TÜRKIYE DIYANET VAKFI YAYINLARI/277 TÜRKİYE'NİN ÇAGDAŞLAŞMA PROBLEMi VE İSLAM o (Sempozyum: 3-4 Mayıs 1997, İzmir) Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Mehmet Demirci . Türkiye Diyanet Vakfı Islam Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi Tas. No: ANKARA 2000 . Prof. Dr. Osman ESKİCİOGLU BATILlLAŞMA ANLAMlNDAKi ÇAÖDAŞLAŞMANIN İSLAM HUKUKU AÇlSINDAN DEÖERLENDİRİLMESİ Değerli dinleyiciler, bugün burada "Kutlu Doğum Haftası" münasebetiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Konuşmama başlamadan önce böyle bir günde bana konuşma fırsatı balışeden Allah'a hamd, O'nun Peygamberi Hz. Muhammed'e salat ve selamlarımızı iletiyoruz, O'na bağlılıklarımızı bildiriyoruz. Ben sizlere bu batılılaşma problemine İslam Hukuku açısından bakarak bazı değerlendirmelerimi sunmak istiyorum. Çünkü bana göre üç asırdan beri Türkiyemizde gerçekleştirilmeye çalışılan değişme ve yenileşmeler, çağdaşlaşmadan çok batılllaşmayı ifade ediyor. Oysa bize göre çağdaşlaşma başka şey, batılılaşma ise başka şeydir. Batılılaşma, aynı batı dünyası gibi yani Avrupa gibi olma, avrupalılar gibi olma, avrupalılar gibi yaşama ve onlar gibi düşünüp hareket etme demektir. Çağdaşlaşma ise çağın gereklerine uyma, zamanın icap ve şartlarına göre hareket etme demektir. Onun için bu iki terim biri diğerinden farklı olmakla bize göre biribirinden tamamen ayı·ı olan şeyleri ifade etmektedirler. Zaten o nedenle yine bize göre İslam nazarında çağ­ daşlaşma meşru ve mübah olurken batılılaşma ise gayri meşru ve haram olmaktadır. Çünkü bir müslüman batılının her yediğini yiyemez ve içtiği her şeyi de içemez. Konuyla ilgili olarak zamanla alıkamın değişmesi ve çağın icaplarına göre hareket edilmesi hususunda Mecelle'de "Ezmanın teğayyürü ile ahkamın teğayyürü inkar olunamaz"(l) denilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de de zamanın ve çağın insan açısından çok önemli bir kavram olduğuna işa­ ret edilerek "Çağa yemin olsun ki, insan zarar dadır. "buyurulmaktadır. (2) Aslında batıya tabi olma, onları taklid etme ve onların arkasından gitme ile ilgili olarak Türkçemizde batılılılaşma; laikleşme, sekülerleşme, asrileşme ve avrupalı olma gibi kelimelerle ifade edilen(3) bu çağ­ ctaşıaşmayı az önce değindiğimiz gibi batılılaşmadan ayırmak gerekir. Çünkü insan eşya gibi bir varlık olmadığı için bir obje olarak görülmemelidir. Ne birey insan ve ne de bireylerin oluşturduğu aile, mahalle, bölge ve devletler uydu yapılmamalı ve uydu muamelesine tabi tutulmamalıdır. İnsan ve toplum açısından bakıldığı zaman değişme ve Mecelle Madde, 39 (2) Asr ı03/1,2. (3) Bkz. Niyazi Berkes, Türkiye'de (ı) Çağdaşlaşma 51 Bilgi Basımevi Ankara. ı 973, s. ı6- ı 7. yenileşme öyle basit kolay ve sade bir olay değil, bilak:is karmaşık, zor ve çok yönlü bir iştir. O yüzden toplumun sahip olduğu gelenek ve görenekler yüz yıllar boyunca yağurulup gelen hareket ve davrarıışlardır. Onları hemen beş on yıl içinde silkip atmak ve başka davranışlar edinmek hem insan tabına zıt, hem de sosyal kanunlara aykırıdır. Farklı diniere mensup insan ve toplumların farklı hareket ve davranışlar içerisinde bulunmaları kaçınılmazdır. Hayvan, bitki ve cansız varlıklar için mesele tamamen farklıdır. Yani eşyada değişim hemen gerçekleşebilir. Çünkü eşya insan gibi süje değil, objedir. İnsanın eşyayı değiştirme gücü, yetki ve salahiyeti vardır. 1950 yılında Denizli'de odunla çalışan ekmek fırınlarının yanında elektrikle ekmek pişiren yeni bir fırın yapıldı. Deniziililer yeni yapılan bu ekmek fabrikasına "Asri Fırın" adını verdiler. Asri fırın, çağdaş fırın demektir. İşte çağdaşlaşma budur. Ekmek pişirmede elektrik odundan daha iyi, daha ekonomik ve daha faydalı ise hemen elektrikli fırınlara geçmek çağdaş kafanın yapacağı bir iştir. Bunda din açısından da hiç bir sakınca yoktur. Nitekim Ziya Gölkalp de bir taraftan çağdaşlaşırken diğer taraftan din ve milliyetin terkedilmemesi lazım geldiğini, "Türkleşmek İslamiaşmak ve Mıiasırlaşmak" ifadesiyle dile getirmiş oluyordu.(4) Ansiklopedilere çağdaşlaşmanın manasma baktığınız zaman onun çağa uyma demek olduğunu görürsünüz. Ayrıca yine kaynaklara bakacak olursanız, batının gelişmiş bilim ve teknolojisi karşısında etkilenen insanların avrupalılaşma konusunda ·iki kısma ayrıldıklarını görürsünüz. Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Celal Nuri İleri gibi şahsiyetler çağdaşlıktan batılllaşmayı anlıyorlardı. Onlara göre Avrupa'dan sadece bilim ve teknoloji getirmek yeterli değildir, batılılaşabilmek için bunlara ilaveten avrupallı gibi düşünmek, onun gibi yemek, içmek ve giyrnek gerekir, yani çağdaşlaşma bir yaşam biçimidir. Sait Halim Paşa, Mehmet Akif, İzmirli İsmail Hakkı ve Seyyid Bey gibi şahıslar ise bu zihniyete karşı çıkmışlardır. Onlara göre batıdan ancak bilim ve teknoloji ithal edilmeli, yoksa kılık kıyafet zihniyet ve yaşam biçimi ithal edilmemelidir. Akifin şiirlerinde bunu açıkça görürsünüz. Garb'ın eşyası; eğer kıymeti Moda şeklinde haiz ise yürür, gelen .seyyie gümrükte çürür! Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atini Veriniz hem de mesainize son süratini. (4) Bkz. Ziya Gökalp, Türkleşrnek İslamiaşmak ve Muasırlaşmak, Hazırlayan İbrahim Kutluk. Emel Matbaacıllık, Ankara 1976, s. 1-99. 52 Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyeti yok san'atin, ilmin; yalnız(S) İşte Akifin bu şiirlerinde görüldüğü gibi ilim, sanat ve teknoloji milliyet başka bir şeydir; ilim, sanat ve teknolojinin milliyet ve dini yoktur. ilim beynelmilel bir kurumdur. Her ne kadar bilimin uygulama alanına geçirilmesi demek olan teknolojide yerel ve bölgesel şartların etkisi bulunsa da soyut kurallar olarak bilim tamamen beynelmileldir. Din ile bilimi karıştıranlar, gelenek ve görenekle san'at ve teknoloji arasındaki farkı göremeyenler, batının bilimi karşısında şaşkınlığa düşerek biz her hususta batıyı taklit etmeliyiz demişlerdir. Bu görüşte olan bazı şahsiyetlerili isimlerini az önce sizlere arzettim. Bunlara göre sadece bilim ve teknolojide değil, giyim kuşam kılık ve kıyafette, yeme ve içmede velhasıl her şeyde batılılara benzemeliyiz. Hatta bunlardan bir kısmı Avrupa'dan damızlık adam ithal etmeliyiz diyecek kadar bir şaş­ kınlık içerisine düşmüştür. Bahçelerin Fransız bahçe düzenine benzetildiği, hatta saray çevrelerinde de yine Fransız mobilyasının moda haline getirildiği bilinmektedir. Üçüncü Selim Avrupa'dan davet ederek getirttiği opera sanatçılarının oyunlarını kendi sarayında izledi. İkinci Mahmut kıyafet devrimi yaparak Osmanlı giyim şeklini terkedip pantolan ve ceket diyebileceğimiz Avrupai bir giyim tarzı olan Mısır kı­ yafetini seçmiş ve hatta millete örnek olmak için sokağa bu kıyafetle çık­ mıştır. İşte maalesef bizdeki çağdaşlaşma görüldüğü gibi elbise değiştirmek, kıravat takmak, şapka ve pantolan giyrnek şeklinde anbaşka şey, laşılmış tır. Hiç şüphesiz sadece bunlarla yetinilmemiş, eğitim ve öğretim alada avrupai tarzda bazı okullar açılmış, askeri ve sivil mekteplere yer verilmiştir. Bu okulların yalnız fizik yönleri değil, düşünce ve metafizik yönleri de avrupai yapılmak istenmiştir. Çünkü toplumsal sorunların ele alınış biçiminde, siyasal tartışmalarda batılı öğretiler geçerli oldu. Burada bir iki örnek vermeye çalışalım. Ahmet Rıza ülke gerçeklerini yorumlarken Auguste Comte sosyolojisinin temel ilkelerini kullandı. Prens Sabahaddin, Frederic le Play ve Ednıond Deınolins'in öğretilerine dayanarak yerinden yönetimi önerdi. Türk milliyetçiliğinin esaslarını ortaya koyan bir kişi olarak bilinen Ziya Gökalp de düşüncelerini Emile Durkheinı sosyolojisine dayandırıyordu. Bu dönemde batılılaşma akımı çevresinde yer alanlar yanında (5) Mehmet Akif, Safahat (İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde), Milli Egetim Basımevi, İstanbul 1996, s. 200.215. 53 şanılan siyasal ve toplumsal bunalımların ancak batıcı yaşam biçiminin tümüyle benimsenip uygulanması şartıyla giderilebileceğini iddia ediyorlardı. Burada hepinizin gördüğü gibi insan ile eşya, "Ne" ile "Kim" birbirine karıştırılmıştır. Yanılgının kaynağı buradadır, yapılan bütün yanlışlıklar buradan çıkmaktadır. Çünkü eş yaya istediğiniz şekil ve biçimi verebilirsiniz; ateş sayesinde demir hamur olur. Bu hamur demir, sandalya şeklini alır, kapı olur, pencere olur. Ağaç ve kereste de öyle. Yani eşyaya insan istediği şekil ve biçimi verebilir. Ancak insan kendisini değiştiremez; biçimlendirip şekillendiremez İnsanın iradeli davranışıarına şekil veren dini, manevi ve ahlaki değerlerdir. Şu halde bilim ve teknolojide batılılaşmak, Avrupayı taklid ederek ona uymak esastır; sosyal müesseselerde ve beşeri davranışlarda ise gelenek ve göreneğe tabi olmak, din ve ahlaka bağlı kalmak esastır. Çünkü hukuki hükümler, ahlaki kaide ve kurallar nazarı itibara alınarak araştırılıp ortaya çıkarlar.(6l . Bu açıklamalardan sonra şöyle bir neticeye varmak istiyorum. İnsan hem maddi ve hem de manevi yönü bulunan, başka bir ifade ile fizik ve metafizik değerleri olan bir varlıktır. İnsanın maddi ihtiyaçları, kendisinin dışmda var olan mal ve eşya ile giderilir. Bu bakımdan inansm inanması veya hangi çeşit bir dine mensup olursa olsun insanlar arasında pek fark yoktur. Mesela suyu bir müslüman kaynattığı zaman 100 oC de kaynar; bir ateist kaynattığı zaman yine 100 oC de kaynar. Öyleyse eşyanın Kanunu olan ilim tüm insanlığın müşterek malıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun ve hangi dine mensup olursa olsun ya da dinsiz olsun insanların birbirlerinden bilim ve teknoloji transfer etmelerinde hiçbir sakınca yoktur. Ancak batının yüksek teknolojisi karşısında ilk olarak yenilgiye uğ­ rayan Osmanlının bu yenilgiyi 1699 yılında Karlofça andlaşması ile kabul ettikten sonra giyim kuşam kılık ve kıyafet, sakal ve bıyık gibi beşeri şeylerle uğraşacakları yerde bilim aktarsalardı, sanayi getirselerdi ve yüksek teknoloji transfer etselerdi hiç şüphesiz gerekeni yapmış olurlardı. Ama o günden bu güne bu iş hilla olmuş değildir. Maalesef bugün bile memur olan kadınların başlarını örtemiyecekleri karar altına alınıp öğrencilerin türhan takıp takamıyacakları hususundaki tartışmalar ise hilla sürüp gitmektedir. İnsan ilmen bulur dinnen yaşar. İnsana şekil veren onun hareket ve davranışlarını yönlendiren dini-ahlaki kurallardır. O nedenle din ile (6) İsınail Hakkı İzmirli. AnglikanKUisesine Cevap Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 1995. s. 102. 54 bilim kapının iki kanadı gibidir. İnsan, din ile bilimin kesiştigi noktadan geçen düzlemde yaşayan bir varlıktır. Din bilimin bilim de dinin bir fonksiyonu olarak insan hayatında din kadar bilime bilim kadar da dine ihtiyaç vardır. Bugün sadece Türkiyemiz degil, İslam iliemi ve hatta bütün dünya bu kaybolmuş dengeyi aramaktadır. Bu dengeyi kuran toplumlar gelecek medeniyetin kurucuları olacaklardır. OTURUM BAŞKANI: Temennilerine biz de katılıyoruz, aynen kabul ediyoruz. Vaktimiz dolmuştur, tartışmak için maalesef zamanımız yok; 4 dakikalık bir süremiz var. İsterseniz bu 4 dakikada soru sorabilirsiniz. Saat 15.00'te program bitiyor. Yarım saatlik ara var. Genel kurul isterse bu arayı kaldırır, devam eder, ama, bana izin verilmesi lazım ki, ben bunu uygulayabileyim. Soru yok; o zaman, ikinci oturumu kapatıyorum. 55