ERZURUM iSPiRLi KADIZADE MEHMED ARiF EFENDi ve ÖMER

advertisement
ERZURUM iSPiRLi
KADIZADE MEHMED ARiF EFENDi ve
ÖMER EFENDi SEMPOZYUMU
(2-4 MAYIS 2014 ERZURUM)
----------------~~·--------------
-TEBLiGLER-
EDiTÖR
PROF. DR. ÖMER KARA
ERZURUM - 2014
Kadızade Mehmed Arif Efendi'nin Kelamcılığı
Yrd. D oç. Dr. İsmail BULUT
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
------------~~~-----------Giriş
Kadızade'nin kelamcılığıru ve ilmi kişiliğini
anlayabilmek için, yaşadığı dönemin
sosyal, ilmi ve fikri yapısını incelemek konunun anlaşılınasına önemli katkı sağla­
yacaktır. Doğal olarak Kadızade, döneminde var olan Kelam ortamından bağımsız
kalamaıruştır. Zamanındaki medreselerde yaygın olarak okutulan eserleri temel alarak, gündemdeki kelam.i meseldere çözüm üretmeye çalışmıştır. Bu açıdan O'nun
kelamcılığı, devrindeki kelami anlayışın bir yansunası niteliğindedir denilebilir.
Kelam tarihinde Osmanlı Dönemi, şerh ve haşiyel~r dönemi olarak bilinmektedir. İslam ilimleri için bir duraklama devri olarak tanımlanan bu dönem, dini ve
felsefi ilimierin mezcedildiği bir dönem olarak bilinmektedir. Bu dönemd<: önceki
eserler yeniden şerh edilmiş, şerhler üzerine haşiyeler yazılmıştır. Özgün yorumlan
içeren müstakil eserlerin sayısı ise oldukça sınırlı kalmıştır. Yaklaşık beş asır sliren bu
dönemi takiben Yeni İlrn-i Kelam dönemi başlamıştır. Bu uzun süre içerisinde elbette orijinal eserler de yazılmıştır. Cedel, usUl, mantık, lügat, fikıh ve kelam ilimlerine
dair yeni eserler telif edilmiştir.
Klasik Osmanlı Kelamı müteahhirin döneminin bir halkası ve tabll bir devamıdır. Osmanlının ilk kuruluş dönemindeki tasavvuf merkezli ilmi canlılık, kelam,
felsefe ve bilim geleneklerinin etkisine girmiş, bu çerçevede birçok alim yetişmiştir.
Molla Fenari (1431), Hızır Bey (1458), Hayali (1470), Hocazade (1488), Kestelli (1495) bu geleneğin en önemli simalarıdır. Daha sonra bu gelenek Sinan Paşa
(1486), Molla Lütfi {1494), Kemalpaşazade {1534), Ebu's-Suud Efendi {1574) ile
devarn ettirilmiştir. (Özervarlı, 2008 s. 13-15).
~ Osmanlı
Devleti'nin yükseliş dönemi, kelam konulannın bir hayli revaçta oldu-
ğu bir zaman dilimidir. Gazili ile İbni Rüşd arasında tartışılan bazı kelam konuları
Ali Tı1si, Hocazade ve Muslihiddin Mustafa gibi bilginlerce tekrar gündeme getirilmiştir. Medreselerde okunan kitaplar arasında, Seyyid Şerif el-Cürcani'nin {öl.l413)
130 1KADizADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILIGII YRD. DOÇ. OR. ISMAIL BULUT
Htijiye- i Tecriti, Kadı Adududdin el-İci'nin (öl.1355) ei-Mevtikıffi İlmi'I-Keltim,
İmam Maturidi'nin öğrencisi Ömer Nesefi'nin (öl. 1142) ''Akizid'1 en yaygın olan
kitaplardaadı (Yazıcıoğlu, 1980 s. 274). Hanefi akaid geleneğini yansıtan bu esere
Sadeddia Taftazani tarafından yapılan şerh, medreselerde yaygın olarak okutulmaktaydı.Aktiid-i Nesefiye şerhine, Fatih devri alimlerinden "Hayali" adıyla ürılenen Şern­
seddin Ahmed b. Musa İznik!'nin (ö1.1481) yaptığı Şerh-i Hayali, yüzyıllarca önerrıli
müderrisler ve öğrencilerinin elinde ders kitabı olarak okutulrnuştu. (Hızlı, 2008 s.
38-39).
Razı'yle başlayan,
muhakkik kelamcılarla olgunlaşan ve klasik Osmanlı ilirrıle­
riyle devam eden Müteahhirin Kelann 18. Yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür. Bu
dönemde bazı müelllilerin tenkit ruhunu bırakarak, taklit kolaycılığına kapıldığı,
ulemarun bu süreçte fikirler yerine, bazen lafiziara kafa yorduğu söylenebilir. Ancak
bu durumun bütün ilirrıler ve bütün konular için geçerli olduğu düşünülemez. Bununla birlikte bu dönem İslam ilirrıl~ri içirı bir duraklama devridir denilebilir. Batıyı
tanıma süreci ile başlayan, İslam düşünce tarihinin son dönerrılerine yönelik bazı
suçlama ve genellernelerin doğruluğu ancak ince ve dikkatli çalışmalarla açıklık kazanabilir ( Özervarlı, 2008 s. 15).
Bu gelenek içerisinde Kadızade, eleştiri ve sorgulama olmaksızın önceden ileri
" sürülen fıkirleri tekrar etmiş bir nevi taklit geleneğini sürdürmüştür. İ1mi yenilenme
ve yeni fikirler ortaya koymaktan öte, zamanındaki inanç problemlerine, halkın ihtiyaçları doğrultusunda klasik söylerrılerle çözüm üretmeye çalışmıştır.
1. Kelamla İlgili Eserleri
Şerhu Ravzati'l-Cennat
Kadızade'nin en hacirnli eserinden birisidir. Birgili Mehmed Efendi'ye yanlışlık­
la nispet edilen ve Kadızade Mehmed Efendi'nin de öyle bildiği kelama dair Ravzatü'l-Cennat adlı eserine yapılan genişçe bir şerhtir. Kadızade, bu eseri kaleme almasının nedenini, "Ravzatü'l-Cennat'ın bir şerhinin bulurımaması ve bazı dostların bu
eseri ve kelami meseleleri anlamak içirı kendisinden bir şerh talebinde bulunmaları
üzerine, m analarına yakın, daha dolu, daha zengin bir şerh yapmayı gerekli gördüğü"
şeklinde açıklamaktadır (Kadızade, 2 s. 5b).
Kıliidetü'l- Mercin fl Ahvali'l-Cann
Kadızade'nin cinlerle ilgili risalesidir. Risaleyi bazı ilim adarnlarının kendisine
cirılerin hÜkümleri ile ilgili bazı meseleleri sormaları üzerine kaleme aldığını ifade
etektedir.
ERZURUM lsPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1131
Şerhu. Risalet-i-Tahliliye ve ~ellme-i Tevhid
Risdle-i Fethiyye olarak da kayıtlarda geçen risale, Birgivi'nin Risfıle-i Tevhid adlı
eserine yazdığı şerhtir.
Risaletü Müıneyyizetü Mezhebi'l Maturidiyye 'ani'l-Mezahib'il-Cebriyye
ve'l-Kaderiyye
İnsan fıilleri, Maturidiye mezhebi merkez alınarak, Mutezile ve Cebriyenin görüşlerinin irdelendiği risalesidir.
Kişifu Hali'l..,Mevta ve'l-Berzah
Ölüm, kabir ve kabir halleri, ruh-beden ilişkileri gibi meselelerin ele alındığı
risaledir.
Risale fl'l Va'd ve'l-Vaid
İnsanların dünyada yaptıklarına karşılık olarak onlara ahirette verilecek ceza ve
mükafat konuları, başka bir ifadeyle Allah'ın va'di ve va1di konusunda yazdığı iki
varaktan oluşan risaledir.
Ris ale fl'l-Fark beyne Hadis'il- İlahiye ve'l-Kudsiy}re
Kutsi hadis ve Hz. Peygamberin vahiy alış şekillerini konu edinen risaledir.
2. Kelanu Kaynakları
Kadızade'nin çeşitli kelam eserlerine yaptığı şerhler ve değişik kelarni konular
üzerine telif ettiği eserler, döneminde yer alan kelarnı kaynaklann özelliklerini taşımaktadır. Kelanu görüşlerini yansıtan en hacimli eseri Şerhu Ravzati'l-Cennfıt'tır.
Bu eser, Ebu Hanife'nin el-Fıkhu'l-Ekbe11e ve sonrasında takip eden akait eserlerinin
tarzında yazılmıştır.
Kadızade,
Kelam sahasında kaynak eser olarak en düzenli ve güvenilir olarak
şu eserleri zikretmektedir (Kadızade, 2 s. 21a-b): Ebu Hanife'nin el-Fıkhıll-Ekber,
Ebu Hafs Necmeddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed Nesefı'nin Akfıid-i Nesefi ve et-Teysir fi (İlmi)'t-Tefsir, EbU Abdullah Muhammed b. Yusuf es-Senusi'nin
Akfıidü's-Senitsi, ve Ebu Ca'fer Ahmed b. Muhammed et-Tahavi, Akidetü't-Tahfıvi.
Bunlara ilaveten bir de Suyüti'ninAkfıidü's-Suyuti adlı eserini zikretmektedir. Ancak
Suyüti'nin böyle bir eseri bulunmamaktadır. Kadızade'nin Suyüti'ye böyle bir eseri
atfetmesi dönemin araştırma şartlarının günümüze göre kısıtlı olmasından kaynak-
1321 KADizADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KElAMCILIGij YRD. DOÇ OR. ISMAIL BULUT
lanabilir. Nitekim Akhisari'ye ait olan Şerhu Ravzati'l-Cennalı da Birgivi'ye atfettiği
görülmektedir.
Ravzatü'l-Cennat fi Usô.li'l-İ'İikıid- Takıyyüddin Mehmed Birgivi (ö.
981/1573)
Kadızade tarafindan bu eserin Birgivi'ye ait olduğu belirtilmektedir (Kadızade,
2 s. Sb). Kendisinin şerhini yaptığı bu eserin ayru isim ve aynı içerikle Bosnalı Hasan
Kan Akhisari'ye (ö.1024/1615) ait birtelifide bulunmaktadır. TDV İslam Ansiklopedisi Birgivi maddesinde (Yüksel s. 191-194) ve Akhisari maddesinde (Aruçi s. 327)
bu eserin Akhisfu:i'ye ait olduğu belirtilmektedir. Mahmud Esad Efendi Seydişehri
tarafından tercüme edilerek, 1891 yılında İzmir Hafız Nuri Efendi Matbaası'nda
basılmış tır. Kitap olarak basılan (el-Birgivi, 1305/1887) bu eser Birgivi'ye nispet edilmiştir.
Kültür Bakanlığı Yazma Eserler veri tabarnndan yaptığımız araştırma sonucu,
eserle ilgili 91 kayıt bulunmaktadır. Kayıtların 63'ü asıl, 17'si şerh olmak üzere 80'i
Akhisari'ye, 3'ü asıl birl şerh olmak üzere 4 tanesi Birgivi'ye, 3 şerhinin Kadızade'ye,
1 şerhinin Abd el-Vahab b. Hüseyin b. Veli ed-din el-Arnidi'ye ait olduğu, 2 asıl ve
bir şerhinin de isimsiz olduğunu tespit etmiş bulunmaktayız. Nispet edildiği müellif
farklı olsa da, eserin muhteva ve yazım biçimi farklılık göstermemektedir. Kayıtlar­
dan anlaşıldığı üzere bu eserin Akhisari'ye ait olduğu kuwetle muhtemeldir.
Ravzatü'l-Cenndt, Cibril hadisi temel alınarak, imarun esasları üzerine sistematize edilmiştir. Eser, İmanın Hakikati, Allah'a İman, Meleklere İman, Kitaplara
İman, Peygamberlere İman, Ahirete İman, Öldükten Sonra Dirilmeye İman, Kadere
İman şeklinde 8 ravza'dan (bahçeden) oluşmaktadır.
Eser, klasik akaid kitaplan şablonunda, Ma turidi düşünceyi öneeleyen bir anlaEbü Hanife'nin el-Fıkhul-Ekbe1·, Tahavi, Nesefi, Senusi'nin Akaid
risalelerini temel almakta ve hemen her konuda bu eserler referans olarak gösterilmektedir.
yışla yazılmıştır.
Müellif, klasik akait eserlerinde, inanç prensiplerinin özet olarak düzenli bir şe­
kilde vermiş olsa da, meselelerio ayrıntılarına girilmediğini, bazı konularda iddiaların
yeterince delillendirilmediğini belirtmektedir. Bu sebeple, muarazaya kalkışanların
sorul:ı.rıru ve muhaliflerin delillerini bir tarafa bırakıp, sadece bu alirnlerin UsUlünden hareket eden ve fakat akli delilleri ve nakli esasları içine alan; muhtasar, sağlam
bir eser ortaya koymak için bu eseri yazdığım söylemektedir. Hatta bu iş için Allah
Teala'ya istiharede bulunduğunu ve bu risaleyi, Cebrail'in Hz. Peygambere imandan
sorduğunda onun verdiği cevaptaki tertip üzerine hazırladığını belirtmektedir (Birgivi s. 207a-b).
ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1133
Şerhu'l.Akaid - Sa'd üddin Et-Taftazaru {1322-1390)
Eser Necmüddin Ebu H afs Ömer b. Muhammed en- Nesefi (ö. 537/1142)'nln
A.lci.idine yazılmış bir şerhtir. Asıl eserden çok şerhi meşhur olmuş ve Osmanlı medreselerinde okutulmuştur. Süleymaniye Kütüphanesi'nde Şerhu'l-'Aka'idi'n-Nese­
fiyye ismiyle (Ayasofya K, nr. 2301), Şerh-i Aka'id Tercümesi ismiyle de 3 (İzmirli
İsmail Hakkı, nr. 969/1) yazma nüshası mevcuttur. Kitap olarak iki ayrı basımı yapıl­
mıştır. (Keliım İ/mi ve İsiilm Akiıidi & Şerhu'l-Akiıid, haz. Süleyman Uludağ, Dergah
yay. 2013), (Şerhu'l-Akizid, Çev. Talha Hakan Alp, Rıhle yay. İstanbul, 2011)
.Akaid-iNesefi- Hafızuddin Ebn'l-Berekaten-Nesefi {ö. 537/ 1142)
Akiıid-i Nesefi adıyla bilinen Arapça metin yaklaşık beş-altı sahifelik küçük bir
risaledir. Kur'an'a ve sünnete dayanan İslam inancının ana esasları, ana başlıklar halinde bu risalede bir araya getirilmiştir. Ömer Nesefi'nin (ö.537/1142) bu risalesi
daha sonra Sadettin Taftazani başta olmak üzere pek çok ilim tarafindan şerh edU:..
miştir. Asırlarca bu metin ve şerhleri medreselerde okutulmaya devam edilmiştir.
O
devrin eserlerinin bir özelliği oiarak eşyayı tanımanın yolları ile konulara başlar. Allah'ın sıfatları, Allah
insan ilişikieri ile ilgili meseleler, ahiret hayatı, peygamberlik ve
imanla ilişkili konular özede izah edilerek imarnet konusu ile biter.
Kitabu'l-Müsayere fi'l-.Akaidi'l-Münciye fi.'l-Ahire - Kemalüddin İb­
nü'l-Hümam {ö. 86111457)
İbnü'l-Hümam'ın el-Müsayere adlı eseri, onun kelam ilmindeki vukufunu gös-
termekte olup üzerinde yapılan şerh, başiye ve atıftarla Matüridiyye kelamının önemli bir kaynağı haline gelmiştir. Müellifbu eserinde genellikle bağlı bulunduğu ekolün
görüşlerini
zikredip savunmuşsa da haberi sıfatların yorumunda Selefi düşüneeye
yaklaşmış, televin sıfatının izahında ise Matüridiyye ile Eş'ariyye telakkisinin sonuç
itibariyle birbirine yakın olduğunu söylemiştir. (Koca s. 88)
Akaidü's-Senusi-Ebu Abdullah Muhammed b.Yusufes-Senusi {ö.895/1490)
Akaidü's-Senz2si, Eş'aci ilimlerinden Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf es-
Senusi'nin aldide dair dört eserinin ortak adıdır. Kuzey Afrika'da devrinin en büyük
kelam ilimi olarak tanınan Senusi, akait konusunda ei-Mukaddimeft't-tevhid, Ak.ıde­
tü ehli't-tevhid es-sugril, Akıdetit's-Senitsi el-v usta ve Akıdetü ehli't-tevhid el-kübril adlı
eserleri yazmıştır; ayrıca bunları şerh etmiş ya da özedemiştir. (Yavuz s. 219).
1341 KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILIGII YRD. DOÇ. DR. ISMAIL BULUT
Akıdetü't-Tahaviyye-Ebu
Ca'fer Ahmed b. Muhammed b. Selame et-Tahavi
(ö. 321/933)
Risalede, başta tevhid konusu olmak üzere çeşitli kelam meseleleri klasik kelam ·
tasnifi içinde ve selef metoduyla incelenmiştir. Ebu Ca'fer et-Tahavi bu eserinde,
Sünni akideyi savunan diğer bazı selef imamları gibi Ehl-i sünnet dışı fi.rkaların görüşlerine karşı reddiye tarzında bir metot kullanmak yerine, bizzat kendisinin de eserin başında belirttiği gibi, genellikle Ebu Hanife ile önde gelen öğrencilerinden Ebu
Yusuf ve Muhammed'in görüşlerine ağırlık vermiştir. Eserde, Sünniliğin şiarı kabul
edilen ve inanılması zarfıri görülen hususlar tartışmasız olarak, kısa fakat anlarnca
zengin cümlelerle ifade edilir. Risale Ebu Hanife'ye ruspet edilen itikadt görüşleri ilk
ve en doğru şekliyle tespit eden kaynaklardan biri olması bakımından özel bir değer
taşır (Aytekin s. 259) .
.Akaidi'l-Adudiyye-Celaleddin Devvani (ö. 908/1502)
Osmanlı
ilim çevrelerinde Devvani'nin "Celaleddin'' lakabından kinaye olarak
Celal adıyla arulmaktadır. Adudiddin el-İci'nin el-Akiıid el-Adudiyye adlı küçük nsalesinin şerhi olup Arapça yazılmıştır. Klasik kelam ilminin birçok konusunu içine
almakta ve bunları genellikle felsefi bir bakış açısıyla incelemektedir. Osmanlı medreselerinde ve ilim çevrelerinde yaygın olarak istifade edilen bu eser ders kitabı olarak
okutulmuştur. Bu yüzden çok sayıda nüshası ve baskısı bulunmaktadır. Ayrıca bu
esere, kendisi de dahil olmak üzere, birçok şerh ve haşiye de ·yazılrruştır. Serbestzade
Ahmed Harndi Bey tarafından Türkçeye çevrilmiştir. (Geniş bilgi için bkz. (Anay,
1994)). Eser, genel akait kitaplarında yer alan konuları içermektedir: Allah'ın sıfat­
ları problemi, Allah-insan, mead, peygamberlik, imarnet meselesi ve küfur alametleri
konularıru ele almıştır.
el-Mevakıf-Adudiddin el- İ ci (1281-1355)
Osmanlı medreselerinde büyük bir üne sahip bu eser, Adudiddin el- İ ci tara-
findan yazılmıştır. Yazar kitabının başında, kelam ilminin ve bu ilirole uğraşmarun
öneminden bahsetmektedir. Eser 6 "mevkıf" (bölüm)'den oluşmaktadır. Felsefe ile
kelamın iç içe girdiği bir dönemde yazılmış olması nedeniyle (Topaloğlu, 1996 s. 24),
altı bölümlük kitapta, 4 bölümde felsefi konular, son iki bölüm de kelami problemler
ele alınmıştır. Diğer dört bölüm tamamen felsefi konulardan oluşmaktadır.
Mevakıf genel olarak Fahreddin Razi'nin
(ö. 1209)
ei-Muhassa!ına, Seyfeddin
Arnidi'nin (ö. 1233) Ebkiırü'l-Efkarlına ve nihayet Razi'nin Nihayetu'l-UkUIfi Diril-
ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU j13S
yeti'l-Usül adlı eserlerine dayanmaktadır. Çok sayıda şerhi bulunan eserin en iyi şer­
hinin Cürcaru (ö.1413) tarafından yapıldığı savunulmaktadır. (Yazıcıoğlu, 1980 s.
280). Kadızade, Şerhu Ravzati'l-Cennat adlı eserinin giriş ve ilk bölümlerinde varlık
ile ilgili değerlendirmelerinde sık sık bu esere atıfta bulunmaktadır.
Haşiye ale'l-Mutavvel-Fenari Hasan Çelebi (ö.
891/1486)
Eserleri yüzyıllarca Anadolu medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Sa'deddin Mes'ud b. Ömer Taftazaru'nin (1312-1390), Hatib Dımışki'nin Telhisü'l-Miftah
kitabına yazdığı şerh olan el- Mutavvel a/e't-Telhis, Kur'an'ın ifadelerinin güzelliğini
en iyi açıklayan eser olarak bilinir. Hasan Çelebi'nin haşiyesi dışında, Seyyid Şerif
Cürcaoi (1413), Ebu'I-Kasım el-Leysi es-Semerkandi (1483) ve Siya.IkUti (1656) tarafından yapılan haşiyeleri de meşhurdur. Abdünnafl İzzet Efendi (1890) tarafindan
tercüme edilmiştir.
3. Kadızade'nin Kelamcılığı
Kadızade, itikadi konularda Mattıridi ve Eş'ari düşünceyi öne çıkarmaktadır.
Ehl-i bidat olarak değerlendirdiği Mutezile, Haricilik ve Kerramiye gibi mezhepleri
eleştirmekte ve bu mezheplerin görüşlerinin yanlışlığıru, Ehl-i Sünnet 3.lirnlerinin
görüşleriyle ortaya koymaya çalışmaktadır.
Kadızade, Ehl-i Sünnet çizgisinde yer almakla birlikte zaman zaman Eş'ariler ile
Maturidiler arasındaki ihtilaflı konularda Mattıridi tarafinda durmakta ve EŞ'arileri
eleştirmektedir. Ancak M _aturidilik'e ait görüşleri hiçbir zaman eleştirmemektedir.
Katı bir Mattıridi anlayışa sahip olması, meselelere bu gözlükle bakmasına neden
olmakta ve bu anlayış dışında doğru olan bir görüş olmadığı kanaatine de ulaşabil­
mektedir.
Meseleleri kel3.mi açıdan ele alırken önce kelimelerin gramatik yapısı hakkında
Arap dili gramerine dair zamanımıza ulaşan ilk hacirnli
eser olan el-Kitab'ın yazarı ve Basra na)Uv mektebinin en önemli temsilcisi Sibeveyh
(ö. 180/796) (Özbalıkçı s. 130) ve diğer meşhur dilcilerin görüşlerine yer vererek
kelime ve cürnlelerin gramer tahlilini yapmaktadır. Ayet, hadis ve akait eserlerinde
geçen ifadeleri Arapçanın özgün kuralları çerçevesinde irdelemektedir. İsmail b. Ahmed el-Cevheri (ö. 393/1001)'nin Tacu'/-Luğa ve Sıhahu'l-:Arabiyye adlısözlüğünede
sık sık atıfta bulunmaktadır. Şerhu Risalet-i-Tahliliye ve Kelime-i Te-vhid adlı eseri,
bunun en güzel örneklerinin sergilendiği eseridir. Bu eser, kelime-i tevhidin kelarru
yönden incelenmesinin yanında daha çok dil bilimsel açıdan değerlendirilmesinin
yapıldığı bir eserdir. (Kadızade, 3). Buradan İslami ilimlerin birçağuna vakıf olduğu
açıklamalar yapmaktadır.
1361 KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILIGII YRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
anlaşılan Kadızade'nin Arapçaya da hakim olduğunu
çoğunu
görülmektedir. Eserlerinin birArapça yazması da bu yetkinliğinin başka bir göstergesidir.
Kadızade'ye
göre ilim; şeriat ilmi ve gaybi ilim olmak üzere iki kısma ayrılmak­
aksini söylerse zındık
olur. İkincisi gayb ilimdir. Ona muttali olmak bir yana onu öğrenmeyi isternek bile
imkansızdır. Bu ilme ledünni ilim denir. Allah bunu kapatmış, gizlemiş ve malılakatı
ondan yasaklamıştır. Şeriat ilmini inlcir etmek küfur olduğu gibi, gaybi ilmi bildiği­
ni iddia etmek de küfurdür. Bu ilmi öğrenmeye çalışmak hızlan vesilesidir. Allah'ın
yaptıklarını ve rububiyetini (her şeydeki miilkünü) sorgulamak, "Allah, yaptığından
sorumlu tutulamaz" (Enbiya, 21/23) ayeti gereği AJlah'a düşmanlık yapmak demektir
(Kadızade, 4 s. 125a).
tadır: Birincisi, şeriat ilrnidir. Şeriat dışında hakikat yoktur, kim
Kadızade, kaderi gaybi ilim içerisinde değerlendirmekted.ir. Allah'ın mahlukattan gizlediği bir sır olarak görmekte ve tam olarak çözmenin mümkün olmadığını
söylemektedir. O'na göre, kader meselesini ne bir peygamber ne de melek çözmüştür.
Çünkü malılUkatın bilgisi ve görmesinden gizlediği için, Allah'tan başka hiç kimse
gaybı bilemez. Kader kavramını önceden belirlenmiş, yazılmış şeklinde anlamlandı­
ran Kaclızade, kadereve levh-i mahfuzda yazılan şeyleri imanın şartlarından saymaktadır (Kadızade, 4 s. 126b- 129b).
Kadızade klasik kader anlayışı çizgisinde olduğu gibi bu konuda Allah'ın ilminden hareket etmiştir. İnsan sorumluluğundan ve insan hürriyetinden hareket etmeyen bir anlayış kader problemine çözüm bulmakta oldukça zorlanacaktır. Bu konuda
hareket noktası sorunun çözümünde yardımcı olacaktır. Elbette kader konusu sadece
insan fiilierini kapsamamaktadır. Evrenin düzeni ve kıyamete kadar gerçekleşen· tüm
olaylar kader içerisindedir. Ancak insan sorumluluğu ve kapasitesi dahilindeki olayları, insan gücünü aşan olaylardan ayırmak kader konusunun anlaşılmasında yardımcı
olacaktır. İnsana bırakılan alanlarda kaderi, insanın davranışlarının belirlediğini "bir
topluluk iyi gidi;ini deği;tirmedik;e Allah'ın da verdiği nimeti deği;tirmeyeceği.." (Enfal,
8/53) "İnsan ancak çalıştığına erişir." (Necm, 53/39) ayetleri de işaret etmektedir.
Kadızade, itikatta delil olarak kabul edilmeyen rivayetleri kabirve cinler konusu-
nun açıklanmasında kullanmakta bir sakınca görmemektedir. Takıyyüddin Sübki'nin
eserine sık sık referans göstererek, cinlerle ilgili ayrıntılı bilgi verirken sahih rivayetlerde yer almayan oldukça zayıf rivayetleri kullanmaktadır. (Kadızade, 1 s. 152b). O'na göre bir rivayet, ahad haber yoluyla geliyorsa kabul edilmez.
Ancak eğer tevatür yoluyla nakledilmişse zahiri manası göz ardı edilerek tevil yapılır.
Fetfıva's-Sübki adlı
(Kadızade, 4 s. 84a).
İtikadi konularda çelişkili rivayetlerin delil olarak kabul edilemeyeceğini şöyle
ERZURUM ISPiRLl KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU j137
ifade etm~ktedir: "Peygamberlerin.sayısı konusundaki 1·ivayetlerin ahad olması nedeniyle, Allah'ın gönderdiği tiim peygamberlere sayı gözetrnek.sizin icmali olarak inanmakge1·eki1: Çünkü Usül-i fikıhta zanrun bir anlamı yoktur. İtikatta özellikle farklı rivayet/er
varsa zan ile delil olmaz" (Kadızade, 4 s. 78a).
Hz. Peygamberin Kur'an'da geçmeyen mucizelerini kabul etmekte ve bunlara
inanmak gerektiğini söylemektedir. Mucizeler ile ilgili rivayetlerin mütevatir olduğunu, ayrıntılarında ahad haberler yer almasının mucizenin müştereğini reddeteneye
neden teşkil etmeyeceğini belirtmektedir. O'na göre, sözlük anlamları açısından farklı
olsa da, keramet, irhas, velayet gibi kavramlar, mantık ve manevi açıdan peygamberin
tebliğini desteklemektedir. Bu yüzden hepsi mucize kapsamında değerlendirilmeli­
dir (Kadızade, 4 s. 81b). Kadızade, itikadi konularda delil olabilmesi için rivayetlerin
çelişkili olmaması ve ahad niteliği taşımamasını şart koşmaktadır. Ancak bu ilkeyi
kendisinin tam olarak uygulamadığı görülmektedir. Özellikle cinlerle ilgili sahi.h olmayan rivayetleri kullanma konusunda seçici davranmamıştır. Rivayetler konusunda
selef ulemarun eserlerinde kullandığı delilleri geçerli kabul etmiş tenkit ve değerlen­
dirme yapmamıştır. Hata yapmış olsalar da"bunda bir hikmet vardır' ilkesiyle hareket
etmiştir.
Kadızade
kendi görüşlerini desteklemek için problemli rivayetleri kullanmakta
bir sakınca görmemektedir. Bu tür rivayetleri muhalifler kullandığı zaman ise, itikat
konulannda farklı rivayetler içeren haberlerin delil olmayacağını belirtmekt~dir.
Müçtehidi, asli ve feri meselelerde, akli ve şer'i delillerle hüküm çıkaran kişi olarak tanımlayan Kadızade, salihler zümresinden olan llirnlere kötü söz sarf etmekten
sakınmak gerektiğini söylemektedir. Çünkü bu llimler, peygamberlerin vansleri; ahiret ve dünya hayatının iyileşmesinin vesileleridirler. Alimler arasındaki ~artışmalarda
ve yaptıkları tevillerde bir hayır vardır. Onların işi, en nihayet, olsa olsa içtihatta hata
olabilir. Müçtehit isabetli hüküm verebileceği gibi hata da edebilir. Her iki halde de
sevaba nail olur. Onlara sövmek ve dil uzatmak, eğer kesin delillere muhalif olursa,
küfurdür. Böyle bir delil yoksa bu davranış bidat ve fiskdır (Kadızade, 4 s. 93a). ·
"Hakim içtihat eder ve isabet ederse kendisine iki sevap verilir. Eğer içtihat eder ve
hata ederse ona bir sevap vm·dıı" (Buhari, İ'tisam 21; Müslim, Akdiye 15) hadisini delil
olarak kullanan llirnler, içtihadın önemini ortaya koymaya, farklı düşüncelere karşı da
hoşgörülü olmaya çalışmışlardır. Ancak bu tutum sadece kendi mezhepleri içerisinde
sınırlı kalmıştır. Çünkü başka mezhep alimi tarafindan kendi görüşlerine aykırı bir
düşünce ileri sürüldüğü zaman, ileri sürülen düşünce, bu hadis kapsamında değer­
lendirilmediği gibi, söz konusu alime karşı da hiç hoşgörülü davranılmamış hatta
1381 KADizADE ME HMED ARiF EFENDI'NIN KELAMCIUGII YRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
küfurle bile itharn edildiği olmuştur. Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Kadızade'de de benzer .yaklaşimlar görülmektedir.
Söz konusu hadiste, alimin cesurca düşüncelerini ortaya koyma ve yeni fıkirlerin
ortaya çıkmasının önünün açılmasının kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu yüzden hatalı
da olsa yeni fıkirler ortaya çıkmalıdır. İçtihattaki özgürce tavır, yanlış içtihatların kabul edileceği anlamına gelmez. Diğer insanlar, üretilen bu fıkirleri değerlendirmeye
tabi tutmalı, ilimin veya mezhebin baskısı altında eleştirel bakış açısını kaybetmemelidir.
Kadızade'nin de ağırlık verdiği delillerden olan akıl konusundaki düşünceleri
şöyledir: Akıl,
insanda bulunması gerekli olan bir kuvvettir, insan bu kudretle eşyayı idrak
eder. Kendisinde bu kuvvet mevcut olduğu için de, dini n emir ve yasaklarını yerine getirmek, insan üzerine bi7· vazift olur. Akıl bir nurdm: Bu nur ile hakikate varmanın yolu, din
ve dünya meseleleri aydmlığa kavuşur. Göz, nasıl, göriilen şeyleri ış ık sayesinde idrak edebiliyorsa; insanm kalbi d~, aklın nuru ile idrak ede1: Işık azaldığmda ya da zayıjladığmda
idrakde zayıflar. Işık yok olduğundaidrakde yok olur (Kadızade, 4 s. 14b).
a. İman Anlayışı
Kaclızade, iman kavramını semantik açıdan tahlil ederek, özellikle tasdik kavra-
mıyla özdeşleştirmeye çalışmaktadır. İman, ıstılahi olarak "Allah tarafından getirdiği
şeylerde Hz. Peygamber'i bir bütün olarak tasdik etmek'' şeklinde tanımlamaktadır
(Kadızade, 2 s. 26a). ·:su tanım Müslümanların genelini temsil eden bir görüş olmakla birlikte imanın muhtevası konusunda farklı değerlendirmeler de yapılmıştır.
Bu değerlendirmelerde siyasi, kültürel, dönemsel anlayışlar kadar nasları yorumlama
biçimlerinin de payının olduğu inkar olunamaz.
Kadızade,
iman meselesini, tasdik-ikrar kavramları çerçevesinde işlemiş ve tasdik kavramını öneeleyen bir anlayışla ele almıştır. O'na göre imanda asıl olan tasdiktir. İkrar kalp onayının açığa çıkmasıdır. Kişinin mürnin olması için, inandığını ikrar
etmesi, son nefesten önce Allah'a ve Peygambere iman etmesi ve bunu ikrar etmesi
gerekir. Bunu söylediği zaman tüm akaidi kabul etmiş demektir. "KimAllah'tan başka
ilah olmadığını bilerek ölürse cennete girer" (1\llüslim, İman, 10) hadisi de buna işaret
etmektedir.
İmanın tasdik boyutunu öneeleyen anlayışını şu ayetlerle desteklemeye çalışmak­
tadır: "İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh
ile desteklemiştir" (Mücadele, 58/22). "Ey Peygamber! Kalpten inanmadık/an halde,
ağızlarıyltt "İnandık" diyen müna.fiklar ile Yahudilerden küforde yarışanlar seni ii.zmesin."
(Maide, 5/41). Bu konuda delil olarak şu hadisleri ileri sürmektedir: "Ey kalple1·i hal-
ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1139
den hale çevirenAIIah'ım, kalbimi dinin iizere sabit kıl." (Tirmizi, Daavat, 89). Aslıap­
tan Üsame b. Zeyd'in, iman ettiğini diliyle ikrar eden bir kimseyi öldürmesi üzerine
Peygamberimizin "Onun kalbini açıp baktın mı?" (Müslim, el-iman, 41; Ebu Davud,
el-Cihad, 95) ifadesinde imanın tasdik boyutuna dikkat çektiğini ifade etmektedir.
Bu deliler ışığında imanın kalbin işi olduğunu, bunun da ancak tasdikle kesinleşip sabit hale geldiğini ifade etmektedir. Oysa ikrarda kesinleşme olmadığı gibi
imanın düşme, ortadan kaybolma ihtimali bulunmaktadır. İmanın kalbe ait bir fiil
olması sebebiyle, inanmak hususunda dil ile ikrarda bulunmanın etkisi yoktur. Ancak
kalpteki inancını, kendisi hakkında İslarru hükü.ılılerin uygulanabilmesi için, başka
Müslümanlara açıklaması vaciptir. Çünkü kalpteki tasdik batına ait bir iş olduğun­
dan dışta bir alametin bulunması zorunludur (Kadızade, 2 s. 26b). Dil ile ikrar iman
değildir. İkrar sukutu içerir, tasdikte ise sukut yoktur. İkrar imana giriş olabilir ama
gerçek iman değildir (Kadızade, 2 s. 27a).
Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre iman, Hz. Peygamberin Allah'tan getirdiklerine ve dinden olduğu zorunlu olarak bilinen haber ve hükürnlerin doğru ve gerçek
olduğuna tereddütsüz inanmak ve bunların tamamını kalp ile tasdik etmektir. Ebu
Hanife (EbuHanife, 2011 s. 70), Mattıridi (Maturidi, 1979 s. 377), Taftazaru (etTeftazaru, 1991 s. 277) ve takipçileri imanın tasdikten ibaret olduğunu belirtmekte-
dir.
Kadızade,
akli ve nakli deliller sonucunda, kalpteki tasdik ile kişinin müplin olduğuna kanaat etmekte ve imanı sadece ikrardan veya marifetten sayan mezhepleri
de eleştirmektedir (Kad.ızade, 2 s. 27b-28a).
İman amel ilişkisi konusunda, amellerin, imanın hakikatinde bir etkisi olmadığını, imanın, arnelierin makbul olmasının şartı olduğunu söylemektedir. "Kim, bir
mii'min olarak, iyi iyi amelle1·de bulunursa o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bı­
rakılmaktan" (!a-Ha, 20/112) ayetini iman arnel ilişkisinin nakli delili olarak belirtmektedir. İman, arnelin sıhhatinin şartı kılınmıştır. Meşrut şarta dahil değildir. Zira
bir şeyin, kendisinin şartı olması imkansızdır. Meşhur Cibril hadisini de (Buhari,
Kitabü'l-İman, 47), nakli delillerden sayan Kadızade, bu hadiste imanın tanımında
ikrar bulunmadığını, "ikrar ve arnel, imanın hakikatine dahil olsaydı Cebrail imanı
tarnımlarken "ikrarda bulunman ve amel etmendir" ifadesini kullanırdı" şeklinde anlatmaktadır (Kadızade, 2 s. 31a).
İman amelllişkisine getirdiği akli deliller ise şunlardır: Herhangi bir şeyin varlığı ancak rüknünün varlığına bağlıdır. İnsan, tüm hayatı boyunca mürnin olmasına
rağmen, yaşarnı boyunca ne periyodik olarak ne de her aşamada ikrar ve eylemde
bulunmaz. Ancak kişi yine de mümindir.
140 1KADizADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILI~I 1YRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
Diğer bir delil de şudur: İmanın sınırlan belirtiliniş ve tarifi yapılmıştır. Tarif,
yapılan şeyin bütün cüzleri içine alır. Bu cüzlerden biri bulunmadığı zaman, diğer
cüzler üzerine iman hükmü yüklenemez. Şayet amel imandan cüz olmuş bulunsaydı,
büyük-küçük günahı işleyen kimsede, amel mevcut olmadığı için, o şahsın kafır olması gerekirdi. Çünkü cüzün yokluğu, bütünün yokluğunu gerektirir.
Başka bir delil de şudur: Ömründe bir defacık olsun kelime-i şehadeti getiremeyen dilsizin mürnin olmaması gerekirdi. Halbuki böyle bir hüküm doğru olamaz.
Amel imanın rüknü olursa iman gerçekleşmez. Mürnin olmayıp da salih amel işle­
yenierin de cennete girmesi gerekir (Kaclızade,2 s. 31a-b). Ha.J.buki ayetlerde bu durum açıklanmıştır: "İman edip, salih arneller işleyen ve Rablerine gönülden bağlanan­
lara gelirıce, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebed.i kalacaklardır." (Hud, 11/23).
Eylemleri imandan ayrı olarak değerlendirdiği için, "Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanımasını yarlıgamaz. Ondan başkasını, dilediği kimseler için bağışlar..."(Nisa,
4/116) ayetini referans göstererek küfürden başka, büyük günahtan sayılan şeylerin
aifedilmesinin caiz olduğunu söylemektedir. Aynı şekilde, küçük günah işleyen kimsenin "Dilediğini yarlıgar, dilediğine azap eder." (Ali İmran, 3/129) ayeti mucibince
azap görmesi caizdir (Kaclızade, 2 s.123b).
O'na göre, büyük günah, inkaralameti olmadıkça, müroini imandan çıkarıp küfre sokrnaz. Çünkü Allah büyük günahlardan olan öldürme eylemini yapan kimselere,
"Ey iman edenler' (Bakara, 2/178) şeklirıde hitap etmektedir. Hz. Peygamber'in şefa­
atinin büyük günah işleyen kimseler için geçerli olması bu görüşü desteklemektedir
(Kadızade, 2 s. 124a). Kadızade'nin bu konudaki görüşleri Ebu Hanife'nin görüşleri­
nin tekran niteliğindedir (Ebu Hanife, 2011, s. 55-56).
Kadızade,
arnelleri imanın hakikatinden sayan Mutezile ve Baricilere cevaben
büyük günah işleyen kimsenin imandan çıkıp küfre ya da fasıklığa düşmeyeceğini
belirtmektedir. İmanın temel şartının tasdik olduğu esasından hareketle, Taftazani'ye
atfen, tasdik ve ikrar eden kimsenin kafir olmayacağını söylemektedir. O'na göre,
tekzip ve şüpheyi gerçekleştirmeyen lafız ve fiiller küfrü gerektirmez (Kadızade, 2
s. 123a). Kadızade, iman konusunda tasdik noktasından hareket ettiği için, imanın
doğasında hayır bulunduğunu, bu yüzden günah işlemenin kişiyi imandan çıkarma­
yacağını, cehennemle bağdaşmayacağını ifade etmektedir.
İman ve eylemi birbirinden bağımsız olarak değerlendiren Kadızade, Allah'ın
yasakladığı fıilleri gerçekle.ştirmenin iman dışına çıkarmayacağını ileri sürmektedir.
"Eğer ina.nanlardan iki grup birbirleriyle savaşıriarsa aralarını düzeltin ..." (Hucurat,
49/9) ayetinde öldürme fiili işleyen Müslümanların ka.fir olarak nitelendirilmediğini
ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1141
bu görüşüne delil olarak getirmektedir. Buna ilaveten, Peygamber zamarunda, ehli
kıblenin büyük günah işlemesine rağmen cenaze namazının lalındığı ve dua edild~ği
konusunda icma olduğunu da söylemektedir. Üstelik ahirette şefaatin büyük günah
işleyeniere gerçekleşmesi ve günahkar müminlerin cehennemde ebedi kalmayacak
olmasının da bu görüşü desteklediğini bildirmektedir. İmanın kendisi hayırdır, cehennemle bağdaşmaz. (Kadızade, 2 s. 124a).
İmanın kesinlik ve kabul derecesine ulaşan bir tasdik olduğu gerekçesiyle imanettiği inarulacak
şeyler balamından da artmaz, eksilmez. Çünkü iman edilmesi gereken hususlar, Hz.
Muhammed'in getirdiği ilahi esaslann tamamıdır. Bunların hepsine inanmak farzdır.
Bazısına inarulır, bazısına inanılmazsa (veya alay konusu yapılırsa) buna iman denmez. Çünkü imanın artması, küfrün azalması; imanın azalması ise küfrün artması
şeklinde anlaşılır. Bu ise bir şahsın hem mürnin hem de kafir olmasını gerektirir. Bu
hüküm batıldır, geçersizdir. Çünkü bir mürnin hakikaten mürnindir ve müminin de
imanında şüphe yoktur. Nitekim kafırin de küfründe tereddüdü yoktur. Enfal s~­
resinde geçen; "Ailah'ın ayetleri onlara okunduğu .zaman imanları a1·tar." (Enfal, 8/2)
mealincieki ayet-i kerimede ar~acağı bildirilen şey ise imanın kendisi değil kemalidir (Kadızade, 2 s. 34b). Kadızade, imanda artma ve eksilmenin alternatifi olarak,
imanda güçlülük ve zayıflığın olabileceğini belirtmektedir. Kalbin mutmain olması
bu güçlüğün işaretidir (Kadızade, 2 s. 35b).
·
da artma eksilmeyi kabul etmemektedir. O'na göre iman, taalluk
İslam kelamında iman kavramı ile birlikte ele alınan ve tartışılan kavramlardan
biri de iman ve İslam kavramları arasındaki ilişkidir. Bu bağlamda Kadızade, İslam
kavramırun b aş eğmek ve kabul etmek anlamıyla tasdilcin hakikatini içerdiği için
iman kavramıyla bir olduğunu ileri sürerek Zariyat si.ıresindeki kullanımını işaret
etmektedir: "Bunun üzerine orada bulıman mürninleri çıkardık. Zaten orada Müslüman/ardan, bir ev halkından btıjka kimse bulmadık" (Zariyat, 51/35-36). "Bedeviler:
1nandık' dediler, de ki: 'inanmadınız ama teslim olduk deyin; inanç henüz gönül/erinize
yerlejmedi (H ucurat, 49/14) ayette geçen İslam kavramını, içte bulunmayan ve sadece
dışta göze çarpan bir bağlılık olarak yorumlamaktadır.
O, iman ve İslam kavramlarının lügat anlamlan farklı olsa da kelam literatüründeki m ana yönünden bir olduğuna işaret etmektedir. Mümirı ve müslüman kavramlarını, bir bedendeki sırt ve karın benzetmesini kullanarak ayrılmaz bütünü oluşturan
elemanlar olarak değerlendirmektedir (Kadızade, 2 s. 36b). İman ve İslam, kavram
olarak farklı olsa da birbirlerinden bağımsız olarak var olamazlar. Bir kişiye "Mümindir ama Müslüman değildir." veya"Müslümandır ama mümin değildir." demek şer'an
doğru değildir. "İman ve İslam birdir." cümlesinden anlaşılması gereken budur (etTeftazaru, 1988 s. 83).
1421 KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILI~II YRD. DOÇ OR.ISMAIL BULUT
Kadızade,
taklidi imanın geçerli olduğunu, sahabe döneminde taklidi imana
sahip bedevileri peygamberimiz mürnin olarakdeğerlendirmesi örneğiyle açı.k.l.amak­
tadır. İmam Senıisi'nin..Şerhu'l-Akfzid eserinde mukallidin mürnin olmadığı görüşünü
çürütmek için bazı tezler ileri sürmektedir. "Cemzet ehlinin üçte birinin Müslümanlar
olacağma" ilişkin hadisi (Buhari, Haşr, 378; Müslim, İman, 221) belirterek, ümmetin
çoğunluğunun imanının mukallit düzeyinde olduğuna göre bu görüşün sağlam olmadığını belirtir (Kadızade, 2 s. 37b-39a).
Görüldüğü
gibi Kadızade, iman ile ilgili meselelerde, Ebıl Hanife'yi merkeze
alarak, Maturidl ilimlerinin görüşlerini özedeyerek aktarmaktadır. Zaman zaman
Eş'ariye'ye, çoğu kez de Mutezile'ye a.kli ve nakli delillerle cevap vermekte, Maturidl
görüşünü öneelemeye ve tasdik etmeye çalışmıştır.
b. Allah ve Sıfatlar
Kadızade, Allah'ın varlığı ve sıfadarı konusuna varlık ile ilgili bilgilerle başla­
maktadır. Bu çerçevede .varlığın i.mkaru, cevher, araz, imtina gibi kavramları ele alarak, Allah'ın varlığını akli delillerle ortaya koymaktadır. Varlık ve yaratma kavramları
ile Allah'ın varlığını sistematik bir tarzda işlemeye çalışmaktadır.
Allah'ın varlığı
maktadır.
ve birliği konusunda temanıi delilini ayrıntılı bir şekilde açıkla­
"Bir sanat eserinin varlığı, bir sanatın varlığını gerektirir, bu sanat da gerçek
yaratıcının varlığını, onun tek olduğunu ve ortağının bulunmadığını gösterir. İki ilah bulunsaydı;
bunlarda1l biri diğerine muhalifhareket etmeye güç yetirenzese aciz olması gerekir. Şayet aykırı hareket etmeye kudreti olursa diğerinin acizliği ortaya çıkai' (Kadızade,
2 s. 40a). Bu durum Kur'an'da şu ayede açıklanmaktadır: "Eğeryerde ve gökte Allah'tan
ba;ka ilah/m· olsaydı, kesinlikle ikisini1l de düzeni bozulurdu"Enbiya, 21/22). ''Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan ba;ka ilah olmadığma adaletle ;ahitlik ettiler. O'udau başka
ilah yoktw: O, mutlakgüç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidii'. (Al-i İrnran, 3/18).
Matundilere göre, insan aklı, Allah'ın varlığını aniayabilecek şekilde ve nitelikte
anlamak insanın özelliklerindendir. Akıl yalnız bir alet olmayıp, bazı şeyleri şeriat bildirmeden önce de aniayabilecek
kapasiteye sahiptir (İbnü'l-Hümam, 1317 s. 157-158). Eş'adler'e göre Allah'ı tarumak şer'an vaciptir. Akıl ilahi emirleri anlamaya bir alettir. Peygamber gönderilmeden akıl, Allah'ı ve diğer dini hükümleri anlayamaz aniasa da üzerine vacip olmaz.
Vücubiyet akıldan değil şer'?en kaynaklanır. Ayrıca akıl ve düşünme Allah'ı bilmek
için yeterli değildir. Eş' ariler bu görüşlerine şu ayeti kerimeyi delil getirmektedirler:
"Biz bir peygamber göndermedikçe azap etmeyiz." (İsra, 17/15)
donatılmıştır. Yaratıklara bakıp, akıl yürüterek onu
ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU J 143
Kadıiade, Allah'ı tanımanın
icma ile vacip
olduğunu
belirtirken, bu görüş birli-
ğinin Mattıridi gelenekte olduğunu kastetmektedir. Şer'an olsaydı bunun için nas bulunması gerekirdi. N as olan bir konuda ise farklı fıkirlerin ortaya çıkmasnun mümkün
olmadığının altını çizmektedir. Bu konuda tutarlı görüşün Hanefi
gelenekte olduğu­
nu vurgulayarak, şeraitten önce aklın bulunduğunu ilkesiyle bunu temellendirmeye
çalışmaktadır. Bu bağlamda kendisine davet ulaşmayan kimsenin ve buluğ çağına
ulaşmayan çocuğun imani ve itikadi durumunu tartışan Kadızade, Maturidi'nin görüşlerinin tutarlılığını ortaya koymaya çalışmaktadır (Kadızade, 2 s. 41a).
Müşebbihe'nin, Allah'ı, varlıklara
benzeterek, sıfatlarını ispat ve kabulde haddi
aşıp ileri gittiklerini ifade etmektedir. Allah'ın bir yerden bir yere intikalini, bedeniere
girmesini, bir yerde yerleşmesini, oturmasını ve benzeri durumları caiz gördüklerini
belirtmektedir. Benzer şekilde, Muattıla'run, Allah'ın sıfatlarıru yok sayınada haddi aştıklarını ve O'nu inkara düştüklerini söylemektedir. Bu gruplara karşın, Ehl-i
Sünnet'in bu konuda orta yolu tuttuğunu; hiçbir varlığın sıfatlarına benzetmeden
ve inkar da etmeden yüce Allah'ın sıfatlarıru ispatlamaya çalıştığını belirtmektedir.
"0, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden e;ler, hayvanlardan da kendilerine e;ler
yaratmı;tır. Bu suretle sizi üretiyor. O'nun benzeri hiçbir ;ey yoktur. O, hal&.ıyla i;itendir,
hakkıyla görendh:"(Şura, 41/11). Ayetin Müşebbihe ve Mücessime'nin görüşlerini ortadan kaldırdığını vurgulayarak, ayetin başırun tenzih olduğunu ve Müşebbihe'nin
görüşlerini reddettiği ni, sonunun ise sıfatları nef}reden Muattıla'run görüşleri eecldettiğini bildirmektedir.
Kadızade, Allah' ın sıfatlarından en çok k elam sıfatı üzerinde durmaktadı.i. Diğer
sıfatlar arasında, somut bir varlık olarak Kur'an'ın olması nedeniyle, kelam sıfatı farklı
bir özelliğe sahiptir. Çünkü hiçbir ilahi sıfatın doğrudan bir tecellisi olmadığı halde,
Allah'ın keiarnlarından birini teşkil eden maddi bir malzeme halindedir. Kelam sıfatı,
"halku'l-Kur'dn" adlı bir problemin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Mutezile alimlerinin çoğunluğuna göre, Allah ezell olarak mütekellim olmayıp,
O sonradan kendisinin yarattığı (hadis) bir kelam ile konuşmaktadır. Zira bu bilgirılere göre mütekellim, kendisinden kelam sadır olan kimsedir. Bu nedenle kelam,
fiili bir sıfat olup Allah'ın zatıyla kaim olan ezell bir nitelik değildir. Mutezile'nin
Kur'an'ın yaratılmış olduğunu iddia etmesinde başlıca sebep tevhid sistemleridir.
Mutezile'ye göre Allah'ın sadece zatı kadimdir. Allah'ın zatı dışında O'na kadim bir
sıfat harnledilirse, tevhid sistemi bozulur. Çünkü Allah'ın zatından başka kadim varlıklar var demek olur. Halbuki Allah haricinde hiçbir varlık kadim değildir. O halde,
Allah'ın kelamı olan Kur'an ı Kerim de kadim olamaz. Dolayısıyla Kur'an'ın yaratıl­
mış olması zorunludur (Işık, 1967 s. 75).
1441 KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCJLJ(';II YRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
Kadızade, sıfatları Allah ve
ile karşılaştırarak aralarında benzerliğin olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Kelam sıfatını da ehlisünnet görüşleri çerçevesinde açıklayarak M~ tezilenin görüşlerini reddetmektedir (Kadızade, 2 s. 55b).
insan
sıfatları
Kadızade fiili suatlar konusunda Birgivi, Aliyyül Kari ve İbni Hümam'ı referans
göstererek, Maturidi kelamcıların görüşlerini tutarlı görmektedir. Televin sıfatı çerçevesinde, Eş' ari'nin bu sıfadar hakkında görüşlerini eleştirmektedir (Kadızade, 2 s.
54a-b).
Kadızade, haberi sıfatları
Ebu Hanife'nin benimsediği metoda, hakkında yorum
yapılmasını doğru bulmadığını belirtmektedir. oı na göre, bu sıfadar yorumlanan anlamı dışında başka bir anlama sahiptir ve bLınu anlamakta insan aciz durumdadır
(Kadızade, 2 s. 58b). İnançla ilgili görüşlerini daha çok suatlar konusu üzerinde yoğunlaştıran Seleflyye alimleri, naslarda geçen bütün sıfatları AUah'a nispet etmiştir.
Haberi sıfatları naslarda geçtiği şekilde kabul eden bu bilginler, onların mecaz! anlama hamledilerek yorumlanmasını kabul etmemiş, teşbihi reddetmelerine rağmen,
zaman zaman teşbihi andıran bir tür görüşlere sahip olmuşlardır.
c. PeygamberlikAnlayışı
Yüce Allah'ın, fazlı ve rahmet-İ ilahi olarak, müjdeleyici, ilahi azaptan korkutucu
ve insanlara din ve dünya işlerinden muhtaç oldukları şeyleri açıklamak amacıyla, insanlara hemcinslerinden peygamberler gönderdiğini, Allah'ın peygamber göndermesinin amacının ise Allah'ı tasdik etmek olduğunu belirtmektedir. O'na göre, peygamber göndermek Allah için vacip değil, hikmetinin bir gereğidir. Bütün peygamberleri
vahiy aldıktan sonra tasdik etmek gerekir (Kadızade, 2 s. 7 6b).
Peygamberlerin hepsi, getirdikleri şeylerin tamamında doğrudurlar. Onlar, Alve fazlı ile kasten günah işlernekten korunmuşturlar. Yoksa doğuştan
itibaren masum değildir. Burada Kadızade, peygamberin insan gerçekliğinden hareket ettiği görülmektedir. Çünkü Allah, insanı hata yapan, günah işleyen bir varlık olarak yaratmıştır. Peygamberler de insan olmaları gereği potansiyel olarak hata
ve günah işlemeleri mümkündür. Peygamberlerin günah işlememelerinin nedenleri
kendi özel yapıları değil Allah'ın onları hata yapmadan önce uyarması, ya da günah
işieyecek ortamlardan uzat tutması nedeniyledir (Kadızade, 2 s. 76b).
lah'ın yardım
Kadızade,
Taftazaru'nin, "peygamberlerin vahiydm önce seeiye düşüklüğüne işm·et
eden sağair: gibi insanların nefret etmesini gerektiren eylemleri işlemeleri de mümkün değildir" (et-Teftazaru, 1320 h. s. 171) ve Devvaru'nin "Peygamberlerin vahiyden sonra
ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1145
hataen sağair işlemeleri ittifakla caizdir. Ancak bir lokma ekmek çalmak, eksik tartmak gibi seeiye düşüklüğü ifade eden şeylerin onlardan gerçekleşmesi, peygamberlerin Allah tarafindan uyarılmalan ve onların da uyanmalan şartıyla caiz; aksi takdirde
caiz değildir" (Devvani s. 82-83) şeklindeki düşüncelerine atıfta bulunmaktadır (KacLzade, 2 s. 76b).
Peygamberlerin vahiy gelmeden önce ve vahiy tamamlandıktan ve peygamber
vefat ettikten sonra da peygamberliği devam etmektedir. Buna delil olarak İsa peygamberin çocuk iken peygamber olduğunu söylediği ayeti getirmektedir (Meryem,
19/30). Aynca, Hz. Peygamberin, "Ben, .Adem ruh ile ceset arasında iken peygarnberdim"
(Buhari, Tarih 7/374) hadisini işaret ederek O'nun dünyaya gelmeden önce peygamber olduğunu söylemektedir (KacLzade, 2 s. 78b).
KacLzade, resul ile nebi arasındaki bariz farkın tebliğ görevi olduğunu ortaya
koyarak nebinin, kendine verilmiş özel bir kitap ve tebliğ görevinin olmadığını işaret
etmektedir. Nebi kavramı resul kavramından daha geneldir. Bu genelierne ile peygamber olmayan bazı kimseleri de nebi kategoris~e koyduğu görülmektedir. Mesela
Yuşa için Hz. Musa'nın şeriatma tabi olmakla birlikte tebliğle görevlendirilmediği­
ni söylemektedir. Yuşa'nın peygamber olduğuna ilişkin Kur'an'da herhangi bir işaret
yoktur. Hakkındaki bilgilerin hemen hepsi Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a dayanmaktadır. Musa ve Hızır kıssasında kendisinden Musa'nın genç yardımcısı (feta)
diye bahsedilen kişinin (Kehf 18/60, 62-63) Yuşa' b. Nun olduğu ifade edilmektedir
(Harman s. 44)
Yine Hz. Muhammed'din peygamberliğinden önce yaşamış Mekkeli Hanifler'den biri olan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl el-Adevi el- Kureşi için de ihtiyacı olan şeyle:...
rin, nefsinin kemale ermesi için vahiy geldiğini iddia etmektedir (KacLzade, 2 s. 79b).
Bu değerlendirmenin hadislerde geçen rivayetlerden yorumlama olduğu ·söylenebilir.
Zeyd. b. Amr için peygamberlikten önceki yaşamında, putlara tapmadığı, Allah adına
kesilmeyen hayvanların etinden yemediği, Cahiliye toplumunda yaygın olan birçok
adet ve uygulamadan uzak durduğu, zinaya veya ribaya karşı insanlan uyardığı, kız
çocuklarının diri diri gömülmesini engellemeye çalıştığı, babalan tarafindan gömülmek istenen kızların geçimini üstlendiği, bu yüzden de çevresi tarafından dışlandığı,
bunun üzerine Hira dağında yaşamaya mecbur kaldığı belirtilmektedir (Özkan s.
316-317). Zeyd'in oğlu Said, Hz. Ömer'le birlikte ResUl-i Ekrem'in yanına giderek,
"Eğer babam size eri;ebilseydi iman ederdi, onun bağışlanmasını dileyebilir misiniz?' diye
sormuş, ResUl-i Ekrem de, "Elbette onun için istiğfar ederim, o tek ba.;ına bir ümmet
olarak ha;redilecektir" cevabıru vermiştir (Müsned, I, 189-190). Anlatılan bu niteliklerden dolayı KacLzade, Zeyd b. Amr için ilham gelebileceği yorumunda bulunmuş
olsa gerektir.
146 j KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILI~I j YRD. DOÇ. DR ..ISMAIL BULUT
Kadızade, Hz. Peygamberin
Kur'an'da geçmeyen diğer mucizelerini de kabul etmekte ve bunlara inanmak gerektiğini söylemektedir. Mucizeler ile ilgili rivayerlerin
mütevatir olduğunu, ayrmtılarında ahad haberler yer almasının, mucizenin m üştere­
ği ni reddetmeye neden teşkil etmeyeceğini belirtmektedir. Sözlük anlamları açısın­
dan farklı olsa da, keramet, irhas, velayet gibi kavramlar, mantık ve manevi açıdan
peygamberin tebliğini desteklemektedir. Bu yüzden hepsi mucize kapsamında değer­
lendirilmelidir (Kadızade, 2 s. 81b).
"Allah, iman edenlerin yardımcısıdır" (Bakara, 2/257) ayetini delil olarak ileri süren Kadızade, mürninleri veli sınıfında değerlendirmektedir (Kadızade, 2 s. 79a). Hal
böyle olunca velilerin göstermiş olduğu kerametler de sıradanlaşmaktadır. Her mümin veli olursa her müminin fiili de keramet sayılır.
Müslüman kültürde yer alan Peygamberler arasında üstünlük meselesi, Kadıza­
de tarafindan da ele alınmış ve H z . .Muhammed'in en üstün insan ve en faziletli peygamber olduğu ispatianmaya çalışılmıştır. Hz. Peygamberin üstün olmasının
nedenlerini de şöyle sırhlamaktadır: "Siz, insaniann iyiliği için ortaya çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz" (Al-i İmran, 3/110) ayetinden, en hayırlı ümmetin peygamberi
de en hayırlıdır sonucunu çıkarmaktadır. "Ben öncekilerin ve sonrakilerin en üstünüyüm" (Tirmizi, Menilib: 3616), hadisine dayanarak da Hz. Peygamber'in en faziletli,
" sevabı en çok, büyük şefaat yetkisi bulunan özel konumu olduğunu if'ade etmektedir
(Kadızade, 2 s. 85a).
Taftazani'ye atfen tüm Müslümanların Hz. Peygamber'in en faziletli olduğuna
dair icma ettiklerini söylemekle birlikte, bu konuda farklı düşünen ilimierin görüşle­
rini de vermektedir. Dolayısı ile bu noktada düşünceleri arasında çelişkili bir durum
sergilemektedir. Hakkında kesin ve açık hüküm bulun~ayan bir meselede icma olduğunu söylemek de açıkçası düşündürücü bir durumdur.
Kadızade,
Peygamberimizin üstünlüğü meselesini daha da genişleterek, O'nun
bireysel olarak tüm peygamberlerden üstün olduğu gibi, tüm peygamber topluluğundan da üstün olduğunu vurgulamaktadır. İz b. Abdüsselam'ın "Hz. Peygamber,
bireysel olarak diğer peygamberlerden üstündür ancak. peygamberlerin tamamından üstün
deği/di-l' dediği
için zamandaki ilimler tarafindan O'nun küfre düştüğüne dair fetva
verdiklerini belirtmektedir (Kadızade, 4 s. 86b). Benzer hadise Osmanlı devrinde de
yaşanmıştır: Molla Kaabız, Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'den daha üstün olduğunu
ileri sürerek, bunun doğrul.uğunu ortaya koymak için ayet ve hadislerden deliller getirmiştir. Şeyhillislam İbn Kemal ve İstanbul Müftüsünün fetvalru-ıyla, Hz. İsa'yı Hz.
Muhammed'den üstün gördüğü için, Molla Kaabızidam edilmiştir (Yurdaydın, 1982
s. lll-114)
ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU 1147
Her ümrnet, kendi peygamberinin diğer peygamberlerden daha üstün olduğunu
kabul etmektedir. Yahudilere göre Hz. Musa, Hıristiyanlara göre Hz. İsa Müslümanlara göre de Hz. Muhammed Peygamberlerin en üstünüdür. Peygamberlik, çalışma
ile kazanılan bir makam olmadığına göre, peygamberler arasında bir fazilet sıralama­
sının yapılması doğru değildir. Aksi halde, bazı peygamberlerin görevlerini gerekli
şekilde yerine getirmedikleri neticesine ulaşılır. Allah'ın gönderdiği bütün peygamberler Müslümanın peygamberleridir. Aralarında fark yoktur. Peygamberler arasın­
daki fazilet sıralaması, peygamberlerin sıfatıarını değil, zatlarını öne çıkarmaktadır.
Bu yaklaşımın, Kur'an'ın ortaya koyduğu peygamber anlayışı ile bağdaşması mümkün
değildir. Allah'ın elçileri arasında herhangi bir ayırım yapılmaması Kur'an ayetleri ile
sabittir. Resullerin tafdili de Kur'in'da geçmektedir. Ancak bunun, peygamberlerden
herhangi birinin şahsiyetinin, diğerlerinden daha üstün olduğu yolunda bir anlayışa
sebep olması doğru değildir. Çünkü peygamberlerin zatlarından ziyade ortaya koyduğu davaları önemlidir (Akbulut, 1992 s.lll-119).
d.J\haretllnlayışı
Kadızade,
ahiret hayatının aşamalarından kıyametin küçük-büyük alametlerirıi
sıraladıktan sonra kabir alemi ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir. O'na göre, bütün
insanlar her ne şekilde ölürse ölsün, ister kabirde göm~üş olsun, ister yırtıcı bir
hayvan onu yemiş yahut yanarak vefat etmiş olsun kabir azabı veya ödülü görecektir
(Kadızade, 2 s. 108b).
İnsanı ruh ve bedenden oluşmuş bir varlık olarak nitelendirmekte, ruhun önceliğine dikkat çekmektedir. Dünya, kabirve ahiret hayatının her birinde de insan ruh
ve bedenin birlikteliğinde bulunacaktır. Bu birlikteliğin en kamil şekli de cesetlerin
kabirierinden diriltildiği gün olan ahiret hayatında gerçekleşecektir. Çü~ bundan
sonra vücut, uyku, ölüm ve hastalık gibi eksiklikleri kabul etmez. Allah Teala her
bir alem için o aleme mahsus birtakım hükümler vazetmiş bulunmaktadır. Dünyanın hükümleri, beden üzerine yüklenmiştir. ''Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken,
güçsüz/er, büyüklük taslayanlara: Doğrusu biz size uymuştuk, şimdi ateşin bir parçasını
o/sım bizden savabilir misiniz?' derler'' (Mürnin, 40/47). Ruha gelince o, bedene tabi-
dir. Berzah aleminin hükümleri, ruh üzerinde cereyan eder. Beden ise ruha tabi olur
(Kadızade, 2 s. 108b).
Kadızade, Ebu's-Suud el-İmadi'ye atıf yaparak, Allah'ın kemal sıfatının gereği,
insanların kabirde ve ahirette, en güzel vasıflara sahip meyvelerden oluşan nimetlerle,
malum vakit olan sabah-akşam, rızıklandırılacağıru belirtmektedir. "İşte onlar için
belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir" (Saffat, 37/41-42)
ayette geçen rızık, güzel görüntüsü, lezzetli tadı ve güzel kokulu gibi temel nitelikleri
148J KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KELAMCILli;I JYRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
ile anlat.ı.lmaktadır. "Orada selamdan bajka boj söz ijitilmez ve onların sabah ve akjam
rızıkları vardı!' (Mery~m, 19/62) bu ayette ise rızkın vaktini belirtmektedir. "Onlar orada koltuk/ara yaslanmış olm·ak pek çok meyveler ve içecekler isterle1)' (Sad, 38/51).
Ayetteki meyve, rızık kelimesini çağrıştırmaktadır. Çünkü cennet ehlinin rızkı meyvelerdir. Bu meyvelerden tatmak, dünyadaki beslenmeden farklıdır. Dünyada insan
besin maddelerini gıdalanmak için yer. Oysa cennette gıdalanmak yoktur. Çünkü
gıdalanmak aynı zamanda dönüşümü gerektirir. Cennetteki nimetleri tüketen kimse,
tatlarını ve zevkini alır ama atıkları beden için bir yük olmaz (Kadızade, 2 s. 109a-b).
Kabir azabırun varlığına, ilgili bazı ayetlerden ve manasının mütevatir olduğunu
deliller getirmektedir (Kadızade, 2 s. llOa). O'na göre, kabirde
insanlara uygulanacak nimet, azap ve benzeri durumlar ruh ve cesedin tamamına yöneliktir. İnsan için, lezzet, elem, konuşma, ilim ve kudret hayat ile mümkündür. Hayat
ise bedensiz olamaz. Kabir azabı ve nimetinin ruh ve bedene birlikte uygulanacağını
ileri süren Kadızade, parçalanmış veya yanmış cesede azabın nasıl uygulanacağını da
şöyle açıklamaktadır: "Ruhun ilişkili olduğu bir beden vardır. Acı ve nimeti ruh hisseder.
Üstelik dünyadaki durumun aksine, kabirde beden ruh girmeden diri/me gerçekleşecektir.
Bu durum insan için dünyadaki alt~kanlığı dolayısıyla muhal gelebilir. Ruh beden ilişkisi
dünyadakine benzenzeyen bir şekilde gerçekleşecekti-1' (Kadızade, 2 s.109b).
belirttiği hadislerden
Öldükten sonra dirilmenin ruhun bedene iade edilmesi şeklinde gerçekleşece­
ğini söylemektedir. İnsanların haşr olmasının yeni bir bedenle olmayacağını ifade
eden Kadızade, Taftlıani'yi referans göstererek, iade ve haşir olunan şeylerin, örnrün
başından sonuna kadar varlığı devam eden asli cüzlerin bir araya gelmesiyle olacağını
söylemektedir (Kadızade, 2 s. llOb). Bu söyleminin arka planında ise, haşr esnasında
yeni bir bedenin olacağını kabul etmek, tenasühe kapı aralamak anlamına geleceği
endişesi yatmaktadır. Nitekim T'aftazaru de ikinci bedenin, birinci bedenin asli parçalarından yaratıldığını söylemektedir (et-Teftazani, 1991 s. 254-255)
Yeniden diriliş, akli ve nakli delillerle sabittir ve imanın esaslarındandır. Ahireti
ve cismani haşri inkar eden, bazı filozofların iddia ettiği gibi, yeniden dirilmenin, sevap ve cezanın niteliklerini sadece ruha olduğu şeklinde kısıtlamanın küfiir olduğunu
belirtmektedir. Bu konuda, İmam Gazali, Devvani ve Senı1si'nin görüşlerinin de aynı
olduğunu vurgulamaktadır (Kadızade, 2 s. 111a). Buna göre azap ve nimetin ruh ve
bedene birlikte uygulanacağını söylemektedir.
Kadızade, Nesefi ve Taftazani'nin görüşleri çerçevesinde, ehlisünnet alimleri
tarafından genel kabul gören cennet ve cehennernin yaratılmış ve şu anda mevcut
bulunduğu
fikrini savunmaktadır. Cennetin yarat.ı.lmış olduğu düşüncesi, Mutezile
ERZURUM ISPIRLl KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU j149
ve Cehıniyye'nin bazı ilimlerine karşı reddiye olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü onlara
göre, içinde ikamet edecekleri yaratmadan cennet ve cehennemi yaratmak, hikmetli olanın hikmetine yaraşmaz. Eğer yaratılmış olsaydı yer ve göğün yok olmasıyla
cennet ve cehennem de yok olması gerekirdi (Nesefi, 2010 s. 119). Allah Kur'an'da
Allah'ın dışında her şeyin yok olacağını belirtmektedir (Kasas, 28/88). Ehlisünnet
ise, kıyamette cennet, cehennem, azap melekleri ve huri1erin yok olmayacağını ileri
sürmektedir. O'na göre helak yok olmayı gerektirmez, kendisiyle faydanılmayacağıru
gösterir. Allah dışındakilerin vai olması caizdir. Allah'ın varlığı karşısında, varlığı
mümkün olan yaratıkların varlığı yok hükmündedir. Kasas suresi 88. ayetteki "Allah'ın dtpnda her ;eyin yok olacağını" ifadesi, Mürnin suresi 16. ayette "Bugün mülk
(hükümranlık) kimindir?" ifadesiyle açıklanmaktadır (Kad.ızade, 2 s. 113a).
Cennet ve cehennemin yaratılmış olduğuna ilişkin Kadızade, ehlisünnet tarafın­
dan ileri sürülen delilleri tekrar etmektedir. Yüce Allah, cennet ve cehennemin yaratılışı ile ilgili verdiği ayette mazi kipi kullanmıştır. "Rabbinizden olan mağfiret ve eni
gökler/e yer kadar olan cennete kavuşmak ·için yarışın; o, muttakiler için hazırlanmı;tı11'
(Ali İmran, 3/133). "Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve
taş olan cehennem atejinden sakının. Çünkü o atej ktifir/er için hazırlanmtjtır' (Bakara,
2/24).
Bu konuda ileri sürülen bir başka delil Adem kıssasıdır. Adem'in yeryüzüne
gelmeden önce yaşadığı mekanın cennet olduğu düşüncesiyle, yaratılmış olduğunun
göstergesidir. Kadızade'ye göre, gerek Adem kıssası, gerekse miraç ile ilgili birçok
hadisin var olması, cennet ve cehennemin yaratılmış olduğunun kanıtıdır (Kad.ızade,
2 s. 113a). Ehlisünnet ilimlerine göre, cennet yaratılmış ve şu anda mevcut olsa da,
dünyada gözlerden saklanmıştır (Tunçbilek, 2005 s. 56-57).
Kadızade'ye göre, cennet, cehennem ve içinde ikamet edenler de yok olmayacaktır.Allah, buraya girenler için "içinde ebedi kalıcı olduklarını" (Ankebut, 29/58, Zuhruf,
43/74) vurgulamaktadır. Bu ifade Yüce Allah'ın bakiliğine aykırı değildir. Cennet ve
cehennemin eb ediliğine inanmak vacip, inkarı ise haramdır. Orada görülecek ceza ve
mülcifatlar da ebedidir. Çünkü cezanın ebedi olması kafırin hakkıdır. Bu meseleler
kitap, sünnet ve icma ile sabittir. (Kadızade, 2 s. 113b).
Kadızade, insanların cennet ve cehenneme girmeden önce karşılaşacakları, kevser havuzu, arnelierin tartılması, sorgulama süreci ve sırat köprüsü hakkında detaylı
bilgiler vermektedir. Bu konularla ilgili ayet ve hadisleri, Maturidi alirnlerinin görüş­
leri çerçevesinde yorumlamakta, zaman zaman Mu tezilenin aykırı düşüncelerine karşı ehlisünnet düşüncesinin geçerli olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır. Kadızade,
ahiretle ilgili aşamalar hakkında ayrıntılı bilgi vermekle beraber, bunların keyfiyetle-
150 1KADlZADE MEHMED AR IF EFENDI'NIN KELAMCILI~I I YRD. DOÇ. DR. ISMAIL BULUT
rinin meçhul olduğunu, kati akli deliller bulunmadığını ancak bunları kabul etmenin
makul olduğunu belirtmekteôir. Selefın tefviz metodunu benirnsemenin en uygun
yol olacağını belirterek, müşkül hususlara dalınanın doğru olmayacağını, onları Allah'a havaleetmek gerektiğini söylemektedir (Kadızade, 2 s. 120a).
Kadızade, şefaatin ahirette, büyük günahların affedilrnesi, azabın giderilmesi ve
dereeelerin yükseltilmesi şeklinde gerçekleşeceğini belirtmektecllr. Şefaat konusunda
yine ehlisünnet çizgisini korumakla birlikte Mutezile'nin farklı düşüncelerini çürütme gayreti içerisindedir. Taftazani ve Dewani'ye atıf yaparak, Mu tezili al.irnlerin
ahirette, müminlerin derecelerini yükseltmek için şefaatin yapılacağını iddia ettiklerini belirtmektedir (Kadızade, 2 s. 120a). Bilindiği gibi, Mutezile, büyük günah
işleyeni mü'min saymadığı için, onlara şefaat edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Üstelik
"şefaatim ürnmetimden büyük günah sahipleri için'' hadisini, "ahad" yoluyla geldiği
gerekçesiyle Mutezile mensupları reddetmektedirler (Abdülcebbar, 2013 s. 606, c.2).
Kadızade'ye göre, "İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir?"
(Bakara, 2/255) ayeti şefaat olmadığına delil olarak getirilemez. Çünkü bu ayette
şefaatin olmadığı değil, Allah'ın büyüklüğü vurgularımaktadır. Peygamber dışında
başka insarıların da şefaat yetkisi olduğunu şu haclise dayanarak ileri sürmektedir:
" "Kıyamet günü üç sınıf, peygamberle1; sonra ilim sahihleri, daha soma şehitler şefaat edecekle?·dir" (İbni Mace, Zühd, 37).
Sonuç
Kadızade'nin
kelami görüşlerini incelendiğinde, sünni anlayışın önemli bir kolunu oluşturan Maturleli mezhebinin görüşlerine paralel olduğu görülmektedir. İlk
kaynaklara inen, kültürel hayatın unsurlarını göz önünde bulunduran, tahlil ve analizlere yer veren bir tarzda olmayıp, daha çok bilgi aktaran ve var olan görüşleri tekrar
eden bir metot takip ettiği görülmektedir. Eleştirel bakış açısı yerine savunmaa bir
anlayışı benimserniştir.
Kadızade, kelarni meseleleri izah ederken, kendisine ait orijinal bir görüş ortaya
koymaktan öte, Maturidi ve yukarıda bahsedilen alimierin görüşlerini tekrar eden
bir tarza sahiptir. Bir konudaki görüşünü okurken aynı ifade şeklini Nesefı'nin veya
Taftazaru'nin Akaidi'nde bulmak mümkündür.
Kelamcılığı açısından en öne çıkan yönü, Kelim.i kaynaklara hakimiyeti ve bir
meselenin. açıklamasında, daha önceden belirtilmiş görüşleri güzel bir üslupla dedi
toplu aktarmış olmasıdır.
ERZURUM ISPIRLI KADizADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZVUMU J ısı
Kadızade, telif ettiği eserleri ve alana hakimiyeti açısından balaldığında bir
kelam alimi olarak nitelendirilebilir. Kelam ilmine ilişkin görüşleri Şerhu Raviati'l-Cemuit adlı eserinden tespit edilebilmektedir. O, bu eserinde Kelam ilmi ile ilgili
bütün konuları çağının anlayışı çerçevesinde açıklamıştır. Görüşlerini Maturidi mezhebinin yorumuna uygun bir tarzda şekillendirmiştir. Bu çalışmada onun kelamcılığı
incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Sempozyumda Kadızade'nin eserleri geniş çapta
irdelendiği için kelaınl görüşlerinin ayrıntılarına girilmemiştir. Kendisinin de zaman
zaman eserlerinde belirttiği gibi, halkın din alanında saygın bir konum olarak gördüğü müftülük görevini icra etmesi nedeniyle, birçok inanç meselelerini ele almış
ve irdelemiştir. Çünkü çoğu zaman kendisine itikadi konularda sorular gelmiş ve bu
soruların aydınlatılması talebinde bulunulmuştur. İslam inançlarının anlaşılmasında,
zamanının problemlerine çözüm üretmek için çaba göstermiş, bulunduğu makarrun
ve sahip olduğu ilmin hakkını vermiştir.
Kaynakça
~~-----------------------------------------------
Abdülcebbar, Kadi. 2013. Şehu'l-UsUli'l-Hamse. [çev.] İlyas Çelebi. İstanbul:
Ttirkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2013. s. 602-610. Cilt 2.
Akbulut, Ahmet. 1992. Nübüvvet Meselesi. Ankara: Birleşik, 1992.
Akpınar, Cernil. "Fenari Hasan Çelebi", TD V İslamAnsiklopedisi. İstanbul :Tür-
kiye Diyanet Vakfı, Cilt 16, s. 313-315.
Aliyyü'l-Kari. 1992. İmam Azam Fıkh-ı Ekber Aliyyü'l-K.aıi Şerhi. [çev.] Yunus Vehbi Yavuz. İstanbul : 1992.
Anay, Harun.1994. Celaleddin Devvani Hayatı, Eserleri, Ahlıikve Siyaset Düşüncesi (Doktora Tezi). İstarıbul: 1994.
Aruçi, Muhammed. "Akhisari", TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV, Cilt
16, s. 326-329.
.
Aytekin, Arif. "el-Akidetü't-Tahaviyye" TD V İslamAnsiklopedisi, İstanbul :Türkiye Diyanet Vakfı, Cilt 2, s. 259-260.
·
Birgivi. Ravzat'l-Cenrıat. basım yeri bilinmiyor : Erzurum İl Halk Kütüphanesi. Cilt CD 817 (3409) 17, s. 207-216.
Cüveyni, İmamü'l-Haremeyn Abdülmelik b. Abdullah. 1950. El-İrşad İla
Kavatı'i'l-Edille Fi UsUli'l-İ't:ikad. [dü.] M. YusufMusa-Ali Abdülmün'im Abdülhamid. Kahire: yazarı bilinmiyor, 1950.
1521 KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KElAMCILIGII YRD. DOÇ DR. ISMAIL BULUT
Dewani:, Celaleddin. Şerhu'l-Alci.id.i'l-Adudiyye.
Ebu Hanife. 20ıt:~"El-Fıkhu'l-Ekber'', (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri). [çev.]
Mustafa Öz. İstanbul: İFAV, 2011.
Esen, Muammer. 2008. "İman Kavramı Üzerine". I, 2008,AÜİFD, Cilt XLVIII.
el-Bağdadi.
1981. Uswü'd-Din. Beyrut: yazarı bilinrniyor, 1981.
el-Birgivi, Muhyidd.in Muhammed b. Pir Ali el-Hanefı. 1305/1887. Ravzatü'l-Cenmit fi Usftli'l-İ'tikad. İstanbul: Bosnalı Hacı Muharrem Matbaası,
1305/1887.
en-Nesen, Ebu'l-Muin. ty. Bahru'l-Kelam :6. Alci.id.i Ehli'l-İshiın. [çev.] Cemi!
Konya : yazarı bilinrniyor, ty.
Akpınar.
Eşari,
Ebu'l-Hasen. 1952. Kitabu'l-Luma'fi'r-Redd'i ala Ehli'z-Zeyği ve'l-Bida'. [dü.] Richard McCarty. Beyrut: yazarı bilinmiyor, 1952.
eş-Şehristaru, Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdilkerim. 1992. el-Milel ve'n-Nihal. [dü.] Ahmed Fehmi. Beyrut: yazarı bilinmiyor, 1992. Cilt I.
et-Taftazani, Sa'düddin Mes'ud b. Fahriddin Ömer b. Burhaniddin Abdilialı
el-Herevi el-Horasani. 1991. Kelam İ1mi ve İshiın Alci.idi (Şerhu'l-Alci.id). [çev.]
" Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergah yay., 1991.
- .1988. Şerhi~di Nesefi. Kahire: yazarı bilinmiyor, 1988.
- . 1320 h. Şerhu'l-a.kaid Kestelli Haşiyesi. İstanbul : Dersaadet, 1320 h.
-.1989. Şerhu'l-Mekasıd. Beyrut: yazarı bilinmiyor, 1989. Cilt V.
Harman, Ö. Faruk,. "Yuşa" Maddesi TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV,
Cilt 44, s. 43-45.
Hızlı,
Mefail. 2008.
2008, Cilt 17, s. 25-46.
"Osmanlı Medreselerinde
Okutulan Dersler ve Eserler".
İbnü'l-Hümarn, Kemaleddin. 1317. el-Müsayere. Mısır: yazarı bilinrniyor,
1317.
Işık, Kemal. 1967. Mutezile'nin Doğuşu ve kelami Görüş1eri. Ankara: Ankara
Üniversitesi Basımevi, 1967.
Kadızade, Mehmed. Arif b. Muhammed. 1. Kıladetü'l- Mercan fi Ahvali'l-Can.
basım yeri bilinmiyar: Erzurum İl Halk Kütüphanesi, 25 Hk 23979/7, 151a-157a
vr., 1.
'ERZURUM ISPIRLI KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI ve ÖMER EFENDI SEMPOZYUMU 1153
-.ı: Kıladetü'l- Mercan fi Ahvali'l-Can.
ESADEFENDI1269. basım yeri bilinmiyar: Süleymaniye, ESADEFENDI1269 (ll5a-122b), 1.
- . 3. Risıüe-i Fethiyye. basım yeri bilinmiyar: Süleymaniye, Esad Efendi,
003668, 106-lll vr.,3. s. 107-lll vr.
- . 2. Şerhu Ravzati'l-Cennat. basım yeri bilinmiyar : Erzurum İl Müftülüğü
Kütüphanesi Yazma Eserler bl., 2. Cilt Dem. Na. 419.
- . 4. Şerhu Ravzati'l-Cennat. basım yeri bilinmiyar : Erzurum İl Müftülüğü
Kütüphanesi Yazma Eserler bl., 4. Cilt Dem.Na. 419.
- . 3. Şerhu Risıüet-i-Tahliliye ve Kelime-i Tevhid. basım yeri bilinmiyar : Süleymaniye, Esad Efendi, 003668, 106-lll vr., 3. s. 107-lll vr.
Koca, Ferhat. "İbnü'l-Hümam" Maddesi TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul:
TDV, Cilt 21, s. 87-90.
Maturidi, Ebu Mansıir Muhammed b. Mahmut. 1979. Kitabu't-Tevhid. İstan­
bul: nşr. Fethullah Huleyf, 1979.
Maturidi, Ebıi Mansur Muhammed b. Mahmud. 1971. Te'vilatu Ehli's-Sünne.
[dü.] nşr. İbrahim Avadayn. Kahire: yazarı bilinrniyar, i971.
Nesefi. 2010. Bahru'l-KelıimMaturidiAlci.idi. [çev.] Ramazan Biçer. İstanbul:
Gelenek, 2010.
Özbalıkçı, M. Reşit. "Sibeveyhi" Maddesi TDV İslam Ansiklopedisi. İstanbul:
!urkiye Diyanet Vakfi, Cilt 37, s. 130-134.
Özen, Şükrü. "Taftazaru" Maddesi TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Ttirkiye
Diyanet Vakfi, Cilt XL, s. 299-301.
Özervarlı, M. Sait. 2008. Kelimda Yenilik Arayışları. İstanbul: İSAM, 2008.
Özkan, Halit. "Zeyd b. Amr" Maddesi TD V İslamAnsiklopedisi, İstanbul: Ttirkiye Diyanet Vakfı, Cilt 44, s. 316-317.
Suluoğlu, Muhammet Hanefi, Kadızade Erzurumi ve Kaşi.fu Hali'l-Mevta
ve'l-Berzah Adlı Risıüesi. [dü.] Danışman: Salih Sabri Yavuz. Rize: Rize Ünv. Sosyal
Bilimler Ens. TİB. Kelim ABD., 2010. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
154 1KADlZADE MEHMED ARIF EFENDI'NIN KEI.AMCILIGII YRD. DOÇ. DR.ISMAIL BULUT
Topaloğlu, Bekir. 1996. Kei.am İlmi. İstanbul: Damla Yayınevi, 1996.
Tunçbilek, Hasan Hüseyin. 2005. Cennet ve Cehennem Halen Mevcut mu?
2005, Cilt VII.
Yavuz, Yusuf Şevki. ''Akaidü's-Sem1si", TDV İslam Ansik.lopedisi, İstanbul :Türkiye Diyanet Vakti, C ilt 2, s. 219.
Yazıcıoğlu,
M. Said. 1980. XV. ve XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreselerinde
İlın-iKelam Öğretimi ve Genel Eğitim İçindeki Yeri. 1980, s. 273-283.
Yeprem, M. Saim. 2000. Maturidi'nin Akide Risalesi ve Şerhi. İstanbul: MÜİF
Vakti Yayınları, 2000.
Yurdaydın, H. Gazi. 1982. İslam Tarihi D ersleri. Ankara: yazarı bilinmiyor,
1982.
Yüksel, Emrullah. "Birgivi", TD V İsiiım Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet
Vakti, Cilt 6, s. 191-194. .
Download