1 • iSLAM TASAVVUFU KA YNAGINI KAYITSIZ ŞARTSIZ KUR'AN VE SÜNNETTEN, iSlAM'IN ZAHiRiNE ·DE SIMSlKI BAGLI, BiR TAKIM YABANCI. FiKiRLERE .BULANMAMIŞ BiR MESLEKDiR. KiŞiNiN NEFSiNi KURTARMASI iCiN iSLAMlN ZAHiRINi YANi· ŞERi . KAiDELERi ÖNCELIKLE BiLMESi GEREKiR. TASAVVUF ÜZERiNE DÜSÜNCELER " Ahmet EFE GiRiŞ Her ilmin kendine mahsus bir disiplini vardır. !Iimler, hangi problemi çözeceklerini,. yahut hangi meseleleri açığ-a çıkaracaklarını önceden belirler ve kendi sınır­ larını çizerler. Sosyolojinin matemetikle doğ-rudan bir ilgisi olmadığ-ı gibi; matematik de sosyal konularla direkt olarak uğ"raşmanıaktadır. Ayrıca her ilim kendi tarifini yapar, menşeini ve gelişmesini açıklar. Her ilmin bir ismi vardır, bu ismin tarifi, o ilmin niçin doğ-duğ-unu ve nelerle uğ"raşacağ"ını beliiler. Bizde . yazımızda önce işleyeceğ"iıniz konunun isiİıi üzerinde duracak ve yapı­ Ian tarifleri kısaca sıralayacağ"ız. Kelimelerin lügat ve ıstılah manalan bilinmeden kesin bir netice alınamaz. lG DİYANET DERG!S! e CİLT : 18 - S.A.YI : 5 te EYL'OL - EKİM 1979 ie 309 !: TASAVVUF KELİMESİ Tasavvuf kelimesinin Peygamberlmiz devrinde yaşayan ve kendilerine Aslıab-ı Suffe denilen sahabelere nisbet edilerek "Suffe" kelimesinden türediği söylenmektedir. Bir başka görüşe göre, kelime, Arapçada "yün" anlarnma gelen "Suf"dan türemiştir. Bu görüş biraz daha kuvvetli gözükmektedir. Çünkü "Suffe" kelimesinin nisbeti tasavvuf kelimesine · uyguıi değildir. "Yün" manasma gelen "Suf"un nisbeti ise "Süfi"dir. "Suf"dan (yünden) elbise giyene "Tasavvufa" denilmektedir. Kelimenin masdan · "Tasavvuf'' ism-i faili de "Mutasavvıf"da Mutasavvıflann güzel görünümlü elbiseler giyrnek yerine kaba yünden dokunmuş elbiseler giymeyi tercih etmeleri de bu görüşü mana olarak kuvvetıendirmektedir. Müşteşrikler len "Sofos"dan tasavvuf kelimesinin Yunanca, söylemektedirler. 'akıllı, hekim" manalarma ge- türediğini. . Daha başka görüşler de vardır. Kelime üzerinde birllğ'e vaniamaıruşt:ır. Peygamberlmiz zamanında tasavvuf kelimesinin kullanılmadıgı., mutasavvıf tabirinin bulunmadıgı. ise bir gerçekfu. Kelime daha sonralan ortaya çılomştır. Yukandaki . görüşlerin hepsinde dogru!uk payı bulunabilir. · Sonuç olarak §unları zikredebiliriz. Uzun asırlar boyu çok büyük kitleleri tesiri altına alan Tasavvuf cereyamnm kelime olarak bile menşef . ve anianunda birlik m~vcut detıJ.dir. TASAVVUF TARİFLERİNE BAKlŞ Tasavvuf· büyük velilerden Ci41eyd-i Batdadi'ye göre: "MAsivA. lle alakayı keserek, ·Cenab-ı Hak ile beraber olm.akdırı. "Tasavvnf, z8Jıir ile amel etmekdir." "Tasavvuf Hak'km gaynnda.n nmk ve mAsivallah'dan hali olmakdırB.'' "Tasavvuf ·Hak'ka. inkiyattır3". ''Tasavvuf emir ve nehiy tahtında sabretmekdir, yaıü lerine ram olmak, nehyettiği şeylerden de k~aktır..S." "Tasavvnf, . "Tai>avvnf, aşk~ı bakUrl nefsüı nbfr.diyyete sevk, kalbin de Hak'kın . nurlarııldan gönülıle bir Cenab-ı Hak'kın rııbfr.biyyete ışık emir- taallulmdurs." yakabilmekdir. Tasavvuf, ateşiyle yanıp tutnşınaktırS". "Tasavvnf iki bölüm üzere knnılmnştur. Birincisi nefsini yüce Iüzumlu kılman, ikincisi zAhiri ilim üzerine kAim olmaııdır7." Tannyı gözet- meği (1) Huşeyrt, Tasavvufun İlkeleri .<Risale-i Ku~eyri) 1978, · İ!t. Çev. Tahsin Yazıcı (2) .All B .. Sehl.El Isfahant (3) EbO.l-Hasan El"Muzeyyen (4) Ebu Amr B. Eıi-Necid .(Tezkiret-0.1 EvliyA) (5) İmanı-ı Gazali Ravdat'O.t-Talibin (Tasavvufun Esasları s. 37). (6) Şeyh İbrahim Efendi, .(mabir İz, Tasavvuf, s. 67, 1969, İst, Ralıle Yayınları (7) El-Ceriri (Kuşeyri Risalesi s. 314) · 310 ıe EYL'ÜL - EKtM 1979 lll CİLT: 18- SAY!: 5 :e D!YANET DERG!St ıe . TAsAVVUF tl'ZERİNE DÜŞtlNCELER . "Tasavvufun aslı Hak'ka lmllnk ıçın yönelmek, Hakdan başkasıyla llgiyi kes. mek dünyanın süsünden, zinetlııden, alayişinden, yüZ !;Cvirmek, halkın teveccüh ettiği dünya lezzetlerinden, maldan, ınansıp ve makamdan uzak bnlunmak, balkın arasına ginnemek, ibadet için halveti ihtiyar etmek. !şte yayş., bütün sahabe ve selef bn yolda idiler. İkinci asırda balkın ikbale, dünrağbeti artınca tarık-ı sahabe ve selefe dönenleri Sofi adı verildiB,". En son parağrafdaki elimleler 1bni Haldun'undur. Ancak,. "Hakdan başkasıyla ilgiyi keSnıek" demek, halkdan bir şey beklememek, her şeyin Hak'dan olduğu hakkındaki imanı gevşetmemek, bir an olsun hayr-u şerrin balıkını ·unutmamak demekdir9. Dünyanın süsünden, zinetinden, alayişinden yüz çevirmek derken "süsleneyim, zinetleneyim, herkese gösteriş yapayım diye gayret sarfetmek ve bunu temin için çalışmak, Hak yolundan uzak düşmek" anlaşılmalıdırl.'(), Halkın arasına da dünyanın hayu huyuna · kanşmamak, gayesiz kalabalıklar arasında boş yere bulunmamak din ve dünya vazifelerinden aynlmanıaktır. ibadet için halveti ihtiyar etmek de farz namazlan kılmak için Ceniaatle namazın yalnız kılınandan 27 kere daha fazla sevap olduğu hadislerle beli.rtilmişt;ir. Buradaki halvet, · riya -ve kibirden uzak kalniak için belki nafile ibadetlerde uyulacak bir durumdur. Tasavvnf girmernekten yapılan kasıt arnelin özüdür. Haliyle bu amallerin dini biikünılere göre olması şarttıriı, "TaSavvnf iİmi, dini emirler kJ;ıynağının bir sızıntısıdır. Ama bnnu yalnız şe­ riat ilminde umman olan anlar. Bnnu aıılayınca da gayeye ulaşır. O da bir katre Iken nmman oıurı:ıı." ' Bütüp. bu sözlerden· sonra Tasavvufu şöylece tarif edebiliriz: TASAVVUF, ıtt.. ŞİNİN BÜTÜN HAREK.TİNİ ALLAH'IN EMİR VE NEHi:YLER1NE UYDURARAK, O'NUN iNSANLIGA GöNDERDİGİ SON PEYGAMBER HZ. MUHAM. MED'İN ŞERİA'.l'INA UYGUN BİR HAYAT YAŞAMAK, 1\J,J,.I\WIN RlZASINI TALEP EDlP, TAKVA ELBiSESİNİ GİYMEK VE BUNUN İÇİN GEREKLİ OLAN tsLAMt EMİRLERİ İYİCE .öGREN:i:P, PEYGAMBERİMİZ VE SAiiABE. LERİNİN İZİNDE GiTMEKTiR. KısACA TASAVVUF, MÜ'MİNİN YAŞAYAN ISLAM OLMASI ·nEMEKTİR. TASAVVUS TARİHİ (Doğuşu ve Gelişmesi) Peygamberimiz zamanında böyle bir kelimenin kullanılnia~ yukanda zikret:m.iştik. Resulullah'm ( S.A.S.) vefatından yaklaşık 190 sene sonra yanı mert II. (8) İbni Haldun, Mukaddime, s. 309 (Tasavvuf s. 323) (9) Tasavvuf, s. 325. (10) a.g.e. S; 325. (11) İmam-ı §a'raııi, Tabakat_OJ Kflbrii, Mukaddime, (12) s. 21 I. cilt, 1968 İst. Cev: AbdO.lkadir Akçiçek a.g.e. Sayfa 22. '8 DİYANET DERGİSİ ·ct CİLT : 18 - SAY! : 5 i8 EYI.iOlJ - EKİM 1979 i4t 311 AHMET EFE · asırda kendilerine Soft denilen insanlar ve onların kurduldan çeşitli tarikatlar · doğ"du. Yani tasavvuf cereyanı bütün açıklı~yla ortaya çıktı. Böyle bir zuhUrıın sebepleri 'üzerinde durmak gerekir, Niçin Peygamberimiz zamanında yokken böyle bir teşkilatlanmaya gidilmiştir? Bu teşkilatların görevleri nelerdir? Bilindiğ"i gibi Hicrl ikinci asırda İslam Dini çok büyük kitlelerı:ı kadar ulaşmış, çok büyük toprak parçalan fethedilmiş, bu son ve mütekiimil din, başka dinlerle karşılaşmış, şüphesiz ki ~üslümanlar karşılaştıkları bu yeni duriımlardan az veya çok etgilenmişler(Jir. Artık problemleri kaynağ"ında kurutan Peygamberimiz ve arkadaşlan dünyada yoktular. Ancak sahabelerle görüşen ve kendilerine Tabi'in denilen insanlar vardır. İslam'ın gaynsındaki inançlar çoğ"u zaman o dinlerin salikleri tarafından İslama nufüz ettirilmeye çalışılmaktadır. Bilhassa Yah1ldiler akıl almaz bir ustalık ve gizlilikle İslam'ın tertemiz yapısmi kirletme 'yolundadırlar. Gizli te§kilatlar kurmuşlardır. Ayrıca Yunan Filozoflannın . eserleri hani hani ter. ·cüme edilmekde, müslümanlar hiç duymadıklan yeni' şeyler işitmektedirler. BÜyük bir tehlike doğ"maktadır. !ran Medeniyetlnden başka, doğ"rudan doğ"ru­ ya olmasa bile Hind Medeniyeti, Mfisevilik tesirleri,· Surlyeyi kaplamış olan Hı­ ristiyanlık nüfuzu, :eski. Yunan .Feylesoflarından çevrilmiş eserler ile meydana gelen fikir cereyanlan, bütün bu gibi çeşitli . iimiller müslümanlar üzerinde tesirler tera ediyor, bilhassa cahil halk topluluğ"u bilmeden korkunç bir iğ"fale sıürükleni­ yordu. O .zaman İslamiyetın ilk asırlarında hiç mevcut değilken tasavvuf meslekleri teşekkül etti. Daha sonra ·Hicri V. ve vr; aSırlarda İslam memleketlerinin ·her tarafından çeşitli mezhepler ve tarikatlar kuruldu. Bunlar gelişti, büyüdü ve çok büyük bir tesirle müslümanlar arasında. yerleşti. !ık Mutasavvıflar esaslannı Kur'an ve Sünnetten alan bir doğ"ru yol Wtip ettiler. Hem kendilerini hem çevrelerini bitmek bilmeyen bir azimle · terbiyeye gi. riştiler. !slamın Şeriatma kesinlikle bağ"Iı kalarak, bütün problemierin bu hususa dikkat edilınediğ"inden doğ"duğ"unu anlattılar. Zamanla çevrelerinde büyük kalabalıklar birikti. Halkın onlara karşı .rağ"bet ve sevgisi . çoğ"aldı. Haklarında çeşitli şeyıer söyle:ıiip yazıldı. Sonra . da . onlara bağ"Iı veya onlardan müstakil tarikatlar doğ"du. Bu sefer nefis terbiyeSine ve ilinin batınma ağ"ırlık verdiklerini söyleyerek gttgide felsefi bir şeklin içine düşen mutasavvıflarla İslam Fakihleri arasında ça- · tışmalar doğ"du. Tasavvufun böyle felsefi bir şekle bürünmesine §liphesiz ki İslam harici güç. ler sebep oldular, Mutasavvıfl~rla İslam Fiikihleri arasındaki çatışma çok anlaınlıdır.. üzerinde titizlilde durulması gerekir. Ehl-i Sünnet Mezhebinin dört büyük ··imamından bilhassa Ahmet İbni Hanbel mutasavvıflan ve onların hareketlerinin çoğ"unu İsliimla .uymayan şeyler olar;:ık gqrmüştür. Mutasavvıf Haris El Muhasibi'nin tasavvufdaki. sözle~ reddetmiş, bid'~t saymıştır. "Enel Hak"; ''Ben Allah" rm' diyen Hallae-ı Mansur zanı.anıiı İsliim alimleri ta. r~dan tekfir edilmiş ve bunların verdikleri fetva ile halife tarafından tutuklanarak öldürÜlmüştür13." · Marufu Kerhi'nin, Seriyyi Sakati'nin ve Haris El Muhasibi'nin ·söyledikleri ile ilk Safilerden İbrahim Ethem ve benzerlerinin söyledikleri arasında farklar var(13) 312 -~_ .. Dr. Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu 1972', Ankara, Sayfa: 53. ıe EYLiJL - EKİM 1979 ıta CİLT : 18 - SAYI : 5 ;e DİYANET DERG1S! !G TASAVVUF .ttZER:t:N'El DttŞtiNCI!lLER . dır· Hads El Muhasibi Tasavvufi eserlerini yazarken Felsefeden büyük ölçü~e ya- Ahmet lbni Hanbel'in O'nu ret etmesinin başlıca sebibi budur. Aynca İslam'ın hakim oldu~ yerlerde yaşayan hıristiyan yazarlarm Yeni Eflatuncu düşüncenin tesiri altmda olduklan ve zamiuıın mutasavvıflarmın bu insanlarla daimi bir münasebet_ içinde olduklan düşünülecek olursa İslam Tasavvu- . funa bu fikirlerin bulaştınldlğını söyleyebiliriz. İmam-ı Gazali'nin İsiam TasavVufunu bütün hurafelerden ayıklayarak, özünü göstermek kasdlyla durmak bilineyen bir Çalışmaya girip es.erler verdiğini de düşünürsek durum daha bir açığa çıkar. Kuşeyri'nin TasaVvuf Risalesi de aynı zihniyetle kaleme alınmıştır. Bu büyük inSanlar Tasavvuf cereyanm yabancı elierin nüfuz etmesini önlemek istemi§lerdir. Kuşeyrt Risalesinde "Sufiler tayfasmm kı1ı Inrk yaranlan (Mnbaklnklanndan) çoğa yok olup gitti. Onlardan halen içinde bulunduğumuz zanıanda, eserlerinden baş­ ka. bir şey kalmadı. Bu yolda bir duraklama başgösterdi. Hayır, hayır belki de gerçekten yol kayboldu. Kendileri ile lıidayete ulaşılan ulular geçip gittiler. Onların hareket ve adetlerini takip eden gençler de azaldı. Veya kaybolup yaygısı dürüldü. Tamah ı;ıiddetlendi, hırsm ba§!ı sağıamıa.ştı. Kalplerden şeriaat saygısı gitti. ~e karşı kayıtsızhğı en kuvvetli delil saydılar. Haramia helal arasmda fark gözetınez oldular. Saygısızhğı ve utanmazlığı din haline getirdiler. ibadetleri yeriiıe getirmeyi küçümsediler. Oruç ve nama.zı hakir gördüler. Bu köti,i · işlerle de u~şroakla. kalmayıp en ~k bakikatlardan dem Vurdular. Engellerden kurtu-. lup hürriyete ·kavuştıılannı ve visalin Jıakika.tlerine erdiklerini, Tann ile kaim olduklanm .. birlik sırlarma vakıf olup, varlıklarmm taıııamiyle kendilerinden alındı­ ğını konuştııklan vakit kendileri değil, kendileri yer".ne başkasİnın kıımuştuğnna, daha doğrusu kendileri yerine başkasmm naip olduğunu iddia : ettilerı-ı." der. Ve esirini bu Tarikat saliklerini uyarmak için yazdlğını söyler. Demekki · Tasavvuf ilk doğduğu zamanki safiyetini gittikçe yitirmiş, .cahil sofiler elinde halkın iğfaline bir araç olarak kullanılmıştır. Fakihlerin bu tür sofilere ve mutasavvıflara karşı olan durumlarına hak vermemek mümkün olamaz. Bir mutasavvıf: "Ben kalbe, zevke, ilham yoluyla gelen marifet ve batına itimat ederim. Kur'an ve Sünnetin zahirinden- önce beıiim için bunlar öneınlidir. Rühani bir hayat yaşar zahire ·ve arneli işlere önem vermem" derse elbette Allah'ın ve Peygamberinin . hükümleriyle FB.kihler tarafından reddedilecektir. Yoksa, büyük İslam alimleri (ki onlann en büyiikleri ehli Sünnet imamları olaİı :t:rıkm-ı Azanı, İmam-ı Şafi, İmam-ı Malik, ve İmam-r Ahmed)'dir hiç bir zaman takva, ehli olabilinek için sofiyane bir hayat yaşayan, İslam'ın zahir ve batım­ na tereddütsüz iman edip bunu tatbik eden· ve · kendilerine mutasavvıf deriilen insanlan küçük görmemiş, onlarla çatışmaya girmemişlerdir .. Bu bÖlümü şöylece özetleyebiliriz: İslam Tasavvufu · kaynağinı kayitsız şartsız Kur'an ve Sünnetten alan, İsiam'm zalıirine de sınısıkı bağlı, bir takını yabancı fikirlere bulanmamış bir meslekdir. Kişinin nefsini kurtarması için İslamın zahirini yani Şeri kaideleri öncelikle bilmesi gerekir. Fetva'yı bilineyenin takvası şüpheler­ le doludur. Şeriatı bilineyenlerin tarikata intisap etmeleri ·büyük yanılgılara sebebiyet vermektedir. Mürşid~i Kamil, müridine önce İslamın zahirini öğretmekle mükellefdir. Sözün özünü İmam-ı Malik'dan nakledelim: rarlanmıştır. (14) ı$ KUJieyri, Risale. Sayfa: 28 D!YANET DERG!S! 8 C!LT: 18 - SAYI: 5 18 EYLüL - EKL'\1: 1979 i8 313 " AHMET EFE "Tasavvnf bilmeyen fakili fıska, tasavvllfu bilip de fıkhı bilmeyen zendekaya · dücar olabilir. Bn ikisini cemeden ise hakikatavasıl olnr"ı5, BAZI TASAVVUFİ TERİMLER Böyle bir başlığ-a ihtiyaç duyulmasının sebebi şudur: Tasavvufiterimlerin ıstılahi ma. nalar çoğ'u zaman yanlış a.nla§ılmakta ve bu yüzden insanlar hata edip durmaktadırlar. Aynca İslam Şeriatım iyice bilmeyen kişiler; menfeat düşkünü bazı insanlar tarafından, bu kelimelere verilen yanlış manalar sebebiyle daimi bir güna. ha ~varlanmakta ve belki bir daha kurtuluşları mümkün olmamaktadır. Mesela Fakr, Şeyh, çile, murakebe, Riyazat, Zikir gibi kelimelerin gerçek ınanalarını bil- · rnek gerekir. Bunun içinde İslam'ın zahiri hükümlerini iyi kavramak lazımdır. Misal olarak Fakr kelimesini alalım. Fakr, hiç bir zaman körü körüne bir fakirlik ve · yoksuklluk arzusu olarak alınmamalıdır. Bu hataya çok düşülmüştür. Cahil kişiler . Peygamberimizin "Ben fakirlikle ütihar ederim" hadisini-ki hadisin . zayıf olduğ-u söylenmekteqfr- yoksulluk ınanasma alınakta ve sanki İslamın çalışmayı engellediğ-ini, yoksulluğun şeref olduğ'unu söylemektedirler. Halbuki İslam'­ da fakirlik ve yoksulluk zillettir. İmam-ı Gazali ''Dilenci sadık bir knl olsaydı vermeyenin önünde eğllmezdi''ıeder. Buradaki fakr kelimesinden kasıt Allah'a muhtaç olmaktır ki bu da elbette en büyük şerefdir. Nice milyonerlerde aslında fakirdirler. Zira hepsi Allah'a muhta.çdır. TASAVVUFDA USUL Tasavvufda on usülden bahsedilir. Bunlar: TEVBE, ZÜHD, TEVEKK"'L, KANAAT, UZLET, ZİKRE M"Ö'LALEMET, SABffi, MlJR.AKABE ve RIZA'dır. Bu kelimelerinde ıstılahi manalarını iyi bilmek gerekir. Bir kaçını kısaca izah edeliriı. ki durum aydınlığa kavuşmuş olsun. Tevekkül: Çoğ'u zaman yanlış anlaşılan bu kelime üzerinde dnrabiliriz. Tevekkül, bazen Calınce bazan de kasıtla söylenildi~ gibi hiç bir tedbir alınmadan "Ben işimi Allah'a havale ettim. ·ona tevekkül ediyorum" şeklinde değildir. Tevekkül Peygamberimizin buyurduğ-u gibi deveyi sımsıkı bağladıktan sonra onun muhafazası için Allah'a bağlanmaktıi'. Mü'min her türlü tedbirlni alacak sonra Allah'a te• vekküt edecektir. "Tevekkülün gayesi faydayı celb, zararı defetmekdir''17, Tevekkül, "Allah'a güvenane Al1aJı kafidir." ayetince amel etmekdir. Kanaat: Kişinin bütjin gücüyle çalışıp çabalıı.ması, bütün gayretlerini sarfetmesi ve sonra eline geçene razı olmasıdır. Yoksa tenbel tenbel oturup mesuliyetten kaçıp, çalışmayıp da "ben kanaat ehliyim" diye perişan bir şekilde dolaşmak değ'ildir, Şüphesiz ki lqınaat eden en zengin inSandır. Kanaat ehli aç kalınayacak­ tır. Fakat bütün gayretini sarfettikden sonra.. Kişi ihtiras ve hırslarmdan katiaat sayesinde intikam alır. Gözlerini başkalarının elindekine dikenierin üzüntüleri uzun olur. Uzlet: Tasavvuf usullerinden birisi de uzlettir. Halkdan uzaklaş~p bir köşeye çekilmek ve ıhünzeviyane bir hayat yaşamak manasma alınmamalıdır. Asıl uzlet iş zamanmda işinde bulunmak, halkın arasmda dolaşıp onları doğru yola çağır. (15) (16) (17) 314 f;:: Mahir 1z, Tasavvuf. s. 227. İmam-ı Gazali, Ravdatut Talibin. a.g.e. S~yfa 188. ·8 EYLüL - EKİM 1979 !ID CİLT : 18 - SAYI : 5 S DİYANET DERG1S1 ttt TAS.AVVU'F ÜZERİNE DÜ6tlNCELER maktır. Uzleti bir köşeye çekilip oturmak olarak anlayan düşüncenln İsl8.ı:ni ölçülerle hiç bir alakası yoktur. Allah'ın emirlerinden birisi de insanİara hayn emredip, on1an kötülükden men etmekdir. Resulullab.'ın hayatı ortadadır. O, şerefli ömründe insaniann arasından hiç aynlm.amış, daima on1arla birlikte bulunmuştur. TASAVVUFDA ÖZEL ANLAMLARI OLAN BAZI KELiMELER Bu· hususda da hataya düşmernek için bazı tasavvı.ifi kelimelerin kısaca özel. an1amlarmı verniek istiyoruz. Bu aym zamanda Tasavvuf !Iminin kendine has dilidir. ''Bıı ilmin (Tasavvufun) hazını güçtür. Herkes anlayamaz. İşte insanlan yan. hş anlayışa sevketmemek . için mutasavvıflar bu çeşit bilgilerini kapalı terimlerle, reıniz ve işaretlerle, iına, temsil ve icm.al yoluyla anlatmaya.•. çab.ştııarıa." Demekki tasavvufda bazı kelimelerin özel anlamalan olmasının sebepleri bunlardır. Ve bun1ar Tasavvuf · Terminolojisini doğurmuştur. Tasavvufu kavrayabilmek · için bu kelimelerin özel manalannı qilmek gerekiyor. Mesela Tasavvufda vakit, anladığımız manadaki zaman kavraınının karşılı!P de~i.l, insana galip olan haldir. Yahut içind~ bulunulan şeydir. Bazen de vakit kulun kendi ihtiyan olmadan başına gelen ilahi takdir ve tasarrufdur. · Veya dünyadaki vB.ki.t dünya, ukbadaki vakit, ukbadır. Görüldü~ gibi bun1ar oldukça kanşık şeylerdir. Ve son derece dikkat istemek- tedir. Mesela makam, "salikin riı.anevi menziline denir ki sayu gayreti neticesidir19." Şahid kelimesi ise, kalbin kendisiyle beraber olduğu şey, sevgili, alem:, vecd gibi manalara gelir. Harabatın, lügavi manası meyhanedir. Tasavvufda bu kelime Pirin bulundu~ yer demek olur. Sald, Tasavvuf Terıi:ıinolojisinde su veya şarap dağıtan kişi deg-ildir. Sakt Pir-i Kamile, yani şeyhe denilir. Şarap kelimesinden kasıd ise aşkdır. Ziyade sevgidir. · Bu kelimeleri çağaltmak mümkündür. Konuyla ilgilenenler Tasavvuf üzerine yazılmış eserlerden Tasavvuf Terminolojisini çıkartıp tesbit edebilirler. Burada şunu da zikretmekde f~yda görüyoruz. Bu tür remizler, iŞaretler, .ve . kelimelere verilen ıstılahi manalar her hangi bir birliğin . gücünü artırmakda, üyeleri ara.şuıda sıkı bir b~ kurmaya sebep olmaktadır. Herkesin kolayca an1ayamayac$ kelimelerle konuşup aniaşan insanlar aralanndaki müşterek sır sayesinde· daha çok birbirlerine kaynamaktadırlar. MUTASAVVIFLARIN BÜYÜKLERİ Bu bölüme geçmeden önce. Kuşayri rusalesinden bir aktarma yapmak istiyoruz. ''Biliniz ki müslümaniann ileri · gelen kişileri,· Peygamberin ölümünden sonra onnn sohqetinden başka bir adla adlandırılınadılar; zira (Tanrının ve O'nun elçisinin faziletinden sonra) ondan daha üstün bir fazilet olmadığı için, on1ara SaJıabe denildi. İkinci asnn halkı ge1,ince de oıılara, Sa.habeıiin sohbetinde bulunduklan için Tabiin adı verildi. Bunlar bn .adı en şerefli ad olarak gördüler. Tabiinden sonra (18) Süleyman .Ate§, İslam Tasa vvufu. s. 55. (19) Mahir İz, Tasavvuf, s. 91. , .• D!YANET DERGİSİ 8 CİLT : 18 - SA,YI : 5 i. EYLÜL - EKİM 19J9 'ft 315 AHMET EFEJ gelenlere ise Etbau Tabiin denildi. Etbaut-Tabünden sonra insi.ınlar birbirlerine düştüler. ve dereceler de birbirinden ayrüdı. Bunun üzerine din işine fazlaca yardı­ mı dokunan insanların ileri gelenleı,ine (Haslarına} Zübhad (Zahidler) ve abiiller (Ubbad) denildi. Sonra bidadlar ile firka}ar arasmda birbirlerini adlandırmak or_ taya ~ıktı. Her firka kendi . arasmda zahidler buİunduğunu iddia etti. Bunun neticesinden ebli süunetiu ileri gelenleri nefisleriıii yüce Tann ile koruyarak ve kalplerini de gaflet felaketinden muhafaza ederek Tasavvuf adı ile ayrüdı­ lar2o." · Bu açıklamayı yaptıktan sonra !slama çok büyük hizmetleri olan mutasavvıf­ lara geçebiliriz. Sayıları yüzleri bulan bu büyük irisanlardan isimlerini en çok duy. duklarnnızı zikretmekle yetineceğiz. Bu velilere dair mufassal · bilgiler Tasavvufla ilgili kitaplarda bulunabilir. Haklannda bazıları yahlış olmak üzere çolt şeyler söy. lenmiştir. Mutasavvıfların Başlıcaları: ı-· Ebft İshak. B. Edhem. B. Mansur (İbrahim Ethem) Ebu'l-Feyz Züunftn Mısri 3 - Fudayl B. !yad 4:.- Ma'ruf Kerht 5 - Seriyyi Sakatı 6 - Bişri Hafi 7 - Haris B. Esadı-1 Muhasibi 8 - Davud Ta! 9 - Şakik Belhl 2 - ıo - Beyazım Bestanıt 11 - Cüneyd-i · 12.- Eş-Şiblt Bağ'dadi TASAVVUFUN EN KARlŞm MESELESiNE (Vahdet-i Vücud) BAKIŞ . , Vahdet-i Vücud (Vücud. birliği) fooinin ilk mutasavvıflarda olmadığını, Peygamberimiz ve arkadaşları tarafından ise hiç biİ' zaman konuşulmadığını belirterek konuya ·girebiliriz. . N azariyenin İslam Tasavvufuna ·mal ·edilmesi IDeretten asırlar sonra Muhyiddin-i Arabi zamanına rastıar. Bu. filrri sistemleştiren ve bütün açıklığıyla ortaya koyan da İbnü'l-Arabi'dir. Daha sonra onun üvey oğ'lu Sadrettin Konevi ve Mevlana Celaleddin-i Rumi tarafından benimserup iyice yayılmıştır. Muhyiddin Arabi Futuhat-ı Mekkiyye ve Füshsul-Hikem adlı eserlerinde konuyu .. en ince ayrın­ tılarına kadar işlemiş ve görüşlerini açıklamıştır. BiZim onun ve Mevlananın eserlerinden çıkarttığımiz manaya göre Vab.det-i Vücud'dan ka§ıt, varlığın bir tek hakikatten, yani Allah'dan ibaret olduğudur. Gerçekten onlara g'ôre yaratılmadan ·önce tüm kainatın şekli Allahın bilgisinde idi. O halde biz bilkuv've onda vardık Demekki Allahın bizim · hakkunızÇlaki bilgisi kendi kidemiyle kadimdir. öyleyse Ayan-ı Sabite (İdeler) yani Allahın bilgisi bakımından alem Kadim.dir. "%oktaiı. zuhura gelıniş değildir. Yokdan zuhura geldi demek, zatı zatmda giZli iken fradesi ile şekiliere geldi demektir. Zira ne yok var olur, ne de var yok olur. Varlığın tamamı gerçekte birdir. Tanrı ile kul birdir. Hadis-i Şerifde Allah ademi kendi suretinde yarattı buyurulmuştıır. · Bu da vahdet.i Vücudu açıkça isbat eder. (20) 316 Ku,şeyri, Risale, S. 46. ,. E"fLÜL -EKİM 1979 ıe C!LT: 18- SAY!: 5 :o DİYANET DERG!S! le TASAVVUF ÜZ_ERİNE DÜŞÜNCELER '' !şte Vahdet-i Vücud yukarıda özetiediğimiz anlamda işlerup geliŞtirilmiş bir nazariyedir. Şimdi de o devirlerde büyük bir ağırlıkla içimize- girmiş ve revaç bulmuş, hatta bir çok mutasavvıfı direkt etkilemiş olan Yeni Eflantunculuk' nazac riyesine bakalım. Yeni Eflatunculuk Nazariyesi İskenderiye Mektebinin mahsulüdür. Eski adı Medres-i !skenderaniyye olan. bu mektep, muhtelif felsefi mesleklerden toplalanan nazariyelerden husule gelmiş ve Eflatun'un .Felsefe Usülünü benimsemişlerdir. Şu hale nazaran Nev Flatoniyye · (Yeni Eflatunculuk) Felsefesi Eflatun felsefesinin tadil edilmiş ve çerçevesi genişletilmiş yeni bir şekli demek olur.21, · Bu felsefenin esası şudur: Dünya vehim ve hayalden (gölgelerden) ··ibarettir. Bir de !deler Alemi vardır ki "hakikat alemidir. Demekki iki dünya vardır. Biri !deler Dünyası, diğeri idenin hayal ve gölgesinin düştüğü dünya Allah, o hakil.mt alemiİıde, yani ideler alemindedir. Ruh ise Allah'dan kopup bu dünyaya inmiş ve burada ten k8fesine girerek hapsedilmiş bir zerredir. · Vahdet-i Vücud nazariyesiyle bu felsefe arasındaki tek fark iki dünya meselesidir. Vahdet-i Vücuda göre iki dünya yoktur. Olsa olsa gafilin görebileceği zeva-: hirle, arifin gördüğü hakikat aynlığı vardır. Allah ve kainat bir ve aynı şeydir. Ayrı­ Iık görüş farklılıklarmdan ibarettir ve netice aynı noktaya vannaktadıı>. · Demekki. Yeni Eflatuncıiluk ile Vahdet-i Vücud nazariyesi arasında esasda hemen hiç. bir fark mevcut değildir. Mevlana'nın Rumcaya vakıf oıiııası ve Yunan Filozofu Eflatun'un fikirleriyle doğrudan doğruya temas halinde bulunması ve Onu benimsernesi konuyu açığa çıkanyor. Eflattun ruhun dünyaya gelmeden önce Allah'la yaşadığıiu, ondan ayrılınadığını, sonra deryadan kopan bir damla halinde Allah' dan aynlarak bu gölgeler dünyasına düştüğünü, ten k afesine girdiğini burada bir gölgenin malıpusu olduğunu, ten kafesiİı.e hapsedilmiş can kuşunun ondan çık­ mak, kurtulmak ve aslı olan A.llah'a kavuşmak için feryat ettiğini söyler. Hemen ·hemen aynı manaya gelen mısralan !bnül A.rabi ve Mevlana'dan dinliyoruz: "Rab, Hakdır, kul hakdır. Ah bilseydim mükellef kimdir? Kul dersen, O yoktur. Rabdır dersem O nasıl mükellef olur." '!bnül' A.rabi) "Ben neredeyim? Hapishane nerede ?Ben kimin malını çaldım ki bu beden zindanına atıldım ?" (Mevlana) "Sen kulsun ve sen Tannsın kulluğun kimin kulu olduğunu bililiğin içindir" {Mevlana) Bu sözler ve anlayışlar !sHlın'ın ölçülerine vurulduğunda karşınuza son derece yanlıŞ şeyler olarak çıkıyor. !hlas Süresinde Allalı'ın doğunnadığı, doğurulmadığı açıkça beyan edilmiştir. Sonra büyük Müfessirlere göre Vahdet-i Vücutçulann Peygamberip.UZin Allah ademi kendi suretinde yarattı hadisine dayannıal~ da yanlıştır. Çünkü buradaki sı:ıret usul, heyyet, şekil, metot anlaınlanna gelmektedir. Yani AIlah ademi tasvir ettiği ve güzel yaptığı _suret ü,zere yarattı demektir. Hem İslam akaidinde Allahın zati ve subuti sıfatlarla muttasıf olduğu ve hiç bir hal ve şekil­ de yarattıklarma benzemediği ifade edilmiştir. Her hangi bir şeye benzeyenin, benzetilen gibi yaratılınış olması gerekir. Bu Allah için ·elbette muhaldir. Vahdet-i Vücud nazariyesinin Hind Felsefesinin A.rapçaya çevrilmesi sonucu İslam Tasavvufuna ·girdiği de söylenmektedir. Gerçekten Hind Felsefesine göre de "İlk sebep, çoğalmak isteyerek çoğaldı., kainat Brahmadan ibarettir." (Vedanta) (21) :Mahir İz. Tasavvut', ıı. 210. '8 D!YANET DERGİSİ. 8 CİLT: 18- SAYI: 5 ı• EYLÜL -EKİM 1979 ı8 317 AH!\iET EFE . !.i . . Bütün bunlardan şöyle bir neticeye varabiliriz. Gerçı.ıkten Hind ve yunan Felsefelerinin çevrilmesi çeşitli kanşıklıklar doğurmuş ve &kıldan . başka bit yol tanı­ mayan felsefe, İslam'ın temiz özünü bulandırmak, hiç ·olmazsa çok büyük görüş ayrılıkiarına sebebiyet vermiştir. Bir çok islam alimi ve mutasavvlf Vahdet-i Vücuda kesinİikle karşı çıkmıştır. Yalnız hemen ilave etmek gerekir ki bu nazariyeyi sistemleştitip benimseyen ve yayan mutasavvlflardan Muhyiddin-i Arabi ve Mevlananın tanı ve uygun hareketleri ve sözleri de vardır. Onlar ehli sünnet mezhebine mensup, şeri emirlere. karşı son derece titiz ve duyarlıdırlar. o zaman bu çelişkileri izah etmek çok zor görünüyor, Mesela Mevlana: "Ben . yaşadığım müddetçe Kur'an-ı Kerim4l bendesiyim, Ve onun emirlerine fermanberim. Ben Muhammed Muhtar (S.A.S.)ın yo-. lunun toprağıyı.m.. "demiştir, . ,Merhum Mahir !z Bey Tasavvuf adlı kitabında '~Vahdet-i vücud iki muhtelif görüşte tecelli eder, Biri "Heme üst-ne varsa odur." diğeri, ''Heme ez ilst-Ne varsa ondandır." Yani kainatta varlık olarak ne varsa hep O'nun kendisindir. Bizce bu sözü söyleyenler sünneti sei:ıiyye yolunda bulunuyarıarsa bu sözden maksatları, gördügün bütün eşya hep O'nun esma ve sıfatının tecellisinden ibarettir. Kudreti her mahluka ayrı ayrı tecelli etmiştir. Onun kudreti ise kendisinden ayrıl­ maz.. Biz eşyaya bakarak, Onun kudretini temaşa ederelt, kendisini buluruz. Yani eserden müessire .intiltal eder, müessiri düşününce eseri unuturuz.. "demek· isterler.". diyerek konuya daha ytimuşak tarzda yaklaşmıştır. . Daha önceki büyük !slam Alimleri ve mutasavvıflarından bazılan da böyle bir tevil yoluna gitmeyerek vahdet-i vücudu kesiniilde reddetmişlerdir. Bunların başın­ da 1mam-ı Rabbani, Aliyyül Kari, Simnani gibi alimler gelmektedir. Aliyyüİ Kart Muhyiddin-i Arabiye şiddetle karşı çıkmış ve ona "Allah'ın kitabı, Resulullah'ın açıklamadığı bir tarzda nasıl tefsir edilebilir ve Allah'ın zati sı­ fatları hakltında nasıl öyle düşük arzulara, bidad düşüncelere göre ulu orta söz s<?ylenebiJ.iı'22." demiştir. Hatta Aliyyül Kari, "Allahın ruhlardan ve görülen cisinilerden ayrı ve müs~­ kÜ bir vücudu yoktur, Allah bütün kainattır" diyenierin küfrüne de hükmetmiştir23, . lmam-ı Rabhani ise Mektubat adlı eserinde önce Vahdet-i vücud nazariyesini kabul ettiğini fakat daha sonralan gerçeği gördüğünü söyleyerek şunları yazar: ''Kesin olarak anladım ki yüce yaraticının bu aleınle sözü edilen şekilde hiç bir münasebeti yoktur. O hiç bir şeyle birleşik değildir. O O'dur.· Alem de alemdir." "Doğrusu ehli sünnet bilginlerinin dediği gibi (Allahın eşyaya) bilgisi ile ya. kınlı~ ve bilgisiyle (eşyayı) k~atmış olmasıdır .. Gölge aslm aynl. olamaz." "Niceliksiz ve nasılhksız olan yüce Tanrı, nicelikle ve nasıllıkh, olan eşyada yer etmez, meli:ansız. olan mekanda yerle§mez. Afak ve enfüsde görünenler yüce Tannrun birer işaretleridir. Eğer denirse ki; Gerek Naltşibendi olsun, gerek başka olsun şeyhler vahdet-i Vücudu, kesrette vahdeti görmek gibi şeyleri açıltea söylemişler­ midir? Cevap olarak deriz ki bu gibi sözleri tasavvuf yolunun ortalarında söyle~ mişlerdir. Sonradan bu hallerden geçmişlerdir. Fakir de daha önce bu halin ba.şundan geçmiş olduğunu yazımştım:u," (22) Aliyyftl Ktu-1, Risale-1 Fi Vahdet-1 VO.oud, s. 52,66. (23) a.g.e. s. 87. (24) İmam-ı Rabba.nt, Mektubat, s. 40-44 (s. Ateıı, İslam Tasavvufu s. 106-109). 318 ı8 EYLtlL - EK:tıvı: 1979 tct CİLT: 18- SAYI: 5 ,ft D1YANET DERG!S! • 'l'ASAVVUF ÜZERİNE DüŞüNCELER .. Bu hususda son_ sözün;ıüzü söyleyebiriz: Vahdet-1 Vücud nazariyesi İslam Tasavvufuna sonradan girmiştir. Hind ve Yunan Felsefelerinden etgilendiği açıktır. Bazı İslam alimleri bunu kabnl etmiş, bazıları reddetmiş, bazılan da ne kabnl ne Inkar etmişlerdir. Ortada her halükarda bir t~reddüt söz konusudur. Bilhassa İslam Şeriatını bile iyice· bilemeyen insanlara vahdet-i Vücndn telkin etmek son derece sakıncalıdır. Çok dikkat . edilmelidir. Şüphesiz ki her şeyin en doğrusunu Hz~ Allah bilir. Büyük alim İzmirli İsmail Hakln Hazretleri şöyle deıniştir: "Vahted-i Vücuda ne itikat ederiz, ne inkar ederiz, meseleyi hakim ve allam olan Cenab-ı Zülcclale havale edem2s." Burada büyük velilerden Ahmed Er-rüf~'nin şu sözlerini de nakletmekde fayda vardır: "Hallac-ı mansur'un "enel Hak" dediğini naklediyorlar. Eğer Hak üzere olsaydı Enel Hak demezdi. Vahdet-i Vücudu ilzam eder yollu ona bir de şür isnad ederler. Bu ve buna benzer sözlerden sakınınanızı tavsiye ederim. Bunların hepsi batıl sözlerdir. Vahdet-i Vücuddan ve vücudu Hiı.kka ait felsefeden ve ona b~er fikirlerden , sakınınız. Zira bu ilimler insanın ayağını cehenneme doğru kaydırır2S". SONUÇ ~ah insanoğlunu malılukatın en şerefiisi olarak yaratnuştır. Ve zaman zaman Peygamberler göndererek Şeytanın iğfaline uğrayan kullarını uyarnuş, sırat-ı müs~e cağırnuştır. Kainatın . en değerli . varlığı. yüce insan ve son Peygamber Hz. Muhammed'i de (S.A.S.) hatemu'l-Enbiya olarak göndermişt1r. O'nun ahlakını Kur'an ahlakı yapmış ·ve _ümmetinin O'nu takip edip, örnek almasını emretmiştir. Sahabeler, Resulullahın çevresinde, bir daha eşi gelmeyecek olan bir asn, Asr-ı saadeti yaşamışlardır. · Kur'an ayetleri ve peygamberin sünnetleri karşılaşılan her hadiseyi dalıa kaynağında iken çözmüş ve gerçekleri ortaya koymuştur. _Yeryüzünde örnek alınacak en mümtaz insan Hz. Muhammed'dir (S.A.S.) Bütün müsliimanlar onun gibi yaşamaya ve onnn dediklerini yeriiie getirmeye meebnrdur. Gerçek mürşid, en doğru gösterici kılavuz O'dur. Hz. Allalı O'nu uzun bir rnlıi olgunluğa eriştirdikten sonra risaletle şereflendirıniştir. Sonra O daimi bir riyazat ve tefekkür hayatı yaşamış, AJJabıı. en yakın obbilmek için- binlerce cefa ve sıkıntı ı:;ekmiştir. O hem Peygamber, hem devlet başkanı hem aile reisidlr. Çok büyük imkanlar içinde bile basit elbiseler giyer, onlan yırtılınca yamar, koyun sağar, zengin fakir demeden herkesle el sılnşır konuşur, hizmeİ!)ileri ile birlikte yemek yer. Yumuşak huylu ve güleç yüzlüdür. Zillete düşmeden mütevazi, israfa_ düşmeden cömerttir, Haksızlığı.ıı ve znlmün karı;ıısmda eline kı!ı:cını alır, zırhım giyer ve savaşa !)lkar.Dalaletler içinde kalmış bir cemiyetin ıslalu işinde en güzel öğretmenliği . ve teşkilat başkanlığı.m O yapmıştır, Önemli olan O'nun hayatını ı:;ok iyi bilerek, b~dan dersler ve hükümler !)lkarmaktır, -Bizzat Allah'm terbiyesi altında hayat süren Resnlnllah gerçekt~n bizim için vazge!)il. mez tek mürşiddir. Kim Onun ve arkadaşbrmm izinde yürümüşse Allah'ın rızasını kazanmıştır. Büyüklerimiz bunun için çalışWar. Islam tasavvufunun gaye ve önemi de buradan doğmaktadır. İsliun Tasavvufu · ölçülerini Kur'an ve Sünnetten alan oniann zahiri ve batıni manalarma uygun bir bilgi ve hayat disiplinidir. (25) (26) Q) İzmirli !smail Hakkı (Ö. Nasuhi Bilmen, Yeni !lın..i Kelam) Ahmed Er-Rüfat, El-BO.rhanO.'l Müeyyed. ('l'asavvuf, Mahir İz, s. 2'19-220). D!YANE'l' DERG!S! 8 · CİLT.: 18 - SAY! : 5 18 EYLUL - EKİM 1979 ı• 319 AHMET EFE Tasavvufun gayesi nefsin ve şeytanın mümkün olan son hadde kadar zarar ve fitnelerinden korunmaktır. Ruhu temizlemek,_ peygamber ahlaki ile ahlaklanmak, Allahın .emir ve nehiyleri tahtmda gerçek bir sabır göstermektir. Tasavvuf islamın manasını tahakkuk ettirme yoludur. Onun ruhbanlıkla hiç bir alakası yoktur. Dinimiz ruhhanlığı kökünden yasakla.ınli}tır. Onun şeriattma sım­ sıkı bağlıdır. Örneği Hz. Muhammed'dir (S.A.S.) Dünyanın ahiretin tarlası olduğunu. düşünerek rızayi Bari için çileler ve me§akkatler çeker. Çakıllı, dikenli, tı,ızak dolu yolarda Rabbine güvenerek, onUn. rızasını talep ederek yürür. !nsanı'köleleştiren egoizmden, bencillikten, teribeliikten uzak yaşar O, 'gösteriş için ~badet etmez. Bilir ki kibir ve riya şeytanın şiandır. Onun Sözü gibi hali de dostoğrudur. Bu yüzden gerçek tasavvuf sözün bittiği yerde başlar denilıniştir. O kardeşleri uğruna başını kurban etmekden çekinmez. Yapdığı hiç bir iyilik karşısında basit dünya menfaat. lan beklemez. Gerçek . tasavvuf ehli '; J 'i! islamı noksansız ·yaşamaya çalışır. Mükafaatı ancak Rabbinden umar. Rabbi katmda acziyetinin ve güçııüzlüğünün idraki içindedi,r. Zillete, meskenete dü,şmeden, İslamın kendisine verdiği şerefle yaşar. Özü ve sözü dostoğrudur, Haksızlığln karşısında arslan kesilir, · Hak'kın karşı­ sında bir aciz kul. Güler yüzlü ve .seVimıidir. Yeryüzüne Allaha ibadet için geldiği­ ni bilir. Dışı gibi içi de tertemizdir. Bu iç temizliği için bütün ömrünce çalışır, didinir, !nsanlara Hakkı ve sabn tavsiye eder. Onlan doğru yola çağırır. "üzerine- düşen tebliğ görevini bilıakkın yerlıie getirir.. Allahı bir lahza bile hatırından çıkarmaz. Daimi bir zikir halindedir. Hamdedici, şükredicidir. Aksiyon sahibidir. Dünyanın ıslahı ve Allah adının J:.ıer tarafa yayılması için gece gündüz mücadele verir. Şartlan en iyi şekilde değerlendirerek hareket eder. Dünyanın Hak ile batılın kavga alanı olduğunu bilerek, bu kavgadaki zor ama şerefli yerini alır. Allahın rızası olan bir. i.şde kulun kınama ve alayinı kale almaz, Her şeyi Allah için yapar. Peygambe. rini anne, baba ve ~ocuklarmdan daha fazla sevmedikçe gerçek mürnin olaınıyaca­ ğını bilir. Bir parazit gibi başkalannın sırtından geçinerek yaşamayı en büyük :t;i.llet sayar. Zühdü, taJtvası, ver'ası, tevbesi, havfı, recası velhasıl her şeyi Allah için ve Allah adınadır. Gerçek mutasavvıf budur. 0,. kendisi için gerekli olan bilgileri sırasıyla ve muntazam bir şekUde öğTene­ cektir. Şeriatı bilinenin en önemli mesele olduğunun şuuru içindedir. Böylece Tasavvufun merhalelerinden emin ve dürüst adımlarla geçer ve olgun bir inşan olur. İlk öğrenilecek Şey İslam'ın akaidi, sonra Fıkhı, sonra diğer htisuslardır. İslam Akaidi- · ne inanınayanın ibadeti makbul değildir. Bu yüzden bir insanın gökde uçuyor olması bile namaz kümıyor, oruç tutmuyorsa bir hiç olarak kabul edilıniştir. Velayet ve keramet hakdır. Kişi veli olabilmek için çalışacak, çabalayacak ve Allahıiı ·ıut .. funu talep edecektir. Bu yolda başına gelecek halleri İslam'ın ölçülerine vurarak çözecek veya bir müişid-i kamile çözdürecektir. Son olarak tekrarlayabiliriz ki İSLAM ŞERİATI BİLİNMEDEN, TASAVVUF BlLİNEMEZ. Yazımızı Cenab-ı Hakkın '!İyi olacak (27) •320 bir ayeti Kerimesiyle noktalayalım: bilin ki Allah'ın veli kulları için bir korku yoktur. Ve oDlar. malızun da değillerdir.er." Kfir'!l.n-ı Kerim, Yunus Suresi, ayet: 62 . if.t EYLÜL - :ııiıd:M 1979 lG CİLT : 18 - SAY! : 5 / :e DİY.ANET DERGİBİ /8