artan İstanbul, aldığı fazla göç
nedeniyle kente yeni gelen nüfusun kayıt dışı ve marjinal işlerle genişlettiği
bir istihdam alanı durumuna gelmiş, sanayiden uzaklaşarak, ticaret ve
hizmet sektörlerinin ağırlıklı olduğu bir kente dönüşmüştür.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla gelişerek bir dünya
kenti olan İstanbul; bilim, sanat, kültür, tarih ve hoşgörünün merkezi olarak
dünyada öne çıkmaya başlamıştır. Son yıllarda modern anlamda bir finans
ve ticaret merkezi olmaya çalışan İstanbul, farklı geçmiş, kültür ve
33
inançlardan insanlar ile geçmiş ve geleceği bir arada tutan bir kent olduğu
için de 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiştir.
Türkiye nüfusunun yaklaşık %18'ini barındıran İstanbul'da,
nüfusunun fazlalığı nedeniyle, başta işsizlik olmak üzere birçok ekonomik
ve sosyal sorun bir arada yaşanmakta olup, bu açıdan bakıldığında
İstanbul'un Türkiye içinde çok özel ve önemli bir yeri bulunduğu
görülmektedir.
Bu çalışma; Türkiye genelinde ve İstanbul'da giderek çok önemli
bir sorun haline gelen işsizliğin, yapısal özellikleri ile gelişme eğilimlerinin
belirlenmesinin yararlı olacağı düşüncesinden hareketle, durum tespiti
amacıyla yapılmıştır.
Çalışmada, önce kavramsal olarak işsizliğin tanımı, nedenleri,
türleri ele alınmış, ardından 1980-2013 yılları arasında Türkiye ve
İstanbul'da işsizliğin yapısal özellikleri; toplam, yaş, cinsiyet, eğitim
durumu, medeni durum, işsizlik oranı ve iş arama süreleri bakımından
incelenerek gelişme eğilimleri belirlenmiştir.
İşsizliğin boyutlarının ölçülebilmesi, karşılaştırılabilir standart
verilerin bulunmasına bağlı bulunduğundan ve uluslararası çalışmalarda da
hanehalkı anketlerinden yararlanıldığı için, çalışma yapılırken Genel Nüfus
Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi verilerinden yararlanılmıştır. Ancak TUİK'in mevcut verileri
arasında yıllara bağlı olarak kapsam ve metodoloji bakımından bazı
farklılıklar bulunduğu için, analizlerin daha sağlıklı yapılabilmesi amacıyla,
işsizlikle ilgili bazı özellikler aynı metodoloji ile belirlenmiş olan 20042013 yılları arasındaki verilerden yararlanılarak incelenmiştir.
Ülkelerin ekonomik olarak gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar
göstermekle birlikte işsizliğin günümüzde de önemini koruduğu, işsizlik
sorununun az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunu olduğu kadar,
gelişmiş ülkelerin de önemli bir sorunu olduğu, Türkiye ve İstanbul'da ise
oldukça yüksek düzeyde ve artmakta olduğu tespit edilmiştir. İşsizliğin
yapısal özellikleri ile eğilimleri bakımından, genel olarak gelişmekte olan
ülkelerde görülen özellikleri gösterdiği görülmüştür. İşsizliğin bazı
özellikleri açısından Türkiye geneli ile İstanbul arasında benzerlikler olduğu
kadar farklılıkların da bulunduğu, ancak işsizlikte Türkiye geneline göre
İstanbul'un gelişmiş ülkelerde görülen yapısal özellikleri daha fazla
gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır.
34
İŞSİZLİK KAVRAMI
Toplumları derinden etkileyen ekonomik, sosyal, siyasi ve
psikolojik birçok olumsuzluk içeren işsizlik sorunu, günümüzde tüm
dünyadaki en önemli sorunlarının başında gelmektedir (Tokol ve Alper,
2011: 94, Işığıçok, 2013: 119). Teknolojideki hızlı gelişim paralelinde
üretim sistemleri değişir ve işgücünün bu değişime uyum sağlaması
güçleşirken, nüfusa bağlı olarak artan işgücüne yeni iş imkânları yaratmak
giderek zorlaşmaktadır. Bir ekonomik sistemin iyi işleyip işlemediği ise
piyasada geçerli olan ücret düzeyinde çalışmak isteyen kişilere iş sağlama
yeteneği ile ölçülmektedir (Aren, 2008:29).
İrade dışı bir olgu olan işsizlik, genel olarak çalışmak için işgücü
piyasasına gelen işgücünün uygun çalışma imkanı bulamaması durumudur
(Tatoğlu, 2010: 11, Tekeli vd., 2012: 47) Ekonomik olmasının yanı sıra, çok
önemli sosyal bir sorun da olan işsizlik açısından, gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeler arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da
bulunmaktadır (Murat, 2007: 320). İşsizlikle mücadelede, gelişmiş bazı
ülkeler başarılı olurken, bazıları ise aynı başarıyı gösterememektedir. Az
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise işsizlik, genellikle tarıma dayalı
bir ekonomik yapıdan, sanayi ve hizmet sektörlerine dayalı bir ekonomik
yapıya geçişin meydana getirdiği sancılı değişimler sonucunda ortaya
çıkmakta ve çözülmesi zor bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir
(Murat, 2010: 16-17, TÜSİAD, 2004: 16).
En önemli üretim faktörü olan emeğin tam olarak kullanılamaması
durumunu ifade eden işsizlik, bu faktör kullanılamadığı için üretim ve gelir
kaybına neden olurken, bireyler ve toplum açısından da önemli sosyal ve
ekonomik sorunlar yaratmaktadır (Biçerli, 2007: 421). İnsanları tüketici
durumuna düşüren işsizlik, ekonomik kalkınma ve büyümeyi de
yavaşlatmaktadır (Gül vd., 2009: 14-15).
Sanayi devriminin ardından ortaya çıkan, her ülkede farklı biçim
ve boyutlarda görülen işsizlik, 1980’li yıllara kadar genellikle az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerin sorunuyken, bu tarihten sonra ise dünya
genelinde uygulanan neo-liberal politikalar nedeniyle gelişmiş ülkelerin de
sorunu olmaya başlamıştır (Özdemir vd., 2006: 67-68).
İşsizliğin Tanımı
İşsiz kavramı, Türkçede iş kökünden türetilen, çalışacak bir işi
olmayan anlamına gelen, genel olarak çalışma istek ve yeterliliğine sahip
olmasına rağmen, devamlı gelir sağlayacak düzenli bir işi bulunmayan
35
kişileri anlatmak için kullanılmaktadır (Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 379,
Altan, 2013: 105).
İşsiz kavramı TUİK tarafından ise, belirli bir referans dönemi
içinde istihdamda olmayan, iş aramak için son 3 ay içinde iş arama
kanallarından en az birini kullanmış yani herhangi bir girişimde bulunmuş
ve iş bulduğu takdirde
15 gün içinde işbaşı yapabilecek durumda olan
yetişkin olarak tanımlanmaktadır (Gündoğan vd., 2013: 9). TUİK'in bu
tanımı Türkiye'de işsizliğin olduğundan daha düşük görünmesine neden
olmaktadır.
İşsizlik, işgücünün tamamı ile istihdam edilenler (çalışanlar)
arasındaki fark olarak düşünüldüğünde işsiz kişi; çalışma arzu ve
iktidarında olup, piyasadaki geçerli ücret düzeyinde çalışmak isteyen, ancak
makul ve kendisine uygun bir iş bulmayan kimse olarak tanımlanmaktadır
(Zaim, 1997: 168-173). Bir başka tanıma göre işsiz; çalışma istek ve
kabiliyetinde olup, günün çalışma ve ücret koşullarına göre emeğini arz
etmesine rağmen, sosyo-ekonomik nedenlere bağlı olarak çalışma imkânı
bulamayan kişidir (Andaç, 1991: 16, Şakar, 2002: 194).
İşsizlik, geniş anlamıyla; emeğin tamamen veya gerektiği biçim ve
yerde kullanılmaması suretiyle israf edilmesi, dar anlamıyla ise; çalışma
yetenek ve arzusunda olunmasına rağmen, geçerli ücret düzeyinde uygun
bir iş bulunamaması nedeniyle istihdam edilememe durumudur (Dirimtekin,
1965: 4, Ekin, 1971: 28, Talas, 1983: 96). İşsizlik; toplumsal açıdan üretici
kaynakların bir bölümünün kullanılamaması, bireyler açısından ise emeğin
kullanılamaması anlamına gelmektedir (Serter, 1993: 6, Talas, 1997: 129,
Ülgener, 1991: 113).
Belirli bir mekânda ve zaman dilimi içinde, cari ücret düzeyinde
çalışmaya hazır ve istekli olduğu halde iş bulamayan kişilerin olması
durumu (Kalkınma Bakanlığı, 2012:5) olarak tanımlanan işsizlik;
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ise "İş Sahibi Olmama", "İş
Arama", ve "İşe Başlamaya Hazır Olma" kriterlerinden yola çıkarak
tanımlanmaktadır (Gündoğan ve Biçerli, 2003: 202- 203, Lordoğlu ve
Özkaplan, 2003: 65, Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 64-65, Işığıçok, 2013:
118).
Uluslararası Çalışma Örgütü’nce belirlenen standartlara göre; işsiz
olan, hâlihazırda çalışmaya elverişli bulunan ve bir iş talep eden kişiler işsiz
olarak kabul edilirken (Başterzi, 1996: 7), Türkiye'de TUİK tarafından
yapılan çalışmalarda ise; referans döneminde bir işi olmayan, iş arayan, iş
arama konusunda bir girişimde bulunan ve iş bulduğu zaman işbaşı
36
yapabilecek durumda olan kişiler işsiz olarak kabul edilmektedir (TUİK,
2007: 28).
İşsizlik TUİK tarafından "referans dönemi içinde istihdam halinde
olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiç bir işte
çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden, iş aramak
için son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki
hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan tüm kişiler işsiz nüfusa
dâhildirler." şeklinde tanımlanmaktadır (TUİK, 2012: XXIV). TUİK'in bu
tanımda, eksik istihdam, mevsimlik çalışanlar ve iş aramayıp işbaşı
yapmaya hazır olanlar bulunmadığı için, bu gruplar da dâhil edildiği zaman
işsizlik oranlarının, kurum tarafından açıklanan oranların çok üzerinde
olduğu görülmektedir.
İşsizliğin Nedenleri
İşsizlik; üretim kaybına, devlet bütçesinde ilave yüke, kişiler
açısından özgürlüklerin kaybına, toplumdan dışlanmaya, niteliklerin
kaybına, psikolojik bozukluklara, ortalama yaşam sürelerinin kısalmasına,
çalışma motivasyonunun yitirilmesine, toplumsal ilişkilerde kopukluklara,
aile yaşamında çözülmelere, cinsler arasında ayrışmalara, toplumsal
değerlerin kaybedilmesine ve kişilerin sorumluluk duygularının azalmasına
da neden olmaktadır. Bu nedenle de bireyleri olduğu kadar toplumları da
ilgilendirmektedir ((Murat, 2007: 320, Koray, 2000: 137).
İşsizlik emek arzının, emek talebinden fazla olması durumudur.
Talep yetersizliği; işyeri yetersizliği, mevcut işyerlerinin çalıştırılamaması,
ücretlerin düşük olması ve işçilerin beceri ve yeteneklerinin işe uygun
olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkabilmektedir (Tekeli vd., 2012: 47,
Köklü, 1984: 73). İşsizlik; işgücü piyasalarındaki emek arz ve talebi
arasındaki uyumsuzluklar ile toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel
yapılarına bağlı olan nedenlerin birbirini etkilemesi sonucunda ortaya
çıkmaktadır.
İşsizliğin emek arzından kaynaklanan nedenleri; nüfusun miktarı,
artış hızı, yaş ve cinsiyet bakımından bileşimi, eğitim durumu ve emek arzı
elastikiyeti gibi faktörlere bağlı olmaktadır. Toplam nüfusun fazla olması ve
hızlı bir biçimde artması işsizliği önemli ölçüde etkilemektedir. Hızlı nüfus
artışı bu nüfusa yeterli iş imkanı sağlanamadığı zaman kırsal alanlardan
kentlere göçü tetiklemekte, göç de kentlerdeki işsizliği arttırmaktadır.
Bir mal gibi düşünülemeyen, kullanılması başka bir zamana
ertelenemeyen ve biriktirilemeyen emeğin gelire dönüştürülebilmesi için,
emek sahibi tarafından kullanılması gerekmektedir. Emek arzı ile ücret
37
arasında ise değişken bir ilişki bulunmaktadır. Genel olarak ücretlerin
yükselmesi emek arzını artırırken, bazı durumlarda ise ücretlerin artması da
düşmesi de emek arzını azaltabilmektedir. Tersine elastikiyet adı verilen bu
durum, bireysel ve toplam emek arzının tepkisi olarak gerçekleşirken,
gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde farklı
nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde
artan refah ve gelire paralel olarak işgücüne dahil olan kişiler daha az
çalışırken (emek arzı azalırken), az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde
elde ettikleri gelirleri ihtiyaçlarını karşılamadığı için işgücüne dahil olan
kişilerin daha fazla çalıştığı yani emek arzının arttığı görülmektedir (Murat,
2007: 323-326).
Emek talebinden kaynaklanan işsizlik nedenleri ise; genel olarak
yatırımlar, teknoloji, girişimcilik, verimlilik ve istihdamı engelleyici yasal
düzenlemelere bağlı olmaktadır. Tercih edilen teknolojiye bağlı olarak
yatırımlar, emeğe olan talebin nitelik ve niceliğini belirlerken, yatırımların
yapıldığı sektörler ise ihtiyaç duyulan işgücünün genel profilini ortaya
koymaktadır.
Günümüzde dünya çapında yaşanan rekabet ortamı girişimciliği
ülkelerin itici gücü durumuna getirmiş bulunmaktadır. İşsizliğin hızlı bir
şekilde giderek artması, ekonomilerin yapısal özellikleri ve özellikle de
işletmecilik alanında yaşanan son gelişmeler de girişimciliğin desteklenmesi
gerektiğini göstermektedir. Tek ve çok büyük bir pazar durumuna gelmeye
başlayan dünya ekonomisinde, milli gelirin, refah düzeyinin, işverenlerin
rekabet güçlerinin, yatırımların ve buna bağlı olarak da istihdamın
arttırılabilmesi ise verimliliğin sürdürülebilmesine bağlı bulunmaktadır.
İstihdam yaratan girişimcileri sıkıntıya düşüren, bir ölçüde ceza gibi olan ve
istihdamı engelleyen yasal düzenlemelerin de yok edilmesi gerekmektedir
(Murat, 2007: 326-330). Emek arz ve talebine bağlı olan bu faktörler, uygun
yer, zaman, ölçü veya biçimde kullanılamadığında, emeğini arz eden
kişilerin işe olan ihtiyaçları karşılanamamakta ve işsizlik ortaya
çıkmaktadır.
Toplumların sosyo-ekonomik yapılarına bağlı olarak ortaya çıkan
ve işsizliği etkileyen faktörler ise; toplumların ekonomik, sosyolojik ve
hukuki yapıları ile küreselleşme ve kentleşme süreçlerine bağlı olmaktadır.
Ekonominin büyümesi, piyasa şartlarının iyileşmesi ve ücretlerin artması,
işgücünü emek piyasasına çekerek işsizliği azaltırken, ekonominin
daralması, piyasa şartlarının kötüleşmesi ve ücretlerin düşmesi ise işsizliği
arttırmaktadır.
38
Görüş, düşünce, zihniyet, kültür, dini kurallar, inanışlar, örf ve
adetler gibi sosyolojik faktörler de toplumların çalışma alışkanlıkları ve
davranışlarını farklılaştırarak işsizliği önemli ölçüde etkilemektedir. Sahip
oldukları sosyolojik yapıları, gelişmiş ülkelerde; insanları hırslandırarak
daha bireysel olmaya ve çalışmaya yönlendirerek emek piyasalarını
hareketlendirip işsizlik sorununu minimuma indirirken, gelişmekte olan
ülkelerde ise; insanları daha az hırslı olmaya, daha az kazançla yaşamaya
razı olmaya, daha sosyal ve dayanışmacı olmaya yönlendirerek, işsizliğin
artması ve giderek yaygınlaşmasına neden olmaktadır.
Toplumların çalışma yaşamını (özellikle de emeklilik
düzenlemeleri) düzenleyen yasaları da emek arz ve talebini etkilemektedir.
Dünyada yaşanan küreselleşme süreci paralelinde, küresel piyasalardaki
dalgalanmalar doğal olarak ulusal emek piyasalarını da etkilemekte, bu
duruma bağlı olarak da emek arz ve talebi değişmekte, bazı ülkelerde
işsizlik artarken, bazı ülkelerde ise istihdam fazlası oluşabilmektedir
(Murat, 2007: 330-331).
Gelişmiş ülkelerde; genellikle talep eksikliğinden kaynaklanan
işsizlik, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise; gerekli donanıma
sahip olan işyeri veya kapasite bulunmadığı için yeterli istihdam
yaratılamamasından kaynaklanmaktadır (Ülgener, 1991: 127). Özellikle
normalden hızlı bir şekilde kentleşen ülkelerde, kırsal kesimde eksik
istihdam edilen veya yardımcı aile bireyi olarak çalışan kişiler kentlere göç
ettikten sonra emek piyasalarına girmek istediklerinde nitelikleri uygun
olmadığı için işsiz kalmaktadır.
İşsizliği arttıran nedenler; gelişmiş ülkelerde; ekonomik kalkınma
hızının düşmesi, gelir dağılımının bozulması ve işgücünün sektörlere göre
dağılımında yaşanan hızlı değişimlerden kaynaklanırken, gelişmekte olan
ülkelerde ise; geleneksel sektör ile modern sektör arasındaki ücret ve eğitim
farklılıkları, modern sektörün işgücünü emme kapasitesinin düşük olması ve
hızlı nüfus artışı gibi faktörlere bağlı olmaktadır (Ülgener, 1991: 22-29,
Serter, 1993: 22-29).
Günümüzde, devletlerin ekonomiye müdahale etme imkânlarının
kısıtlanması, sendikaların güç ve etkinliklerinin giderek azalması, özel
şirketlerin nitelikli çekirdek işgücü yanında, iş güvenliği olmayan, rutin
işler yapan, düşük ücretli, yarı zamanlı veya geçici işçi konumundaki
kişileri istihdam etme politikaları işsizliği giderek arttırmaktadır (Şenses,
2006: 165-167).
İşsizliğin artmasının ana nedeni ise, aktif (çalışabilir) nüfusun
hızındaki artış miktarı ile istihdam edilme oranı arasındaki dengesizliktir.
39
İşsizlik, aktif nüfusun hızlı artması sonucunda, bu nüfusa yetecek kadar açık
iş bulunamaması nedeniyle artmaktadır. İstihdam imkanlarının
artırılamaması ve işgücüne olan talebin yetersiz kalması, üretim alanlarının
oluşturulması sürecini uzatırken, mevcut olan işsizlere yeni işgücünün
katılması ise mevcut işsizliği daha da büyütmektedir. Gelir dağılımındaki
bozukluk, genel olarak vasıfsız işgücünün artmasına neden olurken, yeni
üretim tekniklerinin geliştirilmesi ise, daha nitelikli işgücünü gerektirdiği
için, vasıfsız işgücünün istihdam edilebilirliği azalırken işsizlik oranları
yükseltmektedir (Ülker, 2001: 6-7).
İşsizlik toplumların ekonomik ve sosyal dengelerini de olumsuz
yönde etkilemektedir. Ekonomik açıdan işsizliğin etkileri; cari ücret
düzeylerinin düşmesi, kayıt dışı çalışmanın ve eksik istihdamın artması,
kişilerin gelirlerinin azalması veya tamamen yok olması biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Kişilerin gelirlerinin azalması veya yok olması, ihtiyaçları
sınırlayarak, mal ve hizmetlere olan toplam talebini azalttığı için üretim ve
istihdamı düşürmektedir. Çalışabilecek durumda olan kişilerin, çalışacak bir
işleri ve hayatlarını devam ettirebilecek belirli bir gelirlerinin olmaması ise
toplumsal sorunları arttırmaktadır.
İşsizlik Türleri
İşsizlik türleri; ülkelerin gelişmişlik durumları esas alınarak,
gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasındaki farklılıklara göre
belirlenirken, işsizliğin kişilerin yaşam tarzı ve ilişkilerine yansıma biçimi
ise, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile kültürlerine bağlı olarak farklı
şekillerde ortaya çıkmaktadır (CEPR, 1995: 97, Savcı, 2001: 48).
Ekonomik, sosyal, kültürel farklılıklar ile küreselleşme, teknolojik
gelişme, kentleşme, üretim şekilleri gibi birçok faktöre bağlı olarak ortaya
çıkan işsizlik türleri; gizli, açık, yapısal, teknolojik, konjonktürel
(dönemsel), mevsimlik, arızi (geçici) işsizlik şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Gizli işsizlik; üretim yapılan herhangi bir alanda, işgücünün bir
kısmının üretimden çekilmesi durumunda, çıktıda önemli bir azalma
olmaması, açık işsizlik ise; çalışma arzu ve gücüne sahip olunmasına
rağmen, piyasadaki geçerli (cari) ücret düzeyinde iş bulunamaması
durumundaki işsizliktir (Biçerli, 2007: 431, Berberoğlu, 1995: 72).
Üretim araçları ile üretim kapasiteleri yetersiz olmasına rağmen,
nüfusları hızla artan, az gelişmiş ülkelerde görülen ve ekonomideki
değişimlerden kaynaklanan bir işsizlik türü olan yapısal işsizliğin kökleri
ise ekonominin temel faktörlerindeki değişikliklere dayanmaktadır
(Ülgener, 1991: 118-119, Zaim, 1997: 188-189, Spencer, 1989: 128).
40
Teknolojik işsizlik; teknolojinin ilerlemesine paralel olarak, birçok
alanda işgücünün yerini makinelerin alması sonucunda ortaya çıkan,
konjonktürel (dönemsel) işsizlik ise; ekonomide belli bir dönemde toplam
talebin azalması sonucunda, üretim ve yatırımlarda meydana gelen azalma
ve talep değişmelerindeki dalgalanmalar nedeniyle ortaya çıkan bir işsizlik
türüdür. Konjonktürel işsizlik, genellikle kapitalist ekonomilerde dönemsel
olarak ortaya çıkan krizler sonucunda görülmekte olan ve irade dışı
gerçekleşen bir işsizlik biçimidir. (Talas, 1997: 135, Erdoğan ve Biçerli,
2004: 208, Kumbaracıbaşı ve Saral, 1977: 255).
Mevsimlik işsizlik; mevsim değişiklikleri veya mal ve hizmet
taleplerinde mevsimlere bağlı olan azalma sonucunda ortaya çıkan, arızi
(geçici, friksiyonel, doğal) işsizlik; işgücünün iş yeri ve meslek değiştirmesi
nedeniyle, geçici bir süre işsiz kalması sonucunda ortaya çıkan bir işsizlik
türüdür. Tamamen yok edilmesi mümkün olmayan, tam istihdama engel bir
durum da oluşturmayan arızi işsizliğin %2-3 oranında olması ise normal
kabul edilmektedir (Mahiroğulları ve Korkmaz, 2005: 35, Talas, 1997: 136,
Serter, 1993:10-11, Özdemir vd., 2006:72).
İşsizlikle mücadelede aktif ya da pasif emek politikaları
uygulanmaktadır. Uygulanan aktif ve pasif emek politikalarının ana amacı;
işsizliğin tamamen ortadan kaldırılması, azaltılması veya ortaya çıkardığı
olumsuzlukların önlenmesidir. İşsizliği önleme ve sınırlamaya yönelik aktif
politikalar; emeğe olan talebi artırmak ve işsizliği önlemek için
uygulanırken, işsizlik sigortası ve yardımları biçimindeki pasif politikalar
ise, işsizliğin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları gidermek ve işsizlere
belirli bir ekonomik güvence sağlamak için uygulanmaktadır. Gelişmekte
olan ülkelerde genellikle aktif emek politikalarına, gelişmiş ülkelerde ise
pasif emek politikalarına öncelik verilmektedir (Murat, 2007: 332-333,
Varçın, 2004: 2-3).
Türkiye'de yaşanan hızlı değişim ve gelişime bağlı olarak iç göçler
sonucunda, özellikle büyük kentlerde yığılan işgücüne yetecek kadar iş
imkanı yaratılamadığı için işsizlik genel ve giderek artan bir sorun
olmaktadır. Kırsal alanlardan kentlere yönelik olan göç; kentlerdeki nüfusu
hızla arttırmakta, emek piyasalarını etkileyerek işsizlik sorununu
büyütmektedir. Kentlerde emek arzının artması karşısında, işgücüne olan
talep düşük kalmakta, işgücünün niteliğinin düşük olması ise enformel,
marjinal, kayıt dışı sektörlerde, geçici, güvencesiz, süreksiz işlerde
çalışmayı ve işsizliği daha da arttırmaktadır. Kentlere biriken, düzenli bir
geliri olmayan ve devamlı bir iş bulmak için bekleyen büyük kitleler ise
çok önemli toplumsal sorunlara neden olmaktadır (Tokol ve Alper, 2011:
98, Baştaymaz, 1998: 21).
41
İŞSİZLİĞİN YAPISAL ÖZELLİKLERİ
İşsizliğin; cinsiyet, yaş, eğitim durumu, medeni durum, işsizlik
oranı, referans kişiye yakınlık, iş arama süresi, işsizlik nedeni, aranan işin
türü, son çalışılan ekonomik faaliyet kolu, son çalışılan işteki durum gibi
değişik birçok yapısal özelliği bulunmaktadır. Bu çalışmada işsizliğin
yapısal özellikleri, cinsiyete, yaş gruplarına, eğitim durumuna, medeni
duruma, işsizlik oranı ve iş arama süresine göre incelenmektedir.
Toplam İşsizlik
İşsizlik özellikle ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde
kadınlar, gençler, yaşlılar ve eğitim düzeyi düşük kişiler arasında
yaygınlaşmakta olup, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha büyük
bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Bu durumun nedeni, az gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerde tarımsal istihdamın fazla olması, kırsal
alanlardaki işgücünün önemli bir bölümünün tarım sektöründe ücretsiz
çalışan yardımcı aile bireyi olarak istihdam edilmesidir. Bu ülkelerde
yaşanan hızlı kentleşme süreçleri; geçici işsizliği yapısal işsizliğe, gizli
işsizliği açık işsizliğe dönüştürmekte ve uzun süreli işsizliği arttırmaktadır.
Emek unsuru tam kullanılamadığı için üretim ve gelir kaybına neden olan
işsizlik, kişilere bağlı olmayıp, emek arz ve talebi arasında uyumsuzluktan
kaynaklanmaktadır.
Cinsiyete Göre İşsizlik
İşsizliğin analizinde cinsiyet ayrımının önemli bir yeri bulunmakta
olup, erkek ve kadın işsizler bakımından, bölgeler, kentler ve kırsal alanlar
arasında benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. İşsizliğin yapısına kırsal
alanlar ve kentler açısından bakıldığında, işsizlik özellikle de az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde kırsal alanlara göre kentlerde daha fazla
olmaktadır. Bu durumun nedeni; kırsal alanlarda çalışanların önemli bir
kısmının yardımcı aile bireyi olarak, eksik istihdam ya da gizli işsiz
biçiminde istihdam edilmeleri, nitelikleri düşük olan bu kişilerin kentlere
geldiklerinde ise açık işsiz durumuna geçmeleridir (Murat, 2007: 342,
Koray, 2000:147-148).
İşsizlik; kadınlarda göre erkeklerde daha yüksek olmakla beraber,
kadın işsizlerin sayısı da giderek artmaktadır. İşsizlik oranları ise, genellikle
kadınlara göre erkeklerde daha yüksek olmaktadır. İşsizlik kırsal alanlarda
erkekleri, kentlerde ise kadınları daha çok etkilemektedir (Güney, 2012:
145-146).
42
Kentlerde kadın işsizlerin artış oranı erkeklere göre daha yüksek
düzeyde gerçekleşmekte, kırsal alanlarda ise tam tersi bir durum
yaşanmaktadır. İşsizliğin diğer bir boyutunu oluşturan eksik istihdam ise
kadınlara göre erkekler arasında daha yoğun olarak yaşanmaktadır (Murat,
2007:337, Ansal vd., 2000: 106, Karagöl ve Akgeyik, 2010: 14).
Yaş Gruplarına Göre İşsizlik
Kültürel, kurumsal ve politik farklılıklara göre ülkeden ülkeye
faklılık gösteren genç yaş sınıflaması Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği
tanımlamaya uygun olarak, Türkiye'de TUİK tarafından 15-24 yaş arası
olarak kabul edilmektedir (Okur, 2014: 5, Higgins, 2001:10). İşsizliğin
önemli bir özelliği de gençler arasında yaygın olmasıdır ve gençler ile
yetişkinlerin işsizlik oranları arasındaki fark günümüzde giderek
açılmaktadır. Günümüzde işsizlik yetişkinlere göre gençler arasında daha
yaygın olup, dünya nüfusunun %25'ini oluşturan gençlerin %40'ına yakını
işsiz bulunmaktadır. 15-24 genç yaş grubundaki genç işsizlik oranları ise
genel işsizlik oranlarının iki katından daha fazladır (Okur, 2014: 7, Murat
ve Şahin, 2011: 27).
Toplam nüfusun yaklaşık %20'sini 15-24 yaş grubunda bulunan
gençlerin oluşturduğu Türkiye'de, okullaşma oranlarının ilkokuldan sonra
giderek düşmesi, çalışmak isteyen genç nüfusun fazla olması, bu gençler
için yeterli istihdam imkânlarının yaratılamaması, genç işsizliğini daha da
büyütmektedir (Okur, 2014: 39, Murat, 2007: 343-344,).
İşsizliği gençler arasında, makro düzeyde; tasarrufların azalması,
sosyal güvenlik gelirlerinin azalması ve sağlık harcamalarının artması,
mikro düzeyde ise; gelir kaybı ile psikolojik faktörler arttırmaktadır (Okur,
2014: 39-40, Murat ve Şahin, 2011: 27, Pirler, 2007: 148). Gençlerin
işsizliği genel olarak ekonomik durgunluk ile demografik ve yapısal
faktörlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomik durgunluk ve gerileme
dönemlerinde gençler genel olarak iş bulmakta zorlanmakta, işverenler yeni
işçi almaktan kaçınmakta ve işten işçi çıkarırken genellikle gençleri işten
çıkarmaktadırlar. Daha düşük statü ve ücretli işleri kabul edebilen gençlerin
istihdamı ise giderek daralmaktadır. Nüfus, yaş, cinsiyet ve göç gibi
demografik faktörler de gençlerin işsizliğini olumsuz yönde etkilemektedir.
İş piyasasında yetişkinlere göre rekabet güçleri daha zayıf olan
gençlerin işsizliğinde, iş güvenliği mevzuatı, toplu sözleşme ve insan
kaynakları uygulamaları ile yetişkinlerin korunması, ücret farklılıkları ve
maliyet açısından işverenlerin gençleri işe alma ve eğitmekteki isteksizlileri
de önemli olmaktadır. İşsiz gençlerin birbirleriyle rekabeti işverenleri
dilediklere şart ve ücret karşılığında çalışacak işçi bulabilme üstünlüğünü
43
kazandırmakta, eğitimli gençlerin nitelik ve eğitim düzeylerine uygun
olmayan işleri kabul etmeye zorlanmaları ise eksik istihdamı arttırmaktadır
(Murat, 2007: 349-351). İşgücü arz ve talebi arasındaki nitelik
beklentilerinin uyuşmamasından, eğitim düzeyi düşük genç işgücü daha
fazla etkilenmekte, kentleşme süreci de genç işsizliğini arttırmaktadır
(Karagöl ve Akgeyik, 2010: 13, Ekin, 1971: 211,260).
Eğitim Durumuna Göre İşsizlik
Eğitim bireylerin yeterliliklerini, niteliklerini destekleyen, teknik
ve sosyal donanımları ile iş bulma fırsatlarını güçlendiren çok önemli
parametrelerden birisi olduğu için, eğitim düzeyi ile istihdam edilebilirlik
arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. İşsizlik riski genel olarak, bireylerin
eğitim düzeyleri yükseldikçe düşme eğilimi göstermekle birlikte, bu
ilişkinin her durumunda doğrusal bir durum sergilediğini söylemek ise
mümkün değildir (Karagöl ve Akgeyik, 2010: 14-15).
Eğitimin istihdam üzerinde olumlu etkileri bulunduğu için,
işsizliğin eğitim durumuna göre gösterdiği dağılım ile eğitim ve işsizlik
arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekli olmaktadır. Eğitim düzeyine göre
işsizlik oranlarında ülkeler, ülkelerin değişik bölgeleri, kentler ve kırsal
alanlar arasında benzerlikler ve farklılıklar olabilmektedir.
Erkek ve kadınların eğitim düzeyleri ile işsizlik oranları arasında
farklılık olup, düşük eğitim düzeylerinde erkeklerin işsizlik oranı yüksek,
kadınların oranı düşük olurken, eğitim düzeyi yükseldikçe durumun tam
tersine döndüğü görülmektedir (Güney, 2012: 149).
Eğitim düzeyleri açısından, kentlerdeki işsizlik oranları kırsal
alanlara göre daha farklı bir yapı göstermektedir. Eğitim durumuna göre
işsizler içinde kentlerde, okuma yazma bilmeyenlerin oranı düşük, diğer
grupların oranı ise daha yüksek olmaktadır. Değişik eğitim düzeylerindeki
erkek ve kadın işsizlerin çoğunluğu genel olarak 25-34 yetişkin yaş
grubunda toplanmakta, kadın işsizlerin daha fazla olmaktadır (Murat, 2007:
355-361).
Medeni Duruma Göre İşsizlik
İşgücüne katılma oranlarında olduğu gibi, kişilerin medeni
durumları ile işsizlik oranları arasında da ilişki bulunmaktadır. Ülkelerin
geneli ile kentlerde yaşayan kişilerin medeni durumlarına göre işsizlik
oranları arasında benzerlikler ve farklılıklar bulunabilmektedir.
İşsizlik oranları medeni durum itibariyle incelendiğinde; genel
olarak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gerek ülke geneli, gerekse
44
kentlerde, evlilere göre bekârların işsizlik oranlarının daha yüksek olduğu
görülmektedir. Bekârlar ile evliler ile arasındaki fark kentlerde daha da
yükselmektedir. Bu bağlamda genelde evli, kentlerde ise bekâr işsizlerin
daha kolay iş bulabildiklerini söylemek mümkündür.
Cinsiyet açısından; genel olarak erkekler arasında evli olanlar,
kadınlar arasında bekâr olanların işsizlik oranları daha yüksek olmakta,
kentlerde ise hem evli, hem de bekâr olanlar içinde kadınların işsizlik
oranları erkeklerinkinden daha yüksek olmaktadır.
İşsizlik oranları; genel olarak birlikte yaşayanlar, evli olup da ayrı
yaşayanlar ve boşananlarda çok yüksek düzeyde olmaktadır. Eşi ölmüş
bulunanların (dul olanların) işsizlik oranları ise, diğer gruplara göre daha
düşük düzeyde kalmaktadır. İşsizler içinde, medeni durumları itibariyle,
genel olarak en büyük grubu bekârlar ile evliler oluşturduğu görülmektedir
(Murat, 2007: 362-364).
İşsizlik Oranı
İşsizlik oranı; işgücüne dahil olan her 100 kişi içinde işsiz olan kişi
sayısı, diğer bir ifadeyle işsiz nüfusun işgücü içindeki oranı olup, oranın
artması açık iş sayısı veya istihdam imkânlarındaki azalmayı ifade
etmektedir (TUİK, 2007: 30, Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 67-68).
Ekonominin konjonktürel performansını göstermesi bakımından
önemli bir gösterge olan işsizlik oranının düşmesi, iş arayanlar için yeterli
düzeyde açık işin mevcut olduğunu ve ekonominin büyüdüğünü
gösterirken, yükselmesi ise talebin azaldığını, işletmelerin yeni personel
almadıklarının, işten işçi çıkardıklarını ve ekonominin durgunluğa girdiği
anlamına gelmektedir (Kaufmann ve Hotchkiss, 2003: 688-689).
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün verilerine göre; 2013 yılındaki
işsizlik oranları dünya genelinde %6, G-20 ülkeleri genelinde %5,8
(ekonomisi gelişmiş olan G-20 ülkelerinde %8,4, ekonomisi gelişmekte
olan G-20 ülkelerinde %5), gelişmiş ekonomiler ile Avrupa Birliği
Bölgesinde %8,6, Avustralya'da %5,6, Kanada'da %7,1, Japonya'da %4,1,
ABD'de %7,5, Avrupa Birliği ülkelerinde genel olarak %11, Fransa'da
%10,5, Almanya'da %5,3, İtalya'da %12,2, İngiltere'de %7,5, Orta ve
güneydoğu Avrupa bölgesinde %8,2, Rusya Federasyonu'nda %5,8,
Türkiye'de %9,9, Ortadoğu bölgesinde %10,9, Kuzey Afrika bölgesinde
%12,2, Sahra Altı Afrika bölgesinde %7,6, Güney Afrika'da %25,3, Latin
Amerika ve Karayipler bölgesinde %6,5, Arjantin'de %7,3, Brezilya'da
%6,7, Meksika'da %5,0, Doğu Asya bölgesinde %4,5, Kore'de %3,2,
45
Güneydoğu Asya ve Pasifik bölgesinde %4,2, Endonezya'da %6,0 Güney
Asya bölgesinde ise %4,0'dür (ILO, 2014: 19).
Yüzde beş (%5) işsizlik oranı normal kabul edildiğinde, gelişmekte
olan G-20 ülkeleri, Japonya, Doğu Asya Bölgesi, Kore, Güneydoğu Asya ve
Pasifik Bölgesi ile Güney Afrika Bölgesi dışında kalan dünyanın tüm
bölgeleri ve ülkelerinde işsizlik oranlarının normalin üzerinde olduğu
görülmektedir.
İşsizlik oranları OECD ülkelerinde de %5'e kadar normal kabul
edilmektedir. OECD verilerine göre; OECD ülkelerindeki işsizlik oranları
%6,2 ile %8,5 arasında değişim göstermekte olup, 2014 mayıs ayı itibariyle
%7,4 civarında dengeye gelmiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği (AB)
ülkelerindeki işsizlik oranları da %9,6 ile %10,9 arasında değişmekte olup,
kabul edilebilir düzey olan %5’in ve OECD ülkelerin tamamındaki işsizlik
oranlarının üzerinde bulunmaktadır. G-7 ülkelerindeki işsizlik oranları %6,5
ile %7,6, Euro bölgesinde %10,1 ile %12,0 arasında değişirken,
Türkiye’deki işsizlik oranları ise %8,2 ile %14,3 arasında değişmekte ve
normal işsizlik oranlarına göre oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır
(OECD, 2014: 1-2).
Bu verilere göre; işsizlik oranları dünya genelinde ve Türkiye'de
yüksek düzeyde bulunmakta olup, işsizlik hem gelişmekte olan ülkelerin
hem de gelişmiş ülkelerin sorunu durumundadır. İşsizlik birçok ülkede
yaşanmakta ve artma eğilimindedir.
İş Arama Süresine Göre İşsizlik
İşsizlik sorunu; işsiz kalınan süre uzadıkça kronikleşerek yapısal
bir sorun haline gelmekte ve çözümü de giderek güçleşmektedir. İş arama
sürelerinin analizi, işsizliğin boyutlarının belirlenebilmesi açısından önemli
olmaktadır. Uzun süreli işsizliğin beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle,
Avrupa Birliği ülkelerinde gerçekleştirilen istihdam zirvelerinde işsizlik
sorununun kısa vadede (işsizlik süresi bir yılı bulmadan önce) çözülmesi
gerektiği üzerinde görüş birliğine varılmış bulunmaktadır.
Yapılan bilimsel çalışmalar da işsiz kalınan sürenin bir yılı aşması
durumunda; kişilerin moral olarak çöktüklerini, iş bulma umutlarının
azaldığını, tembelliğe alıştıklarını, çalışma isteklerini kaybettiklerini,
mevcut beceri ve niteliklerini yitirdiklerini, yeni bir işe uyum sağlamakta
zorluk çekmeye başladıklarını, sosyal dışlanma hissine kapılarak toplumsal
yaşamdan giderek uzaklaştıklarını göstermektedir. Bu bağlamda; uzun süre
işsiz kalanları, çalışma yaşamına uyum sağlayacak duruma getirmenin
46
süresi ve maliyeti de yükselmektedir (Murat, 2007: 368-369, Duruel, 2004:
77-78).
İşsizlik sürelerinin belirlenmesi konusunda farklı görüş ve ölçüm
yöntemleri olmakla birlikte Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün
tanımlaması kabul görmektedir. ILO'ya göre bir yıldan az süren işsizlik
kısa, bir yıl ve daha uzun süreli işsizlik ise uzun süreli işsizlik olarak kabul
edilmektedir. Bu çalışmada işsizlik ILO tanımına uygun olarak kısa süreli
(bir yıldan az) ve uzun süreli (bir yıl ve daha çok) işsizlik biçiminde
incelenmiştir.
TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA İŞSİZLİK
İşsizlik Türkiye’nin de en önemli sorunları arasında yer almaktadır.
Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısından kaynaklanan
nedenlerle, işgücüne katılmama eğilimi ile işgücünden yeterince
faydalanılmaması anlamına gelen eksik istihdam oranlarının yüksek olması
ve işsizlik ölçülürken bu oranların dikkate alınmaması ise işsizliği
olduğundan düşük göstermektedir. Resmi veriler de işsizliğin gerçek
boyutlarını göstermekten uzak bulunmaktadır. Türkiye’de hızlı bir biçimde
artan nüfus ve işgücüne yetecek kadar yeni iş ve istihdam imkanları
yaratılamadığı için işsizlik sorununu her geçen gün giderek büyütmektedir
(DPT, 2011: 3, Murat, 2007: 193, 319, Seçer, 2013: 34).
Türkiye'deki işsizlik sorununun gerçek boyutunun ortaya
konulabilmesi için, işgücüne katılmayanların niçin çalışmadıkları ile eksik
istihdamın görünmeyen yönlerinin incelenmesi gerekmektedir. Türkiye'de
Beş Yıllık Kalkınma Planları'nda işsizlikle ilgili öncelikli hedefler
konulmasına rağmen başarılı olunamamış ve işsizlik azaltılamamıştır. 1980
ve 1990'lı yılların başında gerçekleşen küçük düşüşlerin dışında, Türkiye'de
işsizlik 1960'lı yılların sonundan itibaren genel olarak yükselmiştir (Ansal
vd., 2000:102-103).
Türkiye'de işsizliğin özelliklerini; 1950'li yıllardan itibaren
yaşanan iç göçler, başta Almanya olmak üzere batı ülkelerine yapılan dış
göçler, hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, ekonomik durgunluk, 1980'li
yıllarda ekonomi politikalarının değiştirilmesi, 1990'lı yıllardaki
özelleştirme, Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği'ne giriş süreci, yaşanan
ekonomik krizler (1994, 1997, 1998), gelişmiş ülkelere doğru beyin göçü,
2000 ve 2001 ekonomik krizleri belirlemiştir (Işığıçok, 2013: 137-140,
Işığıçok, 2005: 136-139, Ekin, 2001: 149-152.).
Türkiye'de işsizlik; ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel
faktörlerin de etkisiyle diğer ülkelerdekinden daha farklı ve kendine özgü
47
bazı özellikler sergilemektedir. İşsizliğin tarım sektörü, kentsel kayıt dışı
istihdam ve formel istihdam yapısı içinde ortaya çıkan kayıt dışı
uygulamalara dayanan farklı boyutları bulunmaktadır (Ekin, 2001: 158161). Türkiye'de işsizlik sorunu; kırsal eksik istihdam ile kentsel kayıt dışı
istihdam tarafından belirlenmekte olup, açık işsizlikten çok, işgücü fazlalığı
nedeniyle ortaya çıkan, üretken olmayan, gelir yaratmayan ve mevcut geliri
de paylaştıran yapay istihdam biçiminde ortaya çıkmaktadır (Işığıçok, 2013:
141-143, Ekin, 2002: 4, Ekin, 2000: 7).
Türkiye'de 1950’li yıllardan itibaren kırsal kesimden kentlere,
özellikle de İstanbul’a yönelik göçün 1980'li yıllardan sonra hızlanarak
artması ve halen de devam etmesi, işsizlik sorununun niteliğini
değiştirmiştir. Kırsal kesimde gizli işsiz durumunda olan işgücü fazlası,
göçten sonra İstanbul'da açık işsizlere dönüşmüş, kayıt dışı veya marjinal
işlerde çalışma ile birlikte yeni bir gizli işsizlik biçimi ortaya çıkmıştır.
Türkiye’de çalışma çağında bulunan nüfusun %30'una yakınının
tarım sektöründe çalışması gizli işsizlerin sayısını arttırırken, kentlere
yönelik göç de işgücünün niceliği ile niteliğini bozarak açık işsizliği
arttırmıştır (Murat, 2007: 193-194). Giderek hızlanan göç, kentlerdeki
işsizleri ve işsizlik oranlarını yükseltmiştir. Türkiye'de ve İstanbul'da
işsizliğin artmasının nedeni, nüfus ve işgücünün Türk ekonomisinin
istihdam yaratma kapasitesinden daha hızlı artması, yüksek düzeyde
ekonomik büyüme performansına rağmen aynı düzeyde istihdam
yaratılamamasıdır.
Bu kısımda, Genel Nüfus Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerinden yararlanılarak, Türkiye
genelinde ve İstanbul’da işsizliğin yapısal özellikleri ile gelişme eğilimleri
incelenmektedir. Ancak TUİK'nun mevcut resmi verileri arasında AB'ne
uyum süreci kapsamında yapılan çalışmalar nedeniyle, kapsam ve
metodoloji bakımından bazı farklılıklar bulunduğu için daha anlamlı
değerlendirme yapılabilmesi amacıyla, analizlerde aynı metodoloji ile
belirlenmiş olan verilerden yararlanılmıştır. Bu nedenle işsizliğin bazı
yapısal özellikleri incelenirken verilerin karşılaştırılabilir olduğu 2004-2013
yılları arasındaki değerlerden yararlanılmıştır.
Türkiye ve İstanbul'da Toplam İşsizlik
İşsizlerin miktarı ve oranları hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul’da giderek artmakta olup, işsizlik miktarındaki artış Türkiye
48
geneline göre İstanbul’da, işsizlik oranlarındaki artışlar ise İstanbul'a göre
Türkiye genelinde daha yüksek bulunmaktadır (Tablo 1).
Türkiye genelinde 1980 yılında 690 bin olan toplam işsiz miktarı
%298 artarak 2013 yılında 2 milyon 747 bine, İstanbul’da 1980 yılında 90
bin olan toplam işsiz miktarı %554 artarak 589 bine yükselmiştir. İşsizlerin
toplam sayısı; 1980-2013 yılları arasında hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul’da artmış olup, işsizlik miktarındaki artış oranı Türkiye geneline
göre İstanbul’da yaklaşık iki kat daha fazla olmuştur. Bu gelişimin nedeni;
Türkiye genelinde tarımsal istihdamın yaygın olması, işgücünün önemli bir
kısmının tarım sektöründe yardımcı aile üyesi olarak istihdam edilmesidir.
Bu durum genel olarak kişilerin işsizliğini geciktirirken, eksik istihdamın
yaygın olması da işsizliği olduğundan daha düşük düzeyde göstermektedir.
Tablo 1: İşgücü ve İşsizler (1980-2013), (Bin Kişi, 12/15+Yaş)
İşgücü
İşsizlik
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
19 212
12 284
6 928
690
575
114
1980
20 150
13 990
6 160
1 611
1 088
523
1990
23 078
16 890
6 188
1 497
1 111
387
2000
TÜRKİYE
22 016
16 348
5 669
2 385
1 762
622
2004
28 271
19 597
8 674
2 747
1 714
1 033
2013
1 654
1 408
246
90
76
14
1980
2 707
2 214
493
167
138
30
1990
3 977
2 909
1 068
506
336
170
2000
İSTANBUL
4 017
3 151
867
497
368
129
2004
5 248
3 712
1 536
589
361
228
2013
Kaynak: Sedat Murat; Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İTO Yayın
No: 2007-73, İstanbul: İTO, 2007, s.335., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve
Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 2759,
Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Mart 2003, s. 54, DİE; 2000 Genel Nüfus
Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/ 34-İstanbul, T.C. Başbakanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 2732, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Kasım 2002,
s.50., TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 10.06.2014.
Not:
(1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
Yıl
İşsizlik oranları 1980-2013 yılları arasında, hem Türkiye genelinde
hem de İstanbul’da artmış, 1980, 2000 ve 2013 yıllarında İstanbul'da, 1990
yılında ise Türkiye genelinde daha yüksek, işsizlik oranlarındaki artış oranı
ise Türkiye genelinde daha yüksek olmuştur (Tablo 2).
49
1980 yılında Türkiye genelinde %3,6 olan toplam işsizlik oranı
%6,1 artarak 2013 yılında %9,7'ye, İstanbul’da % 5,5 olan toplam işsizlik
oranı %5,7 artarak %11,2’ye yükselmiştir. İşsizlik oranlarının İstanbul’da
daha yüksek olmasının nedeni, İstanbul'un fazla göç alarak çok hızlı bir
biçimde kentleşmesidir. İstanbul’da hızla artan işgücüne yetecek kadar yeni
iş imkânı yaratılamadığı için, işsizlik oranları Türkiye geneline göre daha
yüksek düzeyde gerçekleşmiştir.
Tablo 2: Toplam İşsizlik Oranları (%), (1980-2013)
TÜRKİYE
YIL
1980
3,6
İSTANBUL
5,4
8,0
1990
6,5
2000
10,8
2004
9,7
2013
Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
6,2
12,7
12,4
11,2
Türkiye ve İstanbul'da Cinsiyete Göre İşsizlik
Türkiye genelinde; 1980 yılında 575 bin olan işsiz erkeklerin
miktarı %198 artışla 2013 yılında 1 milyon 714 bine, 114 bin olan işsiz
kadınların miktarı ise %806 artışla 1 milyon 33 bine yükselmiştir.
İstanbul’da, 1980 yılında
76 bin olan işsiz erkeklerin miktarı %375
artarak 361 bine, 14 bin işsiz kadınların miktarı ise %1528 artarak 228 bine
ulaşmıştır (Tablo 1).
Türkiye genelinde ve İstanbul'da 1980-2013 yılları arasında; işsiz
erkekler ve kadınlar genel olarak artmış, işsiz erkekler kadınlardan her
zaman daha fazla olmuş, ancak işsizlik miktarlarındaki artışlar erkeklere
göre kadınlarda, Türkiye geneline göre ise İstanbul’da daha yüksek
olmuştur.
Türkiye genelinde 1980 yılında %4,7 olan erkeklerin işsizlik oranı
%4 artarak 2013 yılında %8,7’ye, kadınların işsizlik oranı ise %10,3 artarak
%11,9’a yükselmiştir. İstanbul’da, 1980 yılında %5,4 olan erkeklerin
işsizlik oranı %4,3 artarak %9,7’ye, kadınların işsizlik oranı ise %9,1
artarak %14,8’e yükselmiştir (Tablo 3).
Türkiye genelinde ve İstanbul'da 1980-2013 yılları arasında;
erkeklerin ve kadınların işsizlik oranları genel olarak artmış, işsizlik oranları
İstanbul’da daha yüksek olmuştur. İşsizlik oranlarındaki artış erkeklerde
İstanbul’da, kadınlarda ise Türkiye genelinde daha fazla olmuştur. Bu
durumun nedeni; Türkiye’nin gelişme ve büyümeye devam etmesi,
50
İstanbul’un ise ekonomik olarak gelişmesinin yanı sıra hızlı bir şekilde
kentleşmesidir. İşgücü artan, sanayisi kent dışına ve çevre kentlere
yayılarak azalan İstanbul’da, gerekli iş imkânlar sağlanamadığı, kente gelen
kadınlar iş piyasalarına giremedikleri için, işsizlik özellikle kadınlar
arasında olmak üzere artmıştır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işsizlik
erkekler ve kadınlar arasında artma eğilimindedir.
Tablo 3: Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (1980-2013)
TÜRKİYE
İSTANBUL
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
4,7
1,6
5,4
5,7
1980
7,8
8,5
6,2
6,1
1990
6,6
6,3
11,6
15,9
2000
10,8
11,0
11,7
14,9
2004
8,7
11,9
9,7
14,8
2013
Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
YIL
Türkiye ve İstanbul'da Yaş Gruplarına Göre İşsizlik
Türkiye genelinde işsizlik 2004-2013 yılları arasında; toplamda ve
kadınlarda artmış, erkeklerde ise azalmaktadır. En fazla işsiz; toplamda 2534, erkeklerde 25-34 ve 35-54, kadınlarda ise 20-24 ile 25-34 yaş
gruplarındadır. Türkiye genelindeki işsizler; toplamda 15-19 ve 20-24 yaş
grubunda azalıp, diğer yaş gruplarında artarken, erkeklerde 15-19, 20-24 ve
25-34 yaş gruplarında azalmakta, diğer yaş gruplarında artmakta, kadınlarda
ise 15-19 yaş grubunda aynı kalırken diğer gruplarda artmaktadır (Tablo 4).
İstanbul’daki işsizlerin miktarı 2004-2013 yılları arasında;
toplamda ve kadınlarda artarken erkeklerde azalmaktadır. En fazla işsiz
toplamda, erkeklerde ve kadınlarda 25-34 ile 34-55 yaş gruplarında
bulunmaktadır. İstanbul’daki işsizler toplamda 15-19 yaş grubunda aynı
kalıp diğer gruplarda artarken, erkeklerde 15-19, 20-24 ve
25-34 yaş
gruplarında azalmakta diğer yaş gruplarında artmakta, kadınlarda ise tüm
yaş gruplarında artmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da; toplam ve kadın işsizlerin miktarı
benzerlik göstererek artarken, işsiz erkeklerin miktarları ise azalmaktadır.
15-19 ve 20-24 yaş gruplarında bulunan genç işsizlerin miktarları ise
oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’de ve
İstanbul'da genç işsizliğinin önemli boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Genç işsizlerin fazla olması ve yetişkin işsizlerin artmasının nedeni, artan
işgücüne yetecek kadar istihdam yaratılamamasıdır. Türkiye genelinde ve
İstanbul'da işsizlik genel olarak gençler ve kadınlar arasında artma
eğilimindedir.
51
Tablo 4: Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2000-2013), (Bin Kişi,
15+Yaş)
YIL
YAŞ
GRUBU
TÜRKİYE
İSTANBUL
İşsiz
İşsiz
Toplam Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
2 385
1 762
622
497
368
129
287
199
88
52
36
16
15-19
633
406
227
110
66
44
2004 20-24
801
596
205
179
135
44
25-34
611
511
100
144
119
25
35-54
53
50
3
12
11
0
55+
Toplam
2 747
1 714
1 033
589
361
228
268
179
88
52
29
23
15-19
589
326
263
114
62
51
2013 20-24
914
536
378
190
109
81
25-34
852
574
288
206
137
68
35-54
114
99
15
28
24
4
55+
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 11.06.2014.
Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
2004-2013 yılları arasındaki işsizlik oranları incelendiğinde
Türkiye geneli ile İstanbul arasında bazı benzerlikler olmakla birlikte
farklılıklar bulunduğu da görülmektedir (Tablo 5). Türkiye genelinde
toplam ve erkeklerin işsizlik oranları düşerken, kadınların işsizlik oranları
yükselmektedir. İşsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24, 2534 ve 35-54 yaş gruplarında düşer 55+ yaş grubunda yükselirken,
kadınlarda ise tüm yaş gruplarında yükselmiştir. Türkiye genelinde işsizlik
oranı en yüksek olan grup 20-24 yaş grubu olup, 15-19 genç yaş grubunun
oranı da oldukça yüksek, 55+ yaş grubunun oranları ise düşük düzeydedir.
İstanbul’da toplam, erkek ve kadınların işsizlik oranları
düşmektedir. İşsizlik oranları toplamda; 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş
gruplarında düşer 15-19 ve 55+ yaş gruplarında yükselirken, erkeklerde; 1519, 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında düşmekte 55+ yaş grubunda
yükselmekte, kadınlarda ise; 20-24 yaş grubunda düşerken diğer yaş
gruplarında yükselmektedir. İstanbul’da işsizlik oranı en yüksek olan iki
grup 15-19 ile 20-24 genç yaş grubu olup, 55+ yaş grubunda da işsizlik
oranları yüksek düzeyde bulunmaktadır.
52
Yaş gruplarına göre işsizlik oranları, Türkiye geneli ile İstanbul
arasında genel olarak benzerlik göstererek toplamda ve erkeklerde 55+ yaş
grubu dışındaki tüm yaş gruplarında düşerken, kadınlarda ise tüm yaş
gruplarında yükselmektedir. 15-19 ile 20-24 yaş gruplarındaki işsizlik
oranları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da oldukça yüksek düzeyde
bulunmakta olup, 15-19 yaş grubundaki işsizlik oranları Türkiye geneline
göre İstanbul’da, 20-24 yaş grubundaki işsizlik oranları ise İstanbul'a göre
Türkiye genelinde daha yüksektir. Giderek yükselen 55+ yaş
grubundakilerin işsizlik oranları ise Türkiye geneline göre İstanbul'da daha
yüksektir. Bu durumun nedeni, hızlı nüfus artışına ve genç bir nüfus
yapısına sahip olan Türkiye'de ve İstanbul'da artan işgücünü özellikle de
genç işgücünün istihdam edilememesidir.
Tablo 5: Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (2004-2013)
YIL
YAŞ
GRUBU
İŞSİZLİK ORANLARI
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
10,8
10,8
11,0
12,4
11,7
14,9
15-19
17,7
18,2
16,7
19,3
20,3
17,2
20-24
22,2
21,8
22,9
19,3
18,1
21,3
2004
25-34
11,7
11,4
12,6
11,9
11,4
13,8
35-54
7,0
7,5
5,1
9,4
9,2
10,5
55+
2,7
3,6
0,5
8,7
9,1
3,9
Toplam
9.7
8,7
11,9
11,2
9,7
14,8
15-19
16,4
15,9
17,5
20,5
17,4
26,3
20-24
20,0
17,6
23,9
18,6
17,6
20,0
2013
25-34
10,7
9,0
14,5
9,9
8,1
14,2
35-54
6.9
6,7
7,3
9,2
8,3
11,7
55+
3,7
4,5
1,7
12,3
12,6
10,8
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul,
11.06.2014, Tablo 4’deki verilerden
yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
İşsizliğin yaş gruplarına göre dağılımı incelendiğinde; Türkiye
genelinde ve İstanbul'da işsizler içinde payı en fazla olan iki grubun 25-34
ve 35-54 yaş grupları olduğu görülmektedir. 15-19 ve 20-24 genç yaş
gruplarında bulunanlar da (özellikle kadınlar) oldukça yüksek düzeyde olup,
55+ yaş grubunda bulunanlar ise düşük düzeydedir (Tablo 6).
2013 yılı itibariyle toplam işsizler içinde; 25-34 ve 35-55 yaş
gruplarında bulunanların payı Türkiye genelinde %64,3, İstanbul'da
%67,3'dür, 15-19 ve 20-24 genç yaş gruplarında bulunanların payı Türkiye
53
genelinde yaklaşık %31,2, İstanbul’da ise %28,2 civarında olup, toplam
işsizlerin 2/3'üne yakınını yetişkinler, 1/3’ünü ise gençler oluşturmaktadır.
Yetişkin işsizler içinde; 25-34 yaş grubunda bulunanların payı
Türkiye genelinde, 35-54 yaş grubunda bulunanların payı ise İstanbul'da
daha yüksektir. Genç işsizler içinde; 15-19 yaş grubunda bulunanların payı
toplamda ve erkeklerde Türkiye genelinde, kadınlarda İstanbul'da, 20-24
yaş grubunda bulunanların payı Türkiye genelinde daha yüksektir. 55+ yaş
grubunda bulunan işsizlerin payı ise İstanbul'da daha yüksektir. İşsizlik
Türkiye genelinde ve İstanbul'da toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24 ve
25-34 yaş gruplarında düşerken, 35-54 ve 55+ yaş gruplarında artmakta,
kadınlarda ise genç yaş gruplarında (15-19 ve 20-24) azalırken, yetişkin yaş
gruplarında (25-34, 35-54 ve 55+) artmaktadır.
İşsizliğin yaş gruplarına göre dağılımı, Türkiye geneli ile İstanbul
arasında; 25-34 yaş grubunda farklılık göstererek toplamda ve erkeklerde
azalırken kadınlarda artmakta, genç yaş gruplarında (15-19 ve 20-24)
azalırken, yetişkin yaş gruplarında (35-54 ve 55+) ise artmaktadır.
İşsizlik Türkiye geneli ve İstanbul'da yetişkinler ve gençler
arasında yüksek, yaşlılar arasında düşük düzeyde bulunmakta olup, gençler
arasında azalırken, yetişkin ve yaşlılar arasında artmaktadır. İşsizlik
gençlerde Türkiye genelinde, yetişkinlerde ise İstanbul'da daha fazladır. Bu
durumun nedeni, işverenlerin yetişkinleri tercih etmesi nedeniyle gençlerin
ve yaşlıların iş bulmakta zorlanması, gençlerin eğitime daha fazla
yönelmeleri, yetişkinler için ise yeterli iş imkanının bulunmamasıdır.
Türkiye ve İstanbul'da işsizlik gençler arasında düşme, yetişinler arasında
artma eğilimindedir.
Tablo 6: İşsizliğin Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (2004-2013)
İŞSİZLİK DAĞILIMI
YIL
2004
2013
YAŞ
GRUBU
Toplam
15-19
20-24
25-34
35-54
55+
Toplam
15-19
20-24
TÜRKİYE
Toplam
Erkek
100,0
12,0
26,5
33,6
25,6
2,2
100,0
9,8
21,4
100,0
11,3
23,0
33,8
29,0
2,8
100,0
10,4
19,0
İSTANBUL
Kadın
100,0
14,1
36,5
33,0
16,1
0,5
100,0
8,5
25,5
54
Toplam
100,0
10,5
22,1
36,0
29,0
2,4
100,0
8,8
19,4
Erkek
100,0
9,8
17,9
36,7
32,3
3,0
100,0
8,0
17,2
Kadın
100,0
12,4
34,1
34,1
19,4
0,0
100,0
10,1
22,4
33,3
31,3
36,6
32,3
25-34
31,0
33,5
27,9
35,0
35-54
4,1
5,8
1,5
4,8
55+
Kaynak: Tablo 4’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
30,2
38,0
6,6
35,5
29,8
1,8
İşsizlerin yaş gruplarına göre dağılımının cinsiyet yapısı
incelendiğinde; Türkiye geneli ile İstanbul arasında genel olarak benzerlik
olduğu görülmektedir (Tablo 7). Türkiye genelinde ve İstanbul'da, tüm yaş
gruplarında erkeklerin oranları yükselirken, kadınların oranları düşmekte
olup, kadınlara göre erkeklerin oranları daha yüksektir. 15-19, 20-24, 25-34
ve 35-54 yaş gruplarında işsizlerin 2/3'üne yakınını erkekler, 1/3'ünü
kadınlar, 55+ yaş grubunda 4/5'ine yakınını erkekler, 1/4'ünü kadınlar
oluşturmaktadır. Genel olarak tüm yaş gruplarında erkeklerin oranları
İstanbul'a göre Türkiye genelinde, kadınların oranları 35-54 yaş grubunda
Türkiye genelinde, diğer gruplarda ise İstanbul'da daha yüksektir.
Bu durumun nedeni, nüfusa bağlı olarak işgücünün artması ve
kırsal kesimlerden kentlere yönelik göçtür. Göç sonucunda İstanbul'da artan
işgücüne (özellikle de genç işgücüne) gerekli olan istihdam
yaratılamamasıdır. Türkiye genelinde ve İstanbul’daki işsizler içinde tüm
yaş gruplarında erkeklerin oranı düşme, kadınların oranları ise yükselme
eğilimi göstermektedir.
Tablo 7: İşsizliğin Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (2004-2013)
İŞSİZLİK DAĞILIMI
YIL
YAŞ
GRUBU
TÜRKİYE
Toplam
Erkek
İSTANBUL
Kadın
Toplam
Toplam
100,0
73,9
26,1
100,0
100,0
69,3
30,6
100,0
15-19
100,0
64,1
35,9
100,0
20-24
2004
100,0
74,4
25,5
100,0
25-34
100,0
83,6
16,4
100,0
35-54
100,0
94,3
5,7
100,0
55+
Toplam
100,0
62,4
37,6
100,0
100,0
66,8
32,8
100,0
15-19
100,0
55,3
44,7
100,0
20-24
2013
100,0
58,6
41,4
100,0
25-34
100,0
67,4
33,8
100,0
35-54
100,0
86,8
13,2
100,0
55+
Kaynak: Tablo 4’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
55
Erkek
74,0
69,2
60,0
75,4
82,6
91,7
61,3
55,8
54,4
57,4
66,5
85,7
Kadın
26,0
30,8
40,0
24,6
17,4
8,0
38,7
44,2
44,7
42,6
33,0
14,3
Türkiye ve İstanbul'da Eğitim Durumuna Göre İşsizlik
Türkiye genelinde eğitim durumuna göre işsizlerin miktarları;
toplamda okuma yazma bilmeyenlerde aynı kalırken, lise altı eğitimliler ile
yükseköğretimlilerde artmakta, lise ve dengi meslek okullular arasında ise
azalmaktadır. Erkeklerde yükseköğretimlilerde artıp diğer gruplarda
azalırken, kadınlarda ise tüm eğitim gruplarında artmaktadır. İşsizler
içindeki en büyük grup lise altı eğitimlilerdir. Bu grubu lise ve dengi meslek
okullular ile yükseköğretimliler izlemektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin
miktarı ise düşük düzeydedir. Tüm eğitim gruplarında erkek işsizler
kadınlardan daha fazladır. İşsizler içinde miktarı en fazla artan grup;
toplamda %80, erkeklerde %49, kadınlarda ise %117 civarında artan
yükseköğretimlilerdir (Tablo 8).
İstanbul’da eğitim durumuna göre işsizlerin miktarları; toplamda
ve
kadınlarda
tüm eğitim gruplarında
artarken,
erkeklerde
yükseköğretimlilerde artmakta, diğer gruplarda ise düşmektedir. İşsizler
içindeki en büyük grup lise altı eğitimlilerdir. Bu grubu lise ve dengi meslek
okullular ile yükseköğretimliler izlemektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin
miktarı ise oldukça düşük düzeydedir. Yükseköğretimli kadınlar hariç diğer
tüm gruplarda erkekler kadınlardan daha fazladır. İşsizler içinde miktarı en
fazla artan grup; toplamda %94, erkeklerde %72 ve kadınlarda %115
civarında artan yükseköğretimlilerdir.
Türkiye geneli ve İstanbul’da eğitim gruplarına göre işsizlik;
toplamda lise altı eğitimliler ile yükseköğretimlilerde artmakta, okuma
yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullularda azalmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsizler içinde miktarı en fazla olan grup
lise altı eğitimlilerdir. İstanbul'daki yükseköğretimli kadınlar haricindeki
tüm eğitim gruplarında işsiz erkekler kadınlardan daha fazladır. Türkiye
geneli ve İstanbul'daki işsizler içinde miktarı en fazla artan grup ise
yükseköğretimlilerdir. Yükseköğretimlilerdeki artış oranları toplamda ve
erkeklerde İstanbul'da, kadınlarda ise Türkiye genelinde daha yüksektir.
Yükseköğretimlilerin işsizliği toplamda ve erkeklerde İstanbul'da,
kadınlarda ise Türkiye genelinde daha hızlı bir biçimde artmaktadır.
Bu gelişmelerin nedeni; Türkiye ekonomisinin küçük ve orta boy
işletmelere (KOBİ) dayalı olması, işgücünün erkek ağırlıklı olması, düşük
vasıflı kişiler daha kolay iş bulabilirken, yükseköğretimlilerin niteliklerine
uygun iş bulmakta zorlanmasıdır. İşsizlik Türkiye genelinde ve İstanbul'da;
erkeklerde okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi
meslek okullularda azalma, yükseköğretimlilerde artma, kadınlarda ise tüm
eğitim gruplarında artma eğilimindedir.
56
Tablo 8: Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi,
15+Yaş)
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam Erkek
Kadın
Toplam Erkek Kadın
Toplam
2 385
1 762
622
497
368
129
Okuma-Yazma
57
43
14
8
6
2
Bilmeyen
Altı Eğitimliler
1 320
1 106
216
2 88
240
48
2004 Lise
Lise ve Dengi
698
450
247
130
83
47
Meslek
Okulu
Yükseköğretim
308
163
145
71
39
33
Toplam
2 747
1 714
1 033
589
361
228
Okuma-Yazma
57
38
19
9
5
3
Lise Altı Eğitimliler
1 482
1 077
405
309
221
88
2013 Bilmeyen
Lise
ve
Dengi
651
356
296
134
69
65
Meslek Okulu
Yükseköğretim
557
243
314
138
67
71
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 20.06.2014.
Not:
(1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
YIL
EĞİTİM
DURUMU
Eğitim durumlarına göre işsizlik oranları incelendiğinde; Türkiye
genelinde işsizlik oranı en büyük olan grup, toplamda ve kadınlarda lise ve
dengi meslek okullular, erkeklerde 2004 yılında lise dengi meslek okullular,
2013 yılında ise okuma yazma bilmeyenlerdir. İşsizlik oranları; toplamda ve
erkeklerde benzerlik göstererek okuma yazma bilmeyenlerde yükselip diğer
gruplarda düşerken, kadınlarda okuma yazma bilmeyenler ile lise altı
eğitimlilerde yükselmekte, lise ve dengi meslek okullular ile
yükseköğretimlilerde ise düşmektedir (Tablo 9).
İşsizlik oranı en fazla yükselen grup; toplamda %0,6, erkeklerde
%2,7 artış gösteren okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda ise %2,1 artan
lise altı eğitimlilerdir. İşsizlik oranı en fazla düşen grup ise toplamda %4,1
ile lise ve dengi meslek okullular, erkeklerde %2,4 ile yükseköğretimliler,
kadınlarda %4,5 ile lise ve dengi meslek yüksekokullulardır. Türkiye
genelinde toplamda ve erkeklerde eğitim düzeyi yükseldikçe işsizlik
oranları düşerken, kadınlarda lise ve dengi meslek okullulara kadar eğitim
düzeyi yükseldikçe işsizlik oranları da yükselmektedir. Erkek ve kadınlar
arasında eğitim düzeyleri ile işsizlik oranları arasında oldukça büyük
farklılık bulunmakta olup, okuma yazma bilmeyen erkeklerde işsizlik oranı
%11,6 iken, kadınlarda %2,3, lise ve dengi meslek okullu erkeklerde işsizlik
oranı %8,3 iken, kadınlarda %20,3, yükseköğretimli erkeklerde %7,4 iken
kadınlarda %15,1'dir.
57
İstanbul’da işsizlik oranı en yüksek olan grup, toplamda ve
erkeklerde okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda ise lise ve dengi meslek
yüksek okullulardır. İşsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde benzerlik
göstererek tüm eğitim gruplarında düşerken, kadınlarda okuma yazma
bilmeyenler ile altı eğitimlilerde artmakta, lise ve dengi meslek okullularda
aynı kalırken yükseköğretimlilerde ise düşmektedir.
İstanbul’da işsizlik oranı en fazla artan grup, kadınlarda %2 ile
okuma yazma bilmeyenler ve lise altı eğitimliler grubu, en fazla azalan grup
ise, toplamda %2,2 ile lise ve dengi meslek okullular, erkeklerde %3,4 ile
okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda %1,6 ile yükseköğretimlilerdir.
İşsizlik oranları, toplamda ve erkeklerde eğitim düzeyi yükseldikçe
düşmekte, kadınlarda ise lise ve dengi meslek okullulara kadar yükselmekte
sonrasında düşmektedir.
İşsizlik oranının en büyük olduğu grup; toplamda Türkiye
genelinde lise ve dengi meslek okullular iken İstanbul'da okuma yazma
bilmeyenler, erkeklerde hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da okuma
yazma bilmeyenler, kadınlarda ise hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul'da lise ve dengi meslek okullulardır. İşsizlik oranlarının büyüklüğü
bakımından Türkiye geneli ile İstanbul'da toplamda farklılık, erkekler ve
kadınlar arasında ise benzerlik bulunmaktadır.
İşsizlik oranları; Türkiye geneli ile İstanbul'da toplamda ve
erkeklerde lise altı eğitimlilerde, lise ve dengi meslek okullularda ve
yükseköğretimlilerde benzerlik göstererek eğitim düzeyi yükseldikçe
düşmekte, okuma yazma bilmeyenlerde ise farklılık göstererek Türkiye
genelinde yükselirken, İstanbul'da toplamda ve erkeklerde düşmekte
kadınlarda ise yükselmektedir.
İşsizlik oranları; okuma yazma bilmeyenlerde İstanbul'da, lise ve
dengi meslek okullularda Türkiye genelinde daha yüksektir. Lise altı
eğitimlilerde toplamda ve kadınlarda İstanbul'da, erkeklerde Türkiye
genelinde daha yüksek olup, yükseköğretimlilerde ise, toplamda ve
kadınlarda Türkiye genelinde, erkeklerde İstanbul'da daha yüksektir. İşsizlik
oranları genel olarak düşük eğitimlilerde (lise altı) İstanbul'da daha
yüksekken, yüksek eğitimlilerde (lise ve üstü) ise Türkiye genelinde daha
yüksektir. Düşük eğitimliler İstanbul'da, yüksek eğitimliler ise Türkiye
genelinde iş bulmakta zorlanmaktadır.
İşsizlik oranları; okuma yazma bilmeyenlerde Türkiye genelinde
yükselirken, İstanbul'da düşük eğitimli (lise altı) kadınlar arasında
yükselmekte, eğitim düzeyi yükseldikçe hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul'da düşmektedir.
58
İşsizlik oranlarında yaşanan bu gelişmelerin nedeni; Türkiye'nin
tarım ağırlıklı, gelişen ve kentleşen bir ülke olması, İstanbul'un Türkiye'den
daha hızlı şekilde gelişmesidir. Türkiye genelinde düşük eğitimli kişiler
daha kolay iş bulabilirken, hızlı kentleşen İstanbul'da erkekler daha fazla
istihdam edilmekte, düşük eğitimli kadınlar iş bulmakta zorlanırken,
yükseköğretimli kadınlar ise iş hayatına daha fazla katılmaktadır. İşsizlik
oranları Türkiye genelinde ve İstanbul'da okuma yazma bilmeyenlerde
yükselme, erkeklerde ve eğitim düzeyi yükselenler arasında düşme, kadınlar
arasında düşük eğitimlilerde yükselme, yüksek eğitimliler arasında ise
düşme eğilimindedir.
Tablo 9: Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (20042013)
YIL
EĞİTİM
DURUMU
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam Erkek
Kadın
Toplam Erkek Kadın
Toplam
10,8
10,8
11,0
12,4
11,7
14,9
Okuma-Yazma
4,3
8,9
1,7
18,5
25,1
10,2
Lise Altı Eğitimliler
10,6
11,6
9,1
12,3
12,1
13,8
2004 Bilmeyen
Lise ve Dengi
15,4
12,7
24,8
12,9
11,2
17,6
Meslek
Okulu
Yükseköğretim
12,2
9,8
17,0
11,3
9,8
13,9
Toplam
9,7
8,7
11,9
11,2
9,7
14,8
Okuma-Yazma
4,9
11,6
2,3
16,7
21,7
12,2
Bilmeyen
Altı Eğitimliler
10,5
10,9
11,2
11,9
10,8
15,8
2013 Lise
Lise
ve
Dengi
11,3
8,3
20,3
10,7
7,8
17,6
Meslek
Okulu
Yükseköğretim
10,3
7,4
15,1
10,2
8,6
12,3
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014.
İşsizlerin eğitim durumları ve cinsiyete göre dağılımları
incelendiğinde ise; Türkiye genelinde ve İstanbul’da; toplam ve erkek
işsizlerin %50’sinden fazlasını, kadın işsizlerin %40’a yakınını lise altı
eğitimlilerin oluşturduğu görülmektedir (Tablo 10).
Türkiye genelinde ve İstanbul’da, erkek işsizlerin ¼’üne, kadın
işsizlerin 1/3'üne yakını lise ve dengi meslek okullulardan oluşurken,
yükseköğretimlilerin payı (oranı) erkek işsizlerde %9-18, kadın işsizlerde
%23-32 arasında değişmektedir. İşsizler içinde, okuma yazma
bilmeyenlerin payı (oranı) ise genel olarak düşük düzeyde olup, %1,5-2,5
civarındadır.
Türkiye genelinde; işsiz erkek ve kadınların, okuma yazma
bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular içindeki oranları düşerken,
lise altı eğitimliler ile yükseköğretimliler içindeki oranları ise
59
yükselmektedir. Okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerde
kadınlara göre erkeklerin, lise ve dengi meslek okullular ile
yükseköğretimlilerde ise erkeklere göre kadınların oranları daha yüksektir.
İstanbul'da; işsiz erkeklerin oranları tüm eğitim gruplarında
düşerken, kadın işsizlerin oranları okuma yazma bilmeyenler ile lise ve
dengi meslek okullularda düşmekte, lise altı eğitimliler ile
yükseköğretimlilerde ise yükselmektedir. Okuma yazma bilmeyenler, lise
altı eğitimliler ve lise ve dengi meslek okullularda kadınlara göre
erkeklerin, yükseköğretimlilerde ise erkeklere göre kadınların oranları daha
yüksektir.
Türkiye genelinde; işsiz erkeklerin oranı, okuma yazma
bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullularda azalır, lise altı eğitimlilerde
aynı kalır, yükseköğretimlilerde artarken, İstanbul'da tüm eğitim
gruplarında azalmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da,
işsiz
kadınların okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular
içindeki oranları düşerken, lise altı eğitimliler ile yükseköğretimliler
içindeki oranları ise yükselmektedir.
İşsizlerin cinsiyete göre dağılımındaki bu değişimler bakımından,
Türkiye geneli ile İstanbul arasında erkeklerde farklılık, kadınlarda ise
benzerlik olduğu görülmektedir. İşsizler içindeki erkek ve kadınların
oranları; okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi
meslek okullularda Türkiye genelinde, yükseköğretimlilerde ise İstanbul'da
daha yüksektir. Bu durumun nedeni; Türkiye'de eğitim düzeyindeki
düşüklüğün işsizliğe de yansıması, göç ile birlikte İstanbul'da biriken ve
eğitim düzeyi düşük olan kişilerin iş bulmakta zorlanmasıdır. İşsizlik,
Türkiye genelinde ve İstanbul'da düşük eğitimli erkek ve kadınlar arasında
artma eğilimindedir.
Tablo 10: İşsizlerin Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%),(20042013)
YIL
2004
2013
EĞİTİM
DURUMU
Toplam
Okuma-Yazma
Bilmeyen
Lise
Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi
Meslek
Okulu
Yükseköğretim
Toplam
Okuma-Yazma
Bilmeyen
Lise Altı Eğitimliler
TÜRKİYE
Toplam
100,0
2,4
55,3
29,3
12,9
100,0
2,1
53,9
Erkek
100,0
2,4
62,8
25,5
9,3
100,0
2,2
62,8
60
İSTANBUL
Kadın
100,0
2,3
34,7
39,7
23,3
100,0
1,8
39,2
Toplam
100,0
1,6
57,9
26,1
14,3
100,0
1,5
52,5
Erkek
100,0
1,6
65,2
22,6
10,6
100,0
1,4
61,2
Kadın
100,0
1,6
37,2
36,4
25,6
100,0
1,3
38,6
Lise
ve
Dengi
Meslek Okulu
Yükseköğretim
28,7
30,4
22,8
23,4
Toplam Erkek
Kadın
Toplam
100,0
73,9
26,1
Okuma-Yazma
100,0
75,4
26,6
Bilmeyen
Altı Eğitimliler
100,0
83,8
16,4
2004 Lise
Lise ve Dengi
100,0
64,5
35,4
Meslek
Okulu
Yükseköğretim
100,0
52,9
47,1
Toplam
100,0
62,4
37,6
Okuma-Yazma
100,0
66,7
33,3
Bilmeyen
Altı Eğitimliler
100,0
72,7
27,3
2013 Lise
Lise
ve
Dengi
100,0
54,7
45,5
Meslek Okulu
Yükseköğretim
100,0
43,6
56,4
Kaynak: Tablo 8'deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
YIL
EĞİTİM
DURUMU
23,7
20,3
20,8
14,2
TÜRKİYE
19,1
18,6
28,5
31,1
İSTANBUL
Erkek
74,0
75,0
83,3
63,8
54,9
61,3
55,6
71,5
51,5
48,6
Kadın
26,0
25,0
16,7
36,2
46,5
38,7
33,3
28,5
48,5
51,4
Türkiye ve İstanbul'da Medeni Durumuna Göre İşsizlik
Türkiye genelinde, medeni durumuna göre işsizler içinde en büyük
iki grup bekarlar (hiç evlenmemiş olanlar) ile evlilerdir. Medeni durumuna
göre işsizlerin miktarları, toplamda ve kadınlarda tüm gruplarda artarken,
erkeklerde bekârlar ile evliler arasında azalmakta, boşanan ve eşi ölenlerde
ise artmaktadır. Türkiye genelindeki işsizler içinde medeni durumuna göre
miktarı en fazla artan grup, toplamda ve kadınlarda evliler, erkeklerde ise
boşanmış olanlardır (Tablo 11).
İstanbul’da, medeni durumuna göre işsizler içinde en büyük iki
grup bekarlar ile evlilerdir. Medeni duruma göre işsizlerin miktarları
toplamda, erkeklerde ve kadınlarda bekarlarda azalırken diğer tüm
gruplarda artmaktadır. İstanbul’daki işsizler içinde medeni durumuna göre
miktarı en fazla artan grup, toplamda, erkeklerde ve kadınlarda evlilerdir.
İşsizlerin miktarları; Türkiye genelinde ve İstanbul'da toplamda,
erkeklerde ve kadınlarda boşananlar ile eşi ölenlerde benzerlik göstererek
artarken, bekarlar ve evliler arasında ise farklılık göstermektedir. İşsizlerin
miktarları; Türkiye genelinde bekarlar ve evlilerde toplamda ve kadınlarda
artarken erkeklerde azalmakta, İstanbul'da toplamda, erkeklerde ve
kadınlarda bekarlar içinde azalırken evlilerde ise artmaktadır.
İşsizler içinde miktarı en fazla olan grup; Türkiye genelinde ve
İstanbul'da toplamda ve kadınlarda evliler, erkeklerde Türkiye genelinde
boşanmış olanlar, İstanbul'da ise evlilerdir.
61
İşsizlerin miktarlarının; Türkiye genelinde bekar ve evli erkekler
dışındaki tüm gruplarda, İstanbul'da ise bekarlar dışındaki tüm gruplarda
artmasının nedeni, işgücünün giderek artması, ancak işgücüne yetecek kadar
iş bulunamamasıdır. İşsizlik Türkiye genelinde bekarlar ile evli erkekler
dışındaki tüm medeni gruplarda artma eğilimindeyken, İstanbul'da bekarlar
arasında azalma, diğer gruplarda ise artma eğilimindedir.
Tablo 11: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi,
15+Yaş)
YIL
MEDENİ
DURUMU
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam Erkek Kadın
Toplam
2 385
1 762
622
497
368
129
Hiç Evlenmedi
1 251
854
398
264
175
89
1 069
886
183
216
187
29
2004 Evli
Boşandı
50
20
31
14
6
9
Eşi Öldü
14
3
11
3
0
3
Toplam
2 747
1 714
1 033
589
361
228
Hiç Evlenmedi
1 296
807
489
179
101
78
1 306
857
448
382
252
130
2013 Evli
Boşandı
127
45
82
22
7
15
Eşi Öldü
18
5
13
6
1
5
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014, TUİK; Yayınlanmamış Veriler,
Haziran.2014.
Not:
(1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
İşsizlerin medeni durumuna göre dağılımı incelendiğinde; Türkiye
geneli ve İstanbul’da, işsizler içinde bekârlar ile evlilerin en büyük grubu
oluşturduğu görülmektedir. Türkiye genelindeki işsizler içinde; bekarların
payı azalırken boşananların payı artmakta, evlilerin payı toplamda ve
kadınlarda artarken erkeklerde azalmakta, eşi ölenlerin payı ise toplamda ve
erkeklerde artarken kadınlarda azalmaktadır (Tablo 12).
Türkiye genelindeki işsizlerin içinde 2013 yılı itibariyle; bekârlar
(%47,2) ile evlilerin (%47,5) toplam payı (oranı) %94,7'dir. Bekâr ve evli
olanların işsizler içindeki toplam payı, kadınlara (%90,7) göre erkeklerde
(%97,1) daha yüksektir. İşsizler içinde, bekârların payı erkeklere (%47,1)
göre kadınlarda (%47,3), evlilerin payı kadınlara (%43,4) göre erkeklerde
(%50,0) daha yüksektir. İşsizler içinde evli olanlarda erkekler, diğer tüm
gruplarda ise kadınların payları daha fazladır. İstanbul'daki işsizler içinde;
bekarların payı azalırken, evlilerin payı artmakta, boşananlar ile eşi ölmüş
62
bulunanların payları ise toplamda ve erkeklerde artarken kadınlarda ise
azalmaktadır.
İstanbul'daki işsizlerin içinde 2013 yıl itibariyle bekarlar (%30,4)
ile evlilerin (%64,9) toplam payı % 95,3'tür. Bekâr ve evli olanların işsizler
içindeki toplam payı, kadınlara (%91,2) göre erkeklerde (%97,8) daha
yüksektir. İşsizler içinde, bekârların payı erkeklere (%28,0) göre kadınlarda
(%34,2), evlilerin payı kadınlara (%57,0) göre erkeklerde (%69,8) daha
yüksektir. İşsizler içinde evli olanlarda erkeklerin, diğer tüm gruplarda ise
kadınların payları daha fazladır.
İşsizlerin medeni durumlarına göre dağılımları bakımından Türkiye
geneli ile İstanbul arasında, bekarlar ile eşi ölmüş bulunanlarda benzerlik,
evliler ile boşananlarda ise farklılık görülmektedir. Hem Türkiye genelinde
hem de İstanbul'da işsizlerin büyük çoğunluğunu evliler ile bekarlar
oluşturmaktadır. İşsizler içinde evlilerde erkekler, diğer gruplarda ise
kadınlar çoğunluktadır. İşsizlik, Türkiye genelinde ve İstanbul'da bekarlar
arasında azalırken, Türkiye genelinde boşananlar, İstanbul'da ise evliler
arasında artmaktadır. Bu durumun nedeni; Türkiye ve İstanbul'un işgücünün
erkek ağırlıklı ve çoğunlukla evli olmasıdır.
Tablo 12: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (%), (2004-2013)
YIL
MEDENİ
DURUMU
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
Hiç Evlenmedi
52,4
48,5
64,0
53,1
44,8
50,3
29,4
43,5
2004 Evli
Boşandı
2,1
1,1
5,0
2,8
Eşi Öldü
0,6
0,2
1,8
0,6
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
Hiç Evlenmedi
47,2
47,1
47,3
30,4
47,5
50,0
43,4
64,9
2013 Evli
Boşandı
4,6
2,6
7,9
3,7
Eşi Öldü
0,7
0,3
1,3
1,0
Kaynak: Tablo 11’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
Erkek
100,0
47,6
50,8
1,6
0,0
100,0
28,0
69,8
1,9
0,3
Kadın
100,0
69,0
22,5
7,0
2,3
100,0
34,2
57,0
6,6
2,2
İşsizlerin medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet açısından
incelendiğinde; Türkiye genelinde ve İstanbul’daki işsizler içinde erkeklerin
çoğunlukta olduğu görülmektedir. Türkiye genelindeki işsizlerin %6070’ine yakınını erkekler, %30-40'ını ise kadınlar oluşturmaktadır. İşsiz
erkeklerin oranı bekar ve evlilerde düşüp, boşananlar ile eşi ölmüş olanlarda
yükselirken, kadınların oranları tüm medeni gruplarda yükselmektedir.
63
İşsizler içinde bekarlar ve evlilerde erkeklerin oranları, boşanan ve eşi
ölmüş bulunanlarda ise kadınların oranları daha yüksektir (Tablo 13).
İşsiz erkeklerin oranları, birbirine yakın olmakla birlikte bekârlara
(%62,3) göre evlilerde (%65,6) daha yüksek iken, işsiz kadınların oranı
evlilere (%34,3) göre bekârlarda (%37,7) daha yüksektir. İstanbul’daki
işsizlerin % 60-75'ine yakınını erkekler, % 25-40'ını ise kadınlar
oluşturmaktadır.
İşsiz erkeklerin oranı eşi ölmüş bulunanlarda yükselip diğer
gruplarda düşerken, kadınlarda tam tersi bir durum yaşanmaktadır. İşsiz
erkeklerin oranı; bekârlara (%56,4) göre evlilerde (%66,0) daha yüksekken,
işsiz kadınların oranı ise evlilere (%34,0) göre bekârlarda (%43,6) daha
yüksektir.
Türkiye geneli ve İstanbul'da işsizler içinde erkekler çoğunluktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsiz erkekler arasında; bekarlar ile evli
olanların oranlarının düşmesi, eşi ölmüş bulunanların oranlarının
yükselmesi bakımından benzerlik, boşanmış olanların Türkiye genelinde
yükselirken İstanbul'da düşmesi bakımından ise farklılık bulunmaktadır.
İşsiz kadınlar arasında ise; bekarlar, evliler ve boşanmış olanların
oranlarının yükselmesi bakımından benzerlik, eşi ölmüş bulunanların
Türkiye genelinde yükselirken İstanbul'da düşmesi bakımından farklılık
bulunmaktadır. Bu durumun nedeni, Türkiye ve İstanbul'daki işgücünün
erkek ve evli ağırlıklı olması, Türkiye geneline göre İstanbul'da iş
imkanlarının nispeten daha fazla olmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul'daki
işsizler içinde; bekar ve evli olan erkeklerin oranları düşme, kadınların
oranları ise genel olarak yükselme eğilimindedir.
Tablo 13: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (%), (2004-2013)
YIL
MEDENİ
DURUMU
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Toplam
100,0
73,9
26,1
100,0
Hiç Evlenmedi
100,0
68,3
31,8
100,0
100,0
82,9
17,1
100,0
2004 Evli
Boşandı
100,0
40,0
62,0
100,0
Eşi Öldü
100,0
21,4
78,6
100,0
Toplam
100,0
62,4
37,6
100,0
Hiç Evlenmedi
100,0
62,3
37,7
100,0
100,0
65,6
34,3
100,0
2013 Evli
Boşandı
100,0
35,4
64,6
100,0
Eşi Öldü
100,0
27,8
72,2
100,0
Kaynak: Tablo 11’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
64
Erkek
74,0
66,3
86,6
42,9
0,0
61,3
56,4
66,0
31,8
16,7
Kadın
26,0
33,7
13,4
64,3
100,0
38,7
43,6
34,0
68,2
83,3
Türkiye ve İstanbul'da İşsizlik Oranı
Türkiye'de ve İstanbul'daki işsizlik oranları gelişmiş ülkelere, AB
ülkeleri ve OECD ülkelerine göre oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır.
İşsizlik oranları incelendiğinde işsizliğin, kırsal alanlara göre kentlerde daha
fazla sorun olduğu görülmektedir (Tablo 14).
Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsizlik oranları; toplamda ve
erkeklerde düşerken, kadınlarda Türkiye genelinde artmakta, İstanbul'da ise
çok az bir düşüş göstermektedir. İşsizlik oranları, hem toplamda hem de
erkekler ve kadınlar arasında Türkiye geneline göre İstanbul'da daha
yüksektir. İşsizlik Türkiye geneline göre İstanbul'da daha büyük bir
sorundur.
Bu durumun nedeni, Türkiye genelinde tarımsal istihdamın fazla
olması, tarımda istihdam edilir gibi görünen gizli işsizlerin bulunmasıdır.
İstanbul'da ise göçle gelen gizli işsizlerin açık işsiz durumuna düşmeleri,
hızlı artan ve niteliği düşük olan işgücü için iş bulunamamasıdır. İşsizlik
Türkiye genelinde ve İstanbul'da erkekler arasında düşme, kadınlar arasında
yükselme eğilimindedir.
Tablo 14: İşsizlik Oranı (2004-2013), (%)
YIL
TÜRKİYE
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
2004
10,8
10,8
11,0
12,4
2013
9,7
8,7
11,9
11,2
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014.
İSTANBUL
Erkek
Kadın
11,7
14,9
9,7
14,8
İşgücü İstatistikleri,
Türkiye ve İstanbul'da İş Arama Süresine Göre İşsizlik
Bu çalışmada bir yıldan az süredir iş arayanlar kısa, bir yıl ve daha
uzun süreden beri iş arayanlar ise uzun süreli işsiz olarak kabul edilmiş
olup, iş arama sürelerine göre işsizlik incelendiğinde, kısa ve uzun süreli
işsizlik bakımından Türkiye geneli ile İstanbul arasında benzerlikler olduğu
kadar farklılıklar da bulunduğu görülmektedir (Tablo 15).
Türkiye geneli ve İstanbul'daki işsizlerin büyük çoğunluğunu
(2/3'üne yakınını) kısa süreli (bir yıldan az) işsizler oluşturmakla birlikte,
uzun süreli işsizlerin miktarları da oldukça fazladır (yaklaşık 1/3). Kısa
süreli işsizlerin miktarları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da,
toplamda, erkeklerde ve kadınlarda artarken, uzun süreli işsizlerin miktarları
toplamda ve erkeklerde azalmakta, kadınlarda ise artmaktadır.
Bu durumun nedeni, Türkiye'nin gelişmekte olan bir ülke
olmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul'da iş bulma imkanları artmakla
65
birlikte, uzun süreli işsizlik (özellikle de kadın işsizliği) yeterli istihdam
yaratılamadığı için istenilen düzeye düşürülememektedir.
İş arama
sürelerine göre işsizlik bakımından; Türkiye geneli ile İstanbul arasında
benzerlik bulunmakta olup, kısa süreli işsizlik artma, uzun süreli işsizlik ise
erkeklerde azalma, kadınlarda ise artma eğilimindedir.
Tablo 15: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi,
15+Yaş)
TÜRKİYE
YIL
İSTANBUL
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam Erkek Kadın
Toplam
2 385
1 762
622
497
368
129
1 423
1 091
332
302
223
80
2004 1 Yıldan Az
1 Yıl ve Daha
960
671
289
194
145
50
Çok
Toplam
2 747
1 714
1 033
589
361
228
2 039
1 340
698
454
285
168
2013 1 Yıldan Az
1 Yıl ve Daha
709
374
333
136
76
59
Kaynak:ÇokTUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 22.06.2014.
Not:
(1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
İş arama süresine göre işsizlik, kısa ve uzun süreli olması açısından
incelendiğinde; Türkiye geneli ve İstanbul'da; kısa süreli işsizlerin oranının
(%59-79) uzun süreli işsizlerin oranından (%21-46) daha yüksek olduğu
görülmektedir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da kısa süreli işsizlerin oranı
yükselirken, uzun süreli işsizlerin oranı ise düşmektedir. Kısa süreli
işsizlerin oranları İstanbul'da, uzun süreli işsizlerin oranları ise Türkiye
genelinde daha yüksektir. İstanbul'daki işsizler Türkiye geneline göre daha
çabuk iş bulabilmektedirler (Tablo 16).
Bu durumun nedeni; Türkiye'nin ekonomisinin gelişmesi, ancak
İstanbul'un ekonomisinin Türkiye genelinden daha fazla gelişmiş olmasıdır.
Gelişen ekonomi ve artan iş arama imkanları sayesinde işsiz kalan kişiler
daha çabuk iş bulabilmektedirler. Türkiye genelinde ve İstanbul'da kısa
süreli işsizlik yükselirken, uzun süreli işsizlik ise düşme eğilimindedir.
Tablo 16: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (2004-2013),
(%)
YIL
Toplam
TÜRKİYE
Erkek
66
Kadın
İSTANBUL
Toplam Erkek Kadın
100,0
100,0
100,0
59,7
61,9
53,4
40,3
38,1
46,5
100,0
100,0
100,0
74,2
78,2
67,6
2013 1 Yıldan Az
1 Yıl ve Daha
25,8
21,8
32,2
Kaynak:Çok
Tablo 15’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
2004
Toplam
1 Yıldan Az
1 Yıl ve Daha
Çok
Toplam
100,0
60,8
39,0
100,0
77,1
23,1
100,0
60,6
39,4
100,0
78,9
21,1
100,0
62,0
38,8
100,0
73,7
25,9
İş arama süresine göre işsizlik, cinsiyet açısından incelendiğinde;
kısa süreli işsiler içinde erkeklerin oranlarının Türkiye genelinde %65-75,
İstanbul'da %62-73, kadınların oranlarının Türkiye genelinde %23-34,
İstanbul'da %26-37, uzun süreli işsizler içinde erkeklerin oranlarının
Türkiye genelinde %52-69, İstanbul'da %55-74, kadınların oranlarının
Türkiye genelinde % 30-47, İstanbul'da % 25-43 arasında değiştiği
görülmektedir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da, kısa ve uzun süreli işsizler
içinde erkeklerin oranları düşerken, kadınların oranları yükselmektedir.
Kısa süreli işsizlik oranları; Türkiye genelinde ve İstanbul'da
erkeklerde ve kadınlarda birbirine yakın düşüş ve yükselişler gösterirken,
uzun süreli işsizlik oranları; Türkiye geneline göre İstanbul'da erkeklerde
daha fazla düşmekte, kadınlarda ise daha fazla yükselmektedir. Uzun süreli
işsizlikten kadınlar daha fazla etkilenmektedir.
Kısa süreli işsizler içinde erkeklerin oranları Türkiye genelinde,
kadınların oranları İstanbul'da daha yüksek iken, uzun süreli işsizlikte tam
tersi bir durum yaşanmakta, erkeklerin oranı İstanbul'da, kadınların oranları
ise Türkiye genelinde daha yüksek bulunmaktadır. Türkiye geneline göre
İstanbul, uzun süreli işsizlikten daha az etkilenmekte ve İstanbul’daki
işsizler daha kısa zamanda iş bulabilmektedirler.
Bu durumun nedeni; İstanbul'daki iş bulma imkanlarının Türkiye
geneline göre daha fazla olması, ev işleri, çocuk bakımı, doğum gibi değişik
nedenlerle iş piyasası dışında kalan kadınların sürekli bir iş imkanı elde
edemedikleri için daha uzun süre işsiz kalmalarıdır. Türkiye genelinde ve
İstanbul'da kısa ve uzun süreli işsizlik erkeklerde azalırken, kadınlar
arasında artma eğilimindedir.
Tablo 17: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (2004-2013),
(%)
TÜRKİYE
YIL
2004
Toplam
1 Yıldan Az
Toplam
100,0
100,0
Erkek
73,9
76,7
67
İSTANBUL
Kadın
26,1
23,3
Toplam
100,0
100,0
Erkek
74,0
73,8
Kadın
26,0
26,5
1 Yıl ve Daha
Çok
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
69,9
62,4
65,7
52,8
30,1
37,6
34,2
47,0
1 Yıldan Az
1 Yıl ve Daha
Kaynak:Çok
Tablo 15’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
2013
100,0
100,0
100,0
100,0
74,7
61,3
62,8
55,9
25,8
38,7
37,0
43,4
SONUÇ
Sanayi devriminin ardından ortaya çıkan, 1980’li yıllara kadar
genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, bu tarihten sonra ise
gelişmiş ülkelerin de sorunu olmaya başlayan işsizlik, günümüz
toplumlarının en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Dünyada her yıl
giderek artan işgücüne yetecek kadar yeni iş ve istihdam imkanı
yaratılamadığı için de katlanarak büyümektedir. Uluslararası kuruluşlar ve
ülkeleri yönetenler tarafından işsizlikle mücadele edilmeye ve yeni
politikaları geliştirilmeye çalışılmasına rağmen, sorununu
tamamen
çözebilen bir ülke ise bulunmamaktadır.
Türkiye'de 1950'li yıllardan itibaren hızlanan göçle birlikte belirgin
hale gelmeye başlayan işsizlik, dünya ile bütünleşmeye çalıştığı 19902000'li yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle artmış ve büyümüştür.
İşsizlik, aldığı fazla göç nedeniyle nüfusu 14 milyonu aşan, kayıt dışı ve
marjinal işlerle genişleyen bir istihdam alanı durumuna gelen İstanbul'da ise
her geçen gün hızla artmaktadır.
Birçok ülkede yaşanmakta olan işsizlik dünyada genelinde de
artma eğilimindedir. İşsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çok
önemli bir sorun olup, yaşanan iç göçler nedeniyle gerçekleşen yüksek
nüfus artışı düzeyinde istihdam yaratılmadığı için de giderek büyümektedir.
Türkiye'de iç göçlerin (özellikle İstanbul’a yönelik göçün) 1980'li
yıllardan sonra hızlanarak artması, işsizlik sorununun niteliğini
değiştirmiştir. Kırsal kesimde gizli işsiz durumunda olan işgücü fazlası,
göçle birlikte büyük kentlerde özellikle de İstanbul'da açık işsizlere
dönüşmüş, marjinal ve kayıt dışı işlerde çalışmayla birlikte yeni bir gizli
işsizlik biçimi ortaya çıkmıştır. Eksik istihdam oranları dikkate alınmadığı
için resmi veriler de işsizliğin gerçek boyutlarını göstermemektedir.
Türkiye geneli ve İstanbul'da işsizlik; son yıllarda ara sıra düşme
eğilimi göstermekle birlikte oldukça yüksek düzeyde olup, giderek
artmaktadır. İşsizlik; erkeklere göre kadınlarda daha yüksektir. Yetişkinler
ve gençler arasında yüksek, yaşlılar arasında düşük düzeydedir. Gençler
arasında azalmakta, yetişkin ve yaşlılar arasında ise artmaktadır. Lise altı
68
eğitimliler arasında yaygın olup, yükseköğretimliler arasında da hızla
yayılmaktadır. Okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular
arasında ise azalmaktadır. İşsizlik; eğitim düzeyi yükseldikçe genel olarak
düşmektedir. Bekar ve evliler arasında daha yüksek olmakla birlikte
boşanan ve eşi ölenler arasında da artmaktadır. Kısa süreli işsizlik yaygın
olmakla birlikte uzun süreli işsizlik de artmakta, uzun süreli işsizlikten
kadınlar daha fazla etkilenmektedir.
İşsizlik konusunda yaşanan bu gelişmelerin nedeni; KOBİ ağırlıklı
gelişen bir ekonomiye sahip olan Türkiye’de tarımsal ve eksik istihdamın
yaygın olması, İstanbul'un hızlı kentleşmesi, artan işgücü için yeterli
istihdam yaratılamaması, işverenlerin çalıştırmak için gençler yerine
yetişkinleri tercih etmesi, eğitime yönelen gençlerin artması, işgücünün
çoğunlukla erkek ve evli olması, eğitim düzeyi düşük olan kişiler ile
yükseköğretimlilerin iş bulmakta zorlanması, İstanbul'daki iş imkanlarının
Türkiye geneline göre daha fazla olmasıdır.
İşsizlik; gençler arasında azalırken yetişinler arasında artma,
erkeklerde tüm yaş gruplarında düşme, kadınlarda ise yükselme, düşük
eğitimliler ile yükseköğretimliler arasında artma, bekarlar dışındaki medeni
gruplarda artma, kısa ve uzun süreli işsizlikte erkeklerde azalma, kadınlarda
ise artma eğilimindedir.
Yapılan çalışmalar, alınan önlemler ve geliştirilen politikalar
paralelinde atılan olumlu adımlara rağmen, Türkiye ve İstanbul'da işsizlik
sorunu çözülememiş olup, giderek artan bir sorun olarak önemini
korumaktadır. İşsizlikle mücadele için hali hazırda uygulanmakta olan ve
işsizliğin etkilerini azaltmaya yönelik pasif istihdam politikalarının da
yetersiz kaldığı görülmektedir.
Türkiye'de; tüm bireylerin özgürlük, eşitlik, güvenlik ve saygınlık
koşullarında insan onuruna yakışan üretken işlerde çalışabilmelerini
sağlayacak, yeni istihdam alanları yaratacak, emek arz ve talebini bir araya
getirerek emek piyasalarına girişi kolaylaştıracak, iş bulmakta zorlananların
karşılaştıkları sorunları giderecek aktif istihdam politikalarının uygulanması
gerekmektedir. Bu yönde politikalar geliştirildiği ve uygulandığında bir
yandan işsizlik azaltılarak bireylerin daha mutlu olması sağlanırken,
toplumsal gerginlik ve huzursuzluklar da azaltılabilecektir.
69
KAYNAKÇA
Altan, Ö. Z., (2013). Sosyal Politika, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları,
Yayın No: 1477.
Andaç, F., (1991). Niçin İşsizlik Sigortası, Kayseri: Türk-İş Yayınları No: 179.
Ansal, H., Küçükçiftçi, S., Onaran, Ö., Orbay, B. Z., (2000). Türkiye Emek
Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih
Vakfı Yayını.
Aren, S., (2008). İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Gözden Geçirilmiş 13. Baskı,
İstanbul: İmge Kitabevi.
Baştaymaz, T., (1998). "Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz, Aşırı İşsizlik veya
Kırsal Kesim İstihdamı", MESS Mercek Dergisi.
Başterzi, S., (1996), İşsizlik Sigortası, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi, Yayın No:
509.
Berberoğlu, N., (1995). Çalışma Ekonomisi, Eskişehir: Ant Matbaacılık.
Biçerli, M. K., (2007). Çalışma Ekonomisi, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
CEPR., (1995), Unemployment: Choises for Europe, London: Monitoring European
Integration, Centre for Economic Policy Research.
DİE., (2002). 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/
34-İstanbul, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, DİE Yayın No: 2732.
DİE., (2003). 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Türkiye, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, DİE Yayın No: 2759.
Dirimtekin, H., (1965). İşsizlik Sorunları, Eskişehir: EİTİA, Yayın No: 3017.
DPT., (2011). Binyıl Kalkınma Hedefleri Raporu Türkiye 2010, Ankara: DPT
Yayını.
Duruel, M., (2004). Avrupa Birliği’nde ve Türkiye’de Uzun Dönemli İşsizlik ve
İstihdam Politikaları, (Yayımlanmamış Doktora Tezi). İstanbul: İstanbul
Üniversitesi SBE.
Ekin, N., (1971). Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul: Sermet
Matbaası.
Ekin, N., (2000). Türkiye'de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul: İTO
Yayını, Yayın No: 2000-33.
Ekin, N., (2001). Türkiye'de İşgücü Piyasasının Yeniden Yapılanması: Özel
İstihdam Büroları, İstanbul: İTO Yayını, Yayın No: 2001-30.
70
Ekin, N., (2002). "Türkiye'de İşsizlik, Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam",
Endüstri İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, Kızılcahamam- Ankara, 10-13
Mayıs 2002.
Gül, E., Ekinci, A., Konya, S., (2009), Türkiye'de İstihdam Politikaları: Yapısal Bir
Analiz, Bursa: Ekin, Basım Yayın Dağıtım.
Gündoğan, N., Biçerli, M.K., (2004). Çalışma Ekonomisi, İkinci Baskı, Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 1461.
Gündoğan, N., Biçerli, M.K., Lordoğlu, K., Özkaplan, N., (2013), Çalışma
Ekonomisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:
2946.
Güney, A. (2012). "İşsizlik, Nedenleri, Sonuçları ve Mücadele Yöntemleri”, Kamu
İş Dergisi, Cilt 10, Sayı: 4.
Higgins, N. (20001). Youth Unemployment and Employment Policy: A Global
Perspective, Geneva, İLO Publication.
ILO, (2014). Global Employment Trends 2014, Risk of a jobless recovery?, Geneva:
İnternational Labour Office.
Işığıçok, Ö., (2005). XXI. Yüzyılda İstihdam ve İnsana Yakışır İş, Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Işığıçok, Ö., (2013). "Temel Sosyal Politika Sorunları", Sosyal Politika,
Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Editörler: Aysen Tokol, Yusuf Alper,
Bursa: Dora Basım-Yayım-Dağıtım.
Karagöl, E. T., Akgeyik, T. (2010). "Türkiye’de İstihdam Durumu: Genel
Eğilimler”, SETA ANALİZ, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı,
Sayı:21.
Kaufman, B. E., Hotchkiss, J. L., (2003). The Economics of Labor Markets, Sixth
Edition, Thomson Southwestern, United States.
Koray, M., (2000). Sosyal Politika, Bursa: Ezgi Kitabevi.
Köklü, A. (1976). Makro İktisat, Ankara: S Yayınları.
Kumbaracıbaşı, O., Saral, E., (1977). Ekonomiye Giriş, Ankara: Emaş Yayınları.
Lordoğlu, K., Özkaplan, N. (2003). Çalışma İktisadı, İstanbul: Der Yayınları.
Lordoğlu, K., Özkaplan, N. (2007). Çalışma İktisadı, Düzeltilmiş Üçüncü Baskı,
İstanbul: Der Yayınları.
Mahiroğulları, A., Korkmaz, A., (2005). İşsizlikle Mücadelede Emek Piyasası
Politikaları (Türkiye ve AB Ülkeleri), İstanbul: Filiz Kitabevi.
Murat, S. (2007). Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İstanbul:
İTO Yayını, Yayın No: 2007-73.
71
Murat, S., (2010). "İşgücümüzün Yapısal Özellikleri ve Kavramsal Yaklaşım", İş’te
Çalışanlar Dergisi.
Murat, S., Şahin, L., (2011). AB'ye Uyum Sürecinde Genç İşsizliği, İstanbul: İTO
Yayını, Yayın No: 2011-35.
OECD., (2014). Statistics, Indicator, Unemployment, Unemployment Rate, Paris,
France:
OECD,(Çevrimiçi:)http://www.oecdilibrary.org/employment/unemployment-rate_20752342-table1, 16.06.2014.
OECD., (2014). Topics, Employment, OECD Harmonised Unemployment Rates,
New
Release:May2014,Paris,France:OECD,(Çevrimiçi:)http://www.oecd.org/employmen
t/
harmonised-unemployment-rates-hurs-oecd-updated-july-2014htm.htm,
http://www.oecd.org/std/labour-stats/ HUR-July14.pdf, 16.06.2014.
Okur, A., (2014). Türkiye'de Genç İşsizliği ve Nedenleri, Ankara: Gazi Kitapevi.
Özdemir, S., Ersöz, H. Y., Sarıoğlu, İ., (2006). İşsizlik Sorunun Çözümünde
KOBİ’lerin Desteklenmesi, İstanbul: İTO, İTO Yayın No: 2006-24.
Pirler, B., (2007). "Genç İşsizliği Sorunu ve Çözüme Yönelik Politikalar", TİSK
Akademi Dergisi, Cilt: 2, Özel Sayı, Ankara.
Savcı, İ., (2001). "Sosyal Psikolojik Boyutlarıyla İşsizlik", TES-İŞ Dergisi.
Seçer, B., (2013). Eksik İstihdam, Öncülleri, Sonuçlar ve Nitel Bir Araştırma, İzmir:
Altın Nokta Yayınevi.
Serter, N., (1993). Genel Olarak ve Türkiye Açısından İstihdam ve Gelişme,
İstanbul: İ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3697.
Spencer, M. H. (1989). Contemporary Economics, Seventh Edition, New York:
World Publisher Inc.
Şakar, M., (2002). "İşsizlik Sigortasının Türkiye’de Uygulanabilirliği ve Kıdem
Tazminatı Müessesi ile İlişkileri”, İş Hukuku Dergisi.
Şenses, F., (2006). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, 4.Baskı,
İletişim Yayınları.
İstanbul:
Talas, C., (1983). Sosyal Ekonomi, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara: S
Yayıncılık.
Talas, C., (1997). Toplumsal Ekonomi, 7. Baskı, İstanbul: İmge Kitapevi.
T.C. Kalkınma Bakanlığı. (2012). Uluslararası Ekonomik Göstergeler, 2012.
Tatoğlu, F. Y., (2010). Türkiye ve Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde İşsizlik ve
Büyüme, İstanbul: Sahaflar Kitap Sarayı.
72
Tekeli, S., Özgüler V. C., Özdemir M. Ç., Biçerli M. K., (2012). İstihdam ve
İşsizlik, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayın No:
2768.
Tokol, A., Alper, Y., (2011). Sosyal Politika, Bursa: Dora Basım-Yayın-Dağıtım.
TUİK., (2007). İşgücü, İstihdam ve İşsizlik İstatistikleri, Sorularla Resmi
İstatistikler Dizisi-1, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, TUİK Yayın No:
3095.
TUİK., (2012). Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2011, Ankara: Türkiye İstatistik
Kurumu Matbaası, TUİK Yayın No: 3684.
TUİK., (2014). İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 10-11-20-21-22.06.2014.
TUİK., (2014). Yayınlanmamış Veriler.
TÜSİAD., (2004), Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik,
İstanbul: TÜSİAD, Yayın No. TÜSİAD-T/2004-11/381.
Ülgener, S. F., (1991). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, Yedinci Basım,
İstanbul: Der Yayınları.
Ülker, K. (2001). Türkiye’de İşsizlik Sigortası Uygulamasının Muhtemel Ekonomik
Etkileri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.
Varçın, R., (2004). İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
Zaim, S., (1997). Çalışma Ekonomisi, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 10. Baskı,
İstanbul: Filiz Kitabevi.
73
ÇALIŞAN MEMNUNİYET ÖLÇEĞİ
GELİŞTİRME ÇALIŞMASI
Bora ŞENGÜN1, Gülsen ŞENGÜN2
Portfolyo ve Pazarlama Müdürü, Amadeus Türkiye, bsengun@amadeus.com.tr
1
2
İstatistik Uzmanı, gulsenb@gmail.com
ÖZET
Son yıllarda şirketlerin, çalışan memnuniyetine verdikleri değer önemli ölçüde
artmıştır. Çünkü işinden memnun çalışanların verimliliği artmakta ve bu da şirketin
başarısına büyük ölçüde etki etmektedir. Bu çalışmada özel bir şirkette çalışan
personelin memnuniyetinin ölçülmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda çalışan
memnuniyetini ölçen bir ölçek geliştirilmiştir. Yapılan güvenirlik analizi sonucunda,
15 maddeden oluşan ölçek yüksek güvenirlikte (Cronbach's Alpha=0.937) çıkmıştır.
Faktör analizi sonucunda da tüm maddelerin tek bir boyutta toplandığı görülmüştür.
Anket 77 kişi üzerinde uygulanmıştır ve araştırma yapılan şirkette çalışan
memnuniyetin yüksek olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Çalışan Memnuniyeti, Motivasyon, Likert Ölçeği, Güvenirlik
Analizi, Faktör Analizi
ABSTRACT
EMPLOYEE SATISFACTION AND AN APPLICATION
There has been an incresing shift for companies towards employee satisfaction
over the last decade. The main rational behind this strategic change is the fact that
happy employees works better and having an increased level of efficiency effects
company success as well. In this study, measurement of employee satisfaction in a
company is aimed. In this concept, a scale is developed to measure employee
satisfaction. After an relability analysis, developed scale consist of fifteen items is
proven highly reliable (Cronbach's Alpha=0.937). After the factor analysis, it is
stated that all the items are in one dimension only. Survey is applied to 77 person,
all working in the same multinational IT company. Employee satisfaction is
acknowledged as very high.
Keywords: Satisfactıon Of Employee, Motivation,
Analysis, Factor Analaysis
74
Likert Scale, Reliability
GİRİŞ
Özel şirketlerde başarının en önemli faktörlerinden biri de çalışanların
memnuniyet derecesidir. Bu nedenle son yıllarda şirketlerin, çalışan
memnuniyetine verdikleri değer önemli ölçüde artmıştır. Çalışanların
memnuniyet derecesi, şirketin başarısını belirlemektedir. Bu iki kavram
birbirleriyle doğru orantılıdır. Çalışan memnuniyeti arttıkça şirketin başarısı
da artmaktadır, çalışan memnuniyeti azaldıkça şirketin başarısı da
azalmaktadır. İşinden memnun bir çalışan;

daha fazla istekle ve uzun süreli çalışır,

işlerinde daha verimli ve üretken olur,

daha kaliteli iş çıkarır,

kurallara (işe giriş/çıkış saati, giyim kuralları vb.) daha fazla uyum
sağlar,

Şirketlerini geliştirmeye önem verir,

çevresindekilerle (müşteriler, çalışma arkadaşları vb.) ilişkisi daha
düzenlidir, bu sayede çalışma arkadaşlarının da, müşterilerinin de
memnuniyet derecesini arttırır.
İşinden memnun olmayan çalışanların iş değiştirme olasılıkları
yüksektir. Kaybedilen her çalışan ciddi bir maliyet, bilgi ve hatta imaj
kaybına neden olabilmektedir. İş değiştiren çalışanların dezavantajları şu
şekilde sıralanabilir;

Şirket adına yaptığı çalışmaları, şirket ile paylaşmadan ayrılması,

Ayrılırken aldığı tazminatlar,

Aldığı eğitimler, öğrendikleri ve öğretebilecekleri

Ayrılan çalışanın dahil olduğu ve halen devam eden projelerin
yarım kalması

Yerine alınacak kişinin seçme-yerleştirme, oryantasyon çalışmaları

Çalışma arkadaşlarını
düşürmesi. (Öz, 2013)
olumsuz
75
etkilemesi,
motivasyonlarını
Çalışan memnuniyeti kavramı seri üretimin başladığı 1930’lu yıllarda
ortaya çıkmıştır. Çalışan memnuniyetinin teorik temelleri ise motivasyon
kuramları ile ortaya atılmıştır.
Bu çalışmanın amacı özel bir şirkette çalışan personelin memnuniyet
derecesinin ölçülmesidir. Bu amaçla öncelikle çalışanın memnuniyet
derecesini belirleyen bir ölçek geliştirilmiş, daha sonra bu ölçek özel bir
şirketin çalışanlarına uygulanmıştır.
Çalışmanın ilk bölümünde motivasyon kavramına değinilmiş ve
motivasyon kuramları araştırılmıştır. Literatürde sıklıkla karşılaşılan 3
motivasyon kuramı tarih sırası ile incelenmiştir.
İkinci bölümde çalışan memnuniyeti kavramı incelenmiş ve çalışan
memnuniyetine etki eden bireysel ve organizasyonel faktörler araştırılmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise uygulama gerçekleştirilmiştir.
Uygulamada öncelikle ölçek geliştirilmiştir. Ölçek geliştirilirken
motivasyon kavramları, literatür taraması sonucunda elde edilen bazı
memnuniyet ölçekleri ve uygulamanın yapılacağı şirkette çalışan kişilerin
görüşleri göz önüne alınmıştır. 15 maddeden oluşan 5’li likert ölçeğinde bir
anket geliştirilmiştir. Geliştirilen anketin iç tutarlılığı güvenirlik analizi ile,
yapı geçerliliği ise faktör analizi ile test edilmiştir. Yapılan testler
sonucunda geliştirilen ölçeğin güvenilir ve geçerli olduğu sonucuna
varılmıştır.
Anket özel bir şirketin çalışanlarına uygulanmıştır. 86 kişiye anket
yollanmış 77 kişiden geri dönüş sağlanmıştır. Ankete katılan bireylerin
demografik özellikleri incelenmiş ve her bir maddeye verilen cevaplar tek
tek analiz edilmiştir. Sonuç olarak analize konu olan şirket çalışanlarının
genel memnuniyetlerinin iyi bir düzeyde olduğu tespit edilmiştir.
76
1. MOTİVASYON KAVRAMI VE KURAMLARI
1.1. Motivasyon Nedir?
Çalışanların
işlerinden
memnuniyetlerinin
sağlanmasında
kullanılabilecek olan araçların ne olduğu ve bu araçların nasıl
kullanılacağını anlayabilmek için öncelikle motivasyon kavramını ve
kuramlarını incelemek yerinde olacaktır. Motivasyon, bireyin bir işe
başlama veya öğrenmeye geçme isteği olarak tanımlanabilir
(Sarıoğlu,2007). Motivasyon bireyleri davranışa iter ve bu davranışın şiddet
ve enerji düzeyini belirler. Ayrıca davranışlara yön verir ve devamını sağlar
(Arık, 1996).
1.2. Motivasyon Kuramları
Motivasyon kuramları psikoloji biliminde geniş yer tutar (Ağırbaş,
Çelik & Büyükkaşıkçı, 2005). Çalışanların motivasyonun sağlanması iş
hayatının önemli konuları arasında yer almaktadır. Çünkü motivasyon hem
çalışanın hem de şirketin performansında önemli rol oynamaktadır.
Motivasyon kuramlarından en önemlileri Maslow’un İhtiyaçlar
Hiyerarşisi, Herzberg’in Çift Faktör Teorisi ve Alderfer’in ERG Teorisi’dir.
1.2.1.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Abraham Harold Maslow 1943’te İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramını öne
sürmüştür. Maslow (1976) teorisinde, insanları motive eden ihtiyaçları beş
boyutta sıralamıştır (Şekil 1).
İnsanlar en alttaki gereksiniminin karşılanmasının ardından bir üstteki
gereksinim kategorisine yönelirler. Her ihtiyaç karşılandığında bir sonraki
önem kazanır.
77
Kendini Gerçekleştirme
İhtiyaçları
Saygınlık İhtiyaçları
Sosyal İhtiyaçlar
Güvenlik İhtiyaçları
Fizyolojik İhtiyaçlar
Şekil 1: Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Bir ihtiyacın ortaya çıkması daha alt seviyedeki başka bir ihtiyacın
tatmin edilmesine bağlıdır. Bir alt seviyedeki ihtiyaç tatmin edilmediği
sürece hiyerarşik sıralamada onun üzerindeki ihtiyaçlar kendisini
hissettirmezler. Yani birinci sıradaki ihtiyaç karşılanmadan ikincisi, ikinci
ihtiyaç karşılanmadan üçüncüsü kendini hissettirmez. (Jerome, 2013).
1.2.2.
Herzberg’in Çift Faktör Teorisi
Bu teori Maslow’ un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi yaklaşımından sonra
geliştirilen en klasik teoridir. Frederick A. Herzberg, Maslow’un kuramını
geliştirmiş ve Çift faktör teorisi olarak isimlendirdiği tezini araştırmalarıyla
desteklemeye çalışmıştır. Herzberg de temelde, Maslow gibi, motivasyon
için gerekli ihtiyaçların varlığını savunmuştur.
Herzberg, 1959’da Amerika’da 200 muhasebeci ve mühendisten oluşan
bir grup üzerinde araştırma yapmıştır. Araştırmaya katılan bireylerden iş
yerlerinde kendilerini çok iyi ve çok kötü hissettikleri zamanlarını detaylı
bir şekilde yazmaları istenmiştir (Teck-Hong & Waheed, 2011). Herzberg
çalışmasının sonucunda çalışanları etkileyen birbirinden bağımsız iki farklı
faktör ortaya çıkarmıştır. Bunlar iş tatminine yol açan motive edici faktörler
ve iş tatminsizliğine yol açan hijyen faktörlerdir (Şekil 2).
78
Motive Edici Faktörler
Hijyen Faktörler
İşin Yerine Getirilmesi
Şirket Politikası
Tanınma
Denetim
Sorumluluk
Yönetici ile İlişkiler
Terfi Etme
Çalışma Koşulları
Gelişme
Ücret
Çalışma Arkadaşları
İş Güvenliği
Şekil 2: Herzberg’in Çift Faktör Teorisi
1.2.3.
Alderfer’in ERG Teorisi
Clayton Alderfer, 1972’de Maslow’un ihtiyaçlar teorisini
basitleştirerek, insan ihtiyaçlarını başlıca üç gruba ayırmıştır. Bunlar Var
olma, ait olma ve gelişme ihtiyaçlarıdır (Şekil 3). Alderfer’in ERG
Teorisinde de Maslow’un teorisinde olduğu gibi bir sıralama vardır
(Arnolds & Boshoff, 2002).
79
Varolma İhtiyaçları
Ait Olma İhtiyaçları
Gelişme İhtiyaçları
Şekil 3: Alderfer’in ERG Teorisi
2. ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ
2.1. Memnuniyet Nedir?
Türk dil kurumunun Genel Türkçe Sözlüğü’nde memnuniyet kavramı
“Memnun olma, sevinç duyma, sevinme” olarak tanımlanmaktadır. Bir
başka ifade ile memnuniyet, elde edilenlerin beklentileri karşılaması
ve/veya üstüne çıkılmasıdır (Sökmen, 2011).
İş ise, geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
şeklinde tanımlanmaktadır (Çabukel, 2008). Buradan yola çıkarak da
çalışan memnuniyeti, kişinin yaptığı işten memnun olması, mutluluk
duyması, işini severek yapması olarak tanımlanabilir.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda, müşteri memnuniyeti ile
çalışanların memnuniyet seviyeleri arasında doğrusal bir ilişki olduğu
saptanmıştır. Aynı zamanda şirket kârlılığı, müşteri sadakati ve çalışan
memnuniyeti, arasında da olumlu bir ilişki vardır. Şirket kârlılığı, şirketin
ürettiği ürünlerden ya da hizmetlerden memnun olan müşterilere bağlıdır.
Müşteri memnuniyeti ve sadakati ise, işinden memnun çalışanlar tarafından
sunulan kaliteli hizmete/ürüne bağlıdır (Emhan, & Gök, 2011). Ayrıca
araştırmalar iş memnuniyeti sağlamış çalışanların daha uzun süre
yaşadığını, daha sağlıklı, daha mutlu, daha yardımsever, daha güvenilir,
daha az eleştirel ve daha az şüpheci olduğunu ortaya koymuştur (Paksoy,
2007).
80
Çalışan memnuniyetinde önemli olan, işin özellikleriyle çalışanların
isteklerinin birbirine uyumlu olmasıdır. İş memnuniyeti, çalışanların işin
yapısından, yönetimden, iş arkadaşları ile ilişkilerinden, çalışma ortamından
ve başarı değerleme ve takdir sisteminden memnuniyetlerinden
oluşmaktadır. Bu bağlamda iş memnuniyeti, çok sayıda önemli
değişkenlerle ilişkilendirilebilir (Okumuş, Mete, Bakiyev & Kaçire, 2013).
2.2. Çalışan Memnuniyetine Etki Eden Faktörler
Çalışanların memnuniyetine etki eden faktörler bugüne kadar birçok
araştırmaya konu olmuş ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Öncelikle
çalışanların memnuniyetine etki eden faktörleri ikiye ayrı kategoride
incelemek yerinde olacaktır.
2.2.1.
Bireysel Faktörler
Bireysel faktörler kişinin kendisi ile ilgili olan demografik özelliklerdir.
Bu kapsamda cinsiyet, yaş, eğitim durumu ve kıdem incelenecektir.
Cinsiyet: İş memnuniyeti ile ilgili beklentiler cinsiyete göre değişim
gösterebilmektedir. Örneğin kadınlar iş hayatında çalışma koşulları ve
sosyal ilişkilere önem verirlerken, erkekler ise ücret, kariyer gelişmesi,
ilerleme fırsatları gibi konulara daha fazla önem vermektedirler.
Yaş: Çalışanların yaşı iş memnuniyeti ile ilgili önemli bir faktördür.
Yapılan araştırmalar yaş ilerledikçe iş doyumunun da arttığını ortaya
koymuştur (Cevher, 2015). Genç çalışanların yükselme ve iş güvencesi
bakımından beklentileri çok daha yüksek olabilmektedir.
Eğitim Durumu: Çalışanların Eğitim durumu çalışma hayatından
beklentileri etkileyen önemli değişkenlerden biridir. Eğitim düzeyi
yükseldikçe çalışma yaşamından beklentiler artmakta, işe yüklenen anlam
ve beklentiler çeşitlenmektedir.
81
Kıdem: Kıdemin, yani çalışanların şirketteki hizmet sürelerinin çalışan
memnuniyetine etki ettiği düşünülmektedir. Buna göre işte uzun süre kalan
kişinin memnuniyet derecesinin daha yüksek olması beklenmektedir.
2.2.2.
Organizasyonel Faktörler
Organizasyonel faktörler, işin kendisi ile ve çalışılan şirket ile ilgili
faktörlerdir. Motivasyon kuramları, literatürdeki diğer çalışmalar ve bu
çalışmada görüşme yapılan kişilerden alınan bilgiler göz önüne alınarak
organizasyonel faktörler aşağıdaki kapsamda ele alınmıştır.
Terfi: Terfi, çalışanın şirketin hiyerarşik yapısı içerisinde ilerleme
olanağının olup olmamasıdır. Eğer birey, yapacağı başarılı çalışmalar
sonucunda daha yüksek bir pozisyona getirilebileceğini bilirse, bu olumlu
sonuç, çalışan memnuniyetine de olumlu yansıyacaktır (Aşan & Erenler,
2008).
Ücret: Şirket tarafından, çalışanın emeği karşılığında sağlanan ödeme (para,
ekonomik yararlar, sosyal katkılar, olanaklar vb.) çalışan memnuniyetinin
sağlanmasında önemli bir etkendir.
Yöneticiler: Yöneticinin tutum ve davranışları, çalışanların memnuniyet
düzeylerini etkileyen önemli unsurlardan bir diğeridir. Yöneticinin
sergilediği davranış tarzı, çalışanların bekledikleri yöneticilik tarzı ile
uyumlu olmadığında, çalışanların tatminsizlik yaşamasına neden
olabilmektedir.
Ek İmkanlar: Parasal ve parasal olmayan (ulaşım, yemek, sağlık hizmetleri
vb. gibi) imkanların olması veya olmaması, çalışanların işlerinden tatmin ya
da tatminsizlik duymalarına neden olabilmektedir.
Olası Ödüller: Tanınma ve iyi bir iş yapıldığında o iş için bir ödül alma
olasılığının bulunması, yada takdir edilmesi çalışan memnuniyetini olumlu
yönde etkileyebilmektedir (Aşan & Erenler, 2008).
82
Çalışma Ortamı: Çalışma ortamının düzenli olması ve çalışanların
birbirleri olan olumlu ilişkileri çalışan memnuniyetini olumlu yönde
etkileyebilmektedir.
İletişim: Çalışanın şirketteki diğer bireylerle iletişiminin istenen düzeyde
olması, bilgi alışverişinin sorunsuz yapılabilmesi çalışan memnuniyetini
olumlu yönde etkileyebilmektedir.
3. UYGULAMA
3.1. Araştırmanın Amacı
Bu çalışmada amaç; özel bir şirkette çalışan personelin memnuniyet
derecesinin ölçülmesidir. Bu amaçla öncelikle Çalışan memnuniyetinin
derecesini belirlemek için bir ölçek geliştirilmiştir. Daha sonra geliştirilen
ölçek özel bir şirkette çalışan personele uygulanmıştır.
3.2. Likert Ölçeği
Çalışan memnuniyetinin ölçülmesi için en uygun yöntem, geçerli ve
güvenilir bir ölçeğin kullanılmasıdır. Tutumları ölçmek için geliştirilen
ölçeklerde en çok kullanılan yöntem Likert’in “Toplamlı Sıralama
Yöntemi” dir. Likert Tutum Ölçeği, tutumları en kolay ve doğrudan ölçen
bir yöntemdir. Likert ölçeği 1932'de Rensis Likert tarafından geliştirildiği
için bu şekilde adlandırılmıştır. Bu ölçekler bir şahsın tek bir objeye karşı
gösterdiği tutuma ilişkili olarak hazırlanmış cümle serisini içerir. Likert
ölçeğinde, cevaplayıcılar her bir cümleyi onaylama derecesini göstermek
üzere yönlendirilir. Bireye bir cümle sunulur ve onun üç, beş ya da yedi
seçeneği olan ölçekte, katılıp katılmadığı sorulur. Likert ölçeklerinde bir
soru sorulmamaktadır, cevaplayıcıların görüşlerini ve ilgili tutuma/ifadeye
katılım düzeylerini belirlemeye imkan tanımaktadır (Köklü, 1995). Söz
konusu nedenlerden dolayı “Çalışan Memnuniyetine İlişkin Tutum Ölçeği”
Likert Ölçeği ile hazırlanmıştır.
Ölçek “Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”,
“Katılmıyorum”, “Hiç Katılmıyorum” şeklinde derecelendirilmiştir.
Memnuniyet dereceleri “Tamamen Katılıyorum”dan başlamak üzere 5’ten
83
1’e doğru sıralanmıştır. Bu şekli ile ölçeğin deneme formundan alınabilecek
en düşük toplam puan 15 , en yüksek puan ise 75’tir.
Araştırma evrenini, İstanbul’da bulunan uluslararası özel bir yazılım
şirketin Türkiye şubesinde görev yapmakta olan kişiler oluşturmaktadır.
Şirketin bölge yöneticilerinden uygulama yapmak için izin istenmiş ve
şirket isminin yayınlanmaması koşuluyla gerekli izinler verilmiştir. Likert
tipi ölçeklerde genelde, madde sayısının 4 ya da 5 katı kişiye uygulanması
tavsiye edilmektedir. Bu nedenle, çalışan sayısı da az olduğu için örnekleme
yöntemi uygulanmamıştır. Geliştirilen ölçek internet ortamında, yönetici
kadrosunda bulunan kişiler hariç, toplamda 86 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğe
77 kişi dönüş yapmıştır. Toplanan veriler İstatistik Paket Programı olan
SPSS’e girilmiştir. Likert tipi bir tutum ölçeğinde, bir maddeden elde edilen
puanların sürekli değişken olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca, ölçekte yanıt
seçenekleri ikiden fazladır ve seçenekler içinde tek bir doğru yanıt
bulunmamaktadır.
3.3. Güvenirlik Analizi
Likert tipi ölçeğin temel varsayımlarından biri ölçekteki her bir
maddenin aynı tutumu ölçtüğüdür. Bunun için güvenirlik analizi
yapılmaktadır. Güvenirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar
arasındaki tutarlılık olarak tanımlanabilir (Büyüköztürk, 2012). Güvenirlik
analizi ise ölçmede kullanılan araçların güvenirliğini değerlendirmek
amacıyla geliştirilmiş bir yöntemdir.
Likert tipi bir tutum ölçeğinde güvenirlik düzeyini saptamak için iç
tutarlılığın bir ölçütü olan Cronbach tarafından geliştirilen Cronbach's
Alpha katsayısının kullanılması uygun olmaktadır. 15 maddeden oluşan
ölçeğin Cronbach's Alpha katsayısı 0.937 çıkmıştır. Sonuç olarak ölçeğin
yüksek derecede güvenirliğe sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte
Cronbach's Alpha katsayısı yalnız başına yeterli değildir. Sağlıklı bir
değerlendirme yapabilmek için Item Total Statistics değerlerinin de
incelenmesi gerekir.
Ölçekteki maddelerin ölçeğe katkısını incelemek için Madde Bütün
İstatistiklerine bakılır. Burada “Madde Silindiğinde Ölçek Ortalaması” ve
“Madde Silindiğinde Ölçek Varyansı” değerlerinin birbirlerine yakın olması
84
beklenir aksi halde çalışmaya katılan bireylerin ölçülmeye çalışılan özellik
konusunda aynı fikirde olmadıkları düşünülür ve güvenilirlik kestirimi
yanıltıcı olabilir.
Madde Bütün Korelasyon değeri ölçekle ölçülmek istenen tutumu
ölçmede, her bir maddenin ölçme gücünü belirler. Bu değerlerin negatif
olmaması ve +0,25’ten büyük olması istenir. Bu koşulu sağlamayan
maddelerin ölçekten çıkarılması önerilmektedir.
“Madde Silindiğinde Cronbach Alfa” değeri hesaplanan Cronbach Alfa
değerinden yüksek olan madde var ise o maddenin ölçekten çıkarılması
önerilmektedir (Alpar, 2001).
85
Tablo 1: Madde Bütün İstatistikleri
Madde
Silindiğinde
Ölçek
Ortalaması
Madde
Silindiğinde
Ölçek
Varyansı
Madde Bütün
Korelasyonu
Madde
Silindiğinde
Cronbach
Alfa
m1
49,69
122,717
,554
,935
m2
50,87
122,246
,549
,936
m3
49,79
118,035
,720
,931
m4
50,77
118,050
,669
,933
m5
50,68
115,985
,705
,932
m6
50,01
119,066
,506
,938
m7
50,03
115,578
,763
,930
m8
50,03
115,789
,783
,930
m9
49,90
118,936
,623
,934
m10
50,10
114,805
,800
,929
m11
49,65
119,046
,683
,932
m12
49,86
116,414
,738
,931
m13
49,39
119,478
,690
,932
m14
49,91
114,978
,772
,930
m15
51,16
117,081
,694
,932
86
Tablo 1’de görüldüğü gibi, ilgili madde silindiğinde geriye kalan
maddelerin toplanması ile elde edilen değişkenlerin ortalamaları ve
varyanslarında aşırı bir değişiklik yoktur. Ayrıca, tüm maddelerin, madde
silindiğindeki Cronbach-Alfa sayısı çok fazla değişiklik göstermediği ve
madde-bütün korelasyon katsayıları 0.25’ten büyük olduğu için hiçbir
madde çıkarılmamış ve tüm maddeler ölçeğe alınmıştır.
Geliştirilen ölçekteki maddelere verilen puanların toplanabilir özellikte
olması beklenmektedir. Ölçeğin toplanabilir Ölçek tipinde hazırlanıp
hazırlanmadığı Tukey'in Toplanabilirlik Testi ile belirlenmektedir (Akgül,
& Çevik, 2003). Tukey'in Toplanabilirlik Test değeri 0,678 olarak
hesaplanmıştır. Bu değer 0,05 değerinden büyük olduğu için “Maddelerin
toplanabilirlik özelliği mevcuttur.” hipotezi kabul edilir.
3.4. Faktör Analizi
Faktör Analizi, bir ölçekteki maddelerin birbirini dışta tutan daha az
sayıda gruplara (faktörlere) ayrılıp ayrılmadığını görmek (madde
indirgeme) amacıyla kullanılmaktadır. Böylece aynı faktörü ölçen maddeler
bir araya toplanarak oluşan gruba (faktöre) bu maddelerin içeriğine göre bir
isim verilmeye çalışılır. Faktör analizi ile bir ölçme aracının tek boyutlu
olup olmadığı da test edilmiş olunur.
Faktör analizi tüm veri yapıları için uygun olmayabilir. Kaiser-MeyerOlkin (KMO) katsayısı ve Bartlett Sphericity testi verilerin faktör analizi
için uygun olup olmadığını göstermesi açısından önemlidir (Tuna, Bircan &
Yeşiltaş, 2012). KMO test değeri, anket uygulanan kişi sayısının yeterli
olup olmadığını belirlemek için kullanılır. Bu değerin 0,50’nin üzerinde
olması gerekmektedir. KMO değeri 0,906 çıkmıştır. Bu değer 0,50’den
büyük olduğu için anket uygulanan kişi sayısının yeterli olduğu sonucuna
varılır.
Bartlett Test değeri de 0,05’den küçük çıkmıştır, yani maddeler
arasında ilişki vardır ve bu veri üzerinde faktör analizi yapılabilmektedir.
87
Tablo 2: Bileşen Matrisi
Bileşen
1
m1
,612
m2
,601
m3
,761
m4
,718
m5
,746
m6
,557
m7
,808
m8
,824
m9
,675
m10
,837
m11
,732
m12
,783
m13
,738
m14
,815
m15
,737
88
Faktör analizi sonucuna göre, Tablo 2 Bileşen Matrisinde görüldüğü
gibi, bu çalışmada tüm maddeler tek bir grup altında toplanmış ve ölçme
aracının tek boyutlu olduğu görülmüştür. Yani ölçekteki tüm maddeler aynı
kavramı ölçmektedir. Faktör yük değerlerinin 0,45’den fazla olması iyi bir
ölçüttür. Bu çalışmanın sonuçlarına göre faktör yük değerleri 0,601 ile
0,837 arasında değişmektedir.
3.5. Demografik Bilgilerin Değerlendirilmesi
Ankete katılan bireylerin cinsiyetine bakıldığında %40’ının kadın
olduğu, %60’ının da erkek olduğu görülmektedir.
Ankete katılan bireylerin çoğunluğunu (%61’ini) 26-33 yaş aralığındaki
insanlar oluşturmaktadır. Sadece %1’lik bir kısım 18-25 yaş aralığındadır.
42 yaş ve üstü kişilerin oranı ise %6’dır.
Ankete katılan bireylerin %50’si Lisans mezunudur. Yüksek Lisans ve
üstü yerlerden mezun olanların oranı ile yüksekokuldan mezun olanların
oranı aynıdır (%25).
Ankete katılan bireylerin araştırma yapılan şirkette çalışma sürelerine
bakılırsa; %60’ı 0-5 yıl arası bu şirkette çalışmaktadır. %26’sı 6-10 yıl
arası, %9’u 10-15 yıl arası, %5’i ise 16 veya daha fazla yıldır bu şirkette
çalışmaktadırlar. Bu sonuçlara göre, katılımcılar içerisinde büyük bir
çoğunluğun 0-5 yıldır bu şirkette çalışanlardan oluştuğu görülmektedir.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Çalışan memnuniyeti konulu bu çalışmada, özel bir şirkette çalışan
memnuniyetinin ölçülmesi ve bir ölçek geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Literatür taraması sonucu elde edilen çalışan memnuniyeti anketleri,
psikolojide önemli bir yer tutan motivasyon kuramları ve araştırma yapılan
şirket çalışanlarının şirket hakkındaki görüşleri göz önüne alınarak 15
maddeden oluşan bir ölçek geliştirilmiştir. Ölçeğin değerlendirilmesi için
güvenirlik ve faktör analizi uygulanmıştır. Ölçek 5’li likert tipindedir ve
“Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”, “Katılmıyorum”,
“Hiç Katılmıyorum” şeklinde derecelendirilmiştir. Memnuniyet dereceleri
“Tamamen Katılıyorum”dan başlamak üzere 5’ten 1’e doğru sıralanmıştır.
89
Çalışanlardan her bir maddeye katılma seviyelerini belirtmeleri istenmiştir.
Analiz sonuçlarına göre aşağıda sıralanan maddelere büyük oranda yüksek
puanlar verilmiştir.


Şirkette bilgi ve becerilerimi sergileme olanağına sahibim.
Kendimi bu iş yerine ait hissediyor ve bu iş yerinde çalışmaktan
gurur duyuyorum.
 Birim içi ve birimler arası bilgi alışverişi yaparken sorun
yaşamıyorum.
 Yaptığım iş karşılığında aldığım ücret yeterlidir.
 Çalışanların dile getirdiği şikayet ve öneriler dikkate alınmaktadır.
 Kendimi şirketin değerli bir üyesi olarak görürüm.
 İşimde terfi olanağım vardır.
 Yönetim başarı gösteren çalışanları çeşitli biçimlerde ödüllendirir,
takdir eder.
 Yönetim, yaratıcı ve yenilikçi düşüncelerin üretilmesini teşvik
etmektedir.
 Yönetime kolaylıkla ulaşabiliyorum.
 Çalışma ortamı temiz ve düzenlidir.
Bu maddeler dışında kalan ve çalışma arkadaşları ile ilgili olan 2
maddede kararsız kalınmıştır.
 Çalışanlar arasında gruplaşmalar, dedikodular vs. olmaz.
 Çalışma arkadaşlarım birbirleri ile iyi anlaşmaktadır.
Rekabet ortamlarında bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerinde
anlaşmazlıklara varılması beklenen bir durumdur. Ayrıca yine rekabet
ortamlarında ve çalışan sayısının çok olduğu durumlarda gruplaşmaların
olması da kaçınılmazdır. Şirket çalışanları için sosyal etkinlikler (piknik,
çeşitli oyun turnuvaları, iş gezisi vb.) düzenleyerek çalışanların birbirleri ile
daha iyi anlaşmalarını sağlayabilir ve gruplaşmaların önüne geçebilir.
Ölçekteki 2 maddeye verilen cevaplarda ise büyük çoğunluk olumsuz
görüş bildirmişlerdir.
 Şirketin sağladığı sağlık hizmeti olanaklarından memnunum.
 Şirkete ulaşım olanaklarından memnunum.
Genel olarak bakılırsa; anket sonucu çıkan sonuçlar beklendiği gibidir
ve şirketin genel durumunu doğru olarak yansıtmaktadır.
İlerleyen çalışmalarda,
90



Aynı şirketin farklı ülkelerdeki şubelerinde bu çalışmada
geliştirilen ölçek kullanılarak ülkeler arası çalışan memnuniyetinin
kıyaslaması yapılabilir.
Çalışanların iş memnuniyeti ile yaşam memnuniyeti arasındaki
ilişki incelenebilir.
Çalışan memnuniyeti ile şirket başarısı arasındaki ilişki
incelenebilir.
91
KAYNAKLAR
Ağırbaş, İ., Çelik, Y. & Büyükkaşıkçı, H. (2005). Motivasyon Araçları Ve İş
Tatmini: Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Hastane Başhekim Yardımcıları
Üzerine Bir Araştırma. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 8(3)
Akgül, A. & Çevik, O. (2003). İstatistiksel Analiz Teknikleri. Ankara: Seçkin
Yayınevi.
Alpar, R. (2001). Spor Bilimlerinde Uygulamalı İstatistik. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
Arık, İ.A. (1996). Motivasyon Ve Heyecana Giriş. İstanbul: Çantay Kitabevi.
Arnolds, C.A. & Boshoff, C. (2002).Compensation, esteem valence and job
performance: an empirical assessment of Alderfer's ERG theory. Int. J. of Human
Resource Management 13:4 p.697-719
Aşan, Ö. & Erenler, E. (2008). İş Tatmini Ve Yaşam Tatmini İlişkisi. Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13, 2 203-216
Büyüköztürk, Ş. (2012). Sosyal Bilimler için Veri Analizi El Kitabı. Ankara: Pegem
Akademi
Cevher, E. (2015). İş Doyumunu Etkileyen Faktörler: Butik Otel Çalışanları Üzerine
Bir Araştırma. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3, 7, 152-165
Çabukel, R. (2008). Çalışan Memnuniyeti Analizleri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Emhan, A. & Gök, R. (2011). Bankacılık Sektöründe Personel Memnuniyeti ve
Örgütsel Bağlılık Arasındaki İlişkilerin Araştırılması. Muhasebe ve Finansman
Dergisi, 51
Jerome, N. (2013). Application of the Maslow’s hierarchy of need theory; impacts
and implications on organizational culture, human resource and employee’s
performance. International Journal of Business and Management Invention, 2, 3, 3945
Köklü, N. (1995). Tutumların Ölçülmesi ve Likert Tipi Ölçeklerde Kullanılan
Seçenekler. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 28, 2
Okumuş, F., Mete, M., Bakiyev, E. & Kaçire, İ. (2013).Umutsuzluk, Tükenmişlik ve
İş Memnuniyeti Kavramları Arasındaki İlişkinin Analizi: Eğitim Sektöründe Bir
Uygulama. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 12, 47, 191-200.
Öz, M. (2013). Çalışanların Memnuniyet Araştırması Nedir? 01/12/2015
http://stratejikileti.blogspot.com.tr/2013/04/calsanlarn-memnuniyet-arastrmasnedir.html
Paksoy, H.M. (2007). Üniversitelerde Akademik Personelin İş Memnuniyeti: Harran
Üniversitesi Örneği. Selçuk Üniversitesi Karaman, İibf Dergisi, 2/9
92
Sarıoğlu, B. (2007). Çalışan Memnuniyeti Ve Akaryakıt İstasyonları Çalışanlarının
Memnuniyet Boyutları Ve Öncelikleri Üzerine Bir Araştırma. İstanbul: Marmara
Üniversitesi.
Sökmen, A. (2011). Öğrenci Memnuniyetine Yönelik Ankara’daki Bir Meslek
Yüksekokulunda Araştırma. İşletme Araştırmaları Dergisi, 3/4 66-79
Teck-Hong, T.& Waheed, A. (2011). Herzberg's Motıvatıon-Hygıene Theory And
Job Satısfactıon In The Malaysıan Retaıl Sector: The Medıatıng Effect Of Love Of
Money. Asian Academy of Management Journal, Vol. 16, No. 1, 73–94
Tuna, M., Bircan, H. & Yeşiltaş, M. (2012). Etik Liderlik Ölçeği’nin Geçerlilik Ve
Güvenilirlik Çalışması: Antalya Örneği. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, 26, 2, 143-155
93
TÜRKİYE’DE REEL DÖVİZ KURUNUN
UZUN DÖNEM DENGE DEĞERİ
Sema AŞIK
Yük.Ekonomist, semaa.asik@gmail.com
ÖZET
2001 yılında meydana gelen krizin ardından esnek döviz kuru sistemini
benimseyen Türkiye’de döviz kurları uzunca bir süre yataya yakın bir seyir
izledikten sonra özellikle 2010 yılının ardından artış trendine girmiştir. Piyasada
belirlenen döviz kurunun gerçek değeri yansıtıp yansıtmadığı sorusu her zaman
iktisatçıların öncelikli soruları arasında yer almıştır. Bu amaçla döviz kurunun uzun
dönemdeki seyrini veya bir diğer deyişle ortalama değerini neyin belirlediği sorusu
iktisatçılar tarafından cevaplanmaya çalışılmıştır
Döviz kurunun uzun dönem denge değerini açıklamak üzere literatürde dış
ticaret teorisi, satın alma gücü paritesi ve Balassa-Samuelson hipotezi yer
almaktadır. Bu çalışmalar içerisinde teorik çerçevede en güçlü içeriğe sahip olan
Balassa-Samuelson hipotezi, uzun dönem döviz kurunun seyrinin bir ülke içindeki
ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan sektörlerdeki verimlilik farkından
kaynaklandığını savunmaktadır. Bu amaçla bu çalışmada Balassa-Samuelson
hipotezinin Türkiye’de döviz kurunun uzun dönemdeki seyrini açıklamada başarılı
olup olmadığı sorusunun cevabı araştırılmıştır. Elde edilen bulgular BalassaSamuelson hipotezinin Türkiye’nin döviz kurlarının uzun dönemdeki seyrini
açıklamada başarılı olduğunu göstermiştir.
Anahtar Sözcükler: : Reel Döviz Kuru, Balassa-Samuelson Etkisi, Verimlilik
ABSTRACT
LONG-RUN EQUILIBRIUM VALUE OF REAL EXCHANGE RATE
IN TURKEY
After the crisis occurred in 2001, adopting flexible exchange rate system in
the Turkey where exchange rate has entered into increase in growth trend especially
following close to horizontal for a long time since in 2013. The question is whether
or not market-determined exchange rate is reflect real value of exchange rate has
been always located among the priority issue of economists. For this purpose, the
long-term trend in the exchange rate or the problems in other words what
determines the average value was tried to be answered by economists.

Bu çalışmanın orjinali Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans Tez Kuruluna sunulmuştur.
94
The exchange rate of long-term describe to the equilibrium value is located
foreign trade theory, purchasing power parity and the Balassa-Samuelson
hypothesis in the literature. In this study, with the most powerful Balassa-Samuelson
hypothesis, long-term foreign currency that is subject to within a country's exchange
rate trend and argues that due to the differences between traded and non-tradable
sector productivity. With this aim, in this study, in Turkey the long-term exchange
rate explaining is successful whether of its answer of questions investigated. The
findings have viewed that the Balassa-Samuelson hypothesis is successful exchange
rate explain in Turkey.
Keywords: Real Exchange Rate, Balassa-Samuelson Effect, Productivity.
GİRİŞ
Türkiye ekonomisi 2001 yılında en ağır ekonomik krizlerinden birini
yaşamıştır. Bankacılık sektöründe başlayan ve çok kısa zamanda
ekonominin tüm alanlarına yayılan bu kriz, daha önceden izlenen sabit kura
dayalı enflasyonla mücadele programının terk edilmesine ve yerine esnek
kur rejimine dayanan enflasyon hedeflemesi stratejisinin benimsenmesine
neden olmuştur.
Enflasyon hedeflemesi stratejisinin temel önkoşullarından biri esnek kur
stratejisinin benimsenmesidir. Bir diğer deyişle döviz kurunun değerinin
belirlenmesi arz talep koşullarına bırakılmıştır. Bu durumda döviz kurunun
değeri gün içerisinde ekonomik birimlerin döviz alım ve döviz satım
kararları tarafından belirlenecektir. Ancak piyasa koşulları tarafından
şekillendirilen döviz 1 kurunun uzun dönemdeki gerçek değeri yansıtıp
yansıtmadığı konusu, iktisatçılar için her zaman önemli bir araştırma
konusu olmuştur. Bu bağlamda döviz kurunun değerinin nasıl belirlendiği
ile ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bu teoriler içinde en öne çıkanları
dış ticaret teorisi, satın alma gücü paritesi teorisi ve Balassa-Samuelson
hipotezidir.
Balassa-Samuelson hipotezinin geliştirilmesine yön veren en önemli
olay 1944’te uygulamaya konan Bretton Woods Sistemi’nin 1970’li yıllara
gelindiğinde çökmesidir. Ancak teorik olarak ele alınan bu konunun ampirik
olarak incelenmesi daha çok Avrupa Birliği'nin genişleme süreci ile
olmuştur. Avrupa Para Birliği (EMU: European Monetary Union),
Maastricht ve Kopenhag kriterlerine katılım ve ülkelerin yakınsama
büyüklükleri çerçevesinde Balassa-Samuelson etkisinin test edilmesine
95
yönelik çalışmaların sayısı 90’lı yıllarda artış göstermiştir. Ülkelerin
yakınsama sürecinde yaşadığı zorluklar sebebiyle, döviz kurları son yirmi
beş yıldır gelişmekte olan ve geçiş ekonomilerinde, politika yapıcıların
tartışmalarının merkezinde olmuştur. Döviz kuru ve iktisadi faaliyet
arasındaki ilişki ve yine gelişmekte olan ülkelerdeki reel döviz kurunun
uzun dönemli seyrinin özellikleri deneysel belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu çalışmada esnek kur rejimine geçilmesiyle uzun dönemde reel kurun
uzun dönem değerini belirleyen faktörler belirlenmeye çalışılmaktadır.
Bunun için ulusal ve uluslararası verimlilik farklarının uzun dönemde döviz
kurunun ortalama değerini açıklayıp açıklamadığı incelenmiştir.
Birinci bölümde reel döviz kurunun uzun dönem seyrini açıklamaya
yönelik üç temel yaklaşım açıklanmaya çalışılacaktır. Bunlar makro
ekonomik değişkeni dış ticaret haddine dayanan dış ticaret yaklaşımı,
kümülâtif tüketici endekslerini karşılaştırmayı öngören satın alma gücü
paritesi yaklaşımı ve bir ülkede belli bir teknoloji seviyesinde üretilen ve
çeşitli verimlilik düzeylerine sahip malların özellikle taşıma maliyetleri,
kotalar ve tarifeler nedeniyle ticarete konu olamayan malların ticarete konu
olamayacakları ve bu sebeple satın alma gücü paritesinde sapmalar
meydana getireceğini savunan Balassa-Samuelson yaklaşımıdır.
İkinci bölümde uzun dönemli reel döviz kurunu açıklamaya çalışan
ampirik çalışmaların bulgularına yer verilmiştir. Özet başlıkları olarak
sanayileşmiş ve sanayileşme yolundaki ülkelere ek olarak Türkiye için
yapılan çalışmalar da ayrı bir bölümde ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde ise Balassa-Samuelson etkisini ölçmek amacıyla
gerçekleştirilen ekonometrik tahmin yer almaktadır. Ekonometrik analiz
yapılırken ilk olarak veri setlerine ADF testi uygulanarak durağan olup
olmadıkları araştırılmıştır. Daha sonra değişkenler arasındaki uzun dönemde
eşbütünleşmenin mevcut olup olmadığı test edilmiştir. Analizde kullanılan
değişkenler ve tahmin sonuçları ile uzun dönem denge döviz kuru değerine
bir açıklama getirilmeye çalışılmıştır.
1. DÖVİZ KURUNUN ÖNEMİ VE DÖVİZ KURUNUN UZUN
DÖNEM SEYRİNİ AÇIKLAYAN TEORİLER
1.1. Döviz Kurunun İktisadi Faaliyetler Açısından Önemi
Döviz kurları diğer fiyatlar gibi bir fiyattır ve mal piyasaları ile ilgilidir.
Döviz kurlarındaki değişmeler, ekonomik faaliyetlerin seyrini
etkilediğinden, döviz kuru değişmelerinin istikrarlı bir çizgi izlemesi,
96
ekonomik istikrarı olumlu yönde etkileyecektir. Bu nedenle döviz
kurlarındaki değişim de tıpkı diğer fiyatlarda olduğu gibi ekonomik istikrar
açısından incelenmeli ve önemli bir ekonomik gösterge olarak ekonomik
faaliyetleri etkileme ve ekonomik faaliyetlerden etkilenme gücü dikkate
alınmalıdır. (Yıldırım, 2003)
Döviz kurunun iktisadi faaliyetler üzerindeki rolü ve etkileri şu şekilde
sıralanabilir:
1. Döviz kuru ülke içinde, ticarete konu olan ve ticarete konu
olmayan malların fiyatlarını, sermaye mallarını ve emek gücünü,
ithalat ve ihracat gibi makro büyüklükleri etkiler.
2. Varlık fiyatı olarak sermaye akımlarını etkiler.
3. Kısmen maliyetler tarafından bir parasal aktarım vektörü olarak
enflasyon oranlarını etkiler.
4. Önemli ölçüde hem kısa hem uzun dönemde toplam talebi
etkiler.
Kötü yönetilen döviz kurları, ekonomik büyüme için negatif sonuçlar
doğurabilir. Aşırı değerlenmiş döviz kurları veya ülkedeki döviz eksikliği
gibi faktörlerden etkilenen makro ekonomik çevrimler, büyümeyi olumsuz
yönde etkileyebilmektedir (Rodrik, 2008). Bunların yanında döviz kurları,
ulusal firmaların dış rekabet gücüne de zarar vermektedir. Dışa açık
ekonomilerde, firmaların fiyatlama gücü, döviz kurunun iç fiyat seviyesini
etkileme gücünden gelmektedir. Düşük enflasyona sahip ülkelerde düşük
fiyatlama gücü olmaktadır. Döviz kuru değer kaybetmesi durumunda ülke
içi fiyat seviyesi değişmesi sonucu bu durumdan maliyetler olumsuz yönde
etkilenmektedir (Taylor, 2000).
Şekil 1’de Euro ve Dolardan oluşan döviz kuru sepetinin seyri yer
almaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’nin ve ticaret ortaklarının ekonomik
performanslarının döviz sepetinin uzun dönemdeki seyri üzerinde değişim
meydana getirip getirmediği incelenmek istenmektedir.
97
Şekil Hata! Belgede belirtilen stilde metne rastlanmadı.: Euro-Dolar Kur Sepeti
(Ocak 2002-Temmuz 2015) (Haftalık)
Kaynak: TCMB
1.2. Döviz Kurunun Belirleyicileri
1.2.1. Kısa Dönemde Döviz Kurunun Belirleyicileri
Döviz kurlarının uzun dönemli belirleyicilerini açıklamadan önce kısa
dönemdeki belirleyicilerini incelemek faydalı olacaktır. Döviz kurları kısa
dönemde, uzun döneme nazaran, daha hızlı değişimler göstermektedir.
Uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle döviz kurunun kısa
dönem değeri daha da hızlı değişir hale gelmiştir. Bu hızlı değişimin
kaynağını açıklamak için birçok çalışmada (Mussa,1984; Dornbusch,1976;
Frenkel & Rodriquez,1982) rasyonel beklentiler yaklaşımıyla tutarlılık arz
eden varlık fiyatlarının döviz kuru değerinin üzerindeki rolünü
incelenmiştir. Döviz kuru yabancı bir varlık olan dövizin ulusal para
cinsinden fiyatıdır (Dornbusch, 1976). Bu fiyatın oluşumunda faiz paritesi
koşulu öne çıkmaktadır.
1.1.1.1
Beklentiler Yaklaşımı
Rasyonel beklentiler teorisi, Muth (1961) tarafından “Rasyonel
Beklentiler ve Fiyat Hareketleri Teorisi” adıyla yayınlanan makaleye
dayanmaktadır. Bu çalışmada enflasyonist dönemlerde ekonomik
birimlerin, uyumcu beklentilerden (adaptive expectations) ziyade, rasyonel
98
beklentilere (rational expectations) sahip olduğu iddia edilmiştir. Bu
bağlamda rasyonel beklentiler teorisinin iktisat bilimine getirdiği yeniliğin,
beklentiler konusu olduğu açıktır.
Rasyonel beklentiler teorisi, etkin piyasalar hipotezine dayanır. Bu
hipotezde tarafsız risk ajanları tarafından ulaşılabilir her bilginin, spot ve
forward döviz kurunu belirlemede kullanıldığı varsayılır ve spekülasyonun
geri dönüş oranının sıfır olması beklenir (Baillie, Lippens ve Mcmahon,
1983). Bir diğer deyişle forward döviz kuru piyasalarında risk priminin sıfır
olması beklenir.
Denklem 1’de 𝑒𝑡 , doğal logaritması alınmış 𝑡 tarihindeki spot döviz
kurunu, 𝐼𝑡 ise 𝑡 zamanındaki bilgiyi göstermektedir. 𝐸[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] ifadesi ise 𝑛
dönem sonrasına ilişkin kur beklentisini vermektedir. Rasyonel beklentiler
hipotezinde, kur beklentisinin gelecekte karşılaşılacak kur değerine eşit
olacağı varsayılmaktadır ki gelecekte piyasada karşılaşılacak kur değeri
𝑀[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] biçiminde gösterilmiştir.
𝑀[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] = 𝐸[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ]
(1)
Rasyonel beklentiler hipotezine göre piyasaya katılımcı olarak giren
ekonomik birimlerin her birinin ayrı ayrı beklentisi mevcuttur ve herkesin
aynı bilgiye sahip olduğu varsayılır. Rasyonel beklentiler altında tüm
ekonomik birimler gerçekleşecek piyasa kuruna ilişkin beklentiye sahip
olacaktır (Hsieh, 1984).
1.3.1.1.1
Faiz Paritesi Koşulu
Faiz paritesi koşulu, tek fiyat kanunun para piyasasına uygulanmış
biçimidir. Bu koşul, farklı iki ülkede, belli bir sermayenin belli bir dönem
sonunda getirilerinin eşit olacağını iddia eder. Teoriye göre beklenen
enflasyon oranlarındaki değişmeler nominal faiz oranlarına yansıtılır
(Parasız ve Yıldırım, 1994). Aynı risk sınıfındaki yatırımlara, değişik ülke
piyasalarında aynı faiz ödenir. Eğer ülkeler arasında aynı risk düzeyindeki
faiz oranları arasında bir farklılık varsa bu farklılık arbitraj olanağı doğurur;
fonlar düşük faizli ülkeden yüksek faizli ülkeye aktarılarak ülkeler arasında
faiz oranlarının eşitlenmesini sağlar.
Ülkeler arasındaki faiz farklılığı bir yandan faiz arbitrajı doğururken,
diğer yandan da spot kur ile gelecekteki kur arasındaki ilişkiyi belirler.
Diğer bir deyişle, spot kurlara oranla gelecekteki kurların yaptığı prim veya
iskonto bu iki ülkenin faiz oranları arasındaki farka bağlıdır. İşlem
99
giderlerinin bulunmadığı bir durumda, eğer uluslararası finansal piyasaların
etkin işlediği varsayılırsa, bir ulusal paranın diğerine göre gelecekteki prim
veya iskonto oranı tam olarak aynı risk düzeyindeki yatırımların faiz
oranları farkına eşitlenecektir. Anında teslim (spot) döviz kuruna göre, bu
faiz farkı oranında bir prim veya iskonto doğuran gelecekteki döviz kuruna
faiz paritesi kuru adı verilir. İdeal koşullar altında faiz paritesi kurunun
gerçekleşmesi ile para piyasaları arasında denge sağlanmış olur (Van Horne
ve Wachowicz,Jr, 2008).
Farklı ülkelerde tasarruf yapan tipik bir yatırımcının mevcut olduğunu
varsayalım. Yurtiçi para birimi Türk lirası yabancı para birimi ise Amerikan
doları olsun. Bu yatırımcı Türkiye’de yatırım yaparsa 𝑖 faiz oranını
alacaktır. Eğer parasını 𝑒 döviz kuruyla Amerikan dolarına dönüştürürse bu
kez dolara ödenen faiz olan i∗ faizini alacaktır. Eğer Türkiye’deki faizler
yüksekse ( 𝑖 > 𝑖 ∗ ) herkes elindeki doları liraya dönüştürecektir ve lira
değerlenecektir, kur faiz farklılığından etkilenecektir (Denklem 2). Bu
durum faiz getirileri eşitleninceye kadar devam edecektir ki bu eşitlik
Denklem 3’te gösterilmiştir (Chinn, 2007).
ft,t+1
et
(2)
ft,t+1
et
(3)
(1 + i) > (1 + i∗t )
(1 + i) = (1 + i∗t )
Denklem 2’de ve Denklem 3’de yer alan ft,t+1 terimi, t döneminde t+1
dönemi için belirlenen future döviz kurunu ifade etmektedir.
1.2.2. Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Belirleyicileri
Kısa dönemde olduğu gibi uzun dönemde de döviz kurlarının seyri
dalgalanma göstermektedir. Döviz kurunun uzun dönemdeki seyri ekonomi
politikalarıyla ilişkili olabileceği gibi ekonomilerin karakteristiklerinden de
kaynaklanabilmektedir (Kasman, Turgutlu ve Konyalı, 2005).
Bilindiği üzere ekonomik krizlerin sebeplerinden biri, ekonomide
meydana gelen dengesizliklerdir. Cari açık bu dengesizliklerin başında
gelenlerden biridir. Cari açık ile bağlantılı olan en önemli faktör ise sermaye
ithalatıdır. Cari açık hem büyümeden kaynaklanan talep artışından hem de
kısa vadeli sermaye hareketlerinin belirlediği döviz kurundan
etkilenmektedir (Erbaykal, 2007).
100
Türkiye kronik yüksek cari işlemler açığı ile karşı karşıya kalan ve bu
nedenle birçok defa kriz yaşamış bir ülkedir. 1994 ve 2001 krizlerinin en
önemli göstergelerinden biri, cari açığın milli gelire oranının belirli bir
kritik eşiği aşmış olmasıdır. Türkiye’de cari açığın en önemli nedeni ithalat
artış hızının ihracat artış hızından büyük olması ve sürekli şekilde yüksek
dış ticaret açığı verilmesidir. Üretim için gerekli girdilerin önemli bir kısmı
ithalat ile karşılandığından ithalatı düşürmek ancak büyümeden fedakârlık
ederek mümkün olabilmektedir (Çiftci, 2014).
Döviz kuru ile enflasyon ilişkisine bakıldığında, açık ekonomilerde,
ihracata ve ithalata konu olan nihai malların ve girdilerin fiyatını
değiştirmesi bakımından belirsizliğin, yerli fiyatların tespit edilmesinde
hesaba katılan bir faktör olması ve ücret endekslemesi gibi çeşitli yollarla iç
piyasa fiyatlar genel düzeyini etkilemektedir. Dolayısıyla enflasyon ve
döviz kuru arasında uzun dönemli güçlü bir ilişki vardır (Işık ve ark, 2004).
1.2.2.1. Dış Ticaret Teorisi
Dış ticaret yaklaşımında ülke parasının değeri, ticaret ortağı ülkelerle
yapılan mal ve hizmet alımı-satımı ile açıklanmaya çalışılır. İktisadi karar
birimleri mal ihraç ettikçe piyasaya döviz arz ederler; mal ithal edeilmek
için ise döviz talep ederler. İthalat ve ihracat döviz kurunun fonksiyonu
olduğundan, döviz kuru ihracat arz eğrisi ile ithalat talep eğrisinin kesiştiği
noktada dengeye gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, denge döviz kuru, döviz
talebini (ithalat) döviz arzına (ihracat) eşitlemektedir. Bu durumda, ithalat
talebi arttığı zaman döviz kuru yükselmekte, ihracat arttığı zaman ise
düşmektedir.
Döviz kuruna müdahale olmadığı ve sermaye hareketlerinin olmadığı bir
durumda, ticaret dengesinin dengede olması beklenir. Denklem 4’de B
yurtiçi para birimi ile ticaret dengesini, P x ihraç malların ulusal para
cinsinden fiyatını, X dış dünya ithalatını (bir diğer deyişle ilgili ülkenin
ihracatını), 𝑒 döviz kurunu, PM ithal malların döviz cinsinden fiyatını, M ise
ilgili ülkenin ithalatını göstermektedir.
B = PX X − ePM M = 0
(4)
Döviz kurunun değeri, ihracatın ulusal para cinsinden değerinin ithalat
döviz cinsinden değerine bölünmesi ile bulunur. Bu durum Denklem 5’te
gösterilmiştir.
101
PX X = ePM M
→
e=
PX X
PM M
→e=
PX X
.
PM M
(5)
Denklem 5’e göre döviz kurunun değeri dış ticaret dengesindeki fazla
veya açığa göre artmakta ya da azalmaktadır (Müslümov, Hasanov,
Özyıldırım, 2003). İhracatın parasal değerinin ithalatın parasal değerinden
büyük olmas, ulusal paranın dış değerinin yükselmesine neden olur.
Tersine, ithalatın parasal değerinin ihracatın parasal değerini aşması ise,
ulusal paranın değer kaybetmesine neden olur. Buradan ithalat ve ihracatı
etkileyen tüm faktörlerin ülke parasının değerini etkilediği sonucuna
ulaşılabilir.
Dış ticarete konu olan mallar çok sayıdadır. Bu nedenle döviz kuru tek
bir malın fiyatının karşılaştırılması ile değil, tüm malların fiyatlarının
karşılaştırılması ile tespit edilir ki bu da karşımıza dış ticaret hadlerini
çıkarmaktadır. Dış ticaret (net ihracat) hadleri (DTH veya NDH), ihraç
malların fiyatlarının ithal malların fiyatlarına oranıdır. Denklem 6’da NDH,
ihracat fiyat endeksinin (𝑃𝑋 ) ithalat fiyat endeksine ( 𝑃𝑀 ) oranını ifade
etmektedir. Dış ticaret hadleri oranı bize bir birim ihraç malı ile ne kadar
ithal mal alınabileceğini gösterir.
NDH =
Px
Pm
(6)
Dış ticareti yapılan malların ve hizmetlerin fiyatlarında zaman içinde
meydana gelen değişmeler, ticaret yapan ülkeleri avantajlı ya da
dezavantajlı duruma sokabilir. Bir ülkenin ticaretinin iyiye doğru ya da
kötüye doğru gittiğini bu endeksler yardımıyla anlaşılabilmektedir. Bundan
dolayı ülkelerin uluslararası rekabet gücünü yansıtan önemli bir gösterge
olarak alınabilir.
Net değişim hadleri sadece nispi fiyat değişimlerini kapsadığından çok
çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Ticaret hadlerinde meydana gelen bir
artış varsa, bu artış reel ulusal gelirin kesin olarak arttığı anlamına
gelmeyecektir. Dış ticaret hadlerindeki bu artış, ticaret hacminin büyük
ölçüde daralmasına karşılık gerçekleşmiş ise bu durumda ülke reel anlamda
refah kaybına uğramış olabilir (Aslan ve Yörük, 2008).
Net değişim ticaret hadlerinin eksikliğinin ortaya çıktığı ikinci bir konu
da, verimlilik değişmelerini yansıtamamasıdır. Eğer bir ülkenin ihracat
102
kesiminde daha ileri tekniklerin kullanılması sonucunda, dış ticaret
hadlerinin bozulma nedeni, ihracat fiyatlarının düşmesi ise, bu durumda
ülkenin refah kaybından söz edilmez. Çünkü söz konusu ülke, düşük
fiyatlardan daha fazla ihracat yapabileceği için, ülke refahının arttığı
söylenebilir. Ayrıca, net değişim hadlerindeki artış ihraç fiyatlarındaki
yükselmeyi veya ithal fiyatlarındaki azalmayı gösterdiğine göre, bu kamu
tasarruflarını teşvik edebilir (Hepaktan ve Karakayalı, 2009).
Ulusal paranın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, yerli paraya
göre ithal malı fiyatlarını arttırır; bu da dış ticaret hadlerinin paydasında bir
artışa yol açar. Diğer taraftan ulusal paranın değer kaybı, yabancı paraya
göre ihracat fiyatlarını düşürür. Bu durumda, dış ticaret hadlerinin payında
bir azalmaya neden olur ve doğal olarak döviz kuru değişikliği karşısında
dış ticaret hadlerinin bozulacağı kabul edilir (Gürbüz ve Çekerol, 2002).
Özet olarak teori; bir ülkenin nispi çıktı düzeyindeki bir artışın, dış
ticaret haddinde bir iyileşme ve net dış yükümlülüklerin hacminde bir
azalma ve bunların hepsinin de, reel döviz kurunun değerlenmesiyle
paralellik taşıyacağını ima etmektedir. Bunun aksini söylemek de
mümkündür (Şimşek, 2004).
1.2.2.2. Satın Alma Gücü Paritesi
Satın alma gücü paritesi (SAGP) kavramı, I. Dünya Savaşı sırasında
çöken finansal sistemin nasıl restore edileceği konusunda çıkan tartışmalar
neticesinde ortaya çıkmıştır. Savaş öncesinde döviz kuru, iki ülke arasındaki
nispi altın değerini yansıtıyordu. Savaş sona erdiğinde ülkeler, fiyat
seviyelerini ve kamu finansmanını en az zararla savaş öncesi seviyesine
getirme problemiyle karşı karşıya geldiler. Bu problemin kaynağı olarak
savaş sırasında ülkelerin yaşadığı farklı enflasyon deneyimleri görüldü. Bu
problemin çözümü olarak, Gustav Cassel (1918) nispi altın paritesini
ayarlamak üzere satın alma gücü paritesini bir araç olarak kullanmayı
önerdi. Temelde bu düşüncede iki ülke arasındaki kümülâtif enflasyon
oranları farklarını, satın alma gücü paritesini altın standardı paritesine
ayarlamak ve eski seyrine devam etmesi için kullanmayı önermekteydi
(Rogoff, 1996).
1.2.2.2.1. Tek Fiyat Kanunu
SAGP (mutlak ya da nispi) rekabetçi bir pazarda karşılaşılan tek fiyat
kanununa dayanır. Buna göre, belirli bir malın fiyatı her yerde her zaman
103
aynı olacaktır. SAGP’de ticarete konu olan mal, mekânsal arbitraj
sonrasında güçlü ya da mutlak sürümü şeklini alır (Dornbusch, 1985).
Denklem 7’da P yurtiçi fiyatları; 𝑃 ∗ yabancı ülkedeki fiyatları, e ise döviz
kurunu göstermektedir.
𝑒𝑃 ∗ = 𝑃
(7)
Bir malın yurtiçindeki fiyatı (𝑃), o malın yurtdışındaki fiyatının döviz
kuru ile çarpımına eşittir ( 𝑒. 𝑃 ∗ ). BU eşitlik bize döviz kurunun
belirleyicisinin iki ülke fiyatlarının birbirine oranı olduğunu ifade
etmektedir. Denklem 8’de döviz kurunun uzun dönemdeki temel
belirleyicisinin yurtiçi fiyatların yurtdışı fiyatlara oranı olduğunu
göstermektedir.
e=
P
P∗
(8)
SAGP önceden de belirtildiği gibi tek fiyat kanununa dayanmaktadır.
Tek fiyat kanunu varsayımının geçerliliğinde bazı kısıtlar vardır. Bunlardan
ilki teorinin taşıma maliyetlerini dikkate almamasıdır ve bu durum
literatürde sınır etkisi (MacCallum, 1995) olarak adlandırılmaktadır.
Oysaki taşıma maliyetleri, azımsanamayacak kadar büyük etkilere sahiptir.
Gerçek hayatta birbirlerinden uzak iki ülkede taşıma maliyetleri doğal
olarak daha yüksek olacaktır (ve CIF (maliyet ve sigorta ücretleri) FOB gibi
başka masraflar da mevcuttur). Bu maliyetlerin fiyatlara yansıması
kaçınılmazdır. Ancak Denklem 8’de ifade edilen eşitlik, bu maliyetlerin
fiyatlar üzerindeki etkisini dikkate almamaktadır. Tek fiyat varsayımı
üzerindeki bir değer kısıt ise ticaret getirilen kotalar, tarifeler ve diğer
ticaret engelleridir. Bu dış ticaret politikası araçlarının da malların fiyatları
üzerinde etkisi olacağı açıktır ancak varsayım bu unsurları dikkate
almamaktadır.

Mekânsal arbitraj: Farklı coğrafi piyasalardaki fiyat farklarından yaralanmak için yapılan
mal ticaretidir. Bir malı ucuz olduğu zaman satın alıp, pahalı olduğu zaman satıldığı, zamansal
arbitraj çeşidi vardır.
104
1.2.2.2.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi
SAGP iki alt başlıkta incelenebilir. Bunlar mutlak ve nispi SAGP’dir.
Mutlak SAGP’de farklı ülkelerdeki tüketicilerin bu ülkelerde homojen mal
sepetini tükettikleri varsayılmaktadır. Bu durumda döviz kuru, bu mal
sepetlerinin fiyatlarını yansıtan fiyat endekslerinin birbirine oranlanması ile
bulunur (Dornbusch, 1985).
e=
P
yerli mal sepetinin parasal değeri
=
P ∗ yabancı mal sepetinin parasal değeri
(9)
Bu teoriye getirilecek eleştiriler genellikle tüketim sepetinin içeriğiyle
ilişkilidir. İlk olarak farklı ülkelerdeki üretilen malların tamamı ticarete
konu olmamaktadır ve farklı ülkelerdeki tüketicilerin tüketim kalıpları
ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu haklı eleştiriler karşısında bir
grup iktisatçı farklı ülkelerde farklı tüketiciler tarafından tüketilen homojen
mal arayışına girişmişlerdir. Ekonomist dergisi basit bir ölçüm olarak
dünyadaki tüm McDonald's'larda satışa konu olan Big Mac hamburgerin
fiyatlarını Amerikan doları ile karşılaştırmıştır (Taylor ve Taylor, 2004).
Ölçüm için iyi bir ürün olmasına karşın bu ürünlerde taşıma maliyetlerinin
olmaması, özel sosların ve dondurulmuş sığır etlerinin yüksek derecede
işlem maliyetleri içermesi ve restoranların istihdam ettikleri işçilerin
emeğinin ticarete konu olmaması bu üründen hareketle SAGP’ne dayalı
döviz kurunun hesaplanmasını şüpheli kılmaktadır.
1.2.2.2.3. Nispi SAGP
Nispi SAGP, iki ülkenin fiyatlarının mutlak büyüklüğünün değil, mal
fiyatlarının enflasyon farklarının karşılaştırılmasıdır. Denklem 9’da, %∆𝑃,
yerli fiyatların yüzdesel değişimini; %∆𝑒 , döviz kurunun yüzdesel
değişimini; %∆𝑃∗ ise yabancı fiyatların yüzdesel değişimini ifade
etmektedir.
%∆𝑃 = %∆𝑒 + %∆𝑃 ∗
(10)
Taylor (2004) tarafından yapılan çalışmaya göre, iki farklı ülkede aynı
mal sepetinin mevcut olup olmadığını belirlemek zordur. Bu nedenle, belirli
bir süre içinde döviz kurundaki yüzde değişimi, aynı dönemde söz konusu
ülkelerde sadece enflasyon oranlarındaki farkı netleştirmek için nispi
105
SAGP’ni test etmek daha uygundur. Uygulamada kolaylık sağladığı için
tüketici fiyat endeksleri (TÜFE) kullanılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır
ki Bir ülkede üretilen bütün mallar ticarete konu olmadığı için fiyat
endekslerinin içeriği de ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.
SAGP’ye yönelik eleştirilerin oldukça güçlü özellikler göstermesi, uzun
dönemde SAGP’nin döviz kurundaki değişimi açıklama noktasında yetersiz
olabileceğini göstermiştir. Yapılan ampirik çalışmalar SAGP’nin döviz
kurunun uzun dönemdeki seyrini açıklama noktasında yetersizlikler
içeridiğini göstermiştir. Bu nedenle iktisat yazınında döviz kurunun uzun
dönemdeki seyrini açıklamak için yeni teoriler geliştirilmiştir. Bunlardan
biri de Balassa-Samuelson hipotezidir.
1.2.2.2.4. Balassa-Samuelson Hipotezi
Balassa ve Samuelson, birbirinden ayrı olarak yaptıkları çalışmalarda
reel döviz kurunun ortalama değerinin açıklanmasında SAGP’nin yetersiz
kalacağını ve SAGP’nin yıl içinde çeşitli geçici parasal dalgalanmalara
maruz kalacağını ve bu sebeple ülke parası aşırı değerli veya değeri düşmüş
gibi görünebileceğine vurgu yaparak eleştirmişlerdir (Samuelson, 1964).
Yazarlar tarifeler, kotalar ve ticaret engellerinin yokluğunda SAGP’nin
ancak ticarete konu olan mallar için geçerli olabileceğini kabul etmişlerdir.
Buna ilaveten yazarlar uluslararası verimlilik farklarının ve ücretlerin iç
fiyatları etkileyerek mutlak satın alma gücünden uzun dönemde kalıcı
sapmalar meydana getireceğini ifade etmişlerdir. Yazarlar tarafından
geliştirilen teoride, ekonomik verimliliğin artması sonucu fiyatların
düşeceği, bu sayede sektörün ürettiği malın ticaretinin artacağı ifade
edilmiştir. Ülke içinde ve sektörler arasında işçi gruplarının rekabeti
sonucunda ücretler de artacak ve tüm bu gelişmeler sonucunda ülke içi fiyat
seviyesi yükselecektir. Dolayısıyla reel döviz kuru uzun dönemde ticaret
yapılan ülkeye göre değerlenecektir (Balassa, 1964).
1.2.2.2.4.1. Teorik Çerçeve
Balassa-Samuelson hipotezi iki ülkenin (A ve B ülkeleri), iki malın
(ticarete konu olan T ve ticarete konu olmayan NT mallar) aynı üretim
fonksiyonuyla (Cobb-Douglas üretim fonksiyonu) üretildiği varsayımlarına
dayanır. Ayrıca sektörler arası mobilitenin tam olduğu ve ekonominin tam
istihdam düzeyinde olduğu da varsayılır.
Denklem 11 ve Denklem 11a, bize ticarete konu olan ve olmayan
mallara ilişkin Cobb-Douglas üretim fonksiyonlarını vermektedir. Buna
göre Y toplam çıktıyı, θ ticarete konu olan malların GSYİH’den aldığı payı,
106
Ф ticarete konu olmayan malların GSYİH’dan aldığı payı, A toplam faktör
verimliliğini, L işgücünü, K ise sermayeyi göstermektedir (Rogoff, 1992).
Y T = AT LT
1−θ
Y NT = ANT LNT
KT
1−Ф
θ
KT
(11)
1−Ф
(11a)
Ülkeler arasında ticarete konu olan ve olmayan mal sektörlerindeki nispi
fiyatlar, sektörel verimlik farklarıyla ilgilidir. Ticarete konu olmayan mal
sektöründe verimlilik artışı sonucu mal fiyatları düşer fakat işçi ücretleri
yükselmez. Bu sektördeki ücret artışları ticarete konu olan sektördeki
verimlilik artışıyla ilgilidir. Denklem 12b’de işçi grupları arasındaki
rekabetten dolayı üretim yapılan her iki sektörde ücretler eşitlenir. Denklem
12’de T ve NT indisleri ticarete konu olan ve olmayan sektörleri, w,
nominal ücretleri; P, fiyatları; A, verimliliği göstermek üzere;
w T − P T = AT
(12)
w NT − P NT = ANT
(12a)
w T = w NT = w
(12b)
AT + P T = ANT + P NT
(13)
P NT − P T = AT − ANT
(13a)
107
Denklem 12b’de ücretlerin her iki sektörde eşitlenmesinden dolayı
verimlik ve ticarete konu olmayan sektör fiyatlarının eşitlemesi
görülmektedir. Verimlilik artışı sonucu ticarete konu olan sektördeki ücret
artışları, ticarete konu olmayan sektördeki ücretleri de yükseltecektir.
Ticarete konu olmayan sektördeki yükselen ücretler bu sektördeki nispi
fiyatları da yükseltecektir. Denklem 13a’da her iki sektörün fiyat düzeyleri
arasındaki fark, iki sektör arası verimlilik farkından kaynaklanmaktadır.
Denklem 14’de p, ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan fiyat
enflasyon düzeyini; GSYİH’nın her iki sektöre dağıldığı göz önüne
alınarak, 𝜃 ticarete konu olan malların ve (1- θ ) ticarete konu olmayan
sektörlerin GSYİH’dan yüzdelik olarak aldığı payları göstermektedir.
P = θP T + (1 − θ)P NT
(14)
P NT = P T + (AT − ANT )
(14a)
P = P T + (1 − θ)(AT − ANT )
(14b)
Denklem 14a ve ticarete konu olmayan sektördeki fiyat artış oranının
denklem 14’e göre ayarlanmış olduğunu varsayarak, denklem 14b’de
verimlilik artışı kaynaklı göreli fiyatlardaki eflasyonu ve bütünüyle iç fiyat
enflasyonunu Balassa-Samuelson içsel aktarım mekanizması ile
açıklamaktadır.
Denklem 15’de, r, reel döviz kurunu; 𝑃 ∗ , yabancı nominal fiyat
düzeyini; P, ticarete konu olan ve olmayan malların fiyatlarının ayrıldığı
denklem 14, denklem 15’de yerine koyulursa reel döviz kuru değişim oranı
denklem 15b’deki gibi yazılabilir;
𝑟 = 𝑒 + 𝑃∗ − 𝑃
108
(15)
∗
∗
∗
𝑟 = 𝑒 + 𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑇 + (1 − θ)(𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑁𝑇 ) − (1 − θ∗ )(𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑁𝑇 )
(15a)
∗
∗
𝑟 = −(1 − θ)[(𝑃 𝑁𝑇 − 𝑃 𝑇 ) − (𝑃 𝑁𝑇 − 𝑃 𝑇 )]
(15b)
Balassa-Samuelson’a göre, ticarete konu olan malların sektörlerinde
verimlilik farkları ve dolayısıyla ücret düzeylerinde farklılıklar farklı
büyüme seviyesinde olan iki ekonomide farklı fiyat seviyelerine yol açar.
Bir ülkede verimlilik artışı diğerinden daha yüksek olduğunda, enflasyon
etkisi yüksek olacaktır. Böylece, TÜFE bazlı reel kur uzun vadede
değerlenecektir (Égert, 2002). Diğer bir değişle ticarete konu olan sektörde
artan ücretler, işçi grupları arasındaki rekabet ve tam mobilite dolayısıyla
ticareti yapılmayan malların fiyatını arttıracaktır. Sonuç olarak, ticareti
yapılmayan malların göreli fiyat değişimleri reel döviz kurundaki
dalgalanmaların tek kaynağını oluşturmaktadır (Rogoff, 1992).
Son olarak Denklem 15b’de yer alan ifadeleri Denklem 13a’da yer alan
ifadelerde değiştirirsek reel döviz kurunun temel belirleyicilerini verimlilik
farkları cinsinden ifade etmiş oluruz.
𝑟 = −(1 − θ)[(AT − ANT ) − (AT∗ − ANT∗ )]
(16)
1.2.2.2.5. Ticarete Konu Olan ve Olmayan Mallar
Ayrımı
Reel döviz kurları üzerine teorik Balassa-Samuelson teorisinin literatürü
"ticarete konu olan" ve "dış ticarete konu olmayan" mallar ayrımına
dayanır. Bu çerçevede birçok çalışmada imalat sanayi "ticarete konu olan"
ve hizmetler sektörü ve tarım "dış ticarete konu olmayan" malları üreten
sektörler olarak ele alınmaktadır. Fakat Marston (1986) Japonya ve
Amerika’yı, Drine ve Rault (2002) 6 Asya ülkesini incelediği çalışmalarda,
imalat ve tarım sektörlerini ticareti yapılan ana sektörler yanında avcılık,
ormancılık ve balıkçılık gibi sektörleri de ilave etmiştir. Bu da ticarete konu
olan malların coğrafi farklılık gösterebilmesi açısından önemli bir işaret
olarak değerlendirilebilir.
109
Balassa ve Samuelson uzun dönemde ticarete konu olan mallar için
SAGP’nin geçerli olduğunu savunur. Bu sebeple SAGP test etmekte hem
üretici hem de tüketici fiyat endekslerinin kullanılması yaygındır. Buna ek
olarak Gregorio ve ark. (1994) çalışmasında, ihracatı yapılmış malın,
toplam üretilen mallara oranının %10’u geçmesi halinde o malı ticarete
konu olan mal olarak kaydetmişlerdir (De Gregorio ve Giovannini, 1994).
Gregorio’nun bu çalışması sektörel ayrımın yapılmasındaki zorluğu
kolaylaştırmak açısından benimsenmiş gibi görülmektedir.
1.2.2.2.6. Verimlilik Göstergeleri
Verimlilik düzeyindeki farklılık sebebiyle SAGP’den sapmaları
açıklamak üzere Officer (1976) ile başlayan Balassa-Samuelson’un ampirik
testlerin gelişimi, veri setlerinin ulaşılabilir olması ve ekonometrik test
tekniklerinin gelişmesiyle birlikte geniş bir alana yayılmıştır. BalassaSamuelson etkisinin ölçmek için prensip olarak iki ülke arasında toplam
faktör verimliliği karşılaştırılmalıdır. Ancak mevcut verilerle olanaksızdır.
Ayrıca sermaye stoku verilerinin olmaması ve ticarete konu olan malın
üretim fonksiyonlarının tahmin edilememektedir (Halpern, ve Wyplosz,
2001).
Günümüzde daha çok gelişmekte olan ülkelerin veri setlerine ulaşmakta
yaşanan zorluklar nedeniyle, işgücü verimliliği, sektörel çıktının veya
sektörel katma değerin, sektörel çalışan sayısına bölünmesiyle elde edilen
sektörel verimlilik katsayıları analizlere sıklıkla dahil edilmiştir. Bundan
farklı olarak Halpern ve Wyplosz (2001), GSYİH’nın istihdama oranını, işçi
verimliliği göstergesi olarak ve aynı zamanda sektörel yatırımın sektörel
çıktıya oranı ve toplam doğrudan yabancı yatırımın toplam çıktıya oranı
olarak, iki açıklayıcı değişkenler üzerinde sektörel verimlilik göstergesi
olarak kullanmışlardır.
2. UZUN DÖNEM
LİTERATÜR
REEL
DÖVİZ
KURUNA
İLİŞKİN
Balassa-Samuelson etkisi testine konu olan ülkelerin gelişmişlik
derecelerinin faklılık göstermesi, bulunan sonuçların da farklı olabileceği
ihtimali ile üçe ayırmak faydalı görülmektedir. Çalışmalar şu şekilde
sınıflandırılabilir; sanayileşmiş ülkeler için yapılan çalışmalar, sanayileşme
yolundaki ülkeler için yapılan çalışmalar ve son olarak Türkiye için yapılan
çalışmalar.
110
2.1. Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun
Seyri
Balassa-Samuelson döviz kuru teorisini tarif ederken, Balassa (1964) ilk
defa verimlilik farklılıklarının döviz kuru üzerindeki etkisini açıklamak
üzere test etmiştir. Gelişmiş 12 ülke olan Belçika, Fransa, Almanya, İtalya,
Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, Japonya, Kanada, Birleşik Krallık ve
Amerika Birleşik Devletleri’ni analiz etmiştir. Analizinde SAGP ve GSYİH
arasındaki ilişkiye sıradan en küçük kareler yöntemiyle açıklama getirmeye
çalışmıştır. Ayrıca bu on iki ülkenin yedi tanesinde - Belçika, Fransa,
Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve ABD ülkeler arası çapraz
analizlerde, 1953 yılı verileri referans olarak kabul edilerek ve 1961 yılına
ait veriler kullanılarak, bir işçinin saatte ne kadar mal ürettiği verimlilik
göstergesi olarak, GSMH deflâtörü ve üretilen malların toptan satış endeksi
arasındaki ilişki analiz edilmiş ve aralarında istatistiksel olarak önemli
sayılabilecek bir ilişki tespit edilememiştir. 1950-1960 tarım, sanayi,
hizmetler ve kişi başına GSYİH sektörel verimlilik verileriyle yaptığı
çalışmanın sonucunda sektörel verilerin döviz kurunun belirlenmesindeki
rolü açığa çıkmıştır.
Marston (1986), 1973-1983 dönemini kapsayan Amerika ve Japonya
verileriyle, nispi verimlilik artışının reel döviz kuru ve nispi ücret artışı
üzerindeki etkilerini tahmin etmeyi amaçladıkları çalışmada, sektörel
nominal ve reel GSYİH, GSYİH deflâtörü verilerini kullanmıştır. BalassaSamuelson teorisini destekler ölçüde Japonya için verimlilik artışı sonucu
ticarete konu olan malların fiyatında bir düşüş yaşanmıştır.
De Gregorio ve Wolf (1994)’un analizi 1970-1985 dönemini kapsayacak
şekilde 14 OECD 2
ülkesinin verilerine dayanan çalışma, ticaret
hareketlerinin ve sektörler arasında açısından verimlilik farklılıklarının reel
döviz kurunun davranışı üzerindeki etkilerini incelemektedir. Analizde,
sektörel reel ve nominal katma değerler, sermaye stoku, istihdam ve faktör
getirileri, nominal döviz kuru, TÜFE, sanayileşmiş ülkelerin örtük GSYİH
deflâtörüne dayalı dünya fiyat düzeyi endeksi, birim ihracat ve ithalat
endeksleri, reel GSYİH’nın içindeki reel hükümet harcamalarının payı ve
kişi başına GSYİH verilerini tercih etmişlerdir. Reel döviz kuru için
Görünüşte ilgisiz Regresyonlar yöntemi ile (SUR) yaptıkları analizde elde
edilen sonuçların aksine, Balassa-Samuelson hipotezine zayıf bir destek
bulunmuştur.
Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya,
Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere ve Amerika.
2
111
Canzoneri ve diğ. (1996) çalışmasında, 1970-1991 dönemi için ticarete
konu olan ve olmayan malların sektörlerindeki verimlilik farklarının döviz
kuru üzerindeki etkisini ve ticarete konu olan mallar için SAGP’ni test
etmişlerdir. Çalışmada veri seti olarak, sektörel nominal ve reel katma
değer, istihdam, sektörel fiyatları seçmişlerdir. Sektörel verileri dolar ve
Mark cinsinden döviz kurları ile karşılaştırarak yorumlamışlardır. 13
OECD 3 üyesi ülkenin verilerini, Dickey-Fuller birim kök ve Tamamen
Değiştirilmiş En Küçük Kareler Yöntemleri ile test etmişlerdir. Güçlü bir
şekilde Balassa-Samuelson etkisini yansıtan kanıtlar elde etmişlerdir.
Ayrıca, yazarlar SAGP testinde, dolara göre ticarete konu olan mallar için
uzun dönemde büyük sapmalar tespit etmişlerdir. Marka göre SAGP ise,
Balassa-Samuelson etkisiyle tutarlı sonuç elde etmişlerdir.
MacDonald ve Ricci (2001), 10 gelişmiş ülkenin verileriyle yaptığı
çalışmada 1970-1991 dönemini incelemiştir. Dağıtım sektörünü döviz kuru
üzerindeki etkisini incelediği çalışmada, TÜFE bazlı reel döviz kuru
endeksini, nispi nominal faiz oranlarını, nispi net yabancı varlıkları, nispi
hükümet harcamalarını, tarım, imalat ve ulaştırma, depolama ve haberleşme
sektörü toplum, sosyal ve kişisel hizmetler, elektrik, gaz ve su, inşaat,
toptan ve perakende ticaret sektörü, toplam istihdam ve sektörlerdeki ücret
verilerini analize dahil etmiştir.Serilere ait durağanlık için Levin ve Lin
panel birim kök testini ve uzun dönemli ilişkilerin tahmininde ise dinamik
panel sıradan en küçük kareler yöntemleri kullanılarak elde etmiştir. Sonuç
olarak, ticarete konu olan mal sektöründeki gibi dağıtım sektöründeki
verimlilik kazanımlarının reel döviz kuru üzerinde benzer etkiye sahip
olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, dağıtım sektöründeki toplam ücretler bu
sektördeki rekabet ve verimlilik etkisini dışlamamasına rağmen anlamsız
kalmaktadır.
Papel ve Prodan (2003) gelişmiş 16 ülkeyi 4 kapsayan çalışmasında 1892
– 1996 gibi oldukça uzun bir veri setini SAGP’nin geçerliliğini ve BalassaSamuelson etkisinin varlığı açısından incelemiştir. Uzun dönem SAGP testi,
ilgili ülkenin verilerine ulaşılabildiği ölçüde, döviz kuru ve tüketici fiyat
endeksi
deflâtörleri
veya
GSYİH
deflâtörleri kullanılarak
gerçekleştirilmiştir. Analizde karşılaştırılacak temel ülke 1870’lere kadar
giden veri setiyle Amerika Birleşik Devleri alınmıştır. Ekonometrik ve
simülasyon kanıtları bir arada kullanılarak, SAGP’nin Cassel versiyonunu
Belçika Kanada, Danimarka, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İsveç
ve ABD.
4
Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya,
Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri.
3
112
10 ülke için desteklendiği ve Balassa-Samuelson’un önerdiği gibi
SAGP’nin 4 ülke için desteklendiği sonucuna varıldı. Bu çalışmanın önemi,
simülasyon testlerinin sonuncunda ADF testinin herhangi bir yapısal
değişim içeren verilerin gücünün zayıf olması yada hiç olmamasını
eleştirmesidir.
Faria ve Leon-Ledesma (2003) çalışmalarında, Balassa-Samuelson
hipotezini test etmek için modelin indirgenmiş bir formunu analiz
etmişlerdir. Buna göre 1960:1-1996:4 çeyreğine kadarki dönemi kapsayan
veriler esas alınarak Almanya, Japonya, Birleşik Krallık ve Amerika
Birleşik Devletleri’nin göreli fiyatları ve hâsılaları arasındaki ilişki farklı
ülke ikilileri arasında ampirik analize tabi tutulmuştur. Bu çalışmada, ADF
ve Phillips-Perron birim kök testi ve uzun dönemli eşbütünleşme ilişkisi
ARDL testi ile belirlenmiştir ve bu analiz sonucunda uzun dönemde
Balassa-Samuelson etkisinin varlığını destekleyen herhangi bir sonuca
ulaşılamamıştır. Ancak SAGP’nin geçerli olduğu görülmüştür.
Lothian ve Taylor (2004), 1820-2001 dönemini kapsayacak şekilde
ABD, İngiltere ve Fransa için, denge reel döviz kuru üzerindeki, belirgin
olarak doğrusal olmayan çerçevede ve reel döviz kuru volatilitesinde
kaymaya izin veren reel etkilerinin varlığını test ettikleri çalışmada,
istatiksel olarak Balassa-Samuelson etkisi, sterlin-dolar’ın uzun dönem
trendini yakalamakta ve varyasyonun %40’ını da açıkladığını tespit
etmişlerdir.
Martinez ve Reboredo (2007), OECD’ye üye G-7 ülkelerini ele aldığı
çalışmada, 1970 ve 1990 dönemini kapsayacak şekilde veri seti
oluşturmuştur. Nominal ve reel çıktı, yerli para ve dolar olarak sabit
fiyatlarla gayri safi sermaye stoku, sektörlerdeki çalışma saati veri setleriyle
analizi yapmışlardır. Ayrıca, sektörel fiyatları, deflâtörler yardımıyla
hesaplamışlardır. Araştırmacılar, ticarete konu olan ve olmayan sektörlerin
fiyatlarında eksik rekabetin rolünü araştırdıkları çalışmada, orijinal BalassaSamuelson modelinin aksine, toplam talebin mark-up fiyatlamayı
değiştirerek reel döviz kuru etkileyebileceği varsayımıyla analizi
gerçekleştirmişlerdir.
Ampirik
sonuçlara
göre,
toplam
talep
dalgalanmalarının mark-up fiyatlamadaki değişikliklere yol açtığını
göstermektedir. Araştırmacılar, Mark-up varyasyonlarının toplam talepteki
değişmeler yoluyla reel döviz kurunu etkileyen yeni bir kanal olduğu
görüşündelerdir.
Imai (2010), 1956-1970 dönemini inceledikleri çalışmada, Bretton
Woods sistemi altında Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) para
birimleri olan Japon yeni ve Amerikan doları arasındaki ilişkiyi
113
incelemişlerdir. GSYİH deflâtörü, toplam faktör verimliliği endeksi (TFV)
tüketici fiyat endeksi, toptan eşya fiyat endeksi verilerinin geometrik
ortalamasını alarak, Japon Yeninin dolar karşısında enflasyon içermesi
Balassa-Samuelson etkisi altında oluğunu göstermişlerdir. Ancak,
Japonya'nın en yüksek enflasyonunun kaynağı Japonya'nın dış ticarete konu
olan (üretim ve madencilik) sektörlerdeki ABD’nin karşılık gelen
değerlerinden büyük fiyat artışlarından kaynaklandığını görmüşlerdir.
2.2. Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz
Kurunun Seyri
Halpern ve Wyplosz (2001), analizde 1991-1999 dönemini kapsayacak
şekilde panel veri kullanarak, Sıradan En küçük Kareler yöntemi ve
Genelleştirilmiş En Küçük Kareler yöntemlerini kullanmışlardır. Sektörel
verimliliği GSYİH’nın istihdama oranını, işçi verimliliği göstergesi olarak
ve aynı zamanda sektörel yatırımın, sektörel çıktıya oranı ve toplam
doğrudan yabancı yatırımın toplam çıktıya oranı olarak, iki açıklayıcı
değişkenler üzerinde sektörel verimlilik göstergesi olarak kullanmışlardır.
Bu değişkenlere ait etki sanayi sektörüne oranla hizmetler sektöründe
önemli ölçüde daha büyük olmuştur. Balassa-Samuelson etkisinin varlığını
16 ülkenin 5 üretici fiyat endeksini ticarete konu olmayan mallar için test
etmişlerdir. Bu ülkelerde aşırı değerlenme dönemlerini, devalüasyonla ilgili
fiyat düşüşleri izlenmiştir. Bütün dönem boyunca, eğilim tüm ülkelerde
farklı edilmesine rağmen, geçiş ülkelerinde Balassa-Samuelson etkisinin
olduğunu göstermektedir.
Drine ve Rault (2001) 166 MENA7 ülkelerini içeren reel döviz kurunun
belirleyicilerini saptamak üzere yaptığı çalışmasında, veri setlerine
ulaşabildiği ölçüde 1960-1998 dönemini incelemiştir. Veri setlerine Im,
Peseran ve Shin birim kök testi ve Pedroni’nin panel data eşbütünleşme
testini uygulamışlar. Denge reel döviz kurunun seyri üzerinde, reel faiz
oranları, hükümet harcamaları, ekonominin dışa açıklık derecesi ve kişi
başına GSYİH’nın 7 ülke (Bahreyn, Mısır, Ürdün, Kuveyt, Morokko,
Suriye ve Tunus) için önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, Balassa-Samuelson hipotezini MENA ülkeleri için destekler
sonuç elde etmişlerdir.
Bulgaristan, Slovakya, Ermenistan, Hırvatistan, Slovenya, Azerbaycan, Çek Cumhuriyeti,
Makedonya (Eski Yugoslav Cumhuriyeti), Rusya, Macaristan, Estonya, Ukrayna, Polonya,
Letonya, Romanya, Litfanya.
6
Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, İran, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Fas, Umman, Suudi
Arabistan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen
7
MENA: (Middle Eeast and North Africa) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri.
5
114
Jazbec (2002), Slovenya’nın Avrupa Birliği geçiş döneminde yaptığı
çalışmada, 1993:1 - 2001:2 dönemini incelemişler ve değişkenler arası
eşbütünleşmeyi test etmek için iki değişkenli VAR modelini seçmişlerdir.
Balassa-Samuelson teorisini testinde sektörel ayrımın zorluğuna dikkat
çekerek, sektörel GSYİH deflâtörünü, sanayi ve hizmetler sektörü fiyat
endeksleri için gölge değişken olarak kullanmışlardır. Jazbec, ayrıca
teorinin talep tarafını incelemek üzere hükümet ve özel tüketim
harcamalarını analize dahil etmişler fakat döviz kuru üzerinde bir etki
bulamamışlardır. Slovenya reel döviz kuru seviyesinin ana belirleyicileri
olarak yapısal değişiklikler ve verimlilik farkı olduğu sonucuna
ulaşmışlardır. Genel olarak emek gücünün de döviz kuru üzerinde frenleyici
güç olarak hareket etme eğilimde olduğunu görmüşlerdir.
Egert ve diğ. (2002), Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti,
Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Rusya,
Slovakya ve Slovenya için yaptıkları testte 1993:1-2001:2 dönemini
incelemişlerdir. Yazarlar, fiyat artışları ve döviz kuru arasındaki ilişkiyi
inceledikleri çalışmada, ticarete konu olan mallar için verimlilik göstergesi
olarak sanayi üretiminin bu sektörde çalışan sayısına bölünmesiyle elde
etmişlerdir. Ticarete konu olmayan mallar için ise tüketici fiyat endeksinin,
üretici fiyat endeksine oranı olarak belirlemişleridir. İlk etapta VAR temelli
çok değişkenli eşbütünleşme tekniği tek tek ülkeler için, ikinci etapta panel
eşbütünleşme tekniğini daha sonra serilerin entegrasyon derecelerini
belirlemek için Dickey-Fuller, Kwiatkowsky ve Elliott ve diğ. tarafında
geliştirilen birim kök testlerini kullanmışlardır. Zaman serilerinin analizleri
sonucuna göre, verimlilik ve nispi fiyatların aksine, ticarete konu olmayan
malların nispi fiyatları ve deflate edilmiş tüketici fiyat endeksi bazlı döviz
kuru arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmada sadece üç ülke (Hırvatistan,
Estonya ve Bulgaristan) için uzun dönemli ilişkinin varlığını görülmüştür.
Panel veri testi sonuçlarına göre, Balassa-Samuelson teorisi tarafından
öngörüldüğü şekilde 12 Avrupa geçiş ekonomisinde reel kurun
değerlenmesinin, dış ticarete konu olan sektördeki verimlilik artışlarının
yansıması olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca bu çalışmada, dış ticarete
konu olan malların sektörü için satın alma gücü paritesinin lehine net bir
kanıt bulunmuştur.
Drine ve Rault (2002), 6 Asya ülkesinin (Hindistan, Endonezya, Kore,
Filipinler, Singapur, Tayland), ticarete konu olan sektör (üretim, avcılık,
ormancılık ve balıkçılık) ve ticarete konu olmayan sektör (taşımacılık,
depolama, iletişim, finans, sigortacılık, kiralama ve iş hizmetleri), 19831997 dönemi fiyat endekslerini kullanmışlardır. Reel döviz kuru yurt içi
fiyat endeksi ve ABD'ye göre deflate edilmiş nominal döviz kuru olarak
115
tanımlanmıştır. Verimlilik ise sektörel katma değerin çalışan sayısına
bölünmesiyle elde edilmiştir. Değişkenlerin arasındaki uzun dönemli
seyrinin analizinde KPSS birim kök testi ile serilerin durağanlığı ve
Pedroni’nin geliştirdiği ve Johansen testi ile eşbütünleşme ilişkisi
gözlenmiştir. Bütün bu değişkenlerin arasındaki eş bütünleşme ilişkisine
bakıldığında Balassa-Samuelson etkisiyle geçerli olmadığını, nispi
verimlilik farklarının reel döviz kuru üzerinde negatif etkiye sahip olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Yazarlar ayrıca, panel veri eşbütünleşme testlerinin,
nispeten orta büyüklükteki geleneksel zaman serisi test sonuçlarından güçlü
olduğu savunmaktadırlar.
Lojschová (2003) çalışmasında, verimlilik artışı farklılıkları açısından
ve Euro bölgesini, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı
içeren dört merkezi ve doğu Avrupa ekonomisini, son on yılda 1995:1 ve
2002:4 döneminde gözlenen nispi fiyat farklılıklarını açıklamaya
çalışmaktadır. Reel ve nominal döviz kuru, reel faiz oranı, TÜFE, sektörel
fiyat endeksleri, sektörel ücret endekslerini analizine dahil ederek SEK
yöntemiyle tahminde bulunmuştur. Avrupa Birliği’ne aday ülkelerin
yaşadığı gibi değerlenmiş bir döviz kuruyla karşılamıştır. Yazar ayrıca,
nispi fiyatlardaki değişikliklerin ekonominin doğal evrimine yansıyan reel
etkileri olduğu görüşündedir.
Popova ve Tkachevs (2004) çalışmasında, Letonya için BalassaSamuelson etkisinin varlığı için, TÜFE bazlı döviz kurunu ve enflasyon
farklarını araştırılmış. Ekonometrik analizde sektörel GSYİH deflâtörü,
sektörel istihdam, ÜFE, TÜFE gibi veri setlerinden yararlanmışlardır. Veri
seterine ait birim kökü ADF testi ile tespit edip, Johansen eşbütünleşme ve
VECM testlerini uygulamışlardır. Analizin sonucunda ticarete konu olan ve
olmayan sektör nispi fiyatları ve ticarete konu olan ve olmayan sektörler
arasındaki verimlilik farkları arasında eşbütünleşme bulmuşlardır.
Folfaş (2006), 1997-2006 döneminde, Polonya, Slovakya, Estonya ve
Macaristan'da Balassa-Samuelson etkisi gücünü incelemiştir. Araştırması,
GSYİH, TÜFE ve istihdam verileriyle, nispi işgücü verimliliği ve reel
efektif döviz kurunun davranışının analizi esasına dayanmaktadır. Folfaş,
ayrıca ek olarak AB içi ticarette bu dört ülke için maliyet ve fiyat rekabetini,
Balassa-Samuelson etkisi içerisinde incelemektedir. İncelenen dört ülkede
nispi işgücü verimliliği büyüme hızının, AB-25 üyesi içinde fiyat
yakınsama hızından daha yüksek olduğunu tespit etmiştir. BalassaSamuelson etkisinin AB yakınsama sürecinde belirleyici olduğunu
doğrulamıştır; fakat yeni üyeler için güçlü bir sonuç elde edememiş ve bu
etkinin sabit olmadığı görüşündedir.
116
Funda ve diğ. (2007), 1998:1-2006:3 dönemini, TÜFE, sektörel
istihdam, sektörel katma değerlere ait veri setleriyle Hırvatistan-Euro için
incelemişlerdir. Phillips-Perron ve ADF testleriyle birim kökün varlığını
test etmişlerdir. Nispi verimlilik ve nispi fiyatlar arasında BalassaSamuelson etkisini içeren düşük bir bağlantı tespit etmişledir. Bu düşük
bağlantıyı, Hırvatistan'daki işgücü piyasasının katılığına ve yüksek
işsizliğin, Balassa-Samuelson etkisinin verimlilik artışının daha yüksek
ücret teşvik etme mekanizmasını zayıflamış olmasına bağlamaktadırlar.
Dumitru ve Jianu (2007) çalışmasında 1997-2006 dönemini BalassaSamuelson etkisini Romanya için incelemişlerdir. Toplam Faktör
Verimliliği yerine işgücü verimlilik endeksini gölge değişken olarak
aldıkları analize TÜFE bazlı sektörel fiyat endekslerini dahil etmişlerdir.
Veri setlerine ADF, Philips-Perron ve KPSS testleriyle birim kökü ve
değişkenler arasındaki eşbütünleşmeyi ise Johansen yöntemini uygulayarak
tespit etmişlerdir. Analiz sonuçlarına göre, Euro bölgesinden daha yüksek
enflasyonla karşılaşmışlar Balassa-Samuelson etkisiyle, ticarete konu olan
fiyatlara nazaran ticarete konu olmayan fiyatların döviz kurunun değer
kazanmasını açıkladığını tespit etmişlerdir.
Jabeen ve diğ. (2011) 1972-2008 dönemi için uzun dönem reel döviz
kuru için Pakistan verileriyle SAGP ve Balassa-Samuelson etkisini
incelemişlerdir. Karşıt ülke olarak Amerika’yı seçmişlerdir. Her iki teoriyi
test etmek üzere, sektörel fiyat endeksleri ve sektörel istihdam verilerinden
yararlanılmıştır. ADF birim kök testi ile serilerin durağan olmayan seyri ile
karşılaşmışlardır. VAR tabanlı Johanson Eş-bütünleşme yaklaşımı yoluyla
Balassa-Samuelson etkisi analizinde ticarete konu olmayan sektörlerin nispi
fiyatları, reel döviz kuru ve nispi verimlilik farkları arasında karşıt bir ilişki
tespit etmişlerdir. Ancak ticarete konu olmayan sektörlerin nispi fiyatları ve
döviz kuru arasında güçlü bir ilişkinin var olduğunu görmüşlerdir.
Tica ve Sonora (2014), yaptıkları çalışmada 118 geçiş ülkesini Almanya
karşı ülke seçmişlerdir. 1995-2008 dönemi uluslararası NACE
sınıflandırmasına tabi ana faaliyet kollarına ait fiyat, sektörel katma değer
endeksleri, hükümet harcamaları ve istihdama ait verilere, Dinamik ve
Sıradan EKK yöntemlerini uygulayarak, döviz kurunun uzun dönemli
seyrini açıklamakta kullanmışlardır. Im, Pesaran ve Shin yöntemi ile eş
bütünleşme ve ADF yöntemiyle ise birim kök varlığını test etmişlerdir.
Panel verilerle yaptıkları eşbütünleşme testi sonuçlarına göre teoriyi
Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cum., Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya,
Romanya, Slovakya ve Slovenya.
8
117
destekler nitelikte güçlü kanıtlar elde etmişlerdir. Ayrıca birim kök testinin
boş hipotezinin reddedilmesini hükümet harcamalarının analize dahil
etmelerine bağlamaktadırlar.
2.3. Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Choudhri ve Khan (2005), Türkiye’nin de içinde bulunduğu 16 ülke ve
1976-1994 yıllarını kapsayan bir çalışma ise açıklayıcı değişken olarak
ticarete konu olan ve olmayan sektördeki verimlilik farklılıkları ile dış
ticaret hadleri kullanılarak B-S hipotezinin test edilmiştir. Çalışmada imalat
sanayi ve tarım sektörü ticarete konu olan sektör ve ticarete konu olmayan
sektör olarak diğer bütün sektörleri seçmiş ve döviz kuru Amerikan doları
ile karşılaştırılmıştır. Levin - Lin ve Im, Pesaran, Shin testleriyle panel veri
setleriyle birim kök testleriyle uzun dönemli ilişkinin varlığını tespit edilip
dinamik sıradan en küçük kareler metodu ile bu ilişkinin büyüklüğünü
ölçmeye çalışmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre gelişmekte olan ülkeler
için Balassa-Samuelson etkisini güçlü şekilde desteklemektedir.
Égert (2005), yine Türkiye’nin de içinde bulunduğu 6 ülkeyi içeren
çalışmasında, sabit fiyatlarla sektörel katma değer, sektörel istihdam,
sektörel nominal ücretler, mal ve hizmetleri içeren TÜFE, ÜFE, sanayi
istihdam, gibi endeksleri analize dahil etmek üzere seçmiştir. Değişkenler
arasındaki uzun dönemli ilişkiyi ARDL ve dinamik sıradan en küçük kareler
yardımıyla belirlemeye çalışmıştır. Balassa-Samuelson etkisini enflasyon ve
reel döviz kurunun belirlenmesin sınırlı bir rol oynadığı sonucuna
ulaşmıştır.
Özçiçek, (2006) çalışmasında 1998:1 ve 2004:3 dönemini kapsayacak
şekilde incelemiştir. Verimlilik endeksleri Türkiye’de belli tarihler itibariyle
sadece imalat sanayiyi kapsayacak şekilde elde edilebildiğinden, Özçiçek,
açık ve kapalı sektörlerin verimlilik serileri imalat sanayinin alt kolları
olarak seçmiştir. Serilerin durağanlığını ADF testi uygulayarak belirlemiş
daha sonra Johansen iz istatistiğini kullanarak seriler arası uzun dönemli bir
ilişkinin varlığını belirlemeye çalışmıştır. Zaman serisi analizinde, nispi
üretkenliğin nispi fiyatlar üzerinde etkisinin olduğuna dair zayıf bir destek
sunmaktadır. Ayrıca, Türkiye ve Almanya arasındaki reel kur ve
Türkiye’nin ve Almanya’nın nispi fiyatlarının Balassa-Samuelson
hipotezinin ön gördüğü şekilde eşbütünsel ilişki içerisinde olduğu
bulunmuştur.
Yıldırım (2007) 1980-2003 dönemini, reel kur ve reel gelir artış hızı
serileriyle, Türkiye ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya için test etmiştir.
118
ADF durağanlık testi sonucunda veri setlerinin farklı derecede durağan
olması değişkenler arası eş bütünleşme olmadığına işaret etmektedir. bu da
değişkenler arası uzun dönemli bir ilişkinin olmadığı anlamına gelmektedir.
Yazar ayrıca B-S testi için bu örneklemi geçersiz bulunmuştur. Hipotezin
geçersiz olmasının nedeni olarak iki temel öneri sunmaktadır. İlki
Türkiye’de ticarete konu olan mallarda (Law One Price) tek fiyat kanunu
(TFK) çalışmaması ve diğeri ülkeler arası verim farklılıklarının fiyatlara
yansımaması olarak dile getirmektedir.
Ay ve Üçöz (2008), 1970-2004 verileri ile yaptığı testte Türkiye ve
Amerika TEFE ve kişi başı çıktı değişkenlerini incelemiştir. İlk olarak
değişkenlere D-F ve ADF testlerini uygulayarak serilerin birinci farklarını
alındıktan sonra durağanlaştırmıştır. Granger nedensellik testi ile
değişkenler arası uzun dönemli ilişkinin varlığını görmüş olsa da,
katsayıların dışsal olması sebebiyle yeterli bulmamaktadır. Ampirik
bulgular, uzun dönemde Balassa-Samuelson etkisinin bulunmadığını
göstermiştir.
Öte yandan Lopçu ve ark. (2011) 1995:1 ve 2010:4 dönemini ele alarak,
TÜFE bazlı reel döviz kurunu bağımlı değişken, ticarete konu olan ve
olmayan sektörlerdeki işgücü verimliliği, sektörlerdeki üretim o sektörlerde
çalışan kişi sayısına bölünüp sektörlerin ağırlıklı ortalamasını alarak seriler
oluşturulmuştur. Serilerin durağanlığını test etmek için ADF, KPSS ve
yapısal kırılmayı dikkate alan Zivot-Andrews testlerini kullanmışlardır. İlk
olarak reel efektif döviz kuru serisinin trend durağan olduğu fakat Türkiye
ve Avrupa’nın göreli verimliliklerinin yapısal kırılmalar dikkate alınsa dahi
durağan olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Reel efektif döviz kurunun güçlü
hafızaya sahip olabileceği yönündeki işaretler dikkate alınarak seriler
arasında G-H kırılmalı eşbütünleşme testleri ile sınanmıştır. Ayrıca,
değişkenlerin farklı düzeylerde bütünleşik olması durumda uzun dönemli
düzey ilişkisini sınamaya olanak tanıyan ARDL sınır testi uygulanmıştır.
Analiz sonuçlarına göre gerek G-H gerekse de ARDL sınır testinden elde
edilen sonuçlar Türkiye’de reel efektif döviz kurunun B-S hipotezinin
öngördüğü şekilde hareket etmediğine işaret etmektedir. Tespit edilen
yapısal kırılmaların dikkate alınması da bu sonuçları değiştirmemektedir.
Uslu (2012) detaylı çalışmasında 2000:1 ve 2012:1 dönemini ele alacak
şekilde Türkiye’nin Almanya’ya karşı reel döviz kuru değişimlerinde
sektörler arası göreli verimlilik farklarının etkisi incelemiştir. Dış ticarete
açık sektör olarak sanayi sektörünü ve dış ticarete kapalı sektör olarak
hizmetler sektörünü seçmiştir. Kullandığı endeksler geniş bir veri kümesini
kapsamaktadır; dış ticarete açık sektör brüt katma değer, dış ticarete açık
sektör istihdam seviyesi, dış ticarete açık ve kapalı sektör brüt katma değer
119
deflâtörü, dış ticarete açık ve kapalı sektör ücret endeksi nominal döviz kuru
ve genel fiyat endeksleri gibi. Bu serileri analizde ADF ve Philips ve Perron
birim kök testini uygulamış ve dış ticarete açık ve kapalı sektörlerde
verimlilik ve ücret değişkenlerinin birinci dereceden bütünleşik, göreli fiyat
değişkenlerinin ise durağan olduğu sonucuna ulaşmıştır. Değişkenler arası
uzun dönemli ilişkiyi test etmek üzere ARDL yaklaşımını kullanmıştır.
Çalışmada ulaşılan sonuçların genel olarak Balassa-Samuelson hipotezine
ilişkin literatürle tutarlı olduğu görülmektedir.
Bayar ve Tokpunar (2013), TL’nin reel denge değerini araştırdığı
çalışmada, 1999:2 ve 2012:2 verilerini kullanmışlardır. Türkiye reel
kurunun denge değerini hesaplamak üzere tamamen değiştirilmiş en küçük
kareler (FMOLS) ve vektör hata düzeltme (VEC) modelleri kullanılarak
tahminler yapılmıştır. Sonrasında uzun vadeli ilişkiyi temsil eden FMOLS
modeli üzerinden kurun denge değeri hesaplanmıştır. Elliott-RothenbergStock ve Ng-Perron birim kök testleriyle durağanlık incelemesi
yapmışlardır. OECD ve Türkiye verilerinin inceleyerek, TÜFE bazlı reel
kur bağımlı olmak üzere, sermaye girişlerinin GSYH’ya oranı, OECD ve
Türkiye birim iş gücü maliyetlerini oranı ve dış ticaretinin GSYH’ya oranı
bağımsız değişkenler olarak alınmıştır. Ayrıca Merkez Bankasının 2010 yılı
Aralık ayından itibaren uyguladığı yeni para politikasını temsil etmek üzere
kukla değişken tanımlanmıştır. Regresyon analizinin sonuçlarına göre;
Türkiye’nin dolar cinsinden GSYH’sının %1 artması reel kur endeksinde
(değerlenme yönünde) 0,26 puan artışa yol açmaktadır. Bu durum, BalassaSamuelson etkisinin Türkiye için geçerli olduğunu göstermektedir.
Altunöz (2014), 1997:1 ve 2012:2 dönemine ait Türkiye ve 27 Avrupa
ülkesinin9 veri setlerinden oluşmaktadır. Modelde kullanılan veri setlerinde
imalat sanayi, ticaretle ilişkili sektör olarak analize dâhil edilmiştir. Bununla
birlikte toptan ve perakende ticaret, inşaat ve diğer toplumu ilgilendiren
hizmetler ile kişisel hizmetler ticarete konu olmayan sektörler olarak
tanımlanmıştır. Sektörel istihdam, sektörel üretim, TÜFE bazlı reel efektif
döviz kurundan oluşan serilerdeki birim kökün varlığına yönelik ADF ve
Zivot-Andrews testleri kullanılmış ve serilerin trend durağan olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Uzun dönemli eşbütünleşme testi için serilere
Gregory-Hansen ve ARDL testi uygulanmış ve Gregory-Hansen testi ile
seriler arası eşbütünleşmenin varlığı kabul edilirken ARDL yaklaşımıyla bir
ilişkinin varlığı tespit edilememiştir. Ampirik sonuçlara göre, kırılmalar
9
Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Almanya, Estonya, İrlanda, Yunanistan,
İspanya, Fransa, , İtalya, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta,
Hollanda, Avusturya, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, İsveç,
İngiltere.
120
gözönüne alınmasına rağmen reel döviz kuru değişkeninin hipotezle
paralellik göstermediği sonucuna ulaşılmıştır.
3. TÜRKİYE İÇİN BALASSA-SAMUELSON ETKİSİNİN
ÖLÇÜLMESİ
3.1. Model
Balassa-Samuelson hipotezi, ülkeler arasında ticarete konu olan ve
ticarete konu olmayan sektörlerde verimlilik farklarının ücret, fiyat
seviyeleri ve dolayısıyla reel döviz kurlarının farklılaşmasına yol açtığını
ifade etmektedir. Diğer bir deyişle, büyük verimlilik artışı yaşayan
ülkelerde yüksek enflasyon ve döviz kurunun değerlenmesini, ekonomiye
arz tarafından yaklaşarak Ricardocu dış ticaret teorisi ile birlikte bir
açıklama imkânı sunmaktadır. Türkiye ekonomisinde de ticarete konu olan
sektörün, ticarete konu olmayan sektöre göre daha yüksek verimlilik artışına
sahip olması, fiyat artışlarının ve dolayısıyla döviz kurundaki
değerlenmenin kaynağı olarak görülmektedir. Bu sebeple ana faaliyet
kollarına ait toplam fiyat endekslerinin yardımı ile döviz kurunun denge
değeri açıklanmaya çalışılacaktır. Balassa-Samuelson hipotezini test etmek
üzere, denklem 16’da sunulan, Égert (2002) tarafından geliştirilen ve birçok
çalışmada temel alınan model tercih edilmiştir.
𝑟 = −(1 − θ)[(AT − ANT ) − (AT∗ − ANT∗ )]
(17)
Denklem 17’de yer alan r reel döviz kurunu, 1-𝜃 ticarete konu olmayan
malların GSYİH içindeki ağırlığını, 𝐴𝑇 − 𝐴𝑁𝑇 yurtiçindeki ticarete konu
olan malların verimliliği ile ticarete konu olmayan malların verimliliği
arasındaki farkı, 𝐴𝑇∗ − 𝐴𝑁𝑇∗ ise yurtdışındaki ticarete konu olan malların
verimliliği ile ticarete konu olmayan malların verimliliği arasındaki farkı
ifade etmektedir. Çalışmada ticarete konu olan sektör belirlenirken inşaat,
toptan ve perakende ticaret ve diğer sosyal, toplumsal ve kişisel hizmet
faaliyetler dışında kalan sektörler ele alınmıştır. Denklem 17’yi daha basit
formda yazacak olursak;
𝑟 = 𝛽0 + 𝛽1 𝐴𝑑 + 𝛽2 𝐴 𝑓
121
(17a)
Denklem 17’de 𝐴𝑑 = −(1 − θ)(AT − ANT ) ve 𝐴 𝑓 = −(AT∗ − ANT∗ )
şeklindedir.
3.1.1. Otoregresif Dağıtılmış Gecikme Modeli (ARDL)
Balassa-Samuelson analizinde değişkenler arasındaki eş bütünleşme ilişkisi
Phillips-Loretan (1991) tarafından geliştirilen ARDL modeli çerçevesinde
incelenecektir.
k
k−1
𝑓
∆rt = α0 + ξ(rt−1 − 𝛽0 − 𝛽1 𝐴𝑑𝑡−1 − 𝛽2 𝐴𝑡−1 ) + ∑ αi rt−i + ∑ δi Adt−i
i=1
k−1
i=0
(16)
+ ∑ δi Aft−i + εt
i=0
3.1.2. Veri Seti
Çalışmada kullanılan veriler Türkiye ekonomisine ilişkin reel döviz
kurundan, ticarete konu olan malların verimlilik endeksinden ve ticarete
konu olmayan malların verimlilik endeksinden oluşmaktadır. Avrupa Birliği
(EU-27), ihracatta Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olması sebebiyle
Balassa-Samuelson Teorisi’ni test etmek üzere karşılaştırılacak ülke olarak
seçilmiştir. Bu nedenle yurtdışı verimlilik endeksleri EU-27 için kullanılan
veri setlerinden türetilmiştir. Tüm veriler 2003:Ç1-2015:Ç6 dönemini
kapsamaktadır. Tüm veriler TCMB ve Eurostat’dan alınmıştır. Tüm
değişkenler doğal logaritması alınarak kullanılmıştır. EU-27 için hesaplanan
reel kur serisi Şekil 2’de, Türkiye için hesaplanan verimlilik farkı Şekil
3’de, EU-27 için hesaplanan verimlilik farkı ise Şekil 4’de gösterilmiştir.
122
Şekil 2: EU-27 için Hesaplanan Reel Döviz Kuru Serisi
Şekil 3: Türkiye İçin Hesaplanan Ticarete Konu Olan ve Olmayan Sektörlerin
Verimlilik Farkı
123
Şekil 4: EU-27 İçin Hesaplanan Ticarete Konu Olan ve Olmayan Sektörlerin
Verimlilik Farkı
3.1.3. ADF Durağanlık Testi
Serilerin durağanlığını test etmek için Genelleştirilmiş Dickey -Fuller
(1981), (ADF) testi kullanılmıştır.
Tablo 1: Durağanlık Test Sonuçları (ADF)
r
∆r
𝐴𝑑
∆𝐴𝑑
𝐴𝑓
∆𝐴 𝑓
None
3.0587
-7.1381*
3.1113
-7.6723*
3.0097
-8.3262*
C
3.1338
-8.1667*
3.2154
-7.7684*
3.7683
-7.9889*
C+T
3.1720
-9.7348*
3.1763
-7.8674*
3.8769
-8.2736*
*: %1 düzeyinde anlamlı.
124
Durağanlık test sonuçlarına ilişkin Tablo 1 incelendiğinde her üç
değişkenin de durağan özellikler taşımadığı görülmektedir. Yani tüm seriler
birim kök içermektedirler. Ancak serilerin birinci farkı alındığında tüm
serilerin durağan hale geldiği görülmektedir. Her ne kadar değişkenlerimiz
durağan özellik göstermese de ARDL yöntemi durağanlık özelliğine karşı
duyarsız olduğu için çalışmada verilerin ham hali kullanılmıştır.
3.1.4. Gecikme Uzunluklarının Belirlenmesi
Literatürde en çok sekiz gecikme alınıp geriye doğru incelenmesi yaygın
olsa da gecikmenin en çok ne kadar olacağına dair önsel bir yol gösterici
yoktur. İktisadi bir modelde birden fazla açıklayıcı değişken varsa, her
değişken bağımlı değişken üzerinde gecikmeli etki yaratabilir. k’nın yanlış
seçilmesi sonucu model kurma hatasıyla karşı karşıya kalmamak için
değişkenlerin gecikme uzunlukları AIC ve SIC bilgi kriterlerine göre
belirlenmiştir (Gujaranti & Porter, 2012). Tablo 2’de yer alan uzunluk
tablosu uzun dönemli ilişkiyi belirlemek üzere Otoregresif Dağıtılmış
Gecikme Modeli (ARDL) testinin ikinci adımı olarak kullanılmıştır. Gerekli
gecikme seçimi sonucunda bütün değişkenlere ait otokorelasyon sönen bir
eğilim göstermektedir.
Tablo 2: Gecikme Uzunluğunun Seçimi
Değişkenler
d(-1)
AIC
SIC
k(-1)
Prob
𝑟
-5.84*
-4.57
-4.54
-0.54
0.6472
𝐴𝑑
-5.84*
-2.79
-2.76
-0.86
0.5317
𝐴𝑓
-5.84*
-1.87
-1.84
-1.12
0.3388
*: %1 düzeyinde anlamlıdır.
3.1.5. Model Tahmini
Modelimizde açıklayıcı değişkenler olasılıksız olduğundan bu
değişkenlerin geçmiş değerlerinin de olasılıksız olduğu varsayılır. Bu
durumda modelin tahmininde katsayıların hesaplaması için sıradan en
küçük kareler yöntemi kullanılabilir.
𝑓
Modelde eşbütünleşme vektörü ⌊rt − 𝛽0 − 𝛽1 𝐴𝑑𝑡 − 𝛽2 𝐴𝑡 ⌋ olarak
tanımlanmıştır (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010). Tahmin sonuçları
Tablo 3’te sunulmuştur.
125
Tablo 3: Tahmin Sonuçları
Model: Denklem 17
𝐴𝑡−1
3.8610
(9.6567)
0.1017*
(4.1287)
0.3423*
(4.8778)
-0.1223*
(-4.4667)
𝐹𝑃𝑆𝑆
22.3546
𝑅2
0.4522
𝑐
𝑟𝑡−1
𝐴𝑑𝑡−1
𝑓
DW
2.0654
3.1.5.1. Bulgular
Tablo 3’ten elde edilen bulgular incelendiğinde reel döviz kuru ile
açıklayıcı değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin mevcut olduğu
görülmektedir. Bir diğer deyişle Türkiye’nin ve EU-27’nin ticarete konu
olan ve olmayan sektörleri arasındaki verimlilik farklarının reel döviz
kurunu açıklama kabiliyetine haiz olduğu görünmektedir.
Tablo 3’te yer alan 𝑟𝑡−1 teriminin katsayı değeri 0.1017 olrak tespit
edilmiştir. Bu değer reel döviz kurunda geçmiş dönemde meydana gelen
değişimin cari dönem değeri üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Yani
reel döviz kuru kendi geçmiş değerlerinden etkilenmektedir. 𝐴𝑑𝑡−1 terimine
ilişkin katsayı değeri ise 0.3423 olarak tespit edilmiştir. Buna göre
Türkiye’nin ticarete konu olan ve olmayan sektörlerindeki verimlilik farkı
𝑓
%1 arttığında reel döviz kuru %0.34 artış göstermektedir. Aynı şekilde 𝐴𝑡−1
terimine ilişkin katsayı incelendiğinde EU-27’nin ticarete konu olan ve
olmayan sektörlerindeki verimlilik farkı %1 arttığında reel döviz kurunun
%0.12 azalış gösterdiği görülmektedir.
Tahmin sonuçlarında değişkenlerin işaretleri teorik beklentilerle
uyumludur. Bu bulgular reel döviz kuru serisi üzerinde verimlilik
farklarının açıklayıcı olduğunu göstermektedir.
126
4.
SONUÇ
Altın standardı 19. yy’ın ikinci çeyreğinden I. Dünya Savaşı’na kadar
olan dönemde sorunsuz işlemiştir. Fakat sonrasında iki dünya savaşı ve
ardından 1973 petrol krizi son döneminde dolara bağlanan altın standardı
sistemi işlemez hale getirmiştir. Amerika’da yaşanan darboğaz sebebiyle
devalüe edilen dolar güven kaybetmiştir. Ülkelerin yaşadığı parasal sorunlar
neticesinde 1974’de gelindiğinde ülkeler paralarını dalgalanmaya bırakmak
zorunda kalmışlardır. Bütün bu gelişmeler ışığında şekillenen yeni iktisadi
yapının zemini oluşmuştur. Sonuç olarak, altın standardı ülkeler arasında
ülke paralarının ortak ölçü birimi olma özelliğini kaybetmiştir. Bu
çerçevede, reel döviz kurunun uzun dönem denge değerinin açıklanması ve
uzun dönemde belirleyicileri iktisatçılar tarafından araştırma konusu
olmuştur (İskenderoğlu, 1988). 1920’lerde Cassel’le (Cassel, 1918)
başlayan SAGP’nin gücünün sorgulanması halen devam etmekle birlikte bu
tartışmaya Balassa-Samuelson etkisinin varlığı da eklenmiştir. BalassaSamuelson (1964) etkisinin çıkış noktası, her iki yazarında SAGP’ni
eleştirmesidir. Temel olarak SAGP’nden sapmalar olabileceği ve bu
sapmaların kaynağını, ticarete konu olan sektör ve olmayan sektörler
arasındaki verimlilik artışlarına bağlamışlardır. Birinci bölümde
bahsedildiği üzere SAGP’nin kısa dönemde ekonomik küreselleşmenin bir
uzantısı olarak sermaye akımları sonucu parasal dalgalanmalara maruz
kalmaktadır. Uzun dönemde ise ticarete konu olan sektörde verimlilik artışı
sonucu ücretleri yükselmekte iken ticarete konu olmaya sektörde iş gücü
grupları arasındaki rekabetten dolayı maliyetleri yükseltmektedir.
Dolayısıyla uzun dönemde sektörler arası verimlilik farklarının ülke fiyat
düzeyini yükseltmesiyle döviz kuru değerlenmiş olarak görünebilmektedir.
1980’ler bu teorinin geçerliliğinin sorgulanmaya başladığı tarih olarak
karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son yirmi yılda Tica ve Družić (2006) bu
popülerliği çeşitli sebeplere bağlamaktadır. Öncelikle, zaman serisi
verilerinin uzunluğu, ulaşılabilirliği yeterli ve mümkün olmuştur. Teoriyi
test etmek için ekonometrik tekniklerdeki gelişmeler ile daha da teşvik
edilmiş ancak en önemli olay Avrupa Birliği’nin genişleme süreci olmuştur
(Tica & Družić, 2006). Avrupa birliğine üye olabilmek için Kopenhag
Kriterleri ve üye ülkelerin, ekonomik ve parasal birlik (EMU) alanına dâhil
olup, Euro’ya geçmesi için Maastricht Yakınlaşma Kriterlerinin sağlanması
gerekmektedir. Döviz kuru kriteri, bir üye ülkenin parasının son iki yıl
devalüe edilmemiş olması ve Avrupa Para Birliği (EMU) Döviz Kuru
Mekanizması (ERM-II) içinde belirlenen dalgalanma marjları içerisinde
kalması olarak belirlenmiştir. Mekanizmaya katılan üye ülkelerin ulusal
paraları arasında, döviz kuru istikrarının sağlanması ana hedeftir. Bu
127
noktada araştırmacılar tarafından Avrupa Birliği yakınsama kriterlerine
uyumunda Balassa-Samuelson etkisinin varlığını test etmek amacıyla sıkça
tercih edilmektedir. Fakat Tica ve Sonora (2009) yakınsama kriterleri ve
Avrupa Para Birliği (EMU) Maastricht kriterlerine uyum için yeterince
güçlü olup olmadığı sorusuna karşılık literatürde net bir karşılığı
bulunmadığı görüşündelerdir (Sonora & Tica, 2009). Sonuç olarak,
hipotezin reel döviz kurunun belirleyiciliği konusunda Balassa (1964) ile
başlayan süreç EK A’da özetlenmeye çalışılan literatürde genel olarak
destekler sonuçlar elde edilmiştir.
Reel döviz kurunun kısa dönemde denge değeri beklentiler yaklaşımı
çerçevesinde sermaye akımları tarafından belirlendiği sonucuyla
karşılaşılmıştır. Bu çalışmada uzun dönemli reel döviz kurlarını açıklamaya
yönelik yaklaşımlar kapsamında dış ticaret, SAGP ve Balassa-Samuelson
etkisi incelenmiştir. Literatür çalışmasıyla, dış ticaret yaklaşımı ve
SAGP’nin reel döviz kurunu açıklamakta yetersiz kalacağı sonucuna
ulaşılmıştır. Uzun dönem reel döviz kurunun denge değerini açıklamak
üzere Türkiye için bir kez daha Balassa-Samuelson etkisinin varlığını test
etmek uygun bulunmuştur. Türkiye’nin ekonomik performansını BalassaSamuelson etkisinin varlığını yansıtması bakımından hem Türkiye hem de
en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği için (EU-27) ticarete konu olan
ve olmayan sektörler arasında fark belirlenmiş, bu farkların reel döviz kuru
üzerindeki etkisi incelenmiştir.
ARDL yöntemi ile yapılan tahminden elde edilen bulgular,
değişkenlerin eşbütünleşik olduğu göstermiştir. Bir diğer deyişle ticarete
konu olan ve olmayan sektörler arasındaki verimlilik farklılıklarının reel
döviz kurunu açıklama kabiliyetinde olduğunu göstermiştir. Bu sonuç,
Türkiye’de verimlilik farklarının iç fiyat seviyesini yükseltmiş olmasından
kaynaklanıyor olabilir.
128
KAYNAKLAR
Altunöz, U. (2014).“Balassa Samuelson Hipotezi: Türkiye Ekonomisi İçin Sınır
Testi Yaklaşımı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İ.İ. Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt
4, Sayı 1, ss.107-122, 2014.
Aslan, N. ve Yörük, D. (2008). “Teoride ve Uygulamada Dış Ticaret Hadleri ve
Kalkınma İlişkisi”, Marmara üniversitesi İ.İ.B. dergisi C.XXV Sayı. 2 ss33-69
Ay, A. ve Üçöz, S. (2008). “Balassa-Samuelson Etkisi: Türkiye Örneği”. KSÜ
Sosyal Bilimler Dergisi 5 (1-2 )
Balassa, B. (1964). “The Purchasing-Power Parity Doctrine: A Reappraisal”. Journal
of Political Economy Vol.72 No.6 pp 584-596
Baillie, Lippens, Mcmahon. (1983). “Testing Rational Expectations And Efficiency
In The Foreign Exchange Market”. Econometrica, Vol. 51, No. 3 pp 553-563
Bayar, G. ve Tokpunar, S. (2013). “Türk Lirası Reel Kuru Denge Değerinde Mi?”,
Ege Akademik Bakış Cilt: 13 • Sayı: 4 ss. 405-426
Canzoneri, Cumby ve Diba (1996) “Relative Labor Productivity and the Real
Exchange Rate in the Long Run: Evidence for a Panel of OECD Countries”. NBER
Working Paper 5676
Cassel, G. (1918). “Abnormal Deviations in International Exchanges”. The
Economic Journal, 28(112), 413-415.
Choudhri, E. ve Khan, M. S. (2005). “Real Exchange Rates in Developing
Countries: Are Balassa-Samuelson Effects Present?”, IMF Staff Papers Vol. 52, N. 3
Chinn, M. (2007). “Interest Parity Conditions”. Princeton Encyclopedia of the
World Economy. Princeton, NJ: Princeton University Press. ISBN 978-0-69112812-2.
Çiftci, N. (2014). “Türkiye’de Cari Açık, Reel Döviz Kuru ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişkiler: Eş Bütünleşme Analizi.” Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi. Cilt/Vol. 14 - Sayı/No: 1 s129-142
De Gregorio, J., Giovannini, A., & Wolf, H. C. (1994). “International evidence on
tradables and nontradables inflation”. European Economic Review, 38(6), 12251244.
Dickey ve Fuller(1981). “Likelihood Ratio Statistics Autoregresive Time Series
With a Unit Root”, Econometrica, Vol, 49. No:4
Dornbusch, R. (1976). “ Expectations and Exchange Rate Dynamics”. The Journal
of Political Economy. Vol. 84. No.6. pp 1161-1176
Dornbusch R.(1985). “Exchange Rates And Prices”. NBER Working Paper #1769
129
Drine, I. ve Rault, C. (2001) “Long-run determinants of real exchange rate: New
evidence based on panel data unit root and cointegration tests for MENA countries”.
http://www.mafhoum.com/press3/97E14.pdf
Drine, I ve Rault, C. (2002). “How sure are we about the Balassa-Samuelson
hypothesis? Time Series versus Panel Data Approach for Asian Countries”,
http://www.researchgate.net/publication/228768080_How_sure_are_we_about_the_
BalassaDumitru, I. ve Jianu, I. (2009) “The Balassa–Samuelson effect in Romania – The
role of regulated prices”. European Journal of Operational Research 194 873–887
Égert, B. (2002). “Estimating the impact of the Balassa–Samuelson effect on
inflation and the real exchange rate during the transition”. Economic Systems 26 s116
Égert, B. (2005). “Balassa-Samuelson Meets South Eastern Europe, the CIS and
Turkey: A Close Encounter of the Third Kind?”, William Davidson Institute
Working Paper Number 796
Egert, Drine & Rault (2002). “On the Balassa-Samuelson effect in the Transition
Process:
A
Panel
Study”..
http://www.researchgate.net/publication/228601955BalassaSamuelson_effect_in_the_transition_process_a_panelstudy
Erbaykal, E. (2007). “Türkiye’de Ekonomik Büyüme Ve Döviz Kuru Cari Açık
Üzerinde Etkili Midir? Bir Nedensellik Analizi”. ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt
3, Sayı 6, ss. 81–88.
Faria, J. R. & Leon-Ledesma, M. (2003). “Testing the Balassa–Samuelson Effect:
Implications for Growth and the PPP”. Journal of Macroeconomics, 25(2), 241-253.
Folfaş, P. (2006). “The Balassa Samuelson effect in the new EU member states and
Its
impact
on
their
competitiveness
in
intra
EU
trade”.
http://www.etsg.org/ETSG2008/Papers/Folfas.pdf
Frenkel, J., & Rodriguez, C. A. (1982). Exchange rate dynamics and the
overshooting hypothesis. NPER Working Paper #832
Funda, J. Lukinić, G. & Ljubaj, I.(2007) “Assessment Of The Balassa-Samuelson
Effect In Croatia” Financial Theory and Practice 31 (4) 321-351
Gujaranti & Porter (2012). “Temel Ekonometri”. Beşinci Basımdan Çeviri,
Çevirenler Ümit Şenesen ve Gülay Günlük Şenesen, Literatür Yayıncılık
Gürbüz, H. ve Çekerol, K. (2002). Reel Döviz Kuru ile Dış Ticaret Haddi ve
Bileşenleri Arasındaki Uzun Dönem İlişki. Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F.
Dergisi C.IV.S.2 s31-47
130
Halpern, L., & Wyplosz, C. (2001). “Economic transformation and real exchange
rates in the 2000s: the Balassa-Samuelson connection”. Economic Survey of
Europe, 1, 227-240.
Hepaktan, C.E. ve Karakayalı, H. (2009). “1980-2008 Döneminde Türkiye’nin Dış
Ticaret Hadlerinin Analizi”. Celal Bayar Üniversitesi SB Dergisi C:7 S:2 s185
Hsieh, D. A. (1984). “Tests Of Rational Expectations And No Risk Premium In
Forward Exchange Markets”, Journal of International Economics 17.1 pp 173-184.
Imai, H. (2010). “Japan’s inflation under the Bretton Woods system: How large was
the Balassa–Samuelson effect?”, Journal of Asian Economics 21. 174–185
Işık , Acar ve Işık (2004). “Enflasyon Ve Döviz Kuru İlişkisi: Bir Eşbütünleşme
Analizi”, Süleymen Demirel Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi C9. S2
s325-340
İskenderoğlu, L. (1988) “Uluslar arası Para Sisteminin Sorunları ve İyileştirme
Çalışmaları”. TCMB, Tartışma Tebliği, No:8807
Jabeen, Malik & Haider (2011) “Testing the Harrod Balassa Samuelson Hypothesis:
The Case of Pakistan”, Pakistan Development Review, Issue (50) Vol:4 Winter, pp.
379-399
Jazbec, B. (2002) “Balassa-Samuelson Effect in Transition Economies: The Case of
Slovenia” William Davidson Working Paper Number 507
Kasman, Turgutlu ve Konyalı (2005). “Cari Açık Büyümenin mi Aşırı Değerli
TL’nin mi Sonucudur?”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi Cilt: 20 Sayı: 233 S. 8898
Lojschova, A. (2003). “Estimating the impact of the Balassa-Samuelson effect in
transition economies” (No. 140). Reihe Ökonomie/Economics Series, Institut für
Höhere Studien (IHS).
Lopçu, Burgaç, Dülger (2011). “Balassa Samuelson Hipotezi: Türkiye Ekonomisi
İçin Bir Sınama”. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt/Vol.: 12 Sayı/No: 4 (1-22)
Lothian, J. R. ve Taylor, M. P. (2004). “Real Exchange Rates Over the Past Two
Centuries: How Important is the Harrod-Balassa-Samuelson Effect?” CRIF Working
Paper series. Paper 9.
MacCallum, J. (1995). “National Borders Matter: Canada-U.S. Regional Trade
Patterns”. The American Economic Review, Vol. 85, No. 3, Jun., 1995, pp. 615-623
MacDonald, R. ve Ricci, L. (2005). “The Real Exchange Rate And The Balassa
Samuelson Effect: The Role of the Distribution Sector”. Pacific Economic Review,
Vol. 10, No. 1, pp. 29-48
Marston, R. C. (1986). “Real Exchange Rates And Productivity Growth in The
United States And Japan”. NBER Working Paper Series. Working Paper No. 1922
131
Martinez, J. C. ve Reboredo, J. C. (2007). “The Relative Price of Non-traded Goods
in an Imperfectly Competitive Economy: Empirical Evidence for G7 Countries”
http://www.researchgate.net/publication/5177813_The_Balassa-Samuelson_ effect_
in_an_ imperfectly_competitive_economy_ empirical_ evidence_for _G7_countries
Mussa, M. L. (1984). “The theory of exchange rate determination”. In Exchange rate
theory and practice (pp. 13-78). University of Chicago Press.
Muth, J. F. (1961). “Rational expectations and the theory of price movements”.
Econometrica: Journal of the Econometric Society, 315-335.
Müslümov, A., Hasanov, M. ve Özyıldırım, C. (2003). “Döviz Kuru Sistemleri ve
Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Sistemlerinin Ekonomiye Etkileri.”, TÜGİAD
Bilimsel Eser Yarışması Birincilik Ödülü
Officer, L. H. (1976). “The Productivity Bias in Purchasing Power Parity: An
Econometric Investigation", IMF Staff Paper 23: 545–579.
Özçiçek, Ö. (2006). “Türkiye’de Sektörler Arası Verimlilik Farkının Enflasyon ve
Reel Kur Üzerindeki Etkisi”. Sosyal Bilimler Dergisi 2006/1
Papell, D. H. ve Prodan, R. (2003). “Long Run Purchasing Power Parity: Cassel or
Balassa-Samuelson?” http://eml.berkeley.edu/~obstfeld/281_sp04/papell.pdf
Parasız, İ. ve Yıldırım, K. (1994) Uluslararası Finans. (1. Baskı) Bursa, Ezgi
Kitabevi Yayınları s 223
Phillips, P. C. B. – Loretan, M. (1991). “Estimating Long-Run Economic
Equilibria”. The Review of Economic Studies Vol. 58, No. 3, Special Issue: The
Econometrics of Financial Markets (May, 1991), pp. 407-436
Popova, J. & Tkachevs, O. (2004). “On The Balassa-Samuelson Effect in Latvia”.
Young Researchers Enlargement Conferences (YouREC) Conference Paper
Rodrik, D. (2008). “The Real Exchange Rate and Economic Growth”.
http://online.wsj.com/public/resources/documents/rodrick.pdf
Rogoff, K. (1992). “Traded Goods Consumption Smoothing And The Random Walk
Behavior Of The Real Exchange Rate”. NBER Working Papers Series, Working
Paper No. 4119
Rogoff, K. (1996). The Purchasing Power Parity Puzzle. Journal of Economic
Literature Vol. 34.(2) pp647-668
Samuelson, P.A. (1964). “Theoretical Notes on Problems”. Review of Economics
and Statistics”, Vol. 46. No.2 pp. 145—154.
Sevüktekin, M. ve Nargeleçekenler, M. (2010). “Ekonometrik Zaman Serileri
Analizi EViews uygulamalı”. Geliştirilmiş 3. Baskı Nobel Yayın Dağıtım
Şimşek, M. (2004). “Türkiye’de Reel Döviz Kurunu Belirleyen Uzun Dönemli
Etkenler”. Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B. Dergisi c:5 Sayı:2 S:6
132
Taylor, J. B. (2000). “Low Inflation, Pass-Through, and the Pricing Power of Firms.
European Economic Review”. Volume 44. Issue 7. Pages 1389–1408, 2000
Taylor &Taylor. (2004). “The Purchasing Power Parity Debate”. Journal of
Economic Perspectives -Volume 18, Number 4.Pages 135–158
Tica & Družić (2006). “The Harrod-Balassa-Samuelson Effect: A Survey of
Empirical Evidence”. F E B – Working Paper Series. No. 06-07 ( No. 06-7/686)
Tica ve Sonora (2009) “Harrod, Balassa and Samuelson (Re)Visit Eastern Europe”.
F E B – Working Paper series 0 9 - 0 7
Uslu, E. (2012). “Reel Kurun Denge Değerinden Sapmasında Balassa-Samuelson
Etkisi: Türkiye Örneği”. TCMB, Uzmanlık Yeterlilik Tezi.
Van Horne, J.C. & Wachowicz,Jr. J.M. (2008). Fundamentals of Financial
Management. 13th Edition Pearson Education Limited pp666
Yıldırım, A. (2007). “Samuelson-Balassa Hipotezi Ve Reel Döviz Kuru: Türkiye,
ABD, İngiltere, Fransa Ve Almanya İçin Sınanması” Finans Politik & Ekonomik
Yorumlar Cilt: 44 Sayı:509
133
EK A: 1 Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Yazarlar
Balassa (1964)
Ülke
Dönem
Ekonometrik Yöntemler
Amerika-11
ülke1
1950-1960
Sıradan En Küçük Kareler
Kullanılan Veri Setleri
Satın Alma Gücü Paritesi
(SAGP)
GSMH Deflâtörü
B-S
Sonucu
Var
Kişi Başına Çıktı
Sektörel Fiyat Endeksleri
Officer (1976)
Almanya- 8
ülke2
1950-1973
Sıradan En Küçük Kareler
SAGP
Var
Kişi Başına Çıktı
Çalışan Başına Çıktı
Sektörel Çıktı
Sektörel Fiyat Endeksleri
İhracat Fiyat Endeksi
Marston (1986)
AmerikaJaponya
1973-1983
De Gregorio ve Wolf
14 ülke3
1970-1985
(1994)
TÜFE,TEFE
Sektörel reel ve nominal
Geometrik Ortalama
Var
GSYİH
GSYİH deflâtörü
Görünüşte İlgisiz
sektörel reel ve nominal katma
Var
Regresyon Yöntemi (SUR) değerler,
sermaye stoku, istihdam ve
faktör getirileri,
134
nominal döviz kuru, TÜFE,
GSYİH deflâtörüne
Canzoneri, Cumby ve
13 OECD
üyesi4
1970-1991
Diba (1996)
Dickey-Fuller Birim Kök
Testi
Tamamen Değiştirilmiş
EKK
birim ihracat ve ithalat endeksi
reel GSYİH’nın içindeki
hükümet harcamalarının payı
Kişi başına GSYİH
sektörel reel ve nominal katma
Var
değer endeksi,
Sektörel Fiyatlar
İstihdam
Faria ve LeonLedesma
(2003)
Papel ve Prodan
Almanya,
Japonya,
İngiltere,
Amerika
Amerika-16
ülke5
1960-1996
1892 –
1996
ADF ve Phillps-Perron
Birim Kök Testleri
Fiyat endeksleri
ARDL
Kişi Başına Çıktı Endeksi
ADF ve Ng-Perron birim
kök testi
Döviz Kuru
Yok
Var
TÜFE Deflâtörü
(2003)
GSYİH Deflâtörü
Lothian ve Taylor
Amerikaİngiltere
(2004)
Fransa
1820-2001
ADF ve Phillps-Perron
Nominal Döviz Kuru
Birim Kök Testleri
Otoregresif Koşullu
Toplam Fiyatlar
Varyans (ARCH)
Otoregresif Üstel Pürüzsüz
Reel Gelir
Geçiş (ESTAR)
135
Var
Toplam Nüfus
MacDonald ve
Amerika- 9
ülke6
1970-1991
Ricci (2005)
Levin and Lin Panel Birim
Döviz Kuru
Kök Testi
Dinamik SEK Yöntemi
Faiz Oranları
Var
Net Yabancı Varlıklar
Hükümet Harcamaları
Sosyal ve kişisel hizmetler,
elektrik, gaz ve su, inşaat,
toptan ve perakende ticaret
sektörü, toplam istihdam
Tarım, imalat ve ulaştırma,
depolama ve haberleşme
Martinez ve
Reboredo
G-7- Dolar
Genelleştirilmiş
Momentler Yöntemi
(2007)
Solanes ve Flores
Nominal ve reel çıktı
1970 - 1990 SEK
Amerika- 327
Yerli para-dolar, sabit
fiyatlarla gayri safi sermaye
stoku
Sektörlerdeki çalışma saati
GSYİH Deflâtörü
1991-2004
Sektörel İstihdam
(2009)
Imai (2010)
Var
JaponyaAmerika
1956-1970
Geometrik Orta
GSYİH Deflâtörü
TFV Endeksi
TÜFE ve TEFE
136
Var
1 Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, Japonya, Kanada, Birleşik Krallık ve
Amerika Birleşik Devletleri
2 Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Danimarka, Hollanda, Norveç, İngiltere,
Japonya.
3 Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere
ve Amerika.
4 Belçika Kanada, Danimarka, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İsveç ve ABD
5 Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, Portekiz,
İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve Amerika.
6 Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İtalya, Japonya, Norveç, İsveç, Almanya
7 Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Kostarika, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, El Salvador, Jamaika, Meksika,
Nikaragua, Panama, Paraguay, Uruguay, Venezuella,
Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, Almanya, İrlanda, İtalya, Kore, Hollanda,
Norveç, Portekiz, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık.
137
EK A: 2 Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Ekonometrik
Yazarlar
Ülke
Dönem
Kullanılan Veri Setleri
Yöntemler
Halpern
ve
16 ülke1-EURO
1991-1999
SEK
GSYİH
Wyplosz
(2001)
Genelleştirilmiş EEK
İstihdam
B-S
Sonucu
Var
Sektörel Yatırım
Sektörel Çıktı
Toplam
Doğrudan
Yatırım
Toplam Çıktı
Yabancı
ÜFE
Drine ve
(2001)
Rault
2
16 ülke -EURO
1960-1998
Im, Peseran ve Shin
Kişi başına GSYİH
Pedroni
faiz oranları
Var
Hükümet harcamaları
Dışa açıklık derecesi
Jazbec (2002)
Slovenya-Almanya
1993:1-2001:2
VAR
Sektörel GSYİH Deflâtörünü
TÜFE
Hükümet ve
Harcamaları
Egert & Drine &
12 ülke3Rault
1993:1-2001:2
VAR
138
TÜFE
özel
Var
Tüketim
Var
(2002)
Amerika, Almanya
KPSS
Sektörel Üretim
ADF
Sektörel İstihdam
VECM
Tamamen
Değiştirilmiş EKK
Johansen
Eşbütünleşme Testi
Drine ve
(2002)
Rault
6 ülke4 -Amerika
1983-1997
KPSS
Sektörel Katma Değer
Johansen
Eşbütünleşme Testi
Sektörel İstihdam
Var
Nominal Döviz Kuru
TÜFE
Lojschová (2003)
Slovakya,
Cumhuriyeti,
Macaristan
Polonya
Euro Bölgesi
Çek
1995:1-2002:4
SEK
ve
Reel ve nominal döviz kuru
Var
Sektörel Fiyat Endeksleri
Sektörel Ücretler
Reel Faiz Oranı
TÜFE
Popova
Tkachevs
(2004)
ve
Letonya-Almanya
1995-2002
ADF
Sektörel GSYİH deflâtörü
Johansen
Sektörel İstihdam
VECM
ÜFE, TÜFE
139
Var
Folfaş (2006)
Polonya, Slovakya,
1997–2006
SEK
Romanya - Almanya
1998-2006
İstihdam
ADF, KPSS, PhilipsSektörel TÜFE
Peron
Johansen
Sektörel GSYİH Deflâtörünü
Eşbütünleşme Testi
Hırvatistan - EURO
1998:1-2006:3
Phillips-Perron
TÜFE
ADF
Sektörel İstihdam
SEK
Sektörel Katma Değer
ADF, KPSS
Sektörel istihdam
Johansen
Eşbütünleşme Testi
SEK
Sektörel Fiyat Endeksleri
Dinamik EKK
Sektörel Katma Değer
SEK
Sektörel Fiyat endeksi
Im, Pesaran ve Shin
Sektörel İstihdam
GSYİH
İçindeki
Harcamalarının payı
(2007)
Funda
(2007)
Jabeen
(2011)
ve
ve
Tica ve Sonora
(2014)
diğ.
diğ
Var
GSYİH
Estonya, Macaristan
Dumitru ve Jianu
TÜFE
Pakistan-Amerika
11 ülke6 -Almanya
1972-2008
1995-2008
ADF
140
Var
Var
Var
Var
Hükümet
1 Bulgaristan, Slovakya, Ermenistan, Hırvatistan, Slovenya, Azerbaycan, Çek Cumhuriyeti, Makedonya (Eski Yugoslav
Cumhuriyeti), Rusya, Macaristan, Estonya, Ukrayna, Polonya,
Letonya, Romanya, Litfanya.
2 Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, İran, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Fas, Umman, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus,
Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen
3 Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Rusya,
Slovakya ve Slovenya
4 Hindistan, Endonezya, Kore, Filipinler, Singapur,
Tayland
5 Bulgaristan, Estonya, Macaristan, Letonya, Litfanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti,
Romanya, Slovakya, Slovenya.
6 Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Slovakya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Macaristan, Slovenya, Polonya ve
Romanya.
141
EK A: 3 Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri
Yazarlar
Ülke
Choudhri veKhan
16 ülke1
Dolar
-
Dönem
Ekonometrik Yöntemler
Kullanılan Veri Setleri
B-S
Sonucu
1976-1994
Levin - Lin ve
TÜFE
Var
Im, Pesaran,Shin Birim Kök Testi
Amerikan Doları Döviz Kuru Endeksi
Dinamik EKK Yönetimi
İthalat ve İhracat Fiyat Endeksi
(2005)
Égert (2005)
2
6 ülke EURO
Dolar
1988-2004
ve
DF, KPSS Birim Kök Testleri
İhracat ve İthalat Fiyat Deflâtörleri
Sektörel Katma Değer Endeksi, Sabit
Yok
Fiyatlarla
Dinamik EKK yöntemi
Sektörel İstihdam
ARDL
Sektörel Nominal Ücretler
TÜFE- hizmetler Endeksi
TÜFE-mallar Endeksi
TÜFE-ÜFE Endeksi
Nominal Döviz Kuru; EURO ve
Dolara Karşı
Sanayi üretim
Özçiçek (2006)
Türkiye-
1988-2004
ADF Birim Kök Testi
142
Sanayi İstihdam
Sanayi Ücretler ve Toplam Sanayi
Endeksi
İmalat Sanayi Alt Kolları Saat Başı Var
Üretimi
Almanya
Johansen Eşbütünleşme Testi
Yıldırım (2007)
TürkiyeABD,
İngiltere,
1980-2003
ADF Birim Kök Testi
İmalat Sanayi
Endeksleri
TEFE, TÜFE
Alt
Kolları
Fiyat
Reel Gelir Artış Hızı
Yok
D-F, ADF Birim Kök Testi
TEFE
Yok
Granger Nedensellik Testi
Kişi Başına Çıktı
EKK
Fransa,
AY ve Üçgöz
Almanya
TürkiyeABD
1970-2004
(2008)
Hata Düzeltme Modeli
ARDL
Lopcu, Burgaç ve
Türkiye-EU
27
1995-2010
Dülger (2011)
USLU (2012)
TürkiyeAlmanya
2000-2012
ADF, KPSS ve
Sektörel Üretim
Zivot-Andrews Birim Kök Testi
Sektörel İstihdam
Tamamen Değiştirilmiş EKK
TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru
Yok
ARDL
ADF ve Phillps-Perron Birim Kök Dış Ticarete Açık Sektör Brüt Katma
Yok
Testleri
Değeri
Dış Ticarete Kapalı Sektör Brüt Katma
ARDL
Değeri
143
Dış Ticarete Açık Sektör İstihdam
Seviyesi
Dış Ticarete Kapalı Sektör İstihdam
Seviyesi
Dış Ticarete Açık Sektör Ücret
Endeksi
Dış Ticarete Kapalı Sektör Ücret
Endeksi
Dış Ticarete Açık Sektör Brüt Katma
Değer Deflâtörü
Dış Ticarete Kapalı Sektör Brüt Katma
Değer Deflâtörü
Nominal Kur
UECM
Bayar
Tokpunar
ve TürkiyeOECD
1999-2012
Point
Türkiye-27
ülke3
1997:12012:2
Göreli Birim İş Gücü Maliyetleri
Johansen Eşbütünleşme Testi
Türkiye’ye Yurt Dışından Sermaye
Akımları
GSYH
Tamamen Değiştirilmiş EKK
Dış Ticaret Hacmi/GSYH Oranı
Ng-Perron Birim Kök Testi
(2013)
Altunöz (2014)
Elliott-Rothenberg-Stock
Optimal ve
Var
VEC metodu
ADF ve Zivot-Andrews Birim Sektörel İstihdam, Sektörel Üretim
Yok
Kök Testi
Endeksleri
ARDL
TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru
Tamamen Değiştirilmiş EKK
144
1 Kamerun, Şili, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti, Ekvator, Malezya, Hindistan, Meksika, Ürdün, Singapur, Kenya, Güney
Afrika, Fas, Filipinler, Türkiye, Venezuella.
2 Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Türkiye,
Rusya, Ukrayna.
3 Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Almanya, Estonya, İrlanda, Yunanistan, İspanya, Fransa, , İtalya, Kıbrıs, Letonya,
Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Hollanda,
Avusturya, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, İsveç,
İngiltere.
145
Download