T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAMİ BİLİMLER ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI MOLLA HÜSREV’İN ‘VELÂ’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE BU KONUDA OSMANLI ÂLİMLERİ ARASINDA YAPILAN TARTIŞMALAR (VEL RİSALELERİ ÇERÇEVESİNDE) YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ahmet Ali KORKMAZ Danışman Prof. Dr. Ferhat KOCA Ankara-2009 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAMİ BİLİMLER ANABİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI MOLLA HÜSREV’İN ‘VELÂ’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE BU KONUDA OSMANLI ÂLİMLERİ ARASINDA YAPILAN TARTIŞMALAR (VEL RİSALELERİ ÇERÇEVESİNDE) YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ahmet Ali KORKMAZ Danışman Prof. Dr. Ferhat KOCA Ankara-2009 ONAY Ahmet Ali KORKMAZ tarafından hazırlanan “Molla Hüsrev’in ‘Vela’ hakkındaki görüşleri ve bu konuda Osmanlı alimleri arasında yapılan tartışmalar (Vela Risaleleri Çerçevesinde)” başlıklı bu çalışma, …/…/200… tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda (oybirliği/oyçokluğu) ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Temel İslami Bilimler/İslam Hukuku dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. ………… ........................................ (Başkan) ………… ........................................ ………… ........................................ ÖNSÖZ Vela kavramı İslam Hukuku terminolojisinde Hususi Hukuk başlığı altında yer alan Miras (Feraiz) Hukuku içerisinde değerlendirilen bir konudur. Temeli kölelik müessesesine dayanan bu konunun, günümüz açısından ihtiyaç duyulacak bir yönü bulunmamaktadır. Ancak İslam Hukuk tarihine bakıldığı zaman vela konusuyla ilgili olarak hukuksal niteliğe haiz birçok tartışmaların yapıldığı görülür. Çünkü kölelik müessesesinin sona ermesiyle beraber vela yoluyla mirasçı olma meselesi tarihsel bir olgu niteliğinde kalmıştır. Bugün insanlık için bir ayıp telakki edilen kölelik müessesesi, tekâmül prensibine uygun olarak ortadan kalkmıştır. Modern dini meseleler içerisinde vela konusuna popülarite kazandırmamız da uygun değildir. Ne var ki, İslam Hukuku kaynaklarında bu konuya dair yazılmış metinlerin, hukuksal bir zenginlik ifade ettikleri düşüncesiyle bunların dilimize kazandırılması ve üzerinde akademik çalışmaların yapılması yararlı olacaktır. Bu sebeple vela konusuna dair Osmanlı âlimleri tarafından keleme alınan risalelerin günümüze kazandırılması için bu konu üzerinde çalışma yapmayı uygun gördük. Öte yandan, kölelik müessesesi yakın tarihimize kadar sürüp gelen, insanlık için büyük olumsuzluklar içeren bir vakıaydı. İslam kültür tarihinde bu kurum diğer kültürlerden daha farklı ele alınmış ve insanlığa yakışır bir biçimde tümüyle ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Sosyal, iktisadi, siyasi ve tarihi bir geçmişe sahip olan kölelik müessesini tamamen kaldırmayı hedefleyen İslam dini, bu amacını gerçekleştirmek için tedric metodunu kullanmıştır. Bir taraftan kölelere insanca yaşama hakkı sağlarken, diğer taraftan köle sahiplerini onları hürriyetlerine kavuşturmak için teşvik etmiştir. Vela sebebiyle mirasçı olma hakkı İslam’ın bu teşvikleri arasında sayılabilir. Kur’an-ı Kerim tedricî olarak toplumda var olan kölelik müessesesini ortadan kaldırmak maksadıyla birçok hükmü köle azadı ile ilişkilendirmiştir. Örneğin keffaretler konusuna bakıldığı zaman zıhar, hataen adam öldürme ve kasten ramazan orucunu bozma sonucunda mükellefin yerine getirmesi gereken ii kefaretlerin başında köle azat etme gelmektedir. Ayrıca yemin kefaretinde de köle azat etme seçenekler arasında yer almaktadır. Bütün bunlar İslam dininin tedricî bir yaklaşımla kölelik müessesini ortadan kaldırmayı hedeflediğini göstermektedir. Araştırma konumuz olan vela meselesi güncel bir konu olmamakla beraber İslam tarihinin belirli bir döneminde yaşanmış mezhep içi önemli bir tartışmayı yansıtması bakımından önemlidir. Bir arkeolog, binlerce sene önce yaşamış olan insan ve varlıkların izlerini sürmek için olanca gücüyle çaba sarf ederek, tarihi bilgilerin günümüze sunulması için titiz bir çalışma yaparsa, bizler de aynen bir arkeolog gibi tarihin yaprakları arasında kalmış, kıymetli birikimlerimizi günümüze kazandırmak için aynı gayreti göstermemiz gerektiği düşüncesindeyiz. Bundan dolayı tarihsel bir özellik arz eden vela konusuyla ilgili tartışmaların günümüze sunulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. Osmanlı Devletinin yükseliş dönemi şeyhülislamları ve büyük âlimleri tarafından kaleme alınan bu risalelerin bir arkeolog ve tarihçi titizliği ile üzerinde çalışılması ve günümüz ilim dünyasına kazandırılması, bu çalışmaya bilimsel bir nitelik vermek için yeterli bir hareket noktası olacağını düşünmekteyiz. Elinizdeki çalışmada vela risalelerine geçmeden önce araştırmamızın ilham kaynağı olan Molla Hüsrev' in hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri hakkında kısa bazı bilgiler verilecektir. Daha sonra vela konusunun İslam Hukukundaki yeriyle ilgili ve incelememizi yürüttüğümüz risaleler üzerinde bazı değerlendirmeler yapılacaktır. Ayrıca bu çalışmada vela kavramının İslam Hukukunda ne anlama geldiği ve bunun hangi konularla bağlantılı olduğun ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Burada konunun belki de en önemli noktasını teşkil eden risalelerin tercüme edilmesi için uzun ve dikkatli bir çalışma yürüttükten sonra, bu tercüme faaliyetiyle ortaya çıkan fikir ve görüşleri n birbirleriyle karşılaştırılmasına gayret edilmiştir. Ayrıca bu risalelerin Arapça metinleri tahkik edilerek tezle birlikte verilmiştir. Bütün bu çalışmaların sonunda ise, ulaştığımız bilgiler hakkında kendi kanaatlerimizi belirtmiş bulunmaktayız. iii Bu çalışmamda bilgi ve tecrübesini benimle paylaşmaktan kaçınmayan ve her fırsatta bana yardımcı olan kıymetli hocam Prof. Dr. Ferhat KOCA’ ya şükranlarımı sunarım. Ahmet Ali Korkmaz Ankara–2009 iv İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................ i İÇİNDEKİLER ................................................................................................ iv KISALTMALAR ............................................................................................. vi GİRİŞ ............................................................................................................. 1 I-MOLLA HÜSREV'İN HAYATI, ESERLERİ VE İLMİ ŞAHSİYETİ ............ 1 A-Hayatı ................................................................................................. 1 B-Eserleri ............................................................................................... 6 1-Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Ğureri’l-Ahkâm ......................................... 6 2-Risale fî’l-Velâ .................................................................................. 6 3-Risâletü Cevâb-ı Molla Hüsrev Reddü li Molla Gürânî ..................... 7 4-Mir’âtü’l-Usûl fî Şerhi Mirkâti’l-Vüsûl ................................................. 8 5-Hâşiye ale’t-Telvîh............................................................................ 8 6-Hâşiye alâ Tefsîri’l-Beydâvî .............................................................. 8 7-Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr .......................................................... 9 8-Şerhu Usûli’l-Pezdevî ....................................................................... 9 9-Hâşiye a‘lâ Hâşiyeti'l-Muhtasar li's-Seyyid Şerîf ............................... 9 10-Hâşiye a‘le'l-Mutavvel .................................................................. 10 11-Esâsü'l-iktibâs Tercümesi............................................................. 10 12-Vasiyyetname .............................................................................. 10 C-İlmi Şahsiyeti ................................................................................... 11 II-İSLAM HUKUKUNDA VEL KAVRAMI............................................... 12 A-Lügat bakımından ........................................................................... 12 B-Terim olarak..................................................................................... 14 BİRİNCİ BÖLÜM ......................................................................................... 27 I-MOLLA HÜSREV'İN GÖRÜŞLERİ ........................................................ 27 II-MOLLA GÜRÂNÎ 'NİN GÖRÜŞLERİ .................................................... 34 III-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN GÖRÜŞLERİ ......................................... 39 IV-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ'NİN GÖRÜŞLERİ ................................ 44 V-DEĞERLENDİRME .............................................................................. 49 İKİNCİ BÖLÜM ............................................................................................ 53 I-MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TERCÜMESİ ................................ 53 II-MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .......................... 67 III-MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ................................................................. 80 IV-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .............. 97 V-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .... 117 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ..................................................................................... 132 I. VELA RİSALELERİNİN TAHKİKİ ....................................................... 132 A Risalelerin Tahkiki Sırasında Takip Edilen Metot ....................... 132 B. Risalelerin Tahkik Metodunun Özellikleri................................... 137 C. Tahkik Sırasında Kullanılan Rakamlar ve Harfler ...................... 138 D. Tahkik Sırasında Kullanılan İşaretler .......................................... 139 II. MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ..................... 141 III. MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ .................. 150 IV. MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ........................................................... 157 v V. HIZIRŞÂH’IN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ................................ 164 VI. MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİNİN METNİ ................................. 176 SONUÇ ...................................................................................................... 183 KAYNAKÇA .............................................................................................. 185 ÖZET ......................................................................................................... 189 ABSTRACT ............................................................................................... 190 vi KISALTMALAR A.g.e. : Adı Geçen Eser A.g.m. : Adı Geçen Madde, Adı Geçen Makale b. : Bin Bk. : Bakınız Bl. : Bölüm cc. : Celle Celalühü DİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Ed. : Editör h. : Hicrî İA. : İslam Ansiklopedisi İFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Ktp. : Kütüphane Md. : Maddesi No. : Numara Ö. : Ölüm tarihi Ra. : Radıyallahu anh Rha. : Rahmetullahi Aleyh Sav. : Sallallahu Aleyhi ve Sellem Sos. Bil. Ens. : Sosyal Bilimler Enstitüsü T.y. : Tarih yok Tah. : Tahkik yapan Ter. : Tercüme Eden Ünv. : Üniversite Vd. : Ve Devamı, ve diğerleri Vr. : Varak Y.y. : Yayımyeri yok, Yayınevi yok TDV : Türkiye Diyanet Vakfı GİRİŞ I-MOLLA HÜSREV'İN HAYATI, ESERLERİ VE İLMİ ŞAHSİYETİ A-Hayatı (ö.885/1480) Fatih Sultan Mehmed (II.Mehmed) döneminin meşhur bilginlerinden olan Molla Hüsrev'in asıl adı Mehmed'dir. Babasının adı Ferâmurz*, dedesinin adı Ali’dir. Bunu Molla Hüsrev, “Dürerü’l-Hükkâm” adlı eserinde kendisini tanıtırken dedesinin adını Ali olarak vermektedir. Hicri 843 (m. 1439) tarihine ait bir satış belgesinde dedesinin adının Ali olarak geçtiği görülmektedir.1 Bazı kaynaklarda, bu bilgiler ışığında dedesinin adının Ali olarak geçtiği kaydedilir.2 Bu bilgiyi Molla Hüsrev'in Rum asıllı olmadığının en belirgin delillerinden biri olduğu için önemsemekteyiz. Molla Hüsrev'in doğum tarihi kaynaklarda zikredilmemiştir. Vefat tarihi 885/1480 olarak geçmektedir. Molla Hüsrev'in çocukluğu Çelebi Mehmed (816–825/1413–1421) dönemine rastlamaktadır. Kazaskerlik görevine ise II. Murad (825–855/1421–1451) döneminde getirilmiş, şeyhülislamlık görevini de Fatih Sultan Mehmed döneminde ifa etmiştir. Kısaca Molla Hüsrev’in bu üç padişah döneminde yaşadığını söyleyebiliriz.3 Molla Hüsrev’in biyografisini veren Taşköprüzade (ö.1561) babasını “Ümerâ-i Ferâsiha” dan “Rumiyyü’lasl” Ferâmurz diye tanıtmıştır. Bu ifadeden onun babasının Rum diyarı diye *Ferâmerz ve Ferâmûz şeklinde de okuyanlar vardır. Bk. Hasan Özket, “Molla Hüsrev ve Mir’âtü’lUsûl Adlı Eserinin Kaynakları”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni. Sos.Bil.Ens., Erzurum, 1992, s.17; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, 2.baskı, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2006, s.108. 1 Arif Erkan, Durer ve Gurer Tercümesi, c.I-II, İstanbul, y.y., 1979, c.I, s.XV; M.Tayyip Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, İstanbul, İstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları, 1952, s. 172; Ferhat Koca, Osmanlı Şeyhülislamı Molla Hüsrev Hayatı, Eserleri ve Görüşleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008, s.31. 2 Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman b. Sehavi, ed-Dav’ü’l-Lâmi‘, c.I-XII, Beyrut, Dâru’lMektebeti’l-Hayat, t.y., c.VIII, s.279; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, 2.baskı, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2006, s.108; Koca, a.g.e., s.33; Ferhat Koca, “Molla Hüsrev”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XXX, s.252-254. 3 Özket, a.g.e., s.14. 2 anılan Sivas-Tokat bölgesinde bulunan ve bir Türkmen boyu olarak anılan Varsak kabilesi beylerinden olduğu anlaşılmaktadır. Taşköprüzade’nin kullandığı “Ümerâ-i Ferâsiha” ifadesinin Mecdî (ö.1591) tarafından “ümera-i Françe” şeklinde çevrilmesi ve bu ifadeye Ferâmurz'un mühtedi olduğu bilgisinin eklenmesiyle birlikte, Hoca Saadeddin Efendi (ö.1599)’nin de “Rumiyyü’l-asl” tabirini “Rum asıllı” diye yorumlaması sonucunda, daha sonraki araştırmalar ve kaynaklar, Molla Hüsrev'in babasının Rum ve Frenk asıllı olduğunu ileri sürmüşlerdir.4 Bazı kaynaklarda babasının ihtida etmiş bir Fransız asilzadesinden olduğu söylenmekle birlikte, bunun tamamen bir yanlış anlaşılmanın eseri olduğu fark edilmiştir. Bazı çalışmalarda Molla Hüsrev'in babasının Kürt olarak anılması ise Mecdî’nin Şekâik tercümesi ve zeylinin kenarına eklenen, “Mevlana Hüsrev'in babası Ferâmurz, ekrâddan Varsak vilayetinde Sivas ile Tokat ortasında tavattun ve temekkün edip ol karyede bir zaviye bina eyledi”5 notuna dayanmaktadır. Bu ifadenin de Türkmen boyu olan Varsaklar'ın yanlış tanımlanmasından kaynaklandığı aşikârdır. Molla Hüsrev'in biyografisi hakkındaki bazı yanıltıcı bilgilerin ayıklanması neticesinde onun aslının Amasya-Tokat-Sivas bölgesinde yaşamış olan Varsaklar'a dayandığı ve babasının zaviyesinin bulunduğu Sivas-Tokat arasındaki köyde doğduğu anlaşılmaktadır. Bu köy bazı kaynaklarda Yozgat-Yerköy yakınlarındaki Karkın (Kargın) olarak gösterilmiştir. Fakat Yozgat ve Yerköy'e ait Karkın (Kargın) adını taşıyan her hangi bir yerleşim birimi bulunmamaktadır. Kaynaklarda belirtilen bilgiler incelendiğinde Molla Hüsrev'in babasının Tokat ile Sivas arasında bulunan ve bu iki şehre uzaklıkları hemen hemen eşit olan Sivas'ın Yıldızeli İlçesi, Çırçır Nahiyesine bağlı Kargın Köyü olması daha isabetli gözükmektedir.6 Babasının vefat etmesi üzerine, küçük Mehmed'i eniştesi Hüsrev Bey himayesine almıştır. Çocukluk dönemi doğduğu yerde geçen Molla Hüsrev, ilk eğitimini de muhtemelen burada almıştır.7 Molla Hüsrev'in bu isimle anılması eniştesi olan Hüsrev Bey'den gelmektedir. Hüsrev eniştesinin 4 Koca, a.g.e., s.32; Koca, a.g.m., s.252. Mecdî Efendi, Şekâik Tercümesi, İstanbul, Matbaay-ı Amire, h.1269, s.135 (sayfa kenarında). 6 Koca, a.g.e., s.38; Koca, a.g.m., s.252. 7 Koca, a.g.e., s.39; Koca, a.g.m.,s.252. 5 3 ismidir. Küçük yaşta babasının vefatı neticesinde eniştesi Hüsrev Beyin yanında kalmaya başlayan Molla Hüsrev, “Hüsrev’in kaynı” şeklinde tanınmıştır. Daha sonra ona mahlas olarak Hüsrev ismi verilmiş ve öylece meşhur olmuştur.8 Bu ismin başına ilave edilen Molla kelimesi ise Mevlâ veya Mevlâna kelimelerinden gelip, o dönemde “âlim kişi” manasında üst düzey kadılık (hâkimlik) ve müderrislik görevi yapan kimseler için kullanılırdı.9 Molla Hüsrev'in aile fertleri ile ilgili olarak Tebriz'de yevmî elli akçeli medresede müderris iken vefat eden Celaleddin adında bir oğlundan,10 Hüsrevzade lakabıyla meşhur Mustafa Efendi adında bir torunundan11 ve Halebî (Çelebî) medresesinde müderris iken vefat eden bir kardeşinden bahsedilmektedir.12 Bursa’da eniştesinin yanında eğitim hayatına başlayan Molla Hüsrev, Molla Fenârî'nin (ö.834/1431) Bursa Kadısı olan oğlu Yusuf Bâlî (ö.840/1436)'den icazet almıştır. Bunun yanında Edirne'de Sa’dettin etTeftâzânî (ö.792/1390)'nin talebelerinden Burhaneddin Haydar Herevî (ö.830/1427) ile Molla Yegân (ö.840/1436) ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı âlimlerinden okumuştur. Molla Hüsrev ilk görevine Edirne Şah Melek Medresesinde müderris olarak başladı. Hicrî 839 (1435–1436) senesinde kaynakların ismini vermediği kardeşinin ölümü nedeniyle aynı şehirde bulunan Çelebi (Halebî) Medresesine müderris olmuş,13 Varna savaşından önce ilk olarak Edirne Kadılığına, daha sonra 847/1443’de II. Murad tarafından Rumeli Kazaskerliğine getirilmiştir.14 II. Murad’ın saltanatı oğlu II. Mehmed'e bıraktığı 8 Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, İstanbul, Matbaay-ı Amire, h.1332, s.203 (satır altında); Cahit Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, 2. Baskı, c.I-II, İstanbul, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Yayınları, 2005, c.II, s.571; Koca, a.g.e., s.39. 9 Cihat Tunç, “Molla Hüsrev'in İlmi Hayatı ve Vasiyetnamesi”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Ünv. Matbaası, 1992, s.5. 10 Mecdî, a.g.e., s.135 (sayfa Kenarında). 11 Koca, a.g.m., s.252. 12 Mecdî, a.g.e., s.135; Baltacı, a.g.e., s.571; Koca, a.g.e., s.42. 13 Koca, a.g.e., s.41-42; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.19; Tunç, a.g.m., s.6. 14 Hoca Saadettin Efendi, Tâcü’t-Tevârîh, ter.İsmet Parmaksızoğlu,c.I-II, İstanbul, y.y., 1978, s.215; Koca, a.g.e., s.43; Tunç, a.g.m., s.6. 4 sırada (848/1444) kazaskerlik görevine devam etmiştir.15 II. Mehmed'in 848/1444’de vuku bulan Varna savaşından önce tahtı tekrar babası II. Murad'a bırakmasıyla, Molla Hüsrev, “Kişinin mürüvveti, sultanın devleti ve azlinde yanında olmaktır, uzletinizde sizi terk edemem” diyerek II. Mehmed ile Manisa’ya döndüğü anlaşılmaktadır.16 Ancak II. Murad'ın tahta tekrar çıkmasından sonra Molla Hüsrev muhtemelen kazaskerlik görevinden ayrılarak Edirne'de kadı olarak kalmıştır. Ayrıca Molla Hüsrev'in 851–854 (1447–1450) yılları arasında Edirne Kadısı olarak bazı hüccetleri tasdik ettiği bilgisi göz önüne alınırsa onun II. Mehmed ile Manisa'ya dönmeyip Edirne'de kadılık görevine devam ettiği de söylenebilir.17 Molla Hüsrev’in 848 (1444) tarihinde vuku bulan Varna savaşına katılması, onun meslek hayatında büyük tesirler bırakmıştır.18 Fatih Sultan Mehmed'in ikinci defa tahta çıkmasıyla Molla Hüsrev'in durumunun ne olduğu net olarak bilinmemektedir. Ancak II. Mehmed'in kendisine tahsis etmiş olduğu tahsisat (maaş) ile geçimini sürdürdüğü söylenmektedir.19 Onun İstanbul'un kuşatılması sırasında bulunduğu ve kuşatmanın devam edip etmemesiyle ilgili tartışmada Fatih Sultan Mehmed'i destekleyen tarafta yer aldığı bilinmektedir. İstanbul’un fethinden sonra buraya ilk kadı olarak atanan Hızır Bey'in (ö.863–1459) ölümünden sonra İstanbul kadılığına getirilmiştir. Bu görevin yanı sıra Galata, Üsküdar ve Eyüp Kadılıkları ve Ayasofya Müderrisliği de ona verilmiştir.20 Molla Hüsrev kadılığı sırasında tevazu, hoşgörü ve adaletten hiçbir zaman ayrılmamaya özen göstermiştir. Maddi durumu gayet iyi olmasına rağmen mütevazi bir hayat sürmüştür.21 Dindarlığı, hayırseverliği ve vakarlı kişiliği ile halk nazarında büyük bir saygı ve itibara sahip olmuştur. Maiyetinde hizmetçileri olmasına rağmen onları kullanmayacağına dair 15 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.131; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 5.Baskı, c.I, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1988, s.430; Koca, a.g.e., s.45. 16 Ahmet b. Mustafa Taşköprüzade, , Eş-Şekâiku’n-Nu‘mâniyye, İstanbul, y.y., 1985, s.116; Hoca Saadettin, a.g.e., s.218.; Erkan, a.g.e., s.XV. 17 Gökbilgin, a.g.e., s. 266-269; Koca, a.g.e., s.47; Koca, a.g.m., s.252. 18 Tunç, a.g.m., s.6. 19 Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.20. 20 Koca, a.g.e., s.49-50; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.m., s.20.; Tunç, a.g.m., s.7. 21 Mecdî, a.g.e., s.137. 5 vermiş olduğu sözüne muhalif davranmamak için odasını kendisi temizlermiş ve odasının mumunu kendisi yakmıştır.22 Molla Hüsrev Sultan Fatih'in iltifatlarına mazhar olmuş büyük bir ilim adamıydı. Padişahın ve zamanın âlimlerinin güvenini kazanmış, Fatih'in sarayda tertip ettiği ilmî tartışmalarda “Reisü’l-ülemâ” olarak hakemlik yapmıştır. Hükümlerindeki tarafsızlığı şöhret bulmuştur.23 Sultan Fatih onun hakkında “Zamanın Ebû Hanife’sidir” diyerek büyük saygı ve sevgi beslediğini ifade etmiştir. Molla Hüsrev’i sarayda, camide ve medresede gördüğü zaman ayağa kalkarak ona saygı göstermiştir. Molla Hüsrev Fatih'in iltifatlarına o kadar alışmıştı ki, sarayda yapılan bir düğün merasiminde, padişahın sağında Molla Gürânî (ö.1488)'nin, solunda ise kendisinin oturacağını öğrenmesi üzerine padişaha gücenmiş ve “Benim ilmi ve dini mertebem dikkate alınmadan bana uygun görülen yere oturup bu ziyafete iştirak etmem ilmî onurumu rencide eder” diyerek 877 (1472–73) senesinde İstanbul'u terk edip Bursa'ya gitmiştir.24 Bursa’da Emir Sultan’a yakın Zeynîler semtinde bir arazi satın alarak buraya Hüsrev Medresesi adıyla anılan medresesini yaptırmış ve orada müderrislik yapmaya başlamıştır.25 Bu medrese, vakfiyesine göre, başlangıçta yirmili medrese olarak kurulmuş, 1591–92 yıllarında kırklı, 1595–96 yıllarında ise ellili medrese statüsüne çıkarılmıştır.26 Sultan II. Mehmed yapmış olduğu bu hatayı telafi etmek için Molla Hüsrev'i tekrar İstanbul’a davet etmiş ve Şeyhülislam Molla Fahreddin'in vefatı üzerine Molla Hüsrev'i 878’den (1473–74) biraz sonra İstanbul müftüsü (şeyhülislam) olarak tayin etmiştir.27 Vefat tarihi olan 885 (1480) yılına kadar bu görevde ve İstanbul’da kalan Molla Hüsrev, 885/1480 yılının Şaban 22 Koca, a.g.e., s.74; Özket, a.g.e., s.24; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.8. Koca, a.g.e., s.88; Tunç, a.g.m., s.7; Özket, a.g.e., s.22. 24 Mecdî, a.g.e., s.138; Baltacı, a.g.e., s.571.; Koca, a.g.e., s.51-52; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.8; Özket, a.g.e., s.21. 25 Mecdî, a.g.e., s.138; Koca, a.g.e., s.51. 26 Murtaza Korlaelçi, “Molla Hüsrev'in İlmi Çevresi ve Şahsiyeti”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.45 ; Baltacı, a.g.e., s.57. 27 Koca, a.g.e., s.53; Tunç, a.g.m., s.8; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.21. 23 6 ayında İstanbul’da vefat etmiştir. Cenazesi Bursa’ya götürülerek Zeynîler mahallesinde bulunan medresesinin haziresine defnedilmiştir.28 B-Eserleri 1-Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Ğureri’l-Ahkâm Molla Hüsrev'in İslam Hukukunun furu’una ait meseleleri kaleme aldığı Ğurerü’l-Ahkâm fî Fürûi’l-Hanefiyye adlı eserine kendisinin yazmış olduğu şerhidir. Bu eser uzun yıllar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eser üzerinde birçok ilim adamı tarafından şerh, hâşiye ve ta’lik çalışmaları yapılmıştır.29 2-Risale fî’l-Velâ İslam Miras Hukuku alanında sebebî asabeliğin temelini oluşturan velâ meselesi hakkında kaleme aldığı risaledir. Bu risale çağdaşı olan âlimlerin bazıları tarafından eleştirilmiş ve ona reddiyeler yazılmıştır. Kaynakların bize verdiği verilere göre; Molla Gürânî, İbn Kemal (Kemalpaşazade), Hızırşah Menteşevi, Ganîzade Mehmet Nadirî ve Güzelce Mehmet Çelebi’nin reddiye türünde risaleler yazdıkları kaydedilmiştir.30 Ne var ki, İbn Kemal adına Süleymaniye Kütüphanesi Süleymaniye Bölümü no:1051 (vr.1–7) ve Fatih Bölümü no:5366 (vr.51–57) kayıtlarında verilen bilgilerin doğruyu yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu numaralarda bulunan risalelerin müstensihleri, risalenin kime ait olduğuna 28 Mecdî, a.g.e., s.138; Baltacı, a.g.e., s.571; Koca, a.g.e., s.54; Koca, a.g.m., s.253; Tunç, a.g.m., s.8; Özket, a.g.e., s.24. 29 Ahmet Akgündüz, “Dürerü’l-Hükkâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.X, s.2728; Ali Rıza Karabulut, “Molla Hüsrev'in Eserleri”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.125; Koca, a.g.e., s.61-66; Özket, a.g.e., s.25. 30 Koca, a.g.e., s.68-70; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.25-26; Karabulut, a.g.m., s.129. 7 dair herhangi bir bilgi vermemişlerdir. Fakat elimizdeki yazma nüshalarda İbn Kemal ile Hızırşah'a ait verilen risale metinlerinin aynı metin olduğu görülmektedir. Ayrıca, Hızırşah'a ait olduğu kaydedilen risalelerde müstensihlerin o risalenin Hızırşah'a ait olduğunu bildiren kayıtları mevcuttur. Bundan hareketle, kayıtlarda İbn Kemal'e ait olarak verilen risalelerin aslında Hızırşah'a ait olan risaleler olduğunu söyleyebiliriz. Çalışmamızda Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Hızırşah ve Güzelce Mehmet Çelebi'nin risalelerine yer verdik.31 Molla Hüsrev'in bu risalesi Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, no:2755, vr.198–203, no: 2795, vr.17–19, no:940, vr.243–248, no:2725, vr.97–100; Esad Efendi no:682, vr.385–388, Nuruosmaniye Bölümü no:596, vr.44–47, no:1563, vr.1–4; Yeni Cami Bülümü no:1186, vr.410– 414’de kayıtlı yazma nüshaları mevcuttur. Ayrıca başka kütüphanelerde de birçok yazma nüshaları bulunmaktadır.32 3-Risâletü Cevâb-ı Molla Hüsrev Reddü li Molla Gürânî Molla Hüsrev'in "Velâ Risalesi" hakkında Molla Gürânî’ye yazmış olduğu reddiyesidir. Bu reddiye ilmi bir tartışma niteliğindedir. Dönemin ilmi itirazlarını ve üslûbunu yansıtması bakımından önemlidir. Bu risale Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no:5366, vr.55–57; Nuruosmaniye Bölümü, no:4909, vr.156–159; Süleymaniye Bölümü, no: 1051, vr.12–18’de yazma nüshaları bulunmaktadır.33 4-Mir’âtü’l-Usûl fî Şerhi Mirkâti’l-Vüsûl 31 Yazar açıklaması. Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.25; Karabulut, a.g.m., s.129. 33 Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26. 32 8 Molla Hüsrev fıkıh usûlü’ne dair muhtasar olarak kaleme aldığı "Mirkâtü’l-Vüsûl ilâ ilmi’l-Usûl" adlı eserine yazmış olduğu şerhtir. Molla Hüsrev, bu eseri birçok klasik usul ve füru kitaplarından yararlanarak hazırlamıştır. Faydalandığı kaynaklara dair eserinde telmihlerde bulunmuştur. Osmanlılar döneminde bu eser üzerine birçok haşiye çalışması yapılmıştır. Kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshası bulunan bu eser, 1291, 1305 ve 1317 tarihlerinde İstanbul'da, 1262 ve 1304 tarihlerinde de Mısır'da basılmıştır.34 5-Hâşiye ale’t-Telvîh Sadrüşşerîa‘ Ubeydullah el-Mahbûbî (ö.747/1347)'nin et-Tenkîh adlı eserine Teftâzânî tarafından yapılan Hâşiye a le’t-Telvîh adıyla yapılan hâşiyesinin özellikle mukaddime bölümüne Molla Hüsrev tarafından yapılan hâşiyedir.35 6-Hâşiye alâ Tefsîri’l-Beydâvî Kadı Beydâvi (ö.685)'nin “Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl” adlı meşhur tefsirine yazmış olduğu haşiyedir. Molla Hüsrev’in tamamlamaya vakit bulamadığı bu eser Kur’an-ı Kerim’in başından Bakara suresinin 142. ayetine kadardır. Söz konusu eser Kayseri Raşit Efendi Kütüphanesi no:234; İstanbul Veliyyüddin Efendi Kütüphanesi no:411, 412, 413; İstanbul Ayasofya Kütüphanesi no:306, 307, 308, 309; İstanbul Yeni Cami Kütüphanesi no:130, 131, 132; İstanbul Çorlulu Ali Paşa Kütüphanesi no:73 kayıtlarında 34 Koca, a.g.e., s.57-61; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.129; Koca, "Mir'âtü'l-usûl", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XXX, s.148. 35 Koca, a.g.e., s.68; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.131. 9 bulunmaktadır. Bunların dışında İstanbul Kütüphanelerinde pek çok yazma nüshaları mevcuttur. 36 7-Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr Alâüddin b. Musa er-Rumî (ö.841)'nin Tesmiye, Ahbâr-ı Nübüvvet, Fıkıh, Usûl, Belâğât ve Mantık konularında yazmış olduğu "Es’iletü Alâüddin" isimli altı bölümden oluşan risalesinin şerh ve tenkidi niteliğinde olan, soru ve cevap formatında kaleme alınmış bir eserdir. Bilinen yazma nüshaları Kayseri Raşit Efendi no:309 (53 varak); İstanbul Kılıç Ali Paşa Kütüphanesi no:351; İstanbul Selimağa Kütüphanesi no:301; İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi no:423/4 numaralı kayıtlarda mevcuttur.37 8-Şerhu Usûli’l-Pezdevî Fahru’l-İslam Ali b. Muhammed el-Pezdevî (ö.482)'nin fıkıh usulüne ait Kenzü'l-vüsûl ilâ ma‘rifeti'l-usûl adlı eseri üzerine yazılan, ancak eksik olan bir şerhtir.38 9-Hâşiye a‘lâ Hâşiyeti'l-Muhtasar li's-Seyyid Şerîf Bu eser, İbnü'l-Hâcib'in fıkıh usulüne dair yazdığı Muhatasarü'lMüntehâ adlı kitabı üzerine Seyyid Şerif el-Cürcâni tarafından yazılan 36 Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.125. Koca, a.g.e., s.70-71; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.27; Karabulut, a.g.m., s.132. 38 Koca, a.g.e., s.68; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.131. 37 10 haşiyenin özellikle mukaddime kısmına Molla Hüsrev'in yaptığı açıklama ve ilavelerden meydana gelmektedir.39 10-Hâşiye a‘le'l-Mutavvel Büyük dil bilgini İmam Sekkâkî (ö.626/1299) ilimler hakkında Miftâhü'lulûm adıyla bir eser kaleme almış, yine bir dil bilgini olan Kazvinî (ö.739/1338) bu eserin üçüncü kısmını telhis edip özetlemiştir. Teftâzânî ise bu telhise Mutavvel ve Muhtasar olmak üzere iki şerh yazmıştır. Bunlardan özellikle Mutavvel üzerine birçok haşiye çalışması yapılmıştır. Molla Hüsrev'in bu eseri de söz konusu haşiyelerden birisidir.40 11-Esâsü'l-iktibâs Tercümesi Nasîrüddin Tûsî' ye ait Farsça mantık kitabının Arapça'ya çevirisi olup Fatih Sultan Mehmed'e sunulmuştur.41 12-Vasiyyetname Molla Hüsrev’in ölümünden defnedilinceye kadar geçen sürede yapılmasını istediği hususları kaleme aldığı eseridir. Molla Hüsrev'in vasiyetnamesi niteliğinde olan bu eser Türkçe olarak yazılmıştır.42 Yukarıda saydığımız eserler dışında kütüphane kataloglarında Molla Hüsrev adına kayıtlı bazı eserlerin daha olduğu kaynaklarda geçmektedir.43 39 Koca, a.g.e., s.68. Koca, a.g.e., s.70; Özket, a.g.e., s.27; Karabulut, a.g.m., s.131. 41 Koca, a.g.e., s.71; Karabulut, a.g.m., s.132. 42 Koca, a.g.e., s.71-72; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.29; Karabulut, a.g.m., s.132. 43 Koca, a.g.e., s.72-73; Özket, a.g.e., s.28-29. 40 11 C-İlmi Şahsiyeti Molla Hüsrev, Bursa’da Molla Fenârî’nin Bursa Kadısı olan oğlu Yusuf Bali’den çeşitli dersleri okuyarak ilk tahsiline başlamış, daha sonra Osmanlı Devletinin başşehri olan Edirne’ye gitmiş ve burada büyük âlim Teftâzânî’nin öğrencisi Burhaneddin Haydar Herevî’den almış olduğu eğitimle tahsilini tamamlamıştır. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne’de bulunan Şah Melek Medresesine müderris olarak ilk görevine başlamıştır. Bunun akabinde aynı şehirde bulunan ve kardeşinin görev yaptığı Çelebi (Halebî) medresesine kardeşinin vefatı üzerine müderris olmuştur.44 Bu dönemde Taftazânî’nin Mutavvel isimli eserine bir haşiye yazmıştır. Fıkıh usûlü eseri olan Mirkât'ı da bu dönemde yazmıştır. Ayrıca Teftazânî ve Cürcânî’den ders almış olan Ali b. Musa er-Rûmî’nin Es’iletü’r-Rûmî adıyla bilinen esere Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr isimli cevap özelliği taşıyan bir eser kaleme almıştır.45 II. Murad tarafından 841 (1443)’de kazaskerliğe getirilen Molla Hüsrev, Osmanlı Devletinde din, hukuk ve eğitim sahalarında yüksek görevlerde bulunmuştur. İstanbul’un fethinden sonra II.Mehmed tarafından Şeyhülislamlık makamına getirildi. Fatih’in ve devrin âlimlerinin güvenlerini ve teveccühlerini kazanan Molla Hüsrev, sarayda tertip edilen birçok ilmi tartışmalarda Reisü’l-Ulema olarak hakemlik yapmıştır.46 Maddi durumu gayet iyi olmasına rağmen mütevâzi ve dindar bir hayat yaşamayı tercih eden Molla Hüsrev, halk nazarında çok sevilen ve kendisine güvenilen bir kişi olmuştur. Molla Hüsrev ağırlıklı olarak İslam Hukuku ile ilgilenmiş olmakla beraber, Tefsir, Kelam, Hadis, Edebiyat-Dil ve Mantık gibi ilimlerle ilgili birçok kitap, şerh ve haşiyeler yazmıştır. 44 Özket, a.g.e., s.19; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.6. Özket, a.g.e., s.19; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.6. 46 Mecdî, a.g.e., s.138; Özket, a.g.e., s.21.; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.8. 45 12 II-İSLAM HUKUKUNDA VEL KAVRAMI A-Lügat bakımından; Velâ kelimesi ( ) وﻻء, ( ي-ل- ) وkökünden türemiştir. Bu kelime kökünden türemiş olan isim ve fillerin birçok anlamları olmakla beraber, bazıları eş anlamlı, bazıları zıt anlamlı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Mevlâ kelimesi hem azad edilen köle için hem de azad eden efendi için kullanılmaktadır. Mastar bir kullanıma sahip olan velâ kelimesiyle beraber vilâyet, velâyet şeklinde de mastarları mevcuttur. Fiil kalıplarıyla çekimlendiğinde birçok manayı ihata eden bu kelime kökünün taşımış olduğu anlamları verdikten sonra bunlardan bize yarayacak olanlar üzerinde durmaya çalışacağız. Kelime manası olarak vela; yakınlık, yakın olma, yardım etmek, dostluk, müttefik, komşu, nesep-soy, akrabalık, mülkiyet, servet ve zenginlik, güç ve otoritenin bulunduğu yer, kölelik, hükümdar, yönetim gibi anlamların yanında sevgi beslemek gibi manaları bünyesinde toplayan zengin anlam bütünlüğüne sahip bir kelimedir.47 Bu kullanımlar, kelimenin Kur'an-ı Kerim, Hadis-i şerif, Arap şiir ve edebiyatındaki kullanımlarından faydalanılarak ortaya çıkarılmıştır. Kelimenin mastar ve diğer kullanımlarındaki çeşitlilik, kelime manasında çok fazla farklılığın olduğunu göstermektedir. Örneğin: "Velâyet; nesep-soy, yardım etmek, kölelik" anlamları için kullanılırken, "Vilâyet; güç ve otoritenin bulunduğu yer, bölge, hükümdar, yönetim" anlamlarını ifade etmektedir. "Velâ; mülkiyet, servet, zenginlik, akrabalık, bir kişinin köle azad etmesi veya akd-i muvâlât sebebiyle miras hakkı elde etmesi, hürriyetine kavuşan kişi, kölesini azad eden" anlamlarına, "Muvâlât; bir kavimle dostluk anlaşması 47 Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzur, Lisânü'l-Arab, c.I-XV, Beyrut, Dar-u Sadr, ty., c.XV, s.406-415; Muhammed Murtaza ez-Zebidî, Tâcü'l-Arûs, ed. Dâhî Abdülbaki, c.I-XC, Kuveyt, Et-Türâsü'l-Arabiyye, 2001/1422, c.XC, s.241-257; Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Cevherî, Es-Sıhâh :Tâcü'l-Lüğât ve Sıhâhü'l-Arabiyye, tah. Ebu Zeyd Abdurrahman b. Abdülaziz el-Mağribî, c.I-V, Dar-u İhyâi't-Türâsi'l-Arabiyye, Beyrut, 2005/1426, c.V, s.2004-2006; Halil b. Ahmed el- Ferâheydî, Kitabü'l-Ayn, Komisyon, Lübnan, Mektebetü Lübnan Naşirûn, ty., s.917-918. 13 yapan kişi, dostluk anlaşması, iki kişinin arasını düzeltme için yapılan girişim" manalarında kullanılmaktadır.48 Aynı kökten gelen ve konumuzla ilgili olması bakımından bazı kelimelerin anlamları üzerinde durmak istiyorum. "Veli (")اﻟﻮﻟﻲ: —Allah (cc)'ın isimlerindendir. Âlemin ve yaratılmışların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını karşılayan, yardım eden manasındadır, —Nikâh akdi esnasında kadının nikâhına onay veren sorumlu kişi, —Yetim çocukların işlerinden sorumlu olan ve onları idare eden kişi, —Allah (cc)'ın lütfuna ve ihsanına mazhar olan kişi, —Arkadaş, dost, yakın, —Sevgi besleyen, nimetlendiren, nimetlendirilen, —Tabi olan, evlilikten doğan akrabalık (sıhriyet) gibi anlamlara haizdir.49 "Veli ( ")اﻟ ﻮﻟﻲve "Mevla ( ")اﻟﻤ ﻮﻟﻲkelimeleri aynı anlamı taşıyan iki kelime olduğu da kaydedilmektedir.50 "Mevla (")اﻟﻤﻮﻟﻲ: —Kişinin bütün varisleri, kız kardeş çocukları, amcaoğulları, akraba —Müttefik, ortak, komşu, dost, arkadaş —Kişinin islama girmesine vesile olan ve kendisiyle dostluk anlaşması (akd-i muvalat) yapılan kimse, —Köleyi hürriyetine kavuşturan kişi, hürriyetine kavuşan kişi, —Rabb: Bütün âlemin işlerini yöneten ve idare eden anlamında Allah (cc)'ın ismi gibi anlamlara haizdir.51 Vela kelimesinin kullanıldığı bütün anlamları üzerinde düşünecek olursak kelimenin sevgi ve dostluk çerçevesinde yardımlaşmayı, dayanışmayı, kollamayı, görüp gözetmeyi ifade eden bir toplumsal yakınlığa işaret eden bir anlam haritası görülür. 48 İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245. İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245; el-Mağribî, a.g.e., s.2004-2006; elFerâheydî, a.g.e., s.917-918. 50 İbn Manzur, a.g.e., s.408; ez-Zebidî, a.g.e., s.242. 51 İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245; el-Mağribî, a.g.e., s.2004-2006; elFerâheydî, a.g.e., s.917-918. 49 14 B-Terim olarak Velâ, şâri‘ tarafından belirlenmiş olan, azad etmeden dolayı azad eden ile azad edilen arasında meydana gelen hükmi akrabalık neticesinde azad eden kişinin azad edilen erkek ya da kadının mirasına hükmi asabe olarak dâhil olması sonucunda mirasçı olma hakkını elde etmesidir.52 İslam Hukukunda asabe kavramı miras konusunda farz sahipleriyle beraber bulundukları zaman onların sehimlerinden arta kalan kısmı alan, farz sahipleri bulunmadığında ise mirasın tamamını alan yakınları ifade etmek için kullanılır. İki kısma ayrılır: Nesebî asabeler, sebebî asabeler. Nesebî asabeler, kişinin soy ve nesebine bağlı olarak yakınlığı olan kişilerdir. Asabe bi nefsihî, asabe bi gayrihî ve asabe ma'a gayrihî olmak üzere üç bölümde değerlendirilir. Asabe bi nefsihî, ölüye nispetinde araya kadın girmeyen erkek akrabalardır. Bünüvvet (oğulluk), Übüvvet (babalık), Uhuvvet (kardeşlik) ve Umûmet (amcalık) olmak üzere derecelendirilir. Asabe bi gayrihî, ölünün asabeden olan erkek kardeşleriyle beraber bulunan kız kardeşlerdir. Asabe ma'a gayrihî, asabeden olmayan bir kadın ile beraber bulundukları zaman asabe olan kadınlardır. Bunlar ölünün kızıyla beraber bulunan ölünün anne-baba bir kız kardeşleri veya baba bir kız kardeşleridir. Nesebî asabeler hakkında İslam Hukukunun Ferâiz (miras) bölümlerinde geniş açıklamalar bulunmaktadır. Sebebî asabelik; köle azad etmekten veya muvâlât (dostluk) anlaşması yapmaktan doğan hükmî akrabalığa denmektedir. Sebebî asabe olan kişiler ölünün nesebî asabeleri bulunmadıkları zaman onun mirası konusunda farz sahipleriyle beraber bulunarak aynen nesebî asabeler gibi değerlendirilirler. 52 Vehbe Zühayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu: İslam Fıkhı Ansiklopedisi, çev. Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, vd., c.I-X, 2. baskı, İstanbul, Risale Yayınevi, 1992, s. 322 ; Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet Yayınları, 1998, c.X, s.480; Abdüllatif Fâyiz Deryân, Fıkhu’l- Mevârîs fi’l-Mezâhibi’l-İslamiyyeti ve’l-Kavânini’l-Arabiyye, tah. Muhammet Reşit Kabânî, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Nehdati’l-Arabiyye, 1427/2006, c.I, s.325. 15 Köle azad etme ve akit yoluyla kurulan muvalat sebebiyle oluşan asabelik konusu ileride daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.53 İslam Miras Hukukunda ittifak edilen miras sebepleri üç tanedir. Bunlar; akrabalık (karâbet), evlilik (nikâh) ve velâ (hükmî akrabalık)’dır.54 Şafiîler ve Malikîler dördüncü sebep olarak İslam’ı ilave etmişlerdir. Buna göre; Müslüman bir kimsenin, yukarıda sayılan üç sebeple mirasına varis bulunamadığı veya herhangi bir nedenden dolayı varisler mirasın tamamını alamadığı durumda, Müslüman vatandaşın geride kalan terikesi diğer Müslümanlara ait olmak üzere Beytülmal’e devredilmesidir. Şafiiler ve Malikiler bunun delili olarak Hz. Peygamber’in (sav) “Ben varisi olmayanın varisiyim, onun adına diyetini öder ve ona varis olurum” hadis-i şerifini göstermektedirler. Açıklama olarak da Hz. Peygamber (sav) kendi nefsi için herhangi bir şeye varis olmaz, ancak onu Müslümanların maslahatına sarf eder demişlerdir.55 İslam Hukuku açısından vela, karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavramdır. Araplar kendi aralarında yardımlaşmaya büyük önem veren bir topluluktur. İslam Dini gelmeden önce kabileler halinde yaşayan Araplar, hem kabile içi hem de kabileler arası yardımlaşmaya ve dayanışmaya büyük önem vermişlerdir. İslam'ın gelmesiyle birlikte Hz. Peygamber (sav), bu yardımlaşma ve dayanışma müessesesini en güzel bir şekilde bildiği için bu kurumu, İslam dininin evrensel prensipleriyle uygun bir hale getirmiş, Müslüman fertlerin iki şekilde yardımlaşmalarını tavsiye etmiştir. Bu iki türden ilki köle azad etmekten kaynaklanan vela-i atâkadır, diğeri de dostluk anlaşması ile kurulan vela-i muvâlâttır. Hz. Peygamber “Bir toplulukla dostluk anlaşması yapan onlardan sayılır ve onların müttefikidir” şeklinde buyurduğu hadisi ile vela-i muvâlâtı, “Vela, azad eden kişiye ait bir haktır” şeklinde buyurduğu hadisleri ile de vela-i atâkaya icazet etmiştir. Bir kimse vela 53 Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, c.I-III, 5. baskı, İstanbul, Nesil Yayınları, 1996, c.I, s.461–466; Hayrettin Karaman, "Asabe", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.III, s.452–453; Abdullah b. Mahmud el-Mavsîlî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, tah. Züheyr Osman elCaîd, c.I-V, Beyrut, t.y.. c.V, s.562-564; Zühaylî, a.g.e., s.386-392; Erdoğan, a.g.e., s.21. 54 Zühayli, a.g.e., s.322-324; Karaman, a.g.e., s.421-422; Fâyiz Deryân, a.g.e., s.321-325. 55 Zühayli, a.g.e., s.324. 16 anlaşmasıyla ve mülkü altındaki kölesini azad etmekle, İslam Miras Hukukuna göre mirasçı olma hakkını kazanabilmektedir.56 Şimdi İslam Hukukunda velânın varlığına dair delilleri sunmaya çalışalım: İslam Hukukunda hükümlerin dayandığı delillerin ilk sırasında Kitap (Kur'an-ı Kerim) gelmektedir. Velanın Kur'andan açık ve net bir delili yoktur. Ancak bazı ayetlerde köle azad etmeyle ilgili meseleler zikredilmiştir. Kur’an-ı Kerim tedrici olarak toplumda var olan kölelik müessesesini ortadan kaldırmak maksadıyla birçok hükmü köle azadı ile ilişkilendirmiş ve alternatif hükümler arasında köle azad etmeyi saymıştır. Örneğin, keffâretler konusuna bakıldığı zaman zıhar57, hataen adam öldürme58 ve kasten özürsüz olarak ramazan orucunu bozma sonucunda mükellefe tanınan kefaretlerin başında köle azad etme gelmektedir. Ayrıca, yemin kefareti hakkında Cenab-ı Allah, “Allah sizi yeminlerinizdeki gevşekliğinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kastettiği yeminlerinizden dolayı sizleri sorumlu sayar. Bunun keffâreti ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakiri doyurmak ya da on fakiri giydirmek veya bir köleyi azad etmektir”59 şeklinde buyurarak, köle azad etme konusunun önemini bizlere hatırlatmaktadır. Günümüz açısından köle azad etme ile ilgili hükümlere baktığımız zaman yemin kefareti ve diğer konularda bahsedilen köle azad etmenin tarihsel bir olgu olarak tarihte kaldığını söylememiz yerinde olacaktır. Çünkü çağımızda İslam Hukukunun kriterlerini belirlediği bir kölelik müessesesi 56 Burhaneddin el- Merğînânî, el-Hidaye şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1410/1990, c.III, s.303; Cemaleddin Abdullah b. Yusuf Zeylaî‘, Nasbu’r-Râye Tahricü Ehâdisi’l-Hidaye, tah. Ahmet Şemsettin, c.I-VII, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2002, c.IV, s. 365–367; Alâüddin el- Kâsânî, Bedaiü’s-Sanâi'fî Tertîbi’ş-Şerâi’, tah. Muhammet Adnan Derviş, c.I-VI, Beyrut, Daru ihyâi’t-Türâsi’l-Arabiyye, 1417/1997, c.III, s.636; Kadızade Ahmet b. Bedreddin, Netâicü'l-Efkâr fi Keşfi'r-Rumûz ve'l-Esrâr, tah. Abdürrazzak Galip el-Mehdî, c.I-XII, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003, c.IX, s.223–224; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, C.I-II, 5.baskı, İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1414/1993, c.I, s.51–55. 57 Kocanın, karısını nesep, süt emme veya sıhriyet sebebiyle kendisiyle evlenilmesi ebediyen haram olan kadının kendince bakılması uygun olmayan sırtı ve karnı gibi bir uzvuna benzetmesidir. Bu benzetmeye zıhar denilmesi, bunun çoğunlukla zahre (sırta) nispetle yapılmasından kaynaklanmaktadır. Cahiliye döneminde zıhar bir tür talak sayılmaktaydı. İslam bu tür talakı men etmiş ve caydırıcı olması bakımından zıhar yapanlara kaffaret vererek rücû etmelerini istemiştir. Bk. Mücadele:2-4, Erdoğan, a.g.e., s.494; Zühayli, a.g.e., s.456. 58 Nisa:92. 59 Maide: 5/89. 17 yoktur. Buna bağlı olarak da köle diye adlandırabileceğimiz kişiler bulunmamaktadır. İslam Hukukunun ikinci teşri kaynağı olan sünnet, vela konusunun hukuk içerisinde yerinin belirlenmesini ve ona dair hükümlerin şekillenmesini sağlamıştır. Konuyla ilgili hadisleri vererek vela kavramının İslam Hukukundaki yerini tespit etmeye çalışacağız. -Vela Hakkı azad eden kişiye aittir.( ) اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ60 -Vela neseple oluşan akrabalık gibidir. Vela, satılmaz, hibe edilmez ve miras olarak geçmez.( وﻻﺕﻮرث، وﻻﺕﻮهﺐ، ﻻﺕﺒﺎع،) اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ61 -Bir kavimle Muvalat anlaşması yapan onlardandır, Bir kavim içerisindekilerin kız kardeşlerinin çocukları da onlardandır ve bir kavimle yeminleştiği (müttefikleştiği) kimseler de onlardandır.( واﺏ ﻦ اﺧ ﺘﻬﻢ،ﻡ ﻮﻟﻲ اﻟﻘ ﻮم ﻡ ﻨﻬﻢ و ﺡﻠﻴﻔﻬﻢ ﻡﻨﻬﻢ،) ﻡﻨﻬﻢ62 -O (azad ettiğin köle) senin dostun ve (dinde) kardeşindir. Senin yaptığından dolayı sana herhangi bir şeyle teşekkürde bulunursa onun için hayırlı bir davranıştır ancak senin için hoş değildir. Eğer yapmış olduğun bu azaddan dolayı sana bir karşılıkta bulunmazsa o zaman senin için daha hayırlı olur ancak onun yaptığı hoş olmaz (Yani karşılık beklemeden kölesini azad eden kişinin sevap yönünden yaptığı davranışın daha hayırlı olacağını, herhangi bir karşılık bekleyerek yapması halinde sevabının eksik olacağı vurgulanmaktadır). Bu köle öldüğü takdirde ve geride varisleri bulunmazsa 60 Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mace, Taberânî Mu‘cemü'l-Kebîrinde ve Ahmed b. Hanbel Müsnedinde rivayet etmişlerdir. Hadisin metin ve senedinin tamamı ele alındığında rivayet ve bazı metin farklılıklarının olduğu anlaşılmaktadır. Zeyleî‘, a.g.e., s.366-367; Deryân, a.g.e., s.325; Mavsîlî, a.g.e., c.IV, s.281; Kadızade, a.g.e., s.224. 61 Bu hadisi İmam Malik Muvattaında, İbn Hibbân Sahihinde, Beyhakî süneninde, Abdürrezzâk Musannefinde ve Hâkim Müstedrekinde rivayet etmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.369-372; Kâsânî, a.g.e., s.637; Deryân, a.g.e., s.325; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e., s.228. 62 Bu hadisi Buhârî el-Edebü'l-Müfrette, Müslim Sahihinde, Ebu Davut, Tirmizî, Nesâî Sünenlerinde, Darimî Siyerinde, Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Taberânî el-Mu‘cemü'l-Kebirinde rivayet etmişlerdir. Ayrıca Heysemî ve Bezzâr da eserlerinde bu hadise yer vermişlerdir. Bu hadisin rivayetlerinde bazı lafız farklılıkları olmakla beraber bu farklılıklar manayı etkileyecek düzeyde değildir. Örneğin bazı rivayetlerde " " ﻣﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻣﻦ ﻟﻨﻔﺴﻬﻢ, " " واﺑﻦ اﺧﺖ اﻟﻘﻮم ﻣ ﻨﻬﻢve " " وﺣﻠﻴ ﻒ اﻟﻘ ﻮم ﻣ ﻨﻬﻢgibi lafız farklılıkları vardır. Zeyleî‘, a.g.e., s.365-366; Kâsânî, a.g.e., s.641; Mavsîlî, a.g.e., s.281; Kadızade, a.g.e., s.224. 18 sen onun asabesi olursun.( وان آﻔ ﺮك ﻓﻬ ﻮ، وﺷ ﺮ ﻟ ﻚ، ان ﺷﻜﺮك هﻮ ﺧﻴﺮ ﻟﻪ،هﻮ اﺧﻮك و ﻡﻮﻻك وان ﻡﺎت وﻟﻢ یﺘﺮك وارﺛﺎ آﻨﺖ اﻥﺖ ﻋﺼﺒﺘﻪ، وﺷﺮ ﻟﻪ،) ﺧﻴﺮ ﻟﻚ63 - Birisinin elinde islama giren kimsenin yaşamında ve ölümünde insanlar içerisinde ona en hak sahibi olan kişi onun islama girmesine vesile olandır.( ﻡﺤﻴﺎﻩ و ﻡﻤﺎﺕﻪ،) هﻮ اﺡﻖ اﻟﻨﺎس ﺏﻪ64 Yukarıda verdiğimiz hadisler bazı lafız farklılıkları ve değişik senet zinciri ile birçok hadis kaynağında geçmektedir. Burada hadislerin senet kısmıyla ilgili değerlendirmelere girmeden rivayetlerin tümünde belirginleşen ortak metinleri vermeye çalıştık. Ayrıca bu hadislerin yanında konuyla ilgisi olması bakımından Hz. Hamza (ra)'nın kızıyla ilgili olarak Hz. Peygamberin (sav) uygulaması da bulunmaktadır. Şöyle ki, Hz. Hamza’nın kızı kölesini azad etmişti. Daha sonra bu köle vefat etmiş ve geride bir kızı kalmıştı. Hz. Peygamber (sav) onun malının yarısını azad edilen kölenin kızına vermiş, diğer yarısını da Hz. Hamza'nın kızına vermiştir.65 Bu hadislere ilave olarak kadınların vela konusunda durumlarını belirten, "Kadınlar için vela hakkı yoktur. Ancak azad ettiklerinin veya azatlılarının azad ettiği kimselerin ya da mükateb kıldıklarının veya mükateblerinin kitabet akdine bağladıkları kimselerin ya da müdebberlerinin veya müdebberlerin tedbir yaptığı kimselerin velaları çekilip alınmak suretiyle kadınlar da vela hakkına sahip olabilirler"66 şeklinde varit olan hadisi de zikrederek vela konusuyla ilgili rivayet edilen hadisleri tamamlamış olacağız. İslam Hukukunda velanın var olduğuna ait ümmetin icma‘ı hâsıl olmuştur.67 Fıkhi mezheplerden bu konunun tamamına yönelik olumsuz bir 63 Bu hadisi Darimî Süneninde, Abdürrezzak Musannefinde ve Zeyleî Nasbu'r-Râyede zikretmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.372-373; Kâsânî, a.g.e., s.636-637; Kadızade, a.g.e., s.230. 64 Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, ve İbn Mace Sünenlerinde, Buhârî Muallak Olarak Sahihinde, Darimî Süneninde, rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Beyhaki Süneninde, Hâkim Müstedrekinde, Darekutnî Süneninde ve Abdürrezzak Musannefinde bu hadisi zikretmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.375-376; Mavsîlî, a.g.e., s.283; Kadızade, a.g.e., s.233. 65 Bu Hadisi Nesâî Süneninde, İbn Mace Süneninde, Hâkim Müstedrekinde ve Darekutnî Süneninde rivayet etmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.367-369; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e., s.225-226. 66 Bu hadisi Beyhakî Süneninde, İbn Ebi Şeybe Musannefinde ve Abdürrezzak Musannefinde rivayet etmişlerdir. Kâsânî, a.g.e., s.639; Zeyleî‘, a.g.e., s.373-375; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e., s.231. 67 Kâsânî, a.g.e., s.637. 19 itiraz gelmemiştir. Vela hakkındaki ihtilaflar, diğer fıkhi konularda olduğu gibi, konunun varlığıyla ilgili olmayıp, onun hükümleriyle ilgilidir. İslam Hukukunda vela hakkının sabit olduğuna dair sunacağımız delilerin sonuncusu ise akıldır. Bunun açılımını maddeler halinde izah etmeye çalışacağız. a-Köleyi özgür bırakmak ona hürriyet şerefini sunarak onu nimetlendirmektir. Çünkü Cenab-ı Allah Ahzab suresinin 38. ayetinde Hz. Peygamberin kölesi Zeyd b. Sabit (ra) hakkında Allah (cc)'ın onu İslamla nimetlendirdiğini ve Hz. Peygamberin de azad ederek ona nimette bulunduğunu ifade etmektedir. b-Kölesini azad eden kişi, hayatı boyunca ona yardımını esirgememektedir. Kölesi veya muvalat akdi yaptığı kişi hatalı olarak bir cürüm işlemesi durumunda onun diyetini ödemek, ona gelebilecek her türlü baskı ve şiddete karşı onu korumak suretiyle ona yardım etmektedir. İşte bundan dolayı kölesi ya da muvalat anlaşması yaptığı kişi öldüğü ve geride nesebî asabesi kalmadığı takdirde geçmişte yapmış olduğu iyilik ve yardımlara karşılık, vela hakkının sahibi olan kişi, azad ettiği kölesine ya da muvalat akdi yaptığı kişiye mirasçı olmaktadır. c-Azad etmek mana itibariyle dünyaya getirme gibidir. Şöyle ki baba, çocuğun dünyaya gelmesine sebeptir ve bu çocuk, kan/nesep bağıyla babasına bağlıdır. Bundan dolayı da baba çocuğuna mirasçı olmaktadır. Hukuki sorumluluk bakımından eksik ve yetersiz kabul edilen köle, azad edilerek bütün hukuki tasarruflara sahip olan, tam ehliyetli bir kişi konumuna gelmektedir. Bundan dolayı kölesine hürriyetini veren kimse, "Vela, nesep bağı gibi bir bağdır" hadisi gereğince, ona mirasçı olma hakkını da elde etmektedir.68 İslam Hukuk’unda velâ-i atâka (velâ-i nimet), velâ-i muvâlât olmak üzere iki türlü velâ hakkından söz edilir. 68 Şemsü'l-eimme Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed Serahsî, Kitâbü'l-Mebsût, ed.Mustafa Cevat Akşit, c.I-XXXI, İstanbul, Gümüşev Yayıncılık, 2008, c.XXX, s.52-53; Kâsânî, a.g.e., s.637; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, c.I-VIII, İstanbul, Bilmen Yayınevi, t.y., c.IV, s.63; Deryân, a.g.e., s.325-327. 20 1-Vela-i ataka: Velâ-i atâka’nın sebebi köle azad etmektir. Azad edilen köleye mu‘tak () اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ, azad eden efendiye mu‘tik () اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ, azad etmeye de i‘tak ( ) اﻻﻋﺘ ﺎقdenilmektedir. Köle azad etmek (itâk) bir ihsandır. Yani kölesini hürriyetine kavuşturan efendi, ona özgürlük nimetini bağışlayarak onun hür yaşamasını sağlamıştır. Bir köleyi hürriyetine kavuşturan kişi, onun hakkında daima iyilik, yardım ve destekte bulunur. Özgürlük, insana diğer canlılara karşı her türlü kişisel hakları kazandıran bir özelliktir. Çünkü köle bir mal hükmünde ve hiçbir şeye sahip değilken, azad edilme (itâk) sayesinde hürriyetine kavuşmuş ve normal bir insan gibi sahip olma (temellük) ve sorumluluk alma (velâyet) hakkını elde etmiştir. Bunun neticesinde de bütün tasarruflara haiz duruma gelmiştir.69 Köleyi özgür kılmak (itâk) manen hayata getirme gibidir. Şöyle ki baba çocuğun dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı çocuk soy bağıyla babasına bağlıdır. Aynen bunun gibi, özgür kılınan köle de özgür kılan efendisine vela bağı ile bağlı olur. Bunun sonucu olarak velâ-i atâka’da azad eden (mu’tik) ile azad edilen (mu’tak) arasında sebebî asabelik gerçekleşir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) “Velâ nesep bağı gibi bir bağdır. Satılmaz ve hibe edilmez” buyurarak sebebî asabeliğe dikkat çekmiştir. Azad edilen kölenin velâsı, onu azad etmek suretiyle hükmi akrabası olan kişiye veya bu kişinin binefsihî asabesinden olan akrabalarına aittir. Bu konuda çoğunluğun görüşüne göre akrabalar arasında sıralama "Vela hakkı en büyük olana aittir"70 hadisi dikkate alınarak azad eden kişinin en yakın akrabaları arasında seçim yapılır. Bu hadisin sadece lafzını esas alarak aynı derece asabeler arasında yaşça en büyük olanının tercih edilmesi şeklinde yorumlayanlar da olmuştur, ancak bu görüş çok tutarlı gözükmemektedir. Mu‘tikin asabeleri vela hakkına tevarüs yoluyla değil, asabelikten dolayı re'sen sahip olurlar. Asabelikte sıralama bünüvvet, übüvvet, uhuvvet, umûmet şeklinde sıralanır. Örneğin, mu‘tik geride babasını ve bir oğlunu bırakarak vefat etse vela hakkı azad edenin oğluna intikal eder. Yahut bir oğlunu ve bir torununu bırakmış olsa, vela hakkı yine azad edenin oğluna 69 70 Bilmen, a.g.e., s.63. Serahsî, a.g.e., s.53. 21 intikal eder. Çünkü oğul asabelikte öndedir. Mesela, mu‘tik geride bir oğlundan bir torununu, diğer oğlundan bir torununu bırakarak vefat etse torunlar vela hakkında eşit pay sahibidirler. Yani asabeler arasında sıralama dikkate alınır. Aynı derece asabeler arasında eşit paylaşım yapılır. Birinci sırada oğul, oğlun oğlu… sonra baba ve dede gelir, bunlardan sonra kardeşler, en son sırada ise amcalar gelir. Buna dair bir örnek verecek olursak; azad eden kişi geride bir oğlundan bir, diğer oğlundan da beş torununu bırakarak vefat etse, vela hakkıyla elde edilen terikenin yarısı bir oğlundan olan bir torununa, diğer yarısı da diğer oğlundan olan beş torununa paylaştırılır.71 Köle azad eden kişi azad edilene varis olur, ancak azad edilen azad edene varis olamaz.72 Vela-i atakada azad etme işlemi, ister Allah rızası, ister sultanın hatırı için olsun, ister aralarında vela olmamak üzere olsun, ister bir bedel karşılığında, isterse bedelsiz olarak olsun; azad edenin lehinde vela hakkı sabit olur. Yine aynı şekilde akraba olan kölenin satın alınarak özgür olması, kitabet73 yoluyla mükatebin özgür olması, müdebber74 veya ümm-ü veled75in efendilerinin ölümüyle özgür olmaları durumlarında da vela hakkı gerçekleşir. Çünkü bu saydığımız değerlendirilmiştir. Bunlara hususların ilaveten, tamamı azad azad etme etme işlemi ister şeklinde hemen gerçekleşecek şekilde olsun, ister bir şarta bağlansın, ister bir zamana izafe edilsin, ister sarih, isterse kinaye ifade eden veya sarih ve kinaye anlamlarına 71 Serahsî, a.g.e., s.53; Bilmen, a.g.e., s.66; Züheylî, a.g.e., s.386. Serahsî, a.g.e., s.51; Züheylî, a.g.e., s.324. 73 Kitâbet/Mükâtebe akdi: Efendisi ile kölesi arasında bir bedel karşılığında köleliğin sona erdirilmesi amacıyla yapılan akittir. Bu akit gereği üstlendiği bedeli ödediği anda köle özgürlüğüne kavuşur. Köle bu aktin gerçekleştiği andan itibaren kullanım özgürlüğüne ve mal edinme hakkında sahip olur. Bu sayede kendi adına çalışır. Kitâbet bedelini ödeyince de özgürlüğüne kavuşur. Böyle bir akit yapan köleye mükâteb denir. Serahsî, a.g.e., s.51, Erdoğan, a.g.e., s.249. 74 Müdebber: Özgür olması efendisinin ölümüne bağlanmış köleye denir. Yani efendisi köleye "Ben öldüğüm zaman hürsün!" diyerek onun azad olma şeklini kendi ölümüne bağlamıştır. Erdoğan, a.g.e., s.315. 75 Ümm-ü veled: Efendisinin ikrarı ile ondan çocuk doğuran cariyeye denir. Bu cariye efendisi öldüğü zaman hürriyetine kavuşur. Erdoğan, a.g.e., s.470. 72 22 gelen başka sözlerle olsun, bütün bunlar azad etmeyi gerçekleştirir ve neticesinde vela hakkı sabit olur.76 Malikiler, Allah rızası için yapılan azad etme işleminde vela hakkının azad eden kişiye ait olmayacağını, onun velasının devlete ait olacağını ifade etmişlerdir. Ayrıca, adak şeklinde özgür kılınan kölenin de velasının devlete ait olacağını belirttikten sonra, devletin "sen adaksın" şeklinde özgür bırakılan kölenin hem âkılesi hem de vela sahibi olacağını ileri sürmüşlerdir.77 Köle azad etmeden kaynaklanan vela hakkı, lazım (gerekli) bir haktır. Bunun iptalini istemek, onu satışa sunmak, onu hibe, tasadduk ve vasiyet etmek suretiyle bir başkasına tevdi etmek mümkün değildir.78 Vela konusunda azad edenle azad edilen arasında din farkının olması, aralarında velanın gerçekleşmesine engel değildir. Ancak, din farkından dolayı bu ikisi arasında mirasla ilgili hükümler geçerli değildir. Ne var ki, azad eden kişi Müslüman olduğu vakit, vela hakkına dayalı mirasçı olma hakkını da elde edebilir. Malikiler, din farkının olduğu durumlarda efendi ile azad edilen köle arasında vela hakkının gerçekleşmeyeceğini söylemişler ve onun velasının devlete ait olduğunu savunmuşlardır.79 Bütün bu anlatılanların pratik sonucunu şöyle ifade edebiliriz; vela hakkı ile toplumda yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlayarak, köle azad etme perspektifini yerleştirmektir. Bunun neticesinde, bir taraftan köle azad eden vela hakkını elde ederken, diğer taraftan toplumda var olan kölelik sistemi kademeli olarak kaldırılmak istenmiştir. 80 2-Vela-i Muvalat81: Velâ-i muvalatın sebebi akittir. Ancak Hanefilerin dışındaki diğer mezhepler muvâlat akdi ile kurulan velâyı miras sebepleri arasında kabul 76 Serahsî, a.g.e., s.51; Kâsânî, a.g.e., s.638; Merğinânî, a.g.e., s. 303-304; Mavsîlî, a.g.e., s.281; Bilmen, a.g.e., s.63-64. 77 Muhammed b. Ahmed el-Hafîd İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, ter.Ahmet Meylâni, c.I-IV, İstanbul, Beyan Yayınları, t.y., c.IV, s.160-161. 78 Kâsânî, a.g.e., s.648; Bilmen, a.g.e., s.64. 79 Kâsânî, a.g.e., s.639; İbn Rüşd, a.g.e.,s.161; Bilmen, a.g.e., s.67. 80 Bilmen, a.g.e., s.63-64: Zühayli, a.g.e., s.386. 81 Muvâlât akdi: Nesebi meçhul olan bir kişinin nesebi belli olan bir kişiye, "gel anlaşma yapalım; eğer ben bir cinayet işlersem benim diyetimi akilen ile beraber sen öde, ben de öldüğüm zaman mirasım senin olsun" demek suretiyle karşıdaki kişinin de kabul etmesi neticesinde tesis edilen yardımlaşma ve dayanışma akdine denir. Erdoğan, a.g.e., s.356. 23 etmezler. Onlara göre varisi bulunmayan bir şahsın malı, bütün Müslümanlara ait olmak üzere devletin hazinesine konulur. Hanefilerin dışındaki diğer mezhepler, bunun cahiliye âdeti olduğunu söylemişler ve İslamiyet'in başlangıcında uygulandıktan sonra hükmünün kaldırıldığını savunmuşlardır.82 Dostluk ve yardımlaşma velâsı (velâ-i muvâlât) nesebi meçhul olan birinin veya İslam topraklarında bir kimsenin telkin ve delaleti ile İslamiyet'i kabul eden kişinin, bir başka şahıs ile yapmış olduğu anlaşmaya dayanmaktadır. Velâ-i muvâlâtta akdi yapan taraflar arasında sebebî asabelik gerçekleşir. Muvâlât akdinin teklifini yapan kişi mevlâ-yi esfel, bu icaba katılan kişiye de mevlâ-yi â‘lâ adı verilir. Bu akit kısaca şöyle kurulmaktadır: “Mevlâ-yi esfel diyeti gerektiren bir suç işlediği takdirde, “benim diyetimi ödeyeceksin, (buna karşılık olarak) ben öldüğüm zaman benim mirasımda hak sahibi olacaksın” şeklindeki beyanını, Mevlâ-yi â‘lâ kabul ederse muvalat akdi gerçekleşmiş olur. Vela-i muvalatın meşruiyetindeki pratik fayda, fertler arasında dayanışma ve yardımlaşmayı tesis ederek onlar arasında bir bağ oluşturabilmektir.83 Bunun sonucunda nesep bakımından zayıf olan bir şahıs, dostluk anlaşması (velâ-i muvalat/koruma velâsı) ile güven ve emniyet içerisinde toplumda yaşamını sürdürebilecektir. Hanefiler muvalat yoluyla kurulan velayı sahih olarak ve caiz görmüşlerdir. Zira, bir şahsın vesilesiyle Müslüman olan bir kimsenin durumu Hz. Peygambere sorulduğunda o şöyle buyurmuştur: "Eğer onunla vela akdi yapmış ise; hayatta iken de, öldükten sonra da insanlar arasında onun üzerinde (mirasında) en fazla hak sahibi olan odur."84 Burada dikkat edilmesi gereken nokta muvalat yoluyla oluşacak vela hakkının bir akit sonucunda olmasıdır, yoksa sadece Müslüman olmasına vesile olmak, ona mirasçı olmak için yeterli bir sebep değildir.85 82 Bilmen, a.g.e., s.71; Deryân, a.g.e., s.327. Bilmen, a.g.e., s.68; Erdoğan, a.g.e., s.480. 84 Zeyleî‘, a.g.e., s.375-376; Mavsîlî, a.g.e., s.283; Kadızade, a.g.e., s.233. 85 Serahsî, a.g.e., s.60-61; Kâsânî, a.g.e., c.IV, s.9; Merğinânî, a.g.e., s. 306-307; Mavsîlî, a.g.e., s.283-284; Bilmen, a.g.e., s.68-69; Deryân, a.g.e., s.328-329. 83 24 Ne var ki, Hanefiler muvalat akdinin şartlarını sadece icap ve kabulden ibaret görmemişlerdir. Onlara göre muvalat akdinin kurulabilmesi için icap ve kabulle beraber aşağıda sayılan şartların da bulunması gereklidir. a-Vela-i muvalata talip olan (mevla-yi esfel) kişiyle ilgili şartlar: —Akıllı ve baliğ olacak. Bundan dolayı çocukların ve akıllı olmayan insanların yapacakları muvalat anlaşması geçerli değildir. —Nesebi meçhul olacak. Kendisine mirasçı olacak zevi'l-erham dahi olsa herhangi bir akrabası bulunmayacak. Eşlerin bulunması buna mani değildir. —Üzerinde herhangi birisine ait vela-i ataka olmayacak. Eğer olursa, köle azad etmekten doğan vela-i ataka, muvalat yoluyla kurulan veladan daha kuvvetli olduğundan dolayı vela-i muvalat geçersiz olur. —İşlemiş olduğu bir suçtan dolayı, onun namına herhangi biri veya devlet tarafından diyet ve benzeri bir tazminat ödenmemiş olacak. Eğer devlet ya da herhangi biri tarafından böyle bir ödeme yapılmışsa o kişinin velası, ödemeyi yapan devlete veya şahsa ait olur. —Arap olmayacak. Çünkü Araplar arasında muvalat yoluyla hedeflenen yardımlaşma ve dayanışmaya gerek yoktur. Onlar kabile ve aşiret yapılarıyla zaten bunu sağlamaktadırlar. b- Vela-i muvalatı kabul eden (mevla-yi â‘lâ) kişiyle ilgili şartlar: —Akıllı, baliğ ve hür olmalıdır. Ancak baliğ olmayan çocuğun yaptığı vela-i muvalat da mevkuf olarak geçerlidir. Çünkü baliğ olmadığı zaman velisi ya da vâsisi onun yapacağı akde olumlu veya olumsuz karar verebilir. Bunun neticesinde mevkuf olan muvalat akdi geçerli veya geçersiz olabilir. c-Muvalat Akdinin Sıhhatiyle İlgili Şartlar: —Muvalat akdinin rüknü olan icap ve kabulün gerçekleşmiş olması lazımdır. —Muvalat yapıldığı esnada din farklılığı akdin sıhhatine engel değildir. Bir Müslüman'ın bir zimmî ile veya bir zimmînin bir Müslüman ile yapacağı muvalat akdi geçerlidir. Ancak aralarında din farklılığı bulunduğu sürece veraset işlemleri geçerli değildir. 25 —Muvalat akdinin İslam topraklarında olması da şart değildir. İslam topraklarının dışında yapılan muvalat anlaşmaları da geçerlidir.86 Muvalat akdi, gayri lazım (bağlayıcı olmayan) bir akittir. Her iki tarafdan diğerinin haberi olması koşuluyla huzurunda sözle, gıyabında fiille akdi feshedebilir. Ancak mevla-yi ala, mevla-yi esfelin işlemiş olduğu bir suçtan dolayı diyetini ödemişse o zaman mevla-yi esfelin akdi feshetmeye yetkisi yoktur. Bu akitten kaynaklanan vela hakkı, mevla-yi esfelin velayetindeki küçük çocuklarını da kapsar, ancak büyük çocukları kapsamaz. Küçük çocuklar babalarına tabi kabul edilir.87 Muvalat akdi ile elde edilen vela hakkı bir başkasına satılamaz, hibe edilemez, vasiyet ve tasadduk yollarıyla bir başkasının mülküne geçirilemez ve havale yapılamaz.88 3- Vela-i ataka ile vela-i muvalat arasındaki farklar: —Özgür kılma velasında azad eden (mu‘tik), azad edilene (mu‘taka) mirasçı olur ancak azad edilen, azad edene mirasçı olamaz. Anlaşma velası tarafların üzerinde anlaştıkları şekle göre olur. Eğer taraflar her birinin diğerine mirasçı olması şeklinde anlaşırlarsa her iki taraf için de bu hukuki sonuç gerçekleşir. Özgür kılma velasında mirasçı olma nedeni hürriyet/hayat vermektir, ancak vela-i muvalatta mirasçı olma nedeni ise sözleşme ve şartlardır. Vela-i muvalatta hukuki sonuç ortaya konan sözleşme şartlarına göre şekillenir. —Vela-i ataka feshi kabil değildir ancak vela-i muvalat feshi kabildir. Yani vela-i atakada özgür bırakma gerçekleştikten sonra meydana gelen velanın bozulup kaldırılması mümkün değildir. Vela-i muvalat ise yukarı mevla (mevla-yi â‘lâ) aşağı mevlanın (mevla-yi esfel) herhangi bir diyetini ödemediği takdirde, hem tek taraflı hem de karşılıklı bozulabilir ve kaldırılabilir. Ancak ortada bir diyet ödemesi olmuş ise, o zaman yukarı mevlanın dışında bu akdi feshetme hakkı yoktur. 86 Serahsî, a.g.e., s.57-63; Kâsânî, a.g.e., s.8-13; Merğinânî, a.g.e., s. 306-307; Mavsîlî, a.g.e., s.283284; Bilmen, a.g.e., s.68-69; Deryân, a.g.e., s.328-329. 87 Serahsî, a.g.e., s.61; Kâsânî, a.g.e., s.10-11; Mavsîlî, a.g.e., s.283-284; Bilmen, a.g.e., s.69-70. 88 Kâsânî, a.g.e., s.12; Bilmen, a.g.e., s.69-70. 26 —Vela-i ataka mirasçılar sıralamasında asabelerin sonuncusu olarak zevi'l-erhamdan önce gelir, vela-i muvalat ise zevi'l-erhamdan sonra gelir.89 Son olarak vela-i ataka ve vela-i muvalat, beyyine ve ikrar ile sabit olur. Velanın sübutu konusunda bunların dışındaki delil kabul edilmez.90 89 Serahsî, a.g.e., s.61; Abdullah b. Mahmud Mavsîlî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, ter.Mehmed Keskin, c.I-IV, İstanbul, Ümit Yayınları, 1998, c.IV, s.434-438. 90 Kâsânî, a.g.e., s.6-7; Bilmen, a.g.e., s.70. BİRİNCİ BÖLÜM I-MOLLA HÜSREV'İN GÖRÜŞLERİ Molla Hüsrev temeli kölelik müessesesine dayanan, İslam Miras Hukuku içerisinde değerlendirilen vela konusu hakkındaki görüşlerini ilk olarak Dürer isimli eserinde dile getirmiştir. Daha sonra konuyla ilgili olarak geniş ve kapsamlı bir çalışma yaparak bir risale yazmıştır. Bu risalenin yazılmasına gerekçe olarak da asli hür bir anneden doğan kimse ile azad edilmiş bir cariyeden doğan kimse hakkındaki açıklamaların yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Vela konusunda anne tarafının nazarı itibara alınmadığını söyleyerek, vela konusu üzerinde çalışma yapacağını ifade etmiştir. Biz, burada Molla Hüsrev'in Dürer isimli eserinde ve Vela risalesi'nde savunduğu görüşleri sunmaya çalışacağız. Molla Hüsrev yukarıda bahsettiğimiz gerekçeye dayanarak hürriyet kavramını; a-hakiki hürriyet, b- arızi (sonradan kazanılan) hürriyet, olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Molla Hüsrev görüşlerinde vela konusunun tamamında olmamak kaydıyla bazı ihtilaf edilen durumlar üzerinde anne tarafının esas alınmasına dair ipuçları vermektedir. Ancak Molla Hüsrev konuyu ele alırken daha çok konunun kaynaklarda mücmel olarak ele alındığını ve kavramsal bir karmaşanın olduğunu söyleyerek bu kavramsal karmaşanın giderilmesine yönelmiş ve kendine ait yeni bir terminolojik temel oluşturarak görüşlerini bu temel üzerine oturtmuştur. Aşağıda Molla Hüsrev’in vela konusundaki görüşlerini sunacağız ve çalışmamızın birer parçası olan diğer risalelerin yazarları tarafından Molla Hüsrev’in görüşlerine yöneltilen eleştirileri tespit etmeye çalışacağız. Molla Hüsrev köle azad etmenin sübutu konusunda kabul edilen tanınma (istişhâr) ve işitilme (sima‘) ile yapılacak şahitliğin velanın sübutu konusunda kabul edilemeyeceğini söylemiş ve buna cumhurun da muhalefet ettiğini ileri sürmüştür. 28 Molla Hüsrev asli hürriyet (hürrü’l-asıl) kavramının fukahânın terminolojisinde iki anlamda kullanıldığını söylemiştir. Molla Hüsrev (a) şıkkında ifade edilen tanıma 'birinci mana ile ifade edilen hürlük', (b) şıkkında ifade edilen tanıma ise 'ikinci mana ile ifade edilen hürlük' ifadelerini kullanmıştır. a-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse. Bu kişi, nikâh veya hamile kalma zamanından itibaren altı ay geçtikten sonra azad edilmiş bir cariyeden doğmuş olabilir ya da aslında (usulünde) köle bulunan bir kimseden doğmuş olabilir. b-Kesinlikle kendi aslında (usulünde) köle bulunmayan kimse. Bu ifadelerden birincisinin arızi hürlük (birinci mana ile ifade edilen/sonradan kazanılan hürlük), ikincisinin ise hakiki hürlük (ikinci mana ile ifade edilen hürlük) anlamlarına karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Molla Hüsrev risalesinin giriş bölümünde bu açıklamaları yaptıktan sonra vela konusuyla ilgili görüşlerini anlatmaya başlamıştır. Molla Hüsrev mirasçı olabilmeyi sağlayan vela hakkının mülkiyetin ortadan kalkmasına dayandığını ifade etmiştir. Bundan dolayı köle azad etme (ıtk) konusunda geçerli olan başkasından işitme (tesâmu‘) ve tanınma (istişhâr) yoluyla şahitlikte bulunmanın vela konusunda aynen kabul edilemeyeceğini söylemiş, bu iki konunun sonuçları bakımından farklı olduğunu belirtmiştir. Molla Hüsrev babanın köle olduğu durumlarda çocuğun kölelik ve hürriyet konularında anneye tabi kabul edileceğini söylemiş, bundan dolayı çocuk üzerinde sabit olacak vela hakkının ancak anne tarafından gerçekleşeceğini savunmuştur. Çocuğun babasının mülk oluşu çocuğa sirayet etmeyeceği için çocuğun üzerinde var olan mülkiyetin kalkması ancak anneyi azad eden kişi tarafından olabilir diyerek, çocuğun anneyle beraber düşünülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Molla Hüsrev, bir efendinin cariyesini başka birinin kölesiyle evlendirmesi ve daha sonra efendisinin cariyesini azad etmesi durumunda, o ikisinden doğacak çocukların vela haklarının, anneyi azad eden efendiye ait olacağını benimsemiştir. Babanın kölelik durumu devam ettiği sürece 29 çocuklar annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisinde olurlar. Ancak babanın efendisi de çocukların babasını azad ederse, o zaman vela hakkı, babanın efendisine geçer ki, buna İslam Hukukunda 'cerr-i vela'91 denmektedir. Molla Hüsrev bunlara ilave olarak azad edildikten sonra hamileliğin en kısa müddeti olan altı aydan daha az bir sürede doğan çocukların vela konusunda anneye tabi kabul edileceğini ve bunların velalarının annenin efendisine ait olacağını söylemiştir. Altı aydan önce doğacak çocuklar annenin azad edilmesi sırasında var oldukları kesin olduğu için annenin bir cüz'ü olarak onlar da azad olmuşlardır ve bundan dolayı onların velaları anneyi azad eden efendiye aittir. Bunların velaları asla baba tarafına intikal etmez. Fakat altı ay geçtikten sonra doğacak çocuklar babanın azad edilmesi şartıyla, velaları babayı azad eden efendiye ait olabilir. Velanın annenin sahibine atfedilmesi babanın ehliyetinin olmamasından dolayı zaruret bakımındandır. Baba hürriyetine kavuştuğu zaman nesepte olduğu gibi, vela da babaya nispet edilir. Molla Hüsrev vela hakkının temel şartlarından birisini, annenin asli hür olmamasına bağlamıştır. Eğer anne asli olursa, babanın durumu ne olursa olsun -ister köle olsun isterse azad edilmiş olsun- çocuk üzerinde vela hakkından söz edilemez. Burada bahsi geçen annenin hürlüğünü de ikinci mana ile ifade edilen hakiki hürriyet olarak ele almıştır. Molla Hüsrev annenin ikinci mana ile ifade edilen asli hür (hürretü’lasıl) kapsamında olması halinde, çocuk üzerinde mülkiyetin sabit olmayacağını ve vela hakkının düşünülemeyeceğini söylemiştir. Çünkü nesep bakımından annenin usulünde köleliğin hiç olmaması, köle olan babanın nesebiyle mukayese edildiğinde ondan daha kuvvetli bir konumda olduğu aşikârdır. Köle olmaktan dolayı nesebi zayıf olan babanın mülk oluşu çocuğa sirayet etmez. Çünkü çocuk nesep bakımından daha kuvvetli olan anneye tabi kabul edilir. Şayet baba da anne gibi asli hür olursa, anneyle 91 Cerri vela: Bir kölenin nikâhında bulunan cariye, efendisi tarafından azad edilse çocuğu da kendisine tabi olarak azad olur. Anne ve çocuğun velaları da efendiye aittir. Ancak koca olan köle de kendi efendisi tarafından azad edilse bu çocuğun velası, annesinin efendisinden ayrılarak babasının efendisine intikal eder. İşte buna cerri vela denir. Daha geniş bilgi için bk. Bilmen, a.g.e., c. IV,s.64. 30 babanın nesep durumları eşit olacağından dolayı, çocuğun nesebinin babaya tabi kabul edilmesi mümkün olacaktır. Molla Hüsrev risalesinin maksat bölümünde yaptığı açıklamalar ile incelediği kaynaklardan bu konu hakkında iki temel kuralın var olduğuna dair elde ettiği bilgileri şöyle açıklamıştır; a-Çocuk hürriyet konularında anneye tabidir, b-Vela, nesep bağı ile oluşan akrabalık gibidir. Molla Hüsrev'in burada bahsettiği iki temel kuraldan birincisi İslam Hukuku kaynaklarında yerleşmiş olan fıkhî bir prensip, ikincisi ise Hz. Peygamber (sav)'in hadisidir. Molla Hüsrev naklettiği bu kuralların açılımını şöyle anlatmaktadır: Burada çocuğun sosyal kimliği anne ve babanın sosyal statülerine bakılarak değerlendirilir. Çocuğun babası hür olursa çocuğun nesebi babaya tabidir ve vela hakkından söz edilemez. Çünkü nesep babanın durumunda bir mani –yani kölelik- olmadığı sürece baba tarafından sabit olur. Babanın asli hür olması ile annenin sosyal durumu değerlendirilmeye alınmaz. Ancak anne ve babanın her ikisinde de hürriyetin mevcut olmamasından kaynaklanan bir eksiklik varsa, o durumda, “Vela nesepten bir parça gibidir” hadisi gereğince, çocuk babaya tabidir ve vela hakkı baba tarafına ait kabul edilir. Fakat anne asli hür olur, baba asli hür olmazsa, “Çocuk kölelik ve hürriyet konularında anneye tabidir” temel prensibi dikkate alınarak çocuk anneye tabi kılınır ve onun üzerinde baba tarafına ait vela hakkından söz edilemez. Molla Hüsrev Vela Risalesinde Tekmile isimli eserin şerhinde “Eğer anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, onun hükmünü annenin efendileri lehinde verilmesi hakkaniyetten uzak, zayıf olan bir hükümdür” şeklinde bir bilgi aktarmıştır. Bununla ilgili olarak İmam Nisâbûrî (ö.598/1201)’nin bu görüşüyle annenin muvâlât akdi yapmış bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Çünkü anne muvalat yapmış bir kadın olmayıp da asli hür olan bir kadın olsaydı, çocuk üzerinde velâ hakkı sabit olmayacaktı. Anne ve babadan herhangi biri asli hür olursa, doğacak çocuk üzerinde anne ve baba tarafından herhangi biri için velâ hakkı düşünülemez. Anne asli hür olunca çocuk hürriyet konusunda anneye tabi 31 kabul edilir; eğer baba asli hür olursa çocuk nesep bakımından babaya tabi kabul edilir. Çünkü bu durumda velâ nesepten bir parça gibi düşünülür. Molla Hüsrev, İmam Serahsi (ö.571/1175)’nin Vecizü’l-Muhîd isimli eserinde, "Şayet anne asli hür, baba da azad edilmiş olursa, çocuk üzerinde vela hakkından söz edilemez" sözünü aktarmış, bu görüşte anlatılan asli hür olan annenin, “hür kadın” kavramını tam olarak kapsamadığını söylemiştir. Açıklamalarına devam ederek; bu görüşte kullanılan “asli hür kadın” kavramının mutlak olarak kullanıldığını söylemiştir. Bu görüşten yola çıkılarak verilecek bir hüküm sadece kavramın bir kısmını ifade etmiş olacaktır. O da mukaddime bölümünde anlatılmış olan ve ikinci manayı ifade eden “asli hür” kavramını karşılamaktadır yoksa birinci manayı ifade eden “asli hür” kavramı değildir. Çünkü mutlak olarak kullanılan “asli hür” kavramıyla çocuk üzerinde velânın olmayacağına dair verilecek hüküm doğru olmaz. Şöyle ki, birinci manada anlatılan “asli hür” ile azat edilmiş bir babadan olacak çocuğun üzerinde baba tarafına ait velâ hakkı bilinmektedir. Molla Hüsrev İmam Serahsî’nin görüşünde ikinci manayı ifade eden “asli hür” kavramını kastetmiş olması üzerinde durarak, İmam Serahsî’nin ifadelerini zahir ve mutlak kategorisinde değerlendirmiş, kat'i ve mukayyet olan kendi görüşlerinin onların yerine konularak değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştir. Molla Hüsrev, risalesinde naklettiği İmam Nisâbûrî ve İmam Serâhsî'ye ait ifadelerin zahir olduklarını kabul etmekle birlikte, onların mutlak ifadeler olduğunu söylemiştir. Ancak konunun aydınlatılmasında bunların yetersiz olduklarını belirleyerek onlar hakkında kat’i ve mukayyet olan kendi görüşlerini ilave etmiştir. Molla Hüsrev, Münye isimli eserde anlatılan “Çocuk, annenin arızi ya da asli hür olmasına bağlı olarak hürrü’l-asıl olmuş ise, onun üzerinde velânın gerçekleşmiş olması caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait olabilir” ibaresiyle beraber, “Baba hürrü’l-asıl olursa babanın tarafına velâ yoktur ve aynı şekilde anne hürretü’l-asıl olursa annenin tarafına da velâ yoktur. Çünkü hürrü’l-asıl olan birisi üzerinde köle azad etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez” ifadelerini aktarmış ve bu konuda şöyle demiştir: Yukarıda ifadelerden anlaşılan, anne mutlak 32 manada kullanılan hürretü’l-asıl olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının sabit olması caizdir. Çünkü mutlak manada kullanılan asli hür kavramının hem hakiki hem de ârızî olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Anne hakiki manada olmazsa, çocuk üzerinde velanın olabilmesi düşünülebilir. Molla Hüsrev, Münye’de anlatılan olayın kendi fikirlerine aykırı gözükmediğini söylemiş, orada belirtilen “asli hür” kavramının maksadının mukaddimede anlatılan ve birinci manayı karşılayan “asli hür” kavramı olduğunu ileri sürmüştür. Molla Hüsrev, Attâbî (ö.586/1190)'nin Câmiu’s-Sağîr şerhinden sonra yazılan bazı kitaplarda, “Bir kişinin anne ve babası Arap olursa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli hürdür. Onlar üzerinde köleleştirme uygulaması yapılamaz. Yine buna benzer olarak, bir kişinin anne ve babası asli hür olan iki Nebti92 olsalar ya da baba asli hür olan bir Arap veya Nebti olsa ve anne de azad edilmiş bir kadın olsa, kesinlikle çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez. Çünkü çocuk babaya tabidir. Eğer anne Arap olsa ve baba da Müslüman bir Nebti veya azad edilmiş bir köle olmakla beraber bir kişiyle velâ anlaşması yapsa veyahut anne ve baba azad edilmiş olsalar, çocuk babasını azad eden efendiyle vela ilişkisinde olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi velâ konusunda da babaya tabidir” bilgilerinin yer aldığını ifade ettikten sonra bunlarla ilgili olarak şunları söylemiştir: a-Bu ifadelerde Nebti olan birisi Arap olanlar gibi değerlendirilmesi söz konusudur. Bu yanlış bir değerlendirmedir. b-Bu ifadeler Hidaye'de anlatılan görüşlere de aykırı gözükmektedir. Şöyle ki, çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir. Velâ ise mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanır. Anne azad edilmiş bir cariye olursa, çocuk mülkiyetin ortadan kalkması konusunda anneye tabi olur. Çocuk üzerinde mülkiyetin sona ermesi ise annenin efendisi aracılığıyla gerçekleşir. Bu durumda velâ da sadece annenin efendisine ait olur. 92 Nebdî ( ) ﻥﺒﻄﻲ: Nabatlı olan; samî bir ırk; Arap olmayan ancak Araplar içerisine karışmış ve onların arasında yaşayan insanlar için kullanılan bir terimdir. Bk. Ahmed Hasan Ziyad, İbrahim Mustafa vd., el-Mu’cemu’l-Vesîd, 2.Baskı, İstanbul, el-Mektebetü’l-İslamiyye, 1982, s.898. 33 c-Bu görüşler sahih rivayetlere ve sarih dirayete aykırıdır. Sahih rivayetler ve sarih dirayetler hakkında yaptığımız açıklamalarda; "çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir", "velâ mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanmaktadır" ve "babanın mülk oluşu çocuğa geçmez" ifadeleri bilinmektedir. Bunlarla beraber annenin asli hür olması –özellikle Arap olması- durumunda çocuk üzerinde vela hakkı nasıl sabit olur? Çünkü anne asli hür olursa çocuk üzerinde vela hakkı ihdas etmek, sarih dirayete aykırı düşer. d-“Çocuk velâ konusunda babaya tabidir” sözü batıldır. Çünkü bu ifade vela kavramın genel kullanımına uygun değildir. Anne ve babanın sosyal durumlarında azad edilmeden dolayı nesep zafiyeti meydana gelmiş ise, o durumda baba tarafının nesep olma özelliği taşımasından ötürü, onun tercih edilmesi daha uygundur. Yoksa her durumda baba tarafının tercih edilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Molla Hüsrev, hem Dürer’de hem de Vela Risalesi’nde konuyla ilgili görüşlerini şu şekilde dile getirir: a-Anne ve baba ikinci manaya gelen asli hür olurlarsa, çocuk üzerinde velâ hakkı olmaz. b-Anne ve baba azad edilmiş olurlarsa veya anne ya da babanın asıllarında (usullerinde) azad edilmişlik varsa, velâ hakkı babanın tarafına aittir. Çünkü vela nesep gibidir ve nesepte asıl olan da babadır. c-Baba azad edilmiş olursa veya onun aslında azad edilmişlik olmakla beraber, anne de ikinci manaya gelen –kadın ister Arap olsun, ister Arap olmasın hürlük açısından eşittir- hür bir kadın olursa, çocuk üzerinde babanın kavmine ait bir velâ hakkı yoktur. Böyle bir durumda çocuk kölelik ve hürriyet konularında anneye tabi kabul edilir. d-Anne azad edilmiş bir kadın olur, baba da ikinci manada asli hür olursa, eğer baba Arap ise çocuk üzerinde annenin kavmine ait bir velâ hakkından söz edilemez. Eğer baba Arap değil de başka bir ırka mensup olarak muvalat akdi yapmış birisi olursa; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre, velâ annenin kavmine ait olur. Ebu Yusuf bu görüşe muhalefet ederek 34 vela hakkının baba tarafına ait olacağını söylemiştir. Ebu Yusuf, Araplarla diğer ırkların asli hürlük konusunda eşit olduklarını savunmuştur. Molla Hüsrev öncelikle vela konusundaki meselelerin açıklanması gereken bir durumda olduğunu belirtmiş ve bunun için çalışmasının gerekli olduğunu savunmuştur. Daha sonra vela konusu hakkındaki rivayetleri ve fukahanın görüşlerini ele almış ve bunlar üzerinde bir değerlendirme yapmıştır. Bu değerlendirme ile ele aldığı görüşleri kendi çalışmasına temel olacak şekilde yorumlamış ve kendine özgü bir sistematik oluşturmuştur. Kendi görüşlerinin dayandığı rivayet ve dirayetleri ayrıca ele almış ve bunlarda çelişkili gibi gözüken ifadeleri yorumlamıştır. Ayrıca kaynaklarda geçen bazı genel ve kapalı ifadeleri de açıklamaya çalışmış, bu ifadelerin kendi görüşlerine muhalif olmadığını söyleyerek, bunların ne anlama geldiklerini aydınlatmaya çalışmıştır. II-MOLLA GÜRÂNÎ 'NİN GÖRÜŞLERİ Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in kaleme aldığı risaleye karşı reddiye niteliği taşıyan bir risale yazmıştır. Bu risalede Molla Gürânî, ilk olarak vela konusunun tartışmalı olan noktalarını, daha sonra Molla Hüsrev’in savunduğu görüşleri ve bunların dayandığı delilleri zikretmiş, son olarak Molla Hüsrev’in muhalefet edilemeyecek bilgiler dediği görüşleri nakletmiştir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in vela konusuyla ilgili görüşlerini Durer isimli eserinden elde ettiğini, ancak daha sonra Molla Hüsrev tarafından vela konusunda müstakil olarak yazılan vela risalesini de güzel bir şekilde incelediğini ifade etmektedir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in risalesinde bağnaz, katı ve riyakâr bir tutum içerisinde olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca, Molla Hüsrev’in savunduğu görüşleriyle bütün âlimlere üstün geldiği zannı içerisinde olduğunu söylemiştir. Molla Gürânî yaptığı bu girişten sonra Molla Hüsrev’in risalesindeki ifadeleri değerlendirmektedir. 35 1-Molla Hüsrev, Osmanlı devleti padişahlarının, cihat farzını yerine getirerek diğer İslam ülkeleri idarecilerinden bu farzı düşürdüklerini, böylece onlara üstün olduklarını ifade etmiştir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in bir kısım usûl âlimleri tarafından söylenen "farz-ı kifaye herkesin üzerine vaciptir, bir kısmının söz konusu fiili yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer" değerlendirmesinden hareket ederek yanılgıya düştüğünü kaydetmiştir. Molla Gürânî, bir bölgede bulunan insanların, cihat farzını yerine getirmelerinin, diğer bölgelerdeki insanlar üzerinden bu farzı düşürmeyeceğini söylemiş, usulcüler tarafından kullanılan 'herkes' ifadesinin bütün insanları değil, onlar içinden cihadı yapabilme gücünü kendinde bulan kimseler olduğunu ifade etmiştir. 2-Molla Hüsrev, köle azad etme işleminin gerçekleşmesi bağlamında şahitlikte bulunma (şahadet) ve işitilme (sima') yeterlidir demiştir. Molla Gürânî bu görüşün zayıf ve yetersiz olduğunu ileri sürmüş, bu sözün doğrusunun “köle azad etme işleminin gerçekleşmesi konusunda tanınma (istişhâr) ve duyulma (tesâmû‘) yeterlidir” şeklinde olması gerektiğini savunmuştur. Aynı zamanda köle azad etme (ıtk) üzerine yapılan şahitlik konusunda ihtilaf bulunduğunu belirtmiş, bununla ilgili olarak da Üsrûşenî ve Ammâdî'nin Şemsü’l-eimme Serâhsî’den naklettiği görüşleri kendisini desteklemek için kullanmıştır. Aynı şekilde, Molla Gürânî velâ konusundaki şahitlikte de ihtilaf olduğunu belirtmiş, Molla Hüsrev’in dediği gibi üzerinde icma ve görüş birliği olan bir konu olmadığını savunmuştur. 3- Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in risalesinde velâ konusuyla ilgili olarak cumhura karşı bir tutum içerisinde olduğunu ve konunun hareket noktasını anne tarafının esas alınması şeklinde belirlediğini söylemiştir. Molla Gürânî, cumhurun velâ meselesinde anne tarafının dikkate alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ettiğini ve konunun hareket noktası olarak anne tarafını görüşlerine esas almadıklarını ifade etmektedir. Cumhur velâ konusunda baba tarafını esas almıştır. Bu konu önemli ve muteber bir konudur. Molla Hüsrev'in bu meselede anne tarafını esas alması, hem hadise hem de fukahanın "velâ meselesinde anne tarafı ancak zaruret halinde gözetilir" şeklindeki görüş birliğine muhalefet etmektedir. 36 4-Molla Hüsrev, annenin asli hür olmamasını velanın şartlarından birisi olarak saymış, anne asli hür olursa babanın durumu ne olursa olsun -ister köle olsun, isterse azad edilmiş olsun- çocuk üzerinde vela hakkının olmayacağını söylemiştir. Molla Gürânî, vela meselesinin bütün mezhepler tarafından bilinen bir konu olduğunu, bu konu hakkında bilginlerin, annenin asli hür olmamasını şart koşmadıklarını söylemiştir. 5-Molla Gürânî, Molla Hüsrev‘in ileri sürdüğü öncülleri doğru olarak yorumlamakta, ancak bunların Molla Hüsrev tarafından yanlış ve eksik değerlendirilmeye tabi tutulduğunu savunmaktadır. Buna göre; a-Molla Hüsrev velâ hakkının, mülkiyetin ortadan kalkmasının sebebi olduğunu söylemiştir. Molla Gürânî ise kölelikle velâ hakkı arasında bir ilişki kurulamayacağını ifade ettikten sonra, 'velâ mülkiyetin son bulmasının sebebidir' sözünü de hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olarak değerlendirmektedir. Molla Gürânî’ye göre, karşılıklı yardımlaşma kadınlar tarafından olamaz. Mirasçı olmak (irs) ve diyet için bağ ve ünsiyet kurma (akl)93 ifadelerinin, karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve nesep ilişkisi kurmak (nispet)* kavramlarıyla illetlendirilmiş oldukları üzerinde ittifak edilmiştir. Bundan dolayı karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve nesep bağı (nispet) erkeklerin sahip oldukları özelliklerdendir. Bu konu hakkında annenin asli hür olmasının ya da olmamasının herhangi bir etkisi yoktur. Mülkiyetin sona ermesinin, mirasçı olma konusunda etkisi vardır. Çünkü mülkiyetin sona ermesi, hukuki olarak yardımlaşma sayılan vela'nın sebebidir. Vela hakkı ise mirasçı olma (irs) ve diyet bağı kurma (akl)'ın illetidir. b-Molla Hüsrev, kölelik ve hürriyet konularında çocuğun anneye tabi olacağını söylemiştir. Molla Gürânî, velânın karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olduğunu söylemiş, karşılıklı yardımlaşmanın ise mirasçı 93 Kısaca âkile sistemine dâhil olmak demektir. Kölenin efendisine olan bağı, muvalât anlaşması yapan mevlayı esfelin mevlayı a‘lâsına olan bağı bunu ifade etmektedir. Köle ya da mevlayı esfel kısası gerektirmeyen bir suç işledikleri zaman o suça ait olan diyet sorumluluğunu kölenin efendisi veya muvalat akdinde mevlayı a‘lâsı yerine getirecektir. İşte bu bağ aynen nesep ile oluşan akıle sisteminin vela ile de tesis edilebileceğini göstermektedir. * Nesebi sübuta erdirme işlemidir. 37 olmanın ve alâka (bağ)94 kurmanın illeti olduğu üzerinde durmuştur. Her ikisinin de kadınlarla değil, erkeklerle ilgili olduğunu ifade ettikten sonra, Hz. Peygamber (sav)’in "Vela, nesep bağı ile oluşan akrabalık gibi (hükmi) bir yakınlıktır" hadisini de buna delil olarak getirmiştir. Karşılıklı yardımlaşma ve nesebin erkeklere has durumlar olduğunu ileri süren Molla Gürânî, nesebin babadan sabit olup yine babaya atfedileceğini, ancak babasının köle olması durumunda zaruri olarak çocuk anneye nispet edileceğini, bunun dışında ise çocuğun anneye nispet edilmesinin hukuki olarak mümkün olmadığını savunmuştur. Bu durumda, babadan kölelik kalkarsa, çocuğun anneye nispet edilmesi tartışmasız bir şekilde ortadan kalkar. Sonuçta annenin asli hür olmasına ya da ârızî hür olmasına bağlı olarak, çocuğun anneye nispet edilmesini, babanın azat edilmesi ortadan kaldıracağını savunur. c-Molla Hüsrev, babanın mülk oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini, çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi kabul edilmesi gerektiğini vurgulamış, bunun sonucu olarak da çocuk üzerinde babanın efendisine ait bir mülkiyetin (hakkın) olamacağını zikretmiştir. Molla Gürânî ise velânın hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olduğunu, karşılıklı yardımlaşmanın da mirasçı olmanın illeti olduğunu ve karşılıklı yardımlaşmanın erkek tarafından düşünülmesi gerektiğini ifade ederek baba tarafının değerlendirmeye alınmasını savunmuştur. d-Molla Hüsrev, çocuğun baba tarafında mülkiyet olmazsa baba tarafından mülkiyetin ortadan kalkması diye bir şeyin olamayacağını ifade etmiş ve mülkiyetin ortadan kalkmasının ancak anne tarafından düşünülebileceğini söylemiştir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in bu konuda çelişkili ifadeler kullandığını, bu ifadelerle sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağını ileri sürmüştür. Çelişkili olarak gördüğü ifadelere örnek olarak, “Çocuk hür kadının bir parçasıdır. Çocuk annesinden hür olarak ayrılır", "Velâ nesep gibidir, çocuk nesep bakımından babaya nispet edilir, 94 Burada kastedilen alaka (bağ); vela-i atâka'da köle ile efendisi arasında, muvalat akdinde mevlâ esfel (nesebi meçhul olan kişi) ile mevlâ a’lâ (yardımı istenen kişi) arasında hükmi bir yakınlık ve ünsiyet meydana getirmeyi hedefleyen hukuki bir yardımlaşmadır. Vela konusunda bu hükmi yakınlık neticesinde mirasçı olabilme hakkı gerçekleşmektedir. 38 bundan dolayı velâ konusunda çocuğun, babasının nispet edildiği kimseye nispet edilmesi gereklidir, baba azad edildikten sonra velâ hakkı ile beraber onu azad eden kişiye nispet edilir" açıklamalarını vermektedir. e-Molla Hüsrev, Câmi’us-Sağîr şerhlerinden naklettiği açıklamaların akıl yürütmeye ve sahih rivayete muhalif olduklarını ve bundan dolayı batıl olduğunu söylemiş; Molla Gürânî ise, bu değerlendirmenin yanlış olduğunu, Molla Hüsrev'e ait bu akıl yürütmenin kuruntu ve batıl çıkarımlar olduğunu iddia etmiştir. 6-Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in aslî hürriyet kavramının âlimlerin kullanımında iki anlam ifade ettiğini söylemesinin kendisine ve savunduğu tezine hiçbir fayda sağlamayacağını ileri sürmüştür. Molla Hüsrev'in vela yoluyla mirasçı olmanın illetini, mülkiyetin ortadan kalkmasına bağladığını belirterek, bu görüşün fasit olduğunu savunmuştur. Molla Gürânî'ye göre; mülkiyetin ortadan kalkması vela yoluyla mirasçı olmanın illetidir. Vela ise hukuki olarak yardımlaşmadan ibarettir ve bu yardımlaşmada fukahanın kabul ettiği kullanıma göre vela yoluyla mirasçı olma (irs) ve ünsiyet ve bağ kurma (akl)'nın illetidir. Böylece Molla Hüsrev’in görüşlerinin hatalı ve yaptığı çıkarımların yanlış olduğu iddia etmiştir. 7-Molla Gürânî son olarak, annesi ve babası azad edilen çocuğun, nesep konusunda olduğu gibi, velâ konusunda da babasına nispet edileceğini ifade etmiş, çocuğun velâsının babasının velâsı kime ait ise o kimseye ait olacağını savunmuştur. Babanın anneden sonra azad edilmesinin durumu değiştirmeyeceğini söyleyen Molla Gürânî, babanın hürriyetine kavuşmasıyla beraber, babanın efendisine ait mülkiyetin çocuk üzerinde düşünülemeyeceğini; çocuğun annesinin ârızî hür olması ya da aslî hür olmasının durumu değiştirmeyeceğini, çocuğun hür olmasının annebabasının azad edilmesiyle veya doğumla kesinleştiğini söylemiştir. Molla Gürânî, sahabe döneminden günümüze kadar görüş sahibi (erbâb-ı mezâhib) olan hiçbir kimsenin, bu konu hakkında ihtilafta bulunmadığını, ayrıca bu konuda açıklama yapılacak yerin ferâiz ilmi olduğunu, ferâiz ilmini tasnif eden ve velânın şartları, hükümleri ve diğer bölümleri konusunda derin 39 açıklamalarda bulunan âlimlerden herhangi birinin, “Velânın şartı annenin asli hür olmamasıdır” şeklinde bir şart ileri sürmediklerini kaydetmiştir. III-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN GÖRÜŞLERİ İncelediğimiz risaleler içerisinde en uzun değerlendirmeyi yapan Hızırşah, neredeyse Molla Hüsrev’in aktardığı bilgilerin tamamını değerlendirmiş ve bunlara cevaplar vermeye çalışmıştır. Molla Hüsrev’in yaptığı terminolojik taksimattan naklettiği kaynaklardaki ifadelere kadar hepsini ele almaya çalışmıştır. Hızırşah, aktarılan bu bilgiler hakkında Molla Hüsrev’in nerelerde yanıldığını ve isabetsiz yorumlar yaptığını ifade etmiştir. Hızırşah, risalesinde daha çok Molla Hüsrev'in görüşleriyle Hanefi ekolünde mezhep görüşü olmuş yorumları mukayese ederek sistematik bir inceleme yapmaya çalışmıştır. Ne var ki, Hızırşah'ın bu çalışması daha çok bilgi aktarımı ve sistematik bir inceleme çerçevesinde olduğundan kendi görüşlerine fazla yer vermemiştir. Hızırşah’ın Molla Hüsrev'in risalesinde anlatılan konulara ait eleştirilerini şu şekilde özetlemek mümkündür: 1-Hızırşah, Molla Hüsrev’in mukaddime bölümünde anlattığı birinci manaya gelen ‘asli hür' kavramının, fukahâ’nın geleneğinde bilinmeyen bir kavram olduğunu, bunun terim olarak yeni bir kullanım özelliği taşıdığını ifade etmiştir. Hızırşah, Molla Hüsrev’in birinci manada kullandığı ‘el-hürru’l-asıl' kavramının fukaha’nın ıstılahında ya ‘mu‘teku’l-asıl’95 kavramıyla ya da ‘elhürru’l-arızî’96 kavramlarıyla ifade edildiğini söylemiştir. Fukaha bu kavramları, bazı durumlarda ikisine ait hükümlerin farklılık göstermesi ve kavramsal benzerliğin giderilmesi amacıyla, farklı isimler ile kullanmışlardır. Hızırşah görüşlerine, “Asli hürriyet hakkındaki davalarda şart ileri sürülemez ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir” şeklinde ifade edilen 95 Mu‘teku’l-asıl: Kişinin usulü bakımından köle olduğu halde daha sonra efendisi tarafından azad edilerek hürriyetine kavuşmuş kişi için kullanılan bir terim. 96 Hürrü’l-ârızî: Hürriyet engeli olarak kabul edilen köleliğin, köle olan kişinin üzerinden kalkmasıyla sonradan hürriyetine kavuşmuş kişileri ifade etmek için kullanılan bir terim. 40 hukuk prensibiyle desteklemeye çalışmıştır. Hızırşah, Molla Hüsrev’in kullandığı asli hür kavramının doğru kullanılsa bile, bu kullanımın sözlük bakımından bir değer ifade edeceğini, yoksa hüküm bakımından bir değer ifade etmeyeceğini ileri sürmüştür. Çünkü azad edilen kişi, azad edilme işlemi (ıtk) ile hür olmuştur ve onun çocukları bu anlamda hür birer fert kabul edilir. 2-Molla Hüsrev, Hidaye ve diğer muteber kitaplardan yaptığı alıntıda vela hakkının, mülkiyetin ortadan kalkmasına dayandığını, velanın çocuk üzerinde gerçekleşebilmesinin ancak anne tarafından olacağını ve çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olduğunu aktarmıştır. Bunlara ilave olarak, babanın mülkiyete konu oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini, çocuk üzerindeki mülkiyetin kalkmasının ancak anneyi azad eden kişi tarafından olabileceğini ifade etmiş ve anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk üzerinde vela hakkı düşünülemeyeceğini söylemiştir. Hızırşah bu ifadeler için, “Molla Hüsrev‘in Hidaye ve alıntı yaptığı diğer kitaplardaki metinlerden anladıkları” demiştir. Hızırşah, “çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir” görüşünün bütün yönleriyle doğru olmadığını söylemiştir. Çünkü çocuk, annesinin cariye olarak çocuk doğurma isteğinde bulunan bir kadın olması durumunda, asli hür olarak kabul edileceğini ifade etmiştir. Bu durumda anne hür olmadığı halde çocuk hürdür. Mesela, bir kadın bir adama; “kesinlikle ben hür bir kadınım, benimle evlenir misin?”, adam da o kadınla evlense ve ondan çocuk sahibi olsa, sonra kadının başkasına ait bir cariye olduğu ortaya çıksa, anne cariye, çocuk ise hürdür. 3-Molla Hüsrev, babanın mülkiyete konu oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini söylemiş, çocuk üzerindeki mülkiyetin ancak anneyi azad edecek efendi tarafından kaldırılabileceğini ifade etmiştir. Molla Hüsrev'in bu ifadesi, azad edilmiş bir kadından doğan çocuk üzerinde azad eden kişiye ait vela hakkının olmamasını gerektirir. Çünkü azad etme işleminden sonra çocuk açısından mülkiyete konu olma durumu kalmamıştır. Dolayısıyla çocuk üzerinde azad eden kişiye ait vela hakkı gerçekleşmez. Yani çocuk üzerinde mülkiyete konu olma durumu yoktur. Yok olan bir şeyin de sirayet etmesi düşünülemez. Burada mülkiyetin kendisinin değil, hükmünün sirayet etmesi 41 söz konusudur. O da babayı azad etme sebebiyle meydana gelen vela hakkıdır. Muhît adlı eserin yazarı, velanın bizzat kendisi miras olarak geçmeyeceğini, vela hakkının her halükarda azad eden kişiye ait olduğunu söylemiştir. Bu ifadeler bizim açıklamalarımızı desteklemektedir. Örneğin; bünüvvet, babanın nutfesinden kaynaklanan doğumdan ibarettir. Nesebin sabit olmasının sebebi de babanın nutfesinden olmaktır. Babanın sulbünden kaynaklanan doğum, oğlun oğluna yani toruna sirayet etmez. Bilakis sirayet eden şey nesebin hükmüdür. O hüküm de nesebin dede tarafından sabit olduğudur. Çocuğun doğumu, dedenin nutfesinden değil, babanın nutfesinden gerçekleşmiştir. Aynen bunun gibi, vela, hukuken nesep gibi değerlendirilir. Bundan dolayı babası köle ve annesi azad edilmiş hür bir kadından meydana gelen çocuğun nesebi, o ikisinden sabittir. Ne var ki, babanın tarafında, köle olmasından dolayı –kölelik yok hükmündedir- ciddi bir zafiyet vardır. Zafiyet olduğundan dolayı da çocuğun nesebi zaruri olarak azad edilmiş anneye izafe edilir. Bundan dolayı baba tarafı için nesebin sonuçları ortaya çıkmaz. Baba azad edilince çocuğun nesebi, nesebi kuvvetli duruma gelen babaya izafe edilir. Nesepte asıl olan baba olduğu için annenin nesebine itibar edilmez. 4-Molla Hüsrev, vela hakkının mülkiyetin sona ermesine bağlı olduğunu, babanın mülk oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini ve çocuk üzerinde mülkiyetin son bulmasının ancak anne tarafından olabileceğini savunmuş ve bu ifadeleri görüşlerinin temeline yerleştirmiştir. Hızırşah, bu ifadelerin umum (genellik) ifade eden sözler olarak anlaşılacağını ifade ettikten sonra, bunların azad edilen kişinin kendisini kapsayıp çocuklarını ifade etmeyeceğini ileri sürmüştür. Bilakis çocuklar hakkında velanın dayandığı sebebin nesep olduğunu, nesepte asıl olanın da baba olduğunu zikretmiştir. 5-Molla Hüsrev, anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela hakkının düşünülemeyeceğini savunmuştur. Hızırşah, Molla Hüsrev'e ait bu görüşün Hidaye’nin şerhlerinde ve diğer muteber kaynaklarda açıklanan görüşlere aykırı olduğunu söylemektedir. Adı geçen bu kaynaklarda; anne ve baba, her ikisi de azad edilmiş olursa, baba azad edilmiş, anne muvalat 42 anlaşması yapmış olursa ya da baba Arap, anne azad edilmiş olursa, bu durumlarda çocuğun babaya tabi olacağını ifade etmiş ve bu görüşler üzerinde görüş birliğinin olduğunu kaydetmiştir. Hızırşah, Molla Hüsrev’in “Babanın köle oluşu çocuğa sirayet etmez, anne ve babası köle olan bir çocuğun üzerinden mülkiyet ancak anne tarafından kaldırılabilir, bundan dolayı vela hakkına anneyi azat eden efendi sahip olacaktır” şeklindeki açıklamalarını tenkit etmiştir. Bunlarla ilgili olarak; çocuğun babasını azat eden efendinin, azat edilen kölenin çocuğu üzerinde mirasçı olma hakkını elde etmesinin sebebini, çocuğun nesebinin azad edilen köle tarafından sabit olmasıdır. Yoksa çocuğun, babanın efendisinin mülkiyetinde oluşu ya da babanın köle oluşunun çocuğa sirayet etmesi değildir. Vela-i atakanın gerçekleşmesi nesebin aslında köleliğin mevcut olmasına bağlıdır. Örneğin; çocuğun babası hayatta olan azat edilmiş bir kişi olsa, çocuğun annesi hür olduğu halde baba çocuğuna mirasçı olur. Babanın mirasçı olması nesepten dolayı, babanın efendisinin mirasçı olması ise veladan dolayıdır. Bunun dayanağı da Hz. Peygamber (sav)'in “Vela azad eden kişiye aittir” hadisinin kapsamı içerisinde değerlendirilmesidir. 6-Molla Hüsrev, Bedâyi’den “Velânın sabit olmasının şartlarından birisi, annenin asli hür olmamasıdır, eğer anne asli hür bir kadın olursa -baba, azad edilmiş bir köle dahi olsa- kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye vela hakkı yoktur ( ”)ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪibaresini kendi yorumları için kullanmıştır. Hızırşah, bu lafzın ()ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ, mana bakımından umum ifade eden lafızlardan olduğunu söylemiş ve bu ibareden iki sonucun çıkarılabileceğini ifade etmiştir. a-İnsanlardan hiçbir kimse için vela hakkı yoktur. Ne anne tarafı için ne de baba tarafı için vela söz konusu değildir. b-Annenin tarafı için vela hakkı kesinlikle yoktur. Bedâyi’nin lafzını (a) şıkkındaki sonuca hamletmek doğru olmaz. Çünkü bunun yapılmasına dair engelleyici bir durum vardır. Bu durum “Vela azad eden kişiye aittir” hadisinin umum bir mana ifade etmesidir. Nassa göre kölesini her ne şekilde özgürlüğüne kavuşturan kişi vela hakkını elde eder. Bu umumî mananın gereği olarak, Bedâyi’deki lafzın (a) şıkkındaki sonuca 43 değil, (b) şıkkındaki ikinci manasına hamledilmesi gerekmektedir. (b) şıkkındaki sonuç hakkında engel teşkil eden hiçbir şey yoktur. Yani Bedâyi'nin lafzından elde edilecek sonuç; anne asli hür olduğu zaman anne tarafı için vela hakkının kesinlikle olmayacağıdır. Bedâyi yazarının bu lafızla kastettiğinin (b) şıkkındaki ikinci manadır. Çünkü vela, hükmi asabeliktir ve asabelik de annenin akrabalığı (yakınlığı) ile gerçekleşmez. Bu mevzuda Bedâyi sahibinin maksadı gösteriyor ki, çocuğun annesi üzerinde hiç kimseye ait vela hakkı yoktur ve onun çocuğu üzerinde anne tarafına ait vela da söz konusu değildir. 7-Hızırşah, vela konusunun tartışmalı bir konu olduğunu belirtmiş ve bu konuda baba tarafının esas alınması gerektiği üzerinde durmuştur. Ona göre; vela konusunda baba tarafının mirasçı olmaları, Hz. Peygamber’in “Vela azad edene aittir ( ”)اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖhadisinden anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste “azad eden kişi ( ”) ﻡﻦ اﻋﺘﻖibaresi vardır. Bu ibare azad eden herkesi kapsamaktadır. Bunun yanında “Vela nesebin parçalarından bir parça gibidir ( ”)اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐhadisi de baba tarafının mirasçı olmalarının açık göstergesidir. 8-Molla Hüsrev'e göre; çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Hızırşah, Molla Hüsrev'in bu yaklaşımıyla çocuğun durumunu tamamen anneye endekslediğini ileri sürmüştür. Molla Hüsrev’in ifadelerinde babaya ait bir durum değerlendirmesi bulunmamaktadır. Biz bu cümleyi umum ifade eden bir lafız olarak kabul ederiz. Fakat bu cümleden anlaşılması gereken mana, iki taraftan birinin kesinlikle köle olmasıdır. Diğer taraf ise hür ya da köle olabilir. Yani, anne-baba taraflarından biri kesinlikle köle olunca diğer taraf, köle olabilir, köleliği sona ermiş de olabilir ya da aslında hiç köle de olmayabilir. 9-Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir” sözü velanın hükmünü açıklamaya dair söylenmiş rivayetlerden değildir. Bilakis bu söz, kölelik ve hürriyet konularında hakkında köleler ve hür olan insanların füru’larının durumlarını açıklamaya yönelik söylenmiştir. Bu sözden başka hükümler de çıkarılabilir. Ne var ki, öncesinde söylenen söz 44 ile sonrasında çıkarılan hükümler arasında sonuç bakımından farklılıkların olacağı kesindir. Molla Hüsrev, bu sözü maksadının dışında kullanmıştır. IV-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ'NİN GÖRÜŞLERİ Mehmet Çelebi, risalesinin giriş bölümünde Molla Hüsrev'le ilgili övücü ifadeler kullanmış, Molla Hüsrev’in kişiliği ve ilmi şahsiyetine duyduğu saygıyı ifade etmiştir. Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in görüşlerini ‘Durer' isimli eserine yazdığı ‘Ğurer' adını taşıyan şerhinden öğrendiğini, ancak müstakil bir risale içerisinde ele alınan vela konusunda yazılanlar hakkında değerlendirme yaptığını ifade etmektedir. Mehmet Çelebi, risalesinde ince ve hassas davranacağını belirterek, Molla Hüsrev'i rencide edici üslup ve tavırlardan uzak durmuştur. Kısaca Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in ilmi büyüklüğünü kabul etmiş ve onun o büyüklüğüne yakışır bir tarzda eleştiri yapmıştır. Mehmet Çelebi’nin Molla Hüsrev’in vela risalesinde değindiği hususlara ait eleştirilerini maddeler halinde sıralamaya çalışalım. 1-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in mukaddime bölümünde işlediği, ‘hürrü’l-asıl’ kavramının anlamı hakkında yaptığı açıklamalarda iki tane eksikliğin olduğunu ileri sürmüştür. a-Molla Hüsrev, birinci manaya gelen asli hürlüğü anlatırken ‘nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra’ sözünü kullanmaktadır. Mehmet Çelebi, bu sözün hiçbir anlam ifade etmediğini şu iki gerekçeyle dile getirmektedir: (1)-Hamile kalma vaktinden altı ay geçmeden önce doğumun olması kesinlikle düşünülemez. Bundan dolayı Molla Hüsrev’in ‘hamile kalma vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra’ ifadesinin herhangi bir anlamı yoktur. (2)-Şüphesiz ki; doğumun, nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra olması, azat edilmiş bir kadından doğacak çocuğun hürriyeti konusunda herhangi bir etkisi olmayacaktır. Bilakis çocuğun nesebi 45 azat edilen kadının kocası tarafından sabit olmuştur. Sanki Molla Hüsrev, kullandığı bu ifadeyle “azat edilen kadının, azat edilme vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra” anlamını kastetmiş olabilir, ifadenin bu şekilde anlaşılması daha uygundur. Ne var ki, cariyenin azat edilmesinin nikâhtan sonra olması da caizdir ve nikahtan sonra azat edilen cariye hamile olarak hürriyetine kavuşmuş olur. Ancak kesinlikle cariye asli hür olan bir kadın olamaz. b-Fukahanın kullanımındaki “Asli hür (Hürrü’l-asıl)” kavramının, Molla Hüsrev’in birinci mana diye ifade ettiği hâs (özel) anlamın kullanılması doğru değildir. Fukaha bu kavramı âmm (genel) bir anlam ifade edecek şekilde kullanmıştır. Yani “Asli hür” kavramı iki farklı mana taşıyan âmm (genel) bir ifade olarak kullanılmıştır. Burada Molla Hüsrev’in anlattıkları başka bir tür ifade etmektedir. 2-Molla Hüsrev, Hidaye’den yaptığı nakillerde; velâ hakkının mülkiyetin sona ermesine dayanan bir durum olduğunu, mülkiyetin ortadan kalkmasının ise velâ hakkını ortaya çıkaracak bir vasıf olduğunu anlatmaktadır. Velânın çocuk üzerinde sabit olmasının anne tarafından olacağını, çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi kabul edilmesi gerektiğini ve çocuğun babasındaki mülkiyet oluşun çocuğa sirayet etmeyeceğini ifade etmiştir. Mehmet Çelebi, Hidaye'den alınan bu ifadeleri değerlendirmiş ve velanın mülkiyetin ortadan kalkmasına sebep olacağını söylemiştir. Bunu Hidaye’de ifade edilen “Velanın sebebi, kişinin mülkiyeti üzerinde yaptığı azad etme işlemidir” ibaresiyle desteklemektedir. Çünkü mülkiyetin ortadan kalkması, babanın efendileri için bağlayıcıdır. Molla Hüsrev, âlimlerimizin babanın tarafının -anne ister asli hür olsun ister olmasın- mirasçı olmaları hakkında amel etmelerini delil olarak bilmesi yeterlidir. 3-Molla Hüsrev, Münye isimli eserden “Çocuk, annenin arızi ya da asli hür olmasına bağlı olarak asli hür olmuş ise onun üzerinde velânın gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait olabilir…” şeklinde alıntılar yapmış ve bu ifadelere yaptığı yorumda bunların ne anlam ifade ettiklerini açıklamıştır. 46 Mehmet Çelebi, fukahanın ‘asli hür’ lafzını, kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse için kullandıklarını ifade etmiştir. Fukahanın bu kullanımında “anne ve baba taraflarından her ikisi üzerinde ya da tek bir taraf üzerinde köleliliğin cereyan etmesi” veya “anne ve baba taraflarından biri üzerinde köleliğin asla gerçekleşmemesi” ifadeleri eşit anlamlar içermektedir. Fukahanın kullandığı bu mana genel (âmm) bir anlam taşımaktadır. Fakat “Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse” ve “Anne ve baba taraflarından biri üzerinde asla köleliğin gerçekleşmemesi” ifadeleri özel (hâs) bir anlam taşımaktadır. Fukahanın kullanımındaki ‘asli hür’ lafzı, genel (âmm) anlam ile özel (hâs) anlam arasında müşterek97 olduğunu göstermektedir. Yoksa Molla Hüsrev’in zikrettiği gibi karşıt iki özel (hâs) anlam arasında kullanılan müşterek lafız değildir. Molla Hüsrev ‘hürrü’l-asıl’ ve ‘hürretü’l-asıl’ ifadelerini anne ve babaya izafe etmiştir. Bu konuda anlatılan azad etme işlemi (ıtk) kişinin kendisiyle veya ona tabi kabul edilenlerle ilgili azad etmedir. Bunun manası, fukahanın açıklamalarından anladığımıza göre; iki sene içerisinde anneden dünyaya gelen çocuk hakkındadır.98 4-Molla Hüsrev, Nisâbûrî'den yaptığı alıntılarda “Nisâbûrî, annenin muvalat akdi yapmış birisi olmasını kastetmiştir” yorumunu eklemiş ve Nisâbûrî’nin ifadelerinin Hidaye'nin ifadelerine muhalif olduğunu söylemiştir. Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in yapmış olduğu bu yorumu kendi kullanımının doğruluğunu desteklemek için kullandığını ifade etmiş ve Molla Hüsrev’in açıklamalarının azad edilmiş kadın kavramını tam karşılamadığını kaydetmiştir 97 Müşterek: iki veya daha çok manaya sahip olan ve sahip olduğu her bir mana için ayrı ayrı vaz'olunan (kullanılan) lafızlara denir. Örneği “Kur'” ( ) اﻟﻘﺮءkelimesi kadının adet dönemini ifade ettiği gibi aynı zamanda kadının iki adet arasındaki temizlik dönemi anlamına da gelmektedir. “Mevlâ” ( ) اﻟﻤﻮﻟﻰkelimesi de hem efendi hemde köle anlamlarında kullanılmaktadır. daha geniş bilgi için bk. Abdülkerim Zeydân, El-Vecîz fî Usûli’l-Fıkıh, Beyrut, Müessesetü’r-Risale, 2004, s.326; Zekiyyüddin Şa’bân, a.g.e., s.360. 98 Burada anlatılan mesele Hidaye’de ölüm ya da talaktan dolayı iddet beklemiş olan kadından ölüm ve talaktan sonra iki seneden daha az bir sürede doğan çocuğun durumuyla ilgilidir. Bu örnekte çocuk annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisindedir. Çünkü baba azad edilmiş olsa dahi ölümden sonrası için kadının hamile kalması mümkün değildir. Bâin talaktan sonra ise cinsel ilişki haram kılınmıştır. Eğer talak ric’i olursa onda cinsel ilişki yasağı olmayıp kocanın kadına dönme ihtimali olabildiğinden dolayı o durumda nikâh vaktinde kadının durumu esas alınır. Daha geniş bilgi için bk. Kâsânî, a.g.e., c.III, s.648-649; Merğînânî, a.g.e., c.III, s.304-305. 47 5-Molla Hüsrev, Serahsi’den “Şayet anne hür, baba da azad edilmiş olursa, çocuk üzerinde veladan söz edilemez” sözünü ve Şeyh ebu Muhammed Mes’ud b. Hüseyn’in, Mes’ûdî ismiyle meşhur olan muhtasar isimli eserinden “Annesi hür olan birisi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur, o kişi dilediği kimse ile velâ anlaşması yapabilir” ifadelerini aktarmış, bu rivayetleri vela konusunda kendi yaklaşımını desteklemek için kullanmıştır. Mehmet Çelebi, bu iki rivayetin Müslüman olan bir erkeğin durumunu değerlendirmek üzere söylendiğini belirtmiştir. Ayrıca Molla Hüsrev’in yorumlarının müçtehit imamların görüşlerinden herhangi bir dayanağının olmadığını da ileri sürmüştür. Çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olarak kabul edilmesi, babanın durumunda köleliğin devam etmesine bağlıdır. Bu durumda çocuk üzerindeki vela hakkının, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in dediği gibi anne tarafına ait olmasını gerektirir. Ancak anne ve babanın her ikisinde de toplumsal kimlik bakımından zayıflık* olursa, o zaman Hz. Peygamber’in “Vela, nesebin parçalarından biri gibidir…” hadisine itibar edilir ve vela hakkı için baba tarafı tercih edilir. 6-Molla Hüsrev, vela konusunda iki temel kuralın var olduğunu, her ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bunlar; a-Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir, b-Velâ, neseple meydana gelen akrabalık gibidir. Mehmet Çelebi, vela konusunda yerleşmiş olan temel kuralın (b) maddesinde verilen olduğunu, (a) maddesinde verilenin temel kural olmadığını söylemiştir. Vela meselesinde imamlarımızdan nakledilen rivayetler içerisinde (a) maddesinin muteber olduğuna dair herhangi bir ifade bulunmamaktadır. (a) maddesinde ifade edilen kuralın, mücerret kölelik ve hürriyet meselelerinde geçerli olduğunu dile getirmiş, vela hakkının * Burada anne ve babanın köle ya da hür olma durumlarından bahsedilmektedir. Bilginler sosyal statüleri derecelendirmeye tabi tutarak hür olanları, sonradan hürriyetine kavuşanları, sonradan Müslüman olarak vela anlaşması yapanları, Arap olanlarla Arap olmayanları farklı farklı değerlendirmişlerdir. İşte bütün bu saydığımız unsurları hürriyet dereceleri olarak nitelendirmişlerdir. Örneğin anne ve baba tarafının Arap olmamaları, her ikisinin de azad edilmiş olmaları, birinin Acem diğerinin Arap olması… gibi örnekler verilebilir. 48 oluşmasında herhangi bir etkisinin olamayacağını savunmuştur. Bilakis velanın kaynağı, azat etme işleminden kaynaklanan yardımlaşmadır. Mehmet Çelebi görüşlerini, Hidaye’den yaptığı şu alıntı ile desteklemektedir; “Vela konusunda karşılıklı yardımlaşma, azat etmenin sebebi konumundadır. Yardımlaşma azat etme işleminde var olan bir olgudur. Yardımlaşmanın olduğu taraf da herkesin bildiği üzere baba tarafıdır”. Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in (a) maddesinde ifade ettiği kuralı Bedâyi'nin ifadesinden çıkardığını belirtmiş ve yapılan bu genellemenin bütün yönleriyle doğru olmayacağını ileri sürmüştür. Şöyle ki, ‘çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkı yoktur’ ifadesi, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkının olmadığı sonucuna götürür. Yani çocuk üzerinde vela hakkının gerçekleşmesi, annesinin üzerinde gerçekleşmesiyle bağlantılı olarak ifade edilmiştir. Molla Hüsrev’in Bedâyi’den yaptığı bu çıkarım, müellifin maksadını aşmaktadır. Molla Hüsrev ifadeleri için başka deliller getirmelidir. 7-Molla Hüsrev, anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk anneye tabi sayılarak çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkının olmayacağını, vela hakkının köleliğin sonuçlarından biri olduğunu ifade etmiştir. Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in ifadesinde yer verdiği “vela hakkı köleliğin sonuçlarından biridir” kısmını kabul etmekle birlikte, mevcut köleliğin sonuçlarının, çocuğun üzerinde işletilmesini veya çocuk hakkındaki görüşlerini kabul etmediğini belirtmiştir. Molla Hüsrev’in söyledikleri kölelik (ıtk) konusunda değerlendirilmiştir. Eğer vela hakkı, çocuktaki köleliğinin ya da çocuğun annesindeki köleliğin sonuçlarından olsaydı, bu durum kölelik konusunda değerlendirilirdi ve vela hakkı daima anne tarafına ait olarak kabul edilirdi. 8-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in “Anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk üzerinde vela tasavvur edilemez” şeklinde söylediği görüşlere ait gerekçelerin hepsini doğru olarak kabul etmemektedir. Çocuğun annesine tabi olarak hür olması, baba tarafı için hukuki bir tasarruf kabul edilen azad etme işlemiyle gerçekleşecek olan vela hakkını (Cerr-i velayı) engeller. Azad edilmiş bir kadının çocuğundan mülkiyetin sona ereceğini söylemek 49 doğrudur. Ancak çocuğun üzerinde sadece mülkiyet söz konusu değildir. Çocuk üzerinde mülkiyet kalksa bile vela devam eder. Çünkü velanın sebebi azat etmedir. Bu azat etme de ya kişinin şahsıyla ilgili ya da anne ve baba taraflarından biriyle alakalıdır. 9-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in Bedayi’den elde ettiği görüşlerin, müellifin anlattığı ifadelerin aksini yansıttığını ileri sürmüştür. Molla Hüsrev çocuk üzerinde velanın gerçekleşmesinin, anne tarafındaki asli hürriyetin olmamasına bağlamıştır. Anne ve babanın durumları eşit olunca, ‘vela nesep gibidir' demiştir. Nesepte asıl olan da babadır. Durum böyle olunca da vela konusunda anne tarafının itibar edilecek hiçbir yönü kalmamaktadır. Bu bakımdan Molla Hüsrev’in yaptığı genellemelerin tutarsızlığı ortaya çıkmaktadır. 10-Molla Hüsrev, velâ hakkının mülkiyetin sona ermesine bağlı olan bir durum olduğunu söylemiş, mülkiyetin ortadan kalkmasının ise bir vasıta (bağ) ile olacağını ve bu vasıtanın da ancak anne tarafından olabileceğini dile getirmiştir. Anne ikinci mana ile ifade edilen asli hür olursa, çocuk üzerinde mülkiyet sabit olmaz ve onun üzerinde velâ hakkı gerçekleşmez demiştir. Mehmet Çelebi, vela hakkının kaynağının, çocuğun anne ve baba taraflarından birisiyle ilgili olarak söylenen mülkiyetin ortadan kalkması olmadığını, velanın hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olduğunu vurgulamıştır ve Molla Hüsrev’in vela meselesinde hareket noktasının farklı olduğunu belirtmiştir. V-DEĞERLENDİRME Daha önce çeşitli vesilelerle de belirtildiği üzere, Molla Hüsrev’in vela konusuna dair görüşlerini “Durer ve Gurer” isimli eserinde özet olarak işledikten sonra bu konu hakkında müstakil bir risale yazmıştır. Diğer risale müellifleri de Molla Hüsrev’in görüşlerini “Durer” isimli eserinden elde ettiklerini bildirmektedirler. Belki de Molla Hüsrev başlı başına bir risale yazmasaydı bu konu o dönem içerisinde bu denli tartışılmayacaktı. Çünkü 50 Molla Gürani, Hızırşah ve Mehmet Çelebi yazdıkları risalelerde Molla Hüsrev’in ihtilafları abartarak böyle bir risale yazmasını yadırgamışlardır. Zaten birbirlerine kullandıkları ifadelere bakıldığı zaman, Molla Hüsrev dönemin âlimlerini yoldan sapmak ve isabetli karar verememekle itham ederken; diğerleri de Molla Hüsrev’in bağnaz, tutucu, riyakâr ve temelsiz bir şekilde yorum yaptığını vurgulamışlardır. Tabii ki bu tartışmalar içerisinde en sert olanı Molla Hüsrev ile Molla Gürani arasında cereyan etmiştir. Çünkü Molla Hüsrev sadece Molla Gürani'nin yazdığı risaleye reddiye yazmıştır. Şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Molla Gürani'nin dışındaki müellifler Molla Hüsrev’in çağdaşı değillerdir. Bundan dolayı onlara Molla Hüsrev tarafından bir reddiye yazılması söz konusu olamaz. Bu risaleler ve karşılıklı iddialar incelendiğinde en sağlam eleştiri, Molla Gürânî'ye aittir. Daha sonra sırasıyla Hızırşah ve Mehmet Çelebi gelmektedir. Bu sıralamanın kişilerin İslam Hukuku açısından ilmi yeterlilikleriyle de ilgili olduğu da düşünülebilir. Ne var ki, her üç eleştirmen de konuya farklı yön ve yöntemlerden yaklaşmışlardır. Hal böyle olunca kaleme alınan her üç risale de değişik zenginlikler taşımaktadır. Molla Hüsrev'e yöneltilen eleştirileri şu başlıklar altında toplayabiliriz; 1-Molla Gürânî tarafından Molla Hüsrev’in konuya girişi sırasında sergilediği tavır üslupla ilgili olan eleştirileri: Molla Hüsrev zamanın âlimlerini sapıklıkla suçlamıştır. Bu ifade diğer âlimler arasında infial uyandırmış ve ona reddiyeler yazılmıştır. Ayrıca Osmanlı devletini haddinden fazla yüceltmesi de eleştiri aldığı yönlerdendir. Molla Gürânî de onun için hayalperest, vehim sahibi ve isabetsiz gibi lafızlar kullanmıştır. Diğer müellifler ise Molla Hüsrev’in fikirlerinde tereddüt ve dağınıklığın olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hatta Molla Gürânî Molla Hüsrev’in tavırlarını riyakâr olarak değerlendirmiştir. 2- Molla Hüsrev’in kullandığı kavramların ve yaptığı taksimatın yeni üretilen bir yorum olduğu ve bunun fukaha nezdinde bilinen ve kullanılan bir tür olmadığı yönündeki eleştiriler: Molla Hüsrev risalesinde asli hür kavramını iki şekilde incelemiş ve bunlar için bazı açıklayıcı tanımlar getirmiştir. Bütün muhalif müellifler bu 51 taksimat ve açıklamaların yeni icat olduğunu söylemişlerdir. Belki de Molla Hüsrev'in bu kadar eleştiri almasının altında yatan sebeplerin başında bu gelmektedir. Molla Hüsrev bu yaklaşımıyla alışılagelmiş sistemin dışına çıkmak istemiş, bundan dolayı da tepkilere maruz kalmıştır. Ayrıca, bir diğer sebep de Molla Hüsrev’in vela yoluyla mirasçı olma konusunda anne tarafını esas alması ve bunun için yorum ve çıkarımlarda bulunmasıdır. 3- Molla Hüsrev’in aktardığı nakillerde yaptığı yorumlar hakkında olan eleştiriler: Molla Hüsrev, âlimlerin rivayetlerinde onların niyetini okumaya çalışmış, onların ifadelerini tahlil ederek kendi fikirleri için mesnet aramıştır. Tabi ki Molla Hüsrev’in yorumlarının tamamına katılmak mümkün değilse de tümden kaldırıp atmak da isabetli bir davranış değildir. 4- Molla Hüsrev’in çalışmasında aktardığı usul ve kaidelerin kendi fikrini desteklemek maksadıyla tutarsız bir şekilde yorumladığına dair ileri sürülen eleştiriler: Molla Hüsrev risalesinde kaide veya genel kabul diye aktardığı bazı görüşler mevcuttur. Reddiye sahibi müellifler Molla Hüsrev’in bunları kendince ve kendi görüşlerine destek olacak şekilde yorumladığını ifade etmişlerdir. Ayrıca bunların herkes tarafından Molla Hüsrev’in kastettiği şekilde anlaşılmadığını ve kabul edilmediğini söylemişlerdir. Bize göre, Molla Hüsrev görüşlerinde çizdiği genel fotoğrafa uygun davranmak amacıyla bu tavrı sergilemiştir. Taraflar arasındaki konunun işlendiği kaynakların güvenilirliği hususunda bir ittifakın mevcut olduğunu gözlenmektedir. Çünkü risalelerini aktardığımız bütün müellifler vela konusunun işlendiği kaynakları eleştirmemektedirler. Ancak kaynaklarda konuyla ilgili olarak geçen “Vela mülkiyetin zevaline mebnidir”, “Babanın mülkiyetliği çocuğa sirayet etmez”, “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir”…şeklinde nakledilen ifadeler üzerinde uzunca tartışmalar yapılmıştır. Bunların ne anlama geldiği, kim için söylendiği, kimleri kapsadığı gibi hususlar hem Molla Hüsrev hem de diğer müellifler tarafından farklı yorumlanmıştır. Bu tartışmada Molla Hüsrev 52 anne tarafını haklı çıkarmak, diğerleri de baba tarafını haklı çıkarmak için uğraşmışlardır. Bu çalışma vesilesiyle Molla Hüsrev’in gerçekten güzel bir iş yaparak yeni bir yaklaşım ile vela konusunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Molla Hüsrev bütün görüş ve yorumlarıyla isabet etmiş olmasa da öncekilerin düşündüğü gibi düşünmek zorunda da değildir. O kendi fikir ve ifadelerini söyleme hakkına sahip ilmi yeterliliği olan büyük bir âlimdir. Diğer müellifler ise, Molla Hüsrev'e karşı daha sağlam delillerle karşı çıkmışlardır. Ancak onlar klasik mezhep görüşünü savunmuş ve bundan dolayı yeni bir şey ortaya koymak gibi bir çabaları olmamıştır. Burada Molla Hüsrev’in “şu görüşleri doğrudur, bunlar yanlıştır” diyerek kesin yargı ifade etmeyi bizi aşan bir mesele olarak değerlendirmekteyiz. Kaldı ki, Molla Hüsrev'e reddiye yazan müellifler onun görüşleri hakkında bir değerlendirme yapmışlardır. Burada biz, konuyu doğru olarak ortaya koymaya ve risaleleri de gücümüzün yettiği kadarıyla doğru tercüme etmeye gayret gösterdik. Amacımız bunların neticesinde bir karar vermek yerine olayı aydınlatmaktı. Onu da imkanlarımız nispetinde yapmaya çalışmış bulunuyoruz. İKİNCİ BÖLÜM I-MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TERCÜMESİ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” ""رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻟﻮﻻْء ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ “Risâle fî’l-Velâ li Mevlânâ el-Fâzıl Hüsrev rahmetullâhi a‘leyh” (Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Camii Bölümü, No:1186, vr.410–414) 54 Hamd, sapasağlam şer’i hükümleri koyan, dinde derin inceliklere sahip kıldığı kimsenin kadrini yücelten Allah’adır. Salât ve selam apaçık bir kitapla desteklediği efendimiz Muhammed (sav)’in, ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Bu girişten sonra; Şüphe yok ki, Cenab-ı Allah bu devletin hükümranlığını kendilerinin ve kendilerinden sonra gelecek kuşakların zamanında ölümsüz kılmıştır. Onlardan önce yaşamış olan seleflerine de bağışlama ve rahmetini doldurup taşırmıştır. Çokça idarecilerinden savaş cihad yapmalarından farzının sorumluluğunu dolayı diğer düşürerek devletlerin diğer İslam devletlerinin yönetimlerine üstün gelmişlerdir. Aynı şekilde bu devlet, kâfirlerle, günahkârlarla, bölücülerle ve bozguncularla cihad yapma merkezi konumunda olduğundan dolayı diğer İslam coğrafyasına karşı bir üstünlük sağlamıştır. Bunlardan dolayı diğer devletlerin ve ülkelerin aksine bu devlette cariyeler ve köleler fazlalaşmıştır. Zaruri olarak, köleler ve onları hürriyetine kavuşturanların sayısı da artmıştır. Buna paralel olarak onların arasında velâ davaları çoğalmış ve yayılmıştır. Velâ davaları bundan ötürü önemli bir hal almış ve herkes tarafından bilinir hale gelmiştir. Ancak velâ davaları bu devlette olduğu kadar diğer devletlerde bu denli önem arz eden bir hal almadı. Bundan dolayı o ülkelerdeki âlimler meşhur kitaplarında bu mesele hakkında çok fazla bir şey söylemediler. Diğer meselelerde olduğu gibi velâ konusunda ayrıntılı ve geniş açıklamalara yer vermediler. Özellikle asli hür olan bir anneden doğan kimse ve hürriyetine kavuşturulmuş bir cariyeden doğan kimsenin ele alındığı bahis detaylı olarak işlenmemiştir. Bunun çokça meydana gelmesinden dolayı hürriyet kavramı hakiki hürriyet ve ârızî (sonradan kazanılan) hürriyet şeklinde iki tür oluşturdu. Bununla beraber çok az kimse dışında bu konu hakkında olumlu ya da olumsuz bir tarzda herhangi bir açıklama yapan olmadı. Bundan dolayı dönemin yorumcuları bu konuda yol ve yöntemi karıştırmışlardır. Anne tarafının meselenin hareket noktası olması 55 bakımından isabetsiz görülmesi neticesinde doğacak zararları hiç hesaba katmayarak görüşlerinde baba tarafını esas almışlardır. Azat etme (ıtk)’nin sübutu konusunda tanınma (istişhar) ve işitilme (sema‘) ile yapılabilecek şahitliği yeterli görmüşlerdir. Çoğunluğun icma‘ ile muhalefet ettikleri bu konu üzerinde hiç araştırma yapmamışlardır. Ancak büyük âlimlerden genel bir fayda sağlamayı hedefleyen ve ana maksat ve kendi istedikleri sonuca dair görüş beyan edenlerden bazıları konuyu kat’i olarak ibarenin delaleti99 ile yorumladılar. Onlardan bazıları konu hakkında kendisine müracaat edilmesi gerekli olan zahir100 delilleri ileri sürdüler. Bazıları ise zahir olan delilere muhalefet eden delilerle meseleyi anlatmışlardır. Fakat kesin kabul edilen delillerle meseleye uygun bir hüküm verme olmadığından dolayı konunun delillerinden ayrıştırılması gereklidir. İnsanlardan bazıları, doğru düşünceyi, hata ve yanlış anlama ile karıştırdıkları için çok yanlış yapmışlar ve gayretleri boşa gitmiştir. Ortaya konan görüşlerin yanlış olduklarının hatırlatılması, dirayet ve rivayete olan muhalefetlerinin ortaya konulması gereklidir. Doğruyu ilham eden Allah’ın yardımını dileyerek bu konu hakkında bir risale kaleme aldım ve bunda bana ait hiçbir günah da yoktur. O risaleyi tertip ettim. Risaleyi en güzel bir tertip ve dikkatli bir düzenleme ile mukaddime, maksat, fasıl ve teznib başlıklarına şamil olacak bir şekilde kontrol ederek gözden geçirdim. MUKADDİME: Mukaddime bölümünde aşağıda işlenecek konuların dayanaklarını teşkil eden açıklamalar vardır. Fukahanın terminolojisinde “Hürrü’l-asıl” kavramı iki anlamda kullanılmıştır. 99 Dâl bi’l-İbare (İbarenin delaleti): Bir fıkıh usûlü terimi olarak kullanılan bu kavram, “lafzın, nassın gelişindeki asli maksat olan veya ona tabi olarak kastedilen hükme delalet etmesi” demektir. Örneğin Bakara suresi 275. ayetinde “Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.” Hükmü yer almaktadır. Bu ayetten ibarenin delaleti yoluyla, 1-Alım-satım helal, faizin haram olduğu, 2-Alım-satım ile faizin farklı şeyler olduğu, aynı değerlendirilmemesi gerektiği vurgulanarak iki farklı hükme ulaşılmıştır. Ayet-i kerime zaten bu iki hükmü ifade etmek için sevk olunmuştur. Daha geniş bilgi için bk. Zekiyyüddin Şa’bân, İslam Hukuk İlminin Esasları, trc:İbrahim Kafi Dönmez, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1999, s.393. 100 Zahir: Fıkıh usûlü terimi olarak, mananın anlaşılması için başka bir delile ihtiyaç duymayan, bu manaya delaleti açık olan, fakat te’vil ve tahsis ihtimaline açık olan ve kendisinden çıkarılan hüküm sözün asıl sevk sebebi olmayan lafızlara zahir denir. Bk., Şa ban, a.g.e,, s.369. 56 1-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse; Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra azat edilmiş bir cariyeden ya da aslında101 köle bulunan bir kimseden doğmuş olan kişidir. 2-Kesinlikle kendi aslında köle bulunmayan kimsedir. Hidaye102 yazarı ve diğer eserlerin yazarlarının açıkladığı üzere, velâ mülkiyetin sona ermesine dayanan bir durumdur. Bundan dolayı velâ meselesinde başkasından işitme (tesâmu’) yoluyla şahitlikte bulunma, köle azat etme (ıtk) konusunda olduğu gibi kabul edilemez. Mülkiyetin ortadan kalkması velânın sabit olmasının bir basamağıdır. Velânın çocuk üzerinde sabit olması, daha önce değinildiği üzere anne tarafından olur. Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın mülk oluşu çocuğa sirayet etmez. Mülkiyetin çocuk üzerinden kalkması da ancak anneyi azat eden kişi (mu’tak) tarafından olabilir. Azat eden kişi (mu’tak) hüküm bakımından çocuğun asabesi konumundadır. Anne tarafında kölelik durumu olmazsa çocuk üzerinde velâ hakkı düşünülemez. Lafız, mana hakkında kat’i olursa, özellikle rivayetler konusunda kat'i manaya ihtimali olan ve olmayan zahir lafızlar kat’i olan mana üzerine hamledilir. Rivayetler üzerinde mutlak103 olan lafız mukayyet104 olan lafza hamledilir. Bundan dolayı Kenzü’d-dekaik105 ve diğer fıkhi kitapların 101 Asıl kelimesi miras hukuku terminolojisi bakımından 'anne, baba, nine ve dede…’şeklinde yukarı silsile ile devam eden soy-usul şahıslarını ifade eden bir kavramdır. 102 Burhaneddin Ali b. Ebu Bekir b. Abdülcelil el-Merginani’nin meşhur eseridir. Şeybâni'nin elCâmiü's-Sağîr ve Kudûrî'nin el-Muhtasar adlı eserlerine dayanarak kaleme aldığı Bidâyetü'l-Mübtedi isimli eserinin şerhidir. 60 civarında şerh ve haşiyesi bulunan bu eser Hanefi literatüründe muteber kabul edilen eserler arasında sayılmıştır. Bu eserin şerhleri arasında Fethu'l-Kadir, el-İnâye, el-Binâye, el-Kifâye, Gayetü'l-Beyân, Mirâcü'd-Dirâye'yi sayabiliriz. Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Özel, a.g.e., s.57. 103 Mutlak: Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunmayan lafızdır. (Zekiyyüddin Şaban, a.g.e.,316.) Mutlak hâss bir lafızdır ki,delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder. Mutlak ile âmm lafız arasında şöyle bir fark vardır. Mutlak, delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, âmm ise delalet ettiği fertlerin hepsini ihata eder. Bk. Fahrettin Atar, Fıkıh Usûlü, 4.Baskı, İstanbul, Marmara Ünv. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, 1998, s.175. 104 Mukayyed: Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte, kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunan lafızdır. (Zekiyyüddin Şaban, a.g.e.,316 ) Mukayyed, bir vasıf, bir hal, bir gaye veya bir şart kaydına bağlı olarak kendi cinsinden belli olan bir medlule delalet eden hâss bir lafızdır. Bk. Atar, a.g.e.,s.175. 105 Ebul'berekât Hafîzüddin Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (ö.710/1310)'nin fıkha dair kaleme aldığı meşhur eseridir. Bu eser Hanefi literatüründe "Mutûn-u Erbea (Dört Muteber Kitap)" içerisinde sayılmaktadır. Bu eser Nasır b. Muhammed el-Kirmânî tarafından Farsçaya da tercüme edilmiştir. 57 metinlerinde açıklama yapan müellifler tarafından mutlak olan lafızları mukayyet olan lafızlara hamledildiklerini görürsün. El-Kâfi ve ona benzeyen bazı eserlerde metinleri şerh edenler aynı zaman da o eseri telif eden müellif konumundadır. MAKSAT: Maksat bölümünde güvenilir rivayetlerin nakledilmesi ve bunlarla alakalı olan konuların sunumları vardır. O rivayetlerden birisi Alâü’d-din ebu Bekr el-Kâsânî’nin, Bedâyi‘ ’isimli eserinde anlattığı konulardır. Bu eser, kendisinden Mısır ve Şam müftülüğü görevlerinde bulunmuş İmam Ebu Abdullah es-Sürûcî gibi birçok âlim ve üstün şahsiyetli araştırmacıların nakilde bulunduğu bir eserdir. Hatta İmam Sürûcî, Hidaye üzerine yazdığı şerhinde diyor ki; “El-Muhît adlı eserin yazarı, taharet konusunda niyet sünnettir” ve bu görüş el-Bedâyi’, et-Tuhfe, elGunye'de de aynı şekilde zikredilmiştir. Hidaye yazarı el-Merğînânî de bu görüş hakkında onlarla aynı kanaati paylaşmıştır. Bu bağlamda şöyle devam ediyor; “Velânın sabit olmasının şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür olmamasıdır’ eğer anne asli hür bir kadın olursa, -daha önce değindiğimiz gibi isterse baba, azat edilmiş bir köle olsuno kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez. Gerçek şu ki, çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Anne asli hür olduğu zaman anne ve çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur. Şayet anne azat edilmiş bir cariye, baba da azat edilmiş bir köle olurlarsa, çocuk velâ konusunda babaya tabi olur. Bunun sonucunda çocuğun velâsı babanın efendisine aittir, annenin efendisine ait değildir. Çünkü velâ nesep gibidir, nesepte asıl olan da babadır.” Bana göre; bu meselenin doğru ifadesi, asli hür kavramıyla kastedilen ikinci mana106 ile ifade edilen asli hürlük kavramıdır. “Çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur” sözü de görüşümü desteklemektedir. Şerhleri arasında Tebyînü'l-Hakâik, Remzü'l-Hakâik, Şerhu Kenzü'd-Dekâik, el-Bahru'r-Râik ve enNehru'l-Fâik sayılabilir. Bk. Ahmet Özel, a.g.e., s.74-75. 106 Kesinlikle kendi asılında (usulünde) köle bulunmayan kimsedir. 58 Anlaşıldığı üzere velâ mülkiyetin sona ermesine bağlı olan bir durumdur. Mülkiyetin ortadan kalkması ise bir vasıta (bağ) ile olur. Bu vasıta da ancak anne tarafından olur. Anne ikinci mana ile ifade edilen asli hür olursa, çocuk üzerinde mülkiyet sabit olmaz ve onun üzerinde velâ hakkı gerçekleşmez. Şayet denilirse ki, bu durum çocuğun üzerinde ancak anne tarafının velâ hakkına sahip olabileceğini gerektirir. Hatta çocuğun her iki tarafında da (anne ve baba tarafında) kölelik durumu olsa, velâ hakkının babanın tarafına değil de anne tarafına ait olması zorunludur. Bununla ilgili açıklama “Çocuk vela konusunda babaya tabidir” görüşünün geçtiği yerlerde karşılıklı görüşler açıklığa kavuşturulmuştur. Bize göre; çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olması, çocuğun velâ konusunda da anneye tabi olmasını gerektirir. Ancak anne ve baba tarafının her ikisinde de hürriyetin mevcut olmamasından kaynaklanan bir eksiklik varsa, o durumda “Velâ nesepten bir parça gibidir” hadisine itibar edilir ve vela hakkı konusunda baba tarafı tercihe şayandır. Sonuç olarak, bu konu hakkında iki temel kural yerleşmiştir. Her ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gereklidir. Şimdi bu iki kuralın neler olduğuna bakalım; A-Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. B-Velâ, nesebin unsurlarından bir parça gibidir. Çocuğun annesi tarafında kölelik olmamışsa çocuk anneye tabi sayılır. Çocuğun üzerinde hiçbir kimsenin velâ hakkı olmaz. Çünkü vela hakkı köleliğin sonuçlarından bir tanesidir. Eğer anne ve baba tarafının her birinde kölelik olursa, nesebin kuvvetli olması dikkate alınır ve böylece velâ hakkı baba tarafının lehinde sabit olur. Bu görüş aynı zaman da Merğînânî'nin Hidaye'sinde zikrettiği görüştür. Eğer anne ve baba azat edilmiş olurlarsa değerlendirmede baba tarafı esas alınır, çünkü anne ve baba durumları bakımından eşittirler. Tercih edilen görüş ise velânın nesebe benzemesinden ötürü veya yardım ve destek baba tarafından daha çok olacağından dolayı baba tarafıdır. Hatta babanın nesebi Arap olmamasından dolayı zayıf kabul edilen bir asli hür olmakla beraber anne de azat edilmiş bir kadın olsa, Ebu 59 Hanife ve İmam Muhammed’e göre velâ kadının tarafına ait olur, Hidaye ve diğer kaynaklarda da bu şekilde anlatılmaktadır. Hidaye'nin dışında kaynak olarak gösterilen eserlerden birisi olan Tekmile isimli eserin şerhinde Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâbûrî’den nakledildiğine göre “Eğer anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, çocuğun üzerindeki vela hakkına dair hüküm annenin efendileri lehinde verilirse, bu hüküm hakkaniyetten uzak zayıf bir hüküm ifade eder” denilmiştir. Burada İmam Nisâbûrî, bu görüşüyle annenin muvâlât akdi yapmış bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Çünkü anne asli hür olsaydı çocuk üzerinde velâ sabit olmayacaktı. Anne ve babadan herhangi biri asli hür olursa doğacak çocuk üzerinde anne ve baba tarafından herhangi biri için velâ hakkı düşünülemez. Anne asli hür olunca çocuk hürriyet konusunda anneye tabi kabul edilir, eğer baba asli hür olursa çocuk nesep bakımından babaya tabi kabul edilir. Velâ nesepten bir parça gibi kabul edilir. İmam Nisâbûrî sözlerine devam ederek, bizim “Hürrü'l-asıl” sözümüzle kastettiğimiz, “Asli hür olan kişinin Arap olmasıdır”, çünkü Araplar üzerinde kölelik geçerli değildir. Benim görüşüm ise; imam Nisâbûrî’nin, “Hürrü’l-asıl olan kişi Arap olmalıdır çünkü Araplar üzerinde kölelik geçerli değildir.” sözünü kendi ifadesinde yer alan "Baba asli hür olduğu zaman çocuk nesepte babaya tabi olur" kısmını hiç dikkate almaksızın söylediği bir söz olarak görüyorum. Ona cevap olması bakımından ve dile getirdiği görüşlerin kapsamında değerlendirilmek üzere “Çocuğun asli hür olan ancak Arap olmayan babaya da tabi kabul edilmesi zorunludur” ilavesini söylemek istiyorum. Bu durumda anne azat edilmiş bir kadın olsa dahi çocuk üzerinde anne tarafına ait bir velâ hakkından söz edilemez. Yukarıda anlatılanlar Hidaye’de ve diğer kaynaklarda açıklananların aksini yansıtmaktadır. İmam Nisâbûrî, babanın asli hür olmasındaki kastını nesebi daha kuvvetli olan Arap olmaya yönlendirmiştir. Çünkü Araplar, kendileri aleyhinde nesebin zayıf kabul edilmesine sebep olan köleliği geçerli 60 saymazlar. Çünkü onlar üzerinde savaş ve İslama girmenin dışında başka bir seçenek yoktur. Eğer ki, anne tarafından Arap olmaya itibar edilmez denilirse, bizim görüşümüz; annenin Arap olmasından maksat nesebin kuvvetlendirilmesidir. Zaten anne tarafından nesep bağı yoktur. Nesep konusunda annenin ele alınması nesebin kuvvetliliğini artırmak sayılabilir. İmam Nisâbûrî’nin "Annenin muvalat akdi yapmış olan birisini kastetmiş olması” sözünün Hidaye yazarı Merğînânî'nin görüşlerine muhalif olduğu söylenemez. Merğînânî Hidaye'de bu meselenin temellerini ortaya koymak üzere “Anne ve baba tarafının efendileri çocuğun velâsı hakkında anlaşmazlığa düşerlerse… (Onun hükmünü annenin efendileri lehinde verilmesi hakkaniyetten uzak bir hüküm ifade eder)” görüşünü kabul ederek dedi ki; bir mükâtebe akdi yapan köle, hür bir kadından oğlu olduğu halde ölse ve mükatebe anlaşmasına ait borcunun ödenmesi için bir miktar para bıraksa… ” annenin muvalat akdi yapan bir kadın olması çocuğun hür olmasına muhalif bir durumdur. Bizim görüşümüze göre ise onun hür olmasına aykırı bir durum değildir. Çünkü muvalat akdi yapan kadın, ya azat edilmiş bir cariyedir ya da azat edilmiş bir kadından doğmuş olan bir kadındır. Bu söylenenler mukaddime bölümünde anlatılan ikinci mana olarak ifade edilen asli hürriyet kavramını doğrulamasa da, her iki takdire göre de hür bir kadın olduğunu doğrulamaktadır. Mukaddime bölümünde bu konuya dair kaydedilen görüşlerden bazıları şunlardır; İmam Şemsü’l-eimme Serahsi Vecizü’l-Muhît isimli eserinde: "Şayet anne hür, baba da azat edilmiş olursa, çocuk üzerinde veladan söz edilemez." demektedir. Bana göre; bu görüş “Hür kadın” kavramını tam olarak kapsamamaktadır. Çünkü bu görüşte 'hür kadın’ kavramı mutlak olarak kullanılmıştır. Ancak bu görüşten yola çıkılarak verilecek bir hüküm sadece kavramın bir kısmını ifade etmiş olacaktır. O da mukaddime bölümünde anlatılmış olan ve ikinci manayı ifade eden 'asli hür’ kavramını karşılamaktadır yoksa birinci manayı ifade eden 'asli hür’ kavramı değildir. 61 Yoksa mutlak olarak kullanılan “Asli hür” kavramıyla çocuk üzerinde velânın olmayacağına dair verilecek dair hüküm doğru olmaz. Çünkü birinci manada anlatılan “Asli hür” ile azat edilmiş bir babadan olacak çocuğun üzerinde baba tarafına ait velâ hakkı bilinmektedir. Belki de İmam Serahsî'nin bu mana hakkında ileri sürdüğü görüşünü gösteren, açık iki cümleden oluşan cümlesinde ikinci manayı ifade eden 'asli hür’ kavramını kastetmiştir. Bilindiği üzere, bir mana hakkında zahir ve mutlak olan lafızların yerine, kat'i ve mukayyet olanların konulması gerekir. Diğer bir görüşte; Şeyh Ebu Muhammed Mes’ud b. Hüseyn, Mes’ûdî ismiyle meşhur olan Muhtasar isimli eserinde şunları söylemektedir: "Annesi hür olan bir kimse üzerinde hiçbir kimse lehinde velâ hakkı yoktur, o kişi velâ anlaşmasını dilediği bir kimse ile yapabilir." Buna dair benim kanaatim ise bu görüşte dile getirilenler benim söylediklerim hakkında zahir ve mutlak olan ifadelerdir. Daha önce geçtiği üzere bu mesele hakkında, kat’i ve mukayyet olan ifadelerin zahir ve mutlak olanların yerine konulması gereklidir. FASIL: Bu bölümde, gayet açık olan bir mesele hakkında doğru ve net olan ifadelere karşı önceki bölümlerde geçen rivayetlerin ihtilafları gösterilerek ortaya konulması ve konunun işlenmesinde dikkatli bir çalışma yapıldığı hatırlatılarak doğru olan görüş hakkında muhalif bir düşüncenin olmadığının beyan edilmesi vardır. Münye isimli eserde denildi ki; “Çocuk, annenin ârızî ya da asli hür olmasına bağlı olarak asli hür olmuş ise onun üzerinde velânın gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait olabilir.” Sonra devam edilerek şöyle denildi; ”Baba asli hür olursa babanın tarafına ait velâ hakkı yoktur ve aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına ait velâ hakkı yoktur. Çünkü asli hür olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez. Bu aktarılan ifadelere dair benim diyeceklerim şunlardır: 62 Yukarıda ifade edilen görüşten ilk bakışta anladığım; anne, mutlak manada kullanılan asli hür olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının sabit olması caizdir. Münye’de anlatılan olay buna benzer değildir. Bilakis burada kullanılan “Asli hür” kavramının maksadı, mukaddimede anlatılan ve birinci manayı karşılayan “Asli hür” kavramıdır. Buna dayanak olması bakımından; azat edilmiş olarak hürriyetine kavuşmuş ve ârızî hür sayılan bir kadından doğan çocuk, asli hür kabul edilmiştir ve “Asli hür” kavramı “Ârızî hür” kavramının karşılığında kullanılmıştır. Bunlarla, benim anlattığım doğrular arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Velâ hakkının baba tarafına ait olmasının şekli şöyledir: Babanın nesebinde kölelik olursa ve çocuk da azat edilmiş bir kadından ya da azat edilmiş bir kadının kızından doğmuş olursa bu durumda vela hakkı babanın tarafına ait olur. Velânın anne tarafına ait olmasının şekli ise şöyledir; Baba asli hür olan bir Nebti (Nabatlı) olursa, ve hür bir kadınla evlenirse ya da azat edilmiş bir kadının kızı ile evlenirse, çocuğun velâsı, birinci durumda ittifakla babanın tarafına ait olur, ikinci durumda ise; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre anne tarafına ait olur. Münye isimli eserde: “Şayet baba asli hür olursa baba tarafına ait bir velâ hakkı yoktur. Aynı şekilde anne de asli hür olursa anne tarafına ait bir velâ hakkı yoktur.” şeklinde ifade edilen hürrü’l-asıl ve hürretü’l-asıl kavramları iki açıdan değerlendirilmeye tabi tutulmak suretiyle mukaddime bölümünde anlatılan ve ikinci manada kullanılan asli hürlük tanımı çerçevesinde yorumlanmalıdır. Galiba bu cümlelerin müellifi bu kavramlarla ilgili olarak ıstılaha dair açıklamalara ve ıstılahi kullanımla rivayetler arasındaki uygunluğa dikkat çekmek istemiştir. Tatarhaniyye'de ifade edilen görüşler ıstılahi açıklamalarla, ıstılahla rivayetler arasındaki uygunlukla alakalıdır. Şöyle ki; eğer iki kişi şu mesele hakkında iddiada bulunan şahıs için şahitlik yapsalar: "Bu adam davacının babasıdır ve şu ölen kişinin babasını azat eden kişidir. Aynı zamanda ölen kişinin babası da azat eden kişinin mülkündedir. Daha sonra azat edilen kişi (mu’tak) ölse ve yukarıda geçen ölü oğlunun hür bir kadından olan bir oğlu 63 (torunu) kalsa, dedenin mirasıyla ilgili hüküm davacının lehinde verilir. Bu konu üzerinde Benim kanaatim ise; buradaki bahsedilen hür kadından maksat, birinci manayı ihtiva eden asli hürlüktür. Daha önce anlatılanlara ait herhangi bir muhalefet de yoktur. TEZNİB: Bu bölümde, Attâbî’nin eseri olan Câmiu’s-sagîr şerhinden sonra kaleme alınan bazı kitaplarda zikredilen görüşlerin nakledilmesi ve bunlara karşı söylenen görüşlerin sunulması vardır. Bu bağlamda adı geçen eserde denildi ki; Bir kişinin anne ve babası Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli hür (hürrü’l-asıl)’dür. Onlar üzerinde köleleştirme uygulaması yapılamaz. Yine buna benzer olarak, bir kişinin anne ve babası hürrü’l-asıl olan iki Nebti (Nabatlı) olsalar ya da baba asli hür olan bir Arap veya Nebti (Nabatlı) olsa ve anne de azat edilmiş bir kadın olsa, kesinlikle çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez. Çünkü çocuk babaya tabidir. Eğer anne Arap olsa ve baba da Müslüman bir Nebti (Nabatlı) veya azat edilmiş bir köle olmakla beraber bir kişiyle velâ anlaşması yapsa veyahut anne ve baba azat edilmiş olsalar, çocuk babasını azat eden efendiyle vela ilişkisinde olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi velâ konusunda da babaya tabidir. Buraya kadar anlatılanlarda İhtilaf olmamakla birlikte annenin azat edilmiş bir kadın (mu’taka) ve babanın da herhangi bir kişiyle dostluk anlaşması (mevlâ’l-muvalat) yapmış olması durumunda tartışma vardır. Bana göre bu konu hakkında araştırma yapılması gereklidir: Birinci olarak; Yukarıda bahsi geçen ifadelerden; “Baba asli hür olarak Nebti (Nabatlı) veya Arap olursa ve anne de azat edilmiş bir kadın olursa, çocuk üzerinde hiçbir kimse için velâ hakkı yoktur” sözü aktarılmıştır. Bu sözün, “Bir kişinin anne ve babası Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli hürdürler. Onlar üzerinde köleleştirme uygulaması yapılamaz” sözünün kapsamına dâhil edilerek Nebti 64 (Nabatlı) olan birisinin Arap olanla birlikte değerlendirilmesi iki açıdan doğru olmayan bir görüştür. 1- Öncelikle bu ifadeler mevcut rivayetlere muhaliftir. Mebsut ve diğer kaynaklarda; “Şayet anne azat edilmiş bir kadın olur, baba da hür, Müslüman ve hiçbir kimse tarafından azat edilmemiş bir Nebti (Nabatlı) olursa, Ebu Hanife ve Muhammed'e göre; çocuk anneyi azat eden efendinin velası altındadır. Babanın birisiyle velâ anlaşması yapması durumu da aynen bunun gibidir. Ebu Yusuf’a göre ise; iki durumda da çocuk babanın mensup olduğu topluluğa ait olduğu halde annenin efendileriyle vela ilişkisinde olamaz. 2- Bilindiği üzere bu görüş Hidaye’de anlatılan görüşlere de aykırıdır. Çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir. Velâ ise mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanır. Anne azat edilmiş bir cariye olursa çocuk mülkiyetin ortadan kalkması konusunda anneye tabi olur. Mülkiyetin sona ermesi ise annenin efendisi aracılığıyla gerçekleşir. Bu durumda velâ da sadece annenin efendisine ait olur. İkinci olarak; Yine yukarıda anlatılan ifadelerden; “Anne Arap bir kadın, baba da azat edilmiş bir köle olduğu zaman çocuk babanın efendisinin velası altında kabul edilir.” görüşü batıldır. Çünkü bu görüş sahih rivayete ve sarih dirayete açık bir şekilde muhalefet içerisindedir. Sahih rivayetlerden anlaşıldığı üzere ilk olarak yukarıda bahsi geçen cümlede ifade edilen açıklamalarda yer alan anne –özellikle Arap bir kadın olarak- asli hür olursa o kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur. İkinci olarak yukarıda açıklamalarını yaptığımız görüşlerden; “Çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir”, “Velâ mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanmaktadır” ve “Babanın mülk oluşu çocuğa geçmez” ifadeleri bilinmektedir. Bunlarla beraber annenin asli hür olması –özellikle Arap olması- durumunda çocuk üzerinde vela hakkı nasıl sabit olur. Bu durumda çocuk üzerinde vela hakkı ihdas etmek sarih dirayete aykırı bir durum olmaktadır. Bilinen o ki, bu konuda rivayetlerin ihtilaflı gibi gözükmesi onların 65 bu konuda zikredilen rivayetin başka bir manaya hamledilmesi ihtimalinden kaynaklandığını göstermektedir. Üçüncü olarak; “Çocuk velâ konusunda babaya tabidir” sözü batıldır. Çünkü bu ifade kavramın kullanımına uygun değildir. Hâlbuki anne azat edilmiş bir cariye olması halinde her iki taraf (anne ve baba tarafı) içinde nesep zafiyeti meydana gelmiş olacaktır. Baba tarafının nesep olma özelliği taşıdığından dolayı onun tercih edilmesi daha uygundur. Bu mesele Hidaye’de de aynen bu şekilde açıklanmıştır. Dördüncü olarak; Annenin azat edilmiş bir kadın (mu’taka) ve babanın da herhangi bir kişiyle dostluk anlaşması (mevlâ’l-muvalat) yapmış olması durumunda kesinlikle ihtilaf vardır” sözünde kullanılan “kesinlikle ihtilaf vardır” ifadesindeki hasr, Mebsut’tan naklettiklerimize ve Ebu Yusuf’un bu eserde naklettiğimiz iki konu hakkındaki ihtilafına da muhaliftir. Câmiûl-kebir’in şerhlerinden bazılarında anlatılanlara da muhaliftir. Bu konu hakkında Câmiûl-kebir’in şerhlerinin bazılarında şu ifadeler yer almaktadır; “Erkek Nebti (Nabatlı) olsa ve herhangi bir kavimden olan bir kadın ile evlense, erkek isterse mevla’l-muvâlât yapabilir, isterse yapmaz. Çocuk, velâ-i atâka konusunda ise Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in görüşlerine göre anneye tabidir. Ebu Yusuf ise, babanın Arap olması durumu hakkında söylediklerimiz gibi çocuk babaya tabi olur demektedir. Aynı şekilde Kâfi'de, Hidaye'nin şerhinde, Zâ‘d isimli eserde ve Akta‘ın şerhinde ifade edilen görüşlere de muhaliftir. Adı geçen eserlerde konu hakkında iki açıdan meydana gelen ihtilafların açıklanmış oldukları aşikârdır. Yukarıda bahsi geçen hasr ifadesine ne sayılan eserlerde, ne de bunların dışındaki eserlerde rastlanmamıştır. Sadece Attabi'nin kitabında bu ifadeler yer almaktadır. Doğru ve isabetli hüküm vermekle muttasıf olan, insaf sahibi ve hakkı ile değerlendiren bir yazar gayet iyi bilir ki; mezkûr görüş kendi içinde rivayet ve dirayete muhalif durumdadır. Sahih rivayet ve sarih dirayete karşı da bu iki muhalif görüş gayet zayıf ve hafif kalmış durumdadır. Bunun gibi görüşlerle 66 bir konu hakkında nasıl delil getirilebilir ve delilin o konuyu desteklemesi nasıl sahih olabilir. Ayrıca bunlarla bir konuyu desteklemek ve kuvvetlendirmek mümkün olamaz. Buraya kadar anlattıklarımızı özetleyecek olursak; 1-Anne ve baba ikinci manaya gelen asli hür olurlarsa, çocuk üzerinde velâ hakkı olmaz. 2-Anne ve baba azat edilmiş olurlarsa veya anne ya da babanın asıllarında azat edilmişlik varsa, velâ hakkı babanın tarafına aittir. 3-Baba azat edilmiş olursa veya onun aslı azat edilmiş olmakla beraber, anne de ikinci manaya gelen hür bir kadın olursa -kadın ister Arap olsun, ister Arap olmasın hürlük açısından eşittir- çocuk üzerinde babanın kavmine ait velâ hakkı yoktur. 4-Anne azat edilmiş bir kadın, baba da asli hür olan Arap olursa, çocuk üzerinde annenin kavmine ait bir velâ hakkından söz edilemez. Eğer baba Arap değil de başka bir ırka mensup olursa; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre, velâ annenin kavmine ait olur. Ebu Yusuf bu görüşe muhalefet etmiştir ve velanın babanın tarafına ait olacağını savunmuştur. Bu risale vela konusu hakkında Vehhâb olan Allah’ın –O Allah ki, kullarından zayıf olanlara doğru yolu gösterendir- yardımıyla dikkatli bir inceleme ve araştırmadan sonra benim tarafımdan meydana getirilmiştir. Bu risalenin, en güzel şekilde oluşturulması ve düzenlenmesi, gözden geçirilip kontrol edilmesi ve çok dikkatli bir şekilde sunulması hususunda herhangi bir eksikliğin bulunmadığına dair ittifak edilmiştir. 67 II-MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” ""رﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ آﻮراﻥﻲ ﺏﺮ ّد ﻋﻠﻲ ﻡﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ رﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻء “Risâletün lî Mevlânâ Gürânî bi reddi a‘lâ Mevlânâ Hüsrev fî Risâleti’l-Velâ” (Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih bölümü, no:5366, vr.52–54) 68 Hamd, iyiliğini dilediği kimseyi dinde derin anlayış sahibi kılan ve onu doğru yol üzerinde bulunan imamların yolunda devam etmeye muvaffak kılan Allah’adır. Salât-ü selam, hakikati ortaya koyma sahasında büyük başarıları elde eden, hassasiyetli davranma yolunda fikirlerinin en güzellerini söyleyen Hz. Muhammed (sav)’in ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun. Bize ulaşan bu görüşler, müellifin Dürer ve Ğurer isimli kıymetli eserinde mevcuttur. Bundan sonra fazilet sahibi bir âlimin velâ yoluyla mirasçı olmak konusunda yeni bir risale kaleme aldığının farkına vardık. Müellif o risalede, zamanın âlimlerinin Hak yoldan ayrılarak sapıklığa düştüklerini ifade etmektedir. Kendisinin bu meselede bütün âlimlerin önüne geçerek tam manasıyla hepsine üstün geldiği zannı içerisindedir. Hâlbuki o, hayal vadisinde yolunu kaybettiğinin ve yazdığı her satırda yanıldığının farkında değildir. Bunun neticesinde o risale üzerinde derinlemesine düşündüğümüz vakit, müellifin dini savunmak için gösterilen bağnaz ve katı olan gayret duygusunun neticesinde bizden uzaklaştığını görmekteyiz. Bu meselenin aydınlatılması apaçık sabahın izzetli ışıklarından karanlığın ortadan kalkması gibi kesin rivayetlerle ve net bir akıl yürütmeyle olacaktır. O vakit güneşin, gören gözlerin karşısına dikildiği gibi deliller karşısında söylenecek hiçbir söz kalmayacak. Bu cümleleri çalışmamıza başlamadan önce Molla Hüsrev’in risalesinin başında değindiği hususlara karşı giriş olması sadedinde söylemekteyim. Molla Hüsrev diyor ki: “Bu devletin padişahları, Farz olan cihadı yaparak diğer İslam ülkelerinin idarecilerinden bu farzı düşürmüşlerdir. Böylece onlara üstün gelmişlerdir” Molla Hüsrev’den sadır olan bu söz kendi içerisinde riyakâr tavırlar barındıran batıl bir sözdür. Çünkü bir bölgede bulunan insanların cihad farzını yerine getirmeleri diğer bölgelerdeki insanlar üzerinden bu farzı düşürecek değildir. Muhakkak ki, Molla Hüsrev bir kısım usûl âlimlerinin; “Farz-ı kifaye herkesin üzerine vaciptir, bir kısmının fiili yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer” sözlerinden hareket ederek yanılgıya düşmüştür. Yine bu usûl âlimleri devam ederek bu sözün, “Cihad, farz-ı ayın olmamakla beraber gücü yeten herkesin üzerine 69 vaciptir” diyenlere bir cevap niteliğinde olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca 'herkes’ ifadesinden kastedilen onlar içinden cihadı yapabilme gücünü kendisinde bulan kimselerdir. Örneğin selama cevap verme konusunda olduğu gibi selamı alarak ona karşılıkta bulunma görevi dünyada yaşayan bütün Müslümanlar üzerine değil, sadece orada hazır bulunan kimseler üzerine vaciptir. Bunun peşinden örnek olarak ölünün yıkanması, cenaze namazı ve ölüyü defnetme işlemleri gösterilmiştir. Molla Hüsrev’in yanılgıya düştüğü hususlardan birisi de âlimlere karşı çıkarak; “Onlar köle azat etme işleminin gerçekleşmesi için görme (şehadet) ve işitme (sema‘) yeterlidir dediler. Bununla beraber bu konu hakkında âlimlerin ihtilaflarından kaynaklanan tartışmaları hatta hakkında icma’ olan hususlar üzerinde durmamışlardır” demektedir. Zayıf ve yetersiz bir şekilde dile getirilmiş olsa da, bu sözün doğrusu “Köle azat etme işleminin gerçekleşmesi bağlamında tanınma (istişhâr) ve duyulma (tesâmû‘) ile yetindiler” şeklinde olmalıydı ki, özü itibariyle hatalıdır. Üsrûşenî ve Ammâdî dediler ki: “Şemsü’l-eimme Serâhsî köle azat etme (ıtk) üzerine yapılan şahitlik meselesinin üzerinde ihtilaf edilmiş bir mesele olduğunu zikretmiştir. Aynı şekilde velâ konusundaki şahitlikte de ihtilaf edilmiştir.” Bundan dolayı bu konular üzerinde ne icma‘ vardır, ne de cumhurun görüş birliği vardır. Bundan dolayı Molla Hüsrev risalenin başında velâ konusuyla ilgili olarak cumhura karşı bir tutum içerisinde meseleye yaklaşmıştır. Zaten cumhur velâ konusundaki görüşlerinin hareket noktasını baba tarafı olarak benimsemişlerdir. Cumhur velâ meselesinde anne tarafının dikkate alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ederek anne tarafını görüşlerine hareket noktası seçmemişlerdir. Bu cümleler velâ meselesinde anne tarafını esas alan Molla Hüsrev hakkında açıklanmaktadır. Bu konu mühim ve muteber bir konudur. Molla Hüsrev'in bu meselede anne tarafını esas alması hem hadis’e, hem de fukahanın “Velâ meselesinde anne tarafı ancak zaruret halinde gözetilir” icma‘ına muhaliftir. 70 İnşallah meselenin izahına başladığımız zaman yukarıda saydığım eleştirilerin açıklamalarını ortaya koyacağım. Yukarıda söylediğimiz ifade meseleye başlamanın vaktinin geldiğini göstermektedir. a-İlk olarak konunun tartışmalı olan noktalarını açıklayacağım. b-Molla Hüsrev’in savunduğu ve iddiasını dayandırdığı delilleri anlatacağım. c-Daha sonra âlimlerden bir lütuf olarak hakkında hiçbir akıllı kimsenin muhalefet edemeyeceği öncülleri sunacağız. a-Tartışmalı olan yerler: Molla Hüsrev’in iddia ettiğine göre “Anne kendisinde ve usulünde hiçbir kimsede köleliğin bulunmadığı asli hür bir kadın olursa, kadının çocuğu üzerinde velâ hakkı yoktur. Baba, azat edilmiş (mu‘tak) dahi olsa durum değişmez.” Bu konuda Molla Hüsrev'in görüşlerini dayandırdığı delillerden birkaç tanesini burada ele alacağım. (1)-Velânın dayandırıldığı husus mülkiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü mülkiyetin ortadan kalkması velânın meydana gelmesinin sebebidir. Ayrıca mülkiyetin ortadan kalkması velânın sabit olmasının unsurlarındandır. Çocuk üzerinde mülkiyetin sabit olması ancak anne tarafından gerçekleşecek bir durumdur. Çünkü çocuk kölelik ve hürriyet konularında annesine tabidir. Eğer anne, kendisinde ve usulünden herhangi birinde köleliğin olmadığı bir kişi olarak asli hür olursa, baba tarafının çocuk üzerinde herhangi bir mülkiyet hakkı oluşmaz, baba tarafına ait bir velâ hakkından da söz edilemez. Çünkü velânın sebebi mülkiyetin ortadan kalkmasıdır.107 Molla Hüsrev’e “Âlimlerin velâ meselesinde anne asli hür olması durumunda velâ babanın efendisine ait olur.” sözünü yöneltecek olursak, bu durumda aşağıda sayacağımız öncüllerini sunmamız gerekecektir. Molla Hüsrev mukaddime bölümünde asli hür kavramını incelemiş ve bu kavramın fukahânın terminolojisinde iki anlamda kullanıldığını belirtmiştir. i-Kendisinde ve usulünün herhangi birinde köleliğin olmadığı kadın 107 Velâ, mülkiyetin son bulmasına dayandığı için, baba tarafının da çocuk üzerinde mülkiyeti olamayacağından dolayı velâ hakkını elde edecekleri bir sebepleri de kalmamıştır. 71 ii-Kendisi veya usûlünden herhangi birisinde azat edilmişlik (el-Itku’t-târî) özelliği bulunan kadın Bu bağlamda fukahâ asli hürriyetle beraber velânın sabit olacağı kanaatine varmışlardır. Bu ifadeleriyle -bana göre- ikinci kısımda açıklanan el-Itku't-târî kavramını kastetmişlerdir. Anlattığımız bu hususlar, risalenin baş tarafında mevcuttur. Bizim konuyla ilgili olarak diyeceklerimiz, velâ konusunda temel teşkil eden iki tane hadis-i şerifin dışında başka bir delilin olmadığıdır. Birinci hadis: “ ” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ108 bu hadisi, Hz. Peygamber (sav) mü’minlerin annesi Hz. Aişe’nin yakın dostu Berire’yi satın alması konusunda söylemiştir. Berire’nin efendileri, onu Hz. Aişe’ye, onun velâsının kendilerinde kalacak şekilde satmak istemişlerdir. Bu hadisi Müslim ve Buhari rivayet etmişlerdir. İkinci hadis: “ ” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ109 bu hadisi ibnü’l-Esîr Nihâye isimli eserde rivayet etmiştir. Diğer hadis âlimleri de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Birinci hadise gelelim: Hadis âlimleri, ( ) ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖlafzının tüm azat eden kişileri kapsayacak âmm bir lafız olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu söz, azat etme esnasında şart koşulmadığı takdirde umumi mecaz niteliği taşıyan lafızlardandır. Şöyle ki; bir kişi bir insanı azat ettiği zaman velânın gerektirdiği neticeler sirayet eder. Yani azat eden kişinin (mu‘tikin), azat edilen kişinin (mu‘takın) çocukları üzerinde velâ yoluyla mirasçı olabilmesidir. Ne kadar aşağı inilirse inilsin durum aynıdır. Aynı zamanda velâ hakkı ile mirasçı olmak, azat eden kişinin asabeleri arasında geçebilmektedir. Bunlar usûl ve fürû’ olarak veya birbirine mirasçı olan çok yakın dostlar olarak nasıl mirasçı olabilmektedirler. Bütün bu söylenenlerin üzerine, diğer mezheplerin fukahası tarafından her tabakasında velâ meselesi bilinmektedir. Onlardan hiçbiri velâ yoluyla miras alabilmenin şartı olarak annenin asli hür olmamasını şart koşmamışlardır. İkinci hadis: “ ” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐNihâyetü’l-Hadis ve Hidaye’nin şerhinde (Nihaye’de) denildi ki; bu hadisin manası usûl ve fürû’dan olan 108 109 “Velâ azat eden kişiye aittir.” “Velâ nesepin parçalarından bir parça gibidir.” 72 kişiler hakkında velânın yayılmasıdır (genişlemesidir). Velanın bu özelliği nesebin yayılmasına ve onun karışmasına benzer. Hatta onun genişleyerek karışması, karışmanın aşırılığından dolayı değişik parça ve kumaşlardan dokunmuş bir elbise gibi tek bir şey gibi olur. Çünkü söz istiare-i mekniyye110 özelliğindedir. İbnü’l-Esîr dedi ki: İkinci hadisteki ““ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐifadesi ““ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﺜﻮب şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu bir diğerine benzetmedir, istiare değildir. Yine İbnü’l-Esîr devam ederek, “Lâm harfinin fethalı ve zammeli okunması şeklinde de rivayet edilmiştir.” demektedir. Kıyasa göre kadınlarında bu hadisin açılımından sağlanan hükme müşterek olmaları gerekir. Ancak bir başka hadiste Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kadınlar için velâ hakkı yoktur. Ancak azat ettiklerinin ya da azatlılarının azat ettiği kimselerin veya mükâtebe kıldıklarının ya da mükateblerinin kitabet akdine bağladıkları kimselerin veya müdebber kıldıklarının veya müdebber kıldıklarının tedbir yaptıkları kimseler üzerinde kadınlarda velâ hakkına sahip olurlar.” Murtaza el-Muhakkik Feraiz şerhinde “Bu hadis, kendisinde şazlık bulunmasına rağmen, sahabenin büyüklerinin rivayet etmesiyle kuvvetlenerek meşhur hadis seviyesine yükselmiştir” yönünde kanaatini belirtmiştir. Bazı Hidaye şârihleri, Ebu Yusuf’un İbn Mes’ud, Şüreyh ve enNehaî’den naklederek onların; velânın hükmü, mirasın hükmü gibidir dediklerini aktarmışlardır. Eğer bu söyleyecek olursan, ben de buna; belki de bu hadis o zevata ulaşmamıştır derim. Ancak Murtaza el-Muhakkik Feraiz şerhinde, İbn Mes’ud’un bu hadise muvafık bir görüşte olduğunu nakletmektedir. Belki de bundan sonra hadise ulaşmıştır. Konuyla ilgili hadisleri ve bir kısım âlimlerin görüşlerini aktardıktan sonra, Molla Hüsrev’in delil olarak ileri sürdüğü görüşlerin yanlış (batıl) oluşlarını açıklamaya geçebiliriz. Molla Hüsrev’e göre: 110 İstiare-i mekniyye: Türkçede buna “kapalı istiare” denilmektedir. Müşebbeh bih (kendine benzetilen)’in lafzı hazfedilip, kendisiyle ilgili bir hususla ona işaret edilen istiaredir. Daha geniş bilgi için bk. Nusrettin Bolelli, Belâğât-Arap Edebiyâtı, 3.Baskı, Marmara ünv. İlahiyat Fak. Yayınları, İstanbul, 2001,s. 84. 73 i-“Velâ, mülkiyetin ortadan kalkmasının sebebidir” sözü doğrudur. Çünkü kölelik ile beraber velâ hakkı arasında bir alaka kurulamaz, ii-“Çocuk kölelik ve hürriyet konularında anneye tabidir” sözü doğrudur. iii-“Çocuk üzerinde babanın efendisine ait bir mülkiyet (hak) yoktur” sözü doğrudur. iv-“Baba tarafından mülkiyetin olmaması durumunda mülkiyetin son bulması diye bir şey düşünülemez. Ancak anne tarafından düşünülebilir” sözü doğrudur. v-“Anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk üzerinde velâ hakkı düşünülemez” sözü doğrudur. Bu mukaddimeler (öncüller) daha önce açıklamaları geçtiği üzere bağlayıcı değildir (gayr-i lazımdır). Bağlayıcılığın olmamasının açıklaması, velâ kavramının lügat ve şer’i olarak bilinmesine dayanır. Lügat bakımından: Velâ, yakınlıkla ilgili bir kelimedir. ( )وﻟﻲkelimesinin mastarıdır. Şer’i bakımından: Hidaye’nin şerhi Nihâye’de, Kâfi ve Naf’î’in şerhlerinde, velâ karşılıklı yardımlaşmayı ( ) اﻟﺘﻨﺎﺹﺮifade eden kavramdır. Karşılıklı yardımlaşma ise mirasçı olmanın ve bağ (alâka)111 kurmanın illetidir. Her ikisi de kadınlarla değil, erkeklerle ilgilidir. Yine aynı şekilde Hz. Peygamber’in:” “ ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐhadisi de erkeklere has bir durum olduğunu göstermektedir. Çünkü nesep babaya atfedilir. Ancak çocuk, babasının köle olması durumunda anneye nispet edilir. Bunun dışında çocuğun anneye nispet edilmesi olamaz. Bu ifadeye benzer ifadeler Kâfî ve Nihâye’de de hasr bildiren tarzda kullanılmıştır. Fakat babadan kölelik kalkarsa, çocuğun anneye nispet edilmesi tartışmasız bir şekilde ortadan kalkar. Annenin asli hür olması ile ârızî hür olması çocuğun anneye nispet edilmesinin kesilmesini 111 Burada kastedilen bağ/alaka; Vela-i Atâka’da köle ile efendisi arasında, muvalat akdinde Mevlâ esfel (kimsesi olmayan) ile Mevlâ a’lâ (yardımı istenen kişi) arasında hükmi bir yakınlık ve ünsiyet meydana getirmeyi hedefleyen hukuki bir yardımlaşmadır. Vela konusunda bu hükmi yakınlık neticesinde mirasçı olabilme hakkı gerçekleşmektedir. 74 engellemez. Mülâane (liân)112 davasındaki çocuğun durum bunun tersinedir. Liân yapan kişinin (mülâin) yalan söylediği anlaşılırsa, çocuğun anneye nispet edilmesi kesilir ve babaya nispet edilir. Biz, “Velâ mülkiyetin son bulmasının sebebidir” sözünü şer’î olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olarak yorumluyoruz. Karşılıklı yardımlaşma kadınlar tarafından olamaz. Mirasçılık (irs) ve diyet için bağ ve ünsiyet kurma (akl)113 ifadesi karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve nesep ilişkisi kurmak (nispet)114 kavramlarıyla illetlendirilmiş oldukları üzerinde ittifak edilmiştir. Karşılıklı yardımlaşma (Tenâsur) ve nesep bağı (nispet) erkeklerin sahip oldukları özel durumlardır. Bu konu hakkında annenin asli hür olması ile asli hür olmamasının herhangi bir etkisi yoktur. Mülkiyetin sona ermesinin ise mirasçı olma konusunda etkisi vardır. Çünkü mülkiyetin sona ermesi, şer’i olarak yardımlaşma sayılan vela’nın sebebidir. Vela hakkı ise mirasçı olma (irs) ve diyet için bir bağ kurmanın (akl) illetidir. Eğer “Çocuk üzerinde babanın efendilerine ait bir mülkiyet yoktur. Bunun neticesinde onlar ile çocuk arasında hangi bağdan dolayı ona mirasçı olma hakkını elde etmektedirler?” şeklinde bir soru yöneltecek olursan, ben bu soruyla ilgili olarak; “Velâ şer’i olarak yardımlaşmayı ifade eden bir kavramdır. Yardımlaşma da mirasçı olmanın illetidir.” Cevabını veririm. Bu sorunun bu açıklamaların dışında başka açıklama gerektirecek yönü kalmamıştır. Arızî hürriyetle ilgili olarak ortaya çıkan çelişkili durum da aynı şekilde cevaplamaya gerek kalmaksızın reddedilir. Çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir. Babanın efendilerine ait bir velâ hakkı da yoktur. Bunları söyledikten sonra velanın babanın efendilerine ait olduğunu söylemek muhalif olmayı kabullenmektir. Molla Hüsrev’in açıklamaları mantıkçıların sözleriyle benzerlik arz ettiği bir gerçektir. Mantıkçılar; (a), (b)'nin illetidir. (b)'de (c)'nin illetidir. (a) ile (c) arasında hiçbir illiyet/alaka yoktur. Aynı zamanda (a)'nın (c)'ye tesiri de yoktur. 112 Karısından olan çocuğun kendisine ait olmadığını iddia eden kişinin açmış olduğu dava. Daha geniş bilgi için bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.260. 113 Muvalât anlaşması yapan kişinin meydana gelebilecek ve kısası gerektirmeyecek tarzdaki bir cürmünün sorumluluğu olan diyet borcunu ödemesi için mevlasına olan bağını ifade eder. 114 Nesepi sübûta erdirme işlemidir. 75 Şayet illet olan bir durum diğer bir illetin illeti kabul edilecek olursa burada mülkiyetin sona ermesi, karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden velânın illeti olması buna benzemektedir. Velâ da mirasçı olmanın ve nesebin babaya nispet edilmesinin illetidir. Molla Hüsrev, hür bir kadından doğan çocuk hakkında Nihaye’de ve ona yakın ifadelerin Kâfi’de: “Çocuk hür kadının bir parçasıdır. Çocuk annesinden hür olarak ayrılır. Sonra velâ nesep gibidir. Çocuk nesep bakımından babaya nispet edilir. Bundan dolayı velâ konusunda ise çocuğun, babasının nispet edildiği kimseye nispet edilmesi gereklidir. Baba azat edildikten sonra velâ hakkı ile beraber onu azat eden kişiye nispet edilir. Aynı şekilde çocuk üzerindeki vela hakkı da babasını azat eden kişiye nispet edilir. Âlimler çocuğun annesinin asli hür olması ile ârızî hür olmasını arasında hüküm açısından hiçbir ayırım yapmamışlardır.” şeklinde açıklamaların olduğunu kaydetmiştir. Güneş iki gözün karşısında doğmuştur ve Molla Hüsrev’in hayal ürünü olarak tasarladığı şeylerin tamamı kaybolup gitmiştir. Tuhaf olan şey, Molla Hüsrev’in bütün bu açıklamaları bazı Câmi’usSağîr şerhlerinden nakletmiş olmasıdır. Molla Hüsrev diyor ki: “Anne ve baba ikisi de Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur. Çünkü Araplar asli hürdürler. Anne Arap, baba ise azat edilmiş birisi olursa, çocuk babanın efendilerinin mevlasıdır.115 Çünkü çocuk nesepte olduğu gibi velâda da babaya tabidir.” bu ibare o şerhlerden nakledilen açıklamalardandır. Bunları söyledikten sonra, “Bu ifadeler akıl yürütmeye ve sahih rivayete muhalif olduğundan dolayı batıldır.” şeklinde bir açıklama getiriyor. Onun akıl yürütmesine gelince, bana göre bunlar kuruntulardır. Batıl oldukları da ortaya çıkmıştır. Sahih rivayetlere gelince, Molla Hüsrev Bedâyi’den naklederek; “Hür olan kadının çocuğu üzerinde babanın 115 Burada kullanılan ‘Mevlâ’kelimesi, efendi ile azat edilen kişi arasındaki vela ilişkisini anlatmaktadır. Yani babanın efendilerinin çocuğun üzerinde vela hakkına sahip kimseler olduğunu vurgulayan bir ifadedir. 76 efendisine ait velâ hakkı yoktur.” demiştir. O kitap muteber kabul edilen eski eserlerden sayılmaktadır. Şayet Molla Hüsrev’in Bedâyi’den aktardığı bilgilerin o eserde mevcut olduklarını kabul etsek bile, o ifadelerin kendisine güvenilmeyen şazz rivayetlerden olduğu açıktır ve onların Bedâyi’nin lafzından olduğunu kabul etmekte mümkün değildir. Bedâyi’in lafzı gösteriyor ki, bu kitap nadiren görülen meselelerin toplandığı eserler gibi garip meseleler için yazılmıştır. Hakkında herhangi bir ihtilafın olmadığı kaidelerden birinde: “Eğer rivayet ihtisar edilmiş (Muhtasarât: özet olarak hazırlanmış) eserlerde olursa, açıklamalı anlatılmış (Mutavvelât: uzun ve geniş olarak hazırlanmış) eserlerden daha önce sunulur.” denilmektedir. Eğer rivayetler arasında bir ihtilaf olursa, ana metinlerdeki (Muhtasarât) rivayetler, şerhlerdeki (Mutavvelât) rivayetlerden öncelikli olarak tercih edilir. Şerhlerdeki rivayetler ise fetva kitaplarındakilerden öncelikli olur, sonrasında ise müellifinin durumuna göre fetva kitaplarındaki rivayetler birbirlerine tercih edilebilir. Molla Hüsrev mukaddime bölümünde “Mutlak rivayetleri, mukayyet olan rivayetlere hamledilir” şeklinde bir cümle takdim etti. Bu cümleden ötürü, onun yapması gereken Cami’us-Sağîr’deki rivayetlerin mutlak olanlarını mukayyet olan rivayetlere hamletmesidir. Terminoloji bakımından “asli hür kavramı iki kısımdır” kullanımı üzerine yeni kullanımlar icat edilmez. Ya da kullanılan terminolojiye uygun davranılmalıdır. Şayet Bedâyi’de yer alan itibarsız görüşlerin tamamı doğru olsaydı kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr’den naklederdi. Câmiü's-Sağîr’de buna dair herhangi bir bilgi olmadığına göre hangi delil Molla Hüsrev’in kullandığı ifadelerin doğru ya da yanlış olduğunu göstersin. Bundan daha şaşılacak olan şey Münye isimli eserden nakledilen ibaredir. O ifade de şudur: “Çocuk annesinin asli veya ârızî hür olmasından dolayı asli hür olması ilişkilendirilirse, ya baba tarafına ya da anne tarafına ait olmak üzere onun üzerinde velâ hakkı sabit olabilir. Eğer baba asli hür olursa babanın tarafına ait velâ hakkı olmaz, buna benzer olarak anne asli hür olursa da anne tarafına ait velâ hakkı olmaz. Çünkü asli hür olan bir kişi 77 üzerinde kölelik geçerli değildir. Bundan dolayı hür kişi üzerinde vela sabit olmaz.” Bu ibare Molla Hüsrev’in risalede naklettikleri gibidir. Daha sonra Molla Hüsrev buradaki asli hür ifadesini risalesinin mukaddimesinde anlatılan birinci manayı ifade eden bir kullanım olduğunu söylemiştir. Mukaddimedeki birinci mana ise ârızî hürlükten bahseden bir ifadedir. Bunun delili ise, Molla Hüsrev ârızî hür bir kadından doğan çocuğu asli hür kabul etmektedir. Benim burada naklettiklerimle Molla Hüsrev’in mukaddimede ifade ettikleri arasında doğru olması bakımından hiçbir tezat yoktur. Onun bu sözü naklettiği görüşlere bir yönlendirmedir. Benim kanaatim, bu cümlenin bana hatırlattığı “Sen (Molla Hüsrev) bir şeyi muhafaza ettin ve birçok şey senden kaybolup gitti” şeklinde söylenilmesidir. Birinci olarak; “‘Asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’ kavramının yerine kullanılmıştır ve beraberce zikredilmiştir.” Şayet ‘asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’ kavramına hamledilecekse o zaman ‘ârızî hür’ kavramını zikretmenin hiçbir manası yoktur. Molla Hüsrev Münye’den naklettiği ifadelere dayanarak; “Anne asli hür olursa, annenin tarafına ait velâ hakkı yoktur. Çünkü asli hür üzerinde kölelik asla geçerli olmaz. Bunun sonucu olarak velâ yoktur.” sonucuna varmasından dolayı illetlendirme konusunda Münye’nin ifadeleri nasıl sahih kabul edilebilir. Şüphesiz ki, Molla Hüsrev bu konuyu zor ve çıkmaz bir duruma sokmuştur. Çünkü Molla Hüsrev’in Münye’nin ifadesinden anladığı; “Çocuğun asli hür olması, asli veya ârızî hür bir kadından doğmakla ilişkilendirilirse ârızî hür olan kadından doğan çocuk asli hür olarak nitelendirilmiş olacaktır” şeklindedir. Molla Hüsrev bu cümlenin manasını idrak edememiştir. Çünkü çocuk anneye tabidir ve çocuğa kölelik bulaşmamıştır. Bundan dolayıdır ki, Molla Hüsrev Münye’den anladığı mananın sonrasında “Asli hür (Hürrü’l-asıl) kendisinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir” şeklinde bir ifadeyi kullanması, onun işaret edilen manayı anlamadığını göstermektedir. Onun şüphesini ortadan kaldıran Bezzâz’ın kölelik ve hürriyetle ilgili on iki davada vermiş olduğu kararlardır. Eğer birisi ‘asli hürriyet’ konusunda davada bulunsa daha sonra da hürriyeti engelleyecek olan bir azat etme 78 işlemi hakkında davada bulunsa kişinin bu iddiaları kabul edilir ve kişinin davalarındaki çelişkinin olması davanın sıhhatine engel değildir. Haddi zatında bu davalar arasında çelişkinin bulunduğunda şüphe yoktur. Asli hürriyet kavramının tek mana ifade ettiğini söylersek yukarıdaki iddiaları düşünebiliriz. Fukaha bu kaideler üzerinde birçok çıkarımlar meydana getirmişlerdir. Onlardan en bariz olanı: ‘Asli hürriyet konusunda şart koşmak yasaktır. Ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir. (Bu şekilde davada bulunma Ebu Hanife’nin görüşlerine aykırıdır. Ona göre asli hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir.)” Bu uzun tartışmalardan ve gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Molla Hüsrev’in: “Asli hürriyet kavramı, fukahaya göre iki manaya gelmektedir” ifadesinin doğru olduğunu kabul etsek bile bunun ona ne gibi bir faydası vardır. Molla Hüsrev mirasçı olmanın (irs) illetini mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlamıştır. Bu görüşün yanlış (fasit) olduğunu, “Mülkiyetin ortadan kalkması velanın illetidir” şeklindeki ifademizle açıklamıştık. Mülkiyetin sona ermesi velânın illetidir. Velâ ise şer’i olarak yardımlaşmadan ibarettir ve yardımlaşma da Fukahanın kabul ettiği kullanıma göre ünsiyet ve bağ kurma (akl) ve mirasçı olma (irs)’nın illeti olduğu kaydetmekle Molla Hüsrev’in görüşlerinde yanlış olduğunu açıklamıştık. Nihaye’den naklettiklerimize göre; “Çocuk nesep konusunda olduğu gibi velâ konusunda da babasına nispet edilir. Onun velâsı babasının velâsı kime ait ise o kimseye aittir. Babanın efendisinin mülkiyeti çocuk üzerinde düşünülemez. Çocuğun annesi ister ârızî hür olsun isterse asli hür olsun durum değişmez. Çocuğun hür olması kesinleşmiştir veya hangi şekilde olursa olsun doğumdan sonra çocuk hürriyetine kavuşmuştur. Sahabe döneminden günümüze kadar görüş sahibi (erbâb-ı mezâhib) olan hiçbir kimse bu konu hakkında ihtilafta bulunmamıştır. Bu mesele hakkında açıklama yapılacak yer feraiz ilmidir. Feraiz ilmini tasnif eden ve velânın şartlarını, hükümlerini ve diğer bölümleri konusunda engin izah ve açıklamalarda bulunan âlimlerden hiç kimse “Velânın şartı annenin asli hür olmamasıdır” şeklinde bir şart söylemediler. 79 Daha öncekilerin eserlerinde konuyla ilgili olarak bundan daha iyi bir açıklama da yapılmamıştır. Velâya ait başka yetersiz lafızlar ve zayıf manalar vardır. Kulaklar zayıf ve faydasız diye onları terk etmişlerdir ve görüşleri onaylayan âlimler onlardan kaçınmışlardır. Bizler de onlara karşı uzak durduk. Çünkü deveden çıkan şeyler deveye delalet eder. Cenâb-ı Allah kullarını gören ve onlardan haberdar olandır. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü olan amellerimizden dolayı Allah’a sığınıyoruz. İlk olarak ve son olarak hamd O'nadır. Salât-ü selam da yaratılmışların en hayırlısı olan Hz. Muhammed (sav)’edir. Mükâfat ve ecrimiz bol olsun. 80 III-MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” ""رﺱﺎﻟﺔ ﺟﻮاب ﻡﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو و رد ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ آﻮراﻥﻲ رﺱﺎﻟﺔ ﻋﻠﻴﻪ “Risâletü Cevâbi Mevlânâ Hüsrev ve Reddün li Mevlânâ Gürânî Risâleten a‘leyh” (Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, No:5366, vr.55–57) 81 Molla Hüsrev, yazmış olduğu vela risalesine reddiye niteliğinde cevap yazan Molla Gürani’ye cevap niteliğinde ve reddiye formatında bir risale daha kaleme almıştır. Molla Hüsrev’in bu risalesini aşağıda sunmaya çalışacağız. Aşağıda tırnak içerisinde verdiğim cümleler Molla Gürani’ye ait ifadelerdir, devamında paragraf başından başlamak üzere sunulan ifadeler de Molla Hüsrev’in cevaplarıdır. Molla Hüsrev’in cevaplarını rakamlandırarak “1C, 2C, 3C…” şeklinde vermeyi uygun gördük. 1C: Molla Gürânî’nin "Allah dinde fakih kıldığı kimseyi aynı zamanda doğru yol üzerine bulunan imamların yolunda devam etmeye muvaffak kılar" sözü, Benim yazdığım risale hakkında söylenmiş gibidir. Molla Gürânî hatalı davranmıştır. Zaten doğru Fukahanın söyledikleridir. 2C: Molla Gürânî’nin "Yazdığı her satırda yanıldığının farkında değildir" sözünde kaydettikleri kendi zatının sıfatlarındandır. Allahın izniyle hiçbir kimseye gizli kalmayacak şekilde bunlar açığa çıkacaktır. 3C: Molla Gürânî’nin "Bir bölgede bulunan insanların cihad farzını yerine getirmeleri diğer bölgelerdeki insanlar üzerinden bu farzı düşürecek değildir" sözü, Fukahanın konu hakkındaki görüşlerinin farkına varılmamasından kaynaklanan fahiş bir hatadır. Hidaye'de dedi ki: Cihad farzı kifâyedir. Eğer insanlardan bir topluluk cihadı yerine getirirlerse diğerlerinin üzerinden cihad düşer. Sonra denildi ki: Eğer hiçbir kimse cihadı yerine getirmezlerse ve Müslümanların tamamı onu terk ederlerse… Nihaye'de denildi ki: Muhakkak ki farzın bütün Müslümanlardan düşmesi, bir topluluğun yeterli düzeyde o farzı yerine getirmelerinden dolayıdır. Şayet bu anlamda farzın yerine getirilmesi olmazsa o vakit farz bütün Müslümanların üzerine yüklenir. 4C: Molla Gürânî’nin "Bir kısım usûl âlimlerinin; 'Farz-ı kifâye herkesin üzerine vaciptir, bir kısmının fiili yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer’ sözlerinden hareket ederek yanılgıya düşmüştür" sözü bomboş bir kuruntudur. Bu söz, yok olmuş bir şeyin gölgesi gibi kaybolup gitmiştir. 82 5C: Molla Gürânî’nin "'Herkes' ifadesinden kastedilen onlar içinden cihadı yapabilme gücünü kendisinde bulan kimselerdir" sözü, Tartışmasız bir şekilde usul âlimlerinin üzerine atılmış bir iftiradır. Onlar İslam Hukuku âlimlerine muhalefet etmemişlerdir. Âlimler bu cümledeki kaydı 'cihad farzı ayın olduğu zaman, bir topluluk meydana getirilir’ başlığı altında anlatmışlardır. Nihaye'de denildi ki; cihad düşmana karşı koyabilecek ve düşmana yakın olanların üzerine farzı ayındır. Düşmana yakın olanların gerisinde ve düşmana uzak olan kişilere ise cihad farzı kifayedir. Ancak öndekiler mazeret beyan etmeksizin terk ederlerse geridekiler onların yerine koşmaları gerekmektedir. Şayet düşmana yakın olmaktan dolayı karşı koyma konusunda yetersiz kalırlarsa veya aciz kalmalarından değil de cihad yapmayarak tembellik yapmalarından dolayı düşmana karşı koyamıyorlarsa o zaman cihad namaz ve oruç gibi onlara gelebilecek herkesin üzerine farzı ayın olur. Onların cihadı terk etmek gibi bir hakları olamaz. Daha sonraki merhalede doğusuyla ve batısıyla tüm Müslümanlar üzerine kademe kademe farz olur. 6C: Molla Gürânî’nin "Selama cevap verme konusunda olduğu gibi, selamı alarak ona karşılıkta bulunma görevi, dünyada yaşayan bütün Müslümanlar üzerine değil, sadece orada hazır bulunan kimseler üzerine vaciptir" sözünde, Molla Gürânî meseleyi sanki Hidaye müellifinin sözlerinden dolayı cenaze namazı ve selama karşılık verme konularında olduğu gibi zannetmektedir. "Cihad kavramı özellikleri itibariyle cenaze namazı ve selama karşılık verme konularına benzemektedir" sözü tamamen batıldır. Ancak cihatla diğer iki konu arasında sadece farzı kifaye olmalarının dışında başka hiçbir benzerlik yoktur. Bilindiği üzere cihad bütün insanlar üzerine farzı kifayedir. Cenaze namazı bir şehir halkına, selama karşılık verme ise bir mecliste bulunanlara farzı kifayedir. Bu konuların tamamı kitaplarda yazılmış durumdadır. 7C: Molla Gürânî’nin "Köle azat etme işleminin gerçekleşmesi bağlamında görmeyle şahitlik yapma (şahadet) ve işitme (sema‘) yeterlidir" sözü, 83 Benim vela risalesinde anlattığım hususlarla aynı doğrultudadır. Fakat Molla Gürânî, ibareyi ifadesinin dışına çekmiştir. Çünkü ibarenin özünde şahitlikte bulunma ve işitme yoluyla şahitlik üzerinde durulmuştur. Konunun anlatımındaki cümlelerde herhangi bir zayıflık yoktur. Bilakis, Molla Gürânî’nin değişik olarak anladığı ifadelerin anlamında zayıflık söz konusudur. (Bâ) harfi cerrinin cümlede kullanılması -iktifâ mastarının gerektirmesinden dolayı- sınırlandırma anlamındadır. Fukaha, işitme (sema‘) kelimesini, birbirini duyma (tesâmü‘) manasında kullanmışlardır. Nihaye'de denildi ki: Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâburi Fetâvâ isimli eserinde; "Eğer herkes tarafından bilinen bir kimse ölmüş ise onun için işitme (sema‘) yoluyla şahitlik yapmak caizdir" şeklinde bir açıklamadan bahsetmektedir. Tâcü'ş-Şerîa, Hidaye'nin şerhinde "Muhakkak ki nesep işitme ve tanınma ile sabit olabilecek hususlardandır" dediği yazılmaktadır. İşitme (sema‘) kavramının birbirini duyma (tesâmü‘) kavramının yerine tercih edilmesi, Fukaha arasındaki icma‘a uygun olması bakımındandır. 8C: Molla Gürânî’nin "Köle azat etme işleminin gerçekleşmesi bağlamında tanınır olmak (istişhâr) ve duyulma (tesâmû') şeklinde söylenmeliydi. Molla Hüsrev görüşünde hata etmiştir" sözü, Kaynağı bakımından dil kurallarında yapılan bilgisizlikten ve âlimlerin görüşlerine olan uzaklıktan kaynaklanan fahiş bir yanlıştır. Burada Molla Gürânî’nin 'köle azat edilmesi’ ve 'vela’ konularındaki şahitlikle ilgili olarak bunlar hakkında herhangi bir icma’a cumhura ait görüş birliğinin olmadığını söylemesine karşılık olarak Molla Hüsrev ona şunları söylemektedir; a-Bu konu hakkında büyük bir çoğunluğun varlığı göz ardı edilemez. Ancak bu kadar büyük bir çoğunluğun olması da konu üzerinde ihtilafın olmayacağı anlamına gelmez. b-Nihâye’de "İmam Serahsî 'Hassâf (ayakkabıcı, ayakkabı tamircisi) Kitabı'nın şerhinde, köle azat etme (ıtk) konusunda duyulma (tesâmü‘) ile şahitlikte bulunma, icma‘ ile kabul edilmemiştir" ifadesi yer almaktadır. İhtilaflı olan konu, duyulma (tesâmü‘) ile vela konusunda şahitlik yapılmasıdır. Bu açıklama sonucunda Molla Gürânî’nin "Bu konuda ne icma‘ vardır, ne de 84 cumhurun görüş birliği vardır" sözünün boş bir ifade olduğu ortaya çıkmıştır. Görüş beyan edilirken daha ince düşünülmesi gereklidir. 9C: Molla Gürânî’nin "Mâ fî cânibi'l-ümmi mine'd-darari" sözü, Bu cümle, risalemde yer alan ifadelerden bir tanesidir. Ancak burada Molla Gürânî cümlenin orijinalinde bulunan 'terk’ kelimesini atlayarak, benim kastettiğimin dışında bir manaya gelen bir ibareyi aktarmaktadır. Hâlbuki metnin aslı; " Mâ fî terki cânibi'l-ümmi mine'd-darari" şeklindedir. 10C: Molla Gürânî’nin "Cumhur, vela meselesinde anne tarafının dikkate alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ederek anne tarafını görüşlerine hareket noktası seçmemişlerdir. Bu cümleler, vela meselesinde anne tarafını görüşlerine esas alan Molla Hüsrev hakkında açıklanmaktadır. Bu konu önemli ve muteber bir konudur" sözü, Molla Gürânî "Bu konu önemli ve muteber bir konudur" demiştir, ancak buna işaret eden hiçbir ifade kullanmamıştır. Kaldı ki, benim kullandığım cümlelerin, Arapça terkiplerle ilgili bilgisi en alt seviyede olan birisine dahi hiçbir gizli noktası kalmaz. İfadelerimin daha açık olması bakımından konu hakkında şunları söylemek istiyorum; benim ifadelerimin kesinlikle vela meselesinde anne tarafının tamamıyla terk edilmesi şeklinde yorumlanması yanlıştır. Bilakis, bütün cümlelerim incelenirken önem verilmesi gereklidir. 11C: Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in "Hürrü'l-asıl" kavramını açıklarken, Fukahanın bu kavramı iki şekilde kullandıklarını söylemesine ilişkin itirazlarını, risalesinde bu taksimatla ilgili olarak sunmuştur. Bu bağlamda bu taksimatla ilgili olarak, ikinci maddesinde "Diğer kısım ise; o kişi üzerinde veya usulünün üzerinde azat edilme işleminin garip ve alışılmamış (el-Itku'ttârî) bir tarzda olmasıdır" şeklinde açıklama yapmıştır. Bu ifadeler, Molla Gürânî’nin doğru olmayan sözlerle uydurmuş olduğu iftiralardır. Ayrıca bu ifadelerle apaçık bir hata yapmıştır. Ondan, ancak gaflet sadır olur. Kuşkusuz, "diğer kısım ise; o kişi üzerinde veya…" ifadesi onun aktardığı şekilde değildir. Bilakis, o ifade "Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir. Şöyle ki, azat edilmiş bir cariyeden ya da asılında (usulünde) köle bulunan bir kimseden doğan kişidir" şeklinde olmalıdır. Molla 85 Gürânî’nin bu mesele üzerinde ne kadar asılsız ve doğru olmayan ifadelerle risalesini kaleme aldığı anlaşılacaktır. 12C: Molla Gürânî, konunun dayandığı hadislerle ve onlarla ilgili âlimlerin yapmış olduğu açıklamaları yaklaşık iki sayfada anlatmıştır. Burada Molla Gürânî’nin iki sayfalık açıklamasının tamamını vermeye gerek olmadığını düşünüyoruz. Sadece Molla Hüsrev'in reddiye risalesinde yer alan şekliyle yetinmek istiyoruz. Molla Hüsrev, Molla Gürânî'nin "Bizim konuyla ilgili olarak diyeceklerimiz şunlardır;’ ifadesinden, 'Konuyla ilgili hadisleri ve görüşleri karara bağladıktan sonra…" şeklinde yaptığı değerlendirme için, sözü çoğaltmak olarak nitelendiriyor. Hadislerin ve âlimlerin görüşlerinin herhangi bir kimseye kapalı kalmayacağı bu konumda sözü bu denli uzatmanın hiçbir faydası da yoktur. Bunlar anlayıştan kaynaklanan şüphelerdir. Söylemiş olduğu cümlelerdeki yanlışlıklarını telafi etmenin bir çeşididir. 13C: Molla Gürânî'nin "Bu mukaddimede sunulan ifadeler bağlayıcı değildir" sözüne, Molla Hüsrev, bu cümlede mantıksal hataların olduğunu söylemiştir. a-Molla Gürânî, sonucu mukaddime (öncül) olarak isimlendirmiştir. b-Molla Gürânî, zorunlu gördüğü öncüllerin tamamını doğru olarak kabul ettikten sonra onların bağlayıcılığı konusunda tartışmaya girmiştir. Öncüllerin bağlayıcılığını, konu hakkında illet (sebep) görmesi uzak bir illettir. Sebep olarak kabul edilen hususun, sonucun varlığı konusunda bizzat etkilemesi beklenir. Ancak sebebin olmayışı, sonucunda olmamasını gerektirir. Bu söylediklerim, Molla Gürânî’nin kabul ettiği hususlar hakkında değil, tartışmasını yaptığı kısımlarla ilgilidir. Molla Gürânî iyi düşünsün ve gaflet içinde kalmasın. 14C: Molla Gürânî’nin "Vela, şer'i bakımdan yardımlaşma (tenâsür)'dan ibarettir. Yardımlaşmak ise mirasçılık bağları (irs) ve yakınlık kurma (akl)’nın illeti konumundadır. Bu iki husus erkeklerle ilgilidir, kadınlarla ilgili değildir" sözü, Bu ifadeler, Molla Gürânî’nin dediği gibi onun naklettiği kitaplardan değildir. Bu ifadelerde aldatma ve doğruyu gizleme vardır. 86 15C: Molla Gürânî’nin "Vela, nesepten bir parça gibidir hadisi, konunun erkeklere tahsis edilmiş olduğunu göstermektedir" sözü, Bu hadisin erkeklere tahsis edildiğine dair bir işaret yoktur. Çünkü nesebin babalara nispet edilmesi, vela hakkının sadece erkeklere ait olduğu anlamına gelmez. Baba, Nebtî veya başka bir ırktan olarak hür olursa ve anne de azat edilmiş bir kadın olursa, nesep kesinlikle babaya atfedilir. Ancak vela hakkı annenin efendilerine ait olur. Bu görüş Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e aittir. Bu görüş Hidaye ve diğer kaynaklarda da açıklanmıştır. 16C: "Nesep babadan geçer. Baba hür olduğu halde çocuğun anneye nispet edilmesi olabilir" sözü, Molla Gürânî’nin aktarmış olduğu cümledeki hür kelimesi açık bir hata olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun doğru kullanımı 'hürren (hür olarak)’ değil 'abden veya rakîkan (köle olarak)’ şeklinde olmalıdır. 17C: Molla Gürânî’nin "Eğer çocuğun nesebi anneye nispet ediliyorsa o zaman baba hür bir kişidir. Bu cümleyi Molla Hüsrev'e nispet ederek, bu ifadelerin ancak özel bir kayıtla (hasır ifade etmesiyle) mümkün olabileceğini söylemektedir" sözü, Aynen bu ifadelerde de aldatma ve doğruyu gizleme vardır. Çünkü Molla Gürânî, bu ifadelerinde hasır ifade etmesini kastetmişse, bu ifade tartışmasız bir şekilde Nihâye ve Kâfî'ye karşı uydurulmuş bir yalandır. Çünkü Molla Gürânî’nin aktardığı ifadeler vela konusu hakkında bu iki eserde mevcut değildir. Ayrıca Molla Gürânî’nin "Muhakkak ki nesep baba tarafından olur" sözü doğrudur. Ancak bu ifade onun kastettiği şeyi ifade etmektedir. Çünkü nesebin babalarla sınırlandırılması, vela konusunun da aynen babaların tarafıyla sınırlandırılmasını gerektirmez. Eğer böyle bir sınırlandırmadan söz edecek olursak, o zaman Molla Gürânî’nin düşündüğü gibi nesep babaya ait olduğu halde vela hakkı anne tarafına ait olur. 18C: Molla Gürânî’nin "Asli veya ârızî olarak anne hür olduğu zaman çocuğun anneye nesep bakımından nispet edilmesi kesilir" sözü, Rasgele söylenmiş bir ifade olduğu açıktır. Çünkü nesebin, babanın üzerinden köleliğin kalkmasından sonra anneye nispet edilmesinin kesilmesi 87 yukarıda adı geçen kitaplarda “cerr-i vela” konusunda anlatılmıştır. Bizim üzerinde durduğumuz konuyla ilgisi bulunmamaktadır. Zaten bu durum, kavrayışı zayıf olan birsine dahi aşikârdır. 19C: Molla Gürânî’nin "Yardımlaşma asla kadınlar tarafından olmaz" sözü, Bu cümlede cinsinin hükmünü nefyeden (Lâ) edatının kullanılması, yardımlaşma kavramının tüm şekillerini kadınlar tarafından kaldırılmasını kapsamaktadır. Bu kullanım, Hidaye yazarı Merğînânî’nin görüşlerinden ne kadar habersiz olduğunu göstermektedir. Çünkü yardımlaşma daha çok baba ile olur ancak anneyle yardımlaşma olmaz denilmesi doğru değildir. Konu hakkında iyi düşünülmesi gereklidir. Molla Gürânî’nin düşündüğü gibi düşünülmemelidir. 20C: Molla Gürânî’nin "Âlimler ittifakla belirttiğine göre, mirasçılık bağları (irs) ve bağ/ünsiyet kurma (akl), yardımlaşma ve akrabalığın sonuçlarındandır. Yardımlaşma ve akrabalık erkeklere has kabul edilen özelliklerdendir" sözü, Aynı şekilde bu söz de bilinçsiz düşünmekten kaynaklanan bir durumdur. 21C: Molla Gürânî’nin "Eğer 'Baba tarafının efendilerine ait çocuk üzerinde hiçbir tasarrufları yoktur. Onlarla çocuk arasındaki hangi bağdan dolayı onlar mirasçı olma hakkını elde etmiş olacaklar’ şeklinde bir soru gelirse, (Molla Gürânî) benim cevabım: 'Şer'i açıdan vela, yardımlaşmak demektir. Yardımlaşmak ise mirasçı olma (irs)'nın illeti konumundadır. Bu konulara işaret ettikten sonra yukarıdaki sorunun cevap gerektiren hiçbir yönü kalmamaktadır" sözü, Bu bilinçsizliğin kaynağı, (Molla Hüsrev) benim risalemde ifade ettiğim noktaların iyi anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Risalede denilmiştir ki, "Şayet çocuğun anne ve baba tarafında kölelik varsa, o zaman nesebin kuvveti dikkate alınır. Böylece vela hakkı, baba tarafının efendilerine ait olur." Bu görüş, aynı zamanda Hidaye yazarı Merğînânî’nin ifade ettiği görüştür. Eğer anne ve baba azat edilmiş olurlarsa, nesep babaya nispet edilir. Çünkü anne ve babanın durumları eşittir. Vela konusunda tercih edilen ise, velanın 88 nesebe benzerliğinden ötürü babanın tarafı olmasıdır. Çünkü baba tarafında yardımlaşma daha çok olmaktadır. Konu hakkında iyi düşünülmesi gereklidir. Molla Gürânî’nin düşündüğü gibi düşünülmemelidir. 22C: Molla Gürânî’nin "Eğer 'Baba tarafının efendilerine ait çocuk üzerinde hiçbir tasarruf hakkı yoktur. Onlarla çocuk arasındaki hangi bağdan dolayı onlar mirasçı olma hakkını elde etmiş olacaklardır’ şeklinde bir soru gelirse, (Molla Gürânî) benim cevabım: 'Şer'i açıdan vela, yardımlaşmak demektir. Yardımlaşmak ise mirasçı olma (irs)’nın illeti konumundadır. Bu konulara işaret ettikten sonra yukarıdaki sorunun cevap gerektiren hiçbir yönü kalmamaktadır. Aynı şekilde Molla Hüsrev'in 'ârızî hürlük’ kavramıyla ilgili yorumlarının ortaya çıkardığı çelişkinin cevaplanacak bir tarafı da yoktur" sözü, Burada çelişki olduğunu söylemek mahza bir hatadır. Molla Gürânî’nin bu hatasının kaynağı kastedilen maksatları anlayamamasıdır. Çünkü çelişki bir kişi mülkiyetin varlığı veya mülkiyetin sona ermesi, 'vela için tam bir illettir’ şeklinde bir iddiada bulunması durumunda ortaya çıkar. Durum iddia edilen şekliyle değildir. Bilakis iddia konusu olan husus mülkiyetin varlığının çocuğa dair vela konusunun sabit olması durumunda itibara alınmasıdır. Eğer çocuğun baba tarafı kuvvetli bir nesebe sahip değillerse –örneğin: köle olması, nebdî olması, Araplardan başka bir ırktan olması gibi- ve anne de azat edilmiş bir kadın ise vela annenin efendilerine ait olur. Bunun benzeri ifadeler konunun işlendiği yerde verilmiştir. 23C: Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in ifadelerinde çelişki olduğunu söylemiş ve yukarıdaki açıklamaları getirmişti. Buna mukabil Molla Hüsrev, bu açıklamalara cevabını vermiş ancak Molla Gürânî şu ifadeleri konunun devamı olması bakımından dile getirmiştir. Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev'in açıklamaları mantıkçıların sözleriyle benzerlik arz ettiği bir gerçektir. Mantıkçılar; (a), (b)'nin illetidir. (b)'de (c)'nin illetidir. (a) ile (c) arasında hiçbir illiyet/alaka yoktur. Aynı zamanda (a)'nın (c)'ye tesiri de yoktur…" sözü, Meselenin araştırılması yapılırken kullanılan bu ifadeler, tamamen mantıksal hatalardır. Çünkü (a) öncülünün, (c) öncülü hakkında bizatihi etkisi 89 olmayabilir. Ancak (a)'nın olumsuz ifadesi (c)'nin de olumsuz anlam kazanmasını sağlayacaktır. Bu tartışılan söz, neyin neye tesir ettiği meselesi değildir. Bilakis olumsuzluk bildiren bir öncülün (ifadenin), olumsuz bir netice ortaya çıkaracağıdır. 24C: Molla Gürânî’nin "Nihaye'de ve Kâfi’de hür bir kadından doğan çocukla ilgili olarak denilmiştir ki, çocuk o kadının bir parçasıdır. Bu nedenle çocuk hür bir anneden hür olarak ayrılır…" sözü, Bu sözde büyük bir yanılgı vardır. Bu yanılgının kaynağı ise mezkûr iki eserdeki metinlerden alıntının olmadığıdır. Şüphesiz Nihâye ve Kafi'de geçen o ifadeler, “Cerr-i vela” meselesinde ele alınmıştır. Burada Molla Gürânî’ye bu iktibaslar nasıl bir fayda sağlayacaktır? Nihaye'de denildiğine göre; Abdullah b. Ömer'in (ra) şöyle rivayet ettiği kaydedilerek "Hürriyetine kavuşmuş bir kadın, -cariye iken- bir çocuk doğursa o kadının azat edilmesiyle birlikte çocuk da hürriyetine kavuşmuş olur. Çocukların babası da hürriyetine kavuşursa o zaman cerr-i vela gerçekleşir" denilmiştir. Biz, bu ifadeleri zaten kabul ediyoruz. Çünkü çocuk anneden bir parça gibidir. Bu sebeple çocuk –annenin hürriyetine kavuşmasıyla birlikte- annesinden hür olarak doğar. Bu ifadelerin sonrasında "Vela nesep gibidir, çocuk nesep bağıyla babasına nispet edilir" açıklamalarını yaptık. Bu açıklamalar vela konusunda anlatılmaktadır. Bunların ışığında vela nesebin kendisine nispet edildiği babaya ait olduğu değerlendirilir. Baba, azat edildikten sonra vela ile beraber babayı azat eden (mu’tik) kişiye nispet edilir. Bundan dolayı o babanın çocuğu –İbn Ömer’in naklettiği ifadede yer alan hür kelimesi, annesi azat edilen (ârızî hür olan bir kadın) demektir.- annesinin azat edilmesiyle çocuk da azat edilmiş olur. 25C: Molla Gürânî’nin "Nihaye'de ve Kafi'de hür bir kadından doğan çocukla ilgili olarak denilmiştir ki, çocuk o kadının bir parçasıdır. Bu nedenle çocuk, hür bir anneden hür olarak ayrılır. Vela, nesep gibidir. Çocuğun nesebi babasına nispet edilir. Bundan dolayı vela da nesebin nispet edildiği kişiye atfedilir. O çocuğun babası, azat edildikten sonra vela ile beraber kendisi de onu azat eden kişiye nispet edilir. Bundan dolayı çocuk hakkında ârızî ya da 90 asli hür olduğu arasında herhangi bir farklı değerlendirme yapılmamıştır" sözü, Bu cümle, tartışmasız bir şekilde konu hakkında görüşlerini açıklayan âlimlere karşı uydurulmuş bir iftiradan ibarettir. Bilindiği üzere onlar burada kastedilen hürriyetin, ârızî hürriyet –azat edilmiş bir kadın olarak- olduğunu vurgulamışlardır. 26C: Molla Gürânî’nin "Güneş gibi gerçekler gözlerin karşısında durmaktadır. Molla Hüsrev'in tahayyül ettiği şeylerin tamamı yok olup ortadan kaybolmuşlardır" sözü, Molla Gürânî, aklını kullanmayı yitirdiğinden dolayı cehalet karanlığını güneş olarak sayıyor. Onun bu durumu şaşılacak bir olaydır. 27C: Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev'in rivayetlerine gelince; onlar birer evhamdır. Onların batıl oldukları ortaya konulmuştur" sözü, Molla Gürânî’nin konunun delilleriyle ilgili olarak yapmış olduğu dirayet (akıl yürütme) araştırmasında bu rivayetler, evham olarak değerlendirilmemiştir ki, onların batıl olduğu söylenebilsin. Bilakis sahih rivayet ve sarih dirayetle ilgili yapılan karşılaştırmada telaffuz edilen ifadeler, hiç dikkate alınmayarak göz ardı edilmişlerdir. Bilindiği gibi Molla Gürânî’den de ancak bunlar gibi iddialar sadır olur. 28C: Molla Gürânî’nin "Bedâyi''den nakledilen sahih rivayetlere göre…" sözü, Bu da büyük bir yanılgıdır. Bunun kaynağı risalede anlatılan hususlardan habersiz olmasındandır. Sahih rivayetler, sadece Bedâyi''de anlatılan görüşlerle sınırlandırılamaz. Daha başka muteber kabul edilen birçok kitaplarda farklı birçok rivayetler vardır. 29C: Molla Gürânî’nin "Şayet özet anlatım (Muktasarât) ile geniş anlatım (Mutavvelât) birbirleriyle çatışırsa, ana metinlerdeki rivayetler şerhlerde anlatılanlardan öncelikli olur, şerhlerdeki rivayetler ise fetva kitaplarındakilerden öncelikli olur, sonrasında ise müellifinin durumuna göre fetva kitaplarındaki rivayetler birbirlerinin önüne geçebilirler" sözü, Zaten konuyla ilgili fetva, benim risalede yazdığım gibi verilmiştir. Doğru olanlar ise fetvalardır. 91 30C: Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev, Mukaddimede mutlak rivayetleri, mukayyet olanlara hamletmiştir. Onun yapması gereken şey, mutlak olan rivayetleri, Câmiü's-Sağîr'in şerhlerinde olan mukayyetlere hamletmesidir" sözü, Bu ifade açık bir hatadır. Buna uygunluk vermek (cevaz), ona ait değildir. Nasıl oluyor da zorunlu olarak yapılması gereken şeyi söylüyor. Çünkü mutlak olan ifadenin mukayyet üzerine hamledilmesi, eğer mukayyet olan ifade Câmiü's-Sağîr'in şerhlerinden sayılan bir eserden alınıyorsa o zaman sahih kabul edilir ve ona güvenilir. Bunun dışındaki Bedâyi‘de olduğu gibi diğer kitaplardaki takyît (mukayyetlik) ifade eden rivayetlerle de kuvvetlendirilir. Molla Gürânî, savunduğu düşüncesini Câmiü's-Sağîr'in şerhlerindeki ifadelerin aksine dirayetle (akıl yürütmeyle) destekledikten sonra muteber üç kitabın rivayetleriyle de kuvvetlendirmektedir. Ancak Molla Gürânî’nin yapmış olduğu dirayet de, sağlıklı bir dirayete muhaliftir. Aynı şekilde Molla Gürânî’nin yaptığı dirayet muteber dört kitabın rivayetlerine de muhaliftir. 31C: Molla Gürânî’nin “Terminoloji bakımından 'asli hür’ kavramı iki kısımdır. Bu kullanım üzerine yeni kullanımlar icat edilmez. Ya da kullanılan terminolojiye uygun davranılmalıdır. Şayet Bedâyi‘de yer alan değersiz görüşlerin tamamı doğru olsaydı, kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr naklederdi" sözü, Molla Gürânî, benim yukarıdaki açıklamalarımı yeni bir terminoloji ihdas ediyor şeklinde değerlendirmiştir. Bu düşünce ortalığı karıştırmaktan ibarettir. Onun terminolojisi kabul edilemez. 32C: Molla Gürânî’nin "Şayet Bedâyi‘de yer alan değersiz görüşlerin tamamı doğru olsaydı kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr naklederdi. Câmiü'sSağîr’de buna dair herhangi bir bilgi olmadığına göre hangi delil Molla Hüsrev’in kullandığı ifadelerin doğru ya da yanlış olduğunu göstersin" sözü, Bu ifadelerin yanlışlığını gösterecek delil şudur: Molla Gürânî’ye ait olan bu düşüncelerin sağlıklı bir akıl yürütmeye muhalif olarak ortaya konmasından sonra gelmesidir. Buna dair açıklamalar, daha önce geçen muteber dört kitaptan sarih/açık rivayetlere muhalif olarak yaptığı nakiller 92 hakkında yaptığı hatalar hakkında vurgulanmıştır. Mola Gürânî, kendisi gibi meçhul olan herhangi bir kitabın içinde zayıf dahi olsa onu destekleyen herhangi bir rivayeti bulacak değildir. Molla Gürânî’nin muteber kabul edilen kitaplarda yer alan görüşlere muhalif olarak savunduğu yanlış iddiaları, değersiz ve hafif kalmaktadır. Benim ifadelerimin doğruluğunun delili ise şudur: Doğru kanaatler, sahih dirayete (akıl yürütmeye) uygun olarak ortaya konan görüşlerden sonra gelmelidir. Buna dair bilgiler, daha önce geçen muteber üç kitaptan sarih (açık) rivayetlere uygun olarak yapılan nakiller hakkında vurgulanmıştır. 33C: Molla Gürânî’nin “Molla Hüsrev’in mukaddimesinde anlattığı birinci anlama gelen kavram, ârızî hürriyeti ifadeden ibarettir. Bunun delili, ârızî hür olan bir kadından doğan çocuğun asli hür kabul edilmesidir” sözü, Bu cümlede büyük bir yanılgıdır. Birinci manaya gelen hürrü’l-asıl kavramı Molla Gürânî’nin söylediği şekilde değildir. Bilakis o kavramın ifadesi, “Kendisinde köleliğin geçerli olmadığı kişidir. Fakat azat edilmiş bir kadından veya aslında (usulünde) köle olan birisinin bulunduğu bir kadından doğan kişidir” şeklinde olmalıdır. Risale hakkında yapılan araştırmalar bunu ortaya koymaktadır. 34C: Molla Gürânî’nin “Benim söyleyeceğim, ‘Bu cümle ile bana çağrışım yapan mana, ben bir şeyi muhafaza ettim ve birçok şey benden kaybolup gitti’ denilmesidir” sözü, Molla Gürânî’nin kullandığı bu ifadeyi kendisine yönlendirerek “Bu cümleyle sana çağrışım yapan şey ‘sen bir şeyi muhafaza ettin, ancak birçok şey senden kaybolup gitmiştir’ diyorum. 35C: Molla Gürânî, (33C)’deki kavramlarla ilgili olarak “Birinci olarak; buradaki ‘asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’ kavramının yerine kullanılmıştır ve beraberce zikredilmiştir” sözü, Molla Gürânî, konuya açıklama getirmeye başlamış ve birinci diye zikrettiği açıklamanın ikincisini söylememiştir. Bu şekilde açıklama yapan birisi, tükenmişlik içinde bunları söylemektedir. söyleyeceği herhangi bir şeyi yoktur. Çünkü ikinci olarak 93 36C: Molla Gürânî’nin “‘Asli hür’ kavramı, ‘ârızî hür’ kavramının yerine kullanılmıştır ve beraberce zikredilmiştir. Şayet ‘asli hür’ kavramı, ‘ârızî hür’ kavramına hamledilecek olursa, o zaman ‘ârızî hür’ kavramını zikretmenin hiçbir manası yoktur” sözü, Molla Gürânî’nin tahrif ettiği metinlere dair, kendince herhangi bir mana bulunmamaktadır. Risaledeki metni hem tahrif ediyor hem de onu naklediyor. Benim risalemde olan metinlerin manaları sahihtir. Kavrayışı en aşağı derecede olan birisine bile bunlar aşikârdır. 37C: Molla Gürânî’nin “Çocuk asli hür olma konusunda, asli hür veya ârızî hür bir anneden doğmuş olmasıyla bağlantı kurulursa, ârızî hür bir anneden doğan çocuk dahi asli hür olarak değerlendirilir. Molla Hüsrev galiba bunun manasını hiç hesaba katmadı” sözü, Bu lafızlar, ancak gafil olan birisinden sadır olur. Molla Gürânî, ancak boş ve gafil olan işlerle meşgul olmaktadır. Onun bu durumu algılaması en aşağı derecede olan birisine bile aşikârdır. Sen, bunlardan gafil olma ve Molla Gürânî gibi hiç olma. 38C: Molla Gürânî’nin “Çocuk asli hür olma konusunda, asli hür veya ârızî hür bir anneden doğmuş olmasıyla bağlantı kurulursa, ârızî hür bir anneden doğan çocuk dahi asli hür olarak değerlendirilir. Molla Hüsrev galiba bunun manasını hiç hesaba katmadı. Bunun manası çocuk, annesinde kölelik geçerli değilse anneye tabidir. Buna delil olarak; Molla Hüsrev’in ‘kendisinde azat etme işleminin geçerli olmadığı kimse asli hürdür’ ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Bununla ilgili şüphelerin bitmesini sağlayan ise Bezzâz’ın kölelik ve hürriyetle ilgili on iki davada vermiş olduğu kararlardır” sözü, Bezzâz’ın kaydettikleri anlayışı en düşük olan birisinin dahi anlayacağı ifadelerdir. Onun bahsettiği hususlar Molla Gürânî’ye fayda sağlayacak değildir. Ayrıca bize de zarar verecek değildir. Bilakis Molla Gürânî’nin Bezzaz’dan naklettikleri aslında bizim üzerinde durduğumuz konuyla bağlantılı değildir. Biz, ‘asli hürriyet’ kavramının tek manası olduğunu inkâr etmiyoruz. Onun izahı da köleliğin kendisinde geçerli olmadığı kişinin durumudur. Zaten bu mana mukaddime bölümünde anlattığımız iki mana arasında müşterektir. Ârızî hürriyet ise kendisinde köleliğin geçerli olduğu 94 ancak daha sonra hürriyetine kavuşturulmuş kişinin durumundan ibarettir. Bu iki açıklamanın anlamı arasında herhangi bir çelişki yoktur. Fakat hangi etki Molla Gürânî’yi bu konuma getirmiştir? 39C: Molla Gürânî’nin “Bezzâz, kölelik ve hürriyetle ilgili on iki davada vermiş olduğu kararları anlatmıştır. Eğer birisi ‘asli hürriyet’ konusunda davada bulunsa, daha sonra da hürriyeti engelleyecek olan bir azat etme işlemi hakkında davada bulunsa, kişinin bu iddiaları kabul edilir ve kişinin davalarındaki çelişkinin olması davanın sıhhatine engel değildir. Haddi zatında bu davalar arasında çelişkinin bulunduğunda şüphe yoktur. Asli hürriyet kavramının tek mana ifade ettiğini söylersek yukarıdaki iddiaları düşünebiliriz. Fukaha, bu kaideler üzerinde birçok çıkarımlar yapmışlardır. Onlardan en bariz olanı ‘Asli hürriyet konusunda şart koşmak yasaktır. Ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir. (Bu şekilde davada bulunma Ebu Hanife’nin görüşlerine aykırıdır. Ona göre asli hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir)” sözü, Bizim üzerinde durduğumuz konu hakkında Molla Gürânî’yi bu gibi açıklamalar yapmaya iten herhangi bir sebep yoktur. 40C: Molla Gürânî’nin “Gerekli olan açıklamaları yaptıktan sonra, Molla Hüsrev’in ‘Asli hürriyet kavramı Fukahaya göre iki manaya gelmektedir’ İfadesinin doğru olduğunu kabul etsek bile, bunun ona ne gibi faydası olabilir ki?” sözü, Bunun faydası gerçekten fayda sağlama isteğini ortaya koymaktır. Ancak Molla Gürânî Münye isimli eser yazarının kastettiklerini araştırdıktan sonra risalede yazmış olduğumuz ifadeleri ne görüyor ne de anlıyor. Sanki Münye’nin yazarı, eserinde terminolojik açıklamaları kastetti. Terminoloji ve rivayetlere karşı uygun ifadeler kullanmayı hatırlatmak istedi. 41C: Molla Gürânî’nin “Gerekli olan açıklamaları yaptıktan sonra, Molla Hüsrev’in ‘Asli hürriyet kavramı Fukahaya göre iki manaya gelmektedir’ İfadesinin doğru olduğunu kabul etsek bunun ona ne gibi bir faydası vardır. Aklî bakımdan inceleyecek olursak, Molla Hüsrev mirasçı olmanın (irs) illetini, mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlamıştır” sözü, 95 Bu şekilde bir açıklama yaptıktan sonra devamında “Nakil bakımından” diye cümlenin devam etmesini gerektirir. Fakat Molla Gürânî, aşırı derece gaflet içinde olduğundan dolayı cümlenin devamını zikretmemiştir. Meseleler hakkında gafil olmayın, Molla Gürânî gibi hiç olmayın. 42C: Molla Gürânî’nin “Molla Hüsrev, mirasçı olmanın (irs) illetini mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlamıştır. Bu görüşün yanlış olduğunu, ‘Mülkiyetin ortadan kalkması velanın illetidir’ şeklindeki ifademizle açıklamıştık” sözü, Biz de Molla Gürânî’nin fesadını zannettiği hususların hükümsüz (batıl) olduklarını beyan ettik. Meseleler hakkında gafil olmayın, Molla Gürânî gibi hiç olmayın. 43C: Molla Gürânî’nin “Hangi şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin çocuk, veladan sonra hür olmuştur. Bu konu hakkında sahabe döneminden günümüze kadar hiçbir mezhep âlimi tarafından muhalefet olmamıştır” sözü, Bütün bu sözler, bozuk (fâsit) tasarlamalardır. Bunların hatalı oldukları, Molla Gürânî’nin fasit zannettiği konular kısmında açıklanılmıştır. 44C: Molla Gürânî’nin “Bu mesele hakkında açıklama yapılacak yer ferâiz ilmidir. Ferâiz ilminin oluşmasını sağlayan ve velanın şartları, hükümleri ve diğer bölümleri hakkında açıklamalar yapan âlimlerden hiçbiri, ‘Vela konusunda annenin asli hür olmamasının şart koşulması’ şeklinde bir şart ileri sürdükleri söylenemez. Daha öncekilerin eserlerinde konuyla ilgili olarak bundan daha iyi bir açıklama da yapılmamıştır” sözü, Molla Gürânî, dört kitaptan (Mütûn-u Erbea‘)116 alınarak risalede nakledilen görüşler hakkında, ya bunları görmekten aciz ya da bunları anlamaktan yoksun. Sen iyi düşün ve onun gibi asla olma. 45C: Molla Gürânî’nin “Ona ait diğer lafızlar da yetersiz ve zayıftır” sözü, Konuya ait kullanılan lafızlarda yetersizlik yoktur ve lafızların manalarında da zayıflık bulunmamaktadır. Molla Gürânî yellenme kokusunu hoş (güzel) karşılayıp, misk, amber ve gül kokusunu kötü (kabih) karşılayan 116 Hanefi literatüründe müteahhirûn alimler tarafından el-Muhtar, Kenzü’d-Dekâik, el-Vikâye ve Mecmeu‘l-Bahreyn adlı eserler için dört muteber kaynağı ifade eden bir terimdir. Bk. Ahmet Özel, a.g.e., s.71. 96 burnu dik kibirli insanlar gibi kendisine ait olan tutumlarıyla kötü bir karaktere benzemek için azmetmektedir. Diğer güzel kokulardan da nefret ediyor. Siz bu durumdan sakının. 46C: Molla Gürânî’nin “Nefislerimizin şerlerinden ve kötü olan amellerimizden dolayı Allah’a sığınıyoruz” sözü, Molla Gürânî’nin yaptığı bu istiâze (Allaha sığınma) ona faydalı olmayacaktır. Bilakis onun şahsında şer bulunmaktadır. Bundan dolayı daha yüksek mertebelerde olma ve üstün gelme duygularıyla çok mükemmel olmak istemektedir. Neticede onun durumu kıymetsiz şeyleri istediğinden dolayı gülünecek bir hal almıştır. Çünkü onlar (âlimler) yazmış olduğum risaleden ona (Molla Gürânî’ye) ulaşanlardan hiçbir şey anlamadığının farkına varmışlardır. Aksine Molla Gürânî risaledeki cümleleri kullanıldığı yerlerinden ayırarak, söylenebilecek en kötü ibare ve hoşlanılmayan sözlerle tahrif etmiştir. Ayrıca naklettiği âlimlerin görüşlerinden herhangi bir alıntı da yapmamıştır. Tüm bu kaba ve değersiz sözlerle beraber fâzıl (Molla Hüsrev) diye isimlendirdiği kişinin karşısında yıkılmıştır. 97 IV-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” ""رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ اﻟﻮﻻْء ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺡﻀﺮﺷﺎﻩ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ “Risâletün fî’-Velâ li Mevlânâ el-Fâzıl Hızırşâh rahimehullah teâlâ” (Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Camii Bölümü, No:1186, vr.414–419) 98 Hamd, ona layık olan Allah’adır. Salât-ü selam onun peygamberi ve ailesinin üzerine olsun. Molla Hüsrev, Vela Risale’sini; mukaddime, maksad, fasıl ve teznib bölümleri üzerine kurmuştur. Mukaddime bölümünde aşağıdaki konuların dayandığı delilerle ilgili açıklamalar bulunmaktadır. Birincisi: Hürrü’l-asıl (Asli hür) kavramı Fukahanın ıstılahında iki anlamda kullanılmıştır; 1-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir. Bu kimse nikâh ve hamilelik veya azat edilme vaktinden altı ay sonra azat edilen bir cariyeden doğan veya usulünde köle bulunan bir kişi olandır. 2-Kesinlikle kendi usulünde köle bulunmayan kimsedir. Bana göre; Molla Hüsrev’in birinci manada kullandığı ‘asli hür’ kavramı Fukahâ’nın geleneğinde bilinmeyen bir kavram ve terim olarak yeni bir kullanım özelliği taşımaktadır. Çünkü Molla Hüsrev’in birinci manada kullandığı ‘el-Hürru’l-asıl’ kavramı Fukaha’nın ıstılahında ‘Mu’teku’l-Asıl’117 kavramı veya ‘el-Hürru’l-Arızî’118 kavramlarına karşılık gelmektedir. Bu kavramlar bazı durumlarda ikisine ait hükümlerin farklılık göstermesi nedeniyle ve kullanımdaki kavram kargaşasını ortadan kaldırmak için farklı isimler ile kullanılmışlardır. Fukahanın kullanımları, yukarıdaki açıklamaya uygunluk arz etmekle beraber, aynı zamanda şu açıklamayı da desteklemektedir: “Aslî hürriyet hakkındaki davalarda şart ileri sürülemez ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir.” Şayet Molla Hüsrev’in kullandığı asli hür kavramının terimsel anlamı bakımından doğru kullanıldığı kabul edilse bile, bu kullanımın hükümleri sözlük bakımından değerlendirilir, hüküm bakımından değerlendirilmez. Çünkü azat edilen kişi (mu’tak), azat edilme işlemi (ıtk) ile hür olmuştur ve onun çocukları bu anlamda hür birer fert kabul edilir. 117 Mu‘teku'l-asıl: Kişinin usulü bakımından köle olduğu halde daha sonra efendisi tarafından azat edilerek hürriyetine kavuşmuş kişi için kullanılan bir terim. 118 Hürrü'l-ârızî: Hürriyet engeli olarak kabul edilen köleliğin üzerinden kalkmasıyla sonradan hürriyetine kavuşmuş kişileri ifade etmek için kullanılan bir terim. 99 Bundan dolayı Molla Hüsrev, asli hür kavramını –ki ben bununla yukarıda açıkladığım anlamı kastediyorum- bu manada kullanıyor ise, Molla Hüsrev’in kullandığı ifadelerin bu manaya geldiğini gösteren delilleri sunması istenir. Çünkü herhangi bir görüş ortaya konulduğu zaman onun peşinden, ona ait delillerin getirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Molla Hüsrev asli hür kavramını kullandığı yerlerin onun bu kullanımını desteklemesi gerekecektir. Mutlak olarak onun kullanımı bizim yaptığımız açıklamalara hasredilmesi doğru olmaz. Molla Hüsrev’in Hidaye yazarı ve diğer âlimlerden yaptığı nakilde “Vela mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanır. Mülkiyetin ortadan kalkması ise velanın gerçekleşmesinin kısımlarından bir tanesidir. Velanın çocuk üzerinde gerçekleşmesi, daha önce değinildiği üzere anne tarafından olur. Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın mülkiyete konu oluşu çocuğa sirayet etmez. Çocuğun üzerindeki mülkiyetin çocuk üzerinden kalkması, ancak anneyi azat eden (mu’tik) tarafından olabilir. Anne tarafında kölelik olmazsa zaten çocuk üzerinde vela hakkı düşünülemez” demektedir. Bu açıklamalar üzerine birkaç yönden cevap verilebilir. 1-Mülkiyetin sona ermesi, velanın dayandığı temeldir. Hidaye yazarının açıkladığı ifadeler bunun gibi değildir. Hâlbuki bu ifadeler, Molla Hüsrev’in Merğînânî’nin yaptığı açıklamalardan anladıkladır. Biz, bu konuya bazı ilavelerde bulunduk. Molla Hüsrev dedi ki; velanın sebebi kişinin kendi mülkiyetinde olanı azat etmedir. Azat etmek ise hukuki bir tasarrufun gerçekleşmesinden ve kölelik nedeniyle meydana gelmiş, hukuki bir kısıtlılığın ortadan kaldırılmasından ibarettir. 2-Molla Hüsrev’in sarılıp hiç bırakmadığı “Çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir” görüşü de değerlendirme bekleyen ifadelerdendir. Bu görüşün bütün yönleriyle doğru kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü çocuğun, -annesi cariye olarak çocuk doğurma isteğinde bulunan köle bir kadın olması durumunda- asli hür olması mümkündür. Anne hür olmadığı halde çocuk hürdür. Aynen şu örnekte bunun gibidir: “Bir kadın bir adama; ‘kesinlikle ben hür bir kadınım, benimle evlenir misin?’, adam da, o kadınla evlense ve ondan çocuk sahibi olsa, sonra kadının başkasına ait bir 100 cariye olduğu ortaya çıksa, bu durumda anne cariyedir, çocuk ise hürdür.” Bundan dolayı o meşhur meselede119 olduğu gibi köle anne ve babadan olan çocuk bazen hür olabilir. Eğer bu meşhur meselede anlatılan örneğin, doğru olduğu savunulan kaidenin120 kapsamı dışında değerlendirilmesi doğru olursa, tartışılan bu örneğin, o kaidenin dışında değerlendirilerek doğru olması uygun olabilir. Özellikle tahsis edilen hüküm hakkındaki tahsis121 işleminin açıklanması gerekmektedir. Fetva kitaplarında –fetvalardan anlaşıldığına göre- “bir adam cariyesini başka bir köleyle evlendirir, o ikisinin çocukları babanın efendisine aittir” şeklinde ifadeler vardır. Muhakkak ki bu konu hakkında iki tane rivayet vardır. 3-Molla Hüsrev, “Babanın mülkiyete konu oluşu çocuğa sirayet etmez” sözünü söyledikten sonra, bu ifade azat edilmiş bir kadından doğan çocuk üzerinde azat eden kişiye ait vela hakkının olmamasını gerektirir demiştir. Çünkü, azat etme işleminden sonra çocuk açısından mülkiyete konu olma kalmamıştır. Dolayısıyla çocuk üzerinde azat eden kişiye ait vela hakkı gerçekleşmez. Çocuk üzerinde mülk olma yoktur. Çünkü mülkiyet artık yok olmuştur. Yok olan bir şeyin sirayet etmesi düşünülemez. Bilakis mülkiyete konu olmanın hüküm bakımından sirayet etmesi söz konusudur. O da babayı azat etme sebebiyle meydana gelen vela hakkıdır. Mülkiyet oluşun sirayet etmesi meselesi tartışmalı konular içerisinde görünür. Burada üzerinde ittifak edilen sebebin hükmüdür. Çünkü sebep meseledeki yerinde kalıcıdır. Mülkiyetin sirayeti ise hüküm bakımından vardır. Bu ifadelerimizi desteklemesi bakımından Muhît yazarının söyledikleri de önemlidir: “Velanın 119 Örneğin; Zeyd’in oğlu amr’in kölesidir. Zeyd, cariyesiyle amr’in izni dâhilinde amr’in kölesi olan oğlunu evlendiriyor. Cariye bir çocuk doğuruyor. O çocuk hürdür çünkü çocuk hürriyet ve kölelik konusunda anneye tabidir. Anne zeyd’in cariyesidir. Bunun sonucunda zeyd oğlunun oğluna malik durumdadır. Çünkü oğlunun oğlu, ne kadar aşağı doğru inilirse inilsin şer’i bakımdan oğlu mesabesindedir. Oğluna malik olan kişide onu azat etmek zorundadır. Bu durumda zeyd oğlunun oğluna maliktir ve onu azat etmesi gereklidir. Şayet; bu durum “fukahanın kaidesine” ve ‘iki köle olan kimseden doğan çocuk köledir’meselesine muhaliftir” denilirse, ben şöyle cevap veririm: “Bu kaide, dışarıdan hükmü engelleyen bir mani’in olmaması şartıyla sınırlandırılmıştır. Bu meselede mani’mevcut olduğu için – mani’de; zeyd’in, oğlunun oğluna malik olmasıdır- zikri geçen bu kaideye aykırı bir durum olduğu söylenemez. Bk. Süleymaniye ktp. şehit ali paşa bl. vr.205a (müstensih notu) 120 Kaide: “İki köle olan anne-babadan doğan çocuk köledir.” Bk. Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa Bl. vr.205a. (Müstensih notu) 121 Tahsîs: Âmm olan bir lafzın kapsadığı fertlerden bir kısmının çıkarılması ve kapsamının daraltılmasıdır. Ferhat Koca, İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1996, s.104. 101 bizzat kendisi miras olarak geçmez. Bilakis vela hakkı, her halükarda azat eden kişiye aittir.” Vela yoluyla mirasçı olma hakkı, azat eden kişiye hakiki olarak mensup olan kişilere (çocuklarına) ait olur. Sonra, azat edilen kişinin malı konusunda olduğu gibi, vela hakkının sirayetinde de azat eden kişinin en yakın asabeleri, vela hakkı konusunda azat eden kişinin çocuklarının peşinden gelirler. Mülkiyete konu olmanın sirayeti meselesi çeşitli safhalarda tartışılmaya devam etmiştir. Bilinmesi gereklidir ki, İslam Hukukunda hükümlerin yer aldığı kaynaklara aşinalığı olan kişiler, bu temel kaideyi değişik konularda bulabilirler. O yerlerden bir tanesi bünüvvet başlığıdır. Bünüvvet babanın nutfesinden (sperminden) kaynaklanan doğumdan ibarettir. Nesebin sabit olmasının sebebi de babanın nutfesinden olmaktır. Babanın sulbünden kaynaklanan doğum, oğlun oğluna yani toruna sirayet etmez. Bilakis sirayet eden şey nesebin hükmüdür. O hüküm de nesebin dede tarafından sabit olduğudur. Çocuğun doğumu dedenin nutfesinden değil babanın nutfesinden gerçekleşmiştir. Bu ifadeler ışığında çeşitli görüşler ortaya konmuştur. Eğer şöyle dersen; velanın hükmünün sirayet etmesi, velaya mahal olan kişinin durumunun buna imkân vermesini gerektirir. Anne-babası bakımından hür olan kişi, velanın hükmünün sirayet etmesine imkân tanıyacak durumda değildir ki, ona nasıl sirayet gerçekleşsin? Benim görüşüm ise, çocuğun mevla’l-atâkadan bir parça olması, velanın hükmünün ona geçmesine imkân vermesi bakımından yeterlidir. Çünkü cüz’iyyet prensibiyle mevla’l-atâka’dan bir parça sayılmak, nafile konusunda olduğu gibi aradaki bağın illetidir. Âkile122 içerisinde dedenin sabit olmasının sebebi, âkilenin birçok parçasından bir tanesi olmasıdır. Şer’i bakımdan vela, nesep gibidir. Velanın hükmünün azat edilen kişiden çocuğuna olmasından 122 geçmesi, ve çocuğun velanın nesebinin şer’i olarak o kişiden nesebin (mu’taktan) hükmü sabit içerisinde Âkıle: Kasıtsız olarak işlenen cinayet diyetini veya “gurre” denilen mali tazminatı yüklenen asabe, aşiret, divan üyeleri, meslek kuruluşları vb. dir. Bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.10. 102 değerlendirilmesinden dolayı aykırı bir sonuç değildir. Nesebin hükümlerinde olduğu gibi velanın hükümleri konusunda da geçişlilik/sirayet mümkündür. Konunun incelenmesi şöyledir: Şüphesiz babanın nesebi ve baba tarafının vela hakkı, babanın köle olması ve annenin hür olması hallerinde kuvvetle sabittir. Fakat o ikisine (nesep ve vela hakkına) ait engel/mani mevcut olduğundan dolayı hükümlerinin açığa çıkması mümkün değildir. Aradaki engel, babanın köle oluşudur. Köle olmak hükmen, yok kabul edildiğinden dolayı çocuk, –yukarıda anlatılan örnekte- nesep bakımından annenin nesebi köle olana (babaya) nispetle daha kuvvetli olduğundan dolayı anneye tabi sayılır. Araştırmacıları bu verilen örneğin dışında hiçbir örnek yanıltmamıştır. Anne ve babanın hür olup birinin asli ve diğerinin ârızî hür olduğu durumlardaki örnekler de yukarıda verilen örnekteki gibi ele alınır. Nesebin baba tarafı hakkında sabit olması zorunlu/gerekli bir durumdur, anne tarafı hakkında sabit olması ise şeriatın itibar ettiği kıstasların aksinedir. Kesin olan netice şudur ki, bu benzerliğin özü, azat edilen kişinin babası gibi –azat edilen kişinin babası, onun çocuğunun sahih dedesidir, azat edilen kişinin kardeşi çocuğunun amcasıdır, azat edilenin diğer çocuğu da çocuğunun kardeşidir- nesebi asabesi olursa onlar çocuğa mirasçı olurlar. Aynen bunun gibi çocuğun nesebi asabesi bulunmadığı zaman sebebi asabesi –yani babasını azat eden kişinin asabeleri- o çocuğa mirasçı olurlar. Çünkü vela şer’i olarak nesep gibidir. Bu mezkûr temel kaide, “Cerr-i vela” prensibi dikkate alınarak vela hakkının bir taraftan tamamen sökülüp alınarak diğer tarafa intikal etmesi değildir. Vela hakkının bu şekilde bir taraftan diğer bir tarafa intikal etmesinde velanın başka bir hale dönüşmesi söz konusudur. Hâlbuki “cerr-i vela”nın manası babanın köle olmasından kaynaklanan engelin babanın efendisi tarafından kaldırılmasıyla vela hakkının nesebin kuvvetliliği bakımından baba tarafına geçirilmesidir. Öncelikli olarak vela hakkının gerçekleşmesi, sabit olan nesebin ortaya çıkmasıyla olur. Vela hakkı, nesebin ortaya çıkmasıyla gerçekleştiğinde babanın nesebi üzerindeki zafiyet (kölelik) ortadan kalkmıştır. Azat edilen 103 babanın efendileri, yukarıda belirtilen zafiyet ortadan kalktıktan sonra, nesebi sabit olan çocuğun üzerinde vela hakkından mahrum olması nasıl olabilir? Babanın nesebine göre gayet zafiyet içerisinde olan annenin nesebi babanın nesebine nasıl tercih edilebilir? Başka bir ifadeyle konuyu şöyle anlatabiliriz ki, köle ve hür iki insandan meydana gelen çocuğun nesebi, o ikisinden sabittir. Fakat babanın tarafında köle olmasından dolayı –kölelik yok statüsündedir- ciddi bir zafiyet vardır. Zafiyet olduğundan dolayı da nesebin sonuçları ortaya çıkmamaktadır. Baba azat edilince çocuğun nesebi kuvvetli duruma gelir. Bu durumda annenin nesebi babanın nesebine göre daha zayıf duruma geleceğinden dolayı annenin nesebine itibar edilmez. Molla Hüsrev, Hidaye yazarı ve diğer yazarlardan aktararak şöyle demiştir: “Vela mülkiyetin son bulmasına bağlıdır” sözü değerlendirildiğinde, bu sözün umum (genellik) ifade eden bir söz olduğu anlaşılır. Ancak bu söz, azat edilen kişinin kendisini ifade eder, onun çocuklarını ifade etmez. Bilakis, çocuklar hakkında velanın dayandığı sebep neseptir. 4-Molla Hüsrev’in “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela hakkı düşünülemez.” sözü, Hidaye’nin şerhlerinde ve diğer kaynaklarda açıklanan görüşlere muhalif gözükmektedir. Adı geçen eserlerde bahsedilen görüş sahipleri şöyle dediler; a-Anne ve baba, her ikisi de azat edilmiş olursa, b-Baba azat edilmiş, anne muvalat anlaşması yapmış olursa, c-Baba Arap, anne azat edilmiş olursa, bu durumlarda çocuk babaya tabi olur. Bu görüşler üzerinde görüş birliği vardır. Bu açıklanan görüşlerden elde edilecek sonuç, muvalat anlaşmasının şartlarından birisi anlaşmayı yapan kişide vela-i atakanın olmamasıdır. İkinci kısmın/(b) maddesinin manası ise; annenin muvalat anlaşması yapabilmesi için asli hür olması gerekmektedir. Molla Hüsrev’in aktardığı ifadeler, bu söylediklerimize aykırı gözükmektedir. Aynı zamanda Molla Hüsrev, Câmi’us-Sağîr’in bazı şerhlerinde nakledilen açık ifadelere de muhalefet etmiştir. Şöyle ki, Molla Hüsrev “Anne ve baba her ikisi de Arap olurlarsa çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela 104 hakkı yoktur. Çünkü Araplar asli hür olan kimselerdir. Eğer anne Arap olur, baba da azat edilmiş olursa, çocuk babanın efendisine ait olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi vela konusunda da babaya tabidir” şeklinde görüş bildirmiştir. Bu ifadeler, Molla Hüsrev’in savunduğu düşünceye aykırı gözükmektedir. Zikredilen bu cümlelerden anlaşılan: Azat eden efendinin, azat edilen kölenin çocuğu üzerinde mirasçı olma hakkını elde etmesinin sebebi, çocuğun nesebinin azat edilen köle tarafından sabit olmasıdır. Yoksa babanın mülkiyetliği ve köle oluşunun çocuğa sirayet etmesi değildir. Azat eden efendinin ve asabelerinin azat edilen kişinin çocuğuna mirasçı olmalarının sebebi ise, çocuğun nesebinin azat edilen kişiden sabit olmasından dolayıdır. Vela-i ataka konusunda köleliğe itibar edilmesi, nesebin aslında köleliğin mevcut olmasının bir sonucu olarak anlaşılmıştır. Açıkladığımız bu ifadelere dayanarak çocuğun babası, hayatta olan azat edilmiş bir kişi olsa, çocuğun annesi de hür olduğu halde, baba çocuğuna mirasçı olur. Babanın mirasçı olması nesepten dolayı, babanın efendisinin mirasçı olması ise veladan dolayıdır. Bunun dayanağı Hz. Peygamber’in (sav) “Vela, azat eden kişiye aittir” hadisidir. Keşke, Molla Hüsrev’i sapasağlam duran vela hakkını yok saymaya götüren hususları ve -onun kullandığı ifadeyle- genel kabule uygun rivayetleri kullandığına dair, Molla Hüsrev’i ikna eden hususları bilmiş olsaydım. Bu görüş ve düşünceleriyle muhalif olan görüşlere karşı genel kabule uygun görüşlere uyduğunu keşke anlayabilseydim. Ancak açıkladığımız temel kaide ışığında Molla Hüsrev’in ifadelerinin durumu tersine dönmüştür. Birbirine muhalefet eden görüşlerin bulunması durumunda fürû meseleleri, usul kaideleri çerçevesinde değerlendirilir. Uygun olan görüş kabul edilir, muhalif olan ise reddedilir. Molla Hüsrev’in “Lafız mana açısından kat’i olursa, kat’i manaya ihtimali olan zahir lafız ve kat’i manaya ihtimali bulunmayan diğer lafızlar, kat’i olan mana üzerine hamledilir” sözüne gelince; bu söz, kendisine görüşlerin 105 dayandırıldığı, meselelerin çözümlemesinde temel olan, doğru ve isabetli bir kaide olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Fakat kat’i olan lafızlar, bu konuda varlığı kabul edilen naslara uygun olan rivayetlerin lafızlarıdır. Onlarda “” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ123 ve “ اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ ” اﻟﻨﺴﺐ124 ve “” ﻡﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ125 hadisi şerifleridir. Kat’i manaya ihtimali olan zahir lafızlar, nassın manasına uygunluk arz edecektir. Nassın manasının dışında kalan anlamlar ise nassın manasına açık bir şekilde muhalif olan rivayetlerin lafızlarıdır. Birinci olarak: Bedâyi’nin lafzı “Hiçbir kimseye vela hakkı yoktur (”)ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ şeklindedir. Bu lafız, umum ifade eden lafızlardan olursa –ki burada umum bir mana ifade eden lafızdır- iki tane itibar edilmesi gereken seçenek kesinleşmiştir. a-İnsanlardan hiçbir kimse için vela hakkı yoktur. Ne anne tarafı için, ne de baba tarafı için vela söz konusu değildir. b-Annenin tarafı için vela hakkı kesinlikle yoktur. Bedâyi’nin lafzını birinci mana üzerine hamletmedeki engelleyici durum bağlayıcıdır. Engelleyici olan durum ise nassın –vela azat edene aittirumum ifade etmesidir. Bundan dolayı farklı anlayışlar olmuştur. Bu ihtilaftan dolayı lafzın ikinci manasına hamledilmesi zorunludur. Lafzın umumiliğine uygun olan başka bir nasla Bedâyi’deki lafzın umumiliğinin ortadan kaldırılmaması için ikinci mana üzerine hamletmek gereklidir.126 Açık olan husus; Bedâyi yazarının bu lafızla kastettiğinin ikinci mana olmasıdır. Çünkü vela hükmi asabeliktir ve asabelikte annenin akrabalığı (yakınlığı) ile gerçekleşmez. Kifâye’de de buna benzer ifadeler yer almaktadır. Bu mevzuda Bedâyi sahibinin maksadı gösteriyor ki, çocuğun 123 Vela azat eden kişiye aittir. Vela nesebin parçalarından bir parça gibidir. Hadisin tamamında “( ” ﻻ یﺒﺎع وﻻ یﻮهﺐsatılamaz ve hibe edilemez) ibaresi de vardır. 125 Bir kavimle vela akdi yapmış olan kimse, o kavimdendir. 126 Burada anlatılan ikinci mana (b) maddesinde açıkladığı ifadedir. Müellif yukarıda kendisine itibar edilmesi gereken iki tane yorumun varlığından bahsetmiştir. Birinci olarak verdiği yorumun umum ifade etmesinden dolayı ihtilafın kaçınılmaz olduğunu vurgulamış, bunun neticesini ortadan kaldırmak için de ikinci mananın devreye sokulması gerektiğini söylemiştir. 124 106 annesi üzerinde hiç kimseye ait vela hakkı yoktur ve onun çocuğu üzerinde anne tarafına ait vela da söz konusu değildir. Münye adlı eserin yazarı, “Vela ya babanın kavmine ya da annenin kavmine ait olabilir” görüşü de (b) maddesinde zikrettiğimiz yorumu desteklemektedir. Münye’nin yazarı daha sonra şöyle dedi; “Şayet baba asli hür olursa, babanın kavmine ait vela hakkı yoktur ve buna benzer olarak anne asli hür olursa, annenin kavmine ait vela hakkı yoktur” bu ifadelerde açıkladığımız durumların gerçekleşmesi sonucunda, mutlak olan lafızlar mukayyet olan bu ifadelere hamledilmelidir. Aynen Molla Hüsrev’in mukaddimesinin son kısmında işaret ettiği gibi mutlak ifadelerin, mukayyetlere hamledilmesinin gerekli olduğu yönündedir. Biz, bu durumda başarı Allah’tandır diyerek sözümüzü tamamlarız. Tartışmalı olan bu konuda baba tarafının mirasçı olmaları Hz. Peygamber’in (sav) “Vela azat edene aittir ( ”)اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖhadisinden anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste “azat eden kişi ( ”) ﻡﻦ اﻋﺘﻖibaresi vardır. Bir de “Vela neseple oluşan akrabalığın parçalarından bir parça gibidir ( اﻟﻮﻻء ”)ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐhadisinden anlaşılmaktadır. Hidâye’nin şerhi olan Nihâye adlı eserin yazarı dedi ki, hadislerde ifade edilen kavramların manası, velanın usûl ve fürû fertleri içinde nesebin yayılmasına ve nesebin karışarak heterojen bir yapı halini almasına benzeyerek yayılmasıdır. Hatta nesep, fertlerin nesep bağıyla birbirine karışmaları neticesinde öyle büyük bir hal alır ki, ufak parçalardan dokunmuş bir elbise gibi sanki tek bir şey gibi olur. Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir” sözüne gelince; biz bu cümleyi umum ifade eden bir lafız olarak kabul ederiz. Fakat bu cümleden anlaşılması gereken mana, iki taraftan birinin kesinlikle köle olmasıdır. Diğer taraf ise hür ya da köle olabilir. Biz bu konu hakkında “İki taraftan biri köle değildir” demiyoruz. Bilakis, iki taraftan biri köle olabilir, köleliği sona ermiş olabilir veya hiç köle olmayabilir de. Asli kuvvetin (soynesep kuvvetliliğinin) özellikle Molla Hüsrev’in Fukaha’nın ıstılahında kullanılan ‘‘ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞkavramının ‘‘ ﺡﺮ اﻻﺹﻞkavramı şeklinde kullanmasıyla meydana getirdiği terminoloji ile ilgisinin bulunduğunu söylemek gerekir. 107 Hâsıl-ı kelam, hocalarımızdan bu konu hakkında nakledilen rivayetleri, hiç şüphe yok ki bu melese hakkında söylenen naslara ve temel kaidelere sunmamız gerekmektedir. Naslara ve temel kaidelere uygun olanlar kabul edilir, aykırı olanlar ise reddedilir. Hocalarımızdan tartışmalı bir konu içinde yer alan, baba tarafının mirasçı olmaları meselesinde mutlak ve mukayyet olarak nakledilen rivayetler, vela göstermişlerdir konusu ve bu hakkında naslar, vela ileri sürülen meselesinin naslara uygunluk kapsamı içerisinde toplanmıştır. Hocalarımıza ait bu rivayetlerin, vela konusunun içerisinde bulunması, o rivayetlerin bırakılıp terk edilmesine engel teşkil eder. Onların terk edilmesi, onlarla amel etmeye ve onlar hakkında nassın umumiliği hakkında görüş beyan etmeye engeldir. Molla Hüsrev’in Hocalarımızdan mutlak ve mukayyet olarak naklettiği rivayetlerin her biri, İslam hukukundaki meşhur olan kabulün tersini yansıtmaktadır. Molla Hüsrev’in aktardığı rivayetlerin İslam hukukundaki genel kabule ters olması, ince ve hassas sorumluluk anlayışı içerisinde ihtilaf edilenlerin ittifak edilenler üzerine hamledilmesi sorumluluğunu beraberinde gerektirmektedir. Mümkün oluyorsa hamledilir, aksi halde ihtilaflı olan o görüş yalnız bırakılır. Bu konu hakkında varit olan nasları, daha önce zikretmiştik. Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir” sözüne bakacak olursak, bu söz velanın hükmünü açıklamaya dair söylenmiş rivayetlerden değildir. Bilakis bu söz, kölelik ve hürriyet konuları hakkında köleler ve hür olan insanların füru’larının durumlarını açıklamaya yönelik söylenmiştir. Bu sözden başka hükümler çıkarılabilir ancak onun öncesinde söylenen söz ile ondan görüş olarak çıkarılan hükümler maksat bakımından aralarında farklılıkların olduğunu belirtmek gerekmektedir. Kabul görmüş, meşhur Hanefi mezhebinin kitapları içerisinde büyük âlimlerden nakledilen rivayetler kendi arasında bir sıralama içindedir. Bu rivayetler, olumlu düşünce besledikleri ve kabul ettikleri görüşler hakkında delil olarak kullanılırlar. Bunlarda mutlak ve mukayyet olmak üzere iki kategoridir. A-Eserlerdeki Mutlak olan ifadelerden bazıları: 108 1-Fetva kaidelerinin toplandığı eserlerde rivayet edildiğine göre: Bir kimse, babasını azat eden kişiyi ve annesini geride bırakarak vefat etmiş olsa, 1/3 anneye, geri kalan ise asabelere ait olur. Çünkü o kişinin babasını azat eden sanki onu azat etmiş gibidir. Fetvanın tahlil edilmesiyle diğer kitaplarda bulunan mutlakların durumları bilinebilir. 2-Vasît’in yazarı, Vecîz adlı eserinde şunları zikretti: Azat edilen kişi, farz sahipleri ve kendisini azat eden kişiyi bırakarak vefat etse farz sahipleri mirastan farz olan miktarlarını alırlar, geri kalan kısım ise azat eden kişiye aittir. Bu konuda aynı zamanda şu da vardır; bir kişi tartışmalı olan bu konuda geride farz sahiplerini ve azat eden kişiyi bırakmış olsa, vela hakkı farz sahiplerine değil azat eden kişiye ya da onun asabelerine ait olur. Çünkü babayı azat eden kişi çocuğunu da azat etmiş gibidir. Bunun benzeri ifadeler fetva kaideleri içerisinde zikredilmiştir. 3-Hülâsa adlı eserde “Efendisinin mülkiyeti üzerine azat edilen her kölenin velası efendisine aittir” ifadesi yer almaktadır. 4-Mecmeu’l-Fetâvâ adlı eserde “Çocuk nesep konusunda olduğu gibi vela konusunda da babaya tabidir” denilmiştir. B-Eserlerdeki Mukayyet olan ifadelerden bazıları: 1-Münye adlı eserin yazarı: “Çocuk, annesinin asli veya ârızî hür olmasıyla bağlantılı olarak asli hür olarak değerlendirilirse, çocuğun üzerinde vela hakkının sabit olması caizdir. Vela hakkı babanın tarafına veya annenin tarafına ait de olabilir. Eğer baba asli hür olursa babanın tarafına ait vela hakkı yoktur. Aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına ait vela hakkı yoktur” demiştir. 2-Fetâvâ-i Tatarhâniyye’de Tahâvî’den nakledilerek şöyle denilmektedir: “Davacının babası falanca, sahibi bulunduğu ölenin babası falancayı azat etti, daha sonra azat edilen bu şahıs geride el’an davacı konumunda olan oğlu falancayı bırakmıştır. Sonrasında azat eden geride hür bir kadından olan el’an ölü durumdaki oğlu falancayı bırakmıştır. Bu şekilde gelişen bir olay hakkında iki kişi şahitlikte etseler, davacı lehine miras hakkına hükmedilir.” 109 3-Attâbî’nin yazdığı Câmiü’s-Sağîr şerhinde şöyle zikredilmektedir: “Anne Arap olan bir kadın ve baba da azat edilmiş bir kişi olsa, çocuk babanın efendisinin mevlası127 olur. Çünkü çocuk, nesepte olduğu gibi vela konusunda da babaya tabi olur.” Bu ifadelerin benzeri Hülâsa adlı eserde de kaydedilmiştir. 4-Hidâye’nin şerhinde şöyle anlatılmıştır: “Baba azat edilmiş birisi ve anne de mevlâ’l-muvâlât yapmış bir kadın olurlarsa, çocuk babaya tabi olur.” C-Molla Hüsrev’in zahir olarak naklettikleri ihtilaflı rivayetlere gelince: 1-Tekmile adlı eserin şerhinde Şeyh Reşîdüddin Muhammed enNisâbûrî’nin sözünü naklederken ifade ettiğine göre, “Annenin ve babanın efendileri çocuk üzerindeki vela hakkı konusunda anlaşmazlığa düşerlerse,…” burada şârih dedi ki; bu anlatılan meselede kastedilen, annenin muvâlât anlaşması yapmış bir kadın olmasıdır. Çünkü anne, asli hür olsaydı, o anne ve babadan doğmuş olan çocuk üzerinde vela hakkı sabit olmayacaktı ve anne asli hür olduğu zaman, çocuk hürriyet konusunda anneye tabi kabul edilecektir. Aynı şekilde baba asli hür olduğu zaman da, çocuk nesep konusunda babaya tabi olacaktır. Vela nesebin parçalarından bir parça gibidir. Bizim asli hür sözümüzle kastettiğimiz, asli hür olan kişinin Arap olmasıdır. Çünkü Arap olanlarda kölelik geçerli değildir. Benim kanaatim; Molla Hüsrev’in Nîsâbûrî’nin sözündeki vela ile Tekmile yazarının bahsettiği velayı kastetmiş olmasının mümkün olmadığıdır. Çünkü o vela, annenin efendisine ait olması gerekli olan veladır. Yani anne, asli hür olursa çocuk üzerinde annenin tarafına ait vela hakkı sabit olmayacaktır. Bu ifade onun söylediğine açıklama olarak daha yakındır. Hidaye yazarı “Arap bir kadın ile Arap olmayan bir erkekten dünya gelen çocuk128” örneğinde olduğu gibi bu sözüyle vela konusunda ittifakın 127 Babanın efendisinin çocuk üzerinde sahip olduğu vela hakkını ifade etmek için kullanılmaktadır. Yani Çocuğun üzerindeki vela hakkına sahip olan bu kişi çocuğun yakını, hükmi akrabası şeklinde de algılanabilir. 128 Müellifin bahsettiği mesele hakkında Hidaye’de şunlar kaydedilmiştir: “Arap olmayan birisi ile Arap olan azat edilmiş bir kadın evlenmiş olsalar bu ikisinden doğan çocukların velaları hakkında Ebu Hanife ve İmam Muhammed annenin efendilerinin vela hakkına sahip olacaklarını söylerken, Ebu Yusuf Babanın tarafının vela hakkına sahip olacağını beyan etmişlerdir. Ebu Yusuf meselenin izahına tamamen nesep bakımından yaklaşırken, Ebu Hanife ve İmam Muhammed ise azat etme ile oluşan vela (velaü’l-atâka)’nın muvalat anlaşmasıyla oluşan veladan daha kuvvetli olduğunu beyan 110 şeklini göstermektedir. Nasıl oluyor da yukarıda açıklanan Nîsâbûrî’nin ifadeleri Hidaye’nin ifadeleri üzerine hamledilmediği takdirde muhalif olarak değerlendiriliyor. Çünkü Molla Hüsrev buradaki örnekte vela hakkını – anne, ikinci mana olarak ifade edilen asli hür olduğu halde- baba tarafına ait görmektedir. Sonra, bütün bu tuhaflık içerisinde çok acayip olan şey Molla Hüsrev’in aşağıdaki ifadeleridir: “Hidaye yazarı ‘Arap bir kadın ile Arap olmayan bir erkekten dünya gelen çocuk’ örneğini babasına tabi kılarak değerlendirmiştir. Biz ‘Arap olmayan bir kadın ile muvalat yapmış bir erkekten dünya gelen çocuk’ örneğini –bu örnek de üzerinde tartışma olan konu gibidir- babaya tabi kılarak değerlendirmiyoruz. Çünkü Arapların dışında kalanlar insanlar acem olarak tabir edilirler. Bundan sonra söylenecek söz: ‘Muarref (elif lam ile gelen) isim daha sonra münekker (elif lamsız) olarak tekrar kullanılırsa ikinci isim birincinin dışında değerlendirilir.’kaidesi hatırlatmak olacaktır.”129 Biz diyoruz ki, bu kaide kendi konumunda kullanılmadığı gibi, tam da değildir. Münyetü’l-Fetâvâ’nın rivayetlerinde işaret edilen hususlar, Molla Hüsrev’i konu hakkındaki cevapları ve ortaya koyduğu yorumları konusunda yapmacık ve zorlama ifadeler söylemeye, bu işin külfet ve yükünden kurtulmak için sergilenen bir tavır içerisine yönlendirmiştir. Bunlar da Molla Hüsrev’in Münye’den naklettiği, “Babanın veya annenin tarafına ait vela hakkına gelince; eğer baba asli hür olursa babanın tarafına ait vela hakkı yoktur. Aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına ait vela hakkı etmişlerdir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed bu örnekte babanın arap olmaması neticesinde böyle hüküm vermişlerdir. Eğer baba arap olan birisi olsaydı o takdirde anne ve babanın hürlük bakımından eşit olacağından dolayı o zaman nesebi devreye sokarak ‘çocuğun nesebi babaya nispet edilir’prensibinden hareketle vela hakkını baba tarafına ait olarak değerlendirmişlerdir. Ancak Ebu Yusuf meseleye her iki durumda da ‘çocuğun nesebi babaya nispet edilir’ prensibini işleterek vela hakkının baba tarafına ait olduğunu düşünmektedir. Daha geniş bilgi için bk. Burhaneddin Merğînânî, a.g.e., c.III, s.305. 129 Hidaye’de anlatılanlar üzerine yapılan bir tartışma görmekteyiz. Hidaye’de birbirini takiben iki örnek verilmiştir. Bunlardan birincisi; “Arap bir kadın ve Arap olmayan (Acem) bir erkekten meydana gelen çocuk üzerindeki vela hakkı meselesi”, ikincisi ise; “Arap olamayan (Nebdî) bir erkekle kafir olan azat edilmiş bir kadından meydana gelen çocuk üzerindeki vela hakkı meselesi” örnekleri verilmiştir. Bunlar hakkında Ebu Yusuf’un değerlendirmesi farklı olmuştur, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in değerlendirmeleri farklı olmuştur. Bundan hareketle Müellif bir kaideye atıfta bulunarak birinci örnek ile ikinci örneğinin kapsam bakımından farklı olduğunu vurgulamak istemiştir. Daha geniş bilgi için bk. Burhaneddin Merğînânî, a.g.e., c.III, s.305. 111 yoktur. Çünkü asli hür olan kişi aleyhinde ıtk (azat etme işlemi) geçerli değildir” şeklindeki ifadeleridir. Bilinmelidir ki, bu zayıf olan görüşü benimsemek ve bir çerçeve içerisine yerleştirmek, ancak örneklendirmeleri kuvvetli olan delillerle olur. İmam Şafi’den Ebu Hanife’nin fazileti hakkında şunlar nakledilmiştir: “Muhakkak ki Ebu Hanife; “Şu taş altındır, diye iddia etse ona ait delilleri olan birisidir” işte savunulan görüş, İmam Şafiî’nin verdiği örnekteki gibi olmalıdır. 2-İmam Serahsi, Vecîzü’l-Muhît adlı eserinde “Eğer anne hür baba da azat edilmiş olursa çocuk üzerinde vela söz konusu olamaz demiştir. Anne hür olursa, cümlesi ile kastedilen mana annenin hür olmasının ikinci manada kastedilen asli hürlüğü ifade etmesidir. Bundan sonra, baba Arap olmayan birisi olur, anne de ikinci manayı kasteden asli hür olursa çocuk anneye değil babaya tabi olur. Çünkü anneye ait nesep olmaz. Babanın çocuk üzerinde hak elde etmesi vela ile değil nesep ile olur. Bilakis çocuğun babasının üzerindeki vela, babanın nesebine ait mirasta hak sahibi olmaya götüren bir sebeptir. İmam Serahsi’nin bu sözleri konunun bu kısmının tartışmalı bir yer olmadığını göstermektedir. Bu konu hakkında “hür olmak” kavramı ile “asli hür olmak” kastedildiği zaman bahsi geçen tekrarlara ihtiyaç duyulur. Baba tarafından uzaklaştırılan vela konusu, mesele hakkında zorlama ifadelerin kullanılmasına neden olur. Bu durumda, nasların muhalefetinden kurtarmak için delilleri, baba tarafına hamletme konusunda anlattığımız gibi devam eder. Molla Hüsrev (Allah ona selamet versin) şu sözünde tam isabet etmiştir: “Mana hakkında zahir olan ifadeler, mana hakkında kat’i olan ifadelerin yerine konulmasını gerektirir.” Bu temel prensip meseleyi ortaya çıkarma konusunda olduğu gibi bizim lehimizedir, aleyhimize değildir. Fakat Molla Hüsrev’in taksiminde asli hür kavramı mukaddime bölümünde ifade edildiği üzere iki kısma ayrılmıştır. Bu taksim çok fazla bilinmeyen bir türdür. Çünkü Molla Hüsrev’in iki kısma ayırdığı hür kavramı Fukahanın ıstılahında ‘hür kavramı’ olarak vardır. “Asli hür” karamı şeklinde bir kullanım değildir. Zaten onların sözlerinin müteakip kısımlarından da bu 112 anlaşılmaktadır. Çünkü onlar ‘hürriyet’ kavramını ya “Asli hürriyet” şeklinde olur veya “Arızî hürriyet” şeklinde olur demişlerdir. Asli hür kavramını arızî hür kavramının karşıtı olarak kullanmışlardır. Arızî hür kavramı bazen köle olan kimseler için kullanılmıştır. Arızî hürriyetin kullanılması kişinin kendi şahsına olabileceği gibi annelerinden (anne, nine… gibi) veya babalarından (baba, dede… gibi) biri için de kullanılmış olması eş değerdedir. Çünkü asli hür kavramından kastedilen mana, aslı (soyu) itibariyle aslında köleliğin bulunmadığı anlamıyla hür olan kimsedir. Arızî hürlük kavramından kastedilen ise, daha önce de değinildiği üzere aslında köle olan birisinin bulunduğu veya kendisinde köleliğin bulunduğu kimsedir. Bundan dolayı, hürriyeti arızî olan baba, ne kadar uzak olursa olsun arızî hür olan kimse üzerinde vela gerçekleşmektedir. Ancak bu konu hakkındaki benzerliğin kaynağı daha önce hatırlattığımız üzere sözlük kullanımı bakımından ﺡﺮاﻻﺹﻞ kullanımının, اﻻﺹﻞ ﻡﻌﺘﻖ kullanımı yerine kullanılmasının doğru olup olmadığından kaynaklanmaktadır. Yine bu kullanımların örnekleri arasında “ “ رق اﻟﺰﺟﺎجve “ “ رﻗﺔ اﻟﺨﻤﺮkullanımları verilmektedir. Bu kullanım şekil bakımından benzerlik göstermektedir ve sözlük açısından durumları da birbirine benzemektedir. 3-Şeyh Ebu Muhammed el-Hüseyin, Muhtasar’ında –Mes’ûdî ismiyle meşhurdur- dedi ki: “Annesi hür olan bir kimse üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkı yoktur. O kişi dilediği kimseyle vela akdi (muvalat) yapabilir.” Bu ifadenin cevabı olarak Serahsi’nin “Bu şekildeki örneklerde baba tarafından velaya itibar edilmesinin bırakılması ve nesebe itibar edilmesinin bırakılması” hakkında söyledikleri sayılabilir. Yahut aynı şekilde “Baba tarafına vela-i ataka yoktur ki o kişi dilediği kimseyle vela akdi yapabilsin” şeklinde yorumlanabilir. Molla Hüsrev’in risaledeki giriş bölümünde değindiği hususlardan birisi de Tahâvî’nin lafzından alınan “ “ اﻡﺮأة ﺡﺮةifadesini, birinci manaya gelen asli hür kavramına hamletmemesidir. Hâlbuki o, ifadenin manasını “mu‘taku’l-asıl” kavramı ile ifade etmiştir. Oysaki Molla Hüsrev, bunu –kendi anlatımlarından da anlaşılacağı üzere- ikinci manayı karşılayan asli hür kavramı olarak yorumlamıştır. Zaten “mu‘taku’l-asıl” kavramı ile ifade edilen asli hürlüğe de 113 ihtimali olduğunu söylemiştir. Bu ihtimalin bulunmasıyla beraber bu iddiada bulunan kişinin iddiası nasıl gerçekleşir ve miras Molla Hüsrev’in tercih ettiği kişiye verilir. Çünkü kişi o durumda mirasçı olamaz. Bilakis iddiaya konu olan اﻡﺮأة ﺡﺮةkullanımındaki gaye, “Hür bir kadın” ifadesinin cariye bir kadın olmadığını temyiz etmektir. Kuşkusuz, eğer cariye olup da hür bırakılmış olursa اﻡﺮأةkelimesinin yerine, اﻡﺔkelimesinin kullanılması gerekecektir. Çünkü buradaki ifadenin anlamından cariye ( ) اﻡﺔanlamı çıkarılacak olsaydı, çocuk köle olacağından dolayı onun iddiası sabit olmayacaktı ve miras da o durumda ona ait olamayacaktı. Çünkü köle, sahip oldukları ile efendisine ait olur. Ancak mutlak hür bir kadın olsaydı, o zaman onun mirası çocuğuna ait olurdu. İddia edilen husus da sabit olur. Bunların neticesinde Molla Hüsrev İyice düşünsün ve adaletin peşini bırakmasın. Allah Molla Hüsrev’e selamet versin, Teznib bölümüne gelince, bunun içinde Attâbî’nin Camiu’s-Sağır şerhinde anlattıkları mevcuttur. Attâbî o eserde dedi ki: “Bir kişinin annesi ve babası Arap olsalar, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli hürdürler. Onlar aleyhinde köleleştirme uygulaması yapılamaz.” Yine buna benzer olarak: “Bir kişinin anne-babası asli hür olan iki Nebti (Nabatlı) olsalar, yine buna benzer olarak baba asli hür olan bir Arap veya Nebti (Nabatlı) ve anne de azat edilmiş bir kadın olsa, kesinlikle çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela hakkından söz edilemez. Çünkü çocuk babaya tabidir. Şayet anne Arap, baba Müslüman olmuş bir Nebti (Nabatlı) veya azat edilmiş bir köle olsa ve bir kişi ile vela anlaşması yapsa yahut anne-baba her ikisi de azat edilmiş olsalar, çocuk babasını azat eden efendinin mevlası (vela ilişkilisi) olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi vela konusunda da babaya tabidir.” Molla Hüsrev yukarıda Attâbî’ye ait verilen nakillerden sonra kendi araştırma ve incelemelerini, “Benim kanaatim bu konu hakkında araştırma yapmak gerek…” cümlesiyle beraber risalenin sonuna kadar olan bölümde lafızlara ait uygunluk ve çelişkileri incelediğini ifade etmiştir. Hızırşah, “Güç ve kuvvet Allah ile beraberdir.” diyerek son noktayı koymaktadır. 114 Attâbî’nin sözleri sağlam bir metindir ve apaçık bir hakikattir. Hidaye ve Kâfiye gibi ve bu ikisinin dışındaki meşhur ve muteber olan Hanefi mezhebi kaynaklarında zikredilen görüşlere de uygunluk arz etmektedir. Aynı şekilde “Vela sebebiyle mirasçı olmak” konusu hakkında varit olan naslara da uygunluk arz etmektedir. O naslar da şunlardır: Birinci hadis: “ ” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ İkinci hadis: “ ” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﻪ اﻟﻨﺴﺐ Üçüncü hadis: “ ” ﻡﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ Mebsut’ta zikredilen rivayetlerin ihtilafına gelince; o rivayetlerdeki muhalefetin kaynağı Ebu Hanife, imam Muhammed ve Ebu Yusuf arasında meydana gelen ihtilaflardır. Mebsut yazarı Serahsi’nin zikrettikleri, İmameyn’in görüşleridir. Attâbî’nin zikrettikleri ise Ebu Yusuf’un görüşleridir. Âlimlerden görüşleri verilen kişilerin görüşlerinin dışında dile getirilen görüşler, müelliflerin ve hocaların kitaplarındaki azim ve gayretleridir. Yukarıdaki iki konu ve onun dışındaki konularda olduğu gibi görüş sahibinin kim olduğu zikredilmeden görüşler aktarılmıştır. Ancak bu konular hakkında imamların görüşlerinden katıldıkları ve benimsedikleri görüşler vardır. Sanki onlar bu davranışlarıyla kabul edip benimsedikleri görüşlerin dışında bu konular hakkında başka hiçbir görüş olmayacağı kanaatine varmışlardır. Molla Hüsrev’in kullandığı delilere ve o deliller üzerine dayandırdığı hükümler sebebiyle oluşan dirayetin (akli muhakeme) ihtilaflı olmasına gelince; o konu hakkında olan ihtilaflar bilinmektedir ve tekrar söylenmesine gerek yoktur. Bunlardan sonra, sözleri muteber sayılan kimseler (Ehlü’l-Hal ve’lAkd130)’den aktarılanların tamamı doğru olsa tartışmalı olan bu konuda baba tarafının mirasçı olması gerekmektedir. Aynı şekilde meselenin temelinde tartışma ve muhalefet mevcuttur. Çünkü Molla Hüsrev’in sözlerinden anladığımıza göre; Molla Hüsrev, baba tarafının mirasçı olma meselesinde 130 Ehlü’l-Hal ve’l-Akd: Devlet başkanını seçme ve azletme yetkisine sahip bulunan güç, kudret, rey ve tedbir sahibi kimselerdir. Bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.87. 115 hiçbir engeli olmadığı halde, “hürrü’l-asıl” kavramını “mu’taku’l-asıl” kavramının yerine koymuş ve ikinci manaya gelen asli hürlük kavramını ise engel olarak değerlendirmiştir. Tartışmalı noktada bulunan asli hür kavramı, ikinci manayı değil birinci manayı ifade eden hür olmayı ifade etmektedir. Çünkü Fukaha, Arapların dışındakileri Acem kategorisine koymuşlardır. Acem olanlar mevâlîdirler. Mevâlî olanlar ise azat edilmişler (ütegâ) hükmündedir. Nihaye’de Muğrib’den nakledilerek: “Mevâlî, ütegâ (azat edilmiş kişiler) anlamında kullanılmıştır. Hatta dediler ki; özellikle köle edinme işlemlerinin ve cariye edinme işlemlerinin çoğunlukla uygulandığı bölgemizde, Mevâlî olanlar, birbirlerinin dengi olan kimselerdir, Araplar da birbirlerinin dengi olan kimselerdir. Şayet onların aileleri/soyları çok uzak hür ebeveynlerine ulaşmış olsalar dahi onların üzerinden vela hakkı reddolunamaz” tarzında ifadeler vardır. Molla Hüsrev de risalesinin giriş kısmında “Bundan dolayı orada kölelik ve cariyelik durumları çoğalmıştır. Zaruri olarak hür bırakan kimseler ve azat edilen kimseler de çoğalmıştır” gibi bazı tembihlerde bulunmuştur. Molla Hüsrev, meseledeki asıl kabulün kendi görüşlerinin lehinde olduğuna inanmıştır. Kendisinin aleyhine olan anlayış ve kabullenmelerden kaynaklanan tutuculuğa da karşı çıkmıştır. Bunları yazıya döken yazar (Hızırşah), meselenin aslına dair itirazda bulunmuştur. O itiraz da, Kifâye yazarının Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in görüşleri için mazeret ileri sürmesidir. Çünkü Ebu Hanife ve İmam Muhammed şunları kaydetmişlerdir: “Müslüman olan ve vela akdi yapmış Nebti (Nabatlı) ile azat edilmiş bir cariye arasındaki çocuk üzerindeki velayı, anne tarafına ait kabul etmişlerdir. Eğer çocuk Arap olmayan (Mevâlî) bir baba ve Arap bir anneden olmuşsa o durumda çocuk üzerindeki velayı, baba tarafına ait kabul etmişlerdir” bu görüşleri aktardıktan sonra ileri sürdüğü mazeret hakkında şunları söylüyor; vela şeriatta kuvvetli ve muteber bir konudur. Vela hakkının anneye daha yakın olduğu düşüncesiyle vela hakkının anne tarafına ait olması tercih edilmiştir. Nesep bakımından annenin durumu ciddi zafiyet içindedir. Bundan dolayı “Anne tarafında nesep bakımından ciddi bir zafiyetin bulunması halinde vela, şeriatta kuvvetli ve 116 muteber bir konu nasıl olur?” denilmesine itibar edilmez. Zaten zayıf olan muteber sayılmaz. Baba hakkında nesep daha kuvvetli olursa -özellikle anne nesep bakımından zayıf sayılan acem biri olursa- annenin durumu hakkında iki açıdan zafiyet olur. Eğer anne Arap olursa tek açıdan zafiyet olur. 117 V-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla” ""رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻻﻋﺘﺮاض ﻋﻠﻲ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺪدر ﻓﻲ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء “Risâletün fî’l-İ‘tirâz a‘lâ Sâhibi’d-Dürer fî Mes’eleti’l-Velâ” (Süleymaniye Kütüphanesi, Kasidecizade Bölümü, No:675, vr.229–235) 118 Hamd, seçkin kullarına düşmanlarını kahrederek ve kâfirlere karşı üstün kılarak ikram ve ihsanda bulunan, tertemiz olan gayretli kullarını vela nimeti ve ilahi yardımıyla destekleyerek nimetlendiren Allah’adır. Salât ve selam diğergamlıkla mü’minlere “Her kim, Mü’min bir köleyi hürriyetine kavuşturursa Allah, azat edilenin her organına karşılık olarak azat eden kişinin organlarını cehennemden kurtarır.” şeklinde hitap eden Hz. Peygamber (sav)’e, tertemiz ailesine ve insanlar arasında şerefli ve hür olan güzel ashabının üzerine olsun. Bu girişten sonra üstün şahsiyetli ve yüksek ilim sahibi olan Molla Hüsrev vela konusunda bir görüş ortaya koymuştur. Bu görüşünü, fukahanın sözlerinden yorumlayarak ortaya çıkarmıştır. Bu konu hakkında ona, bazı âlimler muhalefet etmişlerdir. Bu meseleyi “Gurer” ismiyle anılan eserinde de işledikten sonra, adı geçen eserine kendisinin yazmış olduğu “Durer” ismiyle anılan şerhinde bu konuyu daha geniş bir şekilde açıklamıştır. Bütün bunların yanında bu konuyla ilgili olarak bir risale yazdı ve orada görüşlerini abartarak anlattı. Molla Hüsrev, diğer görüşleri bir kenara bıraktı. Ben Molla Hüsrev’in görüşlerini dayandırdığı rivayetleri ve onun sıkıca sarıldığı dirayetleri sunmaya çalışacağım. Hidaye ve diğer kaynaklardan anladığım kadarıyla, konuya ışık tutacak bir görüşü ortaya koyacağım. Tabi ki bilgi ve becerim elverdiği, güç ve kapasitemin yettiği nispette, kişisel kusur ve yetersizlikle beraber bu konu hakkında bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Bu değerlendirmede yazılanları ve ortaya konan düşünceleri özenle sunmayı hedefliyorum. Bu çalışmayı, Molla Hüsrev tarafından yazılan, tam ve eksiksiz olduğu ileri sürülen risalesi ve vela konusu üzerinde yaparak, iyi olanı, üstün olanı ve güçlü olan görüşleri belirlemek için yapacağım. Bilinmelidir ki, bizim şehirlerimizde bulunan zamanın âlimleri, diğer bölgelerde yaşayanlardan daha üstündürler. Dünya ve ahiret nimetleri senin üzerine olsun. Molla Hüsrev, doğru yolda olanlara ve bu konuda risale yazanlara dinin hükümlerini ve kıstaslarını açıklayarak helalleri haramlardan ayırmak suretiyle onlara yardımcı olmuştur. Bu davranış, tüm zamanlar içinde adaletli ve doğru yol üzerinde olanların en doğru olanıdır. Birbirine denk olan 119 âlimler arasında temayüz etmiş en güzel örnektir. Şüphe uyandırmaksızın dinin problemli ve güç meselelerini açığa çıkarmaya çalışmıştır. İslam Hukukun sıkıntılı konularını dürüstlük ve doğrulukla çözmüştür. O zamanın saygıya layık olanların içinde en güçlü olan Padişah Sultan Selim’in oğlu Sultan Murat’ın müftüsüdür. Onun dönemi sona erene kadar Allah (cc) Müslümanları onun ömrü ve yönetimi boyunca nimetlendirmiştir. Ben, güzel bir davranış ortaya koymak ve seçkin bir inceliği hedefleyerek bunları sunmak ve bunu karşılıklı hoşgörünün yardımıyla göstermek istiyorum. Molla Hüsrev dedi ki; bu konu hakkında bir risale kaleme almamda hiçbir günah yoktur. Onu tertip ettim. O risaleyi en güzel bir tertip ve dikkatli bir düzenleme ile mukaddime, maksat, fasıl ve teznib başlıklarına şamil olacak bir şekilde oluşturdum ve kontrol ederek gözden geçirdim. Molla Hüsrev mukaddimede, “Mukaddime bölümünde yer alan konuların dayandığı açıklamalar vardır. Fukahanın terminolojisinde ‘Hürrü’lasıl’ kavramı iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi: Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir. Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra azat edilmiş bir cariyeden ya da asılında (usulünde) köle bulunan bir kimseden doğmuş olan kişidir. İkincisi: Kesinlikle kendi asılında (usulünde) köle bulunmayan kimsedir” şeklinde açıklama yapmıştır. Ben bu açıklamalar hakkında şunları söylemek istiyorum: Bu açıklamanın ifadesinden iki tane net eksiklik belirtisi olduğu anlaşılmaktadır. 1- Molla Hüsrev’in “Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra” sözü hiçbir anlam ifade etmeyen boş bir sözdür. Bunu iki açıdan değerlendireceğim. a-Hamile kalma vaktinden altı ay geçmeden önce doğumun olması kesinlikle düşünülemez. Bundan dolayı Molla Hüsrev’in “hamile kalma vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra” ifadesinin hiçbir anlamı yoktur. b-Şüphesiz ki doğumun nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra olmasının azat edilmiş bir kadından doğacak çocuğun hürriyeti konusunda bir etkisi yoktur. Bununla birlikte çocuğun nesebi koca tarafından sabit olmuştur. Sanki Molla Hüsrev’in ifadesindeki maksat “azat edilen kadının, azat edilme vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra” 120 şeklinde olmalıdır. Ancak cariyenin azat edilmesinin nikâhtan sonra olması da caizdir. O durumda da cariye hamile olarak hürriyetine kavuşmuş olur. Ama kesinlikle cariye asli hür olan bir kadın olmaz. 2-Fukahanın kullanımındaki “Asli hür (Hürrü’l-asıl)” kavramının Molla Hüsrev’in birinci mana diye ifade ettiği hâs (özel) anlamda kullanılması doğru değildir. Fukaha bu kavramı âmm (genel) bir anlam ifade edecek şekilde, bazen de bu âmm mananın kapsadığı iki değişik anlam içerisinde kullanmışlardır. Molla Hüsrev’in ikili taksimatında ikinci mana olarak anlattığı asli hür kavramını, hâs anlam ifade edecek tarzda kullanmışlardır. Burada Molla Hüsrev’in anlattıkları başka bir tür ifade etmektedir. Molla Hüsrev dedi ki: “Hidaye yazarı ve diğerlerinin açıkladığı üzere, velâ mülkiyetin sona ermesine dayanan bir durumdur. Bundan dolayı velâ meselesinde başkasından işitme (tesâmu‘) yoluyla şahitlikte bulunma, köle azat etme (ıtk) konusunda olduğu gibi kabul edilemez. Mülkiyetin ortadan kalkması velânın sabit olmasının bir basamağıdır. Velânın çocuk üzerinde sabit olması, daha önce değinildiği üzere anne tarafından olur. Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın mülk oluşu çocuğa sirayet etmez. Mülkiyetin çocuk üzerinden kalkması ancak anneyi azat eden kişi tarafından olabilir. Azat eden kişi hüküm bakımından çocuğun asabesi konumundadır. Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde velâ hakkı düşünülemez.” Benim kanaatim ise: Eğer Hidaye yazarının açıklamaları doğru ise vela mülkiyetin ortadan kalkmasına sebep olur. Bunu, Merğînâni’nin “Velanın sebebi kişinin mülkiyeti üzerinde yaptığı azat etme işlemidir” sözüne dayandırıyorum. Benim ifadem bu kuvvetli açıklamada vardır. Çünkü mülkiyetin ortadan kalkması babanın efendileri için bağlayıcıdır. Hidaye yazarı hocalarımızdan delil olarak aktardığı bilgilerin güvenilirliği konusunda hakkında hiçbir şüphe olmayan bir eserdir. Bu delil, Molla Hüsrev’e hakkında en ufak bir şüphe bulunmaksızın sahih bir şekilde ulaşmıştır. Bu durumda diyeceksin ki, âlimlerimizin babanın efendilerinin, anne ister asli hür olsun ister olmasın mirasçı olmaları hakkında amel etmeleri delil olarak bize 121 yeterlidir. İmamlarımızın döneminden Molla Hüsrev’in ihdas ettiği yeni görüşüne kadar olan süre zarfında söylenebilecek söz işte budur. Molla Hüsrev, “Bu bölümde, gayet açık olan bir mesele hakkında doğru ve net olan ifadelere karşı, önceki bölümlerde geçen rivayetlerin ihtilaflarının gösterilmesi ve konunun ele alınmasında dikkatli bir çalışma yapıldığı hatırlatılarak, doğru görüş hakkında muhalif bir düşüncenin olmadığının beyan edilmesi vardır. Münye isimli eserde ‘Çocuk, annenin ârızî ya da asli hür olmasına bağlı olarak asli hür olmuş ise onun üzerinde velânın gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait olabilir’ denilmiş, sonrasında ‘Baba asli hür olursa babanın tarafına velâ yoktur ve aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına da velâ yoktur. Çünkü asli hür olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez’ ifadelerine yer verilmiştir” şeklinde nakil yapmıştır. Molla Hüsrev, yukarıda nakledilen ifadelere dair şunları söylemektedir: Yukarıda ifade edilen görüşten ilk bakışta anladığım; anne, mutlak manada kullanılan asli hür olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının sabit olması caizdir. Münye’de anlatılan olay buna benzer değildir. Bilakis burada kullanılan 'asli hür’ kavramının maksadı, mukaddimede anlatılan ve birinci manayı karşılayan 'asli hür’ kavramıdır. Bunu desteklemesi bakımından şu ifadelerde önemlidir; azat edilmiş olarak hürriyetine kavuşmuş ve ârızî hür sayılan bir kadından doğan çocuk asli hür kabul edilmiştir ve 'asli hür’ kavramı 'ârızî hür’ kavramı ile karıştırılmaktadır. Bunlarla, benim anlattığım doğrular arasında hiçbir ihtilaf yoktur” Benim kanaatim ise: Fukaha, “Asli hür” lafzını kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse için kullanmışlardır. Fukahanın bu kullanış biçimlerinde “Anne ve baba taraflarından her ikisi üzerinde ya da tek bir taraf üzerinde köleliliğin cereyan etmesi” veya “Anne ve baba taraflarından biri üzerinde köleliğin asla gerçekleşmemesi” ifadeleri eşit anlamlar içermektedir. Bu mana genel (âmm) bir anlam taşımaktadır. Fakat “Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse” ve “Anne ve baba taraflarından biri üzerinde asla köleliğin 122 gerçekleşmemesi” ifadeleri özel (hâs) bir anlam taşımaktadır. Kullanılan “Asli hür” lafzı genel (âmm) anlam ile özel (hâs) anlam arasında müşterek131 olur. Yoksa Molla Hüsrev’in zikrettiği gibi karşıt iki özel (hâs) anlam arasında müşterek değildir. Molla Hüsrev, “Hürrü’l-asıl” ve Hürretü’l-asıl” ifadelerini anne ve babaya izafe etmiştir. Bununla ilgili ifadesi: ”Baba hürrü’l-asıl olursa babanın tarafına velâ yoktur ve aynı şekilde anne hürretü’l-asıl olursa annenin tarafına velâ yoktur. Çünkü hürrü’l-asıl olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez” şeklinde fasıl bölümünde Münye adlı eserden aktarmıştır. Hâs olan ikinci mana, (yani hürretü’l-asıl ifadesi) “Hürrü’l-asıl olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir” sözüyle ilişkilendirilmesini gerektirir. İllet ilişkisinin kurulması sonucunda vela sabit olmayacaktır. Bunun sonucunu Molla Hüsrev’de çıkarmıştır. Şöyle ki; anneye izafe edilen hürretü’lasıl ifadesinin bu manaya hamledilmesi üzerinde ısrar etmiştir. Zahir olan bir ifadenin bunu gerektirmesi ve aynı kökten gelen, iki değişik manadaki müşterek bir lafzı kullanmaktan uzak durması ısrarını göstermektedir. Şimdi çocuğa izafe edilen hürrü’l-asıl lafzına gelince, bu lafız âmm olan birinci mana üzerine hamledilmiştir. Münye yazarının ifadesi de bunu göstermektedir. Bundan sonra “Anne azat edilmiş bir kadın baba da ölmüş veya hayatta olan bir köle olursa hürrü’l-asıl olmakla ilişkilendirilen çocuk…” ifadesinin yer aldığı bu yönlendirme, Münye yazarının ifadelerine aykırı olmakla birlikte uygundur. Bu uygunluğa delalet eden ise Hidaye yazarının hocalarımızdan naklettiği görüşlerdir. Ancak Molla Hüsrev’in konuyu başka bir şekilde aktarması, bizim Hidaye’nin metninden anladıklarımıza aykırı gözükmektedir. 131 Müşterek: iki veya daha çok manaya sahip olan ve sahip olduğu her bir mana için ayrı ayrı vaz’olunan (kullanılan) lafızlara denir. Örneği “Kur’” ( ) اﻟﻘﺮءkelimesi kadının adet dönemini ifade ettiği gibi aynı zamanda kadının iki adet arasındaki temizlik dönemi anlamına da gelmektedir. “Mevlâ” ( ) اﻟﻤﻮﻟﻰkelimesi de hem efendi hemde köle anlamlarında kullanılmaktadır. Daha geniş bilgi için bk. Abdülkerim Zeydân, el-Vecîz, s.326; Zekiyyüddin Şa’bân, İslam Hukuk İlminin Esasları, s.360. 123 Bu konuda anlatılan azat etme işlemi (ıtk), kişinin kendisiyle veya ona tabi kabul edilenlerle (çocuklarıyla) ilgili olan azat etmedir. Bunun manası, fukahanın açıklamalarından anladığımıza göre, iki sene içerisinde anneden dünyaya gelen çocuk hakkındadır.132 Molla Hüsrev’in risalesinde ismi geçen Reşîdüddin Nisâbûrî, “Hürrü’l-asıl” lafzını örfi bir mana içerisinde kullanmıştır. Bu kullanım, sözüne güvenilen, nesebi zayıf kabul edilen birisinin Müslüman olduktan sonra mirasçı olmasını savunan doğru bir kullanımdır. Bu kullanımın doğru olması, fukahanın açıklamalarının yanında muteber ve anlamlı bir görüş olmasından dolayıdır. Molla Hüsrev, Reşîdüddin Nisâbûrî’nin “Anne ile baba taraflarının efendileri, vela üzerinde anlaşmazlığa düşmeleri” konusunda zikrettiği, “Nisâbûrî annenin muvalat akdi yapmış birisi olmasını kastetmiştir” sözü için, Hidaye yazarı Merğînânî’nin aktardıklarına muhalif olduğundan dolayı söylenmemesi gerekirdi demiştir. Merğînânî, bu meselede Nisâbûrî’nin “Anne ile baba taraflarının efendileri vela konusunda anlaşmazlığa düşseler…” sözünü kabul etmektedir. Bunun yanında “Bir mükâtebe akdi133 yapan köle hür bir kadından oğlu olduğu halde ölse ve mükatebe anlaşmasına ait borcunun ödenmesi için bir miktar para bıraksa…” örneğini dile getirerek annenin muvalat akdi yapan bir kadın olarak hür olması, çocuğun üzerinde annenin efendisine vela hakkı tanıyan görüşlere muhaliftir. Bizim görüşümüze göre, onun hür olmasına aykırı bir durum değildir. Çünkü muvalat akdi yapan kadın, ya azat edilmiş bir cariyedir ya da azat edilmiş bir kadından doğmuş olan bir kadındır. Bu söylenenler mukaddime bölümünde anlatılan ikinci mana olarak ifade edilen asli hürlük kavramını doğrulamasa da her iki takdire göre (muvalat akdi yapan kadın, ya azat edilmiş bir cariyedir 132 Burada anlatılan mesele Hidaye’de ölüm yada talaktan dolayı iddet beklemiş olan kadından ölüm ve talaktan sonra iki seneden daha az bir sürede doğan çocuğun durumuyla ilgilidir. Bu örnekte çocuk annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisindedir. Çünkü baba azat edilmiş olsa dahi ölümden sonrası için kadının hamile kalması mümkün değildir. Bâin talaktan sonra ise cinsel ilişki haram kılınmıştır. Eğer talak ric’i olursa onda cinsel ilişki yasağı olmayıp kocanın kadına dönme ihtimali olabildiğinden dolayı o durumda nikâh vaktinde kadının durumu esas alınır. Daha geniş bilgi için bk.:Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi‘, c.III, s.648-649; Merğînânî, el-Hidaye, c.III, s.304-305. 133 Kitâbet: Efendisi ile kölesi arasında kölenin bir bedel karşılığında özgürlüğünü elde etmesi üzerine kurulan bir akittir. Buna "Mükâtebe akdi" de denmektedir. Daha geniş bilgi için bk Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.249. 124 ya da azat edilmiş bir kadından doğmuş olan bir kadındır) annenin hür bir kadın olduğunu doğrulamaktadır. Benim görüşüm: Molla Hüsrev “İkinci anlama gelen asli hürlük” açıklamasıyla yine kendisinin yapmış olduğu “Birinci anlama gelen asli hürlük” olarak değerlendirdiği kullanımın doğruluğunu desteklemek için bu açıklamaları yapmıştır. Açıklamalarda gizlilik yoktur. Çünkü Molla Hüsrev’in açıklamaları azat edilmiş kadın kavramını tam karşılamamaktadır. Molla Hüsrev dedi ki: “İmam Şemsü’l-eimme Serahsi Vecizü’l-Muhîd isimli eserinde ‘Şayet anne hür, baba da azat edilmiş olursa, çocuk üzerinde veladan söz edilemez’ sözünü aktarmıştır. Bu sözden itibaren Şeyh Ebu Muhammed Mes’ud b. Hüseyn, Mes’ûdî ismiyle meşhur olan Muhtasar’ında ‘Annesi hür olan birisi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur, o kişi dilediği kimse ile velâ anlaşması yapabilir” İfadesine kadar alıntılar yapmıştır. Benim görüşüm: “Bedayi‘ ve Tekmile’nin şerhinden alınan ibarelerle beraber bu iki rivayet Müslüman olan bir erkeğin durumunu değerlendirme üzerine söylenmiştir. Bu mesele hakkında oluşan görüşler ve itirazlar, konuya uygunluk arz eden görüşler ve konuyu naklederken ortaya çıkan yorumlardır. Bunlar Molla Hüsrev’in açıklamaları ile daha önce değindiğimiz noktalar arasında meydana gelen nakillerdir. Molla Hüsrev’in açıklamalarından seçmiş olduğumuz yorumlarının müçtehit imamların görüşlerinden herhangi bir dayanağının olmadığını göstermektedir. Hidaye yazarının Camiü’s-sağîr’den “Kâfir bir Nebti, azat edilmiş bir kadınla134 evleniyor, sonra bu Nebti Müslüman oluyor ve bir şahısla vela anlaşması yapıyor. Daha sonrasında bu adamın azat edilmiş o kadından çocukları oluyor. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre çocukların yakınları (vela ilişkisinde olduğu efendileri) annenin efendileridir. Ebu Yusuf’a göre ise babasının efendileridir. Çünkü babanın tarafı anneye göre sosyal kimlik bakımından daha zayıf olmasından dolayı bu örnekteki vela Arap olmayan bir 134 Hidaye burada verilen örnekteki metnin asıl ifadesinin azat edilmiş olan kadının Müslüman değil kafir olduğu belirtmektedir. Daha geniş bilgi için bk. Merğînânî, el-Hidaye, c.III, s.305. 125 erkek ile Arap olan bir kadından meydana gelen çocuğun durumu gibi olur…” şeklinde naklederek aktardığı görüşü bizim lehimizedir. Ebu Yusuf, azat edilmiş birisinin çocuğu üzerindeki vela hakkını, annesi Arap olduğu durumda açık bir şekilde babanın efendilerine ait kabul etmiştir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’de aynı görüşü paylaşmışlardır. Çünkü Ebu Yusuf’un görüşü Arap olmayan (Nebti) erkekle Arap olan azat edilmiş kadından doğan çocuğun durumuna kıyas ederek babanın efendisinin vela hakkına sahip olacağını savunmaktadır. Ebu Yusuf’un yapmış olduğu kıyasta kendisine kıyas edilen olay hakkında hem Ebu Yusuf’un yaptığı kıyası savunanlar hem de ona karşı olanlar arasında görüş birliğinde olmalarından dolayı olay üzerinde herhangi bir şüphe yoktur. Bizim, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in görüşlerinden o iki olaya delil olması bakımından nakil yapan Hidaye yazarı Merğînânî’nin ifadelerinde değindiğimiz hususlar bunu desteklemektedir. Bizim, Hidaye’den aktardığımız hususlar “Vela-i Muvâlât, Vela-i Atâka’dan daha zayıf konumdadır. Çünkü Vela-i Muvâlât feshi kabil (bozulması mümkün) akitlerdendir. Vela-i Atâka ise feshi kabil olan akitlerden değildir. Zayıf olan ise kuvvetli olanın karşısında ortaya çıkamaz. Ancak Merğînânî, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in; azat edilmiş erkek ile Arap bir kadından olan çocuk hakkındaki vela hususunda herhangi bir olumsuz görüşlerini kaydetmemiştir” ifadeleridir. Bizim, bu örnekte anlatılan vela konusunda diyeceklerimiz şunlardır: Çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olması vela hakkının Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in dediği gibi anne tarafına ait olmasını gerektirir. Ancak anne ve baba tarafında toplumsal kimlik bakımından zayıflık* olursa o zaman Hz. Peygamber’in; “Vela, nesebin parçalarından biri gibidir…” hadisine itibar edilir ve böylece vela hakkı konusunda baba tarafı tercihe şayandır. * Burada anne ve babanın sosyal kimlerinin köle ya da hür olma durumları bahsedilmektedir. Bilginler sosyal statüleri derecelendirmeye tabi tutarak hür olanları, sonradan hürriyetine kavuşanları, sonradan Müslüman olarak vela anlaşması yapanları, Arap olanlarla Arap olmayanları farklı farklı değerlendirmişlerdir. İşte bütün bu saydığımız unsurları hürriyet dereceleri olarak nitelendirmişlerdir. Örneğin anne ve baba tarafının Arap olmamaları, her ikisinin de azat edilmiş olmaları, birinin Acem diğerinin Arap olması… gibi örnekler verilebilir. 126 Molla Hüsrev, “Sonuç olarak, bu konu hakkında iki temel kural yerleşmiştir. Her ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gereklidir Şimdi bu iki kuralın neler olduğuna bakalım; a-Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir, b-Velâ, nesebin unsurlarından bir parça gibidir” yorumunu yapmıştır. Benim görüşüm; vela konusunda yerleşmiş olan temel kural (b) maddesinde verilendir. (a) maddesinde verilen değildir. Vela konusunda hocalarımızdan nakledilen ibareler içerisinde (a) maddesinin muteber olduğuna dair hiçbir ifade bulamazsın. (a) maddesinde ifade edilen kurala mücerret kölelik ve hürriyet meselelerinde itibar edilir. Çünkü bu kural kişiyle ilgili kölelik üzerinde velanın çıkış kaynağı değildir. Bilakis velanın kaynağı azat etme işleminden kaynaklanan yardımlaşmadır. Hidaye yazarı da bunları ifade etmektedir: “Vela konusunda karşılıklı yardımlaşma azat etmenin sebebi konumunda olan bir kavramdır. Yardımlaşma azat etme işleminde var olan bir olgudur. Yardımlaşmanın olduğu taraf da herkesin bildiği üzere baba tarafıdır.” Ben şunları da söylemek istiyorum; Molla Hüsrev Bedâyi‘den nakil yaparak: “Velânın sabit olmasının şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür olmamasıdır. ’Eğer anne asli hür bir kadın olursa -isterse baba, azat edilmiş bir köle olsun- kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkı yoktur…” diyor. “Çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkı yoktur” ifadesi çocuğa dair de hiçbir kimseye ait vela hakkı olmadığını göstermektedir. Çocuk üzerinde velanın gerçekleşmesi annesinin üzerinde gerçekleşmesiyle ifade edilmiştir. Çocuk hür kabul edilir. Eğer çocuğun annesinin annesi azat edilmiş bir kadın, annesinin babası da Arap olan birisi olursa çocuğun annesinin üzerinde vela gerçekleşmez. Bu durum “Baba azat edilmiş birisi olur annesi de ikinci manaya gelen asli hür olmazsa” çocuğun üzerinde de velanın gerçekleşmemesini gerektirir. Bu ifadeyi Bedâyi‘ yazarı söylememiştir. Molla Hüsrev bu çıkarımlarıyla ilgili olarak delil getirmesi gereklidir. 127 Molla Hüsrev dedi ki: “Çocuğun annesi tarafında kölelik olmamışsa çocuk anneye tabi sayılır. Çocuğun üzerinde hiçbir kimsenin velâ hakkı olmaz. Çünkü vela hakkı köleliğin sonuçlarından bir tanesidir…”135 Benim kanaatim ise; Molla Hüsrev’in kullandığı ifadeden velanın köleliğin sonuçlarından olduğunu kabul etmekteyiz. Ancak mevcut köleliğin sonuçlarını çocuğun üzerinde işletilmesini veya çocuk hakkında Molla Hüsrev’in görüşlerini aynen kabul etmiyoruz. Onun söyledikleri kölelik konusundadır. Bilakis sona ermesiyle mirasçı olma sonucunu doğuran köleliğin sonuçlarından birisi yardımlaşmadır. Yardımlaşma da baba tarafında mevcuttur. Bu ifademizi Merğînânî’nin “Şayet anne ve baba azat edilmiş olurlarsa nesebin nispet edilmesi baba tarafına olur. Çünkü anne ve baba sosyal statü açısından eşittirler. Tercih edilen ise babanın tarafıdır. Bu durumda nesebin vela ile benzerliğinin olmasından veya baba tarafında yardımlaşmanın daha çok olabileceğinden dolayı vela hakkı da baba tarafına verilir” görüşü de desteklemektedir. Eğer vela çocuğun köleliğinin ya da çocuğun annesindeki köleliğin sonuçlarından olsaydı, o durum kölelik konusunda değerlendirilirdi ve vela daima anne tarafına ait kabul edilirdi. Molla Hüsrev dedi ki: “Tekmile isimli eserin şerhinde Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâburi, diyor ki; ‘Eğer anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, onun hükmünü annenin efendileri lehinde verilmesi hakkaniyetten uzak zayıf bir hüküm ifade eder’ burada İmam Nisâburi bu görüşüyle annenin muvâlât136 akdi yapmış bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Çünkü anne asli hür olsaydı çocuk üzerinde velâ sabit olmayacaktı. Anne ve babadan herhangi biri asli hür olursa, doğacak çocuk üzerinde anne ve baba tarafından herhangi biri için velâ hakkı düşünülemez. Anne asli hür olunca, çocuk hürriyet konusunda anneye tabi kabul edilir, eğer baba asli hür olursa, çocuk nesep bakımından babaya tabi kabul edilir. Velâ, 135 Müstensih Molla Hüsrev’in risalesinin metninde yer alan ( ) ﻟﻢolumsuzluk edatını metne yazmamıştır. Ancak ben Molla Hüsrev’in kullandığı şekliyle buraya tercümesini aktardım. 136 Akd-i Muvâlât: nesebi meçhul olan bir kişinin nesebi belli olan bir kişiye, "gel anlaşma yapalım; eğer ben bir cinayet işlersem benim diyetimi akilen ile beraber sen öde, ben de öldüğüm zaman mirasım senin olsun" demek suretiyle karşıdaki kişinin de kabul etmesi neticesinde tesis edilen yardımlaşma ve dayanışma akdine denir. Daha geniş bilgi için bk. Erdoğan, a.g.e., s.356. 128 nesepten bir parça gibidir. İmam Nisâbûrî sözlerine devam ederek, “Bizim 'Hürrü'l-asıl’ sözümüzle kastettiğimiz, Asli hür olan kişinin Arap olmasıdır, çünkü Araplar üzerinde kölelik geçerli değildir” Benim kanaatim ise: İmam Nisâbûrî’nin ”Çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir” sözü üzerine yapılan açıklamalarda geçmiştir ki, tabi olanın (çocuğun) hürriyeti annesinin hür olmasından dolayıdır. Çocuğun annesine tabi olarak hür olması, hukuki bir tasarruf kabul edilen azat etme işlemiyle gerçekleşecek olan vela hakkını engeller. Azat edilmiş bir kadının çocuğundan veya usulünde köle bulunan birisinden mülkiyetin son bulması doğrudur. Çocuğun üzerinde sadece mülkiyet gerçekleşmez. Molla Hüsrev’in aktardığı ifadelerden birisi olan “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela tasavvur edilemez” şeklinde söylediği görüşlerin tamamının gerekçelerini doğru olarak kabul etmiyoruz. Çünkü Hidaye yazarı ve diğer yazarlar “Velanın sebebi mülkiyetinde olan birisini azat etmedir” sözleriyle onun dediklerini kastetmemişlerdir. Çünkü velanın sebebi azat etmedir. Bu azat etme de ya kişinin şahsıyla alakalıdır ya da anne ve baba taraflarından biriyle alakalıdır. Bu konuya dair “Cerr-i vela” meselesinde anlattıklarımız bilinmektedir. Fukahanın vela için azat etme işlemini sebep olarak ele almalarındaki maksatları azat edilen kişinin bizzat kendisini veya ona tabi kabul edileni azat etmenin sebebi olmasıdır. O da kölelik konusunda mevcuttur. Molla Hüsrev’in iddialarının dağınıklığı anlaşılınca ortaya attığı iddialar tartışmalı konular olmuştur. Molla Hüsrev’i “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuğun üzerinde vela düşünülemez” sonucuna götüren, mukaddimesinin tamamında savunduğu iddiaların delilleri doğru olsa dahi, velanın anneyi azat eden tarafa hasredilmesi mümkün değildir. Baba Arap olduğu halde vela hakkını herhangi bir taraf için uygun görmektedir. Molla Hüsrev dedi ki: “Maksat bölümünde güvenilir rivayetlerin nakledilmesi ve bunlarla alakalı olan konuların sunumları vardır. Onlardan birisi Alâü’d-din ebu Bekr el-Kâsânî, Bedâyi‘ isimli eserinde anlattığı konulardır. 129 Bu bağlamda şöyle devam ediyor “Velânın sabit olmasının şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür olmamasıdır.’Eğer anne asli hür bir kadın olursa -daha önce değindiğimiz gibi isterse baba, azat edilmiş bir köle olsunkadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez. Gerçek şu ki, çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Anne asli hür olduğu zaman anne ve çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur. Şayet anne azat edilmiş bir cariye, baba da azat edilmiş bir köle olurlarsa, çocuk velâ konusunda babaya tabi olur. Bunun sonucunda çocuğun velâsı babanın efendisine aittir, annenin efendisine ait değildir. Çünkü velâ nesep gibidir, nesepte asıl olan da babadır.” Benim kanaatim ise: Bedayi‘ yazarından aktarılan bu görüş Molla Hüsrev’in ulaştığı görüşün aksini yansıtmaktadır. Molla Hüsrev, çocuk üzerinde velanın gerçekleşmesi konusunda anne tarafındaki asli hürriyetin olmamasını itibara almıştır. Çünkü vela, nesep gibi olunca nesepte asıl olan ise babadır. Durum böyle olunca da, vela konusunda anne tarafının itibar edilecek hiçbir yönü kalmamaktadır. Molla Hüsrev dedi ki: “Bana göre; bu meselenin doğru ifadesi, asli hür kavramıyla kastedilen ikinci mana ile ifade edilen hürretü'l-asıl kavramıdır. ‘Çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur’ sözü de görüşümü desteklemektedir. Bilindiği gibi velâ, mülkiyetin sona ermesine bağlı olan bir durumdur. Mülkiyetin ortadan kalkması ise bir vasıta (bağ) ile olur. Bu vasıta da ancak anne tarafından olur. Anne, ikinci mana ile ifade edilen hürretü’l-asıl olursa, çocuk üzerinde mülkiyet sabit olmaz ve onun üzerinde velâ hakkı gerçekleşmez” Benim gçrüşüm: Molla Hüsrev’in bu açıklamalarına, velanın kaynağına dair söylenen ifadelerimiz daha önce geçmiştir. Velanın kaynağı, çocuğun anne ve baba taraflarından birisiyle ilgili olarak söylenen mülkiyetin ortadan kalkması değildir. Molla Hüsrev dedi ki: “Şayet denilirse ki, bu durum çocuğun üzerinde ancak anne tarafının velâ hakkına sahip olabileceğini gerektirir. Hatta çocuğun her iki tarafında da (anne ve baba tarafında) kölelik durumu olsa, velâ hakkının baba tarafına değil, anne tarafına ait olması zorunludur. 'Çocuk 130 vela konusunda babaya tabidir’ görüşünün geçtiği yerlerde karşılıklı görüşler açıklığa kavuşturulmuştur.” Bana göre; Molla Hüsrev’in söyledikleri, hocalarımızın görüşlerini delil olarak kabul eden bazı kitaplarda nakledilen ifadelere uygun olabilir. Molla Hüsrev dedi ki: “Tatarhaniyye'de şöyle denilmiştir; ‘Eğer iki kişi şu mesele hakkında iddiada bulunan şahıs için şahitlik yapsalar: “Bu adam davacının babasıdır ve şu ölen kişinin babasını azat eden kişidir. Aynı zamanda ölen kişinin babası da azat eden kişinin mülkündedir. Daha sonra azat edilen kişi ölse ve yukarıda geçen ölü oğlunun hür bir kadından olan bir oğlu (torunu) kalsa, dedenin mirasıyla ilgili hüküm davacının lehinde verilir” bu ifadeler için Molla Hüsrev, hür kadından maksat, birinci manada ele alınan asli hürlüktür. Bu ifadelerde daha önce anlattıklarıma dair herhangi bir muhalefet de yoktur demiştir. Benim kanaatim ise: Molla Hüsrev mukaddime bölümünde asli hür kavramını iki şekilde ele almıştır. Birinci anlamda olan asli hür kavramını “Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kişi olarak” değerlendirmiş ve devamında bu kişinin azat edilmiş bir kadından doğduğu açıklayarak bu ifadeleri beraberce zikretmiştir. Fukahanın bu sözlere dair varit olan açıklamalarıyla beraber onlar asli hür (Hürrü’l-asıl) lafzını bu hâs (özel) anlamda kullanmamışlardır. Molla Hüsrev’in kullandığı anlam, herhangi bir rivayetteki asli hür (Hürrü’l-asıl) anlamıdır yoksa onun anlattıklarında ‘mutlak hür’lafzının anlamı yoktur. Buradaki hür lafzı, kendisi üzerinde köleliğin geçerli olabileceği kişiyi ve usul bakımından anne ve baba taraflarından birinde köleliğin olduğu kişiyi kapsayan âmm (genel) bir lafızdır. Bu mana, Molla Hüsrev’in kullandığı anlamdan daha genel anlamdadır. Bunun herhangi bir şeyle kayıtlanması zahir olan görüşlere aykırıdır. Molla Hüsrev, yorumlarıyla şüphe ve tereddüt içerisinde olduğundan dolayı iddiada bulunması doğru değildir. Molla Hüsrev’in teznib bölümünde ortaya koyduğu açıklamalara gelince, o açıklamaların burada sunulması bize fayda sağlamayacağı düşüncesindeyim. Bu sebeple o açıklamaları öylece bırakıyoruz. Molla 131 Hüsrev hakkında bu kadar söylemekle yetiniyoruz. Her şeyi bilen, her şeyin sahibi olan Allah’ın yardımıyla sözümüzü burada tamamlıyorum. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I. VELA RİSALELERİNİN TAHKİKİ A Risalelerin Tahkiki Sırasında Takip Edilen Metot -١اﻟﻤﻨﻬﺞ اﻟﻤﺘﺒﻊ اﺛﻨﺎء ﺕﺤﻘﻴﻖ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ وﺹﻒ اﻟﻨﺴﺦ: 10ﻟﻘﺪ اﻋﺘﻤﺪت اﺛﻨﺎء اﺛﻨﺎء ﺕﺤﻘﻴﻖ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻋﻠﻲ ﻥﺴﺦ ﺧﻄﻴﺔ ﻋﺪیﺪة ،أﺏﻴّﻦ اﻻیﺮاد آﺎﻵﺕﻴﺔ: أ -ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو: ي =١ﻥﺴﺨﺔ یﻨﻲ ﺟﺎﻡﻲ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ ﺟ ﺎﻡﻲ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏ ﻴﻦ ) (٤١٤-٤١٠ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٤ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٥٣٦x٢٠٤٨ﻡﻢ«،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٣ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱﺦ ،اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ٨٧٣ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و 15 اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ ،و ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ، وﺕﺼﻮیﺮهﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ ،ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ" .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﺤ ﺮف ﻡ ﻊ اﻟ ﺮﻗﻢ } ي .{١ 20ش =١ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٩٤٠ﺏ ﻴﻦ ) (٢٤٨-٢٤٣ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٤ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٤٤x٢٥٩٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٣ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﻤ ﺪرس ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺜﻤ ﺎن ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ١٠٤٨ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ ،و 25ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ، ﻋﻈ ﻢ ﻗ وﺕﺼﻮیﺮهﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ ،ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ" .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﺤ ﺮف ﻡ ﻊ اﻟ ﺮﻗﻢ }ش.{١ 5 133 ش =٢ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٢٧٥٥ﺏﻴﻦ ) (٢٠٣-١٩٨ورق ،ﺕﻘﻊ ﻓ ﻲ ) (٧ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٢٠x٢٥٦٠ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٣ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺒ ﺪاﻟﺮﺡﻤﻦ ﺏ ﻦ ﺟﻌﻔ ﺮﭙاﺷ ﺎ زادﻩ اﻻی ﻮﺏﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ١٠٧٥ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":اﻟﺤﻤ ﺪ 5 ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘﻴﻦ ،و ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔﺮاغ ﻋﻦ ﻥﻈﻤﻬﺎ ﺱﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮیﺮ ،وﺕﺼ ﻮیﺮهﺎ ﻋﻠ ﻰ اﺡﺴ ﻦ اﻟﺘﺼ ﻮیﺮ ،ﺏ ﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮی ﺮ" .ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش.{٢ و= ﻥﺴﺨﺔ وﻟﻲ اﻟﺪیﻦ اﻓﻨﺪي :و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ِﻡَّﻠ ﺔ ﺏﻘﺴ ﻢ وﻟ ﻲ10اﻟ ﺪیﻦ اﻓﻨ ﺪي ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١٥٥٠ﺏ ﻴﻦ ) (١٢-١٠ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٣ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٧٠٤x٢٢٧٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٦ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻲ اﻟﺪّیﻦ اﻓﻨﺪي ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ١١٧٥ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة ،وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت َوِﻟ ﱡ ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟ ﺬ اﺡﻜ ﻢ اﺡﻜ ﺎم اﻟﺸ ﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ ،و ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ ،وﺕﺼ ﻮیﺮهﺎ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ ،ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ" .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }و{. ﻋﻠﻰ15 ب -ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ: ف =١ﻥﺴﺨﺔ ﻓﺎﺕﺢ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ ، ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏ ﻴﻦ ) (٥٤-٥٢ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٣ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٢٠x٢٥٦٠ﻡ ﻢ«، وﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٥ﺱ ﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ ،اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ٩٩٧ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ 20 ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،ووﻓﻘ ﻪ ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا " .ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }ف.{١ 25ش =٣ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ :و هﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠ ﻲ ﭙاﺷ ﺎ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٩٤٦ﺏ ﻴﻦ ) (٢٧-٢١ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٧ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٤٤x٢٥٩٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٣ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ 134 اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ ﺟﻮاب ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻋﻠ ﻲ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﻟﻤ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ،آﺘ ﺐ ﻡ ﻦ ﻃ ﺮف اﻟﻤﺴﺘﻨﺴ ﺦ ﻓ ﻲ ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ،ﻓﻴﺒﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،ووﻓﻘ ﻪ ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا" .ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ 5 اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش.{٣ ن =١ﻥﺴﺨﺔ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴ ﻪ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٤٩٠٩ﺏ ﻴﻦ ) (١٥٦-١٥٢ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٥ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »٢١٤٢x٢٦٢٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٩ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻡﺤﻤﺪ10ﺏﻦ اﺏﺮهﻴﻢ ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ١٠٨٠ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة ،وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى ﻡﻦ اراد ﺏﻪ ﺧﻴﺮا ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ ،ووﻓﻘ ﻪ ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا" .ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ن.{١ 15س =١ﻥﺴﺨﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ : :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏ ﻴﻦ ) (١١-٨ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٤ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٥٣٦x٢٠٤٨ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٧ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى ﻡﻦ اراد ﺏﻪ ﺧﻴﺮا ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ ،ووﻓﻘ ﻪ 20ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت ﺱ ﻠﻮك اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا" .ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }س.{١ ج -ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ردا ﻋﻠﻲ ﻡﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ: ف =٢ﻥﺴﺨﺔ ﻓﺎﺕﺢ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ ، ﺕﺤ ﺖ25رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏ ﻴﻦ ) (٥٧-٥٥ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٣ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٢٠x٢٥٦٠ﻡ ﻢ«، وﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٥ﺱ ﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ ،اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ٩٩٧ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓ ﻲ 135 ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":ﻗﻮﻟ ﻪ ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة":وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ " .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻎ اﻟﺮﻗﻢ }ف.{٢ س =٣ﻥﺴﺨﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ : :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏ ﻴﻦ ) (١٨-١٢ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٧ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس ﺱ 5 »١٥٣٦x٢٠٤٨ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٧ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة":ﻗﻮﻟ ﻪ ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة":وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ 10ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ " .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻎ اﻟﺮﻗﻢ }س.{٣ اﻟﻘﺒﺎیﺢ ن =٢ﻥﺴﺨﺔ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴ ﻪ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٤٩٠٩ﺏ ﻴﻦ ) (١٥٩-١٥٦ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٤ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »٢١٤٢x٢٦٢٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٩ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻡﺤﻤﺪ ﺏﻦ اﺏﺮهﻴﻢ ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ١٠٨٠ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة ،وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":ﻗﻮﻟﻪ ﺱﻨﻦ اﺉﻤﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ ،هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ ﻓﻲ 15 ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة":وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ " .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ن.{٢ د -ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ: ي =٢ﻥﺴﺨﺔ یﻨﻲ ﺟﺎﻡﻲ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ20ﺟ ﺎﻡﻲ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏ ﻴﻦ ) (٤٢٠-٤١٥ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٦ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٥٣٦x٢٠٤٨ﻡﻢ«،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٣ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱﺦ ،اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ٨٧٣ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴﻪ ،واﻟﺼﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ ،ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼ ﻞ وﺕ ﺬﻥﻴﺐ ،"...و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر آ ﺎن25 واﺡﺪ" .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ي.{٢ 136 أ = ﻥﺴﺨﺔ اﺱﻌﺪ أﻓﻨﺪي :و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ اﺱ ﻌﺪ أﻓﻨ ﺪي ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٦٩٢ﺏ ﻴﻦ ) (٩٢-٩٠ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٣ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٢١٩x١٧٥٩ﻡﻢ«،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٣١ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓ ﻲ 5ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة":اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ ،واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ ،ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة ":ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر واﺡ ﺪ". ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }أ{. ش =٤ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ :و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ10ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٢٧٥٥ﺏﻴﻦ ) (٢١٢-٢٠٤ورق ،ﺕﻘﻊ ﻓ ﻲ ) (٩ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٩٢٠x٢٥٦٠ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )٢٣ﺱﻄﺮا( ،وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺒ ﺪاﻟﺮﺡﻤﻦ ﺏ ﻦ ﺟﻌﻔ ﺮﭙاﺷ ﺎ زادﻩ اﻻی ﻮﺏﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ١٠٧٥ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ،ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ ،واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ ،ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴ ﺔ ﻋﻠ ﻰ ﻡﻘﺪﻡ ﺔ وﻡﻘﺼ ﺪ وﻓﺼ ﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة ":ﻻ ﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎن اﻻم ﻡﻦ اﻻﻋﺎﺟﻢ اﻟﻀﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ 15 ﻓﻴﻬﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎریﻦ وﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎر واﺡﺪ" .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش.{٤ س =٢ﻥﺴﺨﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ :و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏ ﻴﻦ ) (٧-١ورق ،ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ ) (٦ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »١٥٣٦x٢٠٤٨ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )١٧ﺱﻄﺮا( ،وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ 20وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت اﻟﻨﺎﺱﺦ ﻓ ﻲ ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ ،واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ ،ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ ،"...و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة ":ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر واﺡ ﺪ". ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }س.{٢ 25ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒﻲ: ﻩ -ﺏﻴﺎن ق= ﻥﺴﺨﺔ ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ : :و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ ،وﻻ أﺟ ﺪ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻵﺧ ﺮي ﻡﻨﻬ ﺎ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿، ﴾٦٧٥ﺏ ﻴﻦ )(٢٣٥-٢٣٠ 137 ﻞ ورق ،ﺕﻘﻊ ﻓﻲ ) (٦ورﻗﺔ ﺏﻘﻴﺎس »١٩٤٤x٢٥٩٢ﻡﻢ« ،و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﺱﻄﺮا ﻡﺨﺘﻠﻔ ﺎ ،اﻗ ّ ﺹ ﻔﺤﺔ ) (١٣ﺱ ﻄﺮا و اآﺜﺮه ﺎ) (٢١ﺱ ﻄﺮا ،وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ وﻻ اﻟﺴ ﻨﺔ اﻟﺘ ﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴﺨﻬﺎ ،وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ،ﻓﻴﺒﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة ":اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى اآﺪم ﻋﺒﺎدﻩ اﻻﺧﻴﺎر ،ﺏﻘﻬ ﺮ اﻻﻋ ﺪاء واﻟﻐﻠﺒ ﺔ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻜﻔ ﺎر ،واﻥﻌ ﻢ ﻋﻠ ﻰ5اﻟﻤﺠﺎه ﺪیﻦ اﻻﺏ ﺮار ،ﺏﻨﻌﻤ ﺔ اﻟ ﻮﻻء واﻋﺎﻥ ﺔ اﻻﻥﺼ ﺎر ،"...ویﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة ":ﻓﺎﻋﺮﺿ ﻨﺎ ﻋﻨ ﻪ واآﺘﻔﻴﻨﺎ ﺏﻤﺎ اوردﻥﺎﻩ ،ﺛﻢ اﻟﻜﻼم ﺏﻌﻮن اﷲ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﻼم " .ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }ق{. B. Risalelerin Tahkik Metodunun Özellikleri 10 -٢وﺹﻒ اﻟﻤﻨﻬﺞ ﻓﻲ ﺕﺤﻘﻴﻖ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ان هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ اﻟﺘﻲ ﻥﺒﺤ ﺚ ﻋ ﻦ ﺕﺤﻘﻴﻘﻬ ﺎ رأیﻨ ﺎ ﻋ ﺪد اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﺉﻞ و اﻻﻡ ﺎآﻦ اﻟﺘﻲ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻋﺪیﺪ ﻡﻦ اﻟﻤﻜﺘﺒﺎت ،و أﻥﻬﺎ آﺘﺒﺖ ﻓ ﻲ ﻓﺘ ﺮات زﻡﻨﻴ ﺔ ﻡﺨﺘﻠﻔ ﺔ؛ ﻟ ﺬﻟﻚ آ ﺎن اﻟﻮاﺟﺐ ﻋﻠﻴﻨﺎ ان ﻥﻘﻮم ﺏﺪورﻥﺎ اﻟﻤﻄﻠﻮب ﻓﻲ اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ اﻟﻌﻠﻤﻲ ﻡﻦ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﺡﺘ ﻲ ﻥﺼ ﻞ ﺏﻬ ﺎ ﻡﻦ 15 اﻟﻲ اﻗﺮب رﺱﺎﻟﺔ ورد ﻓﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ اﻟﻤﺆﻟ ﻒ .ﻓﻘ ﺪ اﺧﺘﺮﻥ ﺎ ﻡ ﻦ ه ﺬﻩ ﻥﺴ ﺦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻗﻴﺎﻡ ﺎ ﻋﻠ ﻲ اﺱ ﺎس اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﺏﻴﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻟﻤ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو اﻟﻨﺴ ﺦ اﻻرﺏ ﻊ و ﻟﻤ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻻرﺏ ﻊ و ﻟﺨﻀ ﺮِاﻩ اﻟﻨﺴﺦ اﻻرﺏﻊ و ﻟﻤﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﻮاﺡ ﺪة و ﻟﻤ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ردا ﻋﻠ ﻲ آ ﻮراﻥﻲ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺜﻠﺜ ﺔ، ﻥﻈﺮا ﻟﻌﺪم ﺕﻮﻓﺮ ﺏﺨﻂ اﻟﻤﺆﻟ ﻒ؛ اذ وﺟ ﺪت اﺧﻄ ﺎء ﻓ ﻲ ﺟﻤﻴ ﻊ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺘ ﻲ اﻋﺘﻤ ﺪﻥﺎ ﻋﻠﻴﻬ ﺎ ،و ﻥﺤ ﻦ ﻡﺴﺘﻨﺪ20ﺏﺎﻟﺘﺤﻘﻴﻖ اﻟﻌﻠﻤﻲ ﻋﻠﻲ رﺱﺎﻟﺔ اﻗﺮب اﻟﻲ ﻥﺴﺨﺔ اﻟﻤﺆﻟﻒ ﺛﻢ ﺹﺮﺡﻨﺎ ﻋﻠﻲ اﻟﻔﺮوق اﻟﺘ ﻲ یﻮﺟ ﺪ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ .ﻓﻨﻜﺘﻔﻲ ﺏﺒﻴﺎن ﻓ ﺮوق واردة ﺏ ﻴﻦ اﻟﻨﺴ ﺦ ،وﻻ ﻥﺒﺎﺷ ﺮ اﻟﻌﻤ ﻞ اﻟﺘ ﻲ ﺕﻌ ﻴﻦ اﻟﺨﻄ ﺄ و اﻟﺼﻮاب ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ. اﻥﻲ اﺧﺘﺎر ﻡ ﺎ ﺏ ﻴﻦ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﻟﻬ ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻟﻴﻜ ﻮن اﻟﻤ ﺘﻦ اﻻﺱﺎﺱ ﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺘﺤﻘﻴ ﻖ ،و هﻲ؛ 25ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو :اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ ﺟﺎﻡﻲ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏﻴﻦ ) (٤١٤-٤١٠ورق، 138 ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ :اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏﻴﻦ ) (٥٤-٥٢ورق، ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ :اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ ﺟﺎﻡﻲ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏﻴﻦ ) (٤٢٠-٤١٥ورق، 5ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒﻲ :اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﺕﻮﺟ ﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ ،ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿ ،﴾٦٧٥ﺏ ﻴﻦ ) (٢٣٥-٢٣٠ورق ،وﻻ أﺟ ﺪ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻵﺧ ﺮي ﻡﻨﻬ ﺎ ﻟﺘﺤﻘﻴﻘﻬﺎ، ﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ر ّد ّی ﺔ ﻋﻠ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ :اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﺕﻮﺟ ﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ ﻓﺎﺕﺢ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏﻴﻦ ) (٥٧-٥٥ورق. 10 C. Tahkik Sırasında Kullanılan Rakamlar ve Harfler -٣واﻡﺎ ﻋﻦ اﻟﺤﺮوف و اﻻرﻗﺎم اﻟﺘﻲ ﺕﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻲ اﺛﻨﺎء اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ: 15 أ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ أﺱ ﻌﺪ أﻓﻨ ﺪي، ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٦٩٢ﺏﻴﻦ ) (٩٢-٩٠ورق. س١ :ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏﻴﻦ ) (١١-٨ورق. س : 20٢ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﺧﻀﺮﺷ ﺎﻩ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ، ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏﻴﻦ ) (٧-١ورق. س٣ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ، ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١٠٥١ﺏﻴﻦ ) (١٨-١٢ورق. ش١ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙ 25اﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٩٤٠ﺏﻴﻦ ) (٢٤٨-٢٤٣ورق. ش٢ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٢٧٥٥ﺏﻴﻦ ) (٢٠٣-١٩٨ورق. 139 ش٣ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٩٤٦ﺏﻴﻦ ) (٢٧-٢١ورق. ش٤ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷ ﺎﻩ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠ ﻲ ﭙاﺷﺎ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٢٧٥٥ﺏﻴﻦ ) (٢١٢-٢٠٤ورق. ف : 5١ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ، ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏﻴﻦ ) (٥٤-٥٢ورق. ف٢ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ، ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٥٣٦٦ﺏﻴﻦ ) (٥٧-٥٥ورق. ق :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ آﻮزﻟﺠ ﻪ ﻡﺤﻤ ﺪ ﭽﻟﺒ ﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻗﺼﻴﺪﺟﻲ زادﻩ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٦٧٥ﺏﻴﻦ ) (٢٣٥-٢٣٠ورق. 10 ن١ :ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٤٩٠٩ﺏﻴﻦ ) (١٥٦-١٥٢ورق. ن٢ :ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾٤٩٠٩ﺏﻴﻦ ) (١٥٩-١٥٦ورق. و : 15ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ وﻟﻲ اﻟﺪیﻦ اﻓﻨﺪي ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١٥٥٠ﺏﻴﻦ ) (١٢-١٠ورق. ي١ :ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ ﺟﺎﻡﻲ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏﻴﻦ ) (٤١٤-٤١٠ورق. ي٢ :ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺲ. ﺟﺎﻡﻲ ،ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿، ﴾١١٨٦ﺏﻴﻦ ) (٤٢٠-٤١٥ورق. یﻨﻲ 20 D. Tahkik Sırasında Kullanılan İşaretler واﻡﺎ اﻻﺷﺎرات اﻟﺘﻲ ﺕﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻲ اﺛﻨﺎء اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ: 25 -٤ 140 )(- :إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة اﻟﻨﺎﻗﺼﺔ اﻟﺘﻲ ﻻ یﻮﺟﺪ ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻻﺱ ﺎس و ه ﻲ ﻡﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس. )(+ :إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒ ﺎرة اﻟﺰاﺉ ﺪة اﻟﺘ ﻲ ﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻻﺱ ﺎس و ه ﻲ ﻡﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس. ) : 5 (/إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة اﻻﺧ ﺮي اﻟﺘ ﻲ ﻡﻮﺟ ﻮد ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ اﻻﺧ ﺮي ﺏ ﺪﻻ ﻋﻦ اﻟﻤﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس. )؛( :إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﺘﻔﺮیﻖ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة ﻓﻲ اﻟﻬﺎﻡﺶ ﻡﻦ ﻏﻴﺮهﺎ. 141 II. MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ﴿رﺱﺎﻟﺔ وﻻﺉﻴﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾ }ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{ 5اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘﻴﻦ ,وﻋﻈﻢ ﻗﺪر ﻡﻦ ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ ،وااﺹﻼة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ایّﺪﻩ ﺏﺎﻟﻜﺘﺎب اﻟﻤﺒﻴﻦ ،ﺱﻴّﺪﻥﺎ ﻡﺤﻤﺪ وﺁﻟﻪ وﺹﺤﺒﻪ ١اﺟﻤﻌﻴﻦ. اﻡﺎ ﺏﻌﺪ ﻓﺎ ّ ن ﻡﻠﻮك هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﺧﻠّﺪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ ٢ایﺎم دوﻟﺔ ٣ﺧﻠﻔﻬﻢ ،واﻓﺎض ﺱﺠﺎل اﻟﻤﺮﺡﻤﺔ ٤واﻟﻐﻔﺮان ﻋﻠﻲ ﺱﻠﻔﻬﻢ ،آﻤﺎ ﻓﺎﻗﻮا ٥ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻮك ﺱﺎﺉﺮ اﻟﻤﻤﺎﻟﻚ ،ﺏﺎﺱﻘﺎط ﻓﺮض اﻟﺠﻬﺎد ﻋﻨﻬﻢ ﻟﻤﺒﺎﺷﺮﺕﻬﻢ اﻟﻤﻌﺎرك ،ﻓﺎق ایﻀﺎ هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﻋﻠﻰ ﺱﺎﺉﺮهﺎ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ ٦ﻡﻮﺿﻊ اﻟﺠﻬﺎد ﻡﻊ اﻟﻜﻔﺎر 10ذوى اﻟﺸﻘﺎق واﻟﻔﺴﺎد ،وﻟﺬﻟﻚ آﺜﺮت ﻓﻴﻬﺎ اﻟﺴﺒﺎیﺎ واﻻرﻗّﺎء ،ﻓﻜﺜﺮت ﺏﺎﻟﻀﺮورة اﻟﻤﺤﺮرون اﻟﻔﺠﺎر و اﻟﻌﺘﻘﺎء ،٧ﻓﻜﺜﺮت ﻓﻴﻬﻢ ﻗﻀﻴﺔ اﻟﻮﻻء وﺷﺎﻋﺖ ،واﻥﺘﺸﺮت ﻗﺼﺘّﻪ ٨وذاﻋﺖ ،ﺏﺨﺎﻟﻒ ﺱﺎﺉﺮاﻟﻤﻤﺎﻟﻚ واﻟﺪیﺎر ،ﺡﻴﺚ ﻟﻢ ﺕﺸﺘﻬﺮ ٩ﻓﻴﻬﺎ ﻡﺜﻞ هﺬا اﻻﺷﺘﻬﺎر ،١٠وﻟﺬا ﻟﻢ یﺒﺴﻂ اﻟﻘﻮل ﻓﻰ ﻡﺒﺎﺡﺜﻪ ﻋﻠﻤﺎﺉﻬﺎ ﻓﻰ آﺘﺒﻬﻢ اﻟﻤﺸﻬﻮرة ،وﻟﻢ ﺕﻘﻊ ﻓﻴﻬﺎ آﺴﺎﺉﺮ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ ﻡﻔﺼﻠﺔ ﻡﻨﺸﻮرة ،١١ﻻ ﺱﻴﻤﺎ ﺏﺤﺚ ﻡﻦ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ واﻟﻌﺘﻴﻖ ،ﻓﺎﻥّﻪ ﻟﻜﺜﺮة وﻗﻮﻋﻪ آﺎن اﻟﺤ ّﺮ ّ ي ﺏﺎﻟﺘﻌﺮّض ﻟﻪ واﻟﺤﻘﻴﻖ ،١٢وﻡﻊ ذﻟﻚ ﻟﻢ یﺘﻌﺮﺿﻮا 15 ١٣ ﻟﺤﻜﻤﻪ ١٤ ﻥﻔﻴﺎ واﺛﺒﺎﺕﺎ اﻻ ﻗﻠﻴﻼ ،وﻟﺬا ﺟﻌﻠﻮا ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻡﻄﻌﻢ ١٦ ١٥ ﺿﻞ اﺏﻨﺎء اﻟﺰﻡﺎن ﻓﻴﻪ ﻡﻨﻬﺠﺎ وﺱﺒﻴﻼ ،ﺡﻴﺚ اﻟﻨﻈﺮ ،وﻟﻢ یﺪروا ﻡﺎ ﻓﻰ ﺕﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر ،واآﺘﻔﻮا ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻻﺷﺘﻬﺎر واﻟﺴﻤﺎع ،وﻟﻢ یﻘﻔﻮا ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻰ ذﻟﻚ ﻡﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ اﻟﺠﻤﻬﻮرﺏﺎﻻﺟﻤﺎع.١٧ ١و/:اﺻﺤﺎﺑﻪ. ٢و ،ش -:١ﺗﻌﺎﻟﻲ. ٣ش/ :١دوﻟﺘﻪ ؛ ش/ :٢دوﻟﺘﻬﻢ و. ٤و ،ش ،١ش /: ٢اﻟﺮﺣﻤﺔ. ٥ش/ : ١اﻓﺎﻗﻮا. ٦و ،ش/ : ١ﺑﻜﻮﻥﻬﺎ. ٧ش - : ١ﻓﻜﺜﺮت ﺑﺎﻟﻀﺮورة اﻟﻤﺤﺮرون و اﻟﻌﺘﻘﺎء. ٨و ،ش + : ١ﺑﻴﻨﻬﻢ. ٩ش / : ١یﺸﻬﺮ. ١٠ش / : ١اﺵﻬﺎر. ١١ش / : ١ﻣﺸﻬﻮرة. ١٢ش - : ١و اﻟﺤﻘﻴﻖ. ١٣ش - : ١ﻟﻢ. ١٤ش / : ١اﻟﺤﻜﻤﺔ. ١٥ش / : ١آﺬﻟﻚ. ١٦و ،ش / : ١ﻣﻄﻤﺢ. ١٧و ،ش ، ١ش / : ٢ﺑﻞ اﻻﺟﻤﺎع. 142 وﻟﻜﻦ ﻡﻦ ﻗﺼﺪ ﻋﻤﻮم اﻟﻨﻔﻊ ﻡﻦ اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻌﻈﺎم ،ﺕﻌﺮﺿﻮا ﻟﻤﺎ هﻮ اﻟﻤﻘﺼﺪ اﻻﺹﻠﻰ واﻟﻤﺮام ،ﻓﻤﻨﻬﻢ ﻡﻦ ﻋﺒّﺮ ﻋﻨﻪ ﺏﻌﺒﺎرة داﻟﺔ ﻗﻄﻌﺎ ﻋﻠﻴﻪ ،وﻡﻨﻬﻢ ﻡﻦ اوردﻩ ١٨ﺏﻤﺎ هﻮ ﻇﺎهﺮ ﻓﻴﻪ یﺠﺐ ردﻩ اﻟﻴﻪ ،وﻡﻨﻬﻢ ﻡﻦ ذآﺮﻩ ﺏﻤﺎ هﻮ ﻓﻰ ﺧﻼﻓﻪ ١٩ ﻇﺎهﺮ ،ﻟﻜﻦ یﺠﺐ ﺹﺮﻓﻪ ﻋﻨﻪ ﻟﻤﺎ اوﺟﺒﻪ ٢٠ ﻡﻦ دﻟﻴﻞ ﺏﺎهﺮ ،وﻡﻦ اﻟﻨﺎس ﻡﻦ اﺧﻄﺄ وﺧﺒﻂ ،ﺡﻴﺚ ﺧﻠﻂ اﻟﺼﻮاب ٢١ﺏﺎﻟﺨﻄﺎء واﻟﻐﻠﻂ ،ﻓﻴﺠﺐ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ5ﻓﺴﺎد آﻼﻡﻪ ،واﻇﻬﺎر ﻡﺨﺎﻟﻔﺘﻪ ٢٢ ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ و اﻟﺰاﻡﻪ )/٤١١أ( ،ﻓﻼ ﺟﺮم ﺡﺮّرت رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب ،ﻡﺴﺘﻈﻬﺮا ﺏﺎﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻠﻬﻢ ﺏﺎﻟﺼﻮاب ،٢٣ورﺕﺒﺘﻬﺎ وهﺬﺏﺘﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ ﺕﺮﺕﻴﺐ واﻟﻄﻒ ﺕﻬﺬیﺐ ،ﺡﻴﺚ اﺷﺘﻤﻠﺖ ٢٤ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ و ﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ و ﺕﺬﻥﻴﺐ. ن ﺡ ّﺮ اﻻﺹﻞ اﺹﻄﻼح اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ اﻡﻮر یﺘﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ ﻡﻨﻬﺎ ا ّ اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ؛ ﻲ ﺱﺘّﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ 10اﺡﺪهﻤﺎ؛ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮ٢٥ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ رق ﺏﻞ ﺕﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻔﺔ ﺏﻌﺪ ﻡﻀ ّ اﻟﻨﻜﺎح و ٢٦اﻟﻌﻠﻮق او ﻡﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ. واﻟﺜﺎﻟﻰ؛ ﻡﻦ ﻻ یﻜﻮن ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ اﺹﻼ. وﻡﻨﻬﺎ؛ ان اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ وﻟﻬﺬا ﻗﺎﻟﻮ ﻻ ﺕﻘﺒﻞ ٢٧ ﻓﻴﻪ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ آﻤﺎ ﻓﻲ اﻟﻌﺘﻖ ،وزواﻟﻪ ﻓﺮع ﺛﺒﻮﺕﻪ ،وﺛﺒﻮﺕﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ٢٨ یﻜﻮن15ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﻟﻤﺎ ﺕﻘﺮر ان ٢٩اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق و اﻟﺤﺮیﺔ ،٣٠وﻻیﺴﺮي ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم وﻋﺼﺒﺘﻪ ﻓﻰ ﺡﻜﻤﻪ ،ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم رق ﻻ یﺘﺼﻮر ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء. وﻡﻨﻬﺎ؛ ان اﻟﻠﻔﻆ اذا آﺎن ﻗﻄﻌﻴﺎ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ وﺟﺐ ان یﺤﻤﻞ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻈﺎهﺮ اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ ﻟﻪ وﻟﻐﻴﺮﻩ ﻻ ﺱﻴﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺮوایﺎت ،وﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﻤﻄﻠﻖ یﺤﻤﻞ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻘﻴﺪ ﻓﻰ اﻟﺮوایﺎت وﻟﻬﺬا ٣١ﺕﺮي ١٧و - :ﻩ ؛ ش / : ٢رواﻩ. ١٩ش - : ١ﻩ. ٢٠ش / : ١ﻟﻤﺎل وﺟﻪ. ٢١ش / : ١اﻟﺜﻮب ؛ ش/ : ٢اﻟﺜﻮاب. ٢٢ش - : ١ﻩ. ٢٣و ،ش ، ١ش / : ٢ﻟﻠﺼﻮاب. ٢٤و - :ت ٢٥ش / : ١یﺠﺰ. ٢٦و / :او ٢٧و ،ش ، ١ش / : ٢یﻘﺒﻞ. ٢٧و - :ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ. ٢٩ش - : ١أن. ٣٠ش/ : ١ﻓﻲ اﻟﺤﺮیﺔ و اﻟﺮﻗﻴﺔ ؛ ش / : ٢ﻓﻲ اﻟﺮق و اﻟﺤﺮیﺔ. ٣١ش / : ٢ﺑﻬﺬا. ٣٢ش / : ١یﺮي. ٣٢ 143 ﻡﻄﻠﻘﺎت اﻟﻤﺘﻮن آﺎﻟﻜﻨﺰوﻏﻴﺮﻩ یﻘﻴﺪهﺎ ٣٣ اﻟﺸﺮاح وان آﺎن اﻟﺸﺎرح هﻮ اﻟﻤﺼﻨﻒ ٣٤ آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ وﻏﻴﺮﻩ. واﻡﺎ اﻟﻤﻘﺼﺪ؛ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ روایﺎت یﻌﻮّل ﻋﻠﻴﻬﺎ ٣٥وایﺮاد ٣٦ﻡﺒﺎ ﺡﺚ ﺕﺘﻌﻠﻖ ﺏﻬﺎ. ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ٣٧ ذآﺮﻩ ٣٨ اﻟﺸﻴﺦ ﻋﻼء اﻟﺪیﻦ اﺏﻮ ﺏﻜﺮ اﻟﻜﺎ ﺱﺎﻥﻰ ٣٩ ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ وهﻮ آﺘﺎب یﻨﻘﻞ ﻋﻨﻪ 5اﻟﻔﻀﻼء اﻟﻤﺤﻘﻘﻮن آﺎﻻﻡﺎم ﻡﻔﺘﻰ اﻟﻤﺼﺮ واﻟﺸﺎم ،اﺏﻰ ﻋﺒﺪاﷲ اﻟﺴﺮوﺟﻰ ﺡﺘﻰ ﻗﺎل ﻓﻰ ﺷﺮﺡﻪ ٤٠ ﻟﻠﻬﺪایﺔ ،ذآﺮ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﺤﻴﻂ ان اﻟﻨﻴﺔ ﺱﻨﺔ ﻓﻰ اﻟﻄﻬﺎرة وآﺬا ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ ٤١ واﻓﻘﻬﻢ ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻡﻦ ﺷﺮایﻂ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ان ﻻ ﺕﻜﻮن ٤٢ واﻟﻘﻨﻴﺔ ،و اﻻم ﺡﺮة أﺹﻠﻴﺔ ،ﻓﺎن آﺎﻥﺖ ﻓﻼ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ،وان آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ )/٤١١ب( ﻟﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ10واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ ٤٣ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ٤٤ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ،ﻓﻴﻜﻮن وﻻؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻻ ﻟﻤﻮاﻟﻰ ٤٥ اﻻم ن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ واﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ اﻻب. ﻻّ اﻗﻮل؛ ﺕﺤﻘﻴﻘﻪ اﻥﻪ اراد ﺏﺤﺮة اﻻﺹﻞ ٤٦ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺏﻘﺮیﻨﺔ ﻗﻮﻟﻪ؛ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ،ﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ ان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻲ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ،و زوال اﻟﻤﻠﻚ ﺏﺎﻟﻮاﺱﻄﺔ ﻻ یﻜﻮن اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ،واذا آﺎﻥﺖ ٤٧ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﻬﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ ٤٨ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻠﻚ ﻓﻼ یﺜﺒﺖ15ﻋﻠﻴﻪ وﻻء، ﻓﺈن ﻗﻴﻞ؛ هﺬا یﻘﺘﻀﻰ ان ﻻ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ٤٩ اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﺡﺘﻰ ﻟﻮ آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ رق ﻟﻮﺟﺐ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم دون اﻻب ،٥٠وﻗﺪ ﺹﺮح ﺏﺨﻼﻓﻪ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮاﻻء .ﻗﻠﻨﺎ ﻡﻘﺘﻀﻰ آﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻼم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ ان یﻜﻮن آﺬﻟﻚ ﻟﻜﻦ ٣٣ش / : ١ﺗﻘﻴﺪهﺎ. ٣٤و ،ش / : ١اﻟﻤﺺ. ٣٥ش / : ١ﺑﻘﻮل ﻋﻠﻴﻬﻤﺎ. ٣٦ش / : ١اراد. ٣٧و - :و ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ. ٣٧و - :ﻩ. ٣٩ش ، ١ش / : ٢اﻟﻜﺎﺵﺎﻥﻲ. ٤٠و - :ﻩ. ٤١ي - : ١اﻟﺘﺨﻔﺔ. ٤٢ش / : ٢یﻜﻮن. ٤٣و - :ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء ﻻﺣﺪ ﻋﻠﻰ اﻣﻪ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻣﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﻣﻌﺘﻘﺎ. ٤٤و ،ش ، ١ش / : ٢اﻻب )آﻠﻤﺔ اﻻب اﺻﺢ ﻣﻦ آﻠﻤﺔ اﻻم ﻟﻤﻌﻨﻲ اﻟﻌﺒﺎرة(. ٤٥و - :ﻟﻤﻮاﻟﻲ. ٤٦و / :اﻟﺤﺮة اﻻﺻﻠﻴﺔ. ٤٧ش ، ١ش / : ٢ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ ؛ و / :و إن آﺎﻥﺖ. ٤٧و - :ﻟﻢ. ٤٩و - :ال. ٥٠ش - : ١دون اﻻب. 144 ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻓﻰ آﻞ ﻡﻦ اﻟﻄﺮﻓﻴﻦ ﺿﻌﻒ ﺏﺎﻥﺘﻔﺎء ﺷﺮف اﻟﺤﺮیﺔ ،اﻋﺘﺒﺮ ﺡﺪیﺚ اﻟﻮﻻء "ﻟﺤﻤﻪ آﻠﺤﻢ ٥١ اﻟﻨﺴﺐ" ﻓﺘﺮﺟﺢ ٥٢ﺟﺎﻥﺐ اﻻب. ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ؛ ان ف هﺬا اﻟﺒﺎب ﺛﺒﺖ اﺹﻼن یﺠﺐ اﻟﻌﻤﻞ ﺏﻜﻞ ﻡﻨﻬﻤﺎ ﺏﻘﺪراﻻﻡﻜﺎن .اﺡﺪهﻤﺎ ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ واﻟﺜﺎﻥﻰ ان "اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ" ،ﻓﺎن ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ 5اﻻم رق یﺘﺒﻌﻬﺎ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ،ﻻﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮق ،وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ رق ﺕﻌﺘﺒﺮ ٥٤ ﻗﻮة اﻟﻨﺴﺐ ،و یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ٥٦ ٥٣ ٥٥ اﻻب ،و هﺬا ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن ٥٧ اﺱﺘﻮیﺎ ،واﻟﺘﺮﺟﻴﺢ ﻟﺠﺎﻥﺒﻪ ﻟﺸﺒﻬﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ او اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب ،ﻻﻥﻬﻤﺎ ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ ﺡﺘﻰ ﻟﻮ آﺎن ﻥﺴﺐ اﻻب ﺿﻌﻴﻔﺎ ﺏﺎن یﻜﻮن ﻋﺠﻤﻴﺎ ﺡﺮاﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻّ آﺎن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤّﺪ آﻤﺎ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ ،٥٨آﻤﺎ ذآﺮ ایﻀﺎ ﻓﻰ 10و ﻏﻴﺮﻩ. اﻟﻬﺪایﺔ و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ذآﺮ اﻟﺸﻴﺦ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح ﻗﻮل ٦١ اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮﻟﻰ)/٤١٢أ( اﻻب و ﻡﻮﻟﻰ ٥٩ اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ؛ وان اﻻم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ ،ﻓﻘﻀﺎؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻗﻀﺎء ﺏﺎﻟﻌﺠﺰ،٦٢ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ اراد ﺏﻬﺬا ان یﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة ،ﻻﻥﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ن اﻻم وﻻء ،٦٣وﻡﻬﻤﺎ آﺎن اﺡﺪ اﻻﺏﻮیﻦ ٦٤ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ وﻻء ،ﻻ ّ آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ واﻻب اذا آﺎن ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ اذا 15 ٦٥ ﻓﻰ ن اﻟﻌﺮب* اﻟﻨﺴﺐ ،واﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ ،واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴﺎ ،ﻻ ّ ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ رق. اﻗﻮل؛ اﻥﻤﺎ ﻗﺎل واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ اﻟﻰ اﺧﺮﻩ ،٦٦ﻻﻥﻪ ﻟﻤﺎ اﻃﻠﻖ اﻟﻘﻮل ﺏﺎن اﻻب اذا آﺎن ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﻓﺎوﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ورد ﻋﻠﻴﻪ ،اﻥﻪ یﻘﺘﻀﻲ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻻب ٥١ش ،١و /:ﻟﺤﻤﺔ. ٥٢و / :رﺟﺢ. ٥٣و - :وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ. ٥٤ش ، ١و / :یﻌﺘﺒﺮ. ٥٥ش / : ١ﺑﺠﺎﻥﺐ. ٥٦و / :اﻟﻨﺴﺐ. ٥٧ش - : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ. ٥٩و - :ﻗﻮل. ٦١ش ، ١ش ، ٢و / :ﻣﻮاﻟﻲ. ٦٢ش - : ١ﺑﺎﻟﻌﺠﺰ ؛ ش / : ٢ﺑﺎﻟﻔﺠﺮ. ٦٣و - :وﻻء. ٦٤ش" - : ١اﻻم ﻣﻮﻻة ،ﻻﻥﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺣﺮة اﻻﺻﻞ ﻟﻤﺎ ﺙﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء ،وﻣﻬﻤﺎ آﺎن اﺣﺪ اﻻﺑﻮیﻦ" )هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﺗﺼﺤﻴﺢ ﻓﻲ ﺻﻔﺤﺘﻬﺎ(. ٦٥ش - : ١ﻩ. ن اﻟﻌﺮب* ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ رق.اﻗﻮل؛ اﻥﻤﺎ ﻗﺎل واﻟﻤﺮاد ﺑﻘﻮﻟﻨﺎ ﺣﺮ اﻻﺻﻞ اﻟﻰ اﺧﺮﻩ. ٦٦و - :ان یﻜﻮن ﻋﺮﺑﻴﺎ ،ﻻ ّ 145 ﻋﺠﻤﻰ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ،وﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ٦٧اذا آﺎﻥﺖ ﻡﻌﺘﻘﺔ ،وهﻮ ﺧﻼف ﻡﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﻓﻲ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ،ﻓﺎراد دﻓﻌﻪ ٦٨ ٦٩ ﺏﺎن اﻟﻤﺮاد ﺏﻜﻮن ى اﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴﺎ ﻗﻮ ّ اﻟﻨﺴﺐ ،ﻻ ّ ن اﻟﻌﺮب ﻟﻢ یﺠﺮ ٧٠ﻋﻠﻴﻪ رق ﻟﻴﻀﻌﻒ ﻥﺴﺒﻪ ،اذ ﻟﻴﺲ ﻋﻠﻴﻬﻢ اﻻ اﻟﺴﻴﻒ او اﻻﺱﻼم. ﻓﺎن ﻗﻴﻞ؛ ِﻟ َﻢ ٧١ ن اﻟﻤﻘﺼﻮد ﻡﻦ اﻋﺘﺒﺎرهﺎ ﺕﻘﻮیﺔ ﻟﻢ ﺕﻌﺘﺒﺮ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ،ﻗﻠﻨﺎ؛ ﻻ ّ اﻟﻨﺴﺐ ،٧٢وﻻ ﻥﺴﺐ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ،٧٣یﻌﺘﺪ ﺏﻪ ﻟﻴﺰداد ٧٤ﺕﻘﻮیﺘﻪ ،ﻻ یﻘﺎل ﻗﻮﻟﻪ؛ اراد ﺏﻬﺬا ان ﺕﻜﻮن 5 اﻻم ٧٥ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻼم ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ،ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ٧٦ ﻓﻰ ﺕﻘﺮیﺮ اﺹﻞ هﺬﻩ اﻟﻤﺴﺄﻟﺔ ﻗﺒﻴﻞ ﻗﻮﻟﻪ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻم وﻡﻮاﻟﻰ اﻻب اﻟﺦ ،وان ﻡﺎت ﻡﻜﺎﺕﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة ٧٦وﻓﺎء ﻟﻤﻜﺎﺕﺒﺘﻪ اﻟﺦ،٧٧ ﻓﺎن آﻮن ٧٨ اﻻم ٧٩ ٨٠ ن اﻟﻤﻮﻻة ﻡﻮﻻة ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ ﺡﺮة ،ﻻﻥﺎ ﻥﻘﻮل؛ ﻻ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻻ ّ اﻡّﺎ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻮﻟﻮدة ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ،وﻋﻠﻰ اﻟﺘﻘﺪیﺮیﻦ یﺼﺪق ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮة ،وان ﻟﻢ یﺼﺪق اﻟﺤﺮیﺔ ٨١ اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ. 10 و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم ﺷﻤﺲ اﻻﺉﻤﺔ اﻟﺴﺮﺧﺴﻲ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ ان ٨٢ آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ .٨٣اﻗﻮل؛ ﻟﻢ یﺮد ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻟﺤﺮة ﻡﻄﻠﻘﺎ ،ﻻن هﺬا ٨٤ اﻟﺤﻜﻢ ﻻ یﺴﺘﻘﻴﻢ اﻻ ﻓﻰ ﺏﻌﺾ )/٤١٢ب( اﻓﺮادﻩ ،وهﻮ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ٨٥ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ،واﻻ ﻟﻢ یﺼﺢ اﻟﺤﻜﻢ ﺏﻌﺪم اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ ،ان اﻟﻮﻻء ﺡﻴﻨﺌﺬ ٨٦ ٨٧ﻟﻘﻮم اﻻب ﺏﻞ اراد اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻲ اﻟﺜﺎﻥﻲ ﻟﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﻌﺒﺎرﺕﻴﻦ اﻟﻘﻄﻌﻴﺘﻴﻦ ﻓﻲ یﻜﻮن15 ٦٧ش / : ٢اﻻب ) ﻓﻲ ﺗﺼﺤﻴﺢ هﻨﺎ ﺑﺼﻮرة اﻻم(. ٦٧ش / : ١ﻟﻤﺎ زاد وﻗﻊ. ٦٩ش ، ١ش ، ٢و / :یﻜﻮن. ٧٠ش / : ١ﻟﻢ یﺠﺰ. ٧١ش - : ١ﻟﻢ. ٧٢ش + : ١ﻓﻲ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم. ٧٣ش - : ١وﻻ ﻥﺴﺐ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم. ٧٤ش - : ١ﻟﻴﺰداد ؛ و / :ﻟﻴﺮاد. ٧٥ي - : ١ﻣﻮﻻة. ٧٦و - :ﻗﺎل. ٧٦ي - : ١و ﺗﺮك دیﻨﺎ. ٧٧ش" - : ١وان ﻣﺎت ﻣﻜﺎﺗﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻣﻦ ﺣﺮة وﻓﺎء ﻟﻤﻜﺎﺗﺒﺘﻪ اﻟﺦ" هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة یﻮﺟﺪ ﺑﺠﺎﻥﺐ اﻟﺼﻔﺤﺔ ﻟﻠﺘﺼﺤﻴﺢ. ٧٨ش / : ١ﺑﻜﻮن. ٧٩و - :اﻻم. ٨٠و / :اﻟﻤﻮاﻻة. ٨١ش ، ١و / :اﻟﺤﺮة. ٨٢و / :اذا. ٨٣ش - : ١ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ. ٨٤و - :هﺬا. ٨٥ش - : ١ﺑﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻟﺤﺮة اﻻﺻﻠﻴﺔ. ٨٦ش ، ١و / :ح ﺑﺪﻻ ﺣﻴﻨﺌﺬ. ٨٧و - :یﻜﻮن. 146 هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻲ ،و ﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ ان ﻡﺎهﻮ ﻇﺎهﺮﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ ،وﻡﻄﻠﻖ یﺠﺐ ردﻩ اﻟﻰ ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ و ﻡﻘﻴﺪ. و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ ﻡﺴﻌﻮد اﺏﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼﺮﻩ اﻟﻤﺸﺘﻬﺮ ٨٨ ﺏﺎﻟﻤﺴﻌﻮدى ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻﺡﺪ ،ﻓﻠﻪ ان یﻮاﻟﻰ ﻡﻦ ﺷﺎء ،اﻗﻮل؛ هﺬا ایﻀﺎ 5ﻇﺎهﺮﻓﻴﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ وﻡﻄﻠﻖ ﻓﻴﺠﺐ ردﻩ اﻟﻰ ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ وﻡﻘﻴﺪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ. واﻡﺎ اﻟﻔﺼﻞ؛ ﻓﻔﻰ ایﺮاد ﻡﺎ یﺮوى و یﺮى ٨٩ ﻓﻰ اﻟﻈﺎهﺮ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻤﺎ ﻡﺮّﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻟﺒﺎهﺮ وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻓﻰ اﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﺏﺎﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺪﻗﻴﻘﺔ. ﻡﻨﻪ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻟﻮﻟﺪ وان ﻋﻠّﻖ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﺎن آﺎﻥﺖ اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿﻴﺔ یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ،٩٠اﻡﺎ اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب او ﻟﻘﻮم اﻻم ،ﺛﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ن ﺡ ّﺮ اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ،ﻻ ّ ﺡﺮ 10 اﻻﺹﻞ ﻟﻢ یﺠﺮ ٩١ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ،ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء. اﻗﻮل؛ اﻟﻤﺘﺒﺎدر ﻡﻦ ﻇﺎهﺮﻩ ٩٢ ن اﻻم ان آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻡﻄﻠﻘﺎ ﺟﺎزان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اّ وﻟﺪهﺎ اﻟﻮﻻء ،وﻟﻴﺲ آﺬاﻟﻚ ﺏﻞ ﻡﺮادﻩ ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ هﻬﻨﺎ ٩٣ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﺏﻘﺮیﻨﺔ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة ﻋﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ، ﺛﻢ ﺟﻌ15ﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ ﻟﻠﻌﺎرﺿﻴﺔ ،ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ. ﻓﺼﻮرة آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ﻡﺎ اذا آﺎن ﻓﻰ ﻥﺴﺐ اﻻب رﻗﻴﻖ واﻟﻮﻟﺪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻤﻦ وﻟﺪت ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ،وﺹﻮرة آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ﻡﺎ اذا آﺎن اﻻب ﻥﺒﻄﻴﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ،ﺕﺰوّج ن وﻻء اﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻻول ﻟﻘﻮم اﻻب اﺕﻔﺎﻗﺎ ،وﻓﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻟﻘﻮم ﺏﻤﻌﺘﻘﺔ اﻥﺴﺎن او ﻡﻦ ٩٤وﻟﺪت ﻡﻌﺘﻘﺔ ،ﻓﺎ ّ اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ)/٤١٣أ( ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ.٩٥ 20واﻡﺎ ٩٦ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ و ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ و ٨٧ ٨٩ ٩٠ ٩١ ٩٢ ٩٣ ٩٤ ٩٥ ٩٦ ٩٧ ٩٧ ٩٧ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن ٩٨ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻌﻠﻰ ٩٩وﺟﻬﻴﻦ، ش ، ١ش / : ٢اﻟﻤﺸﻬﻮر. ش - : ١یﺮي ؛ و / :یﺮوي. ش + : ١ال. ش / : ١یﺠﺰ. و / :اﻟﻈﺎهﺮ. ش ، ١ش / : ٢هﻨﺎ. و / :ﻣﻤﻦ ؛ ش / : ٢ﻣﻦ ﻣﻦ. و / :ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ" ؛ ش / : ١رﺣﻤﻬﻤﺎ ؛ ش - : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ. ش / : ٢ﻟﻤﺎ. ش - : ١ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن اﻻب ﺣﺮاﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺣﺮة اﻻﺻﻞ و. ي - : ١اﻻب. 147 ﻓﻤﺤﻤﻮل ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻟﻪ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ،ﻓﻜﺄﻥﻪ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ ١٠٠ اراد ﺏﻴﺎن اﻻﺹﻄﻼح ١٠١وﻗﺼﺪ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﺏﻴﻦ اﻟﺮوایﺎت واﻻﺹﻄﻼح. وﻡﻨﻪ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻲ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴﺔ وﻟﻮ ﺷﻬﺪا ١٠٢ ان اب اﻟﻤﺪﻋﻰ هﺬا اﻋﺘﻖ اب اﻟﻤﻴﺖ هﺬا، وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ ،١٠٣ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا ،وهﻮاﻟﻤﺪﻋﻲ ،ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ و ﺕﺮك اﺏﻨﻪ وهﻮاﻟﻤﻴﺖ ،وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ اﻡﺮأة ﺡﺮة ﻗﻀﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻠﻤﺪﻋﻰ .اﻗﻮل؛ ﻡﺮادﻩ ایﻀﺎ ﺏﺎﻡﺮأة ﺡﺮة 5 اﻟﺤﺮیﺔ ١٠٤اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻓﻼ یﺨﺎﻟﻒ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ. واﻡﺎ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ؛ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺏﻌﺾ آﺘﺐ آﺘﺐ ١٠٥ﻋﻠﻰ ﻇﻬﺮ ﺷﺮح اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﺼﻐﻴﺮ ﻟﻠﻌﺘﺎﺏﻰ وایﺮاد ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺎﻥﻪ ﻗﻴﻞ ﻓﻴﻪ وﻟﻮ آﺎن اﺏﻮاﻩ ﻋﺮﺏﻴﻴﻦ ﻓﻼ وﻻء ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ،ﻻﻥﻪ ﻻ ١١٠ وآﺬﻟﻚ 10 یﺘﺒﻊ ١١١ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ١٠٧ اﺱﺘﺮﻗﺎق ﻋﻠﻴﻬﻢ ،وآﺬا اذا آﺎن ١٠٨ ١٠٦ ﻻﺡﺪ ،ﻻن اﻟﻌﺮب ﻥﺒﻄﻴﻴﻦ ﺡﺮیﻦ ﻡﻦ ١٠٩ اﻻﺹﻞ اذا آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻻﻥﻪ اﻻب ،وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ او ﻥﺒﻄﻰ اﺱﻠﻢ و واﻟﻰ رﺟﻼ او آﺎﻥﺎ ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ١١٢ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻻن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ ١١٣ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ،اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت. ن ﺿ ّﻢ اﻟﻨﺒﻄﻰ اﻟﻰ اﻟﻌﺮب اﻗﻮل؛ ﻓﻴﻪ ﺏﺤﺚ ،اﻡﺎ اوﻻ ﻓﻼ ّ ١١٤ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ وآﺬﻟﻚ اذا آﺎن اﻻب15ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ ﻏﻴﺮ ﺹﺤﻴﺢ ﻟﻮﺟﻬﻴﻦ؛ اﻻول؛ اﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ ،ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﺒﺴﻮط و ﻏﻴﺮﻩ؛ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ اﻥﺴﺎن واﻻب ﺡﺮ ﻡﺴﻠﻢ ﻥﺒﻄﻰ ﻟﻢ یﻌﺘﻘﻪ اﺡﺪ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻲ اﻻم ﻓﻰ ﻗﻮل اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻪ ٩٩ش + : ٢ال. ١٠٠و - :رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ؛ ش : ١رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ". ١٠١ش / : ٢اﻟﺒﻴﺎن ﻟﻼﺻﻄﻼح. ١٠٢و ،ش / : ١ﺵﻬﺪ. ١٠٣ش ، ١ش / : ٢ﺑﻤﻠﻜﻪ. ١٠٤ش - : ١اﻟﺤﺮیﺔ. ١٠٥ش - : ١آﺘﺐ. ١٠٦ي - : ١ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ. ١٠٧ش - : ١ﻻ. ١٠٧و ،ش / : ٢آﺎﻥﺎ. ١٠٩ش - : ٢ﻣﻦ. ١١٠ش ، ١ش / : ٢آﺬا. ١١١و ،ش / : ١ﺗﺒﻊ. ١١٢و / :ﻓﺎن اﻟﻮﻟﺪ. ١١٣و / :ﺗﺒﻊ. ١١٤و ،ش ، ١ش / : ٢اﻟﻌﺮﺑﻲ. 148 اﷲ ،١٠٥وآﺬاﻟﻚ ان آﺎن اﻻب واﻟﻰ)/٤١٣ب( رﺟﻼ وﻋﻨﺪ اﺏﻰ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ ١٠٦ ﻓﻰ اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ؛ ﻻ یﻜﻮن ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم وﻟﻜﻨﻪ ﻡﺴﻨﻮب اﻟﻰ ﻗﻮم اﺏﻴﻪ.١٠٧ واﻟﺜﺎﻥﻰ؛ اﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺪرایﺔ ١٠٨ ن ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ ،وا ّ ﻟﻤﺎﻋﺮﻓﺖ ا ّ اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ،ﻓﺎﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﻡﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻬﺎ ﻓﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ،١٠٩ ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ وﻟﻴّﻬﺎ ،ﻓﻼ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء اﻻ ﻟﻪ. وزواﻟﻪ ﺏﺎواﺱﻄﺔ ،ﻻ یﻜﻮن ا ّ 5 ن ﻗﻮﻟﻪ؛ وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب واﻡﺎ ﺛﺎﻥﻴﺎ؛ ﻓﻼ ّ ﺏﺎﻃﻞ ،ﻻﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ ،اﻡّﺎ اوﻻ ﻓﻠﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ ﻡﻦ اﻟﺮوایﺎت اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ان اﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ ﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ ﻻیﻜﻮن ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ وﻻء ﻻﺡﺪ ،واﻡّﺎ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻓﻠﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ ﻡﺮادا ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ ،وان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻲ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ،وﻡﻤﻠﻮآﻴﺔ ١١٠ اﻻب10ﻻیﺴﺮى اﻟﻰ اﻻﺏﻦ ،ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ ﻻﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ آﻴﻒ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء ،وﻟﻜﻮﻥﻪ ١١١ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ ،یﻌﻠﻢ اﻥﻪ ﻻ اﺧﺘﻼف روایﺔ هﻬﻨﺎ ﻟﻴﻜﻮن ﻡﺎ ذآﺮﻓﻴﻪ ﻡﺤﻤﻮﻻ ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺘﺪﺏﺮ واﺱﺘﻘﻢ. ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ﺏﺎﻃﻞ ،١١٢ﻻﻥﻪ ﻟﻴﺲ ﻋﻠﻰ اﻃﻼﻗﻪ، واﻡﺎ ﺛﺎﻟﺜﺎ؛ ﻓﻼن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻻ ّ ﺏﻞ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ایﻀﺎ ﻡﻌﺘﻔﺔ ﻟﻴﺘﺤﻘّﻖ اﻟﻀﻌﻒ ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ یﺘﺮﺟّﺢ ١١٣ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﺏﻜﻮن ١١٤ 15ﻟﻪ ،آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ. اﻟﻨﺴﺐ و اﻡﺎ راﺏﻌﺎ؛ ﻓﻼن اﻟﺤﺼﺮ اﻟﻤﺴﺘﻔﺎد ﻡﻦ ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت ،ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ ﻥﻘﻠﻨﺎ ﻡﻦ اﻟﻤﺴﺒﻮط ﻡﻦ آﻮن ﺧﻼف اﺏﻰ یﻮﺱﻒ ﻓﻰ اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ وﻟﺒﻌﺾ ﺷﺮوح اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﻜﺒﻴﺮ ،ﺡﻴﺚ ذآﺮ ﻓﻴﻪ؛ ﻟﻮ آﺎن اﻟﺮﺟﻞ ﻥﺒﻄﻴﺎ ﻓﺘﺰوج ١١٥ ﺏﻤﻮﻻة ﻟﻘﻮم، وﻟﻠﺮﺟﻞ وﻻء ﻡﻮاﻻة او ﻟﻢ یﻜﻦ ﻟﻪ وﻻء ﻡﻮاﻻة ،ﻓﺎﻟﻮاﻟﺪ ﺕﺎﺏﻊ ١١٦ﻟﻼم ﻓﻰ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻟﺔ ﻓﻰ ﻗﻮل ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ ،١١٧وﻗﺎل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ اﺏﻰ 20 ١٠٥ ١٠٦ ١٠٧ ١٠٧ ١٠٩ ١١٠ ١١١ ١١٢ ١١٣ ١١٤ ١١٥ ١١٦ ١١٧ و ،ش / : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ؛ ش / : ١رﺣﻤﻬﻤﺎ. ش / : ١رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ". ش / : ١اﺑﻨﻪ. ش ، ١ش / : ٢ﻟﻠﻬﺪایﺔ. و - :ﻓﺎﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﻣﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺗﺎﺑﻌﺎ ﻟﻬﺎ ﻓﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ. ش / : ١ﻣﻤﻠﻮآﻪ. و ،ش / : ١ﺑﻜﻮﻥﻪ. و ،ش / : ١ﺑﻂ. ش / : ١یﺮﺟﺢ. و / :ﺵﻤﻮل ؛ ش ، ١ش / : ٢ﻟﻜﻮﻥﻪ. ش / : ١ﻓﺘﺮﺟﺢ ؛ ش / : ٢ﻓﺘﺰج ) أﻇﻦ هﺬﻩ اﻟﻜﻠﻤﺔ ﻥﺎﻗﺼﺎ ﻓﻲ آﺘﺎﺑﺘﻪ(. ش - : ١ل. و / :رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ" ؛ ش - : ١ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش - : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ . ١١٨ یﻜﻮن ﺕﺒﻌﺎ ﻟﻼب 149 آﻤﺎ ﻗﻠﻨﺎ ﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻰ ،وﻟﻠﻜﺎﻓﻰ وﻟﺸﺮوح ١١٩ اﻟﻬﺪایﺔ وﻟﻠﺰاد وﻟﺸﺮح)/٤١٤أ( اﻻﻗﻄﻊ ایﻀﺎ ﺡﻴﺚ ١٢٠ ﺹﺮﺡﻮا ﻓﻴﻬﺎ ﺏﺎﻟﺨﻼف ﻓﻰ اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ ،وﻟﻢ یﻮﺟﺪ هﺬا اﻟﺤﺼﺮ ﻓﻴﻬﺎ وﻻ ﻓﻰ ﻏﻴﺮهﺎ ﺱﻮى هﺬا اﻟﻜﺘﺎب ،وﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﺧﺒﻴﺮ ﻡﻨﺼﻒ وﺏﺎﻟﺴﺪاد واﻻﺱﺘﻘﺎﻡﺔ ﻡﺘﺼﻒ ان آﻼﻡﺎ یﻜﻮن ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ ﻡﺨﻔﻮﻓﺎ ١٢١ ﺏﻜﻼﻡﻴﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔﻴﻦ ﻟﻠﺪرایﺔ ١٢٢ واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺮیﺤﺔ ،١٢٣آﻴﻒ یﺼﺢ ١٢٤5اﻻﺱﺘﺪﻻل ﺏﻪ واﻻﺱﺘﺸﻬﺎد واﻥﻰ یﺘﺄﺕﻰ ﺏﻪ اﻻﻋﺘﻀﺎد ١٢٥واﻻﺱﺘﻤﺪاد. ﻓﻘﺪ ﺕﻠﺨﺺ ﻡﻦ ﺡﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮﻥﺎ؛ ان اﻻﺏﻮیﻦ اذا آﺎﻥﺎ ﺡﺮیﻦ اﺹﻠﻴﻴﻦ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،واذا آﺎﻥﺎ ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ او ﻓﻰ اﺹﻠﻬﻤﺎ ﻡﻌﺘﻖ ﻓﺎﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،واذا آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ او ﻓﻰ اﺹﻠﻪ ١٢٦ ﻡﻌﺘﻖ واﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﺬﻟﻚ اﻟﻤﻌﻨﻰ ﺱﻮاء آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ او ﻻ ،ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻب ،واذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﺏﺬﻟﻚ اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻓﺎن آﺎن ﻋﺮﺏﻴﺎ ﻓﻼ وﻻء ﻰ ﻓﻌﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ ١٢٨یﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻم ١٢٧وان آﺎن ﻏﻴﺮﻋﺮﺏ ّ ﻋﻠﻰ10 ﻟﻘﻮم اﻻم ﻋﻠﻴﻪ ١٢٩وﻻء ﺧﻼﻓًﺎ ﻻﺏﻰ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ.١٣٠ هﺬا ﻡﺎ ﺕﻴﺴﺮﻟﻰ ﻓﻰ هﺬا اﻟﻤﺤﻞ ،ﻡﻦ اﻟﺘﺪﻗﻴﻖ و اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ١٣١ ﺏﺎﻟﻤﻠﻚ اﻟﻮهﺎب ،اﻟﻬﺎدي ﺿﻌﻔﺎء ﻋﺒﺎدﻩ اﻟﻰ ﺱﺒﻴﻞ اﻟﺼﻮاب ،وﻗﺪ اﺕﻔﻖ واﻟﺤﻞ ﻡﺴﺘﻄﻬﺮا ﻓﻰ ذﻟﻚ ١٣٢ اﻟﻔﺮاغ ﻋﻦ ﻥﻈﻤﻬﺎ ﻓﻲ ﺱﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮیﺮ ،وﺕﺼﻮیﺮهﺎ ١٣٣ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ ،ﺏﺎﻟﻄﻒ ١٣٤ﺕﻘﺮیﺮ)/٤١٤ب(. 15 ١١٧و / :رح ؛ ش ، ١ش - : ٢رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ. ١١٩و / :ﺵﺮح. ١٢٠ش / : ١ﺑﻐﻴﺮﻩ. ١٢١و + :ﺑﻪ. ١٢٢و ،ش + : ٢اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ؛ ش + : ١اﻟﺼﺤﻴﺢ. ١٢٣ش / : ١اﻟﺼﺮیﺢ. ١٢٤و / :یﺼﻠﺢ. ١٢٥ش / : ١اﻻﻋﺘﻘﺎد. ١٢٦و - :اﺻﻠﻪ. ١٢٧و - :اﻻم. ١٢٧ش - : ١اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش - : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ. ١٢٩ش - : ٢ﻋﻠﻴﻪ. ١٣٠ش ، ١ش - : ٢رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ و / :رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ". ١٣١ش ، ١ش - : ٢اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ. ١٣٢ش / : ١ایﻘﻦ. ١٣٣ش / : ٢ﺗﺼﻮرهﺎ. ١٣٤و / :ﺑﻠﻄﻒ. 150 III. MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻰ رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾ }ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{ 5اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ ،ووﻓﻘ ﻪ ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ، واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﻦ ﺡ ﺎز ﻗﺼ ﺐ اﻟﺴ ﺒﻖ ﻓ ﻰ ﻡﻀ ﻤﺎر اﻟﺘﺤﻘﻴ ﻖ ،وﺱ ﺎر ﺟ ﻮاد ﻓﻜ ﺮﻩ ﻋﻠ ﻰ ﻡﺠ ﺮى اﻟﺘﺪﻗﻴﻖ ،١وﻋﻠﻰ ﻡﻦ اﻗﺘﻔﻰ اﺛﺮﻩ ﻡﻤﻦ ﻟﻨﺎ ﻥﻈﻢ ٢ﻡﻦ ﻓﺮاﺉﺪ دررﻩ ﻏﺮرﻩ. ٣ﻓﻘﺪ وﻗﻔﻨﺎ ٤ﻋﻠ ﻰ رﺱ ﺎﻟﺔ اﻥﺸ ﺄهﺎ ٥ﺏﻌ ﺾ اﻟﻔﻀ ﻼء ﻓ ﻰ ﻡﺴ ﺌﻠﺔ اﻻرث ﺏ ﺎﻟﻮﻻء ،ﻥﺴ ﺐ ﻓﻴﻬ ﺎ ﻋﻠﻤﺎء اﻟﺰﻡﺎن اﻟﻰ اﻟﻀﻼل ﻋﻦ ﻥﻬﺞ اﻟﺤﻖ ،وزﻋﻢ اﻥﻪ ﺱﺒﻖ اﻟﻜﻞ آﻞ اﻟﺴﺒﻖ ،وﻟ ﻢ ی ﺪر أﻥ ﻪ ﻓ ﻰ ﻓﻴ ﺎ اﻟﺘﺨﻴﻞ ﺕﺎﻩٍ ،وﻓﻰ آﻞ ﻡﺎ ﺱﻄﺮﻩ ﺱﺎ ٍﻩ وﻻﻩٍ ،ﻓﻨﺒﺾ ﻡﻨ ﺎ اذ ﺕﺄﻡّﻠﻨﺎه ﺎ ﻋ ﺮق اﻟﺤﻤﻴ ﺔ ﺏﺤﻤﺎی ﺔ اﻟ ﺪیﻦ، ﻓﻰ 10 وآﺸﻒ اﻟﻈﻼم ﻋﻦ ﻋﺰة اﻟﺼﺒﺢ اﻟﻤﺒﻴﻦ ،ﺏﻘﻮاﻃﻊ اﻟﺮوایﺔ ،وﺱﻮاﻃﻊ اﻟﺪرایﺔ ،ﺏﺤﻴﺚ یﻈﻬﺮ اﻟﺸ ﻤﺲ ﻟﺪى اﻟﻌﻴﻨﻴﻦ ،وﻻ یﺒﻘﻰ ﻓﻰ اﻟﺒﻴﻦ ﻡﺠﺎل اﻟﻘﻮﻟﻴﻦ ،هﺬا و ﻥﺸﻴﺮ اﻟﻲ ﻡﺎ وﻗﻊ ﻡﻨﻪ ﻗﺒﻞ ﺷﺮوﻋﻪ. ﻓﻴﻤﺎ هﻮ ﺏﺼﺪدﻩ ،ﻡﻦ ذﻟﻚ اﻥﻪ ﻗﺎل؛ ﻡﻠﻮك هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﻓﺎﻗﻮا ﺱﺎﺉﺮاﻟﻤﻠﻮك ﺏﺎﺱﻘﺎﻃﻬﻢ ﻓ ﺮض اﻟﺠﻬﺎد ﻋﻦ ﺱﺎﺉﺮ اﻟﻤﻠﻮك .هﺬا آﻼﻡﻪ ٦وﻡﻊ آﻮﻥﻪ ﺹﺎدرا ﻋﻨﻪ ریﺎء ﺏﺎﻃﻞ ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ .اذ ﻗﻴ ﺎم ﻃﺎﺉﻔ ﺔ ﺏﺎﻟﺠﻬﺎد ﻓﻰ ﻗﻄﺮ ﻻیﺴﻘﻂ ﻋﻦ ﻡﻦ ﻓﻰ ﺱﺎﺉﺮ اﻻﻗﻄﺎر .واﻥﻤﺎ وه ﻢ ﻡ ﻦ ﻗ ﻮل ﻋﻠﻤ ﺎء اﻻﺹ ﻮل ﻓ ﺮض 15 اﻟﻜﻔﺎیﺔ واﺟﺐ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻞ ویﺴ ﻘﻂ ﺏﻔﻌ ﻞ اﻟ ﺒﻌﺾ .واﻥﻤ ﺎ ﻗ ﺎﻟﻮا؛ ه ﺬا ردا ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﻦ ﻗ ﺎل؛ اﻥ ﻪ واﺟ ﺐ ﻋﻠﻰ واﺡﺪ ﻻ ﺏﻌﻴﻨﻪ .و ارادوا ﺏﺎﻟﻜﻞ اﻟﺬیﻦ یﺘﺼ ﻮّر ﻡ ﻨﻬﻢ اﻟﻘﻴ ﺎم ﺏ ﻪ آ ﺎﻟﺠﻮاب ﻟﻠﺴ ﻼم ،ﻓﺎﻥ ﻪ واﺟ ﺐ ﻋﻠﻰ آ ﻞ ﻡ ﻦ آ ﺎن ﺡﺎﺿ ﺮا ﻻ ﻋﻠ ﻰ آ ﻞ ﻡ ﻦ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪﻥﻴﺎ ،وﻗ ﺲ ﻋﻠﻴ ﻪ ﻏﺴ ﻞ اﻟﻤﻴ ﺖ واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠﻴ ﻪ ودﻓﻨﻪ ،وﻡﻦ ذﻟﻚ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻡﻌﺘﺮﺿﺎ ٧ﻋﻠﻰ اﻟﻘﻮم اآﺘﻘﻮا ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة واﻟﺴﻤﺎع ،وﻟ ﻢ یﻘﻔﻮا20ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻲ ٨ذﻟﻚ ﻡﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔ ﺔ اﻟﺠﻤﻬ ﻮر ﺏ ﻞ اﻻﺟﻤ ﺎع .وه ﺬا اﻟ ﺬى ﻗﺎﻟ ﻪ ﻡ ﻊ رآﺎآ ﺔ ﻟﻔﻈ ﻪ ،اذ ﺡﻖ اﻟﻌﺒﺎرة ان یﻘﻮل اآﺘﻘﻮا ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﺏﺎﻻﺷﺘﻬﺎر واﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ،ﺧﻄﺎء ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ. ١ن / : ١اﻟﺪﻗﻴﻖ. ٢س - : ١ﻥﻈﻢ. ٣ف - : ١و ﺑﻌﺪ. ٤ش / : ٣وﻓﻘﻨﺎ. ٥س + : ١ﻥﻈﻢ. ٦س / : ١اﻟﻜﻼم. ٧س / : ١ﻣﻘﺮﺽﺎ. ٨س - : ١ﻓﻲ. 151 ﻗ ﺎل اﻻﺱﺘﺮوﺷ ﻰ ٩واﻟﻌﻤ ﺎدى ذآ ﺮ ﺷ ﻤﺲ اﻻﺉﻤ ﺔ ان اﻟﺸ ﻬﺎدة ﻋﻠ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ ﻡﺨﺘﻠ ﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ، وآﺬا اﻟﻮﻻء ﻓﺎیﻦ اﻻﺟﻤﺎع ﺏﻞ ای ﻦ اﻟﺠﻤﻬ ﻮر ،وﻡ ﻦ ذﻟ ﻚ اﻥ ﻪ ﻗ ﺎل ﻡﺸ ﻴﺮا ١٠اﻟ ﻰ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ اﻟﺘ ﻰ ه ﻮ ﺏﺼﺪدهﺎ ﻡﻌﺘﺮﺿﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻘﻮم ﺟﻌﻠﻮا ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ١١ﻡﻄﻌﻢ اﻟﻨﻈﺮ ،وﻟﻢ یﺪروا ﻡ ﺎ ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ﻡ ﻦ اﻟﻀﺮر. 5وهﺬا ﺹﺮیﺢ ﻓﻰ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻓﻰ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء هﻮ اﻟﻤﻬ ﻢ اﻟﻤﻌﺘﺒ ﺮ ،وه ﺬا ﻡﺨ ﺎﻟﻒ ﻻ ﻋﻨ ﺪ اﻟﻀ ﺮورة ،آﻤ ﺎ ﺱ ﻨﺤﻘﻘﻪ اذا ﻟﻠﺤ ﺪیﺚ واﺟﻤ ﺎع اﻟﻔﻘﻬ ﺎء ﻋﻠ ﻰ ان ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم یﺮاﻋ ﻰ ﻓﻴﻬ ﺎ ا ّ ﺷﺮﻋﻨﺎ ﻓﻰ ﺕﺤﺮیﺮ اﻟﻤﺴﺌﻠﺔ ان ﺷﺎء اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ .وهﺬا أوان اﻟﺸﺮوع ﻓﻰ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ وﻥﺤ ﺮر اوﻻ ﻡﺤ ﻞ ١٢اﻟﻨﺰاع ،ﺛﻢ ﻥﺬآﺮ ﻡﺎ ﻋﻮّل ﻋﻠﻴﻪ ﻓﻰ زﻋﻤﻪ ،ﺛﻢ ﻥﻘﺪّم ١٣ﻡﻘﺪﻡﺎت ﻻ یﺨﺎﻟﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ اﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻌﻘ ﻼء ﻓﻀﻼ ﻋﻦ اﻟﻌﻠﻤﺎء. 10زﻋ ﻢ ه ﺬا اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اذا آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺄن ﻟ ﻢ یﻤﺴ ﻬﺎ وﻻء اﺡ ﺪ اﺹ ﻮﻟﻬﺎ رق ﻻ وﻻء ﻋﻠﻲ وﻟ ﺪهﺎ ،وان آ ﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ واﻟ ﺬى ﻋ ﻮل ﻋﻠﻴ ﻪ ﻓ ﻰ ذﻟ ﻚ اﻡ ﻮر ،اﺡ ﺪهﺎ؛ ان ١٤اﻟ ﻮﻻء ﻻ ﻡﻦ ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ،ﻻﻥ ﻪ ﺱ ﺒﺒﻪ ،و زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻓ ﺮع ﺛﺒﻮﺕ ﻪ ،وﻻ ﺛﺒ ﻮت ﻡﻠ ﻚ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ا ّ ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻡ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ .واذا آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺄن ﻟ ﻢ یﻤﺴ ﻬﺎ ﻃﺮف اﻻم .ﻻ ّ ن ﺱﺒﺒﻪ زوال اﻟﻤﻠﻚ. وﻻء اﺡﺪ اﺹﻮﻟﻬﺎ اﻟﺮق وﻻ ﻡﻠﻚ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﻃﺮف اﻻم ، ١٥ﻓﻼ وﻻء ﻻ ّ 15وﻟﻤّﺎ ﺕﻮﺟّﻪ ﻋﻠﻴﻪ ان اﻟﻌﻠﻤﺎء ذآﺮوا ﻓ ﻰ ﺱ ﺒﺒﻪ ١٦اﻟ ﻮﻻء ،ان اﻻم وإن آﺎﻥ ﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻗﺪّم ﻡﻘﺪﻡﺔ ان ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻋﻨﺪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻋﻠﻰ ﻗﺴﻤﻴﻦ؛ اﺡﺪهﻤﺎ؛ أن ﻻ یﻤﺴﻬﺎ وﻻء اﺡﺪ أﺹﻮﻟﻬﺎ اﻟﺮق .واﻵﺧ ﺮ؛ ان یﻜ ﻮن اﻟﻌﺘ ﻖ ﻃﺎری ﺎ ﻋﻠﻴ ﻪ او ﻋﻠ ﻰ اﺡ ﺪ اﺹ ﻮﻟﻬﺎ ،ﻓﺤﻴ ﺚ أﺛﺒﺘ ﻮا اﻟ ﻮﻻء ﻡ ﻊ ﺡﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻞ أرادوا اﻟﻘﺴ ﻢ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ،أﻋﻨ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ اﻟﻄﺎرى هﺬا اﻟﺬى ذآﺮﻥﺎﻩ ﻡﺪار ﻗﻮﻟﻪ. 20وﻥﺤ ﻦ ﻥﻘ ﻮل اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻰ ﺛﺒ ﻮت اﻟ ﻮﻻء ﺡ ﺪیﺜﺎن ﻻ ﻏﻴ ﺮ .اﻻول؛ ﻗﻮﻟ ﻪ ﺹ ﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴ ﻪ وﺱ ﻠﻢ" :١٧اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ اﻋﺘ ﻖ" ،ﻗﺎﻟ ﻪ ﻋﻨ ﺪ أﺷ ﺘﺮاء أم اﻟﻤ ﺆﻡﻨﻴﻦ ﻋﺎﺉﺸ ﺔ رﺿ ﻰ اﷲ ﻋﻨﻬ ﺎ ١٨وﻋ ﻦ ٩ش ، ٣ن / : ١اﻻﺱﺘﺮوﺵﻨﻲ. ١٠س - : ١ﻣﺸﻴﺮا. ١١ش ، ٣س ، ١ن / : ١اﻻب. ١٢ن - : ١ال. ١٣ش / : ٣ﻥﻘﻞ. ١٤ف - : ١ﺑﻨﺎء ) وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ ﺻﻔﺤﻴﻬﺎ ﺑﺼﻮرة اﻟﻬﺎﻣﺶ(. ١٥س ، ١ش / : ٣اﻻب. ١٦ش / : ٣ﻣﺴﺌﻠﺔ. ١٧ن : ١ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺱﻠﻢ ". ١٧ن : ١رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺽﻰ اﷲ ﻋﻨﻬﺎ ". 152 اﻟﺼﺪیﻖ اﻻآﺒﺮ ﺏﺮیﺮة ،وﻗﺪ ﺷﺮط ﻡﻦ ﺏﺎﻋﻬﺎ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻪ ،رواﻩ ﻡﺴﻠﻢ واﻟﺒﺨﺎرى .واﻟﺤﺪیﺚ اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻗﻮﻟﻪ "اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ" رواﻩ أﺏﻦ اﻷﺛﻴﺮﻓﻲ اﻟﻨﻬﺎیﺔ و ﻏﻴﺮﻩ. ن ﻡﻦ ﻓﻰ ﻡ ﻦ اﻋﺘ ﻖ ﻋ ﺎم ﻓ ﻰ آ ﻞ ﻡﻌﺘ ﻖ، اﻡﺎ ١٩اﻟﺤﺪیﺚ اﻻول؛ ﻓﺄﺕﻔﻖ اهﻞ اﻟﺤﺪیﺚ ﻋﻠﻰ ا ّ وه ﻮ ﻡ ﻦ ﻋﻤ ﻮم اﻟﻤﺠ ﺎز ،اذ ﻻ یﺸ ﺘﺮط ﻡﺒﺎﺷ ﺮة اﻻﻋﺘ ﺎق ٢٠اﻥﺴ ﺎﻥﺎ یﺴ ﺮى اﺛﺮاﻟ ﻮﻻء ،اى اﻻرت ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻓ ﻰ ذری ﺔ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻡﻬﻤ ﺎ ﺱ ﻔﻠﻮا ،آﻤ ﺎ اﻥ ﻪ یﺴ ﺮى ٢١اﻟﻮراﺛﻴ ﺔ ٢٢ﻓ ﻰ ﻋﺼ ﺒﺎت اﻟﻤﻌﺘ ﻖ آﻴ ﻒ 5 آﺎﻥﻮا أﺹﻮﻻ وﻓﺮوﻋﺎ او ﻓﻰ اﻟﺤﻮاﺷﻲ ،وﻋﻠﻰ ه ﺬا اﻃﺒ ﺎق اﻟﻔﻘﻬ ﺎء ﻡ ﻦ ﺱ ﺎﺉﺮاﻟﻤﺬاهﺐ ﻡﻌﻠ ﻮم ﻋﻨ ﺪ ن اﺧﺬ اﻻرث ﺷﺮط ان ﻻ یﻜﻮن اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ. آﻞ اﺡﺪ ،وﻟﻢ یﺸﺘﺮط اﺡﺪ ا ّ واﻟﺤﺪیﺚ اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ ،ﻗﺎل ﻓﻰ ﻥﻬﺎیﺔ اﻟﺤﺪیﺚ ٢٣وﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ ،اﻋﻨ ﻰ ن اﻥﺘﺸ ﺎراﻟﻮﻻء ﻓ ﻰ اﻻﺹ ﻮل واﻟﻔ ﺮوع یﺸ ﺒﻪ اﻥﺘﺸ ﺎر اﻟﻨﺴ ﺐ و اﺧﺘﻼﻃ ﻪ ،ﺡﺘ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ ا ّ ن اﻟﻜ ﻼم ﻡ ﻦ 10آﺎﻟﺸﻲء اﻟﻮاﺡﺪ ﻡﻦ ﺷﺪة اﻟﻤﺨﺎﻟﻄﺔ آﺎﻟﺜﻮب اﻟﻤﻨﺴ ﻮج ﻡ ﻦ اﻟﺴ ﺪى واﻟﻠﺤﻤ ﺔ ،ﻻ ّ یﺼﻴﺮ اﻻﺱﺘﻌﺎرة اﻟﻤﻜﻨﻴﺔ ،ﻗﺎل اﺏﻦ اﻻﺛﻴﺮ و روى آﻠﺤﻤﺔ اﻟﺜﻮب ،وهﺬا ﺕﺸﺒﻴﻪ ٢٤ﻻ اﺱﺘﻌﺎرة ،وﻗﺎل ی ﺮوى ﻻ ان اﻟﺤ ﺪیﺚ وه ﻮ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻓ ﺘﺢ اﻻم وﺿ ﻤﺘﻪ ،وآ ﺎن اﻟﻘﻴ ﺎس ان یﻜ ﻮن اﻟﻨﺴ ﺎء ایﻀ ﺎ ﻡﺸ ﺎرآﺎت ا ّ ﻻ ﻡ ﺎ اﻋ ﺘﻘﻦ او اﻋﺘ ﻖ ﻡ ﻦ ٢٦اﻋ ﺘﻘﻦ او آ ﺎﺕﺒﻴﻦ او آﺎﺕ ﺐ ﻡ ﻦ )ﻋ ﻢ(٢٥؛ "ﻟ ﻴﺲ ﻟﻠﻨﺴ ﺎء ﻡ ﻦ اﻟ ﻮﻻء ا ّ آ ﺎﺕﺒﻴﻦ او د ّﺏ ﺮن او د ّﺏ ﺮ ﻡ ﻦ د ّﺏ ﺮن او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻡﻌ ﺘﻘﻬﻦ او ﻡﻌﺘ ﻖ ﻡﻌ ﺘﻘﻬﻦ ."٢٧ﻗ ﺎل اﻟﻤﺮﺕﻀ ﻰ ﻻ أﻥ ﻪ ﺕﺄ ّآ ﺪ ﺏﻤ ﺎ روى ﻋ ﻦ اﻟﻤﺤﻘ15ﻖ ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﻔ ﺮایﺾ ه ﺬا اﻟﺤ ﺪیﺚ وان آ ﺎن ﻓﻴ ﻪ ﺷ ﺬوذ ا ّ آﺒﺎراﻟﺼﺤﺎﺏﺔ ﻓﺼﺎر آﺎﻟﻤﺸﻬﻮر. ﺨﻌِﻰ وهﻮ اﻟﻤﺮوى ﻋﻦ ﺷ َﺮ ْیﺤًﺎ واﻟ َﻨ َ ن اﺏﻦ ﻡﺴﻌﻮد و ُ ﻓﺈن ﻗﻠﺖَ؛ روى ﺏﻌﺾ ﺷﺮّاح اﻟﻬﺪایﺔ ا ّ اﺏﻦ یﻮﺱﻒ ﻗﺎﻟﻮا؛ أن ﺡﻜﻢ اﻟ ﻮﻻء ﺡﻜ ﻢ اﻟﻤﻴ ﺮاث ،ﻗﻠ ﺖُ؛ ﻟﻌﻠ ﻪ ﻟ ﻢ یﺒﻠ ﻎ اﻟﺤ ﺪیﺚ ه ﺆﻻء ،ﻟﻜ ﻦ اﻟ ﺬى رواﻩ اﻟﻤﺮﺕﻀﻰ اﻟﻤﺤﻘﻖ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻔﺮایﺾ أ ّ ن ﻡﺬهﺐ اﺏ ﻦ ٢٨ﻡﺴ ﻌﻮد ﻡﻮاﻓ ﻖ ﻟﻬ ﺬا اﻟﺤ ﺪیﺚ وﻟﻌﻠ ﻪ أﻃﻠﻊ20ﻋﻠﻰ اﻟﺤﺪیﺚ ﺏﻌﺪ ذﻟﻚ. ١٩ن + : ١اﻻول. ٢٠ف - : ١ﺑﻞ اذا اﻋﺘﻖ. ٢١ن / : ١ﺗﺴﺮي. ٢٢ن / : ١اﻟﻮراﺙﺔ. ٢٣ن / : ١اﻻﺙﻴﺮ. ٢٤ش + : ٣ﻏﻴﺮ. ٢٥س / : ١ﺻﻠﻌﻢ ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ و ﺱﻠﻢ" ؛ ش / : ٣ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ و ﺱﻠﻢ. ٢٦س / : ١ﻟﻤﻦ. ٢٧ن - : ١او آﺎﺗﺐ ﻣﻦ آﺎﺗﺒﻴﻦ او دﺑّﺮن او دﺑّﺮ ﻣﻦ دﺑّﺮن او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ او ﻣﻌﺘﻖ ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ ؛ س ، ١ش - : ٣او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ او ﻣﻌﺘﻖ ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ. ٢٧س - : ١اﺑﻦ. 153 واذا ﺕﻘﺮرهﺬا ﻥﺸﺮع ﻓﻰ ﺏﻄ ﻼن ﻡ ﺎ اﺱ ﺘﺪل ﺏ ﻪ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ اﻟ ﻮﻻء ﺱ ﺒﺐ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻡﺴ ﻠّﻢ ،إذ ﻡﻊ اﻟﺮق ﻻ یﻌﻘﻞ اﻟﻮﻻء .وﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ واﻟ ﺮق ﻡﺴ ﻠّﻢ ،وآ ﺬا ﻗﻮﻟ ﻪ؛ وﻻ ﻡﻠ ﻚ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﺴﻠﻢ ،ﻗﻮﻟﻪ؛ واذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻡﻠ ﻚ ﻓ ﻼ یﺘﺼ ﻮر زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ق ﻓ ﻼ یﺘﺼ ﻮّر ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ وﻻء، اﻻ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﺴﻠّﻢ ،و ﻗﻮﻟﻪ؛ و اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ﱞ هﺬﻩ 5اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻏﻴﺮ ﻻزﻡﺔ ﻟﻤﺎ ﺕﻘﺪﻡﻬﺎ وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻠ ﺰوم ،یﺘﻮﻗ ﻒ ﻋﻠ ﻰ ﻡﻌﺮﻓ ﺔ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻐ ﺔ وﺷ ﺮﻋﺎ، اﻡّﺎ ﻟﻐﺔ؛ ﻓﻬﻮ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﻘﺮب ﻡﺼﺪر )وﻟﻰ( ،واﻡﺎ ﺷﺮﻋﺎ؛ ﻗﺎل ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﺷ ﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ وآ ﺬا ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ وﺷ ﺮح اﻟﻨ ﺎﻓﻊ؛ اﻟ ﻮﻻء ﺷ ﺮﻋﺎ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ،و اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث و اﻟﻌﻘ ﻞ، هﻤﺎ ﺏﺎﻟﺮﺟﺎل دون اﻟﻨﺴﺎء .وایﻀﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ "ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ" ی ﺪل ﻋﻠ ﻰ اﻻﺧﺘﺼ ﺎص ﺏﺎﻟﺮﺟ ﺎل، ﻻ آ ﺬا ن اﻟﻨﺴ ﺐ اﻥﻤ ﺎ یﻜ ﻮن اﻟ ﻰ اﻵﺏ ﺎء ،واﻥﻤ ﺎ یﻨﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟ ﻰ اﻻم اذا آ ﺎن اﻻب ﺡ ﺮّا ﻟ ﻴﺲ ا ّ ﻻّ 10اﻟﺤﺼﺮ ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ واﻟﻜﺎﻓﻰ ،ﻓﺎذا زال اﻟﺮق ﻋﻦ اﻻب اﻥﻘﻄﻊ اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟ ﻰ اﻻم ﺱ ﻮاء آﺎﻥ ﺖ ﺏﺼﻴﻐﺔ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ ﺏ ﻼ ﺧ ﻼف آﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻼﻋﻨ ﺔ .اذا آ ﺬب اﻟﻤﻼﻋ ﻦ ﻥﻔﺴ ﻪ اﻥﻘﻄ ﻊ اﻟﻨﺴ ﺒﺔ اﻟ ﻰ اﻻم ﻓﺼﺎر ﻡﻨﺴﻮﺏﺎ اﻟﻰ اﻻب. ﻓﻨﻘ ﻮل؛ اﻟ ﻮﻻء ﺱ ﺒﺐ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ .وه ﻮ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ﺷ ﺮﻋﺎ .وﻻ ﺕﻨﺎﺹ ﺮ ﻡ ﻦ ﻃ ﺮف اﻟﻨﺴ ﺎء .واﺕﻔﻘ ﻮا ﻋﻠ ﻰ ان اﻻرث واﻟﻌﻘ ﻞ ﻡﻌﻠ ﻮﻻ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ و اﻟﻨﺴ ﺒﺔ ،وهﻤ ﺎ ﻡ ﻦ ﺧ ﻮاص ن زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻟ ﻪ دﺧ ﻞ ﻓ ﻲ ﺎل .ﻓ ﻼ دﺧ ﻞ ﺏﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻲ اﻻم و ﻋ ﺪﻡﻬﺎ ﻓ ﻰ ذﻟ ﻚ .وﻻ أ ّ اﻟﺮﺟ15 اﻻرث ،ﺏﻞ هﻮ ﺱﺒﺐ ﻟﻠﻮﻻء اﻟﺬى هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﺷﺮﻋﺎ .وهﻮ ﻋﻠﺔ اﻻرث واﻟﻌﻘﻞ. ى ﻋﻼﻗ ٍﺔ ﺏﻴﻨﻬﻢ وﺏﻴﻨﻪ ﺡﺘ ﻰ اﺱ ﺘﺤﻘﻮا ﻓﺈن ﻗﻠﺖَ؛ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب ﻟﻴﺲ ﻟﻬﻢ ﻡﻠﻚ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻓﺎ ّ ٢٩ ن اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮﻋﻠﺔ اﻻرث ﻻ وﺟ ﻪ ن اﻟﻮﻻء ﺷﺮﻋﺎ هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ،وا ّ اﻻرث ،٣٠ﻗﻠﺖُ؛ ٣١ﻡﺎ اﺷﺮﻥﺎ اﻟﻰ ا ّ ن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕ ﺎﺏﻊ ﻟﻬ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ ،وﻻ ﻡﻠ ﻚ ﻋﻠﻴ ﻪ ﻟﻠﺴﺆال ،و یﺮد اﻟﻨﻘﺾ ایﻀﺎ ﺏﺎﻟﺤﺮیﺔ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ،ﻓﺎ ّ ن هﺬا آﻤﺎ یﻘﻮل اهﻞ اﻟﻤﻨﻄﻖ )أ( ﻋﻠ ﺔ ﻟ ﺐ 20اﻻب ،وﻟﻬﻢ وﻻء ﺏﺎﻋﺘﺮاف اﻟﺨﺼﻢ واﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ،إ ّ ﻟﻤﻮاﻟﻰ و)ب( ﻋﻠﺔ ﻟﺞ ﻓﻼ ﻋﻠﻴّﺔ ﺏﻴﻦ )ا( و)ج( ،وﻻ ﺕﺄﺛﻴﺮ وان آﺎﻥﺖ ٣٢ﻋﻠﺔ ﻟﻌﻠﺘ ﻪ ،ﻓﻜ ﺬا هﻨ ﺎ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻋﻠﺔ ﻟﻠﻮﻻء اﻟﺬى هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ،وهﻮ ﻋﻠﺔ اﻻرث واﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻﺏﺎء. ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ وﻡﺜﻠﻪ ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ ﻓ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﺤ ﺮة؛ اﻟﻮﻟ ﺪ ﺟ ﺰء ﻡ ﻦ اﺟﺰاﺉﻬ ﺎ، ﻓﻴﻨﻔﺼﻞ ﻡﻨﻬﺎ ﺡﺮا ،ﺛ ﻢ اﻟ ﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴ ﺐ ،واﻟﻮﻟ ﺪ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻰ اﺏﻴ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ ،ﻓﻜ ﺬﻟﻚ ﻓ ﻰ اﻟ ﻮﻻء ٢٩ ٣٠ ٣١ ٣٢ ن / : ١اﺱﺘﺤﻖ. س ، ١ش / : ٣ارﺙﻪ. س ، ١ش + : ٣ﺑﻌﺪ. س ، ١ن / : ١آﺎن. 154 یﻨﺘﺴﺐ اﻟﻰ ﻡﻦ یﻨﺘﺴﺐ اﻟﻴﻪ اﺏﻮﻩ ،واﻻب ﺏﻌ ﺪ اﻟﻌﺘ ﻖ یﻨﺘﺴ ﺐ ﺏ ﺎﻟﻮﻻء اﻟ ﻰ ﻡﻌﺘﻘ ﻪ ،ﻓﻜ ﺬﻟﻚ اﻻﺏ ﻦ ﻓﻠ ﻢ یﻔﺮﻗﻮا ﺏﻴﻦ اﻟﺤﺮة اﺹﺎﻟﺔ وﻏﻴﺮهﺎ ،ﻓﻘﺪ ﻃﻠﻌﺖ اﻟﺸﻤﺲ ﻟﺪى اﻟﻌﻴﻨﻴﻦ واﺿﻤﺤﻞ آﻞ ﻡﺎ یﺨﻴﻠﻪ. واﻟﻌﺠﺐ؛ اﻥﻪ ﻥﻘﻞ ﻋﻦ ﺏﻌﺾ ﺷﺮوح اﻟﺠﺎﻡﻊ ٣٣اﻟﺼﻐﻴﺮاﻥﻪ ﻗ ﺎل؛ اذا آ ﺎن اﻻﺏ ﻮان ﻋ ﺮﺏﻴﻴﻦ ن اﻟﻌ ﺮب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ ،وان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘ ﻖ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻻ وﻻء ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻻﺡ ﺪ ،ﻻ ّ ﻡﻮﻟﻰ 5ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻻ ّ ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ،هﺬﻩ ﻋﺒﺎرة ٣٤اﻟﺸﺮح. ﺛﻢ ﻗﺎل؛ هﺬا آﻼم ﺏﺎﻃ ﻞ ﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺘ ﻪ اﻟﺪرای ﺔ واﻟﺮوای ﺔ اﻟﺼ ﺤﻴﺤﺔ ،ا ّﻡ ﺎ درایﺘ ﻪ ﻓﺘﻠ ﻚ اﻻوه ﺎم اﻟﺘﻰ ﻇﻬﺮﺏﻄﻼﻥﻬﺎ ،واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻡﺎ ﻥﻘﻞ ٣٥ﻡﻦ اﻟﺒﺪایﻊ؛ ان وﻟﺪ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻋﻠﻴﻪ ،وهﻮ آﺘﺎب آﺎﻟﻌﺘﻘﺎء .وﻟﻮ ﺱﻠّﻢ وﺟﻮد ﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ آﺎﻥ ﺖ روای ﺔ ﺷ ﺎذة ﻻ یﻌﺘ ﺪ ﺏﻬ ﺎ ،وﻟﻔ ﻆ اﻟﺒﺪایﻊ یﺪل ﻋﻠﻰ ان وﺿﻊ ه ﺬا اﻟﻜﺘ ﺎب ﻟﻠﻤﺴ ﺎﺉﻞ اﻟﻐﺮیﺒ ﺔ آ ﺎﻟﻨﻮادر ،وﻡ ﻦ اﻟﻘﻮاﻋ ﺪ اﻟﺘ ﻰ ﻻ ﺧ ﻼف ﻓﻴﻬﺎ ان 10اﻟﺮوایﺔ اذا ٣٦ﻓﻰ اﻟﻤﺨﺘﺼﺮات ﺕﻘ ﺪّم ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻄ ﻮّﻻت اذا ﺧ ﺎﻟﻒ ،ویﻘ ﺪم ٣٧روای ﺔ اﻟﻤﺘ ﻮن ﻋﻠﻰ اﻟﺸﺮوح ،واﻟﺸﺮوح ﻋﻠﻲ اﻟﻔﺘﺎوى ،ﺛﻢ اﻟﻔﺘﻮى ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪار ﻡﺆﻟّﻔﻬﺎ یﻘﺪّم ٣٨ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻋﻠﻰ ﺏﻌﺾ. وآﺎن ﻗﺪ ﻗﺪم ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ان ﻡﻄﻠﻖ اﻟﺮوایﺔ ٣٩ﻡﺤﻤ ﻮل ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻘﻴ ﺪة ،ﻓﻜ ﺎن اﻟﻮاﺟ ﺐ ﻋﻠﻴ ﻪ ان یﺤﻤ ﻞ ﻡﻄﻠﻘ ﺎت اﻟﺮوای ﺎت ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻘﻴ ﺪة ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ ٤٠اﻟﺼ ﻐﻴﺮ ،وﻻ یﺨﺘ ﺮع اﺹ ﻄﻼﺡﺎ ﺢ ﻡﻦ آﻞ ﻗﺪح ﻡﻌﺎرض یﻨﻘ ﻞ اﻟﺠ ﺎﻡﻊ ﻋﻠﻰ ان ﺡﺮ٤١اﻻﺹﻞ ﻗﺴﻤﺎن او یﺘﻮﻗﻒ ﻓﺈن اﻟﺒﺪایﻊ ﻟﻮ ﺹ ّ ٤٢ ى دﻟﻴﻞ دل ﻋﻠﻰ ﺏﻄﻼن هﺬا و ﺹﺤﺘﻪ ذﻟﻚ. اﻟﺼﻐﻴﺮ ﻓﺄ ّ 15 واﻋﺠﺐ ﻡﻦ هﺬا اﻥﻪ ﻥﻘﻞ ﻋﺒﺎرة اﻟﻤﻨﻴﺔ وهﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ وان ﻋّﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺎن آﺎﻥ ﺖ اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ اوﻋﺎرﺿﻴﺔ یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ،اﻡّﺎ ﻟﻘﻮم اﻻب واﻡّﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻم ،ﻓ ﺎن آ ﺎن ن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻼ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب وآ ﺬا ان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻼ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻم .ﻻ ّ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻟﻢ یﺠﺰﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ،ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء هﺬﻩ ﻋﺒﺎرة آﻤﺎ ﻥﻘﻠﻬﺎ .ﺛﻢ ﻗﺎل؛ اﻟﺤﺮة اﻻﺹ ﻴﻠﺔ هﻬﻨ ﺎ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ،واﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺏﺪﻟﻴﻞ؛ اﻥﻪ ﺟﻌ ﻞ 20 اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟﺪ ﻡﻦ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ،ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡ ﻦ اﻟﺤ ﻖ .ه ﺬا آﻼﻡ ﻪ ﻓ ﻰ ن ﺕﻮﺟﻴﻪ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ ،وأﻥﺎ أﻗﻮل ﻡﺎ اﻟﻴﻖ ﺏﻬﺬا ان یﻘﺎل؛ ﺡﻔﻄﺖ ﺷ ﻴﺌﺎ وﻏﺎﺏ ﺖ ﻋﻨ ﻚ اﺷ ﻴﺎء ،اﻡ ﺎ اوﻻ ﻓ ﻼ ّ ٣٣ ٣٤ ٣٥ ٣٦ ٣٧ ٣٧ ٣٩ ٤٠ ٤١ ٤٢ س ، ١ش - : ٣ال. ف - : ١ذﻟﻚ. س ، ١ش / : ٣یﻨﻘﻞ. ف - : ١آﺎﻥﺖ. س / : ١ﻟﻘﺪم. س / : ١یﻘﺪم. ن / : ١اﻟﺮوایﺎت. س ، ١ش - : ٣ال. ن / : ١اﻟﺤﺮة. س ، ١ش - : ٣ال. 155 اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻴﻠﺔ هﻨﺎ ﻡﺬآﻮرة ﻓﻲ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﻡﺬآﻮرﺕﺎن ﻡﻌﺎ ،ﻓﺎذا ﺡﻤﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ ﻓﻤﺎ ﻡﻌﻨﻲ ذآﺮ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺏﻌﺪهﺎ او آﻴﻒ ﺕﺼﺢ ٤٢ﻗﻮل اﻟﻤﻨﻴﺔ ﻓﻰ اﻟﺘﻌﻠﻴ ﻞ ﻟﻘﻮﻟ ﻪ؛ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم اذا آﺎﻥﺖ اﺹﻠﻴﺔ ،ﻻ ّ ن ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ٤٣ﻟﻢ یﺠﺰ ٤٤ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ﻓﻼ وﻻء. ن اﻟﻮﻟ ﺪ وان ﻋّﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺄن وإﻥﻤﺎ اوﻗﻌﻪ ﻓﻰ هﺬﻩ اﻟﻮرﻃﺔ إﻥﻪ ﻓﻬﻢ ﻡﻦ ﻗﻮل اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ أ ّ ﺕﻮﻟّﺪ 5ﻡﻦ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿﻴﺔ ،ان اﻟﻤﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ اﻟﺤﺮة ٤٥اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ یﻄﻠﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ،وﻟﻢ ن ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺪر ان ﻡﻌﻨﻰ ذﻟﻚ ،ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻡﻪ وﻟﻢ یﻤﺴﻪ رقّ ،ﺏﺪﻟﻴﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﺏﻌﺪﻩ ﻡﻦ ا ّ یﺠﺮﻋﺘﻖ.٤٦ واﻟ ﺬى ﺏﻘﻄ ﻊ داب ﺷ ﺒﻬﺘﻪ ٤٧ﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ اﻟﺒ ﺰازى ﻓ ﻰ اﻟﺤ ﺎدى ﻋﺸ ﺮ ﻓ ﻰ دﻋ ﻮي اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮیﺔ ،ﻟ ﻮ ادّﻋ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﺛ ﻢ ادّﻋ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ اﻟﻌ ﺎرض یﻘﺒ ﻞ ،وﻻ یﻤﻨ ﻊ اﻟﺘﻨ ﺎﻗﺾ ﺹ ﺤﺔ اﻟﺪﻋﻮى ،وﻻ ﺷﻚ ان اﻟﺘﻨﺎﻗﺾ اﻥﻤﺎ یﺘﺼﻮّر اذا آﺎن ﻡﻌﻨﻰ اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ واﺡﺪا ،وأﻇﻬ ﺮ ٤٨ﻡﻨ ﻪ 10 ن اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﻻ یﺸ ﺘﺮط ﻓﻴﻬ ﺎ اﻟ ﺪﻋﻮى ﺏ ﻼ ﺧ ﻼف ﻋﻨ ﺪ ﻡﺎ ﻓﺮّﻋﻪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻋﻠﻰ هﺬﻩ اﻟﻘﺎﻋﺪة؛ أ ّ اﻻﻡﺎم ویﺸﺘﺮط ﻓﻰ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ. ي ﻓﺎﺉﺪة ﻟﻪ ﺛﻢ ﺏﻌﺪ اﻟﻠﺘﻴّﺎ ٤٩واﻟﺘﻰ ﻟﻮ ﺱﻠّﻢ ان اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ یﻘﺎل ﻋﻨﺪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ ،ﻓﺎ ّ ﻓ ﻰ ه ﺬا ،أ ّﻡ ﺎ ﻋﻘ ﻼ ﻓﺄﻥ ﻪ ﺟﻌ ﻞ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ،وﻗ ﺪ ﺏﻴّﻨ ﺎ ﻓﺴ ﺎدﻩ ﺏ ﺎن زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻋﻠ ﺔ اﻟﻮﻻء، 15واﻟﻮﻻء ﺷﺮﻋﺎ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺘﻨﺎﺡﺮ ،واﻟﺘﻨﺎﺡﺮ ٥٠ه ﻮ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث و اﻟﻌﻘ ﻞ ﺏﺎﻃﺒ ﺎق اﻟﻔﻘﻬ ﺎء، وﻥﻘﻠﻨﺎ ﻋﻦ اﻟﻬﺪایﺔ٥١؛ ان اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻨﺴﻮب اﻟﻰ اﺏﻴﻪ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ،ﻓ ﻮﻻؤﻩ ﻟﻤ ﻦ آ ﺎن وﻻء اﺏﻴﻪ ﻟ ﻪ ،٥٢وﻻیﻼﺡ ﻆ ﻡﻠ ﻚ ﻡ ﻮاﻟﻰ اﻻب ﻋﻠ ﻰ اﻻﺏ ﻦ ﺱ ﻮاء آﺎﻥ ﺖ أﻡ ﻪ ﺡ ﺮة ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ او اﺹ ﻠﻴﺔ، ى وﺟﻪ. اﻥﻌﻘﺪ اﻟﻮﻟﺪ ﺡﺮّا او ٥٣ﺡﺮّر ﺏﻌﺪ اﻟﻮﻻء ٥٤ﻋﻠﻰ ا ّ ٤٢ن / : ١یﺼﺢ. ٤٣ن + : ١ﻣﻦ. ٤٤ن / : ١یﺠﺮ. ٤٥ن - : ١ال. ٤٦ن / : ١رق. ٤٧س - : ١داﺑﺮ ﺵﺒﻬﺘﻪ. ٤٧س / : ١ﻇﻬﺮ. ٤٩س / : ١اﻟﻠﺘﺒﺎ ؛ ش / : ٣اﻟﻠﻴﺘﺎ. ٥٠ن - : ١واﻟﺘﻨﺎﺣﺮ. ٥١س ، ١ش / : ٣اﻟﻨﻬﺎیﺔ. ٥٢س - : ١ﻟﻪ. ٥٣ن / : ١و. ٥٤س / : ١اﻟﻮﻻد. 156 آﺎن ﻻ یﺨ ﺎﻟﻒ ﻓ ﻰ ه ﺬا اﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ارﺏ ﺎب اﻟﻤ ﺬاهﺐ ﻡ ﻦ ﻋﻬ ﺪ اﻟﺼ ﺤﺎﺏﺔ اﻟ ﻰ یﻮﻡﻨ ﺎ ه ﺬا،٥٥ وﻡﻮﺿ ﻊ اﻟﺒﺴ ﻂ ﻓ ﻰ ه ﺬﻩ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ ﻋﻠ ﻢ اﻟﻔ ﺮایﺾ ،وﻟ ﻢ یﻘ ﻞ اﺡ ﺪ ﻡ ّﻤ ﻦ ﺹ ﻨّﻒ ﻓ ﻰ ﻋﻠ ﻢ اﻟﻔ ﺮایﺾ وﺏﺴﻂ اﻟﻐﻮر ٥٦ﻓﻰ ﺷﺮایﻂ اﻟﻮﻻء واﺡﻜﺎﻡ ﻪ وﺕﻔﺎریﻘ ﻪ ،ان ﺷ ﺮﻃﻪ ان ﻻ یﻜ ﻮن اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﺠﻬ ﺎ ٥٨اﻻﺱ ﻤﺎع ، ﻻ یﻈﻔﺮﺏ ﻪ ﻓ ﻰ زﺏ ﺮ اﻻوﻟ ﻴﻦ ،وﻟ ﻪ اﻟﻔ ﺎظ ﺁﺧ ﺮ رآﻴﻜ ﺔ وﻡﻌ ﺎن ﻋﻘﻴﻘ ﺔ ﻻ٥٧یﻤ ّ وﺕﻨﻔﺮﻋﻨ ﻪ ٥٩اﻟﻄﺒ ﺎع اﻋﺮﺿ ﻨﺎ ٦٠ﻋﻨﻬ ﺎ ،واﻟﺒﻌ ﺮة ٦١دﻟ ﺖ ٦٢ﻋﻠ ﻰ اﻟﺒﻌﻴ ﺮ ،واﷲ ﺏﻌ ﺎدﻩ ﺧﺒﻴ ﺮ ﺏﺼ ﻴﺮ 5 وﻥﻌﻮذ ﺏﺎﷲ ﻡﻦ ﺷﺮود اﻥﻔﺴﻨﺎ وﻡﻦ ﺱﻴﺌﺎت اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﻟ ﻪ ٦٣اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘﻪ ﻟﻠﺜﻮاب ذاﺧﺮا)٦٤ﺕﻢ(. ٥٥ ٥٦ ٥٧ ٥٨ ٥٩ ٦٠ ٦١ ٦٢ ٦٣ ٦٤ س ، ١ش - : ٣هﺬا. س : ١اﻟﻌﻮر ؛ ش / : ٣اﻟﻘﻮل. ف + : ١ﻻ. س / : ١ﺗﻤﺠﻬﺎ. س ،١ش / : ٣ﻣﻨﻬﺎ ؛ ن / : ١ﻋﻨﻬﺎ . س / : ١اﻋﺮﺽﺎ. ن / : ١اﻟﺒﻘﺮة. ن / : ١ﺗﺪل. س ، ١ن / : ١ﷲ. س / : ١و ﺁﺧﺮا. 157 REDDİYE YAZDIĞI GÜRÂNÎ’YE MOLLA HÜSREV’İN MOLLA IV. RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ﴿رﺱﺎﻟﺔ ردیﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾ }ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{ 5 ﻗﻮﻟﻪ ﺱﻨﻦ اﺉﻤﺔ اﻟﺮاﺷﺪیﻦ ،هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ وهﻮ ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ. ﻗﻮﻟﻪ وﻓﻰ آﻞ ﻡﺎ ﺱﻄﺮﻩ ﺱﺎﻩ وﻻﻩ ،آﻞ ذﻟﻚ ﻡﻦ ﺹﻔﺎت ﻥﻔﺴﻪ آﻤﺎ ﺱﻴﻈﻬﺮان ﺷﺎء اﷲ ﺕﻌﻠﻰ ،ﺏﺤﻴﺚ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ اﺡﺪ. ﻗﻮﻟﻪ اذ ﻗﻴﺎم ﻃﺎﺉﻔﺔ ،ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ ،ﻥﺎش ﻋﻦ ﻋﺪم اﻟﻌﺜﻮر ﻋﻠﻰ آﻼم اﻟﻔﻘﻬﺎء ،ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ؛ اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻔﺎیﺔ اذا اﻗﺎم ﺏﻪ ﻓﺮیﻖ ﻡﻦ اﻟﻨﺎس ﺱﻘﻂ ﻋﻦ اﻟﺒﺎﻗﻴﻦ ،ﺛﻢ ﻗﺎل؛ واذا ﻟﻢ 10 یﻘﻢ ﺏﻪ اﺡﺪا ﺛﻢ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻨﺎس ﺏﺘﺮآﻪ وﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛ ﻻﻥﻪ اﻥﻤﺎ ﺱﻘﻂ اﻟﻔﺮض ﻋﻦ اﻟﻜﻞ ﻟﺤﺼﻮل اﻟﻜﻔﺎیﺔ ﺏﺎﻟﺒﻌﺾ ،واذا ﻟﻢ یﺤﺼﻞ هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﺕﻌﻴّﻦ اﻟﻔﺮض ﻋﻠﻰ اﻟﻨﺎس. ﻗﻮﻟﻪ واﻥﻤﺎ َوهْﻢ ١ﻋﺪة ،وهﻤﺎ ﺧﻴﺎل ﺏﺎﻃﻞ ،ﻡﻀﻤﺤﻞ ﻡﺜﻞ ﻇﻞ زاﺉﻞ. ﻗﻮﻟﻪ وارادوا ﺏﺎﻟﻜﻞ ،ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ ﻋﻠﻤﺎء اﻻﺹﻮل ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ ،ﻓﺎﻥﻬﻢ ﻻ یﺨﺎﻟﻔﻮن اﻟﻔﻘﻬﺎء، واﻟﻔﻘﻬﺎء اﻥﻤﺎ ذآﺮوا هﺬا اﻟﻘﻴﺪ ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎن اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض ﻋﻴﻦ اذا ﺡﺼﻞ اﻟﻨﻔﻴﺮ ،ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛ 15 اﻥﻤﺎ یﺼﻴﺮ ﻓﺮض ﻋﻴﻦ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ یﻘﺮب ﻡﻦ اﻟﻌﺪو ،وهﻢ یﻘﺪرون ﻋﻠﻰ اﻟﺠﻬﺎد ،ﻓﺎﻡّﺎ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ وراﺉﻬﻢ ﺏﺒﻌﺪ ﻡﻦ اﻟﻌﺪو ﻓﻬﻮ ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﺡﺘﻰ یﺴﻌﻬﻢ ﺕﺮآﻪ اذا ﻟﻢ یﺤﺘﺞ اﻟﻴﻬﻢ ،ﻓﺎذا اﺡﺘﻴﺞ اﻟﻴﻬﻢ ﺏﺎن ﻋﺠﺰ ﻡﻦ آﺎن یﻘﺮب ﻡﻦ اﻟﻌﺪو ﻡﻦ اﻟﻤﻘﺎوﻡﺔ ﻡﻊ اﻟﻌﺪو او ﻟﻢ یﻌﺠﺰوا اﻻ اﻥﻬﻢ ﺕﻜﺎﺱﻠﻮا وﻟﻢ یﺠﺎهﺪوا ،ﻓﺎﻥﻪ یﻔﺘﺮض ﻋﻠﻰ ﻡﻦ یﻠﻴﻬﻢ ﻓﺮض ﻋﻴﻦ آﺎﻟﺼﻮم و اﻟﺼﻼة ،ﻻ یﺴﻌﻬﻢ ﺕﺮآﻪ ﺛﻢ وﺛﻢ 20یﻔﺘﺮض ﻋﻠﻲ ﺟﻤﻴﻊ اهﻞ اﻻﺱﻼم ﺷﺮﻗﺎ وﻏﺮﺏﺎ ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﺘﺪرج. اﻟﻲ ان ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎﻥﻪ واﺟﺐ ﻋﻠﻰ آﻞ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺎﺿﺮا ،آﺎﻥﻪ ﺕﻮهّﻢ ﻡﻦ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ آﺼﻠﻮة اﻟﺠﻨﺎزة و ر ّد اﻟﺴﻼم ،إن اﻟﺠﻬﺎد ﻡﺜﻠﻬﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺨﺼﻮص ،وهﻮ ﺏﺎﻃﻞ ،ﺏﻞ اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ ٢ﻟﻴﺲ ٣اﻻ ﻓﻰ ن اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﻋﻠﻰ آﺎﻓﺔ اﻟﻨﺎس آﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ ،واﻡّﺎ ﻡﺠﺮد آﻮن آﻞ ﻡﻨﻬﺎ ٤ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ،ﻓﺎ ّ ١س + : ٣ﺑﻴﺖ. ٢س - : ٢ﺑﻞ اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ. ٣ن - :٢ﻟﻴﺲ. ٤ن / : ٢ﻣﻨﻬﻤﺎ. 158 اﻟﺼﻠﻮة ٥اﻟﺠﻨﺎزة ﻓﻬﻮ ٦ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﻋﻠﻰ اهﻞ اﻟﺒﻠﺪة و ر ّد اﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ اهﻞ اﻟﻤﺠﻠﺲ آﻤﺎ هﻮ اﻟﻤﺴﻄﻮر ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ. ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة واﻟﺴﻤﺎع ،هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ ،وﻗﺪ ﻏﻴّﺮاﻟﻌﺒﺎرة ﺏﻤﺎ ﻻﻡﻌﻨﻰ ﻟﻪ ،ﻓﺎﻥﻬﺎ ﻓﻰ اﻻﺹﻞ هﻜﺬا ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻻﺱﺘﻬﺎر واﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ،٧و ﻻ رآﺎآﺔ ﻓﻰ ﻟﻔﻆ اﻟﻤﻐﻴّﺮ ،٨ﺏﻞ ﻓﻰ ﻓﻬﻢ ن ذآﺮ ﻟﻔﻆ ﻋﻠﻰ ﻡﻜﺎن اﻟﺒﺎء ﻟﺘﻀﻤﻴﻦ اﻻآﺘﻔﺎء ﻡﻌﻨﻰ اﻻﻗﺘﺼﺎر ،ﺛﻢ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء اﻟﻤﻐﻴّ5ﺮ ،ﻓﺎ ّ یﺴﺘﻌﻤﻠﻮن اﻟﺴﻤﺎع ﻡﻘﺎم اﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ،ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ ذآﺮ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻓﻰ ﻓﺘﺎواﻩ؛ اﻥﻪ اﻥﻤّﺎ یﺠﻮز ن اﻟﻨﺴﺐ اﻟﺸﻬﺎدة ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻮت ﺏﺎﻟﺴﻤﺎع اذا آﺎن ﻡﻌﺮوﻓﺎ ،وﻗﺎل ﺕﺎج اﻟﺸﺮیﻌﺔ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪایﺔ؛ ﻻ ّ ﻡﻤﺎ یﺜﺒﺖ ٩ﺏﺎﻟﺴﻤﺎع واﻟﺸﻬﺮة ،واﻥﻤﺎ اﺧﺘﻴﺮاﻟﺴﻤﺎع ﻋﻠﻰ اﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻟﺘﻮاﻓﻖ ١٠اﻻﺟﻤﺎع. ﻗﻮﻟﻪ ﺧﻄﺎء ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ ،ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺧﺶ ﻡﻨﺸﺎؤﻩ اﻟﺠﻬﻞ ﺏﺎﻟﻠﻐﺔ وﻋﺪم اﻟﻌﺜﻮرﻋﻠﻰ آﻼم اﻻﺉﻤﺔ، اﻻول؛ ﻡﻌﻈﻢ اﻟﻘﻮم ١١وهﻮ ﻻیﻨﺎﻓﻰ اﻻ اﻻﺧﺘﻼف ،واﻡّﺎ اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻓﻠﻤﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ ذآﺮاﻟﺸﻴﺦ اﻡّﺎ 10 ١٢ اﻻﻡﺎم اﻟﺴﺮﺧﺴﻲ ﻓﻰ ﺷﺮح آﺘﺎب اﻟﺨﺼﺎف؛ ان اﻟﺸﻬﺎدة ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺘﻖ ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻻ یﻘﺒﻞ ﺏﺎﻻﺟﻤﺎع ،اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف ﻓﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ﻓﻈﻬﺮ ﺏﻄﻼن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎیﻦ اﻻﺟﻤﺎع ﺏﻞ ایﻦ اﻟﺠﻤﻬﻮرﻓﺘﺪﺏﺮ. ﻗﻮﻟﻪ ﻡﺎ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر ،هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ وﻗﺪ ﻏﻴّﺮاﻟﻌﺒﺎرة ﺏﻤﺎ ﻻ ﻡﻌﻨﻰ ن اﺹﻞ اﻟﻌﺒﺎرة ﻡﺎ ﻓﻰ ﺕﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر. ﺡﻴﺚ ﺕﺮك اﻟﺘﺮك ،ﻓﺎ ّ ﻟﻪ15 ، ﻗﻮﻟﻪ هﻮ اﻟﻤﻬﻢ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮ،ﻻ دﻻﻟﺔ ﻟﺬﻟﻚ ﻋﻠﻰ هﺬا ،آﻤﺎ ﻻیﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﺷﻌﻮر ن ﻡﻌﻨﺎﻩ؛ ﻻ وﺟﻪ ﻟﺘﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﺏﺎﻟﻜﻠﻴﺔ ﺏﻞ یﺠﺐ ﺏﺎﻟﺘﺮآﻴﺐ ﻓﻀﻼ ﻋﻦ أن یﻜﻮن ﺹﺮیﺤﺎ ﻓﻴﻪ ،ﻻ ّ ان یﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ اﻟﺠﻤﻠﺔ. ﻗﻮﻟﻪ واﻵﺧﺮ ان یﻜﻮن اﻟﻌﺘﻖ ﻃﺎریﺎ ﻋﻠﻴﻪ ،ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺏﺎﻟﺒﺎﻃﻞ ،وﺧﺒﻂ ﻇﺎهﺮ ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ن اﻟﻘﺴﻢ اﻵﺧﺮ ﻟﻴﺲ ﻡﺎ ذآﺮﻩ ،ﺏﻞ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ ﻻیﺼﺪر اﻻ ﻋﻦ ﻏﺎﻓﻞ ،ﻓﺎ ّ 20 ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻬﺎ رﻗﻴﻖ ،وﺱﺘﻄﻠﻊ اﻥﻪ ﺏﻨﻰ ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﺒﺎﻃﻞ آﺜﻴﺮا ﻡﻦ اﻻﺏﺎﻃﻞ. ٥ن - : ٢ال. ٦ن / : ٢ﻓﻬﻲ. ٧س ، ٣ن / : ٢اﻟﺴﻤﺎع. ٨س / : ٣اﻟﻤﻌﺒﺮ. ٩ن / : ٢ﺙﺒﺖ. ١٠ن / : ٢ﻟﻴﻮاﻓﻖ. ١١ن / : ٢اﻟﻘﺪم. ١٢س / : ٣ﺗﻘﺒﻞ. 159 ﻗﻮﻟﻪ وﻥﺤﻦ ﻥﻘﻮل ﻡﻦ هﻬﻨﺎ اﻟﻰ ﻗﻮﻟﻪ واذا ﺕﻘﺮر هﺬﻩ اﻟﻔﺎظ ١٣ذآﺮت ﻟﺘﻜﺜﻴﺮاﻟﻜﻼم ،ﻟﻴﺲ ﻟﻬﺎ ﻓﺎﺉﺪة ﻓﻰ هﺬا اﻟﻤﻘﺎم ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ﺷﺎیﺒﺔ ١٤ﻡﻦ اﻻدراك وﻥﻮع ﺷﻌﻮر ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻰ اﻟﻜﻼم ﻡﻦ اﻻﺱﺘﺪراك. ﻗﻮﻟﻪ هﺬﻩ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻏﻴﺮﻻزﻡﺔ ،اﺧﻄﺎء اﻟﻤﻨﻄﻘﻰ ،اﻡّﺎ اوّﻻ؛ ﻓﻼﻥّﻪ یﺴﻤّﻰ اﻟﻨﺘﻴﺠﺔ ﻡﻘﺪﻡﺔ، واﻡّﺎ5ﺛﺎﻥﻴﺎ؛ ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ ﺱﻠّﻢ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻤﻘﺪﻡﺎت اﻟﻤﺴﺘﻠﺰﻡﺔ ﻟﻠﻨﺘﻴﺠﺔ ﻥﺎﻓﺶ ١٥ ن ﻓﻰ ﻟﺰوﻡﻬﺎ و ذﻟﻚ ﻻ ّ اﻟﻌﻠﺔ اﻟﺒﻌﻴﺪة ،وان ﻟﻢ ﺕﺆﺛﺮﺏﺎﻟﺬات ﻓﻰ وﺟﻮد اﻟﻤﻌﻠﻮل ،ﻟﻜﻦ ﻋﺪﻡﻬﺎ یﺴﺘﻠﺰم ﻋﺪﻡﻪ ،واﻟﻜﻼم ﻓﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ ﻓﻲ ١٦اﻻول ،ﻓﺘﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻓﻰ ﻏﻔﻠﺘﻪ.١٧ ﻗﻮﻟﻪ وهﻤﺎ ﺏﺎﻟﺮﺟﺎل ،هﺬا ﻟﻴﺲ ﻡﻦ ﺕﻠﻚ اﻟﻜﺘﺐ ،وﻓﻴﻪ ﺕﻠﺒﻴﺲ وﺕﺪﻟﻴﺲ. ن آﻮن اﻟﻨﺴﺐ اﻟﻰ ﻗﻮﻟﻪ یﺪل ﻋﻠﻰ اﻻﺧﺘﺼﺎص ،ﻻ دﻻﻟﺔ ﻓﻴﻪ ﻋﻠﻰ اﻻﺧﺘﺼﺎص ﺏﻬﻢ ،ﻻ ّ ن اﻵﺏﺎء10ﻻ یﻘﺘﻀﻰ آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻬﻢ ،آﻤﺎ اذا آﺎن اﻻب ﻥﺒﻄﻴّﺎ او ﻋﺠﻤﻴّﺎ ﺡﺮا و اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻓﺎ ّ اﻟﻨﺴﺐ اﻟﻰ اﻻب واﻟﻮﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ ﺹﺮّح ﺏﺬﻟﻚ ١٨ ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ. ﻗﻮﻟﻪ اذا آﺎن اﻻب ﺡﺮّا ،ﻟﻔﻆ ﺡﺮّا ﺧﻄﺎء ﻓﺎﺡﺶ و اﻟﺼﻮاب ﻋﺒﺪا او رﻗﻴﻘﺎ. ﻗﻮﻟﻪ ﻟﻴﺲ اﻻ آﺬا ﺏﺼﻐﻴﺔ اﻟﺤﺼﺮ ،ﻓﻴﻪ ﺕﻠﺒﻴﺲ وﺕﺪﻟﻴﺲ ،ﻻﻥّﻪ ان اراد ﺏﺼﻴﻐﺔ اﻟﺤﺼﺮ ﻻ ﻓﻬﻮ ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﺘﺎﺏﻴﻦ ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ ،اذ ﻟﻴﺲ ﻓﻴﻬﻤﺎ هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﻓﻰ ﺡﻖ اﻟﻮﻻء ،وان ﻟﻴﺲ ا ّ ﻗﻮﻟﻪ15 ن اﻥﺤﺼﺎراﻟﻨﺴﺐ ﻓﻰ اﻻﺏﺎء ﻻ اراد ﻗﻮﻟﻪ اﻟﻨﺴﺐ اﻥﻤﺎ یﻜﻮن اﻟﻰ اﻻﺏﺎء ﻓﻤﺴﻠّﻢ ﻟﻜﻨﻪ ﻻ یﻔﻴﺪﻩ ،ﻻ ّ یﻘﺘﻀﻰ اﻥﺤﺼﺎراﻟﻮﻻء ﻓﻰ ﻃﺮﻓﻬﻢ ،اذ ﻗﺪ یﻜﻮن اﻟﻨﺴﺐ ﻟﻼب و اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر. ن اﻥﻘﻄﺎع اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻم ﺏﻌﺪ زوال اﻟﺮق ﻗﻮﻟﻪ اﻥﻘﻄﻊ اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻم ،ﺧﺒﻂ ﻇﺎهﺮ ،ﻻ ّ ﻋﻦ اﻻب ﻡﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ ﻓﻰ ﺏﺤﺚ ﺟﺮ اﻟﻮﻻء ،وﻻ ﺕﻌﻠّﻖ ﻟﻪ ﺏﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﻓﻴﻪ ،آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ20ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ. ﻗﻮﻟﻪ وﻻ ﺕﻨﺎﺹﺮﻡﻦ ﻃﺮف اﻟﻨﺴﺎء ،ﻥﻔﻰ ﺟﻨﺲ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﻡﻦ ﻃﺮف اﻟﻨﺴﺎء ﻟﻠﻐﻔﻠﺔ ﻋﻦ ﻗﻮل ن اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﺏﻪ اى ﺏﺎﻻب اآﺜﺮ ،ﻓﺘﺪﺏّﺮ و ﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ،و ١٩ﻻ ّ ﻗﻮﻟﻪ ﻡﻦ ﺧﻮاص اﻟﺮﺟﺎل ،هﺬا ایﻀﺎ ﻡﻦ اﻟﻐﻔﻠﺔ. ١٣س / : ٣هﺬا اﻟﻨﻠﻈﺮ. ١٤ن / : ٢ﺵﺎﺉﺒﺔ. ١٥ن / : ٢ﻥﺎﻗﺶ. ١٦ف + : ٢ﻓﻲ. ١٧س / : ٣ﻋﻘﻠﻪ. ١٧س ، ٣ن / : ٢ﺑﻪ. ١٩س / : ٣او. 160 ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎن ﻗﻠﺖ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻡﻨﺸﺎء هﺬﻩ اﻟﺨﺮاﻓﺎت ق یﻌﺘﺒﺮ ﻗﻴﻞ؛ وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ ٢١ ٢٠ اﻟﻐﻔﻠﺔ ﻋﻤّﺎ اﻓﻴﺪ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ،ﺡﻴﺚ ﻗﻮة اﻟﻨﺴﺐ ،ویﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻب ،وهﺬا ﻡﺎ ﻗﺎل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب ،ﻻﻥﻬﻤﺎ اﺱﺘﻮیﺎ واﻟﺘﺮﺟﻴﺢ ﻟﺠﺎﻥﺒﻪ ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ ،ﻓﺘﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. ﻟﺸﺒﻬﺘﻪ ٢٢ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ ،او ﻻ ّ ن اﻟﻨﻘﺾ اﻥﻤﺎ یﺮد اذا 5ﻗﻮﻟﻪ ویﺮد اﻟﻨﻘﺾ ،ﺧﻄﺎء ،٢٣ﻡﻨﺸﺎؤﻩ ﻋﺪم اﻟﻮﻗﻮف ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺮاد ،ﻓﺎ ّ ن اﻟﻤﻠﻚ یﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ ن اﻟﻤﻠﻚ او زواﻟﻪ ﻋﻠّﺔ ﺕﺎﻡّﺔ ﻟﻠﻮﻻء ،وﻟﻴﺲ آﺬاﻟﻚ ﺏﻞ اﻟﻤﺪّﻋﻰ ا ّ ادّﻋﻰ اﺡﺪ ا ّ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻟﻠﻮﻟﺪ اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ٢٤ﻥﺴﺐ ﻗﻮى ،آﻤﺎ اذا آﺎن ٢٥اﻻب رﻗﻴﻘﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ او ﻋﺠﻤﻴﺎ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻓﺎن اﻟﻮﻻء )ح( ٢٦یﻜﻮن ﻟﻤﻮﻟﻰ اﻻم آﻤﺎ ﺕﻘﺮّرﻓﻰ ﻡﻮﺿﻌﻪ. ن )ا( وان ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡﺆﺛﺮا ﻗﻮﻟﻪ واﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ان هﺬا )اﻟﺦ( ، ٢٧اﺧﻄﺎء اﻟﻤﻨﻄﻘﻰ ﻓﻰ ﺕﺤﻘﻴﻘﻪ ،ﻓﺎ ّ ﻓﻰ )ج (10ﺏﺎﻟﺬات ،ﻟﻜﻦ اﻥﺘﻔﺎء اﻟﻒ) ٢٨أ( ﻡﺴﺘﻠﺰم ﻟﻼﻥﺘﻔﺎء )ج( ،و اﻟﻜﻼم هﻬﻨﺎ ﻟﻴﺲ ﻓﻲ اﻟﺘﺄﺛﻴﺮ ﺏﻞ ﻓﻲ اﺱﺘﻠﺰام اﻻﻥﺘﻔﺎء ﻟﻼﻥﺘﻔﺎء. ﻗﻮﻟﻪ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ )اﻟﺦ( ، ٢٩ﻓﻴﻪ ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ ،ﻡﻨﺴﺎؤﻩ ﻋﺪم اﺱﺘﺨﺮاج ﻟﻜﻼﻡﻬﻤﺎ ،ﻓﺎﻥﻬﻤﺎ اﻥﻤﺎ ذآﺮاﻩ ﻓﻰ ﻡﺴﺌﻠﺔ ﺟ ّﺮ اﻟﻮﻻء ،و ا ّ ي ﻓﺎیﺪة ﻟﻪ هﻬﻨﺎ ،ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛ روى ﻋﻦ اﺏﻦ ﻋﻤﺮ ٣٠اﻥﻪ ﻗﺎل اذا آﺎﻥﺖ اﻟﺤﺮة ﺕﺤﺖ ﻡﻤﻠﻮك ﻓﻮﻟﺪت ،ﻋﺘﻖ اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺒﻌﺎ ﻟﻬﺎ ،٣١ﻓﺎذا اﻋﺘﻖ اﺏﻮهﻢ ﺟﺮّاﻟﻮﻻء ،وﺏﻪ ن اﻟﻮﻟﺪ ﺟﺰء ﻡﻦ أﺟﺰاﺉﻬﺎ ،ﻓﻴﻨﻔﺼﻞ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻨﻬﺎ ﺟﺰﺉﺎ، ﻥﺄﺧﺬ15ﻻ ّ ٣٢ اﻟﻰ اﺏﻴﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ ،ﻓﻜﺬﻟﻚ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء یﻜﻮن ﻡﻨﺴﻮﺏﺎ اﻟﻰ ﻡﻦ یﻨﺴﺐ یﻨﺴﺐ ٣٥ ﺏﺎﻟﻮﻻء اﻟﻰ ﻡﻌﺘﻘﻪ ﻓﻜﺬﻟﻚ وﻟﺪﻩ ،و اراد ﺏﺎﻟﺤﺮّة اﻟﺤﺮة ﺏﻌﺪﻩ ﻋﺘﻖ اﻟﻮﻟﺪ ٣٧ﺏﻌﺘﻘﻬﺎ. ٢٠س - : ٣اﻟﺨﺮاﻓﺎت. ٢١ن / : ٢ﺗﻌﺘﺒﺮ. ٢٢س / : ٣ﺵﺒﻬﺘﻪ ؛ ن / : ٢ﻟﺸﺒﻬﻪ. ٢٣س + : ٣ﻣﺤﺾ. ٢٤ف / : ٢اﻻم )ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي اﻻب(. ٢٥س - : ٣آﺎن. ٢٦ﺑﻤﻌﻨﻲ ﺣﻴﻨﺌﺬ. ٢٧س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٢٧ف + : ٢اﻟﻒ. ٢٩س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٣٠س + : ٣رﺽﻲ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ﻋﻨﻬﻤﺎ. ٣١س / : ٣ﺑﻌﺘﻘﻬﺎ ؛ ن / : ٢ﻣﻌﺘﻘﻬﺎ. ٣٢س + : ٣ﺙﻢ. ٣٣ن / : ٢ﻥﺴﺐ. ٣٤ن / : ٢ﻥﺴﺐ. ٣٥ن / : ٢ﻋﻴﺐ. ٣٦س - : ٣اﻟﺤﺮة. ٣٧س - : ٣اﻟﻮﻟﺪ. ٣٦ اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ واﻟﻮﻟﺪ یﻨﺴﺐ ٣٤ ٣٣ اﻟﻴﻪ اﺏﻮﻩ ،واﻻب ﺏﻌﺪ اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ﻟﻘﻮﻟﻪ؛ 161 ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻠﻢ یﻔﺮﻗﻮا ،هﺬﻩ ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ ﻟﻤﺎ ﻏﺮﻓﺖ ،اﻥﻬﻢ ارادوا اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ. ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻘﺪ ﻃﻠﻌﺖ ، ٣٨ﻋﺠﻴﺐ ﺡﺎﻟﻪ اذ ﻋ ّﺪ ﺷﻤﺴﺎ ﻇﻼم اﻟﺠﻬﻞ ﻡﻦ ﻓﻘﺪان ﻋﻘﻞ. ﻗﻮﻟﻪ ﺕﻠﻚ اﻻوهﺎم )اﻟﺦ( ،٣٩ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺕﺤﻘﻴﻖ اﻟﺪرایﺔ ﻡﻦ اﻟﻔﻮایﺪ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺎوهﺎم ﺡﺘﻰ ﻻ ﻋﻦ ﻡﺜﻠﻪ آﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ. یﺒﻄﻞ 5ﺏﻞ ﻡﺎ ﺕﻔﻮﻩ ﺏﻪ ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺘﻬﺎ اﻟﻤﻬﻤﻼت ،ﻻ ﺕﺼﺪرا ّ ن اﻟﺮوایﺔ ﻗﻮﻟﻪ واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ،ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ ،ﻡﻨﺸﺎؤﻩ اﻟﻐﻔﻠﺔ ﻋﻤّﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ،ﻓﺎ ّ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻏﻴﺮﻡﻘﺘﺼﺮة ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ ،ﺏﻞ ﻡﻌﻪ روایﺎت ﺁﺧﺮ ﻡﻦ آﺘﺐ ﻡﻌﺘﺒﺮة. ﻗﻮﻟﻪ ﺛﻢ اﻟﻔﺘﻮى ،هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ ،واﻟﺼﻮاب اﻟﻔﺘﺎوى. ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻜﺎن اﻟﻮاﺟﺐ ﻋﻠﻴﻪ ٤٠ )اﻟﺦ( ٤١ ،ﺧﻄﺎء ﻇﺎهﺮ ،اذ ﻟﻴﺲ ﻟﻪ ﺟﻮازذﻟﻚ ،ﻓﻜﻴﻒ ﺢ اذا آﺎن اﻟﻤﻘﻴﺪ ﻡﻤﺎ یﻌﺘ ّﺪ ﺏﻪ ،ویﻌﺘﻤﺪ ﻋﻠﻴﻪ، ن ﺡﻤﻞ اﻟﻤﻄﻠﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻘﻴّﺪ اﻥﻤﺎ یﺼ ّ اﻟﻮﺟﻮب ،ﻻ ّ 10 ویﻘﻮى ٤٢ ﺏﺮوایﺎت آﺘﺐ ﺁﺧﺮ ﺕﻔﻴﺪ اﻟﺘﻘﻴﻴﺪ آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ ،ﻓﺎﻥّﻪ ﻡﺆیّﺪ ﺏﺮوایﺎت آﺘﺐ ﺛﻠﺜﺔ ﻡﻌﺘﺒﺮة، ﺏﻌﺪ ﻡﺎ ﺕﺄیّﺪ ﺏﺎﻟﺪرایﺔ ﺏﺨﻼف ﻡﺎ ﻓﻰ ﺷﺮح ٤٣ اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﻀﻌﻴﺮ ،ﻓﺎﻥّﻪ ﻡﻊ آﻮﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ آﻤﺎ ﺱﻨﺒﻴّﻦ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﺮوایﺎت اﻟﻜﺘﺐ اﻻرﺏﻌﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة ،ﻓﺒﺎﻟﻀﺮورة یﺠﺐ ٤٤ ان یﺮاد ﺏﺤﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﻟﻤﻨﻴﺔ و ﺏﺎﻟﺤ ّﺮ ﻓﻰ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴّﺔ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ،ﻓﺘﺪﺏﺮ. 15ﻗﻮﻟﻪ وﻻ یﺨﺘﺮع اﺹﻄﻼﺡﺎ ،ﺡﻤﻠﻪ ﻋﻠﻰ اﺧﺘﺮاع اﻻﺹﻄﻼح ﻓﺴﺎد ،و ﻻیﻘﺒﻞ ٤٥ اﻻﺹﻄﻼح. ي دﻟﻴﻞ دل )اﻟﺦ( ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎ ّ ٤٦ ،اﻡﺎ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻋﻠﻰ ﺏﻄﻼن هﺬا ،ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ آﺎن ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺮوایﺎت اﻟﺼﺮیﺤﺔ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻻرﺏﻌﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة، وﻻ یﻮﺟﺪ روایﺔ وﻟﻮ ﺿﻌﻴﻔﺔ ﻓﻰ آﺘﺎب وﻟﻮ ﻡﺠﻬﻮﻻ ﻡﺜﻠﻪ یﻮاﻓﻘﻪ ،وﻡﺤﻔﻮف ﺏﻜﻼﻡﻴﻦ ﺏﺎﻃﻠﻴﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔﻴﻦ ﻟﻜﻼم اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة ،واﻡّﺎ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻋﻠﻰ ﺹﺤﺔ ذﻟﻚ ،ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ آﺎن ﻡﻮاﻓﻘﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ 20 اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻮاﻓﻖ ﻟﻠﺮوایﺎت اﻟﺼﺮیﺤﺔ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﺜﻠﺜﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة. ٣٨س + : ٣ﺑﻴﺖ ؛ ن + : ٢ﺵﻤﺲ. ٣٩س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٤٠ن - : ٢ﻋﻠﻴﻪ. ٤١س - : ٣اﻟﺦ. ٤٢س / : ٣یﺘﻘﻮي. ٤٣ن - : ٢ﺵﺮح. ٤٤ن / : ٢ﺗﺠﺐ. ٤٥س / : ٣ﺗﻘﺒﻞ. ٤٦س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. 162 ﻗﻮﻟﻪ واﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻋﺒﺎرة )اﻟﺦ( ٤٧ ﻻ هﺬا ،ﺏﻞ ،ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ ،اذ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻟﻴﺲ ا ّ ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻤّﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻬﺎ رﻗﻴﻖ ،آﻤﺎ ﺕﻈﻬﺮ ٤٩ﻡﻦ اﻟﻨﻈﺮ ﻡﻦ ٤٨ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ. ﻗﻮﻟﻪ واﻥﺎ اﻗﻮل ﻡﺎ اﻟﻴﻖ ٥٠ )اﻟﺦ( ٥١ ،ﻡﺎ اﻟﻴﻖ ﺏﻚ ان یﻘﺎل ﻡﺎ ﺡﻔﻈﺖ ﺷﻴﺌﺎ وﻏﺎﺏﺖ ﻋﻨﻚ اﺷﻴﺎء.5 ﻗﻮﻟﻪ اﻡﺎ اوﻻ ،هﺬا اول ﻻ ﺛﻨﻰ ﻟﻪ ،آﻤﺎ ان ﻗﺎﺉﻠﻪ ﻓﻰ اﻟﺘﻬﻮّر ﻻ ﺛﺎﻥﻰ ﻟﻪ. ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻤﺎ ﻡﻌﻨﻰ ذآﺮ)اﻟﺦ( ٥٢ ،ﻻ ﻡﻌﻨﻲ ﻟﻪ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﺡﺮّﻓﻪ و ﻥﻘﻠﻪ ،و اﻡّﺎ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﻓﻲ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻓﻠﻪ ﻡﻌﻨﻲ ﺹﺤﻴﺢ آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ. ﻗﻮﻟﻪ وﻟﻢ یﺪر ان ﻡﻌﻨﻰ )اﻟﺦ( ،٥٣اﻟﻔﺎظ ٥٤ ﻻ ﺱﺎ ٍﻩ ﻻ ﺕﺼﺪر ﻋﻦ ﻋﺎﻗﻞ ،و ﻻیﺘﺼﺪّى ﺏﻪ ا ّ وﻏﺎﻓﻞ ،آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ ،ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. 10 ﻗﻮﻟﻪ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺒﺰّازى)اﻟﺦ( ٥٥ ن ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺒﺰّازى ،ﻻیﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ ،أ ّ ن ﻡﻌﻨﻰ اﻟﺤﺮیّﺔ اﻻﺹﻠﻴّﺔ ﻻ یﻨﻔﻌﻪ وﻻیﻀﺮّﻥﺎ ،ﺏﻞ ﻻ ﺕﻌﻠﻖ ﻟﻪ ﺏﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﻓﻴﻪ اﺹﻼ ،ﻓﺎﻥﺎ ﻻﻥﻨﻜﺮ أ ّ واﺡﺪ ،وهﻮ آﻮن اﻟﺸﺨﺺ ﺏﺤﻴﺚ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ رقّ ،وهﻮ ﻡﺸﺘﺮك ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ اﻟﻤﺬآﻮریﻦ ﻓﻰ اﻟﻤﻔﺪﻡﺔ ،واﻟﻌﺎرﺿﻴّﺔ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ آﻮن اﻟﺸﺨﺺ ﺏﺤﻴﺚ ﺟﺮى ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺮ ّ ﻚ ان ق ﺛﻢ اﻋﺘﻖ ،وﻻﺷ ّ ﻞ ﻟﻪ ﻓﻰ هﺬﻩ اﻟﻤﻘﺎم. ى دﺧ ٍ ﺏﻴﻨﻬﻤﺎ15ﺕﻨﺎﻗﻀﺎ ،ﻟﻜﻦ ا ّ ﻗﻮﻟﻪ واﻇﻬﺮ ﻡﻨﻪ ﻡﺎ ﻋﺮّﻓﻪ) ٥٦اﻟﺦ( ، ٥٧هﺬا ایﻀﺎ ﻡﻤّﺎ ﻻ دﺧﻞ ﻟﻪ ﻓﻴﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﺏﺼﺪد ﻓﻴﻪ.٥٨ ي ﻓﺎیﺪة ﻟﻪ )اﻟﺦ( ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎ ّ ٥٩ ،ﻡﻨﺸﺎء ﻃﻠﺐ اﻟﻔﺎﺉﺪة اﻥّﻪ ﻟﻢ یﺒﺼﺮ او ﻟﻢ یﻔﻬﻢ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺪ ﺕﺤﻘﻴﻖ ﻡﺮاد ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ ،ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻓﻜﺎﻥّﻪ اراد ﺏﻴﺎن اﻻﺹﻄﻼح وﻗﺼﺪ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺮوایﺎت واﻻﺹﻄﻼح. ٤٧س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٤٧ن - : ٢ﻣﻦ. ٤٩س / : ٣یﻈﻬﺮ. ٥٠ن + : ٢ﺑﻬﺬا. ٥١س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٥٢س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٥٣س - : ٣اﻟﺦ. ٥٤س / : ٣اﻟﻨﺎﻇﺮ. ٥٥س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٥٦ن - : ٢ﻋﺮﻓﻪ. ٥٧س - : ٣اﻟﺦ. ٥٧س - : ٣ﺑﺼﺪد ؛ ن / : ٢ﺑﺼﺪدﻩ. ٥٩س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. 163 ﻗﻮﻟﻪ اﻡّﺎ ﻋﻘﻼ )اﻟﺦ( ٦٠ ،هﺬا یﻘﺘﻀﻲ ان یﺬآﺮ ﺏﻌﺪﻩ ،واﻡّﺎ ﻥﻘﻼ وﻟﻢ یﺬآﺮ ،ﻓﻬﻮ ﻡﻦ ﻏﺎیﺔ اﻟﻐﻔﻠﺔ ،ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. ﻗﻮﻟﻪ وﻗﺪ ﺏﻴﻨﺎ ﻓﺴﺎدﻩ )اﻟﺦ( ،٦١وﻗﺪ ﺏ ّﻴﻨّﺎ ﺏﻄﻼن ﺕﻮهّﻢ ﻓﺴﺎدﻩ ،٦٢ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. ﻗﻮﻟﻪ و ﻥﻘﻠﻨﺎ ﻋﻦ اﻟﻨﻬﺎیﺔ )اﻟﺦ( ، ٦٣ﻗﺪ ﺏﻴﻨّﺎ ﻋﺪم اﺱﺘﺨﺮاﺟﻪ آﻼم اﻟﻨﻬﺎیﺔ و ﺏﻠﻮﻏﻪ ﻓﻲ اﻟﻐﻔﻠﺔ اﻟﺒﻼدة اﻟﻨﻬﺎیﺔ ﺕﺪﺏﺮ ﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. و 5 ﻗﻮﻟﻪ او ﺡﺮّر ﺏﻌﺪ اﻟﻮﻻء ،آﻞ ذﻟﻚ ﺕﺨﻴّﻼت ﻓﺎﺱﺪة ﻗﺪ ﺕﺒﻴّﻦ ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻓﺴﺎدﻩ. ﻗﻮﻟﻪ ﻻ یﻈﻔﺮ ﺏﻪ )اﻟﺦ( ،٦٤آﺎﻥّﻪ ﻟﻢ ٦٥ یﺒﺼﺮ او ﻟﻢ یﻔﻬﻢ ﻡﺎ ﻥﻘﻞ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻋﻰ اﻟﺰﺏﺮاﻻرﺏﻌﺔ ،ﺕﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ. ﻗﻮﻟﻪ وﻟﻪ اﻟﻔﺎظ ﺁﺧﺮ رآﻴﻜﺔ )اﻟﺦ( ، ٦٦ﻻ رآﺎآﺔ ﻓﻰ ﻟﻔﻆ و ﻻﻏﺜﺎﺛﺔ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﺎﻩ ،واﻥﻤّﺎ یﺘﺮاء ﺏﺎن ﻟﻪ ٦٧10ﻟﺴﻮء ِﻡﺰَاﺟﻪ آﺎﻟﺨﻨﻔﺎء ،ﺕﺴﺘﻄﻴﺐ ٦٨ ریﺢ اﻟﻘﺴﺎ و ﺕﺴﺘﻘﺒﺢ ٦٩ ٧٠ ریﺢ اﻟﻮرد و اﻟﻤﺴﻚ و اﻟﻌﻨﺒﺮ ،و ﺕﻨﻔﺮﻋﻦ ﺱﺎﺉﺮاﻟﺮواﺉﺢ اﻟﻄﻴﺒﺔ وﺕﺤﺬر. ﻗﻮﻟﻪ وﻥﻌﻮذ ﺏ ﺎﷲ )اﻟ ﺦ( ، ٧١ﻟ ﻢ یﻨﻔﻌ ﻪ ه ﺬﻩ اﻻﺱ ﺘﻌﺎذة ﺏ ﻞ ﻟﻔ ﻰ ﺷ ّﺮ ﻥﻔﺴ ﻪ ،ﺡﻴ ﺚ اراد اﻟﺘﻔ ﻮّق ﻋﻠ ﻰ اﻻﻋﺎﻟﻰ واﻟﻐﻠﺒﺔ ،ﻓﺼﺎر ﺡﺎﻟﻪ ﺏﺤﻴﺚ آﺎن ﺿﺤﻜﺔ ﻻداﻥ ﻰ اﻟﻄﻠﺒ ﺔ ،ﻻﻥّﻬ ﻢ اﻃﻠﻌ ﻮا ﻋﻠ ﻰ أ ّﻥ ﻪ ﻟ ﻢ یﻔﻬ ﻢ ﺷﻴﺄ ﻡﻤّﺎ وﺹﻞ اﻟﻴﻪ ﻡﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻞ ﺡ ﺮّف َآِﻠ ًﻤ ﺎ ﻡﻨﻬ ﺎ ﻋ ﻦ ﻡﻮاﺿ ﻌﻬﺎ ﺏﺄﺱ ﻮء ﻋﺒ ﺎرة واﻗ ﺒﺢ ﻡﻘﺎﻟ ﺔ، یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ هﺬﻩ اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ. وﻟﻢ 15 ٦٠س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٦١س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٦٢ن / : ٢اﻟﻔﺴﺎد. ٦٣س - : ٣اﻟﺦ. ٦٤س، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٦٥س + : ٣یﺪر. ٦٦س ، ٣ن - : ٢اﻟﺦ. ٦٧س - : ٣ﻟﻪ. ٦٧ن / : ٢یﺴﺘﻄﻴﺐ. ٦٩ن / : ٢یﺴﺘﻘﺒﺢ. ٧٠ن / : ٢ﺑﺮیﺢ. ٧١س - : ٣اﻟﺦ. 164 V. HIZIRŞÂH’IN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻟﺨﻀﺮﺷﺎﻩ رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾ }ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{ 5اﻟﺤﻤﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴﻪ ،واﻟﺼﻼة ﻋﻠﻰ ﻥﺒﻴﻪ ،١ﻋﻘﺪ اﻟﻔﺎﺿﻞ ٢اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼ ﺪ وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ ،٣ﻓﻘﺎل؛ اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ ﺏﻴﺎن اﻡﻮر یﺘﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ، ﻡﻨﻬﺎ ان ﺡﺮ٤اﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻦ؛ ﻰ ﺱ ﺘﺔ اﺷ ﻬﺮ ﻡ ﻦ وﻗ ﺖ ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﻀ ّ اﺡﺪهﻤﺎ؛ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ ٥ر ّ اﻟﻨﻜﺎح و ٦اﻟﻌﻠﻖ او ﻡﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ .واﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻡ ﻦ ﻻ یﻜ ﻮن ﻓ ﻰ اﺹ ﻠﻪ رﻗﻴ ﻖ اﺹ ﻼ ،ﻓﻘ ﺎل ٧ ﺟﻌﻞ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻟﺤﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻋﺮف اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻥﻮع ﻏﺮاﺏ ﺔ وﺕﺠﺪی ﺪ اﺹ ﻄﻼح ،ﻻﻥ ﻪ ﻡﻌﺘ ﻖ ﻓﻰ 10 اﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼﺡﻬﻢ او اﻟﺤﺮ اﻟﻌﺎرﺿﻰ ﻟﺌﻼ یﻠﺰم اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﻓ ﻰ اﻻﺱ ﺘﻌﻤﺎل ﻻﺧ ﺘﻼف اﺡﻜﺎﻡﻬﻤ ﺎ ﻓﻰ ﺏﻌﺾ اﻟﻤﻮاﺿﻊ ،ویﺸﻬﺪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﺹ ﻄﻼﺡﻬﻢ ﻋﻠ ﻰ اﻥ ﻪ ﻻیﺸ ﺘﺮط اﻟ ﺪﻋﻮى ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ویﺸﺘﺮط اﻟﻌﺎرﺿﻰ ،وﻟﺌﻦ ﺹﺢ اﻃﻼق ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻴﻪ ﻓﻤ ﻦ ﺡﻜ ﻢ اﻟﻠﻐ ﺔ ﻻ ﻡ ﻦ ﺡﻜ ﻢ اﻻﺹ ﻄﻼح ﻟﻜﻮن اﻟﻤﻌﺘﻖ ﺡﺮّا ﺏﺎﻟﻌﺘﻖ ،وﻓﺮوﻋﺔ اﺡﺮارا ﺏﻬ ﺬا اﻟﻤﻌﻨ ﻰ ،وﻟﻬ ﺬا ﻟ ﻮ اﻃﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ و اری ﺪ ﺏ ﻪ اﻟﻤﻌﻨﻰ یﺮاد ﺏﻤﻌﺎوﻥﺔ ٨اﻟﻘﺮیﻨ ﺔ ،آﻤ ﺎ یﺸ ﻬﺪ ﻟ ﻪ ﻡﻈ ﺎن اﻥﺘﻘ ﺎل ٩اﻟﻤﺴ ﺘﺘﺒﻌﻴﺔ ١٠وﻻ یﻨﺼ ﺮف اﻟﻴ ﻪ هﺬا 15 اﻃﻼﻗﺎ، ن اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ وﻏﻴ ﺮﻩ ﻡﺒﻨ ﻰ ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ، وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل؛ ا ّ وزواﻟ ﻪ ﻓ ﺮع ﺛﺒﻮﺕ ﻪ ،و ﺛﺒﻮﺕ ﻪ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ ﻗﺒ ﻞ اﻻم ﻟﻤ ﺎ ﺕﻘ ﺮر ،ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم ،ﻓ ﺎذا واﻟﺤﺮیﺔ ١١وﻻیﺴﺮى ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ ا ّ یﻜﻮن ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ ق ﻻیﺘﺼﻮّرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ١٢یﺮ ّد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ وﺟﻮﻩ. ﻟﻢ 20 ١ش + : ٤و ﺁﻟﻪ. ٢ش : ٤ﻣﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو. ٣أ ،س / : ٢ﺗﺮﺗﻴﺐ. ٤س / : ٢ﺣﺮة. ٥أ / :ﻟﻨﻔﺴﻪ ؛ س / : ٢ﺑﻨﻔﺴﻪ . ٦س / : ٢او. ٧س / : ٢یﻘﺎل ؛ ش / : ٤اﻗﻮل. ٨أ / :ﻥﻤﻌﻮﻥﺔ. ٩أ ،ش / : ٤اﺱﺘﻌﻤﺎﻟﻪ ؛ س /: ٢اﺱﺘﻌﻤﺎل. ١٠أ / :ﺑﻤﺴﺘﺘﺒﻌﻴﺔ ؛ س / : ٢اﻟﻤﺴﺘﺘﺒﻌﺔ ؛ ش /: ٤ﻟﻤﺘﺘﺒﻌﻴﺔ. ١١أ / :اﻟﺤﺮیﺔ و اﻟﺮق. ١٢ي - : ٢وﻻء. 165 ن آﻮن ١٣زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻡﺒﻨﻰ اﻟﻮﻻء ،ﻟﻴﺲ ﻡﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ،ﺏ ﻞ اﻡﺎ اوﻻ :ﻓﻼ ّ هﻮ اﻟﻤﻔﻬﻮم ﻡﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺿﻤﻨﺎ ،ﻻﻥﻪ ﻗﺎل؛ و ﺱﺒﺒﻪ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ ،واﻟﻌﺘﻖ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﺛﺒ ﺎت اﻟﻘﻮة اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ وازاﻟﺔ اﻟﻀﻌﻒ اﻟﺸﺮﻋﻰ ﺏﺴﺒﺐ اﻟﺮق. واﻡ ﺎ ﺛﺎﻥﻴ ﺎ :ﻓ ﻼن ﻡ ﺎ ﺕﻤﺴ ﻚ ﺏ ﻪ ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ ،ﻟ ﻴﺲ ﺏﻜﻠ ﻰّ ،ﻻﻥ ﻪ یﺠﻮز 5ان یﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ویﻜﻮن اﻻم رﻗﻴﻘﺎ ﺏﺄن اﺱﺘﻮﻟﺪ ﺟﺎریﺘﻪ ،١٤ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﺡ ّﺮ وان ﻟ ﻢ ﺕﻜ ﻦ اﻻم ﺡ ﺮّة ،وآ ﺬﻟﻚ ﻟ ﻮ ﻗﺎﻟ ﺖ إﻡ ﺮأة ﻟﺮﺟ ﻞ ﺕﺰوّﺟﻨ ﻰ ،١٥ﻓ ﺎﻥﻰ ﺡ ﺮة ،١٦ﻓﺘﺰوّﺟﻬ ﺎ واﺱ ﺘﻮﻟﺪهﺎ ،ﺛ ﻢ ﻇﻬﺮ ١٧اﻥﻬﺎ آﺎﻥ ﺖ أﻡ ﺔ اﻟﻐﻴ ﺮ ،١٨ﻓ ﺎن اﻻم رﻗﻴ ﻖ واﻟﻮﻟ ﺪ ﺡ ﺮّ ،وآ ﺬﻟﻚ ١٩ﻗ ﺪ یﻜ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺡ ﺮّا ﻡ ﻦ اﻟﺰوﺟﻴﻦ رﻗﻴﻘﻴﻦ ،آﻤﺎ هﻮ اﻟﻤﺸﻬﻮر ،ﻓﻠﻤﺎ ﺟﺎز ان ﻻیﻜﻮن هﺬﻩ اﻟﺼﻮر ٢٠اﻟﻤﺬآﻮرة ﻡﻨﺪرﺟﺔ ﺕﺤ ﺖ اﻻﺹﻞ اﻟﻤﺘﻤﺴﻚ ﺏﻪ ،ﺟﺎز ان ﺕﻜﻮن ٢١اﻟﺼﻮرة اﻟﻤﺘﻨﺎزﻋﺔ ﺧﺎرﺟﻪ ﻋﻨ ﻪ ،ﻓﻼﺏ ّﺪ ﻡ ﻦ ﺏﻴ ﺎن اﻻﻥ ﺪراج ﺏﺎﻟﺨﺼﻮص ﻓﻲ اﻟﺤﻜﻢ اﻟﻤﺨﺼﻮص ،و ﻓﻲ ﻡﺠﻤﻊ اﻟﻔﺘ ﺎوى ﻟﺮﺟ ﻞ أﻡ ﺔ ﺕﺰوّﺟ ﺖ ﻡ ﻦ ﻋﺒ ﺪ ﺁﺧ ﺮ،٢٢ 10 ﻓﺎﻻوﻻد ﻟﻤﻮﻟﻰ اﻻب ،یﻔﻬﻢ ٢٣ﻡﻨﻪ ان ﻓﻴﻪ روایﺘﻴﻦ. واﻡ ﺎ ﺛﺎﻟﺜ ﺎ :ﻓﺈﻥ ﻪ یﻠ ﺰم ﻡ ﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ وﻻ یﺴ ﺮى ﻡﻠ ﻚ اﻻب اﻟ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ،ان ٢٤ﻻیﺜﺒ ﺖ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻠﻤﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﻡ ﻦ ﻡﻌﺘﻘ ﺔ ﺏﻌ ﺪ اﻟﻌﺘ ﻖ ﻟﻌ ﺪم ﺱ ﺮایﺔ اﻟﻤﻠ ﻚ ٢٥آﻮﻥ ﻪ ٢٦زاﺉ ﻼ ،وﻻ یﻌﻘ ﻞ ﺱﺮایﺔ اﻟﺰاﺉﻞ ﺏﻞ اﻟﺴﺮایﺔ ﻟﺤﻜﻤﻪ ،وهﻮ ﺡﻖ ٢٧اﻟ ﻮﻻء اﻟﻤﺴ ﺒّﺐ ﺏﻌﺘ ﻖ اﻻب ،ﻓﻈﻬ ﺮان اﻟﺴ ﺎریﺔ ﻓ ﻰ ﻡﺤ ّ ن اﻟﺴ ﺒﺐ ﺏ ﺎق ﻓ ﻰ ﻡﺤﻠ ﻪ ،واﻟﺴ ﺮایﺔ ﻟﺤﻜﻤ ﻪ ٢٩ی ﺪل ﻞ15اﻟﻨﺰاع واﻟﻤﺸﺘﻖ ٢٨ﻋﻠﻴ ﻪ ﺡﻜ ﻢ اﻟﺴ ﺒﺐ ،ﻻ ّ ن اﻟ ﻮﻻء ﻥﻔﺴ ﻪ ﻻ ی ﻮرث ٣٠ﺏ ﻞ ه ﻮ ﻟﻠﻤﻌﺘ ﻖ ﻋﻠ ﻰ ﺡﺎﻟ ﻪ ،ﻓﻴﻜ ﻮن ﻋﻠﻴ ﻪ ﻗ ﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﺤ ﻴﻂ؛ ا ّ ١٣ ١٤ ١٥ ١٦ ١٧ ١٧ ١٩ ٢٠ ٢١ ٢٢ ٢٣ ٢٤ ٢٥ ٢٦ ٢٧ ٢٧ ٢٩ ٣٠ ش / : ٤یﻜﻮن. ش - : ٤ﻩ. أ / :زوﺟﻨﻲ. أ / :ﺣﺮة. أ / :ﻇﻬﺮت. س / : ٢ﻟﻐﻴﺮ ؛ ش / : ٤ﻟﻠﻐﻴﺮ. ش / : ٤ﻟﺬﻟﻚ. أ ،ش / : ٤اﻟﺼﻮرة. س ، ٢ش / : ٤یﻜﻮن. ش - : ٤ﺁﺧﺮ. س / : ٢یﻌﻠﻢ. أ - :ان. أ + :ﺣﺎل. س ، ٢ش / : ٤ﻟﻜﻮﻥﻪ. ش / : ٤و ﻣﻮﺣﻖ. ش / : ٤اﻟﻤﺘﻔﻖ. س / : ٢ﺑﺤﻜﻤﻪ. س / : ٢یﺮث. 166 اﺱﺘﺤﻘﺎق اﻻرث ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ هﻮ ﻡﻨﺴﻮب اﻟﻴﻪ ﺡﻘﻴﻘﺔ ،ﺛﻢ یﺨﻠﻔﻪ ٣١اﻟﻴﻪ اﻗﺮب ﻋﺼﺒﺘﻪ آﻤ ﺎ یﺨﻠ ﻒ ٣٢ ﻋﺼﺒﺘﻪ ﻓﻰ ﻡﺎﻟﻪ ،٣٣ﻓﺒﻘﻰ ﺡﺪیﺚ ﺱﺮایﺔ اﻟﻤﻠﻚ ﺏﻤﺮاﺡﻞ.٣٤ واﻋﻠﻢ أ ّ ن ﻡﻦ ﻟﻪ ٣٥درﺏﺔ ٣٦ﻓﻰ ﻡﺪارج اﻻﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ ،ﻥﺠﺪ ٣٧هﺬا اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻡﻮاﺿﻊ. ﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﺒﻨﻮّة ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ اﻻب ،وﺱﺒﺐ ﺛﺒﻮت ٣٨اﻟﻨﺴﺐ ﻡﻨﻪ ،واﻟﺘﻮّﻟ ﺪ ﻡ ﻦ ن اﺏ ﻦ اﻻﺏ ﻦ ﺛﺎﺏ ﺖ ﻥﻄﻔﺔ5اﻻب ﻻ یﺴﺮى اﻟﻰ اﺏﻦ اﻻﺏﻦ ﺏﻞ اﻟﺴﺎرى ﺡﻜﻤﻪ ،وه ﻮ ﺛﺒ ﻮت اﻟﻨﺴ ﺐ ،ﻓ ﺎ ّ اﻟﻨﺴﺐ ﻡﻦ اﻟﺠﺪ وﺕﻮﻟّﺪﻩ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ اﺏﻴﻪ ﻻ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ ﺟﺪّﻩ ،وﻋﻠﻰ هﺬا ﻓﻠﺘﺴﺘﺨﺮج اﻟﻨﻈﺎﺉﺮ ،ﻓﺎن ﻗﻠ ﺖَ؛ ﻻﺏ ّﺪ ﻟﺴﺮایﺔ ٣٩ﺡﻜﻢ اﻟﻮﻻء ﻡﻦ ﻗﺎﺏﻠﻴﺔ اﻟﻤﺤﻞ ﻟﻪ ،واﻟﺤﺮ ﻡﻦ اﻻﺹ ﻞ ﻻ یﻘﺒ ﻞ اﻟ ﻮﻻء ،ﻓﻜﻴ ﻒ یﺴ ﺮى ن ٤٢ﻋﻠﺔ اﻻﺕﺼﺎل آﻤﺎ ﻓﻲ اﻟﻨﺎﻓﻠ ﺔ ، اﻟﻴﻪ ،ﻗﻠﺖُ؛ یﻜﻔﻰ ٤٠ﻟﻠﻘﺎﺏﻠﻴﺔ آﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺟﺰء ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ٤١ ،ﻻ ّ ﻓﺎن ﺱﺒﺐ ﺛﺒﻮت ٤٣اﻟﺠﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺎﻓﻠﺔ آﻮن اﻟﻨﺎﻓﻠﺔ ﺟ ﺰء اﻟﺠﺰﺉ ﺔ ،٤٤واﻟ ﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع ﻓ ﻼ ٤٥ یﺒﻌﺪ 10ان یﺴﺮى ﺡﻜﻢ اﻟﻮﻻء ﻡ ﻦ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ اﻟ ﻰ وﻟ ﺪﻩ ٤٦ﻟﺜﺒ ﻮت ﻥﺴ ﺒﻪ ﻡﻨ ﻪ ،وآ ﻮن اﻟ ﻮﻻء ﻓ ﻰ ﺡﻜ ﻢ اﻟﻨﺴﺐ ﺷﺮﻋﺎ ،ﻓﻴﺴﺮى آﺴﺮایﺘﻪ. وﺕﺤﺮی ﺮﻩ ،ان ﻥﺴ ﺐ اﻻب و ٤٧وﻻء ﻗﻮﻡ ﻪ ﺏ ﺎﻟﻘﻮة ﺛﺎﺏ ﺖ ﻓ ﻰ ﺡ ﺎل آ ﻮن اﻻب رﻗﻴﻘ ﺎ واﻻم ﺡﺮة ،ﻟﻜﻨﻬﻤﺎ ﻻ یﻈﻬ ﺮ ا ّ ن ﻟﻮﺟ ﻮد اﻟﻤ ﺎﻥﻊ ،وه ﻮ رﻗ ّﻴ ﺔ اﻻب ﻟﻜ ﻮن اﻻب ٤٨اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ﻡﻌ ﺪوﻡﺎ ﺡﻜﻤ ﺎ، ویﺘﺒﻌ ﻪ ٤٩اﻟﻮﻟ ﺪ ﻟ ﻼم ٥٠ﻓ ﻰ اﻟﺼ ﻮرة ﻥﺴ ﺒﺎ ﻟﻘ ﻮة اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻻم ﺏﺎﻟﻨﺴ ﺒﺔ اﻟ ﻰ اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ،وﻡ ﺎ اوﻗ ﻊ اﻟﻨﺎﻇﺮیﻦ ﻓ ﻰ اﻟﻤﻐﻠّﻄ ﺔ اﻻ ٥١ه ﺬﻩ اﻟﺼ ﻮرة ،ﻓﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴﻬ ﺎ ﺹ ﻮرة آ ﻮن اﻻﺏ ﻮیﻦ ﺡ ﺮیﻦ ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ 15 واﺹﻠﻴﺔ ،ﻓﺎﻡﺎ اﻟﻨﺴﺐ اﻟﺜﺎﺏﺖ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب واﺟﺒﺎ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻋﻠﻰ ﻋﻜﺲ ﻡﺎ اﻋﺘﺒﺮ ٥٢اﻟﺸﺮع. ٣١ ٣٢ ٣٣ ٣٤ ٣٥ ٣٦ ٣٧ ٣٧ ٣٩ ٤٠ ٤١ ٤٢ ٤٣ ٤٤ ٤٥ ٤٦ ٤٧ ٤٧ ٤٩ ٥٠ ٥١ ٥٢ أ ،س / : ٢یﺤﻠﻔﻪ. أ ،س / : ٢یﺤﻠﻔﻪ. س + : ٢ﻓﻲ ﺣﺎﻟﻪ. أ - :ﺑﻤﺮاﺣﻞ. ش / : ٤ﻻ. أ / :درﺟﺔ. أ / :یﺠﺪ ؛ س / : ٢ﺗﺠﺪ. ي - : ٢ل. أ - :ل. أ - :یﻜﻔﻲ ل. أ + :ﻻن ﻋﻠﺔ. ش + : ٤اﻟﺠﺰﺉﻴﺔ. ش + : ٤ﻥﺴﺐ. ش / : ٤ﻟﺠﺰﺉﻴﺔ. أ / :ﻓﻼ ﺑﺪ. أ / :اﻟﻮﻟﺪ. أ / :ﻓﻲ. ي + : ٢اﻻب. أ ،ش / : ٤ﺗﺒﻌﺘﻪ. أ ،ش / : ٤اﻻم. س / : ٢اﻟﻲ. أ ،س + : ٢ﻩ. 167 واﻟﺤﺎﺹﻞ اﻟﺤﺎﺱﻢ ﻡﺎدة هﺬا اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ هﻮ اﻥﻪ اذا آﺎن ﻟﻠﻤﻌﺘﻖ ﻋﺼﺒﺔ ﻥﺴﺒﻴﺔ آﺄﺏﻴ ﻪ اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﺟ ﺪ ﺹ ﺤﻴﺢ ،وأﺧﻴ ﻪ اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻟﻠﻮﻟ ﺪ ﻋ ﻢّ ،واﻻﺏ ﻦ اﻵﺧﺮاﻟﻤﻌﺘ ﻖ اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻟﻠﻮﻟ ﺪ أخ، ن اﻟ ﻮﻻء ﻡ ﻨﻬﻢ ٥٣آﻤ ﺎ یﺮﺛ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ آ ﺬﻟﻚ ﻋﺼ ﺒﺘﻪ اﻟﺴ ﺒﺒﻴّﺔ ٥٣ﺕ ﺮث ٥٤اذا ﻟ ﻢ ﺕﻮﺟ ﺪ ٥٥اﻟﻨﺴ ﺒﻴﺔ ،ﻻ ّ آﺎﻟﻨﺴﺐ ﺷ ﺮﻋﺎ ،ﻓ ﺎﻋﺘﺒﺮ ه ﺬا اﻻﺹ ﻞ اﻟﻤ ﺬآﻮر ﺏﺎﺹ ﻞ ﺟﺮّاﻟ ﻮﻻء ،ﻓ ﺈن ﺟ ﺮ اﻟ ﻮﻻء ٥٦ﻟ ﻴﺲ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ اﻥﻘﻼع اﻟﻮﻻء ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ واﻥﺘﻘﺎﻟﻪ اﻟﻰ ﺟﺎﻥﺐ ﺁﺧﺮ ﻻﺱﺘﺤﺎﻟﺔ ،هﺬا اﻻﻥﺘﻘﺎل ٥٧آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔ ﻰ ﺏ ﻞ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ 5 ﺧﺮوج ﻡﺎ ﻓﻰ اﻟﻘﻮة اﻟ ﻰ اﻟﻔﻌ ﻞ ﺏﺈزاﻟ ﺔ اﻟﻤ ﺎﻥﻊ ﻡ ﻦ اﻻب وه ﻮ اﻟ ﺮق ،ﻓﻈﻬ ﺮ ان ﺛﺒ ﻮت اﻟ ﻮﻻء آ ﺎن ﺏﺴﺒﺐ ﻇﻬﻮر اﻟﻨﺴﺐ اﻟﺜﺎﺏﺖ اوﻻ ،ﻓﺈذا ﺛﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﺏﺴﺒﺐ ﻇﻬ ﻮرﻩ یﻔﺴ ﺪ ﺿ ﻌﻔﻪ ،ﻓﻜﻴ ﻒ یﺤ ﺮم ﻗ ﻮم اﻟﻤﻌﺘﻖ ﻡﻦ ٥٨وﻻء وﻟﺪﻩ اﻟﺜﺎﺏﺖ اﻟﻨﺴﺐ ﺏﺪون ﺿﻌﻒ ﺱﺎﺏﻖ ،ویﺘ ﺮﺟّﺢ ٥٩ﻋﻠﻴ ﻪ ﻥﺴ ﺐ اﻻم اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻓﻰ ﻏﺎیﺔ اﻟﻀﻌﻒ. 10وﺕﻮﺿﻴﺤﻪ ٦٠ﺏﻌﺒﺎرة اﺧﺮى؛ ان ﻥﺴﺐ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﺏ ﻴﻦ رﻗﻴ ﻖ وﺡ ﺮة ﺛﺎﺏ ﺖ ﻡﻨﻬﻤ ﺎ ،ﻟﻜﻨ ﻪ ﻓﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺖ اﻟﻀ ﻌﻒ ﻟﻴﻜ ﻮن اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ﺏﻤﻨﺰﻟ ﺔ اﻟﻌ ﺪم ،وﻻ یﻈﻬ ﺮ اﺛ ﺮﻩ ﻟﻀ ﻌﻔﻪ ،واذا اﻋﺘﻖ اﻻب یﻜﻮن ﻥﺴﺒﻪ ﻗﻮی ﺎ ،وﻻ یﻌﺘﺒ ﺮ ﻥﺴ ﺐ اﻻم ﺡﻴﻨﺌ ﺬ ٦١ﻟﻜﻮﻥ ﻪ ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺔ اﻟﻀ ﻌﻒ ،ﻓﺎ ّﻡ ﺎ ﻗ ﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ وﻏﻴ ﺮﻩ؛ ان اﻟ ﻮﻻء ﻡﺒﻨ ﻰ ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻓ ﻴﻌﻢّ ،ﻟﻜ ﻦ ﻓ ﻰ ﻥﻔ ﺲ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻻ ﻓ ﻰ اوﻻدﻩ ،ﺏﻞ ﻡﺒﻨﻰ اﻟﻮﻻء ﻓﻰ اوﻻدﻩ اﻟﻨﺴﺐ. 15واﻡ ﺎ راﺏﻌ ﺎ :ﻓ ﺎن ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ﻓ ﺎذا ﻟ ﻢ یﻜ ﻦ ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم رق ﻻ یﺘﺼ ﻮرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ وﻻء، یﺨﺎﻟﻒ ٦٢ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮوح اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮهﺎ ،ﻓﺈﻥﻬﻢ ﻗﺎﻟﻮا واﺟﻤﻌﻮا ﻋﻠﻰ اﻥﻬﻤ ﺎ ان آﺎﻥ ﺎ ﻡﻌﺘﻘ ﻴﻦ او آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻻم ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻة او آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺒﻌﺎ ﻟ ﻼب ،وﺟ ﻪ اﻻﺱﺘﺨﺮاج ﻡﻨﻪ ان ﻡﻦ ﺷﺮط ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت ان ﻻ یﻜﻮن ﻓﻴﻪ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ. ﻓﻤﻌﻨﻰ اﻟﻘﺴﻢ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺡﻴﻨﺌﺬ ٦٣ان ﺕﻜ ﻮن ٦٤اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ،وآ ﺬا یﺨ ﺎﻟﻒ ﺹ ﺮیﺢ ﻡ ﺎ ﻥﻘ ﻞ ﺏﻌﺾ ﺷ ﺮوح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ ٦٥اﻟﺼ ﻐﻴﺮ ،وه ﻮ اﻥ ﻪ ﻗ ﺎل؛ اذا آ ﺎن اﻻﺏ ﻮان ﻋ ﺮﺏﻴﻴﻦ ﻻ وﻻء ٦٦ﻻﺡ ﺪ، ﻡﻦ 20 ٥٣ ٥٣ ٥٤ ٥٥ ٥٦ ٥٧ ٥٧ ٥٩ ٦٠ ٦١ ٦٢ ٦٣ ٦٤ س / : ٢هﻢ ؛ ش / : ٤ﻓﻬﻢ. أ / :اﻟﻨﺴﺒﻴﺔ. أ / :یﺮث. س ، ٢ش / : ٤یﻮﺟﺪ. س - : ٢ﻓﺈن ﺟﺮ اﻟﻮﻻء. أ - :اﻻﻥﺘﻘﺎل. أ ،س ، ٢ش / : ٤ﻋﻦ. أ / :و ﺗﺮﺟﺢ ؛ ش / : ٤و یﺮﺟﺢ. ش / : ٤یﻮﺽﺤﻪ. أ ،س / : ٢ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺣﻴﻨﺌﺬ". س + : ٢ﻣﻮﻟﻲ اﻟﻤﻮاﻻت. س ، ٢ش / : ٤ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺣﻴﻨﺌﺬ". س ، ٢ش / : ٤یﻜﻮن. 168 ن ن اﻟﻌ ﺮب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ ،وان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻮﻟﻰ ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻻ ّ ﻻّ اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻب ﻓ ﻰ اﻟ ﻮﻻء آﻤ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ ،ﻓﺘﺒ ﻴّﻦ ﻡ ﻦ ﺟﻤﻠ ﺔ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ؛ ان ﺱ ﺒﺐ اﺱ ﺘﺤﻘﺎق إرث اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ ﻋﻠ ﻰ وﻟ ﺪ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﺏﺜﺒ ﻮت ﻥﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﻻ ﺱ ﺮایﺔ اﻟﻤﻠ ﻚ واﻟ ﺮق اﻟﻴ ﻪ ،وﺱ ﺒﺐ اﺱ ﺘﺤﻘﺎق ﻡ ﻮﻟﻰ اﻟﻤﻌ ّﺘ ﻖ وﻋﺼ ﺒﺘﻪ إرث وﻟ ﺪ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﺏﺜﺒ ﻮت ٦٧ﻥﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ ﻡﻌﺘﻘ ﻪ ،وﻇﻬ ﺮان ق ﻓﻰ اﺹﻞ اﻟﻨﺴﺐ وان ﺏﻌﺪ ،وﻟﻬﺬا ﻟﻮ آﺎن اب اﻟﻮﻟﺪ اﻋﺘﺒﺎر اﻟﺮﻗﻴّﺔ ﻓﻰ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ اﻟﻰ وﺟﻮد اﻟﺮ ّ 5 ﺡﻴﺎ ﻡﻌﺘﻘﺎ یﺮث ﻡ ﻦ وﻟ ﺪﻩ ٦٨وان آﺎﻥ ﺖ اﻡ ﻪ ﺡ ﺮة ،ﻓ ﺈرث اﻻب ﻟﻨﺴ ﺐ وارث ﻡﻌ ِﺘ ﻖ اﻻب ﻟﻮﻻﺉ ﻪ، ﻟﻘﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺼ ﻼة واﻟﺴ ﻼم٦٩؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ اﻋﺘ ﻖ ،وﻟﻴ ﺖ ﻋﻠﻤ ﻰ ﻡ ﺎ اﻟ ﺬى ﻗﻄ ﻊ ه ﺬا اﻟ ﻮﻻء اﻟﻤﻨﺼﻮب وﻡﺎ اﻟﺬى دﻋﺎ اﻟﻰ ﺹﺮف اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ،ﻟﻬﺬا اﻟﻨﺺ ﻋﻨﻪ ٧٠و اﺕﺒﺎع اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ،وﻟﻢ یﻌﻜﺲ اﻻﻡﺮ ﻡﻊ ان اﻻﺹ ﻞ ﻋ ﺮض اﻟﻔ ﺮوع ﻋﻠ ﻰ اﻻﺹ ﻮل ﻋﻨ ﺪ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔ ﺔ و ﻗﺒ ﻮل اﻟﻤﻮاﻓﻖ و ر ّد اﻟﻤﺨﺎﻟﻒ. 10 ن اﻟﻠﻔﻆ اذا آﺎن ﻗﻄﻌﻴﺎ ﻓﻰ ﻡﻌﻨ ﻰ یﺠ ﺐ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﻈ ﺎهﺮ واﻡّﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل؛ ا ّ اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ ﻟﻪ وﻟﻐﻴﺮﻩ ،ﻓﻤﺴﻠّﻢ؛ اﻥﻪ اﺹﻞ یﺼﻠﺢ ان یﻜﻮن اﺱﺎﺱﺎ ﻟﻠﺒﻨﺎء ،ﻟﻜﻦ اﻟﻘﻄﻌﻴﺎت اﻥﻤﺎ هﻰ اﻟﻔﺎظ اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻠﻨﺼ ﻮص اﻟ ﻮاردة ٧١ﻓ ﻰ ه ﺬا اﻟﺒ ﺎب ،وه ﻲ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم٧٢؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ اﻋﺘﻖ وﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم٧٣؛ اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐ وﻗﻮﻟ ﻪ٧٤؛ ﻡ ﻮﻟﻰ اﻟﻘ ﻮم ﻡ ﻨﻬﻢ .واﻟﻈ ﻮاهﺮ اﻟﻤﺤﺘﻤﻠﺔ ﻟﻤﻌﻨﻰ ٧٥یﻮاﻓﻖ ﻡﻌﻨﻰ اﻟﻨﺺ ،و ﻟﻐﻴﺮﻩ اﻟﻔﺎظ اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻟﻤﻌﻨﻰ ٧٦اﻟ ﻨﺺ ﻇ ﺎهﺮا، 15 ن ﻟﻔﻆ اﻟﻴﺪایﻊ وه ﻮ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ،ﻓﺈﻥ ﻪ وان آ ﺎن ﻡ ﻦ اﻟﻔ ﺎظ اﻟﻌﻤ ﻮم ،واﻟﻌﻤ ﻮم اﻡﺎ اوﻻ :ﻓﻼ ّ هﻨﺎ ٧٧ﻡﺘﺤﻘﻖ ﺏﺈﻋﺘﺒﺎریﻦ؛ اﺡﺪهﻤﺎ :اﻥﻪ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻨ ﺎس ﻻ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب وﻻ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ،وﺛﺎﻥﻴﻬﻤ ﺎ: اﻥﻪ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ ،٧٨وﻟﻤ ﺎ ﻟ ﺰم اﻟﻤﺤ ﺬور ﻡ ﻦ اﻟﺤﻤ ﻞ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻻول ،وه ﻮ ﻟ ﺰوم ٦٥ ٦٦ ٦٧ ٦٧ ٦٩ ٧٠ ٧١ ٧٢ ٧٣ ٧٤ ٧٥ ٧٦ ٧٧ ٧٧ س - : ٢ال. س + : ٢ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ ؛ ش / : ٤ﻋﻠﻲ وﻟﺪهﺎ. ش - : ٤ب. أ - :ﻩ. أ ،ش - : ٤اﻟﺼﻼة ؛ س / : ٢ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم ". س / : ٢ﻋﻠﻴﻪ ؛ ش / : ٤ﻣﻨﻪ. س / : ٢ﻟﻠﻨﺺ اﻟﻮرد. س / : ٢ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم ". س / : ٢ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم ". أ ،ش + : ٤ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم. س / : ٢ﺑﻤﻌﻨﻲ. س / : ٢ﺑﻤﻌﻨﻲ. س ، ٢ش / : ٤هﻬﻨﺎ. ي - : ٢اﻻم. 169 ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻋﻤﻮم اﻟﻨﺺ ،وﺟ ﺐ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ،ﻟ ﺌﻼ یﻠ ﺰم اﻥﺘﺴ ﺎخ ٧٩ﻋﻤﻮﻡ ﻪ ﺏﻐﻴ ﺮ ٨٠ ﻥﺺ یﺼﻠﺢ ﻟﻠﻨﺴﺦ. ن اﻟ ﻮﻻء ﻋﺼ ﻮﺏﺔ ،واﻟﻌﺼ ﻮﺏﺔ واﻟﻈ ﺎهﺮ ان ﻡ ﺮاد ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﺒ ﺪایﻊ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ،ﻻ ّ ﻻیﺘﺤﻘﻖ ٨١ﺏﻘﺮاﺏﺔ اﻻم آﺬا ﻓﻰ اﻟﻜﻔﺎیﺔ ،ویﺪل ﻋﻠﻰ ان ﻡﺮادﻩ هﺬا اﻟﺤﻤﻞ ٨٢اﻥﻪ ﻗﺎل؛ وﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ﻋﻠﻰ5اﻡﻪ و ﻻ وﻻء ﻟﻮﻟﺪهﺎ ،ویﺆیﺪ ٨٣ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻡ ﺎ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم ،ﺛ ﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،و آﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻم ،٨٤اذا ﺕﺤﻘ ﻖ ه ﺬا یﻨﺒﻐ ﻰ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻃﻼﻗ ﺎت ﻏﻴ ﺮﻩ ،آﻤ ﺎ ارﺷ ﺪ اﻟﻴ ﻪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ ﻓ ﻰ ﺁﺧ ﺮ اﻟﻤﻘﺪﻡ ﺔ ،ﻓﻨﻘ ﻮل وﺏ ﺎﷲ اﻟﺘﻮﻓﻴ ﻖ ان ﺕﻮری ﺚ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻓ ﻰ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع ﻡﻔﻬ ﻮم ﻡ ﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ ن ﻓﻴﻪ ﻡﻦ اﻋﺘﻖ وﻡﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم٨٦؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ ﻡ ﻦ ﻟﺤ ﻢ اﻟﺴﻼم٨٥؛ اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ ،ﻻ ّ اﻟﻨﺴﺐ .٨٧10 ﻗ ﺎل ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﺷ ﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ؛ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ ان اﻥﺘﺸ ﺎر اﻟ ﻮﻻء ﻓ ﻰ اﻻﺹ ﻮل واﻟﻔ ﺮوع ﺷ ﺒﻪ ٨٨ اﻥﺘﺸﺎراﻟﻨﺴﺐ واﺧﺘﻼﻃﻪ ﺡﺘ ﻰ یﺼ ﻴﺮ آﺎﻟﺸ ﺊ اﻟﻮاﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ﺷ ﺪة اﻟﻤﺨﺎﻟﻄ ﺔ ٨٩آ ﺎﻟﺜﻮب اﻟﻤﻨﺴ ﻮج ﻡ ﻦ اﻟﺴﺪا واﻟﻠﺤﻤﺔ ،واﻡﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ ﻓ ﻴﻌﻢ ،٩٠وﻟﻜ ﻦ اﻟﻤﻔﻬ ﻮم ﻡﻨ ﻪ ان یﻜﻮن ﻓﻰ اﺡﺪ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ رﻗﻴﻖ اﻟﺒﺘﺔ وﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺐ اﻵﺧﺮ ﺡ ّﺮ او رﻗﻴﻖ ،وﻡﺎ ﺕﻜﻠّﻤﻨﺎ ﻓﻴﻪ ﻟﻴﺲ ﻡﻦ اﺡ ﺪ ق ﺏﻞ آﺎن و زال ،وﻋ ﺎد ﻗﻮﺕ ﻪ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﺧﺼﻮﺹ ﺎ ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﺎ اﺹ ﻄﻠﺤﻪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ ﻡ ﻦ ان اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ 15 ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء. ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ ان اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟﺔ ﻡﻦ اﻟﻤﺸﺎیﺦ ﻓﻰ ﺡﺎدﺛﺔ ﻻﺏ ّﺪ ان ﺕﻌ ﺮض ٩١ﻋﻠ ﻰ اﻻﺹ ﻮل و اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ ﺕﻠﻚ اﻟﺤﺎدﺛﺔ ،ﻓﺘﻘﺒﻞ اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻬﻤﺎ ٩٢وﺕ ﺮد اﻟﻤﺨﺎﻟﻔ ﺔ ،واﻟﺮوای ﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟ ﺔ ﻡﻨﻬﻢ ﻡﻄﻠﻘﺎ و ﻡﻘﻴﺪا ﻓﻰ ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﻡﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻠﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓ ﻰ ﺡﺎدﺛ ﺔ 20ﻡﻨﺪرﺟﺔ ﺕﺤﺘﻬﺎ ،واﻻﻥﺪراج یﻤﻨﻊ اﻟﻬﺠﺮ ،وهﻮ یﻤﻨﻊ اﻟﻌﻤ ﻞ واﻟﻘ ﻮل ﺏﻌﻤ ﻮم اﻟ ﻨﺺ ،وآﻼهﻤ ﺎ اﻟﻮﻻء ٧٩ش / : ٤اﻥﻔﺴﺎخ. ٨٠أ / :ﻟﻐﻴﺮ. ٨١أ / :ﺗﺼﻠﺢ ؛ ش / : ٤ﺗﺴﺘﺤﻖ. ٨٢س / : ٢اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ. ٨٣أ ،ش + : ٤ﻩ. ٨٤س - : ٢ﺙﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺣﺮاﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،و آﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺣﺮة اﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم.. ٨٥س / : ٢ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم" . ٨٦س / : ٢ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم". ٨٧ش / : ٤اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ. ٨٧س ، ٢ش / : ٤یﺸﺒﻪ. ٨٩أ / :اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ. ٩٠ش / : ٤ﻓﻨﻌﻢ. ٩١س / : ٢یﻌﺮض. ٩٢س / : ٢ﻟﻬﺎ. 170 ﺧﻼف اﻟﻤﻌﻬﻮد ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع ،ﻓﻴﻨﺒﻐ ﻰ ان ﺕﻜ ﺬیﺐ ٩٣اﻟﺘﻜﻠﻔ ﺎت اﻟﺪﻗﻴﻘ ﺔ ان ارﺕﻜ ﺐ ﻓ ﻰ اﻋﺒ ﺎء ٩٤ﺡﻤ ﻞ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ،ان اﻡﻜﻨﺖ واﻻ ﻓﺮدت ،.و اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ اﻟﺒﺎب ﻗﺪ ذآﺮﻥﺎهﺎ ،واﻡ ﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ ،ﻓﻠﻴﺲ ﻡﻦ اﻻﺧﺒﺎر اﻟﻮاردة ﻓﻰ ﺏﻴﺎن ﺡﻜ ﻢ اﻟ ﻮﻻء ،ﺏ ﻞ ه ﻮ وارد ﻟﺒﻴﺎن ﺡﺎل ٩٥اﻻرﻗﺎء واﻻﺡ ﺮار ﻓ ﻰ اﻟﺮ ّﻗ ّﻴ ﺔ واﻟﺤ ّﺮ ّی ﺔ ،وان اﺱ ﺘﻨﺒﻄﺖ ﻡﻨ ﻪ اﺡﻜ ﺎم ﺁﺧ ﺮ ،ﻟﻜ ﻦ ﻓﺮق5ﻡﺎ ﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﻴﻖ ٩٦ﻟﻪ اﻟﻜﻼم ﻗﺼﺪا و ﺏﻴﻦ ﻡﺎ یﺴﺘﺨﺮج ﻡﻨﻪ رأی ﺎ ،وا ّﻡ ﺎ اﻟﺮوای ﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟ ﺔ ﻡ ﻦ اﻟﻤﺸﺎیﺦ ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﺸﻬﻮرة ﺏﺎﻟﻜﺘﺐ اﻟﺤﻨﻔﻴﺔ اﻟﻤﺘﺪاوﻟﺔ ﺏﻴﻨﻬﻢ ﺕﺪاوﻻ یﺴﺘﺪل ﺏﻪ اﻟﻰ ﺡﺴﻦ ﻇﻨّﻬﻢ ﻟﻬ ﺎ و ﻗﺒﻮﻟﻬﻢ ﺏﻬﺎ ،ﻓﻤﻄﻠﻘﺔ وﻡﻘﻴ ﺪة .اﻡ ﺎ ﻡﻄﻠﻘ ﺎﺕﻬﻢ؛ ﻓﻤﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ ﻓ ﻰ اﻟﻔﺘ ﺎوى اﻟﻘﺎﻋﺪی ﺔ ﻡ ﺮوى وﻓ ﺎت ن ﻡﻌﺘ ﻖ اﺏﻴ ﻪ یﺎﻓ ﺖ ﻡ ﺎدرش ﻡﺎﻥ ﺪ وی ﺮاز ٩٧ادآﺘ ﺪﻩ ٩٨ی ﺮﺏﺶ ٩٩ﻓﺎﻟﺜﻠ ﺚ ﻟ ﻼم واﻟﺒ ﺎﻗﻰ ﻟﻠﻌﺼ ﺒﺔ ،ﻻ ّ آﻤﻌﺘﻘﻪ ،ویﻌﻠﻢ ﻡﻦ ﺕﻌﻠﻴﻞ اﻟﻘﺎﻋﺪیﺔ ﺡﺎل اﻃﻼﻗﺎت ﺏﺎﻗﻰ اﻟﻜﺘﺐ. 10وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ وﺟﻴﺰﺹﺎﺡﺐ اﻟﻮﺱﻴﻂ؛ وان ﻡ ﺎت اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻋ ﻦ ﺹ ﺎﺡﺐ ﻓ ﺮض وﻡﻌ ِﺘ ﻖ ﻓﻠﺼ ﺎﺡﺐ اﻟﻔ ﺮض ﻓﺮﺿ ﻪ واﻟﺒ ﺎﻗﻰ ﻟﻠﻤﻌ ِﺘ ﻖ ،وﻓﻴ ﻪ ایﻀ ﺎ واﻟ ﻮﻻء ﻟﻌﺼ ﺒﺔ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻻ ﻟﺼ ﺎﺡﺐ ن ﻡﻌ ِﺘ ﻖ اﻻب آﻤﻌ ِﺘ ﻖ اﻟﻮﻟ ﺪ ،آﻤ ﺎ اﻟﻔﺮض ،وﻡﻦ ﺏﻘﻰ ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﺹﺎﺡﺐ ﻓ ﺮض وﻡﻌ ِﺘ ﻖ ،ﻻ ّ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﻘﺎﻋﺪیﺔ. وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺨﻼﺹﺔ؛ آﻞ ﻡﻤﻠﻮك ﻋﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻚ ﻡﺎﻟﻜﻪ ،ﻓﻮﻻؤﻩ ﻟﻪ .وﻡﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ ﻓﻰ ﻡﺠﻤﻊ اﻟﻔﺘﺎوى؛ اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ .واﻡ ﺎ ﻡﻘﻴ ﺪایﻬﻢ ﻓﻤﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ ﻗ ﺎل ذآﺮ 15 ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴ ﺔ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ وإن ﻋﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺎن آﺎﻥ ﺖ اﻡ ﻪ ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ یﺠ ﻮز ان یﺜﺒ ﺖ ١٠٠ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟ ﻮﻻء اﻡ ﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم ،وان آ ﺎن اﻻب ١٠١ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب ،وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم. ن اب اﻟﻤﺪّﻋﻰ ه ﺬا، وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻔﺘﺎوى اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴﺔ ﻥﻘﻼ ﻡﻦ اﻟﻄﺤﺎوى؛ وﻟﻮ ﺷﻬﺪا ا ّ اﻋﺘﻖ20اب اﻟﻤﻴّﺖ هﺬا ،وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ ،ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘَﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا ،وهﻮ اﻟﻤﺪّﻋﻰ ،ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا ،وهﻮ اﻟﻤﻴﺖ ،وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ إﻡﺮأة ﺡﺮة ،ﻗﻀﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻠﻤﺪﻋﻰ. ٩٣ي / : ٢ﺗﻜﺬیﺐ ) اﺻﻠﻪ ﺗﺮﺗﻜﺐ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي(. ٩٤أ ،ش / : ٤اﻋﻴﺎء. ٩٥ش + : ٤ﻓﺮوع. ٩٦س / : ٢یﺴﺒﻖ. ٩٧أ / :و ﺑﺴﺮﺁ ؛ س ، ٢ش / : ٤و ﭘﺴﺮﺁ. ٩٧ي / : ٢ادآﺘﺪﻩ ) اﺻﻠﻪ زادآﻨﻨﺪﻩ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﺧﺮي(. ٩٩أ / :ﭘﺪرش ؛ س / : ٢ﺑﺪرش ؛ ش / : ٤ﺑﺬرش. ١٠٠س / : ٢یﻨﺴﺐ. ١٠١أ - :اﻻب. 171 وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﺠﺎﻡﻊ ١٠٢اﻟﺼﻐﻴﺮ ﻟﻠﻌﺘﺎﺏﻲ؛ وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ،ﻻ ّ ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ آﻤﺎ ١٠٣ﻓﻰ اﻟﺨﻼﺹﺔ. وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪایﺔ؛ او آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻻم ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤ ﻮاﻻة آ ﺎن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕﺒﻌ ﺎ ﻟﻼم ١٠٤واﻡّﺎ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻡﻦ اﻟﺮوایﺎت ١٠٥ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﺤﺴﺐ اﻟﻈﺎهﺮ. 5ﻓﻤﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺢ رﺷﻴﺪاﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح ﻗ ﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﺘﻜﻤﻠ ﺔ؛ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب وﻡﻮاﻟﻰ اﻻم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ اﻟ ﻲ ﺁﺧ ﺮ ،١٠٦ﺡﻴ ﺚ ﻗ ﺎل اﻟﺸ ﺎرح اراد ﺏﻬ ﺬا ان یﻜ ﻮن ن اﻻم اذا اﻻم ﻡﻮﻻة ،ﻻﻥّﻪ ١٠٧ﻟﻮآﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ ١٠٨وﻻء ،ﻻ ّ آﺎﻥ ﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ یﺘﺒﻌﻬ ﺎ ،واﻻب اذا آ ﺎن ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ وﺕﺒﻌ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ، ن اﻟﻌ ﺮب ﻻیﺠ ﺮى واﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ آﻠﺤﻤ ﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ،واﻟﻤ ﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨ ﺎ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ان یﻜ ﻮن ﻋﺮﺏﻴ ﺎ ،ﻻ ّ ﻋﻠﻴﻪ ر 10قّ ،اﻗﻮل؛ یﻤﻜﻦ ان یﺮاد ١٠٩ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻓﻰ ﻗﻮل اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى اﻟﻮﻻء اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ ﻗﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ ى ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻟﻤ ﺎ ﺛﺒ ﺖ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ ،وهﻮ اﻟﻮﻻء اﻟﻤﻘﻀﻰ ﺏﻪ ١١٠ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ،ا ْ وﻻء ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ اﻻم ،ﺏ ﻞ ه ﻮ اﻗ ﺮب ﻟﻜﻮﻥ ﻪ ﺷ ﺮﻃﺎ ١١١ﻟ ﻪ ،وآﻴ ﻒ ١١٢واذا ﻟ ﻢ یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ یﻜ ﻮن ١١٣ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ،ﻟﻤﺎ ﺟﻌﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺹﻮرة اﻻﺕﻔﺎق ١١٤ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ آﺎﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ وﺏﻴﻦ ١١٥اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ،ﻻﻥّﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻻء ﻓﻴﻬ ﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻب ﻡ ﻊ ان اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ﻓ ﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ. 15 ﺛﻢ اﻟﻌﺠﺐ آﻞ اﻟﻌﺠ ﺐ؛ ان ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ یﺠﻌ ﻞ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﺏ ﻴﻦ واﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ وﺏ ﻴﻦ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻘﻮم اﻻب ،وﻟﻢ ﻥﺠﻌﻞ ﻥﺤﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡﻦ اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺏﻴﻦ اﻟﻌﺠﻤﻴ ﺔ ﺕﺎﺏﻌ ﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻب ،آﻤ ﺎ ه ﻮ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع ،ﻻ ّ ن اﻻﺹ ﻞ ان ن ﻏﻴ ﺮ اﻟﻌ ﺮب ﻋﺠ ﻢ ، ١١٦ﺏﻘ ﻰ اﻟﻜ ﻼم ﻓ ﻲ ا ّ ١٠٢ ١٠٣ ١٠٤ ١٠٥ ١٠٦ ١٠٧ ١٠٧ ١٠٩ ١١٠ ١١١ ١١٢ ١١٣ ١١٤ ١١٥ ١١٦ س - : ٢ال. ش / : ٤آﺬا. ي / : ٢اﻻم ،ﻟﻜﻦ اﺻﻠﻪ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﺧﺮي ’ اﻻب’. أ - :اﻟﺮوایﺎت. أ ،س ، ٢ش / : ٤اﻟﺦ ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "اﻟﻲ أﺧﺮﻩ". ش / : ٤ﻻﻥﻬﺎ. س / : ٢ﻣﻨﻬﺎ. أ / :یﻜﻮن اﻟﻤﺮاد. أ / :اﻟﻤﻘﻲ ﻟﻪ ؛ ش / : ٤اﻟﻤﻘﺘﻀﻲ ﺑﻪ. ي / : ٢ﺵﺮﻃﺎ ،ﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ هﺬﻩ اﻟﻜﻠﻤﺔ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي "ﺵﺮﺣﺎ". ش + : ٤ﻻ. أ - :یﻜﻮن. س / : ٢اﻻﻥﻔﺎق. أ - :ﺑﻴﻦ واﺣﺪ ﻣﻦ اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺑﻴﻦ ،یﻮﺟﺪ ﻣﻜﺎﻥﻪ ﻣﻦ. س / : ٢ﻋﺠﻤﻲ. 172 اﻟﻤﻌﺮّف اذا اﻋﻴﺪ ﺏﺎﻟﻤﻨﻜّﺮ آﺎن اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻏﻴ ﺮ اﻻول ،ﻗﻠﻨ ﺎ؛ ان ه ﺬﻩ اﻟﻘﺎﻋ ﺪة ﻏﻴ ﺮ ﺕﺎﻡ ﺔ آﻤ ﺎ ﺕﺤ ّﻘ ﻖ ١١٧ ﻓﻰ ﻡﻮﺿﻌﻪ. و یﺮﺷﺪك اﻟﻰ ه ﺬا اﻟﻤﺤ ﻞ اﻟﻤﻨﺠ ﻰ ﻋ ﻦ اﻋﻴ ﺎ ١١٨اﻟﺘﻜﻠﻔ ﺎت ﻓ ﻰ اﻻی ﺮادات واﻻﺟﻮﺏ ﺔ اﻟﺘ ﻰ یﺮى ﻓﻴﻬﺎ ﻡ ﺎ ی ﺮى روای ﺔ ﻡﻨﻴ ﺔ اﻟﻔﺘ ﺎوى ،وه ﻰ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ١١٩ا ّﻡ ﺎ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم ،ان آ ﺎن5اﻻب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب وآ ﺬا ان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻم، ١٢٠ﺡ ّﺮ اﻻﺹﻞ ﻻ یﺠﺮى ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ. ﻓ ﺎﻋﻠﻢ ان اﻟ ﺬهﺎب اﻟ ﻰ ه ﺬا اﻟﻤ ﺬهﺐ اﻟﻀ ﻌﻴﻒ وﺕﺼ ﻮیﺮﻩ ﺏﺼ ﻮرة یﻜ ﻮن ﻟﻘ ﻮة اﻟﻘ ﻮة ١٢١ اﻟﻤﺼﻮّرة ،ویﻜﻮن آﻤﺎ ﺡﻜﻰ ﻋﻦ اﻻﻡﺎم اﻟﺸﺎﻓﻌﻰ رﺡﻤ ﻪ اﷲ ﻓ ﻰ وﺹ ﻒ ﻓﻀ ﻞ اﻋﻈ ﻢ اﻻﺉﻤ ﺔ اﺏ ﻰ ن اﺏﺎ ﺡﻨﻴﻔ ﺔ آ ﺎن رﺟ ﻼ ﻟ ﻮ ادّﻋ ﻰ ان ه ﺬا اﻟﺤﺠ ﺮ ذه ﺐ یﺤ ﺞ ﺡﻨﻴﻔﺔ رﺡﻤﻪ اﷲ ١٢٢ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ا ّ ١٢٣ ﻋﻠﻴﻪ10. وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم اﻟﺴﺮﺧﺴﻰ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ؛ ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة ١٢٤وﻻ وﻻء ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،یﻘﺎل؛ ﻓﻴﻪ ﻇﺎهﺮ ١٢٥ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ ان آﺎﻥﺖ ١٢٦اﻻم ﺡﺮة آﻮﻥﻬﺎ ﺡﺮة ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ،وﺏﻌﺪ ﻡﺎ آ ﺎن اﻻب ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ واﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ یﻜ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕﺎﺏﻌ ﺎ ﻟ ﻼب ﻻ ﻟﻼم،ﻻﻥ ﻪ ﻻ ﻥﺴﺐ ١٢٧ﻟﻼم ،ﻓﻴﻜﻮن اﺱﺘﺤﻘﺎﻗﺎ ١٢٩ﺏﺎﻟﻨﺴ ﺐ ﻻ اﻟ ﻮﻻء ،ﺏ ﻞ اﻟ ﻮﻻء ﻋﻠ ﻰ اﺏﻴ ﻪ اﻟﺴ ﺒﺐ اﻟﻤﻔﻀ ﻰ اﻟ ﻰ ن آﻼﻡﻪ ﻟﻴﺲ ﺏﺤﻤﻞ اﻟﺘﺮدّد ،ﻓﻴﺤﺘﺎج اﻟﻰ اﻟﺘﺮدیﺪ اﻟﻤﺬآﻮرﻓﻴﻪ او اراد ﺏ ﺎﻟﺤﺮة 15ﺏﻨﺴﺒﻪ ،ﻓﻈﻬﺮا ّ اﻻرث اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ویﺒﻘ ﻰ اﻟ ﻮﻻء اﻟﻤﻨﻔ ﻰ ﻋ ﻦ ﻗ ﻮم اﻻب ،آﻤ ﺎ ﺱ ﺒﻖ اﻟﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ ﻟﻠﺨ ﻼص ﻋ ﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔ ﺔ اﻟﻨﺼﻮص و ارﺕﻜﺎب اﻟﺘﻜﻠﻔﺎت. ﺤ ﱠﺰ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان ﻡﺎ هﻮ ﻇﺎهﺮﻓﻲ ﻡﻌﻨﻰ ،یﺠ ﺐ ردّﻩ اﻟ ﻰ واﻟﻔﺎﺿﻞ ﺱﻠﻤﻪ اﷲ ١٣٠اﺹﺎب اﻟ َﻤ َ ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ ،ﻟﻜﻦ هﺬا اﻻﺹﻞ ﻟﻨﺎ ﻻ ﻋﻠﻴﻨﺎ ،آﻤﺎ اﻥﺠﻠﻰ ﻓﻰ ﺕﻘﺴﻴﻤﻪ اﻟﺤﺮاﻻﺹﻠﻰ اﻟ ﻰ اﻟﻘﺴ ﻤﻴﻦ ١١٧ ١١٧ ١١٩ ١٢٠ ١٢١ ١٢٢ ١٢٣ ١٢٤ ١٢٥ ١٢٦ ١٢٧ ١٢٩ ١٣٠ أ ،ش / : ٤ﺣﻘﻖ. أ ،ش / : ٤اﻋﺒﺎء ؛ س / : ٢اﺣﻴﺎء . س + : ٢اﻣﺎ. ن. أ ،ش + : ٤ﻻ ّ ﻦ. أ - :اﻟﻘﻮة ؛ س / : ٢اﻟﻘ ّ س - : ٢اﷲ ؛ ش - : ٤اﺑﻰ ﺣﻨﻴﻔﺔ رﺣﻤﻪ اﷲ. ش / : ٤ﻟﺤﺠﺞ. ي - : ٢و اﻟﺐ ﻣﻌﺘﻘﺎ . ي - : ٢ان اﻟﻤﺮاد ؛ س /: ٢ﻇﻬﺮ. أ / :آﺎن. س / : ٢یﻨﺴﺐ. ي - : ٢اﻻب. س - : ٢ﺱﻠﻤﻪ اﷲ. 173 ن اﻟﻤﻨﻘﺴ ﻢ اﻟ ﻰ اﻟﻘﺴ ﻤﻴﻦ ١٣١ﻓ ﻰ اﺹ ﻄﻼﺡﻬﻢ اﻟﺤ ﺮﻻ اﻟﻤ ﺬآﻮریﻦ ﻓ ﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡ ﺔ ،ﻥ ﻮع ﻏﺮاﺏ ﺔ ،ﻻ ّ ﻰ او اﻟﺤﺮاﻻﺹ ﻠﻰ ،آﻤ ﺎ ﻻ یﺨﻔ ﻰ ﻋﻠ ﻰ ﻡﺘﺘﺒﻌ ﻰ آﻼﻡﻬ ﻢ ،ﻻﻥﻬ ﻢ یﻘﻮﻟ ﻮن اﻟﺤ ﺮ ا ّﻡ ﺎ ﺡﺮّاﺹ ﻠ ّ ﺡﺮّﻋﺎرﺿ ﻰّ ،ویﺠﻌﻠ ﻮن اﻻﺹ ﻠ ّ ﻰ ﻡﻘ ﺎﺏﻼ ﻟﻠﻌﺎرﺿ ﻰّ ،واﻟﻌﺎرﺿ ﻰ ﺕ ﺎرة اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ١٣٢ﺱ ﻮاء آ ﺎن ن اﻟﻤﻌﻨ ﻰ ﻡ ﻦ اﻟﺤﺮاﻻﺹ ﻠﻰ ﻋﺮوض اﻟﺤﺮة ﻟﻪ ١٣٣ﻟﻨﻔﺴ ﻪ او ﻻب ﻡ ﻦ ﺁﺏﺎﺉ ﻪ او ا ّم ﻡ ﻦ أﻡﻬﺎﺕ ﻪ ،وﻻ ّ آﺎن ﺡﺮا ﻡﻦ اﺹﻠﻪ ﺏﻤﻌﻨﻲ ان ﻻ یﻜﻮن ﻓﻲ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ ،و ﻡﻦ اﻟﺤﺮاﻟﻌﺎرﺿ ﻲ ﻡ ﻦ یﻜ ﻮن ﻓ ﻲ ﻡﻦ 5 ﻻ ق او ﻥﻔﺴﻪ ﺱﺎﺏﻘﺎ ،وﻟﻬﺬا ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ،وان ﺏﻌﺪ اﻻب اﻟ ﺬى ﻋ ﺮض ﻟﻨﻔﺴ ﻪ اﻟﺤﺮی ﺔ ا ّ اﺹﻠﻪ ر ّ ان ﻡﻨﺸﺎء اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﻓﻴﻪ ﺹﺤﺔ اﻃﻼق ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﻟﻐﺔ ،آﻤﺎ ﻥﺒّﻬﻨ ﺎ ١٣٤ﺱ ﺎﺏﻘﺎ ،آﻤ ﺎ یﻘﺎل ﻓﻰ اﻡﺜﺎﻟﻪ ر ّ ق اﻟﺰﺟﺎج و رﻗّﺖ اﻟﺨﻤﺮ ﻓﺘﺸﺎآﻼ وﻡﺘﺸﺎﺏﻪ ١٣٥اﻻﻡﺮ. وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮاﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ ﺏﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼ ﺮﻩ اﻟﻤﺘﺸ ﻬﺮ ﺏﺎﻟﻤﺴ ﻌﻮدي ،ﺡﻴ ﺚ ﻗ ﺎل؛ ﻡ ﻦ ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻﺡﺪ ،ﻓﻠﻪ ان یﻮاﻟﻰ ﻡﻦ ﺷﺎء ،ﺟﻮاﺏ ﻪ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ ﻓ ﻰ آ ﻼم اﻟﺴﺮﺧﺴ ﻰ ﻡ ﻦ آﺎن 10 اﻥﻘﻄﺎع اﻋﺘﺒﺎر اﻟﻮﻻء ﻋﻦ ﻗ ﻮم اﻻب واﻋﺘﺒ ﺎر ١٣٦اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ ١٣٧اﻡﺜ ﺎل ه ﺬﻩ اﻟﺼ ﻮر ١٣٨او یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻰ ا ّ ن ﻻ وﻻء ﻋﺘﺎﻗﺔ ﻓﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ایﻀ ﺎ ﺡﺘ ﻰ ی ﻮاﻟﻰ ١٣٩ﻡ ﻦ ﺷ ﺎء ،واﻟﻤﺘﻮ ّﻗ ﻊ ﻡ ﻦ ﻓﻀ ﻠﻪ ﻡ ّﺪ ﻇﻠّﻪ ١٤٠ان ﻻ یﺤﻤﻞ إﻡﺮأة ﺡﺮة ﻡﻦ ﻟﻔﻆ اﻟﻄﺤﺎوى ﻋﻠﻰ اﻟﺤﺮة ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ،وهﻮ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ن اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻡﺘﺒﺎدرﻡﻨﻪ ،واﻗﻠﻪ اﻥﻪ یﺤﺘﻤﻠﻪ ،وﻡﻊ ﺏﻘﺎء هﺬا اﻻﺡﺘﻤ ﺎل آﻴ ﻒ ﻡﻊ ا ّ یﺜﺒﺖ15ﻡﺪﻋﻰ هﺬا اﻟﻤﺪﻋﻰ ،ویﻌﻄﻰ اﻟﻤﻴﺮاث ﻋﻠﻰ ﻡﺎ اﺧﺘﺎرﻩ ١٤١اﻟﻔﺎﺿ ﻞ ،ﻻ ّﻥ ﻪ ﻻ ی ﺮث ﺡﻴﻨﺌ ﺬ،١٤٢ ﺏﻞ ﻡﺮاد اﻟﻤﺪﻋﻰ ﻡﻦ اﻡﺮاة ﺡﺮة اﻥﻬﺎ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺄﻡﺔ ،آﻤﺎ اﻥﻬﺎ اﻟﻤﻘﺎﺏﻠﺔ ﺏﻬﺎ اذا اﻃﻠﻘﺖ ،ﻻﻥﻬﺎ ﻟ ﻮ آﺎﻥ ﺖ ن اﻟﻌﺒ ﺪ وﻡ ﺎ یﻤﻠﻜ ﻪ آ ﺎن أﻡﺔ ﻻ یﺜﺒﺖ ﻡﺪﻋﺎﻩ ﻟﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ رﻗﻴﻘﺎ ،وﻻ یﻜﻮن اﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻪ ﺡﻴﻨﺌﺬ ،١٤٣ﻻ ّ ﻟﻤﻮﻻﻩ ،اﻡّﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة ﻡﻄﻠﻘﺔ ﻓﻤﻴﺮاﺛﻪ ﻟﻪ ویﺜﺒﺖ ﻡﺪﻋﺎﻩ ،ﻓﻠﻴﺘﺪﺏّﺮ وﻟﻴﺘﻤﺴّﻚ ﺏﺰیﻞ ١٤٤اﻟﻌﺪل. ١٣١أ ،س - : ٢ال. ١٣٢أ ،س ، ٢ش / : ٤ﻟﻠﺮﻗﻴﻖ. ١٣٣أ - :ﻟﻪ. ١٣٤أ / :ﻥﺒﻬﻨﺎﻩ ؛ ش / : ٤ﻥﺒﻬﻨﺎك. ١٣٥أ / :ﻓﺘﺸﺎﺑﻬﺎ و ﺗﺸﺎآﻞ اﻻﻣﺮ. ١٣٦أ - :ﻣﻦ اﻥﻘﻄﺎع اﻋﺘﺒﺎر اﻟﻮﻻء ﻋﻦ ﻗﻮم اﻻب واﻋﺘﺒﺎر. ١٣٧ش / : ٤ﺑﺎﻟﻨﺴﺐ ﺣﻴﻨﺌﺬ. ١٣٧أ ،ش / : ٤اﻟﺼﻮرة. ١٣٩س/ : ٢یﻮاﻟﻲ. ١٤٠س / : ٢ﻣﺪﺧﻠﻪ. ١٤١أ / :اﺵﺎرﻩ. ١٤٢س / : ٢ح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "ﺣﻴﻨﺌﺬ". ١٤٣س / : ٢ح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "ﺣﻴﻨﺌﺬ". ١٤٤ش / : ٤اﻟﺬیﻞ. 174 ﻗﺎل ﺱﻠّﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ١٤٥؛ واﻡّﺎ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ ١٤٦ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ ١٤٧اﻟﺼ ﻐﻴﺮ ن ﻟﻠﻌﺘّﺎﺏﻰ ،ﻓﺎﻥ ﻪ ﻗﻴ ﻞ ﻓﻴ ﻪ؛ ﻓﻠ ﻮ آ ﺎن اﺏ ﻮاﻩ ﻋ ﺮﺏﻴّﻴﻦ ﻻ اﺱ ﺘﺮﻗﺎق ١٤٨ﻓ ﻼ وﻻء ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻻﺡ ﺪ ،ﻻ ّ اﻟﻌﺮب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ،ﻻﻥﻪ ﻻ اﺱﺘﺮﻗﺎق ﻋﻠﻴﻪ ،وآﺬا اذا آﺎﻥﺎ ﻥﻄﻨﻴّﻴﻦ ﺡﺮّیﻦ ﻡ ﻦ اﻻﺹ ﻞ ،و آ ﺬﻟﻚ اذا آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﺏﻨﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻻﻥّﻪ یﺘﺒ ﻊ اﻻب ،وان آﺎﻥﺖ 5اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ او ﺏﻨﻄﻰ اﺱﻠﻢ و واﻟﻰ رﺟﻼ او آﺎﻥ ﺎ ﻡﻌﺘﻘ ﻴﻦ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻮﻟﻰ ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ١٤٩ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ ،ﺛ ﻢ ﻗ ﺎل؛ اﻗ ﻮل ﻓﻴ ﻪ ﺏﺤ ﺚ اﻟ ﻰ ﺁﺧ ﺮﻩ اﻻب ،ﻻ ّ ١٥٠ ﺕﺤﻘﻴﻘﺎﺕﻪ اﻟﻐﺮیﺒﺔ ١٥١اﻟﻰ اﻻﻟﻐﺎز ،١٥٢یﻘﻮل ١٥٣اﻟﻀﻌﻴﻒ وﺏﺎﷲ اﻟﺤﻮل واﻟﻘﻮة. آ ﻼم اﻟﺸ ﻴﺦ اﻟﻌﺘ ﺎﺏﻰ ﻡ ﺘﻦ ﻡﺘ ﻴﻦ وﺡ ﻖ ﻡﺒ ﻴﻦ ﻡﻮاﻓ ﻖ ﻟﻤ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﻜﺘ ﺐ اﻟﻤﻌﺘﺒ ﺮة ﻡ ﻦ اﻟﻬﺪای ﺔ واﻟﻜﻔﺎیﺔ وﻏﻴﺮهﻤﺎ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﺤﻨﻔﻴﺔ وﻡﻮاﻓﻖ ایﻀﺎ ﻟﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ اﻟﺘﻮریﺚ ﺏﺴﺒﺐ اﻟﻮﻻء، 10وهﻲ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم١٥٤؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ ﻡ ﻦ ﻟﺤ ﻢ ١٥٥اﻟﻨﺴ ﺐ وﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم؛ ﻡ ﻮﻟﻰ اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ ،واﻡّﺎ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻟﺮوایﺔ اﻟﻤﺒﺴﻮط ﻓﻤﻨﺸﺎؤهﺎ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻦ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ ١٥٦وﺏﻴﻦ اﺏﻰ یﻮﺱﻒ ،وﻡﺎ ذآﺮ ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﺒﺴ ﻮط رأى اﻻﻡ ﺎﻡﻴﻦ ،وﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ اﻟﻌﺘ ﺎﺏﻰ رأي اﺏ ﻰ یﻮﺱ ﻒ ،واﻡ ﺎ اﻃﻼق اﻟﻘ ﻮل ﻡ ﻦ ﻏﻴ ﺮ ذآﺮﻗﺎﺉﻠ ﻪ ،١٥٧ﻟﻜ ﻦ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺕﻀ ﻮا او ﺕﻘﻠ ﺪوا ﻓﻴ ﻪ ﻡ ﻦ اﻗ ﻮال اﻻﺉﻤ ﺔ ،آ ﺄﻥﻬﻢ یﺮون ان ﻻ ﻗﻮل ١٥٨ﻓﻴﻪ ﻏﻴﺮﻡﺎ ارﺕﻀﻮا ،١٥٩و اﻡﺎ ﻡﺨﺎﻟﻔﺘﻪ اﻟﺪرایﺔ ﺏﻤﺎ ذآﺮﻩ ﻡﻦ اﻟﺪﻟﻴﻞ وﻡﺎ یﺒﺘﻨﻰ ﻋﻠﻴﻪ15،ﻓﻘﺪ ﻋﺮف ١٦٠ﻡﺎ ﻓﻴﻪ ﻓﻼ یﻌﺎد ،ﺛﻢ یﻘﺎل؛ وﻟﺌﻦ ﺱﻠّﻢ ﺟﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮ ﻡﻦ اﻟﺤﻞ واﻟﻌﻘﺪ ،ﻟﻜﻦ ﻻﺏ ﺪ ﻡﻦ ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﻋﻠﻰ ﻡﺎ اﺹﻠﻪ اﻟﺨﺼﻢ ایﻀﺎ. ﻻّ ن ﺡﺎﺹﻞ آﻼﻡﻪ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﻤﻌﻨﻰ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﻏﻴﺮ ﻡﺎﻥﻊ ١٦١ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ،وﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ اﻟ ﺬى ذآ ﺮﻩ ﻡﺎﻥﻌ ﺎ ،وﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻰ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع ﺡ ﺮ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻻ ١٤٥س - : ٢ﺱﻠّﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش - : ٤ﺗﻌﺎﻟﻲ. ١٤٦أ / :اﻟﺘﺮﺗﻴﺐ. ١٤٧س - : ٢ال. ١٤٧ي + : ٢ﻻ اﺱﺘﺮﻗﺎق. ١٤٩س / : ٢اﻻم. ١٥٠ي + : ٢ﻩ. ١٥١ش / : ٤اﻟﻐﺮﺑﻴﺔ ؛ أ ،س ، ٢ش + : ٤اﻟﻘﺮیﺒﺔ. ١٥٢أ / :اﻟﻔﺎظ ؛ ش / : ٤اﻻﻟﻐﺎر. ١٥٣س / : ٢ﻥﻘﻮل. ١٥٤س / : ٢ع م ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم " ؛ ش + : ٤اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ و ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم. ١٥٥س / : ٢ﻟﺤﻤﺔ ؛ ش / : ٤آﻠﺤﻤﺔ. ١٥٦س + : ٢رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ. ١٥٧س ، ٢ش + : ٤ﻓﻤﻦ دأب اﻟﻤﺸﺎیﺦ و اﻟﻤﺆﻟﻔﻴﻦ ﻓﻲ آﺘﺒﻬﻢ آﻤﺎ ﻓﻲ ﺟﺎﻣﻊ اﻟﻔﺼﻮﻟﻴﻦ و ﻏﻴﺮﻩ یﺬآﺮون اﻟﺮأي ﻣﻦ ﻏﻴﺮ ذﻟﻚ ﻗﺎﺉﻠﻪ ؛ أ : +ﻓﻤﻦ دأب اﻟﻤﺼﻨﻔﻴﻦ و اﻟﻤﺸﺎیﺦ اﻟﻤﺆﻟﻔﻴﻦ ﻓﻲ آﺘﺒﻬﻢ آﻤﺎ ﻓﻲ ﺟﺎﻣﻊ اﻟﻔﺼﻮﻟﻴﻦ و ﻏﻴﺮهﻤﺎ یﺬآﺮون اﻟﺮأي ﻣﻦ ﻏﻴﺮ ذﻟﻚ ﻗﺎﺉﻠﻪ. ١٥٧أ / :اﻻﻗﻮال. ١٥٩س / : ٢اﻥﻔﻘﻮا. ١٦٠س / : ٢ﻋﺮﻓﺖ. ١٦١أ ،ش + : ٤ﻓﻲ. 175 ن اﻟﻔﻘﻬ ﺎء ١٦٢ﺟﻌﻠ ﻮا ﻏﻴ ﺮاﻻب اﻋ ﺎﺟﻢ ،واﻻﻋ ﺎﺟﻢ ﻡ ﻮاﻟﻰ ،واﻟﻤ ﻮاﻟﻰ ﻓ ﻰ ﺡﻜ ﻢ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ،ﻻ ّ اﻟﻌﺘﻘﺎء ،آﻤﺎ ذآﺮ ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﻥﻘ ﻼ ﻡ ﻦ اﻟﻤﻐ ﺮب؛ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ ﺏﻤﻌﻨ ﻰ ١٦٣اﻟﻌﺘﻘ ﺎء ،ﺡﺘ ﻰ ﻗ ﺎﻟﻮا اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ اآﻔّﺎء ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻟﺒﻌﺾ واﻟﻌﺮب اآﻔّﺎء ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻟ ﺒﻌﺾ ﺧﺼ ﻮﺡﺎ ﻓ ﻰ دیﺎرﻥ ﺎ اﻟﺘ ﻰ ه ﻰ داراﻻﺱ ﺘﺮﻗﺎق واﻟﺘﺴﺮّي ﻏﺎﻟﺒﺎ ،ﻓﻠﻤﺎ یﺒﻠﻎ اهﺎﻟﻴﻬﺎ اﻟﻰ اﻗﺼﻲ اﻻﺏﻮیﻦ اﻟﺤﺮیﻦ ﻻیﺮد ﻋﻠﻴﻬﻤﺎ وﻻء. 5آﻤﺎ ﻥﺒّﻪ اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﻴﻪ ١٦٤ﺏﻌ ﺾ اﻟﺘﻨﺒﻴ ﻪ ﻓ ﻰ دیﺒﺎﺟ ﺔ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻘﻮﻟ ﻪ؛ وﻟ ﺬﻟﻚ ١٦٥آﺜ ﺮت ﻓﻴﻬ ﺎ ﻦ ١٦٦ان اﻻﺹ ﻞ ﻟ ﻪ وﻡﻨ ﻊ اﻟﺴ ﺒﺎیﺎ واﻻرﻗ ﺎء ،ﻓﻜﺜ ﺮت ﺏﺎﻟﻀ ﺮورة اﻟﻤﺤ ﺮّرون و اﻟﻌﺘﻘ ﺎء ،وأﻇ ّ اﻟﺘﻌﺼّﺐ ﻋﻦ اﻟﺘﻔﻄّﻦ ﻋﻠﻰ آﻮﻥﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﻟﻜﺎﺕﺒﻪ اﻟﻀ ﻌﻴﻒ اﻋﺘ ﺮاض ١٦٧ﻓ ﻰ اﺹ ﻞ اﻟﻮاﻗﻌ ﺔ وه ﻮ ان ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻜﻔﺎیﺔ ﻗﺪ اﻋﺘ ﺬرﻋﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﺏ ﻲ ﺡﻨﻴﻔ ﺔ وﻡﺤﻤ ﺪ رﺡﻤﻬﻤ ﺎ اﷲ ،١٦٨إﻥﻬﻤ ﺎ ﺟﻌ ﻼ وﻻء اﻟﻮﻟ ﺪ ﻟﻘﻮم اﻻم ١٦٩اذا آﺎن ﺏ ﻴﻦ واﺡ ﺪ ١٧٠ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻲ و ﺏ ﻴﻦ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ،و ﻗ ﺎل ﻓ ﻲ اﻻﻋﺘ ﺬار؛ أن اﻟ ﻮﻻء ﻗ ﻮي10ﻡﻌﺘﺒ ﺮ ﻓ ﻲ اﻟﺜ ﺮع ،ﻓ ﺮﺟّﺢ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ﺏﻤﻘﺎرﻥ ﺔ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻬ ﺎ ،و١٧١اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻻم ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺔ اﻟﻀﻌﻒ ،ﻓﻼ یﻌﺘﺒﺮ ﺏﺎن یﻘﻮل ١٧٢آﻴﻒ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻡﻌﺘﺒ ﺮا ﻗﻮی ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع ،اذا آ ﺎن ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ﻡ ﻊ ﺿ ﻌﻴﻒ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻬ ﺎ ،ویﻜ ﻮن ﺿ ﻌﻴﻔﺎ ﻏﻴﺮﻡﻌﺘﺒ ﺮ اذا آ ﺎن ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻡ ﻊ ﻗ ﻮة اﻟﻨﺴ ﺐ ،١٧٣ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ ١٧٤اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ١٧٥ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎریﻦ وﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎر واﺡﺪ. 15 ١٦٢ش + : ٤رﺣﻤﻬﻢ اﷲ. ١٦٣أ - :ﺑﻤﻌﻨﻲ. ١٦٤أ / :اﻟﻴﻪ اﻟﻔﺎﺽﻞ. ١٦٥أ / :آﺬﻟﻚ ؛ س : ٢آﺬﻟﻚ و ﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺼﻮاب ﻟﺬﻟﻚ ﺗﺤﺖ اﻟﺴﻄﺮ. ﻦ. ١٦٦ي / : ٢اﻇﻦ و ﻟﻜﻦ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي ﻇ ّ ١٦٧ش / : ٤اﻋﺘﺮض. ١٦٨أ / :رح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ. ١٦٩س / : ٢اﻻب ) یﺠﺐ ان یﻜﻮن اﻻم(. ١٧٠ي - : ٢ﻥﺒﻄﻲ اﺱﻠﻢ و واﻟﻲ و ﺑﻴﻦ ﻣﻌﺘﻘﺔ ﻗﻮم و ﺟﻌﻼ وﻻء اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻب اذا آﺎن ﺑﻴﻦ واﺣﺪ )هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﻣﻮﺟﻮدة ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي(. ١٧١ش + : ٤اﻟﻮﻻء ﻓﻲ. ١٧٢ش / : ٤ﻥﻘﻮل. ١٧٣أ / :ﻓﻴﻬﺎ ؛ ش / : ٤ﻓﻴﻪ. ١٧٤ش / : ٤اﻟﻀﺎﺉﻔﺔ. ١٧٥س - : ٢اﻟﻀﻌﻒ. 176 VI. MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİNİN METNİ ﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻻﻋﺘﺮاض ﻋﻠﻲ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺪدر ﻓﻲ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء﴾ ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ 5اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى اآﺪم ﻋﺒﺎدﻩ اﻻﺧﻴﺎر ،ﺏﻘﻬﺮ اﻻﻋﺪاء واﻟﻐﻠﺒﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻔﺎر ،واﻥﻌﻢ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺠﺎهﺪیﻦ اﻻﺏﺮار ،ﺏﻨﻌﻤﺔ اﻟﻮﻻء واﻋﺎﻥﺔ اﻻﻥﺼﺎر ،واﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺧﺎﻃﺐ اﻟﻤﺆﻡﻨﻴﻦ اﻻیﺜﺎر ،ﺏﺎن ﻡﻦ اﻋﺘﻖ رﻗﺒﺔ ﻡﺆﻡﻨﺔ اﻋﺘﻖ اﷲ ﺏﻜﻞ ارب ﻡﻨﻬﺎ ارﺏﺎ ﻡﻨﻪ ﻡﻦ اﻟﻨﺎر ،وﻋﻠﻰ ﺁﻟﻪ اﻟﻄﻴﺒﻴﻦ واﺹﺤﺎﺏﻪ اﻃﻬﺎر اﻟﺬیﻦ هﻢ ﺏﻴﻦ اﻟﻨﺎس آﺮام و اﺡﺮار ،وﺏﻌﺪ ﻓﺎن اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﺸﺎﻡﻞ اﻟﻜﺎﻡﻞ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺏﻤﻮﻟﻰ ﺧﺴﺮو ﻗﺪ ذهّﺐ ﻡﺬهّﺒﺎ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ،ﺧﺮّﺟﻪ ﻡﻦ اﻗﻮال اﻟﻔﻘﻬﺎء ، وﺧﺎﻟﻒ ﻓﻴﻪ ﺱﺎﺉﺮاﻟﻌﻠﻤﺎء و ﻗ ّﺮرﻩ ﻓﻰ آﺘﺎﺏﻪ اﻟﻤﺴﻤﻰ ﺏﺎﻟﻐﺮر ،اﻟﻤﺸﺮوح ﺏﺸﺮﺡﻪ اﻟﻤﺮﺱﻮم ﺏﺎﻟﺪرر، 10 ﺏﻞ رﺕّﺐ ﻓﻴﻪ رﺱﺎﻟﺔ واﻃﻨﺐ ﻓﻴﻬﺎ ﻡﻘﺎﻟﺔ ،ﻓﻄﺎﻟﻘﻬﺎ و اوردت ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺕﻤﺴّﻚ ﺏﻪ ﻡﻦ اﻟﺮوایﺎت ،و اﻋﺮﺿﺖ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﺕﺸﺒّﺚ ﺏﻪ ﻡﻦ اﻟﺪرایﺎت ،و ﺡﻘّﻘﺖ اﻟﻤﺬهﺐ اﻟﻤﻨﺼﻮر ،ﺏﻤﺎ ﻓﻬﻤﺘﻪ ﻡﻦ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮهﺎ ﻡﻤّﺎ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻤﻤﻬﻮر ،ﺏﻘﺪراﻟﻮﺱﻊ واﻟﻄﺎﻗﺔ ﻡﻊ اﻟﻌﺠﺰ واﻟﻘﺼﻮر ،ﻋﻠﻲ ﻗﺼﺪ ان اﻋﺮض ﻡﺎ ﻻح ﺏﺎﻟﺒﺎل ﻋﻠﻲ ﺏﺎب ﻡﻦ ﺕﻢ ﻟﻪ اﻟﻔﻀﻞ و اﻟﻜﻤﺎل ،وﻟﺤﻤﻞ ﻓﻴﻪ اﻟﻘﺪرة واﻟﺠﺎد واﻟﺠﻼل، اﻋﻤﻞ15ﻋﻠﻤﺎء اﻟﻌﺼﺮ ﻓﻰ اﻻﻡﺼﺎر ،اﻓﻀﻞ ﻓﻀﻼء اﻟﺪهﺮ ﻓﻰ اﻻﻗﻄﺎر ،ان ﻟﻚ ﻡﻠﻚ اﻟﺤﻖ واﻟﺪار، اﻟﻨﺎﺹﺮ ﻻهﻞ اﻻﺱﺘﻘﺎﻡﺔ واﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ،ﻡﺒﻴّﻦ اﻟﺸﺮایﻊ واﻻﺡﻜﺎم ،ﻡﻤﻴّﺰ اﻟﺤﻼل ﻋﻦ اﻟﺤﺮام ،اﻋﺪل ﻋﺪول اﻟﺰﻡﺎن ،اﻡﺜﻞ ﻓﺤﻮل اﻻﻗﺮان ،آﺸﺎف ﻡﻌﻀﻼت اﻟﺪیﻦ ﺏﻼ ارﺕﻴﺎب ،ﺡﻼل ﻡﺸﻜﻼت اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺒﻴﻦ ﺏﺎﻟﺼﺪق واﻟﺼﻮاب ،ﻗﺪرة اﻓﺎﺿﻞ اﻻوان ،ﻡﻔﺘﻰ دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻡﺮادﺧﺎن اﺏﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﺱﻠﻴﻤﺎن ﺧﺎن ،ﻡﺘّﻊ اﷲ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﺏﻄﻮل ﻋﻤﺮﻩ وﺱﻌﺎدﺕﻪ اﻟﻰ اﻥﻘﻀﺎء اﻟﺪوران ،ﻓﺎﻋﺮﺿﻪ ﺱﺎﺉﻼ ﻋﻦ ﺧﻠﻘﻪ20اﻟﻤﺤﻤﻮد وﻟﻄﻔﻪ اﻟﻤﺼﻄﻔﻰ ،ان یﻨﻈﺮ اﻟﻴﻪ ﺏﻌﻮن اﻟﺮﺿﻰ ،ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ وﻻ ﺟﺮم ﺡﺮّرت رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب ورﺕّﺒﺘﻬﺎ وهﺬّﺏﺘﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ ﺕﺮﺕﻴﺐ وﺕﺬﻥﻴﺐ ،ﺡﻴﺚ اﺷﺘﻤﻠﺖ ﻋﻠﻲ ﻡﻘﺪﻡﺔ و ﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ و ﺕﺬﻥﻴﺐ. اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ اﻡﻮریﺘﻮﻗّﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ: ﻡﻨﻬﺎ ان ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ ،اﺡﺪهﻤﺎ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح و اﻟﻌﻠﻮق او ﻡﻤﻦ ﻓﻲ اﺹﻠﻪ ﻥﻔﺴﻪ25ر ّ رﻗﻴﻖ ،واﻟﺜﺎﻥﻲ ﻡﻦ ﻻ یﻜﻮن ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ اﺹﻼ اﻥﺘﻬﻰ. 177 ﻓﺎﻗﻮل اﺛﺎراﻟﻀﻌﻒ ﻓﻰ هﺬا اﻻﻡﺮ ﻇﺎهﺮﻩ ﻡﻦ ﺷﻔﺎع اﻟﻨﻴﺮیﻦ ،اﻡﺎ اوﻻ ﻓﻜﺎن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح واﻟﻌﻠﻮق ﺧﺎل ﻋﻦ اﻻﻓﺎدة واﻟﺘﺤﺼﻴﻞ ﻡﻦ وﺟﻬﻴﻦ ،اﺡﺪهﻤﺎ اﻥﻪ ﻻ یﺘﺼﻮّر اﻟﻮﻻدة ﻗﺒﻞ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻌﻠﻮق ﻗﻄﻌﺎ ،ﻓﻼﻡﻌﻨﻰ ﻟﻘﻮﻟﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻌﻠﻮق .وﺛﺎﻥﻴﻬﻤﺎ ان آﻮن اﻟﻮﻻدة ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح ﻻ دﺧﻞ ﻟﻪ ن ﻡﺮاد ان یﻘﻮل؛ اﻟﺤﺮیﺔ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ،و اﻥﻤﺎ یﺜﺒﺖ ﺏﻪ ﻥﺴﺐ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻦ اﻟﺰوج ،ﻓﻜﺄ ّ ﻓﻰ 5 ﻻ ﻓﻴﺠﻮز ان یﻜﻮن ان ﻋﺘﻖ اﻻﻡﺔ ﺏﻌﺪ اﻟﻨﻜﺎح ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ ﻋﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ا ّ ن اﺱﺘﻌﻤﺎل اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻟﻔﻆ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻓﻴﻜﻮن ﺡﺮ ﺡﺎﻡﻼ ،ﻓﻼ یﻜﻮن ﺡﺮاﻻﺹﻞ اﻟﺒﺘﺔ .واﻡﺎ ﺛﺎﻥﻴﺎ ﻓﻼ ّ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎم اﻟﺸﺎﻡﻞ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ ﺕﺎرة ،وﻓﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎص اﻟﺬى اﻟﻤﻌﻨﻰ هﻮ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻡﻦ اﻟﻤﺬآﻮریﻦ هﻬﻨﺎ اﺧﺮى ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ. 10وﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ،وﻟﻬﺬا ﻗﺎﻟﻮا ﻻ ﺕﻘﺒﻞ ﻓﻴﻪ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻌﺘﻖ ،و زواﻟﻪ ﻓﺮع ﺛﺒﻮﺕﻪ ،و ﺛﺒﻮﺕﻪ ﻓﻰ اﻟﻮﻟﺪ یﻜﻮن ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ،آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺤﺮیّﺔ واﻟﺮق ،وﻻ یﺴﺮي ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ، ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘِﻖ اﻻم وﻋﺼﺒﺘِﻪ ﻓﻰ ﺡﻜﻤﻪ ،ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ق ﻻ یﺘﺼﻮّر ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻮﻻء اﻥﺘﻬﻰ. رّ 15ﻓﺎﻗﻮل ﻟﺌﻦ ﺱﻠّﻢ ﺕﺼﺮیﺢ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻥﺴﺒﻴّﺎ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ﺏﻨﺎ ًء ﻋﻠﻰ ن زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻻزم ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب، ان ﻗﻮﻟﻪ؛ وﺱﺒﺒﻪ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ ﻓﻰ ﻗﻮة ذﻟﻚ اﻟﺘﺼﺮیﺢ ،ﻻ ّ وﻻ ﺷﺒﻬﺔ ﻓﻰ ان ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺛﻘﺔ ﻓﻴﻤﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻦ اﻷﺉﻤﺔ ﻡﻦ اﻟﺪﻟﻴﻞ ،وان ذﻟﻚ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻗﺪ وﺹﻞ اﻟﻴﻪ یﻨﻘﻞ ﺹﺤﻴﺢ ﻻ یﺘﻄﺮّق اﻟﻴﻪ ﺷﻬﺒﺘﻪ ،ﺏﻞ ﺕﻘﻮل یﻜﻔﻴﻨﺎ ﺡﺠﺔ ﺕﻌﺎﻡﻞ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻋﻠﻰ ﺕﻮریﺚ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب ﺱﻮاء آﺎﻥﺖ ﻓﻴﻪ اﻻم ﺡﺮة اﻟﺼﻠﻴﺔ او ﻻ ،ﻡﻦ زﻡﻦ أﺉﻤﺘﻨﺎ اﻟﻰ ان اﺡﺪث اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ هﺬا اﻟﻘﻮل. 20 ﻗﺎل اﻟﻤﻮاى اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ واﻡﺎ اﻟﻔﺼﻞ ﻓﻔﻰ ایﺮاد ﻡﺎ یﺮوى و یﺮى ﻓﻰ اﻟﻈﺎهﺮﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ ﻡ ّﺮ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻟﺒﺎهﺮ وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻓﻰ اﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﺏﺎﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺪﻗﻴﻘﺔ. ﻡﻨﻪ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻟﻮﻟﺪ وان ﻋﻠّﻖ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﺎن آﺎﻥﺖ اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ اوﻋﺎرﺿﻴﺔ یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ،اﻡّﺎ اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب او ﻟﻘﻮم اﻻم ،ﺛﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ ن ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻟﻢ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ،وآﺬا اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ،ﻻ ّ ﻻ 25 یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ،ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء .اﻗﻮل )ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو(؛ اﻟﻤﻨﺎدر ﻡﻦ ﻇﺎهﺮﻩ ان اﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻡﻄﻠﻘﺎ ﺟﺎز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ اﻟﻮﻻء ،وﻟﻴﺲ آﺬﻟﻚ ﺏﻞ ﻡﺮادﻩ ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ هﻨﺎ 178 اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﺏﻘﺮﻥﻴﺔ؛ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة ﻋﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻔﺔ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ،ﺛﻢ ﺟﻌﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ ﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ،ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻥﺘﻬﻰ. ق ﺱﻮا ًء ﺟﺮى ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪّﻡﻨﺎ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻃﻠﻘﻮا ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ ﻋﻠﻰ5اﺡﺪ ﻓﻰ آﻼ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ او ﻓﻰ اﺡﺪهﻤﺎ او ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ اﺹﻼ ،وهﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ هﻮ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎ ّم .وﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ وﻋﻠﻰ اﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ اﺹﻼ ،وهﺬا هﻮ اﻟﻤﻌﻨﻰ ص .ﻓﻜﺎن اﻟﻠﻔﻆ ﻡﺸﺘﺮآﺎ ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎ ّم وﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎصّ ،ﻻ ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ اﻟﺨﺎﺹّﻴﻦ اﻟﺨﺎ ّ اﻟﻤﺘﻘﺎﺏﻠﻴﻦ آﻤﺎ ذآﺮﻩ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ،ﻓﺼﺎهﺐ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻟﻤﺎ اراد ﺏﻠﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ وﺡﺮّة اﻻﺹﻞ اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻻب واﻻم ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ اإن آﺎن اﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء)...اﻟﺦ( ،اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ص آﻤﺎ یﻘﺘﻀﻴﻪ ﺕﻌﻠﻴﻠﻪ ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ،واﻋﺘﺮف ﺏﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﺨﺎ ّ10 اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻟﺰم ان یﺤﻤﻞ ﻟﻔﻆ ﺧﺮّة اﻻﺹﻞ اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻻم ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻻﻗﺘﻀﺎء اﻟﻈﺎهﺮ وﻟﻠﺘﺤﺮّز ﻋﻦ اﺱﺘﻌﻤﺎل ﻟﻔﻆ ﻡﺸﺘﺮك ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ ﻡﺨﺘﻠﻔﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺎدّة واﺡﺪة ،واﻡّﺎ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻓﻤﺤﻤﻮل ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻌﺎمّ ،آﻤﺎ ﺕﻘﺘﻀﻴﻪ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ ﺏﻌﻴﺪ هﺬا ،ﻓﺎ ّ ﻰ او ﻡﻴّﺖ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ اﻟﺬى ﻋﻠّﻖ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ)...اﻟﺦ( ،وهﺬا ن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ و اﻻب ﻋﺒﺪ ﺡ ّ ل ﻋﻠﻴﻪ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻡﻦ أدﻟّﺔ أﺉﻤﺘﻨﺎ ،واﻡّﺎ اﻟﺘﻮﺟﻴﺔ واﻓﻖ ﺏﺨﻼف ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ ﻡﺎ د ّ 15 ﺕﻮﺟﻴﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ ﻓﻬﻢ ﻡﻦ آﻼم ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ،اذا آﺎن اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﺮف هﺬا اﻟﺒﺎب هﻮ اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﺘﻌﻠّﻖ ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﺏﻤﻦ یﺘﺒﻌﻬﺎ هﻮ ﻓﻴﻪ ،وﻗﺪ ﻡﻌﻨﺎﻩ ﻟﻤﺎ ﺱﻨﺘﻴﻦ ﻡﻦ ﺕﺼﺮیﺤﺎت اﻟﻔﻘﻬﺎء ،وﻗﺪ اﺹﻄﻠﺢ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ اﻟﻤﺬآﻮرﻋﻠﻰ اﺱﺘﻌﻤﺎل ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ اﻟﻌﺮﻓﻰّ ،وهﻮ اﺹﻄﻼح ﺟﺪیﺮیﻮرث ﺿﻌﻒ اﻟﺘﻌﻮیﻞ ﻋﻠﻰ آﻼﻡﻪ ﺏﻌﺪ ﺕﺴﻠﻴﻢ آﻮن ﻗﻮﻟﻪ ﻡﻔﻴﺪا 20ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﺘﺼﺮیﺤﺎت اﻟﻔﻘﻬﺎء. ﻡﻌﺘﺒﺮا ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ ﻻ یﻘﺎل ﻗﻮﻟﻪ؛ اراد ﺏﻬﺬا ان یﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة ،ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻼم ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﻰ اﺹﻞ هﺬﻩ اﻟﻤﺴﺌﻠﺔ ﻗﺒﻴﻞ ﻗﻮﻟﻪ؛ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب و اﻻم)...اﻟﺦ( ،وان ن آﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ ﻡﺎت اﻟﻤﻜﺎﺕﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮّة ،وﺕﺮك دیﻨﺎ وﻓﺎء)...اﻟﺦ( ،ﻓﺎ ّ ن اﻟﻤﻮﻻة إﻡّﺎ ﻡﻌﺘﻘﺔ وإﻡّﺎ ﻡﻮﻟﻮدة ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ،وﻋﻠﻰ اﻟﺘﻘﺪیﺮیﻦ ﺡﺮّة ،ﻻﻥّﺎ ﻥﻘﻮل ﻻ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ،ﻻ ّ 25ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮّة و إن ﻟﻢ یﺼﺪق اﻟﺤﺮّة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ اﻥﺘﻬﻰ. یﺼﺪق ﻓﺎﻗﻮل یﺸ ّﺪ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ یﺼﺪق ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮّة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺬى ﺟﻌﻠﻪ ﻡﻌﻨًﻰ اوّﻻ ،و ﻻﺡﻔﺎء ،اﻥﻬﺎ ﻻ یﺼﺪق ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ. 179 ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺹﻞ وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم ﺷﻤﺲ اﻻﺉﻤﺔ اﻟﺴﺮﺧﺲ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ؛ ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮّة و اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻰ ﻗﻮﻟﻪ ،وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ ى ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻ ﻡﺴﻌﻮد ﺏﻦ ﺡﺴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼﺮﻩ اﻟﻤﺸﺘﻬﺮ ﺏﺎﻟﻤﺴﻌﻮد ّ ﺕﺪﺧﻠﻪ ان یﻮاﻟﻲ ﻡﻦ ﺷﺎء اﻥﺘﻬﻲ. 5ﻓﺎﻗﻮل هﺘﺎن اﻟﺮوایﺘﺎن ﻡﻊ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺒﺪاﺉﻊ و ﺷﺮح اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ ﻋﻠﻰ ﺕﻘﺪیﺮﺕﺴﻠﻴﻢ ﺱﻼﻡﻪ ،آﻞ ﻡﻨﻬﺎ ﻋﻦ اﻻیﺮاد و اﻻﻋﺘﺮاض وﻋﻦ اﻟﺘﻮﺟﻴﻪ واﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﻴﻮر ،وﻡﻤّﻦ ل ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻥﺨﺘﺎرﻡﻦ اﻟﺘﺼﺮیﺤﺎت ﻡﻊ ان ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻨﻬﺎ ،ﻻ ﻡﺴﺘﻨﺪ ﻟﻪ ﻡﻦ آﻼم اﻻﺉﻤﺔ اﻟﻤﺠﺘﻬﺪیﻦ ،ﺛﻢ یﺪ ّ ﻰ ﻰ آﺎﻓﺮ ﺕﺰوّج ﺏﻤﻌﺘﻘﺔ ،ﺛﻢ اﺱﻠﻢ اﻟﻨﺒﻄ ّ ن ﻟﻨﺎ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻥﻘﻼ ﻋﻦ اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﺼﻐﻴﺮ؛ ﻥﺒﻄ ّ اّ و واﻟﻰ رﺟﻼ ،ﺛﻢ وﻟﺪت اوﻻد ،ﻗﺎل اﺏﻮ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ؛ ﻡﻮﻟﻴﻬﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻡﻬﻢ ،و ﻗﺎل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ؛ ن اﻟﻮﻻء وان آﺎن اﺿﻌﻒ ﻓﻬﻮ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ،ﻓﺼﺎر آﺎﻟﻤﻮﻟّﺪ ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡﻦ 10اﺏﻴﻬﻢ ،ﻻ ّ ﻡﻮاﻟﻰ ن اﺏﺎ یﻮﺱﻒ ﺟﻌﻞ وﻻء وﻟﺪ اﻟﻤﻌﺘَﻖ اذا آﺎﻥﺖ ا ّم ذﻟﻚ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺏﻴﻦ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ)...اﻟﺦ( ،ﻓﺎ ّ ن ﻗﻮل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ ﻓﺼﺎر ﻋﺮﺏﻴﺔ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﺏﻼ ﺧﻔﺎء ،وآﺬا اﻻﻡﺎﻡﺎن ﺟﻌﻼﻩ ایﻀﺎ آﺬﻟﻚ ،ﻻ ّ ل ﻚ ان اﻟﻤﻘﻴﺲ ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻤّﺎ وﻗﻊ ﻋﻠﻴﻪ اﻻﺕﻔﺎق ﺏﻴﻦ اﻟﻤﺴﺘﺪ ّ آﺎﻟﻤﻮﻟﻮد ﻗﻴﺎﺱﺎ ﻻﻟﺰاﻡﻬﻤﺎ ،و ﻻﺷ ّ ن وﻻء اﻟﻤﻮاﻻت واﻟﺨﺼﻢ ،یﺸﻬﺪ ﺏﻤﺎ ﻗﻠﻨﺎ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻡﻦ دﻟﻴﻠﻬﻤﺎ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻬﻤﺎ ﻡﻦ أ ّ اﺿﻌﻒ ﺡﺘﻰ یﻘﺒﻞ اﻟﻔﺴﺦ ،و وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ ﻻ یﻘﺒﻠﻪ ،واﻟﻀﻌﻴﻒ ﻻ یﻈﻬﺮ ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﻘﻮى ،وﻟﻢ 15 یﻨﻘﻞ اﻥﻜﺎراﺏﻮﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ آﻮن وﻻء ﻡﻦ وﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻖ وﻋﺮﺏﻴﺔ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ،ﻗﻠﻨﺎ ﻡﻘﺘﻀﻲ آﻮن ق واﻟﺤﺮیّﺔ ،ان یﻜﻮن آﺬﻟﻚ ﻟﻜﻦ ﺛﺒﺖ ﻓﻰ آﻞ ﻡﻦ اﻟﻄﺮﻓﻴﻦ ﺿﻌﻒ ﺏﺈﻥﺘﻔﺎء اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻼ ّم ﻓﻰ اﻟﺮ ّ ﺷﺮف اﻟﺤﺮیﺔ ،اﻋﺘﺒﺮ ﺡﺪیﺚ اﻟﻮﻻء؛ اﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ ،ﻓﺮﺟّﺢ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب. ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ ان ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب ﺛﺒﺖ اﺹﻼن یﺠﺐ اﻟﻌﻤﻞ ﺏﻜﻞ ﻡﻨﻬﻤﺎ ﺏﻘﺪراﻻﻡﻜﺎن اﺡﺪ هﻤﺎ؛ اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم)...اﻟﺦ( اﻥﺘﻬﻰ. ان 20 ﻓﺎﻗﻮل اﻟﺜﺎﺏﺖ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء هﻮاﻻﺹﻞ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻻﺹﻞ اﻻوّل او ﻟﻢ یﺠﺪ ﻓﻰ اﻟﻜﻠﻤﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟﺔ ﻋﻦ اﻻﺉﻤّﺔ اﻋﺘﺒﺎراﻻﺹﻞ اﻻول ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء ،واﻥﻤﺎ یﻌﺘﺒﺮ ذﻟﻚ ﻓﻰ ﺛﺒﻮت ق اﻟﻤﺘﻠّﻖ ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﺏﻞ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮاﻟﻨﺎﺷﻰ ق واﻟﺤ ّﺮیّﺔ ،وﻟﻴﺲ ﻡﺪاراﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﺮ ّ ﻡﺠﺮّد اﻟﺮ ّ ﻋﻦ اﻟﻌﺘﻖ ،آﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ واﻟﻤﻌﻨﻰ ﻓﻴﻬﺎ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮن اﻟﻜﻠﻤﺔ یﻌﻨﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺱﺒﺒﻴّﺔ25اﻟﻌﺘﻖ ،هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ،ﻓﻴﺪورﻋﻠﻴﻪ وهﻮ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ،ﺛﻢ اﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺒﺪاﺉﻊ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ،ﻓﻼ وﻻء ﻟﻪ یﻔﻴﺪان ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻴﻪ ،یﺘﻮﻗّﻒ ﻋﻠﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ﻓﺤﺮّ ،اذا آﺎﻥﺖ ا ّم اﻡّﻪ ﻡﻌﺘﻔﺔ واﺏﻮ اﻡّﻪ ﻋﺮﺏﻴّﺎ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ وﻻء ،ﻓﻴﻠﺰم ان ﻻیﺜﺒﺖ 180 ن اﻡﻪ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺤﺮّة اﺹﻠﻴّﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ،واﻟﻈﺎهﺮ اﻥﻪ ﻻ ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ﺡﻴﻦ آﻮن اﺏﻴﻪ ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻡﻊ ا ّ یﻘﻮل ﻟﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺒﺪاﺉﻊ ‘ﻻ’ ،واﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﻴﻘﻀﻰ اﻟﺪﻟﻴﻞ. ق یﺘّﺒﻌﻬﺎ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ،ﻻﻥّﻪ ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﺎن یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ ق اﻥﺘﻬﻰ. ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ ق اﻟﻮارد ﻋﻠﻴﻪ او ق ﻓﻰ اﻟﺠﻤﻠﺔ ،ﻟﻜﻦ ﻻ ﻥﺴﻠّﻢ اﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ 5ﻓﺎﻗﻮل ﻥﺴﻠّﻢ اﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ ق اﻟﺬى یﻮرث زواﻟﻪ ،اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ وهﻮ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻡﻌﻪ ،هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ،ﺏﻞ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ اﻻب ،یﺸﻬﺪ ﺏﻪ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب ،ﻻﻥّﻬﻤﺎ ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ ،ﻓﻠﻮ آﺎن اﻟﻮﻻء ﻡﻦ اﺛﺎر رﻗّﻪ اﺱﺘﻮیﺎ ،واﻟﺮﺟﻴﺢ ﻟﻘﻮم اﻻب ﻟﺸﺒﻬﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ ،وﻻ ّ او رق ﻡﻦ ﺕﺒﻌﻪ هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ﻟﻜﺎن اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻم داﺉﻤﺎ. 10ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ؛ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب و ﻡﻮاﻟﻰ اﻻ ّم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ ،ﻓﻘﻀﺎؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻗﻀﺎء ﺏﺎﻟﻌﺠﺰ، ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ اراد ﺏﻬﺬا ان ﺕﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة ،ﻻﻥّﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء، و ﻡﻬﻤﺎ آﺎن اﺡﺪ اﻻﺏﻮیﻦ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ وﻻء ،ﻻن اﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻓﺎوﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ ،اﻻب اذا آﺎن ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ،واﻟﻮﻻء ق ن اﻟﻌﺮب ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ر ّ ﻟﺤﻤﺔ15آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ ،واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴّﺎ ،ﻻ ّ اﻥﺘﻬﻰ. ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪ ﻡﺮّﻋﻠﻰ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ ﻡﻦ ان ﺡﺮیﺔ اﻟﺘﺎﺏﻌﺔ ﻟﺤﺮیﺔ اﻻم ،اﻥﻤﺎ یﻤﻨﻊ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ ﻟﻠﻌﺘﻖ اﻟﺬى هﻮ اﺛﺒﺎت اﻟﻘﻮة اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ ،و ﺱﻠّﻢ ایﻀﺎ زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻓﻴﻤﻦ وﻟﺪ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ او ﻓﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ ﻡﻊ اﻥﻪ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻡﻠﻚ ﻗﻂّ ،ﻟﻜﻦ ﻻ ﻥﺴﻠّﻢ ن ﺹﺎﺡﺐ اﺱﺘﻠﺰام ﺟﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮﻋﺪم ﺕﺼﻮّراﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم رقّ ،ﻻ ّ 20 ن ﺱﺒﺐ اﻟﻮﻻء هﻮ اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﻠﻖ اﻡﺎ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻟﻢ یﺮیﺪوا ﺏﻘﻮﻟﻬﻢ ،وﺱﺒﺐ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ ،ا ّ ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﺏﺎﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻰ اﺹﻮﻟﻪ ،ﺕﺸﻬﺮﺏﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ﻡﺴﺌﻠﺔ ﺟﺮّاﻟﻮﻻء آﻴﻒ و آﻮن ﻡﺮاد اﻟﻔﻘﻬﺎء ﺏﺴﺒﺒﻴّﺔ اﻟﻌﺘﻖ ﻟﻠﻮﻻء ﺱﺒﺒﻴّﺔ ﻋﺘﻖ اﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﻋﺘﻖ ﻡﻦ یﺘﺒﻌﻪ هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ﻟﻪ، ﺢ ﻡﺎ اﺱﺘﺪل ﺏﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ ﺖ ﻡﺪّﻋﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﺏﺎﻟﺠﻤﻠﺔ ﻟﻮ ﺹ ّ هﻮ ﻋﻴﻦ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ،ﻓﻠﻮ ﺛﺒﺖ ﺷ ّ ق ﻻ یﺘﺼﻮرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء ﺏﺠﻤﻴﻊ ﻡﻘﺪﻡﺎﺕﻪ ،ﻻ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ 25 ﻟﺨﺼﺮاﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ ﺟﺎﻥﺐ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺬﻟﻚ ﺏﺠﺎﻥﺐ وان آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ. 181 ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ واﻡﺎ اﻟﻤﻘﺼﺪ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ روایﺎت یﻘﻮل ﻋﻠﻴﻬﺎ و ایﺮاد ﻡﺒﺎﺡﺚ یﺘﻌﻠﻖ ﺏﻬﺎ ،ﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﺏﻜﺮ ﻋﻼء اﻟﺪیﻦ اﻟﻜﺎﺱﺎﻥﻰ ﻓﻰ اﻟﺒﺪاﺉﻊ ،وهﻮ آﺘﺎب یﻨﻘﻞ ﻋﻨﻪ اﻟﻔﻀﻼء اﻟﻤﺤﻘﻘﻮن ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ ﺷﺮاﺉﻂ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ان ﻻ یﻜﻮن اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ ،ﻓﺎن آﺎﻥﺖ ﻓﻼ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ،وان آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻖ ﻟﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء ﻋﻠﻰ ﺧﺪاﻡﺔ ،ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ،ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻔﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ ﻻ 5 اﻟﻮﻻء ،ﻓﻴﻜﻮن وﻻؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻻ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻم ،ﻻن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ ،اﻻﺹﻞ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ اﻻب اﻥﺘﻬﻰ. ﻓﺎﻗﻮل هﺬا اﻟﻘﻮل ﻡﻦ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺒﺪاﺉﻊ یﺪل ﻋﻠﻰ ﺧﻼف ﻡﺎ ذهﺒﻪ اﻟﻴﻪ ﻡﻦ اﻋﺘﺒﺎر اﻥﺘﻔﺎء ﺡﺮیﺔ اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ،ﻻﻥّﻪ ﻟﻤﺎ آﺎن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ وآﺎن اﻻﺹﻞ 10ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ اﻻب ،ﻟﻢ یﺒﻖ ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻم اﻋﺘﺒﺎر ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء. ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ایﺮاد ﺏﺤﺮّة اﻻﺹﻞ ،اﻟﺤﺮیﺔ اﻟﺼﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺏﻘﺮیﻨﺔ ﻗﻮﻟﻪ؛ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ وﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ ،ان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ،و زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ،ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﻬﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻠﻚ، ﺏﺎﻟﻮاﺱﻄﺔ ﻻ یﻜﻮن ا ّ ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء اﻥﺘﻬﻰ. ن ﻡﺪاراﻟﻮﻻء ﻟﻴﺲ هﻮ زوال اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻨﻄّﻖ ﺏﺎﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ 15ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪ ﻡ ّﺮ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ ا ّ ﺟﺎﻥﺒﻰ اﺹﻮﻟﻪ. ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﺡﺘﻰ ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﺎن ﻗﻴﻞ هﺬا یﻘﺘﻀﻰ ان ﻻ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ا ّ ق ﻟَﻮﺟﺐ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم دون اﻻب ،وﻗﺪ ﺹﺮّح ﺏﺨﻼﻓﻪ ﺡﻴﺚ ﻟﻮ آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ ﻗﺎل؛ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ وان آﺎن ﻡﻮاﻓﻘﺎ ﻟﻤﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻦ ﺏﻌﺾ اﻟﻜﺘﺎب اﻟﺬى ﻻﺱﺘﺪﻟﻪ ﻡﻦ آﻼم اﻻﺉﻤﺔ. 20 ﻗﺎل اﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﻡﻨﻪ هﺎ ﻓﺎل ﻓﻰ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴّﺔ؛ وﻟﻮ ﺷﻬﺪان اب اﻟﻤﺪّﻋﻰ هﺬا ،اﻋﺘﻖ اب اﻟﻤﻴّﺖ هﺬا ،وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ ،ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ وهﻮ هﺬا اﻟﻤﻴﺖ وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ اﻡﺮة ﺧﺮة،ﻗﻀﻰ ﻟﻠﻤﺪّﻋﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث ،اﻗﻮل)ﺧﺴﺮو(؛ وان ایﻀﺎ ﺏﺈﻡﺮة ﺡﺮّة ،اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻓﻼ یﺨﺎﻟﻒ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ اﻥﺘﻬﻰ. 25ﻓﺎﻗﻮل ان ﻡﺎ ﺟﻌﻠﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ،وهﻮ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺰ ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ رقّ، ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ)...اﻟﺦ( ،ﻡﻊ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻟﻢ یﺴﺘﻌﻤﻠﻮا ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ذﻟﻚ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎصّ ،هﻮ ﻡﻌﻨﻰ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ روایﺔ ﻻﻡﻌﻨﻰ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻟﻤﻄﻠﻘﺔ ،ﻓﻠﻔﻆ اﻟﺤﺮّة هﻬﻨﺎ 182 ق اﺹﻼ ،ﻓﻬﺬا ﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺟﺮى ﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ و ﻡﻦ ﺷﺨﺺ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ ر ّ ﻰ ﻋﺎ ٍم ﺷﺎﻡ ٍ ﻋﻠﻰ ﻡﻌﻨ ً اﻟﻤﻌﻨﻰ أﻋ ّﻢ ﻡﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ،اﻟﻌﺎ ّم ﻟﻠﻔﻆ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ واﻟﺘﻘﻴﻴﺪ ﺧﻼف اﻟﻈﺎهﺮ ،ﻓﻼ اداﻋﻰ ﻻرﺕﻴﺎﺏﻪ ،واﻡّﺎ ﻡﺎ اوردﻩ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﻰ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ ﻓﺎیﺮادﻩ هﻬﻨﺎ ﻗﻠﻴﻞ اﻟﺠﺪوى ﻟﻨﺎ ،ﻓﺎﻋﺮﺿﻨﺎ ﻋﻨﻪ واآﺘﻔﻴﻨﺎ ﺏﻤﺎ اوردﻥﺎﻩ، ﺛﻢ اﻟﻜﻼم ﺏﻌﻮن اﷲ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﻼم )ﺕﻢ(. SONUÇ İslam Miras Hukukunun tarihsel bir nitelik taşıyan vela kavramıyla ilgili değişik zaman ve şartlarda zengin değerlendirme ve tartışmalar yapılmıştır. Vela konusu mezhepler arasında olduğu gibi, mezhep içerisinde de farklı değerlendirmelere zemin olmuş ve birbirine muhalif birçok görüş ortaya çıkmıştır. Bizim çalışmamız da tarihin bir döneminde gerçekleşmiş mezhep içi ihtilafları yansıtması bakımından önemlidir. Özellikle Hanefi âlimler, vela konusunu daha geniş bir şekilde ele almış ve buna bağlı olarak da daha çok değerlendirme yapmışlardır. Diğer mezhep âlimleri ise muvalat yolu ile kurulan velayı kabul etmedikleri için konuyu sadece köle azad etmek (İtâk) suretiyle gerçekleşen vela üzerinden ele almışlardır. Bundan dolayı Hanefi mezhebinin dışındaki diğer mezhep âlimleri vela konusunu dar kapsamlı olarak incelemişlerdir. Molla Hüsrev, Osmanlı Devletinde kadılık gibi üst düzey yargı görevinde bulunmuş olduğundan konunun yargısal boyutuna ait bilgi ve tecrübesi olan bir âlimdi. Konunun önemini risalesinde ifade ettiği üzere, fetihler neticesinde Osmanlı topraklarının genişlediğini, buna bağlı olarak da kölelerin ve bu köleleri hürriyetine kavuşturan insanların çoğaldığını, sonuç olarak vela davalarının arttığını ve bu konunun önemli bir hal aldığını kaydetmiştir. Molla Hüsrev bu konuyla ilgili olarak yazdığı olduğu vela risalesinde klasik Hanefi yaklaşımının dışına çıkmış, ortaya koyduğu yeni yorumlarıyla vela meselesinde bir hayli eleştiri almıştır. Osmanlı Devletinin yükseliş dönemi şeyhülislamları ve âlimleri tarafından tenkit edilmiş, görüşlerinin reddedilmesi konusunda risaleler yazılmıştır. Bu risaleler de Molla Hüsrev'in yeni bir perspektif ortaya koyduğu vela kavramında hata ettiği ve yorumlarında isabetsiz davrandığı söylenmiştir. Molla Hüsrev, çağdaşı olan Molla Gürânî’nin yazmış olduğu reddiyeye karşı cevap niteliğinde bir eser kaleme almıştır. Vela konusuyla ilgili bu çalışmalar, güncel olmaktan uzak 184 iseler de İslam Fıkhı açısından tarihsel bir önem arz ettiğinden ve Osmanlı âlimleri arasında çeşitli tartışmalara sebep olduğundan dolayı incelemeye çalıştık. Ayrıca fıkhî mirasımız içerisinde yer alan vela kavramıyla ilgili bu kıymetli dökümanları gün yüzüne çıkarmak da bizim için ayrı bir mazhariyet olmuştur 185 KAYNAKÇA AŞIKPAŞAZADE, Aşıkpaşazade Tarihi, Matbaay-ı Amire, İstanbul, h.1332 BABİNGER, Franz, “Molla Hüsrev”, İA. ,İstanbul, 1965. BALTACI, Cahit, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, İFAV Yayınları, c.I-II, 2. Baskı, İstanbul, 2005. BARDAKOĞLU, Ali, “İslam Hukukunun Bazı Meselelerine Bakış Tarzı”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.13-25. BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, c.IVIII, İstanbul, Bilmen Yayınevi, t.y.. BURSALI, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul, t.y ÇELEBİ, Katip, Keşfu’z-Zünûn, c.I-II, İstanbul, y.y., 1972. DERYÂN, Abdüllatif Fayiz, Fıkhu’l- Mevârîs fi’l-Mezâhibi’l-İslamiyyeti ve’lKavânini’l-Arabiyye, tah. Muhammet Reşit Kabânî, c.I-IV, Beyrut, Daru’lNehdati’l-Arabiyye, 1427/2006. El-Cevherî, Ebu Nasr İsmail b. Hammad, Es-Sıhâh: Tâcü'l-Lüğât ve Sıhâhü'lArabiyye, tah. Ebu Zeyd Abdurrahman b. Abdülaziz el-Mağribî, c.I-V, Beyrut, Daru İhyâi't-Türâsi'l-Arabiyye, 1426/2005. El-Ferâheydî, Halil b. Ahmed, Kitabü'l-Ayn, tah. Komisyon, Lübnan, Mektebetü Lübnan, ty.. ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimler Sözlüğü, İstanbul, Rağbet Yayınları, 1998. ERKAN, Arif, Durer ve Gurer Tercümesi, c.I-IV, İstanbul, Eser Yayınevi, 1979 Ez-Zebidî, Muhammed Murtaza, Tâcü'l-Arûs, tah. Dâhî Abdülbaki, c.XC, Kuveyt, Et-Türâsü'l-Arabiyye, 1422/2001 Ez-ZİYAT, Ahmed Hasan, MUSTAFA, İbrahim, el-Mu cemu’l-Vasît, 2.Baskı, İstanbul, el-Mektebetü’l-İslamiyye, 1982. GÖKBİLGİN, M. Tayyip, Osmanlı Müesseseleri Teşkilatı ve Medeniyeti Tarihine Genel Bakış, İstanbul, İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977. 186 HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, c.I-II, İstanbul, İrfan Yayıncılık, 5.baskı, 1414/1993. HOCA SAADETTİN, Efendi, Tâcü’t-Tevârîh, ter. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul, y.y., 1978. İBN MANZUR, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü'l-Arab, c.I-XV, Beyrut, Dar-u Sadr, ty.. İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd (Torun), Bidâyetü’lMüctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, tah. Ali Muhammed Ma'riz, Adil Ahmed Abdülmevcûd , c.I-II, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2.baskı 1420/2000. İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd el- Hafîd(Torun), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, ter. Ahmed Meylâni, c.I-IV, İstanbul, Beyan Yayınları, 1991. KADIZADE, Şemseddin Ahmet b. Bedreddin Mahmud, Netâicü'l-Efkâr fi Keşfi'rRumûz ve'l-Esrâr, tah. Abdürrazzak Galip el-Mehdî, c.I-XII, Beyrut, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, 1424/2003. KARABULUT, Ali Rıza, “Molla Hüsrev’in Eserleri”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.125-133. KARAMAN, Hayrettin, "Asabe", DİA, c.III, s.452-453. KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, c.I-III, İstanbul, Nesil Yayınları, 5. Baskı, 1996. KÂSÂNÎ, Alâaddin Ebu Bekir b. Suûd, Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, tah. Muhammed Adnan b. Yasin Derviş, c.I-VI, Beyrut, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyye, 1417/1997. KOCA, Ferhat, Osmanlı Şeyhülislamı Molla Hüsrev Hayatı, Eserleri ve Görüşleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008. KOCA, Ferhat, “Molla Hüsrev”, DİA, c.XXX, s.252-254. KORLAELÇİ, Murtaza, , “İlmi Çevresi ve Şahsiyeti”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.37-53. LEKNEVÎ, Muhammed b. Abdulhay, El-Fevâidü’l-Behiyye fî Terâcimi’lHanefiyye, Kahire, y.y., 1324. 187 MAVSILÎ, Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, tah. Züheyr Osman el-Caîd, c.I-V, Beyrut, t.y.. MAVSILÎ, Abdullah b. Mahmud, El-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, ter.Mehmed Keskin, c.I-IV, İstanbul, Ümit Yayınları, 1998. MECDÎ, Mehmed Efendi, Şekâik Tercümesi, Matbaay-ı Amire, İstanbul, h.1269. MENTEŞEVÎ, Hızır Şah, “Risale fi’r-Reddi Risalete’l-Velâiyye”, Süleymaniye Ktp.,Şehid Ali Paşa Bl.,No;2755, vr.230-211: Esad Efendi Bl., No;692, vr.90-92: Süleymaniye Bl., No;1051, vr.1-7b: Yeni Cami Bl., No;1186, vr.415-420. MERĞÎNÂNÎ, Burhaneddin Ali b. Ebu Bekir, el-Hidâye Şerhu Bidâyetü’lMübtedi‘, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1410/1990. MOLLA GÜRÂNÎ, Şemseddin Ahmed b. İsmail, “Risale fî Reddi Mes’eleti’l-İrs bi’l-Velâ”, Süleymaniye Ktp., Süleymaniye Bl., No;1051, vr.8a-11b: Fatih Bl., No;5366, vr.52-54: Nuruosmaniye Bl., No;4909, vr.152-155: Şehid Ali Paşa Bl., No;946, vr.21-27. MOLLA HÜSREV, Muhammed b. Feramurz, “Risale fî’l-Velâ”, Süleymaniye Ktp., Yeni Cami Bl., No;1186, vr.414-419: Nuruosmaniye Bl., No;1563, vr.1b-4a; No;596, vr.44-47: Esad Efendi Bl. No;682, vr.385-388: Şehid Ali Paşa Bl., No;2755, vr.198203; No;944, vr.91-94; No;2795, vr.17-19; No;2725, vr.97-100. ÖZEL, Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimleri, TDV yayınları, Ankara, 2.baskı, 2006. ÖZKET, Hasan, “Molla Hüsrev ve Mir’âtü’l-Usûl Adlı Eserinin Kaynakları”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni. Sos.Bil.Ens., Erzurum, 1992. SEHAVÎ Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman, ed-Dav’ü’l-Lâmi’, c.I-XII, Beyrut Dâru’l-Mektebeti’l-Hayat, t.y.. SERAHSÎ, Şemsü'l-eimme Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed, Kitâbü'l-Mebsût, ed.Mustafa Cevat Akşit, c.XXXI, İstanbul, Gümüşev Yayıncılık, 2008. SERGİS, Yusuf, Mu’cemü’l-Matbûâti’l-Arabiyye ve’l-Muarrebe, Kahire, y.y., 1928-1931. TAŞKÖPRÜZADE, Ahmet b. Mustafa, Eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye, İstanbul, y.y., 1985. TUNÇ, Cihat, “Molla Hüsrev' in İlmi Hayatı ve Vasiyetnamesi”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.5-13. 188 UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, c.III, Ankara, 5.Baskı, 1988. ÜNAL, Halil, “Molla Gürânî ile Tartışması”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.6975. YURDAGÜR, Metin, “Osmanlı İlmiye Teşkilatındaki Yeri”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.111–125. ZEYLEΑ, Cemaleddin ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf, Nasbu'r-Râye Tahrîcü Ehâdîsi'l-Hidâye, tah. Ahmed Şemseddin, c.I-VII, Beyrut, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1422/2002. ZUHAYLÎ, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, ter.Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, c.IX, İstanbul, Risale Yayınları, 2. Baskı, 1992. 189 ÖZET KORKMAZ, Ahmet Ali, Molla Hüsrev'in 'Vela' Hakkındaki Görüşleri ve Bu Konuda Osmanlı Âlimleri Arasında Yapılan Tartışmalar (Vela Risaleleri Çerçevesinde), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2009. Çalışmamız, İslam Miras Hukukunda miras sebepleri arasında sayılan vela kavramının incelenmesini ve bu konuda Osmanlı âlimleri tarafından kaleme alınan vela risalelerinin değerlendirilmesini kapsamaktadır. Ayrıca Osmanlı Devletinin yükseliş dönemi şeyhülislamları ve âlimleri arasında yaşanmış mezhep içi tartışmaları yansıtması bakımından da önemlidir. Vela kavramı, İslam Hukukunun Miras (Feraiz) Hukuku alt başlığında değerlendirilmiştir. Hükmi yakınlık olarak ifade edilen vela kavramının temeli kölelik müessesesine dayanmaktadır. İslam dini, bir taraftan kölelere insanca yaşama hakkı sağlarken diğer taraftan köle sahiplerini onları hürriyetlerine kavuşturmak için teşvik etmiştir. İşte bu teşviklerden birisi de köle azad etme ile elde edilen mirasçı olma hakkıdır. Vela konusunun günümüz açısından ihtiyaç duyulacak bir yönü kalmamıştır. Kölelik müessesesinin sona ermesiyle beraber vela yoluyla mirasçı olma meselesi, tarihsel bir olgu niteliği almıştır. Ancak İslam Miras Hukukunun tarihsel bir nitelik taşıyan vela konusu üzerinde değişik zaman ve şartlarda zengin değerlendirme ve tartışmalar yapılmıştır. Molla Hüsrev vela konusuyla ilgili olarak yazmış olduğu risalesinde klasik Hanefi yaklaşımının dışına çıkmış, ortaya koyduğu yeni yorumlarıyla büyük tenkitlere maruz kalmıştır. Hatta bu tenkitler müstakil risaleler şeklinde ortaya konulmuştur. Çalışmamızda; Molla Hüsrev' in hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri hakkında bilgiler, vela konusunun İslam Hukuku açısından değerlendirilmesi, vela konusunda yazılan risalelerin tercüme edilmesi ve vela risalelerin Arapça metinlerinin tahkikli neşri bulunmaktadır. Ayrıca bu risalelerden elde ettiğimiz fikir ve görüşleri ortaya koyarak bunların karşılaştırılmasını ve ulaştığımız bilgiler hakkında kendi kanaatlerimizi sunmaya çalıştık. Anahtar Sözcükler 1.Molla Hüsrev 2.Vela Risaleleri 3.Vela Tartışması 4.Miras Hukuku 5.İslam Hukuku 190 ABSTRACT Korkmaz, Ahmet Ali, Molla Husrev’s point of views on walâ and Debates over this topic among Ottoman Scholars (According to the risâlas of walâ), Master thesis, Ankara, 2009. Our study on walâ which is concerned the causes of the heritage in Islamic Heritage Law contains the explanation of walâ , and the evaluations of Ottoman Scholars over risâlas of walâ as well. In addition, this topic has great importance in terms of including much more things about discussions related to sects among Ottoman Scholars in rising term of Ottoman Empire. The concept of walâ is evaluated as Heritage Law sub-item of the Islamic Heritage Law. Actually, the concept of walâ which is defined up-close as legaly depends on the system of the slavery we may say. On the one hand, the religion Islam has provided slaves with many opportunities to have humanitarian living conditions also on the other hand, Islam has encouraged people who were owner the slaves to liberate them. In this point, one of the encouragements is to have a right as being heritor with the liberation of the slaves. Nowadays, we don’t need to use the concept of walâ and there aren’t any popularities anymore with using it. Being heritor by walâ remained as a historical phenomenon with ending of the slavery. In different times, there were debates and precious evaluations on walâ issue which has a historical manner in Islamic Heritage Law. In the risâla on the issue of the walâ which was written by Molla Hüsrev consisted of the things out of classical Hanefi attitudes and also he was encountered strong criticism regarding with these new ideas. And also, this strong criticism took place widely as unique risâla. Our study comprises of informations on Molla Hüsrev’s whole life, his personality, his publications and the evaluations of the concept of walâ according to Islamic Law. In addition, it has the translation of risâla about the concept of walâ. We have tried to give our views and perspectives obtained from risalas as well. Key words: 1.Molla Hüsrev 2.Risâlas of Walâ 3.Debates on walâ 4.The Heritage Law 5.Islamic Law