i T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL ANALİZ DERGİSİ İMTİYAZ SAHİBİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ EDİTÖR YAYIN KURULU Prof. Dr. Şahin KARASAR Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN Prof. Dr. Mehmet TANYAŞ Prof. Dr. Sadettin ÖZEN Prof. Dr. Ergül HAN : : : : : : : YAYIN KURULU SEKRETERİ : Canan AYAR DANIŞMA VE HAKEM KURULU: Prof. Dr. Şahin KARASAR Prof. Dr. Belma AKŞİT Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKEN Prof. Dr. Melek AKGÜN Prof. Dr. Sinan ALÇIN Prof. Dr. Uğur DEMİRAY Prof. Dr. Bülent DURMUŞOĞLU Prof. Dr. Ercan EREN Prof. Dr. Seniye Ümit Oktay FIRAT Prof. Dr. Sevinç GÜLSEÇEN Prof. Dr. Yavuz GÜNALAY Prof. Dr. Hüseyin İNCE Enstitüsü Prof. Dr. Niyazi KARASAR Prof. Dr. Halit KESKİN Prof. Dr. Emine KILAVUZ Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Sakarya Üniversitesi İstanbul Kültür Üniversitesi Anadolu Üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi Yıldız Teknik Üniversitesi Marmara Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Bahçeşehir Üniversitesi Gebze Yüksek Teknoloji Maltepe Üniversitesi Yıldız Teknik Üniversitesi Nuh Naci Yazgan Üniversitesi ii Prof. Dr. Mehmet MARANGOZ Üniversitesi Prof. Dr. Sedat MURAT Prof. Dr. Cemil OKTAY Prof. Dr. Cavide Bedia UYARGİL Prof. Dr. Özalp VAYVAY Doç. Dr. Fahriye ALTINAY Doç. Dr. Zehra ALTINAY Doç. Dr. Gonca ATICI Doç. Dr. Çiğdem BOZ Doç. Dr. Şeref DEMİR Doç Dr. Seda TOLUN Yrd. Doç. Dr. Zeynep AKIN Yrd. Doç. Dr. Levent AKSOY Yrd. Doç. Dr. Sinan APAK Yrd. Doç. Dr. Ayhan ARTAR Yrd. Doç. Dr. Neslişah BAŞARAN Yrd. Doç. Dr. Ebru Beyza BAYARÇELİK Yrd. Doç. Dr. B. Murat BUKET Yrd. Doç. Dr. Tolga DURSUN Yrd. Doç. Dr. İhsan GÜLAY Yrd. Doç. Dr. Şafak GÜNDÜZ Yrd. Doç. Dr. Mustafa Ozhan KALAÇ Yrd. Doç. Dr. Ahmet KİZİROĞLU Yrd. Doç. Dr. Ensar LOKMANOĞLU Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Cangül ÖRNEK KONU Yrd. Doç. Dr. Deniz ÖZBAY Yrd. Doç. Dr. Halil Halefşan SÜMEN Yrd. Doç. Dr. Fulya TAŞEL Yrd. Doç. Dr. Can ULUSOY Yrd. Doç. Dr. Hamit VANLI iii Muğla Sıtkı Koçman İstanbul Üniversitesi Yeditepe Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Marmara Üniverstesi Yakındoğu Üniversitesi Yakındoğu Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Batman Üniversitesi Maltepe Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Konya Gıda Tarım Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Gelişim Üniversitesi Maltepe Üniversitesi İzzet Baysal Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Celal Bayar Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Recep Tayyip Erdoğan Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi Maltepe Üniversitesi YAZIŞMA ADRESİ : Analiz Dergisi Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Marmara Eğitim Köyü 34857 Maltepe / İSTANBUL WEB e-MAİL ISSN : analiz.maltepe.edu.tr : analiz@maltepe.edu.tr : 1303 - 0496 iv T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL ANALİZ DERGİSİ Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi, Maltepe Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir. Dergimizde tüm sosyal bilimler alanlarında Türkçe ve İngilizce dillerinde yazılmış makaleler yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır. Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup, dergimizi bağlamaz. Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek aktarma ve alıntı yapılabilir. Editör Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK v İÇİNDEKİLER Materyalist Eğilimin Kompulsif Satın Alma Davranışına Etkisi: Üniversite Öğrencilerine Yönelik Bir Araştırma Abdullah ÖZ, Baran ARSLAN, Tolga DURSUN ……………………… 2 Yüzyıllık Yalnızlığımız Ya Da Bizim Büyük Çaresizliğimiz Mehmet Utku ŞENTÜRK .….…………………………………………..20 Türkiye Ve İstanbul'da İşsizlik Ahmet Mithat KİZİROĞLU………………………………………………31 Çalışan Memnuniyet Ölçeği Geliştirme Çalışması Bora ŞENGÜN, Gülsen ŞENGÜN ………………………………………74 Türkiye’de Reel Döviz Kurunun Uzun Dönem Denge Değeri Sema AŞIK ……………………..………………………………………..94 MATERYALİST EĞİLİMİN KOMPULSİF SATIN ALMA DAVRANIŞINA ETKİSİ: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR ARAŞTIRMA Abdullah ÖZ1, Baran ARSLAN2, Tolga DURSUN3 1 Arş.Gör. Harran Üniversitesi, İ.İ.B. Fakültesi, İşletme Bölümü, Abdullah.amaire@harran.edu.tr 2 Yrd.Doç.Dr. Harran Üniversitesi, İ.İ.B. Fakültesi, İşletme Bölümü, barslan@harran.edu.tr 3 Yrd.Doç.Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Gerede Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Pazarlama Bölümü, tolgadursun@ibu.edu.tr ÖZET Materyalizm, yaşam memnuniyetine ve kabul edilebilir bir sosyal statüye ulaşabilmek için bireyin hayatının merkezine mülkiyet edinimi ve para kazanımını koymasıdır. Bununla beraber bireylerin materyalist eğilimleri onların ani, dürtüsel ve takıntılı satın alma eylemlerini yani kompulsif satın alma davranışlarını etkileyebilmektedir. Nitekim uluslararası birçok çalışmada materyalist algının kompulsif tüketimi pozitif yönde etkilediği belirtilmiştir. Bu çalışmanın amacı ise Harran Üniversitesinde eğitim gören öğrencilerin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın alma davranışlarına etkisini belirleyerek ortaya koymaktır. Bu amaçla hazırlanan anket 702 öğrenciye uygulanmıştır. Yapılan istatistiki analiz sonucunda öğrencilerin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın alma davranışlarını etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar kelimeler: Materyalizm, materyalist eğilim, tüketim, kompulsif satın alma, kompulsif tüketici. ABSTRACT THE EFFECT OF MATERIALIST TENDENCY ON COMPULSIVE BUYING: A STUDY ON UNIVERSITY STUDENTS Materialism is to embed goods ve money in the centre of the individual’s life in order to reach life gratification ve an acceptable social statüs. In addition, the materialistic tendencies of individuals can effect their sudden, impulsive ve obsessive buying actions, namely their compulsive buying behaviours. This work’s aim is to display whether there is a relationship between students’ materialistic tendencies ve compulsive buying behaviours. Thus, a survey is made on the students of Harran University ve its applied to 702 people. After the statistically analysis it’s 2 found that the materialistic tendencies of individuals effect their compulsive buying behaviours. Keywords: Materialism, materialistic tendency, comsumption, compulsive buying, compulsive consumer. 1. GİRİŞ Materyalizm kişinin mala ve paraya düşkünlüğüdür. Bireyin bu düşkünlüğünün yani materyalist eğiliminin sebebi ise malın ve paranın mutluluğa götüren en temel iki araç olduğunu düşünmesi, bu ikisiyle toplumsal onay ve statü elde edebilmesidir. Tabiki mal ve paraya bu değeri yükleyen salt bireyin kendisi değil, ondan önce ailesi, çevresi ve maddiyatı ve imajı mutluluk ile endeksleyen toplum ve popüler kültür ile madde temelli hayatı teşvik eden medyadır. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde ise bireyin materyalist olması kaçınılmaz olmaktadır. Rasyonel bir satın alma sürecinde bireylerde önce organik ihtiyaçlar oluşur, sonrasında gerekli alternatifler karşılaştırılıp değerlendirilerek rasyonel açıdan en az maliyeti ve en çok çıktıyı/faydayı sağlayacak olan ürün satın alınır. Kompulsif satın alma gibi akılcı olmayan (irrasyonel) bir satın alma eyleminde ise minimum maliyet ve maksimum faydayı sağlayacak ürün değil, kişide satın alma sürecinde doyasıya haz yaratan, ona sosyal kabul, statü ve toplumsal görünürlük sağlayan, yine yaşadığı acıları unutmasını ve başarısızlık baskısını azaltmasını sağlayan ancak onu ekonomik olarak zora sokan, alışveriş sonrası pişmanlık, utanç ve hayal kırıklığı yaratan ürün ani, dürtüsel, takıntılı, tekrarlayıcı ve denetlemeyen hislerle satın alınır. Mülkiyet ve parayı hayat memnuniyetinin en büyük sağlayıcıları olarak sunan materyalizm bireyin kompulsif tüketim eğilimini tahrik edici bir işlev görür. Nitekim mal edinmeyi en önemli amaç olarak gören birey daha çok ve sıklıkta alışveriş eylemleri gerçekleştirecek ve sürekli daha fazlasına sahip olup biriktirmek isteyecektir. Sonrasında ise bireyin pişmanlıkta duysa alışverişe bağımlı olduğu, takıntılı ve kontrol edilemez bir şekilde satın alma eylemini sürdürdüğü görülecektir. 2. LİTERATÜR 2.1. Materyalizm Materyalizm farklı yazarlarca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Örneğin konunun otoritelerinden Belk materyalizmi kişinin maddi varlıklara duyduğu büyük bağlılık şeklinde tanımlamaktadır . Belk (1984)’in farklı bir 3 tanımında materyalizmi nesnelerin kişilerin yaşamında merkezi yer edinmesi ve memnuniyetin en önemli sağlayıcısı olarak algılanması şeklinde tanımlamıştır. Richins ve Dawson ise materyalizmi “insanların ürünlerin elde edilmesine ve ürünlerin mülkiyetine atfettiği önem” olarak tanımlar (Richins, 2004:210). Yine Richins ve Dawson (1992) materyalizm için kişinin yaşamında paraya ve eşyaya değer önceliği vermesidir tanımını da yapar. Tatzel (2002) ise materyalizmi sosyal statü edinebilmek için eşyaların kullanılması şeklinde tanımlar. Mukerji’ye (1983) göre materyalizm’de kişi bireysel mutluluğa erişmek ve sosyal kabul görmek için paraya ve eşyaya sahip olmayı bir amaç olarak görür. Ve bu amaca ulaşıldığında mutluluğa ulaşılıp ruhsal boşluğun giderileceğini iddia eder (Browne ve Kaldenberg, 1997:31-44). Zira materyalist bireyler malların mülkiyetine sahip olmayı en büyük mutluluk kaynağı olarak görürler. Hatta zamanlarını hoş vakit geçirebilecekleri aktiviteler yerine daha fazla çalışarak daha çok para kazanmaya ayırabilirler (Tamer, 2013:51). Materyalist değerlerin üzerinde yükseldiği üç sütun merkezilik, başarı ve mutluluktur. Merkezilik, materyalist eğilimli bireylerin nesneleri ve bunların kazanımını hayatlarının merkez eksenine yerleştirmeleridir. Başarı, materyalist bireylerin başarıyı elde edilen malın niteliği ve çokluğu ile değerlendirmesi iken mutluluk, bireylerin ancak bazı nesneleri elde edip refahlarını artırdıklarında mutlu olabilecekleri düşüncesinde olduklarını ortaya koyar (Richins ve Dawson, 1992:304). Materyalizm ile yaş ilişkisi incelendiğinde, materyalist eğilimin 8-9’lu yaşlardan 12-13’lü yaşlara kadar arttığı, daha sonra 18’li yaşlara doğru azaldığı görülmüştür (Chaplin ve John, 2007). Yine materyalist eğilimin en çok orta yaş grubunda görüldüğü, gençlerin nesnelerden ziyade etkinliklere önem atfettiği belirtilir (Odabaşı, 1999: 100). Araştırmalar erkeklerin kadınlara göre daha materyalist olduklarını ortaya koymaktadır (Ger ve Belk, 1990; Keng vd., 2000; Richins ve Dawson, 1992; Richins, 2004). Ayrıca aile yapısı da materyalist algıyı etkilemektedir. Örneğin, anne babaları boşanmış çocukların materyalist eğilimleri düzenli aile yapısına sahip çocuklara nazaran daha fazladır (Rindfleisch vd., 1997). Yine demografik faktörlerden gelirin materyalizm ile ilişkisi incelendiğinde düşük gelirli insanların yüksek gelirlilere göre daha materyalist oldukları belirtilmiştir (Roberts ve Clement, 2007; Doğan, 2010). 2.2. Kompulsif Satın Alma Kompulsif satın alma ilk kez Emil Kreapelin (1915) tarafından “Psychiatric” adlı kitapta “Oniomania” olarak tanımlanmıştır. Sonraki 4 süreçte kompulsif satın alma terimiyle eş anlamlı olarak kompulsif alışveriş, kompulsif tüketim, dürtüsel satın alma, kontrol edilemeyen satın alma, satın alma bağımlılığı, alışveriş/harcama koliklik gibi kavramlar kullanılmıştır (McElroy vd., 1994:242). Ancak kavram kompulsif satın alma ismiyle ilk kez kronik, negatif durumlara ya da hislere sebebiyet veren tekrarlayıcı satın alma şeklinde tanımlanmıştır (O’Guinn ve Faber, 1989:155). Black (1996)’in kompülsif satın alma tanımı ise bireyin dürtüsel olarak satın alma güdüsünü duyumsaması ancak kontrol edememesi sonucunda oluşan, bireyi mali açıdan zora sokan bozukluk şeklindedir. Ünsalver (2011:19)’in tanımında ise saplantılı olarak alışveriş yapma ya da alışverişi düşünme ve alışverişle ilgili planlar oluşturma süreci şeklinde tarif edilir. Kompulsif ve normal tüketiciler karşılaştırıldığında normal tüketicilerin alışveriş öncesi ürünün üzerinde yeterince düşündükleri, gerekli araştırmaları yaptıkları sonrasında satın almayı gerçekleştirdikleri, kompulsif eğilimli tüketicilerin ise ani dürtüsel, takıntılı ve denetlenemeyen hisler ile bu eylemi gerçekleştirdikleri görülür (Rao, 2013:2). Kompulsif eğilime sahip tüketiciler genel olarak; ani dürtüsel, agresif, tekrarlayıcı ve gereksiz satın almalar sergilerler (Lejoyeux ve diğerleri, 1996:1525). Satın alma ve harcama esnasında kontrollerini kaybederler (O’Guinn ve Faber, 1989). Sık sık ve uzun periyotlar halinde alışveriş ziyaretleri gerçekleştirirler. Sıradan tüketicilere nazaran kompulsif tüketicilerin özsaygılarının daha düşük, hayal kurmaya daha eğilimli, daha ileri seviyelerde depresyon yaşayan, daha endişeli ve takıntılı oldukları belirtilmiştir (Faber ve O’Guinn, 1991: 459-460). Yine daha kıskanç ve cimri, alışverişi salt eğlence olarak görmeye ve satınalma sonrasında pişmanlık duymaya daha yatkın bireyler olduğu söylenebilir (d’Astous vd., 1990: 306). Nitekim kompulsif eğilimli tüketicilerin gerçek manada aldıkları ürüne ihtiyacı yoktur. Bu yüzden eşyaları ya bir yerde stoklarlar ya da başkalarına hediye ederler (Black, 1996: 50-55). Bu davranış tarzıyla kompulsif tüketiciler sorumsuz davranışlarının fiziki kanıtlarını benlikleri üzerindeki tehdidi (vicdan azabı) yok etmek için ortadan kaldırmış böylece kendilerini teskin etmiş olurlar. Bu davranış literatürde alkol kullandığını gizlemek için somut delilleri (şişe, koku, vb.) ortadan kaldıran alkoliğin durumuna benzetilmiştir (Tamam, 2009:70). Dürtüsellik, ruh hali, tutku, moda yönelimlilik, para ve kredi kartı kullanımı kompulsif satın almayı etkileyen kişisel faktörlerdendir (Öztürk, 2010: 82-90). Örneğin kompulsif tüketicilerin dürtülerini kontrol etme de zorluklar yaşadığı bilinmektedir (DeSarbo ve Edwards, 1996). Ayrıca saplantılı tutku sahibi olanların davranışlarını kontrol edemedikleri aksine davranışların onları kontrol ettiği de vurgulanmıştır (Wang ve Yang, 2008: 5 693-694). Yine yapılan bazı araştırmalarda paranın güç ve prestij aracı olduğu, genç tüketicilerin kompulsif eğilimleri ile paranın bu boyutu arasında ciddi bir ilişkinin olduğu ortaya koyulmuştur (Roberts ve Jones, 2001: 217; Phau ve Woo 2008: 450). Kredi kartı ve kompulsif eğilim arasında da kredi kartının özellikle güç ve statü sembolü olmasından dolayı ciddi bir bağ bulunmaktadır (Phau ve Woo 2008; Pirog ve Roberts, 2007, Arslan, 2015). Konuyla ilgili çalışmalarda bulunan O’Guinn ve Faber (1989:155) kompulsif tüketicilerin sıradan tüketicilere nazaran daha fazla sayıda kredi kartına sahip olduğunu söylerler. Referans grupları, aile, sosyal sınıf ve kültür kompulsif eğilimi etkiler (Çerçi, 2014: 72-78). Örneğin tüketicilerin fikirlerini etkileyen referans grupları (ünlüler, sporcular, vb.) tüketicilerin markalardan haberdar olmasını sağlayıp yeni ürünleri denemelerini teşvik ederler (Eru, 2013: 118). Böylece hiç ihtiyacı bulunmazken tüketicinin zihninde bu markalara karşı merak ve satın alma isteği oluşur. Baudrillard’ın söylemiyle “tüketim toplumu” olan bugünkü toplumda insanların sosyal hiyerarşide bir üstte olan gruba yükselmek için kıyasıya rekabet ettiği söylenebilir. Bu yarışın ise sadece sürekli tüketmekten geçtiği varsayımı kişinin bitmeyen bu yarış sürecinde kompulsif bir tüketici olup çıkmasına neden olmaktadır. Buna ek olarak küreselleşmenin gelişmiş ülkelerdeki fikir ve düşüncelerin diğer ülkelere transferini kolaylaştırması neticesinde Batı’nın sahip olduğu tüketim alışkanlıkları, materyalist eğilimler, haz ve hız merkezli hayat tarzı yani “tüketim kültürü” tüm dünyada bir virüs gibi yayılmıştır. Böylece bir zamanlar üretken ve akılcı olarak (homo-economicus) tanımlanan insan bugün tüketimi hayatın eksenine yerleştiren “tüketimus” olarak anılmaya başlanmıştır (Odabaşı, 2013:32). Çocukluk döneminde ailede temeli atılan sürekli başarılı olma tutkusu bireyi ilerleyen yıllarda yaşadığı bazı başarısızlıklar (iflas, boşanma, vb.) sonrasında başarızlık baskısını azaltmak için kompulsif tüketime yönlendirebilir. Kompulsif satın alma narsistik zedelenme, psikolojik bağımlılık, öfke, korku, umutsuzluk, yetersizlik gibi negatif hislere karşı bir savunma mekanizması işlevi görür (Tamam, 2009:70). Bunun yanında kendini sakinleştirme, duygu onarımı, sevgi/şefkat isteği vb. konularda telafi edici bir mekanizma oluşturur (Çerçi, 2014:65). Yine öğrenme, güdülenme, tutum ve kişiliğinde kompulsif eğilimler üzerinde etkisi bulunmaktadır. Örneğin; Psikoanalitik kurama göre süperegosu yüksek bireylerin satın alma kararlarında referans grupları ya da aileleri etkili olurken id yönlü bireyler kendi istek ve dürtüleriyle hareket etmektedirler (Çerçi, 2014:79-84). Yaş, cinsiyet ve gelir kompulsif 6 eğilimi etkileyen temel değişkenlerdendir (Çerçi, 2014: 84-86). Kompulsif satın alma yaş ile ters yönlüdür. Yani yaş arttıkça kompülsif eğilim azalırken yaş düştükçe bu eğilim artar (Villarino ve Lopez, 2001: 444). Literatürdeki çalışmaların çoğunda kompulsif eğilimin/bozukluğun kadınlarda erkeklere göre daha fazla olduğu belirtilmektedir (McElroy, vd., 1994; Dittmar, 2004; Tamam, 2009: 67). Yine kadın tüketicilerin satınalmaya değil alışveriş sürecine (shopaholics), erkek tüketicilerin ise satın almaya odaklandıkları ve daha çok para harcadıkları (spendaholics) ortaya koyulmuştur (Campell, 1997: 168). Kadınların alışveriş esnasında kıyafet, kozmetik ve mücevherata, erkeklerin ise daha az parçadan oluşan ama büyük meblağlar tutan elektronik eşyalar, spor aletleri vb. ürünlere yöneldiği bilinmektedir (Kearney ve Stevens, 2012: 237; Dittmar, 2004). Yine literatürdeki bazı çalışmalar gelir ve kompulsif satın alma arasında bir ilişki olduğunu ortaya koyarken bazıları böyle bir ilişkinin var olmadığını söyler (Roberts, 1998; O’Guinn ve Faber, 1989, Black, vd., 2001). Gelir ve kompulsif eğilim arasındaki ilişkiyi ortaya koyan çalışmalar ise genellikle bu ilişkinin ters yönlü olduğunu söyler. (Black, vd., 2001; Koran vd, 2006). Yani düşük gelirli tüketicilerin kompulsif eğilimi ve kompulsif satın almadan kaynaklanan problemleri yüksek gelirli tüketicilere göre daha fazladır. 2.3. Kompulsif Satın Alma Ve Materyalizm İlişkisi Birçok çalışmada materyalizmin kompulsif eğilimi etkilediği belirtilmiştir (Yurchisin ve Johnson, 2004; d'Astous, 1990, O’Guinn ve Faber, 1989). Örneğin; Dittmar ve arkadaşları çalışmalarında materyalist değer ve tutumların cinsiyet, yaş, gelir gibi faktörler sabit tutulduktan sonra kompulsif satın alma ölçek skorları değişkeninin %27’sini oluşturduğunu ortaya koymuşlardır. (Ditmar, 2007: 338).Yine kompulsif tüketicilerin materyalizm tarafından motive edildiği, bir başka ifadeyle bu tüketicilerin satın aldıkları nesnelere çılgınlık seviyesinde sahip olmayı arzuladıkları ifade edilmektedir (DeSarbo ve Edwards, 1996: 249). Materyalist eğilimli bireylerin Richins (1994) ve Tatzel (2002)’in belirttiği gibi parayı statü elde etme ve başarı anahtarı olarak görmeleri, kompulsif bireylerinde Roberts ve Jones (2001)’un ortaya koyduğu gibi parayı güç ve prestij elde etmede başat faktör olarak görmeleri materyalist eğilim ve kompulsif satın alma davranışının birbiriyle ilişkili olduğunu, en azından paraya bakışlarının paralellik arz ettiğini gösterir. Materyalist eğilim ve satın alma davranışını inceleyen bazı çalışmalarda tüketicilerin materyalist zihin yapılarının anlık (kompulsif) satın almaya sebep olduğu belirtilmiştir (Rindfleisch vd., 1997; Dittmar, 2005; Troisi, vd., 2006). Materyalist algıları yüksek bu bireyler pahalı ve 7 moda yönelimli kıyafetleri satın alma eğilimindedir (Park, vd. 2007). H1: Üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimleri kompulsif satın alma davranışlarını etkiler. H2: Üniversite öğrencilerinin cinsiyetleri açısından kompulsif satın alma davranışları farklılık gösterir. Cinsiyet Kompulsif Satın Alma Materyalist Eğilim Şekil 1: Araştırmanın Modeli 3. ARAŞTIRMA METODOLOJİSİ Bazı araştırmalarda kompulsif eğilimin üniversite öğrencileri arasında yaygın olduğu bulgusu elde edilmiştir (Roberts & Jones, 2001; Xu, 2008; Yurchisin, & Johnson, 2004). Ancak bu çalışmalar Türkiye’de değil diğer yabancı ülkelerde yapılmıştır. Yaptığımız genel bir araştırma sonucunda ise Türkiye’de üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın alma üzerindeki etkisini ölçen bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Bu çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın almaları üzerinde bir etkisinin olup olmadığını test etmek ve elde edilen sonuçlar doğrultusunda pazarlama yöneticilerine/araştırmacılarına ve konuyla ilgilenen diğer çıkar gruplarına/paydaşlara elde ettiğimiz sonuçlarla yardımcı olmaktır. Araştırmanın ana kütlesini üniversite öğrencileri oluşmaktadır. Araştırmanın örneklemi; tesadüfî olmayan (yargısal) örnekleme yöntemlerinden kolayda örneklemedir. Kolayda örnekleme; ulaşılabilir bireylerin örnek kapsamına dâhil edilmesini içerir. Araştırma için gerekli olan birincil veriler, anket metodu uygulanarak toplanmıştır. Anketler ise 01.10.2015 ile 30.11.2015 tarihleri arasında öğrenci otomasyonu üzerinden uygulanmıştır. 8 Anket formu üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, katılımcıların cinsiyeti, yaşı, medeni durumu ve ailenin gelir durumu gibi demografik sorular yer almaktadır. İkinci bölümde kompulsif satın alma davranışını ölçmeye yönelik olan Valence ve diğerleri (1988) tarafından geliştirilen 13 maddelik kompulsif satın alma ölçeği yer almaktadır. İkinci bölümde, materyalist eğilimi ölçmeye yönelik olan Richins ve Dawson (1992) tarafından geliştirilen ölçek kullanılmıştır. Oluşturulan anket formu Harran Üniversitesi’nde eğitim gören 702 öğrenciye uygulanmıştır. Anketler edit edildikten sonra 689 kişi üzerinden değerlendirilmiştir. Ölçeklerde 5’li likert ölçeği kullanılmıştır. 3.1. Verilerin Analizi 3.1.1. Bulgular Tablo 1: Cinsiyet, Yaş, Medeni Durum ve Ailenin Toplam Aylık Gelirine İlişkin Frekans Dağılımları Değerler Sıklık Yüzdelik Değerler Cinsiyet Sıklık Yüzdelik Medeni Durum Kadın 263 38,2 Evli 65 9,4 Erkek 426 61,8 Bekar 624 90,6 Toplam 689 100 Toplam 689 100 9 Yaş 17-19 112 16,3 20-22 336 48,8 23-25 141 20,5 26 ve yukarısı 100 14,5 689 Ailenizin Toplam Aylık Geliri 1000 TL ve altı 1001-2000 TL 2001-3000 TL 100 3001-4000 TL Toplam 4001-5000 TL 5001 TL ve üstü Toplam 329 47,8 180 26,1 110 16,0 33 4,8 14 2,0 23 3,3 689 100 Araştırmaya katılan bireylerin demografik özellikleri incelendiğinde, katılımcıların %38,2’sinin kadın, %61,8’i erkek bireylerden oluştuğu görülecektir. Bu oran, ankette her iki cinsiyetten olan tüketicilerin düşüncelerini yansıtması için uygundur. Ankete katılanların yaş dağılımı ise %16,3 17-19 yaş, %48,8 20-22 yaş, %20,5 23-25 yaş, %14,5 26 yaş ve üzerindedir. Ankete katılanlar medeni durum açısından değerlendirildiğinde %9,4’ünün evli, %90,6’sının bekar olduğu görülmektedir. Ailenin aylık toplam gelir dağılımında en yüksek oranla %47,8’inin 1000 TL ve altında olduğu görülmektedir. 3.1.2. Faktör Analizi Ve Güvenirlilik Analizi Materyalist eğilime yönelik olan veri setinin faktör analizine uygunluğunu test eden KMO değeri (0,929) ve kompulsif satın alma davranışına yönelik olan veri setinin faktör analizine uygunluğunu test eden KMO değeri (0,923) faktör analizi yapılabilmesi için uygun ve mükemmel değerlerdir. Yine aynı amaca hizmet eden Bartlett testi Significance = 0,000 ( her iki veri seti içinde) olduğundan ve p<0.05 olması koşulunu sağladığından verilerin faktör analizi için uygun olduğuna karar verilmiştir. Materyalist eğilimi ölçen ölçeğe yapılan faktör analizi sonucunda, ölçekte yer alan 19 ifadenin 5’inin faktör yükleri 0,30’un altında olduğu için formdan çıkarılmış ve tekrar analize tabi tutulmuştur. Yinelenen faktör analizi sonucunda 14 madde 3 faktör altında toplanmıştır. Bu faktörler: başarı, merkeziyetçilik ve mutluluktur. 10 Tablo 2: Kompulsif Satın Alma Ölçeği Maddelerine İlişkin Faktör Yükleri ve Güvenirlilik Analizi Kompulsif Satın Alma Ölçek Maddeleri Yük Değerleri Cronbach’s Alfa: ,943 Param olduğunda hepsini ya da bir kısmını harcamadan duramam. ,801 ,927 Sıklıkla anlık satın alma yaparım. ,823 ,949 Benim için, alışveriş yapma günlük yaşam stresleriyle bir yüzleşme ve rahatlama yoludur. ,882 ,892 Bazen içimden bir şeylerin beni alışverişe gitmeye zorladığını, dürttüğünü hissederim. ,810 ,862 Zaman zaman bir şeylere satın almaya yönelik aşırı isteğim olur. ,813 ,888 Ara sıra, bir eşyayı satın aldıktan sonra, onu almam mantıksız geldiği için kendimi suçlu hissederim. ,798 ,891 Satın aldığım bazı eşyaları, onu satın almamın çok mantıksız olduğunun düşünülmesinden korktuğum için hiç kimseye göstermem. ,767 ,961 Sıklıkla alışverişe gitme ve bir şeyler satın almaya yönelik açıklayamadığım arzu ve ani ve kendiliğinden gelişen isteklerim olur. ,768 ,922 11 Bir alışveriş merkezine girer girmez, bir dükkana girip bir şeyler satın alma şeklinde dayanılmaz isteklerim oluşur. ,897 ,867 Eve gelen satış ilanları ya da reklamlarına hemen yanıt veren biriyimdir. ,890 ,891 Sıklıkla geriye çok az param kaldığını bilmeme karşın, ihtiyacım olmayan bir ürünü satın alırım. ,841 ,846 Savurgan biriyimdir. ,856 ,821 Bazen “tekrar yapmam gerekseydi, ….. yapardım” şeklinde düşünürüm ve yaptığımdan ya da söylediğimden dolayı pişmanlık duyarım. ,871 ,854 12 Tablo 3: Materyalist Eğilim Ölçeğine İlişkin Faktör Analizi ve Güvenirlilik Analizi ÖLÇEK ALT BOYUTL ARI YÜK DEĞERL ERİ MADDELER AÇIKLANA N VARYANS % CRON BACH ’S ALFA (0,983) Başarı Pahalı ev, araba ve giysilere sahip insanları takdir ederim. ,862 Yaşamımdaki en önemli başarılardan biri maddi varlıklara sahip olmaktır. ,871 Sahip olduğum şeyler yaşamımım ne kadar başarılı olduğunu gösterir. ,818 İnsanları etkileyen şeylere sahip olmayı severim. ,826 Daha çok şey satın almaya gücüm olsaydı daha mutlu olurdum. ,733 İstediğim şeyleri satın alamadığımda bu durum bazen beni rahatsız eder. Sadece alırım ,975 Sade bir yaşam biçimini tercih ederim. ,929 13 22,432 ,701 ihtiyacım olanları Kullanışlı olmayan şeylere ,964 ,982 Merkeziye tçilik Mutluluk para harcamaktan hoşlanırım Bir şeyler satın almak beni çok mutlu eder. ,882 ,792 Yaşamımda çok lüks şeyleri severim. ,773 Başarı göstergesi olarak insanların sahip oldukları varlıkların miktarına çok önem vermem. ,922 İnsanların sahip olduğu maddi varlıklara çok dikkat etmem. Sahip olduğum şeyler benim için çok önemli değildir. 12,043 ,871 ,728 KMO = 0,983 Toplam Açıklanan Varyans = 60,127 3.1.3. Hipotezlerin Test Edilmesi 14 25,652 ,951 Tablo 4: Tüketicilerin Materyalist Eğilimlerinin Kompulsif Satın Alma Davranışlarına Etkisinin Belirlenmesine Yönelik Regresyon Analizi Sonuçları R2 R2 Düzel tilmiş Model 1 0,322 , 0,163 Sig. F 70,231 F (p) 7 ,000 Beta S E B t Sig.t(p) , (Constant) ,618 ,232 16,154 ,000 Başarı ,721 ,276 17,872 ,003 Merkeziye tçilik ,427 ,281 15,932 ,015 Mutluluk ,541 ,246 1,045 ,038 Kurulan regresyon modelinin istatistiki olarak geçerli yani anlamlı bir model olduğunu ölçmeye yönelik olarak F testi yapılmış ve test sonucuna göre modelin (F=70,231, p=0.000<0,05) anlamlı olduğu tespit edilmiştir. Kurulan modelin anlamlı olmasından ötürü regresyon analizinin diğer çıkarımları değerlendirmeye tabi tutulabilir. Regresyon katsayılarının sıfırdan farklı olup olmadığını test etmek amacıyla her bir katsayı için t-testi yapılmıştır. Yapılan t-testleri sonucu katılımcıların materyalist eğilimlerinin başarı (p=0.003<0,05), merkeziyetçilik (p=0.015<0,05) ve mutluluk (p=0.038<0,05) boyutunda kompulsif satın almayı etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bağlamda H1 hipotezi kabul edilmektedir. 15 Tablo 5: Cinsiyete Göre Kompulsif Satın Alma Davranışına Yönelik tTesti Sonuçları N Mean Kadın 263 2,4466 Erkek 426 2,4561 T ,135 Sig. ,023 Üniversite öğrencilerinin cinsiyetine göre kompulsif satın alma davranışlarında fark olup olmadığını ölçmek için bağımsız gruplara t-testi yapılmıştır. Cinsiyete göre yapılan t-testleri sonucunda ulaşılan değer p=,023<0,05 olmasından dolayı cinsiyet açısından üniversite öğrencilerinin kompulsif satın alma davranışlarında farklılık söz konusudur. H2 hipotezi kabul edilmektedir. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Anketler üzerinde yapılan analizler sonucu elde edilen verileri şöyle özetlemek mümkündür: Öncelikle makalede materyalist eğilimin kompulsif satın almayı etkilediği yönündeki hipotez (H1) doğrulanmıştır. Zira yapılan t-testleri sonucunda öğrencilerin materyalist eğilimlerinin kompulsif satın alma davranışlarını pozitif yönde etkilediği görülmüştür. Bu da literatürde benzer çalışmalar yapan d'Astous (1990), O’Guinn ve Faber (1989), Yurchisin ve Johnson (2004) ve Ditmar (2007) gibi otoriterlerin elde ettikleri sonuçlarla paralellik göstermektedir. Ayrıca demografik faktörlerin kompulsif satın almayı etkilediği yönündeki ikinci hipotez de desteklenmektedir. Demografik faktörlerden öğrencilerin cinsiyetleri kompulsif satın alma davranışlarında farklılık göstermektedir. Bu bağlamda erkek öğrencilerin bayan öğrencilere göre nispeten daha düşük kompulsif eğilimli oldukları elde edilen veriler sonucunda ortaya konmuştur. Bu sonuçların ise literatürdeki kadınların erkeklerden daha kompulsif olduğunu söyleyen genel kanıdan farklılık arz ettiği söylenebilir. Anketin sadece tek bir üniversitede ve öğrencilerinin çoğu yakın güneydoğu ve doğu illerinden olması sebebiyle Türkiyedeki öğrenci evrenini tam yansıtmayan bir bölgede yapılmış olması, örneklem sayısı her ne kadar yeterli bir büyüklükte de olsa (689 kişi) araştırmanın en temel kısıtlarındandır. Araştırmanın evreni daha iyi temsil eden başka üniversiteler 16 üzerinde yapılması durumunda bu kısıtın ortadan kalkacağı beklenmektedir. Yine örnek kütlenin “kolayda örnekleme” yöntemiyle seçilmesi bir başka kısıttır. Bu kısıt ise araştırmacıların “Yargısal olmayan örnekleme yöntemleri”ni kullanmaları ve daha objektif sonuçlara ulaşmalarıyla aşılabilir. KAYNAKLAR Çerçi, M., (2014). Özel Alışveriş Sitelerinin Kompulsif Satınalma Davranışına Yansımaları. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Üniversitesi, SBE. Arslan, B., (2015). “Kredi Kartı Kullanımının Kompulsif Satın Almaya Etkisi”, AJIT-e: Online Academic Journal of Information Technology, Yaz – Cilt: 5, Sayı: 20, 27-40. Belk, R. V., (1984). “Three Scales To Measure Constructs Related To Materialism: Reliability, Validity, Relationships To Measures Of Happiness”, Advances in Consumer Research, Vol.11, 291-297. Black D. W. (1996). “Compulsive buying: A review.” Journal of Clinical Psychiatry, 57, 50-55. Black, D. W., P. Monahan, S. Schlosser ve S. Repertinger, (2001). “Compulsive Buying Severity: An Analysis of Compulsive Buying Scale Results In 44 Subjects”, The Journal of Nervous ve Mental Disease, Vol.189, No.2, 124-126. Browne, B. A. ve D. O. Kaldenberg, (1997). “Conceptualizing self-monitoring: links to materialism ve product involvement.” Journal of Consumer Marketing, 14(1); 31–44. Campell, C., (1997). “Shopping, Pleasure ve Sex War”. (Ed: P, Falk ve C. Campell), The Shopping Experience. London: SAGE. 166-177. Chaplin, L. N. ve D. R. John, (2007). “Growing Up In A Material World: Age Differences In Materialism In Children Ve Adolescents”, Journal of Consumer Research, Vol.34 (December), 480-493. D'Astous, A., J. Maltais ve C. Roberge, (1990). “Compulsive Buying Tendencies of Adolescent Consumers”, Advances in Consumer Research, Vol. 17, No.1. DeSarbo, W. S. ve E. A. Edwards, (1996). “Typologies of Compulsive Buying Behavior: A Constrained Clusterwise Regression Approach”, Journal of Consumer Psychology. Vol. 5, No. 3, 231-262. Dittmar, H. (2005), “Compulsive Buying – A Growing Concern? An Examination Of Gender, Age, Ve Endorsement Of Materialistic Values As Predictors”, British Journal of Psychology, Vol.96, 467-491. Dittmar, H., (2004). Understanding & Diagnosing Compulsive Buying. In Handbook of Addictive Disorders: A Practical Guide to Diagnosis ve Treatment (Ed R.H., Coombs), NJ. 17 Dittmar, H., K. Long ve R. Bond. (2007) “When a Better Self Is Only a Button Click Away: Associations Between Materialistic Values, Emotional ve Identity-Related Buying Motives ve Compulsive Buying Tendency Online”, Journal of Social ve Clinical Psychology. Vol.26, No.3, , 334-361. Doğan, S. Y., (2010), “Materyalist Eğilimlerin Demografik Özelliklere Göre Farklılaşmasına Yönelik Bir Araştırma”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt.11, Sayı.1, 57-70. Eru, O., (2013). Süpermarket Sektöründeki Mobil Pazarlama Uygulamalarının Tüketı̇ ci Davranışlarına Etkı̇ sı̇ : Aydın örneğı̇ . (Yayımlanmamış Doktora Tezi). Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Faber, R. J. ve T.C. O’Guinn, (1991) “A Clinical screener for Compulsive Buying”, Journal of Consumer Research. Vol. 19, No.3, 459-469. Ger, G. ve R.W. Belk, (1990). “Measuring Ve Comparing Materialism CrossCulturally”. Advances in Consumer Research, 17, 186-192. Kearney, M. ve L. Stevens, (2012). “Compulsive buying: Literature review ve suggestion for future research.” The Marketing Review. 12. 3, 233-251. Keng, K.A., K. Jung, T.S. Jiuanve, J. Wirtz, (2000). “The İnfluence of Materialistic İnclination on Values, Life Satisfaction ve Aspirations: An Empirical Analysis”, Social Indicators Research, Vol.49, No.3, 317-333. Koran, L.M., R.J. Faber, E. Aboujaoude, M.D. Large ve R.T. Serpe, (2006) “Estimated Prevalence of Compulsive Buying in The United States”, The American Journal of Psychiatry. Vol. 163, No. 10, 1806-1812. Lejoyeux, M., J. Ades, V. Tassain ve J. Solomon, (1996). “Phenomenology ve Psychopathology of Uncontrolled Buying”, The American Journal of Psychiatry. Vol. 153, No. 12, 1524-1529. McElroy S.L., P.E. Keck, J. Pope. (1994) Compulsive Buying: a report of 20 cases. J. Clin Psychiatry, 55:242-8. Mukerji, C., (1983). From Graven Images: Patterns of Modern Materialism. New York, Colombia University Press, USA. “Alınmıştır” (McCracken, G. 1990. Consumption ve Culture. Bloomington, IN: Indiana University Press, USA.) O’Guinn, T. C. ve R.J. Faber (1989). “Compulsive Buying: A Phenomenological Exploration”, Journal of Consumer Research. Vol. 16, No.2, 147-157. Odabaşı, Y., (1999). Tüketim Kültürü: Yetinen toplumun Tüketen Topluma Dönüşümü, Sistem Yayıncılık, İstanbul. Odabaşı, Y., (2013). Tüketim Kültürü, Sistem Yayıncılık, 4. basım. Öztürk, A. (2010). Dark Side of Shopping: Impulsive ve Compulsive Buying Behaviour in Clothing Product Category, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.) Marmara Üniversitesi, SBE. 18 Park, H., L. D. Burns ve N.J. Rabolt, (2007). “Fashion İnnovativeness, Materialism, ve Attitude Toward Purchasing Foreign Fashion Goods Online Across National Borders”, Journal of Fashion Marketing ve Management, Vol.11, No.2, 201-214. Phau, I. ve C. Woo, (2008). “Understanding Compulsive Buying Tendencies Among Young Australians: The Roles of Money Attitude ve Credit Card Usage”, Marketing Intelligence & Planning. Vol. 26 No. 5, 441-458. Pirog, S.F. ve J.A. Roberts, (2007). “Personality ve credit card misuse among college students: The mediating role of impulsiveness”. Journal of Marketing Theory ve Practice, 15(1), 65–77. Rao, V. G., (2013). “Compulsive Buying Tendencies in Normal Consumers The İndia Experience.” Vilakshan, XIMB Journal. 10. 1, 1-19. Richins, M. L. ve S. Dawson, (1992). “A Consumer Values Orientation for Materialism ve Its Measurement: Scale Development ve Validation”, Journal of Consumer Research, Vol.19, No. December, 303–316. Richins, M.L., (2004). “The Material Values Scale: Measurement Properties ve Development of a Short Form”, Journal of Consumer Research, Vol. 31, No. 1, June, 210. Rindfleisch, A., J.E. Burroughs ve F. Denton, (1997). “Family Structure, Materialism ve Compulsive Consumption”, Journal of Consumer Research, Vol.23, March, 312-325. Roberts, J. ve E. Jones, (2001). “Money attitudes, credit card use, ve compulsive buying among American college students.” Journal of Consumer Affairs, 35(21), 213–240. Roberts, J.A. (1998). “Compulsive Buying Among College Students: An Investigation of Its Antecedents, Consequences ve Implications for Public Policy”, Journal of Consumer Affairs, Vol. 32, No.2, 309. Roberts, J.A., ve A. Clement, (2007). “Materialism Ve Satisfaction Wıth Over-All Quality Of Life Ve Eight Life Domains”, Social Indicators Research, Vol. 82, Issue 1, 88. Tamam, L., (2009). “Kompulsif Satın Alma”, Türkiye Klinikleri J. PsychiatrySpecial Topics, 2(1): 66-74 Tamer, N., (2013). Sürdürülebilir Tüketim Açısından Giysi Satın Alma-Elden Çıkarma Davranışında Güdüsel Satın Alma ve Materyalist Eğilim İlişkisi Üzerine Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Galatasaray Üniversitesi, SBE. Tatzel, M., (2002). “Money Worlds ve Well-Being: An Integration of Money Dispositions, Materialism ve Price-Related Behavior”, Journal of Economic Psychology, Vol.23, 103–126. Troisi, J. D., Christopher, A. N. ve Marek, P. (2006). “Materialism ve Money 19 Spending Disposition As Predictors Of Economic ve Personality Variables”, North American Journal of Psychology, Vol.8, No.3, 421-436. Valence, G., A. d’Astous ve L. Fortier, (1988). Compulsive buying: Concept and measurement. Journal of Consumer Policy, 11(4), 419–433. Villarino, R. ve J. Lopez, ( 2001). “I Shop Therefore I am: Compulsive Buying ve The Search for Self”, Journal of Consumer Policy. 24. 3/4, 443-460. Wang, C. C. ve H.W. Yang, (2008. “Passion for Online Shopping: The Influence of Personality ve Compulsive Buying”, Social Behavior ve Personality: An International Journal, Vol. 36, No. 5, 702. Yurchisin, J. ve K..P. Johnson, (2004). “Compulsive buying behavior ve its relationship to perceived social status associated with buying, materialism, selfesteem, ve apparel- product involvement”. Family ve Consumer Sciences Research Journal, 32(3), 291–314. 20 YÜZYILLIK YALNIZLIĞIMIZ YA DA BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ Mehmet Utku ŞENTÜRK Maltepe Üniversitesi/ İletişim Bilimleri-Doktora ÖNSÖZ Cioran, insanı biraz daha okunsa kesinlikle intihara sürükleyecek o güçlü karamsarlığı dâhilinde derdini anlatırken, büyük şehre yolu düştüğünde orada aşağılık bir kasaplığın, katliamın, ayaklanmaların, en nihayetinde bir dünya sonu karmaşasının yaşanmıyor oluşuna şaşırdığını söyler. (E. M. Cioran, Tarih ve Ütopya, Metis Yayınları: İstanbul, sf 81/ 1999), Cioran için başlangıç noktası kötülüktür, şeytanlıktır ki türlü fenalığın varlığına değil, yokluğuna şaşırır. Binlerce yıldır Anadolu’yu mesken tutmuş kadim bir medeniyetin evlatlarının, yerlerinden yurtlarından edilerek çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı hasta demeden ağır koşullarda devlet zoruyla meçhule sürüklenmesinin, yüz binlercesinin ölmesi ve öldürülmesinin üzerinden tam 100 yıl geçti. Devletlerin ve ulusların tarihleri sadece “şanlı sayfalardan” oluşmaz. Her ülkenin geçmişinde karanlık sayfalar, acı olaylar vardır. Ancak geleneği olan devletler, özgüveni yüksek olan bireylerden oluşan uluslar “kara sayfalar” la yüzleşebilir, bu konularda harekete geçebilir. Ancak “soykırım mı değil mi?” tartışmalarının ötesinde, yaşanan acıların ortak kılınmasıyla, insani ve vicdani temelde bir yüzleşmeyle sağlıklı bir gelecek kurulabilir. 1915 tehcirinin hem Ermenilerde hem Türkler ve Kürtlerde yarattığı travma, 100 yıl sonra hala etkisini sürdürüyor. Yaşananları değiştiremeyiz. Ancak geçmişi değerlendirerek bugünü anlayabilir ve yarını değiştirebiliriz… 1. Hrant’ın Katledilmesi Hrant Dink’in alçakça katledilmesi için Rakel Dink bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamalıyız demişti. Başlangıç noktası iyilik, insanın özüne kayıtsız güven olduğu için bu soruyu sordu tabii ki… Dink, ""Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarda mevcuttur" diye bir cümle kaleme almış ve bu yüzden gerek şoven medya gerekse de milliyetçi-faşist 21 kesimce hedef gösterilerek katledilmesine olanak sağlanmıştı. 13 Şubat 2004’de yazdığı yazıda yer alan bu cümlenin önü arkası kesilip özellikle cımbızlanmıştı. Hrant Agos'ta, Kasım 2003-Mayıs 2004 arasında, Diaspora'yı tahlil ve tenkit eden 11 haftalık bir dizi yayınlamıştı. Bu dizi-yazı Ermenilerin daha bebeklikten itibaren kafasında bir "soykırımcı Türk" imajı çizerek her Ermeniyi bu ruh hastalığı ile büyüten Ermeni Diasporası'na tam bir meydan okumadır. Yine Agos, tam o sırada (6 Şubat 2004) Sabiha Gökçen'in Ermeni kızı olduğu açıklamıştı. Başta Genelkurmay'ın bir bildiriyle büyük katkıda bulunduğu vahşi tepki ortamında, Bağımsız Türk Yargısı, 13 Şubat 2004 günkü bölümden yukarıdaki cümleyi cımbızla çekti ve bilirkişi raporuna rağmen 301'den mahkûmiyet verdi. Baskılar, gösteriler ve davalar süreci 19 Ocak 2007'de Hrant'ın katliyle noktalanacak, tetikçi kişi azmettiricisi için şöyle diyecektir: "Bana Hrant Dink'in Türk kanına pis dediğini söyledi". Tamamen haklıdır. Çünkü Hrant'ın Türk kanına pis dediği; Şişli 2. Asliye Ceza ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinden sonra, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından da kararlaştırılmıştır. İşte okunması gereken diğer kısımlar: "Diasporanın ilk kuşakları için ayakta kalabilmenin, tükenmemenin adı olan bu inat, üçüncü ve dördüncü kuşaklarla birlikte gerçekleri dünyaya kabul ettirme inadına dönüşmüştür. İşte bu inadın ortaklaşmış hali Ermeni Diasporasının ruhsal pozisyonunu yansıtır. Bu ruhu sürekli tutmak ise Ermeni kimliğini yaşatmanın temel aracı durumundadır Ermeni halkının travmatik hastalığı hâlâ sürmektedir ve kimliği asıl kemiren ve tüketen de bu sağlıksız ruh halidir... Ermeni kimliğinin bugünkü yapısını şekillendiren ve Ermeni kimliğinde bir tür kanserojen tümör işlevi gören asıl etken 'Türk' olgusudur... Yaşanılan birliktelik öylesine derindir ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak görmekher iki tarafın da kullandığı karşılıklı bir argümandır. Ermeni milletini Sadık Millet olarak adlandıran ancak daha sonra ihanet ettiklerini iddia eden Türk görüşü karşısında, Ermeniler 1915'te yaşananları salt bir halkın topluca imhası olarak yorumlamaz; bunun aynı zamanda asırlar süren ilişkiye ihaneti de içinde barındırdığını belirtirler". "Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça -Türkler belki değil 22 ama- Ermeniler'in kendi kimliklerini sağlıklı şekilde yeniden yapılandırmaları mümkün gözükmemektedir. Özellikle Türkler 1915'e bakışlarında empatik bir yaklaşıma girmedikçe Ermeni kimliğinin sancılı kıvranışı devam edecektir. Sonuçta görülüyor ki işte 'Türk' Ermeni kimliğinin hem zehri, hem de panzehiridir. Asıl önemli sorun ise Ermeni'nin kimliğindeki bu Türk'ten kurtulup kurtulamayacağıdır. Ermeni kimliğinin 'Türk'ten azad olmasının görünür iki yolu var. Bunlardan biri, Türkiye'nin (devlet ve toplum olarak) Ermeni ulusuna karşı empatik bir tutum içine girmesi ve nihayetinde Ermeni ulusunun acısını paylaştığını belli edecek bir anlayış sergilemesidir... İkinci yol ise bizzat Ermeni'nin 'Türk'ün etkisini kendi kimliğinden atması... Esas olarak tercih edilmesi gereken yol da budur. Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız'ın, Alman'ın, Amerikalının ve ille de Türk'ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır. Gayrı bu hatadan uzaklaşmanın ve 'Türk'ü Ermeni kimliğindeki bu etkin rolünden ötelemenin zamanı gelip de geçmiştir... Kimliksel dinginliğini 'Türk'ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden 'Türk'e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir... Ermeni kimliğinin 'Türk'ten kurtuluşunun yolu gayet basittir:'Türk'le uğraşmamak... Gayrı Ermenistan'la uğraşmak". Hrant, Diaspora'ya, boş yere zehirlediği kanını temizlemeyi önermektedir:"Türk"ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarda mevcuttur." İşte böyle arkadaşlar. Eminim o uzun yazı dizisinden bu yaptığım kısa kısa alıntılar bile durumu aydınlatmaya yetmiştir. Hrant'ın sözünü ettiği zehirli kan Türk kanı değildir. Diasporanın her ermeni çocuğa daha doğuştan aşıladığı Türk düşmanlığıdır. Türk kelimesindeki tırnak işaretleri de zaten durumu açıklıyor. Keza Türkiye’deki milliyetçi-şoven unsurlar da kendi çocuklarına Ermeni düşmanlığını öğreterek “biz katliam yapmadık, asıl Ermeniler bize mezalim yaptı” diyerek gelecek kuşakların kanlarını zehirlemektedir. Cümleyi tekrar tekrar okuduğunuzda bu gerçeği daha yalın bir şekilde anlıyorsunuz.Bu kanı atmadıkça da Ermeni sorununun çözümünü gerçekçi bulmaz Hrant. Aslında tam da bizim gibi düşünür, tam da aklıselim düşünür. 23 2. Ermeni Soykırımı (Ermenice: Հայոց Ցեղասպանություն, Hayodz Dzeğaspanutün; Մեծ Եղեռն, Medz Yeğern, "Büyük Felaket") Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı esnasındaki İttihat ve Terakki iktidarı döneminde Ermeni tebaasına karşı uyguladığı tehcir esnasında meydana gelen, 22 ülkenin resmi olarak soykırım olarak tanımlayıp tanıdığı toplu ölümler. Bazı kaynaklar, II. Abdülhamid döneminde Hamidiye Alayları'nın gerçekleştirdiği katliamları da buna dâhil etmektedir. Türkiye’de “Sözde Ermeni Soykırımı” ve “Ermeni Soykırım İddiaları” başlıklarıyla akademik ve tarihsel anlamda tartışmalar mevcuttur. Kimi tarihçiler tarafından bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin devlet yönetimi tarafından kasıtlı ve emirler dâhilinde öldürüldüğü ve bu sebeple olayların ilk modern soykırımlardan biri ve bir etnik temizlik olduğu ileri sürdürülür. Bazı tarihçiler ise olayları I. Dünya Savaşı'nda dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğu'nun cephe gerisini güvene almak için uyguladığı tehcir sonucunda milletler arasında gerçekleşen bir iç çatışma olarak değerlendirmekte ve devlet duruşunun bu yönde olmadığını iddia etmektedir. Ölen Ermenilerin toplam sayısı konusundaki yaygın kabul 1 - 1,5 milyon kişidir. Türkiye'nin eski Millî Eğitim Bakanlarından Yusuf Hikmet Bayur, 1928'de Yarbay Nihat tarafından Türkçeye çevrilip Genelkurmay Yayınlarınca yayımlanan La guerre Turque dans la guerre mondiale (Dünya Savaşı İçinde Türkiye Savaşı) adlı eserindeki “Savaşla İlgili Osmanlı Kayıplar” tablosu ve “Anadolu, bundan maada, Vilâyat-ı Şarkıye Müslümanlarından savaş işlemleri yüzünden, veya mülteci olarak 500.000'ini kaybetmiştir. 800.000 Ermeni ve 200.000 Rum da katl ve tehcir yüzünden veya amele taburlarında ölmüştür...” kaydını ve Yarbay Nihat'ın “Bizim [Türkiye'nin] resmî kaynaklara göre de doğru saymak gerekir.” tespitini aktarır. Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Masası Başkanı Kemal Çiçek, Ermeni meselesinde Türkiye'nin resmî bir tezinin olmadığını söylemektedir. Türkiye'de yaygın olan tezlerde, tehcir sırasında ve sonrasında birçok Ermeni'nin öldüğü kabul edilmekle birlikte, ölümlerin sebebinin sistemli bir devlet politikası olmadığı belirtilmektedir. Savaş koşulları, hastalıklar, iklim, bölgedeki çete ve aşiretlerin saldırıları ve Ermenilerin zorunlu göçünü kolaylaştıracak olanakların bulunmaması ve Ermenilerin isyan başlatarak birçok Müslüman Osmanlı tebaasını öldürdüğü de savunulmaktadır. Bu durumun açıklığa kavuşabilmesi için Ermeni 24 yetkililere her iki ülkenin de belgelerinin ortaya sunulması ve tarihçilerin birlikte çalışılması teklif edilmiştir. Siyasetçiler, devlet adamları ve sözcüleri sık sık “tarih tarihçilere bırakılmalıdır” derler. Aslında bununla “tarih benim tarihçilerimden başkasına bırakılamaz” demek isterler… Bu yüzden toplumsal bellek alanı [toplum hafızası densin], önemli bir ideolojik mücadele alanı, dolayısıyla sınıf mücadelesini angaje eden bir şeydir. Resmi tarih (ve ona dayanan resmi ideoloji de) yalana, tahrifata yok saymaya, adıyla çağırmamaya (sözde Ermeni soykırımı” gibi), tabulaştırmaya, kişi kültüne dayandığı için, mantıkî, etik, bilimsel iç tutarlılıktan yoksun, inandırıcılığı şüpheli, son derece kırılgan bir tarih versiyonudur. 3. Ermeni Tehciri/Soykırımı ve Ermeni Lobisi 3.1. Lobicilik Lobicilik insanlar tarafından önceleri; yasadışı, elit, gizli ve etik olmayan bir meslek olarak algılanan bir kavramdı. Fakat günümüz gelişmiş dünyasında lobicilik çok önemli bir yerde olup, gün geçtikçe de etkinliği bir hayli artan yasal bir meslektir. Bunun ise en güzel örneğini ABD Kongresi’nin lobiciliğin düzenlenmesiyle ilgili olarak çıkarmış olduğu dört önemli yasa ile görmekteyiz. Bunlardan en önemlileri; ‘Yabancı Temsilciler Yasası 1938 ‘ ve ‘1946 Federal Lobi Yasası’dır’. Lobicilik genel olarak; yasanın, normun düzenlenmesi, uygulanması ve kamu gücünün tüm karar ve mekanizmalarını dolaylı veya doğrudan etkilemeye çalışmak veyahut siyasetçiler ve siyasilerin aldıkları veya alacakları kararı kendi menfaat ve istekleri doğrultusunda değiştirmeye yönelik yaptıkları faaliyettir. Çok önemli bir stratejik güç olarak kullanılmaktadır. Bu faaliyetlerini gerçekleştirmek için: dergi, gazete, kitap, sinema, müzik, televizyon vb. araçları kullanır. Lobicilik faaliyetleri lobici dediğimiz grup veya kişiler tarafından yürütülmektedir. Lobicilik faaliyetlerinin oluşmasındaki temel amaç ülkelerin kendi çıkarlarıdır. Lobicilik faaliyetleri ilk olarak ABD’de Cumhuriyetin benimsendiği dönemlerde ortaya çıkmış ve şu an dünyada en iyi şekilde ABD’de kullanılmaktadır. ABD üniversitelerinde, devletler ile özel girişimler arasındaki ilişkiyi doktora düzeyinde ele alan bir meslek eğitimi olarak verilmektedir. 25 3.2. Ermeni Diasporası ve Ermeni Lobileri Şu an dünyada birçok etkin lobi grupları vardır. Fakat bilindiği gibi bunlardan en etkin olarak faaliyet gösteren lobi ise Ermeni Lobisi’dir. Ermeni Lobiciliği, Ermenilerin 20.YY başlarında Amerika’ya ve diğer ülkelere göç etmesiyle başlamış ve her geçen gün etki alanını ve statüsünü arttırmıştır. Kurdukları Ermeni Üniversitelerinde öncelikle ‘Ermeni Tarihi ve Ermeni Dili Kürsüsü’ oluşturarak, kendi kültürlerini yaşatmaya çalışmış ve lobicilik faaliyetlerini geliştirmişlerdir. Ermeni Lobisi’nin temel amacı soykırım iddiası ve bu iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmektir. Lobicilik faaliyetlerinin tamamen bu iddia üzerinde şekillendiği görülmektedir. Bunun için birçok ülkede aktif bir şekilde siyasetçiler ve siyasi mekanizmalara kendi tarihini anlatıp, kendi haklılığını savunarak onları ikna etmeye çalışmaktadırlar. Bu faaliyetlerinde, şu ana kadar bir nebze başarılı olmuşlar diyebiliriz. Şu an 22 ülkenin soykırım iddialarını tanımasını sağlamışlardır. Bunun diğer ülkelerde de tanınması ve meclislerden geçmesi için 26.000 adet kitap, dergi, gazete yayımlanmıştır. Bunlarda çoğunlukla göç hikayeleri, bu sırada yaşadıkları ve “Türk karşıtlığı” ele alınmıştır. 3.3. ABD’de Ermeni Lobisi 1970’lerin başından itibaren Amerikan politikasında varlığını hissettiren Ermeni lobisi 1984 yılında Amerika’daki tüm Ermeni örgütlerinin Amerikan Ermeni Asamblesi adıyla bir çatı altında toplanmasıyla daha da etkili olmaya başlamıştır. Amerika’daki Ermeni lobisi kendi başına düşünüldüğünde çok başarılı olması imkansız gibi görünmekle beraber, 1 milyon dolayındaki nüfusuna rağmen (dünya genelinde yaklaşık 3 milyon Ermeni diasporasının varlığından söz edilmektedir) Batı din ve kültürüne ait bir topluluk olmaları ve geri kalan Amerikan toplumuyla çabuk ilişki kurabilmeleri ve kaynaşabilmeleri, ayrıca Yunan lobisi tarafından desteklenmesi ona nüfusunun çok üzerinde bir güç olarak görünme imkanı vermektedir Bunun yanında, Ermeni lobisi, çok iyi organize olmuş bir lobi olarak, hem Kongre ile ilişkileri hem de grass roots faaliyetini etkin bir şekilde yürütmektedirler. Özellikle belli seçim bölgelerinde yoğunlaşmış olmaları ve seçim kampanyalarında bizzat görev alarak çalışmaları onları etkili bir topluluk haline getirmektedir. Ermeni lobisini oluşturan örgütlerin başında Amerika Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America: AAA) ve 26 Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (Armenian National Committe of America: ANCA) gelmektedir. Bunların dışında Armenian American Action Committee (ARAMAC), Armenian Network of America, Armenian Missionary Association, Armenian Bar Association ve Armenian Relief Society ve ARMENPAC önemli Ermeni örgütlerinden birkaç tanesidir. Bunlardan Ermeni toplumu adına lobi faaliyetleri de yürütmekle beraber Amerikan yasaları gereğince [(501) © (3)] kâr amacı gütmeyen sosyal amaçlı bir dernek olarak 1972’de kurulan ve Bryan Ardouny’nin icra direktörlüğünü yaptığı Amerikan Ermeni Asamblesi (Armenian Assembly of America : AAA), Amerika’daki Ermeni toplumu adına lobi faaliyetinde de bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi 1970’li yılların başından itibaren yapılan çalışmaların sonucu olarak Ermeni örgütlerinin bir çatı altında toplanması girişiminin sonunda 1984’ten itibaren faaliyete geçen “Armenian Assembly Charitable Trust” ve Armenian Assembly Relief Fund, Inc.” adlı derneklerin de 1994’te AAA ile birleşmesiyle örgütün yapısı büyümüştür. Örgüt bünyesinde faaliyet gösteren ARAMAC (Armenian-American Action Committee) ise daha ziyade grass roots faaliyetleri yürütmektedir. Aynı şekilde örgütün yan kuruluşu niteliğinde olan ANI (Armenian National Institute) da daha ziyade sözde soykırım konusu ve bunun Amerikan toplumunca kabul edilmesine yönelik çalışmalar yürütmektedir. Bunların dışında Washington’da 2006’da ABD-ErmeniHalkla İlişkiler Komitesi (USAPAC) adıyla bir başka Ermeni kuruluşu daha faaliyete başlamıştır. Ros Vartian ve Rob Mosher’ın başında olduğu örgütün diğer örgütlere karşı bir faaliyet içinde olmayacağı duyuruluyordu. Bu kişilerin uzun yıllar AAA’nın bünyesinde çalışan kişiler olduğu bilinmektedir. Ermeni örgütlerinin 2000’li yıllarda etkinliği belirgin şekilde artmıştır. Bunda Amerika çapındaki Ermeni örgütlerinin sayılarındaki artışın ve bununla da ilgili olarak lobi faaliyetlerindeki artışın çok büyük rolü bulunmaktadır. Türkiye yılda yaklaşık lobi faaliyetlerine yaklaşık 10 milyon dolar harcarken Ermeni lobisinin harcamalarının yaklaşık 45 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. Amerika’daki Türk toplumunun da sayıca Ermenilerden oldukça az olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 300,000-400,000 dolayındaki Türk toplumuna ait Amerika çapındaki örgütlenme sayısı 50 dolayındadır. Bu sayıları 450 dolayında Ermeni kuruluşlarıyla karşılaştırıldığında Ermeni lobisinin bu konuya Türklerden daha fazla önem verdikleri açıkça görülmektedir. Bununla beraber, geniş bir staf kadrosuna sahip olan AAA’nın yanı sıra son zamanlarda radikal söylemleriyle daha etkili bir görünüm sergileyen ANCA’nın Kongre’yi ve Amerikan 27 toplumunu etkilemek için her türlü araçtan yararlandığı dikkati çekmektedir. En klasik faaliyetleri ise günlerinin büyük bir kısmını Kongre üyelerinin peşinden ayrılmayarak ve Kongre oturumlarına mümkün olduğunca kalabalık gruplarla en geniş katılımı sağlayarak Kongre üyeleri üzerinde psikolojik baskı oluşturmaya çalışmaktır. 3.4. ABD’de Türk Lobisi Amerika’daki Türk lobisini oluşturan dernekler arasında en etkili olanı Türk Amerikan Dernekleri Asemblesi (ATAA)’dir. Bu aynı zaman da lobicilik konusunda da faaliyet gösterrmeye çalışan Washington D.C’deki en önemli Türk derneğidir. Bunun dışında hemen her eyalette veya şehirde çeşitli alanlarda faaliyet gösteren Türk dernekleri bulunuyor. American Turkish Associaton of Houston, (North Caroline, Washington D.C., Florida, Maryland Ohio, California, Kansas City), Turkish American Cultural Alliance, Turkish American Cultural Assocaiton of Alabama (Florida, Georgia, Michigan, Seattle) ve Turkish American Society of Colorado (Northeastern, Northern Texas, Hawaii) bunlardan bir kaç tanesidir. Bunların dışında, Türk Çalışmaları Enstitüsü (ITS), Türk Amerikan Bilim Adamları Derneği (Association of Turkish American Scientists. ATAS), Türk Amerikan Islam Vakfı (Turkish American Islamic Foundation: TAIF), Amerikan Türk Konseyi (ATC) ve Türkiye’nin Amerikalı Dostları (AFOT) dernekleri de Amerika’da eğitim, kültür, bilim, din, ekonomi ve savunma konularında Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri geliştirmek bu konularda Amerika’da yaşayan Türkleri bilinçlendirmek, Amerika’da Türkiye’ye karşı oluşmuş önyargıları ortadan kaldırmak ve Türklerin siyasal sürece katılımını teşvik etmek amacıyla kurulmuş örgütlerdir. 4. SONUÇ Yazımızın başında Hrant Dink’in meşhur yazısında da bahsettiği gibi "Ermeniler ve Türkler birbirlerine bakışlarında klinik iki vaka durumundadırlar. Ermeniler travmalarıyla, Türkler de paranoyalarıyla. İçinde debelendikleri bu sağlıksız halden kurtulmadıkça” sorunun çözülmesi imkânsızdır. 24 Nisan 2003’de Hürriyet Gazetesi’nden Sefa Kaplan ile yaptığı röportajda Hrant Dink’in dediği gibi ‘‘Ermeni meselesinin uluslararası arenada malzeme olarak kullanılmasına izin verilmesi, buna göz yumulması, hatta buna alet olunması, Ermeni toplumu için bir zuldür.” 28 “Kendi tarihine, kendi atalarına karşı bir haksızlıktır. Biz bu konunun bu topraklar üzerinde, Türk ve Ermeni toplumu arasında konuşulmasını istiyoruz. Türkiye ile Ermenistan arasında iyi bir diyaloğun kurulmasını istiyoruz. Bu Fransa'nın veya ABD'nin değil, bizim kendi meselemizdir. Türkiye toplumu tarihine bakmasını bilmiyor, Ermeni toplumu da geleceğine bakmasını bilmiyor. Türk toplumunun kendi tarihine bakışını zenginleştirmesi lazım. Daha bir empatik yaklaşım göstermesi lazım. Ermeni toplumunun ise geleceğine bakarak hareket etmesi gerekiyor. Aksi takdirde, her iki toplumun birbirine yönelik ilişkisi, tam bir klinik vaka görüntüsü sergilemeye devam edecektir. Bu ruh hali içerisindeki iki toplumun da tedaviye ihtiyacı var. ABD'li veya Fransız bir doktor bu işi çözemez. Çözmez de zaten. Çünkü hastalığın bulaşıp yaygınlaşmasına yol açanlar onlar. Onlara insiyatif verirseniz bunu sonuna kadar kullanırlar ve mesele tamamiyle içinden çıkılmaz bir hal alır. Bizim üzerimizden politika üretirler ve bizi de malzeme olarak kullanırlar. Fransızlar veya Amerikalılar tarihe ilişkin gerçekleri bugün öğreniyor değiller ki. Bugün gündeme getirmelerinin nedeni tamamıyla siyasidir. Bu gerçek artık net olarak görülmeli. Ermeni meselesinin uluslararası arenada malzeme olarak kullanılmasına göz yumulması, hatta buna alet olunması, Ermeni toplumu için bir zuldür. Kendi tarihine, kendi atalarına karşı bir haksızlıktır.” Tabi bu sadece Ermeni toplumu için değil Türkiye toplumu için de geçerlidir. Sorunu Uluslararasılaştırmadan, lobi faaliyetlerine ve profesyonel lobi şirketlerine milyar dolarlar dökmeden, “sen yaptın, ben yaptım kavgasına” düşmeden ortak bir müzakere masası etrafında, empatiyle ve diyalogla çözmek gerekmektedir. Umarız 100. yılında bunu başaramayan ve 100 yıldır birbirlerinin söylediklerini duymayan yalnızlaşan Anadolu’nun kadim ve kardeş iki halkı ilerleyen yıldönümlerinde bunu başarabilir. Birlikte yaşadıkları bu yüzyıllık yalnızlığa ve büyük çaresizlerine çözüm bulabilirler… 29 KAYNAKÇA Taner Akçam, “Osmanlı Belgelerine Göre Savaş Yıllarında Ermenilere Yönelik Politikalar” İletişim Yayınları, İstanbul, (2007) Tayyar Arı, “Lobiler: Amerika’da Siyasal Yapı”, MKM Yayıncılık, Bursa, (2010) Walter Benjamin, “Son Bakışta Aşk içinde “Tarih Kavramı Üzerine”, çev. Nurdan Gürbilek-Sabir Yücesoy, Metis Yayınları: İstanbul, (2008) Hasan Cemal, “1915 Ermeni Soykırımı” Everest Yayınları, İstanbul, (2012) E. M. Cioran, “Tarih ve Ütopya” Metis Yayınları: İstanbul, (1999) Ahmet İnsel, “Tarihe Özgürlük, Orada ve Özellikle Burada!”, Birikim, No: 273, erişim tarihi:22.01.2012,http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did =1&dsid=416&dyid...! Şenol Kantarcı, “Ermeni Lobisi” Aktüel Yayınları, İstanbul, (2006) Guenter Lewy, “Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu?” Timaş Yayınları, İstanbul, (2014) Ece Temelkuran, “Ağrı’nın Derinliği” Everest Yayınları, İstanbul, (2013) 30 TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA İŞSİZLİK Yrd. Doç. Dr. Ahmet Mithat KİZİROĞLU T.C. Maltepe Üniversitesi MYO Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü Öğretim Üyesi ÖZET Tüm dünyada katlanarak büyüyen işsizlik sorunu, Türkiye ve İstanbul'da önemli sorunların başında gelmektedir. Türkiye ekonomik olarak gelişirken, artan işgücü için yeterli istihdam yaratılamadığı için işsizlik giderek büyüyen bir sorun haline gelmektedir. Türkiye'de kentlere yönelik olarak yaşanan göçlerden en fazla İstanbul etkilenmektedir. İşsizlik, aldığı fazla göç nedeniyle nüfusu 14 milyonu geçen İstanbul'da çok daha belirgin hale gelmiş olup giderek de artmaktadır. Bu çalışma, dünyada yaşanan küresel ölçekli rekabete bağlı olarak önemi her geçen gün daha da artan işsizliğin, Türkiye ve İstanbul'daki boyutlarının bilinmesine ihtiyaç olduğu düşüncesinden hareketle gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın amacı, Türkiye ve İstanbul'da işsizliğin yapısal özelliklerinin analiz edilmesi, ulaşılan sonuçların ortaya konulması ve bir durum tespiti yapılmasıdır. Çalışmada, Türkiye ve İstanbul'daki işsizliğin yapısal özellikleri, Genel Nüfus Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerinden yararlanılarak analiz edilmiştir. İşsizliğin Türkiye geneli ve İstanbul'da son yıllarda düşme eğilimi göstermekle birlikte oldukça yüksek düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: İşsizlik, İşsizliğin Nedenleri, İşsizlik Türleri, İşsizlik Oranı, Türkiye, İstanbul. ABSTRACT UNEMPLOYEMENT IN TURKEY AND ISTANBUL Exponentially growing unemployment problem in the entire world, is also one of the major problems in Turkey and Istanbul. Turkey develops economically, but as enough employment cannot be created for the growing labor force, unemployment is becoming a growing problem. Istanbul is the most affected city by the rural-urban migration in Turkey. In İstanbul, which has a population of more than 14 million, unemployment has become more apparent due to the large rural-urban migration and this migration is rising steadily. 31 This study has been carried out starting from the idea that the dimensions of increasing unemployment in Turkey and Istanbul are needed to be known as unemployement is becoming more and more important due to global competition in the world. The purpose of the study is to analyze the structural characteristics of unemployment in Istanbul and Turkey, to present the results obtained and to determine the state of the current situation. In this study, the structural characteristics of unemployment in Turkey and Istanbul have been analyzed by using General Census, Household Labour Force Survey and Address Based Population Registration System data. In recent years, unemployment in Turkey in general and in Istanbul has a tendency to decline, but it is concluded that it is stil in very high level. Keywords: Unemployment, Causes of Unemployment, Types of Unemployment, Unemployment Rate, Turkey, Istanbul. GİRİŞ İşlerinden ettiği milyonlarca insanı açlık ve sefalet sürükleyen 1929 Dünya Ekonomik Krizinden sonra gelişmiş ülkelerin karşılaştığı en önemli sorun olan işsizlik, beraberinde getirdiği ekonomik, sosyal ve siyasi sonuçlarıyla günümüzde de önemini korumaktadır. İşgücü dünya genelindeki nüfus artışına bağlı olarak her yıl artarken, artan işgücüne yetecek kadar istihdam yaratılamadığı için, işsizlik sorunu her geçen yıl katlanarak büyümeye devam etmektedir. İşsizlik; tek geçim kaynağı iş piyasasına sunduğu emeğinin karşılığında aldığı ücret olan bireyler ve aileleri bakımından çok önemli bir sorundur. İşsiz kalmak gelir kaybetmenin yanı sıra kişilerin özgüvenlerinin ve topluma aidiyet duygularının da kaybolmasına neden olduğundan, işsizlik toplumsal yaşamda sosyal, psikolojik ve siyasi sonuçlar doğuran birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. İşsizlik; toplumda satın alma gücü ve harcama düzeyinin düşmesine bağlı olarak üretim kaybı ve buna bağlı olarak da makro ekonomik dengelerin bozulmasına neden olurken, kişilerin üretme yetenekleri ile verimliliklerini azaltarak emeğin israf edilmesine de yol açmaktadır. İşsizlik uzun süreli ve kronik duruma geldiğinde kişilerin bireysel becerilerinin yitirilmesine de neden olmakta, bu becerilerin yeniden kazandırılması ise hem bireyler hem de toplumlar için çok yüksek maliyetlere mal olmaktadır. Günümüzde uluslararası kuruluşlar ve ülkeleri yönetenler tarafından işsizlikle mücadele etmek ve soruna çözüm bulabilmek amacıyla, ekonomik ve sosyal politikalar geliştirilmeye çalışılmakla birlikte, sorunu 32 tam olarak çözebilen bir ülke olduğunu söylemek ise mümkün değildir. İşsizlik, çalışmak için işgücü piyasasına giren kişilerin uygun çalışma imkanı bulumaması durumu olup, çözümlenmesi son derece zor olan bir makro ekonomik sorundur. Türkiye'de 1950'li yıllarda başlayan ve 1980'li yıllardan itibaren ise artarak hızlanan bir göç olayı yaşanmaktadır. Kırsal alanlardan kentlere (özellikle de büyük kentlere ve İstanbul'a) doğru yaşanan yoğun göçün beraberinde getirdiği hızlı kentleşme ve nüfus artışının belirgin hale getirdiği işsizlik sorunu, 1960'lı ve 1970'li yıllarda giderek artmıştır. 1980'li yıllarda Türkiye'nin ekonomi politikalarında yaşanan değişim, dünyaya açılma, 1990'lı yıllarda yaşanan özelleştirme, işletme ölçeklerinin küçültülmesi, Gümrük Birliği'ne giriş ve taşeronlaşma gibi süreçler de işsizliği ön plana çıkarmıştır. Küresel ekonomik sisteme entegre olurken, dünyada yaşanan ekonomik kriz, şok ve konjoktürel dalgalanmalara karşı daha duyarlı hale gelen, 1994 Ekonomik Krizi, 1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizinden etkilenen Türkiye'de işsizlik sorunu daha da büyümüştür. İşsizlik konusunda hızlı gelişmelerin yaşandığı 2000'li yıllarda sorun, Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) kurularak çözülmeye çalışılmıştır. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizlerinden sonra ise kriz işsizliği olarak tanımlanan yeni bir işsizlik türü ortaya çıkmıştır. 2008 yılında ABD'de yaşanan finansal kriz Türkiye'deki işsizlerin ve sorunların daha da artmasına neden olmuştur. Türkiye'de yaşanan bu gelişmelere bağlı olarak işsizliğin yapısı da giderek değişmektedir. Coğrafi konumu ve sahip bulunduğu tarihi değerleriyle İstanbul, Türkiye'nin en önemli sanayi, ticaret, turizm, bilim, sanat ve kültür merkezi durumundadır. 1950'li yıllardan itibaren hızlı bir şekilde göç alan İstanbul 1980 yılından sonra metropol, 1990 yılından sonra da megapol bir kent olmuş, hızla büyüyen ve zenginleşen kentin nüfusu günümüzde 14 milyonu aşmıştır. 1980’li yıllardan itibaren sermaye ve eğitilmiş işgücü transfer ederek istihdam yaratma potansiyeli artan İstanbul, aldığı fazla göç nedeniyle kente yeni gelen nüfusun kayıt dışı ve marjinal işlerle genişlettiği bir istihdam alanı durumuna gelmiş, sanayiden uzaklaşarak, ticaret ve hizmet sektörlerinin ağırlıklı olduğu bir kente dönüşmüştür. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla gelişerek bir dünya kenti olan İstanbul; bilim, sanat, kültür, tarih ve hoşgörünün merkezi olarak dünyada öne çıkmaya başlamıştır. Son yıllarda modern anlamda bir finans ve ticaret merkezi olmaya çalışan İstanbul, farklı geçmiş, kültür ve 33 inançlardan insanlar ile geçmiş ve geleceği bir arada tutan bir kent olduğu için de 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiştir. Türkiye nüfusunun yaklaşık %18'ini barındıran İstanbul'da, nüfusunun fazlalığı nedeniyle, başta işsizlik olmak üzere birçok ekonomik ve sosyal sorun bir arada yaşanmakta olup, bu açıdan bakıldığında İstanbul'un Türkiye içinde çok özel ve önemli bir yeri bulunduğu görülmektedir. Bu çalışma; Türkiye genelinde ve İstanbul'da giderek çok önemli bir sorun haline gelen işsizliğin, yapısal özellikleri ile gelişme eğilimlerinin belirlenmesinin yararlı olacağı düşüncesinden hareketle, durum tespiti amacıyla yapılmıştır. Çalışmada, önce kavramsal olarak işsizliğin tanımı, nedenleri, türleri ele alınmış, ardından 1980-2013 yılları arasında Türkiye ve İstanbul'da işsizliğin yapısal özellikleri; toplam, yaş, cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, işsizlik oranı ve iş arama süreleri bakımından incelenerek gelişme eğilimleri belirlenmiştir. İşsizliğin boyutlarının ölçülebilmesi, karşılaştırılabilir standart verilerin bulunmasına bağlı bulunduğundan ve uluslararası çalışmalarda da hanehalkı anketlerinden yararlanıldığı için, çalışma yapılırken Genel Nüfus Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerinden yararlanılmıştır. Ancak TUİK'in mevcut verileri arasında yıllara bağlı olarak kapsam ve metodoloji bakımından bazı farklılıklar bulunduğu için, analizlerin daha sağlıklı yapılabilmesi amacıyla, işsizlikle ilgili bazı özellikler aynı metodoloji ile belirlenmiş olan 20042013 yılları arasındaki verilerden yararlanılarak incelenmiştir. Ülkelerin ekonomik olarak gelişmişlik düzeylerine göre farklılıklar göstermekle birlikte işsizliğin günümüzde de önemini koruduğu, işsizlik sorununun az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunu olduğu kadar, gelişmiş ülkelerin de önemli bir sorunu olduğu, Türkiye ve İstanbul'da ise oldukça yüksek düzeyde ve artmakta olduğu tespit edilmiştir. İşsizliğin yapısal özellikleri ile eğilimleri bakımından, genel olarak gelişmekte olan ülkelerde görülen özellikleri gösterdiği görülmüştür. İşsizliğin bazı özellikleri açısından Türkiye geneli ile İstanbul arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıkların da bulunduğu, ancak işsizlikte Türkiye geneline göre İstanbul'un gelişmiş ülkelerde görülen yapısal özellikleri daha fazla gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. 34 İŞSİZLİK KAVRAMI Toplumları derinden etkileyen ekonomik, sosyal, siyasi ve psikolojik birçok olumsuzluk içeren işsizlik sorunu, günümüzde tüm dünyadaki en önemli sorunlarının başında gelmektedir (Tokol ve Alper, 2011: 94, Işığıçok, 2013: 119). Teknolojideki hızlı gelişim paralelinde üretim sistemleri değişir ve işgücünün bu değişime uyum sağlaması güçleşirken, nüfusa bağlı olarak artan işgücüne yeni iş imkânları yaratmak giderek zorlaşmaktadır. Bir ekonomik sistemin iyi işleyip işlemediği ise piyasada geçerli olan ücret düzeyinde çalışmak isteyen kişilere iş sağlama yeteneği ile ölçülmektedir (Aren, 2008:29). İrade dışı bir olgu olan işsizlik, genel olarak çalışmak için işgücü piyasasına gelen işgücünün uygun çalışma imkanı bulamaması durumudur (Tatoğlu, 2010: 11, Tekeli vd., 2012: 47) Ekonomik olmasının yanı sıra, çok önemli sosyal bir sorun da olan işsizlik açısından, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da bulunmaktadır (Murat, 2007: 320). İşsizlikle mücadelede, gelişmiş bazı ülkeler başarılı olurken, bazıları ise aynı başarıyı gösterememektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise işsizlik, genellikle tarıma dayalı bir ekonomik yapıdan, sanayi ve hizmet sektörlerine dayalı bir ekonomik yapıya geçişin meydana getirdiği sancılı değişimler sonucunda ortaya çıkmakta ve çözülmesi zor bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir (Murat, 2010: 16-17, TÜSİAD, 2004: 16). En önemli üretim faktörü olan emeğin tam olarak kullanılamaması durumunu ifade eden işsizlik, bu faktör kullanılamadığı için üretim ve gelir kaybına neden olurken, bireyler ve toplum açısından da önemli sosyal ve ekonomik sorunlar yaratmaktadır (Biçerli, 2007: 421). İnsanları tüketici durumuna düşüren işsizlik, ekonomik kalkınma ve büyümeyi de yavaşlatmaktadır (Gül vd., 2009: 14-15). Sanayi devriminin ardından ortaya çıkan, her ülkede farklı biçim ve boyutlarda görülen işsizlik, 1980’li yıllara kadar genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunuyken, bu tarihten sonra ise dünya genelinde uygulanan neo-liberal politikalar nedeniyle gelişmiş ülkelerin de sorunu olmaya başlamıştır (Özdemir vd., 2006: 67-68). İşsizliğin Tanımı İşsiz kavramı, Türkçede iş kökünden türetilen, çalışacak bir işi olmayan anlamına gelen, genel olarak çalışma istek ve yeterliliğine sahip olmasına rağmen, devamlı gelir sağlayacak düzenli bir işi bulunmayan 35 kişileri anlatmak için kullanılmaktadır (Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 379, Altan, 2013: 105). İşsiz kavramı TUİK tarafından ise, belirli bir referans dönemi içinde istihdamda olmayan, iş aramak için son 3 ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış yani herhangi bir girişimde bulunmuş ve iş bulduğu takdirde 15 gün içinde işbaşı yapabilecek durumda olan yetişkin olarak tanımlanmaktadır (Gündoğan vd., 2013: 9). TUİK'in bu tanımı Türkiye'de işsizliğin olduğundan daha düşük görünmesine neden olmaktadır. İşsizlik, işgücünün tamamı ile istihdam edilenler (çalışanlar) arasındaki fark olarak düşünüldüğünde işsiz kişi; çalışma arzu ve iktidarında olup, piyasadaki geçerli ücret düzeyinde çalışmak isteyen, ancak makul ve kendisine uygun bir iş bulmayan kimse olarak tanımlanmaktadır (Zaim, 1997: 168-173). Bir başka tanıma göre işsiz; çalışma istek ve kabiliyetinde olup, günün çalışma ve ücret koşullarına göre emeğini arz etmesine rağmen, sosyo-ekonomik nedenlere bağlı olarak çalışma imkânı bulamayan kişidir (Andaç, 1991: 16, Şakar, 2002: 194). İşsizlik, geniş anlamıyla; emeğin tamamen veya gerektiği biçim ve yerde kullanılmaması suretiyle israf edilmesi, dar anlamıyla ise; çalışma yetenek ve arzusunda olunmasına rağmen, geçerli ücret düzeyinde uygun bir iş bulunamaması nedeniyle istihdam edilememe durumudur (Dirimtekin, 1965: 4, Ekin, 1971: 28, Talas, 1983: 96). İşsizlik; toplumsal açıdan üretici kaynakların bir bölümünün kullanılamaması, bireyler açısından ise emeğin kullanılamaması anlamına gelmektedir (Serter, 1993: 6, Talas, 1997: 129, Ülgener, 1991: 113). Belirli bir mekânda ve zaman dilimi içinde, cari ücret düzeyinde çalışmaya hazır ve istekli olduğu halde iş bulamayan kişilerin olması durumu (Kalkınma Bakanlığı, 2012:5) olarak tanımlanan işsizlik; Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından ise "İş Sahibi Olmama", "İş Arama", ve "İşe Başlamaya Hazır Olma" kriterlerinden yola çıkarak tanımlanmaktadır (Gündoğan ve Biçerli, 2003: 202- 203, Lordoğlu ve Özkaplan, 2003: 65, Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 64-65, Işığıçok, 2013: 118). Uluslararası Çalışma Örgütü’nce belirlenen standartlara göre; işsiz olan, hâlihazırda çalışmaya elverişli bulunan ve bir iş talep eden kişiler işsiz olarak kabul edilirken (Başterzi, 1996: 7), Türkiye'de TUİK tarafından yapılan çalışmalarda ise; referans döneminde bir işi olmayan, iş arayan, iş arama konusunda bir girişimde bulunan ve iş bulduğu zaman işbaşı 36 yapabilecek durumda olan kişiler işsiz olarak kabul edilmektedir (TUİK, 2007: 28). İşsizlik TUİK tarafından "referans dönemi içinde istihdam halinde olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiç bir işte çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden, iş aramak için son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan tüm kişiler işsiz nüfusa dâhildirler." şeklinde tanımlanmaktadır (TUİK, 2012: XXIV). TUİK'in bu tanımda, eksik istihdam, mevsimlik çalışanlar ve iş aramayıp işbaşı yapmaya hazır olanlar bulunmadığı için, bu gruplar da dâhil edildiği zaman işsizlik oranlarının, kurum tarafından açıklanan oranların çok üzerinde olduğu görülmektedir. İşsizliğin Nedenleri İşsizlik; üretim kaybına, devlet bütçesinde ilave yüke, kişiler açısından özgürlüklerin kaybına, toplumdan dışlanmaya, niteliklerin kaybına, psikolojik bozukluklara, ortalama yaşam sürelerinin kısalmasına, çalışma motivasyonunun yitirilmesine, toplumsal ilişkilerde kopukluklara, aile yaşamında çözülmelere, cinsler arasında ayrışmalara, toplumsal değerlerin kaybedilmesine ve kişilerin sorumluluk duygularının azalmasına da neden olmaktadır. Bu nedenle de bireyleri olduğu kadar toplumları da ilgilendirmektedir ((Murat, 2007: 320, Koray, 2000: 137). İşsizlik emek arzının, emek talebinden fazla olması durumudur. Talep yetersizliği; işyeri yetersizliği, mevcut işyerlerinin çalıştırılamaması, ücretlerin düşük olması ve işçilerin beceri ve yeteneklerinin işe uygun olmaması gibi nedenlerle ortaya çıkabilmektedir (Tekeli vd., 2012: 47, Köklü, 1984: 73). İşsizlik; işgücü piyasalarındaki emek arz ve talebi arasındaki uyumsuzluklar ile toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarına bağlı olan nedenlerin birbirini etkilemesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. İşsizliğin emek arzından kaynaklanan nedenleri; nüfusun miktarı, artış hızı, yaş ve cinsiyet bakımından bileşimi, eğitim durumu ve emek arzı elastikiyeti gibi faktörlere bağlı olmaktadır. Toplam nüfusun fazla olması ve hızlı bir biçimde artması işsizliği önemli ölçüde etkilemektedir. Hızlı nüfus artışı bu nüfusa yeterli iş imkanı sağlanamadığı zaman kırsal alanlardan kentlere göçü tetiklemekte, göç de kentlerdeki işsizliği arttırmaktadır. Bir mal gibi düşünülemeyen, kullanılması başka bir zamana ertelenemeyen ve biriktirilemeyen emeğin gelire dönüştürülebilmesi için, emek sahibi tarafından kullanılması gerekmektedir. Emek arzı ile ücret 37 arasında ise değişken bir ilişki bulunmaktadır. Genel olarak ücretlerin yükselmesi emek arzını artırırken, bazı durumlarda ise ücretlerin artması da düşmesi de emek arzını azaltabilmektedir. Tersine elastikiyet adı verilen bu durum, bireysel ve toplam emek arzının tepkisi olarak gerçekleşirken, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde farklı nedenlerle ortaya çıkabilmektedir. Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde artan refah ve gelire paralel olarak işgücüne dahil olan kişiler daha az çalışırken (emek arzı azalırken), az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde elde ettikleri gelirleri ihtiyaçlarını karşılamadığı için işgücüne dahil olan kişilerin daha fazla çalıştığı yani emek arzının arttığı görülmektedir (Murat, 2007: 323-326). Emek talebinden kaynaklanan işsizlik nedenleri ise; genel olarak yatırımlar, teknoloji, girişimcilik, verimlilik ve istihdamı engelleyici yasal düzenlemelere bağlı olmaktadır. Tercih edilen teknolojiye bağlı olarak yatırımlar, emeğe olan talebin nitelik ve niceliğini belirlerken, yatırımların yapıldığı sektörler ise ihtiyaç duyulan işgücünün genel profilini ortaya koymaktadır. Günümüzde dünya çapında yaşanan rekabet ortamı girişimciliği ülkelerin itici gücü durumuna getirmiş bulunmaktadır. İşsizliğin hızlı bir şekilde giderek artması, ekonomilerin yapısal özellikleri ve özellikle de işletmecilik alanında yaşanan son gelişmeler de girişimciliğin desteklenmesi gerektiğini göstermektedir. Tek ve çok büyük bir pazar durumuna gelmeye başlayan dünya ekonomisinde, milli gelirin, refah düzeyinin, işverenlerin rekabet güçlerinin, yatırımların ve buna bağlı olarak da istihdamın arttırılabilmesi ise verimliliğin sürdürülebilmesine bağlı bulunmaktadır. İstihdam yaratan girişimcileri sıkıntıya düşüren, bir ölçüde ceza gibi olan ve istihdamı engelleyen yasal düzenlemelerin de yok edilmesi gerekmektedir (Murat, 2007: 326-330). Emek arz ve talebine bağlı olan bu faktörler, uygun yer, zaman, ölçü veya biçimde kullanılamadığında, emeğini arz eden kişilerin işe olan ihtiyaçları karşılanamamakta ve işsizlik ortaya çıkmaktadır. Toplumların sosyo-ekonomik yapılarına bağlı olarak ortaya çıkan ve işsizliği etkileyen faktörler ise; toplumların ekonomik, sosyolojik ve hukuki yapıları ile küreselleşme ve kentleşme süreçlerine bağlı olmaktadır. Ekonominin büyümesi, piyasa şartlarının iyileşmesi ve ücretlerin artması, işgücünü emek piyasasına çekerek işsizliği azaltırken, ekonominin daralması, piyasa şartlarının kötüleşmesi ve ücretlerin düşmesi ise işsizliği arttırmaktadır. 38 Görüş, düşünce, zihniyet, kültür, dini kurallar, inanışlar, örf ve adetler gibi sosyolojik faktörler de toplumların çalışma alışkanlıkları ve davranışlarını farklılaştırarak işsizliği önemli ölçüde etkilemektedir. Sahip oldukları sosyolojik yapıları, gelişmiş ülkelerde; insanları hırslandırarak daha bireysel olmaya ve çalışmaya yönlendirerek emek piyasalarını hareketlendirip işsizlik sorununu minimuma indirirken, gelişmekte olan ülkelerde ise; insanları daha az hırslı olmaya, daha az kazançla yaşamaya razı olmaya, daha sosyal ve dayanışmacı olmaya yönlendirerek, işsizliğin artması ve giderek yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Toplumların çalışma yaşamını (özellikle de emeklilik düzenlemeleri) düzenleyen yasaları da emek arz ve talebini etkilemektedir. Dünyada yaşanan küreselleşme süreci paralelinde, küresel piyasalardaki dalgalanmalar doğal olarak ulusal emek piyasalarını da etkilemekte, bu duruma bağlı olarak da emek arz ve talebi değişmekte, bazı ülkelerde işsizlik artarken, bazı ülkelerde ise istihdam fazlası oluşabilmektedir (Murat, 2007: 330-331). Gelişmiş ülkelerde; genellikle talep eksikliğinden kaynaklanan işsizlik, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise; gerekli donanıma sahip olan işyeri veya kapasite bulunmadığı için yeterli istihdam yaratılamamasından kaynaklanmaktadır (Ülgener, 1991: 127). Özellikle normalden hızlı bir şekilde kentleşen ülkelerde, kırsal kesimde eksik istihdam edilen veya yardımcı aile bireyi olarak çalışan kişiler kentlere göç ettikten sonra emek piyasalarına girmek istediklerinde nitelikleri uygun olmadığı için işsiz kalmaktadır. İşsizliği arttıran nedenler; gelişmiş ülkelerde; ekonomik kalkınma hızının düşmesi, gelir dağılımının bozulması ve işgücünün sektörlere göre dağılımında yaşanan hızlı değişimlerden kaynaklanırken, gelişmekte olan ülkelerde ise; geleneksel sektör ile modern sektör arasındaki ücret ve eğitim farklılıkları, modern sektörün işgücünü emme kapasitesinin düşük olması ve hızlı nüfus artışı gibi faktörlere bağlı olmaktadır (Ülgener, 1991: 22-29, Serter, 1993: 22-29). Günümüzde, devletlerin ekonomiye müdahale etme imkânlarının kısıtlanması, sendikaların güç ve etkinliklerinin giderek azalması, özel şirketlerin nitelikli çekirdek işgücü yanında, iş güvenliği olmayan, rutin işler yapan, düşük ücretli, yarı zamanlı veya geçici işçi konumundaki kişileri istihdam etme politikaları işsizliği giderek arttırmaktadır (Şenses, 2006: 165-167). İşsizliğin artmasının ana nedeni ise, aktif (çalışabilir) nüfusun hızındaki artış miktarı ile istihdam edilme oranı arasındaki dengesizliktir. 39 İşsizlik, aktif nüfusun hızlı artması sonucunda, bu nüfusa yetecek kadar açık iş bulunamaması nedeniyle artmaktadır. İstihdam imkanlarının artırılamaması ve işgücüne olan talebin yetersiz kalması, üretim alanlarının oluşturulması sürecini uzatırken, mevcut olan işsizlere yeni işgücünün katılması ise mevcut işsizliği daha da büyütmektedir. Gelir dağılımındaki bozukluk, genel olarak vasıfsız işgücünün artmasına neden olurken, yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi ise, daha nitelikli işgücünü gerektirdiği için, vasıfsız işgücünün istihdam edilebilirliği azalırken işsizlik oranları yükseltmektedir (Ülker, 2001: 6-7). İşsizlik toplumların ekonomik ve sosyal dengelerini de olumsuz yönde etkilemektedir. Ekonomik açıdan işsizliğin etkileri; cari ücret düzeylerinin düşmesi, kayıt dışı çalışmanın ve eksik istihdamın artması, kişilerin gelirlerinin azalması veya tamamen yok olması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Kişilerin gelirlerinin azalması veya yok olması, ihtiyaçları sınırlayarak, mal ve hizmetlere olan toplam talebini azalttığı için üretim ve istihdamı düşürmektedir. Çalışabilecek durumda olan kişilerin, çalışacak bir işleri ve hayatlarını devam ettirebilecek belirli bir gelirlerinin olmaması ise toplumsal sorunları arttırmaktadır. İşsizlik Türleri İşsizlik türleri; ülkelerin gelişmişlik durumları esas alınarak, gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasındaki farklılıklara göre belirlenirken, işsizliğin kişilerin yaşam tarzı ve ilişkilerine yansıma biçimi ise, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile kültürlerine bağlı olarak farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır (CEPR, 1995: 97, Savcı, 2001: 48). Ekonomik, sosyal, kültürel farklılıklar ile küreselleşme, teknolojik gelişme, kentleşme, üretim şekilleri gibi birçok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan işsizlik türleri; gizli, açık, yapısal, teknolojik, konjonktürel (dönemsel), mevsimlik, arızi (geçici) işsizlik şeklinde sınıflandırılmaktadır. Gizli işsizlik; üretim yapılan herhangi bir alanda, işgücünün bir kısmının üretimden çekilmesi durumunda, çıktıda önemli bir azalma olmaması, açık işsizlik ise; çalışma arzu ve gücüne sahip olunmasına rağmen, piyasadaki geçerli (cari) ücret düzeyinde iş bulunamaması durumundaki işsizliktir (Biçerli, 2007: 431, Berberoğlu, 1995: 72). Üretim araçları ile üretim kapasiteleri yetersiz olmasına rağmen, nüfusları hızla artan, az gelişmiş ülkelerde görülen ve ekonomideki değişimlerden kaynaklanan bir işsizlik türü olan yapısal işsizliğin kökleri ise ekonominin temel faktörlerindeki değişikliklere dayanmaktadır (Ülgener, 1991: 118-119, Zaim, 1997: 188-189, Spencer, 1989: 128). 40 Teknolojik işsizlik; teknolojinin ilerlemesine paralel olarak, birçok alanda işgücünün yerini makinelerin alması sonucunda ortaya çıkan, konjonktürel (dönemsel) işsizlik ise; ekonomide belli bir dönemde toplam talebin azalması sonucunda, üretim ve yatırımlarda meydana gelen azalma ve talep değişmelerindeki dalgalanmalar nedeniyle ortaya çıkan bir işsizlik türüdür. Konjonktürel işsizlik, genellikle kapitalist ekonomilerde dönemsel olarak ortaya çıkan krizler sonucunda görülmekte olan ve irade dışı gerçekleşen bir işsizlik biçimidir. (Talas, 1997: 135, Erdoğan ve Biçerli, 2004: 208, Kumbaracıbaşı ve Saral, 1977: 255). Mevsimlik işsizlik; mevsim değişiklikleri veya mal ve hizmet taleplerinde mevsimlere bağlı olan azalma sonucunda ortaya çıkan, arızi (geçici, friksiyonel, doğal) işsizlik; işgücünün iş yeri ve meslek değiştirmesi nedeniyle, geçici bir süre işsiz kalması sonucunda ortaya çıkan bir işsizlik türüdür. Tamamen yok edilmesi mümkün olmayan, tam istihdama engel bir durum da oluşturmayan arızi işsizliğin %2-3 oranında olması ise normal kabul edilmektedir (Mahiroğulları ve Korkmaz, 2005: 35, Talas, 1997: 136, Serter, 1993:10-11, Özdemir vd., 2006:72). İşsizlikle mücadelede aktif ya da pasif emek politikaları uygulanmaktadır. Uygulanan aktif ve pasif emek politikalarının ana amacı; işsizliğin tamamen ortadan kaldırılması, azaltılması veya ortaya çıkardığı olumsuzlukların önlenmesidir. İşsizliği önleme ve sınırlamaya yönelik aktif politikalar; emeğe olan talebi artırmak ve işsizliği önlemek için uygulanırken, işsizlik sigortası ve yardımları biçimindeki pasif politikalar ise, işsizliğin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları gidermek ve işsizlere belirli bir ekonomik güvence sağlamak için uygulanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde genellikle aktif emek politikalarına, gelişmiş ülkelerde ise pasif emek politikalarına öncelik verilmektedir (Murat, 2007: 332-333, Varçın, 2004: 2-3). Türkiye'de yaşanan hızlı değişim ve gelişime bağlı olarak iç göçler sonucunda, özellikle büyük kentlerde yığılan işgücüne yetecek kadar iş imkanı yaratılamadığı için işsizlik genel ve giderek artan bir sorun olmaktadır. Kırsal alanlardan kentlere yönelik olan göç; kentlerdeki nüfusu hızla arttırmakta, emek piyasalarını etkileyerek işsizlik sorununu büyütmektedir. Kentlerde emek arzının artması karşısında, işgücüne olan talep düşük kalmakta, işgücünün niteliğinin düşük olması ise enformel, marjinal, kayıt dışı sektörlerde, geçici, güvencesiz, süreksiz işlerde çalışmayı ve işsizliği daha da arttırmaktadır. Kentlere biriken, düzenli bir geliri olmayan ve devamlı bir iş bulmak için bekleyen büyük kitleler ise çok önemli toplumsal sorunlara neden olmaktadır (Tokol ve Alper, 2011: 98, Baştaymaz, 1998: 21). 41 İŞSİZLİĞİN YAPISAL ÖZELLİKLERİ İşsizliğin; cinsiyet, yaş, eğitim durumu, medeni durum, işsizlik oranı, referans kişiye yakınlık, iş arama süresi, işsizlik nedeni, aranan işin türü, son çalışılan ekonomik faaliyet kolu, son çalışılan işteki durum gibi değişik birçok yapısal özelliği bulunmaktadır. Bu çalışmada işsizliğin yapısal özellikleri, cinsiyete, yaş gruplarına, eğitim durumuna, medeni duruma, işsizlik oranı ve iş arama süresine göre incelenmektedir. Toplam İşsizlik İşsizlik özellikle ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde kadınlar, gençler, yaşlılar ve eğitim düzeyi düşük kişiler arasında yaygınlaşmakta olup, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha büyük bir sorun olarak kendisini göstermektedir. Bu durumun nedeni, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tarımsal istihdamın fazla olması, kırsal alanlardaki işgücünün önemli bir bölümünün tarım sektöründe ücretsiz çalışan yardımcı aile bireyi olarak istihdam edilmesidir. Bu ülkelerde yaşanan hızlı kentleşme süreçleri; geçici işsizliği yapısal işsizliğe, gizli işsizliği açık işsizliğe dönüştürmekte ve uzun süreli işsizliği arttırmaktadır. Emek unsuru tam kullanılamadığı için üretim ve gelir kaybına neden olan işsizlik, kişilere bağlı olmayıp, emek arz ve talebi arasında uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Cinsiyete Göre İşsizlik İşsizliğin analizinde cinsiyet ayrımının önemli bir yeri bulunmakta olup, erkek ve kadın işsizler bakımından, bölgeler, kentler ve kırsal alanlar arasında benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır. İşsizliğin yapısına kırsal alanlar ve kentler açısından bakıldığında, işsizlik özellikle de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kırsal alanlara göre kentlerde daha fazla olmaktadır. Bu durumun nedeni; kırsal alanlarda çalışanların önemli bir kısmının yardımcı aile bireyi olarak, eksik istihdam ya da gizli işsiz biçiminde istihdam edilmeleri, nitelikleri düşük olan bu kişilerin kentlere geldiklerinde ise açık işsiz durumuna geçmeleridir (Murat, 2007: 342, Koray, 2000:147-148). İşsizlik; kadınlarda göre erkeklerde daha yüksek olmakla beraber, kadın işsizlerin sayısı da giderek artmaktadır. İşsizlik oranları ise, genellikle kadınlara göre erkeklerde daha yüksek olmaktadır. İşsizlik kırsal alanlarda erkekleri, kentlerde ise kadınları daha çok etkilemektedir (Güney, 2012: 145-146). 42 Kentlerde kadın işsizlerin artış oranı erkeklere göre daha yüksek düzeyde gerçekleşmekte, kırsal alanlarda ise tam tersi bir durum yaşanmaktadır. İşsizliğin diğer bir boyutunu oluşturan eksik istihdam ise kadınlara göre erkekler arasında daha yoğun olarak yaşanmaktadır (Murat, 2007:337, Ansal vd., 2000: 106, Karagöl ve Akgeyik, 2010: 14). Yaş Gruplarına Göre İşsizlik Kültürel, kurumsal ve politik farklılıklara göre ülkeden ülkeye faklılık gösteren genç yaş sınıflaması Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği tanımlamaya uygun olarak, Türkiye'de TUİK tarafından 15-24 yaş arası olarak kabul edilmektedir (Okur, 2014: 5, Higgins, 2001:10). İşsizliğin önemli bir özelliği de gençler arasında yaygın olmasıdır ve gençler ile yetişkinlerin işsizlik oranları arasındaki fark günümüzde giderek açılmaktadır. Günümüzde işsizlik yetişkinlere göre gençler arasında daha yaygın olup, dünya nüfusunun %25'ini oluşturan gençlerin %40'ına yakını işsiz bulunmaktadır. 15-24 genç yaş grubundaki genç işsizlik oranları ise genel işsizlik oranlarının iki katından daha fazladır (Okur, 2014: 7, Murat ve Şahin, 2011: 27). Toplam nüfusun yaklaşık %20'sini 15-24 yaş grubunda bulunan gençlerin oluşturduğu Türkiye'de, okullaşma oranlarının ilkokuldan sonra giderek düşmesi, çalışmak isteyen genç nüfusun fazla olması, bu gençler için yeterli istihdam imkânlarının yaratılamaması, genç işsizliğini daha da büyütmektedir (Okur, 2014: 39, Murat, 2007: 343-344,). İşsizliği gençler arasında, makro düzeyde; tasarrufların azalması, sosyal güvenlik gelirlerinin azalması ve sağlık harcamalarının artması, mikro düzeyde ise; gelir kaybı ile psikolojik faktörler arttırmaktadır (Okur, 2014: 39-40, Murat ve Şahin, 2011: 27, Pirler, 2007: 148). Gençlerin işsizliği genel olarak ekonomik durgunluk ile demografik ve yapısal faktörlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomik durgunluk ve gerileme dönemlerinde gençler genel olarak iş bulmakta zorlanmakta, işverenler yeni işçi almaktan kaçınmakta ve işten işçi çıkarırken genellikle gençleri işten çıkarmaktadırlar. Daha düşük statü ve ücretli işleri kabul edebilen gençlerin istihdamı ise giderek daralmaktadır. Nüfus, yaş, cinsiyet ve göç gibi demografik faktörler de gençlerin işsizliğini olumsuz yönde etkilemektedir. İş piyasasında yetişkinlere göre rekabet güçleri daha zayıf olan gençlerin işsizliğinde, iş güvenliği mevzuatı, toplu sözleşme ve insan kaynakları uygulamaları ile yetişkinlerin korunması, ücret farklılıkları ve maliyet açısından işverenlerin gençleri işe alma ve eğitmekteki isteksizlileri de önemli olmaktadır. İşsiz gençlerin birbirleriyle rekabeti işverenleri dilediklere şart ve ücret karşılığında çalışacak işçi bulabilme üstünlüğünü 43 kazandırmakta, eğitimli gençlerin nitelik ve eğitim düzeylerine uygun olmayan işleri kabul etmeye zorlanmaları ise eksik istihdamı arttırmaktadır (Murat, 2007: 349-351). İşgücü arz ve talebi arasındaki nitelik beklentilerinin uyuşmamasından, eğitim düzeyi düşük genç işgücü daha fazla etkilenmekte, kentleşme süreci de genç işsizliğini arttırmaktadır (Karagöl ve Akgeyik, 2010: 13, Ekin, 1971: 211,260). Eğitim Durumuna Göre İşsizlik Eğitim bireylerin yeterliliklerini, niteliklerini destekleyen, teknik ve sosyal donanımları ile iş bulma fırsatlarını güçlendiren çok önemli parametrelerden birisi olduğu için, eğitim düzeyi ile istihdam edilebilirlik arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. İşsizlik riski genel olarak, bireylerin eğitim düzeyleri yükseldikçe düşme eğilimi göstermekle birlikte, bu ilişkinin her durumunda doğrusal bir durum sergilediğini söylemek ise mümkün değildir (Karagöl ve Akgeyik, 2010: 14-15). Eğitimin istihdam üzerinde olumlu etkileri bulunduğu için, işsizliğin eğitim durumuna göre gösterdiği dağılım ile eğitim ve işsizlik arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekli olmaktadır. Eğitim düzeyine göre işsizlik oranlarında ülkeler, ülkelerin değişik bölgeleri, kentler ve kırsal alanlar arasında benzerlikler ve farklılıklar olabilmektedir. Erkek ve kadınların eğitim düzeyleri ile işsizlik oranları arasında farklılık olup, düşük eğitim düzeylerinde erkeklerin işsizlik oranı yüksek, kadınların oranı düşük olurken, eğitim düzeyi yükseldikçe durumun tam tersine döndüğü görülmektedir (Güney, 2012: 149). Eğitim düzeyleri açısından, kentlerdeki işsizlik oranları kırsal alanlara göre daha farklı bir yapı göstermektedir. Eğitim durumuna göre işsizler içinde kentlerde, okuma yazma bilmeyenlerin oranı düşük, diğer grupların oranı ise daha yüksek olmaktadır. Değişik eğitim düzeylerindeki erkek ve kadın işsizlerin çoğunluğu genel olarak 25-34 yetişkin yaş grubunda toplanmakta, kadın işsizlerin daha fazla olmaktadır (Murat, 2007: 355-361). Medeni Duruma Göre İşsizlik İşgücüne katılma oranlarında olduğu gibi, kişilerin medeni durumları ile işsizlik oranları arasında da ilişki bulunmaktadır. Ülkelerin geneli ile kentlerde yaşayan kişilerin medeni durumlarına göre işsizlik oranları arasında benzerlikler ve farklılıklar bulunabilmektedir. İşsizlik oranları medeni durum itibariyle incelendiğinde; genel olarak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gerek ülke geneli, gerekse 44 kentlerde, evlilere göre bekârların işsizlik oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bekârlar ile evliler ile arasındaki fark kentlerde daha da yükselmektedir. Bu bağlamda genelde evli, kentlerde ise bekâr işsizlerin daha kolay iş bulabildiklerini söylemek mümkündür. Cinsiyet açısından; genel olarak erkekler arasında evli olanlar, kadınlar arasında bekâr olanların işsizlik oranları daha yüksek olmakta, kentlerde ise hem evli, hem de bekâr olanlar içinde kadınların işsizlik oranları erkeklerinkinden daha yüksek olmaktadır. İşsizlik oranları; genel olarak birlikte yaşayanlar, evli olup da ayrı yaşayanlar ve boşananlarda çok yüksek düzeyde olmaktadır. Eşi ölmüş bulunanların (dul olanların) işsizlik oranları ise, diğer gruplara göre daha düşük düzeyde kalmaktadır. İşsizler içinde, medeni durumları itibariyle, genel olarak en büyük grubu bekârlar ile evliler oluşturduğu görülmektedir (Murat, 2007: 362-364). İşsizlik Oranı İşsizlik oranı; işgücüne dahil olan her 100 kişi içinde işsiz olan kişi sayısı, diğer bir ifadeyle işsiz nüfusun işgücü içindeki oranı olup, oranın artması açık iş sayısı veya istihdam imkânlarındaki azalmayı ifade etmektedir (TUİK, 2007: 30, Lordoğlu ve Özkaplan, 2007: 67-68). Ekonominin konjonktürel performansını göstermesi bakımından önemli bir gösterge olan işsizlik oranının düşmesi, iş arayanlar için yeterli düzeyde açık işin mevcut olduğunu ve ekonominin büyüdüğünü gösterirken, yükselmesi ise talebin azaldığını, işletmelerin yeni personel almadıklarının, işten işçi çıkardıklarını ve ekonominin durgunluğa girdiği anlamına gelmektedir (Kaufmann ve Hotchkiss, 2003: 688-689). Uluslararası Çalışma Örgütü'nün verilerine göre; 2013 yılındaki işsizlik oranları dünya genelinde %6, G-20 ülkeleri genelinde %5,8 (ekonomisi gelişmiş olan G-20 ülkelerinde %8,4, ekonomisi gelişmekte olan G-20 ülkelerinde %5), gelişmiş ekonomiler ile Avrupa Birliği Bölgesinde %8,6, Avustralya'da %5,6, Kanada'da %7,1, Japonya'da %4,1, ABD'de %7,5, Avrupa Birliği ülkelerinde genel olarak %11, Fransa'da %10,5, Almanya'da %5,3, İtalya'da %12,2, İngiltere'de %7,5, Orta ve güneydoğu Avrupa bölgesinde %8,2, Rusya Federasyonu'nda %5,8, Türkiye'de %9,9, Ortadoğu bölgesinde %10,9, Kuzey Afrika bölgesinde %12,2, Sahra Altı Afrika bölgesinde %7,6, Güney Afrika'da %25,3, Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde %6,5, Arjantin'de %7,3, Brezilya'da %6,7, Meksika'da %5,0, Doğu Asya bölgesinde %4,5, Kore'de %3,2, 45 Güneydoğu Asya ve Pasifik bölgesinde %4,2, Endonezya'da %6,0 Güney Asya bölgesinde ise %4,0'dür (ILO, 2014: 19). Yüzde beş (%5) işsizlik oranı normal kabul edildiğinde, gelişmekte olan G-20 ülkeleri, Japonya, Doğu Asya Bölgesi, Kore, Güneydoğu Asya ve Pasifik Bölgesi ile Güney Afrika Bölgesi dışında kalan dünyanın tüm bölgeleri ve ülkelerinde işsizlik oranlarının normalin üzerinde olduğu görülmektedir. İşsizlik oranları OECD ülkelerinde de %5'e kadar normal kabul edilmektedir. OECD verilerine göre; OECD ülkelerindeki işsizlik oranları %6,2 ile %8,5 arasında değişim göstermekte olup, 2014 mayıs ayı itibariyle %7,4 civarında dengeye gelmiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği (AB) ülkelerindeki işsizlik oranları da %9,6 ile %10,9 arasında değişmekte olup, kabul edilebilir düzey olan %5’in ve OECD ülkelerin tamamındaki işsizlik oranlarının üzerinde bulunmaktadır. G-7 ülkelerindeki işsizlik oranları %6,5 ile %7,6, Euro bölgesinde %10,1 ile %12,0 arasında değişirken, Türkiye’deki işsizlik oranları ise %8,2 ile %14,3 arasında değişmekte ve normal işsizlik oranlarına göre oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır (OECD, 2014: 1-2). Bu verilere göre; işsizlik oranları dünya genelinde ve Türkiye'de yüksek düzeyde bulunmakta olup, işsizlik hem gelişmekte olan ülkelerin hem de gelişmiş ülkelerin sorunu durumundadır. İşsizlik birçok ülkede yaşanmakta ve artma eğilimindedir. İş Arama Süresine Göre İşsizlik İşsizlik sorunu; işsiz kalınan süre uzadıkça kronikleşerek yapısal bir sorun haline gelmekte ve çözümü de giderek güçleşmektedir. İş arama sürelerinin analizi, işsizliğin boyutlarının belirlenebilmesi açısından önemli olmaktadır. Uzun süreli işsizliğin beraberinde getirdiği sorunlar nedeniyle, Avrupa Birliği ülkelerinde gerçekleştirilen istihdam zirvelerinde işsizlik sorununun kısa vadede (işsizlik süresi bir yılı bulmadan önce) çözülmesi gerektiği üzerinde görüş birliğine varılmış bulunmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalar da işsiz kalınan sürenin bir yılı aşması durumunda; kişilerin moral olarak çöktüklerini, iş bulma umutlarının azaldığını, tembelliğe alıştıklarını, çalışma isteklerini kaybettiklerini, mevcut beceri ve niteliklerini yitirdiklerini, yeni bir işe uyum sağlamakta zorluk çekmeye başladıklarını, sosyal dışlanma hissine kapılarak toplumsal yaşamdan giderek uzaklaştıklarını göstermektedir. Bu bağlamda; uzun süre işsiz kalanları, çalışma yaşamına uyum sağlayacak duruma getirmenin 46 süresi ve maliyeti de yükselmektedir (Murat, 2007: 368-369, Duruel, 2004: 77-78). İşsizlik sürelerinin belirlenmesi konusunda farklı görüş ve ölçüm yöntemleri olmakla birlikte Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün tanımlaması kabul görmektedir. ILO'ya göre bir yıldan az süren işsizlik kısa, bir yıl ve daha uzun süreli işsizlik ise uzun süreli işsizlik olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada işsizlik ILO tanımına uygun olarak kısa süreli (bir yıldan az) ve uzun süreli (bir yıl ve daha çok) işsizlik biçiminde incelenmiştir. TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA İŞSİZLİK İşsizlik Türkiye’nin de en önemli sorunları arasında yer almaktadır. Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısından kaynaklanan nedenlerle, işgücüne katılmama eğilimi ile işgücünden yeterince faydalanılmaması anlamına gelen eksik istihdam oranlarının yüksek olması ve işsizlik ölçülürken bu oranların dikkate alınmaması ise işsizliği olduğundan düşük göstermektedir. Resmi veriler de işsizliğin gerçek boyutlarını göstermekten uzak bulunmaktadır. Türkiye’de hızlı bir biçimde artan nüfus ve işgücüne yetecek kadar yeni iş ve istihdam imkanları yaratılamadığı için işsizlik sorununu her geçen gün giderek büyütmektedir (DPT, 2011: 3, Murat, 2007: 193, 319, Seçer, 2013: 34). Türkiye'deki işsizlik sorununun gerçek boyutunun ortaya konulabilmesi için, işgücüne katılmayanların niçin çalışmadıkları ile eksik istihdamın görünmeyen yönlerinin incelenmesi gerekmektedir. Türkiye'de Beş Yıllık Kalkınma Planları'nda işsizlikle ilgili öncelikli hedefler konulmasına rağmen başarılı olunamamış ve işsizlik azaltılamamıştır. 1980 ve 1990'lı yılların başında gerçekleşen küçük düşüşlerin dışında, Türkiye'de işsizlik 1960'lı yılların sonundan itibaren genel olarak yükselmiştir (Ansal vd., 2000:102-103). Türkiye'de işsizliğin özelliklerini; 1950'li yıllardan itibaren yaşanan iç göçler, başta Almanya olmak üzere batı ülkelerine yapılan dış göçler, hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, ekonomik durgunluk, 1980'li yıllarda ekonomi politikalarının değiştirilmesi, 1990'lı yıllardaki özelleştirme, Avrupa Birliği ve Gümrük Birliği'ne giriş süreci, yaşanan ekonomik krizler (1994, 1997, 1998), gelişmiş ülkelere doğru beyin göçü, 2000 ve 2001 ekonomik krizleri belirlemiştir (Işığıçok, 2013: 137-140, Işığıçok, 2005: 136-139, Ekin, 2001: 149-152.). Türkiye'de işsizlik; ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel faktörlerin de etkisiyle diğer ülkelerdekinden daha farklı ve kendine özgü 47 bazı özellikler sergilemektedir. İşsizliğin tarım sektörü, kentsel kayıt dışı istihdam ve formel istihdam yapısı içinde ortaya çıkan kayıt dışı uygulamalara dayanan farklı boyutları bulunmaktadır (Ekin, 2001: 158161). Türkiye'de işsizlik sorunu; kırsal eksik istihdam ile kentsel kayıt dışı istihdam tarafından belirlenmekte olup, açık işsizlikten çok, işgücü fazlalığı nedeniyle ortaya çıkan, üretken olmayan, gelir yaratmayan ve mevcut geliri de paylaştıran yapay istihdam biçiminde ortaya çıkmaktadır (Işığıçok, 2013: 141-143, Ekin, 2002: 4, Ekin, 2000: 7). Türkiye'de 1950’li yıllardan itibaren kırsal kesimden kentlere, özellikle de İstanbul’a yönelik göçün 1980'li yıllardan sonra hızlanarak artması ve halen de devam etmesi, işsizlik sorununun niteliğini değiştirmiştir. Kırsal kesimde gizli işsiz durumunda olan işgücü fazlası, göçten sonra İstanbul'da açık işsizlere dönüşmüş, kayıt dışı veya marjinal işlerde çalışma ile birlikte yeni bir gizli işsizlik biçimi ortaya çıkmıştır. Türkiye’de çalışma çağında bulunan nüfusun %30'una yakınının tarım sektöründe çalışması gizli işsizlerin sayısını arttırırken, kentlere yönelik göç de işgücünün niceliği ile niteliğini bozarak açık işsizliği arttırmıştır (Murat, 2007: 193-194). Giderek hızlanan göç, kentlerdeki işsizleri ve işsizlik oranlarını yükseltmiştir. Türkiye'de ve İstanbul'da işsizliğin artmasının nedeni, nüfus ve işgücünün Türk ekonomisinin istihdam yaratma kapasitesinden daha hızlı artması, yüksek düzeyde ekonomik büyüme performansına rağmen aynı düzeyde istihdam yaratılamamasıdır. Bu kısımda, Genel Nüfus Sayımları, Hanehalkı İşgücü Anketleri ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerinden yararlanılarak, Türkiye genelinde ve İstanbul’da işsizliğin yapısal özellikleri ile gelişme eğilimleri incelenmektedir. Ancak TUİK'nun mevcut resmi verileri arasında AB'ne uyum süreci kapsamında yapılan çalışmalar nedeniyle, kapsam ve metodoloji bakımından bazı farklılıklar bulunduğu için daha anlamlı değerlendirme yapılabilmesi amacıyla, analizlerde aynı metodoloji ile belirlenmiş olan verilerden yararlanılmıştır. Bu nedenle işsizliğin bazı yapısal özellikleri incelenirken verilerin karşılaştırılabilir olduğu 2004-2013 yılları arasındaki değerlerden yararlanılmıştır. Türkiye ve İstanbul'da Toplam İşsizlik İşsizlerin miktarı ve oranları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da giderek artmakta olup, işsizlik miktarındaki artış Türkiye 48 geneline göre İstanbul’da, işsizlik oranlarındaki artışlar ise İstanbul'a göre Türkiye genelinde daha yüksek bulunmaktadır (Tablo 1). Türkiye genelinde 1980 yılında 690 bin olan toplam işsiz miktarı %298 artarak 2013 yılında 2 milyon 747 bine, İstanbul’da 1980 yılında 90 bin olan toplam işsiz miktarı %554 artarak 589 bine yükselmiştir. İşsizlerin toplam sayısı; 1980-2013 yılları arasında hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da artmış olup, işsizlik miktarındaki artış oranı Türkiye geneline göre İstanbul’da yaklaşık iki kat daha fazla olmuştur. Bu gelişimin nedeni; Türkiye genelinde tarımsal istihdamın yaygın olması, işgücünün önemli bir kısmının tarım sektöründe yardımcı aile üyesi olarak istihdam edilmesidir. Bu durum genel olarak kişilerin işsizliğini geciktirirken, eksik istihdamın yaygın olması da işsizliği olduğundan daha düşük düzeyde göstermektedir. Tablo 1: İşgücü ve İşsizler (1980-2013), (Bin Kişi, 12/15+Yaş) İşgücü İşsizlik Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın 19 212 12 284 6 928 690 575 114 1980 20 150 13 990 6 160 1 611 1 088 523 1990 23 078 16 890 6 188 1 497 1 111 387 2000 TÜRKİYE 22 016 16 348 5 669 2 385 1 762 622 2004 28 271 19 597 8 674 2 747 1 714 1 033 2013 1 654 1 408 246 90 76 14 1980 2 707 2 214 493 167 138 30 1990 3 977 2 909 1 068 506 336 170 2000 İSTANBUL 4 017 3 151 867 497 368 129 2004 5 248 3 712 1 536 589 361 228 2013 Kaynak: Sedat Murat; Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İTO Yayın No: 2007-73, İstanbul: İTO, 2007, s.335., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 2759, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Mart 2003, s. 54, DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/ 34-İstanbul, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Yayın No: 2732, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Kasım 2002, s.50., TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 10.06.2014. Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. Yıl İşsizlik oranları 1980-2013 yılları arasında, hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da artmış, 1980, 2000 ve 2013 yıllarında İstanbul'da, 1990 yılında ise Türkiye genelinde daha yüksek, işsizlik oranlarındaki artış oranı ise Türkiye genelinde daha yüksek olmuştur (Tablo 2). 49 1980 yılında Türkiye genelinde %3,6 olan toplam işsizlik oranı %6,1 artarak 2013 yılında %9,7'ye, İstanbul’da % 5,5 olan toplam işsizlik oranı %5,7 artarak %11,2’ye yükselmiştir. İşsizlik oranlarının İstanbul’da daha yüksek olmasının nedeni, İstanbul'un fazla göç alarak çok hızlı bir biçimde kentleşmesidir. İstanbul’da hızla artan işgücüne yetecek kadar yeni iş imkânı yaratılamadığı için, işsizlik oranları Türkiye geneline göre daha yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. Tablo 2: Toplam İşsizlik Oranları (%), (1980-2013) TÜRKİYE YIL 1980 3,6 İSTANBUL 5,4 8,0 1990 6,5 2000 10,8 2004 9,7 2013 Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 6,2 12,7 12,4 11,2 Türkiye ve İstanbul'da Cinsiyete Göre İşsizlik Türkiye genelinde; 1980 yılında 575 bin olan işsiz erkeklerin miktarı %198 artışla 2013 yılında 1 milyon 714 bine, 114 bin olan işsiz kadınların miktarı ise %806 artışla 1 milyon 33 bine yükselmiştir. İstanbul’da, 1980 yılında 76 bin olan işsiz erkeklerin miktarı %375 artarak 361 bine, 14 bin işsiz kadınların miktarı ise %1528 artarak 228 bine ulaşmıştır (Tablo 1). Türkiye genelinde ve İstanbul'da 1980-2013 yılları arasında; işsiz erkekler ve kadınlar genel olarak artmış, işsiz erkekler kadınlardan her zaman daha fazla olmuş, ancak işsizlik miktarlarındaki artışlar erkeklere göre kadınlarda, Türkiye geneline göre ise İstanbul’da daha yüksek olmuştur. Türkiye genelinde 1980 yılında %4,7 olan erkeklerin işsizlik oranı %4 artarak 2013 yılında %8,7’ye, kadınların işsizlik oranı ise %10,3 artarak %11,9’a yükselmiştir. İstanbul’da, 1980 yılında %5,4 olan erkeklerin işsizlik oranı %4,3 artarak %9,7’ye, kadınların işsizlik oranı ise %9,1 artarak %14,8’e yükselmiştir (Tablo 3). Türkiye genelinde ve İstanbul'da 1980-2013 yılları arasında; erkeklerin ve kadınların işsizlik oranları genel olarak artmış, işsizlik oranları İstanbul’da daha yüksek olmuştur. İşsizlik oranlarındaki artış erkeklerde İstanbul’da, kadınlarda ise Türkiye genelinde daha fazla olmuştur. Bu durumun nedeni; Türkiye’nin gelişme ve büyümeye devam etmesi, 50 İstanbul’un ise ekonomik olarak gelişmesinin yanı sıra hızlı bir şekilde kentleşmesidir. İşgücü artan, sanayisi kent dışına ve çevre kentlere yayılarak azalan İstanbul’da, gerekli iş imkânlar sağlanamadığı, kente gelen kadınlar iş piyasalarına giremedikleri için, işsizlik özellikle kadınlar arasında olmak üzere artmıştır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işsizlik erkekler ve kadınlar arasında artma eğilimindedir. Tablo 3: Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (1980-2013) TÜRKİYE İSTANBUL Erkek Kadın Erkek Kadın 4,7 1,6 5,4 5,7 1980 7,8 8,5 6,2 6,1 1990 6,6 6,3 11,6 15,9 2000 10,8 11,0 11,7 14,9 2004 8,7 11,9 9,7 14,8 2013 Kaynak: Tablo 1’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. YIL Türkiye ve İstanbul'da Yaş Gruplarına Göre İşsizlik Türkiye genelinde işsizlik 2004-2013 yılları arasında; toplamda ve kadınlarda artmış, erkeklerde ise azalmaktadır. En fazla işsiz; toplamda 2534, erkeklerde 25-34 ve 35-54, kadınlarda ise 20-24 ile 25-34 yaş gruplarındadır. Türkiye genelindeki işsizler; toplamda 15-19 ve 20-24 yaş grubunda azalıp, diğer yaş gruplarında artarken, erkeklerde 15-19, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarında azalmakta, diğer yaş gruplarında artmakta, kadınlarda ise 15-19 yaş grubunda aynı kalırken diğer gruplarda artmaktadır (Tablo 4). İstanbul’daki işsizlerin miktarı 2004-2013 yılları arasında; toplamda ve kadınlarda artarken erkeklerde azalmaktadır. En fazla işsiz toplamda, erkeklerde ve kadınlarda 25-34 ile 34-55 yaş gruplarında bulunmaktadır. İstanbul’daki işsizler toplamda 15-19 yaş grubunda aynı kalıp diğer gruplarda artarken, erkeklerde 15-19, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarında azalmakta diğer yaş gruplarında artmakta, kadınlarda ise tüm yaş gruplarında artmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da; toplam ve kadın işsizlerin miktarı benzerlik göstererek artarken, işsiz erkeklerin miktarları ise azalmaktadır. 15-19 ve 20-24 yaş gruplarında bulunan genç işsizlerin miktarları ise oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’de ve İstanbul'da genç işsizliğinin önemli boyutlarda olduğunu göstermektedir. Genç işsizlerin fazla olması ve yetişkin işsizlerin artmasının nedeni, artan işgücüne yetecek kadar istihdam yaratılamamasıdır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işsizlik genel olarak gençler ve kadınlar arasında artma eğilimindedir. 51 Tablo 4: Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2000-2013), (Bin Kişi, 15+Yaş) YIL YAŞ GRUBU TÜRKİYE İSTANBUL İşsiz İşsiz Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 2 385 1 762 622 497 368 129 287 199 88 52 36 16 15-19 633 406 227 110 66 44 2004 20-24 801 596 205 179 135 44 25-34 611 511 100 144 119 25 35-54 53 50 3 12 11 0 55+ Toplam 2 747 1 714 1 033 589 361 228 268 179 88 52 29 23 15-19 589 326 263 114 62 51 2013 20-24 914 536 378 190 109 81 25-34 852 574 288 206 137 68 35-54 114 99 15 28 24 4 55+ Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 11.06.2014. Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. 2004-2013 yılları arasındaki işsizlik oranları incelendiğinde Türkiye geneli ile İstanbul arasında bazı benzerlikler olmakla birlikte farklılıklar bulunduğu da görülmektedir (Tablo 5). Türkiye genelinde toplam ve erkeklerin işsizlik oranları düşerken, kadınların işsizlik oranları yükselmektedir. İşsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24, 2534 ve 35-54 yaş gruplarında düşer 55+ yaş grubunda yükselirken, kadınlarda ise tüm yaş gruplarında yükselmiştir. Türkiye genelinde işsizlik oranı en yüksek olan grup 20-24 yaş grubu olup, 15-19 genç yaş grubunun oranı da oldukça yüksek, 55+ yaş grubunun oranları ise düşük düzeydedir. İstanbul’da toplam, erkek ve kadınların işsizlik oranları düşmektedir. İşsizlik oranları toplamda; 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında düşer 15-19 ve 55+ yaş gruplarında yükselirken, erkeklerde; 1519, 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında düşmekte 55+ yaş grubunda yükselmekte, kadınlarda ise; 20-24 yaş grubunda düşerken diğer yaş gruplarında yükselmektedir. İstanbul’da işsizlik oranı en yüksek olan iki grup 15-19 ile 20-24 genç yaş grubu olup, 55+ yaş grubunda da işsizlik oranları yüksek düzeyde bulunmaktadır. 52 Yaş gruplarına göre işsizlik oranları, Türkiye geneli ile İstanbul arasında genel olarak benzerlik göstererek toplamda ve erkeklerde 55+ yaş grubu dışındaki tüm yaş gruplarında düşerken, kadınlarda ise tüm yaş gruplarında yükselmektedir. 15-19 ile 20-24 yaş gruplarındaki işsizlik oranları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da oldukça yüksek düzeyde bulunmakta olup, 15-19 yaş grubundaki işsizlik oranları Türkiye geneline göre İstanbul’da, 20-24 yaş grubundaki işsizlik oranları ise İstanbul'a göre Türkiye genelinde daha yüksektir. Giderek yükselen 55+ yaş grubundakilerin işsizlik oranları ise Türkiye geneline göre İstanbul'da daha yüksektir. Bu durumun nedeni, hızlı nüfus artışına ve genç bir nüfus yapısına sahip olan Türkiye'de ve İstanbul'da artan işgücünü özellikle de genç işgücünün istihdam edilememesidir. Tablo 5: Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (2004-2013) YIL YAŞ GRUBU İŞSİZLİK ORANLARI TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 10,8 10,8 11,0 12,4 11,7 14,9 15-19 17,7 18,2 16,7 19,3 20,3 17,2 20-24 22,2 21,8 22,9 19,3 18,1 21,3 2004 25-34 11,7 11,4 12,6 11,9 11,4 13,8 35-54 7,0 7,5 5,1 9,4 9,2 10,5 55+ 2,7 3,6 0,5 8,7 9,1 3,9 Toplam 9.7 8,7 11,9 11,2 9,7 14,8 15-19 16,4 15,9 17,5 20,5 17,4 26,3 20-24 20,0 17,6 23,9 18,6 17,6 20,0 2013 25-34 10,7 9,0 14,5 9,9 8,1 14,2 35-54 6.9 6,7 7,3 9,2 8,3 11,7 55+ 3,7 4,5 1,7 12,3 12,6 10,8 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 11.06.2014, Tablo 4’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. İşsizliğin yaş gruplarına göre dağılımı incelendiğinde; Türkiye genelinde ve İstanbul'da işsizler içinde payı en fazla olan iki grubun 25-34 ve 35-54 yaş grupları olduğu görülmektedir. 15-19 ve 20-24 genç yaş gruplarında bulunanlar da (özellikle kadınlar) oldukça yüksek düzeyde olup, 55+ yaş grubunda bulunanlar ise düşük düzeydedir (Tablo 6). 2013 yılı itibariyle toplam işsizler içinde; 25-34 ve 35-55 yaş gruplarında bulunanların payı Türkiye genelinde %64,3, İstanbul'da %67,3'dür, 15-19 ve 20-24 genç yaş gruplarında bulunanların payı Türkiye 53 genelinde yaklaşık %31,2, İstanbul’da ise %28,2 civarında olup, toplam işsizlerin 2/3'üne yakınını yetişkinler, 1/3’ünü ise gençler oluşturmaktadır. Yetişkin işsizler içinde; 25-34 yaş grubunda bulunanların payı Türkiye genelinde, 35-54 yaş grubunda bulunanların payı ise İstanbul'da daha yüksektir. Genç işsizler içinde; 15-19 yaş grubunda bulunanların payı toplamda ve erkeklerde Türkiye genelinde, kadınlarda İstanbul'da, 20-24 yaş grubunda bulunanların payı Türkiye genelinde daha yüksektir. 55+ yaş grubunda bulunan işsizlerin payı ise İstanbul'da daha yüksektir. İşsizlik Türkiye genelinde ve İstanbul'da toplamda ve erkeklerde 15-19, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarında düşerken, 35-54 ve 55+ yaş gruplarında artmakta, kadınlarda ise genç yaş gruplarında (15-19 ve 20-24) azalırken, yetişkin yaş gruplarında (25-34, 35-54 ve 55+) artmaktadır. İşsizliğin yaş gruplarına göre dağılımı, Türkiye geneli ile İstanbul arasında; 25-34 yaş grubunda farklılık göstererek toplamda ve erkeklerde azalırken kadınlarda artmakta, genç yaş gruplarında (15-19 ve 20-24) azalırken, yetişkin yaş gruplarında (35-54 ve 55+) ise artmaktadır. İşsizlik Türkiye geneli ve İstanbul'da yetişkinler ve gençler arasında yüksek, yaşlılar arasında düşük düzeyde bulunmakta olup, gençler arasında azalırken, yetişkin ve yaşlılar arasında artmaktadır. İşsizlik gençlerde Türkiye genelinde, yetişkinlerde ise İstanbul'da daha fazladır. Bu durumun nedeni, işverenlerin yetişkinleri tercih etmesi nedeniyle gençlerin ve yaşlıların iş bulmakta zorlanması, gençlerin eğitime daha fazla yönelmeleri, yetişkinler için ise yeterli iş imkanının bulunmamasıdır. Türkiye ve İstanbul'da işsizlik gençler arasında düşme, yetişinler arasında artma eğilimindedir. Tablo 6: İşsizliğin Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (2004-2013) İŞSİZLİK DAĞILIMI YIL 2004 2013 YAŞ GRUBU Toplam 15-19 20-24 25-34 35-54 55+ Toplam 15-19 20-24 TÜRKİYE Toplam Erkek 100,0 12,0 26,5 33,6 25,6 2,2 100,0 9,8 21,4 100,0 11,3 23,0 33,8 29,0 2,8 100,0 10,4 19,0 İSTANBUL Kadın 100,0 14,1 36,5 33,0 16,1 0,5 100,0 8,5 25,5 54 Toplam 100,0 10,5 22,1 36,0 29,0 2,4 100,0 8,8 19,4 Erkek 100,0 9,8 17,9 36,7 32,3 3,0 100,0 8,0 17,2 Kadın 100,0 12,4 34,1 34,1 19,4 0,0 100,0 10,1 22,4 33,3 31,3 36,6 32,3 25-34 31,0 33,5 27,9 35,0 35-54 4,1 5,8 1,5 4,8 55+ Kaynak: Tablo 4’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. 30,2 38,0 6,6 35,5 29,8 1,8 İşsizlerin yaş gruplarına göre dağılımının cinsiyet yapısı incelendiğinde; Türkiye geneli ile İstanbul arasında genel olarak benzerlik olduğu görülmektedir (Tablo 7). Türkiye genelinde ve İstanbul'da, tüm yaş gruplarında erkeklerin oranları yükselirken, kadınların oranları düşmekte olup, kadınlara göre erkeklerin oranları daha yüksektir. 15-19, 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında işsizlerin 2/3'üne yakınını erkekler, 1/3'ünü kadınlar, 55+ yaş grubunda 4/5'ine yakınını erkekler, 1/4'ünü kadınlar oluşturmaktadır. Genel olarak tüm yaş gruplarında erkeklerin oranları İstanbul'a göre Türkiye genelinde, kadınların oranları 35-54 yaş grubunda Türkiye genelinde, diğer gruplarda ise İstanbul'da daha yüksektir. Bu durumun nedeni, nüfusa bağlı olarak işgücünün artması ve kırsal kesimlerden kentlere yönelik göçtür. Göç sonucunda İstanbul'da artan işgücüne (özellikle de genç işgücüne) gerekli olan istihdam yaratılamamasıdır. Türkiye genelinde ve İstanbul’daki işsizler içinde tüm yaş gruplarında erkeklerin oranı düşme, kadınların oranları ise yükselme eğilimi göstermektedir. Tablo 7: İşsizliğin Yaş Gruplarına ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (2004-2013) İŞSİZLİK DAĞILIMI YIL YAŞ GRUBU TÜRKİYE Toplam Erkek İSTANBUL Kadın Toplam Toplam 100,0 73,9 26,1 100,0 100,0 69,3 30,6 100,0 15-19 100,0 64,1 35,9 100,0 20-24 2004 100,0 74,4 25,5 100,0 25-34 100,0 83,6 16,4 100,0 35-54 100,0 94,3 5,7 100,0 55+ Toplam 100,0 62,4 37,6 100,0 100,0 66,8 32,8 100,0 15-19 100,0 55,3 44,7 100,0 20-24 2013 100,0 58,6 41,4 100,0 25-34 100,0 67,4 33,8 100,0 35-54 100,0 86,8 13,2 100,0 55+ Kaynak: Tablo 4’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. 55 Erkek 74,0 69,2 60,0 75,4 82,6 91,7 61,3 55,8 54,4 57,4 66,5 85,7 Kadın 26,0 30,8 40,0 24,6 17,4 8,0 38,7 44,2 44,7 42,6 33,0 14,3 Türkiye ve İstanbul'da Eğitim Durumuna Göre İşsizlik Türkiye genelinde eğitim durumuna göre işsizlerin miktarları; toplamda okuma yazma bilmeyenlerde aynı kalırken, lise altı eğitimliler ile yükseköğretimlilerde artmakta, lise ve dengi meslek okullular arasında ise azalmaktadır. Erkeklerde yükseköğretimlilerde artıp diğer gruplarda azalırken, kadınlarda ise tüm eğitim gruplarında artmaktadır. İşsizler içindeki en büyük grup lise altı eğitimlilerdir. Bu grubu lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimliler izlemektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin miktarı ise düşük düzeydedir. Tüm eğitim gruplarında erkek işsizler kadınlardan daha fazladır. İşsizler içinde miktarı en fazla artan grup; toplamda %80, erkeklerde %49, kadınlarda ise %117 civarında artan yükseköğretimlilerdir (Tablo 8). İstanbul’da eğitim durumuna göre işsizlerin miktarları; toplamda ve kadınlarda tüm eğitim gruplarında artarken, erkeklerde yükseköğretimlilerde artmakta, diğer gruplarda ise düşmektedir. İşsizler içindeki en büyük grup lise altı eğitimlilerdir. Bu grubu lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimliler izlemektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin miktarı ise oldukça düşük düzeydedir. Yükseköğretimli kadınlar hariç diğer tüm gruplarda erkekler kadınlardan daha fazladır. İşsizler içinde miktarı en fazla artan grup; toplamda %94, erkeklerde %72 ve kadınlarda %115 civarında artan yükseköğretimlilerdir. Türkiye geneli ve İstanbul’da eğitim gruplarına göre işsizlik; toplamda lise altı eğitimliler ile yükseköğretimlilerde artmakta, okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullularda azalmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsizler içinde miktarı en fazla olan grup lise altı eğitimlilerdir. İstanbul'daki yükseköğretimli kadınlar haricindeki tüm eğitim gruplarında işsiz erkekler kadınlardan daha fazladır. Türkiye geneli ve İstanbul'daki işsizler içinde miktarı en fazla artan grup ise yükseköğretimlilerdir. Yükseköğretimlilerdeki artış oranları toplamda ve erkeklerde İstanbul'da, kadınlarda ise Türkiye genelinde daha yüksektir. Yükseköğretimlilerin işsizliği toplamda ve erkeklerde İstanbul'da, kadınlarda ise Türkiye genelinde daha hızlı bir biçimde artmaktadır. Bu gelişmelerin nedeni; Türkiye ekonomisinin küçük ve orta boy işletmelere (KOBİ) dayalı olması, işgücünün erkek ağırlıklı olması, düşük vasıflı kişiler daha kolay iş bulabilirken, yükseköğretimlilerin niteliklerine uygun iş bulmakta zorlanmasıdır. İşsizlik Türkiye genelinde ve İstanbul'da; erkeklerde okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okullularda azalma, yükseköğretimlilerde artma, kadınlarda ise tüm eğitim gruplarında artma eğilimindedir. 56 Tablo 8: Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi, 15+Yaş) TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 2 385 1 762 622 497 368 129 Okuma-Yazma 57 43 14 8 6 2 Bilmeyen Altı Eğitimliler 1 320 1 106 216 2 88 240 48 2004 Lise Lise ve Dengi 698 450 247 130 83 47 Meslek Okulu Yükseköğretim 308 163 145 71 39 33 Toplam 2 747 1 714 1 033 589 361 228 Okuma-Yazma 57 38 19 9 5 3 Lise Altı Eğitimliler 1 482 1 077 405 309 221 88 2013 Bilmeyen Lise ve Dengi 651 356 296 134 69 65 Meslek Okulu Yükseköğretim 557 243 314 138 67 71 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 20.06.2014. Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. YIL EĞİTİM DURUMU Eğitim durumlarına göre işsizlik oranları incelendiğinde; Türkiye genelinde işsizlik oranı en büyük olan grup, toplamda ve kadınlarda lise ve dengi meslek okullular, erkeklerde 2004 yılında lise dengi meslek okullular, 2013 yılında ise okuma yazma bilmeyenlerdir. İşsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde benzerlik göstererek okuma yazma bilmeyenlerde yükselip diğer gruplarda düşerken, kadınlarda okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerde yükselmekte, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerde ise düşmektedir (Tablo 9). İşsizlik oranı en fazla yükselen grup; toplamda %0,6, erkeklerde %2,7 artış gösteren okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda ise %2,1 artan lise altı eğitimlilerdir. İşsizlik oranı en fazla düşen grup ise toplamda %4,1 ile lise ve dengi meslek okullular, erkeklerde %2,4 ile yükseköğretimliler, kadınlarda %4,5 ile lise ve dengi meslek yüksekokullulardır. Türkiye genelinde toplamda ve erkeklerde eğitim düzeyi yükseldikçe işsizlik oranları düşerken, kadınlarda lise ve dengi meslek okullulara kadar eğitim düzeyi yükseldikçe işsizlik oranları da yükselmektedir. Erkek ve kadınlar arasında eğitim düzeyleri ile işsizlik oranları arasında oldukça büyük farklılık bulunmakta olup, okuma yazma bilmeyen erkeklerde işsizlik oranı %11,6 iken, kadınlarda %2,3, lise ve dengi meslek okullu erkeklerde işsizlik oranı %8,3 iken, kadınlarda %20,3, yükseköğretimli erkeklerde %7,4 iken kadınlarda %15,1'dir. 57 İstanbul’da işsizlik oranı en yüksek olan grup, toplamda ve erkeklerde okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda ise lise ve dengi meslek yüksek okullulardır. İşsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde benzerlik göstererek tüm eğitim gruplarında düşerken, kadınlarda okuma yazma bilmeyenler ile altı eğitimlilerde artmakta, lise ve dengi meslek okullularda aynı kalırken yükseköğretimlilerde ise düşmektedir. İstanbul’da işsizlik oranı en fazla artan grup, kadınlarda %2 ile okuma yazma bilmeyenler ve lise altı eğitimliler grubu, en fazla azalan grup ise, toplamda %2,2 ile lise ve dengi meslek okullular, erkeklerde %3,4 ile okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda %1,6 ile yükseköğretimlilerdir. İşsizlik oranları, toplamda ve erkeklerde eğitim düzeyi yükseldikçe düşmekte, kadınlarda ise lise ve dengi meslek okullulara kadar yükselmekte sonrasında düşmektedir. İşsizlik oranının en büyük olduğu grup; toplamda Türkiye genelinde lise ve dengi meslek okullular iken İstanbul'da okuma yazma bilmeyenler, erkeklerde hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da okuma yazma bilmeyenler, kadınlarda ise hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da lise ve dengi meslek okullulardır. İşsizlik oranlarının büyüklüğü bakımından Türkiye geneli ile İstanbul'da toplamda farklılık, erkekler ve kadınlar arasında ise benzerlik bulunmaktadır. İşsizlik oranları; Türkiye geneli ile İstanbul'da toplamda ve erkeklerde lise altı eğitimlilerde, lise ve dengi meslek okullularda ve yükseköğretimlilerde benzerlik göstererek eğitim düzeyi yükseldikçe düşmekte, okuma yazma bilmeyenlerde ise farklılık göstererek Türkiye genelinde yükselirken, İstanbul'da toplamda ve erkeklerde düşmekte kadınlarda ise yükselmektedir. İşsizlik oranları; okuma yazma bilmeyenlerde İstanbul'da, lise ve dengi meslek okullularda Türkiye genelinde daha yüksektir. Lise altı eğitimlilerde toplamda ve kadınlarda İstanbul'da, erkeklerde Türkiye genelinde daha yüksek olup, yükseköğretimlilerde ise, toplamda ve kadınlarda Türkiye genelinde, erkeklerde İstanbul'da daha yüksektir. İşsizlik oranları genel olarak düşük eğitimlilerde (lise altı) İstanbul'da daha yüksekken, yüksek eğitimlilerde (lise ve üstü) ise Türkiye genelinde daha yüksektir. Düşük eğitimliler İstanbul'da, yüksek eğitimliler ise Türkiye genelinde iş bulmakta zorlanmaktadır. İşsizlik oranları; okuma yazma bilmeyenlerde Türkiye genelinde yükselirken, İstanbul'da düşük eğitimli (lise altı) kadınlar arasında yükselmekte, eğitim düzeyi yükseldikçe hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da düşmektedir. 58 İşsizlik oranlarında yaşanan bu gelişmelerin nedeni; Türkiye'nin tarım ağırlıklı, gelişen ve kentleşen bir ülke olması, İstanbul'un Türkiye'den daha hızlı şekilde gelişmesidir. Türkiye genelinde düşük eğitimli kişiler daha kolay iş bulabilirken, hızlı kentleşen İstanbul'da erkekler daha fazla istihdam edilmekte, düşük eğitimli kadınlar iş bulmakta zorlanırken, yükseköğretimli kadınlar ise iş hayatına daha fazla katılmaktadır. İşsizlik oranları Türkiye genelinde ve İstanbul'da okuma yazma bilmeyenlerde yükselme, erkeklerde ve eğitim düzeyi yükselenler arasında düşme, kadınlar arasında düşük eğitimlilerde yükselme, yüksek eğitimliler arasında ise düşme eğilimindedir. Tablo 9: Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre İşsizlik Oranları (%), (20042013) YIL EĞİTİM DURUMU TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 10,8 10,8 11,0 12,4 11,7 14,9 Okuma-Yazma 4,3 8,9 1,7 18,5 25,1 10,2 Lise Altı Eğitimliler 10,6 11,6 9,1 12,3 12,1 13,8 2004 Bilmeyen Lise ve Dengi 15,4 12,7 24,8 12,9 11,2 17,6 Meslek Okulu Yükseköğretim 12,2 9,8 17,0 11,3 9,8 13,9 Toplam 9,7 8,7 11,9 11,2 9,7 14,8 Okuma-Yazma 4,9 11,6 2,3 16,7 21,7 12,2 Bilmeyen Altı Eğitimliler 10,5 10,9 11,2 11,9 10,8 15,8 2013 Lise Lise ve Dengi 11,3 8,3 20,3 10,7 7,8 17,6 Meslek Okulu Yükseköğretim 10,3 7,4 15,1 10,2 8,6 12,3 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014. İşsizlerin eğitim durumları ve cinsiyete göre dağılımları incelendiğinde ise; Türkiye genelinde ve İstanbul’da; toplam ve erkek işsizlerin %50’sinden fazlasını, kadın işsizlerin %40’a yakınını lise altı eğitimlilerin oluşturduğu görülmektedir (Tablo 10). Türkiye genelinde ve İstanbul’da, erkek işsizlerin ¼’üne, kadın işsizlerin 1/3'üne yakını lise ve dengi meslek okullulardan oluşurken, yükseköğretimlilerin payı (oranı) erkek işsizlerde %9-18, kadın işsizlerde %23-32 arasında değişmektedir. İşsizler içinde, okuma yazma bilmeyenlerin payı (oranı) ise genel olarak düşük düzeyde olup, %1,5-2,5 civarındadır. Türkiye genelinde; işsiz erkek ve kadınların, okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular içindeki oranları düşerken, lise altı eğitimliler ile yükseköğretimliler içindeki oranları ise 59 yükselmektedir. Okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerde kadınlara göre erkeklerin, lise ve dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerde ise erkeklere göre kadınların oranları daha yüksektir. İstanbul'da; işsiz erkeklerin oranları tüm eğitim gruplarında düşerken, kadın işsizlerin oranları okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullularda düşmekte, lise altı eğitimliler ile yükseköğretimlilerde ise yükselmektedir. Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ve lise ve dengi meslek okullularda kadınlara göre erkeklerin, yükseköğretimlilerde ise erkeklere göre kadınların oranları daha yüksektir. Türkiye genelinde; işsiz erkeklerin oranı, okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullularda azalır, lise altı eğitimlilerde aynı kalır, yükseköğretimlilerde artarken, İstanbul'da tüm eğitim gruplarında azalmaktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da, işsiz kadınların okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular içindeki oranları düşerken, lise altı eğitimliler ile yükseköğretimliler içindeki oranları ise yükselmektedir. İşsizlerin cinsiyete göre dağılımındaki bu değişimler bakımından, Türkiye geneli ile İstanbul arasında erkeklerde farklılık, kadınlarda ise benzerlik olduğu görülmektedir. İşsizler içindeki erkek ve kadınların oranları; okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okullularda Türkiye genelinde, yükseköğretimlilerde ise İstanbul'da daha yüksektir. Bu durumun nedeni; Türkiye'de eğitim düzeyindeki düşüklüğün işsizliğe de yansıması, göç ile birlikte İstanbul'da biriken ve eğitim düzeyi düşük olan kişilerin iş bulmakta zorlanmasıdır. İşsizlik, Türkiye genelinde ve İstanbul'da düşük eğitimli erkek ve kadınlar arasında artma eğilimindedir. Tablo 10: İşsizlerin Eğitim Durumuna ve Cinsiyete Göre Dağılımı (%),(20042013) YIL 2004 2013 EĞİTİM DURUMU Toplam Okuma-Yazma Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler Lise ve Dengi Meslek Okulu Yükseköğretim Toplam Okuma-Yazma Bilmeyen Lise Altı Eğitimliler TÜRKİYE Toplam 100,0 2,4 55,3 29,3 12,9 100,0 2,1 53,9 Erkek 100,0 2,4 62,8 25,5 9,3 100,0 2,2 62,8 60 İSTANBUL Kadın 100,0 2,3 34,7 39,7 23,3 100,0 1,8 39,2 Toplam 100,0 1,6 57,9 26,1 14,3 100,0 1,5 52,5 Erkek 100,0 1,6 65,2 22,6 10,6 100,0 1,4 61,2 Kadın 100,0 1,6 37,2 36,4 25,6 100,0 1,3 38,6 Lise ve Dengi Meslek Okulu Yükseköğretim 28,7 30,4 22,8 23,4 Toplam Erkek Kadın Toplam 100,0 73,9 26,1 Okuma-Yazma 100,0 75,4 26,6 Bilmeyen Altı Eğitimliler 100,0 83,8 16,4 2004 Lise Lise ve Dengi 100,0 64,5 35,4 Meslek Okulu Yükseköğretim 100,0 52,9 47,1 Toplam 100,0 62,4 37,6 Okuma-Yazma 100,0 66,7 33,3 Bilmeyen Altı Eğitimliler 100,0 72,7 27,3 2013 Lise Lise ve Dengi 100,0 54,7 45,5 Meslek Okulu Yükseköğretim 100,0 43,6 56,4 Kaynak: Tablo 8'deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 YIL EĞİTİM DURUMU 23,7 20,3 20,8 14,2 TÜRKİYE 19,1 18,6 28,5 31,1 İSTANBUL Erkek 74,0 75,0 83,3 63,8 54,9 61,3 55,6 71,5 51,5 48,6 Kadın 26,0 25,0 16,7 36,2 46,5 38,7 33,3 28,5 48,5 51,4 Türkiye ve İstanbul'da Medeni Durumuna Göre İşsizlik Türkiye genelinde, medeni durumuna göre işsizler içinde en büyük iki grup bekarlar (hiç evlenmemiş olanlar) ile evlilerdir. Medeni durumuna göre işsizlerin miktarları, toplamda ve kadınlarda tüm gruplarda artarken, erkeklerde bekârlar ile evliler arasında azalmakta, boşanan ve eşi ölenlerde ise artmaktadır. Türkiye genelindeki işsizler içinde medeni durumuna göre miktarı en fazla artan grup, toplamda ve kadınlarda evliler, erkeklerde ise boşanmış olanlardır (Tablo 11). İstanbul’da, medeni durumuna göre işsizler içinde en büyük iki grup bekarlar ile evlilerdir. Medeni duruma göre işsizlerin miktarları toplamda, erkeklerde ve kadınlarda bekarlarda azalırken diğer tüm gruplarda artmaktadır. İstanbul’daki işsizler içinde medeni durumuna göre miktarı en fazla artan grup, toplamda, erkeklerde ve kadınlarda evlilerdir. İşsizlerin miktarları; Türkiye genelinde ve İstanbul'da toplamda, erkeklerde ve kadınlarda boşananlar ile eşi ölenlerde benzerlik göstererek artarken, bekarlar ve evliler arasında ise farklılık göstermektedir. İşsizlerin miktarları; Türkiye genelinde bekarlar ve evlilerde toplamda ve kadınlarda artarken erkeklerde azalmakta, İstanbul'da toplamda, erkeklerde ve kadınlarda bekarlar içinde azalırken evlilerde ise artmaktadır. İşsizler içinde miktarı en fazla olan grup; Türkiye genelinde ve İstanbul'da toplamda ve kadınlarda evliler, erkeklerde Türkiye genelinde boşanmış olanlar, İstanbul'da ise evlilerdir. 61 İşsizlerin miktarlarının; Türkiye genelinde bekar ve evli erkekler dışındaki tüm gruplarda, İstanbul'da ise bekarlar dışındaki tüm gruplarda artmasının nedeni, işgücünün giderek artması, ancak işgücüne yetecek kadar iş bulunamamasıdır. İşsizlik Türkiye genelinde bekarlar ile evli erkekler dışındaki tüm medeni gruplarda artma eğilimindeyken, İstanbul'da bekarlar arasında azalma, diğer gruplarda ise artma eğilimindedir. Tablo 11: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi, 15+Yaş) YIL MEDENİ DURUMU TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 2 385 1 762 622 497 368 129 Hiç Evlenmedi 1 251 854 398 264 175 89 1 069 886 183 216 187 29 2004 Evli Boşandı 50 20 31 14 6 9 Eşi Öldü 14 3 11 3 0 3 Toplam 2 747 1 714 1 033 589 361 228 Hiç Evlenmedi 1 296 807 489 179 101 78 1 306 857 448 382 252 130 2013 Evli Boşandı 127 45 82 22 7 15 Eşi Öldü 18 5 13 6 1 5 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014, TUİK; Yayınlanmamış Veriler, Haziran.2014. Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. İşsizlerin medeni durumuna göre dağılımı incelendiğinde; Türkiye geneli ve İstanbul’da, işsizler içinde bekârlar ile evlilerin en büyük grubu oluşturduğu görülmektedir. Türkiye genelindeki işsizler içinde; bekarların payı azalırken boşananların payı artmakta, evlilerin payı toplamda ve kadınlarda artarken erkeklerde azalmakta, eşi ölenlerin payı ise toplamda ve erkeklerde artarken kadınlarda azalmaktadır (Tablo 12). Türkiye genelindeki işsizlerin içinde 2013 yılı itibariyle; bekârlar (%47,2) ile evlilerin (%47,5) toplam payı (oranı) %94,7'dir. Bekâr ve evli olanların işsizler içindeki toplam payı, kadınlara (%90,7) göre erkeklerde (%97,1) daha yüksektir. İşsizler içinde, bekârların payı erkeklere (%47,1) göre kadınlarda (%47,3), evlilerin payı kadınlara (%43,4) göre erkeklerde (%50,0) daha yüksektir. İşsizler içinde evli olanlarda erkekler, diğer tüm gruplarda ise kadınların payları daha fazladır. İstanbul'daki işsizler içinde; bekarların payı azalırken, evlilerin payı artmakta, boşananlar ile eşi ölmüş 62 bulunanların payları ise toplamda ve erkeklerde artarken kadınlarda ise azalmaktadır. İstanbul'daki işsizlerin içinde 2013 yıl itibariyle bekarlar (%30,4) ile evlilerin (%64,9) toplam payı % 95,3'tür. Bekâr ve evli olanların işsizler içindeki toplam payı, kadınlara (%91,2) göre erkeklerde (%97,8) daha yüksektir. İşsizler içinde, bekârların payı erkeklere (%28,0) göre kadınlarda (%34,2), evlilerin payı kadınlara (%57,0) göre erkeklerde (%69,8) daha yüksektir. İşsizler içinde evli olanlarda erkeklerin, diğer tüm gruplarda ise kadınların payları daha fazladır. İşsizlerin medeni durumlarına göre dağılımları bakımından Türkiye geneli ile İstanbul arasında, bekarlar ile eşi ölmüş bulunanlarda benzerlik, evliler ile boşananlarda ise farklılık görülmektedir. Hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da işsizlerin büyük çoğunluğunu evliler ile bekarlar oluşturmaktadır. İşsizler içinde evlilerde erkekler, diğer gruplarda ise kadınlar çoğunluktadır. İşsizlik, Türkiye genelinde ve İstanbul'da bekarlar arasında azalırken, Türkiye genelinde boşananlar, İstanbul'da ise evliler arasında artmaktadır. Bu durumun nedeni; Türkiye ve İstanbul'un işgücünün erkek ağırlıklı ve çoğunlukla evli olmasıdır. Tablo 12: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (%), (2004-2013) YIL MEDENİ DURUMU TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 Hiç Evlenmedi 52,4 48,5 64,0 53,1 44,8 50,3 29,4 43,5 2004 Evli Boşandı 2,1 1,1 5,0 2,8 Eşi Öldü 0,6 0,2 1,8 0,6 Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 Hiç Evlenmedi 47,2 47,1 47,3 30,4 47,5 50,0 43,4 64,9 2013 Evli Boşandı 4,6 2,6 7,9 3,7 Eşi Öldü 0,7 0,3 1,3 1,0 Kaynak: Tablo 11’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. Erkek 100,0 47,6 50,8 1,6 0,0 100,0 28,0 69,8 1,9 0,3 Kadın 100,0 69,0 22,5 7,0 2,3 100,0 34,2 57,0 6,6 2,2 İşsizlerin medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet açısından incelendiğinde; Türkiye genelinde ve İstanbul’daki işsizler içinde erkeklerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Türkiye genelindeki işsizlerin %6070’ine yakınını erkekler, %30-40'ını ise kadınlar oluşturmaktadır. İşsiz erkeklerin oranı bekar ve evlilerde düşüp, boşananlar ile eşi ölmüş olanlarda yükselirken, kadınların oranları tüm medeni gruplarda yükselmektedir. 63 İşsizler içinde bekarlar ve evlilerde erkeklerin oranları, boşanan ve eşi ölmüş bulunanlarda ise kadınların oranları daha yüksektir (Tablo 13). İşsiz erkeklerin oranları, birbirine yakın olmakla birlikte bekârlara (%62,3) göre evlilerde (%65,6) daha yüksek iken, işsiz kadınların oranı evlilere (%34,3) göre bekârlarda (%37,7) daha yüksektir. İstanbul’daki işsizlerin % 60-75'ine yakınını erkekler, % 25-40'ını ise kadınlar oluşturmaktadır. İşsiz erkeklerin oranı eşi ölmüş bulunanlarda yükselip diğer gruplarda düşerken, kadınlarda tam tersi bir durum yaşanmaktadır. İşsiz erkeklerin oranı; bekârlara (%56,4) göre evlilerde (%66,0) daha yüksekken, işsiz kadınların oranı ise evlilere (%34,0) göre bekârlarda (%43,6) daha yüksektir. Türkiye geneli ve İstanbul'da işsizler içinde erkekler çoğunluktadır. Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsiz erkekler arasında; bekarlar ile evli olanların oranlarının düşmesi, eşi ölmüş bulunanların oranlarının yükselmesi bakımından benzerlik, boşanmış olanların Türkiye genelinde yükselirken İstanbul'da düşmesi bakımından ise farklılık bulunmaktadır. İşsiz kadınlar arasında ise; bekarlar, evliler ve boşanmış olanların oranlarının yükselmesi bakımından benzerlik, eşi ölmüş bulunanların Türkiye genelinde yükselirken İstanbul'da düşmesi bakımından farklılık bulunmaktadır. Bu durumun nedeni, Türkiye ve İstanbul'daki işgücünün erkek ve evli ağırlıklı olması, Türkiye geneline göre İstanbul'da iş imkanlarının nispeten daha fazla olmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul'daki işsizler içinde; bekar ve evli olan erkeklerin oranları düşme, kadınların oranları ise genel olarak yükselme eğilimindedir. Tablo 13: Medeni Duruma ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (%), (2004-2013) YIL MEDENİ DURUMU TÜRKİYE İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Toplam 100,0 73,9 26,1 100,0 Hiç Evlenmedi 100,0 68,3 31,8 100,0 100,0 82,9 17,1 100,0 2004 Evli Boşandı 100,0 40,0 62,0 100,0 Eşi Öldü 100,0 21,4 78,6 100,0 Toplam 100,0 62,4 37,6 100,0 Hiç Evlenmedi 100,0 62,3 37,7 100,0 100,0 65,6 34,3 100,0 2013 Evli Boşandı 100,0 35,4 64,6 100,0 Eşi Öldü 100,0 27,8 72,2 100,0 Kaynak: Tablo 11’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. 64 Erkek 74,0 66,3 86,6 42,9 0,0 61,3 56,4 66,0 31,8 16,7 Kadın 26,0 33,7 13,4 64,3 100,0 38,7 43,6 34,0 68,2 83,3 Türkiye ve İstanbul'da İşsizlik Oranı Türkiye'de ve İstanbul'daki işsizlik oranları gelişmiş ülkelere, AB ülkeleri ve OECD ülkelerine göre oldukça yüksek düzeyde bulunmaktadır. İşsizlik oranları incelendiğinde işsizliğin, kırsal alanlara göre kentlerde daha fazla sorun olduğu görülmektedir (Tablo 14). Türkiye genelinde ve İstanbul'daki işsizlik oranları; toplamda ve erkeklerde düşerken, kadınlarda Türkiye genelinde artmakta, İstanbul'da ise çok az bir düşüş göstermektedir. İşsizlik oranları, hem toplamda hem de erkekler ve kadınlar arasında Türkiye geneline göre İstanbul'da daha yüksektir. İşsizlik Türkiye geneline göre İstanbul'da daha büyük bir sorundur. Bu durumun nedeni, Türkiye genelinde tarımsal istihdamın fazla olması, tarımda istihdam edilir gibi görünen gizli işsizlerin bulunmasıdır. İstanbul'da ise göçle gelen gizli işsizlerin açık işsiz durumuna düşmeleri, hızlı artan ve niteliği düşük olan işgücü için iş bulunamamasıdır. İşsizlik Türkiye genelinde ve İstanbul'da erkekler arasında düşme, kadınlar arasında yükselme eğilimindedir. Tablo 14: İşsizlik Oranı (2004-2013), (%) YIL TÜRKİYE Toplam Erkek Kadın Toplam 2004 10,8 10,8 11,0 12,4 2013 9,7 8,7 11,9 11,2 Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 21.06.2014. İSTANBUL Erkek Kadın 11,7 14,9 9,7 14,8 İşgücü İstatistikleri, Türkiye ve İstanbul'da İş Arama Süresine Göre İşsizlik Bu çalışmada bir yıldan az süredir iş arayanlar kısa, bir yıl ve daha uzun süreden beri iş arayanlar ise uzun süreli işsiz olarak kabul edilmiş olup, iş arama sürelerine göre işsizlik incelendiğinde, kısa ve uzun süreli işsizlik bakımından Türkiye geneli ile İstanbul arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da bulunduğu görülmektedir (Tablo 15). Türkiye geneli ve İstanbul'daki işsizlerin büyük çoğunluğunu (2/3'üne yakınını) kısa süreli (bir yıldan az) işsizler oluşturmakla birlikte, uzun süreli işsizlerin miktarları da oldukça fazladır (yaklaşık 1/3). Kısa süreli işsizlerin miktarları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da, toplamda, erkeklerde ve kadınlarda artarken, uzun süreli işsizlerin miktarları toplamda ve erkeklerde azalmakta, kadınlarda ise artmaktadır. Bu durumun nedeni, Türkiye'nin gelişmekte olan bir ülke olmasıdır. Türkiye geneli ve İstanbul'da iş bulma imkanları artmakla 65 birlikte, uzun süreli işsizlik (özellikle de kadın işsizliği) yeterli istihdam yaratılamadığı için istenilen düzeye düşürülememektedir. İş arama sürelerine göre işsizlik bakımından; Türkiye geneli ile İstanbul arasında benzerlik bulunmakta olup, kısa süreli işsizlik artma, uzun süreli işsizlik ise erkeklerde azalma, kadınlarda ise artma eğilimindedir. Tablo 15: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik (2004-2013), (Bin Kişi, 15+Yaş) TÜRKİYE YIL İSTANBUL Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam 2 385 1 762 622 497 368 129 1 423 1 091 332 302 223 80 2004 1 Yıldan Az 1 Yıl ve Daha 960 671 289 194 145 50 Çok Toplam 2 747 1 714 1 033 589 361 228 2 039 1 340 698 454 285 168 2013 1 Yıldan Az 1 Yıl ve Daha 709 374 333 136 76 59 Kaynak:ÇokTUİK; İstatistikler, İstihdam İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 22.06.2014. Not: (1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. (2) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir. İş arama süresine göre işsizlik, kısa ve uzun süreli olması açısından incelendiğinde; Türkiye geneli ve İstanbul'da; kısa süreli işsizlerin oranının (%59-79) uzun süreli işsizlerin oranından (%21-46) daha yüksek olduğu görülmektedir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da kısa süreli işsizlerin oranı yükselirken, uzun süreli işsizlerin oranı ise düşmektedir. Kısa süreli işsizlerin oranları İstanbul'da, uzun süreli işsizlerin oranları ise Türkiye genelinde daha yüksektir. İstanbul'daki işsizler Türkiye geneline göre daha çabuk iş bulabilmektedirler (Tablo 16). Bu durumun nedeni; Türkiye'nin ekonomisinin gelişmesi, ancak İstanbul'un ekonomisinin Türkiye genelinden daha fazla gelişmiş olmasıdır. Gelişen ekonomi ve artan iş arama imkanları sayesinde işsiz kalan kişiler daha çabuk iş bulabilmektedirler. Türkiye genelinde ve İstanbul'da kısa süreli işsizlik yükselirken, uzun süreli işsizlik ise düşme eğilimindedir. Tablo 16: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (2004-2013), (%) YIL Toplam TÜRKİYE Erkek 66 Kadın İSTANBUL Toplam Erkek Kadın 100,0 100,0 100,0 59,7 61,9 53,4 40,3 38,1 46,5 100,0 100,0 100,0 74,2 78,2 67,6 2013 1 Yıldan Az 1 Yıl ve Daha 25,8 21,8 32,2 Kaynak:Çok Tablo 15’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 2004 Toplam 1 Yıldan Az 1 Yıl ve Daha Çok Toplam 100,0 60,8 39,0 100,0 77,1 23,1 100,0 60,6 39,4 100,0 78,9 21,1 100,0 62,0 38,8 100,0 73,7 25,9 İş arama süresine göre işsizlik, cinsiyet açısından incelendiğinde; kısa süreli işsiler içinde erkeklerin oranlarının Türkiye genelinde %65-75, İstanbul'da %62-73, kadınların oranlarının Türkiye genelinde %23-34, İstanbul'da %26-37, uzun süreli işsizler içinde erkeklerin oranlarının Türkiye genelinde %52-69, İstanbul'da %55-74, kadınların oranlarının Türkiye genelinde % 30-47, İstanbul'da % 25-43 arasında değiştiği görülmektedir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da, kısa ve uzun süreli işsizler içinde erkeklerin oranları düşerken, kadınların oranları yükselmektedir. Kısa süreli işsizlik oranları; Türkiye genelinde ve İstanbul'da erkeklerde ve kadınlarda birbirine yakın düşüş ve yükselişler gösterirken, uzun süreli işsizlik oranları; Türkiye geneline göre İstanbul'da erkeklerde daha fazla düşmekte, kadınlarda ise daha fazla yükselmektedir. Uzun süreli işsizlikten kadınlar daha fazla etkilenmektedir. Kısa süreli işsizler içinde erkeklerin oranları Türkiye genelinde, kadınların oranları İstanbul'da daha yüksek iken, uzun süreli işsizlikte tam tersi bir durum yaşanmakta, erkeklerin oranı İstanbul'da, kadınların oranları ise Türkiye genelinde daha yüksek bulunmaktadır. Türkiye geneline göre İstanbul, uzun süreli işsizlikten daha az etkilenmekte ve İstanbul’daki işsizler daha kısa zamanda iş bulabilmektedirler. Bu durumun nedeni; İstanbul'daki iş bulma imkanlarının Türkiye geneline göre daha fazla olması, ev işleri, çocuk bakımı, doğum gibi değişik nedenlerle iş piyasası dışında kalan kadınların sürekli bir iş imkanı elde edemedikleri için daha uzun süre işsiz kalmalarıdır. Türkiye genelinde ve İstanbul'da kısa ve uzun süreli işsizlik erkeklerde azalırken, kadınlar arasında artma eğilimindedir. Tablo 17: İş Arama Süresine ve Cinsiyete Göre İşsizlik Dağılımı (2004-2013), (%) TÜRKİYE YIL 2004 Toplam 1 Yıldan Az Toplam 100,0 100,0 Erkek 73,9 76,7 67 İSTANBUL Kadın 26,1 23,3 Toplam 100,0 100,0 Erkek 74,0 73,8 Kadın 26,0 26,5 1 Yıl ve Daha Çok Toplam 100,0 100,0 100,0 100,0 69,9 62,4 65,7 52,8 30,1 37,6 34,2 47,0 1 Yıldan Az 1 Yıl ve Daha Kaynak:Çok Tablo 15’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır. 2013 100,0 100,0 100,0 100,0 74,7 61,3 62,8 55,9 25,8 38,7 37,0 43,4 SONUÇ Sanayi devriminin ardından ortaya çıkan, 1980’li yıllara kadar genellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, bu tarihten sonra ise gelişmiş ülkelerin de sorunu olmaya başlayan işsizlik, günümüz toplumlarının en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Dünyada her yıl giderek artan işgücüne yetecek kadar yeni iş ve istihdam imkanı yaratılamadığı için de katlanarak büyümektedir. Uluslararası kuruluşlar ve ülkeleri yönetenler tarafından işsizlikle mücadele edilmeye ve yeni politikaları geliştirilmeye çalışılmasına rağmen, sorununu tamamen çözebilen bir ülke ise bulunmamaktadır. Türkiye'de 1950'li yıllardan itibaren hızlanan göçle birlikte belirgin hale gelmeye başlayan işsizlik, dünya ile bütünleşmeye çalıştığı 19902000'li yıllarda yaşanan ekonomik krizler nedeniyle artmış ve büyümüştür. İşsizlik, aldığı fazla göç nedeniyle nüfusu 14 milyonu aşan, kayıt dışı ve marjinal işlerle genişleyen bir istihdam alanı durumuna gelen İstanbul'da ise her geçen gün hızla artmaktadır. Birçok ülkede yaşanmakta olan işsizlik dünyada genelinde de artma eğilimindedir. İşsizlik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de çok önemli bir sorun olup, yaşanan iç göçler nedeniyle gerçekleşen yüksek nüfus artışı düzeyinde istihdam yaratılmadığı için de giderek büyümektedir. Türkiye'de iç göçlerin (özellikle İstanbul’a yönelik göçün) 1980'li yıllardan sonra hızlanarak artması, işsizlik sorununun niteliğini değiştirmiştir. Kırsal kesimde gizli işsiz durumunda olan işgücü fazlası, göçle birlikte büyük kentlerde özellikle de İstanbul'da açık işsizlere dönüşmüş, marjinal ve kayıt dışı işlerde çalışmayla birlikte yeni bir gizli işsizlik biçimi ortaya çıkmıştır. Eksik istihdam oranları dikkate alınmadığı için resmi veriler de işsizliğin gerçek boyutlarını göstermemektedir. Türkiye geneli ve İstanbul'da işsizlik; son yıllarda ara sıra düşme eğilimi göstermekle birlikte oldukça yüksek düzeyde olup, giderek artmaktadır. İşsizlik; erkeklere göre kadınlarda daha yüksektir. Yetişkinler ve gençler arasında yüksek, yaşlılar arasında düşük düzeydedir. Gençler arasında azalmakta, yetişkin ve yaşlılar arasında ise artmaktadır. Lise altı 68 eğitimliler arasında yaygın olup, yükseköğretimliler arasında da hızla yayılmaktadır. Okuma yazma bilmeyenler ile lise ve dengi meslek okullular arasında ise azalmaktadır. İşsizlik; eğitim düzeyi yükseldikçe genel olarak düşmektedir. Bekar ve evliler arasında daha yüksek olmakla birlikte boşanan ve eşi ölenler arasında da artmaktadır. Kısa süreli işsizlik yaygın olmakla birlikte uzun süreli işsizlik de artmakta, uzun süreli işsizlikten kadınlar daha fazla etkilenmektedir. İşsizlik konusunda yaşanan bu gelişmelerin nedeni; KOBİ ağırlıklı gelişen bir ekonomiye sahip olan Türkiye’de tarımsal ve eksik istihdamın yaygın olması, İstanbul'un hızlı kentleşmesi, artan işgücü için yeterli istihdam yaratılamaması, işverenlerin çalıştırmak için gençler yerine yetişkinleri tercih etmesi, eğitime yönelen gençlerin artması, işgücünün çoğunlukla erkek ve evli olması, eğitim düzeyi düşük olan kişiler ile yükseköğretimlilerin iş bulmakta zorlanması, İstanbul'daki iş imkanlarının Türkiye geneline göre daha fazla olmasıdır. İşsizlik; gençler arasında azalırken yetişinler arasında artma, erkeklerde tüm yaş gruplarında düşme, kadınlarda ise yükselme, düşük eğitimliler ile yükseköğretimliler arasında artma, bekarlar dışındaki medeni gruplarda artma, kısa ve uzun süreli işsizlikte erkeklerde azalma, kadınlarda ise artma eğilimindedir. Yapılan çalışmalar, alınan önlemler ve geliştirilen politikalar paralelinde atılan olumlu adımlara rağmen, Türkiye ve İstanbul'da işsizlik sorunu çözülememiş olup, giderek artan bir sorun olarak önemini korumaktadır. İşsizlikle mücadele için hali hazırda uygulanmakta olan ve işsizliğin etkilerini azaltmaya yönelik pasif istihdam politikalarının da yetersiz kaldığı görülmektedir. Türkiye'de; tüm bireylerin özgürlük, eşitlik, güvenlik ve saygınlık koşullarında insan onuruna yakışan üretken işlerde çalışabilmelerini sağlayacak, yeni istihdam alanları yaratacak, emek arz ve talebini bir araya getirerek emek piyasalarına girişi kolaylaştıracak, iş bulmakta zorlananların karşılaştıkları sorunları giderecek aktif istihdam politikalarının uygulanması gerekmektedir. Bu yönde politikalar geliştirildiği ve uygulandığında bir yandan işsizlik azaltılarak bireylerin daha mutlu olması sağlanırken, toplumsal gerginlik ve huzursuzluklar da azaltılabilecektir. 69 KAYNAKÇA Altan, Ö. Z., (2013). Sosyal Politika, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 1477. Andaç, F., (1991). Niçin İşsizlik Sigortası, Kayseri: Türk-İş Yayınları No: 179. Ansal, H., Küçükçiftçi, S., Onaran, Ö., Orbay, B. Z., (2000). Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayını. Aren, S., (2008). İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Gözden Geçirilmiş 13. Baskı, İstanbul: İmge Kitabevi. Baştaymaz, T., (1998). "Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz, Aşırı İşsizlik veya Kırsal Kesim İstihdamı", MESS Mercek Dergisi. Başterzi, S., (1996), İşsizlik Sigortası, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi, Yayın No: 509. Berberoğlu, N., (1995). Çalışma Ekonomisi, Eskişehir: Ant Matbaacılık. Biçerli, M. K., (2007). Çalışma Ekonomisi, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. CEPR., (1995), Unemployment: Choises for Europe, London: Monitoring European Integration, Centre for Economic Policy Research. DİE., (2002). 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/ 34-İstanbul, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, DİE Yayın No: 2732. DİE., (2003). 2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, DİE Yayın No: 2759. Dirimtekin, H., (1965). İşsizlik Sorunları, Eskişehir: EİTİA, Yayın No: 3017. DPT., (2011). Binyıl Kalkınma Hedefleri Raporu Türkiye 2010, Ankara: DPT Yayını. Duruel, M., (2004). Avrupa Birliği’nde ve Türkiye’de Uzun Dönemli İşsizlik ve İstihdam Politikaları, (Yayımlanmamış Doktora Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi SBE. Ekin, N., (1971). Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul: Sermet Matbaası. Ekin, N., (2000). Türkiye'de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul: İTO Yayını, Yayın No: 2000-33. Ekin, N., (2001). Türkiye'de İşgücü Piyasasının Yeniden Yapılanması: Özel İstihdam Büroları, İstanbul: İTO Yayını, Yayın No: 2001-30. 70 Ekin, N., (2002). "Türkiye'de İşsizlik, Yoksulluğa Dönüşen Yapay İstihdam", Endüstri İlişkilerinin Güncel Sorunları Semineri, Kızılcahamam- Ankara, 10-13 Mayıs 2002. Gül, E., Ekinci, A., Konya, S., (2009), Türkiye'de İstihdam Politikaları: Yapısal Bir Analiz, Bursa: Ekin, Basım Yayın Dağıtım. Gündoğan, N., Biçerli, M.K., (2004). Çalışma Ekonomisi, İkinci Baskı, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 1461. Gündoğan, N., Biçerli, M.K., Lordoğlu, K., Özkaplan, N., (2013), Çalışma Ekonomisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2946. Güney, A. (2012). "İşsizlik, Nedenleri, Sonuçları ve Mücadele Yöntemleri”, Kamu İş Dergisi, Cilt 10, Sayı: 4. Higgins, N. (20001). Youth Unemployment and Employment Policy: A Global Perspective, Geneva, İLO Publication. ILO, (2014). Global Employment Trends 2014, Risk of a jobless recovery?, Geneva: İnternational Labour Office. Işığıçok, Ö., (2005). XXI. Yüzyılda İstihdam ve İnsana Yakışır İş, Bursa: Ezgi Kitabevi. Işığıçok, Ö., (2013). "Temel Sosyal Politika Sorunları", Sosyal Politika, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Editörler: Aysen Tokol, Yusuf Alper, Bursa: Dora Basım-Yayım-Dağıtım. Karagöl, E. T., Akgeyik, T. (2010). "Türkiye’de İstihdam Durumu: Genel Eğilimler”, SETA ANALİZ, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, Sayı:21. Kaufman, B. E., Hotchkiss, J. L., (2003). The Economics of Labor Markets, Sixth Edition, Thomson Southwestern, United States. Koray, M., (2000). Sosyal Politika, Bursa: Ezgi Kitabevi. Köklü, A. (1976). Makro İktisat, Ankara: S Yayınları. Kumbaracıbaşı, O., Saral, E., (1977). Ekonomiye Giriş, Ankara: Emaş Yayınları. Lordoğlu, K., Özkaplan, N. (2003). Çalışma İktisadı, İstanbul: Der Yayınları. Lordoğlu, K., Özkaplan, N. (2007). Çalışma İktisadı, Düzeltilmiş Üçüncü Baskı, İstanbul: Der Yayınları. Mahiroğulları, A., Korkmaz, A., (2005). İşsizlikle Mücadelede Emek Piyasası Politikaları (Türkiye ve AB Ülkeleri), İstanbul: Filiz Kitabevi. Murat, S. (2007). Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İstanbul: İTO Yayını, Yayın No: 2007-73. 71 Murat, S., (2010). "İşgücümüzün Yapısal Özellikleri ve Kavramsal Yaklaşım", İş’te Çalışanlar Dergisi. Murat, S., Şahin, L., (2011). AB'ye Uyum Sürecinde Genç İşsizliği, İstanbul: İTO Yayını, Yayın No: 2011-35. OECD., (2014). Statistics, Indicator, Unemployment, Unemployment Rate, Paris, France: OECD,(Çevrimiçi:)http://www.oecdilibrary.org/employment/unemployment-rate_20752342-table1, 16.06.2014. OECD., (2014). Topics, Employment, OECD Harmonised Unemployment Rates, New Release:May2014,Paris,France:OECD,(Çevrimiçi:)http://www.oecd.org/employmen t/ harmonised-unemployment-rates-hurs-oecd-updated-july-2014htm.htm, http://www.oecd.org/std/labour-stats/ HUR-July14.pdf, 16.06.2014. Okur, A., (2014). Türkiye'de Genç İşsizliği ve Nedenleri, Ankara: Gazi Kitapevi. Özdemir, S., Ersöz, H. Y., Sarıoğlu, İ., (2006). İşsizlik Sorunun Çözümünde KOBİ’lerin Desteklenmesi, İstanbul: İTO, İTO Yayın No: 2006-24. Pirler, B., (2007). "Genç İşsizliği Sorunu ve Çözüme Yönelik Politikalar", TİSK Akademi Dergisi, Cilt: 2, Özel Sayı, Ankara. Savcı, İ., (2001). "Sosyal Psikolojik Boyutlarıyla İşsizlik", TES-İŞ Dergisi. Seçer, B., (2013). Eksik İstihdam, Öncülleri, Sonuçlar ve Nitel Bir Araştırma, İzmir: Altın Nokta Yayınevi. Serter, N., (1993). Genel Olarak ve Türkiye Açısından İstihdam ve Gelişme, İstanbul: İ.Ü. Basımevi ve Film Merkezi, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3697. Spencer, M. H. (1989). Contemporary Economics, Seventh Edition, New York: World Publisher Inc. Şakar, M., (2002). "İşsizlik Sigortasının Türkiye’de Uygulanabilirliği ve Kıdem Tazminatı Müessesi ile İlişkileri”, İş Hukuku Dergisi. Şenses, F., (2006). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk, 4.Baskı, İletişim Yayınları. İstanbul: Talas, C., (1983). Sosyal Ekonomi, Gözden Geçirilmiş 6. Baskı, Ankara: S Yayıncılık. Talas, C., (1997). Toplumsal Ekonomi, 7. Baskı, İstanbul: İmge Kitapevi. T.C. Kalkınma Bakanlığı. (2012). Uluslararası Ekonomik Göstergeler, 2012. Tatoğlu, F. Y., (2010). Türkiye ve Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde İşsizlik ve Büyüme, İstanbul: Sahaflar Kitap Sarayı. 72 Tekeli, S., Özgüler V. C., Özdemir M. Ç., Biçerli M. K., (2012). İstihdam ve İşsizlik, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayın No: 2768. Tokol, A., Alper, Y., (2011). Sosyal Politika, Bursa: Dora Basım-Yayın-Dağıtım. TUİK., (2007). İşgücü, İstihdam ve İşsizlik İstatistikleri, Sorularla Resmi İstatistikler Dizisi-1, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, TUİK Yayın No: 3095. TUİK., (2012). Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2011, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, TUİK Yayın No: 3684. TUİK., (2014). İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 10-11-20-21-22.06.2014. TUİK., (2014). Yayınlanmamış Veriler. TÜSİAD., (2004), Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: TÜSİAD, Yayın No. TÜSİAD-T/2004-11/381. Ülgener, S. F., (1991). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, Yedinci Basım, İstanbul: Der Yayınları. Ülker, K. (2001). Türkiye’de İşsizlik Sigortası Uygulamasının Muhtemel Ekonomik Etkileri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. Varçın, R., (2004). İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Ankara: Siyasal Kitabevi. Zaim, S., (1997). Çalışma Ekonomisi, Yenilenmiş ve Genişletilmiş 10. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi. 73 ÇALIŞAN MEMNUNİYET ÖLÇEĞİ GELİŞTİRME ÇALIŞMASI Bora ŞENGÜN1, Gülsen ŞENGÜN2 Portfolyo ve Pazarlama Müdürü, Amadeus Türkiye, bsengun@amadeus.com.tr 1 2 İstatistik Uzmanı, gulsenb@gmail.com ÖZET Son yıllarda şirketlerin, çalışan memnuniyetine verdikleri değer önemli ölçüde artmıştır. Çünkü işinden memnun çalışanların verimliliği artmakta ve bu da şirketin başarısına büyük ölçüde etki etmektedir. Bu çalışmada özel bir şirkette çalışan personelin memnuniyetinin ölçülmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda çalışan memnuniyetini ölçen bir ölçek geliştirilmiştir. Yapılan güvenirlik analizi sonucunda, 15 maddeden oluşan ölçek yüksek güvenirlikte (Cronbach's Alpha=0.937) çıkmıştır. Faktör analizi sonucunda da tüm maddelerin tek bir boyutta toplandığı görülmüştür. Anket 77 kişi üzerinde uygulanmıştır ve araştırma yapılan şirkette çalışan memnuniyetin yüksek olduğu belirlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Çalışan Memnuniyeti, Motivasyon, Likert Ölçeği, Güvenirlik Analizi, Faktör Analizi ABSTRACT EMPLOYEE SATISFACTION AND AN APPLICATION There has been an incresing shift for companies towards employee satisfaction over the last decade. The main rational behind this strategic change is the fact that happy employees works better and having an increased level of efficiency effects company success as well. In this study, measurement of employee satisfaction in a company is aimed. In this concept, a scale is developed to measure employee satisfaction. After an relability analysis, developed scale consist of fifteen items is proven highly reliable (Cronbach's Alpha=0.937). After the factor analysis, it is stated that all the items are in one dimension only. Survey is applied to 77 person, all working in the same multinational IT company. Employee satisfaction is acknowledged as very high. Keywords: Satisfactıon Of Employee, Motivation, Analysis, Factor Analaysis 74 Likert Scale, Reliability GİRİŞ Özel şirketlerde başarının en önemli faktörlerinden biri de çalışanların memnuniyet derecesidir. Bu nedenle son yıllarda şirketlerin, çalışan memnuniyetine verdikleri değer önemli ölçüde artmıştır. Çalışanların memnuniyet derecesi, şirketin başarısını belirlemektedir. Bu iki kavram birbirleriyle doğru orantılıdır. Çalışan memnuniyeti arttıkça şirketin başarısı da artmaktadır, çalışan memnuniyeti azaldıkça şirketin başarısı da azalmaktadır. İşinden memnun bir çalışan; daha fazla istekle ve uzun süreli çalışır, işlerinde daha verimli ve üretken olur, daha kaliteli iş çıkarır, kurallara (işe giriş/çıkış saati, giyim kuralları vb.) daha fazla uyum sağlar, Şirketlerini geliştirmeye önem verir, çevresindekilerle (müşteriler, çalışma arkadaşları vb.) ilişkisi daha düzenlidir, bu sayede çalışma arkadaşlarının da, müşterilerinin de memnuniyet derecesini arttırır. İşinden memnun olmayan çalışanların iş değiştirme olasılıkları yüksektir. Kaybedilen her çalışan ciddi bir maliyet, bilgi ve hatta imaj kaybına neden olabilmektedir. İş değiştiren çalışanların dezavantajları şu şekilde sıralanabilir; Şirket adına yaptığı çalışmaları, şirket ile paylaşmadan ayrılması, Ayrılırken aldığı tazminatlar, Aldığı eğitimler, öğrendikleri ve öğretebilecekleri Ayrılan çalışanın dahil olduğu ve halen devam eden projelerin yarım kalması Yerine alınacak kişinin seçme-yerleştirme, oryantasyon çalışmaları Çalışma arkadaşlarını düşürmesi. (Öz, 2013) olumsuz 75 etkilemesi, motivasyonlarını Çalışan memnuniyeti kavramı seri üretimin başladığı 1930’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Çalışan memnuniyetinin teorik temelleri ise motivasyon kuramları ile ortaya atılmıştır. Bu çalışmanın amacı özel bir şirkette çalışan personelin memnuniyet derecesinin ölçülmesidir. Bu amaçla öncelikle çalışanın memnuniyet derecesini belirleyen bir ölçek geliştirilmiş, daha sonra bu ölçek özel bir şirketin çalışanlarına uygulanmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde motivasyon kavramına değinilmiş ve motivasyon kuramları araştırılmıştır. Literatürde sıklıkla karşılaşılan 3 motivasyon kuramı tarih sırası ile incelenmiştir. İkinci bölümde çalışan memnuniyeti kavramı incelenmiş ve çalışan memnuniyetine etki eden bireysel ve organizasyonel faktörler araştırılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise uygulama gerçekleştirilmiştir. Uygulamada öncelikle ölçek geliştirilmiştir. Ölçek geliştirilirken motivasyon kavramları, literatür taraması sonucunda elde edilen bazı memnuniyet ölçekleri ve uygulamanın yapılacağı şirkette çalışan kişilerin görüşleri göz önüne alınmıştır. 15 maddeden oluşan 5’li likert ölçeğinde bir anket geliştirilmiştir. Geliştirilen anketin iç tutarlılığı güvenirlik analizi ile, yapı geçerliliği ise faktör analizi ile test edilmiştir. Yapılan testler sonucunda geliştirilen ölçeğin güvenilir ve geçerli olduğu sonucuna varılmıştır. Anket özel bir şirketin çalışanlarına uygulanmıştır. 86 kişiye anket yollanmış 77 kişiden geri dönüş sağlanmıştır. Ankete katılan bireylerin demografik özellikleri incelenmiş ve her bir maddeye verilen cevaplar tek tek analiz edilmiştir. Sonuç olarak analize konu olan şirket çalışanlarının genel memnuniyetlerinin iyi bir düzeyde olduğu tespit edilmiştir. 76 1. MOTİVASYON KAVRAMI VE KURAMLARI 1.1. Motivasyon Nedir? Çalışanların işlerinden memnuniyetlerinin sağlanmasında kullanılabilecek olan araçların ne olduğu ve bu araçların nasıl kullanılacağını anlayabilmek için öncelikle motivasyon kavramını ve kuramlarını incelemek yerinde olacaktır. Motivasyon, bireyin bir işe başlama veya öğrenmeye geçme isteği olarak tanımlanabilir (Sarıoğlu,2007). Motivasyon bireyleri davranışa iter ve bu davranışın şiddet ve enerji düzeyini belirler. Ayrıca davranışlara yön verir ve devamını sağlar (Arık, 1996). 1.2. Motivasyon Kuramları Motivasyon kuramları psikoloji biliminde geniş yer tutar (Ağırbaş, Çelik & Büyükkaşıkçı, 2005). Çalışanların motivasyonun sağlanması iş hayatının önemli konuları arasında yer almaktadır. Çünkü motivasyon hem çalışanın hem de şirketin performansında önemli rol oynamaktadır. Motivasyon kuramlarından en önemlileri Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi, Herzberg’in Çift Faktör Teorisi ve Alderfer’in ERG Teorisi’dir. 1.2.1. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Abraham Harold Maslow 1943’te İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramını öne sürmüştür. Maslow (1976) teorisinde, insanları motive eden ihtiyaçları beş boyutta sıralamıştır (Şekil 1). İnsanlar en alttaki gereksiniminin karşılanmasının ardından bir üstteki gereksinim kategorisine yönelirler. Her ihtiyaç karşılandığında bir sonraki önem kazanır. 77 Kendini Gerçekleştirme İhtiyaçları Saygınlık İhtiyaçları Sosyal İhtiyaçlar Güvenlik İhtiyaçları Fizyolojik İhtiyaçlar Şekil 1: Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Bir ihtiyacın ortaya çıkması daha alt seviyedeki başka bir ihtiyacın tatmin edilmesine bağlıdır. Bir alt seviyedeki ihtiyaç tatmin edilmediği sürece hiyerarşik sıralamada onun üzerindeki ihtiyaçlar kendisini hissettirmezler. Yani birinci sıradaki ihtiyaç karşılanmadan ikincisi, ikinci ihtiyaç karşılanmadan üçüncüsü kendini hissettirmez. (Jerome, 2013). 1.2.2. Herzberg’in Çift Faktör Teorisi Bu teori Maslow’ un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi yaklaşımından sonra geliştirilen en klasik teoridir. Frederick A. Herzberg, Maslow’un kuramını geliştirmiş ve Çift faktör teorisi olarak isimlendirdiği tezini araştırmalarıyla desteklemeye çalışmıştır. Herzberg de temelde, Maslow gibi, motivasyon için gerekli ihtiyaçların varlığını savunmuştur. Herzberg, 1959’da Amerika’da 200 muhasebeci ve mühendisten oluşan bir grup üzerinde araştırma yapmıştır. Araştırmaya katılan bireylerden iş yerlerinde kendilerini çok iyi ve çok kötü hissettikleri zamanlarını detaylı bir şekilde yazmaları istenmiştir (Teck-Hong & Waheed, 2011). Herzberg çalışmasının sonucunda çalışanları etkileyen birbirinden bağımsız iki farklı faktör ortaya çıkarmıştır. Bunlar iş tatminine yol açan motive edici faktörler ve iş tatminsizliğine yol açan hijyen faktörlerdir (Şekil 2). 78 Motive Edici Faktörler Hijyen Faktörler İşin Yerine Getirilmesi Şirket Politikası Tanınma Denetim Sorumluluk Yönetici ile İlişkiler Terfi Etme Çalışma Koşulları Gelişme Ücret Çalışma Arkadaşları İş Güvenliği Şekil 2: Herzberg’in Çift Faktör Teorisi 1.2.3. Alderfer’in ERG Teorisi Clayton Alderfer, 1972’de Maslow’un ihtiyaçlar teorisini basitleştirerek, insan ihtiyaçlarını başlıca üç gruba ayırmıştır. Bunlar Var olma, ait olma ve gelişme ihtiyaçlarıdır (Şekil 3). Alderfer’in ERG Teorisinde de Maslow’un teorisinde olduğu gibi bir sıralama vardır (Arnolds & Boshoff, 2002). 79 Varolma İhtiyaçları Ait Olma İhtiyaçları Gelişme İhtiyaçları Şekil 3: Alderfer’in ERG Teorisi 2. ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ 2.1. Memnuniyet Nedir? Türk dil kurumunun Genel Türkçe Sözlüğü’nde memnuniyet kavramı “Memnun olma, sevinç duyma, sevinme” olarak tanımlanmaktadır. Bir başka ifade ile memnuniyet, elde edilenlerin beklentileri karşılaması ve/veya üstüne çıkılmasıdır (Sökmen, 2011). İş ise, geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek şeklinde tanımlanmaktadır (Çabukel, 2008). Buradan yola çıkarak da çalışan memnuniyeti, kişinin yaptığı işten memnun olması, mutluluk duyması, işini severek yapması olarak tanımlanabilir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda, müşteri memnuniyeti ile çalışanların memnuniyet seviyeleri arasında doğrusal bir ilişki olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda şirket kârlılığı, müşteri sadakati ve çalışan memnuniyeti, arasında da olumlu bir ilişki vardır. Şirket kârlılığı, şirketin ürettiği ürünlerden ya da hizmetlerden memnun olan müşterilere bağlıdır. Müşteri memnuniyeti ve sadakati ise, işinden memnun çalışanlar tarafından sunulan kaliteli hizmete/ürüne bağlıdır (Emhan, & Gök, 2011). Ayrıca araştırmalar iş memnuniyeti sağlamış çalışanların daha uzun süre yaşadığını, daha sağlıklı, daha mutlu, daha yardımsever, daha güvenilir, daha az eleştirel ve daha az şüpheci olduğunu ortaya koymuştur (Paksoy, 2007). 80 Çalışan memnuniyetinde önemli olan, işin özellikleriyle çalışanların isteklerinin birbirine uyumlu olmasıdır. İş memnuniyeti, çalışanların işin yapısından, yönetimden, iş arkadaşları ile ilişkilerinden, çalışma ortamından ve başarı değerleme ve takdir sisteminden memnuniyetlerinden oluşmaktadır. Bu bağlamda iş memnuniyeti, çok sayıda önemli değişkenlerle ilişkilendirilebilir (Okumuş, Mete, Bakiyev & Kaçire, 2013). 2.2. Çalışan Memnuniyetine Etki Eden Faktörler Çalışanların memnuniyetine etki eden faktörler bugüne kadar birçok araştırmaya konu olmuş ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Öncelikle çalışanların memnuniyetine etki eden faktörleri ikiye ayrı kategoride incelemek yerinde olacaktır. 2.2.1. Bireysel Faktörler Bireysel faktörler kişinin kendisi ile ilgili olan demografik özelliklerdir. Bu kapsamda cinsiyet, yaş, eğitim durumu ve kıdem incelenecektir. Cinsiyet: İş memnuniyeti ile ilgili beklentiler cinsiyete göre değişim gösterebilmektedir. Örneğin kadınlar iş hayatında çalışma koşulları ve sosyal ilişkilere önem verirlerken, erkekler ise ücret, kariyer gelişmesi, ilerleme fırsatları gibi konulara daha fazla önem vermektedirler. Yaş: Çalışanların yaşı iş memnuniyeti ile ilgili önemli bir faktördür. Yapılan araştırmalar yaş ilerledikçe iş doyumunun da arttığını ortaya koymuştur (Cevher, 2015). Genç çalışanların yükselme ve iş güvencesi bakımından beklentileri çok daha yüksek olabilmektedir. Eğitim Durumu: Çalışanların Eğitim durumu çalışma hayatından beklentileri etkileyen önemli değişkenlerden biridir. Eğitim düzeyi yükseldikçe çalışma yaşamından beklentiler artmakta, işe yüklenen anlam ve beklentiler çeşitlenmektedir. 81 Kıdem: Kıdemin, yani çalışanların şirketteki hizmet sürelerinin çalışan memnuniyetine etki ettiği düşünülmektedir. Buna göre işte uzun süre kalan kişinin memnuniyet derecesinin daha yüksek olması beklenmektedir. 2.2.2. Organizasyonel Faktörler Organizasyonel faktörler, işin kendisi ile ve çalışılan şirket ile ilgili faktörlerdir. Motivasyon kuramları, literatürdeki diğer çalışmalar ve bu çalışmada görüşme yapılan kişilerden alınan bilgiler göz önüne alınarak organizasyonel faktörler aşağıdaki kapsamda ele alınmıştır. Terfi: Terfi, çalışanın şirketin hiyerarşik yapısı içerisinde ilerleme olanağının olup olmamasıdır. Eğer birey, yapacağı başarılı çalışmalar sonucunda daha yüksek bir pozisyona getirilebileceğini bilirse, bu olumlu sonuç, çalışan memnuniyetine de olumlu yansıyacaktır (Aşan & Erenler, 2008). Ücret: Şirket tarafından, çalışanın emeği karşılığında sağlanan ödeme (para, ekonomik yararlar, sosyal katkılar, olanaklar vb.) çalışan memnuniyetinin sağlanmasında önemli bir etkendir. Yöneticiler: Yöneticinin tutum ve davranışları, çalışanların memnuniyet düzeylerini etkileyen önemli unsurlardan bir diğeridir. Yöneticinin sergilediği davranış tarzı, çalışanların bekledikleri yöneticilik tarzı ile uyumlu olmadığında, çalışanların tatminsizlik yaşamasına neden olabilmektedir. Ek İmkanlar: Parasal ve parasal olmayan (ulaşım, yemek, sağlık hizmetleri vb. gibi) imkanların olması veya olmaması, çalışanların işlerinden tatmin ya da tatminsizlik duymalarına neden olabilmektedir. Olası Ödüller: Tanınma ve iyi bir iş yapıldığında o iş için bir ödül alma olasılığının bulunması, yada takdir edilmesi çalışan memnuniyetini olumlu yönde etkileyebilmektedir (Aşan & Erenler, 2008). 82 Çalışma Ortamı: Çalışma ortamının düzenli olması ve çalışanların birbirleri olan olumlu ilişkileri çalışan memnuniyetini olumlu yönde etkileyebilmektedir. İletişim: Çalışanın şirketteki diğer bireylerle iletişiminin istenen düzeyde olması, bilgi alışverişinin sorunsuz yapılabilmesi çalışan memnuniyetini olumlu yönde etkileyebilmektedir. 3. UYGULAMA 3.1. Araştırmanın Amacı Bu çalışmada amaç; özel bir şirkette çalışan personelin memnuniyet derecesinin ölçülmesidir. Bu amaçla öncelikle Çalışan memnuniyetinin derecesini belirlemek için bir ölçek geliştirilmiştir. Daha sonra geliştirilen ölçek özel bir şirkette çalışan personele uygulanmıştır. 3.2. Likert Ölçeği Çalışan memnuniyetinin ölçülmesi için en uygun yöntem, geçerli ve güvenilir bir ölçeğin kullanılmasıdır. Tutumları ölçmek için geliştirilen ölçeklerde en çok kullanılan yöntem Likert’in “Toplamlı Sıralama Yöntemi” dir. Likert Tutum Ölçeği, tutumları en kolay ve doğrudan ölçen bir yöntemdir. Likert ölçeği 1932'de Rensis Likert tarafından geliştirildiği için bu şekilde adlandırılmıştır. Bu ölçekler bir şahsın tek bir objeye karşı gösterdiği tutuma ilişkili olarak hazırlanmış cümle serisini içerir. Likert ölçeğinde, cevaplayıcılar her bir cümleyi onaylama derecesini göstermek üzere yönlendirilir. Bireye bir cümle sunulur ve onun üç, beş ya da yedi seçeneği olan ölçekte, katılıp katılmadığı sorulur. Likert ölçeklerinde bir soru sorulmamaktadır, cevaplayıcıların görüşlerini ve ilgili tutuma/ifadeye katılım düzeylerini belirlemeye imkan tanımaktadır (Köklü, 1995). Söz konusu nedenlerden dolayı “Çalışan Memnuniyetine İlişkin Tutum Ölçeği” Likert Ölçeği ile hazırlanmıştır. Ölçek “Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”, “Katılmıyorum”, “Hiç Katılmıyorum” şeklinde derecelendirilmiştir. Memnuniyet dereceleri “Tamamen Katılıyorum”dan başlamak üzere 5’ten 83 1’e doğru sıralanmıştır. Bu şekli ile ölçeğin deneme formundan alınabilecek en düşük toplam puan 15 , en yüksek puan ise 75’tir. Araştırma evrenini, İstanbul’da bulunan uluslararası özel bir yazılım şirketin Türkiye şubesinde görev yapmakta olan kişiler oluşturmaktadır. Şirketin bölge yöneticilerinden uygulama yapmak için izin istenmiş ve şirket isminin yayınlanmaması koşuluyla gerekli izinler verilmiştir. Likert tipi ölçeklerde genelde, madde sayısının 4 ya da 5 katı kişiye uygulanması tavsiye edilmektedir. Bu nedenle, çalışan sayısı da az olduğu için örnekleme yöntemi uygulanmamıştır. Geliştirilen ölçek internet ortamında, yönetici kadrosunda bulunan kişiler hariç, toplamda 86 kişiye uygulanmıştır. Ölçeğe 77 kişi dönüş yapmıştır. Toplanan veriler İstatistik Paket Programı olan SPSS’e girilmiştir. Likert tipi bir tutum ölçeğinde, bir maddeden elde edilen puanların sürekli değişken olduğu varsayılmaktadır. Ayrıca, ölçekte yanıt seçenekleri ikiden fazladır ve seçenekler içinde tek bir doğru yanıt bulunmamaktadır. 3.3. Güvenirlik Analizi Likert tipi ölçeğin temel varsayımlarından biri ölçekteki her bir maddenin aynı tutumu ölçtüğüdür. Bunun için güvenirlik analizi yapılmaktadır. Güvenirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar arasındaki tutarlılık olarak tanımlanabilir (Büyüköztürk, 2012). Güvenirlik analizi ise ölçmede kullanılan araçların güvenirliğini değerlendirmek amacıyla geliştirilmiş bir yöntemdir. Likert tipi bir tutum ölçeğinde güvenirlik düzeyini saptamak için iç tutarlılığın bir ölçütü olan Cronbach tarafından geliştirilen Cronbach's Alpha katsayısının kullanılması uygun olmaktadır. 15 maddeden oluşan ölçeğin Cronbach's Alpha katsayısı 0.937 çıkmıştır. Sonuç olarak ölçeğin yüksek derecede güvenirliğe sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte Cronbach's Alpha katsayısı yalnız başına yeterli değildir. Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için Item Total Statistics değerlerinin de incelenmesi gerekir. Ölçekteki maddelerin ölçeğe katkısını incelemek için Madde Bütün İstatistiklerine bakılır. Burada “Madde Silindiğinde Ölçek Ortalaması” ve “Madde Silindiğinde Ölçek Varyansı” değerlerinin birbirlerine yakın olması 84 beklenir aksi halde çalışmaya katılan bireylerin ölçülmeye çalışılan özellik konusunda aynı fikirde olmadıkları düşünülür ve güvenilirlik kestirimi yanıltıcı olabilir. Madde Bütün Korelasyon değeri ölçekle ölçülmek istenen tutumu ölçmede, her bir maddenin ölçme gücünü belirler. Bu değerlerin negatif olmaması ve +0,25’ten büyük olması istenir. Bu koşulu sağlamayan maddelerin ölçekten çıkarılması önerilmektedir. “Madde Silindiğinde Cronbach Alfa” değeri hesaplanan Cronbach Alfa değerinden yüksek olan madde var ise o maddenin ölçekten çıkarılması önerilmektedir (Alpar, 2001). 85 Tablo 1: Madde Bütün İstatistikleri Madde Silindiğinde Ölçek Ortalaması Madde Silindiğinde Ölçek Varyansı Madde Bütün Korelasyonu Madde Silindiğinde Cronbach Alfa m1 49,69 122,717 ,554 ,935 m2 50,87 122,246 ,549 ,936 m3 49,79 118,035 ,720 ,931 m4 50,77 118,050 ,669 ,933 m5 50,68 115,985 ,705 ,932 m6 50,01 119,066 ,506 ,938 m7 50,03 115,578 ,763 ,930 m8 50,03 115,789 ,783 ,930 m9 49,90 118,936 ,623 ,934 m10 50,10 114,805 ,800 ,929 m11 49,65 119,046 ,683 ,932 m12 49,86 116,414 ,738 ,931 m13 49,39 119,478 ,690 ,932 m14 49,91 114,978 ,772 ,930 m15 51,16 117,081 ,694 ,932 86 Tablo 1’de görüldüğü gibi, ilgili madde silindiğinde geriye kalan maddelerin toplanması ile elde edilen değişkenlerin ortalamaları ve varyanslarında aşırı bir değişiklik yoktur. Ayrıca, tüm maddelerin, madde silindiğindeki Cronbach-Alfa sayısı çok fazla değişiklik göstermediği ve madde-bütün korelasyon katsayıları 0.25’ten büyük olduğu için hiçbir madde çıkarılmamış ve tüm maddeler ölçeğe alınmıştır. Geliştirilen ölçekteki maddelere verilen puanların toplanabilir özellikte olması beklenmektedir. Ölçeğin toplanabilir Ölçek tipinde hazırlanıp hazırlanmadığı Tukey'in Toplanabilirlik Testi ile belirlenmektedir (Akgül, & Çevik, 2003). Tukey'in Toplanabilirlik Test değeri 0,678 olarak hesaplanmıştır. Bu değer 0,05 değerinden büyük olduğu için “Maddelerin toplanabilirlik özelliği mevcuttur.” hipotezi kabul edilir. 3.4. Faktör Analizi Faktör Analizi, bir ölçekteki maddelerin birbirini dışta tutan daha az sayıda gruplara (faktörlere) ayrılıp ayrılmadığını görmek (madde indirgeme) amacıyla kullanılmaktadır. Böylece aynı faktörü ölçen maddeler bir araya toplanarak oluşan gruba (faktöre) bu maddelerin içeriğine göre bir isim verilmeye çalışılır. Faktör analizi ile bir ölçme aracının tek boyutlu olup olmadığı da test edilmiş olunur. Faktör analizi tüm veri yapıları için uygun olmayabilir. Kaiser-MeyerOlkin (KMO) katsayısı ve Bartlett Sphericity testi verilerin faktör analizi için uygun olup olmadığını göstermesi açısından önemlidir (Tuna, Bircan & Yeşiltaş, 2012). KMO test değeri, anket uygulanan kişi sayısının yeterli olup olmadığını belirlemek için kullanılır. Bu değerin 0,50’nin üzerinde olması gerekmektedir. KMO değeri 0,906 çıkmıştır. Bu değer 0,50’den büyük olduğu için anket uygulanan kişi sayısının yeterli olduğu sonucuna varılır. Bartlett Test değeri de 0,05’den küçük çıkmıştır, yani maddeler arasında ilişki vardır ve bu veri üzerinde faktör analizi yapılabilmektedir. 87 Tablo 2: Bileşen Matrisi Bileşen 1 m1 ,612 m2 ,601 m3 ,761 m4 ,718 m5 ,746 m6 ,557 m7 ,808 m8 ,824 m9 ,675 m10 ,837 m11 ,732 m12 ,783 m13 ,738 m14 ,815 m15 ,737 88 Faktör analizi sonucuna göre, Tablo 2 Bileşen Matrisinde görüldüğü gibi, bu çalışmada tüm maddeler tek bir grup altında toplanmış ve ölçme aracının tek boyutlu olduğu görülmüştür. Yani ölçekteki tüm maddeler aynı kavramı ölçmektedir. Faktör yük değerlerinin 0,45’den fazla olması iyi bir ölçüttür. Bu çalışmanın sonuçlarına göre faktör yük değerleri 0,601 ile 0,837 arasında değişmektedir. 3.5. Demografik Bilgilerin Değerlendirilmesi Ankete katılan bireylerin cinsiyetine bakıldığında %40’ının kadın olduğu, %60’ının da erkek olduğu görülmektedir. Ankete katılan bireylerin çoğunluğunu (%61’ini) 26-33 yaş aralığındaki insanlar oluşturmaktadır. Sadece %1’lik bir kısım 18-25 yaş aralığındadır. 42 yaş ve üstü kişilerin oranı ise %6’dır. Ankete katılan bireylerin %50’si Lisans mezunudur. Yüksek Lisans ve üstü yerlerden mezun olanların oranı ile yüksekokuldan mezun olanların oranı aynıdır (%25). Ankete katılan bireylerin araştırma yapılan şirkette çalışma sürelerine bakılırsa; %60’ı 0-5 yıl arası bu şirkette çalışmaktadır. %26’sı 6-10 yıl arası, %9’u 10-15 yıl arası, %5’i ise 16 veya daha fazla yıldır bu şirkette çalışmaktadırlar. Bu sonuçlara göre, katılımcılar içerisinde büyük bir çoğunluğun 0-5 yıldır bu şirkette çalışanlardan oluştuğu görülmektedir. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Çalışan memnuniyeti konulu bu çalışmada, özel bir şirkette çalışan memnuniyetinin ölçülmesi ve bir ölçek geliştirilmesi amaçlanmıştır. Literatür taraması sonucu elde edilen çalışan memnuniyeti anketleri, psikolojide önemli bir yer tutan motivasyon kuramları ve araştırma yapılan şirket çalışanlarının şirket hakkındaki görüşleri göz önüne alınarak 15 maddeden oluşan bir ölçek geliştirilmiştir. Ölçeğin değerlendirilmesi için güvenirlik ve faktör analizi uygulanmıştır. Ölçek 5’li likert tipindedir ve “Tamamen Katılıyorum”, “Katılıyorum”, “Kararsızım”, “Katılmıyorum”, “Hiç Katılmıyorum” şeklinde derecelendirilmiştir. Memnuniyet dereceleri “Tamamen Katılıyorum”dan başlamak üzere 5’ten 1’e doğru sıralanmıştır. 89 Çalışanlardan her bir maddeye katılma seviyelerini belirtmeleri istenmiştir. Analiz sonuçlarına göre aşağıda sıralanan maddelere büyük oranda yüksek puanlar verilmiştir. Şirkette bilgi ve becerilerimi sergileme olanağına sahibim. Kendimi bu iş yerine ait hissediyor ve bu iş yerinde çalışmaktan gurur duyuyorum. Birim içi ve birimler arası bilgi alışverişi yaparken sorun yaşamıyorum. Yaptığım iş karşılığında aldığım ücret yeterlidir. Çalışanların dile getirdiği şikayet ve öneriler dikkate alınmaktadır. Kendimi şirketin değerli bir üyesi olarak görürüm. İşimde terfi olanağım vardır. Yönetim başarı gösteren çalışanları çeşitli biçimlerde ödüllendirir, takdir eder. Yönetim, yaratıcı ve yenilikçi düşüncelerin üretilmesini teşvik etmektedir. Yönetime kolaylıkla ulaşabiliyorum. Çalışma ortamı temiz ve düzenlidir. Bu maddeler dışında kalan ve çalışma arkadaşları ile ilgili olan 2 maddede kararsız kalınmıştır. Çalışanlar arasında gruplaşmalar, dedikodular vs. olmaz. Çalışma arkadaşlarım birbirleri ile iyi anlaşmaktadır. Rekabet ortamlarında bireylerin birbirleri ile olan ilişkilerinde anlaşmazlıklara varılması beklenen bir durumdur. Ayrıca yine rekabet ortamlarında ve çalışan sayısının çok olduğu durumlarda gruplaşmaların olması da kaçınılmazdır. Şirket çalışanları için sosyal etkinlikler (piknik, çeşitli oyun turnuvaları, iş gezisi vb.) düzenleyerek çalışanların birbirleri ile daha iyi anlaşmalarını sağlayabilir ve gruplaşmaların önüne geçebilir. Ölçekteki 2 maddeye verilen cevaplarda ise büyük çoğunluk olumsuz görüş bildirmişlerdir. Şirketin sağladığı sağlık hizmeti olanaklarından memnunum. Şirkete ulaşım olanaklarından memnunum. Genel olarak bakılırsa; anket sonucu çıkan sonuçlar beklendiği gibidir ve şirketin genel durumunu doğru olarak yansıtmaktadır. İlerleyen çalışmalarda, 90 Aynı şirketin farklı ülkelerdeki şubelerinde bu çalışmada geliştirilen ölçek kullanılarak ülkeler arası çalışan memnuniyetinin kıyaslaması yapılabilir. Çalışanların iş memnuniyeti ile yaşam memnuniyeti arasındaki ilişki incelenebilir. Çalışan memnuniyeti ile şirket başarısı arasındaki ilişki incelenebilir. 91 KAYNAKLAR Ağırbaş, İ., Çelik, Y. & Büyükkaşıkçı, H. (2005). Motivasyon Araçları Ve İş Tatmini: Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Hastane Başhekim Yardımcıları Üzerine Bir Araştırma. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 8(3) Akgül, A. & Çevik, O. (2003). İstatistiksel Analiz Teknikleri. Ankara: Seçkin Yayınevi. Alpar, R. (2001). Spor Bilimlerinde Uygulamalı İstatistik. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Arık, İ.A. (1996). Motivasyon Ve Heyecana Giriş. İstanbul: Çantay Kitabevi. Arnolds, C.A. & Boshoff, C. (2002).Compensation, esteem valence and job performance: an empirical assessment of Alderfer's ERG theory. Int. J. of Human Resource Management 13:4 p.697-719 Aşan, Ö. & Erenler, E. (2008). İş Tatmini Ve Yaşam Tatmini İlişkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13, 2 203-216 Büyüköztürk, Ş. (2012). Sosyal Bilimler için Veri Analizi El Kitabı. Ankara: Pegem Akademi Cevher, E. (2015). İş Doyumunu Etkileyen Faktörler: Butik Otel Çalışanları Üzerine Bir Araştırma. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3, 7, 152-165 Çabukel, R. (2008). Çalışan Memnuniyeti Analizleri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi. Emhan, A. & Gök, R. (2011). Bankacılık Sektöründe Personel Memnuniyeti ve Örgütsel Bağlılık Arasındaki İlişkilerin Araştırılması. Muhasebe ve Finansman Dergisi, 51 Jerome, N. (2013). Application of the Maslow’s hierarchy of need theory; impacts and implications on organizational culture, human resource and employee’s performance. International Journal of Business and Management Invention, 2, 3, 3945 Köklü, N. (1995). Tutumların Ölçülmesi ve Likert Tipi Ölçeklerde Kullanılan Seçenekler. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 28, 2 Okumuş, F., Mete, M., Bakiyev, E. & Kaçire, İ. (2013).Umutsuzluk, Tükenmişlik ve İş Memnuniyeti Kavramları Arasındaki İlişkinin Analizi: Eğitim Sektöründe Bir Uygulama. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 12, 47, 191-200. Öz, M. (2013). Çalışanların Memnuniyet Araştırması Nedir? 01/12/2015 http://stratejikileti.blogspot.com.tr/2013/04/calsanlarn-memnuniyet-arastrmasnedir.html Paksoy, H.M. (2007). Üniversitelerde Akademik Personelin İş Memnuniyeti: Harran Üniversitesi Örneği. Selçuk Üniversitesi Karaman, İibf Dergisi, 2/9 92 Sarıoğlu, B. (2007). Çalışan Memnuniyeti Ve Akaryakıt İstasyonları Çalışanlarının Memnuniyet Boyutları Ve Öncelikleri Üzerine Bir Araştırma. İstanbul: Marmara Üniversitesi. Sökmen, A. (2011). Öğrenci Memnuniyetine Yönelik Ankara’daki Bir Meslek Yüksekokulunda Araştırma. İşletme Araştırmaları Dergisi, 3/4 66-79 Teck-Hong, T.& Waheed, A. (2011). Herzberg's Motıvatıon-Hygıene Theory And Job Satısfactıon In The Malaysıan Retaıl Sector: The Medıatıng Effect Of Love Of Money. Asian Academy of Management Journal, Vol. 16, No. 1, 73–94 Tuna, M., Bircan, H. & Yeşiltaş, M. (2012). Etik Liderlik Ölçeği’nin Geçerlilik Ve Güvenilirlik Çalışması: Antalya Örneği. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 26, 2, 143-155 93 TÜRKİYE’DE REEL DÖVİZ KURUNUN UZUN DÖNEM DENGE DEĞERİ Sema AŞIK Yük.Ekonomist, semaa.asik@gmail.com ÖZET 2001 yılında meydana gelen krizin ardından esnek döviz kuru sistemini benimseyen Türkiye’de döviz kurları uzunca bir süre yataya yakın bir seyir izledikten sonra özellikle 2010 yılının ardından artış trendine girmiştir. Piyasada belirlenen döviz kurunun gerçek değeri yansıtıp yansıtmadığı sorusu her zaman iktisatçıların öncelikli soruları arasında yer almıştır. Bu amaçla döviz kurunun uzun dönemdeki seyrini veya bir diğer deyişle ortalama değerini neyin belirlediği sorusu iktisatçılar tarafından cevaplanmaya çalışılmıştır Döviz kurunun uzun dönem denge değerini açıklamak üzere literatürde dış ticaret teorisi, satın alma gücü paritesi ve Balassa-Samuelson hipotezi yer almaktadır. Bu çalışmalar içerisinde teorik çerçevede en güçlü içeriğe sahip olan Balassa-Samuelson hipotezi, uzun dönem döviz kurunun seyrinin bir ülke içindeki ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan sektörlerdeki verimlilik farkından kaynaklandığını savunmaktadır. Bu amaçla bu çalışmada Balassa-Samuelson hipotezinin Türkiye’de döviz kurunun uzun dönemdeki seyrini açıklamada başarılı olup olmadığı sorusunun cevabı araştırılmıştır. Elde edilen bulgular BalassaSamuelson hipotezinin Türkiye’nin döviz kurlarının uzun dönemdeki seyrini açıklamada başarılı olduğunu göstermiştir. Anahtar Sözcükler: : Reel Döviz Kuru, Balassa-Samuelson Etkisi, Verimlilik ABSTRACT LONG-RUN EQUILIBRIUM VALUE OF REAL EXCHANGE RATE IN TURKEY After the crisis occurred in 2001, adopting flexible exchange rate system in the Turkey where exchange rate has entered into increase in growth trend especially following close to horizontal for a long time since in 2013. The question is whether or not market-determined exchange rate is reflect real value of exchange rate has been always located among the priority issue of economists. For this purpose, the long-term trend in the exchange rate or the problems in other words what determines the average value was tried to be answered by economists. Bu çalışmanın orjinali Maltepe Üniversitesi Yüksek Lisans Tez Kuruluna sunulmuştur. 94 The exchange rate of long-term describe to the equilibrium value is located foreign trade theory, purchasing power parity and the Balassa-Samuelson hypothesis in the literature. In this study, with the most powerful Balassa-Samuelson hypothesis, long-term foreign currency that is subject to within a country's exchange rate trend and argues that due to the differences between traded and non-tradable sector productivity. With this aim, in this study, in Turkey the long-term exchange rate explaining is successful whether of its answer of questions investigated. The findings have viewed that the Balassa-Samuelson hypothesis is successful exchange rate explain in Turkey. Keywords: Real Exchange Rate, Balassa-Samuelson Effect, Productivity. GİRİŞ Türkiye ekonomisi 2001 yılında en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşamıştır. Bankacılık sektöründe başlayan ve çok kısa zamanda ekonominin tüm alanlarına yayılan bu kriz, daha önceden izlenen sabit kura dayalı enflasyonla mücadele programının terk edilmesine ve yerine esnek kur rejimine dayanan enflasyon hedeflemesi stratejisinin benimsenmesine neden olmuştur. Enflasyon hedeflemesi stratejisinin temel önkoşullarından biri esnek kur stratejisinin benimsenmesidir. Bir diğer deyişle döviz kurunun değerinin belirlenmesi arz talep koşullarına bırakılmıştır. Bu durumda döviz kurunun değeri gün içerisinde ekonomik birimlerin döviz alım ve döviz satım kararları tarafından belirlenecektir. Ancak piyasa koşulları tarafından şekillendirilen döviz 1 kurunun uzun dönemdeki gerçek değeri yansıtıp yansıtmadığı konusu, iktisatçılar için her zaman önemli bir araştırma konusu olmuştur. Bu bağlamda döviz kurunun değerinin nasıl belirlendiği ile ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Bu teoriler içinde en öne çıkanları dış ticaret teorisi, satın alma gücü paritesi teorisi ve Balassa-Samuelson hipotezidir. Balassa-Samuelson hipotezinin geliştirilmesine yön veren en önemli olay 1944’te uygulamaya konan Bretton Woods Sistemi’nin 1970’li yıllara gelindiğinde çökmesidir. Ancak teorik olarak ele alınan bu konunun ampirik olarak incelenmesi daha çok Avrupa Birliği'nin genişleme süreci ile olmuştur. Avrupa Para Birliği (EMU: European Monetary Union), Maastricht ve Kopenhag kriterlerine katılım ve ülkelerin yakınsama büyüklükleri çerçevesinde Balassa-Samuelson etkisinin test edilmesine 95 yönelik çalışmaların sayısı 90’lı yıllarda artış göstermiştir. Ülkelerin yakınsama sürecinde yaşadığı zorluklar sebebiyle, döviz kurları son yirmi beş yıldır gelişmekte olan ve geçiş ekonomilerinde, politika yapıcıların tartışmalarının merkezinde olmuştur. Döviz kuru ve iktisadi faaliyet arasındaki ilişki ve yine gelişmekte olan ülkelerdeki reel döviz kurunun uzun dönemli seyrinin özellikleri deneysel belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada esnek kur rejimine geçilmesiyle uzun dönemde reel kurun uzun dönem değerini belirleyen faktörler belirlenmeye çalışılmaktadır. Bunun için ulusal ve uluslararası verimlilik farklarının uzun dönemde döviz kurunun ortalama değerini açıklayıp açıklamadığı incelenmiştir. Birinci bölümde reel döviz kurunun uzun dönem seyrini açıklamaya yönelik üç temel yaklaşım açıklanmaya çalışılacaktır. Bunlar makro ekonomik değişkeni dış ticaret haddine dayanan dış ticaret yaklaşımı, kümülâtif tüketici endekslerini karşılaştırmayı öngören satın alma gücü paritesi yaklaşımı ve bir ülkede belli bir teknoloji seviyesinde üretilen ve çeşitli verimlilik düzeylerine sahip malların özellikle taşıma maliyetleri, kotalar ve tarifeler nedeniyle ticarete konu olamayan malların ticarete konu olamayacakları ve bu sebeple satın alma gücü paritesinde sapmalar meydana getireceğini savunan Balassa-Samuelson yaklaşımıdır. İkinci bölümde uzun dönemli reel döviz kurunu açıklamaya çalışan ampirik çalışmaların bulgularına yer verilmiştir. Özet başlıkları olarak sanayileşmiş ve sanayileşme yolundaki ülkelere ek olarak Türkiye için yapılan çalışmalar da ayrı bir bölümde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise Balassa-Samuelson etkisini ölçmek amacıyla gerçekleştirilen ekonometrik tahmin yer almaktadır. Ekonometrik analiz yapılırken ilk olarak veri setlerine ADF testi uygulanarak durağan olup olmadıkları araştırılmıştır. Daha sonra değişkenler arasındaki uzun dönemde eşbütünleşmenin mevcut olup olmadığı test edilmiştir. Analizde kullanılan değişkenler ve tahmin sonuçları ile uzun dönem denge döviz kuru değerine bir açıklama getirilmeye çalışılmıştır. 1. DÖVİZ KURUNUN ÖNEMİ VE DÖVİZ KURUNUN UZUN DÖNEM SEYRİNİ AÇIKLAYAN TEORİLER 1.1. Döviz Kurunun İktisadi Faaliyetler Açısından Önemi Döviz kurları diğer fiyatlar gibi bir fiyattır ve mal piyasaları ile ilgilidir. Döviz kurlarındaki değişmeler, ekonomik faaliyetlerin seyrini etkilediğinden, döviz kuru değişmelerinin istikrarlı bir çizgi izlemesi, 96 ekonomik istikrarı olumlu yönde etkileyecektir. Bu nedenle döviz kurlarındaki değişim de tıpkı diğer fiyatlarda olduğu gibi ekonomik istikrar açısından incelenmeli ve önemli bir ekonomik gösterge olarak ekonomik faaliyetleri etkileme ve ekonomik faaliyetlerden etkilenme gücü dikkate alınmalıdır. (Yıldırım, 2003) Döviz kurunun iktisadi faaliyetler üzerindeki rolü ve etkileri şu şekilde sıralanabilir: 1. Döviz kuru ülke içinde, ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan malların fiyatlarını, sermaye mallarını ve emek gücünü, ithalat ve ihracat gibi makro büyüklükleri etkiler. 2. Varlık fiyatı olarak sermaye akımlarını etkiler. 3. Kısmen maliyetler tarafından bir parasal aktarım vektörü olarak enflasyon oranlarını etkiler. 4. Önemli ölçüde hem kısa hem uzun dönemde toplam talebi etkiler. Kötü yönetilen döviz kurları, ekonomik büyüme için negatif sonuçlar doğurabilir. Aşırı değerlenmiş döviz kurları veya ülkedeki döviz eksikliği gibi faktörlerden etkilenen makro ekonomik çevrimler, büyümeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir (Rodrik, 2008). Bunların yanında döviz kurları, ulusal firmaların dış rekabet gücüne de zarar vermektedir. Dışa açık ekonomilerde, firmaların fiyatlama gücü, döviz kurunun iç fiyat seviyesini etkileme gücünden gelmektedir. Düşük enflasyona sahip ülkelerde düşük fiyatlama gücü olmaktadır. Döviz kuru değer kaybetmesi durumunda ülke içi fiyat seviyesi değişmesi sonucu bu durumdan maliyetler olumsuz yönde etkilenmektedir (Taylor, 2000). Şekil 1’de Euro ve Dolardan oluşan döviz kuru sepetinin seyri yer almaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’nin ve ticaret ortaklarının ekonomik performanslarının döviz sepetinin uzun dönemdeki seyri üzerinde değişim meydana getirip getirmediği incelenmek istenmektedir. 97 Şekil Hata! Belgede belirtilen stilde metne rastlanmadı.: Euro-Dolar Kur Sepeti (Ocak 2002-Temmuz 2015) (Haftalık) Kaynak: TCMB 1.2. Döviz Kurunun Belirleyicileri 1.2.1. Kısa Dönemde Döviz Kurunun Belirleyicileri Döviz kurlarının uzun dönemli belirleyicilerini açıklamadan önce kısa dönemdeki belirleyicilerini incelemek faydalı olacaktır. Döviz kurları kısa dönemde, uzun döneme nazaran, daha hızlı değişimler göstermektedir. Uluslararası sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle döviz kurunun kısa dönem değeri daha da hızlı değişir hale gelmiştir. Bu hızlı değişimin kaynağını açıklamak için birçok çalışmada (Mussa,1984; Dornbusch,1976; Frenkel & Rodriquez,1982) rasyonel beklentiler yaklaşımıyla tutarlılık arz eden varlık fiyatlarının döviz kuru değerinin üzerindeki rolünü incelenmiştir. Döviz kuru yabancı bir varlık olan dövizin ulusal para cinsinden fiyatıdır (Dornbusch, 1976). Bu fiyatın oluşumunda faiz paritesi koşulu öne çıkmaktadır. 1.1.1.1 Beklentiler Yaklaşımı Rasyonel beklentiler teorisi, Muth (1961) tarafından “Rasyonel Beklentiler ve Fiyat Hareketleri Teorisi” adıyla yayınlanan makaleye dayanmaktadır. Bu çalışmada enflasyonist dönemlerde ekonomik birimlerin, uyumcu beklentilerden (adaptive expectations) ziyade, rasyonel 98 beklentilere (rational expectations) sahip olduğu iddia edilmiştir. Bu bağlamda rasyonel beklentiler teorisinin iktisat bilimine getirdiği yeniliğin, beklentiler konusu olduğu açıktır. Rasyonel beklentiler teorisi, etkin piyasalar hipotezine dayanır. Bu hipotezde tarafsız risk ajanları tarafından ulaşılabilir her bilginin, spot ve forward döviz kurunu belirlemede kullanıldığı varsayılır ve spekülasyonun geri dönüş oranının sıfır olması beklenir (Baillie, Lippens ve Mcmahon, 1983). Bir diğer deyişle forward döviz kuru piyasalarında risk priminin sıfır olması beklenir. Denklem 1’de 𝑒𝑡 , doğal logaritması alınmış 𝑡 tarihindeki spot döviz kurunu, 𝐼𝑡 ise 𝑡 zamanındaki bilgiyi göstermektedir. 𝐸[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] ifadesi ise 𝑛 dönem sonrasına ilişkin kur beklentisini vermektedir. Rasyonel beklentiler hipotezinde, kur beklentisinin gelecekte karşılaşılacak kur değerine eşit olacağı varsayılmaktadır ki gelecekte piyasada karşılaşılacak kur değeri 𝑀[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] biçiminde gösterilmiştir. 𝑀[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] = 𝐸[𝑒𝑡+𝑛|𝐼𝑡 ] (1) Rasyonel beklentiler hipotezine göre piyasaya katılımcı olarak giren ekonomik birimlerin her birinin ayrı ayrı beklentisi mevcuttur ve herkesin aynı bilgiye sahip olduğu varsayılır. Rasyonel beklentiler altında tüm ekonomik birimler gerçekleşecek piyasa kuruna ilişkin beklentiye sahip olacaktır (Hsieh, 1984). 1.3.1.1.1 Faiz Paritesi Koşulu Faiz paritesi koşulu, tek fiyat kanunun para piyasasına uygulanmış biçimidir. Bu koşul, farklı iki ülkede, belli bir sermayenin belli bir dönem sonunda getirilerinin eşit olacağını iddia eder. Teoriye göre beklenen enflasyon oranlarındaki değişmeler nominal faiz oranlarına yansıtılır (Parasız ve Yıldırım, 1994). Aynı risk sınıfındaki yatırımlara, değişik ülke piyasalarında aynı faiz ödenir. Eğer ülkeler arasında aynı risk düzeyindeki faiz oranları arasında bir farklılık varsa bu farklılık arbitraj olanağı doğurur; fonlar düşük faizli ülkeden yüksek faizli ülkeye aktarılarak ülkeler arasında faiz oranlarının eşitlenmesini sağlar. Ülkeler arasındaki faiz farklılığı bir yandan faiz arbitrajı doğururken, diğer yandan da spot kur ile gelecekteki kur arasındaki ilişkiyi belirler. Diğer bir deyişle, spot kurlara oranla gelecekteki kurların yaptığı prim veya iskonto bu iki ülkenin faiz oranları arasındaki farka bağlıdır. İşlem 99 giderlerinin bulunmadığı bir durumda, eğer uluslararası finansal piyasaların etkin işlediği varsayılırsa, bir ulusal paranın diğerine göre gelecekteki prim veya iskonto oranı tam olarak aynı risk düzeyindeki yatırımların faiz oranları farkına eşitlenecektir. Anında teslim (spot) döviz kuruna göre, bu faiz farkı oranında bir prim veya iskonto doğuran gelecekteki döviz kuruna faiz paritesi kuru adı verilir. İdeal koşullar altında faiz paritesi kurunun gerçekleşmesi ile para piyasaları arasında denge sağlanmış olur (Van Horne ve Wachowicz,Jr, 2008). Farklı ülkelerde tasarruf yapan tipik bir yatırımcının mevcut olduğunu varsayalım. Yurtiçi para birimi Türk lirası yabancı para birimi ise Amerikan doları olsun. Bu yatırımcı Türkiye’de yatırım yaparsa 𝑖 faiz oranını alacaktır. Eğer parasını 𝑒 döviz kuruyla Amerikan dolarına dönüştürürse bu kez dolara ödenen faiz olan i∗ faizini alacaktır. Eğer Türkiye’deki faizler yüksekse ( 𝑖 > 𝑖 ∗ ) herkes elindeki doları liraya dönüştürecektir ve lira değerlenecektir, kur faiz farklılığından etkilenecektir (Denklem 2). Bu durum faiz getirileri eşitleninceye kadar devam edecektir ki bu eşitlik Denklem 3’te gösterilmiştir (Chinn, 2007). ft,t+1 et (2) ft,t+1 et (3) (1 + i) > (1 + i∗t ) (1 + i) = (1 + i∗t ) Denklem 2’de ve Denklem 3’de yer alan ft,t+1 terimi, t döneminde t+1 dönemi için belirlenen future döviz kurunu ifade etmektedir. 1.2.2. Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Belirleyicileri Kısa dönemde olduğu gibi uzun dönemde de döviz kurlarının seyri dalgalanma göstermektedir. Döviz kurunun uzun dönemdeki seyri ekonomi politikalarıyla ilişkili olabileceği gibi ekonomilerin karakteristiklerinden de kaynaklanabilmektedir (Kasman, Turgutlu ve Konyalı, 2005). Bilindiği üzere ekonomik krizlerin sebeplerinden biri, ekonomide meydana gelen dengesizliklerdir. Cari açık bu dengesizliklerin başında gelenlerden biridir. Cari açık ile bağlantılı olan en önemli faktör ise sermaye ithalatıdır. Cari açık hem büyümeden kaynaklanan talep artışından hem de kısa vadeli sermaye hareketlerinin belirlediği döviz kurundan etkilenmektedir (Erbaykal, 2007). 100 Türkiye kronik yüksek cari işlemler açığı ile karşı karşıya kalan ve bu nedenle birçok defa kriz yaşamış bir ülkedir. 1994 ve 2001 krizlerinin en önemli göstergelerinden biri, cari açığın milli gelire oranının belirli bir kritik eşiği aşmış olmasıdır. Türkiye’de cari açığın en önemli nedeni ithalat artış hızının ihracat artış hızından büyük olması ve sürekli şekilde yüksek dış ticaret açığı verilmesidir. Üretim için gerekli girdilerin önemli bir kısmı ithalat ile karşılandığından ithalatı düşürmek ancak büyümeden fedakârlık ederek mümkün olabilmektedir (Çiftci, 2014). Döviz kuru ile enflasyon ilişkisine bakıldığında, açık ekonomilerde, ihracata ve ithalata konu olan nihai malların ve girdilerin fiyatını değiştirmesi bakımından belirsizliğin, yerli fiyatların tespit edilmesinde hesaba katılan bir faktör olması ve ücret endekslemesi gibi çeşitli yollarla iç piyasa fiyatlar genel düzeyini etkilemektedir. Dolayısıyla enflasyon ve döviz kuru arasında uzun dönemli güçlü bir ilişki vardır (Işık ve ark, 2004). 1.2.2.1. Dış Ticaret Teorisi Dış ticaret yaklaşımında ülke parasının değeri, ticaret ortağı ülkelerle yapılan mal ve hizmet alımı-satımı ile açıklanmaya çalışılır. İktisadi karar birimleri mal ihraç ettikçe piyasaya döviz arz ederler; mal ithal edeilmek için ise döviz talep ederler. İthalat ve ihracat döviz kurunun fonksiyonu olduğundan, döviz kuru ihracat arz eğrisi ile ithalat talep eğrisinin kesiştiği noktada dengeye gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, denge döviz kuru, döviz talebini (ithalat) döviz arzına (ihracat) eşitlemektedir. Bu durumda, ithalat talebi arttığı zaman döviz kuru yükselmekte, ihracat arttığı zaman ise düşmektedir. Döviz kuruna müdahale olmadığı ve sermaye hareketlerinin olmadığı bir durumda, ticaret dengesinin dengede olması beklenir. Denklem 4’de B yurtiçi para birimi ile ticaret dengesini, P x ihraç malların ulusal para cinsinden fiyatını, X dış dünya ithalatını (bir diğer deyişle ilgili ülkenin ihracatını), 𝑒 döviz kurunu, PM ithal malların döviz cinsinden fiyatını, M ise ilgili ülkenin ithalatını göstermektedir. B = PX X − ePM M = 0 (4) Döviz kurunun değeri, ihracatın ulusal para cinsinden değerinin ithalat döviz cinsinden değerine bölünmesi ile bulunur. Bu durum Denklem 5’te gösterilmiştir. 101 PX X = ePM M → e= PX X PM M →e= PX X . PM M (5) Denklem 5’e göre döviz kurunun değeri dış ticaret dengesindeki fazla veya açığa göre artmakta ya da azalmaktadır (Müslümov, Hasanov, Özyıldırım, 2003). İhracatın parasal değerinin ithalatın parasal değerinden büyük olmas, ulusal paranın dış değerinin yükselmesine neden olur. Tersine, ithalatın parasal değerinin ihracatın parasal değerini aşması ise, ulusal paranın değer kaybetmesine neden olur. Buradan ithalat ve ihracatı etkileyen tüm faktörlerin ülke parasının değerini etkilediği sonucuna ulaşılabilir. Dış ticarete konu olan mallar çok sayıdadır. Bu nedenle döviz kuru tek bir malın fiyatının karşılaştırılması ile değil, tüm malların fiyatlarının karşılaştırılması ile tespit edilir ki bu da karşımıza dış ticaret hadlerini çıkarmaktadır. Dış ticaret (net ihracat) hadleri (DTH veya NDH), ihraç malların fiyatlarının ithal malların fiyatlarına oranıdır. Denklem 6’da NDH, ihracat fiyat endeksinin (𝑃𝑋 ) ithalat fiyat endeksine ( 𝑃𝑀 ) oranını ifade etmektedir. Dış ticaret hadleri oranı bize bir birim ihraç malı ile ne kadar ithal mal alınabileceğini gösterir. NDH = Px Pm (6) Dış ticareti yapılan malların ve hizmetlerin fiyatlarında zaman içinde meydana gelen değişmeler, ticaret yapan ülkeleri avantajlı ya da dezavantajlı duruma sokabilir. Bir ülkenin ticaretinin iyiye doğru ya da kötüye doğru gittiğini bu endeksler yardımıyla anlaşılabilmektedir. Bundan dolayı ülkelerin uluslararası rekabet gücünü yansıtan önemli bir gösterge olarak alınabilir. Net değişim hadleri sadece nispi fiyat değişimlerini kapsadığından çok çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır. Ticaret hadlerinde meydana gelen bir artış varsa, bu artış reel ulusal gelirin kesin olarak arttığı anlamına gelmeyecektir. Dış ticaret hadlerindeki bu artış, ticaret hacminin büyük ölçüde daralmasına karşılık gerçekleşmiş ise bu durumda ülke reel anlamda refah kaybına uğramış olabilir (Aslan ve Yörük, 2008). Net değişim ticaret hadlerinin eksikliğinin ortaya çıktığı ikinci bir konu da, verimlilik değişmelerini yansıtamamasıdır. Eğer bir ülkenin ihracat 102 kesiminde daha ileri tekniklerin kullanılması sonucunda, dış ticaret hadlerinin bozulma nedeni, ihracat fiyatlarının düşmesi ise, bu durumda ülkenin refah kaybından söz edilmez. Çünkü söz konusu ülke, düşük fiyatlardan daha fazla ihracat yapabileceği için, ülke refahının arttığı söylenebilir. Ayrıca, net değişim hadlerindeki artış ihraç fiyatlarındaki yükselmeyi veya ithal fiyatlarındaki azalmayı gösterdiğine göre, bu kamu tasarruflarını teşvik edebilir (Hepaktan ve Karakayalı, 2009). Ulusal paranın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, yerli paraya göre ithal malı fiyatlarını arttırır; bu da dış ticaret hadlerinin paydasında bir artışa yol açar. Diğer taraftan ulusal paranın değer kaybı, yabancı paraya göre ihracat fiyatlarını düşürür. Bu durumda, dış ticaret hadlerinin payında bir azalmaya neden olur ve doğal olarak döviz kuru değişikliği karşısında dış ticaret hadlerinin bozulacağı kabul edilir (Gürbüz ve Çekerol, 2002). Özet olarak teori; bir ülkenin nispi çıktı düzeyindeki bir artışın, dış ticaret haddinde bir iyileşme ve net dış yükümlülüklerin hacminde bir azalma ve bunların hepsinin de, reel döviz kurunun değerlenmesiyle paralellik taşıyacağını ima etmektedir. Bunun aksini söylemek de mümkündür (Şimşek, 2004). 1.2.2.2. Satın Alma Gücü Paritesi Satın alma gücü paritesi (SAGP) kavramı, I. Dünya Savaşı sırasında çöken finansal sistemin nasıl restore edileceği konusunda çıkan tartışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır. Savaş öncesinde döviz kuru, iki ülke arasındaki nispi altın değerini yansıtıyordu. Savaş sona erdiğinde ülkeler, fiyat seviyelerini ve kamu finansmanını en az zararla savaş öncesi seviyesine getirme problemiyle karşı karşıya geldiler. Bu problemin kaynağı olarak savaş sırasında ülkelerin yaşadığı farklı enflasyon deneyimleri görüldü. Bu problemin çözümü olarak, Gustav Cassel (1918) nispi altın paritesini ayarlamak üzere satın alma gücü paritesini bir araç olarak kullanmayı önerdi. Temelde bu düşüncede iki ülke arasındaki kümülâtif enflasyon oranları farklarını, satın alma gücü paritesini altın standardı paritesine ayarlamak ve eski seyrine devam etmesi için kullanmayı önermekteydi (Rogoff, 1996). 1.2.2.2.1. Tek Fiyat Kanunu SAGP (mutlak ya da nispi) rekabetçi bir pazarda karşılaşılan tek fiyat kanununa dayanır. Buna göre, belirli bir malın fiyatı her yerde her zaman 103 aynı olacaktır. SAGP’de ticarete konu olan mal, mekânsal arbitraj sonrasında güçlü ya da mutlak sürümü şeklini alır (Dornbusch, 1985). Denklem 7’da P yurtiçi fiyatları; 𝑃 ∗ yabancı ülkedeki fiyatları, e ise döviz kurunu göstermektedir. 𝑒𝑃 ∗ = 𝑃 (7) Bir malın yurtiçindeki fiyatı (𝑃), o malın yurtdışındaki fiyatının döviz kuru ile çarpımına eşittir ( 𝑒. 𝑃 ∗ ). BU eşitlik bize döviz kurunun belirleyicisinin iki ülke fiyatlarının birbirine oranı olduğunu ifade etmektedir. Denklem 8’de döviz kurunun uzun dönemdeki temel belirleyicisinin yurtiçi fiyatların yurtdışı fiyatlara oranı olduğunu göstermektedir. e= P P∗ (8) SAGP önceden de belirtildiği gibi tek fiyat kanununa dayanmaktadır. Tek fiyat kanunu varsayımının geçerliliğinde bazı kısıtlar vardır. Bunlardan ilki teorinin taşıma maliyetlerini dikkate almamasıdır ve bu durum literatürde sınır etkisi (MacCallum, 1995) olarak adlandırılmaktadır. Oysaki taşıma maliyetleri, azımsanamayacak kadar büyük etkilere sahiptir. Gerçek hayatta birbirlerinden uzak iki ülkede taşıma maliyetleri doğal olarak daha yüksek olacaktır (ve CIF (maliyet ve sigorta ücretleri) FOB gibi başka masraflar da mevcuttur). Bu maliyetlerin fiyatlara yansıması kaçınılmazdır. Ancak Denklem 8’de ifade edilen eşitlik, bu maliyetlerin fiyatlar üzerindeki etkisini dikkate almamaktadır. Tek fiyat varsayımı üzerindeki bir değer kısıt ise ticaret getirilen kotalar, tarifeler ve diğer ticaret engelleridir. Bu dış ticaret politikası araçlarının da malların fiyatları üzerinde etkisi olacağı açıktır ancak varsayım bu unsurları dikkate almamaktadır. Mekânsal arbitraj: Farklı coğrafi piyasalardaki fiyat farklarından yaralanmak için yapılan mal ticaretidir. Bir malı ucuz olduğu zaman satın alıp, pahalı olduğu zaman satıldığı, zamansal arbitraj çeşidi vardır. 104 1.2.2.2.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi SAGP iki alt başlıkta incelenebilir. Bunlar mutlak ve nispi SAGP’dir. Mutlak SAGP’de farklı ülkelerdeki tüketicilerin bu ülkelerde homojen mal sepetini tükettikleri varsayılmaktadır. Bu durumda döviz kuru, bu mal sepetlerinin fiyatlarını yansıtan fiyat endekslerinin birbirine oranlanması ile bulunur (Dornbusch, 1985). e= P yerli mal sepetinin parasal değeri = P ∗ yabancı mal sepetinin parasal değeri (9) Bu teoriye getirilecek eleştiriler genellikle tüketim sepetinin içeriğiyle ilişkilidir. İlk olarak farklı ülkelerdeki üretilen malların tamamı ticarete konu olmamaktadır ve farklı ülkelerdeki tüketicilerin tüketim kalıpları ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Bu haklı eleştiriler karşısında bir grup iktisatçı farklı ülkelerde farklı tüketiciler tarafından tüketilen homojen mal arayışına girişmişlerdir. Ekonomist dergisi basit bir ölçüm olarak dünyadaki tüm McDonald's'larda satışa konu olan Big Mac hamburgerin fiyatlarını Amerikan doları ile karşılaştırmıştır (Taylor ve Taylor, 2004). Ölçüm için iyi bir ürün olmasına karşın bu ürünlerde taşıma maliyetlerinin olmaması, özel sosların ve dondurulmuş sığır etlerinin yüksek derecede işlem maliyetleri içermesi ve restoranların istihdam ettikleri işçilerin emeğinin ticarete konu olmaması bu üründen hareketle SAGP’ne dayalı döviz kurunun hesaplanmasını şüpheli kılmaktadır. 1.2.2.2.3. Nispi SAGP Nispi SAGP, iki ülkenin fiyatlarının mutlak büyüklüğünün değil, mal fiyatlarının enflasyon farklarının karşılaştırılmasıdır. Denklem 9’da, %∆𝑃, yerli fiyatların yüzdesel değişimini; %∆𝑒 , döviz kurunun yüzdesel değişimini; %∆𝑃∗ ise yabancı fiyatların yüzdesel değişimini ifade etmektedir. %∆𝑃 = %∆𝑒 + %∆𝑃 ∗ (10) Taylor (2004) tarafından yapılan çalışmaya göre, iki farklı ülkede aynı mal sepetinin mevcut olup olmadığını belirlemek zordur. Bu nedenle, belirli bir süre içinde döviz kurundaki yüzde değişimi, aynı dönemde söz konusu ülkelerde sadece enflasyon oranlarındaki farkı netleştirmek için nispi 105 SAGP’ni test etmek daha uygundur. Uygulamada kolaylık sağladığı için tüketici fiyat endeksleri (TÜFE) kullanılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki Bir ülkede üretilen bütün mallar ticarete konu olmadığı için fiyat endekslerinin içeriği de ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. SAGP’ye yönelik eleştirilerin oldukça güçlü özellikler göstermesi, uzun dönemde SAGP’nin döviz kurundaki değişimi açıklama noktasında yetersiz olabileceğini göstermiştir. Yapılan ampirik çalışmalar SAGP’nin döviz kurunun uzun dönemdeki seyrini açıklama noktasında yetersizlikler içeridiğini göstermiştir. Bu nedenle iktisat yazınında döviz kurunun uzun dönemdeki seyrini açıklamak için yeni teoriler geliştirilmiştir. Bunlardan biri de Balassa-Samuelson hipotezidir. 1.2.2.2.4. Balassa-Samuelson Hipotezi Balassa ve Samuelson, birbirinden ayrı olarak yaptıkları çalışmalarda reel döviz kurunun ortalama değerinin açıklanmasında SAGP’nin yetersiz kalacağını ve SAGP’nin yıl içinde çeşitli geçici parasal dalgalanmalara maruz kalacağını ve bu sebeple ülke parası aşırı değerli veya değeri düşmüş gibi görünebileceğine vurgu yaparak eleştirmişlerdir (Samuelson, 1964). Yazarlar tarifeler, kotalar ve ticaret engellerinin yokluğunda SAGP’nin ancak ticarete konu olan mallar için geçerli olabileceğini kabul etmişlerdir. Buna ilaveten yazarlar uluslararası verimlilik farklarının ve ücretlerin iç fiyatları etkileyerek mutlak satın alma gücünden uzun dönemde kalıcı sapmalar meydana getireceğini ifade etmişlerdir. Yazarlar tarafından geliştirilen teoride, ekonomik verimliliğin artması sonucu fiyatların düşeceği, bu sayede sektörün ürettiği malın ticaretinin artacağı ifade edilmiştir. Ülke içinde ve sektörler arasında işçi gruplarının rekabeti sonucunda ücretler de artacak ve tüm bu gelişmeler sonucunda ülke içi fiyat seviyesi yükselecektir. Dolayısıyla reel döviz kuru uzun dönemde ticaret yapılan ülkeye göre değerlenecektir (Balassa, 1964). 1.2.2.2.4.1. Teorik Çerçeve Balassa-Samuelson hipotezi iki ülkenin (A ve B ülkeleri), iki malın (ticarete konu olan T ve ticarete konu olmayan NT mallar) aynı üretim fonksiyonuyla (Cobb-Douglas üretim fonksiyonu) üretildiği varsayımlarına dayanır. Ayrıca sektörler arası mobilitenin tam olduğu ve ekonominin tam istihdam düzeyinde olduğu da varsayılır. Denklem 11 ve Denklem 11a, bize ticarete konu olan ve olmayan mallara ilişkin Cobb-Douglas üretim fonksiyonlarını vermektedir. Buna göre Y toplam çıktıyı, θ ticarete konu olan malların GSYİH’den aldığı payı, 106 Ф ticarete konu olmayan malların GSYİH’dan aldığı payı, A toplam faktör verimliliğini, L işgücünü, K ise sermayeyi göstermektedir (Rogoff, 1992). Y T = AT LT 1−θ Y NT = ANT LNT KT 1−Ф θ KT (11) 1−Ф (11a) Ülkeler arasında ticarete konu olan ve olmayan mal sektörlerindeki nispi fiyatlar, sektörel verimlik farklarıyla ilgilidir. Ticarete konu olmayan mal sektöründe verimlilik artışı sonucu mal fiyatları düşer fakat işçi ücretleri yükselmez. Bu sektördeki ücret artışları ticarete konu olan sektördeki verimlilik artışıyla ilgilidir. Denklem 12b’de işçi grupları arasındaki rekabetten dolayı üretim yapılan her iki sektörde ücretler eşitlenir. Denklem 12’de T ve NT indisleri ticarete konu olan ve olmayan sektörleri, w, nominal ücretleri; P, fiyatları; A, verimliliği göstermek üzere; w T − P T = AT (12) w NT − P NT = ANT (12a) w T = w NT = w (12b) AT + P T = ANT + P NT (13) P NT − P T = AT − ANT (13a) 107 Denklem 12b’de ücretlerin her iki sektörde eşitlenmesinden dolayı verimlik ve ticarete konu olmayan sektör fiyatlarının eşitlemesi görülmektedir. Verimlilik artışı sonucu ticarete konu olan sektördeki ücret artışları, ticarete konu olmayan sektördeki ücretleri de yükseltecektir. Ticarete konu olmayan sektördeki yükselen ücretler bu sektördeki nispi fiyatları da yükseltecektir. Denklem 13a’da her iki sektörün fiyat düzeyleri arasındaki fark, iki sektör arası verimlilik farkından kaynaklanmaktadır. Denklem 14’de p, ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan fiyat enflasyon düzeyini; GSYİH’nın her iki sektöre dağıldığı göz önüne alınarak, 𝜃 ticarete konu olan malların ve (1- θ ) ticarete konu olmayan sektörlerin GSYİH’dan yüzdelik olarak aldığı payları göstermektedir. P = θP T + (1 − θ)P NT (14) P NT = P T + (AT − ANT ) (14a) P = P T + (1 − θ)(AT − ANT ) (14b) Denklem 14a ve ticarete konu olmayan sektördeki fiyat artış oranının denklem 14’e göre ayarlanmış olduğunu varsayarak, denklem 14b’de verimlilik artışı kaynaklı göreli fiyatlardaki eflasyonu ve bütünüyle iç fiyat enflasyonunu Balassa-Samuelson içsel aktarım mekanizması ile açıklamaktadır. Denklem 15’de, r, reel döviz kurunu; 𝑃 ∗ , yabancı nominal fiyat düzeyini; P, ticarete konu olan ve olmayan malların fiyatlarının ayrıldığı denklem 14, denklem 15’de yerine koyulursa reel döviz kuru değişim oranı denklem 15b’deki gibi yazılabilir; 𝑟 = 𝑒 + 𝑃∗ − 𝑃 108 (15) ∗ ∗ ∗ 𝑟 = 𝑒 + 𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑇 + (1 − θ)(𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑁𝑇 ) − (1 − θ∗ )(𝑃 𝑇 − 𝑃 𝑁𝑇 ) (15a) ∗ ∗ 𝑟 = −(1 − θ)[(𝑃 𝑁𝑇 − 𝑃 𝑇 ) − (𝑃 𝑁𝑇 − 𝑃 𝑇 )] (15b) Balassa-Samuelson’a göre, ticarete konu olan malların sektörlerinde verimlilik farkları ve dolayısıyla ücret düzeylerinde farklılıklar farklı büyüme seviyesinde olan iki ekonomide farklı fiyat seviyelerine yol açar. Bir ülkede verimlilik artışı diğerinden daha yüksek olduğunda, enflasyon etkisi yüksek olacaktır. Böylece, TÜFE bazlı reel kur uzun vadede değerlenecektir (Égert, 2002). Diğer bir değişle ticarete konu olan sektörde artan ücretler, işçi grupları arasındaki rekabet ve tam mobilite dolayısıyla ticareti yapılmayan malların fiyatını arttıracaktır. Sonuç olarak, ticareti yapılmayan malların göreli fiyat değişimleri reel döviz kurundaki dalgalanmaların tek kaynağını oluşturmaktadır (Rogoff, 1992). Son olarak Denklem 15b’de yer alan ifadeleri Denklem 13a’da yer alan ifadelerde değiştirirsek reel döviz kurunun temel belirleyicilerini verimlilik farkları cinsinden ifade etmiş oluruz. 𝑟 = −(1 − θ)[(AT − ANT ) − (AT∗ − ANT∗ )] (16) 1.2.2.2.5. Ticarete Konu Olan ve Olmayan Mallar Ayrımı Reel döviz kurları üzerine teorik Balassa-Samuelson teorisinin literatürü "ticarete konu olan" ve "dış ticarete konu olmayan" mallar ayrımına dayanır. Bu çerçevede birçok çalışmada imalat sanayi "ticarete konu olan" ve hizmetler sektörü ve tarım "dış ticarete konu olmayan" malları üreten sektörler olarak ele alınmaktadır. Fakat Marston (1986) Japonya ve Amerika’yı, Drine ve Rault (2002) 6 Asya ülkesini incelediği çalışmalarda, imalat ve tarım sektörlerini ticareti yapılan ana sektörler yanında avcılık, ormancılık ve balıkçılık gibi sektörleri de ilave etmiştir. Bu da ticarete konu olan malların coğrafi farklılık gösterebilmesi açısından önemli bir işaret olarak değerlendirilebilir. 109 Balassa ve Samuelson uzun dönemde ticarete konu olan mallar için SAGP’nin geçerli olduğunu savunur. Bu sebeple SAGP test etmekte hem üretici hem de tüketici fiyat endekslerinin kullanılması yaygındır. Buna ek olarak Gregorio ve ark. (1994) çalışmasında, ihracatı yapılmış malın, toplam üretilen mallara oranının %10’u geçmesi halinde o malı ticarete konu olan mal olarak kaydetmişlerdir (De Gregorio ve Giovannini, 1994). Gregorio’nun bu çalışması sektörel ayrımın yapılmasındaki zorluğu kolaylaştırmak açısından benimsenmiş gibi görülmektedir. 1.2.2.2.6. Verimlilik Göstergeleri Verimlilik düzeyindeki farklılık sebebiyle SAGP’den sapmaları açıklamak üzere Officer (1976) ile başlayan Balassa-Samuelson’un ampirik testlerin gelişimi, veri setlerinin ulaşılabilir olması ve ekonometrik test tekniklerinin gelişmesiyle birlikte geniş bir alana yayılmıştır. BalassaSamuelson etkisinin ölçmek için prensip olarak iki ülke arasında toplam faktör verimliliği karşılaştırılmalıdır. Ancak mevcut verilerle olanaksızdır. Ayrıca sermaye stoku verilerinin olmaması ve ticarete konu olan malın üretim fonksiyonlarının tahmin edilememektedir (Halpern, ve Wyplosz, 2001). Günümüzde daha çok gelişmekte olan ülkelerin veri setlerine ulaşmakta yaşanan zorluklar nedeniyle, işgücü verimliliği, sektörel çıktının veya sektörel katma değerin, sektörel çalışan sayısına bölünmesiyle elde edilen sektörel verimlilik katsayıları analizlere sıklıkla dahil edilmiştir. Bundan farklı olarak Halpern ve Wyplosz (2001), GSYİH’nın istihdama oranını, işçi verimliliği göstergesi olarak ve aynı zamanda sektörel yatırımın sektörel çıktıya oranı ve toplam doğrudan yabancı yatırımın toplam çıktıya oranı olarak, iki açıklayıcı değişkenler üzerinde sektörel verimlilik göstergesi olarak kullanmışlardır. 2. UZUN DÖNEM LİTERATÜR REEL DÖVİZ KURUNA İLİŞKİN Balassa-Samuelson etkisi testine konu olan ülkelerin gelişmişlik derecelerinin faklılık göstermesi, bulunan sonuçların da farklı olabileceği ihtimali ile üçe ayırmak faydalı görülmektedir. Çalışmalar şu şekilde sınıflandırılabilir; sanayileşmiş ülkeler için yapılan çalışmalar, sanayileşme yolundaki ülkeler için yapılan çalışmalar ve son olarak Türkiye için yapılan çalışmalar. 110 2.1. Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Balassa-Samuelson döviz kuru teorisini tarif ederken, Balassa (1964) ilk defa verimlilik farklılıklarının döviz kuru üzerindeki etkisini açıklamak üzere test etmiştir. Gelişmiş 12 ülke olan Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, Japonya, Kanada, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’ni analiz etmiştir. Analizinde SAGP ve GSYİH arasındaki ilişkiye sıradan en küçük kareler yöntemiyle açıklama getirmeye çalışmıştır. Ayrıca bu on iki ülkenin yedi tanesinde - Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Birleşik Krallık ve ABD ülkeler arası çapraz analizlerde, 1953 yılı verileri referans olarak kabul edilerek ve 1961 yılına ait veriler kullanılarak, bir işçinin saatte ne kadar mal ürettiği verimlilik göstergesi olarak, GSMH deflâtörü ve üretilen malların toptan satış endeksi arasındaki ilişki analiz edilmiş ve aralarında istatistiksel olarak önemli sayılabilecek bir ilişki tespit edilememiştir. 1950-1960 tarım, sanayi, hizmetler ve kişi başına GSYİH sektörel verimlilik verileriyle yaptığı çalışmanın sonucunda sektörel verilerin döviz kurunun belirlenmesindeki rolü açığa çıkmıştır. Marston (1986), 1973-1983 dönemini kapsayan Amerika ve Japonya verileriyle, nispi verimlilik artışının reel döviz kuru ve nispi ücret artışı üzerindeki etkilerini tahmin etmeyi amaçladıkları çalışmada, sektörel nominal ve reel GSYİH, GSYİH deflâtörü verilerini kullanmıştır. BalassaSamuelson teorisini destekler ölçüde Japonya için verimlilik artışı sonucu ticarete konu olan malların fiyatında bir düşüş yaşanmıştır. De Gregorio ve Wolf (1994)’un analizi 1970-1985 dönemini kapsayacak şekilde 14 OECD 2 ülkesinin verilerine dayanan çalışma, ticaret hareketlerinin ve sektörler arasında açısından verimlilik farklılıklarının reel döviz kurunun davranışı üzerindeki etkilerini incelemektedir. Analizde, sektörel reel ve nominal katma değerler, sermaye stoku, istihdam ve faktör getirileri, nominal döviz kuru, TÜFE, sanayileşmiş ülkelerin örtük GSYİH deflâtörüne dayalı dünya fiyat düzeyi endeksi, birim ihracat ve ithalat endeksleri, reel GSYİH’nın içindeki reel hükümet harcamalarının payı ve kişi başına GSYİH verilerini tercih etmişlerdir. Reel döviz kuru için Görünüşte ilgisiz Regresyonlar yöntemi ile (SUR) yaptıkları analizde elde edilen sonuçların aksine, Balassa-Samuelson hipotezine zayıf bir destek bulunmuştur. Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere ve Amerika. 2 111 Canzoneri ve diğ. (1996) çalışmasında, 1970-1991 dönemi için ticarete konu olan ve olmayan malların sektörlerindeki verimlilik farklarının döviz kuru üzerindeki etkisini ve ticarete konu olan mallar için SAGP’ni test etmişlerdir. Çalışmada veri seti olarak, sektörel nominal ve reel katma değer, istihdam, sektörel fiyatları seçmişlerdir. Sektörel verileri dolar ve Mark cinsinden döviz kurları ile karşılaştırarak yorumlamışlardır. 13 OECD 3 üyesi ülkenin verilerini, Dickey-Fuller birim kök ve Tamamen Değiştirilmiş En Küçük Kareler Yöntemleri ile test etmişlerdir. Güçlü bir şekilde Balassa-Samuelson etkisini yansıtan kanıtlar elde etmişlerdir. Ayrıca, yazarlar SAGP testinde, dolara göre ticarete konu olan mallar için uzun dönemde büyük sapmalar tespit etmişlerdir. Marka göre SAGP ise, Balassa-Samuelson etkisiyle tutarlı sonuç elde etmişlerdir. MacDonald ve Ricci (2001), 10 gelişmiş ülkenin verileriyle yaptığı çalışmada 1970-1991 dönemini incelemiştir. Dağıtım sektörünü döviz kuru üzerindeki etkisini incelediği çalışmada, TÜFE bazlı reel döviz kuru endeksini, nispi nominal faiz oranlarını, nispi net yabancı varlıkları, nispi hükümet harcamalarını, tarım, imalat ve ulaştırma, depolama ve haberleşme sektörü toplum, sosyal ve kişisel hizmetler, elektrik, gaz ve su, inşaat, toptan ve perakende ticaret sektörü, toplam istihdam ve sektörlerdeki ücret verilerini analize dahil etmiştir.Serilere ait durağanlık için Levin ve Lin panel birim kök testini ve uzun dönemli ilişkilerin tahmininde ise dinamik panel sıradan en küçük kareler yöntemleri kullanılarak elde etmiştir. Sonuç olarak, ticarete konu olan mal sektöründeki gibi dağıtım sektöründeki verimlilik kazanımlarının reel döviz kuru üzerinde benzer etkiye sahip olduğunu tespit etmiştir. Ayrıca, dağıtım sektöründeki toplam ücretler bu sektördeki rekabet ve verimlilik etkisini dışlamamasına rağmen anlamsız kalmaktadır. Papel ve Prodan (2003) gelişmiş 16 ülkeyi 4 kapsayan çalışmasında 1892 – 1996 gibi oldukça uzun bir veri setini SAGP’nin geçerliliğini ve BalassaSamuelson etkisinin varlığı açısından incelemiştir. Uzun dönem SAGP testi, ilgili ülkenin verilerine ulaşılabildiği ölçüde, döviz kuru ve tüketici fiyat endeksi deflâtörleri veya GSYİH deflâtörleri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Analizde karşılaştırılacak temel ülke 1870’lere kadar giden veri setiyle Amerika Birleşik Devleri alınmıştır. Ekonometrik ve simülasyon kanıtları bir arada kullanılarak, SAGP’nin Cassel versiyonunu Belçika Kanada, Danimarka, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İsveç ve ABD. 4 Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri. 3 112 10 ülke için desteklendiği ve Balassa-Samuelson’un önerdiği gibi SAGP’nin 4 ülke için desteklendiği sonucuna varıldı. Bu çalışmanın önemi, simülasyon testlerinin sonuncunda ADF testinin herhangi bir yapısal değişim içeren verilerin gücünün zayıf olması yada hiç olmamasını eleştirmesidir. Faria ve Leon-Ledesma (2003) çalışmalarında, Balassa-Samuelson hipotezini test etmek için modelin indirgenmiş bir formunu analiz etmişlerdir. Buna göre 1960:1-1996:4 çeyreğine kadarki dönemi kapsayan veriler esas alınarak Almanya, Japonya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nin göreli fiyatları ve hâsılaları arasındaki ilişki farklı ülke ikilileri arasında ampirik analize tabi tutulmuştur. Bu çalışmada, ADF ve Phillips-Perron birim kök testi ve uzun dönemli eşbütünleşme ilişkisi ARDL testi ile belirlenmiştir ve bu analiz sonucunda uzun dönemde Balassa-Samuelson etkisinin varlığını destekleyen herhangi bir sonuca ulaşılamamıştır. Ancak SAGP’nin geçerli olduğu görülmüştür. Lothian ve Taylor (2004), 1820-2001 dönemini kapsayacak şekilde ABD, İngiltere ve Fransa için, denge reel döviz kuru üzerindeki, belirgin olarak doğrusal olmayan çerçevede ve reel döviz kuru volatilitesinde kaymaya izin veren reel etkilerinin varlığını test ettikleri çalışmada, istatiksel olarak Balassa-Samuelson etkisi, sterlin-dolar’ın uzun dönem trendini yakalamakta ve varyasyonun %40’ını da açıkladığını tespit etmişlerdir. Martinez ve Reboredo (2007), OECD’ye üye G-7 ülkelerini ele aldığı çalışmada, 1970 ve 1990 dönemini kapsayacak şekilde veri seti oluşturmuştur. Nominal ve reel çıktı, yerli para ve dolar olarak sabit fiyatlarla gayri safi sermaye stoku, sektörlerdeki çalışma saati veri setleriyle analizi yapmışlardır. Ayrıca, sektörel fiyatları, deflâtörler yardımıyla hesaplamışlardır. Araştırmacılar, ticarete konu olan ve olmayan sektörlerin fiyatlarında eksik rekabetin rolünü araştırdıkları çalışmada, orijinal BalassaSamuelson modelinin aksine, toplam talebin mark-up fiyatlamayı değiştirerek reel döviz kuru etkileyebileceği varsayımıyla analizi gerçekleştirmişlerdir. Ampirik sonuçlara göre, toplam talep dalgalanmalarının mark-up fiyatlamadaki değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Araştırmacılar, Mark-up varyasyonlarının toplam talepteki değişmeler yoluyla reel döviz kurunu etkileyen yeni bir kanal olduğu görüşündelerdir. Imai (2010), 1956-1970 dönemini inceledikleri çalışmada, Bretton Woods sistemi altında Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) para birimleri olan Japon yeni ve Amerikan doları arasındaki ilişkiyi 113 incelemişlerdir. GSYİH deflâtörü, toplam faktör verimliliği endeksi (TFV) tüketici fiyat endeksi, toptan eşya fiyat endeksi verilerinin geometrik ortalamasını alarak, Japon Yeninin dolar karşısında enflasyon içermesi Balassa-Samuelson etkisi altında oluğunu göstermişlerdir. Ancak, Japonya'nın en yüksek enflasyonunun kaynağı Japonya'nın dış ticarete konu olan (üretim ve madencilik) sektörlerdeki ABD’nin karşılık gelen değerlerinden büyük fiyat artışlarından kaynaklandığını görmüşlerdir. 2.2. Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Halpern ve Wyplosz (2001), analizde 1991-1999 dönemini kapsayacak şekilde panel veri kullanarak, Sıradan En küçük Kareler yöntemi ve Genelleştirilmiş En Küçük Kareler yöntemlerini kullanmışlardır. Sektörel verimliliği GSYİH’nın istihdama oranını, işçi verimliliği göstergesi olarak ve aynı zamanda sektörel yatırımın, sektörel çıktıya oranı ve toplam doğrudan yabancı yatırımın toplam çıktıya oranı olarak, iki açıklayıcı değişkenler üzerinde sektörel verimlilik göstergesi olarak kullanmışlardır. Bu değişkenlere ait etki sanayi sektörüne oranla hizmetler sektöründe önemli ölçüde daha büyük olmuştur. Balassa-Samuelson etkisinin varlığını 16 ülkenin 5 üretici fiyat endeksini ticarete konu olmayan mallar için test etmişlerdir. Bu ülkelerde aşırı değerlenme dönemlerini, devalüasyonla ilgili fiyat düşüşleri izlenmiştir. Bütün dönem boyunca, eğilim tüm ülkelerde farklı edilmesine rağmen, geçiş ülkelerinde Balassa-Samuelson etkisinin olduğunu göstermektedir. Drine ve Rault (2001) 166 MENA7 ülkelerini içeren reel döviz kurunun belirleyicilerini saptamak üzere yaptığı çalışmasında, veri setlerine ulaşabildiği ölçüde 1960-1998 dönemini incelemiştir. Veri setlerine Im, Peseran ve Shin birim kök testi ve Pedroni’nin panel data eşbütünleşme testini uygulamışlar. Denge reel döviz kurunun seyri üzerinde, reel faiz oranları, hükümet harcamaları, ekonominin dışa açıklık derecesi ve kişi başına GSYİH’nın 7 ülke (Bahreyn, Mısır, Ürdün, Kuveyt, Morokko, Suriye ve Tunus) için önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Balassa-Samuelson hipotezini MENA ülkeleri için destekler sonuç elde etmişlerdir. Bulgaristan, Slovakya, Ermenistan, Hırvatistan, Slovenya, Azerbaycan, Çek Cumhuriyeti, Makedonya (Eski Yugoslav Cumhuriyeti), Rusya, Macaristan, Estonya, Ukrayna, Polonya, Letonya, Romanya, Litfanya. 6 Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, İran, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Fas, Umman, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen 7 MENA: (Middle Eeast and North Africa) Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri. 5 114 Jazbec (2002), Slovenya’nın Avrupa Birliği geçiş döneminde yaptığı çalışmada, 1993:1 - 2001:2 dönemini incelemişler ve değişkenler arası eşbütünleşmeyi test etmek için iki değişkenli VAR modelini seçmişlerdir. Balassa-Samuelson teorisini testinde sektörel ayrımın zorluğuna dikkat çekerek, sektörel GSYİH deflâtörünü, sanayi ve hizmetler sektörü fiyat endeksleri için gölge değişken olarak kullanmışlardır. Jazbec, ayrıca teorinin talep tarafını incelemek üzere hükümet ve özel tüketim harcamalarını analize dahil etmişler fakat döviz kuru üzerinde bir etki bulamamışlardır. Slovenya reel döviz kuru seviyesinin ana belirleyicileri olarak yapısal değişiklikler ve verimlilik farkı olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Genel olarak emek gücünün de döviz kuru üzerinde frenleyici güç olarak hareket etme eğilimde olduğunu görmüşlerdir. Egert ve diğ. (2002), Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Rusya, Slovakya ve Slovenya için yaptıkları testte 1993:1-2001:2 dönemini incelemişlerdir. Yazarlar, fiyat artışları ve döviz kuru arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmada, ticarete konu olan mallar için verimlilik göstergesi olarak sanayi üretiminin bu sektörde çalışan sayısına bölünmesiyle elde etmişlerdir. Ticarete konu olmayan mallar için ise tüketici fiyat endeksinin, üretici fiyat endeksine oranı olarak belirlemişleridir. İlk etapta VAR temelli çok değişkenli eşbütünleşme tekniği tek tek ülkeler için, ikinci etapta panel eşbütünleşme tekniğini daha sonra serilerin entegrasyon derecelerini belirlemek için Dickey-Fuller, Kwiatkowsky ve Elliott ve diğ. tarafında geliştirilen birim kök testlerini kullanmışlardır. Zaman serilerinin analizleri sonucuna göre, verimlilik ve nispi fiyatların aksine, ticarete konu olmayan malların nispi fiyatları ve deflate edilmiş tüketici fiyat endeksi bazlı döviz kuru arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmada sadece üç ülke (Hırvatistan, Estonya ve Bulgaristan) için uzun dönemli ilişkinin varlığını görülmüştür. Panel veri testi sonuçlarına göre, Balassa-Samuelson teorisi tarafından öngörüldüğü şekilde 12 Avrupa geçiş ekonomisinde reel kurun değerlenmesinin, dış ticarete konu olan sektördeki verimlilik artışlarının yansıması olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca bu çalışmada, dış ticarete konu olan malların sektörü için satın alma gücü paritesinin lehine net bir kanıt bulunmuştur. Drine ve Rault (2002), 6 Asya ülkesinin (Hindistan, Endonezya, Kore, Filipinler, Singapur, Tayland), ticarete konu olan sektör (üretim, avcılık, ormancılık ve balıkçılık) ve ticarete konu olmayan sektör (taşımacılık, depolama, iletişim, finans, sigortacılık, kiralama ve iş hizmetleri), 19831997 dönemi fiyat endekslerini kullanmışlardır. Reel döviz kuru yurt içi fiyat endeksi ve ABD'ye göre deflate edilmiş nominal döviz kuru olarak 115 tanımlanmıştır. Verimlilik ise sektörel katma değerin çalışan sayısına bölünmesiyle elde edilmiştir. Değişkenlerin arasındaki uzun dönemli seyrinin analizinde KPSS birim kök testi ile serilerin durağanlığı ve Pedroni’nin geliştirdiği ve Johansen testi ile eşbütünleşme ilişkisi gözlenmiştir. Bütün bu değişkenlerin arasındaki eş bütünleşme ilişkisine bakıldığında Balassa-Samuelson etkisiyle geçerli olmadığını, nispi verimlilik farklarının reel döviz kuru üzerinde negatif etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Yazarlar ayrıca, panel veri eşbütünleşme testlerinin, nispeten orta büyüklükteki geleneksel zaman serisi test sonuçlarından güçlü olduğu savunmaktadırlar. Lojschová (2003) çalışmasında, verimlilik artışı farklılıkları açısından ve Euro bölgesini, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı içeren dört merkezi ve doğu Avrupa ekonomisini, son on yılda 1995:1 ve 2002:4 döneminde gözlenen nispi fiyat farklılıklarını açıklamaya çalışmaktadır. Reel ve nominal döviz kuru, reel faiz oranı, TÜFE, sektörel fiyat endeksleri, sektörel ücret endekslerini analizine dahil ederek SEK yöntemiyle tahminde bulunmuştur. Avrupa Birliği’ne aday ülkelerin yaşadığı gibi değerlenmiş bir döviz kuruyla karşılamıştır. Yazar ayrıca, nispi fiyatlardaki değişikliklerin ekonominin doğal evrimine yansıyan reel etkileri olduğu görüşündedir. Popova ve Tkachevs (2004) çalışmasında, Letonya için BalassaSamuelson etkisinin varlığı için, TÜFE bazlı döviz kurunu ve enflasyon farklarını araştırılmış. Ekonometrik analizde sektörel GSYİH deflâtörü, sektörel istihdam, ÜFE, TÜFE gibi veri setlerinden yararlanmışlardır. Veri seterine ait birim kökü ADF testi ile tespit edip, Johansen eşbütünleşme ve VECM testlerini uygulamışlardır. Analizin sonucunda ticarete konu olan ve olmayan sektör nispi fiyatları ve ticarete konu olan ve olmayan sektörler arasındaki verimlilik farkları arasında eşbütünleşme bulmuşlardır. Folfaş (2006), 1997-2006 döneminde, Polonya, Slovakya, Estonya ve Macaristan'da Balassa-Samuelson etkisi gücünü incelemiştir. Araştırması, GSYİH, TÜFE ve istihdam verileriyle, nispi işgücü verimliliği ve reel efektif döviz kurunun davranışının analizi esasına dayanmaktadır. Folfaş, ayrıca ek olarak AB içi ticarette bu dört ülke için maliyet ve fiyat rekabetini, Balassa-Samuelson etkisi içerisinde incelemektedir. İncelenen dört ülkede nispi işgücü verimliliği büyüme hızının, AB-25 üyesi içinde fiyat yakınsama hızından daha yüksek olduğunu tespit etmiştir. BalassaSamuelson etkisinin AB yakınsama sürecinde belirleyici olduğunu doğrulamıştır; fakat yeni üyeler için güçlü bir sonuç elde edememiş ve bu etkinin sabit olmadığı görüşündedir. 116 Funda ve diğ. (2007), 1998:1-2006:3 dönemini, TÜFE, sektörel istihdam, sektörel katma değerlere ait veri setleriyle Hırvatistan-Euro için incelemişlerdir. Phillips-Perron ve ADF testleriyle birim kökün varlığını test etmişlerdir. Nispi verimlilik ve nispi fiyatlar arasında BalassaSamuelson etkisini içeren düşük bir bağlantı tespit etmişledir. Bu düşük bağlantıyı, Hırvatistan'daki işgücü piyasasının katılığına ve yüksek işsizliğin, Balassa-Samuelson etkisinin verimlilik artışının daha yüksek ücret teşvik etme mekanizmasını zayıflamış olmasına bağlamaktadırlar. Dumitru ve Jianu (2007) çalışmasında 1997-2006 dönemini BalassaSamuelson etkisini Romanya için incelemişlerdir. Toplam Faktör Verimliliği yerine işgücü verimlilik endeksini gölge değişken olarak aldıkları analize TÜFE bazlı sektörel fiyat endekslerini dahil etmişlerdir. Veri setlerine ADF, Philips-Perron ve KPSS testleriyle birim kökü ve değişkenler arasındaki eşbütünleşmeyi ise Johansen yöntemini uygulayarak tespit etmişlerdir. Analiz sonuçlarına göre, Euro bölgesinden daha yüksek enflasyonla karşılaşmışlar Balassa-Samuelson etkisiyle, ticarete konu olan fiyatlara nazaran ticarete konu olmayan fiyatların döviz kurunun değer kazanmasını açıkladığını tespit etmişlerdir. Jabeen ve diğ. (2011) 1972-2008 dönemi için uzun dönem reel döviz kuru için Pakistan verileriyle SAGP ve Balassa-Samuelson etkisini incelemişlerdir. Karşıt ülke olarak Amerika’yı seçmişlerdir. Her iki teoriyi test etmek üzere, sektörel fiyat endeksleri ve sektörel istihdam verilerinden yararlanılmıştır. ADF birim kök testi ile serilerin durağan olmayan seyri ile karşılaşmışlardır. VAR tabanlı Johanson Eş-bütünleşme yaklaşımı yoluyla Balassa-Samuelson etkisi analizinde ticarete konu olmayan sektörlerin nispi fiyatları, reel döviz kuru ve nispi verimlilik farkları arasında karşıt bir ilişki tespit etmişlerdir. Ancak ticarete konu olmayan sektörlerin nispi fiyatları ve döviz kuru arasında güçlü bir ilişkinin var olduğunu görmüşlerdir. Tica ve Sonora (2014), yaptıkları çalışmada 118 geçiş ülkesini Almanya karşı ülke seçmişlerdir. 1995-2008 dönemi uluslararası NACE sınıflandırmasına tabi ana faaliyet kollarına ait fiyat, sektörel katma değer endeksleri, hükümet harcamaları ve istihdama ait verilere, Dinamik ve Sıradan EKK yöntemlerini uygulayarak, döviz kurunun uzun dönemli seyrini açıklamakta kullanmışlardır. Im, Pesaran ve Shin yöntemi ile eş bütünleşme ve ADF yöntemiyle ise birim kök varlığını test etmişlerdir. Panel verilerle yaptıkları eşbütünleşme testi sonuçlarına göre teoriyi Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cum., Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya. 8 117 destekler nitelikte güçlü kanıtlar elde etmişlerdir. Ayrıca birim kök testinin boş hipotezinin reddedilmesini hükümet harcamalarının analize dahil etmelerine bağlamaktadırlar. 2.3. Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Choudhri ve Khan (2005), Türkiye’nin de içinde bulunduğu 16 ülke ve 1976-1994 yıllarını kapsayan bir çalışma ise açıklayıcı değişken olarak ticarete konu olan ve olmayan sektördeki verimlilik farklılıkları ile dış ticaret hadleri kullanılarak B-S hipotezinin test edilmiştir. Çalışmada imalat sanayi ve tarım sektörü ticarete konu olan sektör ve ticarete konu olmayan sektör olarak diğer bütün sektörleri seçmiş ve döviz kuru Amerikan doları ile karşılaştırılmıştır. Levin - Lin ve Im, Pesaran, Shin testleriyle panel veri setleriyle birim kök testleriyle uzun dönemli ilişkinin varlığını tespit edilip dinamik sıradan en küçük kareler metodu ile bu ilişkinin büyüklüğünü ölçmeye çalışmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre gelişmekte olan ülkeler için Balassa-Samuelson etkisini güçlü şekilde desteklemektedir. Égert (2005), yine Türkiye’nin de içinde bulunduğu 6 ülkeyi içeren çalışmasında, sabit fiyatlarla sektörel katma değer, sektörel istihdam, sektörel nominal ücretler, mal ve hizmetleri içeren TÜFE, ÜFE, sanayi istihdam, gibi endeksleri analize dahil etmek üzere seçmiştir. Değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiyi ARDL ve dinamik sıradan en küçük kareler yardımıyla belirlemeye çalışmıştır. Balassa-Samuelson etkisini enflasyon ve reel döviz kurunun belirlenmesin sınırlı bir rol oynadığı sonucuna ulaşmıştır. Özçiçek, (2006) çalışmasında 1998:1 ve 2004:3 dönemini kapsayacak şekilde incelemiştir. Verimlilik endeksleri Türkiye’de belli tarihler itibariyle sadece imalat sanayiyi kapsayacak şekilde elde edilebildiğinden, Özçiçek, açık ve kapalı sektörlerin verimlilik serileri imalat sanayinin alt kolları olarak seçmiştir. Serilerin durağanlığını ADF testi uygulayarak belirlemiş daha sonra Johansen iz istatistiğini kullanarak seriler arası uzun dönemli bir ilişkinin varlığını belirlemeye çalışmıştır. Zaman serisi analizinde, nispi üretkenliğin nispi fiyatlar üzerinde etkisinin olduğuna dair zayıf bir destek sunmaktadır. Ayrıca, Türkiye ve Almanya arasındaki reel kur ve Türkiye’nin ve Almanya’nın nispi fiyatlarının Balassa-Samuelson hipotezinin ön gördüğü şekilde eşbütünsel ilişki içerisinde olduğu bulunmuştur. Yıldırım (2007) 1980-2003 dönemini, reel kur ve reel gelir artış hızı serileriyle, Türkiye ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya için test etmiştir. 118 ADF durağanlık testi sonucunda veri setlerinin farklı derecede durağan olması değişkenler arası eş bütünleşme olmadığına işaret etmektedir. bu da değişkenler arası uzun dönemli bir ilişkinin olmadığı anlamına gelmektedir. Yazar ayrıca B-S testi için bu örneklemi geçersiz bulunmuştur. Hipotezin geçersiz olmasının nedeni olarak iki temel öneri sunmaktadır. İlki Türkiye’de ticarete konu olan mallarda (Law One Price) tek fiyat kanunu (TFK) çalışmaması ve diğeri ülkeler arası verim farklılıklarının fiyatlara yansımaması olarak dile getirmektedir. Ay ve Üçöz (2008), 1970-2004 verileri ile yaptığı testte Türkiye ve Amerika TEFE ve kişi başı çıktı değişkenlerini incelemiştir. İlk olarak değişkenlere D-F ve ADF testlerini uygulayarak serilerin birinci farklarını alındıktan sonra durağanlaştırmıştır. Granger nedensellik testi ile değişkenler arası uzun dönemli ilişkinin varlığını görmüş olsa da, katsayıların dışsal olması sebebiyle yeterli bulmamaktadır. Ampirik bulgular, uzun dönemde Balassa-Samuelson etkisinin bulunmadığını göstermiştir. Öte yandan Lopçu ve ark. (2011) 1995:1 ve 2010:4 dönemini ele alarak, TÜFE bazlı reel döviz kurunu bağımlı değişken, ticarete konu olan ve olmayan sektörlerdeki işgücü verimliliği, sektörlerdeki üretim o sektörlerde çalışan kişi sayısına bölünüp sektörlerin ağırlıklı ortalamasını alarak seriler oluşturulmuştur. Serilerin durağanlığını test etmek için ADF, KPSS ve yapısal kırılmayı dikkate alan Zivot-Andrews testlerini kullanmışlardır. İlk olarak reel efektif döviz kuru serisinin trend durağan olduğu fakat Türkiye ve Avrupa’nın göreli verimliliklerinin yapısal kırılmalar dikkate alınsa dahi durağan olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Reel efektif döviz kurunun güçlü hafızaya sahip olabileceği yönündeki işaretler dikkate alınarak seriler arasında G-H kırılmalı eşbütünleşme testleri ile sınanmıştır. Ayrıca, değişkenlerin farklı düzeylerde bütünleşik olması durumda uzun dönemli düzey ilişkisini sınamaya olanak tanıyan ARDL sınır testi uygulanmıştır. Analiz sonuçlarına göre gerek G-H gerekse de ARDL sınır testinden elde edilen sonuçlar Türkiye’de reel efektif döviz kurunun B-S hipotezinin öngördüğü şekilde hareket etmediğine işaret etmektedir. Tespit edilen yapısal kırılmaların dikkate alınması da bu sonuçları değiştirmemektedir. Uslu (2012) detaylı çalışmasında 2000:1 ve 2012:1 dönemini ele alacak şekilde Türkiye’nin Almanya’ya karşı reel döviz kuru değişimlerinde sektörler arası göreli verimlilik farklarının etkisi incelemiştir. Dış ticarete açık sektör olarak sanayi sektörünü ve dış ticarete kapalı sektör olarak hizmetler sektörünü seçmiştir. Kullandığı endeksler geniş bir veri kümesini kapsamaktadır; dış ticarete açık sektör brüt katma değer, dış ticarete açık sektör istihdam seviyesi, dış ticarete açık ve kapalı sektör brüt katma değer 119 deflâtörü, dış ticarete açık ve kapalı sektör ücret endeksi nominal döviz kuru ve genel fiyat endeksleri gibi. Bu serileri analizde ADF ve Philips ve Perron birim kök testini uygulamış ve dış ticarete açık ve kapalı sektörlerde verimlilik ve ücret değişkenlerinin birinci dereceden bütünleşik, göreli fiyat değişkenlerinin ise durağan olduğu sonucuna ulaşmıştır. Değişkenler arası uzun dönemli ilişkiyi test etmek üzere ARDL yaklaşımını kullanmıştır. Çalışmada ulaşılan sonuçların genel olarak Balassa-Samuelson hipotezine ilişkin literatürle tutarlı olduğu görülmektedir. Bayar ve Tokpunar (2013), TL’nin reel denge değerini araştırdığı çalışmada, 1999:2 ve 2012:2 verilerini kullanmışlardır. Türkiye reel kurunun denge değerini hesaplamak üzere tamamen değiştirilmiş en küçük kareler (FMOLS) ve vektör hata düzeltme (VEC) modelleri kullanılarak tahminler yapılmıştır. Sonrasında uzun vadeli ilişkiyi temsil eden FMOLS modeli üzerinden kurun denge değeri hesaplanmıştır. Elliott-RothenbergStock ve Ng-Perron birim kök testleriyle durağanlık incelemesi yapmışlardır. OECD ve Türkiye verilerinin inceleyerek, TÜFE bazlı reel kur bağımlı olmak üzere, sermaye girişlerinin GSYH’ya oranı, OECD ve Türkiye birim iş gücü maliyetlerini oranı ve dış ticaretinin GSYH’ya oranı bağımsız değişkenler olarak alınmıştır. Ayrıca Merkez Bankasının 2010 yılı Aralık ayından itibaren uyguladığı yeni para politikasını temsil etmek üzere kukla değişken tanımlanmıştır. Regresyon analizinin sonuçlarına göre; Türkiye’nin dolar cinsinden GSYH’sının %1 artması reel kur endeksinde (değerlenme yönünde) 0,26 puan artışa yol açmaktadır. Bu durum, BalassaSamuelson etkisinin Türkiye için geçerli olduğunu göstermektedir. Altunöz (2014), 1997:1 ve 2012:2 dönemine ait Türkiye ve 27 Avrupa ülkesinin9 veri setlerinden oluşmaktadır. Modelde kullanılan veri setlerinde imalat sanayi, ticaretle ilişkili sektör olarak analize dâhil edilmiştir. Bununla birlikte toptan ve perakende ticaret, inşaat ve diğer toplumu ilgilendiren hizmetler ile kişisel hizmetler ticarete konu olmayan sektörler olarak tanımlanmıştır. Sektörel istihdam, sektörel üretim, TÜFE bazlı reel efektif döviz kurundan oluşan serilerdeki birim kökün varlığına yönelik ADF ve Zivot-Andrews testleri kullanılmış ve serilerin trend durağan olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Uzun dönemli eşbütünleşme testi için serilere Gregory-Hansen ve ARDL testi uygulanmış ve Gregory-Hansen testi ile seriler arası eşbütünleşmenin varlığı kabul edilirken ARDL yaklaşımıyla bir ilişkinin varlığı tespit edilememiştir. Ampirik sonuçlara göre, kırılmalar 9 Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Almanya, Estonya, İrlanda, Yunanistan, İspanya, Fransa, , İtalya, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Hollanda, Avusturya, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, İsveç, İngiltere. 120 gözönüne alınmasına rağmen reel döviz kuru değişkeninin hipotezle paralellik göstermediği sonucuna ulaşılmıştır. 3. TÜRKİYE İÇİN BALASSA-SAMUELSON ETKİSİNİN ÖLÇÜLMESİ 3.1. Model Balassa-Samuelson hipotezi, ülkeler arasında ticarete konu olan ve ticarete konu olmayan sektörlerde verimlilik farklarının ücret, fiyat seviyeleri ve dolayısıyla reel döviz kurlarının farklılaşmasına yol açtığını ifade etmektedir. Diğer bir deyişle, büyük verimlilik artışı yaşayan ülkelerde yüksek enflasyon ve döviz kurunun değerlenmesini, ekonomiye arz tarafından yaklaşarak Ricardocu dış ticaret teorisi ile birlikte bir açıklama imkânı sunmaktadır. Türkiye ekonomisinde de ticarete konu olan sektörün, ticarete konu olmayan sektöre göre daha yüksek verimlilik artışına sahip olması, fiyat artışlarının ve dolayısıyla döviz kurundaki değerlenmenin kaynağı olarak görülmektedir. Bu sebeple ana faaliyet kollarına ait toplam fiyat endekslerinin yardımı ile döviz kurunun denge değeri açıklanmaya çalışılacaktır. Balassa-Samuelson hipotezini test etmek üzere, denklem 16’da sunulan, Égert (2002) tarafından geliştirilen ve birçok çalışmada temel alınan model tercih edilmiştir. 𝑟 = −(1 − θ)[(AT − ANT ) − (AT∗ − ANT∗ )] (17) Denklem 17’de yer alan r reel döviz kurunu, 1-𝜃 ticarete konu olmayan malların GSYİH içindeki ağırlığını, 𝐴𝑇 − 𝐴𝑁𝑇 yurtiçindeki ticarete konu olan malların verimliliği ile ticarete konu olmayan malların verimliliği arasındaki farkı, 𝐴𝑇∗ − 𝐴𝑁𝑇∗ ise yurtdışındaki ticarete konu olan malların verimliliği ile ticarete konu olmayan malların verimliliği arasındaki farkı ifade etmektedir. Çalışmada ticarete konu olan sektör belirlenirken inşaat, toptan ve perakende ticaret ve diğer sosyal, toplumsal ve kişisel hizmet faaliyetler dışında kalan sektörler ele alınmıştır. Denklem 17’yi daha basit formda yazacak olursak; 𝑟 = 𝛽0 + 𝛽1 𝐴𝑑 + 𝛽2 𝐴 𝑓 121 (17a) Denklem 17’de 𝐴𝑑 = −(1 − θ)(AT − ANT ) ve 𝐴 𝑓 = −(AT∗ − ANT∗ ) şeklindedir. 3.1.1. Otoregresif Dağıtılmış Gecikme Modeli (ARDL) Balassa-Samuelson analizinde değişkenler arasındaki eş bütünleşme ilişkisi Phillips-Loretan (1991) tarafından geliştirilen ARDL modeli çerçevesinde incelenecektir. k k−1 𝑓 ∆rt = α0 + ξ(rt−1 − 𝛽0 − 𝛽1 𝐴𝑑𝑡−1 − 𝛽2 𝐴𝑡−1 ) + ∑ αi rt−i + ∑ δi Adt−i i=1 k−1 i=0 (16) + ∑ δi Aft−i + εt i=0 3.1.2. Veri Seti Çalışmada kullanılan veriler Türkiye ekonomisine ilişkin reel döviz kurundan, ticarete konu olan malların verimlilik endeksinden ve ticarete konu olmayan malların verimlilik endeksinden oluşmaktadır. Avrupa Birliği (EU-27), ihracatta Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olması sebebiyle Balassa-Samuelson Teorisi’ni test etmek üzere karşılaştırılacak ülke olarak seçilmiştir. Bu nedenle yurtdışı verimlilik endeksleri EU-27 için kullanılan veri setlerinden türetilmiştir. Tüm veriler 2003:Ç1-2015:Ç6 dönemini kapsamaktadır. Tüm veriler TCMB ve Eurostat’dan alınmıştır. Tüm değişkenler doğal logaritması alınarak kullanılmıştır. EU-27 için hesaplanan reel kur serisi Şekil 2’de, Türkiye için hesaplanan verimlilik farkı Şekil 3’de, EU-27 için hesaplanan verimlilik farkı ise Şekil 4’de gösterilmiştir. 122 Şekil 2: EU-27 için Hesaplanan Reel Döviz Kuru Serisi Şekil 3: Türkiye İçin Hesaplanan Ticarete Konu Olan ve Olmayan Sektörlerin Verimlilik Farkı 123 Şekil 4: EU-27 İçin Hesaplanan Ticarete Konu Olan ve Olmayan Sektörlerin Verimlilik Farkı 3.1.3. ADF Durağanlık Testi Serilerin durağanlığını test etmek için Genelleştirilmiş Dickey -Fuller (1981), (ADF) testi kullanılmıştır. Tablo 1: Durağanlık Test Sonuçları (ADF) r ∆r 𝐴𝑑 ∆𝐴𝑑 𝐴𝑓 ∆𝐴 𝑓 None 3.0587 -7.1381* 3.1113 -7.6723* 3.0097 -8.3262* C 3.1338 -8.1667* 3.2154 -7.7684* 3.7683 -7.9889* C+T 3.1720 -9.7348* 3.1763 -7.8674* 3.8769 -8.2736* *: %1 düzeyinde anlamlı. 124 Durağanlık test sonuçlarına ilişkin Tablo 1 incelendiğinde her üç değişkenin de durağan özellikler taşımadığı görülmektedir. Yani tüm seriler birim kök içermektedirler. Ancak serilerin birinci farkı alındığında tüm serilerin durağan hale geldiği görülmektedir. Her ne kadar değişkenlerimiz durağan özellik göstermese de ARDL yöntemi durağanlık özelliğine karşı duyarsız olduğu için çalışmada verilerin ham hali kullanılmıştır. 3.1.4. Gecikme Uzunluklarının Belirlenmesi Literatürde en çok sekiz gecikme alınıp geriye doğru incelenmesi yaygın olsa da gecikmenin en çok ne kadar olacağına dair önsel bir yol gösterici yoktur. İktisadi bir modelde birden fazla açıklayıcı değişken varsa, her değişken bağımlı değişken üzerinde gecikmeli etki yaratabilir. k’nın yanlış seçilmesi sonucu model kurma hatasıyla karşı karşıya kalmamak için değişkenlerin gecikme uzunlukları AIC ve SIC bilgi kriterlerine göre belirlenmiştir (Gujaranti & Porter, 2012). Tablo 2’de yer alan uzunluk tablosu uzun dönemli ilişkiyi belirlemek üzere Otoregresif Dağıtılmış Gecikme Modeli (ARDL) testinin ikinci adımı olarak kullanılmıştır. Gerekli gecikme seçimi sonucunda bütün değişkenlere ait otokorelasyon sönen bir eğilim göstermektedir. Tablo 2: Gecikme Uzunluğunun Seçimi Değişkenler d(-1) AIC SIC k(-1) Prob 𝑟 -5.84* -4.57 -4.54 -0.54 0.6472 𝐴𝑑 -5.84* -2.79 -2.76 -0.86 0.5317 𝐴𝑓 -5.84* -1.87 -1.84 -1.12 0.3388 *: %1 düzeyinde anlamlıdır. 3.1.5. Model Tahmini Modelimizde açıklayıcı değişkenler olasılıksız olduğundan bu değişkenlerin geçmiş değerlerinin de olasılıksız olduğu varsayılır. Bu durumda modelin tahmininde katsayıların hesaplaması için sıradan en küçük kareler yöntemi kullanılabilir. 𝑓 Modelde eşbütünleşme vektörü ⌊rt − 𝛽0 − 𝛽1 𝐴𝑑𝑡 − 𝛽2 𝐴𝑡 ⌋ olarak tanımlanmıştır (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010). Tahmin sonuçları Tablo 3’te sunulmuştur. 125 Tablo 3: Tahmin Sonuçları Model: Denklem 17 𝐴𝑡−1 3.8610 (9.6567) 0.1017* (4.1287) 0.3423* (4.8778) -0.1223* (-4.4667) 𝐹𝑃𝑆𝑆 22.3546 𝑅2 0.4522 𝑐 𝑟𝑡−1 𝐴𝑑𝑡−1 𝑓 DW 2.0654 3.1.5.1. Bulgular Tablo 3’ten elde edilen bulgular incelendiğinde reel döviz kuru ile açıklayıcı değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin mevcut olduğu görülmektedir. Bir diğer deyişle Türkiye’nin ve EU-27’nin ticarete konu olan ve olmayan sektörleri arasındaki verimlilik farklarının reel döviz kurunu açıklama kabiliyetine haiz olduğu görünmektedir. Tablo 3’te yer alan 𝑟𝑡−1 teriminin katsayı değeri 0.1017 olrak tespit edilmiştir. Bu değer reel döviz kurunda geçmiş dönemde meydana gelen değişimin cari dönem değeri üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Yani reel döviz kuru kendi geçmiş değerlerinden etkilenmektedir. 𝐴𝑑𝑡−1 terimine ilişkin katsayı değeri ise 0.3423 olarak tespit edilmiştir. Buna göre Türkiye’nin ticarete konu olan ve olmayan sektörlerindeki verimlilik farkı 𝑓 %1 arttığında reel döviz kuru %0.34 artış göstermektedir. Aynı şekilde 𝐴𝑡−1 terimine ilişkin katsayı incelendiğinde EU-27’nin ticarete konu olan ve olmayan sektörlerindeki verimlilik farkı %1 arttığında reel döviz kurunun %0.12 azalış gösterdiği görülmektedir. Tahmin sonuçlarında değişkenlerin işaretleri teorik beklentilerle uyumludur. Bu bulgular reel döviz kuru serisi üzerinde verimlilik farklarının açıklayıcı olduğunu göstermektedir. 126 4. SONUÇ Altın standardı 19. yy’ın ikinci çeyreğinden I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde sorunsuz işlemiştir. Fakat sonrasında iki dünya savaşı ve ardından 1973 petrol krizi son döneminde dolara bağlanan altın standardı sistemi işlemez hale getirmiştir. Amerika’da yaşanan darboğaz sebebiyle devalüe edilen dolar güven kaybetmiştir. Ülkelerin yaşadığı parasal sorunlar neticesinde 1974’de gelindiğinde ülkeler paralarını dalgalanmaya bırakmak zorunda kalmışlardır. Bütün bu gelişmeler ışığında şekillenen yeni iktisadi yapının zemini oluşmuştur. Sonuç olarak, altın standardı ülkeler arasında ülke paralarının ortak ölçü birimi olma özelliğini kaybetmiştir. Bu çerçevede, reel döviz kurunun uzun dönem denge değerinin açıklanması ve uzun dönemde belirleyicileri iktisatçılar tarafından araştırma konusu olmuştur (İskenderoğlu, 1988). 1920’lerde Cassel’le (Cassel, 1918) başlayan SAGP’nin gücünün sorgulanması halen devam etmekle birlikte bu tartışmaya Balassa-Samuelson etkisinin varlığı da eklenmiştir. BalassaSamuelson (1964) etkisinin çıkış noktası, her iki yazarında SAGP’ni eleştirmesidir. Temel olarak SAGP’nden sapmalar olabileceği ve bu sapmaların kaynağını, ticarete konu olan sektör ve olmayan sektörler arasındaki verimlilik artışlarına bağlamışlardır. Birinci bölümde bahsedildiği üzere SAGP’nin kısa dönemde ekonomik küreselleşmenin bir uzantısı olarak sermaye akımları sonucu parasal dalgalanmalara maruz kalmaktadır. Uzun dönemde ise ticarete konu olan sektörde verimlilik artışı sonucu ücretleri yükselmekte iken ticarete konu olmaya sektörde iş gücü grupları arasındaki rekabetten dolayı maliyetleri yükseltmektedir. Dolayısıyla uzun dönemde sektörler arası verimlilik farklarının ülke fiyat düzeyini yükseltmesiyle döviz kuru değerlenmiş olarak görünebilmektedir. 1980’ler bu teorinin geçerliliğinin sorgulanmaya başladığı tarih olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son yirmi yılda Tica ve Družić (2006) bu popülerliği çeşitli sebeplere bağlamaktadır. Öncelikle, zaman serisi verilerinin uzunluğu, ulaşılabilirliği yeterli ve mümkün olmuştur. Teoriyi test etmek için ekonometrik tekniklerdeki gelişmeler ile daha da teşvik edilmiş ancak en önemli olay Avrupa Birliği’nin genişleme süreci olmuştur (Tica & Družić, 2006). Avrupa birliğine üye olabilmek için Kopenhag Kriterleri ve üye ülkelerin, ekonomik ve parasal birlik (EMU) alanına dâhil olup, Euro’ya geçmesi için Maastricht Yakınlaşma Kriterlerinin sağlanması gerekmektedir. Döviz kuru kriteri, bir üye ülkenin parasının son iki yıl devalüe edilmemiş olması ve Avrupa Para Birliği (EMU) Döviz Kuru Mekanizması (ERM-II) içinde belirlenen dalgalanma marjları içerisinde kalması olarak belirlenmiştir. Mekanizmaya katılan üye ülkelerin ulusal paraları arasında, döviz kuru istikrarının sağlanması ana hedeftir. Bu 127 noktada araştırmacılar tarafından Avrupa Birliği yakınsama kriterlerine uyumunda Balassa-Samuelson etkisinin varlığını test etmek amacıyla sıkça tercih edilmektedir. Fakat Tica ve Sonora (2009) yakınsama kriterleri ve Avrupa Para Birliği (EMU) Maastricht kriterlerine uyum için yeterince güçlü olup olmadığı sorusuna karşılık literatürde net bir karşılığı bulunmadığı görüşündelerdir (Sonora & Tica, 2009). Sonuç olarak, hipotezin reel döviz kurunun belirleyiciliği konusunda Balassa (1964) ile başlayan süreç EK A’da özetlenmeye çalışılan literatürde genel olarak destekler sonuçlar elde edilmiştir. Reel döviz kurunun kısa dönemde denge değeri beklentiler yaklaşımı çerçevesinde sermaye akımları tarafından belirlendiği sonucuyla karşılaşılmıştır. Bu çalışmada uzun dönemli reel döviz kurlarını açıklamaya yönelik yaklaşımlar kapsamında dış ticaret, SAGP ve Balassa-Samuelson etkisi incelenmiştir. Literatür çalışmasıyla, dış ticaret yaklaşımı ve SAGP’nin reel döviz kurunu açıklamakta yetersiz kalacağı sonucuna ulaşılmıştır. Uzun dönem reel döviz kurunun denge değerini açıklamak üzere Türkiye için bir kez daha Balassa-Samuelson etkisinin varlığını test etmek uygun bulunmuştur. Türkiye’nin ekonomik performansını BalassaSamuelson etkisinin varlığını yansıtması bakımından hem Türkiye hem de en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği için (EU-27) ticarete konu olan ve olmayan sektörler arasında fark belirlenmiş, bu farkların reel döviz kuru üzerindeki etkisi incelenmiştir. ARDL yöntemi ile yapılan tahminden elde edilen bulgular, değişkenlerin eşbütünleşik olduğu göstermiştir. Bir diğer deyişle ticarete konu olan ve olmayan sektörler arasındaki verimlilik farklılıklarının reel döviz kurunu açıklama kabiliyetinde olduğunu göstermiştir. Bu sonuç, Türkiye’de verimlilik farklarının iç fiyat seviyesini yükseltmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. 128 KAYNAKLAR Altunöz, U. (2014).“Balassa Samuelson Hipotezi: Türkiye Ekonomisi İçin Sınır Testi Yaklaşımı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İ.İ. Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt 4, Sayı 1, ss.107-122, 2014. Aslan, N. ve Yörük, D. (2008). “Teoride ve Uygulamada Dış Ticaret Hadleri ve Kalkınma İlişkisi”, Marmara üniversitesi İ.İ.B. dergisi C.XXV Sayı. 2 ss33-69 Ay, A. ve Üçöz, S. (2008). “Balassa-Samuelson Etkisi: Türkiye Örneği”. KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi 5 (1-2 ) Balassa, B. (1964). “The Purchasing-Power Parity Doctrine: A Reappraisal”. Journal of Political Economy Vol.72 No.6 pp 584-596 Baillie, Lippens, Mcmahon. (1983). “Testing Rational Expectations And Efficiency In The Foreign Exchange Market”. Econometrica, Vol. 51, No. 3 pp 553-563 Bayar, G. ve Tokpunar, S. (2013). “Türk Lirası Reel Kuru Denge Değerinde Mi?”, Ege Akademik Bakış Cilt: 13 • Sayı: 4 ss. 405-426 Canzoneri, Cumby ve Diba (1996) “Relative Labor Productivity and the Real Exchange Rate in the Long Run: Evidence for a Panel of OECD Countries”. NBER Working Paper 5676 Cassel, G. (1918). “Abnormal Deviations in International Exchanges”. The Economic Journal, 28(112), 413-415. Choudhri, E. ve Khan, M. S. (2005). “Real Exchange Rates in Developing Countries: Are Balassa-Samuelson Effects Present?”, IMF Staff Papers Vol. 52, N. 3 Chinn, M. (2007). “Interest Parity Conditions”. Princeton Encyclopedia of the World Economy. Princeton, NJ: Princeton University Press. ISBN 978-0-69112812-2. Çiftci, N. (2014). “Türkiye’de Cari Açık, Reel Döviz Kuru ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkiler: Eş Bütünleşme Analizi.” Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt/Vol. 14 - Sayı/No: 1 s129-142 De Gregorio, J., Giovannini, A., & Wolf, H. C. (1994). “International evidence on tradables and nontradables inflation”. European Economic Review, 38(6), 12251244. Dickey ve Fuller(1981). “Likelihood Ratio Statistics Autoregresive Time Series With a Unit Root”, Econometrica, Vol, 49. No:4 Dornbusch, R. (1976). “ Expectations and Exchange Rate Dynamics”. The Journal of Political Economy. Vol. 84. No.6. pp 1161-1176 Dornbusch R.(1985). “Exchange Rates And Prices”. NBER Working Paper #1769 129 Drine, I. ve Rault, C. (2001) “Long-run determinants of real exchange rate: New evidence based on panel data unit root and cointegration tests for MENA countries”. http://www.mafhoum.com/press3/97E14.pdf Drine, I ve Rault, C. (2002). “How sure are we about the Balassa-Samuelson hypothesis? Time Series versus Panel Data Approach for Asian Countries”, http://www.researchgate.net/publication/228768080_How_sure_are_we_about_the_ BalassaDumitru, I. ve Jianu, I. (2009) “The Balassa–Samuelson effect in Romania – The role of regulated prices”. European Journal of Operational Research 194 873–887 Égert, B. (2002). “Estimating the impact of the Balassa–Samuelson effect on inflation and the real exchange rate during the transition”. Economic Systems 26 s116 Égert, B. (2005). “Balassa-Samuelson Meets South Eastern Europe, the CIS and Turkey: A Close Encounter of the Third Kind?”, William Davidson Institute Working Paper Number 796 Egert, Drine & Rault (2002). “On the Balassa-Samuelson effect in the Transition Process: A Panel Study”.. http://www.researchgate.net/publication/228601955BalassaSamuelson_effect_in_the_transition_process_a_panelstudy Erbaykal, E. (2007). “Türkiye’de Ekonomik Büyüme Ve Döviz Kuru Cari Açık Üzerinde Etkili Midir? Bir Nedensellik Analizi”. ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 6, ss. 81–88. Faria, J. R. & Leon-Ledesma, M. (2003). “Testing the Balassa–Samuelson Effect: Implications for Growth and the PPP”. Journal of Macroeconomics, 25(2), 241-253. Folfaş, P. (2006). “The Balassa Samuelson effect in the new EU member states and Its impact on their competitiveness in intra EU trade”. http://www.etsg.org/ETSG2008/Papers/Folfas.pdf Frenkel, J., & Rodriguez, C. A. (1982). Exchange rate dynamics and the overshooting hypothesis. NPER Working Paper #832 Funda, J. Lukinić, G. & Ljubaj, I.(2007) “Assessment Of The Balassa-Samuelson Effect In Croatia” Financial Theory and Practice 31 (4) 321-351 Gujaranti & Porter (2012). “Temel Ekonometri”. Beşinci Basımdan Çeviri, Çevirenler Ümit Şenesen ve Gülay Günlük Şenesen, Literatür Yayıncılık Gürbüz, H. ve Çekerol, K. (2002). Reel Döviz Kuru ile Dış Ticaret Haddi ve Bileşenleri Arasındaki Uzun Dönem İlişki. Afyon Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi C.IV.S.2 s31-47 130 Halpern, L., & Wyplosz, C. (2001). “Economic transformation and real exchange rates in the 2000s: the Balassa-Samuelson connection”. Economic Survey of Europe, 1, 227-240. Hepaktan, C.E. ve Karakayalı, H. (2009). “1980-2008 Döneminde Türkiye’nin Dış Ticaret Hadlerinin Analizi”. Celal Bayar Üniversitesi SB Dergisi C:7 S:2 s185 Hsieh, D. A. (1984). “Tests Of Rational Expectations And No Risk Premium In Forward Exchange Markets”, Journal of International Economics 17.1 pp 173-184. Imai, H. (2010). “Japan’s inflation under the Bretton Woods system: How large was the Balassa–Samuelson effect?”, Journal of Asian Economics 21. 174–185 Işık , Acar ve Işık (2004). “Enflasyon Ve Döviz Kuru İlişkisi: Bir Eşbütünleşme Analizi”, Süleymen Demirel Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi C9. S2 s325-340 İskenderoğlu, L. (1988) “Uluslar arası Para Sisteminin Sorunları ve İyileştirme Çalışmaları”. TCMB, Tartışma Tebliği, No:8807 Jabeen, Malik & Haider (2011) “Testing the Harrod Balassa Samuelson Hypothesis: The Case of Pakistan”, Pakistan Development Review, Issue (50) Vol:4 Winter, pp. 379-399 Jazbec, B. (2002) “Balassa-Samuelson Effect in Transition Economies: The Case of Slovenia” William Davidson Working Paper Number 507 Kasman, Turgutlu ve Konyalı (2005). “Cari Açık Büyümenin mi Aşırı Değerli TL’nin mi Sonucudur?”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi Cilt: 20 Sayı: 233 S. 8898 Lojschova, A. (2003). “Estimating the impact of the Balassa-Samuelson effect in transition economies” (No. 140). Reihe Ökonomie/Economics Series, Institut für Höhere Studien (IHS). Lopçu, Burgaç, Dülger (2011). “Balassa Samuelson Hipotezi: Türkiye Ekonomisi İçin Bir Sınama”. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt/Vol.: 12 Sayı/No: 4 (1-22) Lothian, J. R. ve Taylor, M. P. (2004). “Real Exchange Rates Over the Past Two Centuries: How Important is the Harrod-Balassa-Samuelson Effect?” CRIF Working Paper series. Paper 9. MacCallum, J. (1995). “National Borders Matter: Canada-U.S. Regional Trade Patterns”. The American Economic Review, Vol. 85, No. 3, Jun., 1995, pp. 615-623 MacDonald, R. ve Ricci, L. (2005). “The Real Exchange Rate And The Balassa Samuelson Effect: The Role of the Distribution Sector”. Pacific Economic Review, Vol. 10, No. 1, pp. 29-48 Marston, R. C. (1986). “Real Exchange Rates And Productivity Growth in The United States And Japan”. NBER Working Paper Series. Working Paper No. 1922 131 Martinez, J. C. ve Reboredo, J. C. (2007). “The Relative Price of Non-traded Goods in an Imperfectly Competitive Economy: Empirical Evidence for G7 Countries” http://www.researchgate.net/publication/5177813_The_Balassa-Samuelson_ effect_ in_an_ imperfectly_competitive_economy_ empirical_ evidence_for _G7_countries Mussa, M. L. (1984). “The theory of exchange rate determination”. In Exchange rate theory and practice (pp. 13-78). University of Chicago Press. Muth, J. F. (1961). “Rational expectations and the theory of price movements”. Econometrica: Journal of the Econometric Society, 315-335. Müslümov, A., Hasanov, M. ve Özyıldırım, C. (2003). “Döviz Kuru Sistemleri ve Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Sistemlerinin Ekonomiye Etkileri.”, TÜGİAD Bilimsel Eser Yarışması Birincilik Ödülü Officer, L. H. (1976). “The Productivity Bias in Purchasing Power Parity: An Econometric Investigation", IMF Staff Paper 23: 545–579. Özçiçek, Ö. (2006). “Türkiye’de Sektörler Arası Verimlilik Farkının Enflasyon ve Reel Kur Üzerindeki Etkisi”. Sosyal Bilimler Dergisi 2006/1 Papell, D. H. ve Prodan, R. (2003). “Long Run Purchasing Power Parity: Cassel or Balassa-Samuelson?” http://eml.berkeley.edu/~obstfeld/281_sp04/papell.pdf Parasız, İ. ve Yıldırım, K. (1994) Uluslararası Finans. (1. Baskı) Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları s 223 Phillips, P. C. B. – Loretan, M. (1991). “Estimating Long-Run Economic Equilibria”. The Review of Economic Studies Vol. 58, No. 3, Special Issue: The Econometrics of Financial Markets (May, 1991), pp. 407-436 Popova, J. & Tkachevs, O. (2004). “On The Balassa-Samuelson Effect in Latvia”. Young Researchers Enlargement Conferences (YouREC) Conference Paper Rodrik, D. (2008). “The Real Exchange Rate and Economic Growth”. http://online.wsj.com/public/resources/documents/rodrick.pdf Rogoff, K. (1992). “Traded Goods Consumption Smoothing And The Random Walk Behavior Of The Real Exchange Rate”. NBER Working Papers Series, Working Paper No. 4119 Rogoff, K. (1996). The Purchasing Power Parity Puzzle. Journal of Economic Literature Vol. 34.(2) pp647-668 Samuelson, P.A. (1964). “Theoretical Notes on Problems”. Review of Economics and Statistics”, Vol. 46. No.2 pp. 145—154. Sevüktekin, M. ve Nargeleçekenler, M. (2010). “Ekonometrik Zaman Serileri Analizi EViews uygulamalı”. Geliştirilmiş 3. Baskı Nobel Yayın Dağıtım Şimşek, M. (2004). “Türkiye’de Reel Döviz Kurunu Belirleyen Uzun Dönemli Etkenler”. Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B. Dergisi c:5 Sayı:2 S:6 132 Taylor, J. B. (2000). “Low Inflation, Pass-Through, and the Pricing Power of Firms. European Economic Review”. Volume 44. Issue 7. Pages 1389–1408, 2000 Taylor &Taylor. (2004). “The Purchasing Power Parity Debate”. Journal of Economic Perspectives -Volume 18, Number 4.Pages 135–158 Tica & Družić (2006). “The Harrod-Balassa-Samuelson Effect: A Survey of Empirical Evidence”. F E B – Working Paper Series. No. 06-07 ( No. 06-7/686) Tica ve Sonora (2009) “Harrod, Balassa and Samuelson (Re)Visit Eastern Europe”. F E B – Working Paper series 0 9 - 0 7 Uslu, E. (2012). “Reel Kurun Denge Değerinden Sapmasında Balassa-Samuelson Etkisi: Türkiye Örneği”. TCMB, Uzmanlık Yeterlilik Tezi. Van Horne, J.C. & Wachowicz,Jr. J.M. (2008). Fundamentals of Financial Management. 13th Edition Pearson Education Limited pp666 Yıldırım, A. (2007). “Samuelson-Balassa Hipotezi Ve Reel Döviz Kuru: Türkiye, ABD, İngiltere, Fransa Ve Almanya İçin Sınanması” Finans Politik & Ekonomik Yorumlar Cilt: 44 Sayı:509 133 EK A: 1 Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Sanayileşmiş Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Yazarlar Balassa (1964) Ülke Dönem Ekonometrik Yöntemler Amerika-11 ülke1 1950-1960 Sıradan En Küçük Kareler Kullanılan Veri Setleri Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP) GSMH Deflâtörü B-S Sonucu Var Kişi Başına Çıktı Sektörel Fiyat Endeksleri Officer (1976) Almanya- 8 ülke2 1950-1973 Sıradan En Küçük Kareler SAGP Var Kişi Başına Çıktı Çalışan Başına Çıktı Sektörel Çıktı Sektörel Fiyat Endeksleri İhracat Fiyat Endeksi Marston (1986) AmerikaJaponya 1973-1983 De Gregorio ve Wolf 14 ülke3 1970-1985 (1994) TÜFE,TEFE Sektörel reel ve nominal Geometrik Ortalama Var GSYİH GSYİH deflâtörü Görünüşte İlgisiz sektörel reel ve nominal katma Var Regresyon Yöntemi (SUR) değerler, sermaye stoku, istihdam ve faktör getirileri, 134 nominal döviz kuru, TÜFE, GSYİH deflâtörüne Canzoneri, Cumby ve 13 OECD üyesi4 1970-1991 Diba (1996) Dickey-Fuller Birim Kök Testi Tamamen Değiştirilmiş EKK birim ihracat ve ithalat endeksi reel GSYİH’nın içindeki hükümet harcamalarının payı Kişi başına GSYİH sektörel reel ve nominal katma Var değer endeksi, Sektörel Fiyatlar İstihdam Faria ve LeonLedesma (2003) Papel ve Prodan Almanya, Japonya, İngiltere, Amerika Amerika-16 ülke5 1960-1996 1892 – 1996 ADF ve Phillps-Perron Birim Kök Testleri Fiyat endeksleri ARDL Kişi Başına Çıktı Endeksi ADF ve Ng-Perron birim kök testi Döviz Kuru Yok Var TÜFE Deflâtörü (2003) GSYİH Deflâtörü Lothian ve Taylor Amerikaİngiltere (2004) Fransa 1820-2001 ADF ve Phillps-Perron Nominal Döviz Kuru Birim Kök Testleri Otoregresif Koşullu Toplam Fiyatlar Varyans (ARCH) Otoregresif Üstel Pürüzsüz Reel Gelir Geçiş (ESTAR) 135 Var Toplam Nüfus MacDonald ve Amerika- 9 ülke6 1970-1991 Ricci (2005) Levin and Lin Panel Birim Döviz Kuru Kök Testi Dinamik SEK Yöntemi Faiz Oranları Var Net Yabancı Varlıklar Hükümet Harcamaları Sosyal ve kişisel hizmetler, elektrik, gaz ve su, inşaat, toptan ve perakende ticaret sektörü, toplam istihdam Tarım, imalat ve ulaştırma, depolama ve haberleşme Martinez ve Reboredo G-7- Dolar Genelleştirilmiş Momentler Yöntemi (2007) Solanes ve Flores Nominal ve reel çıktı 1970 - 1990 SEK Amerika- 327 Yerli para-dolar, sabit fiyatlarla gayri safi sermaye stoku Sektörlerdeki çalışma saati GSYİH Deflâtörü 1991-2004 Sektörel İstihdam (2009) Imai (2010) Var JaponyaAmerika 1956-1970 Geometrik Orta GSYİH Deflâtörü TFV Endeksi TÜFE ve TEFE 136 Var 1 Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Danimarka, Norveç, İsveç, Japonya, Kanada, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri 2 Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Danimarka, Hollanda, Norveç, İngiltere, Japonya. 3 Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere ve Amerika. 4 Belçika Kanada, Danimarka, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İsveç ve ABD 5 Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, İngiltere ve Amerika. 6 Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İtalya, Japonya, Norveç, İsveç, Almanya 7 Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Kostarika, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, El Salvador, Jamaika, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Uruguay, Venezuella, Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, Almanya, İrlanda, İtalya, Kore, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsviçre ve Birleşik Krallık. 137 EK A: 2 Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Sanayileşmekte Olan Ülkelerde Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Ekonometrik Yazarlar Ülke Dönem Kullanılan Veri Setleri Yöntemler Halpern ve 16 ülke1-EURO 1991-1999 SEK GSYİH Wyplosz (2001) Genelleştirilmiş EEK İstihdam B-S Sonucu Var Sektörel Yatırım Sektörel Çıktı Toplam Doğrudan Yatırım Toplam Çıktı Yabancı ÜFE Drine ve (2001) Rault 2 16 ülke -EURO 1960-1998 Im, Peseran ve Shin Kişi başına GSYİH Pedroni faiz oranları Var Hükümet harcamaları Dışa açıklık derecesi Jazbec (2002) Slovenya-Almanya 1993:1-2001:2 VAR Sektörel GSYİH Deflâtörünü TÜFE Hükümet ve Harcamaları Egert & Drine & 12 ülke3Rault 1993:1-2001:2 VAR 138 TÜFE özel Var Tüketim Var (2002) Amerika, Almanya KPSS Sektörel Üretim ADF Sektörel İstihdam VECM Tamamen Değiştirilmiş EKK Johansen Eşbütünleşme Testi Drine ve (2002) Rault 6 ülke4 -Amerika 1983-1997 KPSS Sektörel Katma Değer Johansen Eşbütünleşme Testi Sektörel İstihdam Var Nominal Döviz Kuru TÜFE Lojschová (2003) Slovakya, Cumhuriyeti, Macaristan Polonya Euro Bölgesi Çek 1995:1-2002:4 SEK ve Reel ve nominal döviz kuru Var Sektörel Fiyat Endeksleri Sektörel Ücretler Reel Faiz Oranı TÜFE Popova Tkachevs (2004) ve Letonya-Almanya 1995-2002 ADF Sektörel GSYİH deflâtörü Johansen Sektörel İstihdam VECM ÜFE, TÜFE 139 Var Folfaş (2006) Polonya, Slovakya, 1997–2006 SEK Romanya - Almanya 1998-2006 İstihdam ADF, KPSS, PhilipsSektörel TÜFE Peron Johansen Sektörel GSYİH Deflâtörünü Eşbütünleşme Testi Hırvatistan - EURO 1998:1-2006:3 Phillips-Perron TÜFE ADF Sektörel İstihdam SEK Sektörel Katma Değer ADF, KPSS Sektörel istihdam Johansen Eşbütünleşme Testi SEK Sektörel Fiyat Endeksleri Dinamik EKK Sektörel Katma Değer SEK Sektörel Fiyat endeksi Im, Pesaran ve Shin Sektörel İstihdam GSYİH İçindeki Harcamalarının payı (2007) Funda (2007) Jabeen (2011) ve ve Tica ve Sonora (2014) diğ. diğ Var GSYİH Estonya, Macaristan Dumitru ve Jianu TÜFE Pakistan-Amerika 11 ülke6 -Almanya 1972-2008 1995-2008 ADF 140 Var Var Var Var Hükümet 1 Bulgaristan, Slovakya, Ermenistan, Hırvatistan, Slovenya, Azerbaycan, Çek Cumhuriyeti, Makedonya (Eski Yugoslav Cumhuriyeti), Rusya, Macaristan, Estonya, Ukrayna, Polonya, Letonya, Romanya, Litfanya. 2 Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, İran, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Fas, Umman, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen 3 Bulgaristan, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Polonya, Romanya, Rusya, Slovakya ve Slovenya 4 Hindistan, Endonezya, Kore, Filipinler, Singapur, Tayland 5 Bulgaristan, Estonya, Macaristan, Letonya, Litfanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Slovakya, Slovenya. 6 Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Slovakya, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Hırvatistan, Macaristan, Slovenya, Polonya ve Romanya. 141 EK A: 3 Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Türkiye’de Uzun Dönem Reel Döviz Kurunun Seyri Yazarlar Ülke Choudhri veKhan 16 ülke1 Dolar - Dönem Ekonometrik Yöntemler Kullanılan Veri Setleri B-S Sonucu 1976-1994 Levin - Lin ve TÜFE Var Im, Pesaran,Shin Birim Kök Testi Amerikan Doları Döviz Kuru Endeksi Dinamik EKK Yönetimi İthalat ve İhracat Fiyat Endeksi (2005) Égert (2005) 2 6 ülke EURO Dolar 1988-2004 ve DF, KPSS Birim Kök Testleri İhracat ve İthalat Fiyat Deflâtörleri Sektörel Katma Değer Endeksi, Sabit Yok Fiyatlarla Dinamik EKK yöntemi Sektörel İstihdam ARDL Sektörel Nominal Ücretler TÜFE- hizmetler Endeksi TÜFE-mallar Endeksi TÜFE-ÜFE Endeksi Nominal Döviz Kuru; EURO ve Dolara Karşı Sanayi üretim Özçiçek (2006) Türkiye- 1988-2004 ADF Birim Kök Testi 142 Sanayi İstihdam Sanayi Ücretler ve Toplam Sanayi Endeksi İmalat Sanayi Alt Kolları Saat Başı Var Üretimi Almanya Johansen Eşbütünleşme Testi Yıldırım (2007) TürkiyeABD, İngiltere, 1980-2003 ADF Birim Kök Testi İmalat Sanayi Endeksleri TEFE, TÜFE Alt Kolları Fiyat Reel Gelir Artış Hızı Yok D-F, ADF Birim Kök Testi TEFE Yok Granger Nedensellik Testi Kişi Başına Çıktı EKK Fransa, AY ve Üçgöz Almanya TürkiyeABD 1970-2004 (2008) Hata Düzeltme Modeli ARDL Lopcu, Burgaç ve Türkiye-EU 27 1995-2010 Dülger (2011) USLU (2012) TürkiyeAlmanya 2000-2012 ADF, KPSS ve Sektörel Üretim Zivot-Andrews Birim Kök Testi Sektörel İstihdam Tamamen Değiştirilmiş EKK TÜFE Bazlı Reel Efektif Döviz Kuru Yok ARDL ADF ve Phillps-Perron Birim Kök Dış Ticarete Açık Sektör Brüt Katma Yok Testleri Değeri Dış Ticarete Kapalı Sektör Brüt Katma ARDL Değeri 143 Dış Ticarete Açık Sektör İstihdam Seviyesi Dış Ticarete Kapalı Sektör İstihdam Seviyesi Dış Ticarete Açık Sektör Ücret Endeksi Dış Ticarete Kapalı Sektör Ücret Endeksi Dış Ticarete Açık Sektör Brüt Katma Değer Deflâtörü Dış Ticarete Kapalı Sektör Brüt Katma Değer Deflâtörü Nominal Kur UECM Bayar Tokpunar ve TürkiyeOECD 1999-2012 Point Türkiye-27 ülke3 1997:12012:2 Göreli Birim İş Gücü Maliyetleri Johansen Eşbütünleşme Testi Türkiye’ye Yurt Dışından Sermaye Akımları GSYH Tamamen Değiştirilmiş EKK Dış Ticaret Hacmi/GSYH Oranı Ng-Perron Birim Kök Testi (2013) Altunöz (2014) Elliott-Rothenberg-Stock Optimal ve Var VEC metodu ADF ve Zivot-Andrews Birim Sektörel İstihdam, Sektörel Üretim Yok Kök Testi Endeksleri ARDL TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru Tamamen Değiştirilmiş EKK 144 1 Kamerun, Şili, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti, Ekvator, Malezya, Hindistan, Meksika, Ürdün, Singapur, Kenya, Güney Afrika, Fas, Filipinler, Türkiye, Venezuella. 2 Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Türkiye, Rusya, Ukrayna. 3 Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Almanya, Estonya, İrlanda, Yunanistan, İspanya, Fransa, , İtalya, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Hollanda, Avusturya, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovenya, Slovakya, Finlandiya, İsveç, İngiltere. 145