MUSAYI KAZIM EVLATLARINDAN AHMET KARANFİL DEDE’yle Söyleşi Ayhan AYDIN Sevgili okurlar, yıllardan beri bünyesinde olduğum Alevilik Bektaşilik içindeki araştırmalarım bundan sonra beni nereye götürür bilemiyorum ama bildiğim tek bir şey var; tümüyle insan sevgisine, insan yüceliğine ve erdemine bağlılığından kaynağını alıp dallanıp serpilen bu inanç, kendine ait çok köklü kültürel yapılar oluşturarak Anadolu ve Balkanlar’da yüzyıllardır yaşamış ve yüzyıllardır yaşayacak görünen bir kimlik geliştirmiştir. Bize düşense bu büyük zenginliği keşfetmek, değerlerin derlemek, tüm toplumumuzun yararına sunmaktır. Bu Türk topraklarının, bu bereketli coğrafyanın şekillendirdiği Alevi Bektaşi varlığı, tümüyle kurallar bütünüyle çok sağlam bir şekilde örülmüş, dayanıklı, direngen ama aynı ölçüde esnek bir yapıdır. Dostluk, barış, kardeşlik, üretim, sağduyu, çağa uyma konularında esnektir; ama eline beline dilene sahip olma konusunda, cemini, sazını, sohbetini, eleştirisini, sağduyusunu yaşatma konusunda da aynı oranda sağlam, ilkelerinden ödün vermeyen direngen bir yapı sergiler. Günümüzde tüm canlılığı ve diriliğiyle yaşayan Alevilik Bektaşilik konusunda, olayın özüne ilişkin olmamak üzere çok değişik yorumlar, açıklamalar yapılmakta, insanların kafaları sürekli karıştırılmak istenmekte, bazen insanlar cahil yerine konulmaktadır. Aleviliğin çok farklı coğrafyalarda, çok farklı inanç ritüelleri içinde de olsa yaşadığını, hem de bir inanç ve kültür olarak, kurumlarını ayakta tutar bir vaziyette yaşadığını bizler, bu inancı içlerinde yaşatan sıradan Alevi Bektaşileri gördüğümüzde çok kolay algılıyoruz. Hele hele de bin yıldır bu inanç ve kültürün temel alt yapısının kurulmasında ve yaşatılmasında ana sorumluluğu üstlenmiş olan Alevi Bektaşi İnanç Önderleri’nin fikirlerini dinledikçe, onlarla söyleştikçe çok daha iyi anlıyoruz ki, bu inanç ve kültür üzerinde çeşitli oyunlar oynayanların çabaları boşunadır. Aleviliğe Bektaşiliğe kendi kafalarındaki sahte donları giydiren, kendince kimi yakıştırmalarda bulunanların da boşuna yorulduklarını, bu arada biraz kafa karıştırdıklarını, ama güçlerinin sadece bununla sınırlı kaldığını daha iyi görüyoruz. Evet... Alevlilik Bektaşilik, Anadolu’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da gerçek kimliğiyle, kişiliğiyle yaşıyor, yaşatılıyor... hala yola sahip çıkan dedelerimiz, babalarımız, ozanlarımız, aşıklarımız, zakirlerimiz, bilge insanlarımız var... cemler, semahlar, müsahiplikler... devam ediyor. Uzun yıllardır, Türkiye’de biraz da temellerini oluşturmaya çalıştığım gibi, Alevilik Bektaşilik’le ilgili söyleşi tekniğinin yardımıyla bilgi alma konusunda hayli mesafe kat ettiğimi şimdi daha iyi görebiliyorum. Sayısını tam bilemiyorum ama öyle tahmin ediyorum ki beş yüze yakın bir rakamla Türkiye’de ve Bulgaristan’da en fazla dede ve babayla söyleşi yapan kişiyim. Bu konuda yüzlerce saatlik, yüzlerce ses ve görüntü kaset kayıtlarıyla ilgili bir arşivim oluştu. Yine yüzlerce fotoğraflık arşivimle bu konuda öncü bir çalışma yapmaya çalıştım. Yaptığım söyleşilerin çok küçük bir bölümü yayınlandı. Ama ben yayınlansın veya yayınlanmasın tüm çalışmalarımı konuyla ilgilenen tüm araştırmacıların hizmetine açtım. Söyleşi metinlerini yazılı veya disketlerle ayrıca fotoğrafları kullanmaları için onlara verdim. Her ne kadar bazı istismarlar olsa da, bu konuda yardımlaşmanın, birlikte bir şeyler üreterek sorunları azaltılabileceğimizin en fazla farkında olan kişilerden birisiyim. Çünkü en azından son üç ayda toplam altmış gün alanda kalarak, CEM Vakfı adına yaptığım araştırmalardan sonra daha net olarak gördüm ki, yapacak o kadar çok, o kadar çok işimiz var ki, bunu sıralamak başlı başına bir yazı konusu. Ben derim ki, kurumlar işbirliği yapsa, araştırmacılar işbirliği yapsa, küçük çıkarların, kaprislerin peşinde olmasak, her şeyi ben yaptım, ben yapıyorum demesek, şu benliklerimizden bir kurtulabilsek, dünya daha yaşanır olacak, Aleviliğin ilkelerini hayata geçirdikçe, Alevilik Bektaşilik adına yapacağımız araştırma ve incelemeler daha sağlıklı olarak yerli yerine oturacak. Değerli dostlar geçtiğimiz temmuz ayı içinde Tunceli, Erzincan, Ordu, Muş, Bingöl, Elazığ, Malatya bu arada Erzurum’u da içine alan yaklaşık bir aylık, bir alan araştırması yaptım. Erzurum merkez, Tekman ve Hınıs’ta Alevi köylerinde başta dedeler olmak üzere halkla yaptığım söyleşiler bölge hakkında, bölgede yaşatılan Alevilik hakkında bende çeşitli fikirlerin oluşmasını sağladı. Bunların kasetlerini deşifre ettikten, gerekli notları topladıktan sonra kamuoyuna sunmayı düşünüyorum. Fakat konuyla ilgili söyleşileri yıllar önce başlattığım için sizlere yine Erzurum’dan bir dedeyle yapmış olduğum söyleşi metnini aktarıyorum. Tekrar etmekte yarar var sanırım, söyleşilerde izlediğim temel yöntem, söyleşi yapılan kişinin görüş ve düşüncelerine kesinlikle en ufak bir müdahalede bulunmadan, söyleşi metnini aynen aktarmaktır. Zaten olması gereken de budur. Söyleşideki tüm görüş ve fikirler söyleşi yapılan dedenin görüş ve fikirleridir. Söyleşi metni Dedenin kendisine verilmiş, olası isim hatalarının düzeltilmesi sağlanmıştır. Ayrıca dedenin söyleşi metnine yazılı bazı ilaveleri de olmuştur. Bunun yanı sıra yazım vb. hatalar olursa affoluna. Başka çalışmalarda birlikte olmak dileğiyle hoşça kalın, dostça kalın. Sevgili Ahmet Karanfil bize kendinizden bahsedebilir misiniz, yaşamınızdan, kendi köyünüzden ve çocukluğunuzdan bahsedebilir misiniz? Oradaki gelenek ve görenekler nelerdi, yaşam nasıl bir yaşamdı? Ey kutlu Ehlibeyt Bendeleri şirin canlar, Bu sayfalar Hak Muhammed Ali Ehlibeyt ve 12 İmam sülbinden süzülüp gelen nur neslinin ikinci emanettir. Bu ebedi olan bunlara biat sevgi saygıda kusur etmeyen ebedi rahmetler ve nasipler olsun. Emaneti ehline vermeyenlere de lanet olsun. Ehlibeyt emanetine sahip çıkanlara ebedi alemden yüce makam niyaz ederiz. İlimle sürene halına haldaş yoluna yoldaş olana edep erkana rivayet edenlere sonsuz selamlar olsun. Ey güzel dost emanete sadık kal vebal çok ağırdır. İman itikat halis amelle sarıl ve ikrarında sadık ol. Buna karşı özünden hitap eyle. Çünkü ikrar siyasi değildir 12 ahkamın esası sözünde durmaktır. Seyyid Ahmet Karanfil Ben, Erzurum Tekman Erduran Köyü’nden, Seyyid Ahmet Karanfil. Ehlibeyt nesli 7. İmam Musa-i Kâzım evlâtlarındanım. Pîrimiz Baba Mansur, mürşidiniz Ağuiçen. 1944 doğumluyum. Biz, çiftçilikle uğraşıyorduk. Bizim zamanımızda okul yoktu. Babamız Evlâd-ı Resul olduğu için, o yöreden mesuldü. Alevi, Ehlibeyt erkânına bağlı insanları, Alevi yolunun gerektirdiği erkânlara göre irşât ederdi. Bu yol rıza, gönül yoludur, çıkar yolu değil. İmam Cafer Buyruğu’nda; Evlâd-ı Resul bir pîrin ilk görevi irşâttır, diyor. Ama seyitler, çeşitli nedenlerle okuyamamışlar. Bunun neticesi olarak da kendilerine kalan Hz. Muhammet’in velâyeti, Hz. Ali’nin Nech-ül Belâga’sı, İmam Cafer Buyruğu, Hüsniye, Hacı Bektaş Veli’nin Makalât’ı -ki 7 Makalât’tan biri bendedir. O Makalât ile şimdikini karşılaştırıyorum da gülüyorum. Birbirine hiç benzemiyor. Yani; insan bir çeşmenin başına gittiğinde, doya doya su içebiliyor. Ama köyün altına geldiğinde, o su içilmez. İkinci köye gittiğinde, hiç içilmez. Önemli olan gözeden almak. Her şey orada. Ehlibeyt’in gözesinden ve o sinsileye bağlı evladı resulden el etek biat alması irşat olmasıdır ki bu mecburidir. Eğer Ehlibeyt muhubi guruhu naci ise. Babanız nasıl bir insandı? Yöresinde keramet gösteren biri olarak tanınır. Ne gibi? Karanfil’in Derviş Kamber’i var. Bütün Erzurum, Kars yöreleri Derviş Kamber’e ziyarete gelir. Oğlu olmayan, sakat, kütürüm olanlar gelip, orada şifa bulurlar. Onun bir efsanesi var; Haydar’ın oğlu Ali Asker (Ali Asker şu anda hayattadır.), Derviş Kamber’i kirve yapıyor. Aradan bir iki sene geçiyor, ama oğlu olmuyor. Karısıyla birlikte Kamber’e gidiyor, ondan sonra oğlu Ali Asker oluyor “Senin kirvendir” diyor. Hınıs’a Rijler gelir Diyarbakır’dan, onlar “Oğlanı getir Pırti verelim sana, çocuğu bize kirve eyle” diyorlar, o da “Gidip pirimden niyazımı alıp geleyim” diyor. Oğlanı götürüyor, niyazını alıp, kurbanını kesiyor. Atla dönerken oğlan; “Baba, çüküm gitti” diyor. “Nasıl gitti, oğlum?” “Kestiler”. Attan atlayıp bakıyor ki, çocuk sünnet olmuş. Adam orada bayılıp, şok geçiriyor. Bu, büyük bir olay. Köye haber veriyorlar. Çevre köyler toplanıyor, özür dileyip orada kurban kesiyorlar. Ali Asker hâlâ yaşıyor. Sizin köyün adı Erduran mıydı? Bizim merkez köyün adı Mir Seyid’dir ve Sıldız. Bütün seyitlerin miri anlamındadır. O köyden çıkıp, sonra dağılmışlar. Bunun kardeşleri de var mı? 5 kardeş var. 1. şehit Biyoke 2. Şehit Gölo 3. Şehit Ciron 4. Şehit Ağpin 5. Şehit Çala, pile. En kutsalına Seyyit Biyoke diyorlar, yani Büyük Seyit. Hacca giderken birine soruyorlar; “Nerelisin?” “Erzurumluyum”. “Hacca mı geldin?” “Evet” “Hacca gelene kadar, niye Mir Seyyit’e gitmiyorsun? En büyük hac orasıdır.” diyorlar. Batını manadadır ki, Kuran-ı Kerim’de Hak kelamıdır. “Şehitlere ölü demeyin çünkü onlar yaşıyor siz bilemesiniz. “ Türbesi var mı? Türbesi, Erduran’a yakın olan Mir Seyid köyünde Hangi ilçeye bağlı? Hınıs’a. Orada büyük zatlar var. Biri Seyidi Boke Biyoke, biri de Derviş Kamber’dir. Kamber’in türbesi Sıldız’dadır. Sıldız nereye bağlı? Sıldız da Hınıs’a bağlı, Mir Seyyit’le sınırdaştır. Mir Seyid, Sıldıs, Erduran birbirlerine bağlı Alevi köyleridir. Diğer köyler hangileri? Çok var Devreş Ali Köyü, Başköy, Kermik Kasan, Kalecik, Kara kilise, Suoran, Şahvendi, Naçaran, Toprak Kale, Çamurlu, Yolüstü, Bedran köyü, Güzeldere, Kürçük, Dikan Hüseyin, Karaağaç, Melekulaç, Muzek, Kazhiyabita Kani, Sıpı Dimili Komu Toraman, Keriyan, Başkent, Seydi köyü, Ağçamelik, Yelpiz Kulngo Tepeli, Karamele, Beyordu Çığılhan Mazra Hınıs’ın kaç Alevi köyü var? 20-25 tane. Aklınıza gelenleri sayar mısınız? Mir Seyid, Ketenci, Sıldız, Sağlam, Kazıncı, Fers, Meydan, Heyran, Derik, Dikme, Çağlar... Bir de Sünni köyler var. Onların isimleri değişik. (Not: Daha sonrada öğrendiğimiz Tekman ve Hınıs’taki Alevi köyleri şunlardır: Tekman; Çatkale (Mergizer), Çağlar (Gome Tiyor), Dibekli, Gümüşlü (Hırancık), Çayırdağ (Gome Alimor), Kuruce, Karataş, Halafan (Ğelefo/Erenler), Güneşli (Şadi Komu), Çılakomu. Hınıs: Tanır (Mirseyit), Sıldız (Henek/Mezra), Ketenci, Toprakkale, Çamurlu, Başköy, Toraman, Neceran, Dikili (Karakilise), Dervişali, Şalgam, Hayran, Kalecik, Meydan, Güzeldere, Suvaran, Avcılar, Hayran, Taşbudak (Kasan), Yolüstü Köyü (Arus), Malla Kulaş, Mustu Can, Kalecik Köyü, Saltepe (Derk), Tikme (mezra), Çiçekli, Gome Dil (mezra), Kazancı, Ilıcak, Şeytan deresi, Kulungo, Uyanık, Germik vb. (Bu bilgileri Baki Düzgün Dede ve yöreyi ziyaret ettiğimde diğer insanlardan derledim. Ayhan Aydın) Bu köylere gittiniz mi? Hepsine gittim. Kazadır Köprü köyü, Yemlik köyü, Ağzen-kirezli köyü. Nüfusları ne kadardır? Oralardan eskiden iki senatör gönderiyorduk. 3 tane milletvekili vardı. Hınıs başta olmak üzere Tekman, Çat, Aşkale, Şenkaya. Aşkale’de ne kadar köy var? 20 köy vardır. Türkmen aşiretleri var orada. Adnan Polat’ın köyünün eski ismi Bacaot’dir. Yeni ismi Güney Çam’dır. Arif Sağ’ın köyü Şaş Köyü-Güler, Duman’ın Liç Köyüdür. Yavuz Top’un Kükürtlü Köyüdür. Diyer Köyler Hacı Hamza Köyü-Pernek köyü-Gök dere köyü- Tozulça-Kabondurak-zoza-taşli çayır-gümüş seren- Sarı Baba, Derzora Balın Petek Daşlı Çayır Kürt Memet, Han Köy, Pırnakaban, Köp Köyü, Koz Baba Köyü. Tekman’da hangileri var? 12 köy var. Çülak-külük kom-Mehmet ağa köyü-Divekli, Karataş, Mergezer, Harançko, Gomalumur, Gometyer var. Hala fan-sadi kömü-kuruca. Kanıngez 2. Kanıngez, Demirtaş, Alibey, Taze gaç köyü, Kilişe- Bey kömü- Miğana Köyü-On petek- Kumaşlar 2. Kumaşlar Balcı Köyü-Erzanı Köyü-KanaçaKarabey-Göbek veren Sarı kaya-Beşiktaş-Palukan- Putkan-Keleş-Sal-Venedik-Derik-Körnaz. Çat’ta? Çat’ta daha fazla, ama Sünnilerle karışık olduğu için, gitmedim. Şenkaya’da? Orada Türkmen aşiretleri var. 17 köy var. Erzurum’um merkezinde var mı? 1000 ev var. Olur kazadır tek bir köyü var Dene Köyü. Peki, çocukluğunuzdaki cemleri hatırlıyor musunuz? Eskiden nasıldı, şimdi nasıl? Eskiden insanlar şehre akın etmiyor, hep köylerde yaşıyordu. Öyle insan vardı ki şehri görmemişti. Babam öyle derdi. Babanızın adı neydi? Hüseyin Karanfil, onun babasının adı Hasan, ama Karanfil diyorlar. Halkın sevgisinden dolayı Karanfil demişler. Madem ki babamdan bahsetmişken burada soy seceremi de arz edeyim. Bu bir Ehlibeyt Muhammed Ali ve 12 İmamların emanetidir ve sinsilesi ve tüm Ehlibeyt seven ve bendesi olanların boynunda vebali ve mecburidir yazılması. EVLADI RESÜLÜN SOY SECERESİDİR. Tüm Alemlere hidayet ve rahmet nuru nübüvvet olan Hz. Muhammed Mustafa ve Hz. Ali Keremullahü veceh ve nuru velayet piridir. Ve Hz. Fatma tül Hayrul nisadır ki batına manadan kevserdir ve Evladı Resul’un seyyid sadedlerin temel anasıdır. Nuru nübüvvet ve nuru velayet ondan birleşerek kevser havuzu oluşur ki sevgi biyat, pirlik, mürşidlik, irşat, talip tutmak yalnız ve yalnız onun nesline gelmiştir ve bu ilahi emridir. Onun nesli dışında ki, mürşidlik, pirlik, sürerse mertuttur. Sürdüğü Hak Muhammed Ali Ehlibeyt 12 İmamlar dergahında nuşfadir Yezidi Pelitdir. İrşat yalnız Hz. İmam Hüseyin’in nesline gelmiştir ki yalnız ve yalnız evlad ondan kalmıştır. İmam Zeyneli abadan kalmadır. Çünkü Hz. Muhammed Ehlibeytini abasının altına alarak işte Ehlibeytim abanın altındadır. Hz. İmam Hasan Hulki Rızanın kızıyla evlidir. İki İmamın ve Ehlibeytin sinsilesidir kıyamete kadar devam edecektir. Evladi Resulun yerine göz diken varsa ya o da bir Ebu Sufyan’dır, Ebu Cehil’dir, Yezit’dir, Muaviye’dir. çünkü onlar da aynı davayı gütmüşlerdir. Onlardan sonra o davaya kalkanlar hiçbir farkı yoktur ey Ehlibeyt hem de ve talipleri size bırakılan iki emanete ihanet etmeyin bu büyük vebaldir. Altından çıkamazsınız. Bir Hak kelami olan dört kitaptır. İkincisi Ehlibeyt ve neslidir eğer ilahi emirlere itaat etmesen ve evlada yani Ehlibeyt neslinse biat edip irşat olmasan tüm emeğin ziyandır. Göklerdeki melekler yer feriştahları şahit olsun imam Zeynel Abadan İmam Muhammed Bakır’dır, İmam Bakır’dan İmam Cafer Sadık’dır. Cafer’den İmam Musa-i Kazım’dır. İmam Musa’dan Seyyidlik kolu ayrılarak Musa’dan Seyyid İbrahim el Mucapdir. Seyyid İbrahim’dir bir İbrahim mi Mükerem ve İbrahim’i Sanı ve İbrahim’i Mucap İbrahim’i Mükeremder. Seyyidler Kutbu Seyyid Mahmudi Hayranı Veli’dir. Diğer bir ismi ile Hz. Pir olarak da anılır. Seyyid İbrahim Sanıdan Hacı Bektaş-ı Velidir. İbrahim Mucab’dan da ürkin Kali Hüseyin’dir. Yani Tahlalandır. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’den evlat gelmemiştir. Mücerrettir. Alevi erkanında dört kişi mücerettir. 1. Hz. İsa’dır, 2. Selman-ı Piri Pak’tır. 3. Veyseli Karani’dir 4. Yunus Emre’dir. Bunlar mücerrettir. Bu yolun erkanını kemsi fetvalarla kalkışmasın yolun erkanların sahipleri vardır. bu yolu Rıza yoludur, çıkar yolu değildir. Yok katiyen af etmez ya afi yoktur. Azaba ducardır. Yolda ikilik olmaz, ikilik ceberutdan kalmadır. Ebu Cehil’den, Ebu Sufyan’dan, Yezit’den kalmadır. Çakal kendi postuna aslan kendi postuna çekilsin ki katar yürüsün. Her nesne kendine çeker asil asildir. Hiçbir soy nesil evladı resul soyuyla kıyaslanamaz. İnsan olur her şey olur ama evladı resül olamaz bu ilahi bir emirdir. İlahi emir üzerinde kelam üretenler fasiktir. Asil asildir manası sudur yalancı yalancının yanına gider, içkici içkiciyi sever yanına varır, namussuz namussuzun yanına varır. Münafık münafığı sever, yanına varır, Mümin de Müminin sever yanına varır. Muhabbet edenler edepli edepliyi sever edepsiz de edepsizi sever işte asıl asıldır. Kirli kirliyi, pak pakı sever, pak nurdur, kirli de pisliktir ey canlar. Gelelim secerenin devamına, İbrahim Mükerem’in oğlu Seyyidler kutbi Seyyid Mahmut Hayranı ve nesli Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin amca oğludur. Ehlibeyt neslinden Hacı Bektaş-ı ziyarete gelince aslana binip kamcısı yılandır. Hacı Bektaşi Veli duyunca ziyaretime gelen zat aslana binip kamcısı yılan olan olsa olsa Seyyidler kutbi olan ancak Seyyid Mahmut’tur der, orada bulunan kızıl kayaya binip Allah’a sığınarak yardımda dua ederek yürü ya mübarek taş, yürür Seyyid Mahmut Hacı Bektaş-ı Veli’yi taşa binip karşısında görünce ya Hünkar seninki kamcısızdır. Aslandan atlayarak hürmet ve saygıda bulanan muhabbete başlarlar. Hacı Bektaş-ı Veli de ey ulu pir ben sana ilmine hayranım Hayranı Kelami da Hacı Bektaşi Veli’den kalmadır. Ve Hünkar’ın kelamı da Seyyid Mahmut Hacı Bektaş’a vermiştir. Ondan sonra da Hacı Bektaş-ı Veli’ye Hünkar Hacı Bektaş Veli olarak anılmaktadır. Ve seyyid Mahmut Veli de ondan beri Seyyid Mahmud Hayranı Veli olarak da anılmaktadır. Bir rivayete göre Seyyid Mahmud Hayranı Veli’nin bir kuzusu varmış ama daha körpeymiş. Seyyid Mahmut Konya’ya gitmiş Mevla’ya muhabbet etmeye dönünce kuzuyu kesip yemişler. Hz. Pir sorar hocaya, kuzu kim dara çekti Mansur, kim yüzdü Nesimi sen ne yaptın ya Hoca ben de onlara güldüm ya Mansur seni dara çeksinler, ya Nesimi seni de yüzsünler ya Hoca dünya var oldukça alem sana gülsün hocaya ya Pirim bundan önce kuzuyu sen de kesiyordun. Biz nas ederdik kemiklerini postuna koyarak sen asayı vururdun. Kuzu gince hayat bulundu biz de aynısını yaptık kuzu hayat buldu ayağa kalkınca okşamaya başladı. Aynı bıçakla kestik aynı asayla vurduk gine de üzünlü kaldı evet hocam kuzu aynı kuzu bıçak aynı bıçak asa aynı asa ama el aynı el değil. Çünkü evladı resul eli değildir nedeni velayet evladı resül evladına verilmiştir. Nuru nübüvvet ve nuru velayet evladı resule verilmiştir. Ehlibeyt bendesi olan bir tahip kendini evladı resulden üst görmesin o evlattan şu vasıflara sahipse eğer bir şart üç sünnet 12 erkan on yedi kemerbest dört kapı yani dört ilim beldesi olan dört kitap kırk makamdan yani ilim dalları kırka ayrıdır. İlmi cemayı kupradan alım ola ki ayat ile pirliği irşatı kabuldan ama bu ilimlerden haberdar değilse Ehlibeyt ahlakına sahip değilse pirliği sürdüğü kabul değildir. Rettir ama bunlara sıkı sıkıya bağlıysa ilim irfan ahlak sahibi ise insafi mürşitliği pirliği kabuldür. Hak Muhammed Ali, Ehlibeyt, 12 İmamlar divanında Allah Eyvallah sekiz uçmak kapısı açıktır. O Ehli imana bu yol razı yoludur, emel temiz can özde birleşerek divanı bariya varır ikrarlarından sabit kalim bu yolda sek supe bübürlemek yasaklanmıştır. Rayi turap olmalısınız kendinize zulüm etmeyin rahmete yönelin ey Ehlibeyt bendeleri benim sizlere sözüm, uyarım şudur, Fetih suresindeki 10.ayeti okuyun onda çok büyük mana vardır. Seyyid Mahmut Hayrani Velinin iki oğlu olur. Biri Seyid Hüseyin’dir biri de Seyyid Gazidir. Seyyid Hüseyin’in 12 saci 12 yılanı olan seyyid gülang iman olan oğlu Hacı Seyyid Gülüm Hacı Seyyid Ali Hacı Seyyid İsmail Hacı Seyyid Abdülkef Hacı Seyyid Mustafa Hacı Seyyid İsmin Hacı Seyyid Teberdan Hacı Seyyid Gazi Hacı Seyyid Dursun Dilba Hacı Seyyid Kureyş büyük Kureyş olarak anılır. Hacca gidince dönüşünde Mısır da bir karıyla evlenir. Karının eski kocasından iki oğlu vardır. beraberinde getirir o çocuklara Mısıroğullları diye anılırlar. Bunların Hacı Kureyş soyuyla ilgisi yoktur. Hacı Kureyş Adıyaman Cincef Nahiyesi’nde Şeyhler Köyü’nde büyük dengesi ve türbesi vardır. Bütün o yöre orayı ziyaret etmektedir. Adıyaman Antep, Suruç, Urfa, Diyarbakır, Malatya Hacı Seyyid Kureyşin talipleridir. Mısıroğulları büyüyünce öz oğlu olan Seyyid Kil la baskı yaparak artar. Seyyid kil da taliplerine buyruk ederek 12 aşiret pirin buyruğuna uyarak göç ederek Dersime yerleşsinler 12 aşirette şunlardır; 1 Hormekenlar 2. Lolanlar 3. Haydaranlar 4. Balabanlar 5. Maskanlar 6. Yıdanlar 7. Gırançiklar 8. Butanlar 9. Sahdıyanlar 10. Seh Hesenanlar 11. Demanlar 12. Yürük Türkmen oymaklarıdır. Tahtacı Dadaloğulları Avşar oymağı Karacaoğlan Ey Canlar ve akıl sahipleri asırdan asıra devirden devire bu aşiretler bin dört yüz senedir ki canlı şahitleridir. İşte bizim gerçek seceremiz asırdan asıra bize biat edip bağlanan sevgiden edepden erkandan kusur etmeyen bu Ehlibeyt bendelerine canı gönülden teşekkürlerimiz vardır. Allah’ın rahmeti, muhabbeti üzerinize olsun, Hak edenlerin Cenabı Hak Ehlibeyt katarına nahil eylesin. Seyyid Kaldan-Seyyid İsmail-Seyyid Bar-Seyyid Dursun-Seyyid Rıza-Seyyid Kamil-Seyyid Kamilden Seyyid Küçük Kureyşden, Küçük Kureyş Musa Abdal’ın kızıyla evlenir. Derviş Mevali Derviş Gazi ve Şah Haydar diyen ismi ise düzgündür, düzgünden Derviş Mevali’den ve Gaziden soy yürütmektedir. Küçük Kureyş yine evlenir. 2. Karısından Hüseyin Seyyid Gazi Seyyid Ali’de var. Gaziyanlar Erzincan Erzurum ve Varto’ya dağılmışlar oradan da Türkiye’nin bazı yörelerine yerleşmişler. Yurt dışında da çok Erzurum’da olanlar DERVİŞ ALİ KÖYÜ’NDEN olan Evladı resuller Derviş Ali soyunda şimdi yaşıyorlar. Derviş Ali oğlu Hüseyin Çimin oğulları Seyyid Süleyman oğulları 5 tanedir. 1 Yusuf Seyyid Yusuf’un oğlu Fevzi onun oğlu Seyyid Hüseyin seyyid Veliden erkek evlat yok – Seyyid Dervişten Üç oğlan var. Ali Hasan Hüseyin’dir. Seyyid Mahmut’dan Almanya da yaşamaktadır. Seyyid Halil’den yine Almanya da yaşamaktadır. Derviş Ali’den oğlu Hasandan Alibinadır Ali’dir. Hüseyin’dir. Hasan’ın oğlu Yusuf oğlu Ali erken Hasan ve Binalidir ve gine Askerin oğlu HAKI’dır. Derviş Ali oğlu Süleyman ve oğlu CebeliCebeli oğlu Ali Haydar ve Mehmet’dir. Hasan’ın oğlu Kamer’in oğlu Hasan’dır. Seydali’nin oğlu Kali onun oğulları da Ali Zeynel Haydardır. İsmail oğulları Kekil Kekil’in oğulları Fevzi ve Ali - Ali babadan seyyid Halil Halil’in oğlu da Hasan babadır-Mevali’den Derviş Ali’dir. Yine Mevali’nin oğlu Nur Hamza ve Karamandır. Yine Hüseyin oğlu Babadır, Seyyid Babadan Seyyid Zeki ve Necati’dir. Yine Hüseyin’den Sahdar’ın oğlu Seyyid Cafer Zeynel Veli Şah Yusuf’dan Mehmet’dir. Ayrı yeten o Kayden Hüseyin ve Karaman ve Hulki aynı soydandır, ayni boydandır. KETENCİK KÖYÜNDEKİ EVLADI RESULLER Ali’ye Dervişgiller baba oğlu yanı bayın oğlu Cehmal Cemal’in oğlu Müslüm - Haliş - Müslüm’ün oğlu Mahsuni ve Tarkan’dır. Ali’ye Derviş Ali Cafer Hayrani’dir. Ali Rıza oğulları Seyyid Kekil ve Hamza biri de Almanya’dadır. MERGEZERDEN HANLAR SEYYİD DİL Aligan’dan İsmail İsmail’den Mursel-Hamza Doğan Hazamdan Kasım ve Haydar Mursel’den Seyyid Ali Zeynel ve Hüseyin Metin Ali’den oğlu Seyyid Serkan’dır. Hasan’ın oğulları da soydan ve Veli’dir. soydandan Haşim’dir, Hüseyin’dir. KAMERİN OĞLU KÜÇÜK HASAN onun oğlu Ali Ekber Hüseyin erkandır. Hasan kazın kardeşi İmam Cafer Düzgün Alikgiller’den oğulları Düzgün-Haydar ve Alidir. Ayreten Mergezen’de Haydari Bege var. Haydar’ın oğlu Gaki var. Hüseyin dil oğulları baba Rıza Hasan Ali ve Veli’dir. Birikgiller vardır Avadış Köyünde. Babanın oğulları Seyyid Mürsel ve Celal Cafer Ali vardır. Bave Hüşe Mevgiller denir. Çuluk Kömünde Rehber var oğulları Battal ve Kazım’dır. SAĞLAM’DAKİ SEYYİDLER Derviş Süleyman’dan yine Derviş Süleyman oğlu Hüseyin ve Hasan Hüseyin’den Seyyid Cafer Cafer’in üç oğlu var. Seyyid Binali –S-Kamer ve Seyyid Battal’dır. Binali’den Haydar ve Derviş İsmail Kamerden Seyyid Cafer Ali’dir. Battal’dan Seyyid Battal’ın oğlu Ali’dir. Ayni Derviş Süleyman’dan Hasan’dır oğlu Hasan Baba’dır. Hasan Baba’dan Seyyid Mazlum Hasan’dır. HİRANÇKO’DAKİ SEYYİDLİK KOLU VE EVLADI RESUL DEVRİŞ MEVALİ VE KEKE ALİĞAN EVLATLARI Ali Ali’nin oğlu Habib Habib’in oğlu Baba Ali’nin oğlu Deli ve Düzgün oğlu İmam Deli’nin oğlu Melek yine Derviş yine Derviş Mevali’nin oğlu İbrahim oğlu Hüseyin ve oğlu Cebeli’nin oğlu Ali Ekber yine İbrahim’in oğlu baba-babanın oğlu Hasan- Hasan oğlu Önder – Hasan’dan Dede’dir. Oğulları Kamer ve Nizam’dır – Kamer oğlu Alığan-İmam oğlu Süleyman ve Celal Hamedi Birim’den Seyyid Kerem Hüseyin Baba ve Hakkı’dır. Yine Birimin oğlu Doğan oğulları Halil baba ve İbrahim’dir. Alidir Kamer’in oğlu Alığan oğlu Celal Ahmedikek oğulları Hasan Hasan’ın oğlu Hasan ve Hüseyin vardır. Hameden Haydenden Hüseyin Ali Haydar var. Hüseyin de Seyit Çan Alığan’ın oğlu Seyyid Karaman Karaman’ın oğulları Eli Mustafa Derviş Süleyman Mustafa’nın oğlu Binalidir. Eliden Hasan’dır. Mustafa’dan Süleyman Süleyman’dan Sahdan Soydandan Mehmet’dir. Yine Süleyman’dan Beytulah’dır. Beytuhdan Binali’dir. Mustafa’dan yine Seyyid Zeynel’dir. Oğlu Ali Baba’dır. Süleyman’dan Hüseyin’dir ondan Binali’dir. Yine Süleyman’dan Hakkı’dır. Oğlu da Seyyid Cengiz’dir. Yin Kamedi Kekden oğulları Ali Ekber ve Şahidan’dır. Yine Süleyman’ın oğlu Halil Yusuf Keke’nin oğul Cafer Cafer’in oğlu Hakkı’dır. Ahmed’in oğlu Kasım ve Kandesi ve bunların cümlesi Ehlibeyt ocakzadelerdir. Evladı Resulden Seyyidi Saadetlerdir ki tüm nizam onların cedleri olan nuru nübüvvet ve nuru velayet için yer ve gökler birbirine ikrar bet olmuştur. Nizam tutmuştur ey Ehlibeyt Bendeleri Tebellaya bağlı gürhu naci talipteki ikrarından sabil kal. BABA MANSUR’DAN ERZURUM’DA OLAN OCAKZADELER Mergezer’de, yeni ismi Çatkale’dir, Seyyidgiller seyid oğlu seyyid Süleyman onun oğlu yine Süleyman, Seyyid Kekil oğlu Güldede ve yine oğlu Celal yine Sultangiller’de Baba Mansur ocağında Bayanın oğlu Hakkı Mehmet Derviş Kamer’in oğulları Rahman ve Hakkı ayrı yeten Seyyid Hüseyin var. Getengiller Geremin oğlu Haydar ve Haydar’ın oğlu yine Hoca Haydar. Yine Baba Mansur ocağından Ağbaba Dede oğulları Haydar ve Ali Ekber Baba Hüseyin vardır. BAŞKÖYDEN MANSUR OCAĞI Seyyid Veli, Seyid Süleyman, Seyyid Hasan’ın oğlu Hüseyin. MEYDAN KÖYÜ’NDEN MANSUR OCAĞI Kekbaygiller iki oğlu var. İsmail ve Veli. Veli’nin oğlu Süleyman Süleyman’ın oğlu Mehmet Göçer. DAĞLAR’DA MANSUR OCAĞI MENSUPLARI Seyyid Musa Seyyid Musa’nın oğlu Seyyid Kali Kali’nin oğlu Seyyid Hıdır gül. Seyyid Musa’nın kardeşi Seyyid Derviş Dervişin oğlu Seyyid Meksut Meksut’un kardeşi oğlu Ali Ekber Yılmaz. Yine Seyyid Süleyman akrabası Seyyid Veli Seyyid Veli’nin oğlu Seyyid İmam Biter. Yine akrabaları Seyyid ve oğlu Ali. ERZURUM’DA MEKSUT EFENDİ DE Fatli Seyyid Hüseyin ve Seyyid Ali Hasan ve oğulları vardır. Erzurum’da su deposunda Baba Mansur Ocağında, Seyyid Yusuf ve oğlu Ali ve Veli vardır. Seyyid Mustafa oğlu. SOY SECERE VE NUR SİNSİLESİ EVLADI RESUL NURU NÜBÜVVET VE NURU VELAYETİN SAADET VE SEYYİDLİK KOLUDUR. 1- Resulleri serçeşmesi nuru nübüvvet Hz. Muhammed Mustafa 2- Velayet ve velilerin serçeşmesi nuru velayet Hz. Ali siri keran. 3- İmam Hasan Hulki Rıza 4- Seyitler serdarı İmam Hüseyin Sayyı Seyidi desti Kerbela 5- İmam Zeyneli Abidin 6- İmam Bakır 7- İmam Caferi Sadık 8- İmam Musa-i Kazım 9- Seyyid İbrahim El Mucab 10- Seyyid Musa-i Sanrı Seyyid İbrahim Mukerim Seyyidler Kütbü Hz. Pir olarak anılan Seyyid Mahmut Hayarın Veli 11- Seyyid Hüseyin on iki örük sacı on iki yılan olan zat 12- Hacı Seyyid Gülüm 13- Hacı seyyid Ali 14- Hacı seyyid İsmail 15- Hacı seyid Abdulkef 16- Hacı Seyyid Mustafa 17- Hacı Seyyid İsmin 18- Hacı Seyyid Teberdar 19- Hacı Seyyid Gazi 20- Hacı seyyid Dursun Dıda 21- Hacı Seyyid Kureyş Büyük Kureyş olarak anılır 22- Hacı Seyyid Kıl. 23- Seyyid Kamil 24- Seyyid Kureyş yani Küçük Kureyş namı ile atılınca Derviş Beyaz denmiş Alaattin Keykubat Selçuklu Sultanı Fırına atılınca fırında beyaz buz bağlayarak çıktığında Derviş Beyaz denir. Bir de suda geçince gevene binerek geçince geven ses vererek gürlenir orada da Kureyş gün adıyla anılır. Kerametleri mucizatları çık kısadan anlattım. Seyyid Kureyşden Abdal Musa’nın kızıyla evlidir. O kızdan Seyyid Derviş Mevali Seyyid Derviş Mahmut. 25- Seyyid Sahidar var Sahdarın diyen ismi Düzgün’dür. Aynı isimde düzgün dağı vardır. Saydar 15 yaşlarından bir kişi günü keçileri düzgün dağına ormana götürür yayılmaya. Babası merak ederek görmeye gider. Ne baksın ki Saydar elindeki asayı Pelit ağaçlarına vurarak ağaçların dalları yeşererek keçileri yiyor. O anda keçinin birisi meler Saydar ya Kureyş Kurşen de çıktı ne baksın babası onu izlemektedir. Utanarak dağa doğru kaçar babası peşine düşerek oğul gitme Saydar yok baba ben senin yanında edepsizlik yaptım der dağa ormanından kayıp olur. Gel zaman git zaman babası eve dönünce Saydar taliplerinden kazma kürek alarak dağda ev yapar evlenir. 26- Seyyid Gazi İsmin oğlu olur. Seyyid Kureyş taliplerinden sorar Saydar’ın işi nasıl talipleri işi Düzgündür derler. İsmi Düzgün olarak kalır. Düzgün o dağda sır olunca Düzgün Dağ olarak anılır. Düzgün Dağı Seyyid Kureş yine evlenir ikinci karısından Seyyid Hüseyin, Seyyid Ali ve Seyyid Gazi’dir. Gazıyanlar Erzincan, Erzurum Hınıs, Varto’ya bu bölgelere kol atıp dağılmışlardır. Hüseyinler Aliyanlar Tunceli yöresinde kalmışlar. Sim babaları nice lakalarla anılmaktadır. 27- Seyyid Derviş İlyas 28- Seyyid Derviş Musa 29- Seyyid Derviş Mevali 30- Seyyid Derviş Mustafa 31- Seyyid Dursun 32- Seyyid Mustafa 33- Seyyid Aliyyim Mustafayı 34- Seyyid Erdemli – Erdemli yani kerametli 35- Seyyid Derviş İsmail 36- Seyyid Derviş Süleyman 37- Seyyid Hasan, diğer ismi Karanfil taliplerin Sevip sayılmasından dolayı Karanfil denmiştir. 38- Seyyid Hüseyin Karanfil 39- Seyyid Ahmet Karanfil. İki oğlu var. 40- Hünkar Karanfil diğeri Dersim Karanfil ki çevrisi sevilmesinden dolayı Piko Hüşkül derler. Ey Ehlibeyt bendi Hak Muhammed Ali 12 İmamları sevip biat edenler işte nur sinsilenin kelamları olan ve evladı resulleridir. Bu canlar bilin ki tüm ilim dalları bu haneye gelmiştir. Onun içindir ki Hz. Muhammed ben ilmin beldesi Ali kapısıdır. Ali’nin kapısına varmayınca irşat olmayınca bana varılmaz bana varılmayınca Hakka varılmaz. O kapı Ali’nin ve Ehlibeytin kapılarıdır. Marifet, tarikat, Şeriat ve sırrı Hakikat evladı Resulun satıla varılır. Hakka dört kitaptır. Dört kapı okuyup ilme ledun ve bu dört kitabı cavidan dört kitabın ilmidir. SEYYİD KARANFİL DEDELERİN İSİMLERİ Karanfil Dede’nin ismi Seyyid Hasan’dır. Seyyid Hüseyin oğulları Dursun, Seyyid Kazım oğulları Nazim, Hüseyin Seyyid İsmail ve Seyyid Baki Karanfil’in oğlu Seyyid Kekil evlat yok. Seyyid Hüseyin’den 4 oğlan var. seyyid Kamer, Kamer’den Seyyid Ahmet yine Kamerden Hüseyin oğulları İsmail İsmet yine Kamerden Seyyid Mehmet ve Selami ve Hasan’dır. Seyyid Güzel Güzelden Seyyid Hasan Hasan’dan Alidir. Güzelin oğlu Seyyid Ali Dost Güzelden Aliyar Güzel’den Ali ava Güzel’den Durabi Seyyid Hüseyin’den Seyyid Mehmet Mehmet’ten Seyyid Murat Kardeşi güzel yine Hüseyin’den Seyyid Ahmet Karanfil’dir. İki oğlu vardır. Seyyid Hünkar Karanfil ve Seyyid Dersim Karanfil’dir. Diğer ismi Hüşkül’dür. Karanfil’in oğlu Seyyid Dursun’un oğlu Seyyid Kekil ve oğlu Necati Necati’nin iki oğlu vardır. Seyyid Kazım ve Seyyid Ali’dir. Ey canlar bu nur sinsilesini yazım emek veren canlara canı gönülden sağlık mutluluk haktan rahmet ve muhabbetler dilerim. Evladı Resul Seyyid Saadet Mazlum Ahmet Karanfil tüm yol derviş mazlumlara haktan hidayet inayet olsun. Söyleşinin Devamı: Peki, sevgili dede Erzurum eskiden nasıldı, Alevilik nasıl yaşanıyordu? Alevi, eskiden vardı. Çünkü eski Alevi özüne, sözüne, yoluna, edep ve erkânına, pîrine, mürşidine, rehberine bağlıydı. Meselâ biri kötü harekette bulunduğu zaman toplanılır, “Bu adam bu hareketi yaptı, mallarını kendi mallarınızın arasına almayın. Buna selâm vermeyin, çocuğunu evinize bırakmayın, hacetlerinizi vermeyin, bu adam uslansın ve bu yolu kaybetmesin” denirdi... Bizim seyitlerin kurduğu mahkeme budur. O insanı zerre kadar incitmeyiz, dövmeyiz, küfür etmeyiz, sadece erkân olarak uygularız. O insan bir ya da iki sene sonra düzelirdi. Mümin olarak müminlerin içerisine gelir, yolunu, süreğini sürerdi. Ehlibeyt esaslarına, 12 İmam erkanlarına bağlı kalırdı Cemleriniz nasıldı? Perşembe geceleri cem yapılırdı. Köye haber salınırdı. Herkese lokma olarak fetir pişirilip, dağıtılırdı. “Bu gece falan mekânda hak yolu, Ehlibeyt erkânı sürüyoruz.” Denirdi. İnsanlar abdestli, tertemiz gelirlerdi. Lokması elinde, duasını alır, secdeye kapanırlardı. Gelir, dizlerinin üzerine otururdu. Oradaki pîr, rehber ona rahatlık verirdi. Sonra cem erkânını, 12 erkânı sürmeye başlarlardı. Kurban kesilir, gözcü gözcülüğünü, çarıkçı çarıkçılığını, sucu suculuğunu yapardı. Herkes 12 hizmeti yerine getirirdi. Mürşit yerinde oturur, zakirler saz çalardı. O köyde küskün ve dargın varsa, barıştırılırdı. Bütün gönüller tek özde birleşirdi. Güzel can, Allah’ın bize verdiği ruh, özde birleşirse, o cemde keramet olur. Eğer öz bir olmazsa, mümkün değil. Çünkü Ehlibeyt yolu tek noktadır. Tüm benliğini o noktaya bağlamak zorundasın. İkililiği kalbinden söküp atacaksın ki talip olasın kalıp olmayasın. Diğer köylerde de aynı mıydı? Aynıydı. Dedeler nereden geliyordu? Bütün dedeler Dersim’den dağılmadır. En son hatırladığınız dedeler kimlerdi? Bize, Baba Mansur Ocağından Celal Abbas gelirdi. Siz de ocakzâdesiniz, babanız cem sürmüyor muydu? Bizim ocağımız esasen Ehlibeyt ocağıdır. Bütün cem ve 12 erkan ocağımızdan kalmadır. Pirlik, irşat, talip tutmak yalnız ve yalnız evladı resul seyyid saadettir. Peki, niye oradan geliyordu? Çünkü ceddim Horasan’dan göç ederken Dersim’de dergah kurmuştur. Baba Mansur ocağıyla beraber çoğalmışlardır. Bin iki asır sonra dağılma olmuşsa pirlerimiz rehberlerimiz mürşitlerimiz Dersim’de birbirlerine ikrar bend olmuşlar. Ondan dolayı oradan geliyorlar. Şu anda kardeşim sürdürüyor. İsmi ne? Güzel Karanfil. Şimdi İzmir’de, Aliağa’da oturuyor. Babanızla diğer dedeler aynı anda mı cem sürdürüyorlardı? Bizim ocağımız Musa-ı Kâzım’dan, pîrimiz Baba Mansur, mürşidimiz Ağuiçen Ocağı’dır. Dede ne zaman gelirdi? Kışın. Kaç ay kalırdı? O, köye bağlıydı. Aynı civardaki köyleri mi geziyordu? Evet. Bir gün, üç gün, bir hafta, bir ay kalırdı. Başka ne gibi ibadetler yapılır sizin orada? Muharrem orucu tutulur mu? Tutuluyor. Ondan sonra aşure dağıtıyoruz. Muharrem orucu matem yasıdır. Aşure ise Nuh’un gemide kalan nimetler erzaktan aşure yapmışlar. Hatırladıklarınızdan, meselâ kurban, musahiplik ahkâmı...? Musahiplik ahkamı Hazır gecesinde tutulur ve kurban farzdır kesilir. Erkan yürütülür. Gençlerimiz yirmi yaşına gelirken birbiriyle musahip olup aile dostluklarını koruyorlar. O, kışın oluyor. Musahiplik, can kardeşliği, hızır gecesine denk geliyor. Pîrin gezdiği geceler başka, bu erkân başkadır. Alevilikte, en ön sırada gelir. Bunun özelliği nedir? Özelliği İslamiyet ve Ehlibeyt’in 12 İmamlar’ın koyduğu esas ve erkanlardır. O esas ve erkanlara rıza gösterip tebellaya sidko safala bağlamış iman getirmektir. Kurban kesilir, meydana getirilir. Şahit, cemaattir. Bu kişiler birbirlerine dosttur, ihanet etmeyecektir diye söz verilir. Fetih suresinin 10 ayetinin ilahi emrine rıza gösterme zorunluluğu vardır, eğer talip ise. Cemlerde dem alınır mı? Alınmıyor. Bizim Alevi erkânında ona yer yoktur ve Kur’an-ı Kerim onu reddetmiştir. Ama sünnet düğünlerinde, düğünlerde, şenliklerde içilir. Bazı cemlerde bunu, Hz. Hüseyin Lokması olarak dağıtıyorlar. Ben onlara “beyinsiz” diyorum. Nasıl Hz. Hüseyin Lokması olur? Allah ona haram manâsı vermiş, ama kul kalkıp ona helâl manası veriyor. Hangisi doğru, kulun düşünmesi lâzım. Bâde dediğimiz ilim, irfandır. İçki değildir. Adam bilinçsiz olduğu için, o hareketi yapıyor. Zaten İmam Cafer Buyruğu’na baktığımız zaman, orada;“Tek bir şart var İslâmiyet’te, o da Allah’a şirk koşmamaktır” diye yazar. Eğer ilahi emre ve Ehlibeyt’in esas erkanlarına rıza gösterip uymazsa o zaman şirk olur. Semahlarınız nasıl oluyordu? Kırklar semahı oluyordu, başka yok. Hz. Muhammet’in kırklara gittiğinin aynısıdır. Biraz anlatır mısınız? Kırklar semahının bir kutsallığı vardır. Hz. Muhammet miraca çıktığı zaman, onun etrafında dönen meleklerden esinlenilmiş. Onlarla birlikte bütün âlem semah dönmüştür. O hareketi, Hz. Muhammet kırklar ceminde göstermiştir. Başka şekli yoktur. Semahın özü, kaynağı oradadır. Öncesi ve sonrası yoktur. Kim iddia ediyorsa, kaynaklarıyla gelsin, göstersin. Dedelerden saz çalan da var, ama çok bilinçli çalamaz. Yalnız zakir çalar. Çünkü ne kadar saz çalarsan çal, ne kadar semah yaparsan yap, irşât almazsan kaybedersin, geçici bir şeydir. İlim kalıcıdır. Bütün karanlıklar ilimle aydınlanır. Işık yoluna ancak ilimle gidilir. Hz. Muhammet Mustafa’ya gelen ilk ayette de, “Oku!” denmiş. Hz. Ali de, “İlmin doğrusu Çin’de ise git ara, bul.” demiş. Hacı Bektaş Veli’nin de güzel bir sözü var: “İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Yani hep ilim denmiş. Dört peygambere gelen kitapla da ilim gelmiştir. Demek ki ilim kutsaldır. İmam Cafer Buyruğu’nda, “Bir Evlâd-ı Resul eğer bu vasıflara bağlıysa, onun pîrliği cahizdir; eğer bu vasıflarda eksikse, onun pîrliği mertütdir, (reddir anlamı) ...” diye geçer. Ulu Atatürk hakiki mürşit ilimdir. Dedeler, sizin cemlerde Arapça mı okuyordu, Türkçe mi? Arapça da okunuyordu. Dedelerimizin bazıları okuyamadığı, aciz kaldığı için, karşı gelirlerdi. Eğer bilselerdi, katiyen karşı gelmezlerdi. Çünkü Kur’an, âlemlere rahmettir. Yörenizde anma etkinlikleri oluyormuş. Mir Seyid, Sıldız etkinliği gibi... Bu etkinlikler her sene yapılır mı? Bu uluların türbeleri büyük mü? Ketarci’da-Kızıl Kürt var. Mergezer’de Kürüç Baba var. Halafan’da Şehit Ciran ve Şehit Darı var. Dibekli’de Hızır Çeşmesi var. Hıramca’da Derviş Mevali- Aliğanı Kek-Hemosel-Keke Aliğan- Sıddız da Derviş Kamer-Keke Karanfil- ve Karanfil dede var. Memo komunde Derviş Süleyman var. Çulak Kömünde Hüseyin Karanfil- Hamedi gülüm var. Pek büyük değil. Zatları büyük. Hiç boş olmuyor. Nerelerden geliyorlar? Almanya’dan, Fransa’dan bile gelen var. Bizim hac yerlerimiz buralardır. Allah her yerde var olduğu için, insanların duaları her yerde kabul olur. Ama o insan özüne bağlıysa kabul olur. Biraz önce dediğim gibi; ruh 3 çeşittir. Kullardaki ruh avutucudur. “Ben sana bunu bir süre için verdim. Bu ruh seni bir süre avutur.” Güzel can, halis, emel ve özünde bir olmak şartıyla. Öz bir olacak ki o işler yürüsün. Canlar emel ve muradına ulaşsın vasil olsun. Mezarlar nasıl Erzurum’da? Yazıları, şekilleri... Eskiden kalma, koç şeklinde var. Ama biz şimdi mermerden yapıyoruz. Sizin köy kaç hane? Eskiden 33 haneydi. Şimdi 7-8 hane kaldı. Köyünüz merkeze kaç kilometre uzaklıkta? 180 km. Alevilikte Hak, Muhammet, Ali sevgisi var... Ehlibeyt ve insan sevgisi var. Sevgi cümlesi Hak’tır. Sevginin olmadığı yerde Hak’kı bulamazsın. Allah, “Ben sevginin içindeyim. Sevginin olduğu yerde, ben varım.” diyor. Biz de Ali’yi, Muhammet’i sevdiğimiz için, onlarda bir şey bulduğumuz için sevmişiz. Biatıyla, gönlü bütün varlığı içinde bağlanmış, içlerinde tek bir şüphe bırakmamışlar. Hz. Ali’yi bilen kişiye “Şah- Vilâyet” dendiği zaman bitiyor. Vilâyetin anlamı; ilim beldesidir. O da Ali’dedir, her şey Ali’de olduğu için. Niye Muhammediler dememiş de Aleviler denmiş? O er için. Her şeyin temel esası vardır. Dinin temel esası da Ehlibeyt’tir. Bugün bir Nuh’un gemisi var, okumuşsunuzdur. Ben onu şöyle yorumluyorum: Nuh gemi yapıyor, ama gemi kalkmıyor. O da Allah’a sığınıyor; “Niye kalkmıyor?” Diyor ki, “ Ehlibeytin ismini yaz üzerine, kalksın. Yoksa kalkmaz.” Ve onu Ruslar bulmuş ve müzelerinde o tahtayı koruyorlar. Her şey çürümüş, o tahta çürümemiş. Demek ki onda bir hidayet var. Velâyet dediğimiz, geniş bir şeydir. Meselâ; bir insan, bir orduya karşı katiyen savaşmaz. Akıl, mantık bunu kabul etmez. Onu düşündüğün zaman, çözümü de zordur. Çünkü batını bilmiyoruz. Kur’an-ı Kerim diyor ki, “Batın bana aittir, kula ait değil. Ve memnum, kulum dara düştüğü zaman, bizzat mucizat elimi uzatacağım ve o âlem de görecek. Âlem de birlik olacak”. Düşün, birkaç kişi değil, yüzlerce insan var. O insanların elinde, “Rım” dediğimiz mızrak var. Ne kadar güçlü olursan ol, 20 kişi etrafını sarıp mızrakları attı mı, tamam. Hz. Ali ne yapmış? Bunların hepsi yalan, çünkü vilâyetteki zülfikârdır. İnsanlar, kendine göre yorumluyor. Çünkü yeşil hattan gelen ilmi adam bilmiyor. Bunu Ali İmran suresinde belirtmiştir. Bu yolu bilmeyen insanlar için, fetva çıkarıyor, yorum yapıyor. “Ama bunun başında ben geliyorum. Başka kimse bilmez” diyor. İşte Ali, Vilâyettir. Bazı şeylere ne benim, ne de başkalarının aklı ermez. Tanrı tarafından verilmiş bir şeydir, bu. Fetva çıkarılan ayette Ali İmran 7.ci ayetindeki manada muhkemdir apaçık anlamdadır. Kitabın anasıdır diğeri muteşabihtir ki bu ayetlerini bilen Allah’dır ve resul velileri ancak bilir. Kalbinde ruhunda hastalık olan işte bütün fineçiler fetva bunlardan çıkarır. Diyorsunuz ki; Ehlibeyt neslinden geldiği için, dedeler önemlidir. Bu, Allah’ın kelâmından çıkan cümledir. Azap 33’te diyor ki, “Kendinizi temizleyin, berrak su olun.” Ama su kirlendiğinde ve içinde kirli insanlar da varsa, o da evlâttır. O ne içilir, ne de bakılır. Onun içine giren de çamura batmıştır. Bu, kesinlikle Muhammet-Ali yolu değildir. Ahzab 33’de deki Hak emri olan Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor ama eğer o kişi de kendine hakimse günahlarda sakınmak istiyorsa tertemizse çünkü bu ayet yalnız evladı resul ev halkına gelmiştir apaçıktır. O evlat da bu ilahi emre itaat etme zorunluluğu vardır ki kendini tüm kötülükte arındırır. On İki İmamlar’ın soyu Hz. Ali’ye dayandığına göre... Ben, soyu Hz. Muhammet’e dayandırıyorum. Neden? O soydan gelen bütün Evlâd-ı Resul bunu bilsin. Bana sordukları zaman, şunu diyorum: “Ben Evlad-ı Resul’üm ve Resul da Muhammet’tir.” Ben, Seyid-i Saadet’im. Bu, Kur’an-ı Kerim’de geçen ayete göre, gene Muhammet’dir. Seyit de Hz. Muhammet’dir. Ali İmran Suresi’ne baktığımız zaman, “Onlar birbirinden üreyen bir nesildir. Ben onları âlemlere üstün kıldım” der. Bu, Hak kelâmıdır. Önemli olan, budur. Ali İmran ayette 33 34’de Allah birbirinde gelme bir nesildir ki Ademi nuru İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı. Allah bilendir, onun dışında fetva üreten fasiktir. Sosyal, mücadeleci yönleri de var deniyor. Kul hakkıdır o. İnsan çok önemlidir. “Ben, insanı yarattım. Bir şey verdim ve o şeyin korunması için insan, insan olabilir. Her şey bende var olmuştur ve gene bana dönecek. Bir şey hariç, o da insanlarda kalmış olan vicdandır.” Öyle insan var ki; haksızlığı kabul etmiyor. Hz. Ali’nin buyurduğu gibi, “Haksızın yanında yer alan, o haktan bir pay almıştır.” Bu nedir biliyor musun? Bu, Veset’tir. Hz. Ali’nin ve Hz. Muhammet’in vesetinde bunlar mevcuttur. “Eğer bir haksızlık varsa, ona karşı direnin. Garibanın yanında yer alın, zalimin yanında yer almayın” diyor. Bu İslamiyet yoluna erkanına gidiş atına Muhammed Ali’nin 12 İmamların erkanlarına edebimize aykırıdır. “On İki İmam soyundan gelen ahlâklı, imanlı dedeler ona lâyık olabilir.” dediniz. Bunun kıstası nedir? Bunu Hz. Muhammet’in hayatında buluyorum. O, 40 yaşına kadar güzel ahlâkıyla güven ve dostluk kazanmıştır. Bir insan yüksek bir seviyede olsa dahi, ahlâkı bozuksa, boştur. Hz. Muhammet’e 40 yaşından sonra ilim, peygamberlik gelmiştir. Yani bir Evlâd-ı Resulün ilmi, edebi, ahlâkı, erkânı yerinde olmalıdır. Bunlardan biri eksikse, o insan da bazı suretlerden fazlardan eksiktir. Yol erkan ilim müsaade vermez. Seyitliği belirleyen şeyler nelerdir? Meselâ soy kütüğü, şeceresi var, kimine atadan, dededen seyit deniyor. Sizce başka şeyler var mı? Ahlâk dediniz, güzel bir boyut getirdiniz. Ahlâkı yoksa, dede olsa da ne çıkar, dediniz... Hiçbir şey çıkmaz. Hz. Ali ve Hz. Muhammet, insanları ahlâklarıyla kazanmışlardır. Ahlâk deyince ne anlayacağız? Ahlâk güzel hareket, doğruluk, dürüstlüktür. Yol da onu istiyor. “Dürüst olmayanın namazı, niyazı da kabul değildir” diyor. Kur’an’da mevcut bir şey. Eğer o insan doğru, dürüst değilse, namaz, niyaz ona hiçbir şey kazandırmaz. Aksine onu daha da kötülüğe yönlendirir. Onu ahzaba ducan eder şeytanlara arkadaş eder ne kötü arkadaş. Ne gibi doğruluk, dürüstlük? Yetmiş iki milleti aynı gözle, aynı özle bakmalı. Kini, nefreti özünden söküp atmalı kötülüğü bertaraf edip iyiliğe yönelmeli, ray tarap olmalıdır. Her şey insan hakkı içindir. Bel, dil, el dediğimiz zaman da insan hakkı geliyor. Her şeyi insan hakkını gasp etmeden yapacağız. Bir iş yaptığın zaman, vicdanın rahat edecek. Yani iş çıkara dayandığı zaman, orada Muhammet-Ali edebinden çıkmışsın. Yol seni kabul etmez. Muhammet-Ali ve Allah da kabul etmez. Bu, Allah’a varana kadar, basamak basamaktır. Bunları aşman lâzım. Nereye gitse, kul hakkı insanın önüne çıkıyor. Sünnilerin fetvalarına göre “kısasa kısas”. Öyle bir şey Kur’an’da yok. Kur’an’ın erkânına göre; bir cana kıyan, tüm insanlığa kıymıştır. Bu, insanlar için büyük bir uyarıdır. Bir canı kurtaran da, bütün insanları kurtarmıştır. Tüm insanlar, bir bedenden yaratılmıştır, ama onun içinde iyiler de, kötüler de gelmiştir. Peygamber evlâtlarına bakıyoruz: Bazıları Hak yolundan sapmıştır. Kenan’ın, Ham’ın sapması...her şey o felâketten gark olmuş. (Evlâd-ı Resul hariç.) Bu da Allah’ın bir uyarısıdır. Bilen kişi, bunu çözer. Ey akıl sahipleri düşün bunda bir hikmet vardır. akıl ve düşünce sahipleri çözer. Evladı resulden asi olanlar onlar ahzaba tucandır ne kötü ceza. Yüzyıllardır iki inanç oluşmuş. Bunları kıyaslarsınız, bu iki inanç hangi açılardan uyuşur ya da uyuşmazlar? - Kur’an’a yatkın olmayan, belli ki sapmıştır. Ben bunu, doğruyu söylüyorum. İçinde Hak kelâmı varsa, ona hiç kimsenin diyeceği yoktur. Ona karşı çıkan da, bence Allah’a karşı çıkmıştır. Hz. Ali, Kur’an’dan esinlenerek Nech’ül Belâga’yı yazmış ve orada hutbe okumuştur. İmam Cafer-i Sadık, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden, dört kitaptan esinlenerek yazmıştır. Ben İncil’i, Tevrat’ı, Zebur’u da reddetmem. Dört kapı diyoruz; bu, dört kitaptır. Şeriat, marifet diye verilen isimler, tarikatlar tarafından verilmiştir. Aslında dört kapı, dört kitaptır. Dört ilim beldesidir. Bu dört kitabı ayıran varsa onlar Hak yolunda sapmışlardır. Delili Bakara Ayet 136 ayet Nisa ayet 136 okuyup rahmet yoluna gelip iman eylesinler. Kırk makam nedir o zaman? O dört kitabın içindeki erkânlardır. Bunların içindeki ilimdir. Bunu biraz açar ve biraz açıklar mısınız? Şöyle; sağlık, sosyal faaliyetler, teknoloji var. Kur’an’da teknoloji vardır. Hadid suresinin 25. ayetini okusanız, orada; “Ben demiri yarattım ve onun içinde hidayet vardır, faydalanın” diyor. Gerçekten de öyle, demirin içinden nice hidayetler çıkmış meydana. Bunu çıkaran kim? Akıl sahipleri. Orada, “Ey akıl sahibi! Niye düşünmüyorsun?” diyor. İnsan düşündüğü zaman, gerçeklere varabilir. Düşünmeyen insan, ne kadar akıllı olursa olsun, işin içinden çıkamaz ve batar. Düşüneceksin ve bulacaksın. Meselâ; adam elektriği yaratmıştır. Sünni âlemi ne diyor? “O kâfirdir.” Bu insanlar acaba Kur’an okumuyorlar mı? Orada, “Değer üretin” deniyor. Peki, bu bir değer değil mi? Üretmemiş mi bu insan? Hem de alâsını üretmiş. Elektrik olmasa, bütün dünya durur. Bundan büyük değer var mıdır? “Ey akıl sahibi, kapım size açıktır.” diyor, beyinsize kapalı. Bu insanlar beyinsiz. Hristiyan âlemine baktığımızda, biz beyinsiz kalıyoruz. Gerçekten de öyle. Kırk makam, adalet, sağlık, sosyal,teknoloji, zekat, ibadet, yemin, sükûn, cömertlik, gebiş, sadaka, yardımlaşma, akrabalık bağı, oruç, haç, adak, evlenme, baba, anne hakkı, mal, kadın ve erkek, kıyamet, nefis, helal, haram rızık, gıybet gurur, hırsızlık, fitne, fuhuş, faiz, din, emanet, çalışmak cennet cehennem nur yer daha çok var cümlesi bu ilmin için dedin erkan olarak. Yani kıstas iyilik, doğruluk ve yararlılık mıdır? Meselâ geçenlerde bir sendikacı vuruldu. Bir profesör, bu adam. Kalkıp, “Kaderim” diyor. Kader olur mu, kardeşim? Allah mı silah verdi o adama, “git öldür” diye? Allah çizmişse, öteki adamın da hiç günahı yok, öyle mi? Bunu bir profesör söylüyorsa, Türkiye asla ilerleyemez. Allah ne diyor? “Ben insanı, birbirine faydalı olsun diye yarattım.” Hz. Muhammet’e de bunu sormuşlar: “İnsanın iyisi kimdir?” “İnsanın iyisi, insana faydalı olan kişidir.” Allah, “Ben seni yarattım, bir süre verdim” diyor. Yani, kader demiyor. “O süre içinde, yolunu kendin çizeceksin. Sana iki göz, iki kulak, iki dudak, bir dil verdim. Bunlar olmazsa, hiçbir şey algılayamazsın” diyor. Bunlar çok önemlidir, kutsi organlardır. “Bunların yanında akıl, beyin verdim, yolunu kendin çizeceksin” diyor. Hz. Muhammet’e gelen Bakara 256, ayette diyor ki, “Ey Resulüm! Artık iyi ve kötüyü birbirinden ayırdık. Hiç kimsenin üzerinde baskı kurmayacaksın. Herkes kendi yolunu çizecek, isteyen Hak yolunu izleyecektir. ” İsteyen yolu tutan gidiyor? Cennete. Yani insan, kendi kaderini kendisi çiziyor. İnsanın alnına bir şey yazılmamıştır. Kim bunu söylerse, Allah’a karşı gelir. “Ben sana süre verdim, kendi kaderini kendin çizeceksin.” İsteyen iyiliğe hakka isteyen kötüye yönelir şeytana. Dürüst olmazsa namaz da, niyaz da boşa gider, diyorsunuz. Namaz nedir? Namaz, duadan başka bir şey değildir. Onu Kur’an-ı Kerim’de şekil olarak göstermiştir. Hem de iki yerde... Ayakta, oturarak ve yan durarak. Ayakta; ister ayakta dur, ister yürü, ayaktasın yani. Allah’ı anacak, unutmayacaksın. Yan yatarak; “Yattığın zaman beni unutma” diyor. Namaz bu. Şeytandan dana fazla ibadet yapan var mı? Sonuç? Dürüst olmadığı için, lânet etti. Allah, insanlara bir örnek göstermiştir. “Allah’a karşı salât edin, ama dürüst olarak. Köşe başlarında, şurada, burada namaz kılmayın.” diyor. Bu, Kur’an-ı Kerim’deki bir ayettir. Bunu inkâr eden kâfirdir. Ben ibadetimi nasıl yapıyorum? Kimseyi incitmeden. İncil’e baktığımız zaman, 5. Bâbında, “Evine gir, kapını kapat, ondan sonra yalvar” diyor. Aref suresi 55. Ayet, ondan daha güzelini getirmiş; “Dinde asri giden gaflet içindedir.” diyor. Yani, dinde reklâm gösteriş şov yapmayın. Sınırı aşmayan sınırı aşanlar ok gibi fırlayıp çıkmıştır. Dönüşü olmaz Maun suresinin 1,2,3,4,5,67 kadarda namazda dürüst olmayanın vay haline. Muharrem orucu ve Kerbelâ var mı? Muharrem orucu ve Kerbelâ, bir isim altında toplanmış. Muharrem orucu, Hz. Muhammet’in Kevser suresinin uyarısıdır: “Kurbanını kes, orucunu tut.” Bunu, kutsal soy için söylüyor. Ali İmran Suresi’nde de bu soydan bahsediyor. “Adem’den, Nuh’tan, İbrahim’den İmran ailesinde” diyor. Bunlar birbirinden üreyen bir nesildir ve bu nesil içindir. Kevser suresinden gelen uyarıdan dolayı, Muharrem orucu tutuluyor. Niye tutuluyor? Bu soyun kıyamete kadar devam etmesi için. Aşure, Hz. Nuh’un kurtuluşudur ve gemide kalan erzakı toplayarak bir çorba, aşure yapmışlardır. Biz Germ diyoruz. Aşure, ondan geliyor. Bu oruç, Ehlibeyt nesli için gelmiştir ki Hz. Muhammed’in oğlu ölüyor, mualifleri Ebu Sufyan taraftarları sen ebtersin yani soyun kesiktir Hz. Muhammed gayet üzülür kederlenir. Evine koşarak düşünür. Cenabı Allah ayandır, Cebrail’e vay al götür habibim üzülmesin. Ben ona kevseri vay eyledim onun soyu kıyamete kadar devam edecek. Ona hınç okuyanların sonu kesiktir. O orucunu tutsun, kurbanını kessin soyu Ana Fatma’dan üreyecek. Fatma Ananın batını da ismi Kevser’dir. Manası Havza Kevser sevgi biat itaattir. Zaten Şura 23’de “Ben sizden hiçbir şey istemiyorum Ehlibeytime sevgi biat istiyorum. İşte Muhammed tuttuğu oruç 12 İmamların orucudur. Sizin yörenizde nasıl tutulurdu? Ne yapılırdı? 27 Martta başlar, 8 Nisanda biter. Ne yapılır? Başta su içilmez. Sonra tıraş olunmaz, yatağa elbiseyle girilip çıkılır. Öyle mi? Nedir manâsı? Bu, 72 can için Kerbelâ yasıdır. Çünkü onlar Kerbelâ’ya vardığı zaman ne elbise çıkarmış, ne de giymişler. Bunlar, orada harp içindeydi ve onlara su verilmedi. Bundan dolayı su içmiyor, tıraş olmuyor, elbisemizi çıkarmıyoruz. Günahlardan sakınmak için, kahveye falan gitmiyoruz. Akşamları dostlarımızla toplanıp Kerbelâ Vakası okuyarak, göz yaşı döküyoruz. Muhabbet ediyor, Hakk’ı anıyoruz. Kerbelâ nedir sizce? Bunun manevi yönü nedir? Manevi yönü, batınidır. Bir kitaptan okuduğum bir yorum vardı, Cenab-ı Rab diyor ki, “Bu davayı ruhlar âleminde kimse kabul etmemiştir.” Bu davanın kabul edilebilmesi, Hz. Peygamber’in peygamber olması, nur-i nübüvvet gelmesi için, bu davayı tek kabul eden Hz. Hüseyin’dir. “Ancak ben buna dayanabilir, bunu sürebilirim, zerre kadar da taviz vermeyebilirim.” Başka kimse bunu üstlenmemiştir. Muharrem orucunda başka neler yapılırdı? “Et yemeyeceksin” deniyor, ama et yiyorum. Benim dikkat ettiğim bir nokta var. Katiyen kesip kan çıkarmam, oruç boyunca. 12 gün içinde sünnet ve diğer düğünler olmaz. Devam ediyor mu, bu? Devam ediyor ve biz buna dikkat ediyoruz. Bu et meselesini talipler soruyor. Diyorum ki, “Hz. Hüseyin Kerbelâ’ya çıktığı zaman, yanında deve de, koyun ve keçi de vardı, kesip yiyorlardı. Ama yalnız Yezit tarafından su verilmedi. Onlar orada zevk-i sefaya dalmadılar, siz de sakının.” Kerbela ve 12 İmamlar’ın yasını çekin eğer onların aşkı gönünüzde varsa. Güzel Karanfil ağabeyim, dediniz. O, erkân yürütüyor mu? İzmir’de yürütüyor. Bu sene geldi, İstanbul’da yürüttü. Talipleriniz daha çok nerelerde? İstanbul’da çok. Bağlarınız devam ediyor mu? Ediyor. Dede olarak sizi nasıl görüyorlar? Evlerine mihman olduğum zaman saygıda, sevgide, edep, erkânda kusur etmiyorlar. Okuyan gençlerimizle oturup, tartışıyoruz. Gençler, “Bazı dedeler bizi tatmin etmiyor. O yüzden dağıldık.” diyorlar. Ne yönden tatmin etmiyor? İlim eksikliğinden tatmin etmiyorlar ve ahlaki davranışından dolayı araya soğukluk girmiştir. Bir Çoban sürüye sahip olmazsa, bir bahçıvan bahçeye bakmazsa hoyrat girer, orayı viran eder. Güller yerinde dikenler biter, çünkü bu zamanda yolda harami çoğaldı, hınzır paşalar çoğaldı. Aleviliğin tanımını yapmamışlar. Ehlibeyt yolunu tarif etmemişler, irşât etmemişler. Daha çok neleri soruyorlar gençler sizlere? Ehlibeyt yolunu. Sordukları zaman, Kur’an’dan ayetler ya da İmam Cafer Buyruğu’nu okuyorum. Ya da Hz. Ali’nin hutbelerini dile getiriyorum. Çünkü bunlar Aleviliğin İslamiyet’in özü kaynağıdır. Sünni ahkâmı benimseyen talipleriniz var mı? İstanbul’da 4-5 genç kız farklı inanışlara ilgi göstermişler. Bunlar Erzurum’a geldiler, epey tartıştık. Bazı şeyler sordum, cevap vermediler. Buraya geldik, Onların başı geldi, bir/iki gece tartıştık. Beni İstanbul’a davet etti, gelmedim. Bir ara gittim, duymuşlar; “Ahmet Dede geldi, niye bize haber vermediniz, görüşelim” “Sizinle işimiz yok” dedim. Onların sürdüğü de bir mezheptir. Tarikatın İslamiyet’le bir ilgisi yoktur. Ne diyorlar onlar? Aleviliği bırakıp nasıl değişik inançlara geçmişler? İslamiyet’in ve Aleviliğin erkan ve esaslarını bilmediğinden sapmışlar. Kimse gençlere bir şey vermezse, başkaları alıp götürüyor. Çobansız bir sürüyü dağa vurduğun zaman, kurt da götürür, hırsız da. Dereye de düşer, boynu da kırılır. Her türlü belâ gelir başına. Herkes aynı muhitte oturmuyor. Öyle yerler var ki, ben bile gidemiyorum. Talipler birbirinden habersiz mi? Habersiz. Erzurum’daki, köydeki talipleriniz nasıl? Onlar hâlâ erkân üzerindeler. Hala Ehlibeyt erkan ve esaslarına bağlılar ama içinde sapmalar var. Hıdır Paşa gibi işte onlar Yezidi pelittir, derdime derman yok. Talipleriniz daha çok ne iş yapıyorlar? Durumları iyi mi? Şehre uyum sağlamışlar mı? Uyum sağlamışlar tabii. En fazla çıkar yönünü seviyorlar. Ne kötü bir yol tutmuşlar. Memlekete gidip geliyorlar mı? Evet. Ne kadar talibiniz var? Talip köyleriniz var mı? Bize bağlı köyler var. Talip köyleriniz hangileri? Sıldız, Mergizer, Çatkalı, Memoköy, Şalgen, Ketenci, Başköy, Çamurlu, Kazancı, Sağlam, Hırançko, Çağlar, Halafan, Dibekli, Memokomu, Aliman, Karataş, bayağı çok Tercan’da 100 köy vardır. Köylerinizi ziyaret ediyor musunuz? Ediyorum. Şimdiye kadar da hakullaha başvurmadım. Vermek istedikleri zaman da derneğe götürürüm, o onların malıdır. İşte İslamiyet’in ve Aleviliğin temel esasları erkanları, budur ki halktan alıp yine onlara vermektir. Değirmen pervanelerle döner un yoktur halkı doyurur. Çocuklarınızdan bahsetmiştiniz. İsimleri ne idi? Biri Hünkâr, lise mezunu, Erzurum’da. Bu sene askere gidiyor. O da benim gibi, dine çok yatkın. Dedeliği sürdürme eğilimi var mı? Kitap okuyor mu? Okuyor. Gece gündüz kitap ilimle uğraşır. Bu yol leblebiden giyinir ateştir giyebilirsen gelberi denmiş. Serbeser girme meydana yarın senden ser isterler her can kendi yolunu kendi çizer. Kitapları nereden temin ediyorsunuz? Ankara’da Maarif Yayınlarından ve Yıldız kütüphanelerinden satın alıyoruz. Ankara’da talipleriniz var mı? Var. Türkiye’nin her tarafında var. Oğlunuz daha çok neye eğilimli? Dine çok bağlı. Ehlibeyt 12 İmamlar erkan ve esaslarına kuruma çok bağlıdır ki çünkü onlardan Allah yol çıkar. Cemaati sürdürmek istiyor mu? Yok. Benim ona söylediğim, “İlmi bırakmayacaksın.” Ara sıra saz da çalıyor, ama “En fazla ilme önem vereceksin.” diyorum. Çünkü saz şimdiye kadar bize bir şey getirmedi. İkinci oğlan katiyen öyle şeylerle ilgilenmiyor. Ama talipler ahlak yorumunu çok seviyorlar. Onun adı Dersim’dir talipler ona Piro Hüşkül derler. Çok seviyorlar babamın ismiyle çağırırlar babamın ismi Hüseyin’dir. Taliplerde Hüşkül derler, yörenin lehçesiyle. Mezuniyet durumu nedir? Lise. Ne yapıyor? Çalışıyor. Kızınız? Kızım Olcay, lise ikinci sınıfta okuyor. Orada Alevilerle Sünnilerin durumu nasıl? Bilinçli olanlar uyuşurlar. Bilinçsizlerin uyuşması zordur. O da gene ilme dayanıyor. Meselâ ben, hastanede diş protezde çalışıyordum. Bölümümde 12 tane doktor vardı ve onlarla yıllarca tartıştık. Onlar 5 vakit namaz kılarlardı. Yanlarında da 3 tane İmam Hatip mezunu vardı, hocalık yapıyordu. Biri İlâhiyatta okuyordu. O insanlar, 5 vakit namazdan şu an bir Cuma namazı kılıyor, bazen de gitmiyorlar. Yaşar Nuri’nin kitaplarını okuyorlar, ötekilerini hep atmışlar. İlâhiyat fakültesinde okuyan çocuk, “Keşke benim babam olsaydın” diyor. Babası Hollanda’da müftü. Alevi gençler okuyor mu üniversitede? Okuyor tabii. Kars’a gidip geliyor musunuz? Tabii, çünkü orada köylerimiz, akrabalarımız var. Nerelerde var? Selim kazasına bağlı Salıtlar, bir de Laloğlan var. Meşhur bir köy Kundık Gülistan var. Nedir meşhurluğu? Oradaki Aleviler çok etkin. Nüfusu 300 haneydi, şu anda 80 hane var. Türkiye’nin her yerine ideoloji girdi, bu köye giremedi. Çevredeki Sünni köyler çekiniyor. Erzurum civarındaki diğer illerle irtibatınız nasıl? Meselâ Kars’ta Gundik var. Gülüstan Muş’ta Varto var, köyleri çoğunlukta. Bitlis’te de Aleviler var, değil mi? Bitlis, Van, Hakkâri, Diyarbakır... İki tane Hacı Kureyş var. Büyük Hacı Kureyş’ten bahsediyorum. Hacca gidip geliyor, bir kadınla evlilik yapıyor. İki tane oğlu varmış. Oğullarıyla birlikte Adıyaman’a geliyor. Şu an yattığı yer, orada. Hacı Kureyş’in oğlu, Abdal Musa’nın kızıyla evlidir. Orada da Seyyid Kıl vardır. İki oğulları, onlara Mısır’dan getirdiği için Mısıroğulları diyorlar. Seyyid Kureyş bunları alıp, o yöreleri geziyor. Bunlar büyüdüğü zaman, Seyyid Kıl’a baskı yapıyorlar. Seyyid Kıl onların baskısıyla kalkıp, 12 aşiretle beraber Dersim’e geliyor. Şimdi oradaki şeyhler, Şeyh Mısıroğullarıdır. Güneydoğu Hacı Kureyş oğulları Şeyh olarak devam ediyorlar. Erzurum’da Aleviler genellikle hangi işle uğraşıyorlar? Genellikle hayvancılık. Esnaf 4, 5 tane... Ziyaret yerlerinin dışında kutsal buldukları şeyler var mı? Seyit Biyoke’nin etrafında orman var. Kimse bir tek dal kesemiyor. Devlet bile kesemiyor. Öyle bir inanç var. Merkezde Abdurrahman Gazi, Ketenci’de Kızılkurt, Şahlan’da Sahabe, Sıldıs’da Derviş Kamber ile Karanfil Dede, Erduran’da Seyid-i Narı (yani Üst Seyit), Divekli’de Hızırçeşmesi var. Orada, Hızır’ın altın nalı var, hâlâ duruyor. Yerden su fışkırıyor, doyum olmuyor. Memo köyünde Derviş Süleyman var, Derviş Kamber’in soyundandır. Harançko’da Alhani Keko var. Onlar baba-oğul, ziyaretçileri de çoktur. Bir de Hem-i Sey var. Eskiden Ahmetlere, Hem, Mehmetlere Mem diyorlardı. Düğün, dernek, gelenek ve görenekleriniz devam ediyor mu? Hıdrellez devam ediyor ve ikrar olduğu için, mutlaka yapılıyor. Müminin ikrarı, Yezit’in inkârı vardır. Düğünlerimizde kadın-erkek beraber oynarlar. Erzurum’da Sünni – Alevi evliliği oluyor mu? Katiyen olmuyor. Çok cüzi sayılan miktardadır. Kars halkı nasıl? Erzurum’u tutmaz. Erzurum’da, Kars’tan daha çok Alevi var. Erzurum’da 50-60 köy var. Hınıs tarafında 170 köy var. Ben bütün Türkiye’yi gezdim. Bir Hınıs, Tekman, Tercan yöresi ikrarlarına bağlıdır. Erzincan iyidir. Peki, Aleviliğin geleceği ne olacak? Dedelerin çoğu birçok konuda bilgisiz, onlar için okul mu açılacak? Ne olacak? Eğer okul açılmaz, gençler eğitilmezse, bu iş biter. Dedeler ne olacak? Dede, bir öğrencinin karşısında aciz kalıyor, o dede olabilir mi? Yeri geldiği zaman, “Ben dedeyim” diyor. Burada, Allah’a karşı geliyor, Ali’ye, ceddine zulüm ediyor. Ceddin ilim demiş, sen niye böyle yapıyorsun? İşi ehline ver. Bizim yörede ne yapmışlar? Deli olan dede de, akıllı olan dede de talibi paylaşmış. Peki, deli olan dede talibi nasıl irşât edebilir? Adam bir şey bilmiyor ki, ona da bir şey versin. Meselâ; velayetin, nübüvvetin, pîrin ne olduğunu bilmiyor. Bu yolda baskı olmaz. Bu yol rıza yoludur. İrşâdını yap, gönül rızasıyla sana bir şey verilirse, alırsın. Ama cahil dede, eline sopayı alıp, kapıya dikiliyor; “Ver, ben gidiyorum” diyor. Buna şahit oldum. Erzurum’da, Tercan’dan geliyor. Adamın bir gözü de kör. Dedi ki, “Hulki nerede? Çağır gelsin, çıraklığımı versin, gidiyorum.” Öyle deyince, çok zoruma gitti, Allah şahittir. Bu adam, eski Kamçıcılar köylerinde gezerdi. Malları sayardı. O zaman vergi alıyorlar ya, adam vergi vermemek için 5 malını gösteriyor, 10’unu saklıyor. Onlar için Kamçıcılar vardı. Bu da onun gibi bir pîrdir. Pîrin anlamını da bilmiyor, bilse öyle yapmaz. Neyse Hulki geldi, elini öptü. Ben de seyrediyorum, ama beni ter bastı. Kalkıp bir şey desem, yakışmaz. Dedi ki, “Hulki, Hakullahımı ver.” “Olmaz, Pîr” dedi. “Çoluk çocuğum seni tanısın, duanı et, hakkını öyle vereyim.” “Yok, işim var, ben Varto’ya gideceğim.” Ben de, “Hulki, Reşat, eğer buna Hakullah verirseniz, siz de bunun gibi lânetlenirsiniz. Çünkü bu adam çok cahildir, Hakullah verilmez.” Neyse, orada tartıştık. Millet, “Ahmet Dede haklı. Bir daha bu harekette bulunma” dedi. Çekti, gitti. Öyle insanlar. Pir olabilir mi irşat yapabilir mi Hak Muhammed Ali 12 İmamların yolunu esasını bilir mi bu insanla kendilerine zulüm yaparlar. Ulu divanda yüzü karadır. Geleceğimizi nasıl görüyorsunuz? Eğer bu kurum bir okul açarsa, olur. Ama Evlâd-ı Resul oğullarını bu işin içine koyarsa, çünkü benim evlâdım, Muhammet-Ali’den utansın. O soydan gelmeyenler utanmaz ki. Çünkü üzerimizde bir vebal var. Çünkü İmamlık, pirlik, mürşitlik, rehberlik dini yönden yalnız evladı resule gelmiştir. Ama başkaları buna el atarsa yine yürümez, gök melekleri yer feriştaları şahit olsun. Sizi yorduk. Bizi bir çok konuda aydınlattınız. Sağ olun, varolun. Siz de sağ olun. Bütün Ehlibeyt büyüklerine, Evlâd-ı Resule biat edip bağlanan kişileri can-ı gönülden selâmlar, muhabbetler dilerim. Dilinize sağlık. Sizin bu fikirleriniz oldukça, bu yol yaşayacak. Her türlü engele, baskıya rağmen yaşadıysa, daha bin yıllarca yaşar. Çok kıymetli dostum, dostluk Allah ve Resullerden kalmadır. Daşdaşta eğri kalmaz doğruyu, dürüstlüğü, güveni sağlar. Sayfa 12 bana 2 sayfa gönderdiğimiz bazı ek yaptım. Neden bu yol eksik kalırsa büyük vebaldir. Yolumuzda mevcut 12 erkan 12 hizmet 12 imam ben bu sayfaları 12’ye çıkardım ve bir de soy seceremiz olan Ehlibeyt sinlisesi soyunu ekledim bunları santim santim ekleyip yazmanız mecburu ve vebaldir. Dostum Ehlibeyt bendesi Ayhan Aydın bey özümden gelen samimiyetle muhabbetler dilerim. Ehlibeyt 12 imamlar ve nesli ve de talipleri Ehlibeyt Kuranı Kerim’in Ahzab 33’de Allah’ın kelamıdır ki, Ey Ehlibeyt Allah sizi her türlü kinden arındırdı ve sizin tertemiz kalmanızı diler. Türkçe’si ama Allah emretmiştir ki, kendini arındırmış her türlü günahtan kaçmış iyiliği emir etmiş kişiler kast etmiş adam evlattır ama kirlidir. Her türlü kirden kirlenmiştir. Allah onu reddeder ilimden ahlaktan, insanlıktan uzak olduğu için Allah’ta reddeder. Hz. Muhammed Hz. Ali döneminde 12 İmamlar yaşamış zamanlarda delilimdir. Hz. Muhammed Ali dönemindeki inanmış iman getirmiş taliplerini ve iman etmeyen müşrik münafıklar örnek göstereceğim. Bu zamanda yaşıyor. Talipler Ehlibeyt’e ve bendesi olan canlara hitap edeceğim. Çünkü konu büyük vebal taşır. Muhammed Ali döneminde filozof sayılan Selman-ı piri pak Kamer üzehir mikdat Abdal Musa, Veysel Karani dahası var. Bu ulu canlar Aleviliğin temel taşlarıdır, seve seve Ehlibeyt için canından başında imanla baş verdiler. Şüphesiz demediler yerinizi bize verin demediler, diyenler Hak yolundan sapmış münafıklardır. Onlara da lanet vardır, sef hezaren lanet olsun gerçeklere engel koyan 12 İmamlar döneminde de talip gelip demedi imam sen çekil ben o makama oturayım. Tabi ki diyen oldu ve bunlarda yine sahte Müslüman münafıklardır. Yine burada Hak emrini dile getiririm, Şura 23’deki emir, “Ey Habibim iman eden ümmetine söyle ki ben sizi Hak yoluna davet ediyorum ki sizden bir ücret namaz niyazınızı istemiyorum. İlla ve yalnız katıksız Ehlibeytime sevgi saygı biat etmelerini Hak yoluna yürüyenleri bağışlanır. İşte canlar havuz u Kevser dedikleri Ehlibeytine ve onların nesline verilen biat sevgi saygıdır, evladı resule ne kadar bağlansan sevgide saygıda ve edep de erkanda kusur işlemesin o dünyada onun karşılığını rahmet ve huzur bulursun. Kendini bilen evladı resul bir güneş berrak su gibidir. Onun nurundan ve ilminden, ahlakından doyamasın ve o pirdir. Kevser Suresi ayet 1-2-3. İşte ey yol talibi matem yasımız bu ayette Kevser suresindeki hikmettir. Hz. Muhammed’in oğlu vefat edince mualifleri olan Ebu Celil taraftarları Hz. Muhammed’e “Ebter” dediler. Muhammed üzüldü üzülmenin sebebi de soyu yürümeyecek, soyu kesiktir. O çok üzülür evine kapanır. Cenabı Allah’a ayandır. Allah Cebrail’e git deki üzülmesin Habibime onun soyu kıyamete kadar sürecek, Ebter dedikleri onlardır. Ey Habibim sen o ulu kutlu soyun için orucunu tut, kurbanını kes işte canlar biz deki 12 İmamların orucu kurbanlar Ehlibeyt nesli içindir yalnız ve yalnız Pir rehber, mürşit ilahi evladı resul olma şartı vardır. Hz. Fatma ve Hz. Hüseyin soyudur onun dışında kim pirlik rehberlik, mürşitlik yaparsa Hak Muhammed Ali Ehlibeyt 12 İmam bendeleri sorun sual edin evladı resul Seyidi Saadet değilse reddedin Ey iman sahipleri. Alevilikte Kızılbaşın ilki ve devamı. Kızılbaşlık Uhut cenginden kalmadır. Biz de gururla taşımaktayız, kısa az ve öz anlatacağım. Hz. Muhammed müşrik, münafık, hücumundan kaçarlarmış dişlerini kayıp etmiş, ağzı yanağı kanıyordu. Küffar hücum hücum peşinden yapıyordu. Peşine geliyorlardı. Ebu Ducan kendini Hz. Muhammed’e siper etmişti mutis yana almıştı. İkisi bir çukura düşerken Ebu Ducanın kanı da Hz. Muhammed’in her tarafına akıyordu. Bir de dişlerin kanı başında ki sarık o dönemde seblemdi sarığın adı. HZ. Muhammed sarığına akan kanı Muhammed hangisi Muhammed hangisi öldürelim, bazı müşriklerde ite o kırmızılı baş işte Kızılbaşlı olandır. Hz. Ali kina kina kuvaridakı sahte talipler gibi Hz. Ali o bağıran müşrikleri duyan Kina Kina Hz. Muhammed’e ulaşın başındaki kırmızı sarığı alıp başına sarar ki Hz. Muhammed’e teliken kartarsın. 2’cı Kızılbaş Hz. Ali ne mutluluk ki Kızılbaş gurur vericidir bilene. Ben dört kitaba bağlıyım onlarda Hak katında bir tek kitaptır. İsmi velayettir o velayet de Hz. Ali’ye bağlıdır kapısıdır. Dinim İslam’dır, tüm peygamberler ayırmam cümlesini canı gönülden severim. Söyleşi; 13.08.1999, ŞİŞLİ, İSTANBUL ġAH ALĠ ABBAS OCAĞI’ndan FETHĠ ERDOĞAN DEDE’yle SÖYLEġĠ(*) Ayhan Aydın Araştırmacı/Cem Dergisi Yayın Sorumlusu aydinayhan_arastir@hotmail.com “Alevi inanç ve kültürünün temel tarihi sembol şahsiyetleri olan, büyük bir geleneği günümüzde de yaşatıp devam ettiren dedelerimizle söyleşilerimize devam ediyoruz. Bunları sizlere her sayımızda aktararak Anadolu Türk tarihinin bilinmezlikler içine sıkışmış bir büyük zenginliklerinin önemli simâlarının dünyalarını sizlere açmaya devam edeceğim.Yeni söyleşilerde buluşmak üzere dileğiyle hoşçakalın.” Sevgili dedemizle daha önce de bir çok kez konuştuk, sohbet ettik ama kayıtlarımızda, arşivlerimizde yer alması, yayınlanması açısından, bu söyleşi son derece önemli. Çünkü şu ana kadar üretmiş olduğu şiirleri, yazıları, makaleleri, denemeleri, konuşmaları, söyleşileri, kısacası tüm ürünleriyle toplumumuzun gözü, kulağı olmak misyonunu yüklenmiş; gençlerin bilgilenmesi, toplumun aydınlanması yönünde çabalar harcamış sevgili Fethi ERDOĞAN dedemiz önemli bir isim. Niye söyleşi? Çünkü insanlar söyleştikçe, kafalarında biriktirmiş oldukları düşüncelerini aktarır, önerilerde, eleştirililerde bulunurlar. İnsanlar açık sözlü olup fikirlerini aktardıkları zaman, daha fazla yararlı olabilirler. İşte bu temel kaygılardan dolayı kendisiyle yeniden söyleşi yapma arzumuz doğdu. Önce Alevîlik, dedelik, Anadolu uygarlığı, yatırlar, ozanlar diyeceğiz, ama yıllarını bu işe vermiş değerli dedemizin geçmişini, çocukluğunu, yaşamını kendi ağzından dinlemek isteriz. Belki bu konular kitaplarda ve başka yerlerde de var ama kendinden dinlemek isteriz. - Sevgili dede, her şeyden önce nerede doğdunuz? Çocukluğunuz hangi ortamda geçti? Köyünüzde, ilçenizde neler gördünüz? Küçüklüğünüzde nasıl bir sosyal hayat vardı? O dönemdeki töreler, örf ve âdetler ne idi? Bunların anlatılması, tarihe geçmesi çok önemli. Dilerseniz, önce sizden bunları dinleyelim... - 1934 yılının Mayıs ayında Elazığ’ın merkez köyü olan Mığı, yeni adıyla Sedeftepe Köyü’nde dünyaya geldim. Çocukluk dönemimde, babam çiftçilikle geçimini sağlardı. Ben de bir köylü çocuğu olarak kuzu otlatmak işinden işe başladım. O dönemde, radyo, televizyon gibi yayın organları yoktu. Karagöz, Babacan ve Köylü gibi gazeteler pek az da olsa köyümüze ulaşır ve okunurdu. O günkü insanlarımız, bir araya geldiklerinde ekseriyetle inançtan ve güzel ahlâktan söz açıp sohbet ederlerdi. Siyaset ve ticaret çok söz konusu olmazdı. Felsefemizi ve inancımızı içeren kitaplar da herkesin elinde bulunmazdı. Zaten okur-yazar insanımız da parmakla gösterilecek kadar azdı. Sohbeti güzel olan, tarihten ve inançtan haberdar kişiler konuşur, diğerleri dinler ve konu üzerinde fikir sahibi olmaya çalışırlardı. Edebiyatımızın temelini teşkil eden deyişler çalınıp söylenirdi. Bu söylenen deyişler, arif kişiler tarafından genişletilerek derin mânaları dinleyenlere anlatılırdı. Sözlü gelenek halindeki kültür ve felsefemiz böylece yaşamımız üzerinde etkin olurdu. Atalarımızın güzel öğüt ve nasihatleri, ozanlarımızın ve aşıklarımızın çalıp söyledikleri deyişler, biz yeni kuşakları tasavvuf felsefesine yöneltirdi. Köyümüzde okul olmadığı için kendi kendime öğrendiğim okur-yazarlıkla, hanemize mihman olan ozanlardan ve dedelerimizden deyişler yazarak ezberliyordum. 1946’da köyümüze gönderilen bir öğretmen, ahşap bir evde bizim kuşağımız olan çocukları okutmaya başladı. Ben de bu arada üç yıl okula gitmiş oldum. Sanata aşırı merakım bu devrede beni okula gitmekten alıkoydu. Diyarbakır’daki akrabalarımızın yanında iki yıl sıhhi su tesisatı zanaatına devam ettim. Askerlikten sonra da Elazığ’da mesleğimle ilgili dükkan açıp zanaatımı icra ederek geçimimi sağladım. İş faaliyetlerimin yanı sıra, sosyal faaliyetler içerisinde bulunarak mesleğime yakın sanatkâr arkadaşlarla bir derneğin kurulmasına öncülük yaptım. On dört yıl gibi bir zaman boyunca bu zanaatkâr arkadaşlarıma hizmet verdim. Bu sosyal faaliyetlerim sırasında mezhep farkı gözetmeden Sünni kardeşlerimizle maddi-manevi yardımlaştık. Sevgi ve saygıda birbirilerimize karşı kusur işlemedik. (*) Şah Ali Abbas olarak geçen ocak adı, halk arasında Celal Abbas Ocağı olarak yaygın bilinir. 1960’lardan sonra ideolojik ve siyasi çatışmalar baş gösterince, bazı fanatik kişiler bu mutlu yaşamımızı karartan girişimlerden bulunarak, ayrılık tohumları ektiler. 1970-1980 yılları arasında, o günkü tatsız ortamdan rahatsız olan (Alevî ve Sünni kökenli) insanlarımız bulunduğumuz vilayetleri terk etmek mecburiyetinde kaldı. 1970 yılında, ben de o günkü işimi Elazığ’dan Bursa’ya nakil ettim. Halbuki yukarıda da anlattığım gibi; Elazığ’da, her mezhepten olan insanlarımız birbirilerine karşı sevgi ve saygı göstererek mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürürlerdi. Eski adı Harput olan Elazığ’da bir çok “yatırlar” vardır. Alevî’siyle – Sünni’siyle bu yatırlara giderek kurbanlar keserdik. Fakirler doyurulup, muhtaç olanlar giydirilerek hayırlar yapılırdı. Bayramlarda ve sayılı günlerde birbirimizi ziyaret ederek gönüller kazanırdık. Birbirimizin çocuklarına kirve olup peygamber dostlukları kurardık. Özlemini duyduğumuz o mutlu günlerimizi bize haram edenler, siyasi ve ticari çıkar peşinde olan menfaatperest hain kişilerdi. Ortaya çıkardıkları mezhep ve ırkçılık polemikleri ve provokasyonları ile kardeş kavgası yarattılar. İşin en acı tarafı da, köylerden şehirlere inen Alevî toplumunun kendisine has bir ibadet yeri bulamamış olmasıydı. Alevî’nin kendisine has İslâmî yorumu, Sünni İslâmî yorumundan hayli farklı olduğu için, bu iki mezhebe mensup insanların birlikte ibadet etmeleri mümkün olmuyordu. Köylerdeki cem evlerinde sorunlarını kendi aralarında halledip “ahlâksal yaşam ve barışık düzen” yaşamını hayatlarına geçirip yaşayan Alevîler, şehirlerde bu erdemli yaşamlarını sürdüremedikleri için büyük bir boşlukta kaldılar. Bu boşlukta kalan Anadolu Alevîleri, dinî vecibelerini yerine getirememeleri; kara yobaz cahiller tarafından fırsat bilinerek, türlü isnat ve iftiralarla karalanıp dışlandılar. Tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunun azizliğine uğrayan ve şehirlerde ibadethane yapamayan Alevîlerin yeni yetişen genç kuşakları bu boşluk içerisinde; örfünü, âdetini, inancını ve ibadetini öğrenme fırsatı bulamadığından, dinî ve felsefi konularda tamamen bilgisiz kalmış oldu. Halbuki; eline-diline-beline sahip, eşine ve işine sadık bir toplum olan Alevîler, ibadete yönelmeden evvel yaşamlarının hesabını vererek “kul hakkından” arınırlardı. Küsülü olan barışırdı. Kul hakkı yemiş olan öderdi. Gönül inciten, incittiği gönlü kazanırdı... Tüm bu erdemli davranışlar tamamlandıktan sonra ibadet yapılabilirdi. Böylece devletin güvenlikle ilgili makamları da meşgul edilmeden, “ahlâksal bir yaşam ve barışık bir düzen” içerisinde yaşanmış olunurdu. - Hangi “ocağa” mensupsunuz? - Kabul edilir isem, Şah Ali Abbas (Celal Abbas) ocağına mensubum. Soy atalarımın, bugünkü iskân yerleri olan Elazığ’ın Sedeftepe (Mığı) köyüne gelişleri soy şeceremizde özet olarak şöyle geçiyor: Şah Ali Abbas’ın merkâdi Kerbelâ Çölü’nde, Bingazi şehrindedir. Şah Ali Abbas Hazretleri’nin birinci evladı Koç Haydar oğlu Şah Cüneyd, (Esseyyin Ali kökünden) Kerbela Çölü’nden sökün edip Horasan’a, oradan da Buhara, Erdebil, Kars, Ardahan ve Durnik üzerinden Pertek-Coravan köyüne uğrayarak Harput’un Mığı köyüne yerleşmişlerdir. Kerbelâ’dan çıkış ile Horasan üzerinden adı geçen vilayet ve kasabalardan geçerek, Mığı köyüne gelen soy atalarımın on sekizinci kuşağı olan Seyyid İbrahim ismindeki zât Mığı’ya gelmiştir. Bundan dolayıdır ki, soyadı kanunu çıkıncaya kadar (1934) Mığı köyünde ve devlet dairelerinde kabinemizin sanı, “Seyyid İbrahimler” olarak geçmekteydi. Tarihi belge niteliği taşıyan soy şeceremizi, Latin harfleri ile günümüzün Türkçe’sine çevirebilmek için uzun yıllar uğraştım. Değerli dostum Mehmet YAMAN ile bir kısmını çevirmiş olduk ama bu yeterli değildi. 2000 yılının Ocak ayında tanıştığım değerli ilim adamı sayın Prof. Dr. Alemdâr Yalçın, bahsi geçen şeceremizin çeviri işini Ankara Gazi Üniversitesi’ndeki ekibi ile birlikte yaptılar ve yayınladıkları HACI BEKTAġ VELĠ Araştırma Dergisi’nin Eylül-2001 sayısında (Sf.17) yayınladılar. Bu değerli ilim adamlarımızın, tarihimize, kültürümüze ve felsefemize dair yaptıkları büyük hizmetlerden ötürü, minnet ve şükranlarımı buradan iletmeyi bir borç bilirim. Bir “ocakzâde” olarak; günümüz Alevîleri’nin yetmiş iki milletten farklı olan erdemli yaşamımıza ilgisiz davranışlarına da üzülüyorum. Bugüne kadar, biz Alevîleri asimile etmek için köklü tedbirler alıp yoğun çaba sarf eden devletin ilgili makamları, bugün soy şeceremizi toplayıp değerlendiriyor ve inancımızı, ibadetimizi yaşamamız için gayret gösteriyor. Bu sevindirici ortamı kuşku ile karşılayan bazı bihaber insanlarımız, erdemli yaşamımızı kazanmamıza engel olacak şekilde tavır takınıyorlar. Bu cahilane gaflet ve delâlet, tarihi bir hata olduğu gibi Alevî felsefesine de büyük bir hıyanettir. - Galiba daha da kötüye gidiyoruz... - Ağacın “kurdu” içinden olmazsa, dışındaki haşarat öldürücü zarar veremez!.. Günümüzdeki Alevî hareketinin “kurdu” içerisindedir. Muhammedî İslâm uğrunda malını ve canını feda edip inancından ödün vermeyen insanlık timsali zâtların soyundan olan yozlaşmış ve onursuz kişiler, maddi çıkarları uğruna vermedikleri ödün ve yapmadıkları hata yok. Muhammedî Ġslam, Mekkeli müşriklere zor geldiği gibi, Alevîliğin “Eline – Diline – Beline sahip, EĢine ve ĠĢine Sadık Olmak” şartları da bugünün Alevî kökenli yozlaşmış riyakârlarına zor geliyor. İnsanlığın temel unsuru olan bu ölmez şartlar; Emevîler gibi saltanat ve sömürü düşkünü olan Alevî kökenli riyakârlara bayağı zor geliyor ki, yarım asırdan beri Alevîliğin temel şartlarını ortadan kaldırmak maksadıyla; “ikrârsız - imansız, edepsiz – erkânsız, pirsiz – rehbersiz, vicdansız – merhametsiz, ilimsiz – irfansız ve secdesiz – sücutsuz” bir yol peşinde koştular. Hz. Ali Murteza’nın dahi fethedemediği birer “inkâr” kalesi olup yolumuzun önünü tıkadılar. Bugüne kadar yol sürmemize engel olan iki sebep vardı. Biri nefs-i emaremiz diğeri de Emevî’nin kara yobazları idi. Günümüzde ise yol sürmemize en büyük engel, yukarıda bahsettiğimiz Alevî kökenli olup sonradan yozlaşan riyakârlardır. Bundan dolayıdır ki, “Alevî hareketinin kurdu içerisinden”dir dedik. - Yol sürmemize üçüncü bir engel olarak gördüğünüz bu yozlaşmış kişilerin engelini nasıl aşacağız? - İkrârından çözülen bu yozlaşmış kuşak, 1960’dan bu yana üçüncü kuşağını da yetiştirdi. Yani, dinsizden imansız türedi. Böylece itiraf edelim ki işimiz bir hayli zor. Bu yozlaşmanın sorumlusu önce, iktidar olan hükümetlerdir. Sonra da tüm Alevî toplumu, bu tarihi hatanın sorumlusudur. Toplum olarak, bu hüzün verici “yozlaĢma” felaketine seyirci kalındı. Müdahale edenler de yalnız bırakıldı. Halen daha bu “seyirci kalıĢ” durumu devam ediyor ve her gün biraz daha kan kaybediyoruz. Alevî toplumunu yozlaştırma fırtınası tek yönlü esmiyor. Çok yönlü esen felaket rüzgârı, koca çınarı kökünden sarstığı halde, seyirci durumundaki taban bir türlü harekete geçmiyor. Çünkü toplumun “inançlı” tabanı bu konuda bilinçli değil. Felaketin farkında ama üzerine düşen görevlerden bihaber ve acizdir. Örfünü, âdetini, geleneğini ve inancını halen daha muhafaza eden bu tabanı bilinçlendirip seyircilikten kurtararak harekete geçirmeden, yozlaşmanın önünü kesmek mümkün değildir!.. Tabanı bilinçlendirip harekete geçirmenin yolları ise: 1- İşin bilincinde olanlar, seyirci durumunda olanları uyarmak için rahatını düşünmeden, çaba sarf edip bu insanların cem evlerine gelmelerini ve bilinçlenmelerini sağlamalılar. 2- Cem evlerimize gelen insanlarımıza çağdaş ve gerçek bilgiler verilip yozlaşma virüsüne karşı koruyucu bilgiler öğretilmeli. 3- Muhammedî İslâm ve diğer inançlar arasındaki farklılıklar, ilmî bir şekilde insanlarımızın kafasına sokulmalı. 4- “Alevîyim” diyen her kişiye, “ikrâr” verip sorumlu olduğu “ocağı” tanıması için yardımcı olunmalı. Her “yol kardeĢine” de musahip tutturulup maddimanevi yardımlaşma sağlanmalı. Aksi halde, yol ve erkândan bihaber yaşayan insanlarımızın yetiştireceği yeni nesillerin, Muhammedî İslâm’ın bilgisinden mahrum olarak yetişip asimile olmaları kaçınılmaz bir musibet olacaktır. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed ve ona inanan müminler, “karanlık çağ”ın imansız ve ahlâksız müşrikleriyle on yıl Mekke’de on yıl da Medine’de savaşıp yakınlarını ve yoldaşlarını “Ahlaksal YaĢam Ve BarıĢık Bir Düzen” uğrunda şehit verdiler ve ağır bedeller ödediler... O’nun elçiliği vasıtası ile mümin-müslümanlar, Tanrı’nın ilahî emirlerine mazhar olup kendi özlerini öğrenmiş oldular. Hz. Peygamberimiz, bu kutsal hizmetinden ötürü ümmetinden bir karşılık beklemedi. “Ġyilik ve güzellikten yana olup Ehlibeyt’imi sevin. Ben sizden baĢka bir Ģey istemiyorum!” dedi (Bkz. Şûra Suresi/23). Fakat ümmetinin riyakâr olanları, Hz. Peygamberimizin bu özverili vasiyetine aldırmadan O’nun vefatını müteâkip İslâm evveli “karanlık çağ”daki yaşamlarını yeniden hayata geçirerek yaşamaya başladılar. İslâm’ın temel ilkelerine aykırı olan bu irtica (geriye dönüş), Ehlibeyt (Ehlibeyt : Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin) tarafından tepki ile karşılandı ve riyakârlarca müslümanlığı kabul edenlerle Ehlibeyt arasında (sonsuza kadar sürecek olan) “Hakk ve bâtıl” ın kavgası yeniden alevlenmiş oldu. İblis gibi ikrârına sadık kalmayan, Mekkeli müşriklerin lideri Ebu Süfyan ve taifesinin, Ehlibeyt’e yaptığı zulüm ve katliamın dünyada eşi görülmemiştir (Bkz. : Fuzuli, “Saadete Ermişlerin Bahçesi” ve Yaşar Nuri ÖZTÜRK “Kur’an’ı Anlamaya Doğru” Sf. 39-40 ve “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” Sf. 575 Yeni BoyutİST.) Ehlibeyt’e mülâki olup Muhammedî İslam’ı yaşamak isteyen nice Hakk dostu mümin müslümanların da Süfyanî irticacıların zulmüne uğrayarak Hakk yolunda ağır bedeller ödedikleri tarihi bir gerçektir. Böylesi ağır bedeller ödeyerek, Hakk’ı ve adaleti ayakta tutmaya çalışan bir soyun evlatlarının ise bugün iğreti, sefil ve aldatıcı bir yararlanma ( Bkz. : Âli İmrân Suresi / 185 ; Yunus Suresi/23) uğruna, Hakk ve adalet yolunu terk ederek, haksız, adaletsiz, merhametsiz ve zulümkâr bir güruhun yanında yer alması, insan onuru ile bağdaşan bir şey değildir. Böylesi kötü bir gidişe karşı önlem almadan seyirci kalmak da haksız ve adaletsiz gidişe destek olmak demektir!.. - Asırlar boyu baskı ve zulüm görmesine rağmen inancından ve felsefesinden ödün vermeyen bir toplum, ne oldu da yarım asır gibi bir zaman diliminde inancını, ibadetini ve erdemli âdetlerini terk edip bile bile soyunun asimile olmasına göz yumup kulak tıkayarak razı oluyor? - Yukarıda da değindiğimiz gibi insanın mayasında saltanatlı yaşama karşı aşırı bir heves vardır. Bu hevesin insan bünyesindeki üretici unsurunun adı “nefs-i emmâre”dir. “Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefisinin ona neler fısıldadığını da biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi / 16) “İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir. Biz seni insanlara bir resul olarak gönderdik. Tanık olarak Allah yeter.” (Nisa Suresi / 79) İlahî emirlerde de görüldüğü gibi; iyilik ve güzellikle ilgili ne varsa Allah’tan, kötülük ve çirkinlikle ilgili yaramazlıklar ise kişinin kendi nefsinin aşırı isteklerindendir. O halde kişi, nefsinin arzularını dizginleyerek, iradesine sahip olmalı ve yapacağı her işi, konuşacağı her sözü vicdanına danışmalıdır. Aklı ile gönlünü, iradesine hakim kılan kişi merhametli olur ve mazluma yardım eder. Kötülük ve çirkinliğe karşı da tavır koyar. “Kullar ki sabredenlerdir, özü-sözü doğru olanlardır, Hakk huzurunda duranlardır, nimet ve imkânlardan başkalarını yararlandıranlardır; seherlerde bağışlanmak için yakaranlardır.” (Âli İmran Suresi / 17) İşte Muhammedî İslâm’ın temelinde yatan felsefe budur. Ne yazık ki müslüman olduklarını söyleyen riyakârlar, Hz. Peygamberin vefatından itibaren bu felsefeyi terk ettiler. Halbuki Allah’ın elçisi, aşağıdaki ilahî emirlerle ümmetini uyarmıştı: “İçinizden hayra çağıran, doğruluk ve güzelliği belirlenmiş olanı emreden, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan alıkoyan bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere eren işte onlardır.” “Kendilerine açık seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır.” “Gün gelir bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: İmanınızdan sonra küfre mi düştünüz? Hadi, saptığınız küfür yüzünden tadın azabı.-” “Yüzleri ağaranlara gelince, onlar, Allah‟ın rahmeti içindedirler. Sürekli ondadır (mutluluk içerisindedir) onlar.” (Âli Ġmran Suresi / 104-105-106-107) Bu ilahî emirlerde önerilen yaşamın tam tersini, müslümanların hayatına zorla geçiren Emevî iktidarları, İslâm’ın en taze çağında, kendi örf ve âdetlerini Muhammedî İslâm’mış gibi hayata geçirdiler. İslâm dini ile âdeta eğlendiler. Yüce Allah, daha önce bu gibi münâfık güruhları uyarmasına rağmen, saltanat ve sömürü hırsları ağır basan gönlü kör, kalbi taş olan müşrik güruh bir türlü ıslah olmadı. (Bkz. : Yaşar Nuri ÖZTÜRK, “Kur’an’ı Anlamaya Doğru”, Yeni Boyut İST-1998 Sf. 39-40) “Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur‟an ile şunu hatırlat: - Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah dışında ne bir dostu kalır ne de şefaatçisi. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.-” (En’âm Suresi / 70) - Muhammedî İslâm diyorsunuz? Bu tanımlamayı biraz açıklar mısınız? - Daha önce de söylediğim gibi, Hz. Muhammed, Allah elçisi olarak, kendisinden önce gelen elçilerin/resullerin, insanoğluna önerdikleri “Ahlaksal YaĢam ve BarıĢık Düzen” i gündeme getirmişti... Tüm insanların kardeşçe yaşamalarını, zenginlerin fakirleri “köle” olarak alıpsatmamalarını, kadınların “cariye” adı altında zenginleri haremlerinde metres hayatına mahkum edilmemelerini, kız çocuklarının diri diri kuma gömülmek suretiyle öldürülmemelerini, siyahın beyaza, beyazın siyaha; Arap’ın Arap olmayana; Arap olmayanın Arap’a üstün olmamasını ve kan davalarının son bulmasını istiyordu. “Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah‟tan korkun ki, size merhamet edilebilsin.” (Hucurât Suresi/ 10) “Ey inanlar! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Olabilir ki, alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Öz benliklerinizi ayıplamayın/kendi nefislerinizde ayıplar aramayın; birbirinize kötü lakaplar yakıştırmayın. İmandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötü şeydir. Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimlerdir.” (Hucurât Suresi/ 11) “Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın! Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? bakın bundan iğrendiniz. Allah‟tan korkun!. Hiç kuşkusuz, Allah tövbeleri çok çabuk kabul eden, rahmeti sonsuz olandır.” (Hucurât Suresi/ 12) “Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, kötülüklerden en çok korunanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât Suresi/ 13) “Sûra üfürüldüğünde, aralarında artık soy-sop/şuna-buna mensup olmalar söz konusu edilemez. Birbirlerini soruşturamazlar da.” (Müminûn Suresi/101) “Göklerin ve yerin yaratılmasıyla, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O‟nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Rûm Suresi/22) “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırıyoruz. Kuşkusuz, onları öldürmek büyük bir günahtır.” (Ġsrâ Suresi/31) “O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda.” “Hangi günah yüzünden öldürüldü diye!” (Tekvir Suresi/8-9) Bu erdemli yaşamı, sömürü ve saltanatlarına engel gören Mekke müşrikleri, Hz. Muhammed’e karşı savaş açtılar. Yirmi sene gibi uzun süren bir savaşın ardından Hz. Muhammed, Medinelilerin de desteğiyle Mekkeli müşrik taifesini mağlup ederek, Mekke’nin fethini sağladı... Mekkeli müşrikler mecburiyet karşısında müslümanlığı kabul ettiler. Hz. Muhammed, bu zaferden iki yıl sonra vefat etti. Hz. Muhammed’in vefatından hemen sonra; Hz. Muhammed’in vasiyeti aksine, Ebu Bekir’i halife seçen müslümanlar, Hz. Muhammed’in cenaze hizmetinde dahi bulunmadan, İslâm’ı kökten sarsacak kararlar aldılar. Adına irtica dediğimiz bu harekete karşı çıkan Hz. Peygamberin kızı Hz. Fatıma, hakarete uğradı. Ömer Hattab’ın darp etmesi sonucu kaburga kemikleri kırıldı ve çoğunu zayi etti. Bu zulmün acısına dayanamayan Hz. Fatıma, üç veya beş ay sonra vefat etmiş oldu. ( Bkz. : Abdulbâki GÖLPINARLI, “Sosyal Açıdan İslâm Tarihi”, Der Yayınları İST-1991 Sf. 279-282) İş bu kadarla da kalmayıp çeyrek asır sonra iktidarı tamamen ele geçiren Mekke müşrikleri, Emevi Devleti adı altında bir zulüm estirerek Hz. Peygamberin Ehlibeyt’inden intikam almaya devam ettiler. Sırası ile; Hz. Ali kılıç darbesiyle, Hz. Hasan zehir ile şehit edildiler. Fakat İslâm’ın ezeli düşmanı olan Emevi zalimleri, illa da Hz. Muhammed’in ümmetine emanet ettiği “Kur’an’ı Kerim’i ve Ehlibeyt” soyunu tamamen ortadan kaldırmak istiyordu. Çünkü bu iki emanet, Emevî düzeninin sömürü ve saltanat üzerine kurulu sistemine engel oluyordu. Bu maksatla, tertiplenen entrika sonucu, Medine’den Kûfe’ye davet edilip Kerbelâ denilen yerde önü kesilen Hz. Hüseyin ve yetmiş iki kişilik kâfilesi, otuz bin kişilik müşrik ordusu tarafından muhasaraya alındılar. On gün susuz bırakılmak suretiyle, Hz. Zeynel Abidin haricinde erkek soy bırakılmadan tüm Ehlibeyt ve sevenleri şehit edildiler. Geri kalan yirmi dört Ehlibeyt hatunu ve ağır hasta olan Zeynel Abidin Hazretleri, kızıl çöllerde önce Kufe’ye, oradan da Şam’a esir olarak götürüldüler. Mızrak uçlarına takılı şehit başlarını seyrederek Şam’a götürülen Ehlibeyt esirleri, nice zulümler görüp fazla yaşayamadılar... Emevîlerden sonra iktidar olan “despot” yönetimler de Emevi irtica düzenini benimseyip sürdürünce, Hz. Muhammed’in yukarıda anlattığımız “Ahlaksal YaĢam ve BarıĢık Düzen”inin üstü örtülü kaldı. Ancak, adına Alevî denilen ve zulümün elinden gözden uzak beldelerde yaşamaya çalışan topluluk, zor şartlar, isnat itiraflar ve kanlı katliamlar altında Muhammedî İslâm’ı sürdürdüler. Gösterdiğimiz kaynak kitaplar okununca, bu feci zulüm daha da iyi anlaşılacaktır. İslâm’ın temelindeki bu üstü örtülü sorunu çözmeden de “Muhammedî Ġslâm”ı tanımak ve kavramak mümkün değildir. - Alevî ve Sünni mezhep mensupları; “kardeşçe birlikte yaşadıkları halde, ibadet usullerinde hayli farklılık olduğu için birlikte ibadet edemiyorlardı.” dediniz. Bu ibadet usullerindeki farklılıklardan bahseder misiniz? - Anadolu’da ve Balkanlar’da yaşayan Alevî (Osmanlı Padişahı Yavuz Selim‟in, kendilerine karşı olan amansız düşmanlığı ve uyguladığı baskı sonucu; zulüm, katliam ve isnat-iftira karalamasından kendisini korumak için, şehirlerde iskân eden Alevîlerin bir çoğu, kendilerini “Bektaşî” sanı ile tanımladılar.) Müslümanlar ile Sünni müslümanların ibadet usullerinin birbirinden hayli farklı oluşunun temel nedeni; Hz. Peygamberimizin vefatından sonra, (yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi) İslâm’ı kerhen kabul etmiş olanların, yarattıkları irtica ve Ehlibeyt düşmanlığı olmuştur. Ayhan can, sorunuzun cevabını kısa tutar isek, bu cevap iyi anlaşılmaz ve zihinlerde istifham kalır. Tam manası ile anlatır isek bir kitap olur. Biz gene de özet olarak anlatmaya çalışalım. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten on yıl sonra yanındaki üç-dört bin kişilik bir kâfile ile hâc etmek maksadıyla Mekke’ye hareket etti. Bunu haber alan Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamberin bu ziyaretini engellemek maksadıyla, bir heyet gönderip anlaşmak istediler. Süheyl adında bir kişinin önderliğinde gelen bu heyet, Hudeybiye denilen yerde, Hz. Peygamberimizin kafilesiyle karşılaşmış oldu... Süheyl, Mekkeli müşriklerin anlaşma tekliflerini Hz. Muhammed’e anlattı. Hayli müzâkereden sonra o yıl planlanan umre ziyaretinden vazgeçildi. Hz. Peygamberin ileri sürdüğü şartlar da elçi Süheyl tarafından kabul edildi. Hz. Peygamberin, bu anlaĢmaya dair Ģartları Ģunlardı; 1- Bu yıl ertelenen Mekke ziyareti gelecek yıl yapılacak, 2- İki taraf birbirinin bölgesine rahatça girip çıkabilecek, 3- Taraflar, birbirlerinin canlarına ve mallarına zarar vermeyecekler, 4- Müslümanlığı kabul edenlere engel olunmayacak 5- Müslüman olmayanlara ise zor kullanılmayacak 6- Müslümanlar, Mekke ziyaretinde kılıçlarını kınlarından çıkarmayacaklar, 7- Tanrı’ya ortak koşulmayacak, 8- Irz ve iffete zarar verilmeyecek, 9- Kız evlatlar diri diri gömülmeyecek, 10- Kan davası güdülmeyecek. vs... ( Bkz. : Lûtfullah Ahmed, “Hz. Muhammed’in Hayatı”, Maarif Kitaphanesi, İstanbul Sf. 424 ; A. Gölpınarlı, a.g.e. Sf. 103.) Benzeri şartlar taraflarca imza altına alındı. Ömer Hattab ve bazı ashâbın bu anlaşmaya karşı çıkmasına rağmen, Hz. Peygamberin emri üzerine kurbanlar kesilip bu kansız zafer kutlandı. Hz. Peygamber, ashabına dua etti ve onlardan; “Ġslam’ın ahlaksal yaĢam ve barıĢık düzenini eksiksiz Ģekilde yaĢayacakları hususunda ikrâr aldı.” Bu şekilde ikrar veren ashabını “el ele tutturan” Hz. Peygamberimiz, Mekkeli muhacirlerle Medineli ansarları birbirine musahip/kardeş yaptı. Hz. Ali’yi de o sırada kendisine musahip/kardeş edindi. (Bkz. : A. Gölpınarlı, a.g.e. Sf. 78) Bu sırada şu ayetler nâzil oldu: “O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey‟atleşiyorlar. Allah‟ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah‟a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir.” (Fetih Suresi/10) “Andolsun, Allah müminlerden, o ağacın altında sana bey‟at ettikleri sırada hoşnut olmuştur. Onların gönüllerindekini bilmiş, üzerilerine huzur ve sükun indirmiş ve kendilerine yakın bir fetih nasip etmiştir.” (Fetih Suresi/18) Hudeybiye’de birbirleri ile kardeş olup İslam’ın ahlaksal yaĢam ve barıĢık düzeni gereğince bir yaşamı kabul ederek, Allah’ın resulüne ikrâr veren ashabın çoğunluğu, Hz. Peygamberimizin vefatı sırasında, dünya saltanatı sevdasına düşüp ikrârlarından döndüler. Çünkü, Ġslamî Ģartlar kerhen müslüman olanların saltanatını engelliyordu. Hz. Muhammed, ilahî emirlere dayanarak, İslâm için “Dört Kapı Ve Kırk Makam” ilkesini tespit etmişti. Yani her müslümana, yaşamı süresince dört kapıdan geçmesi ve her kapıda on şarttan imtihan olup mertebe kazanması öngörülmüştü. Aksi halde, her müslümanın İslâm olması mümkün değildi... “Bedeviler: “İman ettik” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz. Ancak „müslüman‟ olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah‟a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr‟dur, Rahîm‟dir.” (Hucurât Suresi/14) “Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah‟a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü-sözü birbirine uyanlar.” (Hucurât Suresi/15) İslam’ın temel ilkesi olara kabul edilen bu “Dört Kapı ve Kırk Makam” düsturuna, beşeri bir mânada örnek verecek olursak, türlü mesleki dallar için oluşturulan, “ilk okul, orta okul, lise ve yüksek okul” gibi ilim ve bilim yapılan eğitim ve öğretim kademelerini gösterebiliriz. Bu okulların her kademesinde nasıl ki kişi, on ders civarında öğrenim görüyor ve gördüğü derslerden de imtihanını verip diplomasını alınca branşında söz sahibi oluyorsa, insanoğlunu da diğer mahlukatlardan üstün kılan (9) ahlâki değerleri elde edip yaratılan bu âleme faydalı bir kâmil insan olabilmesi için, “Ģeriat-tarikat-marifet-hakikat” adları altında dört aşamalı bir sistem oluşturulmuş ve bu kapıların her birine on şart koyulmuştur. Örneğin; ġeriat kapısında her müslüman için öngörülen şu on şartı kusursuz yaşayan kişi bir üst kapı/mertebe olan tarikat kapısına geçmeye hak kazanmış olur: Bakınız Kur’an Allah’ın “bir”liğine inanıp ibadetini yapmak.................(Bakara Suresi/255 ; Mümin Suresi/60) İlim ve irfan sahibi olmak.............................................. (Nisâ Suresi/162 ; En’am Suresi/140) İş veya meslek sahibi olmak.......................................... (Bakara Suresi/16 ; Nûr Suresi/137) Helal kazanç elde etmek ................................................(Bakara Suresi/286 ; Rahman Suresi/9) Nikah kıyıp dünya evine girmek.................................... (Nahl Suresi/72 ; Rum Suresi/21) Helal kazanç ile sofra sermek........................................ (Nahl Suresi 71 ; Ġnsan Suresi/89) Cemaate uymak ............................................................. (Hücâdile Suresi /11 ; Enfâl Suresi/24) Temiz giyinip, temiz yemek .......................................... (Bakara Suresi/168-172) Hoşgörülü ve şefkatli olmak............................................(Bakara Suresi/129 ; Nûr/22) Yaramaz işlerden sakınıp doğruya yönelmek..................(Ġsra Suresi/84 ; Nahl Suresi/123) Şeriat kapısının bu şartlarını yaşayan ve yirmi yaşının üstüne çıkmış genç bir müslüman, özünü tanıyıp tasavvuf felsefesine sevdalanmış olur. Yaratıcı Rabb’ini daha yakından tanıyabilmek için atasının ikrâr verdiği “ocağın” postnişini olan pîre (dedeye) o da ikrâr verip tarikat kapısına girer. Bir mümin yol erinin tarikat kapısında yaşaması gereken on şart: Bakınız Kur’an 1. Yol-erkân üzere yaşayacağına dair pîrine ikrâr verip o güne kadar yaptığı hatalardan dolayı tövbekâr olmak............................................................................................................(Araf Suresi/181) 2. Talip olup ikrârında durmak.........................................................................(Fetih Suresi/10) 3. Temiz ve edepli giyinmek ............................................................................(Araf Suresi/26) 4. İşini temiz ve güzel yapmak. ................................................................ .....(Bakara Suresi/82) 5. Yol ehline hizmet etmek ..............................................................................(Enfâl Suresi/72) 6. Hayf-u Rica içerisinde olmak (Yapılan hatadan dolayı pişmanlık duyup özür dilemek) ........................................................................................................................(Nasr Suresi/3) 7. Zorluk görünce Allah’tan ümit kesmemek....................................................(A’raf Suresi/56) 8. Takva Ehli olup hidayeti hedeflemek.......................................................... (Âli İmran Suresi/114) 9. İrfan ehlinin muhabbetinde bulunup öğüt almak..........................................(Kaf Suresi/37) 10. Hakk’a aşina olup “Eline-Diline-Beline sahip, 11. Eşine ve İşine sahip olmak”..........................................................................(Ahzab Suresi/35) Zatını-sıfatını tanıyan ve hayrını-şerrini seçebilen bu yol eri, kötü huylardan ayrılıp kâmil bir insan olmanın yolunda, daha da ileri bir mertebeye erişebilmek için marifet kapısına girip bu kapının da on şartını yaşar. Marifet kapısının on şartı da şunlardır: Bakınız Kur’an Edebe aykırı iş tutmamak ...........................................................................(Kalem Suresi/4) Nefsin kötü işe teşvikinde Allah korkusu çekmek .....................................(Nisa Suresi/78) Her türlü kötü iş için perhizkâr olmak .......................................................(Â’la Suresi/14) Sabırlı ve kanaatli olarak güzellik üretmek ...............................................(Enfal Suresi/46) Yanlış iş yapmaktan utanmak ....................................................................(Nisa Suresi/85) Elde edilen nimeti paylaşmakta cömert olmak ..........................................(İsra Suresi/26) İlimli olup başkalarını da irşâd etmek .......................................................(Ali İmran/187) Engin gönül sahibi olmak....................................................................... (Furkan Suresi/63) Her konuda marifet ehli olmak ......................................................... (Ankebût Suresi/58) Kendi özünü bilmek ve geriden gelen kuşağa da bildirmek .................(Şuara/193-194-214) Üç kapının otuz şartını başarı ile yerine getiren marifet ehli mümin kişi, kemaletin son mertebesi olan hakikat kapısına ulaşır ve bu kapının da aşağıdaki on şartını yaşar: Bakınız Kur’an Türap olup eksikliği özünde görmek. .........................................................(İsra Suresi/37) Yetmiş iki milleti ayıplamamak .................................................................(Maide Suresi/48) Elden gelen iyiliği esirgememek ................................................................(Nisa Suresi/95) Yaratılmış tüm âlemin itimadını kazanmak ................................................(Âli İmran Suresi/75) Mülkün sahibine hoş gelen işleri yaparak O’nun rızasını kazanmak .........(Teğabün Suresi/17) Sohbet edip Hakk sırrını söyleyerek gönülleri şâd etmek ..........................(Mücadile Suresi/7) Seyahat edip dost gönlü kazanmak .............................................................(Hâc Suresi/46) Dost sırrını saklamak ..................................................................................(Ali İmran/118) Münacât, kusurlardan dolayı Tanrı’dan af dileyip, verdiği nimetlere şükretmek. ........................................................................(Bakara/58) Müşahede, vahdet-i vücut felsefesi içerisinde Tanrı’yı tefekkür edip yakın görmek. ..........................................................................(Tekasür /7; Kaf /16) İslam’ın “Dört Kapı Kırk Makamı” Hz. Peygamberimizin vefatından sonra “beş şart”a bağlandı. Halen müslüman âlemince İslam’ın şartı olarak yaşatılan bu beş şart, (savm-salât-hac-zekat ve kelimeşahadet) kul ile Allah arasını ilgilendiren şartlardır. Kul ile kulun arasını ilgilendirmez. Ama bizce önemli olan, kul ile kulun arasını ilgilendiren şartlardır. Öğrenin bir kişi; oruç tutar, namaz kılar, dua eder, hacca gider, zekat verir ve şahadet getirir ise hep bu yapılanlar o kişinin hayır defterine yazılan kazanımlardır. Aksi olur yapmaz ise o kişinin kaybı olur. Fakat bir kimse, kul ile kulun arasını ilgilendirecek diğer İslamî şartları yerine getirmezse, bir başka kişinin zarar görmesi kaçınılmaz olur. Birkaç örnek: Bir kimse; “eline sahip olmaz” da hırsızlık yaparsa, tarttığını yanlış tartar, ölçtüğünü yanlış ölçerse, hırsına kapılıp adam döver veya öldürürse, “Diline sahip olmaz” da yalan söyler, iftira atar, küfür eder, kov-gaybetten dilini kesmez ise, “Beline sahip olmaz” da zina ile ahlakı bozar, soyu kirletirse, “Eşine sahip olmaz” da yuvasını yıkar, çocuklarını ata-ana sevgisine hasret bırakıp iki “hısım” tarafı birbirine “hasım” hale getirerek bir çok insanın huzursuz olmasına yol açarsa, “İşine sahip olmaz” da yaptığı işi sakat yapıp birilerini zarara sokarsa... “Kazancına haram katıp” da kamunun, yetimin, öksüzün ve mazlumun hakkını gasp ederse, “Edep nedir bilmeyip” de saygısızlık sergileyerek, insan-i vasfımızın temel dayanağı olan “saygı bağımıza” ve diğer ahlakî değerlerimize zarar verirse, hem devlet hem de millet bu gibi insanlardan zarar görür. Zarar görülen bir yerde razılık olmaz. Kul kuldan razı olmazsa Allah haksız olan kulundan razı olmaz. Demek ki evvela kul hakkından arınıp vebal kirinden temizlenmek gerekiyor. Çünkü, haram kazancın, fesada yol açan şeytani fiillerin ve edebe aykırı günahların kirini, su ve sabun temizleyemiyor!... Gönülleri ve ruhları karartan bu şeytani fiillerin temizliğindeki önemli perhizkârlığı, yukarıda saydığımız İslâm’ın “kırk şartı” içerisinde anlatmış olduk... Ne yazık ki, Hz. Peygamberimizin vefatının hemen ardından, İslam’ın devamı ve de insanlığın mutluluğu için temel unsur olan bu önemli şartlar, müslüman âleminin hayatından çıkarılmıştır. *** Arap Yarımadası’nda hayata geçirilemeyen bu erdemli yaşam, İmam Rıza Hazretleri (M. 765/818) tarafından Horasan’a taşınmış ve Horasan’da Muhammedî İslam hayata geçirilerek doksan bin Horasan Pîri yetiştirilmiştir. Moğol istilasının zulmünden rahatsız olan bu “Alperen” ler, batıya göç edip Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Alperen’lerle Anadolu’ya göç eden Türkmen aşiretleri, Hacı Bektaş Veli (M. 1241/1337) Hazretleri’nin önderliğinde Muhammedî İslam’ı bu kez Anadolu’da hayata geçirip yaşamaya başlamışlarıdır. Horasan Pîrleri ve Rûm erleri öncülüğünde sürdürülen Muhammedî İslam’ın (Alevîliğin) inanç ve ibadetleri; Yukarıda sıraladığımız İslam’ın “dört kapı ve kırk makam” temel şartları üzerine yol süreceğine ikrâr veren mümin-müslimler, her Perşembe gününü Cuma gününe bağlayan gece (eşleri ve varsa çocukları ile) cem evi dediğimiz mütevâzı mekânlarda toplanırlar. Ellerinde kete, çörek veya kuruyemiş gibi yiyecekler (lokmalar) ile cem evlerine gelen cânlar, makamında oturan dedenin karşısında divân durarak lokma duası alırlar. Dedenin desturu üzerine “gözcü” nün göstereceği yere otururlar. Cemaat hazır olunca, dede sohbete başlar. Gündemdeki sohbet sırasında cemaatten soru soran olursa, dede bu soruları da cevaplar. ... Dede sohbetine son verdiğinde “zakir”e işaret verir. Zakir, sohbet konusu ile ilgili birkaç deyiş çalar ve söyler... Dede; ibadet faslı başladığında, cemaate hitaben, “edep-erkân, mümine nişan” der. Herkes diz üstü oturup sağında oturan kişi ile birbirine niyaz olurlar. ( Niyaz olma : İnsanların, birbirinin omuzlarını öpmesi.) Dede, bu niyazlaşmanın sebebini şöyle açıklar: 1- Bizleri yaratan yüce Rabb’imizin meleklere hitaben: “Adem’e secde edin!” emri ilahîsinin anısına niyaz olup “Hakk’ın nûrunun Adem’de mevcudiyetini” kabul ve tasdik ettik. 2- Birlikte bulunduğumuz cânlardan razı olduğumuzun işareti olarak yanımızda oturan câna niyaz etmiş olduk... Şimdi soruyorum cânlar! “hep birbirinizden razı mısınız?” cemaat hep bir ağızdan, “biz razıyız Hakk da razı olsun” der. Dede de cemaate; “Allah cümlenizden razı olsun” der ve cem ibadetini başlatır. ** * Birbirinden razı olmayan olursa, gelip meydana niyaz eder ve dedenin karşısında divan durarak sorununu anlatır. Kimden razı değilse o kimse de davacının yanına alınır. Taraflar sorunlarını anlatırlar. (Bu meydanda, haklı çıkmak için yalan söylemek en büyük suç sayılacağından tarafların yalan söylemsine imkan yoktur.) Dede ve cemaat anlatılanları dinledikten sonra dede, cemaatten durum hakkındaki görüşlerini sorar. Cemaatin görüşünü de değerlendiren dede, kararını taraflara bildirir. Taraflar dedenin kararına saygı göstererek birbirlerine niyaz olup barışırlar ve dededen dua aldıktan sonra yerlerine otururlar. Yani, Hz. Peygamberimizin mescidinde nasıl ki küsülü ve kavgalı insanlar barıştırılır ve sorunlar çözülene kadar mücadele edilirdi ise, Alevîlerin ibadet yerlerinde de bu güzellik uygulana gelmiştir. “Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun. Eğer onlardan biri ötekinin aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah’ın mrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlük ile sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever.” (Hucurat Suresi/9) Sünni mezheplerin ibadetleri ile Alevîlerin ibadetlerindeki farklılıklar bu kadarla da sınırlı değil. Örneğin: 1) Zina suçu hariç eşini boşayan,, 2) Küsülü olup da barışmayan 3) Borç alıp ödemeyen, 4) Nikahlı kadın ile evlenen 4) Zina yapan 5) Hırsızlıktan elini kesmeyen 6) Yalanı meslek edinen 7) Şeytanî fiillerden uzak durmayan kimseler, kati bir şekilde tövbekâr olup günahlarının kefaretini ödemedikleri müddetçe, Alevîlerin ibadetine alınmazlar. Bu “ahlaksal yaşam ve barışık düzen” disiplini Alevîler dışında hiç bir din veya mezhep sahiplerinin yaşamlarında görülmemektedir. İşin tuhaf tarafı, bu gibi hatalardan dolayı Alevî ibadethanesinden kovulan birçok insan; camilere gidip (gösteriş için) ibadete katıldıklarında, cami cemaati tarafından “Bak, falan kişi elhamdülillah müslüman olmuş.” diyerek takdir ediliyor. Muhammedî İslam’ın ahlak ve fazilet düsturunu kökünden sarsan tavizler verilip (taraftar toplama amacına dayalı) yol sürmenin, Muhammedî İslam ile ilgisi olamayacağını söylemek durumundayız. “Ne yaparsan yap camiye gel!..” şeklindeki tavizkâr davet; “ahlaksal yaşama” telafisi mümkün olmayan zararlar vermiştir. İnsan hayatının dengesini bozup, yaşamını karartan; haksızlık, adaletsizlik, iffetsizlik, merhametsizlik, zulümkârlık, sömürücülük gibi “fıtratın ilahî buyrukları”na ters olan kötü huylara itibar eden kişilerin şahsiyeti ise dejenere olmuştur. Bu kötü huyların ıslahı için Allah, nebiler/peygamberler göndermiştir ve bu elçileri ile insanoğlunun mutlu yaşamını düzenleyen ilahî yasalar indirmiştir. Bu mutlu yaşam yolunun adına da “İslam Dini” denilmiştir.(11) Fakat, nefs-i emmâre peşinde koşan insanoğlu, kendi şahsi saltanatı uğruna, mutluluk yolunun temel prensiplerinden ödünler vermek suretiyle, Allah’ın ve resullerinin kurduğu “Tarik-i Müstakim” yolunu tahrip etmiştir. Sözün başında da anlattığım gibi bu sorunuzun cevabını tam manasıyla verebilmek için bir kitap yazmak gerekir. Biz özet halinde anlatmaya çalıştık. - Sayın dedem son bir cümleyle insanlarımıza nasıl bir öneride bulunmak istersiniz? - Alevî ve Sünni kardeşlerimize sağlıklı ve mutlu bir yaşam dilerken her konuda olduğu gibi bu konuda da hoşgörülü ve özverili olarak, Muhammedî İslam’ı doğru kaynaklardan okuyup öğrenmelerini ve gerçek İslam’ı yaşamalarını tavsiye ederim. Yolumuz Hakk’ın yoludur. Hakk’a yeten elimiz var. Gönlümüz aşkla doludur, İkrâr veren dilimiz var. Rehberimiz önümüzde Pîr buyruğu özümüzde Sadık eşle evimizde, Soyu temiz belimiz var. Mürşit dârına yetmişiz “Dört canımız” bir etmişiz, Ölmeden hesap vermişiz Hakk ceminde yerimiz var. Sadık olduk Eş’imize, Hile girmez işimize, Cömert olduk aşımıza, Helal lokma verimiz var. Enel-Hakk dedik de geldik, Hakk’ı “Hakel-yakîn” bildik Hem vâhdet-i vücut olduk, Yol gösteren pîrimiz var. Senlik benlik yolu bozar Kibirliler yoldan azar “Gönlü kör” yorulur, gezer, Kör olmayan gönlümüz var. Riyakarlık ârdır bize, İkilik perdedir göze, Meftun olduk kâmil söze İrfan ile ilmimiz var. Muhammed-Ali ulumuz Hacı Bektaş’tır Pîrimiz Ehlibeyt yolu yolumuz, Hakk’a teslim serimiz var. Süregeldik biz bu yolu FETHİ bu kapının kulu Aşık bilmez sağı solu, Hakk’a giden izimiz var “Allah katında din İslam’dır/barış ve esenlik için Allah’a teslim olmaktır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki azgınlık/ haset/hak tanımazlık yüzünden ihtilafa düştüler... Kim Allah’ın ayetlerine nankörlük ederse, Allah hesabı çabucak görecektir. (Âli İmran Suresi/19 Ayrıca Bkz. Şûra Suresi/14) *Sevgili Dedemizle 17. 07. 1998 tarihinde İSTANBUL’da gerçekleştirilen ve gerekli düzeltmeleri dedemiz tarafından yapılan bu söyleşi metni, Eylül 2002 tarihinde de yine sayın Fethi Erdoğan’ın isteği üzerine kendisine iletilmiş ve birkaç yeni ilave daha yapılmıştır. Ayrıca dedemizle Cem Radyo’da Dosttan Dosta ve Alevilik Söyleşileri programlarında da iki/üç kez bir araya geldik.