KORKU Bütün dünya kültürlerinde yer alan evrensel normlardan bir tanesi korku. Havva’nın elmayı ağaçtan koparırken tereddüt etmesini, Hitler’in siyanür içerek intihar etmesini, Lilith’in Tanrı’dan çekinmesini, Lucifer’in istediği her ruhu toplayamamasını sağlamıştır. Kimi felsefe insanları onun bir akıllılık belirtisi olduğunu söylerler. Cahil cesaretinin önüne geçtiğini ve aptallık ile akıllık arasında bir denge unsuru olduğundan bahsedilir. Kimileri (Cicero) onursuz olarak niteler korkuyu, kimi yönetim(Hamurabi) için olmazsa olmazlığından bahseder. O özgür düşünceyi zaman zaman baltalar, zaman zaman eğitici ve yararlıdır. Evrensel ahlaka ve ideallere katkıları vardır. İnsancadır. Yaşamın büyük bir parçasıdır. Kök salmış, derine inmeye çalışan korkular… Masallar, ebeveynler, romanlar, sanat, şiir ve daha nice kültürel ve beşeri faaliyet… Kitabı elime aldığım ilk dakikalardan itibaren hissettiğim ilk şey korkunun dünya üzerinde büyük bir hakimiyete sahip oluşuydu. Yazar kitabı adeta bir korku ansiklopedisi olarak düzenlemiş. Korku sevinç, güç, hüzün gibi kavramlarla aynı kefeye konuyor kitapta. İnsan hayatını domine eden korkudan kaçınmak adeta imkansız gibi. Korkusuzluk ile korku duymak arasında bir denge sağlanmalı. Eğer sadece iki taraftan birine yönelirseniz kendinizi çözemeyeceğiniz bir bulmacının içinde buluverirsiniz. Doğru evet insanlığın yarattığı herşey korkuyla ilişkili ve herşey sizi korkutmak için karanlıkta bekliyor fakat bütün bunlara karşı dirençli olunmalı. Kaçmak imkansız ise en aza indirmeye çalışmak gerekiyor. Zararın neresinden dönülse kar… İkinci ilginç bulduğum nokta ise yazarın korku toplumundan bahsetmesi. Yaşadığımız çoğrafyada çok yaygın bir oluşum bu. Otoriter bir toplumda yaşadığımız düşünülürse korku toplumu bu topraklara yabancı değil. Hegelci(devletin insanın teos’u yani son noktası olarak görülmesi, kutsal bir değer olan devlet insanların hayatında en büyük yeri işgal etmeli) devlet anlayışının sürdüğü bu coğrafyalarda, koyunlaştırılmış toplumların karizmatik liderlerini izlemesi için yaratılmış mükemmel işleyen bir yöntem. Totaliteryanizm ve propoganda ile bütünleşen korku toplumu kalkınma ve demokratik kazanımlar elde etmek isteyen ülkelerin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Korkuyla ve çekingenlikle yaşayan insanlar kendilerini gösteremiyor dolayısı ile bütün potansiyel ortaya çıkmıyor, yöneten elitin kötü ve aksi bulduğu herşey yanlış kabul ediliyor. Korkan ve korkutulan toplum bunu anlayamadığı için(çünkü anladıkları zaman daha fazla korkutulacaklar) iş büyüyor ve büyüyor… Tarihsel örneklerde hoşuma gitmedi değil. Sezar’ın danışmanlarının kendisine verdiği korku dolu ve ‘’cesaretsiz(!)’’ öğütler, Hannibal’in Roma’ya ilerlemekten vazgeçmesi, Cicero’nun mecliste Sezar varken konuşmaması… Korkunun insanlık tarihinin her aşamasındaki varoluşuna vurgu yapan yazar bir şeyi ihmal etmiyor. Korkunun insanı akıllı ve tedbirli yaptığını söylüyor. Katılıyorum. Yerinde korku iyi birşeydir. İnsanı yerinde durağanlaştırır, sakinleştirir ve düşünmeye şevk eder. Onun için büyük liderleri ve etraflarındakileri ‘’korkak’’ oldukları için suçlamaya gerek yok. Tek suçları fazla düşünmekti o insanların… Fazla düşünmek ve temkinli davranmak… Korku birçok dala ayrılıyor. Ben bir birey olarak ikiye ayırmakla yetiniyorum. Toplumsal korku ve bireysel korku. Bireysel korku, vicdanı inşa eder. Çekimserlik ve sağduyuyu sağlar. O yüzden toplumsal korkudan önemlidir. İnsanların doğru ve etik bir şekilde sosyalleşmeleri için gereklidir. Toplumsal korku ise korkunçtur. İnsanların takip etmeleri gereken bir vicdanlar ve kurallar silsilesi yaratır ve bunu size dikte ettirir. Kaçınılmazdır, can sıkar ve sizi üzer. Sizi üzmesi bir yana bireyselliğinizi mahvederek sizi içine çeker. Bir hiçmiş gibi hisseder, yersiz ve gereksiz yere korkmaya başlarsınız. Mutsuzluğa doğru yelken açmışsınızdır artık. Bireysel korkularınızı bırakıp toplumun korktuğu gibi korkmaya başlamışsınızdır… Korkunç.