tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü temel islami bilimler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAMİ BİLİMLER ANABİLİM DALI
İSLAM HUKUKU BİLİM DALI
MOLLA HÜSREV’İN ‘VELÂ’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE BU
KONUDA OSMANLI ÂLİMLERİ ARASINDA YAPILAN
TARTIŞMALAR (VELÂ RİSALELERİ ÇERÇEVESİNDE)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ahmet Ali KORKMAZ
Danışman
Prof. Dr. Ferhat KOCA
Ankara-2009
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAMİ BİLİMLER ANABİLİM DALI
İSLAM HUKUKU BİLİM DALI
MOLLA HÜSREV’İN ‘VELÂ’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ VE BU
KONUDA OSMANLI ÂLİMLERİ ARASINDA YAPILAN
TARTIŞMALAR (VELÂ RİSALELERİ ÇERÇEVESİNDE)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Ahmet Ali KORKMAZ
Danışman
Prof. Dr. Ferhat KOCA
Ankara-2009
ONAY
Ahmet Ali KORKMAZ tarafından hazırlanan “Molla Hüsrev’in ‘Vela’ hakkındaki
görüşleri ve bu konuda Osmanlı alimleri arasında yapılan tartışmalar (Vela Risaleleri
Çerçevesinde)” başlıklı bu çalışma, …/…/200… tarihinde yapılan savunma sınavı
sonucunda (oybirliği/oyçokluğu) ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Temel İslami
Bilimler/İslam Hukuku dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
…………
........................................ (Başkan)
…………
........................................
…………
........................................
ÖNSÖZ
Vela kavramı İslam Hukuku terminolojisinde Hususi Hukuk başlığı
altında yer alan Miras (Feraiz) Hukuku içerisinde değerlendirilen bir konudur.
Temeli kölelik müessesesine dayanan bu konunun, günümüz açısından
ihtiyaç duyulacak bir yönü bulunmamaktadır. Ancak İslam Hukuk tarihine
bakıldığı zaman vela konusuyla ilgili olarak hukuksal niteliğe haiz birçok
tartışmaların yapıldığı görülür. Çünkü kölelik müessesesinin sona ermesiyle
beraber vela yoluyla mirasçı olma meselesi tarihsel bir olgu niteliğinde
kalmıştır. Bugün insanlık için bir ayıp telakki edilen kölelik müessesesi,
tekâmül prensibine uygun olarak ortadan kalkmıştır. Modern dini meseleler
içerisinde vela konusuna popülarite kazandırmamız da uygun değildir. Ne var
ki, İslam Hukuku kaynaklarında bu konuya dair yazılmış metinlerin, hukuksal
bir zenginlik ifade ettikleri düşüncesiyle bunların dilimize kazandırılması ve
üzerinde akademik çalışmaların yapılması yararlı olacaktır. Bu sebeple vela
konusuna dair Osmanlı âlimleri tarafından keleme alınan risalelerin
günümüze kazandırılması için bu konu üzerinde çalışma yapmayı uygun
gördük.
Öte yandan, kölelik müessesesi yakın tarihimize kadar sürüp gelen,
insanlık için büyük olumsuzluklar içeren bir vakıaydı. İslam kültür tarihinde bu
kurum diğer kültürlerden daha farklı ele alınmış ve insanlığa yakışır bir
biçimde tümüyle ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Sosyal, iktisadi, siyasi
ve tarihi bir geçmişe sahip olan kölelik müessesini tamamen kaldırmayı
hedefleyen İslam dini, bu amacını gerçekleştirmek için tedric metodunu
kullanmıştır. Bir taraftan kölelere insanca yaşama hakkı sağlarken, diğer
taraftan köle sahiplerini onları hürriyetlerine kavuşturmak için teşvik etmiştir.
Vela sebebiyle mirasçı olma hakkı İslam’ın bu teşvikleri arasında sayılabilir.
Kur’an-ı Kerim tedricî olarak toplumda var olan kölelik müessesesini ortadan
kaldırmak maksadıyla birçok hükmü köle azadı ile ilişkilendirmiştir. Örneğin
keffaretler konusuna bakıldığı zaman zıhar, hataen adam öldürme ve kasten
ramazan orucunu bozma sonucunda mükellefin yerine getirmesi gereken
ii
kefaretlerin başında köle azat etme gelmektedir. Ayrıca yemin kefaretinde de
köle azat etme seçenekler arasında yer almaktadır. Bütün bunlar İslam
dininin
tedricî
bir
yaklaşımla
kölelik
müessesini
ortadan
kaldırmayı
hedeflediğini göstermektedir.
Araştırma konumuz olan vela meselesi güncel bir konu olmamakla
beraber İslam tarihinin belirli bir döneminde yaşanmış mezhep içi önemli bir
tartışmayı yansıtması bakımından önemlidir. Bir arkeolog, binlerce sene önce
yaşamış olan insan ve varlıkların izlerini sürmek için olanca gücüyle çaba
sarf ederek, tarihi bilgilerin günümüze sunulması için titiz bir çalışma yaparsa,
bizler de aynen bir arkeolog gibi tarihin yaprakları arasında kalmış, kıymetli
birikimlerimizi günümüze kazandırmak için aynı gayreti göstermemiz gerektiği
düşüncesindeyiz. Bundan dolayı tarihsel bir özellik arz eden vela konusuyla
ilgili tartışmaların günümüze sunulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Osmanlı Devletinin yükseliş dönemi şeyhülislamları ve büyük âlimleri
tarafından kaleme alınan bu risalelerin bir arkeolog ve tarihçi titizliği ile
üzerinde çalışılması ve günümüz ilim dünyasına kazandırılması, bu
çalışmaya bilimsel bir nitelik vermek için yeterli bir hareket noktası olacağını
düşünmekteyiz.
Elinizdeki çalışmada vela risalelerine geçmeden önce araştırmamızın
ilham kaynağı olan Molla Hüsrev' in hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri hakkında
kısa bazı bilgiler verilecektir. Daha sonra vela konusunun İslam Hukukundaki
yeriyle
ilgili
ve
incelememizi
yürüttüğümüz
risaleler
üzerinde
bazı
değerlendirmeler yapılacaktır. Ayrıca bu çalışmada vela kavramının İslam
Hukukunda ne anlama geldiği ve bunun hangi konularla bağlantılı olduğun
ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Burada konunun belki de en önemli noktasını
teşkil eden risalelerin tercüme edilmesi için uzun ve dikkatli bir çalışma
yürüttükten sonra, bu tercüme faaliyetiyle ortaya çıkan fikir ve görüşleri n
birbirleriyle karşılaştırılmasına gayret edilmiştir. Ayrıca bu risalelerin Arapça
metinleri tahkik edilerek tezle birlikte verilmiştir. Bütün bu çalışmaların
sonunda ise, ulaştığımız bilgiler hakkında kendi kanaatlerimizi belirtmiş
bulunmaktayız.
iii
Bu çalışmamda bilgi ve tecrübesini benimle paylaşmaktan kaçınmayan
ve her fırsatta bana yardımcı olan kıymetli hocam Prof. Dr. Ferhat KOCA’ ya
şükranlarımı sunarım.
Ahmet Ali Korkmaz
Ankara–2009
iv
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................ i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................ iv
KISALTMALAR ............................................................................................. vi
GİRİŞ ............................................................................................................. 1
I-MOLLA HÜSREV'İN HAYATI, ESERLERİ VE İLMİ ŞAHSİYETİ ............ 1
A-Hayatı ................................................................................................. 1
B-Eserleri ............................................................................................... 6
1-Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Ğureri’l-Ahkâm ......................................... 6
2-Risale fî’l-Velâ .................................................................................. 6
3-Risâletü Cevâb-ı Molla Hüsrev Reddü li Molla Gürânî ..................... 7
4-Mir’âtü’l-Usûl fî Şerhi Mirkâti’l-Vüsûl ................................................. 8
5-Hâşiye ale’t-Telvîh............................................................................ 8
6-Hâşiye alâ Tefsîri’l-Beydâvî .............................................................. 8
7-Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr .......................................................... 9
8-Şerhu Usûli’l-Pezdevî ....................................................................... 9
9-Hâşiye a‘lâ Hâşiyeti'l-Muhtasar li's-Seyyid Şerîf ............................... 9
10-Hâşiye a‘le'l-Mutavvel .................................................................. 10
11-Esâsü'l-iktibâs Tercümesi............................................................. 10
12-Vasiyyetname .............................................................................. 10
C-İlmi Şahsiyeti ................................................................................... 11
II-İSLAM HUKUKUNDA VELÂ KAVRAMI............................................... 12
A-Lügat bakımından ........................................................................... 12
B-Terim olarak..................................................................................... 14
BİRİNCİ BÖLÜM ......................................................................................... 27
I-MOLLA HÜSREV'İN GÖRÜŞLERİ ........................................................ 27
II-MOLLA GÜRÂNÎ 'NİN GÖRÜŞLERİ .................................................... 34
III-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN GÖRÜŞLERİ ......................................... 39
IV-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ'NİN GÖRÜŞLERİ ................................ 44
V-DEĞERLENDİRME .............................................................................. 49
İKİNCİ BÖLÜM ............................................................................................ 53
I-MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TERCÜMESİ ................................ 53
II-MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .......................... 67
III-MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE
RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ ................................................................. 80
IV-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .............. 97
V-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ .... 117
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ..................................................................................... 132
I. VELA RİSALELERİNİN TAHKİKİ ....................................................... 132
A Risalelerin Tahkiki Sırasında Takip Edilen Metot ....................... 132
B. Risalelerin Tahkik Metodunun Özellikleri................................... 137
C. Tahkik Sırasında Kullanılan Rakamlar ve Harfler ...................... 138
D. Tahkik Sırasında Kullanılan İşaretler .......................................... 139
II. MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ..................... 141
III. MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ .................. 150
IV. MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE
RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ........................................................... 157
v
V. HIZIRŞÂH’IN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ ................................ 164
VI. MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİNİN METNİ ................................. 176
SONUÇ ...................................................................................................... 183
KAYNAKÇA .............................................................................................. 185
ÖZET ......................................................................................................... 189
ABSTRACT ............................................................................................... 190
vi
KISALTMALAR
A.g.e.
: Adı Geçen Eser
A.g.m.
: Adı Geçen Madde, Adı Geçen Makale
b.
: Bin
Bk.
: Bakınız
Bl.
: Bölüm
cc.
: Celle Celalühü
DİA
: Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Ed.
: Editör
h.
: Hicrî
İA.
: İslam Ansiklopedisi
İFAV
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Ktp.
: Kütüphane
Md.
: Maddesi
No.
: Numara
Ö.
: Ölüm tarihi
Ra.
: Radıyallahu anh
Rha.
: Rahmetullahi Aleyh
Sav.
: Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Sos. Bil. Ens. : Sosyal Bilimler Enstitüsü
T.y.
: Tarih yok
Tah.
: Tahkik yapan
Ter.
: Tercüme Eden
Ünv.
: Üniversite
Vd.
: Ve Devamı, ve diğerleri
Vr.
: Varak
Y.y.
: Yayımyeri yok, Yayınevi yok
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı
GİRİŞ
I-MOLLA HÜSREV'İN HAYATI, ESERLERİ VE İLMİ ŞAHSİYETİ
A-Hayatı (ö.885/1480)
Fatih Sultan Mehmed (II.Mehmed) döneminin meşhur bilginlerinden
olan Molla Hüsrev'in asıl adı Mehmed'dir. Babasının adı Ferâmurz*,
dedesinin adı Ali’dir. Bunu Molla Hüsrev, “Dürerü’l-Hükkâm” adlı eserinde
kendisini tanıtırken dedesinin adını Ali olarak vermektedir. Hicri 843 (m.
1439) tarihine ait bir satış belgesinde dedesinin adının Ali olarak geçtiği
görülmektedir.1 Bazı kaynaklarda, bu bilgiler ışığında dedesinin adının Ali
olarak geçtiği kaydedilir.2 Bu bilgiyi Molla Hüsrev'in Rum asıllı olmadığının en
belirgin delillerinden biri olduğu için önemsemekteyiz.
Molla Hüsrev'in doğum tarihi kaynaklarda zikredilmemiştir. Vefat tarihi
885/1480 olarak geçmektedir. Molla Hüsrev'in çocukluğu Çelebi Mehmed
(816–825/1413–1421) dönemine rastlamaktadır. Kazaskerlik görevine ise II.
Murad (825–855/1421–1451) döneminde getirilmiş, şeyhülislamlık görevini
de Fatih Sultan Mehmed döneminde ifa etmiştir. Kısaca Molla Hüsrev’in bu
üç padişah döneminde yaşadığını söyleyebiliriz.3 Molla Hüsrev’in biyografisini
veren Taşköprüzade (ö.1561) babasını “Ümerâ-i Ferâsiha” dan “Rumiyyü’lasl” Ferâmurz diye tanıtmıştır. Bu ifadeden onun babasının Rum diyarı diye
*Ferâmerz ve Ferâmûz şeklinde de okuyanlar vardır. Bk. Hasan Özket, “Molla Hüsrev ve Mir’âtü’lUsûl Adlı Eserinin Kaynakları”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni. Sos.Bil.Ens.,
Erzurum, 1992, s.17; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, 2.baskı, Ankara, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, 2006, s.108.
1
Arif Erkan, Durer ve Gurer Tercümesi, c.I-II, İstanbul, y.y., 1979, c.I, s.XV; M.Tayyip Gökbilgin,
Edirne ve Paşa Livası, İstanbul, İstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yayınları, 1952, s. 172; Ferhat Koca,
Osmanlı Şeyhülislamı Molla Hüsrev Hayatı, Eserleri ve Görüşleri, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 2008, s.31.
2
Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman b. Sehavi, ed-Dav’ü’l-Lâmi‘, c.I-XII, Beyrut, Dâru’lMektebeti’l-Hayat, t.y., c.VIII, s.279; Ahmet Özel, Hanefi Fıkıh Alimleri, 2.baskı, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, 2006, s.108; Koca, a.g.e., s.33; Ferhat Koca, “Molla Hüsrev”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XXX, s.252-254.
3
Özket, a.g.e., s.14.
2
anılan Sivas-Tokat bölgesinde bulunan ve bir Türkmen boyu olarak anılan
Varsak kabilesi beylerinden olduğu anlaşılmaktadır. Taşköprüzade’nin
kullandığı “Ümerâ-i Ferâsiha” ifadesinin Mecdî (ö.1591) tarafından “ümera-i
Françe” şeklinde çevrilmesi ve bu ifadeye Ferâmurz'un mühtedi olduğu
bilgisinin eklenmesiyle birlikte, Hoca Saadeddin Efendi (ö.1599)’nin de
“Rumiyyü’l-asl” tabirini “Rum asıllı” diye yorumlaması sonucunda, daha
sonraki araştırmalar ve kaynaklar, Molla Hüsrev'in babasının Rum ve Frenk
asıllı olduğunu ileri sürmüşlerdir.4 Bazı kaynaklarda babasının ihtida etmiş bir
Fransız asilzadesinden olduğu söylenmekle birlikte, bunun tamamen bir
yanlış anlaşılmanın eseri olduğu fark edilmiştir. Bazı çalışmalarda Molla
Hüsrev'in babasının Kürt olarak anılması ise Mecdî’nin Şekâik tercümesi ve
zeylinin kenarına eklenen, “Mevlana Hüsrev'in babası Ferâmurz, ekrâddan
Varsak vilayetinde Sivas ile Tokat ortasında tavattun ve temekkün edip ol
karyede bir zaviye bina eyledi”5 notuna dayanmaktadır. Bu ifadenin de
Türkmen boyu olan Varsaklar'ın yanlış tanımlanmasından kaynaklandığı
aşikârdır. Molla Hüsrev'in biyografisi hakkındaki bazı yanıltıcı bilgilerin
ayıklanması neticesinde onun aslının Amasya-Tokat-Sivas bölgesinde
yaşamış olan Varsaklar'a dayandığı ve babasının zaviyesinin bulunduğu
Sivas-Tokat arasındaki köyde doğduğu anlaşılmaktadır. Bu köy bazı
kaynaklarda
Yozgat-Yerköy
yakınlarındaki
Karkın
(Kargın)
olarak
gösterilmiştir. Fakat Yozgat ve Yerköy'e ait Karkın (Kargın) adını taşıyan her
hangi bir yerleşim birimi bulunmamaktadır. Kaynaklarda belirtilen bilgiler
incelendiğinde Molla Hüsrev'in babasının Tokat ile Sivas arasında bulunan
ve bu iki şehre uzaklıkları hemen hemen eşit olan Sivas'ın Yıldızeli İlçesi,
Çırçır Nahiyesine bağlı Kargın Köyü olması daha isabetli gözükmektedir.6
Babasının vefat etmesi üzerine, küçük Mehmed'i eniştesi Hüsrev Bey
himayesine almıştır. Çocukluk dönemi doğduğu yerde geçen Molla Hüsrev,
ilk eğitimini de muhtemelen burada almıştır.7 Molla Hüsrev'in bu isimle
anılması eniştesi olan Hüsrev Bey'den gelmektedir. Hüsrev eniştesinin
4
Koca, a.g.e., s.32; Koca, a.g.m., s.252.
Mecdî Efendi, Şekâik Tercümesi, İstanbul, Matbaay-ı Amire, h.1269, s.135 (sayfa kenarında).
6
Koca, a.g.e., s.38; Koca, a.g.m., s.252.
7
Koca, a.g.e., s.39; Koca, a.g.m.,s.252.
5
3
ismidir. Küçük yaşta babasının vefatı neticesinde eniştesi Hüsrev Beyin
yanında kalmaya başlayan Molla Hüsrev, “Hüsrev’in kaynı” şeklinde
tanınmıştır. Daha sonra ona mahlas olarak Hüsrev ismi verilmiş ve öylece
meşhur olmuştur.8 Bu ismin başına ilave edilen Molla kelimesi ise Mevlâ veya
Mevlâna kelimelerinden gelip, o dönemde “âlim kişi” manasında üst düzey
kadılık (hâkimlik) ve müderrislik görevi yapan kimseler için kullanılırdı.9
Molla Hüsrev'in aile fertleri ile ilgili olarak Tebriz'de yevmî elli akçeli
medresede müderris iken vefat eden Celaleddin adında bir oğlundan,10
Hüsrevzade lakabıyla meşhur Mustafa Efendi adında bir torunundan11 ve
Halebî (Çelebî) medresesinde müderris iken vefat eden bir kardeşinden
bahsedilmektedir.12
Bursa’da eniştesinin yanında eğitim hayatına başlayan Molla Hüsrev,
Molla
Fenârî'nin
(ö.834/1431)
Bursa
Kadısı
olan
oğlu
Yusuf
Bâlî
(ö.840/1436)'den icazet almıştır. Bunun yanında Edirne'de Sa’dettin etTeftâzânî (ö.792/1390)'nin talebelerinden Burhaneddin Haydar Herevî
(ö.830/1427) ile Molla Yegân (ö.840/1436) ve Şeyh Hamza gibi Osmanlı
âlimlerinden okumuştur.
Molla Hüsrev ilk görevine Edirne Şah Melek Medresesinde müderris
olarak başladı. Hicrî 839 (1435–1436) senesinde kaynakların ismini
vermediği kardeşinin ölümü nedeniyle aynı şehirde bulunan Çelebi (Halebî)
Medresesine müderris olmuş,13 Varna savaşından önce ilk olarak Edirne
Kadılığına,
daha
sonra
847/1443’de
II.
Murad
tarafından
Rumeli
Kazaskerliğine getirilmiştir.14 II. Murad’ın saltanatı oğlu II. Mehmed'e bıraktığı
8
Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, İstanbul, Matbaay-ı Amire, h.1332, s.203 (satır altında); Cahit
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, 2. Baskı, c.I-II, İstanbul, Marmara Ünv.
İlahiyat Fak. Yayınları, 2005, c.II, s.571; Koca, a.g.e., s.39.
9
Cihat Tunç, “Molla Hüsrev'in İlmi Hayatı ve Vasiyetnamesi”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi
(1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Ünv. Matbaası, 1992, s.5.
10
Mecdî, a.g.e., s.135 (sayfa Kenarında).
11
Koca, a.g.m., s.252.
12
Mecdî, a.g.e., s.135; Baltacı, a.g.e., s.571; Koca, a.g.e., s.42.
13
Koca, a.g.e., s.41-42; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.19; Tunç, a.g.m., s.6.
14
Hoca Saadettin Efendi, Tâcü’t-Tevârîh, ter.İsmet Parmaksızoğlu,c.I-II, İstanbul, y.y., 1978, s.215;
Koca, a.g.e., s.43; Tunç, a.g.m., s.6.
4
sırada (848/1444)
kazaskerlik görevine devam etmiştir.15 II. Mehmed'in
848/1444’de vuku bulan Varna savaşından önce tahtı tekrar babası II.
Murad'a bırakmasıyla, Molla Hüsrev, “Kişinin mürüvveti, sultanın devleti ve
azlinde yanında olmaktır, uzletinizde sizi terk edemem” diyerek II. Mehmed
ile Manisa’ya döndüğü anlaşılmaktadır.16 Ancak II. Murad'ın tahta tekrar
çıkmasından sonra Molla Hüsrev muhtemelen kazaskerlik görevinden
ayrılarak Edirne'de kadı olarak kalmıştır. Ayrıca Molla Hüsrev'in 851–854
(1447–1450) yılları arasında Edirne Kadısı olarak bazı hüccetleri tasdik ettiği
bilgisi göz önüne alınırsa onun II. Mehmed ile Manisa'ya dönmeyip Edirne'de
kadılık görevine devam ettiği de söylenebilir.17
Molla Hüsrev’in 848 (1444) tarihinde vuku bulan Varna savaşına
katılması, onun meslek hayatında büyük tesirler bırakmıştır.18 Fatih Sultan
Mehmed'in ikinci defa tahta çıkmasıyla Molla Hüsrev'in durumunun ne olduğu
net olarak bilinmemektedir. Ancak II. Mehmed'in kendisine tahsis etmiş
olduğu tahsisat (maaş) ile geçimini sürdürdüğü söylenmektedir.19 Onun
İstanbul'un kuşatılması sırasında bulunduğu ve kuşatmanın devam edip
etmemesiyle ilgili tartışmada Fatih Sultan Mehmed'i destekleyen tarafta yer
aldığı bilinmektedir. İstanbul’un fethinden sonra buraya ilk kadı olarak atanan
Hızır Bey'in (ö.863–1459) ölümünden sonra İstanbul kadılığına getirilmiştir.
Bu görevin yanı sıra Galata, Üsküdar ve Eyüp Kadılıkları ve Ayasofya
Müderrisliği de ona verilmiştir.20
Molla Hüsrev kadılığı sırasında tevazu, hoşgörü ve adaletten hiçbir
zaman ayrılmamaya özen göstermiştir. Maddi durumu gayet iyi olmasına
rağmen mütevazi bir hayat sürmüştür.21 Dindarlığı, hayırseverliği ve vakarlı
kişiliği ile halk nazarında büyük bir saygı ve itibara sahip olmuştur.
Maiyetinde hizmetçileri olmasına rağmen onları kullanmayacağına dair
15
Aşıkpaşazade, a.g.e., s.131; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 5.Baskı, c.I, Ankara, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 1988, s.430; Koca, a.g.e., s.45.
16
Ahmet b. Mustafa Taşköprüzade, , Eş-Şekâiku’n-Nu‘mâniyye, İstanbul, y.y., 1985, s.116; Hoca
Saadettin, a.g.e., s.218.; Erkan, a.g.e., s.XV.
17
Gökbilgin, a.g.e., s. 266-269; Koca, a.g.e., s.47; Koca, a.g.m., s.252.
18
Tunç, a.g.m., s.6.
19
Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.20.
20
Koca, a.g.e., s.49-50; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.m., s.20.; Tunç, a.g.m., s.7.
21
Mecdî, a.g.e., s.137.
5
vermiş olduğu sözüne muhalif davranmamak için odasını kendisi temizlermiş
ve odasının mumunu kendisi yakmıştır.22
Molla Hüsrev Sultan Fatih'in iltifatlarına mazhar olmuş büyük bir ilim
adamıydı. Padişahın ve zamanın âlimlerinin güvenini kazanmış, Fatih'in
sarayda tertip ettiği ilmî tartışmalarda “Reisü’l-ülemâ” olarak hakemlik
yapmıştır. Hükümlerindeki tarafsızlığı şöhret bulmuştur.23 Sultan Fatih onun
hakkında “Zamanın Ebû Hanife’sidir” diyerek büyük saygı ve sevgi
beslediğini ifade etmiştir. Molla Hüsrev’i sarayda, camide ve medresede
gördüğü zaman ayağa kalkarak ona saygı göstermiştir. Molla Hüsrev Fatih'in
iltifatlarına o kadar alışmıştı ki, sarayda yapılan bir düğün merasiminde,
padişahın sağında Molla Gürânî (ö.1488)'nin, solunda ise kendisinin
oturacağını öğrenmesi üzerine padişaha gücenmiş ve “Benim ilmi ve dini
mertebem dikkate alınmadan bana uygun görülen yere oturup bu ziyafete
iştirak etmem ilmî onurumu rencide eder” diyerek 877 (1472–73) senesinde
İstanbul'u terk edip Bursa'ya gitmiştir.24 Bursa’da Emir Sultan’a yakın Zeynîler
semtinde bir arazi satın alarak buraya Hüsrev Medresesi adıyla anılan
medresesini yaptırmış ve orada müderrislik yapmaya başlamıştır.25 Bu
medrese, vakfiyesine göre, başlangıçta yirmili medrese olarak kurulmuş,
1591–92 yıllarında kırklı, 1595–96 yıllarında ise ellili medrese statüsüne
çıkarılmıştır.26
Sultan II. Mehmed yapmış olduğu bu hatayı telafi etmek için Molla
Hüsrev'i tekrar İstanbul’a davet etmiş ve Şeyhülislam Molla Fahreddin'in
vefatı üzerine Molla Hüsrev'i 878’den (1473–74) biraz sonra İstanbul müftüsü
(şeyhülislam) olarak tayin etmiştir.27 Vefat tarihi olan 885 (1480) yılına kadar
bu görevde ve İstanbul’da kalan Molla Hüsrev, 885/1480 yılının Şaban
22
Koca, a.g.e., s.74; Özket, a.g.e., s.24; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.8.
Koca, a.g.e., s.88; Tunç, a.g.m., s.7; Özket, a.g.e., s.22.
24
Mecdî, a.g.e., s.138; Baltacı, a.g.e., s.571.; Koca, a.g.e., s.51-52; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m.,
s.8; Özket, a.g.e., s.21.
25
Mecdî, a.g.e., s.138; Koca, a.g.e., s.51.
26
Murtaza Korlaelçi, “Molla Hüsrev'in İlmi Çevresi ve Şahsiyeti”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi
(1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.45 ; Baltacı, a.g.e.,
s.57.
27
Koca, a.g.e., s.53; Tunç, a.g.m., s.8; Koca, a.g.m., s.252; Özket, a.g.e., s.21.
23
6
ayında İstanbul’da vefat etmiştir. Cenazesi Bursa’ya götürülerek Zeynîler
mahallesinde bulunan medresesinin haziresine defnedilmiştir.28
B-Eserleri
1-Dürerü’l-Hükkâm fî Şerhi Ğureri’l-Ahkâm
Molla Hüsrev'in İslam Hukukunun furu’una ait meseleleri kaleme aldığı
Ğurerü’l-Ahkâm fî Fürûi’l-Hanefiyye adlı eserine kendisinin yazmış olduğu
şerhidir. Bu eser uzun yıllar Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak
okutulmuştur. Bu eser üzerinde birçok ilim adamı tarafından şerh, hâşiye ve
ta’lik çalışmaları yapılmıştır.29
2-Risale fî’l-Velâ
İslam Miras Hukuku alanında sebebî asabeliğin temelini oluşturan velâ
meselesi hakkında kaleme aldığı risaledir. Bu risale çağdaşı olan âlimlerin
bazıları tarafından eleştirilmiş ve ona reddiyeler yazılmıştır. Kaynakların bize
verdiği verilere göre; Molla Gürânî, İbn Kemal (Kemalpaşazade), Hızırşah
Menteşevi, Ganîzade Mehmet Nadirî ve Güzelce Mehmet Çelebi’nin reddiye
türünde risaleler yazdıkları kaydedilmiştir.30
Ne var ki, İbn Kemal adına Süleymaniye Kütüphanesi Süleymaniye
Bölümü no:1051 (vr.1–7) ve Fatih Bölümü no:5366 (vr.51–57) kayıtlarında
verilen
bilgilerin
doğruyu
yansıtmadığı
anlaşılmaktadır.
Çünkü
bu
numaralarda bulunan risalelerin müstensihleri, risalenin kime ait olduğuna
28
Mecdî, a.g.e., s.138; Baltacı, a.g.e., s.571; Koca, a.g.e., s.54; Koca, a.g.m., s.253; Tunç, a.g.m., s.8;
Özket, a.g.e., s.24.
29
Ahmet Akgündüz, “Dürerü’l-Hükkâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.X, s.2728; Ali Rıza Karabulut, “Molla Hüsrev'in Eserleri”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed.
Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.125; Koca, a.g.e., s.61-66; Özket,
a.g.e., s.25.
30
Koca, a.g.e., s.68-70; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.25-26; Karabulut, a.g.m., s.129.
7
dair herhangi bir bilgi vermemişlerdir. Fakat elimizdeki yazma nüshalarda İbn
Kemal ile Hızırşah'a ait verilen risale metinlerinin aynı metin olduğu
görülmektedir.
Ayrıca,
Hızırşah'a
ait
olduğu
kaydedilen
risalelerde
müstensihlerin o risalenin Hızırşah'a ait olduğunu bildiren kayıtları mevcuttur.
Bundan hareketle, kayıtlarda İbn Kemal'e ait olarak verilen risalelerin aslında
Hızırşah'a ait olan risaleler olduğunu söyleyebiliriz. Çalışmamızda Molla
Hüsrev, Molla Gürânî, Hızırşah ve Güzelce Mehmet Çelebi'nin risalelerine
yer verdik.31
Molla Hüsrev'in bu risalesi Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa
Bölümü, no:2755, vr.198–203, no: 2795, vr.17–19, no:940, vr.243–248,
no:2725, vr.97–100; Esad Efendi no:682, vr.385–388, Nuruosmaniye Bölümü
no:596, vr.44–47, no:1563, vr.1–4; Yeni Cami Bülümü no:1186, vr.410–
414’de kayıtlı yazma nüshaları mevcuttur. Ayrıca başka kütüphanelerde de
birçok yazma nüshaları bulunmaktadır.32
3-Risâletü Cevâb-ı Molla Hüsrev Reddü li Molla Gürânî
Molla Hüsrev'in "Velâ Risalesi" hakkında Molla Gürânî’ye yazmış
olduğu reddiyesidir. Bu reddiye ilmi bir tartışma niteliğindedir. Dönemin ilmi
itirazlarını ve üslûbunu yansıtması bakımından önemlidir. Bu risale
Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, no:5366, vr.55–57; Nuruosmaniye
Bölümü, no:4909, vr.156–159; Süleymaniye Bölümü, no: 1051, vr.12–18’de
yazma nüshaları bulunmaktadır.33
4-Mir’âtü’l-Usûl fî Şerhi Mirkâti’l-Vüsûl
31
Yazar açıklaması.
Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.25; Karabulut, a.g.m., s.129.
33
Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26.
32
8
Molla Hüsrev fıkıh usûlü’ne dair muhtasar olarak kaleme aldığı
"Mirkâtü’l-Vüsûl ilâ ilmi’l-Usûl" adlı eserine yazmış olduğu şerhtir. Molla
Hüsrev, bu eseri birçok klasik usul ve füru kitaplarından yararlanarak
hazırlamıştır. Faydalandığı kaynaklara dair eserinde telmihlerde bulunmuştur.
Osmanlılar döneminde bu eser üzerine birçok haşiye çalışması yapılmıştır.
Kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshası bulunan bu eser, 1291, 1305 ve
1317 tarihlerinde İstanbul'da, 1262 ve 1304 tarihlerinde de Mısır'da
basılmıştır.34
5-Hâşiye ale’t-Telvîh
Sadrüşşerîa‘ Ubeydullah el-Mahbûbî (ö.747/1347)'nin et-Tenkîh adlı
eserine Teftâzânî tarafından yapılan Hâşiye a le’t-Telvîh adıyla yapılan
hâşiyesinin özellikle mukaddime bölümüne Molla Hüsrev tarafından yapılan
hâşiyedir.35
6-Hâşiye alâ Tefsîri’l-Beydâvî
Kadı Beydâvi (ö.685)'nin “Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl” adlı
meşhur tefsirine yazmış olduğu haşiyedir. Molla Hüsrev’in tamamlamaya
vakit bulamadığı bu eser Kur’an-ı Kerim’in başından Bakara suresinin 142.
ayetine kadardır. Söz konusu eser Kayseri Raşit Efendi Kütüphanesi no:234;
İstanbul Veliyyüddin Efendi Kütüphanesi no:411, 412, 413; İstanbul Ayasofya
Kütüphanesi no:306, 307, 308, 309; İstanbul Yeni Cami Kütüphanesi no:130,
131, 132; İstanbul Çorlulu Ali Paşa Kütüphanesi no:73 kayıtlarında
34
Koca, a.g.e., s.57-61; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.129; Koca,
"Mir'âtü'l-usûl", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XXX, s.148.
35
Koca, a.g.e., s.68; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.131.
9
bulunmaktadır. Bunların dışında İstanbul Kütüphanelerinde pek çok yazma
nüshaları mevcuttur. 36
7-Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr
Alâüddin b. Musa er-Rumî (ö.841)'nin Tesmiye, Ahbâr-ı Nübüvvet,
Fıkıh, Usûl, Belâğât ve Mantık konularında yazmış olduğu "Es’iletü Alâüddin"
isimli altı bölümden oluşan risalesinin şerh ve tenkidi niteliğinde olan, soru ve
cevap formatında kaleme alınmış bir eserdir. Bilinen yazma nüshaları Kayseri
Raşit Efendi no:309 (53 varak); İstanbul Kılıç Ali Paşa Kütüphanesi no:351;
İstanbul Selimağa Kütüphanesi no:301; İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi
no:423/4 numaralı kayıtlarda mevcuttur.37
8-Şerhu Usûli’l-Pezdevî
Fahru’l-İslam Ali b. Muhammed el-Pezdevî (ö.482)'nin fıkıh usulüne ait
Kenzü'l-vüsûl ilâ ma‘rifeti'l-usûl adlı eseri üzerine yazılan, ancak eksik olan bir
şerhtir.38
9-Hâşiye a‘lâ Hâşiyeti'l-Muhtasar li's-Seyyid Şerîf
Bu eser, İbnü'l-Hâcib'in fıkıh usulüne dair yazdığı Muhatasarü'lMüntehâ adlı kitabı üzerine Seyyid Şerif el-Cürcâni tarafından yazılan
36
Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.125.
Koca, a.g.e., s.70-71; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.27; Karabulut, a.g.m., s.132.
38
Koca, a.g.e., s.68; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.26; Karabulut, a.g.m., s.131.
37
10
haşiyenin özellikle mukaddime kısmına Molla Hüsrev'in yaptığı açıklama ve
ilavelerden meydana gelmektedir.39
10-Hâşiye a‘le'l-Mutavvel
Büyük dil bilgini İmam Sekkâkî (ö.626/1299) ilimler hakkında Miftâhü'lulûm adıyla bir eser kaleme almış, yine bir dil bilgini olan Kazvinî
(ö.739/1338) bu eserin üçüncü kısmını telhis edip özetlemiştir. Teftâzânî ise
bu telhise Mutavvel ve Muhtasar olmak üzere iki şerh yazmıştır. Bunlardan
özellikle Mutavvel üzerine birçok haşiye çalışması yapılmıştır. Molla
Hüsrev'in bu eseri de söz konusu haşiyelerden birisidir.40
11-Esâsü'l-iktibâs Tercümesi
Nasîrüddin Tûsî' ye ait Farsça mantık kitabının Arapça'ya çevirisi olup
Fatih Sultan Mehmed'e sunulmuştur.41
12-Vasiyyetname
Molla Hüsrev’in ölümünden defnedilinceye kadar geçen sürede
yapılmasını istediği hususları kaleme aldığı eseridir. Molla Hüsrev'in
vasiyetnamesi niteliğinde olan bu eser Türkçe olarak yazılmıştır.42
Yukarıda saydığımız eserler dışında kütüphane kataloglarında Molla
Hüsrev adına kayıtlı bazı eserlerin daha olduğu kaynaklarda geçmektedir.43
39
Koca, a.g.e., s.68.
Koca, a.g.e., s.70; Özket, a.g.e., s.27; Karabulut, a.g.m., s.131.
41
Koca, a.g.e., s.71; Karabulut, a.g.m., s.132.
42
Koca, a.g.e., s.71-72; Koca, a.g.m., s.253; Özket, a.g.e., s.29; Karabulut, a.g.m., s.132.
43
Koca, a.g.e., s.72-73; Özket, a.g.e., s.28-29.
40
11
C-İlmi Şahsiyeti
Molla Hüsrev, Bursa’da Molla Fenârî’nin Bursa Kadısı olan oğlu Yusuf
Bali’den çeşitli dersleri okuyarak ilk tahsiline başlamış, daha sonra Osmanlı
Devletinin başşehri olan Edirne’ye gitmiş ve burada büyük âlim Teftâzânî’nin
öğrencisi Burhaneddin Haydar Herevî’den almış olduğu eğitimle tahsilini
tamamlamıştır. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne’de bulunan Şah Melek
Medresesine müderris olarak ilk görevine başlamıştır. Bunun akabinde aynı
şehirde bulunan ve kardeşinin görev yaptığı Çelebi (Halebî) medresesine
kardeşinin vefatı üzerine müderris olmuştur.44
Bu dönemde Taftazânî’nin Mutavvel isimli eserine bir haşiye yazmıştır.
Fıkıh usûlü eseri olan Mirkât'ı da bu dönemde yazmıştır. Ayrıca Teftazânî ve
Cürcânî’den ders almış olan Ali b. Musa er-Rûmî’nin Es’iletü’r-Rûmî adıyla
bilinen esere Nakdü’l-Efkâr fî Reddi’l-Enzâr isimli cevap özelliği taşıyan bir
eser kaleme almıştır.45
II. Murad tarafından 841 (1443)’de kazaskerliğe getirilen Molla Hüsrev,
Osmanlı Devletinde din, hukuk ve eğitim sahalarında yüksek görevlerde
bulunmuştur.
İstanbul’un
fethinden
sonra
II.Mehmed
tarafından
Şeyhülislamlık makamına getirildi. Fatih’in ve devrin âlimlerinin güvenlerini ve
teveccühlerini kazanan Molla Hüsrev, sarayda tertip edilen birçok ilmi
tartışmalarda Reisü’l-Ulema olarak hakemlik yapmıştır.46
Maddi durumu gayet iyi olmasına rağmen mütevâzi ve dindar bir hayat
yaşamayı tercih eden Molla Hüsrev, halk nazarında çok sevilen ve kendisine
güvenilen bir kişi olmuştur.
Molla Hüsrev ağırlıklı olarak İslam Hukuku ile ilgilenmiş olmakla
beraber, Tefsir, Kelam, Hadis, Edebiyat-Dil ve Mantık gibi ilimlerle ilgili birçok
kitap, şerh ve haşiyeler yazmıştır.
44
Özket, a.g.e., s.19; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.6.
Özket, a.g.e., s.19; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.6.
46
Mecdî, a.g.e., s.138; Özket, a.g.e., s.21.; Koca, a.g.m., s.252; Tunç, a.g.m., s.8.
45
12
II-İSLAM HUKUKUNDA VELÂ KAVRAMI
A-Lügat bakımından;
Velâ kelimesi ( ‫) وﻻء‬, ( ‫ي‬-‫ل‬-‫ ) و‬kökünden türemiştir. Bu kelime kökünden
türemiş olan isim ve fillerin birçok anlamları olmakla beraber, bazıları eş
anlamlı, bazıları zıt anlamlı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Mevlâ kelimesi
hem azad edilen köle için hem de azad eden efendi için kullanılmaktadır.
Mastar bir kullanıma sahip olan velâ kelimesiyle beraber vilâyet, velâyet
şeklinde de mastarları mevcuttur. Fiil kalıplarıyla çekimlendiğinde birçok
manayı ihata eden bu kelime kökünün taşımış olduğu anlamları verdikten
sonra bunlardan bize yarayacak olanlar üzerinde durmaya çalışacağız.
Kelime manası olarak vela; yakınlık, yakın olma, yardım etmek,
dostluk, müttefik, komşu, nesep-soy, akrabalık, mülkiyet, servet ve zenginlik,
güç ve otoritenin bulunduğu yer, kölelik, hükümdar, yönetim gibi anlamların
yanında sevgi beslemek gibi manaları bünyesinde toplayan zengin anlam
bütünlüğüne sahip bir kelimedir.47
Bu kullanımlar, kelimenin Kur'an-ı Kerim, Hadis-i şerif, Arap şiir ve
edebiyatındaki kullanımlarından faydalanılarak ortaya çıkarılmıştır. Kelimenin
mastar ve diğer kullanımlarındaki çeşitlilik, kelime manasında çok fazla
farklılığın olduğunu göstermektedir. Örneğin: "Velâyet; nesep-soy, yardım
etmek, kölelik" anlamları için kullanılırken, "Vilâyet; güç ve otoritenin
bulunduğu yer, bölge, hükümdar, yönetim" anlamlarını ifade etmektedir.
"Velâ; mülkiyet, servet, zenginlik, akrabalık, bir kişinin köle azad etmesi veya
akd-i muvâlât sebebiyle miras hakkı elde etmesi, hürriyetine kavuşan kişi,
kölesini azad eden" anlamlarına, "Muvâlât; bir kavimle dostluk anlaşması
47
Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzur, Lisânü'l-Arab, c.I-XV, Beyrut, Dar-u Sadr, ty.,
c.XV, s.406-415; Muhammed Murtaza ez-Zebidî, Tâcü'l-Arûs, ed. Dâhî Abdülbaki, c.I-XC, Kuveyt,
Et-Türâsü'l-Arabiyye, 2001/1422, c.XC, s.241-257; Ebu Nasr İsmail b. Hammad el-Cevherî, Es-Sıhâh
:Tâcü'l-Lüğât ve Sıhâhü'l-Arabiyye, tah. Ebu Zeyd Abdurrahman b. Abdülaziz el-Mağribî, c.I-V,
Dar-u İhyâi't-Türâsi'l-Arabiyye, Beyrut, 2005/1426, c.V, s.2004-2006; Halil b. Ahmed el- Ferâheydî,
Kitabü'l-Ayn, Komisyon, Lübnan, Mektebetü Lübnan Naşirûn, ty., s.917-918.
13
yapan kişi, dostluk anlaşması, iki kişinin arasını düzeltme için yapılan girişim"
manalarında kullanılmaktadır.48
Aynı kökten gelen ve konumuzla ilgili olması bakımından bazı
kelimelerin anlamları üzerinde durmak istiyorum.
"Veli (‫")اﻟﻮﻟﻲ‬:
—Allah (cc)'ın isimlerindendir. Âlemin ve yaratılmışların bütün işlerini ve
ihtiyaçlarını karşılayan, yardım eden manasındadır,
—Nikâh akdi esnasında kadının nikâhına onay veren sorumlu kişi,
—Yetim çocukların işlerinden sorumlu olan ve onları idare eden kişi,
—Allah (cc)'ın lütfuna ve ihsanına mazhar olan kişi,
—Arkadaş, dost, yakın,
—Sevgi besleyen, nimetlendiren, nimetlendirilen,
—Tabi olan, evlilikten doğan akrabalık (sıhriyet) gibi anlamlara haizdir.49
"Veli (‫ ")اﻟ ﻮﻟﻲ‬ve "Mevla (‫ ")اﻟﻤ ﻮﻟﻲ‬kelimeleri aynı anlamı taşıyan iki kelime
olduğu da kaydedilmektedir.50
"Mevla (‫")اﻟﻤﻮﻟﻲ‬:
—Kişinin bütün varisleri, kız kardeş çocukları, amcaoğulları, akraba
—Müttefik, ortak, komşu, dost, arkadaş
—Kişinin islama girmesine vesile olan ve kendisiyle dostluk anlaşması
(akd-i muvalat) yapılan kimse,
—Köleyi hürriyetine kavuşturan kişi, hürriyetine kavuşan kişi,
—Rabb: Bütün âlemin işlerini yöneten ve idare eden anlamında Allah
(cc)'ın ismi gibi anlamlara haizdir.51
Vela kelimesinin kullanıldığı bütün anlamları üzerinde düşünecek
olursak
kelimenin
sevgi
ve
dostluk
çerçevesinde
yardımlaşmayı,
dayanışmayı, kollamayı, görüp gözetmeyi ifade eden bir toplumsal yakınlığa
işaret eden bir anlam haritası görülür.
48
İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245.
İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245; el-Mağribî, a.g.e., s.2004-2006; elFerâheydî, a.g.e., s.917-918.
50
İbn Manzur, a.g.e., s.408; ez-Zebidî, a.g.e., s.242.
51
İbn Manzur, a.g.e., s.406-410; ez-Zebidî, a.g.e., s.242-245; el-Mağribî, a.g.e., s.2004-2006; elFerâheydî, a.g.e., s.917-918.
49
14
B-Terim olarak
Velâ, şâri‘ tarafından belirlenmiş olan, azad etmeden dolayı azad eden
ile azad edilen arasında meydana gelen hükmi akrabalık neticesinde azad
eden kişinin azad edilen erkek ya da kadının mirasına hükmi asabe olarak
dâhil olması sonucunda mirasçı olma hakkını elde etmesidir.52
İslam Hukukunda asabe kavramı miras konusunda farz sahipleriyle
beraber bulundukları zaman onların sehimlerinden arta kalan kısmı alan, farz
sahipleri bulunmadığında ise mirasın tamamını alan yakınları ifade etmek için
kullanılır. İki kısma ayrılır: Nesebî asabeler, sebebî asabeler.
Nesebî asabeler, kişinin soy ve nesebine bağlı olarak yakınlığı olan
kişilerdir. Asabe bi nefsihî, asabe bi gayrihî ve asabe ma'a gayrihî olmak
üzere üç bölümde değerlendirilir. Asabe bi nefsihî, ölüye nispetinde araya
kadın girmeyen erkek akrabalardır. Bünüvvet (oğulluk), Übüvvet (babalık),
Uhuvvet (kardeşlik) ve Umûmet (amcalık) olmak üzere derecelendirilir. Asabe
bi gayrihî, ölünün asabeden olan erkek kardeşleriyle beraber bulunan kız
kardeşlerdir. Asabe ma'a gayrihî, asabeden olmayan bir kadın ile beraber
bulundukları zaman asabe olan kadınlardır. Bunlar ölünün kızıyla beraber
bulunan ölünün anne-baba bir kız kardeşleri veya baba bir kız kardeşleridir.
Nesebî asabeler hakkında İslam Hukukunun Ferâiz (miras) bölümlerinde
geniş açıklamalar bulunmaktadır.
Sebebî asabelik; köle azad etmekten veya muvâlât (dostluk) anlaşması
yapmaktan doğan hükmî akrabalığa denmektedir. Sebebî asabe olan kişiler
ölünün nesebî asabeleri bulunmadıkları zaman onun mirası konusunda farz
sahipleriyle beraber bulunarak aynen nesebî asabeler gibi değerlendirilirler.
52
Vehbe Zühayli, el-Fıkhu’l-İslami ve Edilletuhu: İslam Fıkhı Ansiklopedisi, çev. Ahmet Efe,
Beşir Eryarsoy, vd., c.I-X, 2. baskı, İstanbul, Risale Yayınevi, 1992, s. 322 ; Mehmet Erdoğan, Fıkıh
ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet Yayınları, 1998, c.X, s.480; Abdüllatif Fâyiz Deryân,
Fıkhu’l- Mevârîs fi’l-Mezâhibi’l-İslamiyyeti ve’l-Kavânini’l-Arabiyye, tah. Muhammet Reşit
Kabânî, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Nehdati’l-Arabiyye, 1427/2006, c.I, s.325.
15
Köle azad etme ve akit yoluyla kurulan muvalat sebebiyle oluşan asabelik
konusu ileride daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.53
İslam Miras Hukukunda ittifak edilen miras sebepleri üç tanedir. Bunlar;
akrabalık (karâbet), evlilik (nikâh) ve velâ (hükmî akrabalık)’dır.54
Şafiîler ve Malikîler dördüncü sebep olarak İslam’ı ilave etmişlerdir.
Buna göre; Müslüman bir kimsenin, yukarıda sayılan üç sebeple mirasına
varis bulunamadığı veya herhangi bir nedenden dolayı varisler mirasın
tamamını alamadığı durumda, Müslüman vatandaşın geride kalan terikesi
diğer Müslümanlara ait olmak üzere Beytülmal’e devredilmesidir. Şafiiler ve
Malikiler bunun delili olarak Hz. Peygamber’in (sav) “Ben varisi olmayanın
varisiyim, onun adına diyetini öder ve ona varis olurum” hadis-i şerifini
göstermektedirler. Açıklama olarak da Hz. Peygamber (sav) kendi nefsi için
herhangi bir şeye varis olmaz, ancak onu Müslümanların maslahatına sarf
eder demişlerdir.55
İslam Hukuku açısından vela, karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir
kavramdır. Araplar kendi aralarında yardımlaşmaya büyük önem veren bir
topluluktur. İslam Dini gelmeden önce kabileler halinde yaşayan Araplar, hem
kabile içi hem de kabileler arası yardımlaşmaya ve dayanışmaya büyük
önem vermişlerdir. İslam'ın gelmesiyle birlikte Hz. Peygamber (sav), bu
yardımlaşma ve dayanışma müessesesini en güzel bir şekilde bildiği için bu
kurumu, İslam dininin evrensel prensipleriyle uygun bir hale getirmiş,
Müslüman fertlerin iki şekilde yardımlaşmalarını tavsiye etmiştir. Bu iki türden
ilki köle azad etmekten kaynaklanan vela-i atâkadır, diğeri de dostluk
anlaşması ile kurulan vela-i muvâlâttır. Hz. Peygamber “Bir toplulukla dostluk
anlaşması yapan onlardan sayılır ve onların müttefikidir” şeklinde buyurduğu
hadisi ile vela-i muvâlâtı, “Vela, azad eden kişiye ait bir haktır” şeklinde
buyurduğu hadisleri ile de vela-i atâkaya icazet etmiştir. Bir kimse vela
53
Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, c.I-III, 5. baskı, İstanbul, Nesil Yayınları, 1996,
c.I, s.461–466; Hayrettin Karaman, "Asabe", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.III,
s.452–453; Abdullah b. Mahmud el-Mavsîlî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, tah. Züheyr Osman elCaîd, c.I-V, Beyrut, t.y.. c.V, s.562-564; Zühaylî, a.g.e., s.386-392; Erdoğan, a.g.e., s.21.
54
Zühayli, a.g.e., s.322-324; Karaman, a.g.e., s.421-422; Fâyiz Deryân, a.g.e., s.321-325.
55
Zühayli, a.g.e., s.324.
16
anlaşmasıyla ve mülkü altındaki kölesini azad etmekle, İslam Miras
Hukukuna göre mirasçı olma hakkını kazanabilmektedir.56
Şimdi İslam Hukukunda velânın varlığına dair delilleri sunmaya
çalışalım:
İslam Hukukunda hükümlerin dayandığı delillerin ilk sırasında Kitap
(Kur'an-ı Kerim) gelmektedir. Velanın Kur'andan açık ve net bir delili yoktur.
Ancak bazı ayetlerde köle azad etmeyle ilgili meseleler zikredilmiştir. Kur’an-ı
Kerim tedrici olarak toplumda var olan kölelik müessesesini ortadan
kaldırmak maksadıyla birçok hükmü köle azadı ile ilişkilendirmiş ve alternatif
hükümler arasında köle azad etmeyi saymıştır. Örneğin, keffâretler konusuna
bakıldığı zaman zıhar57, hataen adam öldürme58 ve kasten özürsüz olarak
ramazan orucunu bozma sonucunda mükellefe tanınan kefaretlerin başında
köle azad etme gelmektedir. Ayrıca, yemin kefareti hakkında Cenab-ı Allah,
“Allah sizi yeminlerinizdeki gevşekliğinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat
kalplerinizin kastettiği yeminlerinizden dolayı sizleri sorumlu sayar. Bunun
keffâreti ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakiri doyurmak ya da on
fakiri giydirmek veya bir köleyi azad etmektir”59 şeklinde buyurarak, köle azad
etme konusunun önemini bizlere hatırlatmaktadır.
Günümüz açısından köle azad etme ile ilgili hükümlere baktığımız
zaman yemin kefareti ve diğer konularda bahsedilen köle azad etmenin
tarihsel bir olgu olarak tarihte kaldığını söylememiz yerinde olacaktır. Çünkü
çağımızda İslam Hukukunun kriterlerini belirlediği bir kölelik müessesesi
56
Burhaneddin el- Merğînânî, el-Hidaye şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1410/1990, c.III, s.303; Cemaleddin Abdullah b. Yusuf Zeylaî‘, Nasbu’r-Râye Tahricü
Ehâdisi’l-Hidaye, tah. Ahmet Şemsettin, c.I-VII, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1422/2002, c.IV,
s. 365–367; Alâüddin el- Kâsânî, Bedaiü’s-Sanâi'fî Tertîbi’ş-Şerâi’, tah. Muhammet Adnan Derviş,
c.I-VI, Beyrut, Daru ihyâi’t-Türâsi’l-Arabiyye, 1417/1997, c.III, s.636; Kadızade Ahmet b. Bedreddin,
Netâicü'l-Efkâr fi Keşfi'r-Rumûz ve'l-Esrâr, tah. Abdürrazzak Galip el-Mehdî, c.I-XII, Beyrut,
Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2003, c.IX, s.223–224; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi,
çev. Salih Tuğ, C.I-II, 5.baskı, İstanbul, İrfan Yayıncılık, 1414/1993, c.I, s.51–55.
57
Kocanın, karısını nesep, süt emme veya sıhriyet sebebiyle kendisiyle evlenilmesi ebediyen haram
olan kadının kendince bakılması uygun olmayan sırtı ve karnı gibi bir uzvuna benzetmesidir. Bu
benzetmeye zıhar denilmesi, bunun çoğunlukla zahre (sırta) nispetle yapılmasından
kaynaklanmaktadır. Cahiliye döneminde zıhar bir tür talak sayılmaktaydı. İslam bu tür talakı men
etmiş ve caydırıcı olması bakımından zıhar yapanlara kaffaret vererek rücû etmelerini istemiştir. Bk.
Mücadele:2-4, Erdoğan, a.g.e., s.494; Zühayli, a.g.e., s.456.
58
Nisa:92.
59
Maide: 5/89.
17
yoktur. Buna bağlı olarak da köle diye adlandırabileceğimiz kişiler
bulunmamaktadır.
İslam Hukukunun ikinci teşri kaynağı olan sünnet, vela konusunun
hukuk içerisinde yerinin belirlenmesini ve ona dair hükümlerin şekillenmesini
sağlamıştır.
Konuyla
ilgili
hadisleri
vererek
vela
kavramının
İslam
Hukukundaki yerini tespit etmeye çalışacağız.
-Vela Hakkı azad eden kişiye aittir.( ‫ ) اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬60
-Vela neseple oluşan akrabalık gibidir. Vela, satılmaz, hibe edilmez ve
miras olarak geçmez.(‫ وﻻﺕﻮرث‬،‫ وﻻﺕﻮهﺐ‬،‫ ﻻﺕﺒﺎع‬،‫) اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‬61
-Bir
kavimle
Muvalat
anlaşması
yapan
onlardandır,
Bir
kavim
içerisindekilerin kız kardeşlerinin çocukları da onlardandır ve bir kavimle
yeminleştiği (müttefikleştiği) kimseler de onlardandır.( ‫ واﺏ ﻦ اﺧ ﺘﻬﻢ‬،‫ﻡ ﻮﻟﻲ اﻟﻘ ﻮم ﻡ ﻨﻬﻢ‬
‫ و ﺡﻠﻴﻔﻬﻢ ﻡﻨﻬﻢ‬،‫) ﻡﻨﻬﻢ‬62
-O (azad ettiğin köle) senin dostun ve (dinde) kardeşindir. Senin
yaptığından dolayı sana herhangi bir şeyle teşekkürde bulunursa onun için
hayırlı bir davranıştır ancak senin için hoş değildir. Eğer yapmış olduğun bu
azaddan dolayı sana bir karşılıkta bulunmazsa o zaman senin için daha
hayırlı olur ancak onun yaptığı hoş olmaz (Yani karşılık beklemeden kölesini
azad eden kişinin sevap yönünden yaptığı davranışın daha hayırlı olacağını,
herhangi bir karşılık bekleyerek yapması halinde sevabının eksik olacağı
vurgulanmaktadır). Bu köle öldüğü takdirde ve geride varisleri bulunmazsa
60
Bu hadisi Buhârî, Müslim, Ebu Davut, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mace, Taberânî Mu‘cemü'l-Kebîrinde
ve Ahmed b. Hanbel Müsnedinde rivayet etmişlerdir. Hadisin metin ve senedinin tamamı ele
alındığında rivayet ve bazı metin farklılıklarının olduğu anlaşılmaktadır. Zeyleî‘, a.g.e., s.366-367;
Deryân, a.g.e., s.325; Mavsîlî, a.g.e., c.IV, s.281; Kadızade, a.g.e., s.224.
61
Bu hadisi İmam Malik Muvattaında, İbn Hibbân Sahihinde, Beyhakî süneninde, Abdürrezzâk
Musannefinde ve Hâkim Müstedrekinde rivayet etmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.369-372; Kâsânî, a.g.e.,
s.637; Deryân, a.g.e., s.325; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e., s.228.
62
Bu hadisi Buhârî el-Edebü'l-Müfrette, Müslim Sahihinde, Ebu Davut, Tirmizî, Nesâî Sünenlerinde,
Darimî Siyerinde, Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Taberânî el-Mu‘cemü'l-Kebirinde rivayet
etmişlerdir. Ayrıca Heysemî ve Bezzâr da eserlerinde bu hadise yer vermişlerdir. Bu hadisin
rivayetlerinde bazı lafız farklılıkları olmakla beraber bu farklılıklar manayı etkileyecek düzeyde
değildir. Örneğin bazı rivayetlerde " ‫" ﻣﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻣﻦ ﻟﻨﻔﺴﻬﻢ‬, " ‫ " واﺑﻦ اﺧﺖ اﻟﻘﻮم ﻣ ﻨﻬﻢ‬ve " ‫ " وﺣﻠﻴ ﻒ اﻟﻘ ﻮم ﻣ ﻨﻬﻢ‬gibi
lafız farklılıkları vardır. Zeyleî‘, a.g.e., s.365-366; Kâsânî, a.g.e., s.641; Mavsîlî, a.g.e., s.281;
Kadızade, a.g.e., s.224.
18
sen onun asabesi olursun.( ‫ وان آﻔ ﺮك ﻓﻬ ﻮ‬،‫ وﺷ ﺮ ﻟ ﻚ‬،‫ ان ﺷﻜﺮك هﻮ ﺧﻴﺮ ﻟﻪ‬،‫هﻮ اﺧﻮك و ﻡﻮﻻك‬
‫ وان ﻡﺎت وﻟﻢ یﺘﺮك وارﺛﺎ آﻨﺖ اﻥﺖ ﻋﺼﺒﺘﻪ‬،‫ وﺷﺮ ﻟﻪ‬،‫) ﺧﻴﺮ ﻟﻚ‬63
- Birisinin elinde islama giren kimsenin yaşamında ve ölümünde insanlar
içerisinde ona en hak sahibi olan kişi onun islama girmesine vesile olandır.(
‫ ﻡﺤﻴﺎﻩ و ﻡﻤﺎﺕﻪ‬،‫) هﻮ اﺡﻖ اﻟﻨﺎس ﺏﻪ‬64
Yukarıda verdiğimiz hadisler bazı lafız farklılıkları ve değişik senet zinciri
ile birçok hadis kaynağında geçmektedir. Burada hadislerin senet kısmıyla
ilgili değerlendirmelere girmeden rivayetlerin tümünde belirginleşen ortak
metinleri vermeye çalıştık.
Ayrıca bu hadislerin yanında konuyla ilgisi olması bakımından Hz.
Hamza (ra)'nın kızıyla ilgili olarak Hz. Peygamberin (sav) uygulaması da
bulunmaktadır. Şöyle ki, Hz. Hamza’nın kızı kölesini azad etmişti. Daha
sonra bu köle vefat etmiş ve geride bir kızı kalmıştı. Hz. Peygamber (sav)
onun malının yarısını azad edilen kölenin kızına vermiş, diğer yarısını da Hz.
Hamza'nın kızına vermiştir.65
Bu hadislere ilave olarak kadınların vela konusunda durumlarını
belirten, "Kadınlar için vela hakkı yoktur. Ancak azad ettiklerinin veya
azatlılarının azad ettiği kimselerin ya da mükateb kıldıklarının veya
mükateblerinin kitabet akdine bağladıkları kimselerin ya da müdebberlerinin
veya müdebberlerin tedbir yaptığı kimselerin velaları çekilip alınmak suretiyle
kadınlar da vela hakkına sahip olabilirler"66 şeklinde varit olan hadisi de
zikrederek vela konusuyla ilgili rivayet edilen hadisleri tamamlamış olacağız.
İslam Hukukunda velanın var olduğuna ait ümmetin icma‘ı hâsıl
olmuştur.67 Fıkhi mezheplerden bu konunun tamamına yönelik olumsuz bir
63
Bu hadisi Darimî Süneninde, Abdürrezzak Musannefinde ve Zeyleî Nasbu'r-Râyede zikretmişlerdir.
Zeyleî‘, a.g.e., s.372-373; Kâsânî, a.g.e., s.636-637; Kadızade, a.g.e., s.230.
64
Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizî, Nesâî, ve İbn Mace Sünenlerinde, Buhârî Muallak Olarak Sahihinde,
Darimî Süneninde, rivayet etmişlerdir. Ayrıca Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Beyhaki Süneninde,
Hâkim Müstedrekinde, Darekutnî Süneninde ve Abdürrezzak Musannefinde bu hadisi zikretmişlerdir.
Zeyleî‘, a.g.e., s.375-376; Mavsîlî, a.g.e., s.283; Kadızade, a.g.e., s.233.
65
Bu Hadisi Nesâî Süneninde, İbn Mace Süneninde, Hâkim Müstedrekinde ve Darekutnî Süneninde
rivayet etmişlerdir. Zeyleî‘, a.g.e., s.367-369; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e., s.225-226.
66
Bu hadisi Beyhakî Süneninde, İbn Ebi Şeybe Musannefinde ve Abdürrezzak Musannefinde rivayet
etmişlerdir. Kâsânî, a.g.e., s.639; Zeyleî‘, a.g.e., s.373-375; Mavsîlî, a.g.e., s.282; Kadızade, a.g.e.,
s.231.
67
Kâsânî, a.g.e., s.637.
19
itiraz gelmemiştir. Vela hakkındaki ihtilaflar, diğer fıkhi konularda olduğu gibi,
konunun varlığıyla ilgili olmayıp, onun hükümleriyle ilgilidir.
İslam Hukukunda vela hakkının sabit olduğuna dair sunacağımız
delilerin sonuncusu ise akıldır. Bunun açılımını maddeler halinde izah etmeye
çalışacağız.
a-Köleyi
özgür
bırakmak
ona
hürriyet
şerefini
sunarak
onu
nimetlendirmektir. Çünkü Cenab-ı Allah Ahzab suresinin 38. ayetinde Hz.
Peygamberin kölesi Zeyd b. Sabit (ra) hakkında Allah (cc)'ın onu İslamla
nimetlendirdiğini ve Hz. Peygamberin de azad ederek ona nimette
bulunduğunu ifade etmektedir.
b-Kölesini
azad
eden
kişi,
hayatı
boyunca
ona
yardımını
esirgememektedir. Kölesi veya muvalat akdi yaptığı kişi hatalı olarak bir
cürüm işlemesi durumunda onun diyetini ödemek, ona gelebilecek her türlü
baskı ve şiddete karşı onu korumak suretiyle ona yardım etmektedir. İşte
bundan dolayı kölesi ya da muvalat anlaşması yaptığı kişi öldüğü ve geride
nesebî asabesi kalmadığı takdirde geçmişte yapmış olduğu iyilik ve
yardımlara karşılık, vela hakkının sahibi olan kişi, azad ettiği kölesine ya da
muvalat akdi yaptığı kişiye mirasçı olmaktadır.
c-Azad etmek mana itibariyle dünyaya getirme gibidir. Şöyle ki baba,
çocuğun dünyaya gelmesine sebeptir ve bu çocuk, kan/nesep bağıyla
babasına bağlıdır. Bundan dolayı da baba çocuğuna mirasçı olmaktadır.
Hukuki sorumluluk bakımından eksik ve yetersiz kabul edilen köle, azad
edilerek bütün hukuki tasarruflara sahip olan, tam ehliyetli bir kişi konumuna
gelmektedir. Bundan dolayı kölesine hürriyetini veren kimse, "Vela, nesep
bağı gibi bir bağdır" hadisi gereğince, ona mirasçı olma hakkını da elde
etmektedir.68
İslam Hukuk’unda velâ-i atâka (velâ-i nimet), velâ-i muvâlât olmak üzere
iki türlü velâ hakkından söz edilir.
68
Şemsü'l-eimme Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed Serahsî, Kitâbü'l-Mebsût, ed.Mustafa Cevat
Akşit, c.I-XXXI, İstanbul, Gümüşev Yayıncılık, 2008, c.XXX, s.52-53; Kâsânî, a.g.e., s.637; Ömer
Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, c.I-VIII, İstanbul, Bilmen
Yayınevi, t.y., c.IV, s.63; Deryân, a.g.e., s.325-327.
20
1-Vela-i ataka: Velâ-i atâka’nın sebebi köle azad etmektir. Azad edilen
köleye mu‘tak (‫) اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ‬, azad eden efendiye mu‘tik (‫) اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ‬, azad etmeye de
i‘tak (‫ ) اﻻﻋﺘ ﺎق‬denilmektedir. Köle azad etmek (itâk) bir ihsandır. Yani kölesini
hürriyetine kavuşturan efendi, ona özgürlük nimetini bağışlayarak onun hür
yaşamasını sağlamıştır. Bir köleyi hürriyetine kavuşturan kişi, onun hakkında
daima iyilik, yardım ve destekte bulunur. Özgürlük, insana diğer canlılara
karşı her türlü kişisel hakları kazandıran bir özelliktir. Çünkü köle bir mal
hükmünde ve hiçbir şeye sahip değilken, azad edilme (itâk) sayesinde
hürriyetine kavuşmuş ve normal bir insan gibi sahip olma (temellük) ve
sorumluluk alma (velâyet) hakkını elde etmiştir. Bunun neticesinde de bütün
tasarruflara haiz duruma gelmiştir.69
Köleyi özgür kılmak (itâk) manen hayata getirme gibidir. Şöyle ki baba
çocuğun dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı çocuk soy
bağıyla babasına bağlıdır. Aynen bunun gibi, özgür kılınan köle de özgür
kılan efendisine vela bağı ile bağlı olur. Bunun sonucu olarak velâ-i atâka’da
azad eden (mu’tik) ile azad edilen (mu’tak) arasında sebebî asabelik
gerçekleşir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) “Velâ nesep bağı gibi bir bağdır.
Satılmaz ve hibe edilmez” buyurarak sebebî asabeliğe dikkat çekmiştir.
Azad edilen kölenin velâsı, onu azad etmek suretiyle hükmi akrabası
olan kişiye veya bu kişinin binefsihî asabesinden olan akrabalarına aittir. Bu
konuda çoğunluğun görüşüne göre akrabalar arasında sıralama "Vela hakkı
en büyük olana aittir"70 hadisi dikkate alınarak azad eden kişinin en yakın
akrabaları arasında seçim yapılır. Bu hadisin sadece lafzını esas alarak aynı
derece asabeler arasında yaşça en büyük olanının tercih edilmesi şeklinde
yorumlayanlar da olmuştur, ancak bu görüş çok tutarlı gözükmemektedir.
Mu‘tikin asabeleri vela hakkına tevarüs yoluyla değil, asabelikten dolayı
re'sen sahip olurlar. Asabelikte sıralama bünüvvet, übüvvet, uhuvvet,
umûmet şeklinde sıralanır. Örneğin, mu‘tik geride babasını ve bir oğlunu
bırakarak vefat etse vela hakkı azad edenin oğluna intikal eder. Yahut bir
oğlunu ve bir torununu bırakmış olsa, vela hakkı yine azad edenin oğluna
69
70
Bilmen, a.g.e., s.63.
Serahsî, a.g.e., s.53.
21
intikal eder. Çünkü oğul asabelikte öndedir. Mesela, mu‘tik geride bir
oğlundan bir torununu, diğer oğlundan bir torununu bırakarak vefat etse
torunlar vela hakkında eşit pay sahibidirler. Yani asabeler arasında sıralama
dikkate alınır. Aynı derece asabeler arasında eşit paylaşım yapılır. Birinci
sırada oğul, oğlun oğlu… sonra baba ve dede gelir, bunlardan sonra
kardeşler, en son sırada ise amcalar gelir. Buna dair bir örnek verecek
olursak; azad eden kişi geride bir oğlundan bir, diğer oğlundan da beş
torununu bırakarak vefat etse, vela hakkıyla elde edilen terikenin yarısı bir
oğlundan olan bir torununa, diğer yarısı da diğer oğlundan olan beş torununa
paylaştırılır.71
Köle azad eden kişi azad edilene varis olur, ancak azad edilen azad
edene varis olamaz.72
Vela-i atakada azad etme işlemi, ister Allah rızası, ister sultanın hatırı
için olsun, ister aralarında vela olmamak üzere olsun, ister bir bedel
karşılığında, isterse bedelsiz olarak olsun; azad edenin lehinde vela hakkı
sabit olur. Yine aynı şekilde akraba olan kölenin satın alınarak özgür olması,
kitabet73 yoluyla mükatebin özgür olması, müdebber74 veya ümm-ü veled75in
efendilerinin ölümüyle özgür olmaları durumlarında da vela hakkı gerçekleşir.
Çünkü
bu
saydığımız
değerlendirilmiştir.
Bunlara
hususların
ilaveten,
tamamı
azad
azad
etme
etme
işlemi
ister
şeklinde
hemen
gerçekleşecek şekilde olsun, ister bir şarta bağlansın, ister bir zamana izafe
edilsin, ister sarih, isterse kinaye ifade eden veya sarih ve kinaye anlamlarına
71
Serahsî, a.g.e., s.53; Bilmen, a.g.e., s.66; Züheylî, a.g.e., s.386.
Serahsî, a.g.e., s.51; Züheylî, a.g.e., s.324.
73
Kitâbet/Mükâtebe akdi: Efendisi ile kölesi arasında bir bedel karşılığında köleliğin sona erdirilmesi
amacıyla yapılan akittir. Bu akit gereği üstlendiği bedeli ödediği anda köle özgürlüğüne kavuşur. Köle
bu aktin gerçekleştiği andan itibaren kullanım özgürlüğüne ve mal edinme hakkında sahip olur. Bu
sayede kendi adına çalışır. Kitâbet bedelini ödeyince de özgürlüğüne kavuşur. Böyle bir akit yapan
köleye mükâteb denir. Serahsî, a.g.e., s.51, Erdoğan, a.g.e., s.249.
74
Müdebber: Özgür olması efendisinin ölümüne bağlanmış köleye denir. Yani efendisi köleye "Ben
öldüğüm zaman hürsün!" diyerek onun azad olma şeklini kendi ölümüne bağlamıştır. Erdoğan, a.g.e.,
s.315.
75
Ümm-ü veled: Efendisinin ikrarı ile ondan çocuk doğuran cariyeye denir. Bu cariye efendisi öldüğü
zaman hürriyetine kavuşur. Erdoğan, a.g.e., s.470.
72
22
gelen başka sözlerle olsun, bütün bunlar azad etmeyi gerçekleştirir ve
neticesinde vela hakkı sabit olur.76
Malikiler, Allah rızası için yapılan azad etme işleminde vela hakkının
azad eden kişiye ait olmayacağını, onun velasının devlete ait olacağını ifade
etmişlerdir. Ayrıca, adak şeklinde özgür kılınan kölenin de velasının devlete
ait olacağını belirttikten sonra, devletin "sen adaksın" şeklinde özgür bırakılan
kölenin hem âkılesi hem de vela sahibi olacağını ileri sürmüşlerdir.77
Köle azad etmeden kaynaklanan vela hakkı, lazım (gerekli) bir haktır.
Bunun iptalini istemek, onu satışa sunmak, onu hibe, tasadduk ve vasiyet
etmek suretiyle bir başkasına tevdi etmek mümkün değildir.78
Vela konusunda azad edenle azad edilen arasında din farkının olması,
aralarında velanın gerçekleşmesine engel değildir. Ancak, din farkından
dolayı bu ikisi arasında mirasla ilgili hükümler geçerli değildir. Ne var ki, azad
eden kişi Müslüman olduğu vakit, vela hakkına dayalı mirasçı olma hakkını
da elde edebilir. Malikiler, din farkının olduğu durumlarda efendi ile azad
edilen köle arasında vela hakkının gerçekleşmeyeceğini söylemişler ve onun
velasının devlete ait olduğunu savunmuşlardır.79
Bütün bu anlatılanların pratik sonucunu şöyle ifade edebiliriz; vela hakkı
ile toplumda yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlayarak, köle azad etme
perspektifini yerleştirmektir. Bunun neticesinde, bir taraftan köle azad eden
vela hakkını elde ederken, diğer taraftan toplumda var olan kölelik sistemi
kademeli olarak kaldırılmak istenmiştir. 80
2-Vela-i Muvalat81:
Velâ-i muvalatın sebebi akittir. Ancak Hanefilerin dışındaki diğer
mezhepler muvâlat akdi ile kurulan velâyı miras sebepleri arasında kabul
76
Serahsî, a.g.e., s.51; Kâsânî, a.g.e., s.638; Merğinânî, a.g.e., s. 303-304; Mavsîlî, a.g.e., s.281;
Bilmen, a.g.e., s.63-64.
77
Muhammed b. Ahmed el-Hafîd İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid,
ter.Ahmet Meylâni, c.I-IV, İstanbul, Beyan Yayınları, t.y., c.IV, s.160-161.
78
Kâsânî, a.g.e., s.648; Bilmen, a.g.e., s.64.
79
Kâsânî, a.g.e., s.639; İbn Rüşd, a.g.e.,s.161; Bilmen, a.g.e., s.67.
80
Bilmen, a.g.e., s.63-64: Zühayli, a.g.e., s.386.
81
Muvâlât akdi: Nesebi meçhul olan bir kişinin nesebi belli olan bir kişiye, "gel anlaşma yapalım;
eğer ben bir cinayet işlersem benim diyetimi akilen ile beraber sen öde, ben de öldüğüm zaman
mirasım senin olsun" demek suretiyle karşıdaki kişinin de kabul etmesi neticesinde tesis edilen
yardımlaşma ve dayanışma akdine denir. Erdoğan, a.g.e., s.356.
23
etmezler.
Onlara
göre
varisi
bulunmayan
bir
şahsın
malı,
bütün
Müslümanlara ait olmak üzere devletin hazinesine konulur. Hanefilerin
dışındaki diğer mezhepler, bunun cahiliye âdeti olduğunu söylemişler ve
İslamiyet'in başlangıcında uygulandıktan sonra hükmünün kaldırıldığını
savunmuşlardır.82
Dostluk ve yardımlaşma velâsı (velâ-i muvâlât) nesebi meçhul olan
birinin veya İslam topraklarında bir kimsenin telkin ve delaleti ile İslamiyet'i
kabul eden kişinin, bir başka şahıs ile yapmış olduğu anlaşmaya
dayanmaktadır. Velâ-i muvâlâtta akdi yapan taraflar arasında sebebî asabelik
gerçekleşir. Muvâlât akdinin teklifini yapan kişi mevlâ-yi esfel, bu icaba
katılan kişiye de mevlâ-yi â‘lâ adı verilir. Bu akit kısaca şöyle kurulmaktadır:
“Mevlâ-yi esfel diyeti gerektiren bir suç işlediği takdirde, “benim diyetimi
ödeyeceksin, (buna karşılık olarak) ben öldüğüm zaman benim mirasımda
hak sahibi olacaksın” şeklindeki beyanını, Mevlâ-yi â‘lâ kabul ederse muvalat
akdi gerçekleşmiş olur. Vela-i muvalatın meşruiyetindeki pratik fayda, fertler
arasında dayanışma ve yardımlaşmayı tesis ederek onlar arasında bir bağ
oluşturabilmektir.83 Bunun sonucunda nesep bakımından zayıf olan bir şahıs,
dostluk anlaşması (velâ-i muvalat/koruma velâsı) ile güven ve emniyet
içerisinde toplumda yaşamını sürdürebilecektir.
Hanefiler muvalat yoluyla kurulan velayı sahih olarak ve caiz
görmüşlerdir. Zira, bir şahsın vesilesiyle Müslüman olan bir kimsenin durumu
Hz. Peygambere sorulduğunda o şöyle buyurmuştur: "Eğer onunla vela akdi
yapmış ise; hayatta iken de, öldükten sonra da insanlar arasında onun
üzerinde (mirasında) en fazla hak sahibi olan odur."84 Burada dikkat edilmesi
gereken nokta muvalat yoluyla oluşacak vela hakkının bir akit sonucunda
olmasıdır, yoksa sadece Müslüman olmasına vesile olmak, ona mirasçı
olmak için yeterli bir sebep değildir.85
82
Bilmen, a.g.e., s.71; Deryân, a.g.e., s.327.
Bilmen, a.g.e., s.68; Erdoğan, a.g.e., s.480.
84
Zeyleî‘, a.g.e., s.375-376; Mavsîlî, a.g.e., s.283; Kadızade, a.g.e., s.233.
85
Serahsî, a.g.e., s.60-61; Kâsânî, a.g.e., c.IV, s.9; Merğinânî, a.g.e., s. 306-307; Mavsîlî, a.g.e.,
s.283-284; Bilmen, a.g.e., s.68-69; Deryân, a.g.e., s.328-329.
83
24
Ne var ki, Hanefiler muvalat akdinin şartlarını sadece icap ve kabulden
ibaret görmemişlerdir. Onlara göre muvalat akdinin kurulabilmesi için icap ve
kabulle beraber aşağıda sayılan şartların da bulunması gereklidir.
a-Vela-i muvalata talip olan (mevla-yi esfel) kişiyle ilgili şartlar:
—Akıllı ve baliğ olacak. Bundan dolayı çocukların ve akıllı olmayan
insanların yapacakları muvalat anlaşması geçerli değildir.
—Nesebi meçhul olacak. Kendisine mirasçı olacak zevi'l-erham dahi
olsa herhangi bir akrabası bulunmayacak. Eşlerin bulunması buna mani
değildir.
—Üzerinde herhangi birisine ait vela-i ataka olmayacak. Eğer olursa,
köle azad etmekten doğan vela-i ataka, muvalat yoluyla kurulan veladan
daha kuvvetli olduğundan dolayı vela-i muvalat geçersiz olur.
—İşlemiş olduğu bir suçtan dolayı, onun namına herhangi biri veya
devlet tarafından diyet ve benzeri bir tazminat ödenmemiş olacak. Eğer
devlet ya da herhangi biri tarafından böyle bir ödeme yapılmışsa o kişinin
velası, ödemeyi yapan devlete veya şahsa ait olur.
—Arap olmayacak. Çünkü Araplar arasında muvalat yoluyla hedeflenen
yardımlaşma ve dayanışmaya gerek yoktur. Onlar kabile ve aşiret yapılarıyla
zaten bunu sağlamaktadırlar.
b- Vela-i muvalatı kabul eden (mevla-yi â‘lâ) kişiyle ilgili şartlar:
—Akıllı, baliğ ve hür olmalıdır. Ancak baliğ olmayan çocuğun yaptığı
vela-i muvalat da mevkuf olarak geçerlidir. Çünkü baliğ olmadığı zaman velisi
ya da vâsisi onun yapacağı akde olumlu veya olumsuz karar verebilir. Bunun
neticesinde mevkuf olan muvalat akdi geçerli veya geçersiz olabilir.
c-Muvalat Akdinin Sıhhatiyle İlgili Şartlar:
—Muvalat akdinin rüknü olan icap ve kabulün gerçekleşmiş olması
lazımdır.
—Muvalat yapıldığı esnada din farklılığı akdin sıhhatine engel değildir.
Bir Müslüman'ın bir zimmî ile veya bir zimmînin bir Müslüman ile yapacağı
muvalat akdi geçerlidir. Ancak aralarında din farklılığı bulunduğu sürece
veraset işlemleri geçerli değildir.
25
—Muvalat akdinin İslam topraklarında olması da şart değildir. İslam
topraklarının dışında yapılan muvalat anlaşmaları da geçerlidir.86
Muvalat akdi, gayri lazım (bağlayıcı olmayan) bir akittir. Her iki tarafdan
diğerinin haberi olması koşuluyla huzurunda sözle, gıyabında fiille akdi
feshedebilir. Ancak mevla-yi ala, mevla-yi esfelin işlemiş olduğu bir suçtan
dolayı diyetini ödemişse o zaman mevla-yi esfelin akdi feshetmeye yetkisi
yoktur. Bu akitten kaynaklanan vela hakkı, mevla-yi esfelin velayetindeki
küçük çocuklarını da kapsar, ancak büyük çocukları kapsamaz. Küçük
çocuklar babalarına tabi kabul edilir.87
Muvalat akdi ile elde edilen vela hakkı bir başkasına satılamaz, hibe
edilemez, vasiyet ve tasadduk yollarıyla bir başkasının mülküne geçirilemez
ve havale yapılamaz.88
3- Vela-i ataka ile vela-i muvalat arasındaki farklar:
—Özgür kılma velasında azad eden (mu‘tik), azad edilene (mu‘taka)
mirasçı olur ancak azad edilen, azad edene mirasçı olamaz. Anlaşma velası
tarafların üzerinde anlaştıkları şekle göre olur. Eğer taraflar her birinin
diğerine mirasçı olması şeklinde anlaşırlarsa her iki taraf için de bu hukuki
sonuç gerçekleşir. Özgür kılma velasında mirasçı olma nedeni hürriyet/hayat
vermektir, ancak vela-i muvalatta mirasçı olma nedeni ise sözleşme ve
şartlardır. Vela-i muvalatta hukuki sonuç ortaya konan sözleşme şartlarına
göre şekillenir.
—Vela-i ataka feshi kabil değildir ancak vela-i muvalat feshi kabildir.
Yani vela-i atakada özgür bırakma gerçekleştikten sonra meydana gelen
velanın bozulup kaldırılması mümkün değildir. Vela-i muvalat ise yukarı
mevla (mevla-yi â‘lâ) aşağı mevlanın (mevla-yi esfel) herhangi bir diyetini
ödemediği takdirde, hem tek taraflı hem de karşılıklı bozulabilir ve
kaldırılabilir. Ancak ortada bir diyet ödemesi olmuş ise, o zaman yukarı
mevlanın dışında bu akdi feshetme hakkı yoktur.
86
Serahsî, a.g.e., s.57-63; Kâsânî, a.g.e., s.8-13; Merğinânî, a.g.e., s. 306-307; Mavsîlî, a.g.e., s.283284; Bilmen, a.g.e., s.68-69; Deryân, a.g.e., s.328-329.
87
Serahsî, a.g.e., s.61; Kâsânî, a.g.e., s.10-11; Mavsîlî, a.g.e., s.283-284; Bilmen, a.g.e., s.69-70.
88
Kâsânî, a.g.e., s.12; Bilmen, a.g.e., s.69-70.
26
—Vela-i ataka mirasçılar sıralamasında asabelerin sonuncusu olarak
zevi'l-erhamdan önce gelir, vela-i muvalat ise zevi'l-erhamdan sonra gelir.89
Son olarak vela-i ataka ve vela-i muvalat, beyyine ve ikrar ile sabit
olur. Velanın sübutu konusunda bunların dışındaki delil kabul edilmez.90
89
Serahsî, a.g.e., s.61; Abdullah b. Mahmud Mavsîlî, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, ter.Mehmed
Keskin, c.I-IV, İstanbul, Ümit Yayınları, 1998, c.IV, s.434-438.
90
Kâsânî, a.g.e., s.6-7; Bilmen, a.g.e., s.70.
BİRİNCİ BÖLÜM
I-MOLLA HÜSREV'İN GÖRÜŞLERİ
Molla Hüsrev temeli kölelik müessesesine dayanan, İslam Miras
Hukuku içerisinde değerlendirilen vela konusu hakkındaki görüşlerini ilk
olarak Dürer isimli eserinde dile getirmiştir. Daha sonra konuyla ilgili olarak
geniş ve kapsamlı bir çalışma yaparak bir risale yazmıştır. Bu risalenin
yazılmasına gerekçe olarak da asli hür bir anneden doğan kimse ile azad
edilmiş bir cariyeden doğan kimse hakkındaki açıklamaların yetersiz
olduğunu ileri sürmüştür. Vela konusunda anne tarafının nazarı itibara
alınmadığını söyleyerek, vela konusu üzerinde çalışma yapacağını ifade
etmiştir. Biz, burada Molla Hüsrev'in Dürer isimli eserinde ve Vela risalesi'nde
savunduğu görüşleri sunmaya çalışacağız.
Molla Hüsrev yukarıda bahsettiğimiz gerekçeye dayanarak hürriyet
kavramını; a-hakiki hürriyet, b- arızi (sonradan kazanılan) hürriyet, olmak
üzere iki kısma ayırmıştır.
Molla Hüsrev görüşlerinde vela konusunun tamamında olmamak
kaydıyla bazı ihtilaf edilen durumlar üzerinde anne tarafının esas alınmasına
dair ipuçları vermektedir. Ancak Molla Hüsrev konuyu ele alırken daha çok
konunun kaynaklarda mücmel olarak ele alındığını ve kavramsal bir
karmaşanın olduğunu söyleyerek bu kavramsal karmaşanın giderilmesine
yönelmiş ve kendine ait yeni bir terminolojik temel oluşturarak görüşlerini bu
temel üzerine oturtmuştur. Aşağıda Molla Hüsrev’in vela konusundaki
görüşlerini sunacağız ve çalışmamızın birer parçası olan diğer risalelerin
yazarları tarafından Molla Hüsrev’in görüşlerine yöneltilen eleştirileri tespit
etmeye çalışacağız.
Molla Hüsrev köle azad etmenin sübutu konusunda kabul edilen
tanınma (istişhâr) ve işitilme (sima‘) ile yapılacak şahitliğin velanın sübutu
konusunda kabul edilemeyeceğini söylemiş ve buna cumhurun da muhalefet
ettiğini ileri sürmüştür.
28
Molla
Hüsrev
asli
hürriyet
(hürrü’l-asıl)
kavramının
fukahânın
terminolojisinde iki anlamda kullanıldığını söylemiştir. Molla Hüsrev (a)
şıkkında ifade edilen tanıma 'birinci mana ile ifade edilen hürlük', (b) şıkkında
ifade edilen tanıma ise 'ikinci mana ile ifade edilen hürlük' ifadelerini
kullanmıştır.
a-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse.
Bu kişi, nikâh veya hamile kalma zamanından itibaren altı ay geçtikten
sonra azad edilmiş bir cariyeden doğmuş olabilir ya da aslında (usulünde)
köle bulunan bir kimseden doğmuş olabilir.
b-Kesinlikle kendi aslında (usulünde) köle bulunmayan kimse.
Bu ifadelerden birincisinin arızi hürlük (birinci mana ile ifade
edilen/sonradan kazanılan hürlük), ikincisinin ise hakiki hürlük (ikinci mana ile
ifade edilen hürlük) anlamlarına karşılık geldiği anlaşılmaktadır.
Molla Hüsrev risalesinin giriş bölümünde bu açıklamaları yaptıktan
sonra vela konusuyla ilgili görüşlerini anlatmaya başlamıştır.
Molla Hüsrev mirasçı olabilmeyi sağlayan vela hakkının mülkiyetin
ortadan kalkmasına dayandığını ifade etmiştir. Bundan dolayı köle azad etme
(ıtk) konusunda geçerli olan başkasından işitme (tesâmu‘) ve tanınma
(istişhâr) yoluyla şahitlikte bulunmanın vela konusunda aynen kabul
edilemeyeceğini söylemiş, bu iki konunun sonuçları bakımından farklı
olduğunu belirtmiştir.
Molla Hüsrev babanın köle olduğu durumlarda çocuğun kölelik ve
hürriyet konularında anneye tabi kabul edileceğini söylemiş, bundan dolayı
çocuk üzerinde sabit olacak vela hakkının ancak anne tarafından
gerçekleşeceğini savunmuştur. Çocuğun babasının mülk oluşu çocuğa
sirayet etmeyeceği için çocuğun üzerinde var olan mülkiyetin kalkması ancak
anneyi azad eden kişi tarafından olabilir diyerek, çocuğun anneyle beraber
düşünülmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Molla Hüsrev, bir efendinin cariyesini başka birinin kölesiyle
evlendirmesi ve daha sonra efendisinin cariyesini azad etmesi durumunda, o
ikisinden doğacak çocukların vela haklarının, anneyi azad eden efendiye ait
olacağını benimsemiştir. Babanın kölelik durumu devam ettiği sürece
29
çocuklar annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisinde olurlar. Ancak babanın
efendisi de çocukların babasını azad ederse, o zaman vela hakkı, babanın
efendisine geçer ki, buna İslam Hukukunda 'cerr-i vela'91 denmektedir. Molla
Hüsrev bunlara ilave olarak azad edildikten sonra hamileliğin en kısa müddeti
olan altı aydan daha az bir sürede doğan çocukların vela konusunda anneye
tabi kabul edileceğini ve bunların velalarının annenin efendisine ait olacağını
söylemiştir. Altı aydan önce doğacak çocuklar annenin azad edilmesi
sırasında var oldukları kesin olduğu için annenin bir cüz'ü olarak onlar da
azad olmuşlardır ve bundan dolayı onların velaları anneyi azad eden
efendiye aittir. Bunların velaları asla baba tarafına intikal etmez. Fakat altı ay
geçtikten sonra doğacak çocuklar babanın azad edilmesi şartıyla, velaları
babayı azad eden efendiye ait olabilir. Velanın annenin sahibine atfedilmesi
babanın ehliyetinin olmamasından dolayı zaruret bakımındandır. Baba
hürriyetine kavuştuğu zaman nesepte olduğu gibi, vela da babaya nispet
edilir.
Molla Hüsrev vela hakkının temel şartlarından birisini, annenin asli hür
olmamasına bağlamıştır. Eğer anne asli olursa, babanın durumu ne olursa
olsun -ister köle olsun isterse azad edilmiş olsun- çocuk üzerinde vela
hakkından söz edilemez. Burada bahsi geçen annenin hürlüğünü de ikinci
mana ile ifade edilen hakiki hürriyet olarak ele almıştır.
Molla Hüsrev annenin ikinci mana ile ifade edilen asli hür (hürretü’lasıl)
kapsamında
olması
halinde,
çocuk
üzerinde
mülkiyetin
sabit
olmayacağını ve vela hakkının düşünülemeyeceğini söylemiştir. Çünkü
nesep bakımından annenin usulünde köleliğin hiç olmaması, köle olan
babanın nesebiyle mukayese edildiğinde ondan daha kuvvetli bir konumda
olduğu aşikârdır. Köle olmaktan dolayı nesebi zayıf olan babanın mülk oluşu
çocuğa sirayet etmez. Çünkü çocuk nesep bakımından daha kuvvetli olan
anneye tabi kabul edilir. Şayet baba da anne gibi asli hür olursa, anneyle
91
Cerri vela: Bir kölenin nikâhında bulunan cariye, efendisi tarafından azad edilse çocuğu da
kendisine tabi olarak azad olur. Anne ve çocuğun velaları da efendiye aittir. Ancak koca olan köle de
kendi efendisi tarafından azad edilse bu çocuğun velası, annesinin efendisinden ayrılarak babasının
efendisine intikal eder. İşte buna cerri vela denir. Daha geniş bilgi için bk. Bilmen, a.g.e., c. IV,s.64.
30
babanın nesep durumları eşit olacağından dolayı, çocuğun nesebinin babaya
tabi kabul edilmesi mümkün olacaktır.
Molla Hüsrev risalesinin maksat bölümünde yaptığı açıklamalar ile
incelediği kaynaklardan bu konu hakkında iki temel kuralın var olduğuna dair
elde ettiği bilgileri şöyle açıklamıştır;
a-Çocuk hürriyet konularında anneye tabidir,
b-Vela, nesep bağı ile oluşan akrabalık gibidir.
Molla Hüsrev'in burada bahsettiği iki temel kuraldan birincisi İslam
Hukuku kaynaklarında yerleşmiş olan fıkhî bir prensip, ikincisi ise Hz.
Peygamber (sav)'in hadisidir. Molla Hüsrev naklettiği bu kuralların açılımını
şöyle anlatmaktadır: Burada çocuğun sosyal kimliği anne ve babanın sosyal
statülerine bakılarak değerlendirilir. Çocuğun babası hür olursa çocuğun
nesebi babaya tabidir ve vela hakkından söz edilemez. Çünkü nesep
babanın durumunda bir mani –yani kölelik- olmadığı sürece baba tarafından
sabit
olur.
Babanın
asli
hür
olması
ile
annenin
sosyal
durumu
değerlendirilmeye alınmaz. Ancak anne ve babanın her ikisinde de hürriyetin
mevcut olmamasından kaynaklanan bir eksiklik varsa, o durumda, “Vela
nesepten bir parça gibidir” hadisi gereğince, çocuk babaya tabidir ve vela
hakkı baba tarafına ait kabul edilir. Fakat anne asli hür olur, baba asli hür
olmazsa, “Çocuk kölelik ve hürriyet konularında anneye tabidir” temel
prensibi dikkate alınarak çocuk anneye tabi kılınır ve onun üzerinde baba
tarafına ait vela hakkından söz edilemez.
Molla Hüsrev Vela Risalesinde Tekmile isimli eserin şerhinde “Eğer
anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı hakkında anlaşmazlığa
düşerlerse, onun hükmünü annenin efendileri lehinde verilmesi hakkaniyetten
uzak, zayıf olan bir hükümdür” şeklinde bir bilgi aktarmıştır. Bununla ilgili
olarak İmam Nisâbûrî (ö.598/1201)’nin bu görüşüyle annenin muvâlât akdi
yapmış bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Çünkü anne muvalat yapmış bir
kadın olmayıp da asli hür olan bir kadın olsaydı, çocuk üzerinde velâ hakkı
sabit olmayacaktı. Anne ve babadan herhangi biri asli hür olursa, doğacak
çocuk üzerinde anne ve baba tarafından herhangi biri için velâ hakkı
düşünülemez. Anne asli hür olunca çocuk hürriyet konusunda anneye tabi
31
kabul edilir; eğer baba asli hür olursa çocuk nesep bakımından babaya tabi
kabul edilir. Çünkü bu durumda velâ nesepten bir parça gibi düşünülür.
Molla Hüsrev, İmam Serahsi (ö.571/1175)’nin Vecizü’l-Muhîd isimli
eserinde, "Şayet anne asli hür, baba da azad edilmiş olursa, çocuk üzerinde
vela hakkından söz edilemez" sözünü aktarmış, bu görüşte anlatılan asli hür
olan annenin, “hür kadın” kavramını tam olarak kapsamadığını söylemiştir.
Açıklamalarına devam ederek; bu görüşte kullanılan “asli hür kadın”
kavramının mutlak olarak kullanıldığını söylemiştir. Bu görüşten yola çıkılarak
verilecek bir hüküm sadece kavramın bir kısmını ifade etmiş olacaktır. O da
mukaddime bölümünde anlatılmış olan ve ikinci manayı ifade eden “asli hür”
kavramını karşılamaktadır yoksa birinci manayı ifade eden “asli hür” kavramı
değildir. Çünkü mutlak olarak kullanılan “asli hür” kavramıyla çocuk üzerinde
velânın olmayacağına dair verilecek hüküm doğru olmaz. Şöyle ki, birinci
manada anlatılan “asli hür” ile azat edilmiş bir babadan olacak çocuğun
üzerinde baba tarafına ait velâ hakkı bilinmektedir. Molla Hüsrev İmam
Serahsî’nin görüşünde ikinci manayı ifade eden “asli hür” kavramını
kastetmiş olması üzerinde durarak, İmam Serahsî’nin ifadelerini zahir ve
mutlak
kategorisinde
değerlendirmiş,
kat'i
ve
mukayyet
olan
kendi
görüşlerinin onların yerine konularak değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Molla Hüsrev, risalesinde naklettiği İmam Nisâbûrî ve İmam Serâhsî'ye
ait ifadelerin zahir olduklarını kabul etmekle birlikte, onların mutlak ifadeler
olduğunu söylemiştir. Ancak konunun aydınlatılmasında bunların yetersiz
olduklarını belirleyerek onlar hakkında kat’i ve mukayyet olan kendi
görüşlerini ilave etmiştir.
Molla Hüsrev, Münye isimli eserde anlatılan “Çocuk, annenin arızi ya
da asli hür olmasına bağlı olarak hürrü’l-asıl olmuş ise, onun üzerinde velânın
gerçekleşmiş olması caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait
olabilir” ibaresiyle beraber, “Baba hürrü’l-asıl olursa babanın tarafına velâ
yoktur ve aynı şekilde anne hürretü’l-asıl olursa annenin tarafına da velâ
yoktur. Çünkü hürrü’l-asıl olan birisi üzerinde köle azad etme işlemi (ıtk)
geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez” ifadelerini aktarmış ve
bu konuda şöyle demiştir: Yukarıda ifadelerden anlaşılan, anne mutlak
32
manada kullanılan hürretü’l-asıl olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının
sabit olması caizdir. Çünkü mutlak manada kullanılan asli hür kavramının
hem hakiki hem de ârızî olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Anne hakiki
manada olmazsa, çocuk üzerinde velanın olabilmesi düşünülebilir.
Molla Hüsrev, Münye’de anlatılan olayın kendi fikirlerine aykırı
gözükmediğini söylemiş, orada belirtilen “asli hür” kavramının maksadının
mukaddimede anlatılan ve birinci manayı karşılayan “asli hür” kavramı
olduğunu ileri sürmüştür.
Molla Hüsrev, Attâbî (ö.586/1190)'nin Câmiu’s-Sağîr şerhinden sonra
yazılan bazı kitaplarda, “Bir kişinin anne ve babası Arap olursa, çocuk
üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli
hürdür. Onlar üzerinde köleleştirme uygulaması yapılamaz. Yine buna benzer
olarak, bir kişinin anne ve babası asli hür olan iki Nebti92 olsalar ya da baba
asli hür olan bir Arap veya Nebti olsa ve anne de azad edilmiş bir kadın olsa,
kesinlikle çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez.
Çünkü çocuk babaya tabidir. Eğer anne Arap olsa ve baba da Müslüman bir
Nebti veya azad edilmiş bir köle olmakla beraber bir kişiyle velâ anlaşması
yapsa veyahut anne ve baba azad edilmiş olsalar, çocuk babasını azad eden
efendiyle vela ilişkisinde olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi
velâ konusunda da babaya tabidir” bilgilerinin yer aldığını ifade ettikten sonra
bunlarla ilgili olarak şunları söylemiştir:
a-Bu ifadelerde Nebti olan birisi Arap olanlar gibi değerlendirilmesi söz
konusudur. Bu yanlış bir değerlendirmedir.
b-Bu ifadeler Hidaye'de anlatılan görüşlere de aykırı gözükmektedir.
Şöyle ki, çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir. Velâ ise
mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanır. Anne azad edilmiş bir cariye olursa,
çocuk mülkiyetin ortadan kalkması konusunda anneye tabi olur. Çocuk
üzerinde mülkiyetin sona ermesi ise annenin efendisi aracılığıyla gerçekleşir.
Bu durumda velâ da sadece annenin efendisine ait olur.
92
Nebdî (‫ ) ﻥﺒﻄﻲ‬: Nabatlı olan; samî bir ırk; Arap olmayan ancak Araplar içerisine karışmış ve onların
arasında yaşayan insanlar için kullanılan bir terimdir. Bk. Ahmed Hasan Ziyad, İbrahim Mustafa vd.,
el-Mu’cemu’l-Vesîd, 2.Baskı, İstanbul, el-Mektebetü’l-İslamiyye, 1982, s.898.
33
c-Bu görüşler sahih rivayetlere ve sarih dirayete aykırıdır. Sahih
rivayetler ve sarih dirayetler hakkında yaptığımız açıklamalarda; "çocuk
hürriyet konusunda anneye tabidir", "velâ mülkiyetin ortadan kalkmasına
dayanmaktadır"
ve
"babanın
mülk
oluşu
çocuğa
geçmez"
ifadeleri
bilinmektedir. Bunlarla beraber annenin asli hür olması –özellikle Arap
olması- durumunda çocuk üzerinde vela hakkı nasıl sabit olur? Çünkü anne
asli hür olursa çocuk üzerinde vela hakkı ihdas etmek, sarih dirayete aykırı
düşer.
d-“Çocuk velâ konusunda babaya tabidir” sözü batıldır. Çünkü bu ifade
vela kavramın genel kullanımına uygun değildir. Anne ve babanın sosyal
durumlarında azad edilmeden dolayı nesep zafiyeti meydana gelmiş ise, o
durumda baba tarafının nesep olma özelliği taşımasından ötürü, onun tercih
edilmesi daha uygundur. Yoksa her durumda baba tarafının tercih edilmesi
diye bir şey söz konusu değildir.
Molla Hüsrev, hem Dürer’de hem de Vela Risalesi’nde konuyla ilgili
görüşlerini şu şekilde dile getirir:
a-Anne ve baba ikinci manaya gelen asli hür olurlarsa, çocuk üzerinde
velâ hakkı olmaz.
b-Anne ve baba azad edilmiş olurlarsa veya anne ya da babanın
asıllarında (usullerinde) azad edilmişlik varsa, velâ hakkı babanın tarafına
aittir. Çünkü vela nesep gibidir ve nesepte asıl olan da babadır.
c-Baba azad edilmiş olursa veya onun aslında azad edilmişlik olmakla
beraber, anne de ikinci manaya gelen –kadın ister Arap olsun, ister Arap
olmasın hürlük açısından eşittir- hür bir kadın olursa, çocuk üzerinde babanın
kavmine ait bir velâ hakkı yoktur. Böyle bir durumda çocuk kölelik ve hürriyet
konularında anneye tabi kabul edilir.
d-Anne azad edilmiş bir kadın olur, baba da ikinci manada asli hür
olursa, eğer baba Arap ise çocuk üzerinde annenin kavmine ait bir velâ
hakkından söz edilemez. Eğer baba Arap değil de başka bir ırka mensup
olarak muvalat akdi yapmış birisi olursa; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e
göre, velâ annenin kavmine ait olur. Ebu Yusuf bu görüşe muhalefet ederek
34
vela hakkının baba tarafına ait olacağını söylemiştir. Ebu Yusuf, Araplarla
diğer ırkların asli hürlük konusunda eşit olduklarını savunmuştur.
Molla Hüsrev öncelikle vela konusundaki meselelerin açıklanması
gereken bir durumda olduğunu belirtmiş ve bunun için çalışmasının gerekli
olduğunu savunmuştur. Daha sonra vela konusu hakkındaki rivayetleri ve
fukahanın görüşlerini ele almış ve bunlar üzerinde bir değerlendirme
yapmıştır. Bu değerlendirme ile ele aldığı görüşleri kendi çalışmasına temel
olacak şekilde yorumlamış ve kendine özgü bir sistematik oluşturmuştur.
Kendi görüşlerinin dayandığı rivayet ve dirayetleri ayrıca ele almış ve
bunlarda çelişkili gibi gözüken ifadeleri yorumlamıştır. Ayrıca kaynaklarda
geçen bazı genel ve kapalı ifadeleri de açıklamaya çalışmış, bu ifadelerin
kendi görüşlerine muhalif olmadığını söyleyerek, bunların ne anlama
geldiklerini aydınlatmaya çalışmıştır.
II-MOLLA GÜRÂNÎ 'NİN GÖRÜŞLERİ
Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in kaleme aldığı risaleye karşı reddiye
niteliği taşıyan bir risale yazmıştır. Bu risalede Molla Gürânî, ilk olarak vela
konusunun tartışmalı olan noktalarını, daha sonra Molla Hüsrev’in savunduğu
görüşleri ve bunların dayandığı delilleri zikretmiş, son olarak Molla Hüsrev’in
muhalefet edilemeyecek bilgiler dediği görüşleri nakletmiştir.
Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in vela konusuyla ilgili görüşlerini Durer
isimli eserinden elde ettiğini, ancak daha sonra Molla Hüsrev tarafından vela
konusunda müstakil olarak yazılan vela risalesini de güzel bir şekilde
incelediğini ifade etmektedir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in risalesinde
bağnaz, katı ve riyakâr bir tutum içerisinde olduğunu ileri sürmektedir. Ayrıca,
Molla Hüsrev’in savunduğu görüşleriyle bütün âlimlere üstün geldiği zannı
içerisinde olduğunu söylemiştir.
Molla Gürânî yaptığı bu girişten sonra Molla Hüsrev’in risalesindeki
ifadeleri değerlendirmektedir.
35
1-Molla Hüsrev, Osmanlı devleti padişahlarının, cihat farzını yerine
getirerek diğer İslam ülkeleri idarecilerinden bu farzı düşürdüklerini, böylece
onlara üstün olduklarını ifade etmiştir.
Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in bir kısım usûl âlimleri tarafından
söylenen "farz-ı kifaye herkesin üzerine vaciptir, bir kısmının söz konusu fiili
yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer" değerlendirmesinden hareket
ederek yanılgıya düştüğünü kaydetmiştir. Molla Gürânî, bir bölgede bulunan
insanların, cihat farzını yerine getirmelerinin, diğer bölgelerdeki insanlar
üzerinden bu farzı düşürmeyeceğini söylemiş, usulcüler tarafından kullanılan
'herkes' ifadesinin bütün insanları değil, onlar içinden cihadı yapabilme
gücünü kendinde bulan kimseler olduğunu ifade etmiştir.
2-Molla Hüsrev, köle azad etme işleminin gerçekleşmesi bağlamında
şahitlikte bulunma (şahadet) ve işitilme (sima') yeterlidir demiştir.
Molla Gürânî bu görüşün zayıf ve yetersiz olduğunu ileri sürmüş, bu
sözün doğrusunun “köle azad etme işleminin gerçekleşmesi konusunda
tanınma (istişhâr) ve duyulma (tesâmû‘) yeterlidir” şeklinde olması gerektiğini
savunmuştur. Aynı zamanda köle azad etme (ıtk) üzerine yapılan şahitlik
konusunda ihtilaf bulunduğunu belirtmiş, bununla ilgili olarak da Üsrûşenî ve
Ammâdî'nin
Şemsü’l-eimme
Serâhsî’den
naklettiği
görüşleri
kendisini
desteklemek için kullanmıştır. Aynı şekilde, Molla Gürânî velâ konusundaki
şahitlikte de ihtilaf olduğunu belirtmiş, Molla Hüsrev’in dediği gibi üzerinde
icma ve görüş birliği olan bir konu olmadığını savunmuştur.
3- Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in risalesinde velâ konusuyla ilgili olarak
cumhura karşı bir tutum içerisinde olduğunu ve konunun hareket noktasını
anne tarafının esas alınması şeklinde belirlediğini söylemiştir.
Molla Gürânî, cumhurun velâ meselesinde anne tarafının dikkate
alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ettiğini ve konunun hareket noktası
olarak anne tarafını görüşlerine esas almadıklarını ifade etmektedir. Cumhur
velâ konusunda baba tarafını esas almıştır. Bu konu önemli ve muteber bir
konudur. Molla Hüsrev'in bu meselede anne tarafını esas alması, hem hadise
hem de fukahanın "velâ meselesinde anne tarafı ancak zaruret halinde
gözetilir" şeklindeki görüş birliğine muhalefet etmektedir.
36
4-Molla Hüsrev, annenin asli hür olmamasını velanın şartlarından birisi
olarak saymış, anne asli hür olursa babanın durumu ne olursa olsun -ister
köle olsun, isterse azad edilmiş olsun- çocuk üzerinde vela hakkının
olmayacağını söylemiştir.
Molla Gürânî, vela meselesinin bütün mezhepler tarafından bilinen bir
konu olduğunu, bu konu hakkında bilginlerin, annenin asli hür olmamasını
şart koşmadıklarını söylemiştir.
5-Molla Gürânî, Molla Hüsrev‘in ileri sürdüğü öncülleri doğru olarak
yorumlamakta, ancak bunların Molla Hüsrev tarafından yanlış ve eksik
değerlendirilmeye tabi tutulduğunu savunmaktadır. Buna göre;
a-Molla Hüsrev velâ hakkının, mülkiyetin ortadan kalkmasının sebebi
olduğunu söylemiştir. Molla Gürânî ise kölelikle velâ hakkı arasında bir ilişki
kurulamayacağını ifade ettikten sonra, 'velâ mülkiyetin son bulmasının
sebebidir' sözünü de hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir
kavram
olarak
değerlendirmektedir.
Molla
Gürânî’ye
göre,
karşılıklı
yardımlaşma kadınlar tarafından olamaz. Mirasçı olmak (irs) ve diyet için bağ
ve ünsiyet kurma (akl)93 ifadelerinin, karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve
nesep ilişkisi kurmak (nispet)* kavramlarıyla illetlendirilmiş oldukları üzerinde
ittifak edilmiştir. Bundan dolayı karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve nesep
bağı (nispet) erkeklerin sahip oldukları özelliklerdendir. Bu konu hakkında
annenin asli hür olmasının ya da olmamasının herhangi bir etkisi yoktur.
Mülkiyetin sona ermesinin, mirasçı olma konusunda etkisi vardır. Çünkü
mülkiyetin sona ermesi, hukuki olarak yardımlaşma sayılan vela'nın
sebebidir. Vela hakkı ise mirasçı olma (irs) ve diyet bağı kurma (akl)'ın
illetidir.
b-Molla Hüsrev, kölelik ve hürriyet konularında çocuğun anneye tabi
olacağını söylemiştir. Molla Gürânî, velânın karşılıklı yardımlaşmayı ifade
eden bir kavram olduğunu söylemiş, karşılıklı yardımlaşmanın ise mirasçı
93
Kısaca âkile sistemine dâhil olmak demektir. Kölenin efendisine olan bağı, muvalât anlaşması
yapan mevlayı esfelin mevlayı a‘lâsına olan bağı bunu ifade etmektedir. Köle ya da mevlayı esfel
kısası gerektirmeyen bir suç işledikleri zaman o suça ait olan diyet sorumluluğunu kölenin efendisi
veya muvalat akdinde mevlayı a‘lâsı yerine getirecektir. İşte bu bağ aynen nesep ile oluşan akıle
sisteminin vela ile de tesis edilebileceğini göstermektedir.
*
Nesebi sübuta erdirme işlemidir.
37
olmanın ve alâka (bağ)94 kurmanın illeti olduğu üzerinde durmuştur. Her
ikisinin de kadınlarla değil, erkeklerle ilgili olduğunu ifade ettikten sonra, Hz.
Peygamber (sav)’in "Vela, nesep bağı ile oluşan akrabalık gibi (hükmi) bir
yakınlıktır" hadisini de buna delil olarak getirmiştir. Karşılıklı yardımlaşma ve
nesebin erkeklere has durumlar olduğunu ileri süren Molla Gürânî, nesebin
babadan sabit olup yine babaya atfedileceğini, ancak babasının köle olması
durumunda zaruri olarak çocuk anneye nispet edileceğini, bunun dışında ise
çocuğun anneye nispet edilmesinin hukuki olarak mümkün olmadığını
savunmuştur. Bu durumda, babadan kölelik kalkarsa, çocuğun anneye nispet
edilmesi tartışmasız bir şekilde ortadan kalkar. Sonuçta annenin asli hür
olmasına ya da ârızî hür olmasına bağlı olarak, çocuğun anneye nispet
edilmesini, babanın azat edilmesi ortadan kaldıracağını savunur.
c-Molla Hüsrev, babanın mülk oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini,
çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi kabul edilmesi gerektiğini
vurgulamış, bunun sonucu olarak da çocuk üzerinde babanın efendisine ait
bir mülkiyetin (hakkın) olamacağını zikretmiştir.
Molla Gürânî ise velânın hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade
eden bir kavram olduğunu, karşılıklı yardımlaşmanın da mirasçı olmanın illeti
olduğunu ve karşılıklı yardımlaşmanın erkek tarafından düşünülmesi
gerektiğini
ifade
ederek
baba
tarafının
değerlendirmeye
alınmasını
savunmuştur.
d-Molla Hüsrev, çocuğun baba tarafında mülkiyet olmazsa baba
tarafından mülkiyetin ortadan kalkması diye bir şeyin olamayacağını ifade
etmiş
ve
mülkiyetin
ortadan
kalkmasının
ancak
anne
tarafından
düşünülebileceğini söylemiştir. Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in bu konuda
çelişkili
ifadeler
kullandığını,
bu
ifadelerle
sağlıklı
bir
sonuca
ulaşılamayacağını ileri sürmüştür. Çelişkili olarak gördüğü ifadelere örnek
olarak, “Çocuk hür kadının bir parçasıdır. Çocuk annesinden hür olarak
ayrılır", "Velâ nesep gibidir, çocuk nesep bakımından babaya nispet edilir,
94
Burada kastedilen alaka (bağ); vela-i atâka'da köle ile efendisi arasında, muvalat akdinde mevlâ
esfel (nesebi meçhul olan kişi) ile mevlâ a’lâ (yardımı istenen kişi) arasında hükmi bir yakınlık ve
ünsiyet meydana getirmeyi hedefleyen hukuki bir yardımlaşmadır. Vela konusunda bu hükmi yakınlık
neticesinde mirasçı olabilme hakkı gerçekleşmektedir.
38
bundan dolayı velâ konusunda çocuğun, babasının nispet edildiği kimseye
nispet edilmesi gereklidir, baba azad edildikten sonra velâ hakkı ile beraber
onu azad eden kişiye nispet edilir" açıklamalarını vermektedir.
e-Molla Hüsrev, Câmi’us-Sağîr şerhlerinden naklettiği açıklamaların akıl
yürütmeye ve sahih rivayete muhalif olduklarını ve bundan dolayı batıl
olduğunu söylemiş; Molla Gürânî ise, bu değerlendirmenin yanlış olduğunu,
Molla Hüsrev'e ait bu akıl yürütmenin kuruntu ve batıl çıkarımlar olduğunu
iddia etmiştir.
6-Molla Gürânî, Molla Hüsrev’in aslî hürriyet kavramının âlimlerin
kullanımında iki anlam ifade ettiğini söylemesinin kendisine ve savunduğu
tezine hiçbir fayda sağlamayacağını ileri sürmüştür. Molla Hüsrev'in vela
yoluyla mirasçı olmanın illetini, mülkiyetin ortadan kalkmasına bağladığını
belirterek, bu görüşün fasit olduğunu savunmuştur. Molla Gürânî'ye göre;
mülkiyetin ortadan kalkması vela yoluyla mirasçı olmanın illetidir. Vela ise
hukuki olarak yardımlaşmadan ibarettir ve bu yardımlaşmada fukahanın
kabul ettiği kullanıma göre vela yoluyla mirasçı olma (irs) ve ünsiyet ve bağ
kurma (akl)'nın illetidir. Böylece Molla Hüsrev’in görüşlerinin hatalı ve yaptığı
çıkarımların yanlış olduğu iddia etmiştir.
7-Molla Gürânî son olarak, annesi ve babası azad edilen çocuğun,
nesep konusunda olduğu gibi, velâ konusunda da babasına nispet
edileceğini ifade etmiş, çocuğun velâsının babasının velâsı kime ait ise o
kimseye
ait
olacağını
savunmuştur.
Babanın
anneden
sonra
azad
edilmesinin durumu değiştirmeyeceğini söyleyen Molla Gürânî, babanın
hürriyetine kavuşmasıyla beraber, babanın efendisine ait mülkiyetin çocuk
üzerinde düşünülemeyeceğini; çocuğun annesinin ârızî hür olması ya da aslî
hür olmasının durumu değiştirmeyeceğini, çocuğun hür olmasının annebabasının azad edilmesiyle veya doğumla kesinleştiğini söylemiştir. Molla
Gürânî, sahabe döneminden günümüze kadar görüş sahibi (erbâb-ı mezâhib)
olan hiçbir kimsenin, bu konu hakkında ihtilafta bulunmadığını, ayrıca bu
konuda açıklama yapılacak yerin ferâiz ilmi olduğunu, ferâiz ilmini tasnif eden
ve velânın şartları, hükümleri ve diğer bölümleri konusunda derin
39
açıklamalarda bulunan âlimlerden herhangi birinin, “Velânın şartı annenin asli
hür olmamasıdır” şeklinde bir şart ileri sürmediklerini kaydetmiştir.
III-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN GÖRÜŞLERİ
İncelediğimiz risaleler içerisinde en uzun değerlendirmeyi yapan
Hızırşah,
neredeyse
Molla
Hüsrev’in
aktardığı
bilgilerin
tamamını
değerlendirmiş ve bunlara cevaplar vermeye çalışmıştır. Molla Hüsrev’in
yaptığı terminolojik taksimattan naklettiği kaynaklardaki ifadelere kadar
hepsini ele almaya çalışmıştır. Hızırşah, aktarılan bu bilgiler hakkında Molla
Hüsrev’in nerelerde yanıldığını ve isabetsiz yorumlar yaptığını ifade etmiştir.
Hızırşah, risalesinde daha çok Molla Hüsrev'in görüşleriyle Hanefi ekolünde
mezhep görüşü olmuş yorumları mukayese ederek sistematik bir inceleme
yapmaya çalışmıştır. Ne var ki, Hızırşah'ın bu çalışması daha çok bilgi
aktarımı ve sistematik bir inceleme çerçevesinde olduğundan kendi
görüşlerine fazla yer vermemiştir.
Hızırşah’ın
Molla
Hüsrev'in
risalesinde
anlatılan
konulara
ait
eleştirilerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1-Hızırşah, Molla Hüsrev’in mukaddime bölümünde anlattığı birinci
manaya gelen ‘asli hür' kavramının, fukahâ’nın geleneğinde bilinmeyen bir
kavram olduğunu, bunun terim olarak yeni bir kullanım özelliği taşıdığını ifade
etmiştir. Hızırşah, Molla Hüsrev’in birinci manada kullandığı ‘el-hürru’l-asıl'
kavramının fukaha’nın ıstılahında ya ‘mu‘teku’l-asıl’95 kavramıyla ya da ‘elhürru’l-arızî’96
kavramlarıyla
ifade
edildiğini
söylemiştir.
Fukaha
bu
kavramları, bazı durumlarda ikisine ait hükümlerin farklılık göstermesi ve
kavramsal benzerliğin giderilmesi amacıyla, farklı isimler ile kullanmışlardır.
Hızırşah görüşlerine, “Asli hürriyet hakkındaki davalarda şart ileri sürülemez
ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir” şeklinde ifade edilen
95
Mu‘teku’l-asıl: Kişinin usulü bakımından köle olduğu halde daha sonra efendisi tarafından azad
edilerek hürriyetine kavuşmuş kişi için kullanılan bir terim.
96
Hürrü’l-ârızî: Hürriyet engeli olarak kabul edilen köleliğin, köle olan kişinin üzerinden kalkmasıyla
sonradan hürriyetine kavuşmuş kişileri ifade etmek için kullanılan bir terim.
40
hukuk prensibiyle desteklemeye çalışmıştır. Hızırşah, Molla Hüsrev’in
kullandığı asli hür kavramının doğru kullanılsa bile, bu kullanımın sözlük
bakımından bir değer ifade edeceğini, yoksa hüküm bakımından bir değer
ifade etmeyeceğini ileri sürmüştür. Çünkü azad edilen kişi, azad edilme işlemi
(ıtk) ile hür olmuştur ve onun çocukları bu anlamda hür birer fert kabul edilir.
2-Molla Hüsrev, Hidaye ve diğer muteber kitaplardan yaptığı alıntıda
vela hakkının, mülkiyetin ortadan kalkmasına dayandığını, velanın çocuk
üzerinde gerçekleşebilmesinin ancak anne tarafından olacağını ve çocuğun
hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olduğunu aktarmıştır. Bunlara
ilave olarak, babanın mülkiyete konu oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini,
çocuk üzerindeki mülkiyetin kalkmasının ancak anneyi azad eden kişi
tarafından olabileceğini ifade etmiş ve anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk
üzerinde vela hakkı düşünülemeyeceğini söylemiştir.
Hızırşah bu ifadeler için, “Molla Hüsrev‘in Hidaye ve alıntı yaptığı diğer
kitaplardaki metinlerden anladıkları” demiştir.
Hızırşah, “çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir”
görüşünün bütün yönleriyle doğru olmadığını söylemiştir. Çünkü çocuk,
annesinin cariye olarak çocuk doğurma isteğinde bulunan bir kadın olması
durumunda, asli hür olarak kabul edileceğini ifade etmiştir. Bu durumda anne
hür olmadığı halde çocuk hürdür. Mesela, bir kadın bir adama; “kesinlikle
ben hür bir kadınım, benimle evlenir misin?”, adam da o kadınla evlense ve
ondan çocuk sahibi olsa, sonra kadının başkasına ait bir cariye olduğu ortaya
çıksa, anne cariye, çocuk ise hürdür.
3-Molla Hüsrev, babanın mülkiyete konu oluşunun çocuğa sirayet
etmeyeceğini söylemiş, çocuk üzerindeki mülkiyetin ancak anneyi azad
edecek efendi tarafından kaldırılabileceğini ifade etmiştir. Molla Hüsrev'in bu
ifadesi, azad edilmiş bir kadından doğan çocuk üzerinde azad eden kişiye ait
vela hakkının olmamasını gerektirir. Çünkü azad etme işleminden sonra
çocuk açısından mülkiyete konu olma durumu kalmamıştır. Dolayısıyla çocuk
üzerinde azad eden kişiye ait vela hakkı gerçekleşmez. Yani çocuk üzerinde
mülkiyete konu olma durumu yoktur. Yok olan bir şeyin de sirayet etmesi
düşünülemez. Burada mülkiyetin kendisinin değil, hükmünün sirayet etmesi
41
söz konusudur. O da babayı azad etme sebebiyle meydana gelen vela
hakkıdır. Muhît adlı eserin yazarı, velanın bizzat kendisi miras olarak
geçmeyeceğini, vela hakkının her halükarda azad eden kişiye ait olduğunu
söylemiştir. Bu ifadeler bizim açıklamalarımızı desteklemektedir. Örneğin;
bünüvvet, babanın nutfesinden kaynaklanan doğumdan ibarettir. Nesebin
sabit olmasının sebebi de babanın nutfesinden olmaktır. Babanın sulbünden
kaynaklanan doğum, oğlun oğluna yani toruna sirayet etmez. Bilakis sirayet
eden şey nesebin hükmüdür. O hüküm de nesebin dede tarafından sabit
olduğudur.
Çocuğun
doğumu,
dedenin
nutfesinden
değil,
babanın
nutfesinden gerçekleşmiştir. Aynen bunun gibi, vela, hukuken nesep gibi
değerlendirilir. Bundan dolayı babası köle ve annesi azad edilmiş hür bir
kadından meydana gelen çocuğun nesebi, o ikisinden sabittir. Ne var ki,
babanın tarafında, köle olmasından dolayı –kölelik yok hükmündedir- ciddi bir
zafiyet vardır. Zafiyet olduğundan dolayı da çocuğun nesebi zaruri olarak
azad edilmiş anneye izafe edilir. Bundan dolayı baba tarafı için nesebin
sonuçları ortaya çıkmaz. Baba azad edilince çocuğun nesebi, nesebi kuvvetli
duruma gelen babaya izafe edilir. Nesepte asıl olan baba olduğu için annenin
nesebine itibar edilmez.
4-Molla Hüsrev, vela hakkının mülkiyetin sona ermesine bağlı
olduğunu, babanın mülk oluşunun çocuğa sirayet etmeyeceğini ve çocuk
üzerinde mülkiyetin son bulmasının ancak anne tarafından olabileceğini
savunmuş ve bu ifadeleri görüşlerinin temeline yerleştirmiştir. Hızırşah, bu
ifadelerin umum (genellik) ifade eden sözler olarak anlaşılacağını ifade
ettikten sonra, bunların azad edilen kişinin kendisini kapsayıp çocuklarını
ifade etmeyeceğini ileri sürmüştür. Bilakis çocuklar hakkında velanın
dayandığı sebebin nesep olduğunu, nesepte asıl olanın da baba olduğunu
zikretmiştir.
5-Molla Hüsrev, anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela
hakkının düşünülemeyeceğini savunmuştur. Hızırşah, Molla Hüsrev'e ait bu
görüşün Hidaye’nin şerhlerinde ve diğer muteber kaynaklarda açıklanan
görüşlere aykırı olduğunu söylemektedir. Adı geçen bu kaynaklarda; anne ve
baba, her ikisi de azad edilmiş olursa, baba azad edilmiş, anne muvalat
42
anlaşması yapmış olursa ya da baba Arap, anne azad edilmiş olursa, bu
durumlarda çocuğun babaya tabi olacağını ifade etmiş ve bu görüşler
üzerinde görüş birliğinin olduğunu kaydetmiştir.
Hızırşah, Molla Hüsrev’in “Babanın köle oluşu çocuğa sirayet etmez,
anne ve babası köle olan bir çocuğun üzerinden mülkiyet ancak anne
tarafından kaldırılabilir, bundan dolayı vela hakkına anneyi azat eden efendi
sahip olacaktır” şeklindeki açıklamalarını tenkit etmiştir. Bunlarla ilgili olarak;
çocuğun babasını azat eden efendinin, azat edilen kölenin çocuğu üzerinde
mirasçı olma hakkını elde etmesinin sebebini, çocuğun nesebinin azad edilen
köle tarafından sabit olmasıdır. Yoksa çocuğun, babanın efendisinin
mülkiyetinde oluşu ya da babanın köle oluşunun çocuğa sirayet etmesi
değildir. Vela-i atakanın gerçekleşmesi nesebin aslında köleliğin mevcut
olmasına bağlıdır. Örneğin; çocuğun babası hayatta olan azat edilmiş bir kişi
olsa, çocuğun annesi hür olduğu halde baba çocuğuna mirasçı olur. Babanın
mirasçı olması nesepten dolayı, babanın efendisinin mirasçı olması ise
veladan dolayıdır. Bunun dayanağı da Hz. Peygamber (sav)'in “Vela azad
eden kişiye aittir” hadisinin kapsamı içerisinde değerlendirilmesidir.
6-Molla Hüsrev, Bedâyi’den “Velânın sabit olmasının şartlarından
birisi, annenin asli hür olmamasıdır, eğer anne asli hür bir kadın olursa -baba,
azad edilmiş bir köle dahi olsa- kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye vela
hakkı yoktur (‫ ”)ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ‬ibaresini kendi yorumları için kullanmıştır.
Hızırşah, bu lafzın (‫)ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ‬, mana bakımından umum ifade eden
lafızlardan olduğunu söylemiş ve bu ibareden iki sonucun çıkarılabileceğini
ifade etmiştir.
a-İnsanlardan hiçbir kimse için vela hakkı yoktur. Ne anne tarafı için ne
de baba tarafı için vela söz konusu değildir.
b-Annenin tarafı için vela hakkı kesinlikle yoktur.
Bedâyi’nin lafzını (a) şıkkındaki sonuca hamletmek doğru olmaz.
Çünkü bunun yapılmasına dair engelleyici bir durum vardır. Bu durum “Vela
azad eden kişiye aittir” hadisinin umum bir mana ifade etmesidir. Nassa göre
kölesini her ne şekilde özgürlüğüne kavuşturan kişi vela hakkını elde eder.
Bu umumî mananın gereği olarak, Bedâyi’deki lafzın (a) şıkkındaki sonuca
43
değil, (b) şıkkındaki ikinci manasına hamledilmesi gerekmektedir. (b)
şıkkındaki sonuç hakkında engel teşkil eden hiçbir şey yoktur. Yani
Bedâyi'nin lafzından elde edilecek sonuç; anne asli hür olduğu zaman anne
tarafı için vela hakkının kesinlikle olmayacağıdır. Bedâyi yazarının bu lafızla
kastettiğinin (b) şıkkındaki ikinci manadır. Çünkü vela, hükmi asabeliktir ve
asabelik de annenin akrabalığı (yakınlığı) ile gerçekleşmez. Bu mevzuda
Bedâyi sahibinin maksadı gösteriyor ki, çocuğun annesi üzerinde hiç kimseye
ait vela hakkı yoktur ve onun çocuğu üzerinde anne tarafına ait vela da söz
konusu değildir.
7-Hızırşah, vela konusunun tartışmalı bir konu olduğunu belirtmiş ve
bu konuda baba tarafının esas alınması gerektiği üzerinde durmuştur. Ona
göre; vela konusunda baba tarafının mirasçı olmaları, Hz. Peygamber’in
“Vela azad edene aittir (‫ ”)اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬hadisinden anlaşılmaktadır. Çünkü bu
hadiste “azad eden kişi ( ‫ ”) ﻡﻦ اﻋﺘﻖ‬ibaresi vardır. Bu ibare azad eden herkesi
kapsamaktadır. Bunun yanında “Vela nesebin parçalarından bir parça gibidir
(‫ ”)اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐ‬hadisi de baba tarafının mirasçı olmalarının açık
göstergesidir.
8-Molla Hüsrev'e göre; çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye
tabidir. Hızırşah, Molla Hüsrev'in bu yaklaşımıyla çocuğun durumunu
tamamen anneye endekslediğini ileri sürmüştür. Molla Hüsrev’in ifadelerinde
babaya ait bir durum değerlendirmesi bulunmamaktadır. Biz bu cümleyi
umum ifade eden bir lafız olarak kabul ederiz. Fakat bu cümleden
anlaşılması gereken mana, iki taraftan birinin kesinlikle köle olmasıdır. Diğer
taraf ise hür ya da köle olabilir. Yani, anne-baba taraflarından biri kesinlikle
köle olunca diğer taraf, köle olabilir, köleliği sona ermiş de olabilir ya da
aslında hiç köle de olmayabilir.
9-Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye
tabidir” sözü velanın hükmünü açıklamaya dair söylenmiş rivayetlerden
değildir. Bilakis bu söz, kölelik ve hürriyet konularında hakkında köleler ve
hür olan insanların füru’larının durumlarını açıklamaya yönelik söylenmiştir.
Bu sözden başka hükümler de çıkarılabilir. Ne var ki, öncesinde söylenen söz
44
ile sonrasında çıkarılan hükümler arasında sonuç bakımından farklılıkların
olacağı kesindir. Molla Hüsrev, bu sözü maksadının dışında kullanmıştır.
IV-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ'NİN GÖRÜŞLERİ
Mehmet Çelebi, risalesinin giriş bölümünde Molla Hüsrev'le ilgili övücü
ifadeler kullanmış, Molla Hüsrev’in kişiliği ve ilmi şahsiyetine duyduğu saygıyı
ifade etmiştir. Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in görüşlerini ‘Durer' isimli
eserine yazdığı ‘Ğurer' adını taşıyan şerhinden öğrendiğini, ancak müstakil
bir risale içerisinde ele alınan vela konusunda yazılanlar hakkında
değerlendirme yaptığını ifade etmektedir. Mehmet Çelebi, risalesinde ince ve
hassas davranacağını belirterek, Molla Hüsrev'i rencide edici üslup ve
tavırlardan uzak durmuştur. Kısaca Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in ilmi
büyüklüğünü kabul etmiş ve onun o büyüklüğüne yakışır bir tarzda eleştiri
yapmıştır.
Mehmet
Çelebi’nin
Molla
Hüsrev’in
vela
risalesinde
değindiği
hususlara ait eleştirilerini maddeler halinde sıralamaya çalışalım.
1-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in mukaddime bölümünde işlediği,
‘hürrü’l-asıl’ kavramının anlamı hakkında yaptığı açıklamalarda iki tane
eksikliğin olduğunu ileri sürmüştür.
a-Molla Hüsrev, birinci manaya gelen asli hürlüğü anlatırken ‘nikâh
veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra’ sözünü kullanmaktadır.
Mehmet Çelebi, bu sözün hiçbir anlam ifade etmediğini şu iki gerekçeyle dile
getirmektedir:
(1)-Hamile kalma vaktinden altı ay geçmeden önce doğumun olması
kesinlikle düşünülemez. Bundan dolayı Molla Hüsrev’in ‘hamile kalma
vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra’ ifadesinin herhangi bir anlamı
yoktur.
(2)-Şüphesiz ki; doğumun, nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren
altı ay geçtikten sonra olması, azat edilmiş bir kadından doğacak çocuğun
hürriyeti konusunda herhangi bir etkisi olmayacaktır. Bilakis çocuğun nesebi
45
azat edilen kadının kocası tarafından sabit olmuştur. Sanki Molla Hüsrev,
kullandığı bu ifadeyle “azat edilen kadının, azat edilme vaktinden itibaren altı
ay geçtikten sonra” anlamını kastetmiş olabilir, ifadenin bu şekilde
anlaşılması daha uygundur. Ne var ki, cariyenin azat edilmesinin nikâhtan
sonra olması da caizdir ve nikahtan sonra azat edilen cariye hamile olarak
hürriyetine kavuşmuş olur. Ancak kesinlikle cariye asli hür olan bir kadın
olamaz.
b-Fukahanın kullanımındaki “Asli hür (Hürrü’l-asıl)” kavramının, Molla
Hüsrev’in birinci mana diye ifade ettiği hâs (özel) anlamın kullanılması doğru
değildir. Fukaha bu kavramı âmm (genel) bir anlam ifade edecek şekilde
kullanmıştır. Yani “Asli hür” kavramı iki farklı mana taşıyan âmm (genel) bir
ifade olarak kullanılmıştır. Burada Molla Hüsrev’in anlattıkları başka bir tür
ifade etmektedir.
2-Molla Hüsrev, Hidaye’den yaptığı nakillerde; velâ hakkının mülkiyetin
sona ermesine dayanan bir durum olduğunu, mülkiyetin ortadan kalkmasının
ise velâ hakkını ortaya çıkaracak bir vasıf olduğunu anlatmaktadır. Velânın
çocuk üzerinde sabit olmasının anne tarafından olacağını, çocuğun hürriyet
ve kölelik konularında anneye tabi kabul edilmesi gerektiğini ve çocuğun
babasındaki mülkiyet oluşun çocuğa sirayet etmeyeceğini ifade etmiştir.
Mehmet Çelebi, Hidaye'den alınan bu ifadeleri değerlendirmiş ve
velanın mülkiyetin ortadan kalkmasına sebep olacağını söylemiştir. Bunu
Hidaye’de ifade edilen “Velanın sebebi, kişinin mülkiyeti üzerinde yaptığı
azad etme işlemidir” ibaresiyle desteklemektedir. Çünkü mülkiyetin ortadan
kalkması, babanın efendileri için bağlayıcıdır. Molla Hüsrev, âlimlerimizin
babanın tarafının -anne ister asli hür olsun ister olmasın- mirasçı olmaları
hakkında amel etmelerini delil olarak bilmesi yeterlidir.
3-Molla Hüsrev, Münye isimli eserden “Çocuk, annenin arızi ya da asli
hür olmasına bağlı olarak asli hür olmuş ise onun üzerinde velânın
gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait
olabilir…” şeklinde alıntılar yapmış ve bu ifadelere yaptığı yorumda bunların
ne anlam ifade ettiklerini açıklamıştır.
46
Mehmet Çelebi, fukahanın ‘asli hür’ lafzını, kendisi üzerinde köleliğin
geçerli olmadığı kimse için kullandıklarını ifade etmiştir. Fukahanın bu
kullanımında “anne ve baba taraflarından her ikisi üzerinde ya da tek bir taraf
üzerinde köleliliğin cereyan etmesi” veya “anne ve baba taraflarından biri
üzerinde köleliğin asla gerçekleşmemesi” ifadeleri eşit anlamlar içermektedir.
Fukahanın kullandığı bu mana genel (âmm) bir anlam taşımaktadır. Fakat
“Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse” ve “Anne ve baba
taraflarından biri üzerinde asla köleliğin gerçekleşmemesi”
ifadeleri özel
(hâs) bir anlam taşımaktadır. Fukahanın kullanımındaki ‘asli hür’ lafzı, genel
(âmm) anlam ile özel (hâs) anlam arasında
müşterek97 olduğunu
göstermektedir. Yoksa Molla Hüsrev’in zikrettiği gibi karşıt iki özel (hâs)
anlam arasında kullanılan müşterek lafız değildir. Molla Hüsrev ‘hürrü’l-asıl’
ve ‘hürretü’l-asıl’ ifadelerini anne ve babaya izafe etmiştir. Bu konuda
anlatılan azad etme işlemi (ıtk) kişinin kendisiyle veya ona tabi kabul
edilenlerle ilgili azad etmedir. Bunun manası, fukahanın açıklamalarından
anladığımıza göre; iki sene içerisinde anneden dünyaya gelen çocuk
hakkındadır.98
4-Molla Hüsrev, Nisâbûrî'den yaptığı alıntılarda “Nisâbûrî, annenin
muvalat akdi yapmış birisi olmasını kastetmiştir” yorumunu eklemiş ve
Nisâbûrî’nin ifadelerinin Hidaye'nin ifadelerine muhalif olduğunu söylemiştir.
Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in yapmış olduğu bu yorumu kendi
kullanımının doğruluğunu desteklemek için kullandığını ifade etmiş ve Molla
Hüsrev’in açıklamalarının azad edilmiş kadın kavramını tam karşılamadığını
kaydetmiştir
97
Müşterek: iki veya daha çok manaya sahip olan ve sahip olduğu her bir mana için ayrı ayrı
vaz'olunan (kullanılan) lafızlara denir. Örneği “Kur'” ( ‫ ) اﻟﻘﺮء‬kelimesi kadının adet dönemini ifade
ettiği gibi aynı zamanda kadının iki adet arasındaki temizlik dönemi anlamına da gelmektedir.
“Mevlâ” (‫ ) اﻟﻤﻮﻟﻰ‬kelimesi de hem efendi hemde köle anlamlarında kullanılmaktadır. daha geniş bilgi
için bk. Abdülkerim Zeydân, El-Vecîz fî Usûli’l-Fıkıh, Beyrut, Müessesetü’r-Risale, 2004, s.326;
Zekiyyüddin Şa’bân, a.g.e., s.360.
98
Burada anlatılan mesele Hidaye’de ölüm ya da talaktan dolayı iddet beklemiş olan kadından ölüm
ve talaktan sonra iki seneden daha az bir sürede doğan çocuğun durumuyla ilgilidir. Bu örnekte çocuk
annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisindedir. Çünkü baba azad edilmiş olsa dahi ölümden sonrası için
kadının hamile kalması mümkün değildir. Bâin talaktan sonra ise cinsel ilişki haram kılınmıştır. Eğer
talak ric’i olursa onda cinsel ilişki yasağı olmayıp kocanın kadına dönme ihtimali olabildiğinden
dolayı o durumda nikâh vaktinde kadının durumu esas alınır. Daha geniş bilgi için bk. Kâsânî, a.g.e.,
c.III, s.648-649; Merğînânî, a.g.e., c.III, s.304-305.
47
5-Molla Hüsrev, Serahsi’den “Şayet anne hür, baba da azad edilmiş
olursa, çocuk üzerinde veladan söz edilemez” sözünü ve Şeyh ebu
Muhammed Mes’ud b. Hüseyn’in, Mes’ûdî ismiyle meşhur olan muhtasar
isimli eserinden “Annesi hür olan birisi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı
yoktur, o kişi dilediği kimse ile velâ anlaşması yapabilir” ifadelerini aktarmış,
bu
rivayetleri
vela
konusunda
kendi
yaklaşımını
desteklemek
için
kullanmıştır.
Mehmet Çelebi, bu iki rivayetin Müslüman olan bir erkeğin durumunu
değerlendirmek üzere söylendiğini belirtmiştir. Ayrıca Molla Hüsrev’in
yorumlarının müçtehit imamların görüşlerinden herhangi bir dayanağının
olmadığını da ileri sürmüştür.
Çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olarak kabul
edilmesi, babanın durumunda köleliğin devam etmesine bağlıdır. Bu
durumda çocuk üzerindeki vela hakkının, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in
dediği gibi anne tarafına ait olmasını gerektirir. Ancak anne ve babanın her
ikisinde de toplumsal kimlik bakımından zayıflık* olursa, o zaman Hz.
Peygamber’in “Vela, nesebin parçalarından biri gibidir…” hadisine itibar edilir
ve vela hakkı için baba tarafı tercih edilir.
6-Molla Hüsrev, vela konusunda iki temel kuralın var olduğunu, her
ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bunlar;
a-Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir, b-Velâ, neseple
meydana gelen akrabalık gibidir.
Mehmet Çelebi, vela konusunda yerleşmiş olan temel kuralın (b)
maddesinde verilen olduğunu, (a) maddesinde verilenin temel kural
olmadığını
söylemiştir.
Vela
meselesinde
imamlarımızdan
nakledilen
rivayetler içerisinde (a) maddesinin muteber olduğuna dair herhangi bir ifade
bulunmamaktadır. (a) maddesinde ifade edilen kuralın, mücerret kölelik ve
hürriyet meselelerinde geçerli olduğunu dile getirmiş, vela hakkının
*
Burada anne ve babanın köle ya da hür olma durumlarından bahsedilmektedir. Bilginler sosyal
statüleri derecelendirmeye tabi tutarak hür olanları, sonradan hürriyetine kavuşanları, sonradan
Müslüman olarak vela anlaşması yapanları, Arap olanlarla Arap olmayanları farklı farklı
değerlendirmişlerdir. İşte bütün bu saydığımız unsurları hürriyet dereceleri olarak nitelendirmişlerdir.
Örneğin anne ve baba tarafının Arap olmamaları, her ikisinin de azad edilmiş olmaları, birinin Acem
diğerinin Arap olması… gibi örnekler verilebilir.
48
oluşmasında herhangi bir etkisinin olamayacağını savunmuştur. Bilakis
velanın kaynağı, azat etme işleminden kaynaklanan yardımlaşmadır. Mehmet
Çelebi görüşlerini, Hidaye’den yaptığı şu alıntı ile desteklemektedir; “Vela
konusunda karşılıklı yardımlaşma, azat etmenin sebebi konumundadır.
Yardımlaşma azat etme işleminde var olan bir olgudur. Yardımlaşmanın
olduğu taraf da herkesin bildiği üzere baba tarafıdır”.
Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in (a) maddesinde ifade ettiği kuralı
Bedâyi'nin ifadesinden çıkardığını belirtmiş ve yapılan bu genellemenin bütün
yönleriyle doğru olmayacağını ileri sürmüştür. Şöyle ki, ‘çocuğun annesi
üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkı yoktur’ ifadesi, çocuk üzerinde hiçbir
kimseye ait vela hakkının olmadığı sonucuna götürür. Yani çocuk üzerinde
vela hakkının gerçekleşmesi, annesinin üzerinde gerçekleşmesiyle bağlantılı
olarak ifade edilmiştir. Molla Hüsrev’in Bedâyi’den yaptığı bu çıkarım,
müellifin maksadını aşmaktadır. Molla Hüsrev ifadeleri için başka deliller
getirmelidir.
7-Molla Hüsrev, anne tarafında kölelik olmazsa, çocuk anneye tabi
sayılarak çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkının olmayacağını, vela
hakkının köleliğin sonuçlarından biri olduğunu ifade etmiştir.
Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in ifadesinde yer verdiği “vela hakkı
köleliğin sonuçlarından biridir” kısmını kabul etmekle birlikte, mevcut köleliğin
sonuçlarının,
çocuğun
üzerinde
işletilmesini
veya
çocuk
hakkındaki
görüşlerini kabul etmediğini belirtmiştir. Molla Hüsrev’in söyledikleri kölelik
(ıtk) konusunda değerlendirilmiştir. Eğer vela hakkı, çocuktaki köleliğinin ya
da çocuğun annesindeki köleliğin sonuçlarından olsaydı, bu durum kölelik
konusunda değerlendirilirdi ve vela hakkı daima anne tarafına ait olarak kabul
edilirdi.
8-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in “Anne tarafında kölelik olmazsa,
çocuk üzerinde vela tasavvur edilemez” şeklinde söylediği görüşlere ait
gerekçelerin hepsini doğru olarak kabul etmemektedir. Çocuğun annesine
tabi olarak hür olması, baba tarafı için hukuki bir tasarruf kabul edilen azad
etme işlemiyle gerçekleşecek olan vela hakkını (Cerr-i velayı) engeller. Azad
edilmiş bir kadının çocuğundan mülkiyetin sona ereceğini söylemek
49
doğrudur. Ancak çocuğun üzerinde sadece mülkiyet söz konusu değildir.
Çocuk üzerinde mülkiyet kalksa bile vela devam eder. Çünkü velanın sebebi
azat etmedir. Bu azat etme de ya kişinin şahsıyla ilgili ya da anne ve baba
taraflarından biriyle alakalıdır.
9-Mehmet Çelebi, Molla Hüsrev’in Bedayi’den elde ettiği görüşlerin,
müellifin anlattığı ifadelerin aksini yansıttığını ileri sürmüştür. Molla Hüsrev
çocuk üzerinde velanın gerçekleşmesinin, anne tarafındaki asli hürriyetin
olmamasına bağlamıştır. Anne ve babanın durumları eşit olunca, ‘vela nesep
gibidir' demiştir. Nesepte asıl olan da babadır. Durum böyle olunca da vela
konusunda anne tarafının itibar edilecek hiçbir yönü kalmamaktadır. Bu
bakımdan
Molla
Hüsrev’in
yaptığı
genellemelerin
tutarsızlığı
ortaya
çıkmaktadır.
10-Molla Hüsrev, velâ hakkının mülkiyetin sona ermesine bağlı olan bir
durum olduğunu söylemiş, mülkiyetin ortadan kalkmasının ise bir vasıta (bağ)
ile olacağını ve bu vasıtanın da ancak anne tarafından olabileceğini dile
getirmiştir. Anne ikinci mana ile ifade edilen asli hür olursa, çocuk üzerinde
mülkiyet sabit olmaz ve onun üzerinde velâ hakkı gerçekleşmez demiştir.
Mehmet Çelebi, vela hakkının kaynağının, çocuğun anne ve baba
taraflarından birisiyle ilgili olarak söylenen mülkiyetin ortadan kalkması
olmadığını, velanın hukuki olarak karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir
kavram olduğunu vurgulamıştır ve Molla Hüsrev’in vela meselesinde hareket
noktasının farklı olduğunu belirtmiştir.
V-DEĞERLENDİRME
Daha önce çeşitli vesilelerle de belirtildiği üzere, Molla Hüsrev’in vela
konusuna dair görüşlerini “Durer ve Gurer” isimli eserinde özet olarak
işledikten sonra bu konu hakkında müstakil bir risale yazmıştır. Diğer risale
müellifleri de Molla Hüsrev’in görüşlerini “Durer” isimli eserinden elde
ettiklerini bildirmektedirler. Belki de Molla Hüsrev başlı başına bir risale
yazmasaydı bu konu o dönem içerisinde bu denli tartışılmayacaktı. Çünkü
50
Molla Gürani, Hızırşah ve Mehmet Çelebi yazdıkları risalelerde Molla
Hüsrev’in ihtilafları abartarak böyle bir risale yazmasını yadırgamışlardır.
Zaten birbirlerine kullandıkları ifadelere bakıldığı zaman, Molla Hüsrev
dönemin âlimlerini yoldan sapmak ve isabetli karar verememekle itham
ederken; diğerleri de Molla Hüsrev’in bağnaz, tutucu, riyakâr ve temelsiz bir
şekilde yorum yaptığını vurgulamışlardır. Tabii ki bu tartışmalar içerisinde en
sert olanı Molla Hüsrev ile Molla Gürani arasında cereyan etmiştir. Çünkü
Molla Hüsrev sadece Molla Gürani'nin yazdığı risaleye reddiye yazmıştır.
Şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, Molla Gürani'nin dışındaki müellifler
Molla Hüsrev’in çağdaşı değillerdir. Bundan dolayı onlara Molla Hüsrev
tarafından bir reddiye yazılması söz konusu olamaz.
Bu risaleler ve karşılıklı iddialar incelendiğinde en sağlam eleştiri,
Molla Gürânî'ye aittir. Daha sonra sırasıyla Hızırşah ve Mehmet Çelebi
gelmektedir.
Bu
sıralamanın
kişilerin
İslam
Hukuku
açısından
ilmi
yeterlilikleriyle de ilgili olduğu da düşünülebilir. Ne var ki, her üç eleştirmen de
konuya farklı yön ve yöntemlerden yaklaşmışlardır. Hal böyle olunca kaleme
alınan her üç risale de değişik zenginlikler taşımaktadır.
Molla Hüsrev'e yöneltilen eleştirileri şu başlıklar altında toplayabiliriz;
1-Molla Gürânî tarafından Molla Hüsrev’in konuya girişi sırasında
sergilediği tavır üslupla ilgili olan eleştirileri:
Molla Hüsrev zamanın âlimlerini sapıklıkla suçlamıştır. Bu ifade diğer
âlimler arasında infial uyandırmış ve ona reddiyeler yazılmıştır. Ayrıca
Osmanlı devletini haddinden fazla yüceltmesi de eleştiri aldığı yönlerdendir.
Molla Gürânî de onun için hayalperest, vehim sahibi ve isabetsiz gibi lafızlar
kullanmıştır. Diğer müellifler ise Molla Hüsrev’in fikirlerinde tereddüt ve
dağınıklığın olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hatta Molla Gürânî Molla Hüsrev’in
tavırlarını riyakâr olarak değerlendirmiştir.
2- Molla Hüsrev’in kullandığı kavramların ve yaptığı taksimatın yeni
üretilen bir yorum olduğu ve bunun fukaha nezdinde bilinen ve kullanılan bir
tür olmadığı yönündeki eleştiriler:
Molla Hüsrev risalesinde asli hür kavramını iki şekilde incelemiş ve
bunlar için bazı açıklayıcı tanımlar getirmiştir. Bütün muhalif müellifler bu
51
taksimat ve açıklamaların yeni icat olduğunu söylemişlerdir. Belki de Molla
Hüsrev'in bu kadar eleştiri almasının altında yatan sebeplerin başında bu
gelmektedir. Molla Hüsrev bu yaklaşımıyla alışılagelmiş sistemin dışına
çıkmak istemiş, bundan dolayı da tepkilere maruz kalmıştır. Ayrıca, bir diğer
sebep de Molla Hüsrev’in vela yoluyla mirasçı olma konusunda anne tarafını
esas alması ve bunun için yorum ve çıkarımlarda bulunmasıdır.
3- Molla Hüsrev’in aktardığı nakillerde yaptığı yorumlar hakkında olan
eleştiriler:
Molla Hüsrev, âlimlerin rivayetlerinde onların niyetini okumaya
çalışmış, onların ifadelerini tahlil ederek kendi fikirleri için mesnet aramıştır.
Tabi ki Molla Hüsrev’in yorumlarının tamamına katılmak mümkün değilse de
tümden kaldırıp atmak da isabetli bir davranış değildir.
4- Molla Hüsrev’in çalışmasında aktardığı usul ve kaidelerin kendi
fikrini desteklemek maksadıyla tutarsız bir şekilde yorumladığına dair ileri
sürülen eleştiriler:
Molla Hüsrev risalesinde kaide veya genel kabul diye aktardığı bazı
görüşler mevcuttur. Reddiye sahibi müellifler Molla Hüsrev’in bunları
kendince ve kendi görüşlerine destek olacak şekilde yorumladığını ifade
etmişlerdir. Ayrıca bunların herkes tarafından Molla Hüsrev’in kastettiği
şekilde anlaşılmadığını ve kabul edilmediğini söylemişlerdir. Bize göre, Molla
Hüsrev görüşlerinde çizdiği genel fotoğrafa uygun davranmak amacıyla bu
tavrı sergilemiştir.
Taraflar
arasındaki
konunun
işlendiği
kaynakların
güvenilirliği
hususunda bir ittifakın mevcut olduğunu gözlenmektedir. Çünkü risalelerini
aktardığımız
bütün
müellifler
vela
konusunun
işlendiği
kaynakları
eleştirmemektedirler. Ancak kaynaklarda konuyla ilgili olarak geçen “Vela
mülkiyetin zevaline mebnidir”, “Babanın mülkiyetliği çocuğa sirayet etmez”,
“Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir”…şeklinde nakledilen
ifadeler üzerinde uzunca tartışmalar yapılmıştır. Bunların ne anlama geldiği,
kim için söylendiği, kimleri kapsadığı gibi hususlar hem Molla Hüsrev hem de
diğer müellifler tarafından farklı yorumlanmıştır. Bu tartışmada Molla Hüsrev
52
anne tarafını haklı çıkarmak, diğerleri de baba tarafını haklı çıkarmak için
uğraşmışlardır.
Bu çalışma vesilesiyle Molla Hüsrev’in gerçekten güzel bir iş yaparak
yeni bir yaklaşım ile vela konusunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Molla
Hüsrev bütün görüş ve yorumlarıyla isabet etmiş olmasa da öncekilerin
düşündüğü gibi düşünmek zorunda da değildir. O kendi fikir ve ifadelerini
söyleme hakkına sahip ilmi yeterliliği olan büyük bir âlimdir. Diğer müellifler
ise, Molla Hüsrev'e karşı daha sağlam delillerle karşı çıkmışlardır. Ancak
onlar klasik mezhep görüşünü savunmuş ve bundan dolayı yeni bir şey
ortaya koymak gibi bir çabaları olmamıştır. Burada Molla Hüsrev’in “şu
görüşleri doğrudur, bunlar yanlıştır” diyerek kesin yargı ifade etmeyi bizi aşan
bir mesele olarak değerlendirmekteyiz. Kaldı ki, Molla Hüsrev'e reddiye
yazan müellifler onun görüşleri hakkında bir değerlendirme yapmışlardır.
Burada biz, konuyu doğru olarak ortaya koymaya ve risaleleri de gücümüzün
yettiği kadarıyla doğru tercüme etmeye gayret gösterdik. Amacımız bunların
neticesinde bir karar vermek yerine olayı aydınlatmaktı. Onu da imkanlarımız
nispetinde yapmaya çalışmış bulunuyoruz.
İKİNCİ BÖLÜM
I-MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TERCÜMESİ
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla”
"‫"رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻟﻮﻻْء ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
“Risâle fî’l-Velâ li Mevlânâ el-Fâzıl Hüsrev
rahmetullâhi a‘leyh”
(Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Camii Bölümü, No:1186, vr.410–414)
54
Hamd, sapasağlam şer’i hükümleri koyan, dinde derin inceliklere sahip
kıldığı kimsenin kadrini yücelten Allah’adır.
Salât ve selam apaçık bir kitapla desteklediği efendimiz Muhammed
(sav)’in, ailesinin ve ashabının üzerine olsun.
Bu girişten sonra;
Şüphe yok ki, Cenab-ı Allah bu devletin hükümranlığını kendilerinin ve
kendilerinden sonra gelecek kuşakların zamanında ölümsüz kılmıştır.
Onlardan önce yaşamış olan seleflerine de bağışlama ve rahmetini doldurup
taşırmıştır.
Çokça
idarecilerinden
savaş
cihad
yapmalarından
farzının
sorumluluğunu
dolayı
diğer
düşürerek
devletlerin
diğer
İslam
devletlerinin yönetimlerine üstün gelmişlerdir. Aynı şekilde bu devlet,
kâfirlerle, günahkârlarla, bölücülerle ve bozguncularla cihad yapma merkezi
konumunda olduğundan dolayı diğer İslam coğrafyasına karşı bir üstünlük
sağlamıştır.
Bunlardan dolayı diğer devletlerin ve ülkelerin aksine bu devlette
cariyeler ve köleler fazlalaşmıştır. Zaruri olarak, köleler ve onları hürriyetine
kavuşturanların sayısı da artmıştır.
Buna paralel olarak onların arasında velâ davaları çoğalmış ve
yayılmıştır. Velâ davaları bundan ötürü önemli bir hal almış ve herkes
tarafından bilinir hale gelmiştir.
Ancak velâ davaları bu devlette olduğu kadar diğer devletlerde bu
denli önem arz eden bir hal almadı. Bundan dolayı o ülkelerdeki âlimler
meşhur kitaplarında bu mesele hakkında çok fazla bir şey söylemediler.
Diğer meselelerde olduğu gibi velâ konusunda ayrıntılı ve geniş açıklamalara
yer vermediler. Özellikle asli hür olan bir anneden doğan kimse ve hürriyetine
kavuşturulmuş bir cariyeden doğan kimsenin ele alındığı bahis detaylı olarak
işlenmemiştir. Bunun çokça meydana gelmesinden dolayı hürriyet kavramı
hakiki hürriyet ve ârızî (sonradan kazanılan) hürriyet şeklinde iki tür
oluşturdu. Bununla beraber çok az kimse dışında bu konu hakkında olumlu
ya da olumsuz bir tarzda herhangi bir açıklama yapan olmadı.
Bundan dolayı dönemin yorumcuları bu konuda yol ve yöntemi
karıştırmışlardır.
Anne
tarafının
meselenin
hareket
noktası
olması
55
bakımından isabetsiz görülmesi neticesinde doğacak zararları hiç hesaba
katmayarak görüşlerinde baba tarafını esas almışlardır.
Azat etme (ıtk)’nin sübutu konusunda tanınma (istişhar) ve işitilme
(sema‘) ile yapılabilecek şahitliği yeterli görmüşlerdir. Çoğunluğun icma‘ ile
muhalefet ettikleri bu konu üzerinde hiç araştırma yapmamışlardır.
Ancak büyük âlimlerden genel bir fayda sağlamayı hedefleyen ve ana
maksat ve kendi istedikleri sonuca dair görüş beyan edenlerden bazıları
konuyu kat’i olarak ibarenin delaleti99 ile yorumladılar. Onlardan bazıları konu
hakkında kendisine müracaat edilmesi gerekli olan zahir100 delilleri ileri
sürdüler. Bazıları ise zahir olan delilere muhalefet eden delilerle meseleyi
anlatmışlardır. Fakat kesin kabul edilen delillerle meseleye uygun bir hüküm
verme olmadığından dolayı konunun delillerinden ayrıştırılması gereklidir.
İnsanlardan bazıları, doğru düşünceyi, hata ve yanlış anlama ile
karıştırdıkları için çok yanlış yapmışlar ve gayretleri boşa gitmiştir. Ortaya
konan görüşlerin yanlış olduklarının hatırlatılması, dirayet ve rivayete olan
muhalefetlerinin ortaya konulması gereklidir.
Doğruyu ilham eden Allah’ın yardımını dileyerek bu konu hakkında bir
risale kaleme aldım ve bunda bana ait hiçbir günah da yoktur. O risaleyi tertip
ettim. Risaleyi en güzel bir tertip ve dikkatli bir düzenleme ile mukaddime,
maksat, fasıl ve teznib başlıklarına şamil olacak bir şekilde kontrol ederek
gözden geçirdim.
MUKADDİME: Mukaddime bölümünde aşağıda işlenecek konuların
dayanaklarını teşkil eden açıklamalar vardır.
Fukahanın
terminolojisinde
“Hürrü’l-asıl”
kavramı
iki
anlamda
kullanılmıştır.
99
Dâl bi’l-İbare (İbarenin delaleti): Bir fıkıh usûlü terimi olarak kullanılan bu kavram, “lafzın, nassın
gelişindeki asli maksat olan veya ona tabi olarak kastedilen hükme delalet etmesi” demektir. Örneğin
Bakara suresi 275. ayetinde “Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.” Hükmü yer almaktadır. Bu
ayetten ibarenin delaleti yoluyla, 1-Alım-satım helal, faizin haram olduğu, 2-Alım-satım ile faizin
farklı şeyler olduğu, aynı değerlendirilmemesi gerektiği vurgulanarak iki farklı hükme ulaşılmıştır.
Ayet-i kerime zaten bu iki hükmü ifade etmek için sevk olunmuştur. Daha geniş bilgi için bk.
Zekiyyüddin Şa’bân, İslam Hukuk İlminin Esasları, trc:İbrahim Kafi Dönmez, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, 1999, s.393.
100
Zahir: Fıkıh usûlü terimi olarak, mananın anlaşılması için başka bir delile ihtiyaç duymayan, bu
manaya delaleti açık olan, fakat te’vil ve tahsis ihtimaline açık olan ve kendisinden çıkarılan hüküm
sözün asıl sevk sebebi olmayan lafızlara zahir denir. Bk., Şa ban, a.g.e,, s.369.
56
1-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimse;
Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay sonra azat edilmiş
bir cariyeden ya da aslında101 köle bulunan bir kimseden doğmuş olan kişidir.
2-Kesinlikle kendi aslında köle bulunmayan kimsedir.
Hidaye102 yazarı ve diğer eserlerin yazarlarının açıkladığı üzere, velâ
mülkiyetin sona ermesine dayanan bir durumdur. Bundan dolayı velâ
meselesinde başkasından işitme (tesâmu’) yoluyla şahitlikte bulunma, köle
azat etme (ıtk) konusunda olduğu gibi kabul edilemez. Mülkiyetin ortadan
kalkması velânın sabit olmasının bir basamağıdır.
Velânın çocuk üzerinde sabit olması, daha önce değinildiği üzere anne
tarafından olur. Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın
mülk oluşu çocuğa sirayet etmez. Mülkiyetin çocuk üzerinden kalkması da
ancak anneyi azat eden kişi (mu’tak) tarafından olabilir. Azat eden kişi
(mu’tak) hüküm bakımından çocuğun asabesi konumundadır. Anne tarafında
kölelik durumu olmazsa çocuk üzerinde velâ hakkı düşünülemez.
Lafız, mana hakkında kat’i olursa, özellikle rivayetler konusunda kat'i
manaya ihtimali olan ve olmayan zahir lafızlar kat’i olan mana üzerine
hamledilir. Rivayetler üzerinde mutlak103 olan lafız mukayyet104 olan lafza
hamledilir. Bundan dolayı Kenzü’d-dekaik105 ve diğer fıkhi kitapların
101
Asıl kelimesi miras hukuku terminolojisi bakımından 'anne, baba, nine ve dede…’şeklinde yukarı
silsile ile devam eden soy-usul şahıslarını ifade eden bir kavramdır.
102
Burhaneddin Ali b. Ebu Bekir b. Abdülcelil el-Merginani’nin meşhur eseridir. Şeybâni'nin elCâmiü's-Sağîr ve Kudûrî'nin el-Muhtasar adlı eserlerine dayanarak kaleme aldığı Bidâyetü'l-Mübtedi
isimli eserinin şerhidir. 60 civarında şerh ve haşiyesi bulunan bu eser Hanefi literatüründe muteber
kabul edilen eserler arasında sayılmıştır. Bu eserin şerhleri arasında Fethu'l-Kadir, el-İnâye, el-Binâye,
el-Kifâye, Gayetü'l-Beyân, Mirâcü'd-Dirâye'yi sayabiliriz. Daha geniş bilgi için bk. Ahmet Özel,
a.g.e., s.57.
103
Mutlak: Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla
kayıtlandığına dair delil bulunmayan lafızdır. (Zekiyyüddin Şaban, a.g.e.,316.) Mutlak hâss bir
lafızdır ki,delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder. Mutlak ile âmm lafız arasında şöyle bir
fark vardır. Mutlak, delalet ettiği fertlerden herhangi birini ifade eder, âmm ise delalet ettiği fertlerin
hepsini ihata eder. Bk. Fahrettin Atar, Fıkıh Usûlü, 4.Baskı, İstanbul, Marmara Ünv. İlahiyat Fak.
Vakfı Yayınları, 1998, s.175.
104
Mukayyed: Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte, kendisinin herhangi bir sıfatla
kayıtlandığına dair delil bulunan lafızdır. (Zekiyyüddin Şaban, a.g.e.,316 ) Mukayyed, bir vasıf, bir
hal, bir gaye veya bir şart kaydına bağlı olarak kendi cinsinden belli olan bir medlule delalet eden hâss
bir lafızdır. Bk. Atar, a.g.e.,s.175.
105
Ebul'berekât Hafîzüddin Abdullah b. Ahmed en-Nesefî (ö.710/1310)'nin fıkha dair kaleme aldığı
meşhur eseridir. Bu eser Hanefi literatüründe "Mutûn-u Erbea (Dört Muteber Kitap)" içerisinde
sayılmaktadır. Bu eser Nasır b. Muhammed el-Kirmânî tarafından Farsçaya da tercüme edilmiştir.
57
metinlerinde açıklama yapan müellifler tarafından mutlak olan lafızları
mukayyet olan lafızlara hamledildiklerini görürsün. El-Kâfi ve ona benzeyen
bazı eserlerde metinleri şerh edenler aynı zaman da o eseri telif eden müellif
konumundadır.
MAKSAT: Maksat bölümünde güvenilir rivayetlerin nakledilmesi ve
bunlarla alakalı olan konuların sunumları vardır.
O rivayetlerden birisi Alâü’d-din ebu Bekr el-Kâsânî’nin, Bedâyi‘ ’isimli
eserinde anlattığı konulardır. Bu eser, kendisinden Mısır ve Şam müftülüğü
görevlerinde bulunmuş İmam Ebu Abdullah es-Sürûcî gibi birçok âlim ve
üstün şahsiyetli araştırmacıların nakilde bulunduğu bir eserdir. Hatta İmam
Sürûcî, Hidaye üzerine yazdığı şerhinde diyor ki; “El-Muhît adlı eserin yazarı,
taharet konusunda niyet sünnettir” ve bu görüş el-Bedâyi’, et-Tuhfe, elGunye'de de aynı şekilde zikredilmiştir. Hidaye yazarı el-Merğînânî de bu
görüş hakkında onlarla aynı kanaati paylaşmıştır.
Bu
bağlamda
şöyle
devam
ediyor;
“Velânın
sabit
olmasının
şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür olmamasıdır’ eğer anne asli hür bir kadın
olursa, -daha önce değindiğimiz gibi isterse baba, azat edilmiş bir köle olsuno kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz
edilemez. Gerçek şu ki, çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir.
Anne asli hür olduğu zaman anne ve çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ
hakkı yoktur. Şayet anne azat edilmiş bir cariye, baba da azat edilmiş bir köle
olurlarsa, çocuk velâ konusunda babaya tabi olur. Bunun sonucunda
çocuğun velâsı babanın efendisine aittir, annenin efendisine ait değildir.
Çünkü velâ nesep gibidir, nesepte asıl olan da babadır.”
Bana göre; bu meselenin doğru ifadesi, asli hür kavramıyla kastedilen
ikinci mana106 ile ifade edilen asli hürlük kavramıdır. “Çocuğun annesi
üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur” sözü de görüşümü
desteklemektedir.
Şerhleri arasında Tebyînü'l-Hakâik, Remzü'l-Hakâik, Şerhu Kenzü'd-Dekâik, el-Bahru'r-Râik ve enNehru'l-Fâik sayılabilir. Bk. Ahmet Özel, a.g.e., s.74-75.
106
Kesinlikle kendi asılında (usulünde) köle bulunmayan kimsedir.
58
Anlaşıldığı üzere velâ mülkiyetin sona ermesine bağlı olan bir
durumdur. Mülkiyetin ortadan kalkması ise bir vasıta (bağ) ile olur. Bu vasıta
da ancak anne tarafından olur. Anne ikinci mana ile ifade edilen asli hür
olursa, çocuk üzerinde mülkiyet sabit olmaz ve onun üzerinde velâ hakkı
gerçekleşmez.
Şayet denilirse ki, bu durum çocuğun üzerinde ancak anne tarafının
velâ hakkına sahip olabileceğini gerektirir. Hatta çocuğun her iki tarafında da
(anne ve baba tarafında) kölelik durumu olsa, velâ hakkının babanın tarafına
değil de anne tarafına ait olması zorunludur. Bununla ilgili açıklama “Çocuk
vela konusunda babaya tabidir” görüşünün geçtiği yerlerde karşılıklı görüşler
açıklığa kavuşturulmuştur.
Bize göre; çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olması,
çocuğun velâ konusunda da anneye tabi olmasını gerektirir. Ancak anne ve
baba tarafının her ikisinde de hürriyetin mevcut olmamasından kaynaklanan
bir eksiklik varsa, o durumda “Velâ nesepten bir parça gibidir” hadisine itibar
edilir ve vela hakkı konusunda baba tarafı tercihe şayandır.
Sonuç olarak, bu konu hakkında iki temel kural yerleşmiştir. Her
ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gereklidir. Şimdi bu iki kuralın
neler olduğuna bakalım;
A-Çocuk, hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir.
B-Velâ, nesebin unsurlarından bir parça gibidir.
Çocuğun annesi tarafında kölelik olmamışsa çocuk anneye tabi sayılır.
Çocuğun üzerinde hiçbir kimsenin velâ hakkı olmaz. Çünkü vela hakkı
köleliğin sonuçlarından bir tanesidir. Eğer anne ve baba tarafının her birinde
kölelik olursa, nesebin kuvvetli olması dikkate alınır ve böylece velâ hakkı
baba tarafının lehinde sabit olur. Bu görüş aynı zaman da Merğînânî'nin
Hidaye'sinde zikrettiği görüştür. Eğer anne ve baba azat edilmiş olurlarsa
değerlendirmede baba tarafı esas alınır, çünkü anne ve baba durumları
bakımından eşittirler. Tercih edilen görüş ise velânın nesebe benzemesinden
ötürü veya yardım ve destek baba tarafından daha çok olacağından dolayı
baba tarafıdır. Hatta babanın nesebi Arap olmamasından dolayı zayıf kabul
edilen bir asli hür olmakla beraber anne de azat edilmiş bir kadın olsa, Ebu
59
Hanife ve İmam Muhammed’e göre velâ kadının tarafına ait olur, Hidaye ve
diğer kaynaklarda da bu şekilde anlatılmaktadır.
Hidaye'nin dışında kaynak olarak gösterilen eserlerden birisi olan
Tekmile isimli eserin şerhinde Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâbûrî’den
nakledildiğine göre “Eğer anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı
hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, çocuğun üzerindeki vela hakkına dair
hüküm annenin efendileri lehinde verilirse, bu hüküm hakkaniyetten uzak
zayıf bir hüküm ifade eder” denilmiştir. Burada İmam Nisâbûrî, bu görüşüyle
annenin muvâlât akdi yapmış bir kadın olduğuna işaret etmektedir. Çünkü
anne asli hür olsaydı çocuk üzerinde velâ sabit olmayacaktı. Anne ve
babadan herhangi biri asli hür olursa doğacak çocuk üzerinde anne ve baba
tarafından herhangi biri için velâ hakkı düşünülemez. Anne asli hür olunca
çocuk hürriyet konusunda anneye tabi kabul edilir, eğer baba asli hür olursa
çocuk nesep bakımından babaya tabi kabul edilir. Velâ nesepten bir parça
gibi kabul edilir.
İmam Nisâbûrî sözlerine devam ederek, bizim “Hürrü'l-asıl” sözümüzle
kastettiğimiz, “Asli hür olan kişinin Arap olmasıdır”, çünkü Araplar üzerinde
kölelik geçerli değildir.
Benim görüşüm ise; imam Nisâbûrî’nin, “Hürrü’l-asıl olan kişi Arap
olmalıdır çünkü Araplar üzerinde kölelik geçerli değildir.” sözünü kendi
ifadesinde yer alan "Baba asli hür olduğu zaman çocuk nesepte babaya tabi
olur" kısmını hiç dikkate almaksızın söylediği bir söz olarak görüyorum. Ona
cevap
olması
bakımından
ve
dile
getirdiği
görüşlerin
kapsamında
değerlendirilmek üzere “Çocuğun asli hür olan ancak Arap olmayan babaya
da tabi kabul edilmesi zorunludur” ilavesini söylemek istiyorum. Bu durumda
anne azat edilmiş bir kadın olsa dahi çocuk üzerinde anne tarafına ait bir velâ
hakkından söz edilemez.
Yukarıda anlatılanlar Hidaye’de ve diğer kaynaklarda açıklananların
aksini yansıtmaktadır. İmam Nisâbûrî, babanın asli hür olmasındaki kastını
nesebi daha kuvvetli olan Arap olmaya yönlendirmiştir. Çünkü Araplar,
kendileri aleyhinde nesebin zayıf kabul edilmesine sebep olan köleliği geçerli
60
saymazlar. Çünkü onlar üzerinde savaş ve İslama girmenin dışında başka bir
seçenek yoktur.
Eğer ki, anne tarafından Arap olmaya itibar edilmez denilirse, bizim
görüşümüz; annenin Arap olmasından maksat nesebin kuvvetlendirilmesidir.
Zaten anne tarafından nesep bağı yoktur. Nesep konusunda annenin ele
alınması nesebin kuvvetliliğini artırmak sayılabilir.
İmam Nisâbûrî’nin "Annenin muvalat akdi yapmış olan birisini
kastetmiş olması” sözünün Hidaye yazarı Merğînânî'nin görüşlerine muhalif
olduğu söylenemez. Merğînânî Hidaye'de bu meselenin temellerini ortaya
koymak üzere “Anne ve baba tarafının efendileri çocuğun velâsı hakkında
anlaşmazlığa düşerlerse… (Onun hükmünü annenin efendileri lehinde
verilmesi hakkaniyetten uzak bir hüküm ifade eder)” görüşünü kabul ederek
dedi ki; bir mükâtebe akdi yapan köle, hür bir kadından oğlu olduğu halde
ölse ve mükatebe anlaşmasına ait borcunun ödenmesi için bir miktar para
bıraksa… ” annenin muvalat akdi yapan bir kadın olması çocuğun hür
olmasına muhalif bir durumdur. Bizim görüşümüze göre ise onun hür
olmasına aykırı bir durum değildir. Çünkü muvalat akdi yapan kadın, ya azat
edilmiş bir cariyedir ya da azat edilmiş bir kadından doğmuş olan bir kadındır.
Bu söylenenler mukaddime bölümünde anlatılan ikinci mana olarak ifade
edilen asli hürriyet kavramını doğrulamasa da, her iki takdire göre de hür bir
kadın olduğunu doğrulamaktadır.
Mukaddime bölümünde bu konuya dair kaydedilen görüşlerden
bazıları şunlardır;
İmam Şemsü’l-eimme Serahsi Vecizü’l-Muhît isimli eserinde: "Şayet
anne hür, baba da azat edilmiş olursa, çocuk üzerinde veladan söz
edilemez." demektedir.
Bana
göre;
bu
görüş
“Hür
kadın”
kavramını
tam
olarak
kapsamamaktadır. Çünkü bu görüşte 'hür kadın’ kavramı mutlak olarak
kullanılmıştır. Ancak bu görüşten yola çıkılarak verilecek bir hüküm sadece
kavramın bir kısmını ifade etmiş olacaktır. O da mukaddime bölümünde
anlatılmış
olan
ve
ikinci
manayı
ifade
eden
'asli
hür’
kavramını
karşılamaktadır yoksa birinci manayı ifade eden 'asli hür’ kavramı değildir.
61
Yoksa mutlak olarak kullanılan “Asli hür” kavramıyla çocuk üzerinde velânın
olmayacağına dair verilecek dair hüküm doğru olmaz. Çünkü birinci manada
anlatılan “Asli hür” ile azat edilmiş bir babadan olacak çocuğun üzerinde
baba tarafına ait velâ hakkı bilinmektedir. Belki de İmam Serahsî'nin bu mana
hakkında ileri sürdüğü görüşünü gösteren, açık iki cümleden oluşan
cümlesinde ikinci manayı ifade eden 'asli hür’ kavramını kastetmiştir. Bilindiği
üzere, bir mana hakkında zahir ve mutlak olan lafızların yerine, kat'i ve
mukayyet olanların konulması gerekir.
Diğer bir görüşte;
Şeyh Ebu Muhammed Mes’ud b. Hüseyn, Mes’ûdî ismiyle meşhur
olan Muhtasar isimli eserinde şunları söylemektedir: "Annesi hür olan bir
kimse üzerinde hiçbir kimse lehinde velâ hakkı yoktur, o kişi velâ anlaşmasını
dilediği bir kimse ile yapabilir."
Buna dair benim kanaatim ise bu görüşte dile getirilenler benim
söylediklerim hakkında zahir ve mutlak olan ifadelerdir. Daha önce geçtiği
üzere bu mesele hakkında, kat’i ve mukayyet olan ifadelerin zahir ve mutlak
olanların yerine konulması gereklidir.
FASIL: Bu bölümde, gayet açık olan bir mesele hakkında doğru ve net
olan
ifadelere
karşı
önceki
bölümlerde
geçen
rivayetlerin
ihtilafları
gösterilerek ortaya konulması ve konunun işlenmesinde dikkatli bir çalışma
yapıldığı hatırlatılarak doğru olan görüş hakkında muhalif bir düşüncenin
olmadığının beyan edilmesi vardır.
Münye isimli eserde denildi ki;
“Çocuk, annenin ârızî ya da asli hür olmasına bağlı olarak asli hür
olmuş ise onun üzerinde velânın gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin
yahut babanın tarafına ait olabilir.” Sonra devam edilerek şöyle denildi; ”Baba
asli hür olursa babanın tarafına ait velâ hakkı yoktur ve aynı şekilde anne asli
hür olursa annenin tarafına ait velâ hakkı yoktur. Çünkü asli hür olan birisi
üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ
gerçekleşmez.
Bu aktarılan ifadelere dair benim diyeceklerim şunlardır:
62
Yukarıda ifade edilen görüşten ilk bakışta anladığım; anne, mutlak
manada kullanılan asli hür olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının sabit
olması caizdir. Münye’de anlatılan olay buna benzer değildir. Bilakis burada
kullanılan “Asli hür” kavramının maksadı, mukaddimede anlatılan ve birinci
manayı karşılayan “Asli hür” kavramıdır. Buna dayanak olması bakımından;
azat edilmiş olarak hürriyetine kavuşmuş ve ârızî hür sayılan bir kadından
doğan çocuk, asli hür kabul edilmiştir ve “Asli hür” kavramı “Ârızî hür”
kavramının karşılığında kullanılmıştır. Bunlarla, benim anlattığım doğrular
arasında hiçbir ihtilaf yoktur.
Velâ hakkının baba tarafına ait olmasının şekli şöyledir: Babanın
nesebinde kölelik olursa ve çocuk da azat edilmiş bir kadından ya da azat
edilmiş bir kadının kızından doğmuş olursa bu durumda vela hakkı babanın
tarafına ait olur.
Velânın anne tarafına ait olmasının şekli ise şöyledir; Baba asli hür
olan bir Nebti (Nabatlı) olursa, ve hür bir kadınla evlenirse ya da azat edilmiş
bir kadının kızı ile evlenirse, çocuğun velâsı, birinci durumda ittifakla babanın
tarafına ait olur, ikinci durumda ise; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre
anne tarafına ait olur.
Münye isimli eserde: “Şayet baba asli hür olursa baba tarafına ait bir
velâ hakkı yoktur. Aynı şekilde anne de asli hür olursa anne tarafına ait bir
velâ hakkı yoktur.” şeklinde ifade edilen hürrü’l-asıl ve hürretü’l-asıl
kavramları iki açıdan değerlendirilmeye tabi tutulmak suretiyle mukaddime
bölümünde anlatılan ve ikinci manada kullanılan asli hürlük tanımı
çerçevesinde yorumlanmalıdır. Galiba bu cümlelerin müellifi bu kavramlarla
ilgili olarak ıstılaha dair açıklamalara ve ıstılahi kullanımla rivayetler
arasındaki uygunluğa dikkat çekmek istemiştir.
Tatarhaniyye'de ifade edilen görüşler ıstılahi açıklamalarla, ıstılahla
rivayetler arasındaki uygunlukla alakalıdır. Şöyle ki; eğer iki kişi şu mesele
hakkında iddiada bulunan şahıs için şahitlik yapsalar: "Bu adam davacının
babasıdır ve şu ölen kişinin babasını azat eden kişidir. Aynı zamanda ölen
kişinin babası da azat eden kişinin mülkündedir. Daha sonra azat edilen kişi
(mu’tak) ölse ve yukarıda geçen ölü oğlunun hür bir kadından olan bir oğlu
63
(torunu) kalsa, dedenin mirasıyla ilgili hüküm davacının lehinde verilir. Bu
konu üzerinde Benim kanaatim ise; buradaki bahsedilen hür kadından
maksat, birinci manayı ihtiva eden asli hürlüktür. Daha önce anlatılanlara ait
herhangi bir muhalefet de yoktur.
TEZNİB: Bu bölümde, Attâbî’nin eseri olan Câmiu’s-sagîr şerhinden
sonra kaleme alınan bazı kitaplarda zikredilen görüşlerin nakledilmesi ve
bunlara karşı söylenen görüşlerin sunulması vardır.
Bu bağlamda adı geçen eserde denildi ki; Bir kişinin anne ve babası
Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkından söz
edilemez, çünkü Araplar asli hür (hürrü’l-asıl)’dür. Onlar üzerinde köleleştirme
uygulaması yapılamaz.
Yine buna benzer olarak, bir kişinin anne ve babası hürrü’l-asıl olan iki
Nebti (Nabatlı) olsalar ya da baba asli hür olan bir Arap veya Nebti (Nabatlı)
olsa ve anne de azat edilmiş bir kadın olsa, kesinlikle çocuk üzerinde hiçbir
kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez. Çünkü çocuk babaya tabidir.
Eğer anne Arap olsa ve baba da Müslüman bir Nebti (Nabatlı) veya
azat edilmiş bir köle olmakla beraber bir kişiyle velâ anlaşması yapsa
veyahut anne ve baba azat edilmiş olsalar, çocuk babasını azat eden
efendiyle vela ilişkisinde olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu gibi
velâ konusunda da babaya tabidir.
Buraya kadar anlatılanlarda İhtilaf olmamakla birlikte annenin azat
edilmiş bir kadın (mu’taka) ve babanın da herhangi bir kişiyle dostluk
anlaşması (mevlâ’l-muvalat) yapmış olması durumunda tartışma vardır.
Bana göre bu konu hakkında araştırma yapılması gereklidir:
Birinci olarak;
Yukarıda bahsi geçen ifadelerden; “Baba asli hür olarak Nebti
(Nabatlı) veya Arap olursa ve anne de azat edilmiş bir kadın olursa, çocuk
üzerinde hiçbir kimse için velâ hakkı yoktur” sözü aktarılmıştır. Bu sözün, “Bir
kişinin anne ve babası Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ
hakkından söz edilemez, çünkü Araplar asli hürdürler. Onlar üzerinde
köleleştirme uygulaması yapılamaz” sözünün kapsamına dâhil edilerek Nebti
64
(Nabatlı) olan birisinin Arap olanla birlikte değerlendirilmesi iki açıdan doğru
olmayan bir görüştür.
1- Öncelikle bu ifadeler mevcut rivayetlere muhaliftir. Mebsut ve diğer
kaynaklarda; “Şayet anne azat edilmiş bir kadın olur, baba da hür, Müslüman
ve hiçbir kimse tarafından azat edilmemiş bir Nebti (Nabatlı) olursa, Ebu
Hanife ve Muhammed'e göre; çocuk anneyi azat eden efendinin velası
altındadır. Babanın birisiyle velâ anlaşması yapması durumu da aynen bunun
gibidir. Ebu Yusuf’a göre ise; iki durumda da çocuk babanın mensup olduğu
topluluğa ait olduğu halde annenin efendileriyle vela ilişkisinde olamaz.
2- Bilindiği üzere bu görüş Hidaye’de anlatılan görüşlere de aykırıdır.
Çocuk hürriyet ve kölelik meselelerinde anneye tabidir. Velâ ise mülkiyetin
ortadan kalkmasına dayanır. Anne azat edilmiş bir cariye olursa çocuk
mülkiyetin ortadan kalkması konusunda anneye tabi olur. Mülkiyetin sona
ermesi ise annenin efendisi aracılığıyla gerçekleşir. Bu durumda velâ da
sadece annenin efendisine ait olur.
İkinci olarak;
Yine yukarıda anlatılan ifadelerden; “Anne Arap bir kadın, baba da
azat edilmiş bir köle olduğu zaman çocuk babanın efendisinin velası altında
kabul edilir.” görüşü batıldır. Çünkü bu görüş sahih rivayete ve sarih dirayete
açık bir şekilde muhalefet içerisindedir.
Sahih rivayetlerden anlaşıldığı üzere ilk olarak yukarıda bahsi geçen
cümlede ifade edilen açıklamalarda yer alan anne –özellikle Arap bir kadın
olarak- asli hür olursa o kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ
hakkı yoktur.
İkinci olarak yukarıda açıklamalarını yaptığımız görüşlerden; “Çocuk
hürriyet konusunda anneye tabidir”, “Velâ mülkiyetin ortadan kalkmasına
dayanmaktadır”
ve
“Babanın
mülk
oluşu
çocuğa
geçmez”
ifadeleri
bilinmektedir. Bunlarla beraber annenin asli hür olması –özellikle Arap
olması- durumunda çocuk üzerinde vela hakkı nasıl sabit olur. Bu durumda
çocuk üzerinde vela hakkı ihdas etmek sarih dirayete aykırı bir durum
olmaktadır. Bilinen o ki, bu konuda rivayetlerin ihtilaflı gibi gözükmesi onların
65
bu konuda zikredilen rivayetin başka bir manaya hamledilmesi ihtimalinden
kaynaklandığını göstermektedir.
Üçüncü olarak;
“Çocuk velâ konusunda babaya tabidir” sözü batıldır. Çünkü bu ifade
kavramın kullanımına uygun değildir. Hâlbuki anne azat edilmiş bir cariye
olması halinde her iki taraf (anne ve baba tarafı) içinde nesep zafiyeti
meydana gelmiş olacaktır. Baba tarafının nesep olma özelliği taşıdığından
dolayı onun tercih edilmesi daha uygundur. Bu mesele Hidaye’de de aynen
bu şekilde açıklanmıştır.
Dördüncü olarak;
Annenin azat edilmiş bir kadın (mu’taka) ve babanın da herhangi bir
kişiyle dostluk anlaşması (mevlâ’l-muvalat) yapmış olması durumunda
kesinlikle
ihtilaf
vardır”
sözünde
kullanılan
“kesinlikle
ihtilaf
vardır”
ifadesindeki hasr, Mebsut’tan naklettiklerimize ve Ebu Yusuf’un bu eserde
naklettiğimiz iki konu hakkındaki ihtilafına da muhaliftir. Câmiûl-kebir’in
şerhlerinden bazılarında anlatılanlara da muhaliftir.
Bu konu hakkında Câmiûl-kebir’in şerhlerinin bazılarında şu ifadeler
yer almaktadır; “Erkek Nebti (Nabatlı) olsa ve herhangi bir kavimden olan bir
kadın ile evlense, erkek isterse mevla’l-muvâlât yapabilir, isterse yapmaz.
Çocuk, velâ-i atâka konusunda ise Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in
görüşlerine göre anneye tabidir. Ebu Yusuf ise, babanın Arap olması durumu
hakkında söylediklerimiz gibi çocuk babaya tabi olur demektedir.
Aynı şekilde Kâfi'de, Hidaye'nin şerhinde, Zâ‘d isimli eserde ve Akta‘ın
şerhinde ifade edilen görüşlere de muhaliftir. Adı geçen eserlerde konu
hakkında iki açıdan meydana gelen ihtilafların açıklanmış oldukları aşikârdır.
Yukarıda bahsi geçen hasr ifadesine ne sayılan eserlerde, ne de bunların
dışındaki eserlerde rastlanmamıştır. Sadece Attabi'nin kitabında bu ifadeler
yer almaktadır.
Doğru ve isabetli hüküm vermekle muttasıf olan, insaf sahibi ve hakkı
ile değerlendiren bir yazar gayet iyi bilir ki; mezkûr görüş kendi içinde rivayet
ve dirayete muhalif durumdadır. Sahih rivayet ve sarih dirayete karşı da bu iki
muhalif görüş gayet zayıf ve hafif kalmış durumdadır. Bunun gibi görüşlerle
66
bir konu hakkında nasıl delil getirilebilir ve delilin o konuyu desteklemesi nasıl
sahih olabilir. Ayrıca bunlarla bir konuyu desteklemek ve kuvvetlendirmek
mümkün olamaz.
Buraya kadar anlattıklarımızı özetleyecek olursak;
1-Anne ve baba ikinci manaya gelen asli hür olurlarsa, çocuk üzerinde velâ
hakkı olmaz.
2-Anne ve baba azat edilmiş olurlarsa veya anne ya da babanın asıllarında
azat edilmişlik varsa, velâ hakkı babanın tarafına aittir.
3-Baba azat edilmiş olursa veya onun aslı azat edilmiş olmakla beraber,
anne de ikinci manaya gelen hür bir kadın olursa -kadın ister Arap olsun, ister
Arap olmasın hürlük açısından eşittir- çocuk üzerinde babanın kavmine ait
velâ hakkı yoktur.
4-Anne azat edilmiş bir kadın, baba da asli hür olan Arap olursa, çocuk
üzerinde annenin kavmine ait bir velâ hakkından söz edilemez. Eğer baba
Arap değil de başka bir ırka mensup olursa; Ebu Hanife ve İmam
Muhammed’e göre, velâ annenin kavmine ait olur. Ebu Yusuf bu görüşe
muhalefet etmiştir ve velanın babanın tarafına ait olacağını savunmuştur.
Bu risale vela konusu hakkında Vehhâb olan Allah’ın –O Allah ki,
kullarından zayıf olanlara doğru yolu gösterendir- yardımıyla dikkatli bir
inceleme ve araştırmadan sonra benim tarafımdan meydana getirilmiştir.
Bu risalenin, en güzel şekilde oluşturulması ve düzenlenmesi, gözden
geçirilip kontrol edilmesi ve çok dikkatli bir şekilde sunulması hususunda
herhangi bir eksikliğin bulunmadığına dair ittifak edilmiştir.
67
II-MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla”
"‫"رﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ آﻮراﻥﻲ ﺏﺮ ّد ﻋﻠﻲ ﻡﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ رﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻء‬
“Risâletün lî Mevlânâ Gürânî bi reddi a‘lâ Mevlânâ
Hüsrev fî Risâleti’l-Velâ”
(Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih bölümü, no:5366, vr.52–54)
68
Hamd, iyiliğini dilediği kimseyi dinde derin anlayış sahibi kılan ve onu
doğru yol üzerinde bulunan imamların yolunda devam etmeye muvaffak kılan
Allah’adır.
Salât-ü selam, hakikati ortaya koyma sahasında büyük başarıları elde
eden, hassasiyetli davranma yolunda fikirlerinin en güzellerini söyleyen Hz.
Muhammed (sav)’in ve onun izinden gidenlerin üzerine olsun.
Bize ulaşan bu görüşler, müellifin Dürer ve Ğurer isimli kıymetli
eserinde mevcuttur. Bundan sonra fazilet sahibi bir âlimin velâ yoluyla
mirasçı olmak konusunda yeni bir risale kaleme aldığının farkına vardık.
Müellif o risalede, zamanın âlimlerinin Hak yoldan ayrılarak sapıklığa
düştüklerini ifade etmektedir. Kendisinin bu meselede bütün âlimlerin önüne
geçerek tam manasıyla hepsine üstün geldiği zannı içerisindedir. Hâlbuki o,
hayal vadisinde yolunu kaybettiğinin ve yazdığı her satırda yanıldığının
farkında değildir. Bunun neticesinde o risale üzerinde derinlemesine
düşündüğümüz vakit, müellifin dini savunmak için gösterilen bağnaz ve katı
olan gayret duygusunun neticesinde bizden uzaklaştığını görmekteyiz. Bu
meselenin aydınlatılması apaçık sabahın izzetli ışıklarından karanlığın
ortadan kalkması gibi kesin rivayetlerle ve net bir akıl yürütmeyle olacaktır. O
vakit güneşin, gören gözlerin karşısına dikildiği gibi deliller karşısında
söylenecek hiçbir söz kalmayacak. Bu cümleleri çalışmamıza başlamadan
önce Molla Hüsrev’in risalesinin başında değindiği hususlara karşı giriş
olması sadedinde söylemekteyim.
Molla Hüsrev diyor ki: “Bu devletin padişahları, Farz olan cihadı yaparak
diğer İslam ülkelerinin idarecilerinden bu farzı düşürmüşlerdir. Böylece onlara
üstün gelmişlerdir” Molla Hüsrev’den sadır olan bu söz kendi içerisinde
riyakâr tavırlar barındıran batıl bir sözdür.
Çünkü bir bölgede bulunan insanların cihad farzını yerine getirmeleri
diğer bölgelerdeki insanlar üzerinden bu farzı düşürecek değildir. Muhakkak
ki, Molla Hüsrev bir kısım usûl âlimlerinin; “Farz-ı kifaye herkesin üzerine
vaciptir, bir kısmının fiili yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer” sözlerinden
hareket ederek yanılgıya düşmüştür. Yine bu usûl âlimleri devam ederek bu
sözün, “Cihad, farz-ı ayın olmamakla beraber gücü yeten herkesin üzerine
69
vaciptir” diyenlere bir cevap niteliğinde olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca
'herkes’ ifadesinden kastedilen onlar içinden cihadı yapabilme gücünü
kendisinde bulan kimselerdir. Örneğin selama cevap verme konusunda
olduğu gibi selamı alarak ona karşılıkta bulunma görevi dünyada yaşayan
bütün Müslümanlar üzerine değil, sadece orada hazır bulunan kimseler
üzerine vaciptir. Bunun peşinden örnek olarak ölünün yıkanması, cenaze
namazı ve ölüyü defnetme işlemleri gösterilmiştir.
Molla Hüsrev’in yanılgıya düştüğü hususlardan birisi de âlimlere karşı
çıkarak; “Onlar köle azat etme işleminin gerçekleşmesi için görme (şehadet)
ve işitme (sema‘) yeterlidir dediler. Bununla beraber bu konu hakkında
âlimlerin ihtilaflarından kaynaklanan tartışmaları hatta hakkında icma’ olan
hususlar üzerinde durmamışlardır” demektedir. Zayıf ve yetersiz bir şekilde
dile getirilmiş olsa da, bu sözün doğrusu “Köle azat etme işleminin
gerçekleşmesi bağlamında tanınma (istişhâr) ve duyulma (tesâmû‘) ile
yetindiler” şeklinde olmalıydı ki, özü itibariyle hatalıdır.
Üsrûşenî ve Ammâdî dediler ki: “Şemsü’l-eimme Serâhsî köle azat etme
(ıtk) üzerine yapılan şahitlik meselesinin üzerinde ihtilaf edilmiş bir mesele
olduğunu zikretmiştir. Aynı şekilde velâ konusundaki şahitlikte de ihtilaf
edilmiştir.” Bundan dolayı bu konular üzerinde ne icma‘ vardır, ne de
cumhurun görüş birliği vardır.
Bundan dolayı Molla Hüsrev risalenin başında velâ konusuyla ilgili
olarak cumhura karşı bir tutum içerisinde meseleye yaklaşmıştır. Zaten
cumhur velâ konusundaki görüşlerinin hareket noktasını baba tarafı olarak
benimsemişlerdir.
Cumhur
velâ
meselesinde
anne
tarafının
dikkate
alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ederek anne tarafını görüşlerine
hareket noktası seçmemişlerdir. Bu cümleler velâ meselesinde anne tarafını
esas alan Molla Hüsrev hakkında açıklanmaktadır. Bu konu mühim ve
muteber bir konudur. Molla Hüsrev'in bu meselede anne tarafını esas alması
hem hadis’e, hem de fukahanın “Velâ meselesinde anne tarafı ancak zaruret
halinde gözetilir” icma‘ına muhaliftir.
70
İnşallah meselenin izahına başladığımız zaman yukarıda saydığım
eleştirilerin açıklamalarını ortaya koyacağım. Yukarıda söylediğimiz ifade
meseleye başlamanın vaktinin geldiğini göstermektedir.
a-İlk olarak konunun tartışmalı olan noktalarını açıklayacağım.
b-Molla
Hüsrev’in
savunduğu
ve
iddiasını
dayandırdığı
delilleri
anlatacağım.
c-Daha sonra âlimlerden bir lütuf olarak hakkında hiçbir akıllı kimsenin
muhalefet edemeyeceği öncülleri sunacağız.
a-Tartışmalı olan yerler:
Molla Hüsrev’in iddia ettiğine göre “Anne kendisinde ve usulünde hiçbir
kimsede köleliğin bulunmadığı asli hür bir kadın olursa, kadının çocuğu
üzerinde velâ hakkı yoktur. Baba, azat edilmiş (mu‘tak) dahi olsa durum
değişmez.”
Bu konuda Molla Hüsrev'in görüşlerini dayandırdığı delillerden birkaç
tanesini burada ele alacağım.
(1)-Velânın dayandırıldığı husus mülkiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü
mülkiyetin ortadan kalkması velânın meydana gelmesinin sebebidir. Ayrıca
mülkiyetin ortadan kalkması velânın sabit olmasının unsurlarındandır. Çocuk
üzerinde mülkiyetin sabit olması ancak anne tarafından gerçekleşecek bir
durumdur. Çünkü çocuk kölelik ve hürriyet konularında annesine tabidir.
Eğer anne, kendisinde ve usulünden herhangi birinde köleliğin olmadığı
bir kişi olarak asli hür olursa, baba tarafının çocuk üzerinde herhangi bir
mülkiyet hakkı oluşmaz, baba tarafına ait bir velâ hakkından da söz
edilemez. Çünkü velânın sebebi mülkiyetin ortadan kalkmasıdır.107
Molla Hüsrev’e “Âlimlerin velâ meselesinde anne asli hür olması
durumunda velâ babanın efendisine ait olur.” sözünü yöneltecek olursak, bu
durumda aşağıda sayacağımız öncüllerini sunmamız gerekecektir.
Molla Hüsrev mukaddime bölümünde asli hür kavramını incelemiş ve bu
kavramın fukahânın terminolojisinde iki anlamda kullanıldığını belirtmiştir.
i-Kendisinde ve usulünün herhangi birinde köleliğin olmadığı kadın
107
Velâ, mülkiyetin son bulmasına dayandığı için, baba tarafının da çocuk üzerinde mülkiyeti
olamayacağından dolayı velâ hakkını elde edecekleri bir sebepleri de kalmamıştır.
71
ii-Kendisi veya usûlünden herhangi birisinde azat edilmişlik (el-Itku’t-târî)
özelliği bulunan kadın
Bu bağlamda fukahâ asli hürriyetle beraber velânın sabit olacağı
kanaatine varmışlardır. Bu ifadeleriyle -bana göre- ikinci kısımda açıklanan
el-Itku't-târî kavramını kastetmişlerdir. Anlattığımız bu hususlar, risalenin baş
tarafında mevcuttur.
Bizim konuyla ilgili olarak diyeceklerimiz, velâ konusunda temel teşkil
eden iki tane hadis-i şerifin dışında başka bir delilin olmadığıdır.
Birinci hadis: “ ‫” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬108 bu hadisi, Hz. Peygamber (sav)
mü’minlerin annesi Hz. Aişe’nin yakın dostu Berire’yi satın alması konusunda
söylemiştir. Berire’nin efendileri, onu Hz. Aişe’ye, onun velâsının kendilerinde
kalacak şekilde satmak istemişlerdir. Bu hadisi Müslim ve Buhari rivayet
etmişlerdir.
İkinci hadis: “ ‫” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‬109 bu hadisi ibnü’l-Esîr Nihâye isimli
eserde rivayet etmiştir. Diğer hadis âlimleri de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Birinci hadise gelelim: Hadis âlimleri, ( ‫ ) ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬lafzının tüm azat eden
kişileri kapsayacak âmm bir lafız olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bu söz,
azat etme esnasında şart koşulmadığı takdirde umumi mecaz niteliği taşıyan
lafızlardandır. Şöyle ki; bir kişi bir insanı azat ettiği zaman velânın gerektirdiği
neticeler sirayet eder. Yani azat eden kişinin (mu‘tikin), azat edilen kişinin
(mu‘takın) çocukları üzerinde velâ yoluyla mirasçı olabilmesidir. Ne kadar
aşağı inilirse inilsin durum aynıdır. Aynı zamanda velâ hakkı ile mirasçı
olmak, azat eden kişinin asabeleri arasında geçebilmektedir. Bunlar usûl ve
fürû’ olarak veya birbirine mirasçı olan çok yakın dostlar olarak nasıl mirasçı
olabilmektedirler. Bütün bu söylenenlerin üzerine, diğer mezheplerin fukahası
tarafından her tabakasında velâ meselesi bilinmektedir. Onlardan hiçbiri velâ
yoluyla miras alabilmenin şartı olarak annenin asli hür olmamasını şart
koşmamışlardır.
İkinci hadis: “‫ ” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‬Nihâyetü’l-Hadis ve Hidaye’nin
şerhinde (Nihaye’de) denildi ki; bu hadisin manası usûl ve fürû’dan olan
108
109
“Velâ azat eden kişiye aittir.”
“Velâ nesepin parçalarından bir parça gibidir.”
72
kişiler hakkında velânın yayılmasıdır (genişlemesidir). Velanın bu özelliği
nesebin yayılmasına ve onun karışmasına benzer. Hatta onun genişleyerek
karışması, karışmanın aşırılığından dolayı değişik parça ve kumaşlardan
dokunmuş bir elbise gibi tek bir şey gibi olur. Çünkü söz istiare-i mekniyye110
özelliğindedir.
İbnü’l-Esîr dedi ki: İkinci hadisteki “‫“ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‬ifadesi “‫“ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﺜﻮب‬
şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu bir diğerine benzetmedir, istiare değildir.
Yine İbnü’l-Esîr devam ederek, “Lâm harfinin fethalı ve zammeli okunması
şeklinde de rivayet edilmiştir.” demektedir. Kıyasa göre kadınlarında bu
hadisin açılımından sağlanan hükme müşterek olmaları gerekir. Ancak bir
başka hadiste Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Kadınlar için velâ hakkı
yoktur. Ancak azat ettiklerinin ya da azatlılarının azat ettiği kimselerin veya
mükâtebe kıldıklarının ya da mükateblerinin kitabet akdine bağladıkları
kimselerin veya müdebber kıldıklarının veya müdebber kıldıklarının tedbir
yaptıkları kimseler üzerinde kadınlarda velâ hakkına sahip olurlar.”
Murtaza el-Muhakkik Feraiz şerhinde “Bu hadis, kendisinde şazlık
bulunmasına
rağmen,
sahabenin
büyüklerinin
rivayet
etmesiyle
kuvvetlenerek meşhur hadis seviyesine yükselmiştir” yönünde kanaatini
belirtmiştir.
Bazı Hidaye şârihleri, Ebu Yusuf’un İbn Mes’ud, Şüreyh ve enNehaî’den naklederek onların; velânın hükmü, mirasın hükmü gibidir
dediklerini aktarmışlardır. Eğer bu söyleyecek olursan, ben de buna; belki de
bu hadis o zevata ulaşmamıştır derim. Ancak Murtaza el-Muhakkik Feraiz
şerhinde,
İbn
Mes’ud’un
bu
hadise
muvafık
bir
görüşte
olduğunu
nakletmektedir. Belki de bundan sonra hadise ulaşmıştır.
Konuyla ilgili hadisleri ve bir kısım âlimlerin görüşlerini aktardıktan
sonra, Molla Hüsrev’in delil olarak ileri sürdüğü görüşlerin yanlış (batıl)
oluşlarını açıklamaya geçebiliriz.
Molla Hüsrev’e göre:
110
İstiare-i mekniyye: Türkçede buna “kapalı istiare” denilmektedir. Müşebbeh bih (kendine
benzetilen)’in lafzı hazfedilip, kendisiyle ilgili bir hususla ona işaret edilen istiaredir. Daha geniş bilgi
için bk. Nusrettin Bolelli, Belâğât-Arap Edebiyâtı, 3.Baskı, Marmara ünv. İlahiyat Fak. Yayınları,
İstanbul, 2001,s. 84.
73
i-“Velâ, mülkiyetin ortadan kalkmasının sebebidir” sözü doğrudur. Çünkü
kölelik ile beraber velâ hakkı arasında bir alaka kurulamaz,
ii-“Çocuk kölelik ve hürriyet konularında anneye tabidir” sözü doğrudur.
iii-“Çocuk üzerinde babanın efendisine ait bir mülkiyet (hak) yoktur” sözü
doğrudur.
iv-“Baba tarafından mülkiyetin olmaması durumunda mülkiyetin son
bulması diye bir şey düşünülemez. Ancak anne tarafından düşünülebilir”
sözü doğrudur.
v-“Anne
tarafında
kölelik
olmazsa,
çocuk
üzerinde
velâ
hakkı
düşünülemez” sözü doğrudur.
Bu mukaddimeler (öncüller) daha önce açıklamaları geçtiği üzere
bağlayıcı değildir (gayr-i lazımdır).
Bağlayıcılığın olmamasının açıklaması, velâ kavramının lügat ve şer’i
olarak bilinmesine dayanır.
Lügat bakımından: Velâ, yakınlıkla ilgili bir kelimedir. (‫ )وﻟﻲ‬kelimesinin
mastarıdır.
Şer’i
bakımından:
Hidaye’nin
şerhi
Nihâye’de,
Kâfi
ve
Naf’î’in
şerhlerinde, velâ karşılıklı yardımlaşmayı ( ‫ ) اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ‬ifade eden kavramdır.
Karşılıklı yardımlaşma ise mirasçı olmanın ve bağ (alâka)111 kurmanın
illetidir. Her ikisi de kadınlarla değil, erkeklerle ilgilidir. Yine aynı şekilde Hz.
Peygamber’in:”‫ “ ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‬hadisi de erkeklere has bir durum olduğunu
göstermektedir. Çünkü nesep babaya atfedilir. Ancak çocuk, babasının köle
olması durumunda anneye nispet edilir. Bunun dışında çocuğun anneye
nispet edilmesi olamaz. Bu ifadeye benzer ifadeler Kâfî ve Nihâye’de de hasr
bildiren tarzda kullanılmıştır. Fakat babadan kölelik kalkarsa, çocuğun
anneye nispet edilmesi tartışmasız bir şekilde ortadan kalkar. Annenin asli
hür olması ile ârızî hür olması çocuğun anneye nispet edilmesinin kesilmesini
111
Burada kastedilen bağ/alaka; Vela-i Atâka’da köle ile efendisi arasında, muvalat akdinde Mevlâ
esfel (kimsesi olmayan) ile Mevlâ a’lâ (yardımı istenen kişi) arasında hükmi bir yakınlık ve ünsiyet
meydana getirmeyi hedefleyen hukuki bir yardımlaşmadır. Vela konusunda bu hükmi yakınlık
neticesinde mirasçı olabilme hakkı gerçekleşmektedir.
74
engellemez. Mülâane (liân)112 davasındaki çocuğun durum bunun tersinedir.
Liân yapan kişinin (mülâin) yalan söylediği anlaşılırsa, çocuğun anneye
nispet edilmesi kesilir ve babaya nispet edilir.
Biz, “Velâ mülkiyetin son bulmasının sebebidir” sözünü şer’î olarak
karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden bir kavram olarak yorumluyoruz. Karşılıklı
yardımlaşma kadınlar tarafından olamaz. Mirasçılık (irs) ve diyet için bağ ve
ünsiyet kurma (akl)113 ifadesi karşılıklı yardımlaşma (tenâsur) ve nesep ilişkisi
kurmak (nispet)114 kavramlarıyla illetlendirilmiş oldukları üzerinde ittifak
edilmiştir. Karşılıklı yardımlaşma (Tenâsur) ve nesep bağı (nispet) erkeklerin
sahip oldukları özel durumlardır. Bu konu hakkında annenin asli hür olması
ile asli hür olmamasının herhangi bir etkisi yoktur. Mülkiyetin sona ermesinin
ise mirasçı olma konusunda etkisi vardır. Çünkü mülkiyetin sona ermesi, şer’i
olarak yardımlaşma sayılan vela’nın sebebidir. Vela hakkı ise mirasçı olma
(irs) ve diyet için bir bağ kurmanın (akl) illetidir.
Eğer “Çocuk üzerinde babanın efendilerine ait bir mülkiyet yoktur.
Bunun neticesinde onlar ile çocuk arasında hangi bağdan dolayı ona mirasçı
olma hakkını elde etmektedirler?” şeklinde bir soru yöneltecek olursan, ben
bu soruyla ilgili olarak; “Velâ şer’i olarak yardımlaşmayı ifade eden bir
kavramdır. Yardımlaşma da mirasçı olmanın illetidir.” Cevabını veririm. Bu
sorunun bu açıklamaların dışında başka açıklama gerektirecek yönü
kalmamıştır. Arızî hürriyetle ilgili olarak ortaya çıkan çelişkili durum da aynı
şekilde cevaplamaya gerek kalmaksızın reddedilir.
Çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir. Babanın efendilerine ait bir
velâ hakkı da yoktur. Bunları söyledikten sonra velanın babanın efendilerine
ait olduğunu söylemek muhalif olmayı kabullenmektir. Molla Hüsrev’in
açıklamaları mantıkçıların sözleriyle benzerlik arz ettiği bir gerçektir.
Mantıkçılar; (a), (b)'nin illetidir. (b)'de (c)'nin illetidir. (a) ile (c) arasında hiçbir
illiyet/alaka yoktur. Aynı zamanda (a)'nın (c)'ye tesiri de yoktur.
112
Karısından olan çocuğun kendisine ait olmadığını iddia eden kişinin açmış olduğu dava. Daha
geniş bilgi için bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.260.
113
Muvalât anlaşması yapan kişinin meydana gelebilecek ve kısası gerektirmeyecek tarzdaki bir
cürmünün sorumluluğu olan diyet borcunu ödemesi için mevlasına olan bağını ifade eder.
114
Nesepi sübûta erdirme işlemidir.
75
Şayet illet olan bir durum diğer bir illetin illeti kabul edilecek olursa
burada mülkiyetin sona ermesi, karşılıklı yardımlaşmayı ifade eden velânın
illeti olması buna benzemektedir. Velâ da mirasçı olmanın ve nesebin babaya
nispet edilmesinin illetidir.
Molla Hüsrev, hür bir kadından doğan çocuk hakkında Nihaye’de ve ona
yakın ifadelerin Kâfi’de: “Çocuk hür kadının bir parçasıdır. Çocuk annesinden
hür olarak ayrılır. Sonra velâ nesep gibidir. Çocuk nesep bakımından babaya
nispet edilir. Bundan dolayı velâ konusunda ise çocuğun, babasının nispet
edildiği kimseye nispet edilmesi gereklidir. Baba azat edildikten sonra velâ
hakkı ile beraber onu azat eden kişiye nispet edilir. Aynı şekilde çocuk
üzerindeki vela hakkı da babasını azat eden kişiye nispet edilir. Âlimler
çocuğun annesinin asli hür olması ile ârızî hür olmasını arasında hüküm
açısından hiçbir ayırım yapmamışlardır.” şeklinde açıklamaların olduğunu
kaydetmiştir.
Güneş iki gözün karşısında doğmuştur ve Molla Hüsrev’in hayal ürünü
olarak tasarladığı şeylerin tamamı kaybolup gitmiştir.
Tuhaf olan şey, Molla Hüsrev’in bütün bu açıklamaları bazı Câmi’usSağîr şerhlerinden nakletmiş olmasıdır. Molla Hüsrev diyor ki: “Anne ve baba
ikisi de Arap olurlarsa, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur.
Çünkü Araplar asli hürdürler. Anne Arap, baba ise azat edilmiş birisi olursa,
çocuk babanın efendilerinin mevlasıdır.115 Çünkü çocuk nesepte olduğu gibi
velâda
da
babaya
tabidir.”
bu
ibare
o
şerhlerden
nakledilen
açıklamalardandır. Bunları söyledikten sonra, “Bu ifadeler akıl yürütmeye ve
sahih rivayete muhalif olduğundan dolayı batıldır.” şeklinde bir açıklama
getiriyor.
Onun akıl yürütmesine gelince, bana göre bunlar kuruntulardır. Batıl
oldukları da ortaya çıkmıştır. Sahih rivayetlere gelince, Molla Hüsrev
Bedâyi’den naklederek; “Hür olan kadının çocuğu üzerinde babanın
115
Burada kullanılan ‘Mevlâ’kelimesi, efendi ile azat edilen kişi arasındaki vela ilişkisini
anlatmaktadır. Yani babanın efendilerinin çocuğun üzerinde vela hakkına sahip kimseler olduğunu
vurgulayan bir ifadedir.
76
efendisine ait velâ hakkı yoktur.” demiştir. O kitap muteber kabul edilen eski
eserlerden sayılmaktadır.
Şayet Molla Hüsrev’in Bedâyi’den aktardığı bilgilerin o eserde mevcut
olduklarını kabul etsek bile, o ifadelerin kendisine güvenilmeyen şazz
rivayetlerden olduğu açıktır ve onların Bedâyi’nin lafzından olduğunu kabul
etmekte mümkün değildir. Bedâyi’in lafzı gösteriyor ki, bu kitap nadiren
görülen meselelerin toplandığı eserler gibi garip meseleler için yazılmıştır.
Hakkında herhangi bir ihtilafın olmadığı kaidelerden birinde: “Eğer rivayet
ihtisar edilmiş (Muhtasarât: özet olarak hazırlanmış) eserlerde olursa,
açıklamalı anlatılmış (Mutavvelât: uzun ve geniş olarak hazırlanmış)
eserlerden daha önce sunulur.” denilmektedir. Eğer rivayetler arasında bir
ihtilaf
olursa,
ana
metinlerdeki
(Muhtasarât)
rivayetler,
şerhlerdeki
(Mutavvelât) rivayetlerden öncelikli olarak tercih edilir. Şerhlerdeki rivayetler
ise fetva kitaplarındakilerden öncelikli olur, sonrasında ise müellifinin
durumuna göre fetva kitaplarındaki rivayetler birbirlerine tercih edilebilir.
Molla Hüsrev mukaddime bölümünde “Mutlak rivayetleri, mukayyet olan
rivayetlere hamledilir” şeklinde bir cümle takdim etti. Bu cümleden ötürü,
onun yapması gereken Cami’us-Sağîr’deki rivayetlerin mutlak olanlarını
mukayyet olan rivayetlere hamletmesidir. Terminoloji bakımından “asli hür
kavramı iki kısımdır” kullanımı üzerine yeni kullanımlar icat edilmez. Ya da
kullanılan terminolojiye uygun davranılmalıdır. Şayet Bedâyi’de yer alan
itibarsız görüşlerin tamamı doğru olsaydı kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr’den
naklederdi. Câmiü's-Sağîr’de buna dair herhangi bir bilgi olmadığına göre
hangi delil Molla Hüsrev’in kullandığı ifadelerin doğru ya da yanlış olduğunu
göstersin.
Bundan daha şaşılacak olan şey Münye isimli eserden nakledilen
ibaredir. O ifade de şudur: “Çocuk annesinin asli veya ârızî hür olmasından
dolayı asli hür olması ilişkilendirilirse, ya baba tarafına ya da anne tarafına ait
olmak üzere onun üzerinde velâ hakkı sabit olabilir. Eğer baba asli hür olursa
babanın tarafına ait velâ hakkı olmaz, buna benzer olarak anne asli hür
olursa da anne tarafına ait velâ hakkı olmaz. Çünkü asli hür olan bir kişi
77
üzerinde kölelik geçerli değildir. Bundan dolayı hür kişi üzerinde vela sabit
olmaz.” Bu ibare Molla Hüsrev’in risalede naklettikleri gibidir.
Daha sonra Molla Hüsrev buradaki asli hür ifadesini risalesinin
mukaddimesinde anlatılan birinci manayı ifade eden bir kullanım olduğunu
söylemiştir. Mukaddimedeki birinci mana ise ârızî hürlükten bahseden bir
ifadedir. Bunun delili ise, Molla Hüsrev ârızî hür bir kadından doğan çocuğu
asli hür kabul etmektedir. Benim burada naklettiklerimle Molla Hüsrev’in
mukaddimede ifade ettikleri arasında doğru olması bakımından hiçbir tezat
yoktur. Onun bu sözü naklettiği görüşlere bir yönlendirmedir.
Benim kanaatim, bu cümlenin bana hatırlattığı “Sen (Molla Hüsrev) bir
şeyi muhafaza ettin ve birçok şey senden kaybolup gitti” şeklinde
söylenilmesidir.
Birinci olarak; “‘Asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’ kavramının yerine
kullanılmıştır ve beraberce zikredilmiştir.” Şayet ‘asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’
kavramına hamledilecekse o zaman ‘ârızî hür’ kavramını zikretmenin hiçbir
manası yoktur. Molla Hüsrev Münye’den naklettiği ifadelere dayanarak;
“Anne asli hür olursa, annenin tarafına ait velâ hakkı yoktur. Çünkü asli hür
üzerinde kölelik asla geçerli olmaz. Bunun sonucu olarak velâ yoktur.”
sonucuna varmasından dolayı illetlendirme konusunda Münye’nin ifadeleri
nasıl sahih kabul edilebilir. Şüphesiz ki, Molla Hüsrev bu konuyu zor ve
çıkmaz bir duruma sokmuştur. Çünkü Molla Hüsrev’in Münye’nin ifadesinden
anladığı; “Çocuğun asli hür olması, asli veya ârızî hür bir kadından doğmakla
ilişkilendirilirse ârızî hür olan kadından doğan çocuk asli hür olarak
nitelendirilmiş olacaktır” şeklindedir. Molla Hüsrev bu cümlenin manasını
idrak edememiştir.
Çünkü çocuk anneye tabidir ve çocuğa kölelik bulaşmamıştır. Bundan
dolayıdır ki, Molla Hüsrev Münye’den anladığı mananın sonrasında “Asli hür
(Hürrü’l-asıl) kendisinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir” şeklinde bir
ifadeyi kullanması, onun işaret edilen manayı anlamadığını göstermektedir.
Onun şüphesini ortadan kaldıran Bezzâz’ın kölelik ve hürriyetle ilgili on
iki davada vermiş olduğu kararlardır. Eğer birisi ‘asli hürriyet’ konusunda
davada bulunsa daha sonra da hürriyeti engelleyecek olan bir azat etme
78
işlemi hakkında davada bulunsa kişinin bu iddiaları kabul edilir ve kişinin
davalarındaki çelişkinin olması davanın sıhhatine engel değildir. Haddi
zatında bu davalar arasında çelişkinin bulunduğunda şüphe yoktur. Asli
hürriyet kavramının tek mana ifade ettiğini söylersek yukarıdaki iddiaları
düşünebiliriz. Fukaha bu kaideler üzerinde birçok çıkarımlar meydana
getirmişlerdir. Onlardan en bariz olanı: ‘Asli hürriyet konusunda şart koşmak
yasaktır. Ancak ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir. (Bu şekilde
davada bulunma Ebu Hanife’nin görüşlerine aykırıdır. Ona göre asli hürriyet
davalarında şart ileri sürülebilir.)”
Bu uzun tartışmalardan ve gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Molla
Hüsrev’in: “Asli hürriyet kavramı, fukahaya göre iki manaya gelmektedir”
ifadesinin doğru olduğunu kabul etsek bile bunun ona ne gibi bir faydası
vardır. Molla Hüsrev mirasçı olmanın (irs) illetini mülkiyetin ortadan
kalkmasına bağlamıştır. Bu görüşün yanlış (fasit) olduğunu, “Mülkiyetin
ortadan
kalkması
velanın
illetidir”
şeklindeki
ifademizle
açıklamıştık.
Mülkiyetin sona ermesi velânın illetidir. Velâ ise şer’i olarak yardımlaşmadan
ibarettir ve yardımlaşma da Fukahanın kabul ettiği kullanıma göre ünsiyet ve
bağ kurma (akl) ve mirasçı olma (irs)’nın illeti olduğu kaydetmekle Molla
Hüsrev’in görüşlerinde yanlış olduğunu açıklamıştık.
Nihaye’den naklettiklerimize göre; “Çocuk nesep konusunda olduğu gibi
velâ konusunda da babasına nispet edilir. Onun velâsı babasının velâsı kime
ait ise o kimseye aittir. Babanın efendisinin mülkiyeti çocuk üzerinde
düşünülemez. Çocuğun annesi ister ârızî hür olsun isterse asli hür olsun
durum değişmez. Çocuğun hür olması kesinleşmiştir veya hangi şekilde
olursa olsun doğumdan sonra çocuk hürriyetine kavuşmuştur.
Sahabe döneminden günümüze kadar görüş sahibi (erbâb-ı mezâhib)
olan hiçbir kimse bu konu hakkında ihtilafta bulunmamıştır. Bu mesele
hakkında açıklama yapılacak yer feraiz ilmidir. Feraiz ilmini tasnif eden ve
velânın şartlarını, hükümlerini ve diğer bölümleri konusunda engin izah ve
açıklamalarda bulunan âlimlerden hiç kimse “Velânın şartı annenin asli hür
olmamasıdır” şeklinde bir şart söylemediler.
79
Daha öncekilerin eserlerinde konuyla ilgili olarak bundan daha iyi bir
açıklama da yapılmamıştır. Velâya ait başka yetersiz lafızlar ve zayıf manalar
vardır. Kulaklar zayıf ve faydasız diye onları terk etmişlerdir ve görüşleri
onaylayan âlimler onlardan kaçınmışlardır. Bizler de onlara karşı uzak
durduk. Çünkü deveden çıkan şeyler deveye delalet eder.
Cenâb-ı
Allah
kullarını
gören
ve
onlardan
haberdar
olandır.
Nefislerimizin şerlerinden ve kötü olan amellerimizden dolayı Allah’a
sığınıyoruz. İlk olarak ve son olarak hamd O'nadır.
Salât-ü selam da yaratılmışların en hayırlısı olan Hz. Muhammed
(sav)’edir. Mükâfat ve ecrimiz bol olsun.
80
III-MOLLA HÜSREV’İN MOLLA GÜRÂNÎ’YE YAZDIĞI REDDİYE
RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla”
"‫"رﺱﺎﻟﺔ ﺟﻮاب ﻡﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو و رد ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ آﻮراﻥﻲ رﺱﺎﻟﺔ ﻋﻠﻴﻪ‬
“Risâletü Cevâbi Mevlânâ Hüsrev ve Reddün li
Mevlânâ Gürânî Risâleten a‘leyh”
(Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, No:5366, vr.55–57)
81
Molla Hüsrev, yazmış olduğu vela risalesine reddiye niteliğinde cevap
yazan Molla Gürani’ye cevap niteliğinde ve reddiye formatında bir risale daha
kaleme almıştır. Molla Hüsrev’in bu risalesini aşağıda sunmaya çalışacağız.
Aşağıda tırnak içerisinde verdiğim cümleler Molla Gürani’ye ait ifadelerdir,
devamında paragraf başından başlamak üzere sunulan ifadeler de Molla
Hüsrev’in cevaplarıdır. Molla Hüsrev’in cevaplarını rakamlandırarak “1C, 2C,
3C…” şeklinde vermeyi uygun gördük.
1C: Molla Gürânî’nin "Allah dinde fakih kıldığı kimseyi aynı zamanda
doğru yol üzerine bulunan imamların yolunda devam etmeye muvaffak kılar"
sözü,
Benim yazdığım risale hakkında söylenmiş gibidir. Molla Gürânî hatalı
davranmıştır. Zaten doğru Fukahanın söyledikleridir.
2C: Molla Gürânî’nin "Yazdığı her satırda yanıldığının farkında değildir"
sözünde kaydettikleri kendi zatının sıfatlarındandır. Allahın izniyle hiçbir
kimseye gizli kalmayacak şekilde bunlar açığa çıkacaktır.
3C: Molla Gürânî’nin "Bir bölgede bulunan insanların cihad farzını yerine
getirmeleri diğer bölgelerdeki insanlar üzerinden bu farzı düşürecek değildir"
sözü,
Fukahanın konu hakkındaki görüşlerinin farkına varılmamasından
kaynaklanan fahiş bir hatadır.
Hidaye'de dedi ki: Cihad farzı kifâyedir. Eğer insanlardan bir topluluk
cihadı yerine getirirlerse diğerlerinin üzerinden cihad düşer. Sonra denildi ki:
Eğer hiçbir kimse cihadı yerine getirmezlerse ve Müslümanların tamamı onu
terk
ederlerse…
Nihaye'de
denildi
ki:
Muhakkak
ki
farzın
bütün
Müslümanlardan düşmesi, bir topluluğun yeterli düzeyde o farzı yerine
getirmelerinden dolayıdır. Şayet bu anlamda farzın yerine getirilmesi olmazsa
o vakit farz bütün Müslümanların üzerine yüklenir.
4C: Molla Gürânî’nin "Bir kısım usûl âlimlerinin; 'Farz-ı kifâye herkesin
üzerine vaciptir, bir kısmının fiili yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşer’
sözlerinden hareket ederek yanılgıya düşmüştür" sözü bomboş bir
kuruntudur. Bu söz, yok olmuş bir şeyin gölgesi gibi kaybolup gitmiştir.
82
5C: Molla Gürânî’nin "'Herkes' ifadesinden kastedilen onlar içinden
cihadı yapabilme gücünü kendisinde bulan kimselerdir" sözü,
Tartışmasız bir şekilde usul âlimlerinin üzerine atılmış bir iftiradır. Onlar
İslam Hukuku âlimlerine muhalefet etmemişlerdir. Âlimler bu cümledeki kaydı
'cihad farzı ayın olduğu zaman, bir topluluk meydana getirilir’ başlığı altında
anlatmışlardır. Nihaye'de denildi ki; cihad düşmana karşı koyabilecek ve
düşmana yakın olanların üzerine farzı ayındır. Düşmana yakın olanların
gerisinde ve düşmana uzak olan kişilere ise cihad farzı kifayedir. Ancak
öndekiler mazeret beyan etmeksizin terk ederlerse geridekiler onların yerine
koşmaları gerekmektedir. Şayet düşmana yakın olmaktan dolayı karşı koyma
konusunda yetersiz kalırlarsa veya aciz kalmalarından değil de cihad
yapmayarak tembellik yapmalarından dolayı düşmana karşı koyamıyorlarsa o
zaman cihad namaz ve oruç gibi onlara gelebilecek herkesin üzerine farzı
ayın olur. Onların cihadı terk etmek gibi bir hakları olamaz. Daha sonraki
merhalede doğusuyla ve batısıyla tüm Müslümanlar üzerine kademe kademe
farz olur.
6C: Molla Gürânî’nin "Selama cevap verme konusunda olduğu gibi,
selamı alarak ona karşılıkta bulunma görevi, dünyada yaşayan bütün
Müslümanlar üzerine değil, sadece orada hazır bulunan kimseler üzerine
vaciptir" sözünde,
Molla Gürânî meseleyi sanki Hidaye müellifinin sözlerinden dolayı
cenaze namazı ve selama karşılık verme konularında olduğu gibi
zannetmektedir. "Cihad kavramı özellikleri itibariyle cenaze namazı ve
selama karşılık verme konularına benzemektedir" sözü tamamen batıldır.
Ancak cihatla diğer iki konu arasında sadece farzı kifaye olmalarının dışında
başka hiçbir benzerlik yoktur. Bilindiği üzere cihad bütün insanlar üzerine
farzı kifayedir. Cenaze namazı bir şehir halkına, selama karşılık verme ise bir
mecliste bulunanlara farzı kifayedir. Bu konuların tamamı kitaplarda yazılmış
durumdadır.
7C: Molla Gürânî’nin "Köle azat etme işleminin gerçekleşmesi
bağlamında görmeyle şahitlik yapma (şahadet) ve işitme (sema‘) yeterlidir"
sözü,
83
Benim vela risalesinde anlattığım hususlarla aynı doğrultudadır. Fakat
Molla Gürânî, ibareyi ifadesinin dışına çekmiştir. Çünkü ibarenin özünde
şahitlikte bulunma ve işitme yoluyla şahitlik üzerinde durulmuştur. Konunun
anlatımındaki cümlelerde herhangi bir zayıflık yoktur. Bilakis, Molla
Gürânî’nin değişik olarak anladığı ifadelerin anlamında zayıflık söz
konusudur. (Bâ) harfi cerrinin cümlede kullanılması -iktifâ mastarının
gerektirmesinden dolayı- sınırlandırma anlamındadır. Fukaha, işitme (sema‘)
kelimesini, birbirini duyma (tesâmü‘) manasında kullanmışlardır. Nihaye'de
denildi ki: Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâburi Fetâvâ isimli eserinde; "Eğer
herkes tarafından bilinen bir kimse ölmüş ise onun için işitme (sema‘) yoluyla
şahitlik yapmak caizdir" şeklinde bir açıklamadan bahsetmektedir.
Tâcü'ş-Şerîa, Hidaye'nin şerhinde "Muhakkak ki nesep işitme ve
tanınma ile sabit olabilecek hususlardandır" dediği yazılmaktadır.
İşitme (sema‘) kavramının birbirini duyma (tesâmü‘) kavramının yerine
tercih edilmesi, Fukaha arasındaki icma‘a uygun olması bakımındandır.
8C: Molla Gürânî’nin "Köle azat etme işleminin gerçekleşmesi
bağlamında
tanınır
olmak
(istişhâr)
ve
duyulma
(tesâmû')
şeklinde
söylenmeliydi. Molla Hüsrev görüşünde hata etmiştir" sözü,
Kaynağı bakımından dil kurallarında yapılan bilgisizlikten ve âlimlerin
görüşlerine olan uzaklıktan kaynaklanan fahiş bir yanlıştır.
Burada Molla Gürânî’nin 'köle azat edilmesi’ ve 'vela’ konularındaki
şahitlikle ilgili olarak bunlar hakkında herhangi bir icma’a cumhura ait görüş
birliğinin olmadığını söylemesine karşılık olarak Molla Hüsrev ona şunları
söylemektedir;
a-Bu konu hakkında büyük bir çoğunluğun varlığı göz ardı edilemez.
Ancak bu kadar büyük bir çoğunluğun olması da konu üzerinde ihtilafın
olmayacağı anlamına gelmez.
b-Nihâye’de "İmam Serahsî 'Hassâf (ayakkabıcı, ayakkabı tamircisi)
Kitabı'nın şerhinde, köle azat etme (ıtk) konusunda duyulma (tesâmü‘) ile
şahitlikte bulunma, icma‘ ile kabul edilmemiştir" ifadesi yer almaktadır. İhtilaflı
olan konu, duyulma (tesâmü‘) ile vela konusunda şahitlik yapılmasıdır. Bu
açıklama sonucunda Molla Gürânî’nin "Bu konuda ne icma‘ vardır, ne de
84
cumhurun görüş birliği vardır" sözünün boş bir ifade olduğu ortaya çıkmıştır.
Görüş beyan edilirken daha ince düşünülmesi gereklidir.
9C: Molla Gürânî’nin "Mâ fî cânibi'l-ümmi mine'd-darari" sözü,
Bu cümle, risalemde yer alan ifadelerden bir tanesidir. Ancak burada
Molla Gürânî cümlenin orijinalinde bulunan 'terk’ kelimesini atlayarak, benim
kastettiğimin dışında bir manaya gelen bir ibareyi aktarmaktadır. Hâlbuki
metnin aslı; " Mâ fî terki cânibi'l-ümmi mine'd-darari" şeklindedir.
10C: Molla Gürânî’nin "Cumhur, vela meselesinde anne tarafının
dikkate alınmasıyla doğabilecek zararları hesap ederek anne tarafını
görüşlerine hareket noktası seçmemişlerdir. Bu cümleler, vela meselesinde
anne tarafını görüşlerine esas alan Molla Hüsrev hakkında açıklanmaktadır.
Bu konu önemli ve muteber bir konudur" sözü,
Molla Gürânî "Bu konu önemli ve muteber bir konudur" demiştir, ancak
buna işaret eden hiçbir ifade kullanmamıştır. Kaldı ki, benim kullandığım
cümlelerin, Arapça terkiplerle ilgili bilgisi en alt seviyede olan birisine dahi
hiçbir gizli noktası kalmaz. İfadelerimin daha açık olması bakımından konu
hakkında şunları söylemek istiyorum; benim ifadelerimin kesinlikle vela
meselesinde anne tarafının tamamıyla terk edilmesi şeklinde yorumlanması
yanlıştır. Bilakis, bütün cümlelerim incelenirken önem verilmesi gereklidir.
11C: Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in "Hürrü'l-asıl" kavramını açıklarken,
Fukahanın bu kavramı iki şekilde kullandıklarını söylemesine ilişkin
itirazlarını, risalesinde bu taksimatla ilgili olarak sunmuştur. Bu bağlamda bu
taksimatla ilgili olarak, ikinci maddesinde "Diğer kısım ise; o kişi üzerinde
veya usulünün üzerinde azat edilme işleminin garip ve alışılmamış (el-Itku'ttârî) bir tarzda olmasıdır" şeklinde açıklama yapmıştır.
Bu ifadeler, Molla Gürânî’nin doğru olmayan sözlerle uydurmuş olduğu
iftiralardır. Ayrıca bu ifadelerle apaçık bir hata yapmıştır. Ondan, ancak gaflet
sadır olur. Kuşkusuz, "diğer kısım ise; o kişi üzerinde veya…" ifadesi onun
aktardığı şekilde değildir. Bilakis, o ifade "Kendisi üzerinde köleliğin geçerli
olmadığı kimsedir. Şöyle ki, azat edilmiş bir cariyeden ya da asılında
(usulünde) köle bulunan bir kimseden doğan kişidir" şeklinde olmalıdır. Molla
85
Gürânî’nin bu mesele üzerinde ne kadar asılsız ve doğru olmayan ifadelerle
risalesini kaleme aldığı anlaşılacaktır.
12C: Molla Gürânî, konunun dayandığı hadislerle ve onlarla ilgili
âlimlerin yapmış olduğu açıklamaları yaklaşık iki sayfada anlatmıştır. Burada
Molla Gürânî’nin iki sayfalık açıklamasının tamamını vermeye gerek
olmadığını düşünüyoruz. Sadece Molla Hüsrev'in reddiye risalesinde yer alan
şekliyle yetinmek istiyoruz.
Molla Hüsrev, Molla Gürânî'nin "Bizim konuyla ilgili olarak diyeceklerimiz
şunlardır;’ ifadesinden, 'Konuyla ilgili hadisleri ve görüşleri karara bağladıktan
sonra…" şeklinde yaptığı değerlendirme için, sözü çoğaltmak olarak
nitelendiriyor. Hadislerin ve âlimlerin görüşlerinin herhangi bir kimseye kapalı
kalmayacağı bu konumda sözü bu denli uzatmanın hiçbir faydası da yoktur.
Bunlar anlayıştan kaynaklanan şüphelerdir. Söylemiş olduğu cümlelerdeki
yanlışlıklarını telafi etmenin bir çeşididir.
13C: Molla Gürânî'nin "Bu mukaddimede sunulan ifadeler bağlayıcı
değildir" sözüne,
Molla Hüsrev, bu cümlede mantıksal hataların olduğunu söylemiştir.
a-Molla Gürânî, sonucu mukaddime (öncül) olarak isimlendirmiştir.
b-Molla Gürânî, zorunlu gördüğü öncüllerin tamamını doğru olarak
kabul ettikten sonra onların bağlayıcılığı konusunda tartışmaya girmiştir.
Öncüllerin bağlayıcılığını, konu hakkında illet (sebep) görmesi uzak bir illettir.
Sebep olarak kabul edilen hususun, sonucun varlığı konusunda bizzat
etkilemesi beklenir. Ancak sebebin olmayışı, sonucunda olmamasını
gerektirir. Bu söylediklerim, Molla Gürânî’nin kabul ettiği hususlar hakkında
değil, tartışmasını yaptığı kısımlarla ilgilidir. Molla Gürânî iyi düşünsün ve
gaflet içinde kalmasın.
14C: Molla Gürânî’nin "Vela, şer'i bakımdan yardımlaşma (tenâsür)'dan
ibarettir. Yardımlaşmak ise mirasçılık bağları (irs) ve yakınlık kurma (akl)’nın
illeti konumundadır. Bu iki husus erkeklerle ilgilidir, kadınlarla ilgili değildir"
sözü,
Bu ifadeler, Molla Gürânî’nin dediği gibi onun naklettiği kitaplardan
değildir. Bu ifadelerde aldatma ve doğruyu gizleme vardır.
86
15C: Molla Gürânî’nin "Vela, nesepten bir parça gibidir hadisi, konunun
erkeklere tahsis edilmiş olduğunu göstermektedir" sözü,
Bu hadisin erkeklere tahsis edildiğine dair bir işaret yoktur. Çünkü
nesebin babalara nispet edilmesi, vela hakkının sadece erkeklere ait olduğu
anlamına gelmez. Baba, Nebtî veya başka bir ırktan olarak hür olursa ve
anne de azat edilmiş bir kadın olursa, nesep kesinlikle babaya atfedilir.
Ancak vela hakkı annenin efendilerine ait olur. Bu görüş Ebu Hanife ve İmam
Muhammed’e aittir. Bu görüş Hidaye ve diğer kaynaklarda da açıklanmıştır.
16C: "Nesep babadan geçer. Baba hür olduğu halde çocuğun anneye
nispet edilmesi olabilir" sözü,
Molla Gürânî’nin aktarmış olduğu cümledeki hür kelimesi açık bir hata
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun doğru kullanımı 'hürren (hür olarak)’
değil 'abden veya rakîkan (köle olarak)’ şeklinde olmalıdır.
17C: Molla Gürânî’nin "Eğer çocuğun nesebi anneye nispet ediliyorsa o
zaman baba hür bir kişidir. Bu cümleyi Molla Hüsrev'e nispet ederek, bu
ifadelerin ancak özel bir kayıtla (hasır ifade etmesiyle) mümkün olabileceğini
söylemektedir" sözü,
Aynen bu ifadelerde de aldatma ve doğruyu gizleme vardır. Çünkü
Molla Gürânî, bu ifadelerinde hasır ifade etmesini kastetmişse, bu ifade
tartışmasız bir şekilde Nihâye ve Kâfî'ye karşı uydurulmuş bir yalandır.
Çünkü Molla Gürânî’nin aktardığı ifadeler vela konusu hakkında bu iki eserde
mevcut değildir.
Ayrıca Molla Gürânî’nin "Muhakkak ki nesep baba tarafından olur"
sözü doğrudur. Ancak bu ifade onun kastettiği şeyi ifade etmektedir. Çünkü
nesebin babalarla sınırlandırılması, vela konusunun da aynen babaların
tarafıyla sınırlandırılmasını gerektirmez. Eğer böyle bir sınırlandırmadan söz
edecek olursak, o zaman Molla Gürânî’nin düşündüğü gibi nesep babaya ait
olduğu halde vela hakkı anne tarafına ait olur.
18C: Molla Gürânî’nin "Asli veya ârızî olarak anne hür olduğu zaman
çocuğun anneye nesep bakımından nispet edilmesi kesilir" sözü,
Rasgele söylenmiş bir ifade olduğu açıktır. Çünkü nesebin, babanın
üzerinden köleliğin kalkmasından sonra anneye nispet edilmesinin kesilmesi
87
yukarıda adı geçen kitaplarda “cerr-i vela” konusunda anlatılmıştır. Bizim
üzerinde durduğumuz konuyla ilgisi bulunmamaktadır. Zaten bu durum,
kavrayışı zayıf olan birsine dahi aşikârdır.
19C: Molla Gürânî’nin "Yardımlaşma asla kadınlar tarafından olmaz"
sözü,
Bu cümlede cinsinin hükmünü nefyeden (Lâ) edatının kullanılması,
yardımlaşma kavramının tüm şekillerini kadınlar tarafından kaldırılmasını
kapsamaktadır. Bu kullanım, Hidaye yazarı Merğînânî’nin görüşlerinden ne
kadar habersiz olduğunu göstermektedir. Çünkü yardımlaşma daha çok baba
ile olur ancak anneyle yardımlaşma olmaz denilmesi doğru değildir. Konu
hakkında iyi düşünülmesi gereklidir. Molla Gürânî’nin düşündüğü gibi
düşünülmemelidir.
20C: Molla Gürânî’nin "Âlimler ittifakla belirttiğine göre, mirasçılık bağları
(irs)
ve
bağ/ünsiyet
kurma
(akl),
yardımlaşma
ve
akrabalığın
sonuçlarındandır. Yardımlaşma ve akrabalık erkeklere has kabul edilen
özelliklerdendir" sözü,
Aynı şekilde bu söz de bilinçsiz düşünmekten kaynaklanan bir
durumdur.
21C: Molla Gürânî’nin "Eğer 'Baba tarafının efendilerine ait çocuk
üzerinde hiçbir tasarrufları yoktur. Onlarla çocuk arasındaki hangi bağdan
dolayı onlar mirasçı olma hakkını elde etmiş olacaklar’ şeklinde bir soru
gelirse, (Molla Gürânî) benim cevabım: 'Şer'i açıdan vela, yardımlaşmak
demektir. Yardımlaşmak ise mirasçı olma (irs)'nın illeti konumundadır. Bu
konulara işaret ettikten sonra yukarıdaki sorunun cevap gerektiren hiçbir
yönü kalmamaktadır" sözü,
Bu bilinçsizliğin kaynağı, (Molla Hüsrev) benim risalemde ifade ettiğim
noktaların iyi anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. Risalede denilmiştir ki,
"Şayet çocuğun anne ve baba tarafında kölelik varsa, o zaman nesebin
kuvveti dikkate alınır. Böylece vela hakkı, baba tarafının efendilerine ait olur."
Bu görüş, aynı zamanda Hidaye yazarı Merğînânî’nin ifade ettiği görüştür.
Eğer anne ve baba azat edilmiş olurlarsa, nesep babaya nispet edilir. Çünkü
anne ve babanın durumları eşittir. Vela konusunda tercih edilen ise, velanın
88
nesebe benzerliğinden ötürü babanın tarafı olmasıdır. Çünkü baba tarafında
yardımlaşma daha çok olmaktadır.
Konu hakkında iyi düşünülmesi gereklidir. Molla Gürânî’nin düşündüğü
gibi düşünülmemelidir.
22C: Molla Gürânî’nin "Eğer 'Baba tarafının efendilerine ait çocuk
üzerinde hiçbir tasarruf hakkı yoktur. Onlarla çocuk arasındaki hangi bağdan
dolayı onlar mirasçı olma hakkını elde etmiş olacaklardır’ şeklinde bir soru
gelirse, (Molla Gürânî) benim cevabım: 'Şer'i açıdan vela, yardımlaşmak
demektir. Yardımlaşmak ise mirasçı olma (irs)’nın illeti konumundadır. Bu
konulara işaret ettikten sonra yukarıdaki sorunun cevap gerektiren hiçbir
yönü kalmamaktadır. Aynı şekilde Molla Hüsrev'in 'ârızî hürlük’ kavramıyla
ilgili yorumlarının ortaya çıkardığı çelişkinin cevaplanacak bir tarafı da yoktur"
sözü,
Burada çelişki olduğunu söylemek mahza bir hatadır. Molla Gürânî’nin
bu hatasının kaynağı kastedilen maksatları anlayamamasıdır. Çünkü çelişki
bir kişi mülkiyetin varlığı veya mülkiyetin sona ermesi, 'vela için tam bir illettir’
şeklinde bir iddiada bulunması durumunda ortaya çıkar. Durum iddia edilen
şekliyle değildir. Bilakis iddia konusu olan husus mülkiyetin varlığının çocuğa
dair vela konusunun sabit olması durumunda itibara alınmasıdır. Eğer
çocuğun baba tarafı kuvvetli bir nesebe sahip değillerse –örneğin: köle
olması, nebdî olması, Araplardan başka bir ırktan olması gibi- ve anne de
azat edilmiş bir kadın ise vela annenin efendilerine ait olur. Bunun benzeri
ifadeler konunun işlendiği yerde verilmiştir.
23C: Molla Gürânî, Molla Hüsrev'in ifadelerinde çelişki olduğunu
söylemiş ve yukarıdaki açıklamaları getirmişti. Buna mukabil Molla Hüsrev,
bu açıklamalara cevabını vermiş ancak Molla Gürânî şu ifadeleri konunun
devamı olması bakımından dile getirmiştir. Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev'in
açıklamaları mantıkçıların sözleriyle benzerlik arz ettiği bir gerçektir.
Mantıkçılar; (a), (b)'nin illetidir. (b)'de (c)'nin illetidir. (a) ile (c) arasında hiçbir
illiyet/alaka yoktur. Aynı zamanda (a)'nın (c)'ye tesiri de yoktur…" sözü,
Meselenin araştırılması yapılırken kullanılan bu ifadeler, tamamen
mantıksal hatalardır. Çünkü (a) öncülünün, (c) öncülü hakkında bizatihi etkisi
89
olmayabilir. Ancak (a)'nın olumsuz ifadesi (c)'nin de olumsuz anlam
kazanmasını sağlayacaktır. Bu tartışılan söz, neyin neye tesir ettiği meselesi
değildir. Bilakis olumsuzluk bildiren bir öncülün (ifadenin), olumsuz bir netice
ortaya çıkaracağıdır.
24C: Molla Gürânî’nin "Nihaye'de ve Kâfi’de hür bir kadından doğan
çocukla ilgili olarak denilmiştir ki, çocuk o kadının bir parçasıdır. Bu nedenle
çocuk hür bir anneden hür olarak ayrılır…" sözü,
Bu sözde büyük bir yanılgı vardır. Bu yanılgının kaynağı ise mezkûr iki
eserdeki metinlerden alıntının olmadığıdır. Şüphesiz Nihâye ve Kafi'de geçen
o ifadeler, “Cerr-i vela” meselesinde ele alınmıştır. Burada Molla Gürânî’ye
bu iktibaslar nasıl bir fayda sağlayacaktır? Nihaye'de denildiğine göre;
Abdullah b. Ömer'in (ra) şöyle rivayet ettiği kaydedilerek "Hürriyetine
kavuşmuş bir kadın, -cariye iken- bir çocuk doğursa o kadının azat
edilmesiyle birlikte çocuk da hürriyetine kavuşmuş olur. Çocukların babası da
hürriyetine kavuşursa o zaman cerr-i vela gerçekleşir" denilmiştir. Biz, bu
ifadeleri zaten kabul ediyoruz. Çünkü çocuk anneden bir parça gibidir. Bu
sebeple çocuk –annenin hürriyetine kavuşmasıyla birlikte- annesinden hür
olarak doğar. Bu ifadelerin sonrasında "Vela nesep gibidir, çocuk nesep
bağıyla babasına nispet edilir" açıklamalarını yaptık.
Bu açıklamalar vela konusunda anlatılmaktadır. Bunların ışığında vela
nesebin kendisine nispet edildiği babaya ait olduğu değerlendirilir. Baba, azat
edildikten sonra vela ile beraber babayı azat eden (mu’tik) kişiye nispet edilir.
Bundan dolayı o babanın çocuğu –İbn Ömer’in naklettiği ifadede yer alan hür
kelimesi, annesi azat edilen (ârızî hür olan bir kadın) demektir.- annesinin
azat edilmesiyle çocuk da azat edilmiş olur.
25C: Molla Gürânî’nin "Nihaye'de ve Kafi'de hür bir kadından doğan
çocukla ilgili olarak denilmiştir ki, çocuk o kadının bir parçasıdır. Bu nedenle
çocuk, hür bir anneden hür olarak ayrılır. Vela, nesep gibidir. Çocuğun nesebi
babasına nispet edilir. Bundan dolayı vela da nesebin nispet edildiği kişiye
atfedilir. O çocuğun babası, azat edildikten sonra vela ile beraber kendisi de
onu azat eden kişiye nispet edilir. Bundan dolayı çocuk hakkında ârızî ya da
90
asli hür olduğu arasında herhangi bir farklı değerlendirme yapılmamıştır"
sözü,
Bu cümle, tartışmasız bir şekilde konu hakkında görüşlerini açıklayan
âlimlere karşı uydurulmuş bir iftiradan ibarettir. Bilindiği üzere onlar burada
kastedilen hürriyetin, ârızî hürriyet –azat edilmiş bir kadın olarak- olduğunu
vurgulamışlardır.
26C: Molla Gürânî’nin "Güneş gibi gerçekler gözlerin karşısında
durmaktadır. Molla Hüsrev'in tahayyül ettiği şeylerin tamamı yok olup ortadan
kaybolmuşlardır" sözü,
Molla Gürânî, aklını kullanmayı yitirdiğinden dolayı cehalet karanlığını
güneş olarak sayıyor. Onun bu durumu şaşılacak bir olaydır.
27C: Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev'in rivayetlerine gelince; onlar birer
evhamdır. Onların batıl oldukları ortaya konulmuştur" sözü,
Molla Gürânî’nin konunun delilleriyle ilgili olarak yapmış olduğu dirayet
(akıl
yürütme)
araştırmasında
bu
rivayetler,
evham
olarak
değerlendirilmemiştir ki, onların batıl olduğu söylenebilsin. Bilakis sahih
rivayet ve sarih dirayetle ilgili yapılan karşılaştırmada telaffuz edilen ifadeler,
hiç dikkate alınmayarak göz ardı edilmişlerdir. Bilindiği gibi Molla Gürânî’den
de ancak bunlar gibi iddialar sadır olur.
28C: Molla Gürânî’nin "Bedâyi''den nakledilen sahih rivayetlere göre…"
sözü,
Bu da büyük bir yanılgıdır. Bunun kaynağı risalede anlatılan
hususlardan habersiz olmasındandır. Sahih rivayetler, sadece Bedâyi''de
anlatılan görüşlerle sınırlandırılamaz. Daha başka muteber kabul edilen
birçok kitaplarda farklı birçok rivayetler vardır.
29C: Molla Gürânî’nin "Şayet özet anlatım (Muktasarât) ile geniş anlatım
(Mutavvelât) birbirleriyle çatışırsa, ana metinlerdeki rivayetler şerhlerde
anlatılanlardan
öncelikli
olur,
şerhlerdeki
rivayetler
ise
fetva
kitaplarındakilerden öncelikli olur, sonrasında ise müellifinin durumuna göre
fetva kitaplarındaki rivayetler birbirlerinin önüne geçebilirler" sözü,
Zaten konuyla ilgili fetva, benim risalede yazdığım gibi verilmiştir. Doğru
olanlar ise fetvalardır.
91
30C: Molla Gürânî’nin "Molla Hüsrev, Mukaddimede mutlak rivayetleri,
mukayyet olanlara hamletmiştir. Onun yapması gereken şey, mutlak olan
rivayetleri, Câmiü's-Sağîr'in şerhlerinde olan mukayyetlere hamletmesidir"
sözü,
Bu ifade açık bir hatadır. Buna uygunluk vermek (cevaz), ona ait
değildir. Nasıl oluyor da zorunlu olarak yapılması gereken şeyi söylüyor.
Çünkü mutlak olan ifadenin mukayyet üzerine hamledilmesi, eğer mukayyet
olan ifade Câmiü's-Sağîr'in şerhlerinden sayılan bir eserden alınıyorsa o
zaman sahih kabul edilir ve ona güvenilir. Bunun dışındaki Bedâyi‘de olduğu
gibi diğer kitaplardaki takyît (mukayyetlik) ifade eden rivayetlerle de
kuvvetlendirilir. Molla Gürânî, savunduğu düşüncesini Câmiü's-Sağîr'in
şerhlerindeki ifadelerin aksine dirayetle (akıl yürütmeyle) destekledikten
sonra muteber üç kitabın rivayetleriyle de kuvvetlendirmektedir. Ancak Molla
Gürânî’nin yapmış olduğu dirayet de, sağlıklı bir dirayete muhaliftir. Aynı
şekilde Molla Gürânî’nin yaptığı dirayet muteber dört kitabın rivayetlerine de
muhaliftir.
31C: Molla Gürânî’nin “Terminoloji bakımından 'asli hür’ kavramı iki
kısımdır. Bu kullanım üzerine yeni kullanımlar icat edilmez. Ya da kullanılan
terminolojiye uygun davranılmalıdır. Şayet Bedâyi‘de yer alan değersiz
görüşlerin tamamı doğru olsaydı, kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr naklederdi"
sözü,
Molla Gürânî, benim yukarıdaki açıklamalarımı yeni bir terminoloji ihdas
ediyor şeklinde değerlendirmiştir. Bu düşünce ortalığı karıştırmaktan ibarettir.
Onun terminolojisi kabul edilemez.
32C: Molla Gürânî’nin "Şayet Bedâyi‘de yer alan değersiz görüşlerin
tamamı doğru olsaydı kesinlikle bunu Câmiü's-Sağîr naklederdi. Câmiü'sSağîr’de buna dair herhangi bir bilgi olmadığına göre hangi delil Molla
Hüsrev’in kullandığı ifadelerin doğru ya da yanlış olduğunu göstersin" sözü,
Bu ifadelerin yanlışlığını gösterecek delil şudur: Molla Gürânî’ye ait olan
bu
düşüncelerin
sağlıklı
bir
akıl
yürütmeye
muhalif
olarak
ortaya
konmasından sonra gelmesidir. Buna dair açıklamalar, daha önce geçen
muteber dört kitaptan sarih/açık rivayetlere muhalif olarak yaptığı nakiller
92
hakkında yaptığı hatalar hakkında vurgulanmıştır. Mola Gürânî, kendisi gibi
meçhul olan herhangi bir kitabın içinde zayıf dahi olsa onu destekleyen
herhangi bir rivayeti bulacak değildir. Molla Gürânî’nin muteber kabul edilen
kitaplarda yer alan görüşlere muhalif olarak savunduğu yanlış iddiaları,
değersiz ve hafif kalmaktadır.
Benim ifadelerimin doğruluğunun delili ise şudur: Doğru kanaatler, sahih
dirayete (akıl yürütmeye) uygun olarak ortaya konan görüşlerden sonra
gelmelidir. Buna dair bilgiler, daha önce geçen muteber üç kitaptan sarih
(açık) rivayetlere uygun olarak yapılan nakiller hakkında vurgulanmıştır.
33C: Molla Gürânî’nin “Molla Hüsrev’in mukaddimesinde anlattığı birinci
anlama gelen kavram, ârızî hürriyeti ifadeden ibarettir. Bunun delili, ârızî hür
olan bir kadından doğan çocuğun asli hür kabul edilmesidir” sözü,
Bu cümlede büyük bir yanılgıdır. Birinci manaya gelen hürrü’l-asıl
kavramı Molla Gürânî’nin söylediği şekilde değildir. Bilakis o kavramın
ifadesi, “Kendisinde köleliğin geçerli olmadığı kişidir. Fakat azat edilmiş bir
kadından veya aslında (usulünde) köle olan birisinin bulunduğu bir kadından
doğan kişidir” şeklinde olmalıdır. Risale hakkında yapılan araştırmalar bunu
ortaya koymaktadır.
34C: Molla Gürânî’nin “Benim söyleyeceğim, ‘Bu cümle ile bana
çağrışım yapan mana, ben bir şeyi muhafaza ettim ve birçok şey benden
kaybolup gitti’ denilmesidir” sözü,
Molla Gürânî’nin kullandığı bu ifadeyi kendisine yönlendirerek “Bu
cümleyle sana çağrışım yapan şey ‘sen bir şeyi muhafaza ettin, ancak birçok
şey senden kaybolup gitmiştir’ diyorum.
35C: Molla Gürânî, (33C)’deki kavramlarla ilgili olarak “Birinci olarak;
buradaki ‘asli hür’ kavramı ‘ârızî hür’ kavramının yerine kullanılmıştır ve
beraberce zikredilmiştir” sözü,
Molla Gürânî, konuya açıklama getirmeye başlamış ve birinci diye
zikrettiği açıklamanın ikincisini söylememiştir. Bu şekilde açıklama yapan
birisi,
tükenmişlik
içinde bunları söylemektedir.
söyleyeceği herhangi bir şeyi yoktur.
Çünkü
ikinci
olarak
93
36C: Molla Gürânî’nin “‘Asli hür’ kavramı, ‘ârızî hür’ kavramının yerine
kullanılmıştır ve beraberce zikredilmiştir. Şayet ‘asli hür’ kavramı, ‘ârızî hür’
kavramına hamledilecek olursa, o zaman ‘ârızî hür’ kavramını zikretmenin
hiçbir manası yoktur” sözü,
Molla Gürânî’nin tahrif ettiği metinlere dair, kendince herhangi bir mana
bulunmamaktadır. Risaledeki metni hem tahrif ediyor hem de onu naklediyor.
Benim risalemde olan metinlerin manaları sahihtir. Kavrayışı en aşağı
derecede olan birisine bile bunlar aşikârdır.
37C: Molla Gürânî’nin “Çocuk asli hür olma konusunda, asli hür veya
ârızî hür bir anneden doğmuş olmasıyla bağlantı kurulursa, ârızî hür bir
anneden doğan çocuk dahi asli hür olarak değerlendirilir. Molla Hüsrev galiba
bunun manasını hiç hesaba katmadı” sözü,
Bu lafızlar, ancak gafil olan birisinden sadır olur. Molla Gürânî, ancak
boş ve gafil olan işlerle meşgul olmaktadır. Onun bu durumu algılaması en
aşağı derecede olan birisine bile aşikârdır. Sen, bunlardan gafil olma ve
Molla Gürânî gibi hiç olma.
38C: Molla Gürânî’nin “Çocuk asli hür olma konusunda, asli hür veya
ârızî hür bir anneden doğmuş olmasıyla bağlantı kurulursa, ârızî hür bir
anneden doğan çocuk dahi asli hür olarak değerlendirilir. Molla Hüsrev galiba
bunun manasını hiç hesaba katmadı. Bunun manası çocuk, annesinde kölelik
geçerli değilse anneye tabidir. Buna delil olarak; Molla Hüsrev’in ‘kendisinde
azat etme işleminin geçerli olmadığı kimse asli hürdür’ ifadesinin kullanılmış
olmasıdır. Bununla ilgili şüphelerin bitmesini sağlayan ise Bezzâz’ın kölelik ve
hürriyetle ilgili on iki davada vermiş olduğu kararlardır” sözü,
Bezzâz’ın kaydettikleri anlayışı en düşük olan birisinin dahi anlayacağı
ifadelerdir. Onun bahsettiği hususlar Molla Gürânî’ye fayda sağlayacak
değildir. Ayrıca bize de zarar verecek değildir. Bilakis Molla Gürânî’nin
Bezzaz’dan naklettikleri aslında bizim üzerinde durduğumuz konuyla
bağlantılı değildir. Biz, ‘asli hürriyet’ kavramının tek manası olduğunu inkâr
etmiyoruz. Onun izahı da köleliğin kendisinde geçerli olmadığı kişinin
durumudur. Zaten bu mana mukaddime bölümünde anlattığımız iki mana
arasında müşterektir. Ârızî hürriyet ise kendisinde köleliğin geçerli olduğu
94
ancak daha sonra hürriyetine kavuşturulmuş kişinin durumundan ibarettir. Bu
iki açıklamanın anlamı arasında herhangi bir çelişki yoktur. Fakat hangi etki
Molla Gürânî’yi bu konuma getirmiştir?
39C: Molla Gürânî’nin “Bezzâz, kölelik ve hürriyetle ilgili on iki davada
vermiş olduğu kararları anlatmıştır. Eğer birisi ‘asli hürriyet’ konusunda
davada bulunsa, daha sonra da hürriyeti engelleyecek olan bir azat etme
işlemi hakkında davada bulunsa, kişinin bu iddiaları kabul edilir ve kişinin
davalarındaki çelişkinin olması davanın sıhhatine engel değildir. Haddi
zatında bu davalar arasında çelişkinin bulunduğunda şüphe yoktur. Asli
hürriyet kavramının tek mana ifade ettiğini söylersek yukarıdaki iddiaları
düşünebiliriz. Fukaha, bu kaideler üzerinde birçok çıkarımlar yapmışlardır.
Onlardan en bariz olanı ‘Asli hürriyet konusunda şart koşmak yasaktır. Ancak
ârızî hürriyet davalarında şart ileri sürülebilir. (Bu şekilde davada bulunma
Ebu Hanife’nin görüşlerine aykırıdır. Ona göre asli hürriyet davalarında şart
ileri sürülebilir)” sözü,
Bizim üzerinde durduğumuz konu hakkında Molla Gürânî’yi bu gibi
açıklamalar yapmaya iten herhangi bir sebep yoktur.
40C: Molla Gürânî’nin “Gerekli olan açıklamaları yaptıktan sonra, Molla
Hüsrev’in ‘Asli hürriyet kavramı Fukahaya göre iki manaya gelmektedir’
İfadesinin doğru olduğunu kabul etsek bile, bunun ona ne gibi faydası olabilir
ki?” sözü,
Bunun faydası gerçekten fayda sağlama isteğini ortaya koymaktır.
Ancak Molla Gürânî Münye isimli eser yazarının kastettiklerini araştırdıktan
sonra risalede yazmış olduğumuz ifadeleri ne görüyor ne de anlıyor. Sanki
Münye’nin yazarı, eserinde terminolojik açıklamaları kastetti. Terminoloji ve
rivayetlere karşı uygun ifadeler kullanmayı hatırlatmak istedi.
41C: Molla Gürânî’nin “Gerekli olan açıklamaları yaptıktan sonra, Molla
Hüsrev’in ‘Asli hürriyet kavramı Fukahaya göre iki manaya gelmektedir’
İfadesinin doğru olduğunu kabul etsek bunun ona ne gibi bir faydası vardır.
Aklî bakımdan inceleyecek olursak, Molla Hüsrev mirasçı olmanın (irs) illetini,
mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlamıştır” sözü,
95
Bu şekilde bir açıklama yaptıktan sonra devamında “Nakil bakımından”
diye cümlenin devam etmesini gerektirir. Fakat Molla Gürânî, aşırı derece
gaflet içinde olduğundan dolayı cümlenin devamını zikretmemiştir. Meseleler
hakkında gafil olmayın, Molla Gürânî gibi hiç olmayın.
42C: Molla Gürânî’nin “Molla Hüsrev, mirasçı olmanın (irs) illetini
mülkiyetin ortadan kalkmasına bağlamıştır. Bu görüşün yanlış olduğunu,
‘Mülkiyetin
ortadan
kalkması
velanın
illetidir’
şeklindeki
ifademizle
açıklamıştık” sözü,
Biz de Molla Gürânî’nin fesadını zannettiği hususların hükümsüz (batıl)
olduklarını beyan ettik. Meseleler hakkında gafil olmayın, Molla Gürânî gibi
hiç olmayın.
43C: Molla Gürânî’nin “Hangi şekilde değerlendirilirse değerlendirilsin
çocuk, veladan sonra hür olmuştur. Bu konu hakkında sahabe döneminden
günümüze kadar hiçbir mezhep âlimi tarafından muhalefet olmamıştır” sözü,
Bütün bu sözler, bozuk (fâsit) tasarlamalardır. Bunların hatalı oldukları,
Molla Gürânî’nin fasit zannettiği konular kısmında açıklanılmıştır.
44C: Molla Gürânî’nin “Bu mesele hakkında açıklama yapılacak yer
ferâiz ilmidir. Ferâiz ilminin oluşmasını sağlayan ve velanın şartları, hükümleri
ve diğer bölümleri hakkında açıklamalar yapan âlimlerden hiçbiri, ‘Vela
konusunda annenin asli hür olmamasının şart koşulması’ şeklinde bir şart
ileri sürdükleri söylenemez. Daha öncekilerin eserlerinde konuyla ilgili olarak
bundan daha iyi bir açıklama da yapılmamıştır” sözü,
Molla Gürânî, dört kitaptan (Mütûn-u Erbea‘)116 alınarak risalede
nakledilen görüşler hakkında, ya bunları görmekten aciz ya da bunları
anlamaktan yoksun. Sen iyi düşün ve onun gibi asla olma.
45C: Molla Gürânî’nin “Ona ait diğer lafızlar da yetersiz ve zayıftır” sözü,
Konuya
ait
kullanılan
lafızlarda
yetersizlik
yoktur
ve
lafızların
manalarında da zayıflık bulunmamaktadır. Molla Gürânî yellenme kokusunu
hoş (güzel) karşılayıp, misk, amber ve gül kokusunu kötü (kabih) karşılayan
116
Hanefi literatüründe müteahhirûn alimler tarafından el-Muhtar, Kenzü’d-Dekâik, el-Vikâye ve
Mecmeu‘l-Bahreyn adlı eserler için dört muteber kaynağı ifade eden bir terimdir. Bk. Ahmet Özel,
a.g.e., s.71.
96
burnu dik kibirli insanlar gibi kendisine ait olan tutumlarıyla kötü bir karaktere
benzemek için azmetmektedir. Diğer güzel kokulardan da nefret ediyor. Siz
bu durumdan sakının.
46C: Molla Gürânî’nin “Nefislerimizin şerlerinden ve kötü olan
amellerimizden dolayı Allah’a sığınıyoruz” sözü,
Molla Gürânî’nin yaptığı bu istiâze (Allaha sığınma) ona faydalı
olmayacaktır. Bilakis onun şahsında şer bulunmaktadır. Bundan dolayı daha
yüksek mertebelerde olma ve üstün gelme duygularıyla çok mükemmel
olmak istemektedir. Neticede onun durumu kıymetsiz şeyleri istediğinden
dolayı gülünecek bir hal almıştır. Çünkü onlar (âlimler) yazmış olduğum
risaleden ona (Molla Gürânî’ye) ulaşanlardan hiçbir şey anlamadığının
farkına varmışlardır. Aksine Molla Gürânî risaledeki cümleleri kullanıldığı
yerlerinden ayırarak, söylenebilecek en kötü ibare ve hoşlanılmayan sözlerle
tahrif etmiştir. Ayrıca naklettiği âlimlerin görüşlerinden herhangi bir alıntı da
yapmamıştır. Tüm bu kaba ve değersiz sözlerle beraber fâzıl (Molla Hüsrev)
diye isimlendirdiği kişinin karşısında yıkılmıştır.
97
IV-HIZIRŞAH MENTEŞEVÎ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla”
"‫"رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ اﻟﻮﻻْء ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺡﻀﺮﺷﺎﻩ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‬
“Risâletün fî’-Velâ li Mevlânâ el-Fâzıl Hızırşâh
rahimehullah teâlâ”
(Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Camii Bölümü, No:1186, vr.414–419)
98
Hamd, ona layık olan Allah’adır. Salât-ü selam onun peygamberi ve
ailesinin üzerine olsun.
Molla Hüsrev, Vela Risale’sini; mukaddime, maksad, fasıl ve teznib
bölümleri üzerine kurmuştur. Mukaddime bölümünde aşağıdaki konuların
dayandığı delilerle ilgili açıklamalar bulunmaktadır.
Birincisi: Hürrü’l-asıl (Asli hür) kavramı Fukahanın ıstılahında iki
anlamda kullanılmıştır;
1-Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kimsedir.
Bu kimse nikâh ve hamilelik veya azat edilme vaktinden altı ay sonra
azat edilen bir cariyeden doğan veya usulünde köle bulunan bir kişi olandır.
2-Kesinlikle kendi usulünde köle bulunmayan kimsedir.
Bana göre; Molla Hüsrev’in birinci manada kullandığı ‘asli hür’ kavramı
Fukahâ’nın geleneğinde bilinmeyen bir kavram ve terim olarak yeni bir
kullanım özelliği taşımaktadır. Çünkü Molla Hüsrev’in birinci manada
kullandığı ‘el-Hürru’l-asıl’ kavramı Fukaha’nın ıstılahında ‘Mu’teku’l-Asıl’117
kavramı veya ‘el-Hürru’l-Arızî’118 kavramlarına karşılık gelmektedir. Bu
kavramlar bazı durumlarda ikisine ait hükümlerin farklılık göstermesi
nedeniyle ve kullanımdaki kavram kargaşasını ortadan kaldırmak için farklı
isimler ile kullanılmışlardır.
Fukahanın kullanımları, yukarıdaki açıklamaya uygunluk arz etmekle
beraber, aynı zamanda şu açıklamayı da desteklemektedir: “Aslî hürriyet
hakkındaki davalarda şart ileri sürülemez ancak ârızî hürriyet davalarında
şart ileri sürülebilir.”
Şayet Molla Hüsrev’in kullandığı asli hür kavramının terimsel anlamı
bakımından doğru kullanıldığı kabul edilse bile, bu kullanımın hükümleri
sözlük bakımından değerlendirilir, hüküm bakımından değerlendirilmez.
Çünkü azat edilen kişi (mu’tak), azat edilme işlemi (ıtk) ile hür olmuştur ve
onun çocukları bu anlamda hür birer fert kabul edilir.
117
Mu‘teku'l-asıl: Kişinin usulü bakımından köle olduğu halde daha sonra efendisi tarafından azat
edilerek hürriyetine kavuşmuş kişi için kullanılan bir terim.
118
Hürrü'l-ârızî: Hürriyet engeli olarak kabul edilen köleliğin üzerinden kalkmasıyla sonradan
hürriyetine kavuşmuş kişileri ifade etmek için kullanılan bir terim.
99
Bundan dolayı Molla Hüsrev, asli hür kavramını
–ki ben bununla
yukarıda açıkladığım anlamı kastediyorum- bu manada kullanıyor ise, Molla
Hüsrev’in kullandığı ifadelerin bu manaya geldiğini gösteren delilleri sunması
istenir. Çünkü herhangi bir görüş ortaya konulduğu zaman onun peşinden,
ona ait delillerin getirilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Molla Hüsrev asli
hür kavramını kullandığı yerlerin onun bu kullanımını desteklemesi
gerekecektir. Mutlak olarak onun kullanımı bizim yaptığımız açıklamalara
hasredilmesi doğru olmaz.
Molla Hüsrev’in Hidaye yazarı ve diğer âlimlerden yaptığı nakilde “Vela
mülkiyetin ortadan kalkmasına dayanır. Mülkiyetin ortadan kalkması ise
velanın gerçekleşmesinin kısımlarından bir tanesidir. Velanın çocuk üzerinde
gerçekleşmesi, daha önce değinildiği üzere anne tarafından olur. Çocuk,
hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın mülkiyete konu oluşu
çocuğa sirayet etmez. Çocuğun üzerindeki mülkiyetin çocuk üzerinden
kalkması, ancak anneyi azat eden (mu’tik) tarafından olabilir. Anne tarafında
kölelik olmazsa zaten çocuk üzerinde vela hakkı düşünülemez” demektedir.
Bu açıklamalar üzerine birkaç yönden cevap verilebilir.
1-Mülkiyetin sona ermesi, velanın dayandığı temeldir. Hidaye
yazarının açıkladığı ifadeler bunun gibi değildir. Hâlbuki bu ifadeler, Molla
Hüsrev’in Merğînânî’nin yaptığı açıklamalardan anladıkladır. Biz, bu konuya
bazı ilavelerde bulunduk. Molla Hüsrev dedi ki; velanın sebebi kişinin kendi
mülkiyetinde olanı azat etmedir. Azat etmek ise hukuki bir tasarrufun
gerçekleşmesinden ve kölelik nedeniyle meydana gelmiş, hukuki bir
kısıtlılığın ortadan kaldırılmasından ibarettir.
2-Molla Hüsrev’in sarılıp hiç bırakmadığı “Çocuk hürriyet ve kölelik
meselelerinde
anneye
tabidir”
görüşü
de
değerlendirme
bekleyen
ifadelerdendir. Bu görüşün bütün yönleriyle doğru kabul edilmesi mümkün
değildir. Çünkü çocuğun, -annesi cariye olarak çocuk doğurma isteğinde
bulunan köle bir kadın olması durumunda- asli hür olması mümkündür. Anne
hür olmadığı halde çocuk hürdür. Aynen şu örnekte bunun gibidir: “Bir kadın
bir adama; ‘kesinlikle ben hür bir kadınım, benimle evlenir misin?’, adam da,
o kadınla evlense ve ondan çocuk sahibi olsa, sonra kadının başkasına ait bir
100
cariye olduğu ortaya çıksa, bu durumda anne cariyedir, çocuk ise hürdür.”
Bundan dolayı o meşhur meselede119 olduğu gibi köle anne ve babadan olan
çocuk bazen hür olabilir. Eğer bu meşhur meselede anlatılan örneğin, doğru
olduğu savunulan kaidenin120 kapsamı dışında değerlendirilmesi doğru
olursa, tartışılan bu örneğin, o kaidenin dışında değerlendirilerek doğru
olması uygun olabilir. Özellikle tahsis edilen hüküm hakkındaki tahsis121
işleminin açıklanması gerekmektedir.
Fetva kitaplarında –fetvalardan anlaşıldığına göre- “bir adam cariyesini
başka bir köleyle evlendirir, o ikisinin çocukları babanın efendisine aittir”
şeklinde ifadeler vardır. Muhakkak ki bu konu hakkında iki tane rivayet vardır.
3-Molla Hüsrev, “Babanın mülkiyete konu oluşu çocuğa sirayet etmez”
sözünü söyledikten sonra, bu ifade azat edilmiş bir kadından doğan çocuk
üzerinde azat eden kişiye ait vela hakkının olmamasını gerektirir demiştir.
Çünkü, azat etme işleminden sonra çocuk açısından mülkiyete konu olma
kalmamıştır. Dolayısıyla çocuk üzerinde azat eden kişiye ait vela hakkı
gerçekleşmez. Çocuk üzerinde mülk olma yoktur. Çünkü mülkiyet artık yok
olmuştur. Yok olan bir şeyin sirayet etmesi düşünülemez. Bilakis mülkiyete
konu olmanın hüküm bakımından sirayet etmesi söz konusudur. O da babayı
azat etme sebebiyle meydana gelen vela hakkıdır. Mülkiyet oluşun sirayet
etmesi meselesi tartışmalı konular içerisinde görünür. Burada üzerinde ittifak
edilen sebebin hükmüdür. Çünkü sebep meseledeki yerinde kalıcıdır.
Mülkiyetin
sirayeti
ise
hüküm
bakımından
vardır.
Bu
ifadelerimizi
desteklemesi bakımından Muhît yazarının söyledikleri de önemlidir: “Velanın
119
Örneğin; Zeyd’in oğlu amr’in kölesidir. Zeyd, cariyesiyle amr’in izni dâhilinde amr’in kölesi olan
oğlunu evlendiriyor. Cariye bir çocuk doğuruyor. O çocuk hürdür çünkü çocuk hürriyet ve kölelik
konusunda anneye tabidir. Anne zeyd’in cariyesidir. Bunun sonucunda zeyd oğlunun oğluna malik
durumdadır. Çünkü oğlunun oğlu, ne kadar aşağı doğru inilirse inilsin şer’i bakımdan oğlu
mesabesindedir. Oğluna malik olan kişide onu azat etmek zorundadır. Bu durumda zeyd oğlunun
oğluna maliktir ve onu azat etmesi gereklidir. Şayet; bu durum “fukahanın kaidesine” ve ‘iki köle olan
kimseden doğan çocuk köledir’meselesine muhaliftir” denilirse, ben şöyle cevap veririm: “Bu kaide,
dışarıdan hükmü engelleyen bir mani’in olmaması şartıyla sınırlandırılmıştır. Bu meselede
mani’mevcut olduğu için – mani’de; zeyd’in, oğlunun oğluna malik olmasıdır- zikri geçen bu kaideye
aykırı bir durum olduğu söylenemez. Bk. Süleymaniye ktp. şehit ali paşa bl. vr.205a (müstensih notu)
120
Kaide: “İki köle olan anne-babadan doğan çocuk köledir.” Bk. Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa Bl.
vr.205a. (Müstensih notu)
121
Tahsîs: Âmm olan bir lafzın kapsadığı fertlerden bir kısmının çıkarılması ve kapsamının
daraltılmasıdır. Ferhat Koca, İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, 1996, s.104.
101
bizzat kendisi miras olarak geçmez. Bilakis vela hakkı, her halükarda azat
eden kişiye aittir.” Vela yoluyla mirasçı olma hakkı, azat eden kişiye hakiki
olarak mensup olan kişilere (çocuklarına) ait olur. Sonra, azat edilen kişinin
malı konusunda olduğu gibi, vela hakkının sirayetinde de azat eden kişinin en
yakın asabeleri, vela hakkı konusunda azat eden kişinin çocuklarının
peşinden gelirler.
Mülkiyete
konu
olmanın
sirayeti
meselesi
çeşitli
safhalarda
tartışılmaya devam etmiştir.
Bilinmesi gereklidir ki, İslam Hukukunda hükümlerin yer aldığı
kaynaklara aşinalığı olan kişiler, bu temel kaideyi değişik konularda
bulabilirler.
O yerlerden bir tanesi bünüvvet başlığıdır. Bünüvvet babanın
nutfesinden (sperminden) kaynaklanan doğumdan ibarettir. Nesebin sabit
olmasının sebebi de babanın nutfesinden olmaktır. Babanın sulbünden
kaynaklanan doğum, oğlun oğluna yani toruna sirayet etmez. Bilakis sirayet
eden şey nesebin hükmüdür. O hüküm de nesebin dede tarafından sabit
olduğudur. Çocuğun doğumu dedenin nutfesinden değil babanın nutfesinden
gerçekleşmiştir. Bu ifadeler ışığında çeşitli görüşler ortaya konmuştur.
Eğer şöyle dersen; velanın hükmünün sirayet etmesi, velaya mahal
olan kişinin durumunun buna imkân vermesini gerektirir. Anne-babası
bakımından hür olan kişi, velanın hükmünün sirayet etmesine imkân
tanıyacak durumda değildir ki, ona nasıl sirayet gerçekleşsin?
Benim görüşüm ise, çocuğun mevla’l-atâkadan bir parça olması,
velanın hükmünün ona geçmesine imkân vermesi bakımından yeterlidir.
Çünkü cüz’iyyet prensibiyle mevla’l-atâka’dan bir parça sayılmak, nafile
konusunda olduğu gibi aradaki bağın illetidir. Âkile122 içerisinde dedenin sabit
olmasının sebebi, âkilenin birçok parçasından bir tanesi olmasıdır. Şer’i
bakımdan vela, nesep gibidir. Velanın hükmünün azat edilen kişiden
çocuğuna
olmasından
122
geçmesi,
ve
çocuğun
velanın
nesebinin
şer’i
olarak
o
kişiden
nesebin
(mu’taktan)
hükmü
sabit
içerisinde
Âkıle: Kasıtsız olarak işlenen cinayet diyetini veya “gurre” denilen mali tazminatı yüklenen asabe,
aşiret, divan üyeleri, meslek kuruluşları vb. dir. Bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.10.
102
değerlendirilmesinden dolayı aykırı bir sonuç değildir. Nesebin hükümlerinde
olduğu gibi velanın hükümleri konusunda da geçişlilik/sirayet mümkündür.
Konunun incelenmesi şöyledir: Şüphesiz babanın nesebi ve baba
tarafının vela hakkı, babanın köle olması ve annenin hür olması hallerinde
kuvvetle sabittir. Fakat o ikisine (nesep ve vela hakkına) ait engel/mani
mevcut olduğundan dolayı hükümlerinin açığa çıkması mümkün değildir.
Aradaki engel, babanın köle oluşudur. Köle olmak hükmen, yok kabul
edildiğinden dolayı çocuk, –yukarıda anlatılan örnekte- nesep bakımından
annenin nesebi köle olana (babaya) nispetle daha kuvvetli olduğundan dolayı
anneye tabi sayılır.
Araştırmacıları bu verilen örneğin dışında hiçbir örnek yanıltmamıştır.
Anne ve babanın hür olup birinin asli ve diğerinin ârızî hür olduğu
durumlardaki örnekler de yukarıda verilen örnekteki gibi ele alınır. Nesebin
baba tarafı hakkında sabit olması zorunlu/gerekli bir durumdur, anne tarafı
hakkında sabit olması ise şeriatın itibar ettiği kıstasların aksinedir.
Kesin olan netice şudur ki, bu benzerliğin özü, azat edilen kişinin
babası gibi –azat edilen kişinin babası, onun çocuğunun sahih dedesidir, azat
edilen kişinin kardeşi çocuğunun amcasıdır, azat edilenin diğer çocuğu da
çocuğunun kardeşidir- nesebi asabesi olursa onlar çocuğa mirasçı olurlar.
Aynen bunun gibi çocuğun nesebi asabesi bulunmadığı zaman sebebi
asabesi –yani babasını azat eden kişinin asabeleri- o çocuğa mirasçı olurlar.
Çünkü vela şer’i olarak nesep gibidir.
Bu mezkûr temel kaide, “Cerr-i vela” prensibi dikkate alınarak vela
hakkının bir taraftan tamamen sökülüp alınarak diğer tarafa intikal etmesi
değildir. Vela hakkının bu şekilde bir taraftan diğer bir tarafa intikal etmesinde
velanın başka bir hale dönüşmesi söz konusudur. Hâlbuki “cerr-i vela”nın
manası babanın köle olmasından kaynaklanan engelin babanın efendisi
tarafından kaldırılmasıyla vela hakkının nesebin kuvvetliliği bakımından baba
tarafına geçirilmesidir.
Öncelikli olarak vela hakkının gerçekleşmesi, sabit olan nesebin ortaya
çıkmasıyla olur. Vela hakkı, nesebin ortaya çıkmasıyla gerçekleştiğinde
babanın nesebi üzerindeki zafiyet (kölelik) ortadan kalkmıştır. Azat edilen
103
babanın efendileri, yukarıda belirtilen zafiyet ortadan kalktıktan sonra, nesebi
sabit olan çocuğun üzerinde vela hakkından mahrum olması nasıl olabilir?
Babanın nesebine göre gayet zafiyet içerisinde olan annenin nesebi babanın
nesebine nasıl tercih edilebilir?
Başka bir ifadeyle konuyu şöyle anlatabiliriz ki, köle ve hür iki insandan
meydana gelen çocuğun nesebi, o ikisinden sabittir. Fakat babanın tarafında
köle olmasından dolayı –kölelik yok statüsündedir- ciddi bir zafiyet vardır.
Zafiyet olduğundan dolayı da nesebin sonuçları ortaya çıkmamaktadır. Baba
azat edilince çocuğun nesebi kuvvetli duruma gelir. Bu durumda annenin
nesebi babanın nesebine göre daha zayıf duruma geleceğinden dolayı
annenin nesebine itibar edilmez.
Molla Hüsrev, Hidaye yazarı ve diğer yazarlardan aktararak şöyle
demiştir: “Vela mülkiyetin son bulmasına bağlıdır” sözü değerlendirildiğinde,
bu sözün umum (genellik) ifade eden bir söz olduğu anlaşılır. Ancak bu söz,
azat edilen kişinin kendisini ifade eder, onun çocuklarını ifade etmez. Bilakis,
çocuklar hakkında velanın dayandığı sebep neseptir.
4-Molla Hüsrev’in “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela
hakkı düşünülemez.” sözü, Hidaye’nin şerhlerinde ve diğer kaynaklarda
açıklanan görüşlere muhalif gözükmektedir. Adı geçen eserlerde bahsedilen
görüş sahipleri şöyle dediler;
a-Anne ve baba, her ikisi de azat edilmiş olursa,
b-Baba azat edilmiş, anne muvalat anlaşması yapmış olursa,
c-Baba Arap, anne azat edilmiş olursa, bu durumlarda çocuk babaya
tabi olur. Bu görüşler üzerinde görüş birliği vardır.
Bu açıklanan görüşlerden elde edilecek sonuç, muvalat anlaşmasının
şartlarından birisi anlaşmayı yapan kişide vela-i atakanın olmamasıdır.
İkinci kısmın/(b) maddesinin manası ise; annenin muvalat anlaşması
yapabilmesi için asli hür olması gerekmektedir. Molla Hüsrev’in aktardığı
ifadeler, bu söylediklerimize aykırı gözükmektedir.
Aynı zamanda Molla Hüsrev, Câmi’us-Sağîr’in bazı şerhlerinde
nakledilen açık ifadelere de muhalefet etmiştir. Şöyle ki, Molla Hüsrev “Anne
ve baba her ikisi de Arap olurlarsa çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela
104
hakkı yoktur. Çünkü Araplar asli hür olan kimselerdir. Eğer anne Arap olur,
baba da azat edilmiş olursa, çocuk babanın efendisine ait olur. Çünkü çocuk
nesep konusunda olduğu gibi vela konusunda da babaya tabidir” şeklinde
görüş bildirmiştir. Bu ifadeler, Molla Hüsrev’in savunduğu düşünceye aykırı
gözükmektedir.
Zikredilen bu cümlelerden anlaşılan: Azat eden efendinin, azat edilen
kölenin çocuğu üzerinde mirasçı olma hakkını elde etmesinin sebebi,
çocuğun nesebinin azat edilen köle tarafından sabit olmasıdır. Yoksa
babanın mülkiyetliği ve köle oluşunun çocuğa sirayet etmesi değildir. Azat
eden efendinin ve asabelerinin azat edilen kişinin çocuğuna mirasçı
olmalarının sebebi ise, çocuğun nesebinin azat edilen kişiden sabit
olmasından dolayıdır.
Vela-i ataka konusunda köleliğe itibar edilmesi, nesebin aslında
köleliğin mevcut olmasının bir sonucu olarak anlaşılmıştır. Açıkladığımız bu
ifadelere dayanarak çocuğun babası, hayatta olan azat edilmiş bir kişi olsa,
çocuğun annesi de hür olduğu halde, baba çocuğuna mirasçı olur. Babanın
mirasçı olması nesepten dolayı, babanın efendisinin mirasçı olması ise
veladan dolayıdır. Bunun dayanağı Hz. Peygamber’in (sav) “Vela, azat eden
kişiye aittir” hadisidir.
Keşke, Molla Hüsrev’i sapasağlam duran vela hakkını yok saymaya
götüren hususları ve -onun kullandığı ifadeyle- genel kabule uygun rivayetleri
kullandığına dair, Molla Hüsrev’i ikna eden hususları bilmiş olsaydım. Bu
görüş ve düşünceleriyle muhalif olan görüşlere karşı genel kabule uygun
görüşlere uyduğunu keşke anlayabilseydim.
Ancak açıkladığımız temel kaide ışığında Molla Hüsrev’in ifadelerinin
durumu tersine dönmüştür. Birbirine muhalefet eden görüşlerin bulunması
durumunda fürû
meseleleri, usul kaideleri çerçevesinde değerlendirilir.
Uygun olan görüş kabul edilir, muhalif olan ise reddedilir.
Molla Hüsrev’in “Lafız mana açısından kat’i olursa, kat’i manaya
ihtimali olan zahir lafız ve kat’i manaya ihtimali bulunmayan diğer lafızlar, kat’i
olan mana üzerine hamledilir” sözüne gelince; bu söz, kendisine görüşlerin
105
dayandırıldığı, meselelerin çözümlemesinde temel olan, doğru ve isabetli bir
kaide olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir.
Fakat kat’i olan lafızlar, bu konuda varlığı kabul edilen naslara uygun
olan rivayetlerin lafızlarıdır. Onlarda “‫” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬123 ve “ ‫اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ‬
‫” اﻟﻨﺴﺐ‬124 ve “‫” ﻡﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ‬125 hadisi şerifleridir.
Kat’i manaya ihtimali olan zahir lafızlar, nassın manasına uygunluk arz
edecektir. Nassın manasının dışında kalan anlamlar ise nassın manasına
açık bir şekilde muhalif olan rivayetlerin lafızlarıdır.
Birinci olarak:
Bedâyi’nin lafzı “Hiçbir kimseye vela hakkı yoktur (‫”)ﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ‬
şeklindedir. Bu lafız, umum ifade eden lafızlardan olursa –ki burada umum bir
mana ifade eden lafızdır- iki tane itibar edilmesi gereken seçenek
kesinleşmiştir.
a-İnsanlardan hiçbir kimse için vela hakkı yoktur. Ne anne tarafı için,
ne de baba tarafı için vela söz konusu değildir.
b-Annenin tarafı için vela hakkı kesinlikle yoktur.
Bedâyi’nin lafzını birinci mana üzerine hamletmedeki engelleyici
durum bağlayıcıdır. Engelleyici olan durum ise nassın –vela azat edene aittirumum ifade etmesidir. Bundan dolayı farklı anlayışlar olmuştur. Bu ihtilaftan
dolayı lafzın ikinci manasına hamledilmesi zorunludur. Lafzın umumiliğine
uygun olan başka bir nasla Bedâyi’deki lafzın umumiliğinin ortadan
kaldırılmaması için ikinci mana üzerine hamletmek gereklidir.126
Açık olan husus; Bedâyi yazarının bu lafızla kastettiğinin ikinci mana
olmasıdır. Çünkü vela hükmi asabeliktir ve asabelikte annenin akrabalığı
(yakınlığı) ile gerçekleşmez. Kifâye’de de buna benzer ifadeler yer
almaktadır. Bu mevzuda Bedâyi sahibinin maksadı gösteriyor ki, çocuğun
123
Vela azat eden kişiye aittir.
Vela nesebin parçalarından bir parça gibidir. Hadisin tamamında “‫( ” ﻻ یﺒﺎع وﻻ یﻮهﺐ‬satılamaz ve
hibe edilemez) ibaresi de vardır.
125
Bir kavimle vela akdi yapmış olan kimse, o kavimdendir.
126
Burada anlatılan ikinci mana (b) maddesinde açıkladığı ifadedir. Müellif yukarıda kendisine itibar
edilmesi gereken iki tane yorumun varlığından bahsetmiştir. Birinci olarak verdiği yorumun umum
ifade etmesinden dolayı ihtilafın kaçınılmaz olduğunu vurgulamış, bunun neticesini ortadan kaldırmak
için de ikinci mananın devreye sokulması gerektiğini söylemiştir.
124
106
annesi üzerinde hiç kimseye ait vela hakkı yoktur ve onun çocuğu üzerinde
anne tarafına ait vela da söz konusu değildir.
Münye adlı eserin yazarı, “Vela ya babanın kavmine ya da annenin
kavmine ait olabilir” görüşü de (b) maddesinde zikrettiğimiz yorumu
desteklemektedir. Münye’nin yazarı daha sonra şöyle dedi; “Şayet baba asli
hür olursa, babanın kavmine ait vela hakkı yoktur ve buna benzer olarak
anne asli hür olursa, annenin kavmine ait vela hakkı yoktur” bu ifadelerde
açıkladığımız durumların gerçekleşmesi sonucunda, mutlak olan lafızlar
mukayyet olan bu ifadelere hamledilmelidir. Aynen Molla Hüsrev’in
mukaddimesinin
son
kısmında
işaret
ettiği
gibi
mutlak
ifadelerin,
mukayyetlere hamledilmesinin gerekli olduğu yönündedir. Biz, bu durumda
başarı Allah’tandır diyerek sözümüzü tamamlarız.
Tartışmalı olan bu konuda baba tarafının mirasçı olmaları Hz.
Peygamber’in (sav) “Vela azat edene aittir (‫ ”)اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬hadisinden
anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste “azat eden kişi ( ‫ ”) ﻡﻦ اﻋﺘﻖ‬ibaresi vardır.
Bir de “Vela neseple oluşan akrabalığın parçalarından bir parça gibidir ( ‫اﻟﻮﻻء‬
‫ ”)ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐ‬hadisinden anlaşılmaktadır.
Hidâye’nin şerhi olan Nihâye adlı eserin yazarı dedi ki, hadislerde
ifade edilen kavramların manası, velanın usûl ve fürû
fertleri içinde nesebin
yayılmasına ve nesebin karışarak heterojen bir yapı halini almasına
benzeyerek yayılmasıdır. Hatta nesep, fertlerin nesep bağıyla birbirine
karışmaları neticesinde öyle büyük bir hal alır ki, ufak parçalardan dokunmuş
bir elbise gibi sanki tek bir şey gibi olur.
Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir”
sözüne gelince; biz bu cümleyi umum ifade eden bir lafız olarak kabul ederiz.
Fakat bu cümleden anlaşılması gereken mana, iki taraftan birinin kesinlikle
köle olmasıdır. Diğer taraf ise hür ya da köle olabilir. Biz bu konu hakkında
“İki taraftan biri köle değildir” demiyoruz. Bilakis, iki taraftan biri köle olabilir,
köleliği sona ermiş olabilir veya hiç köle olmayabilir de. Asli kuvvetin (soynesep kuvvetliliğinin) özellikle Molla Hüsrev’in Fukaha’nın ıstılahında
kullanılan ‘‫‘ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ‬kavramının ‘‫‘ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‬kavramı şeklinde kullanmasıyla
meydana getirdiği terminoloji ile ilgisinin bulunduğunu söylemek gerekir.
107
Hâsıl-ı kelam, hocalarımızdan bu konu hakkında nakledilen rivayetleri,
hiç şüphe yok ki bu melese hakkında söylenen naslara ve temel kaidelere
sunmamız gerekmektedir. Naslara ve temel kaidelere uygun olanlar kabul
edilir, aykırı olanlar ise reddedilir.
Hocalarımızdan tartışmalı bir konu içinde yer alan, baba tarafının
mirasçı olmaları meselesinde mutlak ve mukayyet olarak nakledilen
rivayetler,
vela
göstermişlerdir
konusu
ve
bu
hakkında
naslar,
vela
ileri
sürülen
meselesinin
naslara
uygunluk
kapsamı
içerisinde
toplanmıştır. Hocalarımıza ait bu rivayetlerin, vela konusunun içerisinde
bulunması, o rivayetlerin bırakılıp terk edilmesine engel teşkil eder. Onların
terk edilmesi, onlarla amel etmeye ve onlar hakkında nassın umumiliği
hakkında görüş beyan etmeye engeldir.
Molla Hüsrev’in Hocalarımızdan mutlak ve mukayyet olarak naklettiği
rivayetlerin her biri, İslam hukukundaki meşhur olan kabulün tersini
yansıtmaktadır. Molla Hüsrev’in aktardığı rivayetlerin İslam hukukundaki
genel kabule ters olması, ince ve hassas sorumluluk anlayışı içerisinde ihtilaf
edilenlerin ittifak edilenler üzerine hamledilmesi sorumluluğunu beraberinde
gerektirmektedir. Mümkün oluyorsa hamledilir, aksi halde ihtilaflı olan o görüş
yalnız bırakılır. Bu konu hakkında varit olan nasları, daha önce zikretmiştik.
Molla Hüsrev’in “Çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir”
sözüne bakacak olursak, bu söz velanın hükmünü açıklamaya dair söylenmiş
rivayetlerden değildir. Bilakis bu söz, kölelik ve hürriyet konuları hakkında
köleler ve hür olan insanların füru’larının durumlarını açıklamaya yönelik
söylenmiştir. Bu sözden başka hükümler çıkarılabilir ancak onun öncesinde
söylenen söz ile ondan görüş olarak çıkarılan hükümler maksat bakımından
aralarında farklılıkların olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Kabul görmüş, meşhur Hanefi mezhebinin kitapları içerisinde büyük
âlimlerden nakledilen rivayetler kendi arasında bir sıralama içindedir. Bu
rivayetler, olumlu düşünce besledikleri ve kabul ettikleri görüşler hakkında
delil olarak kullanılırlar. Bunlarda mutlak ve mukayyet olmak üzere iki
kategoridir.
A-Eserlerdeki Mutlak olan ifadelerden bazıları:
108
1-Fetva kaidelerinin toplandığı eserlerde rivayet edildiğine göre: Bir
kimse, babasını azat eden kişiyi ve annesini geride bırakarak vefat etmiş
olsa, 1/3 anneye, geri kalan ise asabelere ait olur. Çünkü o kişinin babasını
azat eden sanki onu azat etmiş gibidir. Fetvanın tahlil edilmesiyle diğer
kitaplarda bulunan mutlakların durumları bilinebilir.
2-Vasît’in yazarı, Vecîz adlı eserinde şunları zikretti: Azat edilen kişi,
farz sahipleri ve kendisini azat eden kişiyi bırakarak vefat etse farz sahipleri
mirastan farz olan miktarlarını alırlar, geri kalan kısım ise azat eden kişiye
aittir. Bu konuda aynı zamanda şu da vardır; bir kişi tartışmalı olan bu konuda
geride farz sahiplerini ve azat eden kişiyi bırakmış olsa, vela hakkı farz
sahiplerine değil azat eden kişiye ya da onun asabelerine ait olur. Çünkü
babayı azat eden kişi çocuğunu da azat etmiş gibidir. Bunun benzeri ifadeler
fetva kaideleri içerisinde zikredilmiştir.
3-Hülâsa adlı eserde “Efendisinin mülkiyeti üzerine azat edilen her
kölenin velası efendisine aittir” ifadesi yer almaktadır.
4-Mecmeu’l-Fetâvâ adlı eserde “Çocuk nesep konusunda olduğu gibi
vela konusunda da babaya tabidir” denilmiştir.
B-Eserlerdeki Mukayyet olan ifadelerden bazıları:
1-Münye adlı eserin yazarı: “Çocuk, annesinin asli veya ârızî hür
olmasıyla bağlantılı olarak asli hür olarak değerlendirilirse, çocuğun üzerinde
vela hakkının sabit olması caizdir. Vela hakkı babanın tarafına veya annenin
tarafına ait de olabilir. Eğer baba asli hür olursa babanın tarafına ait vela
hakkı yoktur. Aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına ait vela hakkı
yoktur” demiştir.
2-Fetâvâ-i
Tatarhâniyye’de
Tahâvî’den
nakledilerek
şöyle
denilmektedir: “Davacının babası falanca, sahibi bulunduğu ölenin babası
falancayı azat etti, daha sonra azat edilen bu şahıs geride el’an davacı
konumunda olan oğlu falancayı bırakmıştır. Sonrasında azat eden geride hür
bir kadından olan el’an ölü durumdaki oğlu falancayı bırakmıştır. Bu şekilde
gelişen bir olay hakkında iki kişi şahitlikte etseler, davacı lehine miras
hakkına hükmedilir.”
109
3-Attâbî’nin yazdığı Câmiü’s-Sağîr şerhinde şöyle zikredilmektedir:
“Anne Arap olan bir kadın ve baba da azat edilmiş bir kişi olsa, çocuk
babanın efendisinin mevlası127 olur. Çünkü çocuk, nesepte olduğu gibi vela
konusunda da babaya tabi olur.” Bu ifadelerin benzeri Hülâsa adlı eserde de
kaydedilmiştir.
4-Hidâye’nin şerhinde şöyle anlatılmıştır: “Baba azat edilmiş birisi ve
anne de mevlâ’l-muvâlât yapmış bir kadın olurlarsa, çocuk babaya tabi olur.”
C-Molla Hüsrev’in zahir olarak naklettikleri ihtilaflı rivayetlere gelince:
1-Tekmile adlı eserin şerhinde Şeyh Reşîdüddin Muhammed enNisâbûrî’nin sözünü naklederken ifade ettiğine göre, “Annenin ve babanın
efendileri
çocuk
üzerindeki
vela
hakkı
konusunda
anlaşmazlığa
düşerlerse,…” burada şârih dedi ki; bu anlatılan meselede kastedilen,
annenin muvâlât anlaşması yapmış bir kadın olmasıdır. Çünkü anne, asli hür
olsaydı, o anne ve babadan doğmuş olan çocuk üzerinde vela hakkı sabit
olmayacaktı ve anne asli hür olduğu zaman, çocuk hürriyet konusunda
anneye tabi kabul edilecektir. Aynı şekilde baba asli hür olduğu zaman da,
çocuk nesep konusunda babaya tabi olacaktır. Vela nesebin parçalarından
bir parça gibidir. Bizim asli hür sözümüzle kastettiğimiz, asli hür olan kişinin
Arap olmasıdır. Çünkü Arap olanlarda kölelik geçerli değildir.
Benim kanaatim; Molla Hüsrev’in Nîsâbûrî’nin sözündeki vela ile
Tekmile yazarının bahsettiği velayı kastetmiş olmasının mümkün olmadığıdır.
Çünkü o vela, annenin efendisine ait olması gerekli olan veladır. Yani anne,
asli hür olursa çocuk üzerinde annenin tarafına ait vela hakkı sabit
olmayacaktır. Bu ifade onun söylediğine açıklama olarak daha yakındır.
Hidaye yazarı “Arap bir kadın ile Arap olmayan bir erkekten dünya
gelen çocuk128” örneğinde olduğu gibi bu sözüyle vela konusunda ittifakın
127
Babanın efendisinin çocuk üzerinde sahip olduğu vela hakkını ifade etmek için kullanılmaktadır.
Yani Çocuğun üzerindeki vela hakkına sahip olan bu kişi çocuğun yakını, hükmi akrabası şeklinde de
algılanabilir.
128
Müellifin bahsettiği mesele hakkında Hidaye’de şunlar kaydedilmiştir: “Arap olmayan birisi ile
Arap olan azat edilmiş bir kadın evlenmiş olsalar bu ikisinden doğan çocukların velaları hakkında Ebu
Hanife ve İmam Muhammed annenin efendilerinin vela hakkına sahip olacaklarını söylerken, Ebu
Yusuf Babanın tarafının vela hakkına sahip olacağını beyan etmişlerdir. Ebu Yusuf meselenin izahına
tamamen nesep bakımından yaklaşırken, Ebu Hanife ve İmam Muhammed ise azat etme ile oluşan
vela (velaü’l-atâka)’nın muvalat anlaşmasıyla oluşan veladan daha kuvvetli olduğunu beyan
110
şeklini göstermektedir. Nasıl oluyor da yukarıda açıklanan Nîsâbûrî’nin
ifadeleri Hidaye’nin ifadeleri üzerine hamledilmediği takdirde muhalif olarak
değerlendiriliyor. Çünkü Molla Hüsrev buradaki örnekte vela hakkını – anne,
ikinci mana olarak ifade edilen asli hür olduğu halde- baba tarafına ait
görmektedir.
Sonra, bütün bu tuhaflık içerisinde çok acayip olan şey Molla Hüsrev’in
aşağıdaki ifadeleridir: “Hidaye yazarı ‘Arap bir kadın ile Arap olmayan bir
erkekten dünya gelen çocuk’ örneğini babasına tabi kılarak değerlendirmiştir.
Biz ‘Arap olmayan bir kadın ile muvalat yapmış bir erkekten dünya gelen
çocuk’ örneğini –bu örnek de üzerinde tartışma olan konu gibidir- babaya
tabi kılarak değerlendirmiyoruz. Çünkü Arapların dışında kalanlar insanlar
acem olarak tabir edilirler. Bundan sonra söylenecek söz: ‘Muarref (elif lam
ile gelen) isim daha sonra münekker (elif lamsız) olarak tekrar kullanılırsa
ikinci isim birincinin dışında değerlendirilir.’kaidesi hatırlatmak olacaktır.”129
Biz diyoruz ki, bu kaide kendi konumunda kullanılmadığı gibi, tam da
değildir. Münyetü’l-Fetâvâ’nın rivayetlerinde işaret edilen hususlar, Molla
Hüsrev’i konu hakkındaki cevapları ve ortaya koyduğu yorumları konusunda
yapmacık ve zorlama ifadeler söylemeye, bu işin külfet ve yükünden
kurtulmak için sergilenen bir tavır içerisine yönlendirmiştir. Bunlar da Molla
Hüsrev’in Münye’den naklettiği, “Babanın veya annenin tarafına ait vela
hakkına gelince; eğer baba asli hür olursa babanın tarafına ait vela hakkı
yoktur. Aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına ait vela hakkı
etmişlerdir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed bu örnekte babanın arap olmaması neticesinde böyle
hüküm vermişlerdir. Eğer baba arap olan birisi olsaydı o takdirde anne ve babanın hürlük bakımından
eşit olacağından dolayı o zaman nesebi devreye sokarak ‘çocuğun nesebi babaya nispet
edilir’prensibinden hareketle vela hakkını baba tarafına ait olarak değerlendirmişlerdir. Ancak Ebu
Yusuf meseleye her iki durumda da ‘çocuğun nesebi babaya nispet edilir’ prensibini işleterek vela
hakkının baba tarafına ait olduğunu düşünmektedir. Daha geniş bilgi için bk. Burhaneddin Merğînânî,
a.g.e., c.III, s.305.
129
Hidaye’de anlatılanlar üzerine yapılan bir tartışma görmekteyiz. Hidaye’de birbirini takiben iki
örnek verilmiştir. Bunlardan birincisi; “Arap bir kadın ve Arap olmayan (Acem) bir erkekten
meydana gelen çocuk üzerindeki vela hakkı meselesi”, ikincisi ise; “Arap olamayan (Nebdî) bir
erkekle kafir olan azat edilmiş bir kadından meydana gelen çocuk üzerindeki vela hakkı meselesi”
örnekleri verilmiştir. Bunlar hakkında Ebu Yusuf’un değerlendirmesi farklı olmuştur, Ebu Hanife ve
İmam Muhammed’in değerlendirmeleri farklı olmuştur. Bundan hareketle Müellif bir kaideye atıfta
bulunarak birinci örnek ile ikinci örneğinin kapsam bakımından farklı olduğunu vurgulamak
istemiştir. Daha geniş bilgi için bk. Burhaneddin Merğînânî, a.g.e., c.III, s.305.
111
yoktur. Çünkü asli hür olan kişi aleyhinde ıtk (azat etme işlemi) geçerli
değildir” şeklindeki ifadeleridir.
Bilinmelidir ki, bu zayıf olan görüşü benimsemek ve bir çerçeve
içerisine yerleştirmek, ancak örneklendirmeleri kuvvetli olan delillerle olur.
İmam Şafi’den Ebu Hanife’nin fazileti hakkında şunlar nakledilmiştir:
“Muhakkak ki Ebu Hanife; “Şu taş altındır, diye iddia etse ona ait delilleri olan
birisidir” işte savunulan görüş, İmam Şafiî’nin verdiği örnekteki gibi olmalıdır.
2-İmam Serahsi, Vecîzü’l-Muhît adlı eserinde “Eğer anne hür baba da
azat edilmiş olursa çocuk üzerinde vela söz konusu olamaz demiştir. Anne
hür olursa, cümlesi ile kastedilen mana annenin hür olmasının ikinci manada
kastedilen asli hürlüğü ifade etmesidir. Bundan sonra, baba Arap olmayan
birisi olur, anne de ikinci manayı kasteden asli hür olursa çocuk anneye değil
babaya tabi olur. Çünkü anneye ait nesep olmaz. Babanın çocuk üzerinde
hak elde etmesi vela ile değil nesep ile olur. Bilakis çocuğun babasının
üzerindeki vela, babanın nesebine ait mirasta hak sahibi olmaya götüren bir
sebeptir.
İmam Serahsi’nin bu sözleri konunun bu kısmının tartışmalı bir yer
olmadığını göstermektedir. Bu konu hakkında “hür olmak” kavramı ile “asli
hür olmak” kastedildiği zaman bahsi geçen tekrarlara ihtiyaç duyulur. Baba
tarafından uzaklaştırılan vela konusu, mesele hakkında zorlama ifadelerin
kullanılmasına neden olur. Bu durumda, nasların muhalefetinden kurtarmak
için delilleri, baba tarafına hamletme konusunda anlattığımız gibi devam
eder.
Molla Hüsrev (Allah ona selamet versin) şu sözünde tam isabet
etmiştir: “Mana hakkında zahir olan ifadeler, mana hakkında kat’i olan
ifadelerin yerine konulmasını gerektirir.” Bu temel prensip meseleyi ortaya
çıkarma konusunda olduğu gibi bizim lehimizedir, aleyhimize değildir.
Fakat Molla Hüsrev’in taksiminde asli hür kavramı mukaddime
bölümünde ifade edildiği üzere iki kısma ayrılmıştır. Bu taksim çok fazla
bilinmeyen bir türdür. Çünkü Molla Hüsrev’in iki kısma ayırdığı hür kavramı
Fukahanın ıstılahında ‘hür kavramı’ olarak vardır. “Asli hür” karamı şeklinde
bir kullanım değildir. Zaten onların sözlerinin müteakip kısımlarından da bu
112
anlaşılmaktadır. Çünkü onlar ‘hürriyet’ kavramını ya “Asli hürriyet” şeklinde
olur veya “Arızî hürriyet” şeklinde olur demişlerdir. Asli hür kavramını arızî hür
kavramının karşıtı olarak kullanmışlardır. Arızî hür kavramı bazen köle olan
kimseler için kullanılmıştır. Arızî hürriyetin kullanılması kişinin kendi şahsına
olabileceği gibi annelerinden (anne, nine… gibi) veya babalarından (baba,
dede… gibi) biri için de kullanılmış olması eş değerdedir. Çünkü asli hür
kavramından kastedilen mana, aslı (soyu) itibariyle aslında köleliğin
bulunmadığı anlamıyla hür olan kimsedir. Arızî hürlük kavramından
kastedilen ise, daha önce de değinildiği üzere aslında köle olan birisinin
bulunduğu veya kendisinde köleliğin bulunduğu kimsedir. Bundan dolayı,
hürriyeti arızî olan baba, ne kadar uzak olursa olsun arızî hür olan kimse
üzerinde vela gerçekleşmektedir. Ancak bu konu hakkındaki benzerliğin
kaynağı daha önce hatırlattığımız üzere sözlük kullanımı bakımından ‫ﺡﺮاﻻﺹﻞ‬
kullanımının,
‫اﻻﺹﻞ‬
‫ﻡﻌﺘﻖ‬
kullanımı yerine
kullanılmasının
doğru
olup
olmadığından kaynaklanmaktadır. Yine bu kullanımların örnekleri arasında “
‫ “ رق اﻟﺰﺟﺎج‬ve “ ‫ “ رﻗﺔ اﻟﺨﻤﺮ‬kullanımları verilmektedir. Bu kullanım şekil
bakımından benzerlik göstermektedir ve sözlük açısından durumları da
birbirine benzemektedir.
3-Şeyh Ebu Muhammed el-Hüseyin, Muhtasar’ında –Mes’ûdî ismiyle
meşhurdur- dedi ki: “Annesi hür olan bir kimse üzerinde hiçbir kimseye ait
vela hakkı yoktur. O kişi dilediği kimseyle vela akdi (muvalat) yapabilir.”
Bu ifadenin cevabı olarak Serahsi’nin “Bu şekildeki örneklerde baba
tarafından velaya itibar edilmesinin bırakılması ve nesebe itibar edilmesinin
bırakılması” hakkında söyledikleri sayılabilir. Yahut aynı şekilde “Baba
tarafına vela-i ataka yoktur ki o kişi dilediği kimseyle vela akdi yapabilsin”
şeklinde yorumlanabilir.
Molla Hüsrev’in risaledeki giriş bölümünde değindiği hususlardan birisi
de Tahâvî’nin lafzından alınan “ ‫ “ اﻡﺮأة ﺡﺮة‬ifadesini, birinci manaya gelen asli
hür kavramına hamletmemesidir. Hâlbuki o, ifadenin manasını “mu‘taku’l-asıl”
kavramı ile ifade etmiştir. Oysaki Molla Hüsrev, bunu –kendi anlatımlarından
da anlaşılacağı üzere- ikinci manayı karşılayan asli hür kavramı olarak
yorumlamıştır. Zaten “mu‘taku’l-asıl” kavramı ile ifade edilen asli hürlüğe de
113
ihtimali olduğunu söylemiştir. Bu ihtimalin bulunmasıyla beraber bu iddiada
bulunan kişinin iddiası nasıl gerçekleşir ve miras Molla Hüsrev’in tercih ettiği
kişiye verilir. Çünkü kişi o durumda mirasçı olamaz. Bilakis iddiaya konu olan
‫ اﻡﺮأة ﺡﺮة‬kullanımındaki gaye, “Hür bir kadın” ifadesinin cariye bir kadın
olmadığını temyiz etmektir. Kuşkusuz, eğer cariye olup da hür bırakılmış
olursa ‫ اﻡﺮأة‬kelimesinin yerine, ‫ اﻡﺔ‬kelimesinin kullanılması gerekecektir.
Çünkü buradaki ifadenin anlamından cariye ( ‫ ) اﻡﺔ‬anlamı çıkarılacak olsaydı,
çocuk köle olacağından dolayı onun iddiası sabit olmayacaktı ve miras da o
durumda ona ait olamayacaktı. Çünkü köle, sahip oldukları ile efendisine ait
olur. Ancak mutlak hür bir kadın olsaydı, o zaman onun mirası çocuğuna ait
olurdu. İddia edilen husus da sabit olur. Bunların neticesinde Molla Hüsrev
İyice düşünsün ve adaletin peşini bırakmasın.
Allah Molla Hüsrev’e selamet versin,
Teznib bölümüne gelince, bunun içinde Attâbî’nin Camiu’s-Sağır
şerhinde anlattıkları mevcuttur. Attâbî o eserde dedi ki: “Bir kişinin annesi ve
babası Arap olsalar, çocuk üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela hakkından söz
edilemez, çünkü Araplar asli hürdürler. Onlar aleyhinde köleleştirme
uygulaması yapılamaz.”
Yine buna benzer olarak: “Bir kişinin anne-babası asli hür olan iki
Nebti (Nabatlı) olsalar, yine buna benzer olarak baba asli hür olan bir Arap
veya Nebti (Nabatlı) ve anne de azat edilmiş bir kadın olsa, kesinlikle çocuk
üzerinde hiçbir kimseye ait bir vela hakkından söz edilemez. Çünkü çocuk
babaya tabidir. Şayet anne Arap, baba Müslüman olmuş bir Nebti (Nabatlı)
veya azat edilmiş bir köle olsa ve bir kişi ile vela anlaşması yapsa yahut
anne-baba her ikisi de azat edilmiş olsalar, çocuk babasını azat eden
efendinin mevlası (vela ilişkilisi) olur. Çünkü çocuk nesep konusunda olduğu
gibi vela konusunda da babaya tabidir.”
Molla Hüsrev yukarıda Attâbî’ye ait verilen nakillerden sonra kendi
araştırma ve incelemelerini, “Benim kanaatim bu konu hakkında araştırma
yapmak gerek…” cümlesiyle beraber risalenin sonuna kadar olan bölümde
lafızlara ait uygunluk ve çelişkileri incelediğini ifade etmiştir. Hızırşah, “Güç
ve kuvvet Allah ile beraberdir.” diyerek son noktayı koymaktadır.
114
Attâbî’nin sözleri sağlam bir metindir ve apaçık bir hakikattir. Hidaye ve
Kâfiye gibi ve bu ikisinin dışındaki meşhur ve muteber olan Hanefi mezhebi
kaynaklarında zikredilen görüşlere de uygunluk arz etmektedir. Aynı şekilde
“Vela sebebiyle mirasçı olmak” konusu hakkında varit olan naslara da
uygunluk arz etmektedir.
O naslar da şunlardır:
Birinci hadis: “ ‫” اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‬
İkinci hadis: “ ‫” اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﻪ اﻟﻨﺴﺐ‬
Üçüncü hadis: “ ‫” ﻡﻮﻟﻲ اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ‬
Mebsut’ta zikredilen rivayetlerin ihtilafına gelince; o rivayetlerdeki
muhalefetin kaynağı Ebu Hanife, imam Muhammed ve Ebu Yusuf arasında
meydana gelen ihtilaflardır.
Mebsut
yazarı Serahsi’nin
zikrettikleri,
İmameyn’in
görüşleridir.
Attâbî’nin zikrettikleri ise Ebu Yusuf’un görüşleridir. Âlimlerden görüşleri
verilen kişilerin görüşlerinin dışında dile getirilen görüşler, müelliflerin ve
hocaların kitaplarındaki azim ve gayretleridir. Yukarıdaki iki konu ve onun
dışındaki konularda olduğu gibi görüş sahibinin kim olduğu zikredilmeden
görüşler aktarılmıştır. Ancak bu konular hakkında imamların görüşlerinden
katıldıkları ve benimsedikleri görüşler vardır. Sanki onlar bu davranışlarıyla
kabul edip benimsedikleri görüşlerin dışında bu konular hakkında başka
hiçbir görüş olmayacağı kanaatine varmışlardır.
Molla Hüsrev’in kullandığı delilere ve o deliller üzerine dayandırdığı
hükümler sebebiyle oluşan dirayetin (akli muhakeme) ihtilaflı olmasına
gelince; o konu hakkında olan ihtilaflar bilinmektedir ve tekrar söylenmesine
gerek yoktur.
Bunlardan sonra, sözleri muteber sayılan kimseler (Ehlü’l-Hal ve’lAkd130)’den aktarılanların tamamı doğru olsa tartışmalı olan bu konuda baba
tarafının mirasçı olması gerekmektedir. Aynı şekilde meselenin temelinde
tartışma ve muhalefet mevcuttur. Çünkü Molla Hüsrev’in sözlerinden
anladığımıza göre; Molla Hüsrev, baba tarafının mirasçı olma meselesinde
130
Ehlü’l-Hal ve’l-Akd: Devlet başkanını seçme ve azletme yetkisine sahip bulunan güç, kudret, rey
ve tedbir sahibi kimselerdir. Bk. Mehmet Erdoğan, a.g.e., s.87.
115
hiçbir
engeli
olmadığı
halde,
“hürrü’l-asıl”
kavramını
“mu’taku’l-asıl”
kavramının yerine koymuş ve ikinci manaya gelen asli hürlük kavramını ise
engel olarak değerlendirmiştir. Tartışmalı noktada bulunan asli hür kavramı,
ikinci manayı değil birinci manayı ifade eden hür olmayı ifade etmektedir.
Çünkü Fukaha, Arapların dışındakileri Acem kategorisine koymuşlardır.
Acem olanlar mevâlîdirler. Mevâlî olanlar ise azat edilmişler (ütegâ)
hükmündedir. Nihaye’de Muğrib’den nakledilerek: “Mevâlî, ütegâ (azat
edilmiş kişiler) anlamında kullanılmıştır. Hatta dediler ki; özellikle köle edinme
işlemlerinin
ve
cariye
edinme
işlemlerinin
çoğunlukla
uygulandığı
bölgemizde, Mevâlî olanlar, birbirlerinin dengi olan kimselerdir, Araplar da
birbirlerinin dengi olan kimselerdir. Şayet onların aileleri/soyları çok uzak hür
ebeveynlerine
ulaşmış
olsalar
dahi
onların
üzerinden
vela
hakkı
reddolunamaz” tarzında ifadeler vardır. Molla Hüsrev de risalesinin giriş
kısmında “Bundan dolayı orada kölelik ve cariyelik durumları çoğalmıştır.
Zaruri olarak hür bırakan kimseler ve azat edilen kimseler de çoğalmıştır” gibi
bazı tembihlerde bulunmuştur.
Molla Hüsrev, meseledeki asıl kabulün kendi görüşlerinin lehinde
olduğuna inanmıştır. Kendisinin aleyhine olan anlayış ve kabullenmelerden
kaynaklanan tutuculuğa da karşı çıkmıştır.
Bunları yazıya döken yazar (Hızırşah), meselenin aslına dair itirazda
bulunmuştur. O itiraz da, Kifâye yazarının Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in
görüşleri için mazeret ileri sürmesidir. Çünkü Ebu Hanife ve İmam
Muhammed şunları kaydetmişlerdir: “Müslüman olan ve vela akdi yapmış
Nebti (Nabatlı) ile azat edilmiş bir cariye arasındaki çocuk üzerindeki velayı,
anne tarafına ait kabul etmişlerdir. Eğer çocuk Arap olmayan (Mevâlî) bir
baba ve Arap bir anneden olmuşsa o durumda çocuk üzerindeki velayı, baba
tarafına ait kabul etmişlerdir” bu görüşleri aktardıktan sonra ileri sürdüğü
mazeret hakkında şunları söylüyor; vela şeriatta kuvvetli ve muteber bir
konudur. Vela hakkının anneye daha yakın olduğu düşüncesiyle vela
hakkının anne tarafına ait olması tercih edilmiştir. Nesep bakımından annenin
durumu ciddi zafiyet içindedir. Bundan dolayı “Anne tarafında nesep
bakımından ciddi bir zafiyetin bulunması halinde vela, şeriatta kuvvetli ve
116
muteber bir konu nasıl olur?” denilmesine itibar edilmez. Zaten zayıf olan
muteber sayılmaz. Baba hakkında nesep daha kuvvetli olursa -özellikle anne
nesep bakımından zayıf sayılan acem biri olursa- annenin durumu hakkında
iki açıdan zafiyet olur. Eğer anne Arap olursa tek açıdan zafiyet olur.
117
V-GÜZELCE MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİSİNİN TERCÜMESİ
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
“Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla”
"‫"رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻻﻋﺘﺮاض ﻋﻠﻲ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺪدر ﻓﻲ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء‬
“Risâletün fî’l-İ‘tirâz a‘lâ Sâhibi’d-Dürer fî
Mes’eleti’l-Velâ”
(Süleymaniye Kütüphanesi, Kasidecizade Bölümü, No:675, vr.229–235)
118
Hamd, seçkin kullarına düşmanlarını kahrederek ve kâfirlere karşı
üstün kılarak ikram ve ihsanda bulunan, tertemiz olan gayretli kullarını vela
nimeti ve ilahi yardımıyla destekleyerek nimetlendiren Allah’adır.
Salât ve selam diğergamlıkla mü’minlere “Her kim, Mü’min bir köleyi
hürriyetine kavuşturursa Allah, azat edilenin her organına karşılık olarak azat
eden kişinin organlarını cehennemden kurtarır.” şeklinde hitap eden Hz.
Peygamber (sav)’e, tertemiz ailesine ve insanlar arasında şerefli ve hür olan
güzel ashabının üzerine olsun.
Bu girişten sonra üstün şahsiyetli ve yüksek ilim sahibi olan Molla
Hüsrev vela konusunda bir görüş ortaya koymuştur. Bu görüşünü, fukahanın
sözlerinden yorumlayarak ortaya çıkarmıştır. Bu konu hakkında ona, bazı
âlimler muhalefet etmişlerdir. Bu meseleyi “Gurer” ismiyle anılan eserinde de
işledikten sonra, adı geçen eserine kendisinin yazmış olduğu “Durer” ismiyle
anılan şerhinde bu konuyu daha geniş bir şekilde açıklamıştır. Bütün bunların
yanında bu konuyla ilgili olarak bir risale yazdı ve orada görüşlerini abartarak
anlattı. Molla Hüsrev, diğer görüşleri bir kenara bıraktı. Ben Molla Hüsrev’in
görüşlerini dayandırdığı rivayetleri ve onun sıkıca sarıldığı dirayetleri
sunmaya çalışacağım.
Hidaye ve diğer kaynaklardan anladığım kadarıyla, konuya ışık tutacak
bir görüşü ortaya koyacağım. Tabi ki bilgi ve becerim elverdiği, güç ve
kapasitemin yettiği nispette, kişisel kusur ve yetersizlikle beraber bu konu
hakkında bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Bu değerlendirmede
yazılanları ve ortaya konan düşünceleri özenle sunmayı hedefliyorum. Bu
çalışmayı, Molla Hüsrev tarafından yazılan, tam ve eksiksiz olduğu ileri
sürülen risalesi ve vela konusu üzerinde yaparak, iyi olanı, üstün olanı ve
güçlü olan görüşleri belirlemek için yapacağım.
Bilinmelidir ki, bizim şehirlerimizde bulunan zamanın âlimleri, diğer
bölgelerde yaşayanlardan daha üstündürler. Dünya ve ahiret nimetleri senin
üzerine olsun. Molla Hüsrev, doğru yolda olanlara ve bu konuda risale
yazanlara dinin hükümlerini ve kıstaslarını açıklayarak helalleri haramlardan
ayırmak suretiyle onlara yardımcı olmuştur. Bu davranış, tüm zamanlar içinde
adaletli ve doğru yol üzerinde olanların en doğru olanıdır. Birbirine denk olan
119
âlimler arasında temayüz etmiş en güzel örnektir. Şüphe uyandırmaksızın
dinin problemli ve güç meselelerini açığa çıkarmaya çalışmıştır. İslam
Hukukun sıkıntılı konularını dürüstlük ve doğrulukla çözmüştür. O zamanın
saygıya layık olanların içinde en güçlü olan Padişah Sultan Selim’in oğlu
Sultan Murat’ın müftüsüdür. Onun dönemi sona erene kadar Allah (cc)
Müslümanları onun ömrü ve yönetimi boyunca nimetlendirmiştir. Ben, güzel
bir davranış ortaya koymak ve seçkin bir inceliği hedefleyerek bunları
sunmak ve bunu karşılıklı hoşgörünün yardımıyla göstermek istiyorum.
Molla Hüsrev dedi ki; bu konu hakkında bir risale kaleme almamda
hiçbir günah yoktur. Onu tertip ettim. O risaleyi en güzel bir tertip ve dikkatli
bir düzenleme ile mukaddime, maksat, fasıl ve teznib başlıklarına şamil
olacak bir şekilde oluşturdum ve kontrol ederek gözden geçirdim.
Molla Hüsrev mukaddimede, “Mukaddime bölümünde yer alan
konuların dayandığı açıklamalar vardır. Fukahanın terminolojisinde ‘Hürrü’lasıl’ kavramı iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi: Kendisi üzerinde köleliğin
geçerli olmadığı kimsedir. Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay
sonra azat edilmiş bir cariyeden ya da asılında (usulünde) köle bulunan bir
kimseden doğmuş olan kişidir. İkincisi: Kesinlikle kendi asılında (usulünde)
köle bulunmayan kimsedir” şeklinde açıklama yapmıştır.
Ben bu açıklamalar hakkında şunları söylemek istiyorum: Bu
açıklamanın ifadesinden iki tane net eksiklik belirtisi olduğu anlaşılmaktadır.
1- Molla Hüsrev’in “Nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren altı ay
sonra” sözü hiçbir anlam ifade etmeyen boş bir sözdür.
Bunu iki açıdan değerlendireceğim.
a-Hamile kalma vaktinden altı ay geçmeden önce doğumun olması
kesinlikle düşünülemez. Bundan dolayı Molla Hüsrev’in “hamile kalma
vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra” ifadesinin hiçbir anlamı yoktur.
b-Şüphesiz ki doğumun nikâh veya hamile kalma vaktinden itibaren
altı ay geçtikten sonra olmasının azat edilmiş bir kadından doğacak çocuğun
hürriyeti konusunda bir etkisi yoktur. Bununla birlikte çocuğun nesebi koca
tarafından sabit olmuştur. Sanki Molla Hüsrev’in ifadesindeki maksat “azat
edilen kadının, azat edilme vaktinden itibaren altı ay geçtikten sonra”
120
şeklinde olmalıdır. Ancak cariyenin azat edilmesinin nikâhtan sonra olması
da caizdir. O durumda da cariye hamile olarak hürriyetine kavuşmuş olur.
Ama kesinlikle cariye asli hür olan bir kadın olmaz.
2-Fukahanın kullanımındaki “Asli hür (Hürrü’l-asıl)” kavramının Molla
Hüsrev’in birinci mana diye ifade ettiği hâs (özel) anlamda kullanılması doğru
değildir. Fukaha bu kavramı âmm (genel) bir anlam ifade edecek şekilde,
bazen de bu âmm mananın kapsadığı iki değişik anlam içerisinde
kullanmışlardır. Molla Hüsrev’in ikili taksimatında ikinci mana olarak anlattığı
asli hür kavramını, hâs anlam ifade edecek tarzda kullanmışlardır. Burada
Molla Hüsrev’in anlattıkları başka bir tür ifade etmektedir.
Molla Hüsrev dedi ki: “Hidaye yazarı ve diğerlerinin açıkladığı üzere,
velâ mülkiyetin sona ermesine dayanan bir durumdur. Bundan dolayı velâ
meselesinde başkasından işitme (tesâmu‘) yoluyla şahitlikte bulunma, köle
azat etme (ıtk) konusunda olduğu gibi kabul edilemez. Mülkiyetin ortadan
kalkması velânın sabit olmasının bir basamağıdır. Velânın çocuk üzerinde
sabit olması, daha önce değinildiği üzere anne tarafından olur. Çocuk
hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Babanın mülk oluşu çocuğa
sirayet etmez. Mülkiyetin çocuk üzerinden kalkması ancak anneyi azat eden
kişi tarafından olabilir. Azat eden kişi hüküm bakımından çocuğun asabesi
konumundadır. Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde velâ hakkı
düşünülemez.”
Benim kanaatim ise: Eğer Hidaye yazarının açıklamaları doğru ise
vela mülkiyetin ortadan kalkmasına sebep olur. Bunu, Merğînâni’nin “Velanın
sebebi kişinin mülkiyeti üzerinde yaptığı azat etme işlemidir”
sözüne
dayandırıyorum. Benim ifadem bu kuvvetli açıklamada vardır. Çünkü
mülkiyetin ortadan kalkması babanın efendileri için bağlayıcıdır. Hidaye
yazarı hocalarımızdan delil olarak aktardığı bilgilerin güvenilirliği konusunda
hakkında hiçbir şüphe olmayan bir eserdir. Bu delil, Molla Hüsrev’e hakkında
en ufak bir şüphe bulunmaksızın sahih bir şekilde ulaşmıştır. Bu durumda
diyeceksin ki, âlimlerimizin babanın efendilerinin, anne ister asli hür olsun
ister olmasın mirasçı olmaları hakkında amel etmeleri delil olarak bize
121
yeterlidir. İmamlarımızın döneminden Molla Hüsrev’in ihdas ettiği yeni
görüşüne kadar olan süre zarfında söylenebilecek söz işte budur.
Molla Hüsrev, “Bu bölümde, gayet açık olan bir mesele hakkında
doğru ve net olan ifadelere karşı, önceki bölümlerde geçen rivayetlerin
ihtilaflarının gösterilmesi ve konunun ele alınmasında dikkatli bir çalışma
yapıldığı hatırlatılarak, doğru görüş hakkında muhalif bir düşüncenin
olmadığının beyan edilmesi vardır. Münye isimli eserde ‘Çocuk, annenin ârızî
ya da asli hür olmasına bağlı olarak asli hür olmuş ise onun üzerinde velânın
gerçekleşmesi caizdir. Velâ hakkı annenin yahut babanın tarafına ait olabilir’
denilmiş, sonrasında ‘Baba asli hür olursa babanın tarafına velâ yoktur ve
aynı şekilde anne asli hür olursa annenin tarafına da velâ yoktur. Çünkü asli
hür olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir. Bundan
dolayı da velâ gerçekleşmez’ ifadelerine yer verilmiştir” şeklinde nakil
yapmıştır.
Molla Hüsrev, yukarıda nakledilen ifadelere dair şunları söylemektedir:
Yukarıda ifade edilen görüşten ilk bakışta anladığım; anne, mutlak manada
kullanılan asli hür olursa, onun çocuğu üzerinde velâ hakkının sabit olması
caizdir. Münye’de anlatılan olay buna benzer değildir. Bilakis burada
kullanılan 'asli hür’ kavramının maksadı, mukaddimede anlatılan ve birinci
manayı karşılayan 'asli hür’ kavramıdır. Bunu desteklemesi bakımından şu
ifadelerde önemlidir; azat edilmiş olarak hürriyetine kavuşmuş ve ârızî hür
sayılan bir kadından doğan çocuk asli hür kabul edilmiştir ve 'asli hür’
kavramı 'ârızî hür’ kavramı ile karıştırılmaktadır. Bunlarla, benim anlattığım
doğrular arasında hiçbir ihtilaf yoktur”
Benim kanaatim ise:
Fukaha, “Asli hür” lafzını kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı
kimse için kullanmışlardır. Fukahanın bu kullanış biçimlerinde “Anne ve baba
taraflarından her ikisi üzerinde ya da tek bir taraf üzerinde köleliliğin cereyan
etmesi” veya “Anne ve baba taraflarından biri üzerinde köleliğin asla
gerçekleşmemesi” ifadeleri eşit anlamlar içermektedir. Bu mana genel (âmm)
bir anlam taşımaktadır. Fakat “Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı
kimse” ve “Anne ve baba taraflarından biri üzerinde asla köleliğin
122
gerçekleşmemesi” ifadeleri özel (hâs) bir anlam taşımaktadır. Kullanılan “Asli
hür” lafzı genel (âmm) anlam ile özel (hâs) anlam arasında müşterek131 olur.
Yoksa Molla Hüsrev’in zikrettiği gibi karşıt iki özel (hâs) anlam arasında
müşterek değildir.
Molla Hüsrev, “Hürrü’l-asıl” ve Hürretü’l-asıl” ifadelerini anne ve
babaya izafe etmiştir. Bununla ilgili ifadesi: ”Baba hürrü’l-asıl olursa babanın
tarafına velâ yoktur ve aynı şekilde anne hürretü’l-asıl olursa annenin tarafına
velâ yoktur. Çünkü hürrü’l-asıl olan birisi üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk)
geçerli değildir. Bundan dolayı da velâ gerçekleşmez” şeklinde fasıl
bölümünde Münye adlı eserden aktarmıştır.
Hâs olan ikinci mana, (yani hürretü’l-asıl ifadesi) “Hürrü’l-asıl olan birisi
üzerinde köle azat etme işlemi (ıtk) geçerli değildir” sözüyle ilişkilendirilmesini
gerektirir. İllet ilişkisinin kurulması sonucunda vela sabit olmayacaktır. Bunun
sonucunu Molla Hüsrev’de çıkarmıştır. Şöyle ki; anneye izafe edilen hürretü’lasıl ifadesinin bu manaya hamledilmesi üzerinde ısrar etmiştir. Zahir olan bir
ifadenin bunu gerektirmesi ve aynı kökten gelen, iki değişik manadaki
müşterek bir lafzı kullanmaktan uzak durması ısrarını göstermektedir. Şimdi
çocuğa izafe edilen hürrü’l-asıl lafzına gelince, bu lafız âmm olan birinci
mana
üzerine
hamledilmiştir.
Münye
yazarının
ifadesi
de
bunu
göstermektedir.
Bundan sonra “Anne azat edilmiş bir kadın baba da ölmüş veya
hayatta olan bir köle olursa hürrü’l-asıl olmakla ilişkilendirilen çocuk…”
ifadesinin yer aldığı bu yönlendirme, Münye yazarının ifadelerine aykırı
olmakla birlikte uygundur. Bu uygunluğa delalet eden ise Hidaye yazarının
hocalarımızdan naklettiği görüşlerdir. Ancak Molla Hüsrev’in konuyu başka
bir şekilde aktarması, bizim Hidaye’nin metninden anladıklarımıza aykırı
gözükmektedir.
131
Müşterek: iki veya daha çok manaya sahip olan ve sahip olduğu her bir mana için ayrı ayrı
vaz’olunan (kullanılan) lafızlara denir. Örneği “Kur’” ( ‫ ) اﻟﻘﺮء‬kelimesi kadının adet dönemini ifade
ettiği gibi aynı zamanda kadının iki adet arasındaki temizlik dönemi anlamına da gelmektedir.
“Mevlâ” (‫ ) اﻟﻤﻮﻟﻰ‬kelimesi de hem efendi hemde köle anlamlarında kullanılmaktadır. Daha geniş bilgi
için bk. Abdülkerim Zeydân, el-Vecîz, s.326; Zekiyyüddin Şa’bân, İslam Hukuk İlminin Esasları,
s.360.
123
Bu konuda anlatılan azat etme işlemi (ıtk), kişinin kendisiyle veya ona
tabi kabul edilenlerle (çocuklarıyla) ilgili olan azat etmedir. Bunun manası,
fukahanın açıklamalarından anladığımıza göre, iki sene içerisinde anneden
dünyaya gelen çocuk hakkındadır.132 Molla Hüsrev’in risalesinde ismi geçen
Reşîdüddin Nisâbûrî, “Hürrü’l-asıl” lafzını örfi bir mana içerisinde kullanmıştır.
Bu kullanım, sözüne güvenilen, nesebi zayıf kabul edilen birisinin Müslüman
olduktan sonra mirasçı olmasını savunan doğru bir kullanımdır. Bu kullanımın
doğru olması, fukahanın açıklamalarının yanında muteber ve anlamlı bir
görüş olmasından dolayıdır.
Molla Hüsrev, Reşîdüddin Nisâbûrî’nin “Anne ile baba taraflarının
efendileri, vela üzerinde anlaşmazlığa düşmeleri” konusunda zikrettiği,
“Nisâbûrî annenin muvalat akdi yapmış birisi olmasını kastetmiştir” sözü için,
Hidaye yazarı Merğînânî’nin aktardıklarına muhalif olduğundan dolayı
söylenmemesi gerekirdi demiştir. Merğînânî, bu meselede Nisâbûrî’nin “Anne
ile baba taraflarının efendileri vela konusunda anlaşmazlığa düşseler…”
sözünü kabul etmektedir. Bunun yanında “Bir mükâtebe akdi133 yapan köle
hür bir kadından oğlu olduğu halde ölse ve mükatebe anlaşmasına ait
borcunun ödenmesi için bir miktar para bıraksa…” örneğini dile getirerek
annenin muvalat akdi yapan bir kadın olarak hür olması, çocuğun üzerinde
annenin
efendisine
vela
hakkı
tanıyan
görüşlere
muhaliftir.
Bizim
görüşümüze göre, onun hür olmasına aykırı bir durum değildir. Çünkü
muvalat akdi yapan kadın, ya azat edilmiş bir cariyedir ya da azat edilmiş bir
kadından doğmuş olan bir kadındır. Bu söylenenler mukaddime bölümünde
anlatılan ikinci mana olarak ifade edilen asli hürlük kavramını doğrulamasa
da her iki takdire göre (muvalat akdi yapan kadın, ya azat edilmiş bir cariyedir
132
Burada anlatılan mesele Hidaye’de ölüm yada talaktan dolayı iddet beklemiş olan kadından ölüm
ve talaktan sonra iki seneden daha az bir sürede doğan çocuğun durumuyla ilgilidir. Bu örnekte çocuk
annenin efendisi ile vela ilişkisi içerisindedir. Çünkü baba azat edilmiş olsa dahi ölümden sonrası için
kadının hamile kalması mümkün değildir. Bâin talaktan sonra ise cinsel ilişki haram kılınmıştır. Eğer
talak ric’i olursa onda cinsel ilişki yasağı olmayıp kocanın kadına dönme ihtimali olabildiğinden
dolayı o durumda nikâh vaktinde kadının durumu esas alınır. Daha geniş bilgi için bk.:Kâsânî,
Bedâiu’s-Sanâi‘, c.III, s.648-649; Merğînânî, el-Hidaye, c.III, s.304-305.
133
Kitâbet: Efendisi ile kölesi arasında kölenin bir bedel karşılığında özgürlüğünü elde etmesi üzerine
kurulan bir akittir. Buna "Mükâtebe akdi" de denmektedir. Daha geniş bilgi için bk Erdoğan, Fıkıh ve
Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.249.
124
ya da azat edilmiş bir kadından doğmuş olan bir kadındır) annenin hür bir
kadın olduğunu doğrulamaktadır.
Benim görüşüm:
Molla Hüsrev “İkinci anlama gelen asli hürlük” açıklamasıyla yine
kendisinin yapmış olduğu “Birinci anlama gelen asli hürlük” olarak
değerlendirdiği kullanımın doğruluğunu desteklemek için bu açıklamaları
yapmıştır. Açıklamalarda gizlilik yoktur. Çünkü Molla Hüsrev’in açıklamaları
azat edilmiş kadın kavramını tam karşılamamaktadır.
Molla Hüsrev dedi ki: “İmam Şemsü’l-eimme Serahsi Vecizü’l-Muhîd
isimli eserinde ‘Şayet anne hür, baba da azat edilmiş olursa, çocuk üzerinde
veladan söz edilemez’ sözünü aktarmıştır. Bu sözden itibaren Şeyh Ebu
Muhammed Mes’ud b. Hüseyn, Mes’ûdî ismiyle meşhur olan Muhtasar’ında
‘Annesi hür olan birisi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur, o kişi
dilediği kimse ile velâ anlaşması yapabilir” İfadesine kadar alıntılar yapmıştır.
Benim görüşüm:
“Bedayi‘ ve Tekmile’nin şerhinden alınan ibarelerle beraber bu iki
rivayet Müslüman olan bir erkeğin durumunu değerlendirme üzerine
söylenmiştir. Bu mesele hakkında oluşan görüşler ve itirazlar, konuya
uygunluk arz eden görüşler ve konuyu naklederken ortaya çıkan yorumlardır.
Bunlar Molla Hüsrev’in açıklamaları ile daha önce değindiğimiz noktalar
arasında meydana gelen nakillerdir. Molla Hüsrev’in açıklamalarından seçmiş
olduğumuz yorumlarının müçtehit imamların görüşlerinden herhangi bir
dayanağının olmadığını göstermektedir.
Hidaye yazarının Camiü’s-sağîr’den “Kâfir bir Nebti, azat edilmiş bir
kadınla134 evleniyor, sonra bu Nebti Müslüman oluyor ve bir şahısla vela
anlaşması yapıyor. Daha sonrasında bu adamın azat edilmiş o kadından
çocukları oluyor. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre çocukların yakınları
(vela ilişkisinde olduğu efendileri) annenin efendileridir. Ebu Yusuf’a göre ise
babasının efendileridir. Çünkü babanın tarafı anneye göre sosyal kimlik
bakımından daha zayıf olmasından dolayı bu örnekteki vela Arap olmayan bir
134
Hidaye burada verilen örnekteki metnin asıl ifadesinin azat edilmiş olan kadının Müslüman değil
kafir olduğu belirtmektedir. Daha geniş bilgi için bk. Merğînânî, el-Hidaye, c.III, s.305.
125
erkek ile Arap olan bir kadından meydana gelen çocuğun durumu gibi olur…”
şeklinde naklederek aktardığı görüşü bizim lehimizedir.
Ebu Yusuf, azat edilmiş birisinin çocuğu üzerindeki vela hakkını,
annesi Arap olduğu durumda açık bir şekilde babanın efendilerine ait kabul
etmiştir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’de aynı görüşü paylaşmışlardır.
Çünkü Ebu Yusuf’un görüşü Arap olmayan (Nebti) erkekle Arap olan azat
edilmiş kadından doğan çocuğun durumuna kıyas ederek babanın
efendisinin vela hakkına sahip olacağını savunmaktadır. Ebu Yusuf’un
yapmış olduğu kıyasta kendisine kıyas edilen olay hakkında hem Ebu
Yusuf’un yaptığı kıyası savunanlar hem de ona karşı olanlar arasında görüş
birliğinde olmalarından dolayı olay üzerinde herhangi bir şüphe yoktur. Bizim,
Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in görüşlerinden o iki olaya delil olması
bakımından
nakil
yapan
Hidaye
yazarı
Merğînânî’nin
ifadelerinde
değindiğimiz hususlar bunu desteklemektedir.
Bizim, Hidaye’den aktardığımız hususlar “Vela-i Muvâlât, Vela-i
Atâka’dan daha zayıf konumdadır. Çünkü Vela-i Muvâlât feshi kabil
(bozulması mümkün) akitlerdendir. Vela-i Atâka ise feshi kabil olan akitlerden
değildir. Zayıf olan ise kuvvetli olanın karşısında ortaya çıkamaz. Ancak
Merğînânî, Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in; azat edilmiş erkek ile Arap
bir kadından olan çocuk hakkındaki vela hususunda herhangi bir olumsuz
görüşlerini kaydetmemiştir” ifadeleridir.
Bizim, bu örnekte anlatılan vela konusunda diyeceklerimiz şunlardır:
Çocuğun hürriyet ve kölelik konularında anneye tabi olması vela hakkının
Ebu Hanife ve İmam Muhammed’in dediği gibi anne tarafına ait olmasını
gerektirir. Ancak anne ve baba tarafında toplumsal kimlik bakımından
zayıflık* olursa o zaman Hz. Peygamber’in; “Vela, nesebin parçalarından biri
gibidir…” hadisine itibar edilir ve böylece vela hakkı konusunda baba tarafı
tercihe şayandır.
*
Burada anne ve babanın sosyal kimlerinin köle ya da hür olma durumları bahsedilmektedir. Bilginler
sosyal statüleri derecelendirmeye tabi tutarak hür olanları, sonradan hürriyetine kavuşanları, sonradan
Müslüman olarak vela anlaşması yapanları, Arap olanlarla Arap olmayanları farklı farklı
değerlendirmişlerdir. İşte bütün bu saydığımız unsurları hürriyet dereceleri olarak nitelendirmişlerdir.
Örneğin anne ve baba tarafının Arap olmamaları, her ikisinin de azat edilmiş olmaları, birinin Acem
diğerinin Arap olması… gibi örnekler verilebilir.
126
Molla Hüsrev, “Sonuç olarak, bu konu hakkında iki temel kural
yerleşmiştir. Her ikisiyle de imkânlar ölçüsünde amel edilmesi gereklidir Şimdi
bu iki kuralın neler olduğuna bakalım; a-Çocuk, hürriyet ve kölelik
konularında anneye tabidir, b-Velâ, nesebin unsurlarından bir parça gibidir”
yorumunu yapmıştır.
Benim görüşüm; vela konusunda yerleşmiş olan temel kural (b)
maddesinde verilendir. (a) maddesinde verilen değildir. Vela konusunda
hocalarımızdan nakledilen ibareler içerisinde (a) maddesinin muteber
olduğuna dair hiçbir ifade bulamazsın. (a) maddesinde ifade edilen kurala
mücerret kölelik ve hürriyet meselelerinde itibar edilir. Çünkü bu kural kişiyle
ilgili kölelik üzerinde velanın çıkış kaynağı değildir. Bilakis velanın kaynağı
azat etme işleminden kaynaklanan yardımlaşmadır. Hidaye yazarı da bunları
ifade etmektedir: “Vela konusunda karşılıklı yardımlaşma azat etmenin
sebebi konumunda olan bir kavramdır. Yardımlaşma azat etme işleminde var
olan bir olgudur. Yardımlaşmanın olduğu taraf da herkesin bildiği üzere baba
tarafıdır.”
Ben şunları da söylemek istiyorum; Molla Hüsrev Bedâyi‘den nakil
yaparak: “Velânın sabit olmasının şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür
olmamasıdır. ’Eğer anne asli hür bir kadın olursa -isterse baba, azat edilmiş
bir köle olsun- kadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkı
yoktur…” diyor. “Çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait vela hakkı
yoktur” ifadesi çocuğa dair de hiçbir kimseye ait vela hakkı olmadığını
göstermektedir. Çocuk üzerinde velanın gerçekleşmesi annesinin üzerinde
gerçekleşmesiyle ifade edilmiştir. Çocuk hür kabul edilir. Eğer çocuğun
annesinin annesi azat edilmiş bir kadın, annesinin babası da Arap olan birisi
olursa çocuğun annesinin üzerinde vela gerçekleşmez. Bu durum “Baba azat
edilmiş birisi olur annesi de ikinci manaya gelen asli hür olmazsa” çocuğun
üzerinde de velanın gerçekleşmemesini gerektirir. Bu ifadeyi Bedâyi‘ yazarı
söylememiştir. Molla Hüsrev bu çıkarımlarıyla ilgili olarak delil getirmesi
gereklidir.
127
Molla Hüsrev dedi ki: “Çocuğun annesi tarafında kölelik olmamışsa
çocuk anneye tabi sayılır. Çocuğun üzerinde hiçbir kimsenin velâ hakkı
olmaz. Çünkü vela hakkı köleliğin sonuçlarından bir tanesidir…”135
Benim kanaatim ise; Molla Hüsrev’in kullandığı ifadeden velanın
köleliğin sonuçlarından olduğunu kabul etmekteyiz. Ancak mevcut köleliğin
sonuçlarını çocuğun üzerinde işletilmesini veya çocuk hakkında Molla
Hüsrev’in görüşlerini aynen kabul etmiyoruz. Onun söyledikleri kölelik
konusundadır. Bilakis sona ermesiyle mirasçı olma sonucunu doğuran
köleliğin sonuçlarından birisi yardımlaşmadır. Yardımlaşma da baba tarafında
mevcuttur. Bu ifademizi Merğînânî’nin “Şayet anne ve baba azat edilmiş
olurlarsa nesebin nispet edilmesi baba tarafına olur. Çünkü anne ve baba
sosyal statü açısından eşittirler. Tercih edilen ise babanın tarafıdır. Bu
durumda nesebin vela ile benzerliğinin olmasından veya baba tarafında
yardımlaşmanın daha çok olabileceğinden dolayı vela hakkı da baba tarafına
verilir” görüşü de desteklemektedir. Eğer vela çocuğun köleliğinin ya da
çocuğun annesindeki köleliğin sonuçlarından olsaydı, o durum kölelik
konusunda değerlendirilirdi ve vela daima anne tarafına ait kabul edilirdi.
Molla Hüsrev dedi ki:
“Tekmile isimli eserin şerhinde Reşidü’d-din Muhammed en-Nisâburi,
diyor ki; ‘Eğer anne ve babanın efendileri çocuğun velâsı hakkında
anlaşmazlığa düşerlerse, onun hükmünü annenin efendileri lehinde verilmesi
hakkaniyetten uzak zayıf bir hüküm ifade eder’ burada İmam Nisâburi bu
görüşüyle annenin muvâlât136 akdi yapmış bir kadın olduğuna işaret
etmektedir. Çünkü anne asli hür olsaydı çocuk üzerinde velâ sabit
olmayacaktı. Anne ve babadan herhangi biri asli hür olursa, doğacak çocuk
üzerinde anne ve baba tarafından herhangi biri için velâ hakkı düşünülemez.
Anne asli hür olunca, çocuk hürriyet konusunda anneye tabi kabul edilir, eğer
baba asli hür olursa, çocuk nesep bakımından babaya tabi kabul edilir. Velâ,
135
Müstensih Molla Hüsrev’in risalesinin metninde yer alan ( ‫ ) ﻟﻢ‬olumsuzluk edatını metne
yazmamıştır. Ancak ben Molla Hüsrev’in kullandığı şekliyle buraya tercümesini aktardım.
136
Akd-i Muvâlât: nesebi meçhul olan bir kişinin nesebi belli olan bir kişiye, "gel anlaşma yapalım;
eğer ben bir cinayet işlersem benim diyetimi akilen ile beraber sen öde, ben de öldüğüm zaman
mirasım senin olsun" demek suretiyle karşıdaki kişinin de kabul etmesi neticesinde tesis edilen
yardımlaşma ve dayanışma akdine denir. Daha geniş bilgi için bk. Erdoğan, a.g.e., s.356.
128
nesepten bir parça gibidir. İmam Nisâbûrî sözlerine devam ederek, “Bizim
'Hürrü'l-asıl’ sözümüzle kastettiğimiz, Asli hür olan kişinin Arap olmasıdır,
çünkü Araplar üzerinde kölelik geçerli değildir”
Benim kanaatim ise:
İmam Nisâbûrî’nin ”Çocuk hürriyet konusunda anneye tabidir” sözü
üzerine yapılan açıklamalarda geçmiştir ki, tabi olanın (çocuğun) hürriyeti
annesinin hür olmasından dolayıdır. Çocuğun annesine tabi olarak hür
olması, hukuki bir tasarruf kabul edilen azat etme işlemiyle gerçekleşecek
olan vela hakkını engeller. Azat edilmiş bir kadının çocuğundan veya
usulünde köle bulunan birisinden mülkiyetin son bulması doğrudur. Çocuğun
üzerinde
sadece
mülkiyet
gerçekleşmez.
Molla
Hüsrev’in
aktardığı
ifadelerden birisi olan “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuk üzerinde vela
tasavvur edilemez” şeklinde söylediği görüşlerin tamamının gerekçelerini
doğru olarak kabul etmiyoruz. Çünkü Hidaye yazarı ve diğer yazarlar
“Velanın sebebi mülkiyetinde olan birisini azat etmedir” sözleriyle onun
dediklerini kastetmemişlerdir. Çünkü velanın sebebi azat etmedir. Bu azat
etme de ya kişinin şahsıyla alakalıdır ya da anne ve baba taraflarından biriyle
alakalıdır.
Bu konuya dair
“Cerr-i vela” meselesinde anlattıklarımız
bilinmektedir. Fukahanın vela için azat etme işlemini sebep olarak ele
almalarındaki maksatları azat edilen kişinin bizzat kendisini veya ona tabi
kabul edileni azat etmenin sebebi olmasıdır. O da kölelik konusunda
mevcuttur. Molla Hüsrev’in iddialarının dağınıklığı anlaşılınca ortaya attığı
iddialar tartışmalı konular olmuştur.
Molla Hüsrev’i “Anne tarafında kölelik olmazsa çocuğun üzerinde vela
düşünülemez” sonucuna götüren, mukaddimesinin tamamında savunduğu
iddiaların delilleri doğru olsa dahi, velanın anneyi azat eden tarafa
hasredilmesi mümkün değildir. Baba Arap olduğu halde vela hakkını
herhangi bir taraf için uygun görmektedir.
Molla Hüsrev dedi ki:
“Maksat bölümünde güvenilir rivayetlerin nakledilmesi ve bunlarla
alakalı olan konuların sunumları vardır. Onlardan birisi Alâü’d-din ebu Bekr
el-Kâsânî, Bedâyi‘ isimli eserinde anlattığı konulardır.
129
Bu
bağlamda
şöyle
devam
ediyor
“Velânın
sabit
olmasının
şartlarından birisi, ‘Annenin asli hür olmamasıdır.’Eğer anne asli hür bir kadın
olursa -daha önce değindiğimiz gibi isterse baba, azat edilmiş bir köle olsunkadının çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait bir velâ hakkından söz edilemez.
Gerçek şu ki, çocuk hürriyet ve kölelik konularında anneye tabidir. Anne asli
hür olduğu zaman anne ve çocuğu üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı
yoktur. Şayet anne azat edilmiş bir cariye, baba da azat edilmiş bir köle
olurlarsa, çocuk velâ konusunda babaya tabi olur. Bunun sonucunda
çocuğun velâsı babanın efendisine aittir, annenin efendisine ait değildir.
Çünkü velâ nesep gibidir, nesepte asıl olan da babadır.”
Benim kanaatim ise: Bedayi‘ yazarından aktarılan bu görüş Molla
Hüsrev’in ulaştığı görüşün aksini yansıtmaktadır. Molla Hüsrev, çocuk
üzerinde velanın gerçekleşmesi konusunda anne tarafındaki asli hürriyetin
olmamasını itibara almıştır. Çünkü vela, nesep gibi olunca nesepte asıl olan
ise babadır. Durum böyle olunca da, vela konusunda anne tarafının itibar
edilecek hiçbir yönü kalmamaktadır.
Molla Hüsrev dedi ki: “Bana göre; bu meselenin doğru ifadesi, asli hür
kavramıyla kastedilen ikinci mana ile ifade edilen hürretü'l-asıl kavramıdır.
‘Çocuğun annesi üzerinde hiçbir kimseye ait velâ hakkı yoktur’ sözü de
görüşümü desteklemektedir. Bilindiği gibi velâ, mülkiyetin sona ermesine
bağlı olan bir durumdur. Mülkiyetin ortadan kalkması ise bir vasıta (bağ) ile
olur. Bu vasıta da ancak anne tarafından olur. Anne, ikinci mana ile ifade
edilen hürretü’l-asıl olursa, çocuk üzerinde mülkiyet sabit olmaz ve onun
üzerinde velâ hakkı gerçekleşmez”
Benim gçrüşüm: Molla Hüsrev’in bu açıklamalarına, velanın kaynağına
dair söylenen ifadelerimiz daha önce geçmiştir. Velanın kaynağı, çocuğun
anne ve baba taraflarından birisiyle ilgili olarak söylenen mülkiyetin ortadan
kalkması değildir.
Molla Hüsrev dedi ki: “Şayet denilirse ki, bu durum çocuğun üzerinde
ancak anne tarafının velâ hakkına sahip olabileceğini gerektirir. Hatta
çocuğun her iki tarafında da (anne ve baba tarafında) kölelik durumu olsa,
velâ hakkının baba tarafına değil, anne tarafına ait olması zorunludur. 'Çocuk
130
vela konusunda babaya tabidir’ görüşünün geçtiği yerlerde karşılıklı görüşler
açıklığa kavuşturulmuştur.”
Bana göre; Molla Hüsrev’in söyledikleri, hocalarımızın görüşlerini delil
olarak kabul eden bazı kitaplarda nakledilen ifadelere uygun olabilir.
Molla Hüsrev dedi ki: “Tatarhaniyye'de şöyle denilmiştir; ‘Eğer iki kişi
şu mesele hakkında iddiada bulunan şahıs için şahitlik yapsalar: “Bu adam
davacının babasıdır ve şu ölen kişinin babasını azat eden kişidir. Aynı
zamanda ölen kişinin babası da azat eden kişinin mülkündedir. Daha sonra
azat edilen kişi ölse ve yukarıda geçen ölü oğlunun hür bir kadından olan bir
oğlu (torunu) kalsa, dedenin mirasıyla ilgili hüküm davacının lehinde verilir”
bu ifadeler için Molla Hüsrev, hür kadından maksat, birinci manada ele alınan
asli hürlüktür. Bu ifadelerde daha önce anlattıklarıma dair herhangi bir
muhalefet de yoktur demiştir.
Benim kanaatim ise: Molla Hüsrev mukaddime bölümünde asli hür
kavramını iki şekilde ele almıştır. Birinci anlamda olan asli hür kavramını
“Kendisi üzerinde köleliğin geçerli olmadığı kişi olarak” değerlendirmiş ve
devamında bu kişinin azat edilmiş bir kadından doğduğu açıklayarak bu
ifadeleri beraberce zikretmiştir. Fukahanın bu sözlere dair varit olan
açıklamalarıyla beraber onlar asli hür (Hürrü’l-asıl) lafzını bu hâs (özel)
anlamda kullanmamışlardır. Molla Hüsrev’in kullandığı anlam, herhangi bir
rivayetteki asli hür (Hürrü’l-asıl) anlamıdır yoksa onun anlattıklarında ‘mutlak
hür’lafzının anlamı yoktur. Buradaki hür lafzı, kendisi üzerinde köleliğin
geçerli olabileceği kişiyi ve usul bakımından anne ve baba taraflarından
birinde köleliğin olduğu kişiyi kapsayan âmm (genel) bir lafızdır. Bu mana,
Molla Hüsrev’in kullandığı anlamdan daha genel anlamdadır. Bunun herhangi
bir şeyle kayıtlanması zahir olan görüşlere aykırıdır. Molla Hüsrev,
yorumlarıyla şüphe ve tereddüt içerisinde olduğundan dolayı iddiada
bulunması doğru değildir.
Molla Hüsrev’in teznib bölümünde ortaya koyduğu açıklamalara
gelince, o açıklamaların burada sunulması bize fayda sağlamayacağı
düşüncesindeyim. Bu sebeple o açıklamaları öylece bırakıyoruz. Molla
131
Hüsrev hakkında bu kadar söylemekle yetiniyoruz. Her şeyi bilen, her şeyin
sahibi
olan
Allah’ın
yardımıyla
sözümüzü
burada
tamamlıyorum.
‫‪ÜÇÜNCÜ BÖLÜM‬‬
‫‪I. VELA RİSALELERİNİN TAHKİKİ‬‬
‫‪A Risalelerin Tahkiki Sırasında Takip Edilen Metot‬‬
‫‪ -١‬اﻟﻤﻨﻬﺞ اﻟﻤﺘﺒﻊ اﺛﻨﺎء ﺕﺤﻘﻴﻖ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ‬
‫وﺹﻒ اﻟﻨﺴﺦ‪:‬‬
‫‪ 10‬ﻟﻘﺪ اﻋﺘﻤﺪت اﺛﻨﺎء اﺛﻨﺎء ﺕﺤﻘﻴﻖ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻋﻠﻲ ﻥﺴﺦ ﺧﻄﻴﺔ ﻋﺪیﺪة‪ ،‬أﺏﻴّﻦ اﻻیﺮاد آﺎﻵﺕﻴﺔ‪:‬‬
‫أ‪ -‬ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو‪:‬‬
‫ي‪ =١‬ﻥﺴﺨﺔ یﻨﻲ ﺟﺎﻡﻲ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫یﻨ ﻲ ﺟ ﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٤١٤-٤١٠‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٤‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٥٣٦x٢٠٤٨‬ﻡﻢ«‪،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ‪ ،‬اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ٨٧٣‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و‬
‫‪15‬‬
‫اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ‪ ،‬و‬
‫ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ‪،‬‬
‫وﺕﺼﻮیﺮهﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ‪ ،‬ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ"‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﺤ ﺮف ﻡ ﻊ اﻟ ﺮﻗﻢ‬
‫} ي ‪.{١‬‬
‫‪ 20‬ش‪ =١‬ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‬
‫ﺏﻘﺴﻢ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٩٤٠‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٢٤٨-٢٤٣‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٤‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٩٤٤x٢٥٩٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫اﻟﻤ ﺪرس ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺜﻤ ﺎن ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ١٠٤٨‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و‬
‫اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ‪ ،‬و‬
‫‪ 25‬ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ‪،‬‬
‫ﻋﻈ ﻢ ﻗ‬
‫وﺕﺼﻮیﺮهﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ‪ ،‬ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ"‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﺤ ﺮف ﻡ ﻊ اﻟ ﺮﻗﻢ‬
‫}ش‪.{١‬‬
‫‪5‬‬
‫‪133‬‬
‫ش‪ =٢‬ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‬
‫ﺏﻘﺴﻢ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٢٧٥٥‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢٠٣-١٩٨‬ورق‪ ،‬ﺕﻘﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٧‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٩٢٠x٢٥٦٠‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺒ ﺪاﻟﺮﺡﻤﻦ ﺏ ﻦ ﺟﻌﻔ ﺮﭙاﺷ ﺎ زادﻩ اﻻی ﻮﺏﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ١٠٧٥‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ‬
‫اﻟﻬﻮاﻡﺶ وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤ ﺪ‬
‫‪5‬‬
‫ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘﻴﻦ‪ ،‬و ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ‬
‫اﻟﻔﺮاغ ﻋﻦ ﻥﻈﻤﻬﺎ ﺱﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮیﺮ‪ ،‬وﺕﺼ ﻮیﺮهﺎ ﻋﻠ ﻰ اﺡﺴ ﻦ اﻟﺘﺼ ﻮیﺮ‪ ،‬ﺏ ﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮی ﺮ"‪ .‬ورﻡﺰﻥ ﺎ‬
‫اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش‪.{٢‬‬
‫و= ﻥﺴﺨﺔ وﻟﻲ اﻟﺪیﻦ اﻓﻨﺪي‪ :‬و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ِﻡَّﻠ ﺔ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫وﻟ ﻲ‪10‬اﻟ ﺪیﻦ اﻓﻨ ﺪي ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١٥٥٠‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (١٢-١٠‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٣‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٧٠٤x٢٢٧٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٦‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫ﻲ اﻟﺪّیﻦ اﻓﻨﺪي ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ‪ ١١٧٥‬ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫َوِﻟ ﱡ‬
‫ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟ ﺬ اﺡﻜ ﻢ اﺡﻜ ﺎم اﻟﺸ ﺮع اﻟﻤﺘ ﻴﻦ‪ ،‬و ﻋﻈ ﻢ ﻗ ﺪر‬
‫ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻗ ﺪ اﺕﻔ ﻖ اﻟﻔ ﺮاغ ﻋ ﻦ ﻥﻈﻤﻬ ﺎ ﺱ ﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮی ﺮ‪ ،‬وﺕﺼ ﻮیﺮهﺎ‬
‫اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ‪ ،‬ﺏﺎﻟﻄﻒ اﻟﺘﻘﺮیﺮ"‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }و{‪.‬‬
‫ﻋﻠﻰ‪15‬‬
‫ب‪ -‬ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ‪:‬‬
‫ف‪ =١‬ﻥﺴﺨﺔ ﻓﺎﺕﺢ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ ‪،‬‬
‫ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٥٤-٥٢‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٣‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »‪١٩٢٠x٢٥٦٠‬ﻡ ﻢ«‪،‬‬
‫وﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٥‬ﺱ ﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ‪ ،‬اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ‬
‫ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ٩٩٧‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓ ﻲ‬
‫اﻟﻨﺴ ‪20‬‬
‫ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،‬ووﻓﻘ ﻪ‬
‫ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت‬
‫اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا "‪ .‬ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }ف‪.{١‬‬
‫‪ 25‬ش‪ =٣‬ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‬
‫ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠ ﻲ ﭙاﺷ ﺎ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٩٤٦‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٢٧-٢١‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٧‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٩٤٤x٢٥٩٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ‬
‫‪134‬‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ ﺟﻮاب ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻋﻠ ﻲ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﻟﻤ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ‪ ،‬آﺘ ﺐ ﻡ ﻦ ﻃ ﺮف اﻟﻤﺴﺘﻨﺴ ﺦ ﻓ ﻲ‬
‫ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،‬ووﻓﻘ ﻪ‬
‫ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت‬
‫اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا"‪ .‬ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ‬
‫‪5‬‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش‪.{٣‬‬
‫ن‪ =١‬ﻥﺴﺨﺔ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴ ﻪ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٤٩٠٩‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (١٥٦-١٥٢‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٥‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪٢١٤٢x٢٦٢٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٩‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫ﻡﺤﻤﺪ‪10‬ﺏﻦ اﺏﺮهﻴﻢ ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ‪ ١٠٨٠‬ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى ﻡﻦ اراد ﺏﻪ ﺧﻴﺮا ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ‪ ،‬ووﻓﻘ ﻪ‬
‫ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت‬
‫اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا"‪ .‬ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ن‪.{١‬‬
‫‪ 15‬س‪ =١‬ﻥﺴﺨﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪ : :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (١١-٨‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٤‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٥٣٦x٢٠٤٨‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٧‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى ﻡﻦ اراد ﺏﻪ ﺧﻴﺮا ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ‪ ،‬ووﻓﻘ ﻪ‬
‫‪ 20‬ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬وﻥﻌ ﻮذ ﺏ ﺎﷲ ﻡ ﻦ ﺷ ﺮود اﻥﻔﺴ ﻨﺎ وﻡ ﻦ ﺱ ﻴﺌﺎت‬
‫ﺱ ﻠﻮك‬
‫اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ ﺧﻠﻘ ﻪ ﻟﻠﺜ ﻮاب و ﺁﺧ ﺮا"‪ .‬ورﻡﺰﻥ ﺎ اﻟ ﻲ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }س‪.{١‬‬
‫ج‪ -‬ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ردا ﻋﻠﻲ ﻡﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ‪:‬‬
‫ف‪ =٢‬ﻥﺴﺨﺔ ﻓﺎﺕﺢ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ ‪،‬‬
‫ﺕﺤ ﺖ‪25‬رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٥٧-٥٥‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٣‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس »‪١٩٢٠x٢٥٦٠‬ﻡ ﻢ«‪،‬‬
‫وﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٥‬ﺱ ﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ‪ ،‬اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ٩٩٧‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت ﻓ ﻲ‬
‫‪135‬‬
‫ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬ﻗﻮﻟ ﻪ ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،‬هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ‬
‫ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪":‬وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ "‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻎ اﻟﺮﻗﻢ }ف‪.{٢‬‬
‫س‪ =٣‬ﻥﺴﺨﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪ : :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (١٨-١٢‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٧‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫ﺱ ‪5‬‬
‫»‪١٥٣٦x٢٠٤٨‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٧‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪":‬ﻗﻮﻟ ﻪ ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،‬هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ‬
‫ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪":‬وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ‬
‫‪ 10‬ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ "‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻎ اﻟﺮﻗﻢ }س‪.{٣‬‬
‫اﻟﻘﺒﺎیﺢ‬
‫ن‪ =٢‬ﻥﺴﺨﺔ ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴ ﻪ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٤٩٠٩‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (١٥٩-١٥٦‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٤‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪٢١٤٢x٢٦٢٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٩‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫ﻡﺤﻤﺪ ﺏﻦ اﺏﺮهﻴﻢ ﻓﻲ اﻟﺴﻨﺔ ‪ ١٠٨٠‬ﻡﻦ اﻟﻬﺠﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬ﻗﻮﻟﻪ ﺱﻨﻦ اﺉﻤﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪ ،‬هﻜ ﺬا وﻗ ﻊ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺱ ﻞ وه ﻮ‬
‫ﻓﻲ ‪15‬‬
‫ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪":‬وﻟﻢ یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ "‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ن‪.{٢‬‬
‫د‪ -‬ﺏﻴﺎن ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﻟﻤﻮﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ‪:‬‬
‫ي‪ =٢‬ﻥﺴﺨﺔ یﻨﻲ ﺟﺎﻡﻲ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫یﻨ ﻲ‪20‬ﺟ ﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٤٢٠-٤١٥‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٦‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٥٣٦x٢٠٤٨‬ﻡﻢ«‪،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ‪ ،‬اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ٨٧٣‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و‬
‫اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴﻪ‪ ،‬واﻟﺼﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ‪ ،‬ﻋﻘ ﺪ‬
‫اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼ ﻞ وﺕ ﺬﻥﻴﺐ‪ ،"...‬و یﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا‬
‫اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر‬
‫آ ﺎن‪25‬‬
‫واﺡﺪ"‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ي‪.{٢‬‬
‫‪136‬‬
‫أ = ﻥﺴﺨﺔ اﺱﻌﺪ أﻓﻨﺪي‪ :‬و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫اﺱ ﻌﺪ أﻓﻨ ﺪي ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٦٩٢‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٩٢-٩٠‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٣‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٢١٩x١٧٥٩‬ﻡﻢ«‪،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٣١‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫ﻓ ﻲ ‪5‬ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪":‬اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ‪ ،‬واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ‪ ،‬ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم‬
‫ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر واﺡ ﺪ"‪.‬‬
‫ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }أ{‪.‬‬
‫ش‪ =٤‬ﻥﺴﺨﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ :‬و هﻲ ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‬
‫ﺏﻘﺴﻢ‪10‬ﺷﻬﻴﺪ ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٢٧٥٥‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢١٢-٢٠٤‬ورق‪ ،‬ﺕﻘﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٩‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٩٢٠x٢٥٦٠‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪٢٣‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻗﺪ اﺱﺘﻨﺴ ﺦ ه ﺬﻩ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ‬
‫ﻡﺤﻤ ﺪ ﺏ ﻦ ﻋﺒ ﺪاﻟﺮﺡﻤﻦ ﺏ ﻦ ﺟﻌﻔ ﺮﭙاﺷ ﺎ زادﻩ اﻻی ﻮﺏﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺴ ﻨﺔ ‪ ١٠٧٥‬ﻡ ﻦ اﻟﻬﺠ ﺮة‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ‬
‫اﻟﻬﻮاﻡﺶ وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪،‬ﻓﻴﺒﺪأ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤ ﺪ‬
‫ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ‪ ،‬واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ‪ ،‬ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴ ﺔ ﻋﻠ ﻰ ﻡﻘﺪﻡ ﺔ وﻡﻘﺼ ﺪ وﻓﺼ ﻞ‬
‫وﺕﺬﻥﻴﺐ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬ﻻ ﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎن اﻻم ﻡﻦ اﻻﻋﺎﺟﻢ اﻟﻀﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ‬
‫‪15‬‬
‫ﻓﻴﻬﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎریﻦ وﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎر واﺡﺪ"‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }ش‪.{٤‬‬
‫س‪ =٢‬ﻥﺴﺨﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪ :‬و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٧-١‬ورق‪ ،‬ﺕﻘ ﻊ ﻓ ﻲ )‪ (٦‬ورﻗ ﺔ ﺏﻘﻴ ﺎس‬
‫»‪١٥٣٦x٢٠٤٨‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﻋﻠﻲ ﺡﻮاﻟﻲ )‪١٧‬ﺱﻄﺮا(‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺨﺔ اﺱﻢ‬
‫‪ 20‬وﻻ اﻟﺴﻨﺔ اﻟﺘﻲ ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴ ﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ اﻟﻬ ﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼ ﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼ ﺤﻴﺤﺎت‬
‫اﻟﻨﺎﺱﺦ‬
‫ﻓ ﻲ ﺹ ﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒ ﺪأ ه ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴ ﻪ‪ ،‬واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻥﺒﻴ ﻪ‪ ،‬ﻋﻘ ﺪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ‪ ،"...‬و یﺨﺘﺘﻢ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم‬
‫ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎریﻦ وﻓ ﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒ ﺎر واﺡ ﺪ"‪.‬‬
‫ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف ﻡﻊ اﻟﺮﻗﻢ }س‪.{٢‬‬
‫‪ 25‬ﺕﻠﻚ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒﻲ‪:‬‬
‫ﻩ‪ -‬ﺏﻴﺎن‬
‫ق= ﻥﺴﺨﺔ ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ‪ : :‬و ه ﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ وﺟ ﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‬
‫ﺏﻘﺴ ﻢ ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ ‪،‬وﻻ أﺟ ﺪ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻵﺧ ﺮي ﻡﻨﻬ ﺎ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪، ﴾٦٧٥‬ﺏ ﻴﻦ )‪(٢٣٥-٢٣٠‬‬
‫‪137‬‬
‫ﻞ‬
‫ورق‪ ،‬ﺕﻘﻊ ﻓﻲ )‪ (٦‬ورﻗﺔ ﺏﻘﻴﺎس »‪١٩٤٤x٢٥٩٢‬ﻡﻢ«‪ ،‬و ﺕﺤﺘﻮي آﻞ ﺹﻔﺤﺔ ﺱﻄﺮا ﻡﺨﺘﻠﻔ ﺎ‪ ،‬اﻗ ّ‬
‫ﺹ ﻔﺤﺔ )‪ (١٣‬ﺱ ﻄﺮا و اآﺜﺮه ﺎ)‪ (٢١‬ﺱ ﻄﺮا‪ ،‬وﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﺱ ﻢ اﻟﻨﺎﺱ ﺦ وﻻ اﻟﺴ ﻨﺔ اﻟﺘ ﻲ‬
‫ﺕﺸﻴﺮ اﻟﻲ وﻗﺖ ﻥﺴﺨﻬﺎ‪ ،‬وﻻ یﻮﺟﺪ اﻟﻬﻮاﻡﺶ واﻟﺘﺼﻮیﺒﺎت و اﻟﺘﺼﺤﻴﺤﺎت ﻓﻲ ﺹﻔﺤﺎﺕﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺒﺪأ ه ﺬﻩ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺒﺎرة‪ ":‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى اآﺪم ﻋﺒﺎدﻩ اﻻﺧﻴﺎر‪ ،‬ﺏﻘﻬ ﺮ اﻻﻋ ﺪاء واﻟﻐﻠﺒ ﺔ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻜﻔ ﺎر‪ ،‬واﻥﻌ ﻢ‬
‫ﻋﻠ ﻰ‪5‬اﻟﻤﺠﺎه ﺪیﻦ اﻻﺏ ﺮار‪ ،‬ﺏﻨﻌﻤ ﺔ اﻟ ﻮﻻء واﻋﺎﻥ ﺔ اﻻﻥﺼ ﺎر‪ ،"...‬ویﺨﺘ ﺘﻢ ﺏﻌﺒ ﺎرة‪ ":‬ﻓﺎﻋﺮﺿ ﻨﺎ ﻋﻨ ﻪ‬
‫واآﺘﻔﻴﻨﺎ ﺏﻤﺎ اوردﻥﺎﻩ‪ ،‬ﺛﻢ اﻟﻜﻼم ﺏﻌﻮن اﷲ اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻌﻼم "‪ .‬ورﻡﺰﻥﺎ اﻟﻲ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﺤﺮف }ق{‪.‬‬
‫‪B. Risalelerin Tahkik Metodunun Özellikleri‬‬
‫‪10‬‬
‫‪ -٢‬وﺹﻒ اﻟﻤﻨﻬﺞ ﻓﻲ ﺕﺤﻘﻴﻖ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ‬
‫ان هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ اﻟﺘﻲ ﻥﺒﺤ ﺚ ﻋ ﻦ ﺕﺤﻘﻴﻘﻬ ﺎ رأیﻨ ﺎ ﻋ ﺪد اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﺉﻞ و اﻻﻡ ﺎآﻦ‬
‫اﻟﺘﻲ وﺟﺪت ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻋﺪیﺪ ﻡﻦ اﻟﻤﻜﺘﺒﺎت‪ ،‬و أﻥﻬﺎ آﺘﺒﺖ ﻓ ﻲ ﻓﺘ ﺮات زﻡﻨﻴ ﺔ ﻡﺨﺘﻠﻔ ﺔ؛ ﻟ ﺬﻟﻚ آ ﺎن‬
‫اﻟﻮاﺟﺐ ﻋﻠﻴﻨﺎ ان ﻥﻘﻮم ﺏﺪورﻥﺎ اﻟﻤﻄﻠﻮب ﻓﻲ اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ اﻟﻌﻠﻤﻲ ﻡﻦ هﺬﻩ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ ﺡﺘ ﻲ ﻥﺼ ﻞ ﺏﻬ ﺎ‬
‫ﻡﻦ ‪15‬‬
‫اﻟﻲ اﻗﺮب رﺱﺎﻟﺔ ورد ﻓﻲ ﻥﺴ ﺨﺔ اﻟﻤﺆﻟ ﻒ‪ .‬ﻓﻘ ﺪ اﺧﺘﺮﻥ ﺎ ﻡ ﻦ ه ﺬﻩ ﻥﺴ ﺦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻗﻴﺎﻡ ﺎ ﻋﻠ ﻲ اﺱ ﺎس‬
‫اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﺏﻴﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻟﻤ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو اﻟﻨﺴ ﺦ اﻻرﺏ ﻊ و ﻟﻤ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻻرﺏ ﻊ و ﻟﺨﻀ ﺮِاﻩ‬
‫اﻟﻨﺴﺦ اﻻرﺏﻊ و ﻟﻤﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒ ﻲ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﻮاﺡ ﺪة و ﻟﻤ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ردا ﻋﻠ ﻲ آ ﻮراﻥﻲ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺜﻠﺜ ﺔ‪،‬‬
‫ﻥﻈﺮا ﻟﻌﺪم ﺕﻮﻓﺮ ﺏﺨﻂ اﻟﻤﺆﻟ ﻒ؛ اذ وﺟ ﺪت اﺧﻄ ﺎء ﻓ ﻲ ﺟﻤﻴ ﻊ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺘ ﻲ اﻋﺘﻤ ﺪﻥﺎ ﻋﻠﻴﻬ ﺎ‪ ،‬و ﻥﺤ ﻦ‬
‫ﻡﺴﺘﻨﺪ‪20‬ﺏﺎﻟﺘﺤﻘﻴﻖ اﻟﻌﻠﻤﻲ ﻋﻠﻲ رﺱﺎﻟﺔ اﻗﺮب اﻟﻲ ﻥﺴﺨﺔ اﻟﻤﺆﻟﻒ ﺛﻢ ﺹﺮﺡﻨﺎ ﻋﻠﻲ اﻟﻔﺮوق اﻟﺘ ﻲ یﻮﺟ ﺪ‬
‫ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ‪ .‬ﻓﻨﻜﺘﻔﻲ ﺏﺒﻴﺎن ﻓ ﺮوق واردة ﺏ ﻴﻦ اﻟﻨﺴ ﺦ‪ ،‬وﻻ ﻥﺒﺎﺷ ﺮ اﻟﻌﻤ ﻞ اﻟﺘ ﻲ ﺕﻌ ﻴﻦ اﻟﺨﻄ ﺄ و‬
‫اﻟﺼﻮاب ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﻟﺮﺱﺎﺉﻞ‪.‬‬
‫اﻥﻲ اﺧﺘﺎر ﻡ ﺎ ﺏ ﻴﻦ اﻟﻨﺴ ﺦ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﻟﻬ ﺬﻩ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ ﻟﻴﻜ ﻮن اﻟﻤ ﺘﻦ اﻻﺱﺎﺱ ﻲ ﻓ ﻲ اﻟﺘﺤﻘﻴ ﻖ‪ ،‬و‬
‫هﻲ؛‬
‫‪ 25‬ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو‬
‫‪ :‬اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ‬
‫ﺟﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٤١٤-٤١٠‬ورق‪،‬‬
‫‪138‬‬
‫ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻲ‬
‫‪ :‬اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ‬
‫‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٥٤-٥٢‬ورق‪،‬‬
‫ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ‬
‫‪ :‬اﻟﻨﺴﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴﺔ ﺕﻮﺟﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ‬
‫ﺟﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٤٢٠-٤١٥‬ورق‪،‬‬
‫‪ 5‬ﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻡﺤﻤﺪ ﭽﻟﺒﻲ‬
‫‪ :‬اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﺕﻮﺟ ﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻗﺼ ﻴﺪﺟﻲ زادﻩ‪ ،‬ﺕﺤ ﺖ رﻗ ﻢ ﴿‪ ،﴾٦٧٥‬ﺏ ﻴﻦ )‪ (٢٣٥-٢٣٠‬ورق‪ ،‬وﻻ أﺟ ﺪ اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻵﺧ ﺮي ﻡﻨﻬ ﺎ‬
‫ﻟﺘﺤﻘﻴﻘﻬﺎ‪،‬‬
‫ﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ر ّد ّی ﺔ ﻋﻠ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ‪ :‬اﻟﻨﺴ ﺨﺔ اﻟﺨﻄﻴ ﺔ ﺕﻮﺟ ﺪ ﻡﺤﻔﻮﻇ ﺔ ﻓ ﻲ‬
‫ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ ﻓﺎﺕﺢ ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٥٧-٥٥‬ورق‪.‬‬
‫‪10‬‬
‫‪C. Tahkik Sırasında Kullanılan Rakamlar ve Harfler‬‬
‫‪ -٣‬واﻡﺎ ﻋﻦ اﻟﺤﺮوف و اﻻرﻗﺎم اﻟﺘﻲ ﺕﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻲ اﺛﻨﺎء اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‪:‬‬
‫‪15‬‬
‫أ‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ أﺱ ﻌﺪ أﻓﻨ ﺪي‪،‬‬
‫ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٦٩٢‬ﺏﻴﻦ )‪ (٩٢-٩٠‬ورق‪.‬‬
‫س‪١‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏﻴﻦ )‪ (١١-٨‬ورق‪.‬‬
‫س‪ : 20٢‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﺧﻀﺮﺷ ﺎﻩ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪،‬‬
‫ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏﻴﻦ )‪ (٧-١‬ورق‪.‬‬
‫س‪٣‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ‪،‬‬
‫ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١٠٥١‬ﺏﻴﻦ )‪ (١٨-١٢‬ورق‪.‬‬
‫ش‪١‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ‬
‫ﻋﻠﻲ ﭙ‬
‫‪25‬اﺷﺎ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٩٤٠‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢٤٨-٢٤٣‬ورق‪.‬‬
‫ش‪٢‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ‬
‫ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٢٧٥٥‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢٠٣-١٩٨‬ورق‪.‬‬
‫‪139‬‬
‫ش‪٣‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ‬
‫ﻋﻠﻲ ﭙاﺷﺎ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٩٤٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢٧-٢١‬ورق‪.‬‬
‫ش‪٤‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷ ﺎﻩ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﺷ ﻬﻴﺪ ﻋﻠ ﻲ‬
‫ﭙاﺷﺎ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٢٧٥٥‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢١٢-٢٠٤‬ورق‪.‬‬
‫ف‪ : 5١‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ‪،‬‬
‫ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٥٤-٥٢‬ورق‪.‬‬
‫ف‪٢‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ ﻓ ﺎﺕﺢ‪،‬‬
‫ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٥٣٦٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٥٧-٥٥‬ورق‪.‬‬
‫ق‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ آﻮزﻟﺠ ﻪ ﻡﺤﻤ ﺪ ﭽﻟﺒ ﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻗﺼﻴﺪﺟﻲ زادﻩ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٦٧٥‬ﺏﻴﻦ )‪ (٢٣٥-٢٣٠‬ورق‪.‬‬
‫‪10‬‬
‫ن‪١‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ آ ﻮراﻥﻲ ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٤٩٠٩‬ﺏﻴﻦ )‪ (١٥٦-١٥٢‬ورق‪.‬‬
‫ن‪٢‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ‬
‫ﻥﻮرﻋﺜﻤﺎﻥﻴﻪ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾٤٩٠٩‬ﺏﻴﻦ )‪ (١٥٩-١٥٦‬ورق‪.‬‬
‫و ‪ : 15‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴﻢ وﻟﻲ اﻟﺪیﻦ‬
‫اﻓﻨﺪي‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١٥٥٠‬ﺏﻴﻦ )‪ (١٢-١٠‬ورق‪.‬‬
‫ي‪١‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴ ﺨﺔ ﺧﻄﻴ ﺔ ﻟﻠﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻟﺘ ﻲ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻲ ﻡ ﻮﻟﻲ ﺧﺴ ﺮو ﻓ ﻲ ﻡﻜﺘﺒ ﺔ ﺱ ﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺴ ﻢ یﻨ ﻲ‬
‫ﺟﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٤١٤-٤١٠‬ورق‪.‬‬
‫ي‪٢‬‬
‫‪ :‬ﻥﺴﺨﺔ ﺧﻄﻴﺔ ﻟﻠﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﺘﻲ یﻨﺴﺐ اﻟﻲ ﺧﻀﺮﺷﺎﻩ ﻓﻲ ﻡﻜﺘﺒﺔ ﺱﻠﻴﻤﺎﻥﻴﻪ ﺏﻘﺲ‪.‬‬
‫ﺟﺎﻡﻲ‪ ،‬ﺕﺤﺖ رﻗﻢ ﴿‪، ﴾١١٨٦‬ﺏﻴﻦ )‪ (٤٢٠-٤١٥‬ورق‪.‬‬
‫یﻨﻲ ‪20‬‬
‫‪D. Tahkik Sırasında Kullanılan İşaretler‬‬
‫واﻡﺎ اﻻﺷﺎرات اﻟﺘﻲ ﺕﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻲ اﺛﻨﺎء اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‪:‬‬
‫‪25 -٤‬‬
‫‪140‬‬
‫)‪(-‬‬
‫‪:‬إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة اﻟﻨﺎﻗﺼﺔ اﻟﺘﻲ ﻻ یﻮﺟﺪ ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻻﺱ ﺎس و ه ﻲ‬
‫ﻡﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس‪.‬‬
‫)‪(+‬‬
‫‪:‬إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒ ﺎرة اﻟﺰاﺉ ﺪة اﻟﺘ ﻲ ﻻ یﻮﺟ ﺪ ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ اﻻﺱ ﺎس و ه ﻲ‬
‫ﻡﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس‪.‬‬
‫)‪ : 5 (/‬إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة اﻻﺧ ﺮي اﻟﺘ ﻲ ﻡﻮﺟ ﻮد ﻓ ﻲ ﻡ ﺘﻦ اﻟﺮﺱ ﺎﺉﻞ اﻻﺧ ﺮي ﺏ ﺪﻻ‬
‫ﻋﻦ اﻟﻤﻮﺟﻮد ﻓﻲ ﻡﺘﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻻﺱﺎس‪.‬‬
‫)؛(‬
‫‪ :‬إﻥﻲ ﻡﺸﻴﺮاﻟﻲ اﻟﺘﻔﺮیﻖ اﻟﻜﻠﻤﺔ او اﻟﻌﺒﺎرة ﻓﻲ اﻟﻬﺎﻡﺶ ﻡﻦ ﻏﻴﺮهﺎ‪.‬‬
‫‪141‬‬
‫‪II. MOLLA HÜSREV’İN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ‬‬
‫﴿رﺱﺎﻟﺔ وﻻﺉﻴﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾‬
‫}ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{‬
‫‪ 5‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬ اﺡﻜﻢ اﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺘﻴﻦ‪ ,‬وﻋﻈﻢ ﻗﺪر ﻡﻦ ﻓﻘﻬﻪ ﻓﻰ اﻟﺪیﻦ‪ ،‬وااﺹﻼة‬
‫واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ایّﺪﻩ ﺏﺎﻟﻜﺘﺎب اﻟﻤﺒﻴﻦ ‪ ،‬ﺱﻴّﺪﻥﺎ ﻡﺤﻤﺪ وﺁﻟﻪ وﺹﺤﺒﻪ‪ ١‬اﺟﻤﻌﻴﻦ‪.‬‬
‫اﻡﺎ ﺏﻌﺪ ﻓﺎ ّ‬
‫ن ﻡﻠﻮك هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﺧﻠّﺪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪ ٢‬ایﺎم دوﻟﺔ‪ ٣‬ﺧﻠﻔﻬﻢ‪ ،‬واﻓﺎض ﺱﺠﺎل‬
‫اﻟﻤﺮﺡﻤﺔ‪ ٤‬واﻟﻐﻔﺮان ﻋﻠﻲ ﺱﻠﻔﻬﻢ‪ ،‬آﻤﺎ ﻓﺎﻗﻮا‪ ٥‬ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻮك ﺱﺎﺉﺮ اﻟﻤﻤﺎﻟﻚ‪ ،‬ﺏﺎﺱﻘﺎط ﻓﺮض اﻟﺠﻬﺎد‬
‫ﻋﻨﻬﻢ ﻟﻤﺒﺎﺷﺮﺕﻬﻢ اﻟﻤﻌﺎرك‪ ،‬ﻓﺎق ایﻀﺎ هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﻋﻠﻰ ﺱﺎﺉﺮهﺎ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ‪ ٦‬ﻡﻮﺿﻊ اﻟﺠﻬﺎد ﻡﻊ اﻟﻜﻔﺎر‬
‫‪ 10‬ذوى اﻟﺸﻘﺎق واﻟﻔﺴﺎد‪ ،‬وﻟﺬﻟﻚ آﺜﺮت ﻓﻴﻬﺎ اﻟﺴﺒﺎیﺎ واﻻرﻗّﺎء‪ ،‬ﻓﻜﺜﺮت ﺏﺎﻟﻀﺮورة اﻟﻤﺤﺮرون‬
‫اﻟﻔﺠﺎر‬
‫و اﻟﻌﺘﻘﺎء‪ ،٧‬ﻓﻜﺜﺮت ﻓﻴﻬﻢ ﻗﻀﻴﺔ اﻟﻮﻻء وﺷﺎﻋﺖ‪ ،‬واﻥﺘﺸﺮت ﻗﺼﺘّﻪ‪ ٨‬وذاﻋﺖ‪ ،‬ﺏﺨﺎﻟﻒ ﺱﺎﺉﺮاﻟﻤﻤﺎﻟﻚ‬
‫واﻟﺪیﺎر‪ ،‬ﺡﻴﺚ ﻟﻢ ﺕﺸﺘﻬﺮ‪ ٩‬ﻓﻴﻬﺎ ﻡﺜﻞ هﺬا اﻻﺷﺘﻬﺎر‪ ،١٠‬وﻟﺬا ﻟﻢ یﺒﺴﻂ اﻟﻘﻮل ﻓﻰ ﻡﺒﺎﺡﺜﻪ ﻋﻠﻤﺎﺉﻬﺎ ﻓﻰ‬
‫آﺘﺒﻬﻢ اﻟﻤﺸﻬﻮرة‪ ،‬وﻟﻢ ﺕﻘﻊ ﻓﻴﻬﺎ آﺴﺎﺉﺮ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ ﻡﻔﺼﻠﺔ ﻡﻨﺸﻮرة‪ ،١١‬ﻻ ﺱﻴﻤﺎ ﺏﺤﺚ ﻡﻦ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ‬
‫ﺡﺮة اﻻﺹﻞ واﻟﻌﺘﻴﻖ‪ ،‬ﻓﺎﻥّﻪ ﻟﻜﺜﺮة وﻗﻮﻋﻪ آﺎن اﻟﺤ ّﺮ ّ‬
‫ي ﺏﺎﻟﺘﻌﺮّض ﻟﻪ واﻟﺤﻘﻴﻖ‪ ،١٢‬وﻡﻊ ذﻟﻚ ﻟﻢ‬
‫یﺘﻌﺮﺿﻮا‬
‫‪15‬‬
‫‪١٣‬‬
‫ﻟﺤﻜﻤﻪ‬
‫‪١٤‬‬
‫ﻥﻔﻴﺎ واﺛﺒﺎﺕﺎ اﻻ ﻗﻠﻴﻼ‪ ،‬وﻟﺬا‬
‫ﺟﻌﻠﻮا ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻡﻄﻌﻢ‬
‫‪١٦‬‬
‫‪١٥‬‬
‫ﺿﻞ اﺏﻨﺎء اﻟﺰﻡﺎن ﻓﻴﻪ ﻡﻨﻬﺠﺎ وﺱﺒﻴﻼ‪ ،‬ﺡﻴﺚ‬
‫اﻟﻨﻈﺮ‪ ،‬وﻟﻢ یﺪروا ﻡﺎ ﻓﻰ ﺕﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر‪ ،‬واآﺘﻔﻮا ﻓﻰ‬
‫ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻻﺷﺘﻬﺎر واﻟﺴﻤﺎع‪ ،‬وﻟﻢ یﻘﻔﻮا ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻰ ذﻟﻚ ﻡﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ‬
‫اﻟﺠﻤﻬﻮرﺏﺎﻻﺟﻤﺎع‪.١٧‬‬
‫‪ ١‬و‪/:‬اﺻﺤﺎﺑﻪ‪.‬‬
‫‪ ٢‬و ‪ ،‬ش‪ -:١‬ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ش‪/ :١‬دوﻟﺘﻪ ؛ ش‪/ :٢‬دوﻟﺘﻬﻢ و‪.‬‬
‫‪ ٤‬و ‪ ،‬ش‪ ،١‬ش‪ /: ٢‬اﻟﺮﺣﻤﺔ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ش‪/ : ١‬اﻓﺎﻗﻮا‪.‬‬
‫‪ ٦‬و ‪ ،‬ش‪/ : ١‬ﺑﻜﻮﻥﻬﺎ‪.‬‬
‫‪ ٧‬ش‪ - : ١‬ﻓﻜﺜﺮت ﺑﺎﻟﻀﺮورة اﻟﻤﺤﺮرون و اﻟﻌﺘﻘﺎء‪.‬‬
‫‪ ٨‬و ‪ ،‬ش‪ + : ١‬ﺑﻴﻨﻬﻢ‪.‬‬
‫‪ ٩‬ش‪ / : ١‬یﺸﻬﺮ‪.‬‬
‫‪ ١٠‬ش‪ / : ١‬اﺵﻬﺎر‪.‬‬
‫‪ ١١‬ش‪ / : ١‬ﻣﺸﻬﻮرة‪.‬‬
‫‪ ١٢‬ش‪ - : ١‬و اﻟﺤﻘﻴﻖ‪.‬‬
‫‪ ١٣‬ش‪ - : ١‬ﻟﻢ‪.‬‬
‫‪ ١٤‬ش‪ / : ١‬اﻟﺤﻜﻤﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٥‬ش‪ / : ١‬آﺬﻟﻚ‪.‬‬
‫‪ ١٦‬و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬ﻣﻄﻤﺢ‪.‬‬
‫‪ ١٧‬و ‪،‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﺑﻞ اﻻﺟﻤﺎع‪.‬‬
‫‪142‬‬
‫وﻟﻜﻦ ﻡﻦ ﻗﺼﺪ ﻋﻤﻮم اﻟﻨﻔﻊ ﻡﻦ اﻟﻌﻠﻤﺎء اﻟﻌﻈﺎم‪ ،‬ﺕﻌﺮﺿﻮا ﻟﻤﺎ هﻮ اﻟﻤﻘﺼﺪ اﻻﺹﻠﻰ‬
‫واﻟﻤﺮام‪ ،‬ﻓﻤﻨﻬﻢ ﻡﻦ ﻋﺒّﺮ ﻋﻨﻪ ﺏﻌﺒﺎرة داﻟﺔ ﻗﻄﻌﺎ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬وﻡﻨﻬﻢ ﻡﻦ اوردﻩ‪ ١٨‬ﺏﻤﺎ هﻮ ﻇﺎهﺮ ﻓﻴﻪ یﺠﺐ‬
‫ردﻩ اﻟﻴﻪ‪ ،‬وﻡﻨﻬﻢ ﻡﻦ ذآﺮﻩ ﺏﻤﺎ هﻮ ﻓﻰ ﺧﻼﻓﻪ‬
‫‪١٩‬‬
‫ﻇﺎهﺮ‪ ،‬ﻟﻜﻦ یﺠﺐ ﺹﺮﻓﻪ ﻋﻨﻪ ﻟﻤﺎ اوﺟﺒﻪ‬
‫‪٢٠‬‬
‫ﻡﻦ‬
‫دﻟﻴﻞ ﺏﺎهﺮ‪ ،‬وﻡﻦ اﻟﻨﺎس ﻡﻦ اﺧﻄﺄ وﺧﺒﻂ ‪ ،‬ﺡﻴﺚ ﺧﻠﻂ اﻟﺼﻮاب‪ ٢١‬ﺏﺎﻟﺨﻄﺎء واﻟﻐﻠﻂ ‪ ،‬ﻓﻴﺠﺐ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ‬
‫ﻋﻠﻰ‪5‬ﻓﺴﺎد آﻼﻡﻪ‪ ،‬واﻇﻬﺎر ﻡﺨﺎﻟﻔﺘﻪ‬
‫‪٢٢‬‬
‫ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ و اﻟﺰاﻡﻪ )‪/٤١١‬أ(‪ ،‬ﻓﻼ ﺟﺮم ﺡﺮّرت‬
‫رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب‪ ،‬ﻡﺴﺘﻈﻬﺮا ﺏﺎﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻠﻬﻢ ﺏﺎﻟﺼﻮاب‪ ،٢٣‬ورﺕﺒﺘﻬﺎ وهﺬﺏﺘﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ ﺕﺮﺕﻴﺐ‬
‫واﻟﻄﻒ ﺕﻬﺬیﺐ‪ ،‬ﺡﻴﺚ اﺷﺘﻤﻠﺖ‪ ٢٤‬ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ و ﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ و ﺕﺬﻥﻴﺐ‪.‬‬
‫ن ﺡ ّﺮ اﻻﺹﻞ اﺹﻄﻼح‬
‫اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ اﻡﻮر یﺘﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ ﻡﻨﻬﺎ ا ّ‬
‫اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ؛‬
‫ﻲ ﺱﺘّﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ‬
‫‪ 10‬اﺡﺪهﻤﺎ؛ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮ‪٢٥‬ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ رق ﺏﻞ ﺕﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻔﺔ ﺏﻌﺪ ﻡﻀ ّ‬
‫اﻟﻨﻜﺎح و‪ ٢٦‬اﻟﻌﻠﻮق او ﻡﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ‪.‬‬
‫واﻟﺜﺎﻟﻰ؛ ﻡﻦ ﻻ یﻜﻮن ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ اﺹﻼ‪.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ؛ ان اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ وﻟﻬﺬا‬
‫ﻗﺎﻟﻮ ﻻ ﺕﻘﺒﻞ‬
‫‪٢٧‬‬
‫ﻓﻴﻪ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ آﻤﺎ ﻓﻲ اﻟﻌﺘﻖ‪ ،‬وزواﻟﻪ ﻓﺮع ﺛﺒﻮﺕﻪ‪ ،‬وﺛﺒﻮﺕﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‬
‫‪٢٨‬‬
‫یﻜﻮن‪15‬ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﻟﻤﺎ ﺕﻘﺮر ان‪ ٢٩‬اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق و اﻟﺤﺮیﺔ‪ ،٣٠‬وﻻیﺴﺮي ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ‬
‫اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم وﻋﺼﺒﺘﻪ ﻓﻰ ﺡﻜﻤﻪ‪ ،‬ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ‬
‫ﺟﺎﻥﺐ اﻻم رق ﻻ یﺘﺼﻮر ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء‪.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ؛ ان اﻟﻠﻔﻆ اذا آﺎن ﻗﻄﻌﻴﺎ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ وﺟﺐ ان یﺤﻤﻞ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻈﺎهﺮ اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ ﻟﻪ‬
‫وﻟﻐﻴﺮﻩ ﻻ ﺱﻴﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺮوایﺎت‪ ،‬وﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﻤﻄﻠﻖ یﺤﻤﻞ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻘﻴﺪ ﻓﻰ اﻟﺮوایﺎت وﻟﻬﺬا‪ ٣١‬ﺕﺮي‬
‫‪ ١٧‬و ‪ - :‬ﻩ ؛ ش‪ / : ٢‬رواﻩ‪.‬‬
‫‪ ١٩‬ش‪ - : ١‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ٢٠‬ش‪ / : ١‬ﻟﻤﺎل وﺟﻪ‪.‬‬
‫‪ ٢١‬ش‪ / : ١‬اﻟﺜﻮب ؛ ش‪/ : ٢‬اﻟﺜﻮاب‪.‬‬
‫‪ ٢٢‬ش‪ - : ١‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ٢٣‬و ‪ ،‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﻟﻠﺼﻮاب‪.‬‬
‫‪ ٢٤‬و ‪ - :‬ت‬
‫‪ ٢٥‬ش‪ / : ١‬یﺠﺰ‪.‬‬
‫‪ ٢٦‬و ‪ / :‬او‬
‫‪ ٢٧‬و ‪ ،‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬یﻘﺒﻞ‪.‬‬
‫‪ ٢٧‬و ‪ - :‬ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫‪ ٢٩‬ش‪ - : ١‬أن‪.‬‬
‫‪ ٣٠‬ش‪/ : ١‬ﻓﻲ اﻟﺤﺮیﺔ و اﻟﺮﻗﻴﺔ ؛ ش‪ / : ٢‬ﻓﻲ اﻟﺮق و اﻟﺤﺮیﺔ‪.‬‬
‫‪ ٣١‬ش‪ / : ٢‬ﺑﻬﺬا‪.‬‬
‫‪ ٣٢‬ش‪ / : ١‬یﺮي‪.‬‬
‫‪٣٢‬‬
‫‪143‬‬
‫ﻡﻄﻠﻘﺎت اﻟﻤﺘﻮن آﺎﻟﻜﻨﺰوﻏﻴﺮﻩ یﻘﻴﺪهﺎ‬
‫‪٣٣‬‬
‫اﻟﺸﺮاح وان آﺎن اﻟﺸﺎرح هﻮ اﻟﻤﺼﻨﻒ‬
‫‪٣٤‬‬
‫آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ‬
‫وﻏﻴﺮﻩ‪.‬‬
‫واﻡﺎ اﻟﻤﻘﺼﺪ؛ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ روایﺎت یﻌﻮّل ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ٣٥‬وایﺮاد‪ ٣٦‬ﻡﺒﺎ ﺡﺚ ﺕﺘﻌﻠﻖ ﺏﻬﺎ‪.‬‬
‫ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ‬
‫‪٣٧‬‬
‫ذآﺮﻩ‬
‫‪٣٨‬‬
‫اﻟﺸﻴﺦ ﻋﻼء اﻟﺪیﻦ اﺏﻮ ﺏﻜﺮ اﻟﻜﺎ ﺱﺎﻥﻰ‬
‫‪٣٩‬‬
‫ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ وهﻮ آﺘﺎب یﻨﻘﻞ‬
‫ﻋﻨﻪ ‪5‬اﻟﻔﻀﻼء اﻟﻤﺤﻘﻘﻮن آﺎﻻﻡﺎم ﻡﻔﺘﻰ اﻟﻤﺼﺮ واﻟﺸﺎم‪ ،‬اﺏﻰ ﻋﺒﺪاﷲ اﻟﺴﺮوﺟﻰ ﺡﺘﻰ ﻗﺎل ﻓﻰ‬
‫ﺷﺮﺡﻪ‬
‫‪٤٠‬‬
‫ﻟﻠﻬﺪایﺔ‪ ،‬ذآﺮ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﺤﻴﻂ ان اﻟﻨﻴﺔ ﺱﻨﺔ ﻓﻰ اﻟﻄﻬﺎرة وآﺬا ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ‬
‫‪٤١‬‬
‫واﻓﻘﻬﻢ ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻡﻦ ﺷﺮایﻂ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ان ﻻ ﺕﻜﻮن‬
‫‪٤٢‬‬
‫واﻟﻘﻨﻴﺔ‪ ،‬و‬
‫اﻻم ﺡﺮة‬
‫أﺹﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎن آﺎﻥﺖ ﻓﻼ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ‪ ،‬وان آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ )‪/٤١١‬ب( ﻟﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ان‬
‫اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم‬
‫ﻡﻌﺘﻘﺔ‪10‬واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ‬
‫‪٤٣‬‬
‫ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم‪ ٤٤‬ﻓﻰ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮن وﻻؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻻ ﻟﻤﻮاﻟﻰ‬
‫‪٤٥‬‬
‫اﻻم‬
‫ن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ واﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ اﻻب‪.‬‬
‫ﻻّ‬
‫اﻗﻮل؛ ﺕﺤﻘﻴﻘﻪ اﻥﻪ اراد ﺏﺤﺮة اﻻﺹﻞ‬
‫‪٤٦‬‬
‫اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺏﻘﺮیﻨﺔ ﻗﻮﻟﻪ؛ وﻻ‬
‫وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ‪ ،‬ﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ ان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻲ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪ ،‬و زوال اﻟﻤﻠﻚ ﺏﺎﻟﻮاﺱﻄﺔ ﻻ‬
‫یﻜﻮن اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم‪ ،‬واذا آﺎﻥﺖ‬
‫‪٤٧‬‬
‫ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﻬﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ‬
‫‪٤٨‬‬
‫ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻠﻚ ﻓﻼ‬
‫یﺜﺒﺖ‪15‬ﻋﻠﻴﻪ وﻻء‪،‬‬
‫ﻓﺈن ﻗﻴﻞ؛ هﺬا یﻘﺘﻀﻰ ان ﻻ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء‬
‫‪٤٩‬‬
‫اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﺡﺘﻰ ﻟﻮ آﺎن ﻓﻰ‬
‫اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ رق ﻟﻮﺟﺐ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم دون اﻻب‪ ،٥٠‬وﻗﺪ ﺹﺮح ﺏﺨﻼﻓﻪ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ‬
‫یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮاﻻء‪ .‬ﻗﻠﻨﺎ ﻡﻘﺘﻀﻰ آﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻼم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ ان یﻜﻮن آﺬﻟﻚ ﻟﻜﻦ‬
‫‪ ٣٣‬ش‪ / : ١‬ﺗﻘﻴﺪهﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣٤‬و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬اﻟﻤﺺ‪.‬‬
‫‪ ٣٥‬ش‪ / : ١‬ﺑﻘﻮل ﻋﻠﻴﻬﻤﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣٦‬ش‪ / : ١‬اراد‪.‬‬
‫‪ ٣٧‬و ‪ - :‬و ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣٧‬و ‪ - :‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ٣٩‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬اﻟﻜﺎﺵﺎﻥﻲ‪.‬‬
‫‪ ٤٠‬و ‪ - :‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ٤١‬ي‪ - : ١‬اﻟﺘﺨﻔﺔ‪.‬‬
‫‪ ٤٢‬ش‪ / : ٢‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫‪ ٤٣‬و ‪ - :‬ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء ﻻﺣﺪ ﻋﻠﻰ اﻣﻪ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻣﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﻣﻌﺘﻘﺎ‪.‬‬
‫‪ ٤٤‬و ‪ ،‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬اﻻب )آﻠﻤﺔ اﻻب اﺻﺢ ﻣﻦ آﻠﻤﺔ اﻻم ﻟﻤﻌﻨﻲ اﻟﻌﺒﺎرة(‪.‬‬
‫‪ ٤٥‬و ‪ - :‬ﻟﻤﻮاﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ٤٦‬و ‪ / :‬اﻟﺤﺮة اﻻﺻﻠﻴﺔ‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ ؛ و ‪ / :‬و إن آﺎﻥﺖ‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬و ‪ - :‬ﻟﻢ‪.‬‬
‫‪ ٤٩‬و ‪ - :‬ال‪.‬‬
‫‪ ٥٠‬ش‪ - : ١‬دون اﻻب‪.‬‬
‫‪144‬‬
‫ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻓﻰ آﻞ ﻡﻦ اﻟﻄﺮﻓﻴﻦ ﺿﻌﻒ ﺏﺎﻥﺘﻔﺎء ﺷﺮف اﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬اﻋﺘﺒﺮ ﺡﺪیﺚ اﻟﻮﻻء "ﻟﺤﻤﻪ آﻠﺤﻢ‬
‫‪٥١‬‬
‫اﻟﻨﺴﺐ" ﻓﺘﺮﺟﺢ‪ ٥٢‬ﺟﺎﻥﺐ اﻻب‪.‬‬
‫ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ؛ ان ف هﺬا اﻟﺒﺎب ﺛﺒﺖ اﺹﻼن یﺠﺐ اﻟﻌﻤﻞ ﺏﻜﻞ ﻡﻨﻬﻤﺎ ﺏﻘﺪراﻻﻡﻜﺎن‪ .‬اﺡﺪهﻤﺎ‬
‫ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ واﻟﺜﺎﻥﻰ ان "اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ"‪ ،‬ﻓﺎن ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ‬
‫ﺟﺎﻥﺐ‪ 5‬اﻻم رق یﺘﺒﻌﻬﺎ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻻﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮق‪ ،‬وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ‬
‫رق ﺕﻌﺘﺒﺮ‬
‫‪٥٤‬‬
‫ﻗﻮة اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬و یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ‬
‫اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‬
‫‪٥٦‬‬
‫‪٥٣‬‬
‫‪٥٥‬‬
‫اﻻب‪ ،‬و هﺬا ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن‬
‫‪٥٧‬‬
‫اﺱﺘﻮیﺎ‪ ،‬واﻟﺘﺮﺟﻴﺢ ﻟﺠﺎﻥﺒﻪ ﻟﺸﺒﻬﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ او‬
‫اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب‪ ،‬ﻻﻥﻬﻤﺎ‬
‫ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ ﺡﺘﻰ ﻟﻮ آﺎن ﻥﺴﺐ اﻻب ﺿﻌﻴﻔﺎ ﺏﺎن یﻜﻮن ﻋﺠﻤﻴﺎ ﺡﺮاﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ‬
‫ﻻّ‬
‫آﺎن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤّﺪ آﻤﺎ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪ ،٥٨‬آﻤﺎ ذآﺮ ایﻀﺎ ﻓﻰ‬
‫‪ 10‬و ﻏﻴﺮﻩ‪.‬‬
‫اﻟﻬﺪایﺔ‬
‫و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ذآﺮ اﻟﺸﻴﺦ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح ﻗﻮل‬
‫‪٦١‬‬
‫اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮﻟﻰ)‪/٤١٢‬أ( اﻻب و ﻡﻮﻟﻰ‬
‫‪٥٩‬‬
‫اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ؛ وان‬
‫اﻻم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ‪ ،‬ﻓﻘﻀﺎؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻗﻀﺎء ﺏﺎﻟﻌﺠﺰ‪،٦٢‬‬
‫ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ اراد ﺏﻬﺬا ان یﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة‪ ،‬ﻻﻥﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‬
‫ن اﻻم‬
‫وﻻء‪ ،٦٣‬وﻡﻬﻤﺎ آﺎن اﺡﺪ اﻻﺏﻮیﻦ‪ ٦٤‬ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ وﻻء‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ واﻻب اذا آﺎن ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ‬
‫اذا ‪15‬‬
‫‪٦٥‬‬
‫ﻓﻰ‬
‫ن اﻟﻌﺮب*‬
‫اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬واﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴﺎ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ رق‪.‬‬
‫اﻗﻮل؛ اﻥﻤﺎ ﻗﺎل واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ اﻟﻰ اﺧﺮﻩ‪ ،٦٦‬ﻻﻥﻪ ﻟﻤﺎ اﻃﻠﻖ اﻟﻘﻮل ﺏﺎن اﻻب‬
‫اذا آﺎن ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﻓﺎوﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ ورد ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬اﻥﻪ یﻘﺘﻀﻲ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻻب‬
‫‪ ٥١‬ش‪ ،١‬و ‪ /:‬ﻟﺤﻤﺔ‪.‬‬
‫‪ ٥٢‬و ‪ / :‬رﺟﺢ‪.‬‬
‫‪ ٥٣‬و ‪ - :‬وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ‪.‬‬
‫‪ ٥٤‬ش‪ ، ١‬و ‪ / :‬یﻌﺘﺒﺮ‪.‬‬
‫‪ ٥٥‬ش‪ / : ١‬ﺑﺠﺎﻥﺐ‪.‬‬
‫‪ ٥٦‬و ‪ / :‬اﻟﻨﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٥٧‬ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ٥٩‬و ‪ - :‬ﻗﻮل‪.‬‬
‫‪ ٦١‬ش‪ ، ١‬ش‪ ، ٢‬و ‪ / :‬ﻣﻮاﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ٦٢‬ش‪ - : ١‬ﺑﺎﻟﻌﺠﺰ ؛ ش‪ / : ٢‬ﺑﺎﻟﻔﺠﺮ‪.‬‬
‫‪ ٦٣‬و ‪ - :‬وﻻء‪.‬‬
‫‪ ٦٤‬ش‪" - : ١‬اﻻم ﻣﻮﻻة‪ ،‬ﻻﻥﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺣﺮة اﻻﺻﻞ ﻟﻤﺎ ﺙﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء‪ ،‬وﻣﻬﻤﺎ آﺎن اﺣﺪ اﻻﺑﻮیﻦ" )هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﺗﺼﺤﻴﺢ ﻓﻲ‬
‫ﺻﻔﺤﺘﻬﺎ(‪.‬‬
‫‪ ٦٥‬ش‪ - : ١‬ﻩ‪.‬‬
‫ن اﻟﻌﺮب* ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ رق‪.‬اﻗﻮل؛ اﻥﻤﺎ ﻗﺎل واﻟﻤﺮاد ﺑﻘﻮﻟﻨﺎ ﺣﺮ اﻻﺻﻞ اﻟﻰ اﺧﺮﻩ‪.‬‬
‫‪ ٦٦‬و ‪ - :‬ان یﻜﻮن ﻋﺮﺑﻴﺎ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫‪145‬‬
‫ﻋﺠﻤﻰ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‪ ،‬وﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ٦٧‬اذا آﺎﻥﺖ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬وهﻮ ﺧﻼف ﻡﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ‬
‫ﻓﻲ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ‪ ،‬ﻓﺎراد دﻓﻌﻪ‬
‫‪٦٨‬‬
‫‪٦٩‬‬
‫ﺏﺎن اﻟﻤﺮاد ﺏﻜﻮن‬
‫ى‬
‫اﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴﺎ ﻗﻮ ّ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن اﻟﻌﺮب ﻟﻢ یﺠﺮ‪ ٧٠‬ﻋﻠﻴﻪ رق ﻟﻴﻀﻌﻒ ﻥﺴﺒﻪ‪ ،‬اذ ﻟﻴﺲ ﻋﻠﻴﻬﻢ اﻻ اﻟﺴﻴﻒ او اﻻﺱﻼم‪.‬‬
‫ﻓﺎن ﻗﻴﻞ؛ ِﻟ َﻢ‬
‫‪٧١‬‬
‫ن اﻟﻤﻘﺼﻮد ﻡﻦ اﻋﺘﺒﺎرهﺎ ﺕﻘﻮیﺔ‬
‫ﻟﻢ ﺕﻌﺘﺒﺮ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪ ،‬ﻗﻠﻨﺎ؛ ﻻ ّ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ‪ ،٧٢‬وﻻ ﻥﺴﺐ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪ ،٧٣‬یﻌﺘﺪ ﺏﻪ ﻟﻴﺰداد‪ ٧٤‬ﺕﻘﻮیﺘﻪ‪ ،‬ﻻ یﻘﺎل ﻗﻮﻟﻪ؛ اراد ﺏﻬﺬا ان ﺕﻜﻮن‬
‫‪5‬‬
‫اﻻم‬
‫‪٧٥‬‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻼم ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ‪ ،‬ﺡﻴﺚ ﻗﺎل‬
‫‪٧٦‬‬
‫ﻓﻰ ﺕﻘﺮیﺮ اﺹﻞ هﺬﻩ اﻟﻤﺴﺄﻟﺔ ﻗﺒﻴﻞ ﻗﻮﻟﻪ وان‬
‫اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻم وﻡﻮاﻟﻰ اﻻب اﻟﺦ‪ ،‬وان ﻡﺎت ﻡﻜﺎﺕﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة‪ ٧٦‬وﻓﺎء ﻟﻤﻜﺎﺕﺒﺘﻪ اﻟﺦ‪،٧٧‬‬
‫ﻓﺎن آﻮن‬
‫‪٧٨‬‬
‫اﻻم‬
‫‪٧٩‬‬
‫‪٨٠‬‬
‫ن اﻟﻤﻮﻻة‬
‫ﻡﻮﻻة ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ ﺡﺮة‪ ،‬ﻻﻥﺎ ﻥﻘﻮل؛ ﻻ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻻ ّ‬
‫اﻡّﺎ ﻡﻌﺘﻘﺔ او‬
‫ﻡﻮﻟﻮدة ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬وﻋﻠﻰ اﻟﺘﻘﺪیﺮیﻦ یﺼﺪق ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮة‪ ،‬وان ﻟﻢ یﺼﺪق اﻟﺤﺮیﺔ‬
‫‪٨١‬‬
‫اﻻﺹﻠﻴﺔ‬
‫ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪.‬‬
‫‪10‬‬
‫و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم ﺷﻤﺲ اﻻﺉﻤﺔ اﻟﺴﺮﺧﺴﻲ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ ان‬
‫‪٨٢‬‬
‫آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة‬
‫واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ‪ .٨٣‬اﻗﻮل؛ ﻟﻢ یﺮد ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻟﺤﺮة ﻡﻄﻠﻘﺎ‪ ،‬ﻻن هﺬا‬
‫‪٨٤‬‬
‫اﻟﺤﻜﻢ ﻻ‬
‫یﺴﺘﻘﻴﻢ اﻻ ﻓﻰ ﺏﻌﺾ )‪/٤١٢‬ب( اﻓﺮادﻩ‪ ،‬وهﻮ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ‬
‫‪٨٥‬‬
‫ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول‪ ،‬واﻻ ﻟﻢ یﺼﺢ اﻟﺤﻜﻢ ﺏﻌﺪم اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ‪ ،‬ان اﻟﻮﻻء ﺡﻴﻨﺌﺬ‬
‫‪٨٦‬‬
‫‪ ٨٧‬ﻟﻘﻮم اﻻب ﺏﻞ اراد اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻲ اﻟﺜﺎﻥﻲ ﻟﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﻌﺒﺎرﺕﻴﻦ اﻟﻘﻄﻌﻴﺘﻴﻦ ﻓﻲ‬
‫یﻜﻮن‪15‬‬
‫‪ ٦٧‬ش‪ / : ٢‬اﻻب ) ﻓﻲ ﺗﺼﺤﻴﺢ هﻨﺎ ﺑﺼﻮرة اﻻم(‪.‬‬
‫‪ ٦٧‬ش‪ / : ١‬ﻟﻤﺎ زاد وﻗﻊ‪.‬‬
‫‪ ٦٩‬ش‪ ، ١‬ش‪ ، ٢‬و ‪ / :‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫‪ ٧٠‬ش‪ / : ١‬ﻟﻢ یﺠﺰ‪.‬‬
‫‪ ٧١‬ش‪ - : ١‬ﻟﻢ‪.‬‬
‫‪ ٧٢‬ش‪ + : ١‬ﻓﻲ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪.‬‬
‫‪ ٧٣‬ش‪ - : ١‬وﻻ ﻥﺴﺐ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪.‬‬
‫‪ ٧٤‬ش‪ - : ١‬ﻟﻴﺰداد ؛ و ‪ / :‬ﻟﻴﺮاد‪.‬‬
‫‪ ٧٥‬ي‪ - : ١‬ﻣﻮﻻة‪.‬‬
‫‪ ٧٦‬و ‪ - :‬ﻗﺎل‪.‬‬
‫‪ ٧٦‬ي‪ - : ١‬و ﺗﺮك دیﻨﺎ‪.‬‬
‫‪ ٧٧‬ش‪" - : ١‬وان ﻣﺎت ﻣﻜﺎﺗﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻣﻦ ﺣﺮة وﻓﺎء ﻟﻤﻜﺎﺗﺒﺘﻪ اﻟﺦ" هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة یﻮﺟﺪ ﺑﺠﺎﻥﺐ اﻟﺼﻔﺤﺔ ﻟﻠﺘﺼﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫‪ ٧٨‬ش‪ / : ١‬ﺑﻜﻮن‪.‬‬
‫‪ ٧٩‬و ‪ - :‬اﻻم‪.‬‬
‫‪ ٨٠‬و ‪ / :‬اﻟﻤﻮاﻻة‪.‬‬
‫‪ ٨١‬ش‪ ، ١‬و ‪ / :‬اﻟﺤﺮة‪.‬‬
‫‪ ٨٢‬و ‪ / :‬اذا‪.‬‬
‫‪ ٨٣‬ش‪ - : ١‬ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫‪ ٨٤‬و ‪ - :‬هﺬا‪.‬‬
‫‪ ٨٥‬ش‪ - : ١‬ﺑﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻟﺤﺮة اﻻﺻﻠﻴﺔ‪.‬‬
‫‪ ٨٦‬ش‪ ، ١‬و ‪ / :‬ح ﺑﺪﻻ ﺣﻴﻨﺌﺬ‪.‬‬
‫‪ ٨٧‬و ‪ - :‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫‪146‬‬
‫هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻲ‪ ،‬و ﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ ان ﻡﺎهﻮ ﻇﺎهﺮﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ‪ ،‬وﻡﻄﻠﻖ یﺠﺐ ردﻩ اﻟﻰ ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ و‬
‫ﻡﻘﻴﺪ‪.‬‬
‫و ﻡﻨﻬﺎ؛ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ ﻡﺴﻌﻮد اﺏﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼﺮﻩ اﻟﻤﺸﺘﻬﺮ‬
‫‪٨٨‬‬
‫ﺏﺎﻟﻤﺴﻌﻮدى ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻﺡﺪ‪ ،‬ﻓﻠﻪ ان یﻮاﻟﻰ ﻡﻦ ﺷﺎء‪ ،‬اﻗﻮل؛ هﺬا‬
‫ایﻀﺎ‪ 5‬ﻇﺎهﺮﻓﻴﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ وﻡﻄﻠﻖ ﻓﻴﺠﺐ ردﻩ اﻟﻰ ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ وﻡﻘﻴﺪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ‪.‬‬
‫واﻡﺎ اﻟﻔﺼﻞ؛ ﻓﻔﻰ ایﺮاد ﻡﺎ یﺮوى و یﺮى‬
‫‪٨٩‬‬
‫ﻓﻰ اﻟﻈﺎهﺮ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻤﺎ ﻡﺮّﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻟﺒﺎهﺮ‬
‫وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻓﻰ اﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﺏﺎﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺪﻗﻴﻘﺔ‪.‬‬
‫ﻡﻨﻪ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻟﻮﻟﺪ وان ﻋﻠّﻖ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﺎن آﺎﻥﺖ اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او‬
‫ﻋﺎرﺿﻴﺔ یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ وﻻء‪ ،٩٠‬اﻡﺎ اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب او ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ،‬ﺛﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب‬
‫ن ﺡ ّﺮ‬
‫اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﺡﺮ ‪10‬‬
‫اﻻﺹﻞ ﻟﻢ یﺠﺮ‪ ٩١‬ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ‪ ،‬ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء‪.‬‬
‫اﻗﻮل؛ اﻟﻤﺘﺒﺎدر ﻡﻦ ﻇﺎهﺮﻩ‬
‫‪٩٢‬‬
‫ن اﻻم ان آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻡﻄﻠﻘﺎ ﺟﺎزان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ‬
‫اّ‬
‫وﻟﺪهﺎ اﻟﻮﻻء‪ ،‬وﻟﻴﺲ آﺬاﻟﻚ ﺏﻞ ﻡﺮادﻩ ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ هﻬﻨﺎ‬
‫‪٩٣‬‬
‫اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول‬
‫اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﺏﻘﺮیﻨﺔ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة ﻋﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ‪،‬‬
‫ﺛﻢ ﺟﻌ‪15‬ﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ ﻟﻠﻌﺎرﺿﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ‪.‬‬
‫ﻓﺼﻮرة آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب ﻡﺎ اذا آﺎن ﻓﻰ ﻥﺴﺐ اﻻب رﻗﻴﻖ واﻟﻮﻟﺪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او‬
‫ﻡﻤﻦ وﻟﺪت ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬وﺹﻮرة آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم ﻡﺎ اذا آﺎن اﻻب ﻥﺒﻄﻴﺎ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‪ ،‬ﺕﺰوّج‬
‫ن وﻻء اﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻻول ﻟﻘﻮم اﻻب اﺕﻔﺎﻗﺎ‪ ،‬وﻓﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻟﻘﻮم‬
‫ﺏﻤﻌﺘﻘﺔ اﻥﺴﺎن او ﻡﻦ‪ ٩٤‬وﻟﺪت ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ)‪/٤١٣‬أ( ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪.٩٥‬‬
‫‪ 20‬واﻡﺎ‬
‫‪٩٦‬‬
‫ﺡﺮ اﻻﺹﻞ و ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم‬
‫اﻻب‪ ،‬وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ و‬
‫‪٨٧‬‬
‫‪٨٩‬‬
‫‪٩٠‬‬
‫‪٩١‬‬
‫‪٩٢‬‬
‫‪٩٣‬‬
‫‪٩٤‬‬
‫‪٩٥‬‬
‫‪٩٦‬‬
‫‪٩٧‬‬
‫‪٩٧‬‬
‫‪٩٧‬‬
‫ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن‬
‫‪٩٨‬‬
‫ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻌﻠﻰ ‪٩٩‬وﺟﻬﻴﻦ‪،‬‬
‫ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬اﻟﻤﺸﻬﻮر‪.‬‬
‫ش‪ - : ١‬یﺮي ؛ و ‪ / :‬یﺮوي‪.‬‬
‫ش‪ + : ١‬ال‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬یﺠﺰ‪.‬‬
‫و ‪ / :‬اﻟﻈﺎهﺮ‪.‬‬
‫ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬هﻨﺎ‪.‬‬
‫و ‪ / :‬ﻣﻤﻦ ؛ ش‪ / : ٢‬ﻣﻦ ﻣﻦ‪.‬‬
‫و ‪ / :‬ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ" ؛ ش‪ / : ١‬رﺣﻤﻬﻤﺎ ؛ ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٢‬ﻟﻤﺎ‪.‬‬
‫ش‪ - : ١‬ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان آﺎن اﻻب ﺣﺮاﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺣﺮة اﻻﺻﻞ و‪.‬‬
‫ي‪ - : ١‬اﻻب‪.‬‬
‫‪147‬‬
‫ﻓﻤﺤﻤﻮل ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻟﻪ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪ ،‬ﻓﻜﺄﻥﻪ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ‬
‫‪١٠٠‬‬
‫اراد ﺏﻴﺎن‬
‫اﻻﺹﻄﻼح‪ ١٠١‬وﻗﺼﺪ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﺏﻴﻦ اﻟﺮوایﺎت واﻻﺹﻄﻼح‪.‬‬
‫وﻡﻨﻪ؛ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻲ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴﺔ وﻟﻮ ﺷﻬﺪا‬
‫‪١٠٢‬‬
‫ان اب اﻟﻤﺪﻋﻰ هﺬا اﻋﺘﻖ اب اﻟﻤﻴﺖ هﺬا‪،‬‬
‫وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ‪ ،١٠٣‬ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا‪ ،‬وهﻮاﻟﻤﺪﻋﻲ‪ ،‬ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ و ﺕﺮك اﺏﻨﻪ‬
‫وهﻮاﻟﻤﻴﺖ‪ ،‬وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ اﻡﺮأة ﺡﺮة ﻗﻀﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻠﻤﺪﻋﻰ‪ .‬اﻗﻮل؛ ﻡﺮادﻩ ایﻀﺎ ﺏﺎﻡﺮأة ﺡﺮة‬
‫‪5‬‬
‫اﻟﺤﺮیﺔ‪ ١٠٤‬اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻓﻼ یﺨﺎﻟﻒ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ‪.‬‬
‫واﻡﺎ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ؛ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺏﻌﺾ آﺘﺐ آﺘﺐ‪ ١٠٥‬ﻋﻠﻰ ﻇﻬﺮ ﺷﺮح اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﺼﻐﻴﺮ‬
‫ﻟﻠﻌﺘﺎﺏﻰ وایﺮاد ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺎﻥﻪ ﻗﻴﻞ ﻓﻴﻪ وﻟﻮ آﺎن اﺏﻮاﻩ ﻋﺮﺏﻴﻴﻦ ﻓﻼ وﻻء‬
‫ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‪ ،‬ﻻﻥﻪ ﻻ‬
‫‪١١٠‬‬
‫وآﺬﻟﻚ‬
‫‪10‬‬
‫یﺘﺒﻊ‬
‫‪١١١‬‬
‫ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ‬
‫‪١٠٧‬‬
‫اﺱﺘﺮﻗﺎق ﻋﻠﻴﻬﻢ‪ ،‬وآﺬا اذا آﺎن‬
‫‪١٠٨‬‬
‫‪١٠٦‬‬
‫ﻻﺡﺪ‪ ،‬ﻻن اﻟﻌﺮب‬
‫ﻥﺒﻄﻴﻴﻦ ﺡﺮیﻦ ﻡﻦ‬
‫‪١٠٩‬‬
‫اﻻﺹﻞ‬
‫اذا آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻻﻥﻪ‬
‫اﻻب‪ ،‬وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ او ﻥﺒﻄﻰ اﺱﻠﻢ و واﻟﻰ رﺟﻼ او آﺎﻥﺎ ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ‬
‫‪١١٢‬‬
‫ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب‪ ،‬ﻻن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ‬
‫‪١١٣‬‬
‫اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف‬
‫ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت‪.‬‬
‫ن ﺿ ّﻢ اﻟﻨﺒﻄﻰ اﻟﻰ اﻟﻌﺮب‬
‫اﻗﻮل؛ ﻓﻴﻪ ﺏﺤﺚ‪ ،‬اﻡﺎ اوﻻ ﻓﻼ ّ‬
‫‪١١٤‬‬
‫ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ وآﺬﻟﻚ اذا آﺎن‬
‫اﻻب‪15‬ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ ﻏﻴﺮ ﺹﺤﻴﺢ ﻟﻮﺟﻬﻴﻦ؛‬
‫اﻻول؛ اﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ‪ ،‬ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﺒﺴﻮط و ﻏﻴﺮﻩ؛ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ اﻥﺴﺎن‬
‫واﻻب ﺡﺮ ﻡﺴﻠﻢ ﻥﺒﻄﻰ ﻟﻢ یﻌﺘﻘﻪ اﺡﺪ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻲ اﻻم ﻓﻰ ﻗﻮل اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻪ‬
‫‪ ٩٩‬ش‪ + : ٢‬ال‪.‬‬
‫‪ ١٠٠‬و ‪ - :‬رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ؛ ش‪ : ١‬رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ"‪.‬‬
‫‪ ١٠١‬ش‪ / : ٢‬اﻟﺒﻴﺎن ﻟﻼﺻﻄﻼح‪.‬‬
‫‪ ١٠٢‬و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬ﺵﻬﺪ‪.‬‬
‫‪ ١٠٣‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﺑﻤﻠﻜﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٠٤‬ش‪ - : ١‬اﻟﺤﺮیﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٠٥‬ش‪ - : ١‬آﺘﺐ‪.‬‬
‫‪ ١٠٦‬ي‪ - : ١‬ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫‪ ١٠٧‬ش‪ - : ١‬ﻻ‪.‬‬
‫‪ ١٠٧‬و ‪ ،‬ش‪ / : ٢‬آﺎﻥﺎ‪.‬‬
‫‪ ١٠٩‬ش‪ - : ٢‬ﻣﻦ‪.‬‬
‫‪ ١١٠‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬آﺬا‪.‬‬
‫‪ ١١١‬و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬ﺗﺒﻊ‪.‬‬
‫‪ ١١٢‬و ‪ / :‬ﻓﺎن اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫‪ ١١٣‬و ‪ / :‬ﺗﺒﻊ‪.‬‬
‫‪ ١١٤‬و ‪ ،‬ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬اﻟﻌﺮﺑﻲ‪.‬‬
‫‪148‬‬
‫اﷲ‪ ،١٠٥‬وآﺬاﻟﻚ ان آﺎن اﻻب واﻟﻰ)‪/٤١٣‬ب( رﺟﻼ وﻋﻨﺪ اﺏﻰ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‬
‫‪١٠٦‬‬
‫ﻓﻰ‬
‫اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ؛ ﻻ یﻜﻮن ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم وﻟﻜﻨﻪ ﻡﺴﻨﻮب اﻟﻰ ﻗﻮم اﺏﻴﻪ‪.١٠٧‬‬
‫واﻟﺜﺎﻥﻰ؛ اﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺪرایﺔ‬
‫‪١٠٨‬‬
‫ن‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬وا ّ‬
‫ﻟﻤﺎﻋﺮﻓﺖ ا ّ‬
‫اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪ ،‬ﻓﺎﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﻡﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻬﺎ ﻓﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪،١٠٩‬‬
‫ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ وﻟﻴّﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻼ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء اﻻ ﻟﻪ‪.‬‬
‫وزواﻟﻪ ﺏﺎواﺱﻄﺔ‪ ،‬ﻻ یﻜﻮن ا ّ‬
‫‪5‬‬
‫ن ﻗﻮﻟﻪ؛ وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب‬
‫واﻡﺎ ﺛﺎﻥﻴﺎ؛ ﻓﻼ ّ‬
‫ﺏﺎﻃﻞ‪ ،‬ﻻﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ‪ ،‬اﻡّﺎ اوﻻ ﻓﻠﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ ﻡﻦ اﻟﺮوایﺎت اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ان اﻻم اذا‬
‫آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ ﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ ﻻیﻜﻮن ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ وﻻء ﻻﺡﺪ‪ ،‬واﻡّﺎ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻓﻠﻤﺎ‬
‫ﻋﺮﻓﺖ ﻡﺮادا ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬وان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻲ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪ ،‬وﻡﻤﻠﻮآﻴﺔ‬
‫‪١١٠‬‬
‫اﻻب‪10‬ﻻیﺴﺮى اﻟﻰ اﻻﺏﻦ‪ ،‬ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ ﻻﺱﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ آﻴﻒ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ‬
‫اﻟﻮﻟﺪ وﻻء‪ ،‬وﻟﻜﻮﻥﻪ‬
‫‪١١١‬‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ‪ ،‬یﻌﻠﻢ اﻥﻪ ﻻ اﺧﺘﻼف روایﺔ هﻬﻨﺎ ﻟﻴﻜﻮن ﻡﺎ ذآﺮﻓﻴﻪ ﻡﺤﻤﻮﻻ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺘﺪﺏﺮ واﺱﺘﻘﻢ‪.‬‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ﺏﺎﻃﻞ‪ ،١١٢‬ﻻﻥﻪ ﻟﻴﺲ ﻋﻠﻰ اﻃﻼﻗﻪ‪،‬‬
‫واﻡﺎ ﺛﺎﻟﺜﺎ؛ ﻓﻼن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻻ ّ‬
‫ﺏﻞ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ایﻀﺎ ﻡﻌﺘﻔﺔ ﻟﻴﺘﺤﻘّﻖ اﻟﻀﻌﻒ ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ یﺘﺮﺟّﺢ‬
‫‪١١٣‬‬
‫ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﺏﻜﻮن‬
‫‪١١٤‬‬
‫‪15‬ﻟﻪ‪ ،‬آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ‪.‬‬
‫اﻟﻨﺴﺐ‬
‫و اﻡﺎ راﺏﻌﺎ؛ ﻓﻼن اﻟﺤﺼﺮ اﻟﻤﺴﺘﻔﺎد ﻡﻦ ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ‬
‫واﻻب ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت‪ ،‬ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ ﻥﻘﻠﻨﺎ ﻡﻦ اﻟﻤﺴﺒﻮط ﻡﻦ آﻮن ﺧﻼف اﺏﻰ یﻮﺱﻒ ﻓﻰ اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ‬
‫وﻟﺒﻌﺾ ﺷﺮوح اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﻜﺒﻴﺮ‪ ،‬ﺡﻴﺚ ذآﺮ ﻓﻴﻪ؛ ﻟﻮ آﺎن اﻟﺮﺟﻞ ﻥﺒﻄﻴﺎ ﻓﺘﺰوج‬
‫‪١١٥‬‬
‫ﺏﻤﻮﻻة ﻟﻘﻮم‪،‬‬
‫وﻟﻠﺮﺟﻞ وﻻء ﻡﻮاﻻة او ﻟﻢ یﻜﻦ ﻟﻪ وﻻء ﻡﻮاﻻة‪ ،‬ﻓﺎﻟﻮاﻟﺪ ﺕﺎﺏﻊ ‪١١٦‬ﻟﻼم ﻓﻰ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻟﺔ ﻓﻰ ﻗﻮل‬
‫ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪ ،١١٧‬وﻗﺎل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‬
‫اﺏﻰ ‪20‬‬
‫‪١٠٥‬‬
‫‪١٠٦‬‬
‫‪١٠٧‬‬
‫‪١٠٧‬‬
‫‪١٠٩‬‬
‫‪١١٠‬‬
‫‪١١١‬‬
‫‪١١٢‬‬
‫‪١١٣‬‬
‫‪١١٤‬‬
‫‪١١٥‬‬
‫‪١١٦‬‬
‫‪١١٧‬‬
‫و ‪ ،‬ش‪ / : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ؛ ش‪ / : ١‬رﺣﻤﻬﻤﺎ‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ "‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬اﺑﻨﻪ‪.‬‬
‫ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﻟﻠﻬﺪایﺔ‪.‬‬
‫و ‪ - :‬ﻓﺎﻻم اذا آﺎﻥﺖ ﻣﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺗﺎﺑﻌﺎ ﻟﻬﺎ ﻓﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬ﻣﻤﻠﻮآﻪ‪.‬‬
‫و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬ﺑﻜﻮﻥﻪ‪.‬‬
‫و ‪ ،‬ش‪ / : ١‬ﺑﻂ‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬یﺮﺟﺢ‪.‬‬
‫و ‪ / :‬ﺵﻤﻮل ؛ ش‪ ، ١‬ش‪ / : ٢‬ﻟﻜﻮﻥﻪ‪.‬‬
‫ش‪ / : ١‬ﻓﺘﺮﺟﺢ ؛ ش‪ / : ٢‬ﻓﺘﺰج ) أﻇﻦ هﺬﻩ اﻟﻜﻠﻤﺔ ﻥﺎﻗﺼﺎ ﻓﻲ آﺘﺎﺑﺘﻪ(‪.‬‬
‫ش‪ - : ١‬ل‪.‬‬
‫و ‪ / :‬رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ" ؛ ش‪ - : ١‬ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ‪.‬‬
‫‪١١٨‬‬
‫یﻜﻮن ﺕﺒﻌﺎ ﻟﻼب‬
‫‪149‬‬
‫آﻤﺎ ﻗﻠﻨﺎ ﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻰ‪ ،‬وﻟﻠﻜﺎﻓﻰ وﻟﺸﺮوح‬
‫‪١١٩‬‬
‫اﻟﻬﺪایﺔ وﻟﻠﺰاد وﻟﺸﺮح)‪/٤١٤‬أ( اﻻﻗﻄﻊ ایﻀﺎ ﺡﻴﺚ‬
‫‪١٢٠‬‬
‫ﺹﺮﺡﻮا ﻓﻴﻬﺎ ﺏﺎﻟﺨﻼف ﻓﻰ اﻟﻔﺼﻠﻴﻦ‪ ،‬وﻟﻢ یﻮﺟﺪ هﺬا اﻟﺤﺼﺮ ﻓﻴﻬﺎ وﻻ ﻓﻰ ﻏﻴﺮهﺎ ﺱﻮى‬
‫هﺬا‬
‫اﻟﻜﺘﺎب‪ ،‬وﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﺧﺒﻴﺮ ﻡﻨﺼﻒ وﺏﺎﻟﺴﺪاد واﻻﺱﺘﻘﺎﻡﺔ ﻡﺘﺼﻒ ان آﻼﻡﺎ یﻜﻮن ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻠﺮوایﺔ واﻟﺪرایﺔ ﻡﺨﻔﻮﻓﺎ‬
‫‪١٢١‬‬
‫ﺏﻜﻼﻡﻴﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔﻴﻦ ﻟﻠﺪرایﺔ‬
‫‪١٢٢‬‬
‫واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺮیﺤﺔ‪ ،١٢٣‬آﻴﻒ‬
‫یﺼﺢ‪ ١٢٤5‬اﻻﺱﺘﺪﻻل ﺏﻪ واﻻﺱﺘﺸﻬﺎد واﻥﻰ یﺘﺄﺕﻰ ﺏﻪ اﻻﻋﺘﻀﺎد‪ ١٢٥‬واﻻﺱﺘﻤﺪاد‪.‬‬
‫ﻓﻘﺪ ﺕﻠﺨﺺ ﻡﻦ ﺡﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮﻥﺎ؛ ان اﻻﺏﻮیﻦ اذا آﺎﻥﺎ ﺡﺮیﻦ اﺹﻠﻴﻴﻦ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻓﻼ‬
‫وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬واذا آﺎﻥﺎ ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ او ﻓﻰ اﺹﻠﻬﻤﺎ ﻡﻌﺘﻖ ﻓﺎﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬واذا آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ‬
‫او ﻓﻰ اﺹﻠﻪ‬
‫‪١٢٦‬‬
‫ﻡﻌﺘﻖ واﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﺬﻟﻚ اﻟﻤﻌﻨﻰ ﺱﻮاء آﺎﻥﺖ ﻋﺮﺏﻴﺔ او ﻻ‪ ،‬ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ‬
‫اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬واذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ واﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﺏﺬﻟﻚ اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻓﺎن آﺎن ﻋﺮﺏﻴﺎ ﻓﻼ وﻻء‬
‫ﻰ ﻓﻌﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ و ﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪ ١٢٨‬یﻜﻮن‬
‫اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ١٢٧‬وان آﺎن ﻏﻴﺮﻋﺮﺏ ّ‬
‫ﻋﻠﻰ‪10‬‬
‫ﻟﻘﻮم اﻻم ﻋﻠﻴﻪ‪ ١٢٩‬وﻻء ﺧﻼﻓًﺎ ﻻﺏﻰ یﻮﺱﻒ رﺡﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪.١٣٠‬‬
‫هﺬا ﻡﺎ ﺕﻴﺴﺮﻟﻰ ﻓﻰ هﺬا اﻟﻤﺤﻞ‪ ،‬ﻡﻦ اﻟﺘﺪﻗﻴﻖ و اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‬
‫‪١٣١‬‬
‫ﺏﺎﻟﻤﻠﻚ اﻟﻮهﺎب‪ ،‬اﻟﻬﺎدي ﺿﻌﻔﺎء ﻋﺒﺎدﻩ اﻟﻰ ﺱﺒﻴﻞ اﻟﺼﻮاب‪ ،‬وﻗﺪ اﺕﻔﻖ‬
‫واﻟﺤﻞ ﻡﺴﺘﻄﻬﺮا ﻓﻰ ذﻟﻚ‬
‫‪١٣٢‬‬
‫اﻟﻔﺮاغ ﻋﻦ ﻥﻈﻤﻬﺎ ﻓﻲ‬
‫ﺱﻠﻚ اﻟﺘﺤﺮیﺮ‪ ،‬وﺕﺼﻮیﺮهﺎ‪ ١٣٣‬ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ اﻟﺘﺼﻮیﺮ‪ ،‬ﺏﺎﻟﻄﻒ‪ ١٣٤‬ﺕﻘﺮیﺮ)‪/٤١٤‬ب(‪.‬‬
‫‪15‬‬
‫‪ ١١٧‬و ‪ / :‬رح ؛ ش‪ ، ١‬ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ١١٩‬و ‪ / :‬ﺵﺮح‪.‬‬
‫‪ ١٢٠‬ش‪ / : ١‬ﺑﻐﻴﺮﻩ‪.‬‬
‫‪ ١٢١‬و‪ + :‬ﺑﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٢٢‬و ‪ ،‬ش‪ + : ٢‬اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ؛ ش‪ + : ١‬اﻟﺼﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫‪ ١٢٣‬ش‪ / : ١‬اﻟﺼﺮیﺢ‪.‬‬
‫‪ ١٢٤‬و ‪ / :‬یﺼﻠﺢ‪.‬‬
‫‪ ١٢٥‬ش‪ / : ١‬اﻻﻋﺘﻘﺎد‪.‬‬
‫‪ ١٢٦‬و ‪ - :‬اﺻﻠﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٢٧‬و ‪ - :‬اﻻم‪.‬‬
‫‪ ١٢٧‬ش‪ - : ١‬اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٢٩‬ش‪ - : ٢‬ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٣٠‬ش‪ ، ١‬ش‪ - : ٢‬رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ و ‪ / :‬رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺣﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ "‪.‬‬
‫‪ ١٣١‬ش‪ ، ١‬ش‪ - : ٢‬اﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‪.‬‬
‫‪ ١٣٢‬ش‪ / : ١‬ایﻘﻦ‪.‬‬
‫‪ ١٣٣‬ش‪ / : ٢‬ﺗﺼﻮرهﺎ‪.‬‬
‫‪ ١٣٤‬و ‪ / :‬ﺑﻠﻄﻒ‪.‬‬
‫‪150‬‬
‫‪III. MOLLA GÜRÂNÎ’NİN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ‬‬
‫﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻟﻤﻮﻟﻲ آﻮراﻥﻰ رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾‬
‫}ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{‬
‫‪ 5‬اﻟﺤﻤ ﺪ ﷲ اﻟ ﺬى ﻡ ﻦ اراد ﺏ ﻪ ﺧﻴ ﺮا ﻓﻘﻬ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪیﻦ‪ ،‬ووﻓﻘ ﻪ ﺱ ﻠﻮك ﺱ ﻨﻦ اﺉﻤ ﺔ اﻟﺮاﺷ ﺪیﻦ‪،‬‬
‫واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﻦ ﺡ ﺎز ﻗﺼ ﺐ اﻟﺴ ﺒﻖ ﻓ ﻰ ﻡﻀ ﻤﺎر اﻟﺘﺤﻘﻴ ﻖ‪ ،‬وﺱ ﺎر ﺟ ﻮاد ﻓﻜ ﺮﻩ ﻋﻠ ﻰ ﻡﺠ ﺮى‬
‫اﻟﺘﺪﻗﻴﻖ‪ ،١‬وﻋﻠﻰ ﻡﻦ اﻗﺘﻔﻰ اﺛﺮﻩ ﻡﻤﻦ ﻟﻨﺎ ﻥﻈﻢ‪ ٢‬ﻡﻦ ﻓﺮاﺉﺪ دررﻩ ﻏﺮرﻩ‪.‬‬
‫‪٣‬ﻓﻘﺪ وﻗﻔﻨﺎ‪ ٤‬ﻋﻠ ﻰ رﺱ ﺎﻟﺔ اﻥﺸ ﺄهﺎ ‪٥‬ﺏﻌ ﺾ اﻟﻔﻀ ﻼء ﻓ ﻰ ﻡﺴ ﺌﻠﺔ اﻻرث ﺏ ﺎﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻥﺴ ﺐ ﻓﻴﻬ ﺎ‬
‫ﻋﻠﻤﺎء اﻟﺰﻡﺎن اﻟﻰ اﻟﻀﻼل ﻋﻦ ﻥﻬﺞ اﻟﺤﻖ‪ ،‬وزﻋﻢ اﻥﻪ ﺱﺒﻖ اﻟﻜﻞ آﻞ اﻟﺴﺒﻖ‪ ،‬وﻟ ﻢ ی ﺪر أﻥ ﻪ ﻓ ﻰ ﻓﻴ ﺎ‬
‫اﻟﺘﺨﻴﻞ ﺕﺎﻩٍ‪ ،‬وﻓﻰ آﻞ ﻡﺎ ﺱﻄﺮﻩ ﺱﺎ ٍﻩ وﻻﻩٍ‪ ،‬ﻓﻨﺒﺾ ﻡﻨ ﺎ اذ ﺕﺄﻡّﻠﻨﺎه ﺎ ﻋ ﺮق اﻟﺤﻤﻴ ﺔ ﺏﺤﻤﺎی ﺔ اﻟ ﺪیﻦ‪،‬‬
‫ﻓﻰ ‪10‬‬
‫وآﺸﻒ اﻟﻈﻼم ﻋﻦ ﻋﺰة اﻟﺼﺒﺢ اﻟﻤﺒﻴﻦ‪ ،‬ﺏﻘﻮاﻃﻊ اﻟﺮوایﺔ‪ ،‬وﺱﻮاﻃﻊ اﻟﺪرایﺔ‪ ،‬ﺏﺤﻴﺚ یﻈﻬﺮ اﻟﺸ ﻤﺲ‬
‫ﻟﺪى اﻟﻌﻴﻨﻴﻦ‪ ،‬وﻻ یﺒﻘﻰ ﻓﻰ اﻟﺒﻴﻦ ﻡﺠﺎل اﻟﻘﻮﻟﻴﻦ‪ ،‬هﺬا و ﻥﺸﻴﺮ اﻟﻲ ﻡﺎ وﻗﻊ ﻡﻨﻪ ﻗﺒﻞ ﺷﺮوﻋﻪ‪.‬‬
‫ﻓﻴﻤﺎ هﻮ ﺏﺼﺪدﻩ‪ ،‬ﻡﻦ ذﻟﻚ اﻥﻪ ﻗﺎل؛ ﻡﻠﻮك هﺬﻩ اﻟﻤﻤﻠﻜﺔ ﻓﺎﻗﻮا ﺱﺎﺉﺮاﻟﻤﻠﻮك ﺏﺎﺱﻘﺎﻃﻬﻢ ﻓ ﺮض‬
‫اﻟﺠﻬﺎد ﻋﻦ ﺱﺎﺉﺮ اﻟﻤﻠﻮك‪ .‬هﺬا آﻼﻡﻪ‪ ٦‬وﻡﻊ آﻮﻥﻪ ﺹﺎدرا ﻋﻨﻪ ریﺎء ﺏﺎﻃﻞ ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ‪ .‬اذ ﻗﻴ ﺎم ﻃﺎﺉﻔ ﺔ‬
‫ﺏﺎﻟﺠﻬﺎد ﻓﻰ ﻗﻄﺮ ﻻیﺴﻘﻂ ﻋﻦ ﻡﻦ ﻓﻰ ﺱﺎﺉﺮ اﻻﻗﻄﺎر‪ .‬واﻥﻤﺎ وه ﻢ ﻡ ﻦ ﻗ ﻮل ﻋﻠﻤ ﺎء اﻻﺹ ﻮل ﻓ ﺮض‬
‫‪15‬‬
‫اﻟﻜﻔﺎیﺔ واﺟﺐ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻞ ویﺴ ﻘﻂ ﺏﻔﻌ ﻞ اﻟ ﺒﻌﺾ‪ .‬واﻥﻤ ﺎ ﻗ ﺎﻟﻮا؛ ه ﺬا رد‪‬ا ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﻦ ﻗ ﺎل؛ اﻥ ﻪ واﺟ ﺐ‬
‫ﻋﻠﻰ واﺡﺪ ﻻ ﺏﻌﻴﻨﻪ‪ .‬و ارادوا ﺏﺎﻟﻜﻞ اﻟﺬیﻦ یﺘﺼ ﻮّر ﻡ ﻨﻬﻢ اﻟﻘﻴ ﺎم ﺏ ﻪ آ ﺎﻟﺠﻮاب ﻟﻠﺴ ﻼم‪ ،‬ﻓﺎﻥ ﻪ واﺟ ﺐ‬
‫ﻋﻠﻰ آ ﻞ ﻡ ﻦ آ ﺎن ﺡﺎﺿ ﺮا ﻻ ﻋﻠ ﻰ آ ﻞ ﻡ ﻦ ﻓ ﻰ اﻟ ﺪﻥﻴﺎ‪ ،‬وﻗ ﺲ ﻋﻠﻴ ﻪ ﻏﺴ ﻞ اﻟﻤﻴ ﺖ واﻟﺼ ﻼة ﻋﻠﻴ ﻪ‬
‫ودﻓﻨﻪ‪ ،‬وﻡﻦ ذﻟﻚ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻡﻌﺘﺮﺿﺎ‪ ٧‬ﻋﻠﻰ اﻟﻘﻮم اآﺘﻘﻮا ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة واﻟﺴﻤﺎع‪ ،‬وﻟ ﻢ‬
‫یﻘﻔﻮا‪20‬ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻲ‪ ٨‬ذﻟﻚ ﻡﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔ ﺔ اﻟﺠﻤﻬ ﻮر ﺏ ﻞ اﻻﺟﻤ ﺎع‪ .‬وه ﺬا اﻟ ﺬى ﻗﺎﻟ ﻪ ﻡ ﻊ رآﺎآ ﺔ ﻟﻔﻈ ﻪ‪ ،‬اذ‬
‫ﺡﻖ اﻟﻌﺒﺎرة ان یﻘﻮل اآﺘﻘﻮا ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻌﺘﻖ ﺏﺎﻻﺷﺘﻬﺎر واﻟﺘﺴﺎﻡﻊ‪ ،‬ﺧﻄﺎء ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ‪.‬‬
‫‪ ١‬ن‪ / : ١‬اﻟﺪﻗﻴﻖ‪.‬‬
‫‪ ٢‬س‪ - : ١‬ﻥﻈﻢ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ف‪ - : ١‬و ﺑﻌﺪ‪.‬‬
‫‪ ٤‬ش‪ / : ٣‬وﻓﻘﻨﺎ‪.‬‬
‫‪ ٥‬س‪ + : ١‬ﻥﻈﻢ‪.‬‬
‫‪ ٦‬س‪ / : ١‬اﻟﻜﻼم‪.‬‬
‫‪ ٧‬س‪ / : ١‬ﻣﻘﺮﺽﺎ‪.‬‬
‫‪ ٨‬س‪ - : ١‬ﻓﻲ‪.‬‬
‫‪151‬‬
‫ﻗ ﺎل اﻻﺱﺘﺮوﺷ ﻰ‪ ٩‬واﻟﻌﻤ ﺎدى ذآ ﺮ ﺷ ﻤﺲ اﻻﺉﻤ ﺔ ان اﻟﺸ ﻬﺎدة ﻋﻠ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ ﻡﺨﺘﻠ ﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ‪،‬‬
‫وآﺬا اﻟﻮﻻء ﻓﺎیﻦ اﻻﺟﻤﺎع ﺏﻞ ای ﻦ اﻟﺠﻤﻬ ﻮر‪ ،‬وﻡ ﻦ ذﻟ ﻚ اﻥ ﻪ ﻗ ﺎل ﻡﺸ ﻴﺮا‪ ١٠‬اﻟ ﻰ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ اﻟﺘ ﻰ ه ﻮ‬
‫ﺏﺼﺪدهﺎ ﻡﻌﺘﺮﺿﺎ ﻋﻠﻰ اﻟﻘﻮم ﺟﻌﻠﻮا ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪ ١١‬ﻡﻄﻌﻢ اﻟﻨﻈﺮ‪ ،‬وﻟﻢ یﺪروا ﻡ ﺎ ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ﻡ ﻦ‬
‫اﻟﻀﺮر‪.‬‬
‫‪ 5‬وهﺬا ﺹﺮیﺢ ﻓﻰ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻓﻰ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء هﻮ اﻟﻤﻬ ﻢ اﻟﻤﻌﺘﺒ ﺮ‪ ،‬وه ﺬا ﻡﺨ ﺎﻟﻒ‬
‫ﻻ ﻋﻨ ﺪ اﻟﻀ ﺮورة‪ ،‬آﻤ ﺎ ﺱ ﻨﺤﻘﻘﻪ اذا‬
‫ﻟﻠﺤ ﺪیﺚ واﺟﻤ ﺎع اﻟﻔﻘﻬ ﺎء ﻋﻠ ﻰ ان ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم یﺮاﻋ ﻰ ﻓﻴﻬ ﺎ ا ّ‬
‫ﺷﺮﻋﻨﺎ ﻓﻰ ﺕﺤﺮیﺮ اﻟﻤﺴﺌﻠﺔ ان ﺷﺎء اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ‪ .‬وهﺬا أوان اﻟﺸﺮوع ﻓﻰ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ وﻥﺤ ﺮر اوﻻ ﻡﺤ ﻞ‬
‫‪١٢‬اﻟﻨﺰاع ‪ ،‬ﺛﻢ ﻥﺬآﺮ ﻡﺎ ﻋﻮّل ﻋﻠﻴﻪ ﻓﻰ زﻋﻤﻪ ‪ ،‬ﺛﻢ ﻥﻘﺪّم‪ ١٣‬ﻡﻘﺪﻡﺎت ﻻ یﺨﺎﻟﻒ ﻓﻴﻬ ﺎ اﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻌﻘ ﻼء‬
‫ﻓﻀﻼ ﻋﻦ اﻟﻌﻠﻤﺎء‪.‬‬
‫‪ 10‬زﻋ ﻢ ه ﺬا اﻟﻔﺎﺿ ﻞ اذا آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺄن ﻟ ﻢ یﻤﺴ ﻬﺎ وﻻء اﺡ ﺪ اﺹ ﻮﻟﻬﺎ رق ﻻ‬
‫وﻻء ﻋﻠﻲ وﻟ ﺪهﺎ‪ ،‬وان آ ﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ واﻟ ﺬى ﻋ ﻮل ﻋﻠﻴ ﻪ ﻓ ﻰ ذﻟ ﻚ اﻡ ﻮر‪ ،‬اﺡ ﺪهﺎ؛ ان‪ ١٤‬اﻟ ﻮﻻء‬
‫ﻻ ﻡﻦ‬
‫ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‪ ،‬ﻻﻥ ﻪ ﺱ ﺒﺒﻪ‪ ،‬و زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻓ ﺮع ﺛﺒﻮﺕ ﻪ‪ ،‬وﻻ ﺛﺒ ﻮت ﻡﻠ ﻚ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ا ّ‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻡ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ‪ .‬واذا آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺄن ﻟ ﻢ یﻤﺴ ﻬﺎ‬
‫ﻃﺮف اﻻم‪ .‬ﻻ ّ‬
‫ن ﺱﺒﺒﻪ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪.‬‬
‫وﻻء اﺡﺪ اﺹﻮﻟﻬﺎ اﻟﺮق وﻻ ﻡﻠﻚ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻦ ﻃﺮف اﻻم‪ ، ١٥‬ﻓﻼ وﻻء ﻻ ّ‬
‫‪ 15‬وﻟﻤّﺎ ﺕﻮﺟّﻪ ﻋﻠﻴﻪ ان اﻟﻌﻠﻤﺎء ذآﺮوا ﻓ ﻰ ﺱ ﺒﺒﻪ‪ ١٦‬اﻟ ﻮﻻء ‪ ،‬ان اﻻم وإن آﺎﻥ ﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ‬
‫اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ‪ ،‬ﻗﺪّم ﻡﻘﺪﻡﺔ ان ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻋﻨﺪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻋﻠﻰ ﻗﺴﻤﻴﻦ؛‬
‫اﺡﺪهﻤﺎ؛ أن ﻻ یﻤﺴﻬﺎ وﻻء اﺡﺪ أﺹﻮﻟﻬﺎ اﻟﺮق‪ .‬واﻵﺧ ﺮ؛ ان یﻜ ﻮن اﻟﻌﺘ ﻖ ﻃﺎری ﺎ ﻋﻠﻴ ﻪ او‬
‫ﻋﻠ ﻰ اﺡ ﺪ اﺹ ﻮﻟﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺤﻴ ﺚ أﺛﺒﺘ ﻮا اﻟ ﻮﻻء ﻡ ﻊ ﺡﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻞ أرادوا اﻟﻘﺴ ﻢ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ‪ ،‬أﻋﻨ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ‬
‫اﻟﻄﺎرى هﺬا اﻟﺬى ذآﺮﻥﺎﻩ ﻡﺪار ﻗﻮﻟﻪ‪.‬‬
‫‪ 20‬وﻥﺤ ﻦ ﻥﻘ ﻮل اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻰ ﺛﺒ ﻮت اﻟ ﻮﻻء ﺡ ﺪیﺜﺎن ﻻ ﻏﻴ ﺮ‪ .‬اﻻول؛ ﻗﻮﻟ ﻪ ﺹ ﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴ ﻪ‬
‫وﺱ ﻠﻢ‪" :١٧‬اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ اﻋﺘ ﻖ"‪ ،‬ﻗﺎﻟ ﻪ ﻋﻨ ﺪ أﺷ ﺘﺮاء أم اﻟﻤ ﺆﻡﻨﻴﻦ ﻋﺎﺉﺸ ﺔ رﺿ ﻰ اﷲ ﻋﻨﻬ ﺎ‪ ١٨‬وﻋ ﻦ‬
‫‪ ٩‬ش‪ ، ٣‬ن‪ / : ١‬اﻻﺱﺘﺮوﺵﻨﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٠‬س‪ - : ١‬ﻣﺸﻴﺮا‪.‬‬
‫‪ ١١‬ش‪ ، ٣‬س‪ ، ١‬ن‪ / : ١‬اﻻب‪.‬‬
‫‪ ١٢‬ن‪ - : ١‬ال‪.‬‬
‫‪ ١٣‬ش‪ / : ٣‬ﻥﻘﻞ‪.‬‬
‫‪ ١٤‬ف‪ - : ١‬ﺑﻨﺎء ) وﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ ﻓﻲ ﺻﻔﺤﻴﻬﺎ ﺑﺼﻮرة اﻟﻬﺎﻣﺶ(‪.‬‬
‫‪ ١٥‬س‪ ، ١‬ش‪ / : ٣‬اﻻب‪.‬‬
‫‪ ١٦‬ش‪ / : ٣‬ﻣﺴﺌﻠﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٧‬ن‪ : ١‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺻﻠﻰ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺱﻠﻢ "‪.‬‬
‫‪ ١٧‬ن‪ : ١‬رح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " رﺽﻰ اﷲ ﻋﻨﻬﺎ "‪.‬‬
‫‪152‬‬
‫اﻟﺼﺪیﻖ اﻻآﺒﺮ ﺏﺮیﺮة‪ ،‬وﻗﺪ ﺷﺮط ﻡﻦ ﺏﺎﻋﻬﺎ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻪ‪ ،‬رواﻩ ﻡﺴﻠﻢ واﻟﺒﺨﺎرى‪ .‬واﻟﺤﺪیﺚ‬
‫اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻗﻮﻟﻪ "اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ" رواﻩ أﺏﻦ اﻷﺛﻴﺮﻓﻲ اﻟﻨﻬﺎیﺔ و ﻏﻴﺮﻩ‪.‬‬
‫ن ﻡﻦ ﻓﻰ ﻡ ﻦ اﻋﺘ ﻖ ﻋ ﺎم ﻓ ﻰ آ ﻞ ﻡﻌﺘ ﻖ‪،‬‬
‫اﻡﺎ‪ ١٩‬اﻟﺤﺪیﺚ اﻻول؛ ﻓﺄﺕﻔﻖ اهﻞ اﻟﺤﺪیﺚ ﻋﻠﻰ ا ّ‬
‫وه ﻮ ﻡ ﻦ ﻋﻤ ﻮم اﻟﻤﺠ ﺎز‪ ،‬اذ ﻻ یﺸ ﺘﺮط ﻡﺒﺎﺷ ﺮة اﻻﻋﺘ ﺎق ‪٢٠‬اﻥﺴ ﺎﻥﺎ یﺴ ﺮى اﺛﺮاﻟ ﻮﻻء‪ ،‬اى اﻻرت‬
‫ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻓ ﻰ ذری ﺔ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻡﻬﻤ ﺎ ﺱ ﻔﻠﻮا‪ ،‬آﻤ ﺎ اﻥ ﻪ یﺴ ﺮى‪ ٢١‬اﻟﻮراﺛﻴ ﺔ‪ ٢٢‬ﻓ ﻰ ﻋﺼ ﺒﺎت اﻟﻤﻌﺘ ﻖ آﻴ ﻒ‬
‫‪5‬‬
‫آﺎﻥﻮا أﺹﻮﻻ وﻓﺮوﻋﺎ او ﻓﻰ اﻟﺤﻮاﺷﻲ‪ ،‬وﻋﻠﻰ ه ﺬا اﻃﺒ ﺎق اﻟﻔﻘﻬ ﺎء ﻡ ﻦ ﺱ ﺎﺉﺮاﻟﻤﺬاهﺐ ﻡﻌﻠ ﻮم ﻋﻨ ﺪ‬
‫ن اﺧﺬ اﻻرث ﺷﺮط ان ﻻ یﻜﻮن اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ‪.‬‬
‫آﻞ اﺡﺪ‪ ،‬وﻟﻢ یﺸﺘﺮط اﺡﺪ ا ّ‬
‫واﻟﺤﺪیﺚ اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬ﻗﺎل ﻓﻰ ﻥﻬﺎیﺔ اﻟﺤﺪیﺚ‪ ٢٣‬وﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ‪ ،‬اﻋﻨ ﻰ‬
‫ن اﻥﺘﺸ ﺎراﻟﻮﻻء ﻓ ﻰ اﻻﺹ ﻮل واﻟﻔ ﺮوع یﺸ ﺒﻪ اﻥﺘﺸ ﺎر اﻟﻨﺴ ﺐ و اﺧﺘﻼﻃ ﻪ‪ ،‬ﺡﺘ ﻰ‬
‫اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ ا ّ‬
‫ن اﻟﻜ ﻼم ﻡ ﻦ‬
‫‪10‬آﺎﻟﺸﻲء اﻟﻮاﺡﺪ ﻡﻦ ﺷﺪة اﻟﻤﺨﺎﻟﻄﺔ آﺎﻟﺜﻮب اﻟﻤﻨﺴ ﻮج ﻡ ﻦ اﻟﺴ ﺪى واﻟﻠﺤﻤ ﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫یﺼﻴﺮ‬
‫اﻻﺱﺘﻌﺎرة اﻟﻤﻜﻨﻴﺔ‪ ،‬ﻗﺎل اﺏﻦ اﻻﺛﻴﺮ و روى آﻠﺤﻤﺔ اﻟﺜﻮب‪ ،‬وهﺬا ﺕﺸﺒﻴﻪ‪ ٢٤‬ﻻ اﺱﺘﻌﺎرة‪ ،‬وﻗﺎل ی ﺮوى‬
‫ﻻ ان اﻟﺤ ﺪیﺚ وه ﻮ ﻗﻮﻟ ﻪ‬
‫ﻓ ﺘﺢ اﻻم وﺿ ﻤﺘﻪ‪ ،‬وآ ﺎن اﻟﻘﻴ ﺎس ان یﻜ ﻮن اﻟﻨﺴ ﺎء ایﻀ ﺎ ﻡﺸ ﺎرآﺎت ا ّ‬
‫ﻻ ﻡ ﺎ اﻋ ﺘﻘﻦ او اﻋﺘ ﻖ ﻡ ﻦ‪ ٢٦‬اﻋ ﺘﻘﻦ او آ ﺎﺕﺒﻴﻦ او آﺎﺕ ﺐ ﻡ ﻦ‬
‫)ﻋ ﻢ(‪٢٥‬؛ "ﻟ ﻴﺲ ﻟﻠﻨﺴ ﺎء ﻡ ﻦ اﻟ ﻮﻻء ا ّ‬
‫آ ﺎﺕﺒﻴﻦ او د ّﺏ ﺮن او د ّﺏ ﺮ ﻡ ﻦ د ّﺏ ﺮن او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻡﻌ ﺘﻘﻬﻦ او ﻡﻌﺘ ﻖ ﻡﻌ ﺘﻘﻬﻦ‪ ."٢٧‬ﻗ ﺎل اﻟﻤﺮﺕﻀ ﻰ‬
‫ﻻ أﻥ ﻪ ﺕﺄ ّآ ﺪ ﺏﻤ ﺎ روى ﻋ ﻦ‬
‫اﻟﻤﺤﻘ‪15‬ﻖ ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﻔ ﺮایﺾ ه ﺬا اﻟﺤ ﺪیﺚ وان آ ﺎن ﻓﻴ ﻪ ﺷ ﺬوذ ا ّ‬
‫آﺒﺎراﻟﺼﺤﺎﺏﺔ ﻓﺼﺎر آﺎﻟﻤﺸﻬﻮر‪.‬‬
‫ﺨﻌِﻰ وهﻮ اﻟﻤﺮوى ﻋﻦ‬
‫ﺷ َﺮ ْیﺤًﺎ واﻟ َﻨ َ‬
‫ن اﺏﻦ ﻡﺴﻌﻮد و ُ‬
‫ﻓﺈن ﻗﻠﺖَ؛ روى ﺏﻌﺾ ﺷﺮّاح اﻟﻬﺪایﺔ ا ّ‬
‫اﺏﻦ یﻮﺱﻒ ﻗﺎﻟﻮا؛ أن ﺡﻜﻢ اﻟ ﻮﻻء ﺡﻜ ﻢ اﻟﻤﻴ ﺮاث‪ ،‬ﻗﻠ ﺖُ؛ ﻟﻌﻠ ﻪ ﻟ ﻢ یﺒﻠ ﻎ اﻟﺤ ﺪیﺚ ه ﺆﻻء‪ ،‬ﻟﻜ ﻦ اﻟ ﺬى‬
‫رواﻩ اﻟﻤﺮﺕﻀﻰ اﻟﻤﺤﻘﻖ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻔﺮایﺾ أ ّ‬
‫ن ﻡﺬهﺐ اﺏ ﻦ‪ ٢٨‬ﻡﺴ ﻌﻮد ﻡﻮاﻓ ﻖ ﻟﻬ ﺬا اﻟﺤ ﺪیﺚ وﻟﻌﻠ ﻪ‬
‫أﻃﻠﻊ‪20‬ﻋﻠﻰ اﻟﺤﺪیﺚ ﺏﻌﺪ ذﻟﻚ‪.‬‬
‫‪ ١٩‬ن‪ + : ١‬اﻻول‪.‬‬
‫‪ ٢٠‬ف‪ - : ١‬ﺑﻞ اذا اﻋﺘﻖ‪.‬‬
‫‪ ٢١‬ن‪ / : ١‬ﺗﺴﺮي‪.‬‬
‫‪ ٢٢‬ن‪ / : ١‬اﻟﻮراﺙﺔ‪.‬‬
‫‪ ٢٣‬ن‪ / : ١‬اﻻﺙﻴﺮ‪.‬‬
‫‪ ٢٤‬ش‪ + : ٣‬ﻏﻴﺮ‪.‬‬
‫‪ ٢٥‬س‪ / : ١‬ﺻﻠﻌﻢ ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ و ﺱﻠﻢ" ؛ ش‪ / : ٣‬ﺻﻠﻲ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ و ﺱﻠﻢ‪.‬‬
‫‪ ٢٦‬س‪ / : ١‬ﻟﻤﻦ‪.‬‬
‫‪ ٢٧‬ن‪ - : ١‬او آﺎﺗﺐ ﻣﻦ آﺎﺗﺒﻴﻦ او دﺑّﺮن او دﺑّﺮ ﻣﻦ دﺑّﺮن او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ او ﻣﻌﺘﻖ ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ ؛ س‪ ، ١‬ش‪ - : ٣‬او ﺟ ّﺮ وﻻء ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ‬
‫او ﻣﻌﺘﻖ ﻣﻌﺘﻘﻬﻦ‪.‬‬
‫‪ ٢٧‬س‪ - : ١‬اﺑﻦ‪.‬‬
‫‪153‬‬
‫واذا ﺕﻘﺮرهﺬا ﻥﺸﺮع ﻓﻰ ﺏﻄ ﻼن ﻡ ﺎ اﺱ ﺘﺪل ﺏ ﻪ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ اﻟ ﻮﻻء ﺱ ﺒﺐ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻡﺴ ﻠّﻢ‪ ،‬إذ‬
‫ﻡﻊ اﻟﺮق ﻻ یﻌﻘﻞ اﻟﻮﻻء‪ .‬وﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ واﻟ ﺮق ﻡﺴ ﻠّﻢ‪ ،‬وآ ﺬا ﻗﻮﻟ ﻪ؛ وﻻ ﻡﻠ ﻚ‬
‫ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﺴﻠﻢ‪ ،‬ﻗﻮﻟﻪ؛ واذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻡﻠ ﻚ ﻓ ﻼ یﺘﺼ ﻮر زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‬
‫ق ﻓ ﻼ یﺘﺼ ﻮّر ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ وﻻء‪،‬‬
‫اﻻ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﺴﻠّﻢ‪ ،‬و ﻗﻮﻟﻪ؛ و اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ﱞ‬
‫هﺬﻩ ‪5‬اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻏﻴﺮ ﻻزﻡﺔ ﻟﻤﺎ ﺕﻘﺪﻡﻬﺎ وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻠ ﺰوم‪ ،‬یﺘﻮﻗ ﻒ ﻋﻠ ﻰ ﻡﻌﺮﻓ ﺔ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻐ ﺔ وﺷ ﺮﻋﺎ‪،‬‬
‫اﻡّﺎ ﻟﻐﺔ؛ ﻓﻬﻮ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﻘﺮب ﻡﺼﺪر )وﻟﻰ( ‪ ،‬واﻡﺎ ﺷﺮﻋﺎ؛ ﻗﺎل ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﺷ ﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ وآ ﺬا‬
‫ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ وﺷ ﺮح اﻟﻨ ﺎﻓﻊ؛ اﻟ ﻮﻻء ﺷ ﺮﻋﺎ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ‪ ،‬و اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث و اﻟﻌﻘ ﻞ‪،‬‬
‫هﻤﺎ ﺏﺎﻟﺮﺟﺎل دون اﻟﻨﺴﺎء‪ .‬وایﻀﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ "ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ" ی ﺪل ﻋﻠ ﻰ اﻻﺧﺘﺼ ﺎص ﺏﺎﻟﺮﺟ ﺎل‪،‬‬
‫ﻻ آ ﺬا‬
‫ن اﻟﻨﺴ ﺐ اﻥﻤ ﺎ یﻜ ﻮن اﻟ ﻰ اﻵﺏ ﺎء‪ ،‬واﻥﻤ ﺎ یﻨﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟ ﻰ اﻻم اذا آ ﺎن اﻻب ﺡ ﺮّا ﻟ ﻴﺲ ا ّ‬
‫ﻻّ‬
‫‪ 10‬اﻟﺤﺼﺮ ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ واﻟﻜﺎﻓﻰ‪ ،‬ﻓﺎذا زال اﻟﺮق ﻋﻦ اﻻب اﻥﻘﻄﻊ اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟ ﻰ اﻻم ﺱ ﻮاء آﺎﻥ ﺖ‬
‫ﺏﺼﻴﻐﺔ‬
‫ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ ﺏ ﻼ ﺧ ﻼف آﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻼﻋﻨ ﺔ‪ .‬اذا آ ﺬب اﻟﻤﻼﻋ ﻦ ﻥﻔﺴ ﻪ اﻥﻘﻄ ﻊ اﻟﻨﺴ ﺒﺔ اﻟ ﻰ‬
‫اﻻم ﻓﺼﺎر ﻡﻨﺴﻮﺏﺎ اﻟﻰ اﻻب‪.‬‬
‫ﻓﻨﻘ ﻮل؛ اﻟ ﻮﻻء ﺱ ﺒﺐ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‪ .‬وه ﻮ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ ﺷ ﺮﻋﺎ‪ .‬وﻻ ﺕﻨﺎﺹ ﺮ ﻡ ﻦ‬
‫ﻃ ﺮف اﻟﻨﺴ ﺎء‪ .‬واﺕﻔﻘ ﻮا ﻋﻠ ﻰ ان اﻻرث واﻟﻌﻘ ﻞ ﻡﻌﻠ ﻮﻻ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ و اﻟﻨﺴ ﺒﺔ‪ ،‬وهﻤ ﺎ ﻡ ﻦ ﺧ ﻮاص‬
‫ن زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻟ ﻪ دﺧ ﻞ ﻓ ﻲ‬
‫ﺎل‪ .‬ﻓ ﻼ دﺧ ﻞ ﺏﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻲ اﻻم و ﻋ ﺪﻡﻬﺎ ﻓ ﻰ ذﻟ ﻚ‪ .‬وﻻ أ ّ‬
‫اﻟﺮﺟ‪15‬‬
‫اﻻرث‪ ،‬ﺏﻞ هﻮ ﺱﺒﺐ ﻟﻠﻮﻻء اﻟﺬى هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﺷﺮﻋﺎ‪ .‬وهﻮ ﻋﻠﺔ اﻻرث واﻟﻌﻘﻞ‪.‬‬
‫ى ﻋﻼﻗ ٍﺔ ﺏﻴﻨﻬﻢ وﺏﻴﻨﻪ ﺡﺘ ﻰ اﺱ ﺘﺤﻘﻮا‬
‫ﻓﺈن ﻗﻠﺖَ؛ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب ﻟﻴﺲ ﻟﻬﻢ ﻡﻠﻚ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫‪٢٩‬‬
‫ن اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮﻋﻠﺔ اﻻرث ﻻ وﺟ ﻪ‬
‫ن اﻟﻮﻻء ﺷﺮﻋﺎ هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹ ﺮ‪ ،‬وا ّ‬
‫اﻻرث‪ ،٣٠‬ﻗﻠﺖُ؛ ‪٣١‬ﻡﺎ اﺷﺮﻥﺎ اﻟﻰ ا ّ‬
‫ن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕ ﺎﺏﻊ ﻟﻬ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ‪ ،‬وﻻ ﻡﻠ ﻚ ﻋﻠﻴ ﻪ‬
‫ﻟﻠﺴﺆال‪ ،‬و یﺮد اﻟﻨﻘﺾ ایﻀﺎ ﺏﺎﻟﺤﺮیﺔ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ن هﺬا آﻤﺎ یﻘﻮل اهﻞ اﻟﻤﻨﻄﻖ )أ( ﻋﻠ ﺔ ﻟ ﺐ‬
‫‪ 20‬اﻻب‪ ،‬وﻟﻬﻢ وﻻء ﺏﺎﻋﺘﺮاف اﻟﺨﺼﻢ واﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‪ ،‬إ ّ‬
‫ﻟﻤﻮاﻟﻰ‬
‫و)ب( ﻋﻠﺔ ﻟﺞ ﻓﻼ ﻋﻠﻴّﺔ ﺏﻴﻦ )ا( و)ج( ‪ ،‬وﻻ ﺕﺄﺛﻴﺮ وان آﺎﻥﺖ‪ ٣٢‬ﻋﻠﺔ ﻟﻌﻠﺘ ﻪ‪ ،‬ﻓﻜ ﺬا هﻨ ﺎ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‬
‫ﻋﻠﺔ ﻟﻠﻮﻻء اﻟﺬى هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ‪ ،‬وهﻮ ﻋﻠﺔ اﻻرث واﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻﺏﺎء‪.‬‬
‫ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ وﻡﺜﻠﻪ ﻓﻰ اﻟﻜﺎﻓﻰ ﻓ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﺤ ﺮة؛ اﻟﻮﻟ ﺪ ﺟ ﺰء ﻡ ﻦ اﺟﺰاﺉﻬ ﺎ‪،‬‬
‫ﻓﻴﻨﻔﺼﻞ ﻡﻨﻬﺎ ﺡﺮا ‪ ،‬ﺛ ﻢ اﻟ ﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬واﻟﻮﻟ ﺪ یﻨﺴ ﺐ اﻟ ﻰ اﺏﻴ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬ﻓﻜ ﺬﻟﻚ ﻓ ﻰ اﻟ ﻮﻻء‬
‫‪٢٩‬‬
‫‪٣٠‬‬
‫‪٣١‬‬
‫‪٣٢‬‬
‫ن‪ / : ١‬اﺱﺘﺤﻖ‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ / : ٣‬ارﺙﻪ‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ + : ٣‬ﺑﻌﺪ‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ن‪ / : ١‬آﺎن‪.‬‬
‫‪154‬‬
‫یﻨﺘﺴﺐ اﻟﻰ ﻡﻦ یﻨﺘﺴﺐ اﻟﻴﻪ اﺏﻮﻩ‪ ،‬واﻻب ﺏﻌ ﺪ اﻟﻌﺘ ﻖ یﻨﺘﺴ ﺐ ﺏ ﺎﻟﻮﻻء اﻟ ﻰ ﻡﻌﺘﻘ ﻪ‪ ،‬ﻓﻜ ﺬﻟﻚ اﻻﺏ ﻦ ﻓﻠ ﻢ‬
‫یﻔﺮﻗﻮا ﺏﻴﻦ اﻟﺤﺮة اﺹﺎﻟﺔ وﻏﻴﺮهﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺪ ﻃﻠﻌﺖ اﻟﺸﻤﺲ ﻟﺪى اﻟﻌﻴﻨﻴﻦ واﺿﻤﺤﻞ آﻞ ﻡﺎ یﺨﻴﻠﻪ‪.‬‬
‫واﻟﻌﺠﺐ؛ اﻥﻪ ﻥﻘﻞ ﻋﻦ ﺏﻌﺾ ﺷﺮوح اﻟﺠﺎﻡﻊ‪ ٣٣‬اﻟﺼﻐﻴﺮاﻥﻪ ﻗ ﺎل؛ اذا آ ﺎن اﻻﺏ ﻮان ﻋ ﺮﺏﻴﻴﻦ‬
‫ن اﻟﻌ ﺮب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ‪ ،‬وان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘ ﻖ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ‬
‫ﻻ وﻻء ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻻﺡ ﺪ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻡﻮﻟﻰ‪ 5‬ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬هﺬﻩ ﻋﺒﺎرة‪ ٣٤‬اﻟﺸﺮح‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﻗﺎل؛ هﺬا آﻼم ﺏﺎﻃ ﻞ ﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺘ ﻪ اﻟﺪرای ﺔ واﻟﺮوای ﺔ اﻟﺼ ﺤﻴﺤﺔ‪ ،‬ا ّﻡ ﺎ درایﺘ ﻪ ﻓﺘﻠ ﻚ اﻻوه ﺎم‬
‫اﻟﺘﻰ ﻇﻬﺮﺏﻄﻼﻥﻬﺎ‪ ،‬واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻡﺎ ﻥﻘﻞ‪ ٣٥‬ﻡﻦ اﻟﺒﺪایﻊ؛ ان وﻟﺪ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ‬
‫اﻻب ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬وهﻮ آﺘﺎب آﺎﻟﻌﺘﻘﺎء‪ .‬وﻟﻮ ﺱﻠّﻢ وﺟﻮد ﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ آﺎﻥ ﺖ روای ﺔ ﺷ ﺎذة ﻻ یﻌﺘ ﺪ ﺏﻬ ﺎ‪ ،‬وﻟﻔ ﻆ‬
‫اﻟﺒﺪایﻊ یﺪل ﻋﻠﻰ ان وﺿﻊ ه ﺬا اﻟﻜﺘ ﺎب ﻟﻠﻤﺴ ﺎﺉﻞ اﻟﻐﺮیﺒ ﺔ آ ﺎﻟﻨﻮادر‪ ،‬وﻡ ﻦ اﻟﻘﻮاﻋ ﺪ اﻟﺘ ﻰ ﻻ ﺧ ﻼف‬
‫ﻓﻴﻬﺎ ان‬
‫‪ 10‬اﻟﺮوایﺔ اذا‪ ٣٦‬ﻓﻰ اﻟﻤﺨﺘﺼﺮات ﺕﻘ ﺪّم ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻄ ﻮّﻻت اذا ﺧ ﺎﻟﻒ ‪ ،‬ویﻘ ﺪم‪ ٣٧‬روای ﺔ اﻟﻤﺘ ﻮن‬
‫ﻋﻠﻰ اﻟﺸﺮوح‪ ،‬واﻟﺸﺮوح ﻋﻠﻲ اﻟﻔﺘﺎوى‪ ،‬ﺛﻢ اﻟﻔﺘﻮى ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪار ﻡﺆﻟّﻔﻬﺎ یﻘﺪّم‪ ٣٨‬ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻋﻠﻰ ﺏﻌﺾ‪.‬‬
‫وآﺎن ﻗﺪ ﻗﺪم ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ان ﻡﻄﻠﻖ اﻟﺮوایﺔ‪ ٣٩‬ﻡﺤﻤ ﻮل ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻘﻴ ﺪة‪ ،‬ﻓﻜ ﺎن اﻟﻮاﺟ ﺐ ﻋﻠﻴ ﻪ‬
‫ان یﺤﻤ ﻞ ﻡﻄﻠﻘ ﺎت اﻟﺮوای ﺎت ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻘﻴ ﺪة ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ‪ ٤٠‬اﻟﺼ ﻐﻴﺮ‪ ،‬وﻻ یﺨﺘ ﺮع اﺹ ﻄﻼﺡﺎ‬
‫ﺢ ﻡﻦ آﻞ ﻗﺪح ﻡﻌﺎرض یﻨﻘ ﻞ اﻟﺠ ﺎﻡﻊ‬
‫ﻋﻠﻰ ان ﺡﺮ‪٤١‬اﻻﺹﻞ ﻗﺴﻤﺎن او یﺘﻮﻗﻒ ﻓﺈن اﻟﺒﺪایﻊ ﻟﻮ ﺹ ّ‬
‫‪٤٢‬‬
‫ى دﻟﻴﻞ دل ﻋﻠﻰ ﺏﻄﻼن هﺬا و ﺹﺤﺘﻪ ذﻟﻚ‪.‬‬
‫اﻟﺼﻐﻴﺮ ﻓﺄ ّ‬
‫‪15‬‬
‫واﻋﺠﺐ ﻡﻦ هﺬا اﻥﻪ ﻥﻘﻞ ﻋﺒﺎرة اﻟﻤﻨﻴﺔ وهﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ وان ﻋّﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺎن آﺎﻥ ﺖ‬
‫اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ اوﻋﺎرﺿﻴﺔ یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء‪ ،‬اﻡّﺎ ﻟﻘﻮم اﻻب واﻡّﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪ ،‬ﻓ ﺎن آ ﺎن‬
‫ن‬
‫اﻻب ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻼ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب وآ ﺬا ان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻼ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪ .‬ﻻ ّ‬
‫ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻟﻢ یﺠﺰﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ‪ ،‬ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء هﺬﻩ ﻋﺒﺎرة آﻤﺎ ﻥﻘﻠﻬﺎ‪ .‬ﺛﻢ ﻗﺎل؛ اﻟﺤﺮة اﻻﺹ ﻴﻠﺔ هﻬﻨ ﺎ‬
‫ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪ ،‬واﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺏﺪﻟﻴﻞ؛ اﻥﻪ ﺟﻌ ﻞ‬
‫‪20‬‬
‫اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟﺪ ﻡﻦ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺡﺮاﻻﺹﻞ‪ ،‬ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡ ﻦ اﻟﺤ ﻖ‪ .‬ه ﺬا آﻼﻡ ﻪ ﻓ ﻰ‬
‫ن‬
‫ﺕﻮﺟﻴﻪ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ‪ ،‬وأﻥﺎ أﻗﻮل ﻡﺎ اﻟﻴﻖ ﺏﻬﺬا ان یﻘﺎل؛ ﺡﻔﻄﺖ ﺷ ﻴﺌﺎ وﻏﺎﺏ ﺖ ﻋﻨ ﻚ اﺷ ﻴﺎء‪ ،‬اﻡ ﺎ اوﻻ ﻓ ﻼ ّ‬
‫‪٣٣‬‬
‫‪٣٤‬‬
‫‪٣٥‬‬
‫‪٣٦‬‬
‫‪٣٧‬‬
‫‪٣٧‬‬
‫‪٣٩‬‬
‫‪٤٠‬‬
‫‪٤١‬‬
‫‪٤٢‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ - : ٣‬ال‪.‬‬
‫ف‪ - : ١‬ذﻟﻚ‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ / : ٣‬یﻨﻘﻞ‪.‬‬
‫ف‪ - : ١‬آﺎﻥﺖ‪.‬‬
‫س‪ / : ١‬ﻟﻘﺪم‪.‬‬
‫س‪ / : ١‬یﻘﺪم‪.‬‬
‫ن‪ / : ١‬اﻟﺮوایﺎت‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ - : ٣‬ال‪.‬‬
‫ن‪ / : ١‬اﻟﺤﺮة‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ - : ٣‬ال‪.‬‬
‫‪155‬‬
‫اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻴﻠﺔ هﻨﺎ ﻡﺬآﻮرة ﻓﻲ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﻡﺬآﻮرﺕﺎن ﻡﻌﺎ‪ ،‬ﻓﺎذا ﺡﻤﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹ ﻠﻴﺔ‬
‫ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ ﻓﻤﺎ ﻡﻌﻨﻲ ذآﺮ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ ﺏﻌﺪهﺎ او آﻴﻒ ﺕﺼﺢ‪ ٤٢‬ﻗﻮل اﻟﻤﻨﻴﺔ ﻓﻰ اﻟﺘﻌﻠﻴ ﻞ ﻟﻘﻮﻟ ﻪ؛ ﻻ وﻻء‬
‫ﻟﻘﻮم اﻻم اذا آﺎﻥﺖ اﺹﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‪ ٤٣‬ﻟﻢ یﺠﺰ‪ ٤٤‬ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ﻓﻼ وﻻء‪.‬‬
‫ن اﻟﻮﻟ ﺪ وان ﻋّﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺄن‬
‫وإﻥﻤﺎ اوﻗﻌﻪ ﻓﻰ هﺬﻩ اﻟﻮرﻃﺔ إﻥﻪ ﻓﻬﻢ ﻡﻦ ﻗﻮل اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ أ ّ‬
‫ﺕﻮﻟّﺪ ‪5‬ﻡﻦ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿﻴﺔ‪ ،‬ان اﻟﻤﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ اﻟﺤﺮة‪ ٤٥‬اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ یﻄﻠﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﺡﺮاﻻﺹﻞ‪ ،‬وﻟﻢ‬
‫ن ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻡﻦ ﻟﻢ‬
‫یﺪر ان ﻡﻌﻨﻰ ذﻟﻚ‪ ،‬ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻡﻪ وﻟﻢ یﻤﺴﻪ رقّ‪ ،‬ﺏﺪﻟﻴﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﺏﻌﺪﻩ ﻡﻦ ا ّ‬
‫یﺠﺮﻋﺘﻖ‪.٤٦‬‬
‫واﻟ ﺬى ﺏﻘﻄ ﻊ داب ﺷ ﺒﻬﺘﻪ‪ ٤٧‬ﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ اﻟﺒ ﺰازى ﻓ ﻰ اﻟﺤ ﺎدى ﻋﺸ ﺮ ﻓ ﻰ دﻋ ﻮي اﻟ ﺮق‬
‫واﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬ﻟ ﻮ ادّﻋ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﺛ ﻢ ادّﻋ ﻰ اﻟﻌﺘ ﻖ اﻟﻌ ﺎرض یﻘﺒ ﻞ‪ ،‬وﻻ یﻤﻨ ﻊ اﻟﺘﻨ ﺎﻗﺾ ﺹ ﺤﺔ‬
‫اﻟﺪﻋﻮى‪ ،‬وﻻ ﺷﻚ ان اﻟﺘﻨﺎﻗﺾ اﻥﻤﺎ یﺘﺼﻮّر اذا آﺎن ﻡﻌﻨﻰ اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ واﺡﺪا‪ ،‬وأﻇﻬ ﺮ‪ ٤٨‬ﻡﻨ ﻪ‬
‫‪10‬‬
‫ن اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﻻ یﺸ ﺘﺮط ﻓﻴﻬ ﺎ اﻟ ﺪﻋﻮى ﺏ ﻼ ﺧ ﻼف ﻋﻨ ﺪ‬
‫ﻡﺎ ﻓﺮّﻋﻪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻋﻠﻰ هﺬﻩ اﻟﻘﺎﻋﺪة؛ أ ّ‬
‫اﻻﻡﺎم ویﺸﺘﺮط ﻓﻰ اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ‪.‬‬
‫ي ﻓﺎﺉﺪة ﻟﻪ‬
‫ﺛﻢ ﺏﻌﺪ اﻟﻠﺘﻴّﺎ‪ ٤٩‬واﻟﺘﻰ ﻟﻮ ﺱﻠّﻢ ان اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ یﻘﺎل ﻋﻨﺪ اﻟﻔﻘﻬﺎء ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ﻓ ﻰ ه ﺬا‪ ،‬أ ّﻡ ﺎ ﻋﻘ ﻼ ﻓﺄﻥ ﻪ ﺟﻌ ﻞ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‪ ،‬وﻗ ﺪ ﺏﻴّﻨ ﺎ ﻓﺴ ﺎدﻩ ﺏ ﺎن زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻋﻠ ﺔ‬
‫اﻟﻮﻻء‪،‬‬
‫‪ 15‬واﻟﻮﻻء ﺷﺮﻋﺎ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺘﻨﺎﺡﺮ‪ ،‬واﻟﺘﻨﺎﺡﺮ‪ ٥٠‬ه ﻮ ﻋﻠ ﺔ اﻻرث و اﻟﻌﻘ ﻞ ﺏﺎﻃﺒ ﺎق اﻟﻔﻘﻬ ﺎء‪،‬‬
‫وﻥﻘﻠﻨﺎ ﻋﻦ اﻟﻬﺪایﺔ‪٥١‬؛ ان اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻨﺴﻮب اﻟﻰ اﺏﻴﻪ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬ﻓ ﻮﻻؤﻩ ﻟﻤ ﻦ آ ﺎن وﻻء‬
‫اﺏﻴﻪ ﻟ ﻪ‪ ،٥٢‬وﻻیﻼﺡ ﻆ ﻡﻠ ﻚ ﻡ ﻮاﻟﻰ اﻻب ﻋﻠ ﻰ اﻻﺏ ﻦ ﺱ ﻮاء آﺎﻥ ﺖ أﻡ ﻪ ﺡ ﺮة ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ او اﺹ ﻠﻴﺔ‪،‬‬
‫ى وﺟﻪ‪.‬‬
‫اﻥﻌﻘﺪ اﻟﻮﻟﺪ ﺡﺮّا او‪ ٥٣‬ﺡﺮّر ﺏﻌﺪ اﻟﻮﻻء‪ ٥٤‬ﻋﻠﻰ ا ّ‬
‫‪ ٤٢‬ن‪ / : ١‬یﺼﺢ‪.‬‬
‫‪ ٤٣‬ن‪ + : ١‬ﻣﻦ‪.‬‬
‫‪ ٤٤‬ن‪ / : ١‬یﺠﺮ‪.‬‬
‫‪ ٤٥‬ن‪ - : ١‬ال‪.‬‬
‫‪ ٤٦‬ن‪ / : ١‬رق‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬س‪ - : ١‬داﺑﺮ ﺵﺒﻬﺘﻪ‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬س‪ / : ١‬ﻇﻬﺮ‪.‬‬
‫‪ ٤٩‬س‪ / : ١‬اﻟﻠﺘﺒﺎ ؛ ش‪ / : ٣‬اﻟﻠﻴﺘﺎ‪.‬‬
‫‪ ٥٠‬ن‪ - : ١‬واﻟﺘﻨﺎﺣﺮ‪.‬‬
‫‪ ٥١‬س‪ ، ١‬ش‪ / : ٣‬اﻟﻨﻬﺎیﺔ‪.‬‬
‫‪ ٥٢‬س‪ - : ١‬ﻟﻪ‪.‬‬
‫‪ ٥٣‬ن‪ / : ١‬و‪.‬‬
‫‪ ٥٤‬س‪ / : ١‬اﻟﻮﻻد‪.‬‬
‫‪156‬‬
‫آﺎن ﻻ یﺨ ﺎﻟﻒ ﻓ ﻰ ه ﺬا اﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ارﺏ ﺎب اﻟﻤ ﺬاهﺐ ﻡ ﻦ ﻋﻬ ﺪ اﻟﺼ ﺤﺎﺏﺔ اﻟ ﻰ یﻮﻡﻨ ﺎ ه ﺬا‪،٥٥‬‬
‫وﻡﻮﺿ ﻊ اﻟﺒﺴ ﻂ ﻓ ﻰ ه ﺬﻩ اﻟﻤﺴ ﺌﻠﺔ ﻋﻠ ﻢ اﻟﻔ ﺮایﺾ‪ ،‬وﻟ ﻢ یﻘ ﻞ اﺡ ﺪ ﻡ ّﻤ ﻦ ﺹ ﻨّﻒ ﻓ ﻰ ﻋﻠ ﻢ اﻟﻔ ﺮایﺾ‬
‫وﺏﺴﻂ اﻟﻐﻮر‪ ٥٦‬ﻓﻰ ﺷﺮایﻂ اﻟﻮﻻء واﺡﻜﺎﻡ ﻪ وﺕﻔﺎریﻘ ﻪ‪ ،‬ان ﺷ ﺮﻃﻪ ان ﻻ یﻜ ﻮن اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻠﻴﺔ‬
‫ﺠﻬ ﺎ‪ ٥٨‬اﻻﺱ ﻤﺎع ‪،‬‬
‫ﻻ یﻈﻔﺮﺏ ﻪ ﻓ ﻰ زﺏ ﺮ اﻻوﻟ ﻴﻦ‪ ،‬وﻟ ﻪ اﻟﻔ ﺎظ ﺁﺧ ﺮ رآﻴﻜ ﺔ وﻡﻌ ﺎن ﻋﻘﻴﻘ ﺔ ﻻ‪٥٧‬یﻤ ّ‬
‫وﺕﻨﻔﺮﻋﻨ ﻪ‪ ٥٩‬اﻟﻄﺒ ﺎع اﻋﺮﺿ ﻨﺎ‪ ٦٠‬ﻋﻨﻬ ﺎ‪ ،‬واﻟﺒﻌ ﺮة‪ ٦١‬دﻟ ﺖ‪ ٦٢‬ﻋﻠ ﻰ اﻟﺒﻌﻴ ﺮ‪ ،‬واﷲ ﺏﻌ ﺎدﻩ ﺧﺒﻴ ﺮ ﺏﺼ ﻴﺮ‬
‫‪5‬‬
‫وﻥﻌﻮذ ﺏﺎﷲ ﻡﻦ ﺷﺮود اﻥﻔﺴﻨﺎ وﻡﻦ ﺱﻴﺌﺎت اﻋﻤﺎﻟﻨ ﺎ واﻟﺤﻤ ﺪ ﻟ ﻪ‪ ٦٣‬اوﻻ وﺁﺧ ﺮا و اﻟﺼ ﻼة ﻋﻠ ﻲ ﺧﻴ ﺮ‬
‫ﺧﻠﻘﻪ ﻟﻠﺜﻮاب ذاﺧﺮا‪)٦٤‬ﺕﻢ(‪.‬‬
‫‪٥٥‬‬
‫‪٥٦‬‬
‫‪٥٧‬‬
‫‪٥٨‬‬
‫‪٥٩‬‬
‫‪٦٠‬‬
‫‪٦١‬‬
‫‪٦٢‬‬
‫‪٦٣‬‬
‫‪٦٤‬‬
‫س‪ ، ١‬ش‪ - : ٣‬هﺬا‪.‬‬
‫س‪ : ١‬اﻟﻌﻮر ؛ ش‪ / : ٣‬اﻟﻘﻮل‪.‬‬
‫ف‪ + : ١‬ﻻ‪.‬‬
‫س‪ / : ١‬ﺗﻤﺠﻬﺎ‪.‬‬
‫س‪ ،١‬ش‪ / : ٣‬ﻣﻨﻬﺎ ؛ ن‪ / : ١‬ﻋﻨﻬﺎ ‪.‬‬
‫س‪ / : ١‬اﻋﺮﺽﺎ‪.‬‬
‫ن‪ / : ١‬اﻟﺒﻘﺮة‪.‬‬
‫ن‪ / : ١‬ﺗﺪل‪.‬‬
‫س‪ ، ١‬ن‪ / : ١‬ﷲ‪.‬‬
‫س‪ / : ١‬و ﺁﺧﺮا‪.‬‬
‫‪157‬‬
‫‪REDDİYE‬‬
‫‪YAZDIĞI‬‬
‫‪GÜRÂNÎ’YE‬‬
‫‪MOLLA‬‬
‫‪HÜSREV’İN‬‬
‫‪MOLLA‬‬
‫‪IV.‬‬
‫‪RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ‬‬
‫﴿رﺱﺎﻟﺔ ردیﺔ ﻟﻤﻮﻻﻥﺎ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺧﺴﺮو رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾‬
‫}ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{‬
‫‪5‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﺱﻨﻦ اﺉﻤﺔ اﻟﺮاﺷﺪیﻦ‪ ،‬هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ وهﻮ ﺧﻄﺎء واﻟﺼﻮاب اﻻﺉﻤﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻓﻰ آﻞ ﻡﺎ ﺱﻄﺮﻩ ﺱﺎﻩ وﻻﻩ‪ ،‬آﻞ ذﻟﻚ ﻡﻦ ﺹﻔﺎت ﻥﻔﺴﻪ آﻤﺎ ﺱﻴﻈﻬﺮان ﺷﺎء اﷲ‬
‫ﺕﻌﻠﻰ‪ ،‬ﺏﺤﻴﺚ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ اﺡﺪ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ اذ ﻗﻴﺎم ﻃﺎﺉﻔﺔ‪ ،‬ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ‪ ،‬ﻥﺎش ﻋﻦ ﻋﺪم اﻟﻌﺜﻮر ﻋﻠﻰ آﻼم اﻟﻔﻘﻬﺎء‪ ،‬ﻗﺎل ﻓﻰ‬
‫اﻟﻬﺪایﺔ؛ اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻔﺎیﺔ اذا اﻗﺎم ﺏﻪ ﻓﺮیﻖ ﻡﻦ اﻟﻨﺎس ﺱﻘﻂ ﻋﻦ اﻟﺒﺎﻗﻴﻦ‪ ،‬ﺛﻢ ﻗﺎل؛ واذا ﻟﻢ‬
‫‪10‬‬
‫یﻘﻢ ﺏﻪ اﺡﺪا ﺛﻢ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻨﺎس ﺏﺘﺮآﻪ وﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛ ﻻﻥﻪ اﻥﻤﺎ ﺱﻘﻂ اﻟﻔﺮض ﻋﻦ اﻟﻜﻞ ﻟﺤﺼﻮل‬
‫اﻟﻜﻔﺎیﺔ ﺏﺎﻟﺒﻌﺾ‪ ،‬واذا ﻟﻢ یﺤﺼﻞ هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﺕﻌﻴّﻦ اﻟﻔﺮض ﻋﻠﻰ اﻟﻨﺎس‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻥﻤﺎ َوهْﻢ‪ ١‬ﻋﺪة‪ ،‬وهﻤﺎ ﺧﻴﺎل ﺏﺎﻃﻞ‪ ،‬ﻡﻀﻤﺤﻞ ﻡﺜﻞ ﻇﻞ زاﺉﻞ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وارادوا ﺏﺎﻟﻜﻞ‪ ،‬ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ ﻋﻠﻤﺎء اﻻﺹﻮل ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻥﻬﻢ ﻻ یﺨﺎﻟﻔﻮن اﻟﻔﻘﻬﺎء‪،‬‬
‫واﻟﻔﻘﻬﺎء اﻥﻤﺎ ذآﺮوا هﺬا اﻟﻘﻴﺪ ﻓﻴﻤﺎ اذا آﺎن اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض ﻋﻴﻦ اذا ﺡﺼﻞ اﻟﻨﻔﻴﺮ‪ ،‬ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛‬
‫‪15‬‬
‫اﻥﻤﺎ یﺼﻴﺮ ﻓﺮض ﻋﻴﻦ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ یﻘﺮب ﻡﻦ اﻟﻌﺪو‪ ،‬وهﻢ یﻘﺪرون ﻋﻠﻰ اﻟﺠﻬﺎد‪ ،‬ﻓﺎﻡّﺎ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ‬
‫وراﺉﻬﻢ ﺏﺒﻌﺪ ﻡﻦ اﻟﻌﺪو ﻓﻬﻮ ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﺡﺘﻰ یﺴﻌﻬﻢ ﺕﺮآﻪ اذا ﻟﻢ یﺤﺘﺞ اﻟﻴﻬﻢ‪ ،‬ﻓﺎذا اﺡﺘﻴﺞ اﻟﻴﻬﻢ‬
‫ﺏﺎن ﻋﺠﺰ ﻡﻦ آﺎن یﻘﺮب ﻡﻦ اﻟﻌﺪو ﻡﻦ اﻟﻤﻘﺎوﻡﺔ ﻡﻊ اﻟﻌﺪو او ﻟﻢ یﻌﺠﺰوا اﻻ اﻥﻬﻢ ﺕﻜﺎﺱﻠﻮا وﻟﻢ‬
‫یﺠﺎهﺪوا‪ ،‬ﻓﺎﻥﻪ یﻔﺘﺮض ﻋﻠﻰ ﻡﻦ یﻠﻴﻬﻢ ﻓﺮض ﻋﻴﻦ آﺎﻟﺼﻮم و اﻟﺼﻼة ‪ ،‬ﻻ یﺴﻌﻬﻢ ﺕﺮآﻪ ﺛﻢ وﺛﻢ‬
‫‪ 20‬یﻔﺘﺮض ﻋﻠﻲ ﺟﻤﻴﻊ اهﻞ اﻻﺱﻼم ﺷﺮﻗﺎ وﻏﺮﺏﺎ ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﺘﺪرج‪.‬‬
‫اﻟﻲ ان‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎﻥﻪ واﺟﺐ ﻋﻠﻰ آﻞ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺎﺿﺮا‪ ،‬آﺎﻥﻪ ﺕﻮهّﻢ ﻡﻦ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ آﺼﻠﻮة‬
‫اﻟﺠﻨﺎزة و ر ّد اﻟﺴﻼم‪ ،‬إن اﻟﺠﻬﺎد ﻡﺜﻠﻬﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺨﺼﻮص‪ ،‬وهﻮ ﺏﺎﻃﻞ‪ ،‬ﺏﻞ اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ‪ ٢‬ﻟﻴﺲ‪ ٣‬اﻻ ﻓﻰ‬
‫ن اﻟﺠﻬﺎد ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﻋﻠﻰ آﺎﻓﺔ اﻟﻨﺎس آﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ‪ ،‬واﻡّﺎ‬
‫ﻡﺠﺮد آﻮن آﻞ ﻡﻨﻬﺎ‪ ٤‬ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫‪ ١‬س‪ + : ٣‬ﺑﻴﺖ‪.‬‬
‫‪ ٢‬س‪ - : ٢‬ﺑﻞ اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ن‪ - :٢‬ﻟﻴﺲ‪.‬‬
‫‪ ٤‬ن‪ / : ٢‬ﻣﻨﻬﻤﺎ‪.‬‬
‫‪158‬‬
‫اﻟﺼﻠﻮة‪ ٥‬اﻟﺠﻨﺎزة ﻓﻬﻮ‪ ٦‬ﻓﺮض آﻔﺎیﺔ ﻋﻠﻰ اهﻞ اﻟﺒﻠﺪة و ر ّد اﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ اهﻞ اﻟﻤﺠﻠﺲ آﻤﺎ هﻮ‬
‫اﻟﻤﺴﻄﻮر ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة واﻟﺴﻤﺎع‪ ،‬هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ‪ ،‬وﻗﺪ ﻏﻴّﺮاﻟﻌﺒﺎرة ﺏﻤﺎ ﻻﻡﻌﻨﻰ ﻟﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻥﻬﺎ‬
‫ﻓﻰ اﻻﺹﻞ هﻜﺬا ﻋﻠﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻻﺱﺘﻬﺎر واﻟﺘﺴﺎﻡﻊ‪ ،٧‬و ﻻ رآﺎآﺔ ﻓﻰ ﻟﻔﻆ اﻟﻤﻐﻴّﺮ‪ ،٨‬ﺏﻞ ﻓﻰ ﻓﻬﻢ‬
‫ن ذآﺮ ﻟﻔﻆ ﻋﻠﻰ ﻡﻜﺎن اﻟﺒﺎء ﻟﺘﻀﻤﻴﻦ اﻻآﺘﻔﺎء ﻡﻌﻨﻰ اﻻﻗﺘﺼﺎر‪ ،‬ﺛﻢ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء‬
‫اﻟﻤﻐﻴ‪ّ5‬ﺮ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫یﺴﺘﻌﻤﻠﻮن اﻟﺴﻤﺎع ﻡﻘﺎم اﻟﺘﺴﺎﻡﻊ‪ ،‬ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ ذآﺮ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻓﻰ ﻓﺘﺎواﻩ؛ اﻥﻪ اﻥﻤّﺎ یﺠﻮز‬
‫ن اﻟﻨﺴﺐ‬
‫اﻟﺸﻬﺎدة ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻮت ﺏﺎﻟﺴﻤﺎع اذا آﺎن ﻡﻌﺮوﻓﺎ‪ ،‬وﻗﺎل ﺕﺎج اﻟﺸﺮیﻌﺔ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪایﺔ؛ ﻻ ّ‬
‫ﻡﻤﺎ یﺜﺒﺖ‪ ٩‬ﺏﺎﻟﺴﻤﺎع واﻟﺸﻬﺮة‪ ،‬واﻥﻤﺎ اﺧﺘﻴﺮاﻟﺴﻤﺎع ﻋﻠﻰ اﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻟﺘﻮاﻓﻖ‪ ١٠‬اﻻﺟﻤﺎع‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﺧﻄﺎء ﻓﻰ ﻥﻔﺴﻪ‪ ،‬ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺧﺶ ﻡﻨﺸﺎؤﻩ اﻟﺠﻬﻞ ﺏﺎﻟﻠﻐﺔ وﻋﺪم اﻟﻌﺜﻮرﻋﻠﻰ آﻼم اﻻﺉﻤﺔ‪،‬‬
‫اﻻول؛ ﻡﻌﻈﻢ اﻟﻘﻮم‪ ١١‬وهﻮ ﻻیﻨﺎﻓﻰ اﻻ اﻻﺧﺘﻼف‪ ،‬واﻡّﺎ اﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻓﻠﻤﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ ذآﺮاﻟﺸﻴﺦ‬
‫اﻡّﺎ ‪10‬‬
‫‪١٢‬‬
‫اﻻﻡﺎم اﻟﺴﺮﺧﺴﻲ ﻓﻰ ﺷﺮح آﺘﺎب اﻟﺨﺼﺎف؛ ان اﻟﺸﻬﺎدة ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺘﻖ ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻻ یﻘﺒﻞ‬
‫ﺏﺎﻻﺟﻤﺎع‪ ،‬اﻥﻤﺎ اﻟﺨﻼف ﻓﻰ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء ﻓﻈﻬﺮ ﺏﻄﻼن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎیﻦ اﻻﺟﻤﺎع ﺏﻞ ایﻦ‬
‫اﻟﺠﻤﻬﻮرﻓﺘﺪﺏﺮ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻡﺎ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر‪ ،‬هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ وﻗﺪ ﻏﻴّﺮاﻟﻌﺒﺎرة ﺏﻤﺎ ﻻ ﻡﻌﻨﻰ‬
‫ن اﺹﻞ اﻟﻌﺒﺎرة ﻡﺎ ﻓﻰ ﺕﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻡﻦ اﻟﻀﺮر‪.‬‬
‫ﺡﻴﺚ ﺕﺮك اﻟﺘﺮك‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ﻟﻪ‪15 ،‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ هﻮ اﻟﻤﻬﻢ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮ‪،‬ﻻ دﻻﻟﺔ ﻟﺬﻟﻚ ﻋﻠﻰ هﺬا‪ ،‬آﻤﺎ ﻻیﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﺷﻌﻮر‬
‫ن ﻡﻌﻨﺎﻩ؛ ﻻ وﺟﻪ ﻟﺘﺮك ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﺏﺎﻟﻜﻠﻴﺔ ﺏﻞ یﺠﺐ‬
‫ﺏﺎﻟﺘﺮآﻴﺐ ﻓﻀﻼ ﻋﻦ أن یﻜﻮن ﺹﺮیﺤﺎ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ان یﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ اﻟﺠﻤﻠﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻵﺧﺮ ان یﻜﻮن اﻟﻌﺘﻖ ﻃﺎریﺎ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ ذﻟﻚ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﺏﺎﻟﺒﺎﻃﻞ‪ ،‬وﺧﺒﻂ ﻇﺎهﺮ‬
‫ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ‬
‫ن اﻟﻘﺴﻢ اﻵﺧﺮ ﻟﻴﺲ ﻡﺎ ذآﺮﻩ‪ ،‬ﺏﻞ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ‬
‫ﻻیﺼﺪر اﻻ ﻋﻦ ﻏﺎﻓﻞ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫‪20‬‬
‫ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻬﺎ رﻗﻴﻖ‪ ،‬وﺱﺘﻄﻠﻊ اﻥﻪ ﺏﻨﻰ ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﺒﺎﻃﻞ آﺜﻴﺮا ﻡﻦ اﻻﺏﺎﻃﻞ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ن‪ - : ٢‬ال‪.‬‬
‫‪ ٦‬ن‪ / : ٢‬ﻓﻬﻲ‪.‬‬
‫‪ ٧‬س‪ ، ٣‬ن‪ / : ٢‬اﻟﺴﻤﺎع‪.‬‬
‫‪ ٨‬س‪ / : ٣‬اﻟﻤﻌﺒﺮ‪.‬‬
‫‪ ٩‬ن‪ / : ٢‬ﺙﺒﺖ‪.‬‬
‫‪ ١٠‬ن‪ / : ٢‬ﻟﻴﻮاﻓﻖ‪.‬‬
‫‪ ١١‬ن‪ / : ٢‬اﻟﻘﺪم‪.‬‬
‫‪ ١٢‬س‪ / : ٣‬ﺗﻘﺒﻞ‪.‬‬
‫‪159‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻥﺤﻦ ﻥﻘﻮل ﻡﻦ هﻬﻨﺎ اﻟﻰ ﻗﻮﻟﻪ واذا ﺕﻘﺮر هﺬﻩ اﻟﻔﺎظ‪ ١٣‬ذآﺮت ﻟﺘﻜﺜﻴﺮاﻟﻜﻼم‪ ،‬ﻟﻴﺲ ﻟﻬﺎ‬
‫ﻓﺎﺉﺪة ﻓﻰ هﺬا اﻟﻤﻘﺎم ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ﺷﺎیﺒﺔ‪ ١٤‬ﻡﻦ اﻻدراك وﻥﻮع ﺷﻌﻮر ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻓﻰ‬
‫اﻟﻜﻼم ﻡﻦ اﻻﺱﺘﺪراك‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ هﺬﻩ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻏﻴﺮﻻزﻡﺔ‪ ،‬اﺧﻄﺎء اﻟﻤﻨﻄﻘﻰ‪ ،‬اﻡّﺎ اوّﻻ؛ ﻓﻼﻥّﻪ یﺴﻤّﻰ اﻟﻨﺘﻴﺠﺔ ﻡﻘﺪﻡﺔ‪،‬‬
‫واﻡّﺎ‪5‬ﺛﺎﻥﻴﺎ؛ ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ ﺱﻠّﻢ ﺟﻤﻴﻊ اﻟﻤﻘﺪﻡﺎت اﻟﻤﺴﺘﻠﺰﻡﺔ ﻟﻠﻨﺘﻴﺠﺔ ﻥﺎﻓﺶ‬
‫‪١٥‬‬
‫ن‬
‫ﻓﻰ ﻟﺰوﻡﻬﺎ و ذﻟﻚ ﻻ ّ‬
‫اﻟﻌﻠﺔ اﻟﺒﻌﻴﺪة‪ ،‬وان ﻟﻢ ﺕﺆﺛﺮﺏﺎﻟﺬات ﻓﻰ وﺟﻮد اﻟﻤﻌﻠﻮل‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﻋﺪﻡﻬﺎ یﺴﺘﻠﺰم ﻋﺪﻡﻪ‪ ،‬واﻟﻜﻼم ﻓﻰ‬
‫اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ ﻓﻲ‪ ١٦‬اﻻول‪ ،‬ﻓﺘﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻓﻰ ﻏﻔﻠﺘﻪ‪.١٧‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وهﻤﺎ ﺏﺎﻟﺮﺟﺎل‪ ،‬هﺬا ﻟﻴﺲ ﻡﻦ ﺕﻠﻚ اﻟﻜﺘﺐ‪ ،‬وﻓﻴﻪ ﺕﻠﺒﻴﺲ وﺕﺪﻟﻴﺲ‪.‬‬
‫ن آﻮن اﻟﻨﺴﺐ اﻟﻰ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ یﺪل ﻋﻠﻰ اﻻﺧﺘﺼﺎص‪ ،‬ﻻ دﻻﻟﺔ ﻓﻴﻪ ﻋﻠﻰ اﻻﺧﺘﺼﺎص ﺏﻬﻢ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن‬
‫اﻵﺏﺎء‪10‬ﻻ یﻘﺘﻀﻰ آﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻬﻢ‪ ،‬آﻤﺎ اذا آﺎن اﻻب ﻥﺒﻄﻴّﺎ او ﻋﺠﻤﻴّﺎ ﺡﺮا و اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻓﺎ ّ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ اﻟﻰ اﻻب واﻟﻮﻻء ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻋﻨﺪ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ رﺡﻤﻬﻤﺎ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻰ ﺹﺮّح ﺏﺬﻟﻚ‬
‫‪١٨‬‬
‫ﻓﻰ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ اذا آﺎن اﻻب ﺡﺮّا‪ ،‬ﻟﻔﻆ ﺡﺮّا ﺧﻄﺎء ﻓﺎﺡﺶ و اﻟﺼﻮاب ﻋﺒﺪا او رﻗﻴﻘﺎ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻟﻴﺲ اﻻ آﺬا ﺏﺼﻐﻴﺔ اﻟﺤﺼﺮ‪ ،‬ﻓﻴﻪ ﺕﻠﺒﻴﺲ وﺕﺪﻟﻴﺲ‪ ،‬ﻻﻥّﻪ ان اراد ﺏﺼﻴﻐﺔ اﻟﺤﺼﺮ‬
‫ﻻ ﻓﻬﻮ ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﺘﺎﺏﻴﻦ ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ‪ ،‬اذ ﻟﻴﺲ ﻓﻴﻬﻤﺎ هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﻓﻰ ﺡﻖ اﻟﻮﻻء‪ ،‬وان‬
‫ﻟﻴﺲ ا ّ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ‪15‬‬
‫ن اﻥﺤﺼﺎراﻟﻨﺴﺐ ﻓﻰ اﻻﺏﺎء ﻻ‬
‫اراد ﻗﻮﻟﻪ اﻟﻨﺴﺐ اﻥﻤﺎ یﻜﻮن اﻟﻰ اﻻﺏﺎء ﻓﻤﺴﻠّﻢ ﻟﻜﻨﻪ ﻻ یﻔﻴﺪﻩ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫یﻘﺘﻀﻰ اﻥﺤﺼﺎراﻟﻮﻻء ﻓﻰ ﻃﺮﻓﻬﻢ‪ ،‬اذ ﻗﺪ یﻜﻮن اﻟﻨﺴﺐ ﻟﻼب و اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر‪.‬‬
‫ن اﻥﻘﻄﺎع اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻم ﺏﻌﺪ زوال اﻟﺮق‬
‫ﻗﻮﻟﻪ اﻥﻘﻄﻊ اﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ اﻻم ‪ ،‬ﺧﺒﻂ ﻇﺎهﺮ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻋﻦ اﻻب ﻡﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ ﻓﻰ ﺏﺤﺚ ﺟﺮ اﻟﻮﻻء‪ ،‬وﻻ ﺕﻌﻠّﻖ ﻟﻪ ﺏﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﻓﻴﻪ‪ ،‬آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ‬
‫ﻡﻦ ﻟﻪ‪20‬ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻻ ﺕﻨﺎﺹﺮﻡﻦ ﻃﺮف اﻟﻨﺴﺎء‪ ،‬ﻥﻔﻰ ﺟﻨﺲ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﻡﻦ ﻃﺮف اﻟﻨﺴﺎء ﻟﻠﻐﻔﻠﺔ ﻋﻦ ﻗﻮل‬
‫ن اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ ﺏﻪ اى ﺏﺎﻻب اآﺜﺮ‪ ،‬ﻓﺘﺪﺏّﺮ و ﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ‪ ،‬و‪ ١٩‬ﻻ ّ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻡﻦ ﺧﻮاص اﻟﺮﺟﺎل‪ ،‬هﺬا ایﻀﺎ ﻡﻦ اﻟﻐﻔﻠﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٣‬س‪ / : ٣‬هﺬا اﻟﻨﻠﻈﺮ‪.‬‬
‫‪ ١٤‬ن‪ / : ٢‬ﺵﺎﺉﺒﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٥‬ن‪ / : ٢‬ﻥﺎﻗﺶ‪.‬‬
‫‪ ١٦‬ف‪ + : ٢‬ﻓﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٧‬س‪ / : ٣‬ﻋﻘﻠﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٧‬س‪ ، ٣‬ن‪ / : ٢‬ﺑﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٩‬س‪ / : ٣‬او‪.‬‬
‫‪160‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎن ﻗﻠﺖ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب‪ ،‬ﻡﻨﺸﺎء هﺬﻩ اﻟﺨﺮاﻓﺎت‬
‫ق یﻌﺘﺒﺮ‬
‫ﻗﻴﻞ؛ وان آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ‬
‫‪٢١‬‬
‫‪٢٠‬‬
‫اﻟﻐﻔﻠﺔ ﻋﻤّﺎ اﻓﻴﺪ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ‪ ،‬ﺡﻴﺚ‬
‫ﻗﻮة اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬ویﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻب‪ ،‬وهﺬا ﻡﺎ ﻗﺎل‬
‫ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب‪ ،‬ﻻﻥﻬﻤﺎ اﺱﺘﻮیﺎ واﻟﺘﺮﺟﻴﺢ ﻟﺠﺎﻥﺒﻪ‬
‫ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ‪ ،‬ﻓﺘﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫ﻟﺸﺒﻬﺘﻪ‪ ٢٢‬ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬او ﻻ ّ‬
‫ن اﻟﻨﻘﺾ اﻥﻤﺎ یﺮد اذا‬
‫‪ 5‬ﻗﻮﻟﻪ ویﺮد اﻟﻨﻘﺾ‪ ،‬ﺧﻄﺎء‪ ،٢٣‬ﻡﻨﺸﺎؤﻩ ﻋﺪم اﻟﻮﻗﻮف ﻋﻠﻰ اﻟﻤﺮاد‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ن اﻟﻤﻠﻚ یﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ‬
‫ن اﻟﻤﻠﻚ او زواﻟﻪ ﻋﻠّﺔ ﺕﺎﻡّﺔ ﻟﻠﻮﻻء‪ ،‬وﻟﻴﺲ آﺬاﻟﻚ ﺏﻞ اﻟﻤﺪّﻋﻰ ا ّ‬
‫ادّﻋﻰ اﺡﺪ ا ّ‬
‫ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻟﻠﻮﻟﺪ اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‪ ٢٤‬ﻥﺴﺐ ﻗﻮى‪ ،‬آﻤﺎ اذا آﺎن‪ ٢٥‬اﻻب رﻗﻴﻘﺎ او ﻥﺒﻄﻴﺎ او‬
‫ﻋﺠﻤﻴﺎ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻓﺎن اﻟﻮﻻء )ح(‪ ٢٦‬یﻜﻮن ﻟﻤﻮﻟﻰ اﻻم آﻤﺎ ﺕﻘﺮّرﻓﻰ ﻡﻮﺿﻌﻪ‪.‬‬
‫ن )ا( وان ﻟﻢ یﻜﻦ ﻡﺆﺛﺮا‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ان هﺬا )اﻟﺦ(‪ ، ٢٧‬اﺧﻄﺎء اﻟﻤﻨﻄﻘﻰ ﻓﻰ ﺕﺤﻘﻴﻘﻪ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ﻓﻰ )ج‬
‫‪ (10‬ﺏﺎﻟﺬات‪ ،‬ﻟﻜﻦ اﻥﺘﻔﺎء اﻟﻒ‪) ٢٨‬أ( ﻡﺴﺘﻠﺰم ﻟﻼﻥﺘﻔﺎء )ج( ‪ ،‬و اﻟﻜﻼم هﻬﻨﺎ ﻟﻴﺲ ﻓﻲ اﻟﺘﺄﺛﻴﺮ ﺏﻞ‬
‫ﻓﻲ اﺱﺘﻠﺰام اﻻﻥﺘﻔﺎء ﻟﻼﻥﺘﻔﺎء‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ )اﻟﺦ(‪ ، ٢٩‬ﻓﻴﻪ ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ‪ ،‬ﻡﻨﺴﺎؤﻩ ﻋﺪم اﺱﺘﺨﺮاج ﻟﻜﻼﻡﻬﻤﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻥﻬﻤﺎ‬
‫اﻥﻤﺎ ذآﺮاﻩ ﻓﻰ ﻡﺴﺌﻠﺔ ﺟ ّﺮ اﻟﻮﻻء‪ ،‬و ا ّ‬
‫ي ﻓﺎیﺪة ﻟﻪ هﻬﻨﺎ‪ ،‬ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻨﻬﺎیﺔ؛ روى ﻋﻦ اﺏﻦ ﻋﻤﺮ‪ ٣٠‬اﻥﻪ‬
‫ﻗﺎل اذا آﺎﻥﺖ اﻟﺤﺮة ﺕﺤﺖ ﻡﻤﻠﻮك ﻓﻮﻟﺪت‪ ،‬ﻋﺘﻖ اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺒﻌﺎ ﻟﻬﺎ‪ ،٣١‬ﻓﺎذا اﻋﺘﻖ اﺏﻮهﻢ ﺟﺮّاﻟﻮﻻء‪ ،‬وﺏﻪ‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ ﺟﺰء ﻡﻦ أﺟﺰاﺉﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻴﻨﻔﺼﻞ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻨﻬﺎ ﺟﺰﺉﺎ‪،‬‬
‫ﻥﺄﺧﺬ‪15‬ﻻ ّ‬
‫‪٣٢‬‬
‫اﻟﻰ اﺏﻴﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬ﻓﻜﺬﻟﻚ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء یﻜﻮن ﻡﻨﺴﻮﺏﺎ اﻟﻰ ﻡﻦ یﻨﺴﺐ‬
‫یﻨﺴﺐ‬
‫‪٣٥‬‬
‫ﺏﺎﻟﻮﻻء اﻟﻰ ﻡﻌﺘﻘﻪ ﻓﻜﺬﻟﻚ وﻟﺪﻩ‪ ،‬و اراد ﺏﺎﻟﺤﺮّة اﻟﺤﺮة‬
‫ﺏﻌﺪﻩ ﻋﺘﻖ اﻟﻮﻟﺪ‪ ٣٧‬ﺏﻌﺘﻘﻬﺎ‪.‬‬
‫‪ ٢٠‬س‪ - : ٣‬اﻟﺨﺮاﻓﺎت‪.‬‬
‫‪ ٢١‬ن‪ / : ٢‬ﺗﻌﺘﺒﺮ‪.‬‬
‫‪ ٢٢‬س‪ / : ٣‬ﺵﺒﻬﺘﻪ ؛ ن‪ / : ٢‬ﻟﺸﺒﻬﻪ‪.‬‬
‫‪ ٢٣‬س‪ + : ٣‬ﻣﺤﺾ‪.‬‬
‫‪ ٢٤‬ف‪ / : ٢‬اﻻم )ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي اﻻب(‪.‬‬
‫‪ ٢٥‬س‪ - : ٣‬آﺎن‪.‬‬
‫‪ ٢٦‬ﺑﻤﻌﻨﻲ ﺣﻴﻨﺌﺬ‪.‬‬
‫‪ ٢٧‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٢٧‬ف‪ + : ٢‬اﻟﻒ‪.‬‬
‫‪ ٢٩‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٣٠‬س‪ + : ٣‬رﺽﻲ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ﻋﻨﻬﻤﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣١‬س‪ / : ٣‬ﺑﻌﺘﻘﻬﺎ ؛ ن‪ / : ٢‬ﻣﻌﺘﻘﻬﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣٢‬س‪ + : ٣‬ﺙﻢ‪.‬‬
‫‪ ٣٣‬ن‪ / : ٢‬ﻥﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٣٤‬ن‪ / : ٢‬ﻥﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٣٥‬ن‪ / : ٢‬ﻋﻴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٣٦‬س‪ - : ٣‬اﻟﺤﺮة‪.‬‬
‫‪ ٣٧‬س‪ - : ٣‬اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫‪٣٦‬‬
‫اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ واﻟﻮﻟﺪ یﻨﺴﺐ‬
‫‪٣٤‬‬
‫‪٣٣‬‬
‫اﻟﻴﻪ اﺏﻮﻩ‪ ،‬واﻻب ﺏﻌﺪ اﻟﻌﺘﻖ‬
‫اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ﻟﻘﻮﻟﻪ؛‬
‫‪161‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻠﻢ یﻔﺮﻗﻮا ‪ ،‬هﺬﻩ ﻓﺮیّﺔ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺏﻼ ﻡﺮیّﺔ ﻟﻤﺎ ﻏﺮﻓﺖ‪ ،‬اﻥﻬﻢ ارادوا اﻟﺤﺮة اﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ‬
‫وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻘﺪ ﻃﻠﻌﺖ‪ ، ٣٨‬ﻋﺠﻴﺐ ﺡﺎﻟﻪ اذ ﻋ ّﺪ ﺷﻤﺴﺎ ﻇﻼم اﻟﺠﻬﻞ ﻡﻦ ﻓﻘﺪان ﻋﻘﻞ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﺕﻠﻚ اﻻوهﺎم )اﻟﺦ(‪ ،٣٩‬ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺕﺤﻘﻴﻖ اﻟﺪرایﺔ ﻡﻦ اﻟﻔﻮایﺪ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺎوهﺎم ﺡﺘﻰ‬
‫ﻻ ﻋﻦ ﻡﺜﻠﻪ آﻤﺎ ﻋﺮﻓﺖ‪.‬‬
‫یﺒﻄﻞ‪ 5‬ﺏﻞ ﻡﺎ ﺕﻔﻮﻩ ﺏﻪ ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺘﻬﺎ اﻟﻤﻬﻤﻼت‪ ،‬ﻻ ﺕﺼﺪرا ّ‬
‫ن اﻟﺮوایﺔ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻟﺮوایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ‪ ،‬ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ‪ ،‬ﻡﻨﺸﺎؤﻩ اﻟﻐﻔﻠﺔ ﻋﻤّﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻏﻴﺮﻡﻘﺘﺼﺮة ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ‪ ،‬ﺏﻞ ﻡﻌﻪ روایﺎت ﺁﺧﺮ ﻡﻦ آﺘﺐ ﻡﻌﺘﺒﺮة‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﺛﻢ اﻟﻔﺘﻮى ‪ ،‬هﻜﺬا وﻗﻊ ﻓﻴﻤﺎ ارﺱﻞ‪ ،‬واﻟﺼﻮاب اﻟﻔﺘﺎوى‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻜﺎن اﻟﻮاﺟﺐ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫‪٤٠‬‬
‫)اﻟﺦ(‬
‫‪٤١‬‬
‫‪ ،‬ﺧﻄﺎء ﻇﺎهﺮ‪ ،‬اذ ﻟﻴﺲ ﻟﻪ ﺟﻮازذﻟﻚ‪ ،‬ﻓﻜﻴﻒ‬
‫ﺢ اذا آﺎن اﻟﻤﻘﻴﺪ ﻡﻤﺎ یﻌﺘ ّﺪ ﺏﻪ‪ ،‬ویﻌﺘﻤﺪ ﻋﻠﻴﻪ‪،‬‬
‫ن ﺡﻤﻞ اﻟﻤﻄﻠﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻘﻴّﺪ اﻥﻤﺎ یﺼ ّ‬
‫اﻟﻮﺟﻮب‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫‪10‬‬
‫ویﻘﻮى‬
‫‪٤٢‬‬
‫ﺏﺮوایﺎت آﺘﺐ ﺁﺧﺮ ﺕﻔﻴﺪ اﻟﺘﻘﻴﻴﺪ آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺒﺪایﻊ‪ ،‬ﻓﺎﻥّﻪ ﻡﺆیّﺪ ﺏﺮوایﺎت آﺘﺐ ﺛﻠﺜﺔ ﻡﻌﺘﺒﺮة‪،‬‬
‫ﺏﻌﺪ ﻡﺎ ﺕﺄیّﺪ ﺏﺎﻟﺪرایﺔ ﺏﺨﻼف ﻡﺎ ﻓﻰ ﺷﺮح‬
‫‪٤٣‬‬
‫اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﻀﻌﻴﺮ‪ ،‬ﻓﺎﻥّﻪ ﻡﻊ آﻮﻥﻪ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ آﻤﺎ‬
‫ﺱﻨﺒﻴّﻦ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﺮوایﺎت اﻟﻜﺘﺐ اﻻرﺏﻌﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة‪ ،‬ﻓﺒﺎﻟﻀﺮورة یﺠﺐ‬
‫‪٤٤‬‬
‫ان یﺮاد ﺏﺤﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ‬
‫اﻟﻤﻨﻴﺔ و ﺏﺎﻟﺤ ّﺮ ﻓﻰ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴّﺔ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪ ،‬ﻓﺘﺪﺏﺮ‪.‬‬
‫‪ 15‬ﻗﻮﻟﻪ وﻻ یﺨﺘﺮع اﺹﻄﻼﺡﺎ ‪،‬ﺡﻤﻠﻪ ﻋﻠﻰ اﺧﺘﺮاع اﻻﺹﻄﻼح ﻓﺴﺎد‪ ،‬و ﻻیﻘﺒﻞ‬
‫‪٤٥‬‬
‫اﻻﺹﻄﻼح‪.‬‬
‫ي دﻟﻴﻞ دل )اﻟﺦ(‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎ ّ‬
‫‪٤٦‬‬
‫‪ ،‬اﻡﺎ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻋﻠﻰ ﺏﻄﻼن هﺬا‪ ،‬ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ آﺎن ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ‬
‫ﻟﻠﺪرایﺔ اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ ﻟﻠﺮوایﺎت اﻟﺼﺮیﺤﺔ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻻرﺏﻌﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة‪،‬‬
‫وﻻ یﻮﺟﺪ روایﺔ وﻟﻮ ﺿﻌﻴﻔﺔ ﻓﻰ آﺘﺎب وﻟﻮ ﻡﺠﻬﻮﻻ ﻡﺜﻠﻪ یﻮاﻓﻘﻪ‪ ،‬وﻡﺤﻔﻮف ﺏﻜﻼﻡﻴﻦ ﺏﺎﻃﻠﻴﻦ‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻔﻴﻦ ﻟﻜﻼم اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة‪ ،‬واﻡّﺎ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻋﻠﻰ ﺹﺤﺔ ذﻟﻚ‪ ،‬ﻓﻼﻥّﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﺎ آﺎن ﻡﻮاﻓﻘﺎ ﻟﻠﺪرایﺔ‬
‫‪20‬‬
‫اﻟﺼﺤﻴﺤﺔ آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻮاﻓﻖ ﻟﻠﺮوایﺎت اﻟﺼﺮیﺤﺔ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﺜﻠﺜﺔ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮة‪.‬‬
‫‪ ٣٨‬س‪ + : ٣‬ﺑﻴﺖ ؛ ن‪ + : ٢‬ﺵﻤﺲ‪.‬‬
‫‪ ٣٩‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٤٠‬ن‪ - : ٢‬ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫‪ ٤١‬س‪ - : ٣‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٤٢‬س‪ / : ٣‬یﺘﻘﻮي‪.‬‬
‫‪ ٤٣‬ن‪ - : ٢‬ﺵﺮح‪.‬‬
‫‪ ٤٤‬ن‪ / : ٢‬ﺗﺠﺐ‪.‬‬
‫‪ ٤٥‬س‪ / : ٣‬ﺗﻘﺒﻞ‪.‬‬
‫‪ ٤٦‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪162‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻋﺒﺎرة )اﻟﺦ(‬
‫‪٤٧‬‬
‫ﻻ هﺬا‪ ،‬ﺏﻞ‬
‫‪ ،‬ﺧﺒﻂ ﻓﺎﺡﺶ‪ ،‬اذ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻟﻴﺲ ا ّ‬
‫ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ او ﻡﻤّﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻬﺎ رﻗﻴﻖ‪ ،‬آﻤﺎ ﺕﻈﻬﺮ‪ ٤٩‬ﻡﻦ اﻟﻨﻈﺮ‬
‫ﻡﻦ‪ ٤٨‬ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ‬
‫ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻥﺎ اﻗﻮل ﻡﺎ اﻟﻴﻖ‬
‫‪٥٠‬‬
‫)اﻟﺦ(‬
‫‪٥١‬‬
‫‪ ،‬ﻡﺎ اﻟﻴﻖ ﺏﻚ ان یﻘﺎل ﻡﺎ ﺡﻔﻈﺖ ﺷﻴﺌﺎ وﻏﺎﺏﺖ ﻋﻨﻚ‬
‫اﺷﻴﺎء‪.5‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ اﻡﺎ اوﻻ ‪ ،‬هﺬا اول ﻻ ﺛﻨﻰ ﻟﻪ‪ ،‬آﻤﺎ ان ﻗﺎﺉﻠﻪ ﻓﻰ اﻟﺘﻬﻮّر ﻻ ﺛﺎﻥﻰ ﻟﻪ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﻤﺎ ﻡﻌﻨﻰ ذآﺮ)اﻟﺦ(‬
‫‪٥٢‬‬
‫‪ ،‬ﻻ ﻡﻌﻨﻲ ﻟﻪ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﺡﺮّﻓﻪ و ﻥﻘﻠﻪ‪ ،‬و اﻡّﺎ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﻓﻲ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻓﻠﻪ ﻡﻌﻨﻲ ﺹﺤﻴﺢ آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻟﻢ یﺪر ان ﻡﻌﻨﻰ )اﻟﺦ(‪ ،٥٣‬اﻟﻔﺎظ‬
‫‪٥٤‬‬
‫ﻻ ﺱﺎ ٍﻩ‬
‫ﻻ ﺕﺼﺪر ﻋﻦ ﻋﺎﻗﻞ‪ ،‬و ﻻیﺘﺼﺪّى ﺏﻪ ا ّ‬
‫وﻏﺎﻓﻞ‪ ،‬آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ‪ ،‬ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫‪10‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺒﺰّازى)اﻟﺦ(‬
‫‪٥٥‬‬
‫ن ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺒﺰّازى‬
‫‪ ،‬ﻻیﺨﻔﻰ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻪ ادﻥﻰ ﻡﺴﻜﺔ‪ ،‬أ ّ‬
‫ن ﻡﻌﻨﻰ اﻟﺤﺮیّﺔ اﻻﺹﻠﻴّﺔ‬
‫ﻻ یﻨﻔﻌﻪ وﻻیﻀﺮّﻥﺎ‪ ،‬ﺏﻞ ﻻ ﺕﻌﻠﻖ ﻟﻪ ﺏﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﻓﻴﻪ اﺹﻼ‪ ،‬ﻓﺎﻥﺎ ﻻﻥﻨﻜﺮ أ ّ‬
‫واﺡﺪ‪ ،‬وهﻮ آﻮن اﻟﺸﺨﺺ ﺏﺤﻴﺚ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ رقّ‪ ،‬وهﻮ ﻡﺸﺘﺮك ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ اﻟﻤﺬآﻮریﻦ ﻓﻰ‬
‫اﻟﻤﻔﺪﻡﺔ‪ ،‬واﻟﻌﺎرﺿﻴّﺔ ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ آﻮن اﻟﺸﺨﺺ ﺏﺤﻴﺚ ﺟﺮى ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺮ ّ‬
‫ﻚ ان‬
‫ق ﺛﻢ اﻋﺘﻖ‪ ،‬وﻻﺷ ّ‬
‫ﻞ ﻟﻪ ﻓﻰ هﺬﻩ اﻟﻤﻘﺎم‪.‬‬
‫ى دﺧ ٍ‬
‫ﺏﻴﻨﻬﻤﺎ‪15‬ﺕﻨﺎﻗﻀﺎ ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ا ّ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ واﻇﻬﺮ ﻡﻨﻪ ﻡﺎ ﻋﺮّﻓﻪ‪) ٥٦‬اﻟﺦ(‪ ، ٥٧‬هﺬا ایﻀﺎ ﻡﻤّﺎ ﻻ دﺧﻞ ﻟﻪ ﻓﻴﻤﺎ ﻥﺤﻦ ﺏﺼﺪد ﻓﻴﻪ‪.٥٨‬‬
‫ي ﻓﺎیﺪة ﻟﻪ )اﻟﺦ(‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻓﺎ ّ‬
‫‪٥٩‬‬
‫‪ ،‬ﻡﻨﺸﺎء ﻃﻠﺐ اﻟﻔﺎﺉﺪة اﻥّﻪ ﻟﻢ یﺒﺼﺮ او ﻟﻢ یﻔﻬﻢ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ‬
‫اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻌﺪ ﺕﺤﻘﻴﻖ ﻡﺮاد ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ‪ ،‬ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻓﻜﺎﻥّﻪ اراد ﺏﻴﺎن اﻻﺹﻄﻼح وﻗﺼﺪ اﻟﺘﻨﺒﻴﻪ‬
‫ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﺮوایﺎت واﻻﺹﻄﻼح‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٤٧‬ن‪ - : ٢‬ﻣﻦ‪.‬‬
‫‪ ٤٩‬س‪ / : ٣‬یﻈﻬﺮ‪.‬‬
‫‪ ٥٠‬ن‪ + : ٢‬ﺑﻬﺬا‪.‬‬
‫‪ ٥١‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٥٢‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٥٣‬س‪ - : ٣‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٥٤‬س‪ / : ٣‬اﻟﻨﺎﻇﺮ‪.‬‬
‫‪ ٥٥‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٥٦‬ن‪ - : ٢‬ﻋﺮﻓﻪ‪.‬‬
‫‪ ٥٧‬س‪ - : ٣‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٥٧‬س‪ - : ٣‬ﺑﺼﺪد ؛ ن‪ / : ٢‬ﺑﺼﺪدﻩ‪.‬‬
‫‪ ٥٩‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪163‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ اﻡّﺎ ﻋﻘﻼ )اﻟﺦ(‬
‫‪٦٠‬‬
‫‪ ،‬هﺬا یﻘﺘﻀﻲ ان یﺬآﺮ ﺏﻌﺪﻩ‪ ،‬واﻡّﺎ ﻥﻘﻼ وﻟﻢ یﺬآﺮ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻡﻦ ﻏﺎیﺔ‬
‫اﻟﻐﻔﻠﺔ‪ ،‬ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻗﺪ ﺏﻴﻨﺎ ﻓﺴﺎدﻩ )اﻟﺦ(‪ ،٦١‬وﻗﺪ ﺏ ّﻴﻨّﺎ ﺏﻄﻼن ﺕﻮهّﻢ ﻓﺴﺎدﻩ‪ ،٦٢‬ﻓﻼ ﺕﻐﻔﻞ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ و ﻥﻘﻠﻨﺎ ﻋﻦ اﻟﻨﻬﺎیﺔ )اﻟﺦ(‪ ، ٦٣‬ﻗﺪ ﺏﻴﻨّﺎ ﻋﺪم اﺱﺘﺨﺮاﺟﻪ آﻼم اﻟﻨﻬﺎیﺔ و ﺏﻠﻮﻏﻪ ﻓﻲ اﻟﻐﻔﻠﺔ‬
‫اﻟﺒﻼدة اﻟﻨﻬﺎیﺔ ﺕﺪﺏﺮ ﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫و ‪5‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ او ﺡﺮّر ﺏﻌﺪ اﻟﻮﻻء ‪ ،‬آﻞ ذﻟﻚ ﺕﺨﻴّﻼت ﻓﺎﺱﺪة ﻗﺪ ﺕﺒﻴّﻦ ﻓﻴﻤﺎ ﺱﺒﻖ ﻓﺴﺎدﻩ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ ﻻ یﻈﻔﺮ ﺏﻪ )اﻟﺦ(‪ ،٦٤‬آﺎﻥّﻪ ﻟﻢ‬
‫‪٦٥‬‬
‫یﺒﺼﺮ او ﻟﻢ یﻔﻬﻢ ﻡﺎ ﻥﻘﻞ ﻓﻰ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﻋﻰ‬
‫اﻟﺰﺏﺮاﻻرﺏﻌﺔ‪ ،‬ﺕﺪﺏّﺮ وﻻ ﺕﻜﻦ ﻡﺜﻠﻪ‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻟﻪ اﻟﻔﺎظ ﺁﺧﺮ رآﻴﻜﺔ )اﻟﺦ(‪ ، ٦٦‬ﻻ رآﺎآﺔ ﻓﻰ ﻟﻔﻆ و ﻻﻏﺜﺎﺛﺔ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﺎﻩ‪ ،‬واﻥﻤّﺎ یﺘﺮاء‬
‫ﺏﺎن ﻟﻪ‬
‫‪ ٦٧10‬ﻟﺴﻮء ِﻡﺰَاﺟﻪ آﺎﻟﺨﻨﻔﺎء‪ ،‬ﺕﺴﺘﻄﻴﺐ‬
‫‪٦٨‬‬
‫ریﺢ اﻟﻘﺴﺎ و ﺕﺴﺘﻘﺒﺢ‬
‫‪٦٩‬‬
‫‪٧٠‬‬
‫ریﺢ‬
‫اﻟﻮرد و اﻟﻤﺴﻚ و‬
‫اﻟﻌﻨﺒﺮ‪ ،‬و ﺕﻨﻔﺮﻋﻦ ﺱﺎﺉﺮاﻟﺮواﺉﺢ اﻟﻄﻴﺒﺔ وﺕﺤﺬر‪.‬‬
‫ﻗﻮﻟﻪ وﻥﻌﻮذ ﺏ ﺎﷲ )اﻟ ﺦ(‪ ، ٧١‬ﻟ ﻢ یﻨﻔﻌ ﻪ ه ﺬﻩ اﻻﺱ ﺘﻌﺎذة ﺏ ﻞ ﻟﻔ ﻰ ﺷ ّﺮ ﻥﻔﺴ ﻪ‪ ،‬ﺡﻴ ﺚ اراد اﻟﺘﻔ ﻮّق ﻋﻠ ﻰ‬
‫اﻻﻋﺎﻟﻰ واﻟﻐﻠﺒﺔ‪ ،‬ﻓﺼﺎر ﺡﺎﻟﻪ ﺏﺤﻴﺚ آﺎن ﺿﺤﻜﺔ ﻻداﻥ ﻰ اﻟﻄﻠﺒ ﺔ‪ ،‬ﻻﻥّﻬ ﻢ اﻃﻠﻌ ﻮا ﻋﻠ ﻰ أ ّﻥ ﻪ ﻟ ﻢ یﻔﻬ ﻢ‬
‫ﺷﻴﺄ ﻡﻤّﺎ وﺹﻞ اﻟﻴﻪ ﻡﻦ اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ ﺏﻞ ﺡ ﺮّف َآِﻠ ًﻤ ﺎ ﻡﻨﻬ ﺎ ﻋ ﻦ ﻡﻮاﺿ ﻌﻬﺎ ﺏﺄﺱ ﻮء ﻋﺒ ﺎرة واﻗ ﺒﺢ ﻡﻘﺎﻟ ﺔ‪،‬‬
‫یﺴﺘﺨﺮج ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻤّﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻰ اﻻﻓﺎﺿﻞ وﻡﻊ هﺬﻩ اﻟﻘﺒﺎیﺢ ﺕﻬﻮّرﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺱﻤّﺎﻩ اﻟﻔﺎﺿﻞ‪.‬‬
‫وﻟﻢ ‪15‬‬
‫‪ ٦٠‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٦١‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٦٢‬ن‪ / : ٢‬اﻟﻔﺴﺎد‪.‬‬
‫‪ ٦٣‬س‪ - : ٣‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٦٤‬س‪، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٦٥‬س‪ + : ٣‬یﺪر‪.‬‬
‫‪ ٦٦‬س‪ ، ٣‬ن‪ - : ٢‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪ ٦٧‬س‪ - : ٣‬ﻟﻪ‪.‬‬
‫‪ ٦٧‬ن‪ / : ٢‬یﺴﺘﻄﻴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٦٩‬ن‪ / : ٢‬یﺴﺘﻘﺒﺢ‪.‬‬
‫‪ ٧٠‬ن‪ / : ٢‬ﺑﺮیﺢ‪.‬‬
‫‪ ٧١‬س‪ - : ٣‬اﻟﺦ‪.‬‬
‫‪164‬‬
‫‪V. HIZIRŞÂH’IN RİSALESİNİN TAHKİKLİ METNİ‬‬
‫﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻟﺨﻀﺮﺷﺎﻩ رﺡﻤﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ﴾‬
‫}ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ{‬
‫‪ 5‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ ﻟﻮﻟﻴﻪ‪ ،‬واﻟﺼﻼة ﻋﻠﻰ ﻥﺒﻴﻪ‪ ،١‬ﻋﻘﺪ اﻟﻔﺎﺿﻞ‪ ٢‬اﻟﺮﺱﺎﻟﺔ اﻟﻮﻻﺉﻴﺔ ﻋﻠﻰ ﻡﻘﺪﻡﺔ وﻡﻘﺼ ﺪ‬
‫وﻓﺼﻞ وﺕﺬﻥﻴﺐ‪ ،٣‬ﻓﻘﺎل؛ اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ ﺏﻴﺎن اﻡﻮر یﺘﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ‪،‬‬
‫ﻡﻨﻬﺎ ان ﺡﺮ‪٤‬اﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻦ؛‬
‫ﻰ ﺱ ﺘﺔ اﺷ ﻬﺮ ﻡ ﻦ وﻗ ﺖ‬
‫ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﻀ ّ‬
‫اﺡﺪهﻤﺎ؛ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮ ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ‪ ٥‬ر ّ‬
‫اﻟﻨﻜﺎح و‪ ٦‬اﻟﻌﻠﻖ او ﻡﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ‪ .‬واﻟﺜﺎﻥﻰ؛ ﻡ ﻦ ﻻ یﻜ ﻮن ﻓ ﻰ اﺹ ﻠﻪ رﻗﻴ ﻖ اﺹ ﻼ‪ ،‬ﻓﻘ ﺎل‬
‫‪٧‬‬
‫ﺟﻌﻞ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻟﺤﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻋﺮف اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻥﻮع ﻏﺮاﺏ ﺔ وﺕﺠﺪی ﺪ اﺹ ﻄﻼح‪ ،‬ﻻﻥ ﻪ ﻡﻌﺘ ﻖ‬
‫ﻓﻰ ‪10‬‬
‫اﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼﺡﻬﻢ او اﻟﺤﺮ اﻟﻌﺎرﺿﻰ ﻟﺌﻼ یﻠﺰم اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﻓ ﻰ اﻻﺱ ﺘﻌﻤﺎل ﻻﺧ ﺘﻼف اﺡﻜﺎﻡﻬﻤ ﺎ‬
‫ﻓﻰ ﺏﻌﺾ اﻟﻤﻮاﺿﻊ‪ ،‬ویﺸﻬﺪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﺹ ﻄﻼﺡﻬﻢ ﻋﻠ ﻰ اﻥ ﻪ ﻻیﺸ ﺘﺮط اﻟ ﺪﻋﻮى ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ‬
‫ویﺸﺘﺮط اﻟﻌﺎرﺿﻰ‪ ،‬وﻟﺌﻦ ﺹﺢ اﻃﻼق ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻴﻪ ﻓﻤ ﻦ ﺡﻜ ﻢ اﻟﻠﻐ ﺔ ﻻ ﻡ ﻦ ﺡﻜ ﻢ اﻻﺹ ﻄﻼح‬
‫ﻟﻜﻮن اﻟﻤﻌﺘﻖ ﺡﺮّا ﺏﺎﻟﻌﺘﻖ‪ ،‬وﻓﺮوﻋﺔ اﺡﺮارا ﺏﻬ ﺬا اﻟﻤﻌﻨ ﻰ‪ ،‬وﻟﻬ ﺬا ﻟ ﻮ اﻃﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ و اری ﺪ ﺏ ﻪ‬
‫اﻟﻤﻌﻨﻰ یﺮاد ﺏﻤﻌﺎوﻥﺔ‪ ٨‬اﻟﻘﺮیﻨ ﺔ‪ ،‬آﻤ ﺎ یﺸ ﻬﺪ ﻟ ﻪ ﻡﻈ ﺎن اﻥﺘﻘ ﺎل‪ ٩‬اﻟﻤﺴ ﺘﺘﺒﻌﻴﺔ‪ ١٠‬وﻻ یﻨﺼ ﺮف اﻟﻴ ﻪ‬
‫هﺬا ‪15‬‬
‫اﻃﻼﻗﺎ‪،‬‬
‫ن اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ وﻏﻴ ﺮﻩ ﻡﺒﻨ ﻰ ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ‪،‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل؛ ا ّ‬
‫وزواﻟ ﻪ ﻓ ﺮع ﺛﺒﻮﺕ ﻪ‪ ،‬و ﺛﺒﻮﺕ ﻪ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ ﻗﺒ ﻞ اﻻم ﻟﻤ ﺎ ﺕﻘ ﺮر‪ ،‬ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق‬
‫ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم‪ ،‬ﻓ ﺎذا‬
‫واﻟﺤﺮیﺔ‪ ١١‬وﻻیﺴﺮى ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ ا ّ‬
‫یﻜﻮن ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ‬
‫ق ﻻیﺘﺼﻮّرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ١٢‬یﺮ ّد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ وﺟﻮﻩ‪.‬‬
‫ﻟﻢ ‪20‬‬
‫‪ ١‬ش‪ + : ٤‬و ﺁﻟﻪ‪.‬‬
‫‪ ٢‬ش‪ : ٤‬ﻣﻮﻻﻥﺎ ﺧﺴﺮو‪.‬‬
‫‪ ٣‬أ ‪ ،‬س‪ / : ٢‬ﺗﺮﺗﻴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٤‬س‪ / : ٢‬ﺣﺮة‪.‬‬
‫‪ ٥‬أ ‪ / :‬ﻟﻨﻔﺴﻪ ؛ س‪ / : ٢‬ﺑﻨﻔﺴﻪ ‪.‬‬
‫‪ ٦‬س‪ / : ٢‬او‪.‬‬
‫‪ ٧‬س‪ / : ٢‬یﻘﺎل ؛ ش‪ / : ٤‬اﻗﻮل‪.‬‬
‫‪ ٨‬أ ‪ / :‬ﻥﻤﻌﻮﻥﺔ‪.‬‬
‫‪ ٩‬أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﺱﺘﻌﻤﺎﻟﻪ ؛ س‪ /: ٢‬اﺱﺘﻌﻤﺎل‪.‬‬
‫‪ ١٠‬أ ‪ / :‬ﺑﻤﺴﺘﺘﺒﻌﻴﺔ ؛ س‪ / : ٢‬اﻟﻤﺴﺘﺘﺒﻌﺔ ؛ ش‪ /: ٤‬ﻟﻤﺘﺘﺒﻌﻴﺔ‪.‬‬
‫‪ ١١‬أ ‪ / :‬اﻟﺤﺮیﺔ و اﻟﺮق‪.‬‬
‫‪ ١٢‬ي‪ - : ٢‬وﻻء‪.‬‬
‫‪165‬‬
‫ن آﻮن‪ ١٣‬زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻡﺒﻨﻰ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻟﻴﺲ ﻡﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ‪ ،‬ﺏ ﻞ‬
‫اﻡﺎ اوﻻ‪ :‬ﻓﻼ ّ‬
‫هﻮ اﻟﻤﻔﻬﻮم ﻡﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺿﻤﻨﺎ ‪ ،‬ﻻﻥﻪ ﻗﺎل؛ و ﺱﺒﺒﻪ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ‪ ،‬واﻟﻌﺘﻖ ﻋﺒ ﺎرة ﻋ ﻦ اﺛﺒ ﺎت‬
‫اﻟﻘﻮة اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ وازاﻟﺔ اﻟﻀﻌﻒ اﻟﺸﺮﻋﻰ ﺏﺴﺒﺐ اﻟﺮق‪.‬‬
‫واﻡ ﺎ ﺛﺎﻥﻴ ﺎ‪ :‬ﻓ ﻼن ﻡ ﺎ ﺕﻤﺴ ﻚ ﺏ ﻪ ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ‪ ،‬ﻟ ﻴﺲ ﺏﻜﻠ ﻰّ‪ ،‬ﻻﻥ ﻪ‬
‫یﺠﻮز‪ 5‬ان یﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ویﻜﻮن اﻻم رﻗﻴﻘﺎ ﺏﺄن اﺱﺘﻮﻟﺪ ﺟﺎریﺘﻪ‪ ،١٤‬ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﺡ ّﺮ وان ﻟ ﻢ ﺕﻜ ﻦ‬
‫اﻻم ﺡ ﺮّة‪ ،‬وآ ﺬﻟﻚ ﻟ ﻮ ﻗﺎﻟ ﺖ إﻡ ﺮأة ﻟﺮﺟ ﻞ ﺕﺰوّﺟﻨ ﻰ‪ ،١٥‬ﻓ ﺎﻥﻰ ﺡ ﺮة‪ ،١٦‬ﻓﺘﺰوّﺟﻬ ﺎ واﺱ ﺘﻮﻟﺪهﺎ‪ ،‬ﺛ ﻢ‬
‫ﻇﻬﺮ‪ ١٧‬اﻥﻬﺎ آﺎﻥ ﺖ أﻡ ﺔ اﻟﻐﻴ ﺮ‪ ،١٨‬ﻓ ﺎن اﻻم رﻗﻴ ﻖ واﻟﻮﻟ ﺪ ﺡ ﺮّ‪ ،‬وآ ﺬﻟﻚ‪ ١٩‬ﻗ ﺪ یﻜ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺡ ﺮّا ﻡ ﻦ‬
‫اﻟﺰوﺟﻴﻦ رﻗﻴﻘﻴﻦ‪ ،‬آﻤﺎ هﻮ اﻟﻤﺸﻬﻮر‪ ،‬ﻓﻠﻤﺎ ﺟﺎز ان ﻻیﻜﻮن هﺬﻩ اﻟﺼﻮر‪ ٢٠‬اﻟﻤﺬآﻮرة ﻡﻨﺪرﺟﺔ ﺕﺤ ﺖ‬
‫اﻻﺹﻞ اﻟﻤﺘﻤﺴﻚ ﺏﻪ‪ ،‬ﺟﺎز ان ﺕﻜﻮن‪ ٢١‬اﻟﺼﻮرة اﻟﻤﺘﻨﺎزﻋﺔ ﺧﺎرﺟﻪ ﻋﻨ ﻪ‪ ،‬ﻓﻼﺏ ّﺪ ﻡ ﻦ ﺏﻴ ﺎن اﻻﻥ ﺪراج‬
‫ﺏﺎﻟﺨﺼﻮص ﻓﻲ اﻟﺤﻜﻢ اﻟﻤﺨﺼﻮص‪ ،‬و ﻓﻲ ﻡﺠﻤﻊ اﻟﻔﺘ ﺎوى ﻟﺮﺟ ﻞ أﻡ ﺔ ﺕﺰوّﺟ ﺖ ﻡ ﻦ ﻋﺒ ﺪ ﺁﺧ ﺮ‪،٢٢‬‬
‫‪10‬‬
‫ﻓﺎﻻوﻻد ﻟﻤﻮﻟﻰ اﻻب‪ ،‬یﻔﻬﻢ‪ ٢٣‬ﻡﻨﻪ ان ﻓﻴﻪ روایﺘﻴﻦ‪.‬‬
‫واﻡ ﺎ ﺛﺎﻟﺜ ﺎ‪ :‬ﻓﺈﻥ ﻪ یﻠ ﺰم ﻡ ﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ وﻻ یﺴ ﺮى ﻡﻠ ﻚ اﻻب اﻟ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ‪ ،‬ان‪ ٢٤‬ﻻیﺜﺒ ﺖ اﻟ ﻮﻻء‬
‫ﻟﻠﻤﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﻡ ﻦ ﻡﻌﺘﻘ ﺔ ﺏﻌ ﺪ اﻟﻌﺘ ﻖ ﻟﻌ ﺪم ﺱ ﺮایﺔ اﻟﻤﻠ ﻚ ‪٢٥‬آﻮﻥ ﻪ‪ ٢٦‬زاﺉ ﻼ‪ ،‬وﻻ یﻌﻘ ﻞ‬
‫ﺱﺮایﺔ اﻟﺰاﺉﻞ ﺏﻞ اﻟﺴﺮایﺔ ﻟﺤﻜﻤﻪ‪ ،‬وهﻮ ﺡﻖ‪ ٢٧‬اﻟ ﻮﻻء اﻟﻤﺴ ﺒّﺐ ﺏﻌﺘ ﻖ اﻻب‪ ،‬ﻓﻈﻬ ﺮان اﻟﺴ ﺎریﺔ ﻓ ﻰ‬
‫ﻡﺤ ّ‬
‫ن اﻟﺴ ﺒﺐ ﺏ ﺎق ﻓ ﻰ ﻡﺤﻠ ﻪ‪ ،‬واﻟﺴ ﺮایﺔ ﻟﺤﻜﻤ ﻪ‪ ٢٩‬ی ﺪل‬
‫ﻞ‪15‬اﻟﻨﺰاع واﻟﻤﺸﺘﻖ‪ ٢٨‬ﻋﻠﻴ ﻪ ﺡﻜ ﻢ اﻟﺴ ﺒﺐ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن اﻟ ﻮﻻء ﻥﻔﺴ ﻪ ﻻ ی ﻮرث‪ ٣٠‬ﺏ ﻞ ه ﻮ ﻟﻠﻤﻌﺘ ﻖ ﻋﻠ ﻰ ﺡﺎﻟ ﻪ‪ ،‬ﻓﻴﻜ ﻮن‬
‫ﻋﻠﻴ ﻪ ﻗ ﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﺤ ﻴﻂ؛ ا ّ‬
‫‪١٣‬‬
‫‪١٤‬‬
‫‪١٥‬‬
‫‪١٦‬‬
‫‪١٧‬‬
‫‪١٧‬‬
‫‪١٩‬‬
‫‪٢٠‬‬
‫‪٢١‬‬
‫‪٢٢‬‬
‫‪٢٣‬‬
‫‪٢٤‬‬
‫‪٢٥‬‬
‫‪٢٦‬‬
‫‪٢٧‬‬
‫‪٢٧‬‬
‫‪٢٩‬‬
‫‪٣٠‬‬
‫ش‪ / : ٤‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫ش‪ - : ٤‬ﻩ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬زوﺟﻨﻲ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬ﺣﺮة‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬ﻇﻬﺮت‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﻟﻐﻴﺮ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻟﻠﻐﻴﺮ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬ﻟﺬﻟﻚ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﻟﺼﻮرة‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫ش‪ - : ٤‬ﺁﺧﺮ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬یﻌﻠﻢ‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬ان‪.‬‬
‫أ ‪ + :‬ﺣﺎل‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬ﻟﻜﻮﻥﻪ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬و ﻣﻮﺣﻖ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬اﻟﻤﺘﻔﻖ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﺑﺤﻜﻤﻪ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬یﺮث‪.‬‬
‫‪166‬‬
‫اﺱﺘﺤﻘﺎق اﻻرث ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ هﻮ ﻡﻨﺴﻮب اﻟﻴﻪ ﺡﻘﻴﻘﺔ‪ ،‬ﺛﻢ یﺨﻠﻔﻪ‪ ٣١‬اﻟﻴﻪ اﻗﺮب ﻋﺼﺒﺘﻪ آﻤ ﺎ یﺨﻠ ﻒ‬
‫‪٣٢‬‬
‫ﻋﺼﺒﺘﻪ ﻓﻰ ﻡﺎﻟﻪ‪ ،٣٣‬ﻓﺒﻘﻰ ﺡﺪیﺚ ﺱﺮایﺔ اﻟﻤﻠﻚ ﺏﻤﺮاﺡﻞ‪.٣٤‬‬
‫واﻋﻠﻢ أ ّ‬
‫ن ﻡﻦ ﻟﻪ‪ ٣٥‬درﺏﺔ‪ ٣٦‬ﻓﻰ ﻡﺪارج اﻻﺡﻜﺎم اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ‪ ،‬ﻥﺠﺪ‪ ٣٧‬هﺬا اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻡﻮاﺿﻊ‪.‬‬
‫ﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﺒﻨﻮّة ﻋﺒﺎرة ﻋﻦ اﻟﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ اﻻب‪ ،‬وﺱﺒﺐ ﺛﺒﻮت‪ ٣٨‬اﻟﻨﺴﺐ ﻡﻨﻪ‪ ،‬واﻟﺘﻮّﻟ ﺪ ﻡ ﻦ‬
‫ن اﺏ ﻦ اﻻﺏ ﻦ ﺛﺎﺏ ﺖ‬
‫ﻥﻄﻔﺔ‪5‬اﻻب ﻻ یﺴﺮى اﻟﻰ اﺏﻦ اﻻﺏﻦ ﺏﻞ اﻟﺴﺎرى ﺡﻜﻤﻪ‪ ،‬وه ﻮ ﺛﺒ ﻮت اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬ﻓ ﺎ ّ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ ﻡﻦ اﻟﺠﺪ وﺕﻮﻟّﺪﻩ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ اﺏﻴﻪ ﻻ ﻡﻦ ﻥﻄﻔﺔ ﺟﺪّﻩ‪ ،‬وﻋﻠﻰ هﺬا ﻓﻠﺘﺴﺘﺨﺮج اﻟﻨﻈﺎﺉﺮ‪ ،‬ﻓﺎن ﻗﻠ ﺖَ؛‬
‫ﻻﺏ ّﺪ ﻟﺴﺮایﺔ‪ ٣٩‬ﺡﻜﻢ اﻟﻮﻻء ﻡﻦ ﻗﺎﺏﻠﻴﺔ اﻟﻤﺤﻞ ﻟﻪ‪ ،‬واﻟﺤﺮ ﻡﻦ اﻻﺹ ﻞ ﻻ یﻘﺒ ﻞ اﻟ ﻮﻻء‪ ،‬ﻓﻜﻴ ﻒ یﺴ ﺮى‬
‫ن‪ ٤٢‬ﻋﻠﺔ اﻻﺕﺼﺎل آﻤﺎ ﻓﻲ اﻟﻨﺎﻓﻠ ﺔ ‪،‬‬
‫اﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻗﻠﺖُ؛ یﻜﻔﻰ‪ ٤٠‬ﻟﻠﻘﺎﺏﻠﻴﺔ آﻮن اﻟﻮﻟﺪ ﺟﺰء ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ‪٤١ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻓﺎن ﺱﺒﺐ ﺛﺒﻮت‪ ٤٣‬اﻟﺠﺪ ﻓﻲ اﻟﻨﺎﻓﻠﺔ آﻮن اﻟﻨﺎﻓﻠﺔ ﺟ ﺰء اﻟﺠﺰﺉ ﺔ‪ ،٤٤‬واﻟ ﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع ﻓ ﻼ‬
‫‪٤٥‬‬
‫یﺒﻌﺪ‬
‫‪ 10‬ان یﺴﺮى ﺡﻜﻢ اﻟﻮﻻء ﻡ ﻦ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ اﻟ ﻰ وﻟ ﺪﻩ‪ ٤٦‬ﻟﺜﺒ ﻮت ﻥﺴ ﺒﻪ ﻡﻨ ﻪ‪ ،‬وآ ﻮن اﻟ ﻮﻻء ﻓ ﻰ ﺡﻜ ﻢ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ ﺷﺮﻋﺎ‪ ،‬ﻓﻴﺴﺮى آﺴﺮایﺘﻪ‪.‬‬
‫وﺕﺤﺮی ﺮﻩ‪ ،‬ان ﻥﺴ ﺐ اﻻب و‪ ٤٧‬وﻻء ﻗﻮﻡ ﻪ ﺏ ﺎﻟﻘﻮة ﺛﺎﺏ ﺖ ﻓ ﻰ ﺡ ﺎل آ ﻮن اﻻب رﻗﻴﻘ ﺎ واﻻم‬
‫ﺡﺮة‪ ،‬ﻟﻜﻨﻬﻤﺎ ﻻ یﻈﻬ ﺮ ا ّ‬
‫ن ﻟﻮﺟ ﻮد اﻟﻤ ﺎﻥﻊ‪ ،‬وه ﻮ رﻗ ّﻴ ﺔ اﻻب ﻟﻜ ﻮن اﻻب‪ ٤٨‬اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ﻡﻌ ﺪوﻡﺎ ﺡﻜﻤ ﺎ‪،‬‬
‫ویﺘﺒﻌ ﻪ‪ ٤٩‬اﻟﻮﻟ ﺪ ﻟ ﻼم‪ ٥٠‬ﻓ ﻰ اﻟﺼ ﻮرة ﻥﺴ ﺒﺎ ﻟﻘ ﻮة اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻻم ﺏﺎﻟﻨﺴ ﺒﺔ اﻟ ﻰ اﻟﺮﻗﻴ ﻖ‪ ،‬وﻡ ﺎ اوﻗ ﻊ‬
‫اﻟﻨﺎﻇﺮیﻦ ﻓ ﻰ اﻟﻤﻐﻠّﻄ ﺔ اﻻ‪ ٥١‬ه ﺬﻩ اﻟﺼ ﻮرة‪ ،‬ﻓﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴﻬ ﺎ ﺹ ﻮرة آ ﻮن اﻻﺏ ﻮیﻦ ﺡ ﺮیﻦ ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ‬
‫‪15‬‬
‫واﺹﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻡﺎ اﻟﻨﺴﺐ اﻟﺜﺎﺏﺖ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب واﺟﺒﺎ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻋﻠﻰ ﻋﻜﺲ ﻡﺎ اﻋﺘﺒﺮ‪ ٥٢‬اﻟﺸﺮع‪.‬‬
‫‪٣١‬‬
‫‪٣٢‬‬
‫‪٣٣‬‬
‫‪٣٤‬‬
‫‪٣٥‬‬
‫‪٣٦‬‬
‫‪٣٧‬‬
‫‪٣٧‬‬
‫‪٣٩‬‬
‫‪٤٠‬‬
‫‪٤١‬‬
‫‪٤٢‬‬
‫‪٤٣‬‬
‫‪٤٤‬‬
‫‪٤٥‬‬
‫‪٤٦‬‬
‫‪٤٧‬‬
‫‪٤٧‬‬
‫‪٤٩‬‬
‫‪٥٠‬‬
‫‪٥١‬‬
‫‪٥٢‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ / : ٢‬یﺤﻠﻔﻪ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ / : ٢‬یﺤﻠﻔﻪ‪.‬‬
‫س‪ + : ٢‬ﻓﻲ ﺣﺎﻟﻪ‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬ﺑﻤﺮاﺣﻞ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬ﻻ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬درﺟﺔ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬یﺠﺪ ؛ س‪ / : ٢‬ﺗﺠﺪ‪.‬‬
‫ي‪ - : ٢‬ل‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬ل‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬یﻜﻔﻲ ل‪.‬‬
‫أ ‪ + :‬ﻻن ﻋﻠﺔ‪.‬‬
‫ش‪ + : ٤‬اﻟﺠﺰﺉﻴﺔ‪.‬‬
‫ش‪ + : ٤‬ﻥﺴﺐ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬ﻟﺠﺰﺉﻴﺔ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬ﻓﻼ ﺑﺪ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬اﻟﻮﻟﺪ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬ﻓﻲ‪.‬‬
‫ي‪ + : ٢‬اﻻب‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬ﺗﺒﻌﺘﻪ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﻻم‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬اﻟﻲ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ + : ٢‬ﻩ‪.‬‬
‫‪167‬‬
‫واﻟﺤﺎﺹﻞ اﻟﺤﺎﺱﻢ ﻡﺎدة هﺬا اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ هﻮ اﻥﻪ اذا آﺎن ﻟﻠﻤﻌﺘﻖ ﻋﺼﺒﺔ ﻥﺴﺒﻴﺔ آﺄﺏﻴ ﻪ اﻟ ﺬى ه ﻮ‬
‫ﻟﻮﻟ ﺪ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﺟ ﺪ ﺹ ﺤﻴﺢ‪ ،‬وأﺧﻴ ﻪ اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻟﻠﻮﻟ ﺪ ﻋ ﻢّ‪ ،‬واﻻﺏ ﻦ اﻵﺧﺮاﻟﻤﻌﺘ ﻖ اﻟ ﺬى ه ﻮ ﻟﻠﻮﻟ ﺪ أخ‪،‬‬
‫ن اﻟ ﻮﻻء‬
‫ﻡ ﻨﻬﻢ‪ ٥٣‬آﻤ ﺎ یﺮﺛ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ آ ﺬﻟﻚ ﻋﺼ ﺒﺘﻪ اﻟﺴ ﺒﺒﻴّﺔ‪ ٥٣‬ﺕ ﺮث‪ ٥٤‬اذا ﻟ ﻢ ﺕﻮﺟ ﺪ‪ ٥٥‬اﻟﻨﺴ ﺒﻴﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫آﺎﻟﻨﺴﺐ ﺷ ﺮﻋﺎ ‪ ،‬ﻓ ﺎﻋﺘﺒﺮ ه ﺬا اﻻﺹ ﻞ اﻟﻤ ﺬآﻮر ﺏﺎﺹ ﻞ ﺟﺮّاﻟ ﻮﻻء‪ ،‬ﻓ ﺈن ﺟ ﺮ اﻟ ﻮﻻء‪ ٥٦‬ﻟ ﻴﺲ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ‬
‫اﻥﻘﻼع اﻟﻮﻻء ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ واﻥﺘﻘﺎﻟﻪ اﻟﻰ ﺟﺎﻥﺐ ﺁﺧﺮ ﻻﺱﺘﺤﺎﻟﺔ‪ ،‬هﺬا اﻻﻥﺘﻘﺎل‪ ٥٧‬آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔ ﻰ ﺏ ﻞ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ‬
‫‪5‬‬
‫ﺧﺮوج ﻡﺎ ﻓﻰ اﻟﻘﻮة اﻟ ﻰ اﻟﻔﻌ ﻞ ﺏﺈزاﻟ ﺔ اﻟﻤ ﺎﻥﻊ ﻡ ﻦ اﻻب وه ﻮ اﻟ ﺮق‪ ،‬ﻓﻈﻬ ﺮ ان ﺛﺒ ﻮت اﻟ ﻮﻻء آ ﺎن‬
‫ﺏﺴﺒﺐ ﻇﻬﻮر اﻟﻨﺴﺐ اﻟﺜﺎﺏﺖ اوﻻ‪ ،‬ﻓﺈذا ﺛﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﺏﺴﺒﺐ ﻇﻬ ﻮرﻩ یﻔﺴ ﺪ ﺿ ﻌﻔﻪ‪ ،‬ﻓﻜﻴ ﻒ یﺤ ﺮم ﻗ ﻮم‬
‫اﻟﻤﻌﺘﻖ ﻡﻦ‪ ٥٨‬وﻻء وﻟﺪﻩ اﻟﺜﺎﺏﺖ اﻟﻨﺴﺐ ﺏﺪون ﺿﻌﻒ ﺱﺎﺏﻖ‪ ،‬ویﺘ ﺮﺟّﺢ‪ ٥٩‬ﻋﻠﻴ ﻪ ﻥﺴ ﺐ اﻻم اﻟ ﺬى ه ﻮ‬
‫ﻓﻰ ﻏﺎیﺔ اﻟﻀﻌﻒ‪.‬‬
‫‪ 10‬وﺕﻮﺿﻴﺤﻪ‪ ٦٠‬ﺏﻌﺒﺎرة اﺧﺮى؛ ان ﻥﺴﺐ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﺏ ﻴﻦ رﻗﻴ ﻖ وﺡ ﺮة ﺛﺎﺏ ﺖ ﻡﻨﻬﻤ ﺎ‪ ،‬ﻟﻜﻨ ﻪ‬
‫ﻓﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺖ اﻟﻀ ﻌﻒ ﻟﻴﻜ ﻮن اﻟﺮﻗﻴ ﻖ ﺏﻤﻨﺰﻟ ﺔ اﻟﻌ ﺪم‪ ،‬وﻻ یﻈﻬ ﺮ اﺛ ﺮﻩ ﻟﻀ ﻌﻔﻪ‪ ،‬واذا‬
‫اﻋﺘﻖ اﻻب یﻜﻮن ﻥﺴﺒﻪ ﻗﻮی ﺎ‪ ،‬وﻻ یﻌﺘﺒ ﺮ ﻥﺴ ﺐ اﻻم ﺡﻴﻨﺌ ﺬ‪ ٦١‬ﻟﻜﻮﻥ ﻪ ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺔ اﻟﻀ ﻌﻒ‪ ،‬ﻓﺎ ّﻡ ﺎ ﻗ ﻮل‬
‫ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ وﻏﻴ ﺮﻩ؛ ان اﻟ ﻮﻻء ﻡﺒﻨ ﻰ ﻋﻠ ﻰ زوال اﻟﻤﻠ ﻚ ﻓ ﻴﻌﻢّ‪ ،‬ﻟﻜ ﻦ ﻓ ﻰ ﻥﻔ ﺲ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻻ ﻓ ﻰ‬
‫اوﻻدﻩ‪ ،‬ﺏﻞ ﻡﺒﻨﻰ اﻟﻮﻻء ﻓﻰ اوﻻدﻩ اﻟﻨﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ 15‬واﻡ ﺎ راﺏﻌ ﺎ‪ :‬ﻓ ﺎن ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ﻓ ﺎذا ﻟ ﻢ یﻜ ﻦ ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم رق ﻻ یﺘﺼ ﻮرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ وﻻء‪،‬‬
‫یﺨﺎﻟﻒ‪ ٦٢‬ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮوح اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮهﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻥﻬﻢ ﻗﺎﻟﻮا واﺟﻤﻌﻮا ﻋﻠﻰ اﻥﻬﻤ ﺎ ان آﺎﻥ ﺎ ﻡﻌﺘﻘ ﻴﻦ او‬
‫آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻻم ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻة او آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ آﺎن اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺒﻌﺎ ﻟ ﻼب‪ ،‬وﺟ ﻪ‬
‫اﻻﺱﺘﺨﺮاج ﻡﻨﻪ ان ﻡﻦ ﺷﺮط ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤﻮاﻻت ان ﻻ یﻜﻮن ﻓﻴﻪ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ‪.‬‬
‫ﻓﻤﻌﻨﻰ اﻟﻘﺴﻢ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺡﻴﻨﺌﺬ‪ ٦٣‬ان ﺕﻜ ﻮن‪ ٦٤‬اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ‪ ،‬وآ ﺬا یﺨ ﺎﻟﻒ ﺹ ﺮیﺢ ﻡ ﺎ ﻥﻘ ﻞ‬
‫ﺏﻌﺾ ﺷ ﺮوح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ‪ ٦٥‬اﻟﺼ ﻐﻴﺮ‪ ،‬وه ﻮ اﻥ ﻪ ﻗ ﺎل؛ اذا آ ﺎن اﻻﺏ ﻮان ﻋ ﺮﺏﻴﻴﻦ ﻻ وﻻء‪ ٦٦‬ﻻﺡ ﺪ‪،‬‬
‫ﻡﻦ ‪20‬‬
‫‪٥٣‬‬
‫‪٥٣‬‬
‫‪٥٤‬‬
‫‪٥٥‬‬
‫‪٥٦‬‬
‫‪٥٧‬‬
‫‪٥٧‬‬
‫‪٥٩‬‬
‫‪٦٠‬‬
‫‪٦١‬‬
‫‪٦٢‬‬
‫‪٦٣‬‬
‫‪٦٤‬‬
‫س‪ / : ٢‬هﻢ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬اﻟﻨﺴﺒﻴﺔ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬یﺮث‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬یﻮﺟﺪ‪.‬‬
‫س‪ - : ٢‬ﻓﺈن ﺟﺮ اﻟﻮﻻء‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬اﻻﻥﺘﻘﺎل‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬ﻋﻦ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬و ﺗﺮﺟﺢ ؛ ش‪ / : ٤‬و یﺮﺟﺢ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬یﻮﺽﺤﻪ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ / : ٢‬ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺣﻴﻨﺌﺬ"‪.‬‬
‫س‪ + : ٢‬ﻣﻮﻟﻲ اﻟﻤﻮاﻻت‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬ح ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﺣﻴﻨﺌﺬ"‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫‪168‬‬
‫ن‬
‫ن اﻟﻌ ﺮب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ ‪ ،‬وان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻮﻟﻰ ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ اﻻب‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻻّ‬
‫اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻب ﻓ ﻰ اﻟ ﻮﻻء آﻤ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬ﻓﺘﺒ ﻴّﻦ ﻡ ﻦ ﺟﻤﻠ ﺔ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ؛ ان ﺱ ﺒﺐ اﺱ ﺘﺤﻘﺎق إرث‬
‫اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ ﻋﻠ ﻰ وﻟ ﺪ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﺏﺜﺒ ﻮت ﻥﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﻻ ﺱ ﺮایﺔ اﻟﻤﻠ ﻚ واﻟ ﺮق اﻟﻴ ﻪ‪ ،‬وﺱ ﺒﺐ‬
‫اﺱ ﺘﺤﻘﺎق ﻡ ﻮﻟﻰ اﻟﻤﻌ ّﺘ ﻖ وﻋﺼ ﺒﺘﻪ إرث وﻟ ﺪ اﻟﻤﻌ َﺘ ﻖ ﺏﺜﺒ ﻮت‪ ٦٧‬ﻥﺴ ﺐ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻦ ﻡﻌﺘﻘ ﻪ‪ ،‬وﻇﻬ ﺮان‬
‫ق ﻓﻰ اﺹﻞ اﻟﻨﺴﺐ وان ﺏﻌﺪ‪ ،‬وﻟﻬﺬا ﻟﻮ آﺎن اب اﻟﻮﻟﺪ‬
‫اﻋﺘﺒﺎر اﻟﺮﻗﻴّﺔ ﻓﻰ وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ اﻟﻰ وﺟﻮد اﻟﺮ ّ‬
‫‪5‬‬
‫ﺡﻴ‪‬ﺎ ﻡﻌﺘﻘﺎ یﺮث ﻡ ﻦ وﻟ ﺪﻩ‪ ٦٨‬وان آﺎﻥ ﺖ اﻡ ﻪ ﺡ ﺮة‪ ،‬ﻓ ﺈرث اﻻب ﻟﻨﺴ ﺐ وارث ﻡﻌ ِﺘ ﻖ اﻻب ﻟﻮﻻﺉ ﻪ‪،‬‬
‫ﻟﻘﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺼ ﻼة واﻟﺴ ﻼم‪٦٩‬؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ اﻋﺘ ﻖ‪ ،‬وﻟﻴ ﺖ ﻋﻠﻤ ﻰ ﻡ ﺎ اﻟ ﺬى ﻗﻄ ﻊ ه ﺬا اﻟ ﻮﻻء‬
‫اﻟﻤﻨﺼﻮب وﻡﺎ اﻟﺬى دﻋﺎ اﻟﻰ ﺹﺮف اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ‪ ،‬ﻟﻬﺬا اﻟﻨﺺ ﻋﻨﻪ‪ ٧٠‬و اﺕﺒﺎع اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻋﻠﻰ‬
‫اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ‪ ،‬وﻟﻢ یﻌﻜﺲ اﻻﻡﺮ ﻡﻊ ان اﻻﺹ ﻞ ﻋ ﺮض اﻟﻔ ﺮوع ﻋﻠ ﻰ اﻻﺹ ﻮل ﻋﻨ ﺪ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔ ﺔ و ﻗﺒ ﻮل‬
‫اﻟﻤﻮاﻓﻖ و ر ّد اﻟﻤﺨﺎﻟﻒ‪.‬‬
‫‪10‬‬
‫ن اﻟﻠﻔﻆ اذا آﺎن ﻗﻄﻌﻴﺎ ﻓﻰ ﻡﻌﻨ ﻰ یﺠ ﺐ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﻈ ﺎهﺮ‬
‫واﻡّﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل؛ ا ّ‬
‫اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ ﻟﻪ وﻟﻐﻴﺮﻩ‪ ،‬ﻓﻤﺴﻠّﻢ؛ اﻥﻪ اﺹﻞ یﺼﻠﺢ ان یﻜﻮن اﺱﺎﺱﺎ ﻟﻠﺒﻨﺎء‪ ،‬ﻟﻜﻦ اﻟﻘﻄﻌﻴﺎت اﻥﻤﺎ هﻰ اﻟﻔﺎظ‬
‫اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻠﻨﺼ ﻮص اﻟ ﻮاردة‪ ٧١‬ﻓ ﻰ ه ﺬا اﻟﺒ ﺎب‪ ،‬وه ﻲ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم‪٧٢‬؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻤ ﻦ‬
‫اﻋﺘﻖ وﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم‪٧٣‬؛ اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ ﻡﻦ ﻟﺤﻢ اﻟﻨﺴﺐ وﻗﻮﻟ ﻪ‪٧٤‬؛ ﻡ ﻮﻟﻰ اﻟﻘ ﻮم ﻡ ﻨﻬﻢ‪ .‬واﻟﻈ ﻮاهﺮ‬
‫اﻟﻤﺤﺘﻤﻠﺔ ﻟﻤﻌﻨﻰ‪ ٧٥‬یﻮاﻓﻖ ﻡﻌﻨﻰ اﻟﻨﺺ‪ ،‬و ﻟﻐﻴﺮﻩ اﻟﻔﺎظ اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻟﻤﻌﻨﻰ‪ ٧٦‬اﻟ ﻨﺺ ﻇ ﺎهﺮا‪،‬‬
‫‪15‬‬
‫ن ﻟﻔﻆ اﻟﻴﺪایﻊ وه ﻮ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻪ وان آ ﺎن ﻡ ﻦ اﻟﻔ ﺎظ اﻟﻌﻤ ﻮم‪ ،‬واﻟﻌﻤ ﻮم‬
‫اﻡﺎ اوﻻ‪ :‬ﻓﻼ ّ‬
‫هﻨﺎ‪ ٧٧‬ﻡﺘﺤﻘﻖ ﺏﺈﻋﺘﺒﺎریﻦ؛‬
‫اﺡﺪهﻤﺎ‪ :‬اﻥﻪ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻨ ﺎس ﻻ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب وﻻ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم‪ ،‬وﺛﺎﻥﻴﻬﻤ ﺎ‪:‬‬
‫اﻥﻪ ﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ‪ ،٧٨‬وﻟﻤ ﺎ ﻟ ﺰم اﻟﻤﺤ ﺬور ﻡ ﻦ اﻟﺤﻤ ﻞ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻻول‪ ،‬وه ﻮ ﻟ ﺰوم‬
‫‪٦٥‬‬
‫‪٦٦‬‬
‫‪٦٧‬‬
‫‪٦٧‬‬
‫‪٦٩‬‬
‫‪٧٠‬‬
‫‪٧١‬‬
‫‪٧٢‬‬
‫‪٧٣‬‬
‫‪٧٤‬‬
‫‪٧٥‬‬
‫‪٧٦‬‬
‫‪٧٧‬‬
‫‪٧٧‬‬
‫س‪ - : ٢‬ال‪.‬‬
‫س‪ + : ٢‬ﻋﻠﻲ اﻟﻮﻟﺪ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻋﻠﻲ وﻟﺪهﺎ‪.‬‬
‫ش‪ - : ٤‬ب‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬ﻩ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ - : ٤‬اﻟﺼﻼة ؛ س‪ / : ٢‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم "‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﻋﻠﻴﻪ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻣﻨﻪ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﻟﻠﻨﺺ اﻟﻮرد‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم "‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم "‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ + : ٤‬ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﺑﻤﻌﻨﻲ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﺑﻤﻌﻨﻲ‪.‬‬
‫س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬هﻬﻨﺎ‪.‬‬
‫ي‪ - : ٢‬اﻻم‪.‬‬
‫‪169‬‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻋﻤﻮم اﻟﻨﺺ‪ ،‬وﺟ ﺐ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ‪ ،‬ﻟ ﺌﻼ یﻠ ﺰم اﻥﺘﺴ ﺎخ‪ ٧٩‬ﻋﻤﻮﻡ ﻪ ﺏﻐﻴ ﺮ‬
‫‪٨٠‬‬
‫ﻥﺺ یﺼﻠﺢ ﻟﻠﻨﺴﺦ‪.‬‬
‫ن اﻟ ﻮﻻء ﻋﺼ ﻮﺏﺔ‪ ،‬واﻟﻌﺼ ﻮﺏﺔ‬
‫واﻟﻈ ﺎهﺮ ان ﻡ ﺮاد ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﺒ ﺪایﻊ اﻟﻤﻌﻨ ﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻻیﺘﺤﻘﻖ‪ ٨١‬ﺏﻘﺮاﺏﺔ اﻻم آﺬا ﻓﻰ اﻟﻜﻔﺎیﺔ‪ ،‬ویﺪل ﻋﻠﻰ ان ﻡﺮادﻩ هﺬا اﻟﺤﻤﻞ‪ ٨٢‬اﻥﻪ ﻗﺎل؛ وﻻ وﻻء ﻻﺡ ﺪ‬
‫ﻋﻠﻰ‪5‬اﻡﻪ و ﻻ وﻻء ﻟﻮﻟﺪهﺎ‪ ،‬ویﺆیﺪ‪ ٨٣‬ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻡ ﺎ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪ ،‬ﺛ ﻢ‬
‫ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬و آﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم‬
‫اﻻم‪ ،٨٤‬اذا ﺕﺤﻘ ﻖ ه ﺬا یﻨﺒﻐ ﻰ ان یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻃﻼﻗ ﺎت ﻏﻴ ﺮﻩ‪ ،‬آﻤ ﺎ ارﺷ ﺪ اﻟﻴ ﻪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ ﻓ ﻰ ﺁﺧ ﺮ‬
‫اﻟﻤﻘﺪﻡ ﺔ‪ ،‬ﻓﻨﻘ ﻮل وﺏ ﺎﷲ اﻟﺘﻮﻓﻴ ﻖ ان ﺕﻮری ﺚ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻓ ﻰ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع ﻡﻔﻬ ﻮم ﻡ ﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ‬
‫ن ﻓﻴﻪ ﻡﻦ اﻋﺘﻖ وﻡﻦ ﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم‪٨٦‬؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ ﻡ ﻦ ﻟﺤ ﻢ‬
‫اﻟﺴﻼم‪٨٥‬؛ اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫اﻟﻨﺴﺐ‬
‫‪.٨٧10‬‬
‫ﻗ ﺎل ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﺷ ﺮح اﻟﻬﺪای ﺔ؛ ﻡﻌﻨ ﺎﻩ ان اﻥﺘﺸ ﺎر اﻟ ﻮﻻء ﻓ ﻰ اﻻﺹ ﻮل واﻟﻔ ﺮوع ﺷ ﺒﻪ‬
‫‪٨٨‬‬
‫اﻥﺘﺸﺎراﻟﻨﺴﺐ واﺧﺘﻼﻃﻪ ﺡﺘ ﻰ یﺼ ﻴﺮ آﺎﻟﺸ ﺊ اﻟﻮاﺡ ﺪ ﻡ ﻦ ﺷ ﺪة اﻟﻤﺨﺎﻟﻄ ﺔ‪ ٨٩‬آ ﺎﻟﺜﻮب اﻟﻤﻨﺴ ﻮج ﻡ ﻦ‬
‫اﻟﺴﺪا واﻟﻠﺤﻤﺔ‪ ،‬واﻡﺎ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان اﻟﻮﻟ ﺪ یﺘﺒ ﻊ اﻻم ﻓ ﻰ اﻟ ﺮق واﻟﺤﺮی ﺔ ﻓ ﻴﻌﻢ‪ ،٩٠‬وﻟﻜ ﻦ اﻟﻤﻔﻬ ﻮم ﻡﻨ ﻪ ان‬
‫یﻜﻮن ﻓﻰ اﺡﺪ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ رﻗﻴﻖ اﻟﺒﺘﺔ وﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺐ اﻵﺧﺮ ﺡ ّﺮ او رﻗﻴﻖ‪ ،‬وﻡﺎ ﺕﻜﻠّﻤﻨﺎ ﻓﻴﻪ ﻟﻴﺲ ﻡﻦ اﺡ ﺪ‬
‫ق ﺏﻞ آﺎن و زال‪ ،‬وﻋ ﺎد ﻗﻮﺕ ﻪ اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ﺧﺼﻮﺹ ﺎ ﻋﻠ ﻰ ﻡ ﺎ اﺹ ﻄﻠﺤﻪ اﻟﻔﺎﺿ ﻞ ﻡ ﻦ ان‬
‫اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ‬
‫‪15‬‬
‫ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء‪.‬‬
‫ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ ان اﻟﺮوایﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟﺔ ﻡﻦ اﻟﻤﺸﺎیﺦ ﻓﻰ ﺡﺎدﺛﺔ ﻻﺏ ّﺪ ان ﺕﻌ ﺮض‪ ٩١‬ﻋﻠ ﻰ اﻻﺹ ﻮل‬
‫و اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ ﺕﻠﻚ اﻟﺤﺎدﺛﺔ‪ ،‬ﻓﺘﻘﺒﻞ اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻬﻤﺎ‪ ٩٢‬وﺕ ﺮد اﻟﻤﺨﺎﻟﻔ ﺔ‪ ،‬واﻟﺮوای ﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟ ﺔ‬
‫ﻡﻨﻬﻢ ﻡﻄﻠﻘﺎ و ﻡﻘﻴﺪا ﻓﻰ ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﻡﻮاﻓﻘﺔ ﻟﻠﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓ ﻰ ﺡﺎدﺛ ﺔ‬
‫‪20‬ﻡﻨﺪرﺟﺔ ﺕﺤﺘﻬﺎ‪ ،‬واﻻﻥﺪراج یﻤﻨﻊ اﻟﻬﺠﺮ‪ ،‬وهﻮ یﻤﻨﻊ اﻟﻌﻤ ﻞ واﻟﻘ ﻮل ﺏﻌﻤ ﻮم اﻟ ﻨﺺ‪ ،‬وآﻼهﻤ ﺎ‬
‫اﻟﻮﻻء‬
‫‪ ٧٩‬ش‪ / : ٤‬اﻥﻔﺴﺎخ‪.‬‬
‫‪ ٨٠‬أ ‪ / :‬ﻟﻐﻴﺮ‪.‬‬
‫‪ ٨١‬أ ‪ / :‬ﺗﺼﻠﺢ ؛ ش‪ / : ٤‬ﺗﺴﺘﺤﻖ‪.‬‬
‫‪ ٨٢‬س‪ / : ٢‬اﻟﻤﺤﺘﻤﻞ‪.‬‬
‫‪ ٨٣‬أ ‪ ،‬ش‪ + : ٤‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ٨٤‬س‪ - : ٢‬ﺙﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺣﺮاﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬و آﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺣﺮة اﻻﺻﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم‪..‬‬
‫‪ ٨٥‬س‪ / : ٢‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم" ‪.‬‬
‫‪ ٨٦‬س‪ / : ٢‬ع م ﺑﺪﻻ ﻣﻦ "ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم"‪.‬‬
‫‪ ٨٧‬ش‪ / : ٤‬اﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ ٨٧‬س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬یﺸﺒﻪ‪.‬‬
‫‪ ٨٩‬أ ‪ / :‬اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ‪.‬‬
‫‪ ٩٠‬ش‪ / : ٤‬ﻓﻨﻌﻢ‪.‬‬
‫‪ ٩١‬س‪ / : ٢‬یﻌﺮض‪.‬‬
‫‪ ٩٢‬س‪ / : ٢‬ﻟﻬﺎ‪.‬‬
‫‪170‬‬
‫ﺧﻼف اﻟﻤﻌﻬﻮد ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع‪ ،‬ﻓﻴﻨﺒﻐ ﻰ ان ﺕﻜ ﺬیﺐ‪ ٩٣‬اﻟﺘﻜﻠﻔ ﺎت اﻟﺪﻗﻴﻘ ﺔ ان ارﺕﻜ ﺐ ﻓ ﻰ اﻋﺒ ﺎء‪ ٩٤‬ﺡﻤ ﻞ‬
‫اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻮاﻓﻘﺔ‪ ،‬ان اﻡﻜﻨﺖ واﻻ ﻓﺮدت‪ ،.‬و اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ اﻟﺒﺎب ﻗﺪ ذآﺮﻥﺎهﺎ‪ ،‬واﻡ ﺎ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ؛ اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬ﻓﻠﻴﺲ ﻡﻦ اﻻﺧﺒﺎر اﻟﻮاردة ﻓﻰ ﺏﻴﺎن ﺡﻜ ﻢ اﻟ ﻮﻻء‪ ،‬ﺏ ﻞ ه ﻮ‬
‫وارد ﻟﺒﻴﺎن ﺡﺎل ‪٩٥‬اﻻرﻗﺎء واﻻﺡ ﺮار ﻓ ﻰ اﻟﺮ ّﻗ ّﻴ ﺔ واﻟﺤ ّﺮ ّی ﺔ‪ ،‬وان اﺱ ﺘﻨﺒﻄﺖ ﻡﻨ ﻪ اﺡﻜ ﺎم ﺁﺧ ﺮ‪ ،‬ﻟﻜ ﻦ‬
‫ﻓﺮق‪5‬ﻡﺎ ﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﻴﻖ‪ ٩٦‬ﻟﻪ اﻟﻜﻼم ﻗﺼﺪا و ﺏﻴﻦ ﻡﺎ یﺴﺘﺨﺮج ﻡﻨﻪ رأی ﺎ‪ ،‬وا ّﻡ ﺎ اﻟﺮوای ﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟ ﺔ ﻡ ﻦ‬
‫اﻟﻤﺸﺎیﺦ ﻓﻰ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﺸﻬﻮرة ﺏﺎﻟﻜﺘﺐ اﻟﺤﻨﻔﻴﺔ اﻟﻤﺘﺪاوﻟﺔ ﺏﻴﻨﻬﻢ ﺕﺪاوﻻ یﺴﺘﺪل ﺏﻪ اﻟﻰ ﺡﺴﻦ ﻇﻨّﻬﻢ ﻟﻬ ﺎ‬
‫و ﻗﺒﻮﻟﻬﻢ ﺏﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻤﻄﻠﻘﺔ وﻡﻘﻴ ﺪة‪ .‬اﻡ ﺎ ﻡﻄﻠﻘ ﺎﺕﻬﻢ؛ ﻓﻤﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ ﻓ ﻰ اﻟﻔﺘ ﺎوى اﻟﻘﺎﻋﺪی ﺔ ﻡ ﺮوى وﻓ ﺎت‬
‫ن ﻡﻌﺘ ﻖ اﺏﻴ ﻪ‬
‫یﺎﻓ ﺖ ﻡ ﺎدرش ﻡﺎﻥ ﺪ وی ﺮاز‪ ٩٧‬ادآﺘ ﺪﻩ‪ ٩٨‬ی ﺮﺏﺶ‪ ٩٩‬ﻓﺎﻟﺜﻠ ﺚ ﻟ ﻼم واﻟﺒ ﺎﻗﻰ ﻟﻠﻌﺼ ﺒﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫آﻤﻌﺘﻘﻪ‪ ،‬ویﻌﻠﻢ ﻡﻦ ﺕﻌﻠﻴﻞ اﻟﻘﺎﻋﺪیﺔ ﺡﺎل اﻃﻼﻗﺎت ﺏﺎﻗﻰ اﻟﻜﺘﺐ‪.‬‬
‫‪ 10‬وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ وﺟﻴﺰﺹﺎﺡﺐ اﻟﻮﺱﻴﻂ؛ وان ﻡ ﺎت اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻋ ﻦ ﺹ ﺎﺡﺐ ﻓ ﺮض وﻡﻌ ِﺘ ﻖ‬
‫ﻓﻠﺼ ﺎﺡﺐ اﻟﻔ ﺮض ﻓﺮﺿ ﻪ واﻟﺒ ﺎﻗﻰ ﻟﻠﻤﻌ ِﺘ ﻖ‪ ،‬وﻓﻴ ﻪ ایﻀ ﺎ واﻟ ﻮﻻء ﻟﻌﺼ ﺒﺔ اﻟﻤﻌﺘ ﻖ ﻻ ﻟﺼ ﺎﺡﺐ‬
‫ن ﻡﻌ ِﺘ ﻖ اﻻب آﻤﻌ ِﺘ ﻖ اﻟﻮﻟ ﺪ‪ ،‬آﻤ ﺎ‬
‫اﻟﻔﺮض‪ ،‬وﻡﻦ ﺏﻘﻰ ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﺹﺎﺡﺐ ﻓ ﺮض وﻡﻌ ِﺘ ﻖ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﻘﺎﻋﺪیﺔ‪.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ اﻟﺨﻼﺹﺔ؛ آﻞ ﻡﻤﻠﻮك ﻋﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻚ ﻡﺎﻟﻜﻪ‪ ،‬ﻓﻮﻻؤﻩ ﻟﻪ‪ .‬وﻡﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ‬
‫ﻓﻰ ﻡﺠﻤﻊ اﻟﻔﺘﺎوى؛ اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ‪ .‬واﻡ ﺎ ﻡﻘﻴ ﺪایﻬﻢ ﻓﻤﻨﻬ ﺎ ﻡ ﺎ ﻗ ﺎل‬
‫ذآﺮ ‪15‬‬
‫ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴ ﺔ؛ اﻟﻮﻟ ﺪ وإن ﻋﻠ ﻖ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﺏ ﺎن آﺎﻥ ﺖ اﻡ ﻪ ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ او ﻋﺎرﺿ ﻴﺔ یﺠ ﻮز ان‬
‫یﺜﺒ ﺖ‪ ١٠٠‬ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟ ﻮﻻء اﻡ ﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪ ،‬وان آ ﺎن اﻻب‪ ١٠١‬ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم‬
‫اﻻب‪ ،‬وآﺬا ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم‪.‬‬
‫ن اب اﻟﻤﺪّﻋﻰ ه ﺬا‪،‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻔﺘﺎوى اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴﺔ ﻥﻘﻼ ﻡﻦ اﻟﻄﺤﺎوى؛ وﻟﻮ ﺷﻬﺪا ا ّ‬
‫اﻋﺘﻖ‪20‬اب اﻟﻤﻴّﺖ هﺬا‪ ،‬وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ‪ ،‬ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘَﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا‪ ،‬وهﻮ اﻟﻤﺪّﻋﻰ‪ ،‬ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌ ِﺘ ﻖ‬
‫وﺕﺮك اﺏﻨﻪ هﺬا‪ ،‬وهﻮ اﻟﻤﻴﺖ‪ ،‬وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ إﻡﺮأة ﺡﺮة‪ ،‬ﻗﻀﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻠﻤﺪﻋﻰ‪.‬‬
‫‪ ٩٣‬ي‪ / : ٢‬ﺗﻜﺬیﺐ ) اﺻﻠﻪ ﺗﺮﺗﻜﺐ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي(‪.‬‬
‫‪ ٩٤‬أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﻋﻴﺎء‪.‬‬
‫‪ ٩٥‬ش‪ + : ٤‬ﻓﺮوع‪.‬‬
‫‪ ٩٦‬س‪ / : ٢‬یﺴﺒﻖ‪.‬‬
‫‪ ٩٧‬أ ‪ / :‬و ﺑﺴﺮﺁ ؛ س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬و ﭘﺴﺮﺁ‪.‬‬
‫‪ ٩٧‬ي‪ / : ٢‬ادآﺘﺪﻩ ) اﺻﻠﻪ زادآﻨﻨﺪﻩ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﺧﺮي(‪.‬‬
‫‪ ٩٩‬أ ‪ / :‬ﭘﺪرش ؛ س‪ / : ٢‬ﺑﺪرش ؛ ش‪ / : ٤‬ﺑﺬرش‪.‬‬
‫‪ ١٠٠‬س‪ / : ٢‬یﻨﺴﺐ‪.‬‬
‫‪ ١٠١‬أ ‪ - :‬اﻻب‪.‬‬
‫‪171‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﺠﺎﻡﻊ‪ ١٠٢‬اﻟﺼﻐﻴﺮ ﻟﻠﻌﺘﺎﺏﻲ؛ وان آﺎﻥﺖ اﻻم ﻋﺮﺏﻴ ﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘ ﺎ‬
‫ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻡﻮﻟﻰ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ آﻤﺎ‪ ١٠٣‬ﻓﻰ اﻟﺨﻼﺹﺔ‪.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓﻰ ﺷﺮح اﻟﻬﺪایﺔ؛ او آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻻم ﻡﻮﻟﻰ اﻟﻤ ﻮاﻻة آ ﺎن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕﺒﻌ ﺎ‬
‫ﻟﻼم‪ ١٠٤‬واﻡّﺎ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻡﻦ اﻟﺮوایﺎت‪ ١٠٥‬ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﺤﺴﺐ اﻟﻈﺎهﺮ‪.‬‬
‫‪ 5‬ﻓﻤﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺢ رﺷﻴﺪاﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح ﻗ ﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﺘﻜﻤﻠ ﺔ؛ وان‬
‫اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب وﻡﻮاﻟﻰ اﻻم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ اﻟ ﻲ ﺁﺧ ﺮ‪ ،١٠٦‬ﺡﻴ ﺚ ﻗ ﺎل اﻟﺸ ﺎرح اراد ﺏﻬ ﺬا ان یﻜ ﻮن‬
‫ن اﻻم اذا‬
‫اﻻم ﻡﻮﻻة‪ ،‬ﻻﻥّﻪ‪ ١٠٧‬ﻟﻮآﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ‪ ١٠٨‬وﻻء‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫آﺎﻥ ﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻓ ﻰ اﻟﺤﺮی ﺔ یﺘﺒﻌﻬ ﺎ‪ ،‬واﻻب اذا آ ﺎن ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ وﺕﺒﻌ ﻪ ﻓ ﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ‪،‬‬
‫ن اﻟﻌ ﺮب ﻻیﺠ ﺮى‬
‫واﻟﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ آﻠﺤﻤ ﺔ اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬واﻟﻤ ﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨ ﺎ ﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ان یﻜ ﻮن ﻋﺮﺏﻴ ﺎ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ر‬
‫‪10‬قّ‪ ،‬اﻗﻮل؛ یﻤﻜﻦ ان یﺮاد‪ ١٠٩‬ﺏﺎﻟﻮﻻء ﻓﻰ ﻗﻮل اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى اﻟﻮﻻء اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ ﻗﻮل ﺹ ﺎﺡﺐ‬
‫ى ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻟﻤ ﺎ ﺛﺒ ﺖ ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ‬
‫اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ‪ ،‬وهﻮ اﻟﻮﻻء اﻟﻤﻘﻀﻰ ﺏﻪ ‪ ١١٠‬ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم‪ ،‬ا ْ‬
‫وﻻء ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ اﻻم‪ ،‬ﺏ ﻞ ه ﻮ اﻗ ﺮب ﻟﻜﻮﻥ ﻪ ﺷ ﺮﻃﺎ‪ ١١١‬ﻟ ﻪ‪ ،‬وآﻴ ﻒ‪ ١١٢‬واذا ﻟ ﻢ یﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ یﻜ ﻮن‬
‫‪١١٣‬‬
‫ﻡﺨﺎﻟﻔﺎ‪ ،‬ﻟﻤﺎ ﺟﻌﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺹﻮرة اﻻﺕﻔﺎق‪ ١١٤‬ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ آﺎﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ‬
‫وﺏﻴﻦ‪ ١١٥‬اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ‪ ،‬ﻻﻥّﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻻء ﻓﻴﻬ ﺎ ﻟﻘ ﻮم اﻻب ﻡ ﻊ ان اﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ ﻓ ﻰ‬
‫اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪.‬‬
‫‪15‬‬
‫ﺛﻢ اﻟﻌﺠﺐ آﻞ اﻟﻌﺠ ﺐ؛ ان ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪای ﺔ یﺠﻌ ﻞ اﻟﻤﻮﻟ ﻮد ﺏ ﻴﻦ واﺡ ﺪ ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ وﺏ ﻴﻦ‬
‫اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬وﻟﻢ ﻥﺠﻌﻞ ﻥﺤﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡﻦ اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺏﻴﻦ اﻟﻌﺠﻤﻴ ﺔ ﺕﺎﺏﻌ ﺎ‬
‫ﻟﻘ ﻮم اﻻب‪ ،‬آﻤ ﺎ ه ﻮ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ن اﻻﺹ ﻞ ان‬
‫ن ﻏﻴ ﺮ اﻟﻌ ﺮب ﻋﺠ ﻢ‪ ، ١١٦‬ﺏﻘ ﻰ اﻟﻜ ﻼم ﻓ ﻲ ا ّ‬
‫‪١٠٢‬‬
‫‪١٠٣‬‬
‫‪١٠٤‬‬
‫‪١٠٥‬‬
‫‪١٠٦‬‬
‫‪١٠٧‬‬
‫‪١٠٧‬‬
‫‪١٠٩‬‬
‫‪١١٠‬‬
‫‪١١١‬‬
‫‪١١٢‬‬
‫‪١١٣‬‬
‫‪١١٤‬‬
‫‪١١٥‬‬
‫‪١١٦‬‬
‫س‪ - : ٢‬ال‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬آﺬا‪.‬‬
‫ي‪ / : ٢‬اﻻم ‪ ،‬ﻟﻜﻦ اﺻﻠﻪ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ اﺧﺮي ’ اﻻب’‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬اﻟﺮوایﺎت‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬اﻟﺦ ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "اﻟﻲ أﺧﺮﻩ"‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬ﻻﻥﻬﺎ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﻣﻨﻬﺎ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬یﻜﻮن اﻟﻤﺮاد‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬اﻟﻤﻘﻲ ﻟﻪ ؛ ش‪ / : ٤‬اﻟﻤﻘﺘﻀﻲ ﺑﻪ‪.‬‬
‫ي‪ / : ٢‬ﺵﺮﻃﺎ ‪ ،‬ﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ هﺬﻩ اﻟﻜﻠﻤﺔ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي "ﺵﺮﺣﺎ"‪.‬‬
‫ش‪ + : ٤‬ﻻ‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬یﻜﻮن‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬اﻻﻥﻔﺎق‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬ﺑﻴﻦ واﺣﺪ ﻣﻦ اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺑﻴﻦ ‪ ،‬یﻮﺟﺪ ﻣﻜﺎﻥﻪ ﻣﻦ‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬ﻋﺠﻤﻲ‪.‬‬
‫‪172‬‬
‫اﻟﻤﻌﺮّف اذا اﻋﻴﺪ ﺏﺎﻟﻤﻨﻜّﺮ آﺎن اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻏﻴ ﺮ اﻻول‪ ،‬ﻗﻠﻨ ﺎ؛ ان ه ﺬﻩ اﻟﻘﺎﻋ ﺪة ﻏﻴ ﺮ ﺕﺎﻡ ﺔ آﻤ ﺎ ﺕﺤ ّﻘ ﻖ‬
‫‪١١٧‬‬
‫ﻓﻰ ﻡﻮﺿﻌﻪ‪.‬‬
‫و یﺮﺷﺪك اﻟﻰ ه ﺬا اﻟﻤﺤ ﻞ اﻟﻤﻨﺠ ﻰ ﻋ ﻦ اﻋﻴ ﺎ‪ ١١٨‬اﻟﺘﻜﻠﻔ ﺎت ﻓ ﻰ اﻻی ﺮادات واﻻﺟﻮﺏ ﺔ اﻟﺘ ﻰ‬
‫یﺮى ﻓﻴﻬﺎ ﻡ ﺎ ی ﺮى روای ﺔ ﻡﻨﻴ ﺔ اﻟﻔﺘ ﺎوى‪ ،‬وه ﻰ ﻗﻮﻟ ﻪ؛ ‪١١٩‬ا ّﻡ ﺎ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب او ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪ ،‬ان‬
‫آ ﺎن‪5‬اﻻب ﺡ ﺮ اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻب وآ ﺬا ان آﺎﻥ ﺖ اﻻم ﺡ ﺮة اﻻﺹ ﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘ ﻮم اﻻم‪،‬‬
‫‪١٢٠‬ﺡ ّﺮ اﻻﺹﻞ ﻻ یﺠﺮى ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ‪.‬‬
‫ﻓ ﺎﻋﻠﻢ ان اﻟ ﺬهﺎب اﻟ ﻰ ه ﺬا اﻟﻤ ﺬهﺐ اﻟﻀ ﻌﻴﻒ وﺕﺼ ﻮیﺮﻩ ﺏﺼ ﻮرة یﻜ ﻮن ﻟﻘ ﻮة اﻟﻘ ﻮة‬
‫‪١٢١‬‬
‫اﻟﻤﺼﻮّرة‪ ،‬ویﻜﻮن آﻤﺎ ﺡﻜﻰ ﻋﻦ اﻻﻡﺎم اﻟﺸﺎﻓﻌﻰ رﺡﻤ ﻪ اﷲ ﻓ ﻰ وﺹ ﻒ ﻓﻀ ﻞ اﻋﻈ ﻢ اﻻﺉﻤ ﺔ اﺏ ﻰ‬
‫ن اﺏﺎ ﺡﻨﻴﻔ ﺔ آ ﺎن رﺟ ﻼ ﻟ ﻮ ادّﻋ ﻰ ان ه ﺬا اﻟﺤﺠ ﺮ ذه ﺐ یﺤ ﺞ‬
‫ﺡﻨﻴﻔﺔ رﺡﻤﻪ اﷲ‪ ١٢٢‬ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ا ّ‬
‫‪١٢٣‬‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‪10.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم اﻟﺴﺮﺧﺴﻰ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ؛ ان آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮة ‪ ١٢٤‬وﻻ وﻻء ﻋﻠ ﻰ‬
‫اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬یﻘﺎل؛ ﻓﻴﻪ ﻇﺎهﺮ‪ ١٢٥‬ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ ان آﺎﻥﺖ‪ ١٢٦‬اﻻم ﺡﺮة آﻮﻥﻬﺎ ﺡﺮة ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ‪ ،‬وﺏﻌﺪ ﻡﺎ آ ﺎن‬
‫اﻻب ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ واﻻم ﺡ ﺮة اﺹ ﻠﻴﺔ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ یﻜ ﻮن اﻟﻮﻟ ﺪ ﺕﺎﺏﻌ ﺎ ﻟ ﻼب ﻻ ﻟﻼم‪،‬ﻻﻥ ﻪ ﻻ‬
‫ﻥﺴﺐ‪ ١٢٧‬ﻟﻼم‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮن اﺱﺘﺤﻘﺎﻗﺎ‪ ١٢٩‬ﺏﺎﻟﻨﺴ ﺐ ﻻ اﻟ ﻮﻻء‪ ،‬ﺏ ﻞ اﻟ ﻮﻻء ﻋﻠ ﻰ اﺏﻴ ﻪ اﻟﺴ ﺒﺐ اﻟﻤﻔﻀ ﻰ اﻟ ﻰ‬
‫ن آﻼﻡﻪ ﻟﻴﺲ ﺏﺤﻤﻞ اﻟﺘﺮدّد‪ ،‬ﻓﻴﺤﺘﺎج اﻟﻰ اﻟﺘﺮدیﺪ اﻟﻤﺬآﻮرﻓﻴﻪ او اراد ﺏ ﺎﻟﺤﺮة‬
‫‪ 15‬ﺏﻨﺴﺒﻪ‪ ،‬ﻓﻈﻬﺮا ّ‬
‫اﻻرث‬
‫اﻻﺹ ﻠﻴﺔ ویﺒﻘ ﻰ اﻟ ﻮﻻء اﻟﻤﻨﻔ ﻰ ﻋ ﻦ ﻗ ﻮم اﻻب‪ ،‬آﻤ ﺎ ﺱ ﺒﻖ اﻟﺤﻤ ﻞ ﻋﻠﻴ ﻪ ﻟﻠﺨ ﻼص ﻋ ﻦ ﻡﺨﺎﻟﻔ ﺔ‬
‫اﻟﻨﺼﻮص و ارﺕﻜﺎب اﻟﺘﻜﻠﻔﺎت‪.‬‬
‫ﺤ ﱠﺰ ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ان ﻡﺎ هﻮ ﻇﺎهﺮﻓﻲ ﻡﻌﻨﻰ‪ ،‬یﺠ ﺐ ردّﻩ اﻟ ﻰ‬
‫واﻟﻔﺎﺿﻞ ﺱﻠﻤﻪ اﷲ‪ ١٣٠‬اﺹﺎب اﻟ َﻤ َ‬
‫ﻡﺎ هﻮ ﻗﻄﻌﻰ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻟﻜﻦ هﺬا اﻻﺹﻞ ﻟﻨﺎ ﻻ ﻋﻠﻴﻨﺎ‪ ،‬آﻤﺎ اﻥﺠﻠﻰ ﻓﻰ ﺕﻘﺴﻴﻤﻪ اﻟﺤﺮاﻻﺹﻠﻰ اﻟ ﻰ اﻟﻘﺴ ﻤﻴﻦ‬
‫‪١١٧‬‬
‫‪١١٧‬‬
‫‪١١٩‬‬
‫‪١٢٠‬‬
‫‪١٢١‬‬
‫‪١٢٢‬‬
‫‪١٢٣‬‬
‫‪١٢٤‬‬
‫‪١٢٥‬‬
‫‪١٢٦‬‬
‫‪١٢٧‬‬
‫‪١٢٩‬‬
‫‪١٣٠‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬ﺣﻘﻖ‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﻋﺒﺎء ؛ س‪ / : ٢‬اﺣﻴﺎء ‪.‬‬
‫س‪ + : ٢‬اﻣﺎ‪.‬‬
‫ن‪.‬‬
‫أ ‪ ،‬ش‪ + : ٤‬ﻻ ّ‬
‫ﻦ‪.‬‬
‫أ ‪ - :‬اﻟﻘﻮة ؛ س‪ / : ٢‬اﻟﻘ ّ‬
‫س‪ - : ٢‬اﷲ ؛ ش‪ - : ٤‬اﺑﻰ ﺣﻨﻴﻔﺔ رﺣﻤﻪ اﷲ‪.‬‬
‫ش‪ / : ٤‬ﻟﺤﺠﺞ‪.‬‬
‫ي‪ - : ٢‬و اﻟﺐ ﻣﻌﺘﻘﺎ ‪.‬‬
‫ي‪ - : ٢‬ان اﻟﻤﺮاد ؛ س‪ /: ٢‬ﻇﻬﺮ‪.‬‬
‫أ ‪ / :‬آﺎن‪.‬‬
‫س‪ / : ٢‬یﻨﺴﺐ‪.‬‬
‫ي‪ - : ٢‬اﻻب‪.‬‬
‫س‪ - : ٢‬ﺱﻠﻤﻪ اﷲ‪.‬‬
‫‪173‬‬
‫ن اﻟﻤﻨﻘﺴ ﻢ اﻟ ﻰ اﻟﻘﺴ ﻤﻴﻦ‪ ١٣١‬ﻓ ﻰ اﺹ ﻄﻼﺡﻬﻢ اﻟﺤ ﺮﻻ‬
‫اﻟﻤ ﺬآﻮریﻦ ﻓ ﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡ ﺔ‪ ،‬ﻥ ﻮع ﻏﺮاﺏ ﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻰ او‬
‫اﻟﺤﺮاﻻﺹ ﻠﻰ‪ ،‬آﻤ ﺎ ﻻ یﺨﻔ ﻰ ﻋﻠ ﻰ ﻡﺘﺘﺒﻌ ﻰ آﻼﻡﻬ ﻢ‪ ،‬ﻻﻥﻬ ﻢ یﻘﻮﻟ ﻮن اﻟﺤ ﺮ ا ّﻡ ﺎ ﺡﺮّاﺹ ﻠ ّ‬
‫ﺡﺮّﻋﺎرﺿ ﻰّ‪ ،‬ویﺠﻌﻠ ﻮن اﻻﺹ ﻠ ّ‬
‫ﻰ ﻡﻘ ﺎﺏﻼ ﻟﻠﻌﺎرﺿ ﻰّ‪ ،‬واﻟﻌﺎرﺿ ﻰ ﺕ ﺎرة اﻟﺮﻗﻴ ﻖ‪ ١٣٢‬ﺱ ﻮاء آ ﺎن‬
‫ن اﻟﻤﻌﻨ ﻰ ﻡ ﻦ اﻟﺤﺮاﻻﺹ ﻠﻰ‬
‫ﻋﺮوض اﻟﺤﺮة ﻟﻪ‪ ١٣٣‬ﻟﻨﻔﺴ ﻪ او ﻻب ﻡ ﻦ ﺁﺏﺎﺉ ﻪ او ا ّم ﻡ ﻦ أﻡﻬﺎﺕ ﻪ‪ ،‬وﻻ ّ‬
‫آﺎن ﺡﺮا ﻡﻦ اﺹﻠﻪ ﺏﻤﻌﻨﻲ ان ﻻ یﻜﻮن ﻓﻲ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ‪ ،‬و ﻡﻦ اﻟﺤﺮاﻟﻌﺎرﺿ ﻲ ﻡ ﻦ یﻜ ﻮن ﻓ ﻲ‬
‫ﻡﻦ ‪5‬‬
‫ﻻ‬
‫ق او ﻥﻔﺴﻪ ﺱﺎﺏﻘﺎ‪ ،‬وﻟﻬﺬا ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء‪ ،‬وان ﺏﻌﺪ اﻻب اﻟ ﺬى ﻋ ﺮض ﻟﻨﻔﺴ ﻪ اﻟﺤﺮی ﺔ ا ّ‬
‫اﺹﻠﻪ ر ّ‬
‫ان ﻡﻨﺸﺎء اﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﻓﻴﻪ ﺹﺤﺔ اﻃﻼق ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﻟﻐﺔ‪ ،‬آﻤﺎ ﻥﺒّﻬﻨ ﺎ‪ ١٣٤‬ﺱ ﺎﺏﻘﺎ‪ ،‬آﻤ ﺎ‬
‫یﻘﺎل ﻓﻰ اﻡﺜﺎﻟﻪ ر ّ‬
‫ق اﻟﺰﺟﺎج و رﻗّﺖ اﻟﺨﻤﺮ ﻓﺘﺸﺎآﻼ وﻡﺘﺸﺎﺏﻪ‪ ١٣٥‬اﻻﻡﺮ‪.‬‬
‫وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮاﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ ﺏﻦ اﻟﺤﺴﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼ ﺮﻩ اﻟﻤﺘﺸ ﻬﺮ ﺏﺎﻟﻤﺴ ﻌﻮدي‪ ،‬ﺡﻴ ﺚ ﻗ ﺎل؛ ﻡ ﻦ‬
‫ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻﺡﺪ‪ ،‬ﻓﻠﻪ ان یﻮاﻟﻰ ﻡﻦ ﺷﺎء‪ ،‬ﺟﻮاﺏ ﻪ ﻡ ﺎ ذآ ﺮ ﻓ ﻰ آ ﻼم اﻟﺴﺮﺧﺴ ﻰ ﻡ ﻦ‬
‫آﺎن ‪10‬‬
‫اﻥﻘﻄﺎع اﻋﺘﺒﺎر اﻟﻮﻻء ﻋﻦ ﻗ ﻮم اﻻب واﻋﺘﺒ ﺎر‪ ١٣٦‬اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ‪ ١٣٧‬اﻡﺜ ﺎل ه ﺬﻩ اﻟﺼ ﻮر‪ ١٣٨‬او یﺤﻤ ﻞ‬
‫ﻋﻠﻰ ا ّ‬
‫ن ﻻ وﻻء ﻋﺘﺎﻗﺔ ﻓﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ایﻀ ﺎ ﺡﺘ ﻰ ی ﻮاﻟﻰ‪ ١٣٩‬ﻡ ﻦ ﺷ ﺎء‪ ،‬واﻟﻤﺘﻮ ّﻗ ﻊ ﻡ ﻦ ﻓﻀ ﻠﻪ ﻡ ّﺪ‬
‫ﻇﻠّﻪ‪ ١٤٠‬ان ﻻ یﺤﻤﻞ إﻡﺮأة ﺡﺮة ﻡﻦ ﻟﻔﻆ اﻟﻄﺤﺎوى ﻋﻠﻰ اﻟﺤﺮة ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول‪ ،‬وهﻮ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ‬
‫ن اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻡﺘﺒﺎدرﻡﻨﻪ‪ ،‬واﻗﻠﻪ اﻥﻪ یﺤﺘﻤﻠﻪ‪ ،‬وﻡﻊ ﺏﻘﺎء هﺬا اﻻﺡﺘﻤ ﺎل آﻴ ﻒ‬
‫ﻡﻊ ا ّ‬
‫یﺜﺒﺖ‪15‬ﻡﺪﻋﻰ هﺬا اﻟﻤﺪﻋﻰ‪ ،‬ویﻌﻄﻰ اﻟﻤﻴﺮاث ﻋﻠﻰ ﻡﺎ اﺧﺘﺎرﻩ‪ ١٤١‬اﻟﻔﺎﺿ ﻞ‪ ،‬ﻻ ّﻥ ﻪ ﻻ ی ﺮث ﺡﻴﻨﺌ ﺬ‪،١٤٢‬‬
‫ﺏﻞ ﻡﺮاد اﻟﻤﺪﻋﻰ ﻡﻦ اﻡﺮاة ﺡﺮة اﻥﻬﺎ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺄﻡﺔ‪ ،‬آﻤﺎ اﻥﻬﺎ اﻟﻤﻘﺎﺏﻠﺔ ﺏﻬﺎ اذا اﻃﻠﻘﺖ‪ ،‬ﻻﻥﻬﺎ ﻟ ﻮ آﺎﻥ ﺖ‬
‫ن اﻟﻌﺒ ﺪ وﻡ ﺎ یﻤﻠﻜ ﻪ آ ﺎن‬
‫أﻡﺔ ﻻ یﺜﺒﺖ ﻡﺪﻋﺎﻩ ﻟﻜﻮن اﻟﻮﻟﺪ رﻗﻴﻘﺎ‪ ،‬وﻻ یﻜﻮن اﻟﻤﻴﺮاث ﻟﻪ ﺡﻴﻨﺌﺬ‪ ،١٤٣‬ﻻ ّ‬
‫ﻟﻤﻮﻻﻩ‪ ،‬اﻡّﺎ اذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة ﻡﻄﻠﻘﺔ ﻓﻤﻴﺮاﺛﻪ ﻟﻪ ویﺜﺒﺖ ﻡﺪﻋﺎﻩ‪ ،‬ﻓﻠﻴﺘﺪﺏّﺮ وﻟﻴﺘﻤﺴّﻚ ﺏﺰیﻞ‪ ١٤٤‬اﻟﻌﺪل‪.‬‬
‫‪ ١٣١‬أ ‪ ،‬س‪ - : ٢‬ال‪.‬‬
‫‪ ١٣٢‬أ ‪ ،‬س‪ ، ٢‬ش‪ / : ٤‬ﻟﻠﺮﻗﻴﻖ‪.‬‬
‫‪ ١٣٣‬أ ‪ - :‬ﻟﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٣٤‬أ ‪ / :‬ﻥﺒﻬﻨﺎﻩ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻥﺒﻬﻨﺎك‪.‬‬
‫‪ ١٣٥‬أ ‪ / :‬ﻓﺘﺸﺎﺑﻬﺎ و ﺗﺸﺎآﻞ اﻻﻣﺮ‪.‬‬
‫‪ ١٣٦‬أ ‪ - :‬ﻣﻦ اﻥﻘﻄﺎع اﻋﺘﺒﺎر اﻟﻮﻻء ﻋﻦ ﻗﻮم اﻻب واﻋﺘﺒﺎر‪.‬‬
‫‪ ١٣٧‬ش‪ / : ٤‬ﺑﺎﻟﻨﺴﺐ ﺣﻴﻨﺌﺬ‪.‬‬
‫‪ ١٣٧‬أ ‪ ،‬ش‪ / : ٤‬اﻟﺼﻮرة‪.‬‬
‫‪ ١٣٩‬س‪/ : ٢‬یﻮاﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٤٠‬س‪ / : ٢‬ﻣﺪﺧﻠﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٤١‬أ ‪ / :‬اﺵﺎرﻩ‪.‬‬
‫‪ ١٤٢‬س‪ / : ٢‬ح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "ﺣﻴﻨﺌﺬ"‪.‬‬
‫‪ ١٤٣‬س‪ / : ٢‬ح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ "ﺣﻴﻨﺌﺬ"‪.‬‬
‫‪ ١٤٤‬ش‪ / : ٤‬اﻟﺬیﻞ‪.‬‬
‫‪174‬‬
‫ﻗﺎل ﺱﻠّﻤﻪ اﷲ ﺕﻌﺎﻟﻲ‪١٤٥‬؛ واﻡّﺎ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ‪ ١٤٦‬ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ ﻡﺎ ذآﺮ ﻓ ﻰ ﺷ ﺮح اﻟﺠ ﺎﻡﻊ‪ ١٤٧‬اﻟﺼ ﻐﻴﺮ‬
‫ن‬
‫ﻟﻠﻌﺘّﺎﺏﻰ‪ ،‬ﻓﺎﻥ ﻪ ﻗﻴ ﻞ ﻓﻴ ﻪ؛ ﻓﻠ ﻮ آ ﺎن اﺏ ﻮاﻩ ﻋ ﺮﺏﻴّﻴﻦ ﻻ اﺱ ﺘﺮﻗﺎق‪ ١٤٨‬ﻓ ﻼ وﻻء ﻋﻠ ﻰ اﻟﻮﻟ ﺪ ﻻﺡ ﺪ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫اﻟﻌﺮب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ‪ ،‬ﻻﻥﻪ ﻻ اﺱﺘﺮﻗﺎق ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬وآﺬا اذا آﺎﻥﺎ ﻥﻄﻨﻴّﻴﻦ ﺡﺮّیﻦ ﻡ ﻦ اﻻﺹ ﻞ‪ ،‬و آ ﺬﻟﻚ اذا‬
‫آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ او ﺏﻨﻄﻴﺎ وهﻮ ﺡﺮ اﻻﺹﻞ واﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ ﻻ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻻﻥّﻪ یﺘﺒ ﻊ اﻻب‪ ،‬وان‬
‫آﺎﻥﺖ‪ 5‬اﻻم ﻋﺮﺏﻴﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻖ او ﺏﻨﻄﻰ اﺱﻠﻢ و واﻟﻰ رﺟﻼ او آﺎﻥ ﺎ ﻡﻌﺘﻘ ﻴﻦ ﻓﺎﻟﻮﻟ ﺪ ﻡ ﻮﻟﻰ ﻟﻤ ﻮاﻟﻰ‬
‫ن اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب‪ ١٤٩‬ﻓﻰ اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،‬ﺛ ﻢ ﻗ ﺎل؛ اﻗ ﻮل ﻓﻴ ﻪ ﺏﺤ ﺚ اﻟ ﻰ ﺁﺧ ﺮﻩ‬
‫اﻻب‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫‪١٥٠‬‬
‫ﺕﺤﻘﻴﻘﺎﺕﻪ اﻟﻐﺮیﺒﺔ‪ ١٥١‬اﻟﻰ اﻻﻟﻐﺎز‪ ،١٥٢‬یﻘﻮل‪ ١٥٣‬اﻟﻀﻌﻴﻒ وﺏﺎﷲ اﻟﺤﻮل واﻟﻘﻮة‪.‬‬
‫آ ﻼم اﻟﺸ ﻴﺦ اﻟﻌﺘ ﺎﺏﻰ ﻡ ﺘﻦ ﻡﺘ ﻴﻦ وﺡ ﻖ ﻡﺒ ﻴﻦ ﻡﻮاﻓ ﻖ ﻟﻤ ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﻜﺘ ﺐ اﻟﻤﻌﺘﺒ ﺮة ﻡ ﻦ اﻟﻬﺪای ﺔ‬
‫واﻟﻜﻔﺎیﺔ وﻏﻴﺮهﻤﺎ ﻡﻦ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﺤﻨﻔﻴﺔ وﻡﻮاﻓﻖ ایﻀﺎ ﻟﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻨﺼﻮص اﻟﻮاردة ﻓﻰ اﻟﺘﻮریﺚ ﺏﺴﺒﺐ‬
‫اﻟﻮﻻء‪،‬‬
‫‪ 10‬وهﻲ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم‪١٥٤‬؛ اﻟ ﻮﻻء ﻟﺤﻤ ﺔ ﻡ ﻦ ﻟﺤ ﻢ‪ ١٥٥‬اﻟﻨﺴ ﺐ وﻗﻮﻟ ﻪ ﻋﻠﻴ ﻪ اﻟﺴ ﻼم؛ ﻡ ﻮﻟﻰ‬
‫اﻟﻘﻮم ﻡﻨﻬﻢ ‪ ،‬واﻡّﺎ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﻟﺮوایﺔ اﻟﻤﺒﺴﻮط ﻓﻤﻨﺸﺎؤهﺎ اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻦ اﺏﻰ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ‪ ١٥٦‬وﺏﻴﻦ اﺏﻰ‬
‫یﻮﺱﻒ ‪ ،‬وﻡﺎ ذآﺮ ﺹ ﺎﺡﺐ اﻟﻤﺒﺴ ﻮط رأى اﻻﻡ ﺎﻡﻴﻦ‪ ،‬وﻡ ﺎ ذآ ﺮﻩ اﻟﻌﺘ ﺎﺏﻰ رأي اﺏ ﻰ یﻮﺱ ﻒ‪ ،‬واﻡ ﺎ‬
‫اﻃﻼق اﻟﻘ ﻮل ﻡ ﻦ ﻏﻴ ﺮ ذآﺮﻗﺎﺉﻠ ﻪ‪ ،١٥٧‬ﻟﻜ ﻦ ﻓﻴﻤ ﺎ ارﺕﻀ ﻮا او ﺕﻘﻠ ﺪوا ﻓﻴ ﻪ ﻡ ﻦ اﻗ ﻮال اﻻﺉﻤ ﺔ‪ ،‬آ ﺄﻥﻬﻢ‬
‫یﺮون ان ﻻ ﻗﻮل‪ ١٥٨‬ﻓﻴﻪ ﻏﻴﺮﻡﺎ ارﺕﻀﻮا‪ ،١٥٩‬و اﻡﺎ ﻡﺨﺎﻟﻔﺘﻪ اﻟﺪرایﺔ ﺏﻤﺎ ذآﺮﻩ ﻡﻦ اﻟﺪﻟﻴﻞ وﻡﺎ یﺒﺘﻨﻰ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‪15،‬ﻓﻘﺪ ﻋﺮف‪ ١٦٠‬ﻡﺎ ﻓﻴﻪ ﻓﻼ یﻌﺎد‪ ،‬ﺛﻢ یﻘﺎل؛ وﻟﺌﻦ ﺱﻠّﻢ ﺟﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮ ﻡﻦ اﻟﺤﻞ واﻟﻌﻘﺪ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﻻﺏ ﺪ‬
‫ﻡﻦ ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب ﻓﻰ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع ﻋﻠﻰ ﻡﺎ اﺹﻠﻪ اﻟﺨﺼﻢ ایﻀﺎ‪.‬‬
‫ﻻّ‬
‫ن ﺡﺎﺹﻞ آﻼﻡﻪ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﻤﻌﻨﻰ ﻡﻌﺘﻖ اﻻﺹﻞ ﻏﻴﺮ ﻡﺎﻥﻊ‪ ١٦١‬ﺕﻮریﺚ ﺟﺎﻥ ﺐ‬
‫اﻻب‪ ،‬وﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ اﻟ ﺬى ذآ ﺮﻩ ﻡﺎﻥﻌ ﺎ‪ ،‬وﺡﺮاﻻﺹ ﻞ ﻓ ﻰ ﻡﺤ ﻞ اﻟﻨ ﺰاع ﺡ ﺮ ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻻ‬
‫‪ ١٤٥‬س‪ - : ٢‬ﺱﻠّﻤﻪ اﷲ ﺗﻌﺎﻟﻲ ؛ ش‪ - : ٤‬ﺗﻌﺎﻟﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٤٦‬أ ‪ / :‬اﻟﺘﺮﺗﻴﺐ‪.‬‬
‫‪ ١٤٧‬س‪ - : ٢‬ال‪.‬‬
‫‪ ١٤٧‬ي‪ + : ٢‬ﻻ اﺱﺘﺮﻗﺎق‪.‬‬
‫‪ ١٤٩‬س‪ / : ٢‬اﻻم‪.‬‬
‫‪ ١٥٠‬ي‪ + : ٢‬ﻩ‪.‬‬
‫‪ ١٥١‬ش‪ / : ٤‬اﻟﻐﺮﺑﻴﺔ ؛ أ ‪ ،‬س‪ ، ٢‬ش‪ + : ٤‬اﻟﻘﺮیﺒﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٥٢‬أ ‪ / :‬اﻟﻔﺎظ ؛ ش‪ / : ٤‬اﻻﻟﻐﺎر‪.‬‬
‫‪ ١٥٣‬س‪ / : ٢‬ﻥﻘﻮل‪.‬‬
‫‪ ١٥٤‬س‪ / : ٢‬ع م ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ " ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم " ؛ ش‪ + : ٤‬اﻟﻮﻻء ﻟﻤﻦ اﻋﺘﻖ و ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم‪.‬‬
‫‪ ١٥٥‬س‪ / : ٢‬ﻟﺤﻤﺔ ؛ ش‪ / : ٤‬آﻠﺤﻤﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٥٦‬س‪ + : ٢‬رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ‪.‬‬
‫‪ ١٥٧‬س‪ ، ٢‬ش‪ + : ٤‬ﻓﻤﻦ دأب اﻟﻤﺸﺎیﺦ و اﻟﻤﺆﻟﻔﻴﻦ ﻓﻲ آﺘﺒﻬﻢ آﻤﺎ ﻓﻲ ﺟﺎﻣﻊ اﻟﻔﺼﻮﻟﻴﻦ و ﻏﻴﺮﻩ یﺬآﺮون اﻟﺮأي ﻣﻦ ﻏﻴﺮ ذﻟﻚ ﻗﺎﺉﻠﻪ ؛ أ ‪:‬‬
‫‪ +‬ﻓﻤﻦ دأب اﻟﻤﺼﻨﻔﻴﻦ و اﻟﻤﺸﺎیﺦ اﻟﻤﺆﻟﻔﻴﻦ ﻓﻲ آﺘﺒﻬﻢ آﻤﺎ ﻓﻲ ﺟﺎﻣﻊ اﻟﻔﺼﻮﻟﻴﻦ و ﻏﻴﺮهﻤﺎ یﺬآﺮون اﻟﺮأي ﻣﻦ ﻏﻴﺮ ذﻟﻚ ﻗﺎﺉﻠﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٥٧‬أ ‪ / :‬اﻻﻗﻮال‪.‬‬
‫‪ ١٥٩‬س‪ / : ٢‬اﻥﻔﻘﻮا‪.‬‬
‫‪ ١٦٠‬س‪ / : ٢‬ﻋﺮﻓﺖ‪.‬‬
‫‪ ١٦١‬أ ‪ ،‬ش‪ + : ٤‬ﻓﻲ‪.‬‬
‫‪175‬‬
‫ن اﻟﻔﻘﻬ ﺎء‪ ١٦٢‬ﺟﻌﻠ ﻮا ﻏﻴ ﺮاﻻب اﻋ ﺎﺟﻢ‪ ،‬واﻻﻋ ﺎﺟﻢ ﻡ ﻮاﻟﻰ‪ ،‬واﻟﻤ ﻮاﻟﻰ ﻓ ﻰ ﺡﻜ ﻢ‬
‫ﺏ ﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜ ﺎﻥﻰ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫اﻟﻌﺘﻘﺎء‪ ،‬آﻤﺎ ذآﺮ ﻓ ﻰ اﻟﻨﻬﺎی ﺔ ﻥﻘ ﻼ ﻡ ﻦ اﻟﻤﻐ ﺮب؛ اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ ﺏﻤﻌﻨ ﻰ‪ ١٦٣‬اﻟﻌﺘﻘ ﺎء‪ ،‬ﺡﺘ ﻰ ﻗ ﺎﻟﻮا اﻟﻤ ﻮاﻟﻰ‬
‫اآﻔّﺎء ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻟﺒﻌﺾ واﻟﻌﺮب اآﻔّﺎء ﺏﻌﻀﻬﺎ ﻟ ﺒﻌﺾ ﺧﺼ ﻮﺡﺎ ﻓ ﻰ دیﺎرﻥ ﺎ اﻟﺘ ﻰ ه ﻰ داراﻻﺱ ﺘﺮﻗﺎق‬
‫واﻟﺘﺴﺮّي ﻏﺎﻟﺒﺎ‪ ،‬ﻓﻠﻤﺎ یﺒﻠﻎ اهﺎﻟﻴﻬﺎ اﻟﻰ اﻗﺼﻲ اﻻﺏﻮیﻦ اﻟﺤﺮیﻦ ﻻیﺮد ﻋﻠﻴﻬﻤﺎ وﻻء‪.‬‬
‫‪ 5‬آﻤﺎ ﻥﺒّﻪ اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﻴﻪ‪ ١٦٤‬ﺏﻌ ﺾ اﻟﺘﻨﺒﻴ ﻪ ﻓ ﻰ دیﺒﺎﺟ ﺔ اﻟﺮﺱ ﺎﻟﺔ ﺏﻘﻮﻟ ﻪ؛ وﻟ ﺬﻟﻚ‪ ١٦٥‬آﺜ ﺮت ﻓﻴﻬ ﺎ‬
‫ﻦ‪ ١٦٦‬ان اﻻﺹ ﻞ ﻟ ﻪ وﻡﻨ ﻊ‬
‫اﻟﺴ ﺒﺎیﺎ واﻻرﻗ ﺎء‪ ،‬ﻓﻜﺜ ﺮت ﺏﺎﻟﻀ ﺮورة اﻟﻤﺤ ﺮّرون و اﻟﻌﺘﻘ ﺎء‪ ،‬وأﻇ ّ‬
‫اﻟﺘﻌﺼّﺐ ﻋﻦ اﻟﺘﻔﻄّﻦ ﻋﻠﻰ آﻮﻥﻪ ﻋﻠﻴﻪ وﻟﻜﺎﺕﺒﻪ اﻟﻀ ﻌﻴﻒ اﻋﺘ ﺮاض‪ ١٦٧‬ﻓ ﻰ اﺹ ﻞ اﻟﻮاﻗﻌ ﺔ وه ﻮ ان‬
‫ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻜﻔﺎیﺔ ﻗﺪ اﻋﺘ ﺬرﻋﻦ ﺟﺎﻥ ﺐ اﺏ ﻲ ﺡﻨﻴﻔ ﺔ وﻡﺤﻤ ﺪ رﺡﻤﻬﻤ ﺎ اﷲ‪ ،١٦٨‬إﻥﻬﻤ ﺎ ﺟﻌ ﻼ وﻻء اﻟﻮﻟ ﺪ‬
‫ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ١٦٩‬اذا آﺎن ﺏ ﻴﻦ واﺡ ﺪ‪ ١٧٠‬ﻡ ﻦ اﻟﻤ ﻮاﻟﻲ و ﺏ ﻴﻦ اﻟﻌﺮﺏﻴ ﺔ‪ ،‬و ﻗ ﺎل ﻓ ﻲ اﻻﻋﺘ ﺬار؛ أن اﻟ ﻮﻻء‬
‫ﻗ ﻮي‪10‬ﻡﻌﺘﺒ ﺮ ﻓ ﻲ اﻟﺜ ﺮع‪ ،‬ﻓ ﺮﺟّﺢ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻم ﺏﻤﻘﺎرﻥ ﺔ اﻟ ﻮﻻء ﻟﻬ ﺎ‪ ،‬و‪١٧١‬اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓ ﻰ اﻻم ﻓ ﻰ ﻏﺎی ﺔ‬
‫اﻟﻀﻌﻒ‪ ،‬ﻓﻼ یﻌﺘﺒﺮ ﺏﺎن یﻘﻮل‪ ١٧٢‬آﻴﻒ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻡﻌﺘﺒ ﺮا ﻗﻮی ﺎ ﻓ ﻰ اﻟﺸ ﺮع‪ ،‬اذا آ ﺎن ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ‬
‫اﻻم ﻡ ﻊ ﺿ ﻌﻴﻒ اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻬ ﺎ‪ ،‬ویﻜ ﻮن ﺿ ﻌﻴﻔﺎ ﻏﻴﺮﻡﻌﺘﺒ ﺮ اذا آ ﺎن ﻓ ﻰ ﺟﺎﻥ ﺐ اﻻب ﻡ ﻊ ﻗ ﻮة‬
‫اﻟﻨﺴ ﺐ‪ ،١٧٣‬ﻻ ﺱ ﻴﻤﺎ اذا آ ﺎن اﻻم ﻡ ﻦ اﻻﻋ ﺎﺟﻢ اﻟﻀ ﺎﺉﻌﺔ‪ ١٧٤‬اﻟﻨﺴ ﺐ ﻓﻴﻜ ﻮن اﻟﻀ ﻌﻒ‪ ١٧٥‬ﻓﻴﻬ ﺎ‬
‫ﺏﺎﻋﺘﺒﺎریﻦ وﻓﻰ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ ﺏﺎﻋﺘﺒﺎر واﺡﺪ‪.‬‬
‫‪15‬‬
‫‪ ١٦٢‬ش‪ + : ٤‬رﺣﻤﻬﻢ اﷲ‪.‬‬
‫‪ ١٦٣‬أ ‪ - :‬ﺑﻤﻌﻨﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٦٤‬أ ‪ / :‬اﻟﻴﻪ اﻟﻔﺎﺽﻞ‪.‬‬
‫‪ ١٦٥‬أ ‪ / :‬آﺬﻟﻚ ؛ س‪ : ٢‬آﺬﻟﻚ و ﻟﻜﻦ یﻮﺟﺪ اﻟﺼﻮاب ﻟﺬﻟﻚ ﺗﺤﺖ اﻟﺴﻄﺮ‪.‬‬
‫ﻦ‪.‬‬
‫‪ ١٦٦‬ي‪ / : ٢‬اﻇﻦ و ﻟﻜﻦ ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي ﻇ ّ‬
‫‪ ١٦٧‬ش‪ / : ٤‬اﻋﺘﺮض‪.‬‬
‫‪ ١٦٨‬أ ‪ / :‬رح ﺗﻘﺼﻴﺮ ﻣﻦ رﺣﻤﻬﻤﺎ اﷲ‪.‬‬
‫‪ ١٦٩‬س‪ / : ٢‬اﻻب ) یﺠﺐ ان یﻜﻮن اﻻم(‪.‬‬
‫‪ ١٧٠‬ي‪ - : ٢‬ﻥﺒﻄﻲ اﺱﻠﻢ و واﻟﻲ و ﺑﻴﻦ ﻣﻌﺘﻘﺔ ﻗﻮم و ﺟﻌﻼ وﻻء اﻟﻮﻟﺪ ﻟﻘﻮم اﻻب اذا آﺎن ﺑﻴﻦ واﺣﺪ )هﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﻣﻮﺟﻮدة ﻓﻲ ﻥﺴﺦ أﺧﺮي(‪.‬‬
‫‪ ١٧١‬ش‪ + : ٤‬اﻟﻮﻻء ﻓﻲ‪.‬‬
‫‪ ١٧٢‬ش‪ / : ٤‬ﻥﻘﻮل‪.‬‬
‫‪ ١٧٣‬أ ‪ / :‬ﻓﻴﻬﺎ ؛ ش‪ / : ٤‬ﻓﻴﻪ‪.‬‬
‫‪ ١٧٤‬ش‪ / : ٤‬اﻟﻀﺎﺉﻔﺔ‪.‬‬
‫‪ ١٧٥‬س‪ - : ٢‬اﻟﻀﻌﻒ‪.‬‬
‫‪176‬‬
‫‪VI. MEHMET ÇELEBİ’NİN RİSALESİNİN METNİ‬‬
‫﴿رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻲ اﻻﻋﺘﺮاض ﻋﻠﻲ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺪدر ﻓﻲ ﻡﺴﺌﻠﺔ اﻟﻮﻻء﴾‬
‫ﺏﺴﻢ اﷲ اﻟﺮﺡﻤﻦ اﻟﺮﺡﻴﻢ‬
‫‪ 5‬اﻟﺤﻤﺪ ﷲ اﻟﺬى اآﺪم ﻋﺒﺎدﻩ اﻻﺧﻴﺎر‪ ،‬ﺏﻘﻬﺮ اﻻﻋﺪاء واﻟﻐﻠﺒﺔ ﻋﻠﻰ اﻟﻜﻔﺎر‪ ،‬واﻥﻌﻢ ﻋﻠﻰ‬
‫اﻟﻤﺠﺎهﺪیﻦ اﻻﺏﺮار‪ ،‬ﺏﻨﻌﻤﺔ اﻟﻮﻻء واﻋﺎﻥﺔ اﻻﻥﺼﺎر‪ ،‬واﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺧﺎﻃﺐ اﻟﻤﺆﻡﻨﻴﻦ‬
‫اﻻیﺜﺎر‪ ،‬ﺏﺎن ﻡﻦ اﻋﺘﻖ رﻗﺒﺔ ﻡﺆﻡﻨﺔ اﻋﺘﻖ اﷲ ﺏﻜﻞ ارب ﻡﻨﻬﺎ ارﺏﺎ ﻡﻨﻪ ﻡﻦ اﻟﻨﺎر‪ ،‬وﻋﻠﻰ ﺁﻟﻪ‬
‫اﻟﻄﻴﺒﻴﻦ واﺹﺤﺎﺏﻪ اﻃﻬﺎر اﻟﺬیﻦ هﻢ ﺏﻴﻦ اﻟﻨﺎس آﺮام و اﺡﺮار‪ ،‬وﺏﻌﺪ ﻓﺎن اﻟﻌﺎﻟﻢ اﻟﻔﺎﺿﻞ اﻟﺸﺎﻡﻞ‬
‫اﻟﻜﺎﻡﻞ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﺸﻬﻴﺮ ﺏﻤﻮﻟﻰ ﺧﺴﺮو ﻗﺪ ذهّﺐ ﻡﺬهّﺒﺎ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﺧﺮّﺟﻪ ﻡﻦ اﻗﻮال اﻟﻔﻘﻬﺎء ‪،‬‬
‫وﺧﺎﻟﻒ ﻓﻴﻪ ﺱﺎﺉﺮاﻟﻌﻠﻤﺎء و ﻗ ّﺮرﻩ ﻓﻰ آﺘﺎﺏﻪ اﻟﻤﺴﻤﻰ ﺏﺎﻟﻐﺮر‪ ،‬اﻟﻤﺸﺮوح ﺏﺸﺮﺡﻪ اﻟﻤﺮﺱﻮم ﺏﺎﻟﺪرر‪،‬‬
‫‪10‬‬
‫ﺏﻞ رﺕّﺐ ﻓﻴﻪ رﺱﺎﻟﺔ واﻃﻨﺐ ﻓﻴﻬﺎ ﻡﻘﺎﻟﺔ‪ ،‬ﻓﻄﺎﻟﻘﻬﺎ و اوردت ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺕﻤﺴّﻚ ﺏﻪ ﻡﻦ‬
‫اﻟﺮوایﺎت‪ ،‬و اﻋﺮﺿﺖ ﻋﻠﻲ ﻡﺎ ﺕﺸﺒّﺚ ﺏﻪ ﻡﻦ اﻟﺪرایﺎت‪ ،‬و ﺡﻘّﻘﺖ اﻟﻤﺬهﺐ اﻟﻤﻨﺼﻮر‪ ،‬ﺏﻤﺎ ﻓﻬﻤﺘﻪ‬
‫ﻡﻦ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮهﺎ ﻡﻤّﺎ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻤﻤﻬﻮر‪ ،‬ﺏﻘﺪراﻟﻮﺱﻊ واﻟﻄﺎﻗﺔ ﻡﻊ اﻟﻌﺠﺰ واﻟﻘﺼﻮر‪ ،‬ﻋﻠﻲ ﻗﺼﺪ ان‬
‫اﻋﺮض ﻡﺎ ﻻح ﺏﺎﻟﺒﺎل ﻋﻠﻲ ﺏﺎب ﻡﻦ ﺕﻢ ﻟﻪ اﻟﻔﻀﻞ و اﻟﻜﻤﺎل‪ ،‬وﻟﺤﻤﻞ ﻓﻴﻪ اﻟﻘﺪرة واﻟﺠﺎد واﻟﺠﻼل‪،‬‬
‫اﻋﻤﻞ‪15‬ﻋﻠﻤﺎء اﻟﻌﺼﺮ ﻓﻰ اﻻﻡﺼﺎر‪ ،‬اﻓﻀﻞ ﻓﻀﻼء اﻟﺪهﺮ ﻓﻰ اﻻﻗﻄﺎر‪ ،‬ان ﻟﻚ ﻡﻠﻚ اﻟﺤﻖ واﻟﺪار‪،‬‬
‫اﻟﻨﺎﺹﺮ ﻻهﻞ اﻻﺱﺘﻘﺎﻡﺔ واﻟﺮﺱﺎﻟﺔ‪ ،‬ﻡﺒﻴّﻦ اﻟﺸﺮایﻊ واﻻﺡﻜﺎم‪ ،‬ﻡﻤﻴّﺰ اﻟﺤﻼل ﻋﻦ اﻟﺤﺮام‪ ،‬اﻋﺪل‬
‫ﻋﺪول اﻟﺰﻡﺎن‪ ،‬اﻡﺜﻞ ﻓﺤﻮل اﻻﻗﺮان‪ ،‬آﺸﺎف ﻡﻌﻀﻼت اﻟﺪیﻦ ﺏﻼ ارﺕﻴﺎب‪ ،‬ﺡﻼل ﻡﺸﻜﻼت اﻟﺸﺮع‬
‫اﻟﻤﺒﻴﻦ ﺏﺎﻟﺼﺪق واﻟﺼﻮاب‪ ،‬ﻗﺪرة اﻓﺎﺿﻞ اﻻوان‪ ،‬ﻡﻔﺘﻰ دوﻟﺔ اﻟﺴﻠﻄﺎن ﻡﺮادﺧﺎن اﺏﻦ اﻟﺴﻠﻄﺎن‬
‫ﺱﻠﻴﻤﺎن ﺧﺎن‪ ،‬ﻡﺘّﻊ اﷲ اﻟﻤﺴﻠﻤﻴﻦ ﺏﻄﻮل ﻋﻤﺮﻩ وﺱﻌﺎدﺕﻪ اﻟﻰ اﻥﻘﻀﺎء اﻟﺪوران‪ ،‬ﻓﺎﻋﺮﺿﻪ ﺱﺎﺉﻼ ﻋﻦ‬
‫ﺧﻠﻘﻪ‪20‬اﻟﻤﺤﻤﻮد وﻟﻄﻔﻪ اﻟﻤﺼﻄﻔﻰ‪ ،‬ان یﻨﻈﺮ اﻟﻴﻪ ﺏﻌﻮن اﻟﺮﺿﻰ‪ ،‬ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ وﻻ ﺟﺮم‬
‫ﺡﺮّرت رﺱﺎﻟﺔ ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب ورﺕّﺒﺘﻬﺎ وهﺬّﺏﺘﻬﺎ ﻋﻠﻰ اﺡﺴﻦ ﺕﺮﺕﻴﺐ وﺕﺬﻥﻴﺐ‪ ،‬ﺡﻴﺚ اﺷﺘﻤﻠﺖ ﻋﻠﻲ‬
‫ﻡﻘﺪﻡﺔ و ﻡﻘﺼﺪ وﻓﺼﻞ و ﺕﺬﻥﻴﺐ‪.‬‬
‫اﻡﺎ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻓﻔﻰ اﻡﻮریﺘﻮﻗّﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﻤﺒﺎﺡﺚ اﻻﺕﻴﺔ‪:‬‬
‫ﻡﻨﻬﺎ ان ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ اﺹﻄﻼح اﻟﻔﻘﻬﺎء یﺴﺘﻌﻤﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ‪ ،‬اﺡﺪهﻤﺎ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ‬
‫ق ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح و اﻟﻌﻠﻮق او ﻡﻤﻦ ﻓﻲ اﺹﻠﻪ‬
‫ﻥﻔﺴﻪ‪25‬ر ّ‬
‫رﻗﻴﻖ‪ ،‬واﻟﺜﺎﻥﻲ ﻡﻦ ﻻ یﻜﻮن ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ اﺹﻼ اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫‪177‬‬
‫ﻓﺎﻗﻮل اﺛﺎراﻟﻀﻌﻒ ﻓﻰ هﺬا اﻻﻡﺮ ﻇﺎهﺮﻩ ﻡﻦ ﺷﻔﺎع اﻟﻨﻴﺮیﻦ‪ ،‬اﻡﺎ اوﻻ ﻓﻜﺎن ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺏﻌﺪ‬
‫ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح واﻟﻌﻠﻮق ﺧﺎل ﻋﻦ اﻻﻓﺎدة واﻟﺘﺤﺼﻴﻞ ﻡﻦ وﺟﻬﻴﻦ‪ ،‬اﺡﺪهﻤﺎ اﻥﻪ‬
‫ﻻ یﺘﺼﻮّر اﻟﻮﻻدة ﻗﺒﻞ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻌﻠﻮق ﻗﻄﻌﺎ‪ ،‬ﻓﻼﻡﻌﻨﻰ ﻟﻘﻮﻟﻪ ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ‬
‫اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻌﻠﻮق‪ .‬وﺛﺎﻥﻴﻬﻤﺎ ان آﻮن اﻟﻮﻻدة ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮﻡﻦ وﻗﺖ اﻟﻨﻜﺎح ﻻ دﺧﻞ ﻟﻪ‬
‫ن ﻡﺮاد ان یﻘﻮل؛‬
‫اﻟﺤﺮیﺔ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬و اﻥﻤﺎ یﺜﺒﺖ ﺏﻪ ﻥﺴﺐ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻦ اﻟﺰوج‪ ،‬ﻓﻜﺄ ّ‬
‫ﻓﻰ ‪5‬‬
‫ﻻ ﻓﻴﺠﻮز ان یﻜﻮن ان ﻋﺘﻖ اﻻﻡﺔ ﺏﻌﺪ اﻟﻨﻜﺎح‬
‫ﺏﻌﺪ ﻡﻀﻰ ﺱﺘﺔ اﺷﻬﺮ ﻡﻦ وﻗﺖ ﻋﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ ا ّ‬
‫ن اﺱﺘﻌﻤﺎل اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻟﻔﻆ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﻓﻰ‬
‫ﻓﻴﻜﻮن ﺡﺮ ﺡﺎﻡﻼ‪ ،‬ﻓﻼ یﻜﻮن ﺡﺮاﻻﺹﻞ اﻟﺒﺘﺔ‪ .‬واﻡﺎ ﺛﺎﻥﻴﺎ ﻓﻼ ّ‬
‫اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎم اﻟﺸﺎﻡﻞ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ ﺕﺎرة‪ ،‬وﻓﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎص اﻟﺬى اﻟﻤﻌﻨﻰ هﻮ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻡﻦ اﻟﻤﺬآﻮریﻦ‬
‫هﻬﻨﺎ اﺧﺮى ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ‪.‬‬
‫‪ 10‬وﻡﻨﻬﺎ ان اﻟﻮﻻء آﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪ ،‬وﻟﻬﺬا‬
‫ﻗﺎﻟﻮا ﻻ ﺕﻘﺒﻞ ﻓﻴﻪ اﻟﺸﻬﺎدة ﺏﺎﻟﺘﺴﺎﻡﻊ آﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﻌﺘﻖ‪ ،‬و زواﻟﻪ ﻓﺮع ﺛﺒﻮﺕﻪ‪ ،‬و ﺛﺒﻮﺕﻪ ﻓﻰ اﻟﻮﻟﺪ یﻜﻮن‬
‫ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم‪ ،‬آﻤﺎ ﺕﻘﺮّر ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺤﺮیّﺔ واﻟﺮق‪ ،‬وﻻ یﺴﺮي ﻡﻠﻚ اﻻب اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪،‬‬
‫ﻓﻼ یﻜﻮن زواﻟﻪ ﻋﻦ اﻟﻮﻟﺪ اﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ ﻡﻌﺘِﻖ اﻻم وﻋﺼﺒﺘِﻪ ﻓﻰ ﺡﻜﻤﻪ‪ ،‬ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم‬
‫ق ﻻ یﺘﺼﻮّر ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻮﻻء اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫رّ‬
‫‪ 15‬ﻓﺎﻗﻮل ﻟﺌﻦ ﺱﻠّﻢ ﺕﺼﺮیﺢ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻥﺴﺒﻴّﺎ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ ﺏﻨﺎ ًء ﻋﻠﻰ‬
‫ن زوال اﻟﻤﻠﻚ ﻻزم ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب‪،‬‬
‫ان ﻗﻮﻟﻪ؛ وﺱﺒﺒﻪ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ ﻓﻰ ﻗﻮة ذﻟﻚ اﻟﺘﺼﺮیﺢ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫وﻻ ﺷﺒﻬﺔ ﻓﻰ ان ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺛﻘﺔ ﻓﻴﻤﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻦ اﻷﺉﻤﺔ ﻡﻦ اﻟﺪﻟﻴﻞ‪ ،‬وان ذﻟﻚ اﻟﺪﻟﻴﻞ ﻗﺪ وﺹﻞ‬
‫اﻟﻴﻪ یﻨﻘﻞ ﺹﺤﻴﺢ ﻻ یﺘﻄﺮّق اﻟﻴﻪ ﺷﻬﺒﺘﻪ‪ ،‬ﺏﻞ ﺕﻘﻮل یﻜﻔﻴﻨﺎ ﺡﺠﺔ ﺕﻌﺎﻡﻞ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻋﻠﻰ ﺕﻮریﺚ ﻡﻮاﻟﻰ‬
‫اﻻب ﺱﻮاء آﺎﻥﺖ ﻓﻴﻪ اﻻم ﺡﺮة اﻟﺼﻠﻴﺔ او ﻻ‪ ،‬ﻡﻦ زﻡﻦ أﺉﻤﺘﻨﺎ اﻟﻰ ان اﺡﺪث اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ هﺬا‬
‫اﻟﻘﻮل‪.‬‬
‫‪20‬‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮاى اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ واﻡﺎ اﻟﻔﺼﻞ ﻓﻔﻰ ایﺮاد ﻡﺎ یﺮوى و یﺮى ﻓﻰ اﻟﻈﺎهﺮﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ‬
‫ﻡ ّﺮ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻟﺒﺎهﺮ وﺏﻴﺎن ﻋﺪم اﻟﻤﺨﺎﻟﻔﺔ ﻓﻰ اﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ﺏﺎﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺪﻗﻴﻘﺔ‪.‬‬
‫ﻡﻨﻪ ﻡﺎ ﻗﺎل ﻓﻰ اﻟﻤﻨﻴﺔ؛ اﻟﻮﻟﺪ وان ﻋﻠّﻖ ﺡﺮاﻻﺹﻞ ﺏﺎن آﺎﻥﺖ اﻡﻪ ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ اوﻋﺎرﺿﻴﺔ‬
‫یﺠﻮز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ وﻻء‪ ،‬اﻡّﺎ اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب او ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ،‬ﺛﻢ ﻗﺎل؛ ان آﺎن اﻻب ﺡﺮاﻻﺹﻞ‬
‫ن ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻟﻢ‬
‫وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻب‪ ،‬وآﺬا اذا آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻻ ‪25‬‬
‫یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ‪ ،‬ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء‪ .‬اﻗﻮل )ﻡﻮﻟﻲ ﺧﺴﺮو(؛ اﻟﻤﻨﺎدر ﻡﻦ ﻇﺎهﺮﻩ ان اﻻم اذا آﺎﻥﺖ‬
‫ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﻡﻄﻠﻘﺎ ﺟﺎز ان یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ اﻟﻮﻻء‪ ،‬وﻟﻴﺲ آﺬﻟﻚ ﺏﻞ ﻡﺮادﻩ ﺏﺎﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ هﻨﺎ‬
‫‪178‬‬
‫اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﺏﻘﺮﻥﻴﺔ؛ اﻥﻪ ﺟﻌﻞ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﺘﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﺡﺮة‬
‫ﻋﺎرﺿﻴﺔ وهﻰ اﻟﻤﻌﺘﻔﺔ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ‪ ،‬ﺛﻢ ﺟﻌﻞ اﻟﺤﺮة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ ﻟﻌﺎرﺿﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻼ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ ﺏﻴﻨﻪ‬
‫وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻦ اﻟﺤﻖ اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ق ﺱﻮا ًء ﺟﺮى‬
‫ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪّﻡﻨﺎ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻃﻠﻘﻮا ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ ر ّ‬
‫ﻋﻠﻰ‪5‬اﺡﺪ ﻓﻰ آﻼ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ او ﻓﻰ اﺡﺪهﻤﺎ او ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ اﺹﻼ‪ ،‬وهﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ هﻮ‬
‫اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎ ّم‪ .‬وﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ وﻋﻠﻰ اﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ اﺹﻼ‪ ،‬وهﺬا هﻮ اﻟﻤﻌﻨﻰ‬
‫ص‪ .‬ﻓﻜﺎن اﻟﻠﻔﻆ ﻡﺸﺘﺮآﺎ ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﻌﺎ ّم وﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎصّ‪ ،‬ﻻ ﺏﻴﻦ اﻟﻤﻌﻨﻴﻴﻦ اﻟﺨﺎﺹّﻴﻦ‬
‫اﻟﺨﺎ ّ‬
‫اﻟﻤﺘﻘﺎﺏﻠﻴﻦ آﻤﺎ ذآﺮﻩ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ‪ ،‬ﻓﺼﺎهﺐ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ ﻟﻤﺎ اراد ﺏﻠﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ وﺡﺮّة اﻻﺹﻞ‬
‫اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻻب واﻻم ﻓﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ اإن آﺎن اﻻب ﺡﺮ اﻻﺹﻞ ﻻ وﻻء‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ‬
‫ص آﻤﺎ یﻘﺘﻀﻴﻪ ﺕﻌﻠﻴﻠﻪ ﺏﻘﻮﻟﻪ؛ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻋﺘﻖ ﻓﻼ یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء‪ ،‬واﻋﺘﺮف ﺏﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ‬
‫اﻟﺨﺎ ‪ّ10‬‬
‫اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻟﺰم ان یﺤﻤﻞ ﻟﻔﻆ ﺧﺮّة اﻻﺹﻞ اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻻم ﻋﻠﻰ هﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻻﻗﺘﻀﺎء اﻟﻈﺎهﺮ‬
‫وﻟﻠﺘﺤﺮّز ﻋﻦ اﺱﺘﻌﻤﺎل ﻟﻔﻆ ﻡﺸﺘﺮك ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻴﻴﻦ ﻡﺨﺘﻠﻔﻴﻦ ﻓﻰ ﻡﺎدّة واﺡﺪة ‪ ،‬واﻡّﺎ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ‬
‫اﻟﻤﻀﺎف اﻟﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻓﻤﺤﻤﻮل ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻوّل اﻟﻌﺎمّ‪ ،‬آﻤﺎ ﺕﻘﺘﻀﻴﻪ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ ﺏﻌﻴﺪ‬
‫هﺬا‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ﻰ او ﻡﻴّﺖ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ اﻟﺬى ﻋﻠّﻖ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬وهﺬا‬
‫ن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻘﺔ و اﻻب ﻋﺒﺪ ﺡ ّ‬
‫ل ﻋﻠﻴﻪ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻡﻦ أدﻟّﺔ أﺉﻤﺘﻨﺎ‪ ،‬واﻡّﺎ‬
‫اﻟﺘﻮﺟﻴﺔ واﻓﻖ ﺏﺨﻼف ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻤﻨﻴﺔ ﻡﺎ د ّ‬
‫‪15‬‬
‫ﺕﻮﺟﻴﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻤﺎ ﻓﻬﻢ ﻡﻦ آﻼم ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ‪ ،‬اذا آﺎن اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﺮف هﺬا‬
‫اﻟﺒﺎب هﻮ اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﺘﻌﻠّﻖ ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﺏﻤﻦ یﺘﺒﻌﻬﺎ هﻮ ﻓﻴﻪ‪ ،‬وﻗﺪ ﻡﻌﻨﺎﻩ ﻟﻤﺎ ﺱﻨﺘﻴﻦ ﻡﻦ‬
‫ﺕﺼﺮیﺤﺎت اﻟﻔﻘﻬﺎء‪ ،‬وﻗﺪ اﺹﻄﻠﺢ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ اﻟﻤﺬآﻮرﻋﻠﻰ اﺱﺘﻌﻤﺎل ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﻡﻌﻨﻰ‬
‫اﻟﻌﺮﻓﻰّ‪ ،‬وهﻮ اﺹﻄﻼح ﺟﺪیﺮیﻮرث ﺿﻌﻒ اﻟﺘﻌﻮیﻞ ﻋﻠﻰ آﻼﻡﻪ ﺏﻌﺪ ﺕﺴﻠﻴﻢ آﻮن ﻗﻮﻟﻪ ﻡﻔﻴﺪا‬
‫‪ 20‬ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﺘﺼﺮیﺤﺎت اﻟﻔﻘﻬﺎء‪.‬‬
‫ﻡﻌﺘﺒﺮا‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ؛ ﻻ یﻘﺎل ﻗﻮﻟﻪ؛ اراد ﺏﻬﺬا ان یﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة‪ ،‬ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻼم ﺹﺎﺡﺐ‬
‫اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل ﻓﻰ اﺹﻞ هﺬﻩ اﻟﻤﺴﺌﻠﺔ ﻗﺒﻴﻞ ﻗﻮﻟﻪ؛ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب و اﻻم‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬وان‬
‫ن آﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة ﻡﺨﺎﻟﻒ ﻟﻜﻮﻥﻬﺎ‬
‫ﻡﺎت اﻟﻤﻜﺎﺕﺐ وﻟﻪ وﻟﺪ ﻡﻦ ﺡﺮّة‪ ،‬وﺕﺮك دیﻨﺎ وﻓﺎء‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ن اﻟﻤﻮﻻة إﻡّﺎ ﻡﻌﺘﻘﺔ وإﻡّﺎ ﻡﻮﻟﻮدة ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬وﻋﻠﻰ اﻟﺘﻘﺪیﺮیﻦ‬
‫ﺡﺮّة‪ ،‬ﻻﻥّﺎ ﻥﻘﻮل ﻻ ﻡﺨﺎﻟﻔﺔ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫‪ 25‬ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮّة و إن ﻟﻢ یﺼﺪق اﻟﺤﺮّة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ اﻟﻤﺬآﻮر ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫یﺼﺪق‬
‫ﻓﺎﻗﻮل یﺸ ّﺪ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ یﺼﺪق ﻋﻠﻴﻬﺎ اﻟﺤﺮّة اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺬى ﺟﻌﻠﻪ ﻡﻌﻨًﻰ‬
‫اوّﻻ‪ ،‬و ﻻﺡﻔﺎء‪ ،‬اﻥﻬﺎ ﻻ یﺼﺪق ﻋﻠﻰ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ‪.‬‬
‫‪179‬‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺹﻞ وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ﻗﺎل اﻻﻡﺎم ﺷﻤﺲ اﻻﺉﻤﺔ اﻟﺴﺮﺧﺲ ﻓﻰ وﺟﻴﺰ اﻟﻤﺤﻴﻂ؛ ان‬
‫آﺎﻥﺖ اﻻم ﺡﺮّة و اﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻰ ﻗﻮﻟﻪ‪ ،‬وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﻡﺤﻤﺪ‬
‫ى ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ آﺎن ﺡﺮاﻻم ﻻ وﻻء ﻋﻠﻴﻪ ﻻ‬
‫ﻡﺴﻌﻮد ﺏﻦ ﺡﺴﻦ ﻓﻰ ﻡﺨﺘﺼﺮﻩ اﻟﻤﺸﺘﻬﺮ ﺏﺎﻟﻤﺴﻌﻮد ّ‬
‫ﺕﺪﺧﻠﻪ ان یﻮاﻟﻲ ﻡﻦ ﺷﺎء اﻥﺘﻬﻲ‪.‬‬
‫‪ 5‬ﻓﺎﻗﻮل هﺘﺎن اﻟﺮوایﺘﺎن ﻡﻊ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ ﻡﻤﺎ ﻓﻰ اﻟﺒﺪاﺉﻊ و ﺷﺮح اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ ﻋﻠﻰ ﺕﻘﺪیﺮﺕﺴﻠﻴﻢ‬
‫ﺱﻼﻡﻪ‪ ،‬آﻞ ﻡﻨﻬﺎ ﻋﻦ اﻻیﺮاد و اﻻﻋﺘﺮاض وﻋﻦ اﻟﺘﻮﺟﻴﻪ واﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﺏﻴﻨﻪ وﺏﻴﻦ ﻡﺎ ﺱﻴﻮر‪ ،‬وﻡﻤّﻦ‬
‫ل ﻋﻠﻰ ﻡﺎ ﻥﺨﺘﺎرﻡﻦ اﻟﺘﺼﺮیﺤﺎت ﻡﻊ ان ﺷﻴﺌﺎ ﻡﻨﻬﺎ‪ ،‬ﻻ ﻡﺴﺘﻨﺪ ﻟﻪ ﻡﻦ آﻼم اﻻﺉﻤﺔ اﻟﻤﺠﺘﻬﺪیﻦ‪ ،‬ﺛﻢ‬
‫یﺪ ّ‬
‫ﻰ‬
‫ﻰ آﺎﻓﺮ ﺕﺰوّج ﺏﻤﻌﺘﻘﺔ‪ ،‬ﺛﻢ اﺱﻠﻢ اﻟﻨﺒﻄ ّ‬
‫ن ﻟﻨﺎ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻥﻘﻼ ﻋﻦ اﻟﺠﺎﻡﻊ اﻟﺼﻐﻴﺮ؛ ﻥﺒﻄ ّ‬
‫اّ‬
‫و واﻟﻰ رﺟﻼ‪ ،‬ﺛﻢ وﻟﺪت اوﻻد‪ ،‬ﻗﺎل اﺏﻮ ﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ؛ ﻡﻮﻟﻴﻬﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻡﻬﻢ‪ ،‬و ﻗﺎل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ؛‬
‫ن اﻟﻮﻻء وان آﺎن اﺿﻌﻒ ﻓﻬﻮ ﻡﻦ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب‪ ،‬ﻓﺼﺎر آﺎﻟﻤﻮﻟّﺪ ﺏﻴﻦ واﺡﺪ ﻡﻦ‬
‫‪ 10‬اﺏﻴﻬﻢ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ﻡﻮاﻟﻰ‬
‫ن اﺏﺎ یﻮﺱﻒ ﺟﻌﻞ وﻻء وﻟﺪ اﻟﻤﻌﺘَﻖ اذا آﺎﻥﺖ ا ّم ذﻟﻚ اﻟﻮﻟﺪ‬
‫اﻟﻤﻮاﻟﻰ وﺏﻴﻦ اﻟﻌﺮﺏﻴﺔ‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬ﻓﺎ ّ‬
‫ن ﻗﻮل اﺏﻮ یﻮﺱﻒ ﻓﺼﺎر‬
‫ﻋﺮﺏﻴﺔ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﺏﻼ ﺧﻔﺎء‪ ،‬وآﺬا اﻻﻡﺎﻡﺎن ﺟﻌﻼﻩ ایﻀﺎ آﺬﻟﻚ ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫ل‬
‫ﻚ ان اﻟﻤﻘﻴﺲ ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻤّﺎ وﻗﻊ ﻋﻠﻴﻪ اﻻﺕﻔﺎق ﺏﻴﻦ اﻟﻤﺴﺘﺪ ّ‬
‫آﺎﻟﻤﻮﻟﻮد ﻗﻴﺎﺱﺎ ﻻﻟﺰاﻡﻬﻤﺎ‪ ،‬و ﻻﺷ ّ‬
‫ن وﻻء اﻟﻤﻮاﻻت‬
‫واﻟﺨﺼﻢ‪ ،‬یﺸﻬﺪ ﺏﻤﺎ ﻗﻠﻨﺎ ﻡﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﻡﻦ دﻟﻴﻠﻬﻤﺎ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻬﻤﺎ ﻡﻦ أ ّ‬
‫اﺿﻌﻒ ﺡﺘﻰ یﻘﺒﻞ اﻟﻔﺴﺦ‪ ،‬و وﻻء اﻟﻌﺘﺎﻗﺔ ﻻ یﻘﺒﻠﻪ‪ ،‬واﻟﻀﻌﻴﻒ ﻻ یﻈﻬﺮ ﻓﻰ ﻡﻘﺎﺏﻠﺔ اﻟﻘﻮى‪ ،‬وﻟﻢ‬
‫‪15‬‬
‫یﻨﻘﻞ اﻥﻜﺎراﺏﻮﺡﻨﻴﻔﺔ وﻡﺤﻤﺪ آﻮن وﻻء ﻡﻦ وﻟﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻖ وﻋﺮﺏﻴﺔ ﻓﻰ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻗﻠﻨﺎ ﻡﻘﺘﻀﻲ آﻮن‬
‫ق واﻟﺤﺮیّﺔ‪ ،‬ان یﻜﻮن آﺬﻟﻚ ﻟﻜﻦ ﺛﺒﺖ ﻓﻰ آﻞ ﻡﻦ اﻟﻄﺮﻓﻴﻦ ﺿﻌﻒ ﺏﺈﻥﺘﻔﺎء‬
‫اﻟﻮﻟﺪ ﺕﺎﺏﻌﺎ ﻟﻼ ّم ﻓﻰ اﻟﺮ ّ‬
‫ﺷﺮف اﻟﺤﺮیﺔ‪ ،‬اﻋﺘﺒﺮ ﺡﺪیﺚ اﻟﻮﻻء؛ اﻟﺤﻤﺔ آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ ‪ ،‬ﻓﺮﺟّﺢ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب‪.‬‬
‫ﻓﺎﻟﺤﺎﺹﻞ ان ﻓﻰ هﺬا اﻟﺒﺎب ﺛﺒﺖ اﺹﻼن یﺠﺐ اﻟﻌﻤﻞ ﺏﻜﻞ ﻡﻨﻬﻤﺎ ﺏﻘﺪراﻻﻡﻜﺎن اﺡﺪ هﻤﺎ؛‬
‫اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم‪)...‬اﻟﺦ( اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ان ‪20‬‬
‫ﻓﺎﻗﻮل اﻟﺜﺎﺏﺖ اﻟﻤﻌﺘﺒﺮ ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء هﻮاﻻﺹﻞ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﻻ اﻻﺹﻞ اﻻوّل او ﻟﻢ یﺠﺪ ﻓﻰ‬
‫اﻟﻜﻠﻤﺎت اﻟﻤﻨﻘﻮﻟﺔ ﻋﻦ اﻻﺉﻤّﺔ اﻋﺘﺒﺎراﻻﺹﻞ اﻻول ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء‪ ،‬واﻥﻤﺎ یﻌﺘﺒﺮ ذﻟﻚ ﻓﻰ ﺛﺒﻮت‬
‫ق اﻟﻤﺘﻠّﻖ ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﺏﻞ ﻋﻠﻰ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮاﻟﻨﺎﺷﻰ‬
‫ق واﻟﺤ ّﺮیّﺔ‪ ،‬وﻟﻴﺲ ﻡﺪاراﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﺮ ّ‬
‫ﻡﺠﺮّد اﻟﺮ ّ‬
‫ﻋﻦ اﻟﻌﺘﻖ‪ ،‬آﻤﺎ ﺹﺮّح ﺏﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ واﻟﻤﻌﻨﻰ ﻓﻴﻬﺎ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮن اﻟﻜﻠﻤﺔ یﻌﻨﻰ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﺱﺒﺒﻴّﺔ‪25‬اﻟﻌﺘﻖ‪ ،‬هﻮ اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ‪ ،‬ﻓﻴﺪورﻋﻠﻴﻪ وهﻮ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻب آﻤﺎ ﻻ یﺨﻔﻰ‪ ،‬ﺛﻢ اﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ‬
‫اﻟﺒﺪاﺉﻊ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ‪ ،‬ﻓﻼ وﻻء ﻟﻪ یﻔﻴﺪان ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬یﺘﻮﻗّﻒ ﻋﻠﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء‬
‫ﻋﻠﻰ اﻡﻪ ﻓﺤﺮّ‪ ،‬اذا آﺎﻥﺖ ا ّم اﻡّﻪ ﻡﻌﺘﻔﺔ واﺏﻮ اﻡّﻪ ﻋﺮﺏﻴّﺎ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ وﻻء‪ ،‬ﻓﻴﻠﺰم ان ﻻیﺜﺒﺖ‬
‫‪180‬‬
‫ن اﻡﻪ ﻟﻴﺴﺖ ﺏﺤﺮّة اﺹﻠﻴّﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ‪ ،‬واﻟﻈﺎهﺮ اﻥﻪ ﻻ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ وﻻء ﺡﻴﻦ آﻮن اﺏﻴﻪ ﻡﻌﺘﻘﺎ ﻡﻊ ا ّ‬
‫یﻘﻮل ﻟﻪ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺒﺪاﺉﻊ ‘ﻻ’‪ ،‬واﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﻴﻘﻀﻰ اﻟﺪﻟﻴﻞ‪.‬‬
‫ق یﺘّﺒﻌﻬﺎ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻻﻥّﻪ‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﺎن یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ‬
‫ق اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ‬
‫ق اﻟﻮارد ﻋﻠﻴﻪ او‬
‫ق ﻓﻰ اﻟﺠﻤﻠﺔ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﻻ ﻥﺴﻠّﻢ اﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ‬
‫‪ 5‬ﻓﺎﻗﻮل ﻥﺴﻠّﻢ اﻥﻪ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ‬
‫ق اﻟﺬى یﻮرث زواﻟﻪ‪ ،‬اﻟﺘﻨﺎﺹﺮ وهﻮ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ‬
‫ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﻡﻌﻪ‪ ،‬هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ‪ ،‬ﺏﻞ ﻡﻦ اﺛﺎر اﻟﺮ ّ‬
‫اﻻب‪ ،‬یﺸﻬﺪ ﺏﻪ ﻗﻮل ﺹﺎﺡﺐ اﻟﻬﺪایﺔ؛ وﻟﻮ آﺎن اﻻﺏﻮان ﻡﻌﺘﻘﻴﻦ ﻓﺎﻟﻨﺴﺒﺔ اﻟﻰ ﻗﻮم اﻻب‪ ،‬ﻻﻥّﻬﻤﺎ‬
‫ن اﻟﻨﺼﺮة ﺏﻪ اآﺜﺮ‪ ،‬ﻓﻠﻮ آﺎن اﻟﻮﻻء ﻡﻦ اﺛﺎر رﻗّﻪ‬
‫اﺱﺘﻮیﺎ‪ ،‬واﻟﺮﺟﻴﺢ ﻟﻘﻮم اﻻب ﻟﺸﺒﻬﻪ ﺏﺎﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬وﻻ ّ‬
‫او رق ﻡﻦ ﺕﺒﻌﻪ هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ﻟﻜﺎن اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻم داﺉﻤﺎ‪.‬‬
‫‪ 10‬ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ رﺷﻴﺪ اﻟﺪیﻦ ﻡﺤﻤﺪ اﻟﻨﻴﺴﺎﺏﻮرى ﻓﻰ ﺷﺮح‬
‫اﻟﺘﻜﻤﻠﺔ؛ وان اﺧﺘﺼﻢ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻب و ﻡﻮاﻟﻰ اﻻ ّم ﻓﻰ وﻻﺉﻪ ‪ ،‬ﻓﻘﻀﺎؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻم ﻗﻀﺎء ﺏﺎﻟﻌﺠﺰ‪،‬‬
‫ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ اراد ﺏﻬﺬا ان ﺕﻜﻮن اﻻم ﻡﻮﻻة‪ ،‬ﻻﻥّﻬﺎ ﻟﻮ آﺎﻥﺖ ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻟﻤﺎ ﺛﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء‪،‬‬
‫و ﻡﻬﻤﺎ آﺎن اﺡﺪ اﻻﺏﻮیﻦ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻻ یﻜﻮن ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اﻟﻤﻮﻟﻮد ﻡﻨﻬﻤﺎ وﻻء‪ ،‬ﻻن اﻻم اذا آﺎﻥﺖ‬
‫ﺡﺮّة اﻻﺹﻞ ﻓﺎوﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ‪ ،‬اﻻب اذا آﺎن ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻌﻪ ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬واﻟﻮﻻء‬
‫ق‬
‫ن اﻟﻌﺮب ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ر ّ‬
‫ﻟﺤﻤﺔ‪15‬آﻠﺤﻤﺔ اﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬واﻟﻤﺮاد ﺏﻘﻮﻟﻨﺎ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ان یﻜﻮن ﻋﺮﺏﻴّﺎ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪ ﻡﺮّﻋﻠﻰ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ ﻓﻰ اﻟﺤﺮیﺔ یﺘﺒﻌﻬﺎ ﻡﻦ ان ﺡﺮیﺔ اﻟﺘﺎﺏﻌﺔ ﻟﺤﺮیﺔ‬
‫اﻻم‪ ،‬اﻥﻤﺎ یﻤﻨﻊ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻟﺠﺎﻥﺐ ﻟﻠﻌﺘﻖ اﻟﺬى هﻮ اﺛﺒﺎت اﻟﻘﻮة اﻟﺸﺮﻋﻴﺔ‪ ،‬و ﺱﻠّﻢ ایﻀﺎ زوال‬
‫اﻟﻤﻠﻚ ﻓﻴﻤﻦ وﻟﺪ اﻟﻤﻌﺘﻘﺔ او ﻓﻤﻦ ﻓﻰ اﺹﻠﻪ رﻗﻴﻖ ﻡﻊ اﻥﻪ ﻟﻢ یﺠﺮﻋﻠﻴﻪ ﻡﻠﻚ ﻗﻂّ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﻻ ﻥﺴﻠّﻢ‬
‫ن ﺹﺎﺡﺐ‬
‫اﺱﺘﻠﺰام ﺟﻤﻴﻊ ﻡﺎ ذآﺮﻋﺪم ﺕﺼﻮّراﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ اذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم رقّ‪ ،‬ﻻ ّ‬
‫‪20‬‬
‫ن ﺱﺒﺐ اﻟﻮﻻء هﻮ اﻟﻌﺘﻖ اﻟﻤﻌﺘﻠﻖ اﻡﺎ‬
‫اﻟﻬﺪایﺔ وﻏﻴﺮﻩ ﻟﻢ یﺮیﺪوا ﺏﻘﻮﻟﻬﻢ‪ ،‬وﺱﺒﺐ اﻟﻌﺘﻖ ﻋﻠﻰ ﻡﻠﻜﻪ‪ ،‬ا ّ‬
‫ﺏﺎﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﺏﺎﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻰ اﺹﻮﻟﻪ‪ ،‬ﺕﺸﻬﺮﺏﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ﻡﺴﺌﻠﺔ ﺟﺮّاﻟﻮﻻء آﻴﻒ و آﻮن‬
‫ﻡﺮاد اﻟﻔﻘﻬﺎء ﺏﺴﺒﺒﻴّﺔ اﻟﻌﺘﻖ ﻟﻠﻮﻻء ﺱﺒﺒﻴّﺔ ﻋﺘﻖ اﻟﺸﺨﺺ ﻥﻔﺴﻪ او ﻋﺘﻖ ﻡﻦ یﺘﺒﻌﻪ هﻮ ﻓﻰ اﻟﺮق ﻟﻪ‪،‬‬
‫ﺢ ﻡﺎ اﺱﺘﺪل ﺏﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ‬
‫ﺖ ﻡﺪّﻋﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﺏﺎﻟﺠﻤﻠﺔ ﻟﻮ ﺹ ّ‬
‫هﻮ ﻋﻴﻦ ﻡﺤﻞ اﻟﻨﺰاع‪ ،‬ﻓﻠﻮ ﺛﺒﺖ ﺷ ّ‬
‫ق ﻻ یﺘﺼﻮرﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء ﺏﺠﻤﻴﻊ ﻡﻘﺪﻡﺎﺕﻪ‪ ،‬ﻻ‬
‫اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ؛ ﻓﺎذا ﻟﻢ یﻜﻦ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ر ّ‬
‫‪25‬‬
‫ﻟﺨﺼﺮاﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ ﺟﺎﻥﺐ ﻡﻌﺘﻖ اﻻم یﺜﺒﺖ اﻟﻮﻻء ﻟﺬﻟﻚ ﺏﺠﺎﻥﺐ وان آﺎن اﻻب ﻋﺮﺏﻴﺎ‪.‬‬
‫‪181‬‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ واﻡﺎ اﻟﻤﻘﺼﺪ ﻓﻔﻰ ﻥﻘﻞ روایﺎت یﻘﻮل ﻋﻠﻴﻬﺎ و ایﺮاد ﻡﺒﺎﺡﺚ یﺘﻌﻠﻖ‬
‫ﺏﻬﺎ‪ ،‬ﻡﻨﻬﺎ ﻡﺎ ذآﺮﻩ اﻟﺸﻴﺦ اﺏﻮ ﺏﻜﺮ ﻋﻼء اﻟﺪیﻦ اﻟﻜﺎﺱﺎﻥﻰ ﻓﻰ اﻟﺒﺪاﺉﻊ‪ ،‬وهﻮ آﺘﺎب یﻨﻘﻞ ﻋﻨﻪ اﻟﻔﻀﻼء‬
‫اﻟﻤﺤﻘﻘﻮن ﺡﻴﺚ ﻗﺎل؛ ﻡﻦ ﺷﺮاﺉﻂ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ان ﻻ یﻜﻮن اﻻم ﺡﺮة اﺹﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎن آﺎﻥﺖ ﻓﻼ وﻻء‬
‫ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ‪ ،‬وان آﺎن اﻻب ﻡﻌﺘﻖ ﻟﻤﺎ ذآﺮﻥﺎ ان اﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻم ﻓﻰ اﻟﺮق واﻟﺤﺮیﺔ وﻻ وﻻء‬
‫ﻋﻠﻰ ﺧﺪاﻡﺔ‪ ،‬ﻓﻼ وﻻء ﻋﻠﻰ وﻟﺪهﺎ‪ ،‬ﻓﺎن آﺎﻥﺖ اﻻم ﻡﻌﺘﻔﺔ واﻻب ﻡﻌﺘﻘﺎ واﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ‬
‫ﻻ ‪5‬‬
‫اﻟﻮﻻء‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮن وﻻؤﻩ ﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻻب ﻻ ﻡﻮاﻟﻰ اﻻم‪ ،‬ﻻن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ‪ ،‬اﻻﺹﻞ ﻓﻲ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ‬
‫اﻻب اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ﻓﺎﻗﻮل هﺬا اﻟﻘﻮل ﻡﻦ ﺹﺎﺡﺐ اﻟﺒﺪاﺉﻊ یﺪل ﻋﻠﻰ ﺧﻼف ﻡﺎ ذهﺒﻪ اﻟﻴﻪ ﻡﻦ اﻋﺘﺒﺎر اﻥﺘﻔﺎء‬
‫ﺡﺮیﺔ اﻻﺹﻞ ﻓﻰ ﺟﺎﻥﺐ اﻻم ﻓﻰ ﺛﺒﻮت اﻟﻮﻻء ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ‪ ،‬ﻻﻥّﻪ ﻟﻤﺎ آﺎن اﻟﻮﻻء آﺎﻟﻨﺴﺐ وآﺎن‬
‫اﻻﺹﻞ‬
‫‪ 10‬ﻓﻰ اﻟﻨﺴﺐ هﻮ اﻻب‪ ،‬ﻟﻢ یﺒﻖ ﻟﺠﺎﻥﺐ اﻻم اﻋﺘﺒﺎر ﻓﻰ ﺏﺎب اﻟﻮﻻء‪.‬‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻟﺤﻘﻴﻘﺔ ایﺮاد ﺏﺤﺮّة اﻻﺹﻞ‪ ،‬اﻟﺤﺮیﺔ اﻟﺼﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺜﺎﻥﻰ ﺏﻘﺮیﻨﺔ‬
‫ﻗﻮﻟﻪ؛ وﻻ وﻻء ﻻﺡﺪ ﻋﻠﻰ اﻡﻪ وﻗﺪ ﻋﺮﻓﺖ‪ ،‬ان اﻟﻮﻻء ﻡﺒﻨﻰ ﻋﻠﻰ زوال اﻟﻤﻠﻚ‪ ،‬و زوال اﻟﻤﻠﻚ‬
‫ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم‪ ،‬ﻓﺎذا آﺎﻥﺖ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ ﺏﻬﺬا اﻟﻤﻌﻨﻰ ﻟﻢ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ ﻡﻠﻚ‪،‬‬
‫ﺏﺎﻟﻮاﺱﻄﺔ ﻻ یﻜﻮن ا ّ‬
‫ﻓﻼ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻰ اﻟﻮﻟﺪ وﻻء اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫ن ﻡﺪاراﻟﻮﻻء ﻟﻴﺲ هﻮ زوال اﻟﻤﻠﻚ اﻟﻤﻨﻄّﻖ ﺏﺎﺡﺪ ﻡﻦ اﺡﺪ‬
‫‪ 15‬ﻓﺎﻗﻮل ﻗﺪ ﻡ ّﺮ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ ا ّ‬
‫ﺟﺎﻥﺒﻰ اﺹﻮﻟﻪ‪.‬‬
‫ﻻ ﻡﻦ ﻗﺒﻞ اﻻم ﺡﺘﻰ‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﺎن ﻗﻴﻞ هﺬا یﻘﺘﻀﻰ ان ﻻ یﺜﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﻮﻻء ا ّ‬
‫ق ﻟَﻮﺟﺐ ان یﻜﻮن اﻟﻮﻻء ﻟﻘﻮم اﻻم دون اﻻب‪ ،‬وﻗﺪ ﺹﺮّح ﺏﺨﻼﻓﻪ ﺡﻴﺚ‬
‫ﻟﻮ آﺎن ﻓﻰ اﻟﺠﺎﻥﺒﻴﻦ ر ّ‬
‫ﻗﺎل؛ ﻓﺎﻟﻮﻟﺪ یﺘﺒﻊ اﻻب ﻓﻰ وان آﺎن ﻡﻮاﻓﻘﺎ ﻟﻤﺎ ﻥﻘﻠﻪ ﻋﻦ ﺏﻌﺾ اﻟﻜﺘﺎب اﻟﺬى ﻻﺱﺘﺪﻟﻪ ﻡﻦ آﻼم‬
‫اﻻﺉﻤﺔ‪.‬‬
‫‪20‬‬
‫ﻗﺎل اﻟﻤﻮاﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ وﻡﻨﻪ هﺎ ﻓﺎل ﻓﻰ اﻟﺘﺎﺕﺎرﺧﺎﻥﻴّﺔ؛ وﻟﻮ ﺷﻬﺪان اب اﻟﻤﺪّﻋﻰ هﺬا‪ ،‬اﻋﺘﻖ‬
‫اب اﻟﻤﻴّﺖ هﺬا‪ ،‬وهﻮ یﻤﻠﻜﻪ‪ ،‬ﺛﻢ ﻡﺎت اﻟﻤﻌﺘﻖ وﺕﺮك اﺏﻨﻪ وهﻮ هﺬا اﻟﻤﻴﺖ وهﻮ وﻟﺪ ﻡﻦ اﻡﺮة‬
‫ﺧﺮة‪،‬ﻗﻀﻰ ﻟﻠﻤﺪّﻋﻰ ﺏﺎﻟﻤﻴﺮاث‪ ،‬اﻗﻮل)ﺧﺴﺮو(؛ وان ایﻀﺎ ﺏﺈﻡﺮة ﺡﺮّة ‪ ،‬اﻟﺤﺮیﺔ اﻻﺹﻠﻴﺔ ﺏﺎﻟﻤﻌﻨﻰ‬
‫اﻻول ﻓﻼ یﺨﺎﻟﻒ ﻡﺎ ﺱﺒﻖ اﻥﺘﻬﻰ‪.‬‬
‫‪ 25‬ﻓﺎﻗﻮل ان ﻡﺎ ﺟﻌﻠﻪ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول ﻓﻰ اﻟﻤﻘﺪﻡﺔ‪ ،‬وهﻮ ﻡﻦ ﻟﻢ یﺠﺰ ﻋﻠﻴﻪ ﻥﻔﺴﻪ رقّ‪،‬‬
‫ﺏﻞ ﺕﻮﻟّﺪ ﻡﻦ ﻡﻌﺘﻘﺔ‪)...‬اﻟﺦ(‪ ،‬ﻡﻊ ﻡﺎ یﺮد ﻋﻠﻴﻪ ﻡﻦ ان اﻟﻔﻘﻬﺎء ﻟﻢ یﺴﺘﻌﻤﻠﻮا ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ ذﻟﻚ‬
‫اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻟﺨﺎصّ‪ ،‬هﻮ ﻡﻌﻨﻰ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻻﺹﻞ ﻓﻰ روایﺔ ﻻﻡﻌﻨﻰ ﻟﻔﻆ ﺡﺮّاﻟﻤﻄﻠﻘﺔ‪ ،‬ﻓﻠﻔﻆ اﻟﺤﺮّة هﻬﻨﺎ‬
‫‪182‬‬
‫ق اﺹﻼ‪ ،‬ﻓﻬﺬا‬
‫ﻞ ﻋﻠﻰ ﻡﻦ ﺟﺮى ﻋﻠﻰ ﻥﻔﺴﻪ و ﻡﻦ ﺷﺨﺺ ﻡﻦ اﺡﺪ ﺟﺎﻥﺒﻴﻪ ر ّ‬
‫ﻰ ﻋﺎ ٍم ﺷﺎﻡ ٍ‬
‫ﻋﻠﻰ ﻡﻌﻨ ً‬
‫اﻟﻤﻌﻨﻰ أﻋ ّﻢ ﻡﻦ اﻟﻤﻌﻨﻰ اﻻول‪ ،‬اﻟﻌﺎ ّم ﻟﻠﻔﻆ ﺡﺮة اﻻﺹﻞ واﻟﺘﻘﻴﻴﺪ ﺧﻼف اﻟﻈﺎهﺮ‪ ،‬ﻓﻼ اداﻋﻰ‬
‫ﻻرﺕﻴﺎﺏﻪ‪ ،‬واﻡّﺎ ﻡﺎ اوردﻩ اﻟﻤﻮﻟﻰ اﻟﻔﺎﺿﻞ ﻓﻰ اﻟﺘﺬﻥﻴﺐ ﻓﺎیﺮادﻩ هﻬﻨﺎ ﻗﻠﻴﻞ اﻟﺠﺪوى ﻟﻨﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻋﺮﺿﻨﺎ‬
‫ﻋﻨﻪ‬
‫واآﺘﻔﻴﻨﺎ‬
‫ﺏﻤﺎ‬
‫اوردﻥﺎﻩ‪،‬‬
‫ﺛﻢ‬
‫اﻟﻜﻼم‬
‫ﺏﻌﻮن‬
‫اﷲ‬
‫اﻟﻤﻠﻚ‬
‫اﻟﻌﻼم‬
‫)ﺕﻢ(‪.‬‬
SONUÇ
İslam Miras Hukukunun tarihsel bir nitelik taşıyan vela kavramıyla ilgili
değişik zaman ve şartlarda zengin değerlendirme ve tartışmalar yapılmıştır.
Vela konusu mezhepler arasında olduğu gibi, mezhep içerisinde de farklı
değerlendirmelere zemin olmuş ve birbirine muhalif birçok görüş ortaya
çıkmıştır. Bizim çalışmamız da tarihin bir döneminde gerçekleşmiş mezhep
içi ihtilafları yansıtması bakımından önemlidir. Özellikle Hanefi âlimler, vela
konusunu daha geniş bir şekilde ele almış ve buna bağlı olarak da daha çok
değerlendirme yapmışlardır. Diğer mezhep âlimleri ise muvalat yolu ile
kurulan velayı kabul etmedikleri için konuyu sadece köle azad etmek (İtâk)
suretiyle gerçekleşen vela üzerinden ele almışlardır. Bundan dolayı Hanefi
mezhebinin dışındaki diğer mezhep âlimleri vela konusunu dar kapsamlı
olarak incelemişlerdir.
Molla Hüsrev, Osmanlı Devletinde kadılık gibi üst düzey yargı
görevinde bulunmuş olduğundan konunun yargısal boyutuna ait bilgi ve
tecrübesi olan bir âlimdi. Konunun önemini risalesinde ifade ettiği üzere,
fetihler neticesinde Osmanlı topraklarının genişlediğini, buna bağlı olarak da
kölelerin ve bu köleleri hürriyetine kavuşturan insanların çoğaldığını, sonuç
olarak vela davalarının arttığını ve bu konunun önemli bir hal aldığını
kaydetmiştir.
Molla Hüsrev bu konuyla ilgili olarak yazdığı olduğu vela risalesinde
klasik Hanefi yaklaşımının dışına çıkmış, ortaya koyduğu yeni yorumlarıyla
vela meselesinde bir hayli eleştiri almıştır. Osmanlı Devletinin yükseliş
dönemi şeyhülislamları ve âlimleri tarafından tenkit edilmiş, görüşlerinin
reddedilmesi konusunda risaleler yazılmıştır. Bu risaleler de Molla Hüsrev'in
yeni bir perspektif ortaya koyduğu vela kavramında hata ettiği ve
yorumlarında isabetsiz davrandığı söylenmiştir. Molla Hüsrev, çağdaşı olan
Molla Gürânî’nin yazmış olduğu reddiyeye karşı cevap niteliğinde bir eser
kaleme almıştır. Vela konusuyla ilgili bu çalışmalar, güncel olmaktan uzak
184
iseler de İslam Fıkhı açısından tarihsel bir önem arz ettiğinden ve Osmanlı
âlimleri arasında çeşitli tartışmalara sebep olduğundan dolayı incelemeye
çalıştık. Ayrıca fıkhî mirasımız içerisinde yer alan vela kavramıyla ilgili bu
kıymetli dökümanları gün yüzüne çıkarmak da bizim için ayrı bir mazhariyet
olmuştur
185
KAYNAKÇA
AŞIKPAŞAZADE, Aşıkpaşazade Tarihi, Matbaay-ı Amire, İstanbul, h.1332
BABİNGER, Franz, “Molla Hüsrev”, İA. ,İstanbul, 1965.
BALTACI, Cahit, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, İFAV Yayınları,
c.I-II, 2. Baskı, İstanbul, 2005.
BARDAKOĞLU, Ali, “İslam Hukukunun Bazı Meselelerine Bakış Tarzı”, Molla
Hüsrev Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes
Üni. Matbaası, 1992, s.13-25.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, c.IVIII, İstanbul, Bilmen Yayınevi, t.y..
BURSALI, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul, t.y
ÇELEBİ, Katip, Keşfu’z-Zünûn, c.I-II, İstanbul, y.y., 1972.
DERYÂN, Abdüllatif Fayiz, Fıkhu’l- Mevârîs fi’l-Mezâhibi’l-İslamiyyeti ve’lKavânini’l-Arabiyye, tah. Muhammet Reşit Kabânî, c.I-IV, Beyrut, Daru’lNehdati’l-Arabiyye, 1427/2006.
El-Cevherî, Ebu Nasr İsmail b. Hammad, Es-Sıhâh: Tâcü'l-Lüğât ve Sıhâhü'lArabiyye, tah. Ebu Zeyd Abdurrahman b. Abdülaziz el-Mağribî, c.I-V, Beyrut, Daru İhyâi't-Türâsi'l-Arabiyye, 1426/2005.
El-Ferâheydî, Halil b. Ahmed, Kitabü'l-Ayn, tah. Komisyon, Lübnan, Mektebetü
Lübnan, ty..
ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimler Sözlüğü, İstanbul, Rağbet
Yayınları, 1998.
ERKAN, Arif, Durer ve Gurer Tercümesi, c.I-IV, İstanbul, Eser Yayınevi, 1979
Ez-Zebidî, Muhammed Murtaza, Tâcü'l-Arûs, tah. Dâhî Abdülbaki, c.XC, Kuveyt,
Et-Türâsü'l-Arabiyye, 1422/2001
Ez-ZİYAT, Ahmed Hasan, MUSTAFA, İbrahim, el-Mu cemu’l-Vasît, 2.Baskı,
İstanbul, el-Mektebetü’l-İslamiyye, 1982.
GÖKBİLGİN, M. Tayyip, Osmanlı Müesseseleri Teşkilatı ve Medeniyeti Tarihine
Genel Bakış, İstanbul, İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1977.
186
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, c.I-II, İstanbul,
İrfan Yayıncılık, 5.baskı, 1414/1993.
HOCA SAADETTİN, Efendi, Tâcü’t-Tevârîh, ter. İsmet Parmaksızoğlu, İstanbul,
y.y., 1978.
İBN MANZUR, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü'l-Arab, c.I-XV,
Beyrut, Dar-u Sadr, ty..
İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd (Torun), Bidâyetü’lMüctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, tah. Ali Muhammed Ma'riz, Adil Ahmed
Abdülmevcûd , c.I-II, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2.baskı 1420/2000.
İBN RÜŞD, Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd el- Hafîd(Torun),
Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesid, ter. Ahmed Meylâni, c.I-IV,
İstanbul, Beyan Yayınları, 1991.
KADIZADE, Şemseddin Ahmet b. Bedreddin Mahmud, Netâicü'l-Efkâr fi Keşfi'rRumûz ve'l-Esrâr, tah. Abdürrazzak Galip el-Mehdî, c.I-XII, Beyrut, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, 1424/2003.
KARABULUT, Ali Rıza, “Molla Hüsrev’in Eserleri”, Molla Hüsrev Mehmed
Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası,
1992, s.125-133.
KARAMAN, Hayrettin, "Asabe", DİA, c.III, s.452-453.
KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslam Hukuku, c.I-III, İstanbul, Nesil
Yayınları, 5. Baskı, 1996.
KÂSÂNÎ, Alâaddin Ebu Bekir b. Suûd, Bedâiu’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’, tah.
Muhammed Adnan b. Yasin Derviş, c.I-VI, Beyrut, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyye,
1417/1997.
KOCA, Ferhat, Osmanlı Şeyhülislamı Molla Hüsrev Hayatı, Eserleri ve
Görüşleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008.
KOCA, Ferhat, “Molla Hüsrev”, DİA, c.XXX, s.252-254.
KORLAELÇİ, Murtaza, , “İlmi Çevresi ve Şahsiyeti”, Molla Hüsrev Mehmed
Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası,
1992, s.37-53.
LEKNEVÎ, Muhammed b. Abdulhay, El-Fevâidü’l-Behiyye fî Terâcimi’lHanefiyye, Kahire, y.y., 1324.
187
MAVSILÎ, Abdullah b. Mahmud, el-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, tah. Züheyr Osman
el-Caîd, c.I-V, Beyrut, t.y..
MAVSILÎ, Abdullah b. Mahmud, El-İhtiyâr li Ta’lîli’l-Muhtâr, ter.Mehmed
Keskin, c.I-IV, İstanbul, Ümit Yayınları, 1998.
MECDÎ, Mehmed Efendi, Şekâik Tercümesi, Matbaay-ı Amire, İstanbul, h.1269.
MENTEŞEVÎ, Hızır Şah, “Risale fi’r-Reddi Risalete’l-Velâiyye”, Süleymaniye
Ktp.,Şehid Ali Paşa Bl.,No;2755, vr.230-211: Esad Efendi Bl., No;692, vr.90-92:
Süleymaniye Bl., No;1051, vr.1-7b: Yeni Cami Bl., No;1186, vr.415-420.
MERĞÎNÂNÎ, Burhaneddin Ali b. Ebu Bekir, el-Hidâye Şerhu Bidâyetü’lMübtedi‘, c.I-IV, Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1410/1990.
MOLLA GÜRÂNÎ, Şemseddin Ahmed b. İsmail, “Risale fî Reddi Mes’eleti’l-İrs
bi’l-Velâ”, Süleymaniye Ktp., Süleymaniye Bl., No;1051, vr.8a-11b: Fatih Bl.,
No;5366, vr.52-54: Nuruosmaniye Bl., No;4909, vr.152-155: Şehid Ali Paşa Bl.,
No;946, vr.21-27.
MOLLA HÜSREV, Muhammed b. Feramurz, “Risale fî’l-Velâ”, Süleymaniye Ktp.,
Yeni Cami Bl., No;1186, vr.414-419: Nuruosmaniye Bl., No;1563, vr.1b-4a; No;596,
vr.44-47: Esad Efendi Bl. No;682, vr.385-388: Şehid Ali Paşa Bl., No;2755, vr.198203; No;944, vr.91-94; No;2795, vr.17-19; No;2725, vr.97-100.
ÖZEL, Ahmet, Hanefi Fıkıh Alimleri, TDV yayınları, Ankara, 2.baskı, 2006.
ÖZKET, Hasan, “Molla Hüsrev ve Mir’âtü’l-Usûl Adlı Eserinin Kaynakları”,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni. Sos.Bil.Ens., Erzurum, 1992.
SEHAVÎ Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman, ed-Dav’ü’l-Lâmi’, c.I-XII,
Beyrut Dâru’l-Mektebeti’l-Hayat, t.y..
SERAHSÎ, Şemsü'l-eimme Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed, Kitâbü'l-Mebsût,
ed.Mustafa Cevat Akşit, c.XXXI, İstanbul, Gümüşev Yayıncılık, 2008.
SERGİS, Yusuf, Mu’cemü’l-Matbûâti’l-Arabiyye ve’l-Muarrebe, Kahire, y.y.,
1928-1931.
TAŞKÖPRÜZADE, Ahmet b. Mustafa, Eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye, İstanbul, y.y.,
1985.
TUNÇ, Cihat, “Molla Hüsrev' in İlmi Hayatı ve Vasiyetnamesi”, Molla Hüsrev
Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni.
Matbaası, 1992, s.5-13.
188
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, c.III, Ankara, 5.Baskı, 1988.
ÜNAL, Halil, “Molla Gürânî ile Tartışması”, Molla Hüsrev Mehmed Efendi
(1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni. Matbaası, 1992, s.6975.
YURDAGÜR, Metin, “Osmanlı İlmiye Teşkilatındaki Yeri”, Molla Hüsrev
Mehmed Efendi (1400–1480), ed. Ahmet Hulusi Köker, Kayseri, Erciyes Üni.
Matbaası, 1992, s.111–125.
ZEYLEΑ, Cemaleddin ebi Muhammed Abdullah b. Yusuf, Nasbu'r-Râye Tahrîcü
Ehâdîsi'l-Hidâye, tah. Ahmed Şemseddin, c.I-VII, Beyrut, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye,
1422/2002.
ZUHAYLÎ, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, ter.Ahmet Efe, Beşir Eryarsoy, c.IX, İstanbul, Risale Yayınları, 2. Baskı, 1992.
189
ÖZET
KORKMAZ, Ahmet Ali, Molla Hüsrev'in 'Vela' Hakkındaki Görüşleri ve Bu
Konuda Osmanlı Âlimleri Arasında Yapılan Tartışmalar (Vela Risaleleri
Çerçevesinde), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2009.
Çalışmamız, İslam Miras Hukukunda miras sebepleri arasında sayılan
vela kavramının incelenmesini ve bu konuda Osmanlı âlimleri tarafından
kaleme alınan vela risalelerinin değerlendirilmesini kapsamaktadır. Ayrıca
Osmanlı Devletinin yükseliş dönemi şeyhülislamları ve âlimleri arasında
yaşanmış mezhep içi tartışmaları yansıtması bakımından da önemlidir.
Vela kavramı, İslam Hukukunun Miras (Feraiz) Hukuku alt başlığında
değerlendirilmiştir. Hükmi yakınlık olarak ifade edilen vela kavramının temeli
kölelik müessesesine dayanmaktadır. İslam dini, bir taraftan kölelere insanca
yaşama hakkı sağlarken diğer taraftan köle sahiplerini onları hürriyetlerine
kavuşturmak için teşvik etmiştir. İşte bu teşviklerden birisi de köle azad etme
ile elde edilen mirasçı olma hakkıdır.
Vela konusunun günümüz açısından ihtiyaç duyulacak bir yönü
kalmamıştır. Kölelik müessesesinin sona ermesiyle beraber vela yoluyla
mirasçı olma meselesi, tarihsel bir olgu niteliği almıştır. Ancak İslam Miras
Hukukunun tarihsel bir nitelik taşıyan vela konusu üzerinde değişik zaman ve
şartlarda zengin değerlendirme ve tartışmalar yapılmıştır.
Molla Hüsrev vela konusuyla ilgili olarak yazmış olduğu risalesinde
klasik Hanefi yaklaşımının dışına çıkmış, ortaya koyduğu yeni yorumlarıyla
büyük tenkitlere maruz kalmıştır. Hatta bu tenkitler müstakil risaleler şeklinde
ortaya konulmuştur.
Çalışmamızda; Molla Hüsrev' in hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri
hakkında bilgiler, vela konusunun İslam Hukuku açısından değerlendirilmesi,
vela konusunda yazılan risalelerin tercüme edilmesi ve vela risalelerin
Arapça metinlerinin tahkikli neşri bulunmaktadır. Ayrıca bu risalelerden elde
ettiğimiz fikir ve görüşleri ortaya koyarak bunların karşılaştırılmasını ve
ulaştığımız bilgiler hakkında kendi kanaatlerimizi sunmaya çalıştık.
Anahtar Sözcükler
1.Molla Hüsrev
2.Vela Risaleleri
3.Vela Tartışması
4.Miras Hukuku
5.İslam Hukuku
190
ABSTRACT
Korkmaz, Ahmet Ali, Molla Husrev’s point of views on walâ and Debates
over this topic among Ottoman Scholars (According to the risâlas of walâ),
Master thesis, Ankara, 2009.
Our study on walâ which is concerned the causes of the heritage in
Islamic Heritage Law contains the explanation of walâ , and the evaluations
of Ottoman Scholars over risâlas of walâ as well. In addition, this topic has
great importance in terms of including much more things about discussions
related to sects among Ottoman Scholars in rising term of Ottoman Empire.
The concept of walâ is evaluated as Heritage Law sub-item of the
Islamic Heritage Law. Actually, the concept of walâ which is defined up-close
as legaly depends on the system of the slavery we may say. On the one
hand, the religion Islam has provided slaves with many opportunities to have
humanitarian living conditions also on the other hand, Islam has encouraged
people who were owner the slaves to liberate them. In this point, one of the
encouragements is to have a right as being heritor with the liberation of the
slaves.
Nowadays, we don’t need to use the concept of walâ and there aren’t
any popularities anymore with using it. Being heritor by walâ remained as a
historical phenomenon with ending of the slavery. In different times, there
were debates and precious evaluations on walâ issue which has a historical
manner in Islamic Heritage Law.
In the risâla on the issue of the walâ which was written by Molla Hüsrev
consisted of the things out of classical Hanefi attitudes and also he was
encountered strong criticism regarding with these new ideas. And also, this
strong criticism took place widely as unique risâla.
Our study comprises of informations on Molla Hüsrev’s whole life, his
personality, his publications and the evaluations of the concept of walâ
according to Islamic Law. In addition, it has the translation of risâla about the
concept of walâ. We have tried to give our views and perspectives obtained
from risalas as well.
Key words:
1.Molla Hüsrev
2.Risâlas of Walâ
3.Debates on walâ
4.The Heritage Law
5.Islamic Law
Download