SEYYİD BEY’İN HİLAFETE DAİR GÖRÜŞLERİNİN İSLAM HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Yusuf EŞİT Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı Özet Seyyid Bey, Osmanlı mebusan meclisinde vekillik yapmış, cumhuriyet sonrası dönemde ilk adalet bakanı olarak görev yapmış, üniversitede hocalık yapan hukuk ve siyaset adamıdır. Hilafetin kaldırılması tartışmalarına meclisteki konuşması ve bu konudaki eserleriyle büyük katkıda bulunmuştur. O, görüşlerini hilafet ve imamet ayrımı üzerine kurar ve hilafetin kaldırılmasının fıkhen mahzuru olmadığı sonucuna varır. Bunun yanında kendi görüşlerini destekler mahiyette fıkıh ve kelam kaynaklarından veriler sunar. Seyyid Bey’in söz konusu yaklaşımının İslam hukuk açısından değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Bu çalışmamızda onun 3 mart 1924 tarihli büyük millet meclisinin 2. Toplantısındaki hilafete dair konuşmalarını İslam hukuku ve siyasi düşüncesi açısından değerlendirmeye tabi tutacağız. Anahtar kelimeler: Seyyit Bey, Hilafet, İslam Hukuku, Siyaset 1286 ASSESSMENT THE VIEW OF SAYYID BAY WITH REGARD TO CALIPHATE IN TERMS OF ISLAMİC LAW Abstract Sayyid Bay is law and politic man who made deputy in the Ottoman parliament, served as first justice minister after the republic period and teaching at university. He has contributed greatly to the Caliphate debating with his speech in parliament and his works on this subject. He builds his views upon the distinction of caliphate and imamete and concludes that the abolition of caliphate is not drawback by islamic jurisprudence. Besides, he provides data which support of his views from sources of fıqh and islamic theology. Sayyid Bay’s the approach is important to evaluate in terms of Islamic law. İn this study, we will assess his conversation about caliphate on 3 march 1924 in the 2nd meeting of the grand national assembly in terms of islamic law and political thought. Keywords: Sayyid Bay, Caliphate, İslamic Law, politic 1. Seyyid Bey’in Kısaca Hayatı Seyyid Bey İzmir’de İzmir’in eşraflarından Müezzinzadeler ailesinden Abdullah Takıyüddin Bey’in oğlu olarak 1873 yılında dünyaya gelir. Medrese eğitimi aldıktan sonra Dârü’l-Fünun Hukuk Fakültesi okur. Mezuniyetten sonra İzmir’de avukatlık yapmış ardından mezun olduğu bölümde müderris olarak fıkıh usulü dersleri verir. Dârü’l-Fünun Hukuk fakültesindeki görevine aralıklarla ölümüne kadar devam eder. II. Meşrutiyetin ilanından sonra siyasete atılan Seyyid Bey İzmir mebusu olarak Osmanlı mebusan meclisine seçilir. Meclisteki siyasi kimliğinin yanında aynı zamanda İttihat ve Terakki Fırka’sında de aktif olur. Önce fırkanın başkan yardımcılığı (1910) ardından başkanlık görevini (1911) üstlenir. 1916 yılında ise ayan meclisine seçilir. Mondros mütarekesinden sonra Malta’ya sürgün edilir. Sevr’den sonra tekrar İstanbul’a döner. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan meclise vekil olur. Aynı zamanda hükümette adliye vekili olarak görev yapar. Hilafetin kaldırılması esnasında mecliste meşhur konuşmasını yapar. Hilafet kaldırıldıktan sonra çıkarılan bir kanunla vekillik ile beraber başka bir memuriyetin yapılması yasaklanınca o, hocalığı seçer. Dârü’l-Fünun’da kurulan İlahiyat Fakültesi’nin başına getirilir. Seyyid Bey hocalık ve siyasi görevlerin dışında II. Meşrutiyetten sonra ile Cumhuriyetin ilanından önce kanunlaştırma ve ta‘dîl-i kavânîn komisyonlarında da görev almıştır. O, 8 Mart 1925 te zatureden vefat eder.1 2. Seyyid Bey’in Hilafete Dair Görüşleri Seyyid Bey hilafet meselesini dini olmaktan ziyade dünyevi bir mesele olduğunu belirtir. Ona göre hilafet, itikada ilişkin olmadığından kelama dair eserlerde ele alınması konuyla alakalı oluşan batıl inançların çürütülmesinden ötürüdür. 2 Dünyevi olmasını meselenin mesalihi ammeye ilişkin olması 3 ile konu hakkında açık ayet ve hadisin bulunmamasına bağlamaktadır.4 Ona göre hükümet etmek demek olan hilafet, doğrudan milletin işi olup zamanın şartlarına tabidir. O, Hz. Peygamber’in vefat etmeden önce bu meseleye dair bir beyanatının olmaması bu görüşe dayanak olarak sunmaktadır.5 Ona göre Peygamber bu işi ümmete bırakmıştır. 6 O, Ebubekir’in Seyyid Bey’in hayatı için bkz. Erdem, Sami, “Seyyid Bey”, (2009), TDV İslam Ansiklopedisi, XXXIX, İstanbul, s.54-56; Kara, İsmail, (1986), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi I, Risale Yayınları, İstanbul, s.177-178; Arslan, Hüseyin, (1999), Seyyid Bey ve Mustafa Sabri’ye göre Hilafet Meselesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, s.41-57; Ekici, Gülhan,( 2007), Seyyid Beyin Kelamî Görüşleri Ve Hilafet Hakkındaki Düşünceleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, s.2-6. 2 Seyyid Bey,(Tarih yok), Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, Ankara, s.4;TBMM Tutanakları, (3 Mart 1340 Pazartesi), Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘,s.44; Seyyid Bey,( 1970), Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, Günümüz Türkçesine Çeviren Hasan Adnan Önelçin, Ekin Basımevi, İstanbul, s.6. 3 Bk. Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.6; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.4; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.44. 4 Var olan ayetler yönetim şekli ile alakalı olmayıp, yönetmekle alakalı genel ilkelere dair birkaç ayet olduğunu ve konuyla alakalı direkt sorun çözecek bir hadis olmadığını var olanların da birkaç tane olup, yönetim şekline ve yönetici belirlemeye dair usullere ilişkin değildir. Bk. Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.8-12; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.6-11; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s. 45-48. 5 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.7; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.6; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.45. 6 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.12; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.11; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.48. 1 1287 halife seçimi sırasındaki tartışmalar ve diğer üç halifenin seçimlerine bakarak ashabında hilafet sorununu kesin bir şekilde açıklamadıkları sonucuna varır. 7 Akabinde dört mezhebin konuyla alakalı kısmi görüşlerine yer verir. Onun aktardığına göre dört mezhepten Hanefilik haricindeki diğer mezhepler hilafet şartlarında daha ağır şartlar ileri sürmüşlerdir. İçtihat derecesinde bilgin olma, adil olma ve Kureyş’ten olmayı buna delil olarak ileri sürer. Öyle ki İmam Şâfiî adaletten sapan halife kendiliğinden azl olduğu görüşündedir. Hanefiler ise biraz daha hafif koşullar öne sürmektedirler. Örneğin müçtehit olmak koşul olmayıp, adaletten ayrılması durumunda azl edilir. Ancak kendiliğinden azlolunmaz. Bu bilgileri verdikten sonra dört mezhebin adil ve alim olmayan yöneticiye halife demedikleri, sultan ve melik dedikleri sonucuna varır.8 Yukardaki tespitini yaptıktan sonra kelam eserlerine dayanarak hilafetin ikiye ayrıldığını ifade eder. Diğer bir anlatıma kelam eserleri hilafeti ikiye ayırarak incelemişlerdir. Biri hakiki hilafet, diğeri ise hükmî de isimlendirilebilecek olan sûrî hilafettir. Hakiki hilafet gerekli şartları kendisinde toplayan ve milletin gönül rızasına, seçim ve biatına dayanan hilafettir. “hilafet benden sonra otuz senedir” şeklinde varit olan hadiste geçen hilafet ile kast edilen de bu tür hilafettir. 9 Halife için fıkıh ve kelam kaynaklarında ileri sürülen şartları zikrettikten10 sonra bunlardan birinin eksik olması durumunda hilafetin geçerli olmayacağını belirtir.11 Sûrî hilafet ise gerekli şartları taşımayan veya milletin seçim ve biatına dayanmayıp güç kullanılarak zorla ele geçirilen ve mülk ile hükümdarlıktır. Bu, hakikatte hilafet değildir. Zorla hüküm sürme ve halka zulümden ibarettir. Emevi ve Abbasi halifeleri bu türdendir. Ona göre Emevi ve Abbasiler zorla yönetimi ele geçirdiklerinden gerçek halife değillerdir. 12 Osmanlılar hakkında da benzer yaklaşım sergiler13 ve Kureyşten olmadıklarından öütür İslam aleminin onlara halife nazarıyla bakmadıklarını ileri sürer.14 Ona göre şartları taşıyan biri olmadığında halife seçme ve atama ümmete farz olmaz. Bunu Şâfi alimi ‘Adudü’d-din’nin “şartlara haiz biri olmadığında imam tayini ümmete farz değildir” şeklindeki görüşüyle destekler. Ancak bundan hükümetin kurulmaması gerektiği gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Hükümet yine kurulmalıdır Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.13-14; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.13-15; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.49. 8 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.14; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.15; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.49. 9 Seyyid Bey, Sadrü’ş-Şeri‘a’nın Ta‘dilü’l-‘Ulûm eserinde bu gerçek hilafete hilafet-i nübüvvet dendiğini belirtir. Aynı Şekilde İbn Teymiye’nin de benzer yaklaşım sergilediğini belirtir. (Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.15-16; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.16; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.49-50) 10 Müslüman, hür, baliğ ve erkek olmak, beden ve duyu organları sağlam olmak, yönetimde rey, tedbir ve siyaset sahibi olmak, nufüz ve kudret sahibi olmak, şecaatli olmak, adaletli olmak, Kureyş’ten olmak. 11 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.16; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.17; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.50. 12 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.18-19; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.20; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.51. 13 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.19; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.20; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.51. 14 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.22; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.24; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.53. 7 1288 fakat artık bu yönetime hilafet, yöneticiye halife denmez. Kendi görüşünü desteklemek amacıyla Sadrü’ş-şeri‘a’dan aktarımda bulunur.15 Akabinde dört halifelerden örnekler vererek şu sonuca varır: “işte gerçek hilafet böyle olur. Halife diye böyle kişilere denir. Çağımızda böyle halife olmak olanağı var mıdır? Olanak olmayınca halife aramanın anlamı kalır mı? Sözlerimizin başlarında söylemiştim ki ulu şeriat bakımından hilafetten amaç, hükümettir. Adil bir hükümet kurmaktır.”16 Seyyid Bey, hilafet ile hükümet arasında vekalet ilişkisi üzerinden yönetim işinin asıl olarak millete ait olduğunu belirtir. Nitekim İslam hukukundaki velayet biri özel diğeri genel olmak üzere ikiye ayırırken 17 aynı şekilde zati ve tevfizî şeklindeki bir ayırıma gider. Zati veya cebri velayet diyebileceğimiz bu velayete babanın çocukları üzerindeki tasarrufunu örnek verir. Tevfizi ise ancak rızaya dayanan vekaleti örnek verip, millet halife arasındaki velayeti de bu kapsamda değerlendirir.18 Ona göre hilafet bir çeşit vekalet olup millet ile halife arasındaki vekalet ilişkisinden başka bir şey değildir. Millet müvekkil, halife vekildir. Onun aktardığına göre bu prensibe dayanarak fakihler milletle halife arasında hilafeti yapılmış vekalet deyip tüm vekalet kural ve hükümlerini uygularlar.19 Durum böyle olunca vekalet akdine dair hususları buraya uygulayabiliriz. Müvekkil olan millet isterse halifenin belirlendiği akitte mutlak yetki verir, isterse yetkilerine sınırlama ve kayıt getirir. Daha ilerisi zaten kendi işi olan yönetimi vekile gerek olmaksızın kendisi yüklenebilir. Onun ifadesiyle “ulus (millet) kendi işimi kendim göreceğim, artık ergin yaşa ulaştım. Kendi ortak işimde kendim tasarruf etmek için gereken yeterliliğim ve bilgim var…işte şimdi biz böyle yapmak istiyoruz. Buna fıkıh ve hukuk bakımından hiçbir engel yoktur...hilafet demek hükümet demektir. Amaç olan ülke ve ulusu adalete uygun olarak güzel yönetmektir.”20 3. Değerlendirme Seyyid Bey, hilafetin saltanattan ayrılması ve sonrasında hilafetin kaldırılması sürecinde gerek yazdığı eserler ve gerekse mecliste yaptığı konuşmalarla katkıda bulunmuştur. Hilafetin saltanattan ayrılması meselesinde hilafeti an‘ane olarak görüp meclisin idareyi ele alıp bir hükümete vermesinin makul olduğunu, ve bu şekilde bir ayrımın olması gerektiğini belirtirken, hilafetin kaldırılması tartışmalarında hilafeti geri kalmışlığın sebebi ve işlevsiz bir makam olarak görüp kaldırılmasında maslahat olduğunu ifade etmiştir. Seyyid Bey’in aktardığına göre Sadrü’ş-şeri‘a tüm şartları kendilerinde barındıranların ancak hulefaı raşidin olduklarını, zaruretten dolayı kureyşiliğin şart olmaktan çıktığını ifade etmektedir. (Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.24; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.26; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.54). 16 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.26; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.29; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.55. 17 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.35. Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.41; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.60. 18 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.34; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.39; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.59. 19 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.34; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.39-40; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.59. 20 Seyyid Bey, Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.35; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s. 40; Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.60. benzer ifadeler için bk. Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, s.38-39; Hilâfetin Mâhiyet-i Şer‘iyyesi, s.44-45;Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, s.6. 15 1289 Esasında Seyyid Bey hilafetin hükümet olduğunu kabul etmektedir. Yani hilafetin devleti yönetmek olduğunu ifade etmektedir. Ancak o kendi zamanında hilafete kutsiyet ve dini bir anlam yüklendiğine inandığından bu algının ve inancın dini temeli olmadığını ispatlama gayretine girmektedir. Bunu yaparken de mezhep ulemasından alıntılar yapmaktadır. Ona göre fıkıh kaynaklarında belirtilen şartları taşıyan ve milletin rıza ve biatıyla seçilen kimse gerçek anlamda halifedir. Bunu da hulefai raşidin dönemi ile sınırlandırır. Sonraki dönem halifeler için gerçek anlamda halife olmadıkları halife denmediğini melik sultan dendiğini belirtir. Bu bakış açısını, tarihsel realitenin fakihlerce ortaya konan teoriye göre olmadığını düşünür. Bundan ötürü var olanın (hilafetin) değiştirilebilmesinde bir mahzurun olmadığı sonucuna varır. Ancak bu teoriyi barındıran bir halifenin göreve getirilmesini teklif etmez. Diğer bir değişle teori işletmekten bahsetmez. Kendisi o dönem revaçta olan parlamenter ve cumhuriyet sisteminin dine uygunluğunu ispatlamaya çalışır. Bunu yaparken kendisini ehli sünnetin imamet teorisine bağlı hissetmez. Çünkü kendi nazarında imamet dünyevi bir mesele olup asıl yetki milletin kendisindedir. Millet yetkisini ister tamamen birine, ister şartlı olarak verir, isterse cumhuriyet gibi kendisi yüklenir. Bu aşamadan sonra hilafetin de zaten vekalet akdi oluşundan yola çıkar ve fakihlerin vekalet akdi hakkındaki görüşlerini hilafete uygular. Dolayısıyla bu aşamada hilafetin ümmete niyabet kısmına sık vurgu yapar ve bunun fıkhi alt yapısını inceler. Ancak hilafetin diğer bir yönü olan Peygamber’e niyabetten ise hiç bahsetmez. Bu durumda önerdiği sitemin Peygambere halef olma kısmının değeri veya sistemin bunu nasıl sağlayacağına değinmez. Esasında o, fakih ve mütekkeliminin hilafet teorilerinden yola çıkarak var olan hilafet veya padişahlığın gerçek anlamda hilafet olmadığını belirtir. Diğer bir değişle var olanı yıkarken imamet teorisine başvururken yeni önerisini ise bu teori üzerine inşa etmez veya bunu kıstas olarak kullanmaz. Daha ilginci bu teorinin uygulanabilirliğini veya doğruluğunu tartışmaya açmaz. Kendisinin görüşlerini daha iyi analiz edebilmek için bu konu kapsamındaki tezlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. 1. Hilafet dini bir mesele olmayıp dünyevi bir meseledir. 2. Hilafet veya imamet hükümet etmek olup devleti yönetmek demektir. 3. Hilafet vekalet akdine dayanır ve sahip olduğu velayeti amme yetkisinin asıl sahibi milletin tümüdür. Millet bunu ister bir kişiye tamamen veya şartlı olarak verir. Veya kendisi bu yetkiyi kullanır. 4. Hilafet hakiki ve sûrî olmak üzere ikiye ayrılır. Sûrî olan kısma halife denmesi örfidir. 5. İslam, idarenin şeklini belirlememiştir. Yukarıdaki tezlerini sırasıyla detaylıca ele alalım: 1. Hilafet meselesinin dini bir mesele olduğunu dünyevi bir mesele olmadığını ifade etmektedir. Bunu ifade ederken konu hakkında açık ayet ve hadislerin olmamasını delil olarak ileri sürer. Peygamber meseleyi ümmete havale etmiş ve belirli bir form önermemiştir. Bu görüşlerinde de kısmen haklıdır. Kısmen diyorum çünkü bu şekilde bir ayrıma gitmesi işin 1290 dinle çözülecek bir yönünün olmadığı ve dinin bu konuda söyleyeceği bir şeyin olmadığı sonucuna bizi götürür. Halbuki fıkıh eserleri halifenin tarifinden, şartlarından görev ve mesuliyetlerinden detaylıca bahsetmektedir. Konu ebetteki bir namaz, oruç gibi değildir. Ancak konu kendisinin de eserlerinde ifade ettiği gibi fıkhidir. Kendisi meselenin kat‘î olmayıp içtihadî olduğunu söyleseydi zannedersem daha isabetli olurdu. Geçmiş ulema içerisinde konuyu bu bağlamda ele alanlar olmuştur. Teorinin realiteye dar geldiği zamanlarda teoriyi yeniden gözden geçiren örneğin Cüveynî (öl. 478/1085) hilafet meselesinin katî ve zannî boyutlarının olduğunu ve zannî boyutlarının tartışılabildiğini ifade eder. 21 Benzer yaklaşım Gazzali’de de (öl.505/1111) vardır.22 İçtihadi bir mesele olması, zanni boyutunun olması onu dinin ilgilenmediği bir alana taşımaz. Yani dini bir mesele olmamak demek ile içtihadî olduğunu söylemek konuyu bakış açısını yansıtır. Seyyid Bey başka bir eserinde konuya başlarken meselenin fıkhi bir mesele olduğuna değinir. 23 Gerçekten de fakihler, kelam eserlerinde işlenmesine rağmen konunun fıkhi bir mesele olduğunu belirtirler. Bir usul eseri de olan seyyid Bey’in fakihlerin hükme ulaşma hususundaki yöntemlerinden bi haber değildir. Bilakis konunun uzmanıdır. Fakihler bir mesele hakkında kuran, sünnet, icma, kıyas, sahabe kavli v.b delillere göre hükme ulaşmışlardır. Hakkında ilk iki delilden açıkça bir şey bulmadıklarında konuyu dini alandan çıkarmamakta en uygun hükme isabet etmek adına ciddi gayret sarf etmek olan içtihada başvurmaktaydılar. Ulaştıkları hüküm her ne kadar zann olsa da dinî değildir denemez. 2. Hilafet veya imamet günümüz deyimiyle devlet başkanlığıdır. Devleti yönetecek olanın belirlenme keyfiyeti, görevi, yetkileri v.s konular hep idari mekanizma hakkındadır. Bu idari mekanizmaya halife, imam, sultan veya başka ne denirse densin. İşlenen, yazılan, teorisi ortaya konan devlet yönetimidir. 3. Dördüncü tez aslında Maverdî (öl. 450/1058) gibi fakihlerin dile getirdiği imametin (beyat/biat akdi de denmektedir) bir akit olduğu şeklindeki görüşlerine dayanır.24 Bu görüşe göre bir taraftan ümmet adına ehlü’l hal ve’l-akd diğer tarafta seçilecek olan imam bulunmaktadır. Biat akdi ile imam göreve gelmektedir. Buradan yola çıkarak halife ve ümmet arasındaki bağın İslam hukukundaki vekalet akdi olduğunu belirtir. Daha ileri bir adım atarak vekalet akdini olduğu gibi burada işletmektedir. Daha sonra halife veya imamın sahip olduğu velayeti amme yetkisinin asıl Cüveynî birden fazla halife problemini bu bağlamda ele alır. Cüveynî, İmâmü’l-Haremeyn Ebü’lMeâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf et-Tâî en-Nîsâbûrî, (1950), Kitabü’l-İrşâd ilâ Kavâti‘i’l-Edilleti fî Usûli’l-İ‘tikâd, tahk. Muhammed Yusuf Musa-Ali Abdülmün‘im Abdü’l-Hamid, Mektebetü’l-Hancî, Mısır, s.425. 22 Gazzâlî halifenin şartlarında şer‘îlik-aklîlik şeklinde bir ayırım yapar. GAZZÂLÎ, Ebu hamid Muhammed, (tarih yok), Fedâihü’l-Batıniyye, tahk. Abdurrahman Bedevî, Müessesetü Dârü’sSekâfiyye, Kuveyt, s.191-192. 23 Hilâfet ve Hâkimiyet-i Milliye eserinden naklen, Arslan, Seyyid Bey ve Mustafa Sabri’ye Göre Hilafet, s.131 24 İmamet akdi olarak isimlendirmesi için bk. MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib elBasrî, (t.y), el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, Dâru’l-Hadis, Kahire, s.15; 28 21 1291 sahibinin millet olduğuna ve onu nasıl kullanması, kime devretmesi gerektiğine karar verecek olanın millet olduğu sonucuna varır. Bu bakış açısı, modern çağdaki hakimiyetin sahibinin millet olduğu veya egemenliğin sahibinin millet olduğu şeklindeki görüşe dayanır. Egemenliğin kaynağı ve sahibi tartışmaları modern çağın sorunu olması hasebiyle klasik İslam hukuk doktrininde ele alınan bir konu değildir. Bununla beraber modern İslam hukukçuları egemenliğin sahibi ve kaynağını tartışmış ve iki görüş ortaya koymuşlardır. Kimileri bunun Allah olduğu kimileri de bunun millet olduğu görüşündedir. Allah’a ait olduğunu ileri sürenler de doğrudan Allah’ın halife seçtiğini ileri sürenler ile Allah’a ait olup Ümmet tarafından temsil olunduğunu ileri sürenler olarak ikiye ayrılır.25 Öte yandan imamet akdini tamamen bir vekalet akdi olmaktan öte kendine ait hususiyetleri olan bir akit olarak değerlendirmek gerek. Seyyid Bey’in kendisinin de örnek olarak verdiği Şâfiî fakih Nevevî’den örnek vermek istiyoruz. İbn Kec kadılığa getirilen süre sınırlamalarına kadılığın imamet gibi olduğundan hareketle bu şekildeki görevlendirmenin geçersiz olduğunu söyler. Nevevî ise mezhebin görüşünün, kadılık görevini vekalete benzeterek süre sınırlaması getirilebileceği yönünde olduğunu belirtir. Ona göre eğer imamet gibi olsaydı diğer sınırlamaları da (belli bölgeye bakma gibi) kabul etmemesi gerekirdi.26 Burada ifade etmek istediğimiz hem Nevevî’nin hem de İbn Kec’in ifadelerinde ve anlayışlarında imametin sınırlama kabul etmediği ve imametin tamamen vekalet akdi gibi görmedikleridir. Buradan da imamet akdinin vekalet akdinden farklı kendine has özellikleri olan bir akit olduğu anlaşılmaktadır. Durum kendisinin ifade ettiği gibi kolay ve basit değildir. Kendisi meselenin vekalet bağlamında ele alıp, milletin direkt yönetime talip olması halinde meselenin basitleştiğini belirtir. Ona göre Millet vekalet ile kendisindeki yetkiyi ister devreder, ister kendisi kullanır. Ancak halife ve imam sadece ümmetin vekili değil aynı zamanda velisidir de. Nitekim bir hadiste “sultan velisi olmayanın velisidir” denmektedir. Bu yetkiyi de milletten değil, Peygamber’in söz konusu bu hadisi ile almaktadır. Yine milleti devlete itaate bağlayan ulul emre itaati emreden ayettir. Yani milleti devlete itaat ettiren şey görev devri denen vekalet akdi değildir. İmamet akdi ise Şâri tarafından itaat edilmesi istenen makama birini getirmektir. Veya yönetici olarak itaat edilmesi gereken kişi olarak seni seçer ve sana itaat edip yardım edeceğimiz hususunda sana biat ederiz demektir. İbn Haldun gibi islam düşünürlerinin biatı: “itaat edileceğine dair bir ahittir” tanımlamalarını az önce ifade ettiğimiz gibi anlamalıyız. Öte taraftan vekalet akdin de kendisinin de ifade ettiği gibi vekaleti veren istediği zaman bundan cayabilir. Ancak imamette ise hukuki bir TÜRCAN, Talip,( 2001), Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, s.122-142. 26 Nevevî, Ebu Zekeriya Muhyiddin Yahya b. Şeref, ( 2003), Ravdatü’t-Talibîn, tahk. Adil Ahmed Abdülmevcut-Ali Muhammed, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad, VIII,s.107. 25 1292 gerekçenin olması gerekmektedir. Hatta vekalet akdi ile atanan kadı’nın bile sebepsiz yere görevden alınmasına fakihler hoş bakmamışlardır.27 Seyyid Bey konuşması sırasında milletin olgunlaştığını ve kendi kendini yönetebileceğini belirtir. Bu durumda Peygamberden itibaren ümmetin yeni olgunluk seviyesine ulaştığını, sahabe dönemi ve sonrasının hadislere konu olan faziletine rağmen bu görüşünü ileri sürer. Ve yaşadığı dönemdeki milleti olgunluk seviyesine çıkarıp ta eski dönem Müslümanlarında olmayanın ne olduğuna ise değinmez. 4. Seyit Bey’in kendisi görüşleri içerisinde en göze çarpan husus şüphesiz hilafeti ikiye ayırmasıdır. Hakiki ve sûri şeklindeki hilafet ayrımı yaparak hakiki olanı Hulefâ-yı Râşidîn ile sınırlar. Geri kalanları ise hakikaten halife olmadıklarını güç ve zorbalıkla yönetimi ele geçirdiklerini onlara halife denmesinin örfi olduğunu belirtir. Bu ayrımın tüm ehli sünnet tarafından yapıldığını söyler. Gerek imamet ve hilafetin işlendiği Ahkâmü’s-Sultâniye gibi eserler olsun gerekse fıkıh kaynaklarında olsun böyle bir ayrıma rastlamadık. Hilafet görevine gelme şekilleri olarak biat, veliaht ve istiğlab şeklinde üçlü bir tasnifin olduğunu söyleyebiliriz. Biat ve veliaht konusunda ihtilaf bulunmamasına karşın istila için örneğin Şâfiî fakihler bazı şartlar ileri sürerler. Şartları taşıyan istilacının sonuçta yönetimi meşru kabul edilmiştir. Böyle birinin yönetimini kabul etmeyenler harici, mutezili ve bir kısım hanbelilerdir. Şâfiî fakihlerden Heytemî (öl. 974/1567), Muaviye’nin hilâfetinin meşruiyetinin gerekçesi olarak “Hz.Peygamber’in onun hüküm sahibi olacağını ve o vakit geldiğinde iyilikle hükmetmesi” şeklindeki rivayeti ileri sürmektedir. O’na göre Peygamber’in Muaviye’ye iyilikle tavsiyede bulunması onun halifeliğinin ve tasarruflarının meşruiyetine delildir. 28 Benzer meşruiyet düşüncesini Nevevî’de de görüyoruz. 29 Kendisi Hulefâ-yı Râşidînden sonraki halifeleri sûrî olarak nitelendirmesi onları zorba birer sultan ve padişah olarak görmesi anlamına gelir. Zaten kendisi de konuşmasında Emevi, Abbasi ve Osmanlı halifelerinin zorbalık ve zulümlerinden uzunca bahsetmektedir. Özellikle Şâfiî ve müntesiplerinden örnekler getirerek zalim birinin halife olamayacağını anlatmaya çalışır. Hakikaten zalim birinin imameti hakkında Şâfiî kaynaklarından Seyyid Beyi destekleyen görüşler bulunmaktadır. Örneğin Maverdî ile Gazzalî bu fakihlerdendir. Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultaniyye adlı eserinde devlet başkanına ümmetin itaat etme ve ona yardımcı olma Şirbînî, Şemsuddin Muhammed b. El-Hatib,( 1997), Muğni’l-Muhtâc ila Ma‘rifeti Me‘anî’lElfâzi’l-Minhâc, Dârü’l-Marife, Beyrut, IV, s.510. 28 Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Heytemî, (1997), es-Sevâikü’lMuhrike alâ ehli’r-Rafdi ve’d-Delâl ve’z-Zindike, tahk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî- Kamil Muhammed el-Harat, Müessesetü’r-Risale, Lübnan, II, s.627 29 Nevevî, isyancıların kadılarının verdiği kararların geçerliliğinden bahsederken isyancıların isyanın fısık gerektirip gerektirmediğine göre hükmün değiştiğini belirtir. Muaviye ve arkadaşlarının isyanı gibi fıskı gerektirmeyen isyancıların kâdılarının kararları geçerli olup fıskı gerektiren isyancıların kâdılarının kararları geçersizdir. Ravdatü’t-Talibîn, VII, s.85. Nevevî’nin bu düşüncelerinden, Muaviye’nin isyanını fıskı gerektiren isyan kapsamında değerlendirmediği anlaşılmaktadır. bk. EŞİT, Yusuf, (2015), İslam Kamu Hukukunda Devlet Birey İlişkisi (Şâfiî Mezhebi Örneği), Basılmamış Doktora Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır. 27 1293 sorumluluklarından bahsederken bu itaati, görevi devraldıktan sonra değişmemesine bağlamaktadır.30 Dolayısıyla bu görüşe göre devlet başkanının göreve geldikten sonra adalet şartında meydana gelen değişim, ümmetin devlet başkanına yönelik yerine getirmeleri gereken sorumluluğu da kaldırmaktadır. Gazzalî de zalim devlet başkanı ya görevden düşmüştür veya azli gerekir dedikten sonra onun hakiki anlamda devlet başkanı olmadığını belirtmektedir.31 Ancak sonraki Şâfiî fakihlerin konuya yaklaşımlarının değiştiğini söyleyebiliriz. Örneğin kendisinin de konuşmasında övdüğü Şâfiî fakih Hatib Şirbinî (ö. 977/1570), zalim devlet başkanına itaat ile adil devlet başkanına itaat arasında fark gözetmez.32Ancak söz konusu itaat sınırsız değildir. Şirbînî, devlet başkanına itaatin zalim veya adil fark etmeksizin şeriatın cevaz verdiği emirler ile nehiylerle sınırlı olduğunu belirtmektedir.33 Nevevî, fısk sebebi ile devlet başkanının görevden düşmeyeceği hususunda ehlisünnetin icmasının olduğunu belirtir. Şâfiî mezhebi içerisindeki görevden alınacağına yönelik aktarımları icmaya muhalif yanlış görüş olarak görür. Nevevî’nin bu sonuca varmasındaki gerekçe mefsedettir. Ona göre böyle bir devlet başkanının görevden düşmesi veya alınması daha fazla kan ve fesada yol açacaktır.34 Daha ileri bir düşünce ise fasık birisin Peygamberin halefi olarak adlandırılabilmesi meselesidir. Ensârî (ö. 926/1520) fasık bir devlet başkanının Peygamber’in halefi olarak adlandırılmasında sakınca görmez. Ona göre devlet başkanı insan olarak kendisinden öncekilere ve Peygambere, ümmetin işlerini düzenleme hususunda halef olarak görev yapmaktadır.35 Görüldüğü üzere hilafet şartlarında katı bir tutum sergilemekle nitelendirdiği Şâfiî mezhebinde bile hem zalim hem de fasık halifeye itaatte yumuşamaya dair görüşler bulunmakta olup bu görüş sahibi fakihler, yine kendisinin belirttiği gibi muteber fakihlerdir. Aynı şekilde bu fakihler hakiki ve sûrî şeklinde bir ayırıma gitmemişlerdir. Zalim de olsa fasık ta olsa buyruklarının şeriata uygun olup olmadıklarına önem vermişlerdir.36 Kendi bakış açısına göre meseleye yaklaştığımızda Hulefâ-yı Râşidîn dışındakiler hakiki halife değillerse meşruiyetleri ve itaat edilecek makam olmaları sorgulanır. Bunun içinde kendisinin zihninde kurguladığı parlamenter sistem ile cumhuriyet te vardır. Bunlar da gerçek anlamda hilafet olamayacaklardır. Yani meşruiyetleri sorgulanacaktır Ve yine kendi bakış açısına göre Müslümanlar yüz yıllar boyunca meşru olmayan, ümmet hakkında verdikleri yargısal ve idari kararların meşruiyetleri sorgulanır Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.42; bk. EŞİT, Yusuf, İslam Kamu Hukukunda Devlet Birey İlişkisi, s.151. 31 Gazzâlî, Ebu hamid Muhammed, (tarih yok), İhyâu ‘Ulumi’d-din, Darü’l-Marife, Beyrut , s.140. bk. EŞİT, İslam Kamu Hukukunda Devlet Birey İlişkisi, s.151. 32 Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, s.607. 33 Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, IV, s.171. 34 Nevevî, (h. 1392),el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, XII, s.229. 35 Ensarî, Zekeriya b. Muhammed b. Zekeriya, (tarih yok), Esne’l-Metâlib fi Şerhi Ravdati’t-Talib, Dârü’l-kütübi’l-İslamî yayın yeri yok, IV, 111; Şirbînî bu görüşü Bağavî’ye nispet eder. Muğni’lMuhtâc, IV, s.172. 36 Nevevî, Ravda adlı eserinde zalim olsun adil olsun devlet başkanının hukuka uygun emir ve yasaklarına uyulmasının vacip olduğunu belirtmektedir. (Ravda, VII, s.267.) 30 1294 olacaktır. Klasik ulema meseleye meşruiyyet olarak yaklaşmış ve kendisinin ısrarla vurguladığı milletin maslahat ve huzurunu göz önünde bulundurarak imamet için öne sürülen şartlarda kimi zaman esnemeye de gitmişlerdir. Kendi sistemleri içinde ürettikleri imamet teorisini toptan yok sayma yoluna gitmemişlerdir. 5. İslam hakikaten herhangi bir rejim şekli belirlememiştir. İlke ve esasları belirlemiştir. Ancak rejim diyebileceğimiz bir şekil ümmetin tercihine bırakılmıştır. Sonuç olarak iki biri izlediği yönteme ilişkin olan iki hususa değinmek istiyoruz: a. Seyyid Bey, yirminci yüz yıl ve sonraki ulemadan bir kesimin yeni olgu ve olayların İslam’a uygunluğunu ispatlama adına takındıkları eklektik yönteme başvurmaktadır. Cumhuriyet ve parlamenter sistemin İslamîliğini ortaya koymak adına mutezili, şafi, Hanefi, kelamcı kendi düşüncesini desteleyen nerde bir görüş varsa bulup ortaya koyan bir yaklaşım sergilemiştir. b. Bunu yaparken sadece hilafeti kaldırmak istememiş ehli sünnetin imamet teorisini de ortadan kaldırmıştır. 1295 4. Kaynakça Arslan, Hüseyin, (1999), Seyyid Bey ve Mustafa Sabri’ye göre Hilafet Meselesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Cüveynî, İmâmü’l-Haremeyn Ebü’l-Meâlî Rüknüddîn Abdülmelik b. Abdillâh b. Yûsuf et-Tâî en-Nîsâbûrî, (1950), Kitabü’l-İrşâd ilâ Kavâti‘i’l-Edilleti fî Usûli’lİ‘tikâd, tahk. Muhammed Yusuf Musa-Ali Abdülmün‘im Abdü’l-Hamid, Mektebetü’l-Hancî, Mısır. Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed b. Muhammed el-Heytemî, (1997), esSevâikü’l-Muhrike alâ ehli’r-Rafdi ve’d-Delâl ve’z-Zindike, tahk. Abdurrahman b. Abdullah et-Türkî- Kamil Muhammed el-Harat, Müessesetü’r-Risale, Lübnan. Ekici, Gülhan,( 2007), Seyyid Beyin Kelamî Görüşleri Ve Hilafet Hakkındaki Düşünceleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri. Ensarî, Zekeriya b. Muhammed b. Zekeriya, (tarih yok), Esne’l-Metâlib fi Şerhi Ravdati’t-Talib, Dârü’l-kütübi’l-İslamî yayın yeri yok. Erdem, Sami, (2009), “Seyyid Bey”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul. EŞİT, Yusuf, (2015), İslam Kamu Hukukunda Devlet Birey İlişkisi (Şâfiî Mezhebi Örneği), Basılmamış Doktora Tezi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Diyarbakır. GAZZÂLÎ, Ebu hamid Muhammed, (tarih yok), Fedâihü’l-Batıniyye, tahk. Abdurrahman Bedevî, Müessesetü Dârü’s-Sekâfiyye, Kuveyt. ………….., (tarih yok), İhyâu ‘Ulumi’d-din, Darü’l-Marife, Beyrut. Kara, İsmail, (1986), Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi I, Risale Yayınları, İstanbul. MÂVERDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Basrî, (t.y), el-Ahkâmü’sSultâniyye, Dâru’l-Hadis, Kahire. Nevevî, Ebu Zekeriya Muhyiddin Yahya b. Şeref, ( 2003), Ravdatü’t-Talibîn, tahk. Adil Ahmed Abdülmevcut-Ali Muhammed, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad. ………., (h. 1392),el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut. Seyyid Bey,( 1970), Şeriat Açısından Halifeliğin İçyüzü, Günümüz Türkçesine Çeviren Hasan Adnan Önelçin, Ekin Basımevi, İstanbul. Seyyid Bey,(Tarih yok), Hilâfetin Mâhiyet-i Meclisi Matbaası, Ankara. Şer‘iyyesi, Türkiye Büyük Millet Şirbînî, Şemsuddin Muhammed b. El-Hatib,( 1997), Muğni’l-Muhtâc ila Ma‘rifeti Me‘anî’l-Elfâzi’l-Minhâc, Dârü’l-Marife, Beyrut. TBMM Tutanakları, (3 Mart 1340 Pazartesi),Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi İkinci İçtima‘, Ankara. TÜRCAN, Talip,( 2001), Devletin Egemenlik Unsuru ve Egemenlikten Kaynaklanan Yetkileri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara. 1296