KAYIP BENLİKLER / Fatma Dilara İşler Etkilenmekten kim kurtulabilmiş! Aynı toplumda yaşadığımız insanların söylemleri, davranışları, giyimleri farkına varmaksızın hayatımıza sızıyor. Bu misafirleri ağırlayıp üç gün sonra uğurlayabilsek bir zenginlik sayabilirdik pekala bu ziyareti. Fakat, evimizin bir parçası olmaya karar vermiş olacaklar ki vedalaşmıyorlar. Dahası bizi biz olmaktan çıkarıp kendilerine benzetmekte kararlılar. Zaman ilerledikçe, fark etmeden onlar gibi düşünmeye ve onlar gibi yaşamaya başlıyoruz. Artık hayatımıza onlar yön veriyor. Peki niye? Onlar gibi olmak neden bu kadar önemli? Kendi isteklerimizi bir kenara atıp başkalarına göre yaşamak bizi daha mı mutlu ediyor? Başkalarının beğenisini alabilme kaygısıyla yaptığımız şeyler acaba bizi bizden ne kadar uzaklaştırıyor? Kendimizi hatırlayabilmek için aynaların dahi yetmeyeceği bir zamana savrulmuyor muyuz! Üniversiteye girdiğim andan itibaren değişmeye başladığım her halimden belli oluyordu. Kıyafetlerim, dinlediğim müzikler, arkadaşlarım, kısacası hoşlandığım her şey çevremin de etkisiyle farklılaşıyordu. Ben bu değişimin farkındaydım ama bir sorun olarak görmüyordum başlangıçta. Dizginler elimden kaydığında nereye gideceğimi bilmiyordum. İşte tam da bu sıralarda okuduğum bir kitap ayna oldu bana. Kitabı bitirdikten sonra en büyük felaketin kişinin benliğini yitirmesi olduğunu anladım çünkü. Beni hiç beklemediğim bir şekilde içine çeken, büyük bir hevesle okuduğum “Kayıp Gül” kitabı, benliğimi kaybedip kaybetmediğim konusunda kendimi sorgulamamı sağladı. Kendimi Diana ile bütünleşmiş hissettim. Diana da hayatı boyunca başkalarına göre yaşamış ve bunu hayat gayesi haline getirmişti. Yazmak onun için bir tutkuyken ve çok iyi bir yazar olabilecekken, annesinin tüm ısrarlarına karşın avukat olmayı tercih etmişti. Toplumda iyi bir konum sahibi olabilmek bir başka deyişle diğer insanların gözünde iyi görünmekti bunun nedeni. Diana’nın kararını kitabı okurken yadırgamamıştım çünkü ben de bir hukuk öğrencisiydim ve avukatlığın sosyal hayattaki kazanımlarını kolayca hayal edebiliyordum. Fakat o, benim aksime mesleğini sevdiği için değil, herkes tarafından iyi bir meslek olarak görüldüğü için yapıyordu. Belki de hayatı boyunca bu mesleği sevmeyerek yapacaktı. Kitapta Diana ile tanıştığınız zaman başkalarının sizin için çizdiği bir hayatı yaşayabilir miyim diye kendinize sormaya başlıyorsunuz. Başkaları ne düşünür diye yaptığınız şeyleri hatırladığınızda farkına varmaksızın neleri kaybettiğinizi anlıyorsunuz. Aslında kitaptaki gül benzetmesi her şeyi tam anlamıyla açıklıyordu. Yapay güller gibi ilgi görebilmek ve başkalarının beklentilerine cevap verebilmek için bir an önce açmaya çalışıyorlardı güller. Yaptıkları şey takdir alıyordu. İnsanlar daha çok ilgi gösterip seviyorlardı onları ama içten içe biliyorlardı ki aslında insanlar gerçekte onları değil, dönüştükleri şekli seviyorlardı. Aradan çok zaman geçmeden fark ettiler ki açtıklarında eskisi gibi kokmuyorlardı. Kendilerine özel olan o kokuyu her açışlarında biraz daha kaybediyorlardı. Ne oluyordu kokularına, tamamen kaybediyorlar mıydı yoksa hâlâ içlerinde biraz da olsa kalıyor muydu? Bence hâlâ saf ve temiz olan asıl kokuları, içlerindeydi. Güller kendilerini beğendirmek için başka bir şeye dönüşürken özgürlüklerinden de vazgeçmeye başlamışlardı. İnsanların onları görmek istedikleri durum için o kadar çok uğraşıyorlardı ki gül olmaktan çıkmak üzereydiler. Kokularını kaybetmeleri de bunu gösteriyordu. Ama bir şeyi unutmuşlardı, gülü gül yapan şey kokusuydu. Diana’nın kendi benliğini bulmak için çıktığı bu yolda güller ona hayatını değiştirecek bir şey öğretmişlerdi. Diana, kim ne derse desin Diana olması gerektiğini anlamış ve kendi benliğini bulmuştu. Ben de bu romanla birlikte geç olmadan kendi benliğimle yüzleşip, kaybetmemek için sımsıkı tutundum ona ve ben olmaya çalışmanın bana ne kadar mutluluk verdiğini anladım. Çünkü ben olmak başkalarının hakimiyetinden kurtulmaktı. Ben olmak özgürlüktü!