™h - Burhan Dergisi

advertisement
¾ËWh¸?™h¸??¾lG
´‡A ÅBÆjI •A ÓËçA ÅAjZJºA ľ
¾ËWh¸?™h¸??¾lG
³†@ÄAÅiH”@Òʦœ@Ä@iYI¹@ý
²…@ÃAÄhH“@ÑÉÁ¥›@Ã@hYI¸@¼
ÀÍYjºA ějºA A ÀnI
¿mH
Duayı dilimizden düşürdük mü?
seninim sana geldim” diyerek Hakkın
¿ÌXi¹@Úi¹@@¿mH
hayatımızda yeri ne kadar?
kapısında Haktan istemek… Sanki mah-
Ya da neyi istiyor neyi istemiyoruz? Ni-
şerdeymiş gibi, Sırat üzerinden ayağı
çin yaşıyoruz? Yaşamaktaki amacımız
kayacakmış bir haldeymiş gibi, ya da
nedir? Bizim için olmasını çok arzu-
zebanilere teslim edilmiş bir mücri-
ladığımız birinci öncelikli olan şeyler
min iniltileri gibi inleye inleye, ağlaya
nelerdir? Hangi şey ve ya şeyleri kay-
ağlaya istemek… İstemek. Evet istemeye
bedersek çok üzülür, neleri kazanırsak
gönül lazım, istemeye helal lokma lazım,
çok seviniriz? Bizi ağlatacak derecede
istemeye günahlardan uzak beş âza lazım,
üzecek olan şeyler nelerdir? Neler için
istemeye kulluk lazım, istemeye yüz lazım.
hıçkırıklara boğulup gözyaşı dökeriz?
Biz neyi istiyoruz? “De ki duanız olmasa
Bizim için hayatı anlamlı kılan şeyler
rabbim size ne diye değer versin.” Du-
nelerdir?
amız var mı?
Duanın
¾ËXh¸@™h¸@@¾lH
Bir çocuk babasından para isterken
Duayı dilimizden düşürmeyelim. De-
kelimenin tam anlamıyla “ister.” İstemek
ğerimiz duamız kadar. İnşallah dergimizi
işte bu samimiyette gizli: ağlaya ağlaya,
hem sözlü hem de fiilî dualarınızda unut-
kendini yerden yere vura vura. Niçin?
mazsınız.
Çünkü istiyor.
Merhum Üstat Cemil Meriç şöyle diyor:
Ya Allah’tan isteyen nasıl isteme-
“Her dergi bir kaledir.” Evet bu dergi-
li. Bir çocuğun babasından para ister-
de takdir edersiniz ki hakikatin kale-
ken gösterdiği samimiyetin kaçta ka-
liğini yapmaya çalışıyor. Lütfen kalenize
çıyla istemeli Allah’tan isteyen.
sahip çıkın. Gelişip hayırlı hizmetlere
sebep olabilmesi için her türlü des-
Titrek eller, yanık gönüller, hıçkı-
teğinizi esirgemeyiniz. Bu güne ka-
ra hıçkıra dökülen göz yaşlarıyla Al-
dar gösterdiğiniz ilgi ve katkılarınızın
lah’tan istemek. Adeta “sen kim, dua
bundan sonrada artarak devam etme-
kim”, “sen kim, kulluk kim”, “sen kim
sini bekliyoruz.
bu huzura gelme kim” azarı yüzümüze çarpar gibi Allah’a yönelip “Ya Rabbi! Benim gidecek başka kapım yok,
Daha güzel Burhan’larda buluşabilmek
dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
İçindekiler
AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ
Yıl:
Sayı:
Darlıkta Ağlamadı
Genişlikte Gevşemediler 4
Burhan Basın Yayın
Eğitim ve Tur. Ltd. Şti.
Günümüz İnsanının
Serdar TAŞAR
Kur’ân’a Olan İhtiyacı 8
Prof. Dr. İbrahim BAYRAKTAR
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR
Müslümanlar Nasıl Kurtulur? 16
Yusuf ELİBOL
Ramazan ÇAKIR
Aydın BAŞAR
Salih AYDIN
Kurtuluş Reçetemiz Kur’an 20
Musa KARACA
İslam Müslümana Emanettir 30
İçeriden Sorular 33
!
Kibâr-ı Kelâm
%
&
'
(
)
*
&
'
+
,
$
34
Ubeyd FAKİRULLAH
Mescid-i Aksâ
%
-
Yahudi Tapınağı Olamaz – Ol-mayacak 36
.
$
(
$
0
.
.
Kelam-ı Kadimi’in Anlam Haritası II 38
1
.
.
/
Erbakan Hocamızın Bakış Açısı 48
Ziraat Bankası Sultanbeyli Şubesi
Hesap No:
1
2
Dr. İhsan ŞENOCAK
/
#
Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL
"
#
Murat TÜRKER
#
Posta Çeki No:
Türkiye Finans Sultanbeyli Şubesi
Burhan Basın Yay.Eğt.Tur.Ltd.Şti.
Müşteri No:
Nureddin YILDIZ
#
Abdullatif ACAR
"
Tek Sayı:
1 Yıllık (12 Sayı) Abone:
Yurtdışı
1 Yıllık Abone:
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
Talha AKA
Gsm: 0541 580 1969
Prof. Dr. Ali AKPINAR
Talha AKA
Prof. Dr. Mustafa Ağırman
3
3
/
/
4
Ersan BİLGİN
#
0
.
1
3
3
/
/
Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-Rufai (k.s) 54
#
5
Mehmet Akif Mah.
Kuran Kursu Cad.No: 87
Sultanbeyli / İST.
Ben Kariyer Peşindeyken Çocuğumu
Tel: +9 (0216) 498 94 00
Faks: +9 (0216) 398 94 69
“Eller” mi Eğitiyor? 56
Zikrullah 61
www.burhandergisi.com
İslam ve Şiddet 62
Milsan A.Ş. 0212 697 1000
6
7
'
'
7
(
&
7
:
(
"
'
$
;
)
-
&
'
"
(
(
8
!
'
&
)
!
!
<
(
8
,
"
,
+
%
!
$
"
&
(
-
&
(
(
"
8
"
(
(
&
:
Av. Bahaddin ELÇİ
Bataklık Kurusun
(
$
(
$
$
7
$
7
<
'
&
7
6
)
&
6
7
!
$
'
&
9
$
'
(
!
'
)
&
=
!
!
6
+
"
8
'
&
"
$
)
(
(
$
$
'
$
(
'
7
Varsın Sinekler De Yaşasın 66
'
$
'
)
$
'
Fatih Sultan SEMİZ
)
<
MilliTarih 68
Abdurrahim KARAKOÇ
Aylık Süreli Yayın
M. Emin KARABACAK
burhandergisi@hotmail.com
Hikmet Damlası
(
)
-
(
(
-
$
7
9
'
)
$
'
>
&
$
'
>
&
9
'
$
?
8
-
'
(
'
$
Hüseyin Serkan ELÖNÜ
&
<
Burhan Çocuk 70
Musa KARACA
16
Müslümanlar Nasıl Kurtulur?
Yrd.Doç.Dr. Mustafa KARABACAK
20
Kurtuluş Reçetemiz Kur’an
Abdullatif ACAR
30
İslam Müslümana Emanettir
Nureddin YILDIZ
62
İslam ve Şiddet
Av. Bahaddin ELÇİ
Pof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Darlıkta Ağlamadı
Genişlikte Gevşemediler
Onlar,
darlıkta ağlamadı;
genişlikte gevşemediler.
Darlıkta sabrettiler,
varlıkta şükrettiler.
Darlıkta isyan etmediler,
varlıkta da ölçüsüz hareket
etmediler.
T
âbiûn neslinin önde
gelenlerinden Basralı Hâlid b. Ömer
el-Adevî, Hz. Ömer zamanında Basra valisi olan
Utbe b. Gazvân ile olan bir
hâtırasını bize şöyle anlatır:
“Basra Emîri olan Utbe b.
Gazvân bize bir konuşma
yaptı. Önce Allah’a hamd
ve senâda bulundu. Sonra
sözlerine şöyle devam etti:
“Ey insanlar! Şüphesiz
dünya bize geçici olduğunu bildirdi ve durmaksızın
arkasını dönüp gitmektedir. Ondan kalan, sahibi-
2016
4
nin içip de kabın dibinde
bıraktığı kalıntı su kadar
bir miktardır. Siz bu dünyadan, gelip geçici olmayan bir diyara taşınacaksınız. Oraya hayırlı, iyi ve
güzel işlerinizle taşınmaya
çalışınız. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin
kenarından atılan bir taş,
yetmiş sene yol alıp yine
de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim ki, cehennem mutlaka
doldurulacaktır. Siz buna
şaşırdınız mı? Yine bize
anlatıldığına göre, cennetin kapılarının iki kanadı
Şubat
Ocak
arasında kırk senelik mesafe vardır. Cennette
öyle bir gün gelecek ki, yoğunluktan kapısına
kadar dolacaktır. Ben Rasûlullah sallallahu
aleyhi vesellem’le birlikte olan yedi kişinin
yedincisi olduğumu görmüşümdür. Bizim
ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu.
Bu yüzden dudaklarımız yara olmuştu. Ben
giyecek bir örtü bulmuştum da ikiye bölüp
Sa’d İbni Mâlik’le paylaşmıştık. Yarısını ben,
diğer yarısını da Sa’d beline dolamıştı. Bugün
her birimiz bir şehre vâli olmuş bulunmaktayız. Ben, kendimi büyük görüp de
Allah katında küçük olmaktan
Cenâb-ı Hakk’a sığınırım.”
(Müslim, Zühd 14)
Utbe b. Gazvân radıyallahu anh zühd ve takvâ
ikliminin sultanlarındandır. Ok atmakta fevkalâde
hüner sahibi bir mücâhiddi.
Askerlerinin rahata alışmaması için fethettiği
şehri terkedip yeni bir şehire yerleşen komutandır.
O, cesaret ve şecaatiyle meşhur
bir kahramandır.
Utbe, ilk müslümanlardandır.
Mudar kabilesine mensup olup künyesi
Ebû Abdillah’dır. Babası Gazvân bin Câbir’dir.
Utbe de diğer müslümanlar gibi Mekke müşriklerinin
işkencelerine, ezâ ve cefâlarına maruz kaldı. Bu sebebten ilk defa Habeşistan’a daha sonra da Medine-i
Münevvere’ye hicret etti. Medine’ye hicret ettiği zaman kırk yaşlarındaydı.
Utbe, ok atmakta pek mâhir idi. Bedir,
Uhud, Hendek gibi meşhur mahârebelerde İki Cihan Güneşi efendimizin yanından hiç ayrılmadı.
Onu müdafâa için her türlü gayret ve fedakârlığı
gösterdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz onun şecaat ve mertliğini övdü.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde pek çok fetih
hareketinde görev üstlendi. Halife, Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın ordusuyla birlikte Kûfe’de bulunan Utbe’yi,
Araplarca Arzu’l-Hind diye adlandırılan Basra bölgesinin fethiyle görevlendirdi. Utbe, önce bu bölgeyi
sonra da Ubulle’yi fethetti. Fethettiği bölgede 637 yılında askerî bir karargâh kurdu. Sonra da burası Basra şehri oldu. Kendisi de Hz. Ömer tarafından buraya
vali tayin edildi.
Utbe daha ziyade Ubulle’nin fethinde gösterdiği
kahramanlığı ile tanındı.
Hz. Ömer (r.a.) onu Îran ve
Hindistan taraflarına seferlere gönderdi. Ubulle üzerine gönderdiği 300-500
kişilik küçük ordunun başına komutan tayin etti.
Orduyu uğurlarken ona şu
tavsiyelerde bulundu:
“Utbe! Seni Ubulle diyarına gönderiyorum. Burası
düşmanların kalesidir. Senin
orada muvaffak olmanı temenni
ediyorum. Allah yardımcın olsun.
Oraya vardığında halkı Allah yoluna dâvet et,
icâbet edenleri kabul et. Dâvetini kabul etmeyenlere cizye teklif et. Cizyeyi verirlerse bir şey
yapma. Vermezlerse onlarla savaş.
Utbe! Allah’tan kork ve dikkat et. Sakın
kibir ve gurura kapılma. Sen Rasûlullah (s.a.)
ile arkadaşlık ettin. O sâyede zilletten izzete
erdin. Zayıf iken kuvvet buldun. Nihayet sen
emîr oldun. İtaat edilen bir komutan oldun.
Söylediğin söz dinleniyor, emrine itaat edili-
{
}
“Utbe! Seni Ubulle diyarına gönderiyorum. Burası düşmanların
kalesidir. Senin orada muvaffak olmanı temenni ediyorum. Allah
yardımcın olsun. Oraya vardığında halkı Allah yoluna dâvet et,
icâbet edenleri kabul et. Dâvetini kabul etmeyenlere cizye teklif
et. Cizyeyi verirlerse bir şey yapma. Vermezlerse onlarla savaş.
Ocak
Şubat
5
2016
Utbe! Allah’tan kork ve dikkat et. Sakın kibir ve
gurura kapılma. Sen Rasûlullah (s.a.) ile arkadaşlık ettin.
O sâyede zilletten izzete erdin. Zayıf iken kuvvet buldun.
Nihayet sen emîr oldun. İtaat edilen bir komutan oldun.
Söylediğin söz dinleniyor, emrine itaat ediliyor. Bunca
nimet seni azdırıp aldatmasın. Cehenneme düşürmesin.
Allah Teâla seni, beni ve cümlemizi korusun!”
yor. Bunca nimet seni azdırıp aldatmasın. Cehenneme düşürmesin. Allah Teâla seni, beni ve
cümlemizi korusun!”
Bu emirnâmeyi alan Utbe b. Gazvân (r.a.) küçük
ordusuyla Ubulle taraflarına sefere çıktı. Ubulle, Dicle
kenarında kurulmuş müstahkem bir şehirdi. İranlılar orayı silâh deposu haline getirmişlerdi. Kalelerin
burçlarına, düşmanlarını gözetleme yerleri yapmışlardı. Utbe (r.a.)’ın ordusu ise az ve silâh bakımından
zayıftı. Fakat azmin elinden hiçbir şey kurtulamazdı.
Utbe (r.a.) şehre yaklaşınca ordusunu yeni bir harp
nizamına koydu. Az sayıda kadın savaşçı vardı. Mızrakların saplarına astığı sancakları onlara verdi ve şu
tâlimatta bulundu: “Biz şehre yaklaştığımızda
sizler geride bir toz bulutu kaldırın” dedi.
Ordu, Ubulle’ye yaklaşınca verilen tâlimat üzere
hareket etti. Arkada büyük bir toz bulutu kaldırıldı.
Geçtikleri yer toz duman oldu. Düşmana büyük bir
ordu geliyor görüntüsü verildi. İran ordusunu korku
ve telâş aldı. Gördükleri askerlerin öncü kuvvet olduğunu, arkada ise büyük bir ordunun geldiğini zannet-
tiler. Kendi sayılarının azlığını düşünerek karşı koyamayacaklarına kanaat getirdiler ve şehri terketmeğe
başladılar. Savaş psikolojik olarak kazanılmış
oldu. Hiç bir kayıp verilmeden şehir teslim
alındı. Pek çok ganimet elde edildi.
Utbe (r.a.) dünyaya değer vermezdi. Onun alâyişine, süsüne aldanmazdı. Fıtraten sâde yaşar ve zâhidâne bir hayatı severdi. Fakat Ubulle’nin fethinden sonra dünya önlerine serilmişti. Dini için
dünyasından korkmağa başladı. Askerleri için
endişelendi. Çünkü rahat yaşamaya alışan bir daha
savaşa devam edemezdi. Dünya sevgisi insanın
irâdesini çözer, azmini kırar ve rehâvete sevkederdi. Bu düşüncelerinden dolayı askerlerini
orada bırakmak istemedi. Hz. Ömer (r.a.)’dan
izin alarak ordusuyla birlikte Basra’ya yerleşti. Şehrin merkezinde büyük bir câmi yaptırdı. Bütün
halkı câmiye toplayıp zihnini meşgul eden endişeleri
ve ulvî hasletlerle mücehhez gönlünün hislerini yukarıdaki hutbe ile dile getirdi. Valilikte pek hevesi yoktu.
İşi tadında bırakmak istiyordu.
Utbe b. Gazvân (r.a.) daha sonra yerine
vekil bırakarak Hz. Ömer (r.a.)’ı ziyaret etmek
üzere Medine’ye geldi. Kendisinin valilikten affını
istedi. Fakat halife kabul etmedi. O ısrar etti. Hz. Ömer
(r.a.) da ısrarla Basra’ya dönmesini emretti. Halife’ye
itaat etmek üzere istemeyerek de olsa geri dönmeğe
karar verdi. Yola çıkmadan önce, “Allah’ım! Beni
oraya tekrar döndürme’” diye dua etti. Yüce
Allah duasını kabul etti ve yolda vefat etti.
Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz.
Bugün birçok kimsenin elde etmek istediği valiliği onlar ellerinin tersiyle ittiler. Çünkü onlar, valilikten çok daha yüksek makamlarda bulunuyorlardı.
Onlar, darlıkta ağlamadı; genişlikte gevşeme-
2016
6
Şubat
Ocak
diler. Darlıkta sabrettiler, varlıkta şükrettiler.
Darlıkta isyan etmediler, varlıkta da ölçüsüz
hareket etmediler. Çünkü onlar, mü’mindiler.
Îmânları onlara nerde neyi, ne zaman yapacaklarını öğretmişti. Bugünkü insanların ilkesizliğine
bakınca kendilerine çok acıyoruz. Çünkü bu ilkesizlik,
îmân zayıflığından geliyor. Îmânı olmayan veya zayıf
îmâna sahip olanlar da acınacak insanlardır. Çevremizde ne kadar da çok acınacak insan var, değil mi?
Halid İbni Ömer el-Adevî
Babasının adı Ömer değil, Umeyr’dir. Ne var
ki, Nevevî onu Ömer diye yazıp kaydetmiştir. Tâbiîn
tabakasının önde gelenlerinden olup güvenilir
bir râvîdir. Bazı kaynaklar onu hem Câhiliye devrini
hem İslâm dönemini yaşayıp, Peygamberimiz’i görme
imkânı olmayan muhadramlar arasında sayar. Onun
muhadramûndan olmadığı yönündeki kanaat daha
yaygın ve isabetlidir. Hâlid İbni Umeyr Basra’lıdır. Burada da bir örneğini gördüğümüz gibi, Basra
valisi olan ve sahâbe-i kirâmın önde gelenleri arasında yer alan Utbe İbni Gazvân’dan rivâyetleri vardır.
Allah ona rahmetiyle muamele eylesin.
Açıklamalar
Bu rivayet, Mekke’de İslâm’ı ilk kabul edenler arasında yer alan ve Basra valiliği yapan Utbe
İbni Gazvân’ın bir konuşmasından nakledilmiş olup
mevkuf bir rivayettir. Bilindiği gibi mevkuf rivayetler,
sahâbîlere ait söz veya davranışlaTTrın anlatımından
ibarettir. Ancak bu rivayetler, muhtevâları itibariyle
merfû olabilir, yani Peygamber Efendimiz’in bir sözü,
bir davranışı, bir şeyi beğenmesi ya da beğenmemesi
gibi bir tavrını ifade eder veya burada olduğu gibi,
Utbe
(r.a.)
dünyaya
değer
vermezdi. Onun alâyişine, süsüne
aldanmazdı. Fıtraten sâde yaşar
ve zâhidâne bir hayatı severdi.
Fakat Ubulle’nin fethinden sonra
dünya önlerine serilmişti. Dini için
dünyasından
korkmağa
başladı.
Askerleri için endişelendi.
Ocak
Şubat
bir sahâbînin Peygamberimiz’den duymadan bilme
imkânı olmayan konuları ihtivâ edebilir. Bu sebeple
âlimlerimiz mevkuf rivayetleri doğrudan doğruya dinî
bir hüküm koymada müstakil delil kabul etmemişlerse
de, onları reddetme veya hiçbir şekilde kullanmama
gibi bir yola da gitmemişlerdir. Bunun aksine, onların
hükmen merfu olabileceğini veya merfu hadisle konulmuş olan bir hükmün açıklanması ve uygulanmasında bize yol göstereceğini kabul etmişlerdir.
Bu rivayette Utbe’nin bahsettiği konular ancak
vahiyle bilinebilecek hususlardır. Nitekim kitabımızın
çeşitli bölümleri içinde bunları gördük; gelecek bahislerde de göreceğiz. Çünkü cennet ve cehennemle ilgili
bilgileri insanların aklıyla bulması veya mahiyetlerini
açıklayabilmesi mümkün değildir. Bunların mutlaka
Allah’ın elçisi olan peygamberler aracılığıyla bildirilmiş olması gerekir. Utbe bunları insanlara anlatırken,
esasen Resûl-i Ekrem Efendimiz’den duyduklarını
özetlemektedir. Fakat söylediği sözleri peygambere
dayandırmadığı için rivayeti mevkuftur. Ancak biz
onun söylediklerinin muhtevasından hükmen merfû
olduğunu anlamaktayız. Bugün bizler de bir konuyu
açıklarken aynı şekilde yapıp, Kur’an’ın bazı âyetleri
ve Peygamberimizin bazı hadislerinin ışığında konuşur veya yazarız. Ama çoğu kere konuştuğumuz sözün
veya yazdığımız ifadenin aslında bir âyet ya da hadis
olduğunu söyleme ihtiyacı duymayız. Çünkü bizim
kültürümüz genelde Kur’an ve Sünnet temeline dayanır. Sıradan bir insanımızın bile hâfızasında bir kaç
âyet, bir kaç hadis, metniyle olmasa da anlamıyla yer
etmiştir. Bu bizim hiç de küçümsenmeyecek ve iftihar
edilmeye lâyık yanımızdır. Müslümanlar olarak milletçe korumamız gereken en önemli özelliklerimizden
biri bize göre budur.
7
2016
Prof. Dr Ali AKPINAR
Günümüz İnsanının
Kur’ân’a Olan İhtiyacı
Kur’ân,
insanlığın
iç dünyasını, ufkunu, yolunu
aydınlatan bir ışık kaynağı;
maddî ve manevî hastalıklar
için bir deva hazinesidir.
Kur’ân,
insanın
pek çok alandaki ihtiyacını
karşılayan, açlığını gideren
ilâhî bir ziyafet sofrasıdır. O,
bir şefaatçi ve azıktır.
2016
B
u
yazının
amacı,
‘Kur’ân’a
Dönüş
Söylemleri’nin sıkça
gündeme taşındığı bir dönemde, bu söylemin Kur’ân’a muhatap olan her seviyedeki
insanın hayatında pratiğe
dönüşebilmesini sağlamaya katkıda bulunmaktır.
Biz bu söylemi, bunalım, çıkmaz ve arayış içerisinde olan
insanımızın samimi bir dileği
olarak algılıyoruz. İstiyoruz ki
dilekler söylemlerde kalmasın,
sloganlaşarak buharlaşıp gitmesin. Zira ne kadar içten olurlarsa olsunlar dilek ve temenniler, içleri doğru bir biçimde
8
doldurulduktan sonra, hayata
geçirilmekle anlamlı hale gelir.
İşte bunu için bu çalışmamızda
önce “Kur’ân nedir ve ne
değildir?” sorusuna Kur’ân
ve sünnetten cevaplar aramaya çalışacağız; sonra
da Kur’ân’ın içeriğine deyinip
onun iniş gayesinin ne olduğuna dikkatleri çekeceğiz.
Kur’ân Nedir?
Kur’ân, Yüce Allah’ın
kelamı, O’nun sözüdür.
Biz ise Allah’ın kullarıyız.
Yüce Allah, biz kulları ile
Şubat
Ocak
iletişim kurmak için, bizim dilimizde kitaplar
indirmiş, son olarak da Kur’ân’ı indirmiştir.
Kur’ân Arapça’dır. Arapça ise insan dilidir. Cenab-ı
Hak, bize kendisini ve isteklerini tanıtabilmek
için bizim dilimizle bizlere seslenmiştir. Ama
Kur’ân’da insan dili Arapça, sıradan bir kul dili
olmanın ötesinde ilahî bir kullanıma bürünmüştür. Nasıl ki, bir edebiyatçının yahut bir büyük
düşünürün elinde dil, sıradan insanların konuştukları
dilden öte bir kalıba giriyorsa; Kur’ân dili Arapça
da, Yüce Yaratanın elinde apayrı
bir kılığa bürünmüştür. Kur’ân dili
Arapça’nın bu ayrıcalığı, onun anlaşılmazlığı anlamına gelmez elbette.
Fakat anlaşılabilmesi için biraz
çaba sarf etmeyi, bir alt yapı
kazanmayı gerekli kılar.
Allah
Kelamı
Kur’ân-ı Kerim hakkında, kul olarak söz söylemek zorlu bir iştir. Ne ki,
eğer Allah kelamı, kullar için
gönderilmişse, elbette kullar
onu tanımalı ve tanımlamaya çalışmalıdır. Ama Kur’ân tanımlanırken
ilk referans, o kelamın kendisi, onun ilk muhatabı
olan ve onu en iyi anlayıp insanlara ulaştıran Peygamberin sözleri olmalıdır.
İşte bu gerçekten hareketle biz de, bir Kur’ân tanımı elde debilmek için önce Kur’ân’ın bize kendisini
nasıl tanımladığına baktık. Onu tanıtan ayetlerin yanında, ona verilen isim ve sıfatlar üzerinde durduk.
Ardından Kur’ân ile ilgili hadislere başvurarak Allah
Rasülü’nün Kur’ân tanımını ortaya koymaya çalıştık. Daha sonra da çeşitli sahalarda otorite olan ilim
adamlarımız tarafından yapılan tanımlara yer verdik.
Burada şunu hemen söyleyelim ki, çok yönlü bir
kitap olması, kullara gönderilmiş olsa bile ilahî bir ki-
tap olması, onu tanıtan ayet ve hadislerde onun pek
çok özelliklerine dikkat çekilmiş olması, “efradını
cami, ağyarına mani” bir tanım ortaya koyarken
zorlanmamıza sebep oldu. Zaten yapılan Kur’ân tanımlarında da, onun bir ya da bir kaç yönünün öne
çıkarıldığı gözlemlenmektedir.
A-Kur’ân’a Göre Kur’ân Nedir?
Bize Kur’ân’ı tanıtan ayetlerden bir kaçı şöyledir:
“Kur’ân’ı Rahman öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.”[1]
“Hakikaten Kitabı, sana Biz
hak ile indirdik.”[2]
“Hiç şüphesiz Zikri
Biz indirdik ve doğrusu
onu Biz koruyacağız Biz!”[3]
“Onu Ruhu’l-Kudüs hak ile
Rabbinden indirdi.”[4]
“Onu Ruhu’l-Emin indirdi.”[5]
“O, kerim bir elçi sözüdür.”[6]
“İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kuran’ın bir benzerini ortaya koymak
için bir araya gelseler, ant olsun ki, yine de
benzerini ortaya koyamazlar.”[7]
“Apaçık olan Kitaba ant olsun ki, Biz onu, kutlu
bir gecede indirdik.”[8]
“Doğrusu, Biz, Kuran’ı kadir gecesinde indirmişizdir.”[9]
“Böylece şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe götürmeyen
toplanma günü ile uyarman için sana Arapça okunan
bir Kitap vah yettik.”[10]
{
}
“Kur’ân’ı Rahman öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.”[1]
“Hakikaten Kitabı, sana Biz hak ile indirdik.”[2]
“Hiç şüphesiz Zikri Biz indirdik ve doğrusu onu Biz koruyacağız Biz!”[3]
Ocak
Şubat
9
2016
Kuran’ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi
hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik.”
“Kuran’ı, insanlara ağır ağır okuman için, bölüm
bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.”[11]
“Kuran’ı ancak hak olarak indirdik ve o
da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.”
“Kuran’ı, insanlara ağır ağır okuman için,
bölüm bölüm indirdik ve onu gerektikçe indirdik.”[11]
“Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.
Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir,
sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine
yumuşar ve yatışır. İşte bu Kitap, Allah’ın doğruluk
rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah
kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.”[12]
“Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kuran’ı indirdik. Belki düşünürler.”[13]
“Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan müminlere büyük ecir olduğunu, ahirete inanmayanlara can yakıcı bir azap hazırladığımızı
müjdeler.”[16]
“Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara
yol göstererek yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.”[17]
“Kuran’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler
indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.”[18]
“Sana her şeyi açıklayan ve Müslümanlara
doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde
olarak Kuran’ı indirdik.”[19]
Kur’ân ile ilgili olarak buraya aldığımız ve burada
zikretmediğimiz[20] daha pek çok ayete göre Kur’ân’ın
şu özelliklere sahip bir kitap olduğu ortaya çıkmaktadır:
“Sana indirdiğimiz bu Kitap mübarektir; ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar.”[14]
“Doğrusu, insanlar arasında Allah’ın sana
gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitabı sana
hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden
taraf olma.”[15]
Kur’ân Allah kelamıdır.
Cebrail aracılığı ile inmiştir.
Peygamberimiz Hz.Muhammed’e inmiştir.
Hak ile inmiştir. Kaynağı haktır, indirilişi haktır ve
muhtevası haktır.
İnerken ve indikten sonra tahrif ve değişiklikten korunmuştur.
Arapça olarak inmiştir.
Ramazan ayında mübarek bir gece olan
Kadir gecesinde inmiştir/inmeye başlamıştır.
Bölüm bölüm inmiştir.
Mekke merkezli tüm yeryüzü insanına
inmiştir.
İnsanları uyarmak ve müjdelemek, onlara bir şifa
kaynağı olmak, onları doğru yola ulaştıran, onların
mutluluğu için gerekli her şeyi açıklayan eşsiz bir hidayet rehberi olmak üzere inmiştir.
2016
10
Şubat
Ocak
B-Kur’ân’ın İsimleri:
Kur’ân’ı tanıyabilmek, onunla tanışabilmek için
bu ayetlerden sonra, onun Kur’ân’da ve hadislerde
geçen isim / sıfatlarını gözden geçirmemiz yararlı olacaktır. Çünkü Yüce Allah ve O’nun Peygamberi
tarafından Kur’ân’a verilmiş bu isim ve sıfatların her biri, onun bir yönünü, bir özelliğini
ve güzelliğini ortaya koymaktadır. Belki bunların
hepsini birden değerlendirmek, kapsamlı bir Kur’ân
tanımını da ortaya çıkaracaktır.
Kur’ân’ın isim ve sıfatları ve bu konuda zikredilenlerin hangisinin isim, hangisinin sıfat olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kur’ân’ın büyük çoğunluğu ile Kur’ân’da geçen isimlerini
yüzün üzerine çıkaranlar olmuştur.[21] Biz bunların en meşhur olanlarını burada vermekle yetineceğiz:
Ahsenü’l-Hadîs (Sözlerin en güzeli): “Allah,
ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar
eden Kitabı sözlerin en güzeli (ahsene’l-hadis)
olarak indirmiştir.”[22]
el-Beşîr ve en-Nezîr (Müjdeleyen ve Uyaran):
“Doğrusu Biz, seni hak ile, müjdeci (beşîr) ve
uyarıcı (nezîr) olarak göndermişizdir.”[23] Kur’ân
içeriğinin en belirgin özelliğini belirten iki isimdir.
el-Beyyine (Apaçık belge): “Şüphesiz o, size
Rabbinizden belge (beyyine), yol gösteren ve
rahmet olarak gelmiştir.”[24]
el-Burhân (Açık, net ve kesin delil): “Ey İnsanlar! Rabbinizden size açık bir delil (burhân) geldi, size apaçık bir nur, Kuran indirdik.”[25]
Ahsenü’l-Hadîs
(Sözlerin
en
güzeli): “Allah, ayetleri birbirine
benzeyen ve yer yer tekrar eden
Kitabı sözlerin en güzeli (ahsene’lhadis) olarak indirmiştir.”[22]
el-Furkân (Hak ile batılı, iyi ile kötüyü. Hayırla şerri ayırt eden): “Hakkı batıldan ayırdeden
(furkan) Kuran’ı indiren Allah yücelerin yücesidir.”[26] Parça parça indiği için, hak ile batılı birbirinden ayırt ettiği için, içerisinde din ve dindarlara
yardım va’dleri bulunduğundan, okuyanı şek ve şüpheden kurtardığından, karanlıktan aydınlığa çıkarıp
doğru yola götürdüğü ve manen kişileri desteklediği
için bu isim verilmiştir.[27]
Hablüllah el-Metîn (Allah’ın kopmayan ipi): Ayette
“Hepiniz Allah’ın ipine sarılın”[28]; hadiste de, “O
Allah’ın sağlam ipidir”[29] buyurulmuştur. Kur’ân’da
da “hablüllah” isminin geçtiğini söylemiştik.
el-Hakîm (Hikmet kaynağı, hikmetli söz): “Andolsun hikmetli Kur’ân’a.”[30] Aynı kökten türetilen el-Hıkme, el-Hukm, el-Muhkem ve el-Muhkeme
isimleri, Kur’ân’ın Hakîm olan Allah kelamı olduğunu,
hikmetlerle dolu olduğunu, açık ve anlaşılır manada
olduğunu vurgulamaktadırlar.
el-Hüdâ (Doğru yola götüren): “Bu, doğruluğu
şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten
sakınanlara yol gösteren (hüdâ) Kitaptır.”[31]
Aynı kökten el-Hâdî de denmiştir.
el-Kelâm (Allah’ın sözü): “Puta tapanlardan
biri sana sığınırsa, onu güvene al; ta ki Allah’ın
sözünü (kelam) dinlesin.”[32] Kur’ân’ın Allah kelamı
olduğunu, bir takım kelimelerden meydana geldiğini
vurgulayan bir isimdir.
el-Kitâb (Yazılı olan): “Apaçık olan Kitaba ant
olsun ki.”[33] Kur’ân’ın yazılan, yazıyla korunan ve
içerisinde harf-kelime-ayet ve sureleri toplayan bir
mecmua olduğunu vurgulayan bir isimdir.
el-Kur’ân (Okunan): “Rahman, Kuran’ı öğretti.”[34] Bu isim, Yüce kitabın okunan ve ezbere
Ocak
Şubat
11
2016
eş-Şifâ (Şifa veren, şifa kaynağı): “Ey insanlar!
Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana şifa,
inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet
gelmiştir.”[40] Onun şifa oluşu ilerde incelenecektir.
okunarak korunan, içerisinde pek çok hikmetli manaları barındıran bir kitap olduğunu vurgulamaktadır.
Kelimenin kökünün ne olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimi Kur’ân ismi, onun özel
ismi olup herhangi bir kökten türememiştir derken;
kimi, okuma anlamına KaRaE kökünden; kimi, toplama anlamına Kar’ kökünden; kimi ziyafet anlamına
Kırâ kökünden; eşsiz fes’ıh anlamına Kırn kökünden;
kimi, birbirini destekleyen ve birbirine benzeyen delil anlamına Karîne kelimesinden; kimi de, birbirine
yakın KaRaNe kökünden türetildiğini söylemiştir. [35]
Gerçekten de Kur’ân bu anlamların hepsini bağrında
barındırmaktadır. O, hem eşi benzeri olmayan özel bir
kitaptır. Hem okunan bir kitap, hem içerisinde sayısız mana ve hikmeti toplayan bir kitap, hem Allah’ın
mümin kullarına sunduğu ilahî bir ziyafet sofrası, hem
delil ve belgelerle dolu bir kitap, hem eşsiz güzellikte
fasîh bir lafız, hem de birbirine yakın dizili kelimelerde oluşan ve kulları Yaratana yaklaştıran bir kitaptır.
Kur’ân’a ‘okunan, okunmuş’ anlamına, aynı kökten
el-Makru’, eş anlamlısı olan TeLâ kökünden el-Metlüv
ve RaTeLe kökünden el-Mürattel isimleri de verilmiştir.
el-Mev’ıza (En güzel ve en etkili öğüt): “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt (mevıza) ve
kalplerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[36]
en-Nûr (Işık ve aydınlık kaynağı): “Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar
saadete erenlerdir.”[37]
er-Rahmet (Rahmet menbaı): “Doğrusu Kuran,
inananlara doğruluk rehberi ve rahmettir.” [38]
es-Sırâtu’l-Müstekîm (Dostdoğru yol): “Bu, dosdoğru olan yoluma uyun.”[39]
eş-Şifâ (Şifa veren, şifa kaynağı): “Ey insanlar!
Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana
şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber
ve rahmet gelmiştir.”[40] Onun şifa oluşu ilerde
incelenecektir.
el-Urvetü’l-Vüskâ (Kopmayan sağlam kulp/tutamak): “İyilik yaparak kendini Allah’a veren
kimse, şüphesiz en sağlam kulpa (urvetü’l-vüskâ) sarılmış olur.”[41]
el-Vahy: “Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum” [42]
ez-Zikr (En etkili öğüt): “İşte bu,
indirdiğimiz bir mübarek zikirdir.” [43]
Sayılan bu kelimelerin bir kısmı
Kur’ân’ın ismi olarak, bir kısmı da onun
muhtevasını, bölümlerini ve diğer özelliklerini açıklayan niteliği olarak zikredilmiştir. Yine bu kelimelerin büyük bir
kısmı, zikredildiği şekilde ayetlerde geçmekte, bir kısmı da ayet yahut hadiste
geçen köklerden türetilmiştir. Bu sayılan isimlerin bir çoğu, aynı zamanda Allah Teâlâ ve Peygamberimizin
isimleri arasında sayılmıştır.
2016
12
Şubat
Ocak
Özetleyecek olursak, sayılan tüm bu isimler Kur’ân’ın en belirgin yanlarını öne çıkaran
kapsamlı manaları olan kelimelerdir. Kur’ân
sayılan tüm bu isimlerdeki derin manaları kuşatan bir kitaptır.
C-Hadislere Göre Kur’ân Nedir?
Kur’ân-ı Kerimi tanıtan, onun niçin indiğini, nasıl okunması gerektiğini, gereklerini yerine getirmenin
gereğini, okuyup amel edenlerin kazanacakları mükafatları anlatan pek çok hadis vardır. Biz bu hadislerden sadece Kur’ân’ı tanıtıcı olanlarını buraya almak
istiyoruz. İşte Kur’ân’ın ilk muhatabı olan ve onu en
iyi ve doğru bir şekilde anlayan insanın Kur’ân tanımları ve Kur’ân’a bakışı:
1. “Ben size iki şey bıraktım, onlara tutunduğunuz sürece sapmazsınız. Onlar Allah’ın
kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”[44]
2. “Dikkat edin, ilerde bir takım fitneler
olacaktır.”
Onlardan kurtuluş nedir, ey Allah’ın Rasülü?
diye sorulunca şöyle buyurdu:
“Allah’ın kitabıdır. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberleri vardır. Aranızda nasıl hükmedeceğiniz onda açıklanmıştır. O, oyun eğlence değil, hak ile batılı kesin hatlarıyla birbirinden ayırandır.
[45]
Onu büyüklenerek terk edenin Allah belini kırar.
Ondan başkasında hidayet arayanı Allah saptırır. O,
Allah’ın kopmaz sağlam ipidir. O, hikmet dolu zikirdir.
O, dosdoğru yoldur. O, kendisiyle arzuların kayıp sap-
1. “Ben size iki şey bıraktım,
onlara
tutunduğunuz
sürece
sapmazsınız. Onlar Allah’ın kitabı
madığı, onunla konuşan dillerin yalan yanlışa bulaşmadığı, ilim adamlarının kendisine doyup kanmadığı,
çok okumakla eskimeyen, eşsizliği bitip tükenmeyen
bir kitaptır. Onu dinleyen cinler şöyle demekten kendilerini alamamışlardır: ‘Doğrusu biz, doğru yola ileten eşsiz güzellikte bir Kur’ãn dinledik ve ona iman
ettik.’[46] Onunla konuşan doğru söylemiş olur. Onunla amel eden ödüllendirilir. Onunla hükmeden, adaletli davranmış olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış
olur. Al bu sözleri, kulağına küpe olsun!”[47]
3. “Kur’ân emir, nehiy, helal, haram, muhkem, müteşabih ve meseller olarak indi. Siz
onun helalini helal, haramını haram kabul
edin. Ondaki emrolunduğunuz şeyleri yerine
getirin, sakındırıldığınız şeylerden vazgeçin.
Onun muhkemleriyle amel edin, müteşabihlerine ‘inandık ona, hepsi Rabbimiz katındandır’[48] diyerek olduğu gibi onlara iman edin.”[49]
4. “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen
Kur’ân’ı harmanlasın.”[50]
5. “Kur’ân zenginliktir, ondan sonra fakirlik yoktur. Ondan öte başka zenginlik de
yoktur.” [51]
6. “Kur’ân apaçık bir nur, hikmet dolu bir zikir ve
dosdoğru yoldur.”[52]
ve Peygamberinin sünnetidir.”[44]
2. “Dikkat edin, ilerde bir
takım
Ocak
Şubat
fitneler
olacaktır.”
7. “Kur’ân devadır.”[53]
8. “Doğrusu bu kalpler de, tıpkı demirin paslandığı gibi paslanır. Onun cilası Kur’ân okumaktır.”[54]
9. “Kur’ân kuru kuru okumak, ilim de körü
körüne nakilcilik değildir. Ama Kur’ân hidayet, ilim dirayettir.”[55]
13
2016
8. “Doğrusu bu kalpler de, tıpkı demirin paslandığı
gibi paslanır. Onun cilası Kur’ân okumaktır.”[54]
9. “Kur’ân kuru kuru okumak, ilim de körü körüne
nakilcilik değildir. Ama Kur’ân hidayet, ilim dirayettir.”[55]
10. “Kur’ân avam dili uydurma lehçelerle, bozulmuş kelimelerle inmemiştir. Ama o, apaçık bir
Arapça olarak inmiştir.”[56]
11. “Siz Kur’ân’dan daha üstün bir şeyle
Allah’a dönemezsiniz.”[57]
12. “Kur’ân göklerde, yerde ve orada bulunanlardan Allah’a en sevimli gelen şeydir.”[58]
13. “Doğrusu bu Kur’ân Allah’ın kullarına
sunduğu bir ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince O’nun ziyafetini kabul ediniz.”
“Her ziyafet sahibi, davetine gelinmesini ister.
Allah’ın ziyafeti ise Kur’ân’dır. O halde onu bırakmayın.”[59]
14. “Oruç ve Kur’ân kula şefaat ederler. Oruç
der ki: ‘Rabbim, ben bunu gün boyu yemeden içmeden alıkoydum, beni ona şefaatçi kıl.’ Kur’ân da şöyle
der: ‘Rabbim, ben onu geceleri uykusuz bıraktım, ne
olur beni ona şefaatçi kıl’. Sonunda ikisi de sahiplerine şefaat ederler.”[60]
15. “Doğrusu Kur’ân şefaatçi ve şefaati
makbul olandır. Yine o, savunucu ve savunması makbul olandır. Onu önder kabul edeni o,
cennete götürür. Onu arkasına atanı ise cehenneme sürükler.”[61]
16. “Doğrusu bu Kur’ân, ondan hoşlanmayan
kimseye zor ve çetin gelir. Ona uyana ise, gayet kolay
gelir.”[62]
17. “Kur’ân (okuyup gereklerini yerine getirirsen) lehine yahut (okumaz ve gereklerini
yerine getirmezsen) aleyhine delildir.”[63]
18. “Kur’ân okumaya devam et. Zira o, senin
için dünyada nurdur, yolunu aydınlatır. Gökte de bir
azıktır, sana faydası dokunur.”[64]
19. “Kur’ân’a sarılın, onu rehber ve önder
edinin. Çünkü o, alemlerin Rabbinin kelamıdır.
O, O’ndan gelmiş ve O’na döner. Onun müteşabihlerine inanın, örneklerinden ders alın.”[65]
20. Peygamberimize en sevimli amelin ne olduğu soruldu, O şöyle cevap verdi: “Yolculuğu bitirince tekrar yolculuğa başlayan kimse.” O kimdir
diye sorulunca, şöyle buyurdu: “O kimse, Kur’ân’ı
başından sonuna kadar okur, bitirince tekrar
başa döner.”[66]
21. “Kur’ân’ı okuyup gereğini yerine getiren kimseye ahirette şöyle denir: ‘Oku ve yüksel. Dünyada nasıl ağır
ağır okuduysan öyle oku. Çünkü senin
makamın, okuyacağın en son ayetin yanıdır.”[67]
22. “Kur’ân’ı taşıyan, İslamın
bayrağını taşıyan gibidir. Ona ikram eden, Allah’a ikram etmiş
olur. Ona ihanet edene ise, Allah
lanet etsin!”[68]
23. “Şüphesiz Yüce Allah bu kitapla kimi toplumları yüceltir, kimilerini de
alçaltır.”[69]
2016
14
Şubat
Ocak
24. “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve
öğretenidir.”[70]
25. “Kur’ân ehli, Allah’ın ehli ve O’nun has
adamlarıdır.” [71]
Buraya derlediğimiz bu bir demet hadise göre
Kur’ân’ın öne çıkan özellikleri şunlardır:
Kur’ân, insanları fitne, kargaşa ve sapıklıktan koruyan; onlara mutlu bir hayatın yöntemini gösteren bir ilâhî rehberdir.
Kur’ân, insan ve cinlere gelmiş, gerçek bilgi ve
hikmet kaynağıdır.
Kur’ân, insanlığın iç dünyasını, ufkunu,
yolunu aydınlatan bir ışık kaynağı; maddî ve
manevî hastalıklar için bir deva hazinesidir.
Kur’ân, insanın pek çok alandaki ihtiyacını karşılayan, açlığını gideren ilâhî bir ziyafet sofrasıdır. O, bir
şefaatçi ve azıktır.
Kur’ân, okunması, anlaşılması, ezberlenmesi ve gereklerinin yaşanması inanan insanlara kolay ve tatlı gelen bir kitaptır.
Kur’ân, dünya ve ahirette insanı yücelten bir kitaptır.
Ocak
Şubat
Dipnotlar
[1] 55 Rahman 1-4.
[2] 4 Nisa 105.
[3] 15 Hıcr 9.
[4] 16 Nahl 102.
[5] 26 Şuara 193.
[6] 69 Hakka 40; 81 Tekvir 19.
[7] 17 İsrâ 88.
[8] 44 Dühan 3.
[9] 97 Kadir 1.
[10] 42 Şurâ 7.
[11] 17 İsrâ 105-107.
[12] 39 Zümer 23.
[13] 16 Nahl 44.
[14] 38 Sad 29.
[15] 4 Nisâ 105.
[16] 17 İsrâ 9-10.
[17] 2 Bakara 185.
[18] 17 İsrâ 82.
[19] 16 Nahl 89.
[20] Bkz. Bakırcı Saffet, Kur’ân Kendisini Nasıl Tarif Ediyor? Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İst, 1986.
[21] Bkz. Zerkeşî, el-Bürhân, I, 273-276; Suyûtî, el-İtkân, I, 67; Fîruzabâdî,
Besâir, I, 88-95. Kur’ân’ın 109 ismi için bkz. Akpınar Ali, Kur’ân Niçin ve Nasıl
Okunmalı? Konya 2000, s, 15-30.
[22] 39 Zümer 23.
[23] 2 Bakara 119.
[24] 6 Enam 157.
[25] 4 Nisa 174.
[26] 25 Furkan 1.
[27] Fîruzabâdî, age, I, 83.
[28] 3 Alu Imrân 103.
[29] Tirmizi, Fadâilü’l-Kur’ân 14; Dârimî, Fadâilü’l-Kur’ân 1.
[30] 36 Yasin 2.
[31] 2 Bakara 2.
[32] 9 Tevbe 6.
[33] 44 Dühan 2.
[34] 55 Rahman 1-2.
[35] Bkz. Fîruzabâdî, age, I, 84; Zerkeşî, age, I,277-279.
[36] 10 Yunus 57.
[37] 24 Nur 157.
[38] 27 Neml 77.
[39] 6 Enam 153.
[40] 10 Yunus 57.
[41] 2 Bakara 256; 31 Lokman 22.
[42] 21 Enbiyâ 45.
[43] 21 Enbiyâ 50.
[44] Malik, Muvatta’, Kader 3.
[45] Aynı manada Kur’ânda şöyle buyurulmuştur: “Doğrusu o, hak ile batılı birbirinden ayırt eden kati bir sözdür. O, bir oyun ve eğlence değildir.” 86 Târık 13-14.
[46] 72 Cin 1.
[47] Tirmizi, Fadâilü’l-Kur’ân 14; Dârimî, Fadâilü’l-Kur’ân 1.
[48] 3 Alu Imran 7.
[49] Ali el-Müttakî, age, I, 529-530.
[50] Ali el-Müttakî, age, I, 548.
[51] Münâvî, age, IV, 535; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 94.
[52] Münâvî, age, IV, 536
[53] Münâvî, age,IV, 536; Aclûnî, age, II, 95.
[54] Ali el-Müttakî, age, I, 445.
[55] Ali el-Müttakî, age, I, 550.
[56] Ali el-Müttakî, age, I, 550.
[57] Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’ân 17.
[58] Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân 6.
[59] Ali el-Müttakî, age, I, 513-514.
[60] Ahmed b. Hanbel, II, 174.
[61] Münâvî, age, IV, 535.
[62] Ali el-Müttakî, age, I, 550; Gümüşhanevî, Râmuzü’l-Ehâdîs, I, 133/6, 227/11.
[63] Müslim, Tahâra 1; Tirmîzî, Deavât 85; Nesâî, Zekat 1; İbn Mace, Tahara 5;
Dârimî, Vudû’ 2; Ahmed, V, 342, 343.
[64] Münâvî, age, IV, 332.
[65] Ali el-Müttakî, age, I, 515.
[66] Tirmîzî, Kur’ân 11; Dârimî, Fedâilü’l-Kurân 33.
[67] Tirmîzî, Sevâbü’l-Kur’ân 18; Ahmed, II, 192, 471.
[68] Gümüşhanevî, age I, 272/10 (Deylemî’den).
[69] Müslim, Müsafirûn 269; İbn Mace, Mukaddime 16.
[70] Ahmed, I, 58; Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 21; Ebû Davut, Vitr 14; Tirmizî,
Sevâbü’l-Kurân 15; İbn Mace, Mukaddime 16.
[71] Ahmed, III, 1228, 242.
15
2016
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
Müslümanlar Nasıl Kurtulur?
Müslümanlığımız
sözde kalmamalı, kalbimizde
bunu onaylamalıdır. “Ey İman
edenler! Allah’a, peygamberine,
peygamberine indirdiği Kitab’a
ve daha önce indirdiği kitaba
iman edin!” (Nisâ, 4/136).
Y
aratıkların en güzeli ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi
olan insanoğlu peygamberler aracılığıyla gönderilen
ilâhi buyruklara uyduğu
müddetçe değerlidir. İnsanoğlu değerliliğirni zaman
zaman taçlandırarak en
yüksek seviyeye çıkmış,
zaman zaman da en alçak
seviyelere düşmüştür.
İnsanlığın kültür mirası
olarak nitelendirilecek medeniyet zaman zaman el değiştirse
de devamlıdır, süreklidir. Bazen doğudadır bazen batıda-
2016
16
dır. Sahip olunan medeniyet
doğunun batının veya bir toplumun tekelinde değildir. Bu
bazen doğuda bazen de batıdadır. Allah bunu şöyle açıklamaktadır: “Zafer günlerini
insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz” (Âl-i
Imrân, 3/140). Medeniyetin
el değiştirmesi Allah’ın kahrından veya nimetinden dolayı
olabilir. Bu nimet tarihte uzun
müddet Müslümanların elinde
kalmış, daha sonra batıya geçmiştir. Batı kendisine sunulan
bu nimetin kıymetini bilemedi
ve kötü bir sınav verdi. Sahip
olduğu bu nimetin eline geçme
Şubat
Ocak
ihtimali olan toplumların filizlenmesine imkan vermemek için mücadele etmektedir. Batı tekrar medeniyetin Müslümanların veya başka bir toplumun eline
geçeceğini çok iyi bilmektedir. Bütün çabaları kendi
saltanatlarını biraz daha uzatmaktır. Ama “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir
an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.”
(A’raf, 7/34). Elmalılı Hamdi Yazır, kavimlerin bu yok
oluşunu, bu âyetin tefsirinde şöyle açıklamaktadır:
“Her cemaat, büyük veya küçük her kavim ve devlet için Allah katında belirli bir vakit ve süre vardır.
Allah’a karşı peygamberini yalanlayanların, müşriklerin, azgınların, dinsizlerin,
zalimlerin, asilerin, edepsizlerin, hepsi
dünyanın her tarafında birdenbire aynı anda cezalandırılmazlar.
Çeşitli toplumların, kavimlerin
belirli müddetleri vardır. Birini
şu kadar zaman içinde helak
eden bir fenalık, diğerini mahvetmek için daha az veya daha
çok zaman alabilir. Ancak ecelleri
gelip mühletleri bitince ne bir saat
gecikebilir ne de bir saat öne geçebilirler, helak edilirler. İbn Abbas ve tefsircilerin çoğunluğunun tercihine göre bu âyetteki ecel,
söz gelişine göre mutlak ömür manasına olmayıp,
“azab ve helak eceli” demek olduğundan “her
ümmetin bir eceli vardır” kanunu, fertleri dinlerine bağlı olan bir ümmetin (veya adalet üzere olan
toplumların), dünyanın sonuna kadar yaşayabilmesine engel değildir. Bundan günah ve ahlâksızlık içinde
koşan kâfir ve âsi ümmetlerin bir müddet nâil oldukları görünüşteki refah ve safaya bakıp da arkalarına
düşmemek ve onları bâkî kalacak sanıp da ahlâk ve
hareketlerini ve medeniyet tavırlarını benimsenecek
bir örnek saymamak gerektiğini anlamalıdır.” Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Zulme dalmışken
helak ettiğimiz nice beldeler vardır ki evlerini
duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıpıssız kalmıştır. Şimdi oralarda kullanılamaz hale gel-
miş nice kuyular, (harap olmuş) nice görkemli
köşk var!” (Hac, 22/45).
Medeniyet Hak
Ediştir
Dünyadaki mücadele aslında gücün kimde olacağı mücadelesidir. Medeniyet mücadelesi yarışında
bazı Müslüman halklar üzerine düşeni yaparken, bazıları kısır döngüler peşindedir. Medeniyet mücadelesinin Müslümanların eline
bir an evvel tekrar geçmesi için hiç
zaman kaybetmeden herkes gereken mücadeleyi vermesi gerekir.
Böylece kimin gerçekten samimi bir şekilde çalışıp çalışmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.
Hayat zaten bunun için değil
midir? Hangimizin daha iyi olduğunu ortaya koymak. “Hanginizin
davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve
hayatı yaratan O’dur.” (Mülk, 67/2).
Başka bir âyette bu durum şöyle ifade edilmektedir.
“Arşı, su üzerinde iken hanginizin daha güzel
davranacağını denemek için gökleri ve yeri
altı günde yaratan O’dur.” (Hûd, 11/7). Mücadele
anında başarı ve başarısızlıklar bizler içindir. “Başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır.” (Hûd, 11/88).
Bizler zaferden değil; seferden sorumluyuz. Yani çalışıp çalışmadığımızdan sorumluyuz. “İnsan ancak
çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 53/39).
Medeniyet yarışını Allah bazısına kahrından,
bazısına da rahmetinden dolayı verir. Batı medeniyeti zamanını doldurdu. Medeniyetin el değiştirmesi
kaçınılmaz ve bu hak edenin eline geçecektir. Yani
medeniyet bir hak ediştir. Batı bunu bildiğinden medeniyetin eline geçme ihtimali olan Müslümanlara
{
}
Her zaman âdil olmalıyız. “Ey İman edenler! Allah için hakkı
ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir
topluluğa duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin.
Adâletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun.
Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 5/8).
Ocak
Şubat
17
2016
komplo üstüne komplolar kurmaktadır. Bunu yapmakla aslında kendi ecelini hızlandırmaktadır. Son olarak
da Sünnî Şiî savaşı çıkarabilmek için uğraşmaktır. Batı
safını şimdiden belirlemiş Şiiler tarafında olduğunu ilan
etmiştir. İran’a 1979 yılından beri uygulanan ambargonun kaldırılmış olması da bunun bariz göstergesidir.
Fakat herkesin bir planı varsa Allah’ın da bir planı vardır. “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların
tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (Âl-i Imrân, 3/54).
Nasıl Kurtuluruz?
Medeniyet yarışının tekrar bir an evvel Müslümanların eline geçmesi için yapmamız gerekenler
belki şöyle sıralanabilir. Bu, bir anlamda “kurtuluşumuz için neler yapılabiliriz?”in de cevabıdır:
-Müslümanlığımız sözde kalmamalı, kalbimizde bunu
onaylamalıdır. “Ey İman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha
önce indirdiği kitaba iman edin!” (Nisâ, 4/136).
-İbadetlerimizi aksatmadan yerine getirmeliyiz.
-Günahlardan özellikle de büyük günahlardan kaçınmalıyız. Bir hadiste bunlar şöyle sayılmıştır: “Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir kimseyi
haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz
yemek, savaş meydanından kaçmak, namuslu
bir kadına zina iftirasında bulunmak.” (Buhârî,
Hudûd, 44; Müslim, İman, 145).
-Gerçek anlamda sadece Müslümanlar dostumuzdur. “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (Bakara, 2/120). Fakat bu
âyet onlarla bir arada yaşamayın, ticari ilişkilere girmeyin anlamına gelmez. Allah Mü’minlerin kimlerle
barış ve savaş halinde olunduğunu şu âyetlerle belirtmektedir: “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla
iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli
davranmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever. Allah ancak, din konusunda
sizinle şavaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış
ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dost-
2016
luk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir.”
(Mümtehıne, 60/8-9).
-Her zaman âdil olmalıyız. “Ey İman edenler!
Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa
duyduğunuz kin, sizi adâletsiz davranmaya itmesin. Adâletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mâide, 5/8).
-Sadece yeme içme konusunda değil; hiçbir konuda israf etmemeliyiz. “Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf, 7/31).
-Çok çalışmalıyız. Herkes bulunduğu konumda en
iyi olmaya çalışmalıdır. Müslümanın boş vakti olmaz,
olmamalıdır. “Bir işi bitirdiğinde hemen diğerine
başla! Ve yalnız Rabbine yönel.” (İnşirâh, 94/7-8).
-Müslümanlarla tartışıp enerjimizi boşa
harcamamalıyız.
-Uyanık olmalıyız. Müslüman bir delikte ikinci kez
ısırılmaz. “Mü’min aynı delikten iki defa sokulamaz, ısırılmaz.”(Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63).
-İhlastan samimiyetten ayrılmamalıyız.
-Müslüman olarak nasıl olmamız gerekiyorsa
öyle olmalıyız. “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyrulduğu gibi dosdoğru
ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı
çok iyi bilmektedir.” (Hûd, 11/112).
-Geleceğe ümitle bakmalıyız ve bu inancımızın
da gereğidir. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah’ın
rahmetinden ümit kesmez!” (Yusuf, 12/87). Necip
Fazıl KISAKÜREK’in ifadeleriyle:
18
“Mehmedim sevinin başlar yüksekte,
Ölsek de sevinin eve dönsek de.
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte,
Yarın elbet elbet bizimdir.
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.”
Selam ve dua ile…
Şubat
Ocak
Hikmet Damlası
İstikametten büyük keramet yoktur.
Nefis keramet ister, Mevla ise istikamet.
Bir kişinin havada uçtuğunu,
Denizde yürüdüğünü görseniz,
Hal ve hareketine bakınız.
Sünnete uygun değilse,
Havada kuşlar uçar,
Denizde balıklar yüzer.
İtibar etmeyiniz.
Sultan Hacı Şaban Efendi Hazretleri
Ocak
19
2016
Abdullatif ACAR
Kurtuluş Reçetemiz Kur’an
Yüce Allah kurtuluş
reçetesini
yani
kur’anı
insanlara sunuyor şu ayeti
kerimeyle:
“Biz kur’andan müminler
için, şifa ve rahmet olacak
şeyler indiriyoruz. Zalimlerin
ise kur’an, ancak zararını
artırır” (isra,82)
2016
M
erhameti sonsuz olan
Allah, insanı yaratır yaratmaz, gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla onu başı
boş bırakmamış, dağların
dahi kaldıramayacağı büyük
sorumluluğunu ve görevini
hatırlatarak ona merhamet etmiştir. Doğruları ve yanlışları insanın önüne sererek
sağlıklı bir seçim yapmasını sağlamıştır. Kur’an insana
bazı sorular sorar, düşünmeye
sevk eder, aklını ve iradesini kullanarak hem dünyasını
hem de ahiretini kazanmanın
20
yollarını gösterir. İlk insanın
aynı zamanda ilk peygamber olarak gönderilmesi
dahi işin ciddiyetini anlamak açısından önemlidir.
Yüz yirmi dörtbin peygamber
gönderilmiştir. Ancak, hidayet
yoksunu, kalpleri taşlaşmış
insanlar bu uyarılardan nasiplenememiş, küfürde isyanda sınır tanımayan bir kısım
kavimler daha bu dünyada
Allah’ın gazabına müstahak
olmuşlardır. Bazı peygamberlere birkaç kişiden başka kimse
tabi olmamıştır. En vahimi de
Allah’ın kitaplarını tahrif
Şubat
Ocak
ederek onları kendi arzuları istikametinde değiştirmişlerdir. Yüce Rabbimiz buyuruyor:
“Bu kur’an,Rahman ve ve Rahim tarafından indirilmedir”(Fussilet,2)
Gerçek hükmün sahibi olan Allah, önceki gönderdiği kitapların hükmünü kaldırıp insanları yeni
kitaplarla ve peygamberlerle irşat ederek yine merhametini esirgememiştir.
Kur’an Meydan
Okuyor
Peygamber zincirinin son altın halkası
hazreti Muhammet’tir. Son kitap ise Kur’anı
Kerimdir. Allah, bu sebeple kur’anı özel koruma
altına almış, onu koruyacağını vaad etmiştir. Kur’an
indiği zaman arap toplumu edebiyatta çok ileri bir
düzeydeydi, buna rağmen kuranın olağan üstü üslubu karşısında herkes hayran kalmış, güzel sesli Hz.
Ebubekir gibi sahabiler kur’anı okuduklarında
müşrikler dahi etraflarına toplanır kuranı dinlerlerdi. Kimse Kur’an’ın bir benzerini yerine getirememiştir. Çeşitli zamanlarda tahrip etme teşebbüsleri
de hüsranla sonuçlanmıştır. Bu gün dünyanın her tarafında hafızlar aynı kuranı terennüm ediyor, bir harfi
dahi değişmemiş ayetlerini okuyor.
Bu hususta yüce Allah, kuran düşmanlarına
meydan okuyor:
“Eğer kulumuza(Muhammed)’e indirdiğimiz
(kuran) hakkında şüphede iseniz, haydi onun
benzeri bir süre getirin ve doğru söyleyenler
iseniz, Allah’dan başka (yardımcılarınızı da)çağırın ve bunu isbat edin”(Bakara,23)
O kur’an en yüksek hakikatleri ihtiva etmekte; ilmin ve tecrübenin nice asırlar sonra ortaya koyduğu
hakikatleri 1400 sene öncesinden haber vermektedir.
Bu bile kur’anın doğrudan doğruya Allah’ın kelamı
olduğunun delilidir. Dünya yaşlandıkça kuran gençleşiyor. İhtiva ettiği hakikatler kendisinin Allah kelamı
olduğunu haykırıyor. İlim ve teknoloji ne kadar
ilerlerse ilerlesin asla kur’an’ın ilmine aykırı
düşmez. Bu, olsa olsa kur’an-i hakikatlerin tezahüründen, onu teyit etmekten başka ileriye gidemez.
İlimler, yeni keşifler kur’anın tefsiri olarak
onun hakikatlerini ispat etmektedir.
Kalpleri kararmış, ruhları ölmüş, önyargılı bir şekilde kurana yaklaşan, onun göz kamaştırıcı hakikatleri karşısında yarasa ruhlu insanlar, kuranın gerçekleri
karşısında deve kuşu misali, kafsalarını kuma gömerek Allah’ın takdirinden muaf olacaklarını zannettiler.
Düşmanca tutum ve davranışlarla güneşi üflemekle
söndürebilecekleri ahmaklığına kapıldılar. Tarihte bu
böyleyiydi, bugünde böyle, yarında öyle olacak...
Allah her şeyden haberdardır. Gözlerini hakikata kapatanlar ancak kendi dünyalarını karartırlar.
Ahirette onlar için büyük pişmanlık ve korku vardır.
Bu dünyadada o inkarcılar ne İslama ve kurana düşmanlıktan geri dururlar. nede huzuru yakalayabilirler.
Yüca Allah, böyle inkarcılarla ilgili şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz kur’an Allah’a karşı gelmekten
sakınanlara bir öğüttür. Şüphesiz biz, içinizden
yalanlayanların olduğunu biliyoruz. Şüphesiz
kur’an kafirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. Şüphesiz kuran, gerçek kesin bilgidir.
O halde sen yüce Rabbinin adıyla tesbih et.” (
Hakka,48-52)
Asıl olan biz müminler, rehber ve aydınlığımız olarak kabul ettiğimiz Allah’ın kelamını
ne kadar okuyor ve anlıyoruz. Anladığımız hakikatleri hayatımızda nekadarını uyguluyoruz.
{
}
Yüce Allah, kuran düşmanlarına meydan okuyor:
“Eğer kulumuza (Muhammed)’e indirdiğimiz (kuran) hakkında
şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir süre getirin ve doğru
söyleyenler iseniz, Allah’dan başka (yardımcılarınızı da) çağırın ve
bunu isbat edin”(Bakara,23)
Ocak
Şubat
21
2016
“Şüphesiz kur’an Allah’a karşı gelmekten sakınanlara
bir
öğüttür.
Şüphesiz
biz,
içinizden
yalanlayanların
olduğunu biliyoruz. Şüphesiz kur’an kafirler için mutlaka bir
pişmanlık sebebidir. Şüphesiz kuran, gerçek kesin bilgidir. O
halde sen yüce Rabbinin adıyla tesbih et.”(Hakka,48-52)
Bunu sorgulamak gerekir. müslümanların en öncelikli
meselesi bu olmalı. Kurtuluşu yakalamak ancak
suni gerçeklerle değil, aklın, şeytanın telkinleriyle kulağımızı üflediği hakikat adına beşeri
yalanlarla değil, yanılmaz vahyin gerçekleriyle
mümkündür. Dünyanın, bütün insanlığın maddi ve
manevi terakkisi ve ıslahı ancak kur’anı, hayat kitabı
yapmakla mümkündür. Fakat bu gerçekler her zaman
temenniler şeklinde müslümanların hayatında yer etti,
daha öteye yeterince geçemedi. Kuranla müslümanın
arası açıldığından, bu derece kitabına müslüman yabancılaşdığından tarihin hiçbir devrinde insanlık bu
kadar sefalet, cehalet, karanlık, zulüm ve haksızlık i
içinde kalmamıştı. Onun için dünyanın üzerindeki karabulutlar bir türlü dağılmıyor. Karanlık koyu, ancak
nerdeyse bir asırdır şafak sökmüyor, huzur fakiri, ibadet ve itaat cimrisi, hak ve hukuk yoksunu insanlarla
dolu dünyamızda.
Gecenin karanlığı, şafağın yakınlığının belirtisidir. Umarım ki bu karanlık ufuktan doğacak güneşin insanları aydınlatmak için hazırlığının müjdesidir. Ancak sancı çekmeden doğum
olmayacağı gibi çile çekmeden, irademizin hakkını
vermeden, Şeytan ve nefsimizle amansız bir şekilde mücadele etmeden de saadet ve huzur olmaz, hasretle beklediğimiz şafak sökmez.
2016
Rehbersiz Yolculuk
Olmaz
Peygamberimiz(s.a.v.)’in ifadesiyle, dünya bir
gölgelik biz ise yolcu, kısa bir süre dinlenip
yolculuğumuza devam edeceğiz. Evet, Dünyada ebedi olarak kimse kalmıyor; er veya geç bir gün
ecelin oku bizi de avlayacak. Önümüzde kabir, arkamızda Azrail. Sağımızda cennet, solumuzda cehennem, yürüdüğümüz yol kıldan ince
kılıçtan keskin. Hesaba yaklaşıyoruz, defterimiz
yarın önümüze konacak, Rabbim “Ne yaptın” diye
soracak, ne cevap vereceğiz? Ömür kısa olmasına rağmen görevimiz ağır, hedefe ulaşmanın önünde
engeller çok; her köşe başında şeytan ve havarileri
bizi bekliyor, pusu kurmuş bizi avlamak istiyor. Nefis pervasızca, ısrarla kendine kul olmamızı
istiyor. Yaşadığımız dünya adeta isyanda yarışıyor. Çarşıda isyan, Pazarda isyan, komşuda isyan,
akrabalarda isyan, işveren kandırmanın peşinde, işçi
kaytarmanın hesabını yapıyor, menfaat için dinini satan insanlar hak hukuk cellatları, konuşan çok, yaşayan az; günaha davet eden arkadaşlar kurana
davet etmiyor. Yolsuzlukta ısrar eden dostlar “namaz kıl” diye ısrar etmiyor. Para kazanmak için
haramı meşru göstermeye çalışanlar, Allah’ın
rızasını kazanmada bu kadar gayret sarf etmiyor. Yere kapandığında seni tutup kaldıranlar, günaha battığında elinden tutup kaldırmıyor. Evin yandığında üzülenler, günahla cehenneme koşarken
üzülmüyor. Evet, böyle bir hayatın içerisindeyiz,
onun için günümüzde istikamet üzere olmak çok zor.
Dikenli yolda yürümek ne kadar dikkat gerektirirse bu
zamanda günaha bulaşmamakta o derece zordur. Günaha kapalı ortamlarda, Allah’ın emirlerinin yaşandığı bir toplumda insan kendini muhafaza
edebilir kolayca. Ancak başını döndürdüğün her
taraf günaha davet ediyorsa, günah, isyan, kü-
22
Şubat
Ocak
für normal bir davranış halini almışsa Allah’ın
istediği kulluğu yaşamanız çok zorlaşır. Böyle
durumda kuranın ipine sıkıca tutunmaktan peygamberin sünnetine sarılmaktan başka çıkış yoktur.
Mehameti sonsuz olan Yüce Allah, bu gibi tehlikeli ortamda, istikamet üzere kalabilmek için kitabı
mübinini işaret ediyor şu ayeti kerimesiyle:
“Şüphesiz, bu benim dost doğru yolumdur.
Buna uyun (başka) yollara sapmayın. Sonra onlar
sizi Allahı’n yolundan ayırır. İşte günahtan korunmanız için Allah, bunları emretti”(Enam,153)
Örnek, önder, kur’anın yürüyen hali, hayatıyla, yaşantısıyla kuranı talim eden, uygulayarak gösteren, asla nefsinden konuşmayan,
Allah’ın Habibi, Peygamberimiz (s.a.v.)’de bir
hutbesinde şöyle buyurmuştur:
“Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kitabı, hal
ve tavırların en güzeli ise Muhammedin hal ve
tavrıdır.”(Nesai) Bize şahdamarımızdan daha
yakın olan, bizi, bir annenin evladına olan sevgisinden bizi daha fazla seven, ateşin azabından korumak için rehber olarak kur’anı gönderen Allah, buyuruyor ki:
“Bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır.
Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol
göstericidir” (Bakara,2)
Evet, Rabbimizin son vahyi olan bu kitap kendisinde şüphe olmayan bir kitaptır. Ancak o, gönlünü
kendisine açanlara yol gösterir. Kur’an gönül işidir.
Ona ittiba sözle olmaz. Bizzat yaşayarak olur.
“Şüphesiz, bu benim dost
doğru yolumdur. Buna uyun( başka)
yollara sapmayın. Sonra onlar
sizi Allahı’n yolundan ayırır. İşte
günahtan korunmanız için Allah,
bunları
Ocak
Şubat
emretti”(Enam,153)
Şaşı bir bakış, iradesiz bir duruş, ihlassız bir kabul ondaki faydayı engeller. Bulandırılmamış bir akılla
kirletilmemiş bir kalple, gerçek manada tasdik
edilmiş bir imanla ona tutunmak gerek, o zaman yol hakkın rızasına çıkar şüphesiz.
Kur’an Hayat
Kitabıdır
Hayatı bize bahşeden sonra imanla, salih amelle ruhlarımızı dirilten yüce Rabbimiz, hayat kitabımız
kur’anda bütün insanlığa hitaben buyuruyor ki:
“Ey insanlar! İşte size rabbinizden bir öğüt,
kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici
bir rehber, ve rahmet (olan kuran )geldi”(Yunus, 57)
Yine Başka bir ayette de:
“(Ey peygamberim) İşte sana emrimizle
bir ruh, kalpleri dirilten bir kitap vahyettik.”
(Şura,52) buyuruyor.
Kur’an ölü kalplere ab-ı hayattır. Kuran bütün insanlığa bir hitaptır inanmayanlara imana çağrı,
inananlara kulluğa çağrıdır. İnançsızlık girdabına yakalanmış, haktan hakikatten habersiz hayat sürenler,
Rablerinden uzak olanlar gerçek manada ölüdürler,
onun için kuran, İman eden gönüllere rahmet ve
bereket kazandırır.
Kurumuş topraklara yağan yağmur nasıl
rahmet olarak görülüyorsa, imandan yoksun
kalplere hidayette rahmet olarak nitelendiriliyor. Kurumuş topraklar, yarık yarık olmuş bir vaziyette, boyunları bükük, üzerlerindeki ağaç ve nebatatların kurumuş dallarında bulunan, yağmurun hasretini
23
2016
Yüce Rabbimiz, hayat kitabımız kur’anda bütün
insanlığa hitaben buyuruyor ki:
“Ey insanlar! İşte size rabbinizden bir öğüt, kalplere
bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber, ve rahmet
(olan kuran) geldi” (Yunus, 57)
izhar ederek gök yüzündeki bulutlara masum ve hevesli bakışlarla Allah’a yalvarıyorsalar, dirilmek ve
hayat bulmak için insan da, inançsızlık girdabının
kapı aralarından, kalbin bunalımından, hayatın monotofluğundan ve tatsızlığından, içindeki çözemediği kendisince, belirsiz sıkıntısından, varlık arasındaki darlıktan, dünyanın altındaki eziklikten, nefsinin
yüzsüzlüğünden yani kısaca; hayatta gibi görünen
ancak ölü bir hayattın penceresinden kur’anın
rahmet damlalarını bekliyor aslında. Ancak ne
talihsizliktir ki o beklediğine “kuran” demiyor yağmura “rahmet” dediği gibi…
Evet, bir ailede kuran adına hiçbir şey yaşanmıyorsa orada hayat belirtisi yoktur. Huzuru olmayan
aile ortamında insanlar yaşamaktan çok yaşamamayı tercih ediyor; o ailede evlat babasını dinlemiyor,
annesini “eski akıllı” görüyor. baba -anne evlatlarının kendilerine emanet olduğunu düşünmüyor,
“evladın evin içinde, ev yanıyor” dediklerinde
onu kurtarmak için kendini ateşe atmaktan çekinme-
yen bir babaya “evladın bugün namazını kılmadı” haberini ulaştırsalar yerinden dahi kımıldamıyor;
gençtir, ilerde yapar diyor, evladının yaptığı
hatalara gülüyor, yaşayarak ona örnek olmuyor.
Karı–kocanın, ailedeki görevlerinin ne olduğu hususunda kafaları allak bullak, sonra her şeyde dövüşkavga, boşanmanın eşiğine geliyorlar. Yani huzur
yok, mutluluktan uzak olan, kurandan uzak
aileden. Komşular arasında çekişme her gün, her
gün… Bu yüzden hayat bulmak için başka mahallede ev alanlar azımsanmayacak kadar çok. Bakıyor ki
oradaki komşularda huzur yok. “Ev alma komşu
al” sözünü bilirsiniz, ben şöyle desem yanlış olmaz:
“Kur’an’la yaşayan insana komşu ol.” çünkü
onda hayat vardır. İş yerinde hak hukuk olmayınca
orada da hayat yok demektir. Haksızlığın olduğu bir
yerde kuran yaşanmadığından dolayı huzur olur mu?
Bu örnekleri çoğalta bilirsiniz.
Kur’an insanın başta kalbini sonra kalıbını ve nihayet hem dünyasını hem de ahiretini
inşa eder. Bu, kulluğun inşasıdır. Bu, insanın insanlığının inşasıdır. Kur’anın pınarından kana kana
içmeyen, onda hayat bulamayan, onunla ruhunu doğrultmayan insanlar talihsiz ve nasipsiz
insanlardır.
Peygamberimiz bir hadisi şerifinde buyuruyor ki:
“Kalbinde kur’andan hiçbir ayet ve süre
bulunmayan kimse harap bir ev gibidir.”
Harap bir ev terkedilmiş bir evdir, hayat emaresi
olmayan evdir, böyle evlerde kapı -baca yoktur. Harabe eve baykuşlar yuva yapar. Ayyaşların serkeşlerin,
içkicilerin, karanlık insanların yani normal hayatı olmayan insanların yeridir böyle yerler. Buraya efendi
gelip oturmaz, buraya misafir kabul edilmez. Buralar
korunaksız, tehlikeli, metrup yerlerdir. Aynen bunun
gibi kurandan uzak olan kalplere de hiçbir hikmet
katresi düşmez, orada marifet yeşermez, Allah sevgisi
filizlenmez muhabbet meyveye durmaz.
2016
24
Şubat
Ocak
Allah’ın İpine
(Kur’an’a)Topluca
Sarılmak
Burada şuna çok dikkat etmek gerekir: Kuran’a
hayat kitabı dedik, o hayatın içerisinde sadece insanın kendisinin olmayacağı muhakkaktır. Bu bağlamda birlik ve beraberlik içerisinde olmayan Müslümanların ferdi planda kurana “sarılmış” sayılmaları söz
konusu değildir. İslam dini, Müslümanları kardeş ilan
ettiği gibi birlik beraberlik içerisine olmalarını, ihtilafa
düştükleri meselelerde hep birlikte kur’ana sımsıkı sarılmalarını da kurtuluşun vesilelerinden saymıştır.
Yüce Allah buyuruyor ki:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size size
olan nimetini hatırlayın ,Hani siz birbirinize
düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi
ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz
bir ateş çukurunun kenarında iken oradan da
Allah sizi kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini
böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.”(kurtuluşa eresiniz)(Ali imran,103)
Hz. Peygamber kur’anı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtmış ipi olarak tarif eder.”
Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yolumuzu şaşırmamak için Allah’ın ipi kurana sıkı bir şekilde, topluca sarılmamız gerekir. Müminlerin birliğinin bozuldu-
Kur’an
insanın
başta
kalbini sonra kalıbını ve nihayet
hem dünyasını hem de ahiretini
inşa eder. Bu, kulluğun inşasıdır.
Bu, insanın insanlığının inşasıdır.
Kur’anın pınarından kana kana
içmeyen, onda hayat bulamayan,
onunla ruhunu doğrultmayan
insanlar talihsiz ve nasipsiz
insanlardır.
Ocak
Şubat
ğu bir yerde İslami emirleri yaşayıp hak üzere olmak
mümkün değildir. esaret altındaki bir insan, kendi
kararlarını kendilerinin veremediği milletler Allah’ın
emirlerini yerine getiremezler. On un için Allah, inançta birliği emrettiği gibi ibadette de birliği emir buyurmuştur. Toplu bir şekilde cemaatle namaz kılmak, hac
ibadetini dünyanın her tarafındaki müslümanlarla
aynı duygu ve coşku içerisinde yapmak ibadette ki
birliğin en önemli örneklerindendir. Zekatta, oruçta,
diğer bir çok ibadetlerde de aynı prensip ve kurallar
söz konusudur. İhtilafların rahmete dönüşmesi,
kurana müracat ettiğimiz zaman daha doğruyu
bulmamıza, gerçeği görmemize vesile olur. Her
Müslüman, ihtilaflarının çözüm yeri olara kuranı ve Resülullah’ın hayatını görmeli. Gerçek
manada mümin Allah’ın kuranını onun Resülunün sünnetini şek ve şüphesiz kabul eder, bu
İslam’ın ana kaynaklarını sorgulamaz. Ayetin
ifadesiyle böyle insanların sözleri “dinledik ve boyun eğdik” (Nur,51) şeklindedir. Kurtuluşa gerçek
manada erenler de zaten bunlardır.
Kur’an Şifadır
Fahri kainat efendimiz; tabipler tabibi Hz. Muhammet(s.a.v.), bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor:
“Gerçekten bu kuran Allah’ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiği kadar onun ziyafetini kabul ediniz, muhakkak bu kuran Allah’ın kopmaz ipidir, apaçık nurdur, faydalı bir şifadır ..
kendisine yapışana tam bir koruyucudur (onu
cehnneme düşmekten) kurtarır, uyana kurtuluş
yoludur…”(hakim)
İnsana Allah, lütfunun gereği bir sofra uzatıyor,
o sofrada dünya ve ahiretine yetecek gıda var, dertlerine derman olacak ilaçlar var. Dünya adeta çeşitli
25
2016
Hz. Muhammet(s.a.v.), bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor:
“Gerçekten bu kuran Allah’ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiği kadar onun ziyafetini kabul ediniz, muhakkak bu kuran Allah’ın
kopmaz ipidir, apaçık nurdur, faydalı bir şifadır .. kendisine yapışana tam bir koruyucudur (onu cehnneme düşmekten) kurtarır, uyana
kurtuluş yoludur…”(hakim)
hastalıklar, bela ve sıkıntılar ile dolu hastahane, Peygamberimiz (s.a.v) bir doktor, kuran şifa verici ilaç ve
yeterli gıdadır. Kurtuluş reçetemizdeki peygamberimizin talimatlarına uymalıyız. Kin, nefret,
haset, gıybet inançsızlık, nefsi arzuların pislikleri, cimrilik, kıskançlık ve şeytanın verdiği vesveseler, şüphe, toplulukların huzurunu
bozan; toplumsal yaralara sebep olan fitne,
fesat, birlik beraberliği yok eden hastalıklar
gibi daha nice hastalıklarımızın şifası ancak
kur’anla mümkündür.
Yüce Allah kurtuluş reçetesini yani kur’anı insanlara sunuyor şu ayeti kerimeyle:
“Biz kur’andan müminler için, şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise
kur’an, ancak zararını artırır”(isra,82)
Kalpteki hastalık bütün vücuda sirayet
eder. Oranın sağlıklı olması bütün azaların işlevlerini
tam anlamıyla Allah’ın emri doğrultusunda yapmalarına vesile olur. Kalp bozuk olunca azalarda bozuk olur. Kur’an sadece insanın kulağına değil, hissiyatına ve gönlüne de hitap ede. Kalpler,
onun eşsiz hakikatlari karşısında katılığını kayıp eder,
hidayete erer. Körelmiş vicdanlar onunla, karıncayı dahi incitmeyecek derecede hassasiyete
kavuşur. Onun nağmelerinin ulaştığı küfrün surları
güneşin karşısındaki buz gibi erir.
Kalplerin Pasını
Gideren İki Haslet
Peygamberimiz(s.a.v.) buyurdular ki :
“Kalpler demirin paslandığı gibi paslanır”
Sahabeler soruyorlar:
Ya Resülullah, onun cilası nedir.
Oda buyuruyorlar ki:
“Kuran okumak ve ölümü hatırlamaktır”
(Beyhaki)
Peygamberimiz (s.a.v.), yukarıdaki hadisi şerifle
ayrıca ölümü düşünmeye sevkediyor insanları. Çünkü ölümü düşünen insan asla yanlış yapmaz,
bir gün mahkeme-i kübrada mutlaka hesap
vereceğini düşünür, geçici dünya hayatı için
ahiretini heba etmez, ona göre, kur’ani ve İslami
bir hayat sürmeye gayret eder. Düşünmek en önemli
insani özelliktir, düşünce insanın muhasebe gücünü
artırır, düşünmek insanın hatalarını anlamaya fırsat
verir ve geleceği açısından kendini kontrole tabi tutmasını sağlar.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız”(Tirmizi)
İnsan, nedamet taşı başına dokunmadan kendine gelmeli, iş işten geçmeden kur’ana kulaklarını
açmalı, Rabbine itaate can atmalı, isyandan ve günahtan uzak durmalı. Kurtuluşa ermenin yolu kuranın gösterdiği ve Hz. peygamberin tarif ettiği
2016
26
Şubat
Ocak
yoldan yürümekle, hayırlı ameller işlemekle
mümkündür.
Yüce Allah buyuruyor ki:
“O gün ölçü tartı haktır. kimin tartıları ağır
gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin
tartıları da hafif geirse işte onlar ayetlerimize
haksızlık ettiklerinden kendilerini ziyana sokanlardır”(Araf,8-9)
Allah’ın Kapısına
Devam Etmeli
Rivayete göre garip adamın biri bir zaman Hz.
Ömer’in kapısına devam etti, geliyor karnını orada
doyuruyordu. Yine bir gün Hz. Ömer’in kapısına giderken bir ses duydu:
“Ey adam, Ömer’e mi baş vuruyorsun yoksa Allah’a mı? git kur’anı kerim öğrenmeye
bak, o seni Ömer’e muhtaç olmaktan kurtarır,
eteğine inciler doldurur.”
“Ey iyi huylu adam! niye bizi terk ettin?
Artık kapımıza gelmez oldun? Yemeni, içmeni
nerden karşılar oldun?”
Adam Ömer’in yüzüne baktı, gülümsedi ve dedi ki:
“Ey müminlerin emiri ben Rabbim’in kitabını okudum , o beni Ömer ve başkalarına
muhtaç olmaktan kurtardı, merak etme şimdi
dopdoluyum”
Yoksul ihtiyaç içerisinde kıvranan bu adam, bu
uyarıdan sonra Hz. Ömer’in kapısına gitmekten vaz
geçti. Kur’an kumaya başladı; onun emirlerini
uygulamaya başladı, ondaki talimatları tatbik
etti ve saadete erdi kısa bir zamanda.
Hz. Ömer ey Allah’ın sevdiği kul söyle bakalım,
kur’anda ne buldun. Adam kurandaki şu ayeti okudu:
Hz. Ömer kapısına devamlı gelen adamın niye
gelmediğini öğrenmek için adamı aradı ve buldu,
kendisine, niye gelmediğini sordu:
Bu mübarek ayetleri görünce kendi kendime:
“Benim rızkım göklerdeymiş ancak ben onu
yerlerde arıyorum. Benim istediklerim Allah’ın
katındaymış ancak ben onu başkalarının kapısında arıyormuşum.” Bunu duyan Hz. Ömer, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, bundan sonra adamı
her daim ziyaret etmiş.
Peygamberimiz (s.a.v.)
buyurdular ki :
“Kalpler demirin paslandığı gibi
paslanır”
Sahabeler soruyorlar:
Ya Resülullah, onun cilası nedir.
Oda buyuruyorlar ki:
“Kuran okumak ve ölümü
hatırlamaktır” (Beyhaki)
Ocak
Şubat
“Rızkınız ve size vaat olunan şeyler göklerdedir.”
Evet, bizi yaratan Allah, ihtiyacımızı da gideriyor.
Nelere muhtaç olduğumuzu bilip o şeyleri yaratmış.
Yeter ki onun kapısına gidelim. İsteyeceğimizi ondan
isteyelim. O bizi desteksiz ve yardımsız bırakmaz.
Kur’an bir hazinedir. Dünyayı mı istiyorsun onda… ahirete talipsen onda.. hem ahiretini hem de dünyanı mamur etmek isteyene de
rehber yine o.
27
2016
Ölümü düşünen insan asla yanlış yapmaz, bir gün
mahkeme-i kübrada mutlaka hesap vereceğini düşünür,
geçici dünya hayatı için ahiretini heba etmez, ona göre,
kur’ani ve İslami bir hayat sürmeye gayret eder.
Allah Bize Yetmiyor
mu?
Yüce Allah buyuruyor ki :
“Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş
olmamız onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda
inanan bir kavim için rahmet ve bir öğüt vardır”(Ankebut,51)
“Evet, o bize yetiyor her ihtiyacımız da
onda mevcut, Allah var gam yok, keder yok”
diyerek onun ipine sarıldığımız zamanlar hayal kırıklığına asla uğramayız, kimseye muhtaç olmayız. Biz
Kur’anı şiar edinen, rehber edinen bir millettik, her
kanunumuzun referansını ondan alırdık, devleti yönetenler emir ve talimatlarını şeyhül islam’ın “islama
uygundur” kararına göre verirlerdi. Dünyaya hükmettik, adaleti her yere götürdük, bizim dünyadaki sözümün üstüne kimse söz söyleyemezdi. Ancak gel gör ki
ondan uzaklaşınca her şeye, herkese muhtaç duruma
düştük. Kendi hayatımızın içerisine nefsimize
ve şeytana esir olduk, millet olarak da başkalarına muhtaç duruma düştük. Allah’a hayran
olamadığımızdan bizi Allah, başkalarına hayran etti.
Onların kanunlarını, gelenek ve göreneklerini taklit etmeyi farklılık olarak gördük. Adeta kapılarının önünde yıllarca bekledik hala bekliyoruz. “Ne olur bizi
de sizden kabul edin diye” halbuki “dinlerine
girmediğimiz sürece onların bizi sevmeyeceğini” Allah kerim kitabımızda bizlere bildiriyor.
Kur’an müslümanların her alanda ilerlemesini,
düşmanlar karşısında güçlü olmak için fende ilimde,
ahlakta edepte güçlü olmasını emir buyurur. Başkalarına muhtaç duruma gelmemiz bütün müslümanları
sorumlu hale getirir.
Buyuruyor ki Yüce Rabbimiz:
“Sabredin karanlıkla yarışın, düşmana
2016
karşı hazırlıklı olun (bir birinize dayanıp bağlanın)
Allaha karşı gelmekten sakınınki başarıya ulaşa bilesiniz”(Ali imran,200)
Kur’an’ın Sadece
Resmimi Kaldı?
Ebu Zer(r.a.)’den:
“Ey Allah’ın Resülü bana öğüt ver” dedim,
buyurdular ki:
“Allah’dan kork; zira bütün işlerin özü Allah’dan korkmaktır.
Ben yine:
“Ey Allah’ın Resülu bana öğüt vermeye devam et,” dedim.
Allahın Rasülu bana şöyle buyurdular:
“(Ya Eba Zer) Kur’an oku, zira o, yeryüzünde
senin için bir nurdur. Göklerde de yine senin
için(sevap) dolu bir hazinedir.”(İbn-i Hibban)
Okumak ve ezberlemekle ilgili daha bir çok müjdeler var. Ancak okumadaki gaye anlamak olmalı;
anlamak, yaşandığında anlam ifade eder. Kur’an,
okunmasıyla da ibadet olan bir kitaptır. Bu,
onun lafzıyla da Allah’ın kelamı olduğunun neticesidir. Asıl olan, onu sadece dilimize değil, kalbimize ve hayatımıza hakim hale getirmektir. Lafızlar değerini manalardan alır, o manalarda saklıdır
hayat için faydalı olan şeyler. Bugün kur’anın sadece
resmine, lafzına önem vererek, okumakla ona uymuş
olacağımızı zannetmek bizi pasif, şekilden ibaret, aksiyondan yoksun ilerlemeden, gelişmekten geri bir
millet haline getirir.
Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlar için öyle bir zaman gelecek ki, o
zaman kuranın resmi kalacak, (yine o zamanda)
28
Şubat
Ocak
İslam’ın yalnız ismi kalacak, insanlar Müslüman ismiyle isimlendirildikleri halde İslamdan
uzak olacak...”(Hakim ve Deylevi)
Acaba Kainatın Efendisi günümüzü mü tarif ediyor? Bir düşünün! Kur’anı kadife kılıflarda evimizin
baş köşesine asmıyor muyuz? Elbette ki asılmalıyız…
Saygıdan kur’ana doğru ayaklarımızı uzatmamak
ne güzel.. bunu da yapıyoruz, elhamdülillah. Yerde
arapça yazılı bir kağıdı, kur’an ayetleri zannederek
alıp yüksek bir yere koyuyoruz, ne iyi! Bir düşünelim
öyleyse : Ya! odamızın baş köşesine astığımız
kur’anı gönlümüzün baş köşesine, hayatımızın orta yerine koyabildik mi? Ailemiz nezdinde
uygulayabiliyor muyuz? Allah’ın ayetleri kirli ellerde,
dillerde kirletilirken, küffarın ayaklarının altında çiğnenirken, ne kadar “onun yeri ora olamaz” deyip
ıstırap duyuyoruz? “O Allah’ın kelamı, kimse onu
çiğneyemez” diye ne kadar haykırıyoruz?
Kur’an Ölülerin
Değil Dirilerin
Kitabıdır
Hayat kitabı olan kur’anı insanların hayatından
aldık ölülere terk ettik, okumayı, hafız olmayı, yakınlarımız öldüğünde gerekli olduğuna, onun için okumak, öğrenmek gerektiğine bağladık. Kur’an, ölü kitabı değildir. Elbette ki ölenlere de okunmalı, faydası
da olur ancak kuran dirilere asıl faydayı sağlar. Diri
iken kurana bir defa müracat etmeyen, onun
boyasıyla boyanmayan onun ahlayıyla ahlakmayan, bir defa ona uymayan insan öldüğünde
triliyonlarca hatim okunsa ne faydası olur ki.
Kızlarımızın çehizlerine “kur’an” koymadığımızda eyvah kızın çehizine “kur’an” koymayı unuttuk”
dediğimiz gibi, hayatın acımasız kucağına çocuklarımızı uğurlarken Allah, peygamber, ehli beyt ve
kuran sevgisini onların heybelerine, gönüllerine koyuyor muyuz? Ahlak, İffet, haya, edep elbiselerini giydiriyor muyuz? çehizlerini hak, hukuk,
adaletle tamamlıyor muyuz?
Öyle okuyucular var ki kuranı okurken adeta bülbül gibi çağlıyor. ancak okuduğu kuran gırtlağından
geçmemiş, hayatına akmamış, dilinin okuduğunu
kalbi yalanlıyor. Böyle insanların dilinde kuran garip,
evinde, asılı duvarında garip, astığı dükkanında ayet
garip, çehiz sandığında garip. Kuran bizden yarın şikayetçi olacak Resüllulah şikayetçi olacak.
Bir Ayette yüce Allah peygamberimizin şikayetini
şöyle bildiriyor:
“Ey Rabbim! kavmim şu kuranı terk edilmiş bir kitap haline getirdi”(Furkan,30)
Mehmet Akif bu durumumuzu ne güzel anlatmıştır:
“Lafzı muhkem yalnız anlaşılan kuranın,
Çünkü kaydında değil hiç birimiz, mananın,
Ya açar nazmı celilin yaprağına
Yahut üfler geçeriz ölünün toprağına
İnmemiştir hele kuran şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak nede fal bakmak için”
Peygamberimizin şu müjdesine kulak verelim buyuruyorlar ki:
“Kim kuranı okur ve ezberler, helal gösterdiğini helal, haram kıldığını haram sayarsa, Allah onu bu sebeple cennete sokar ve ona kendi
ehlinden, cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme yetkisi verir”(Tirmizi)
Peygamberimizin, kurtuluşun yolunu gösteren,
dünya ve ahiret saadetinin anahtarı olan, şu hadis i
Peygamberimiz buyuruyor ki:
şerifiyle bitirelim:
“Size iki şey bırakıyorum, bunlara uyduğu-
“Ağız tadını bozan ölümü çok
hatırlayınız”
(Tirmizi)
nuz müddetçe, asla sapıtmayacaksınız. Bunlar: Allahın kitabı ve Resülünün sünnetidir”
(Muvatt,kader)
Ocak
Şubat
29
2016
Nureddin YILDIZ
İslam Müslümana Emanettir
Bugün
önümüzde
işlene durulan onca haram
ve çirkinlikler, dün sessiz
kalınmış
olan
şeylerdir.
Düzelsin veya düzelmesin biz,
üzerimize düşeni yapmakla
mükellefiz. Kalpler Allah’ın
elindedir, hüküm O’nundur.
2016
Ş
u hadisi şerife kulak verelim:
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse,
diliyle değiştirsin. Diliyle
değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme
cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”
30
Dünya hayatını tanzim
etmek, insanları dünya ve
ahiret saadetine erdirmek için
gelmiş olan İslâm, Müslümanlara emanettir. Müslümanlar,
İslâm’ı koruyarak kendi saadet
kaynaklarını korumuş olurlar.
İslâm da onlara huzur ve saadet kaynağı olur.
İslâm’ın korunması, bir
sanat eserinin müzede korunması şeklinde değildir. İslâm,
emrettikleri ve yasakladıklarının korunması ile korunmuş olur. Namazın ikame edilmesini sağlamak,
Şubat
Ocak
alkolün kullanılmasını engellemek İslâm’ı korumak, İslâm emanetine sahip çıkmaktır. Her
işlenen haram, her terk edilen ibadet, emanete zarar
vermektir. Emanet zarar gördükçe de emanetten
yararlanacak olan Müslümanlar eriyecektir.
de geniş bir daireden mesul olacaktır. Elini kullanabilecek olan elini, dilini kullanabilecek olan dilini kullanacaktır. Herkes muhakkak bir iş yapmalıdır.
Kalpten gelen bir tepki bile, İslâm emanetini sahiplenmiş olmak için yeterli olabilir.
Önceki Ümmetlerden Yahudilerin eriyiş sürecinde bu hastalık vardır. Allah Teâlâ onlara da Yahudiliği
emanet etmişti. Onu korusalardı, kendilerini koruyacaklardı. İşlenen haramlar çoğaldıkça Yahudilik de güç kaybetti. Yahudilik güç
kaybedince ona iman edenler de
eriyip gittiler. Kur’an’ımız, Maide
suresinin 78-81. âyetlerinde bunu
izah etmektedir.
Tepkisiz Olamayız
Müslüman bir toplumda iki türlü suç
işlenebilir. Birinci çeşit
suç, zaten suç olarak bilinen
zina, kumar ve benzeri yasakların işlenmesidir. İkinci
çeşit de, Allah’ın emirlerinden
bir emrin yerine getirilmemesidir. Kılınmayan bir namaz, yapılmayan bir hac da işlenmiş bir haramdır. İntihar eden bir insan da, ihmal edildiği için
mü’min olarak yetiştirilemeyen bir çocuk da işlenen
suçları gösterir.
Hangi suç türünden olursa olsun Müslümanlar,
kendilerine emanet edilen dinlerini korumaya
mükelleftirler. Korumadıkları dinleri, onlar için bir
sorumluluk teşkil etmektedir. Bu koruma, elbette her
Müslüman’ın takatı ile sınırlı bir emre göre olacaktır.
Zira Allah Teâlâ, hiçbir kuluna kaldıramayacağı
şeyi yüklememeyi Şeriat’ının en temel umdelerinden yapmıştır. Kim ne kadar yük kaldırabilecekse o kadar mesul olacaktır. Evi ile sınırlı bir
takat sahibi evini, geniş bir dairede sözü geçen
Çevremizde olup bitenlere sessiz kalmayacak bir
ümmetiz. Bizi ve yol aldığımız gemiyi etkileyecek her
şey bizim ilgi alanımızdadır. Başkalarının
günahları başkaları kadar bizim de etkileneceğimiz günahlardır. Onlar, o günahların sahibi olduklarından ötürü
biz de günaha sessiz kaldığımızdan ötürü vebal altında oluruz.
Ümmet olmak, bir vücudun
organları gibi olmak budur.
Herkesin kendi bacağından
asılması gibi bir şey yoktur. Bize
zararı olmayan bir durum olsa
dahi, bizim ümmetimizden bir kişinin ateşte yanacak olmasından rahatsız olmamız imanımızın gereğidir. Merhametimiz ve insanlığımız sadece
aç ve açık kalanlara olursa, bununla insanlık
için çıkarılmış bir ümmet olma düzeyine yükselemeyiz. Kan bağımız bulunsun veya bulunmasın
insanlar bizim yakınımız durumundadırlar. Bugünkü
sessizlik yarın iki ağır sonuç doğuracaktır. Birincisi,
sessiz kaldığımız kötülükler hâkim durumuna geçecek
biz ezileceğiz. İkincisi de bugün sessiz kaldığımız kötülükleri yarın benimseme riski altında olacağız. Yahudilerin başına gelen afet de bu olmuştur.
En yakın muhitimizden en uzak çevremize kadar, kötülük ve kötü ile mücadeleyi ilke
edinmeye mecburuz. Beceremediklerimizden mesul olmayız şüphesiz. Zaten Allah Teâlâ hiçbir kuluna yapamadığının hesabını sormamaktadır.
{
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi şöyle buyururken işittim dedi:
}
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”
Ocak
Şubat
31
2016
Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime, neyi,
ne zaman söyleyeceklerini bilmelidirler. Hatalı söylenen bir
doğrunun iyi sonuç vermemesi gibi bir akıbet hoş değildir.
Yaklaştırmak isterken uzaklaştırmak bile mümkündür.
Neyi yapıp yapamayacağımızı ise imanımızın hükmettiği vicdanımız belirleyecektir.
Bugün önümüzde işlene durulan onca haram ve çirkinlikler, dün sessiz kalınmış olan
şeylerdir. Düzelsin veya düzelmesin biz, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz. Kalpler Allah’ın elindedir, hüküm O’nundur.
En nazik dili, en olgun metotları kullanmak, yaptığımızı ibadet şuuru ile yapmanın gereğidir. Yaparken
bozmamak için bu ayrıntıya dikkat etmeliyiz.
Nehyianilmünker
‘Nehyianilmünker’ kavram olarak, kötüyü ve
kötülüğü engellemektir. Kötülük, Şeirat’ın uygun görmediği her şeyin adıdır, şeriat’ın uygun
görmediği şeyler ya dinin yasaklar listesinde olanlardan ya da insanlar arasında arlanılacak işler olarak
görülenlerden oluşur. Genellikle günah olarak
anılan kötülükler büyük ve küçük olmak üzere
ikiye ayrılır. Günahın büyüklüğü ve küçüklüğüne göre de onu engelleme sorumluluğu büyür.
Zira maksat, kişiyi ve toplumu çirkinliklerden muhafaza etmektir. Büyük bir çirkinliğin veya yaygınlaştığı
için tehlikesi artan bir çirkinliği engellemenin önemi
ile kenarda kalmış bir çirkinliği engellemenin gerekliliği aynı ihtiyacı göstermeyebilir.
Nehyianilmünker, hüküm olarak farzı kifayedir. Yani birinin yapması ile toplum o sorumluluktan kurtulur. Kimse yapmazsa bütün toplum
sorumlu olur. Farzı kifaye olan bu görev, yerine
göre farzı ayın durumuna da gelebilir. Bir babanın çocuğuna müdahalesi, bir öğretmenin öğrencisine
müdahalesi, bir imamın camisinde onun arkasında
namaz kılan birine müdahalesi farzı kifaye olarak geçiştirilemeyebilir.
İmam Gazalî, bu görevi ‘dinin en büyük kutbu’ olarak adlandırmaktadır.
Münker olarak adlandırılan hususun, kişisel kanaatlerden oluşmaması gerekir. Şahısların
kendi kanaatlerini, din adına emretmeleri veya yasaklamaları kabul edilemeyeceği için nehyianilmünkere
konu olan hususu ihtilaflı olmayan meseleler arasında
görebilmek şarttır. Aynı şekilde bir münkeri zanla var
sayıp onu engelleme de yapılamaz; fiilen var olan
bir münkerin üzerine gidilmelidir. Bu görevi yapacak kişinin istihbarat yaparak münkeri tespit
etmesi de doğru değildir, alenen işlenen orta
yerdeki çirkinliklere müdahale edilmelidir.
Nehyianilmünkeri yapacak olanların kime,
neyi, ne zaman söyleyeceklerini bilmelidirler.
Hatalı söylenen bir doğrunun iyi sonuç vermemesi
gibi bir akıbet hoş değildir. Yaklaştırmak isterken
uzaklaştırmak bile mümkündür. Sahabeden Abdullah bin Mesud radıyallahu anhtan rivayet edilen şu
söz oldukça hassas bir ölçüye işaret etmektedir: ‘Birilerine, akıllarının almayacağı bir şeyi anlatırsan onları fitneye düşürmüş olursun.’ (Müslim,
Mukaddime, 14)
Neyin ne zaman söyleneceğini bilmek kadar neyin öncelikli olduğunu da bilmek şarttır.
Önemli ile öncelikli arasında kesinlikle bir ayrım yapılmalıdır. Vakti kazanma ve en riskliyi
giderme anlamında bu önemlidir.
2016
32
Şubat
Ocak
Murat TÜRKER
İçeriden Sorular
Müslümanlığımızın yaşanan hayata müdahalesi hangi noktalarda tebarüz ediyor?
İnsanlığın hâlihazırda yaşadığı girift ve güncel problemlere çözüm üretebilecek bir donanıma sahip miyiz?
İçinden geçtiği darboğazdan çıkış adına
modern bireye dört başı mâmur ve sadra şifa
bir çıkış yolu önerebilecek plan ve projelerimiz
var mı?
Müslümanlar olarak insanlığa ne vâdediyoruz?
Yaşadıkları köklü sorunlara bir çözüm getirmeksizin, salt bir itikat dairesinden çıkıp bir diğerine geçmeyi mi teklif ediyoruz?
Adaletsizliğin, haksızlığın, sömürünün, insan haklarına saygısız bir yordamın devam edeceğini bile bile insanlar neden bulundukları konumu terk etsinler?
İslâm dünyası, bilhassa Ehl-i Sünnet çizgi,
içine girdiği teolojik kısır çekişmeleri sündürerek
ve sair küresel meselelere teğet geçen bir bakışı benimseyerek güzel dinimizi doğru tebliğ ve
temsil edebilir mi?
İnsanları tüketim döngüsüne dâhil oldukları
ölçüde adamdan sayan, emeği sömürerek korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliğine yaslanan
kapitalist işleyişe dair dikkate değer ve işlevsel
çözümler üretebiliyor muyuz?
Bizim vaziyet ettiğimiz durumda insan haklarına saygılı, adalete dayalı, birilerinin başka
birilerine modern köle olmaktan kurtulacağı bir
düzen vâdedecek içi dolu program ve projelere
sahip miyiz?
İnsanoğlunun tabiatla bağını koparan, ekolojik dengeyi tahrip eden ilerleme diskuruna itirazı içeren alternatif bir modelden söz edebilir
miyiz?
Şehir ve medeniyet algısı dendiğinde daha
fazla betonarmeleşme diye özetlenebilecek hoyrat büyüme tavrı dışında ortaya koyduğumuz bir
vizyon var mıdır?
Açlığa, yoksulluğa, yolsuzluğa, manipülasyona, sömürüye dair ne söylüyoruz?
“Bu problemler bizim eserimiz değil ki, çö-
Ocak
Şubat
zümünün bizden beklenmesi mantıklı olsun!”
mu diyoruz yoksa?
Tarihî seyir içerisinde hiçbir peygamber,
kendi yol açtığı sorunları çözmekle meşgul değildi. Bilakis modern tabirle hepsi birer ‘enkaz
devralmıştı’.
Ama yine hiçbiri ‘ben bozmadım ki, ben
düzelteyim’ dememişti. Neticede vahiy, ‘ukbada
felâh, dünyada salâh’ için nazil oluyordu.
Haber-tartışma programlarında reyting getirici bir içerik olduğu için Mehdi, nüzul-i İsa, kabir
azabı vb. konuların tartışıldığı ve İslâm’ın dışa
karşı temsil edilen yüzünün bu mevzulara sıkıştırıldığı bir süreci idrak ediyoruz.
Niye âlimlerimiz, hocalarımız, entelektüel
kadrolarımız, insanların yaşadığı hayata değen,
hamasî ve afakî değil de hakiki meseleleri ciddiyetle masaya yatırmıyorlar?
İslâm dünyasının ve insanlığın hâl-i pürmelâline bakınca bu tartışmaların, eleştirdiğimiz
‘meleklerin cinsiyetlerini tartışma’ durumundan
mahiyet itibariyle ne farkı var?
Bir de bu tabloya bakan üçüncü şahısların
İslâm’a teveccüh edeceklerine ciddi ciddi inanmalı mıyız?
33
2016
Ubeyd FAKİRULLAH
Kibâr-ı Kelâm
(Ehlullahın Dilinden...)
Zenginlik Ve
İzzet Allah’u Teâlâ’ya
İtaattedir
Vesveseden Kurtulmaya
Güzel Bir Çare
Hâtem-i Esam1 (r.a) buyurmuştur ki; “Hiçbir
sabah yoktur ki şeytan bana: (bugün) ne yiyeceksin? Ne giyineceksin? Nereyi mesken
edip (geceleyeceksin?) diye (vesvese veriyor) olmasın.”
Bende ona: “Ölümü yiyeceğim! Kefeni giyeceğim! Kabri mesken tutacağım! diye cevap verir (vesveselerinden kurtulurum).”2
1 Tebe-i Tabiinden meşâyih-i kirâmın büyüklerinden
2 İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 7
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur; “Her kim günah işlemenin (Allah’u
Teâlâ’ya karşı hor ve hakir kılan) zilletinden kurtulup, (Allah’u Teâlâ’nın emir ve yasaklarına) taatin izzet ve şerefine ererse, Allah’u Teâlâ
hazretleri o kişiyi; mal (mülk) olmadan (da)
zengin kılar, asker (ve ordusu) olmadan (da)
güçlü kılar, aşiret (ve akrabaları) olmadan (da)
aziz eder.1”
Allah’a isyan ile günah işlemeyi terk edeni,
Allah’u zülcelal zilletten kurtarıp, itaatkâr ve izzetli
kılar. İtaatkâr olan: kalbi zengin gözü tok, nefis ve
şeytana karşı kuvvetli olur. İzzet ise Allah katındadır. Kavim ve kabile ile olmaz.
1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 7
Hakiki Mü’min Olmanın Alameti
Rivayet olunduğuna göre; “Rasulüllah (a.s) Efendimiz bir gün ashabının yanına çıkageldi ve
“Nasıl sabahladınız?” Diye sordu.
Ashâb-ı Kirâm: Allah’u Teâlâ’ya iman edenler olarak (mü’min olduğumuz halde) sabahladık diye cevap verdiler.
Efendimiz (s.a.v): “Peki, İmanınızın alameti nedir?” diye sordu.
Ashâb-ı Kirâm da: Bizler; (Allah’u Teâlâ’dan gelen) bela ve musibetlere karşı sabırlı oluruz. (Allah’u Teâlâ
hazretleri bize) bolluk ve bereket nasip ettiği zaman şükrederiz. (Rabbimizin bizim hakkımızda takdir buyurmuş olduğu kader’in hükmü olan) kaza’ya da razı oluruz.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v): “Kabe’nin rabbi (olan Allah’a) yemin olsun ki; sizler gerçek
mü’minlersiniz.”1
1 İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8
2016
2
01 6
34
Ocak
O
cak
İnsanın Yanına Kalan Tek Şey
Salih el-Mergadî (r.h) bir keresinde (öncekilerin vatan tutup yaşamış olduğu) bir diyardan geçerken
şöyle seslendi; “Ey diyar! Nerede? Senin (üzerinde gezip tozan) önceki ahâli! Nerede? Geçmişte
seni imar eden o mimarlar! Nerede? Seni mesken tutup hayat süren öncekiler!”
Bu nidaya, nereden geldiği belli olmayan bir hâtif şöyle cevap verdi; “Onların eserleri ve izleri
kesildi, toprak altındaki cesetleri çürüdü, (ancak) amelleri boyunlarında bir gerdanlık gibi
(asılı olarak) baki kaldı.” 1
1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8
Dünyada Allah’tan
Hayâ Edenin Mükafatı
Allah’u Teâlâ bazı peygamberlere vahyetti ki;
“Beni seviyor olduğu halde bana kavuşan
kulumu cennetime koyarım.” (hiç şüphe yok
ki; sevmenin alameti salih amel işlemektir.)
“Benden korkuyor olduğu halde bana
kavuşan kulumu cehennemimden uzaklaştırırım.” (hiç şüphe yok ki; korkmanın alameti
masiyetten sakınmaktır.)
“Benden hayâ ediyor olduğu halde
bana kavuşan kulumun günahlarını (onlara
şahit olmuş olup yevmi kıyamette o kişinin aleyhine şahitlikte bulunacak olan) hafaza meleklerine unuttururum.”1
1. İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8
Ocak
O
c ak
Hayat Düstûru Üç
Nasihat
Abdullah İbni Mes‘ud (r.a) buyurmuştur ki;
“Allah’u Teâlâ hazretlerinin sana farz kılmış olduğu şeyleri yerine getir ki, kulluğunu en güzel bir şekilde yerine getirenlerden olasın. Allah’u Teâlâ hazretlerinin
haram kılmış olduğu şeylerden sakın ki;
dünyaya rağbet etmeyen zahit kullardan
olasın. Allah’u Teâlâ’nın sana dünyadan
vermiş olduğu kadarına razı ol ki; (insanlara muhtaç olmaktan kurtulup, Allah’u
Teâlâ’nın kalplerine kanaat) zengin (liğini
yerleştirmiş olduğu) kullardan olasın.1”
1.İbn-i Hacer El-Askalani Münebbihat: sayfa 8
35
2016
2
01 6
Yrd. Doç. Dr. Ebubekir SİFİL
Mescid-i Aksâ
Yahudi Tapınağı Olamaz - Olmayacak
Kudüs
sadece Kudüslülerden
sorulmayacak…
Kudüs
bir Filistin sorunu değil,
Arap sorunu değil,
insanlık sorunudur…
Kuru bir toprak davası değil,
insanlığın kurtuluşunun
kapısıdır Kudüs…
2016
K
udüs
kaygılarımız
artıyor. Gün yok ki
Mescid-i
Aksa’ya
yönelik yeni bir saldırı ile
sarsılmayalım… Son iki
ayda 100’e yakın Filistinli
kardeşimiz Siyonist kurşunlarla can verdi; 2000’i
aşkın yaralı, bir o kadar
da tutuklu var. 40 yaşın
altındaki Müslümanların
Mescid-i Aksa’ya girişi engelleniyor…
1994 yılında El-Halil’de
İbrahim el Halil Camiinde sergilenen oyun şimdi Mescid-i
Aksa’da sergilenmek isteniyor.
Mescid-i Aksâ’yı birYahu-
36
di Tapınağına dönüştürme
amacı sistematik olarak
sahneleniyor…
Yıllardır yaptıkları arkeolojik kazılardan sonra şimdi de
aleni saldırganlık yolunu seçtiler… Kudüs’ün demografik
yapısını sürekli Yahudiler lehine değiştiriyorlar. Siyonistlerin
aşamalı “Yahudileştirme”
politikaları Batı desteğiyle devam ediyor…
Siyonist rejim emrivakilerle fiili durum oluşturarak,
dünyayı bu yeni duruma alıştırmak istiyor…
Şubat
Ocak
Gelin, bugün Kudüs’ün kandillerini söndürmeyelim!
İslam alemi, bu durum karşısında Mescid-i
Aksâ’ya sahip çıkamıyor…
Gün, Kudüs için bir şeyler yapma günüdür…
Ümmetin suskunluğu ise, işgalci rejimi şımarttıkça şımartıyor…
Bugün bize düşen, Kudüs’e ve el-Aksâ’ya
sahip çıkmak değil midir?
Gün, Aksâ’yı aydınlatan kandiller ve Aksâ aşkıyla
yanan kalpler için bir şeyler gönderme günüdür.
Aksâ’da tutulan nöbetler, ilim halkaları,
İ‘tikâf geceleri yeni intifadanın ayak sesleri…
Kınamalar akan kanı durdurmuyor, kıyım ve yıkım devam ediyor…
Ümmetin son kalesi düşmesin diye…
Gün, Kudüs murabıtlarının ve
muhafızlarının haykırışlarını tekrarlama zamanı:
Şu soruyu tekrar kendimize soralım: El-Aksâ’ya neden uzak
düştük? Şimdi Kudüs aynasında kendimizle yüzleşme zamanı gelmedi mi?
“Canımız,
kanımız
sana feda olsun ey Aksâ!”
Bilelim ki, gönlünde
ve gündeminde Kudüs olmayan her Müslüman kusurludur. Çünkü Kudüs Allah’ın ayetlerinden bir ayettir… Kudüs bizim
için stratejik, politik, ekonomik bir amaç değil, imanî
bir meseledir. Bizim imanımıza göre; Mekke Allah’ın haremi, Medine Nebi(sav)’in haremi, Kudüs ümmetin haremidir…
Mescid-i Aksâ, İsra suresinin 1.âyetinde açıklandığı üzere “çevresi mübarek kılınan” kutlu bir
mekan; Allah Rasûlü’nün açıkladığı üzere de“yeryüzünde Allah için kurulan ikinci mesciddir”
(Buhari, Enbiya 40; Müslim, Mesâcid 1,2.).
Onun için “Önce Kudüs” diyoruz… Kudüs
sadece Kudüslülerden sorulmayacak… Kudüs
bir Filistin sorunu değil, Arap sorunu değil,
insanlık sorunudur… Kuru bir toprak davası
değil, insanlığın kurtuluşunun kapısıdır Kudüs… Kudüs’ün özgürlüğü ümmetin özgürlüğü demektir…
Efendimiz (sav) “Mescidi Aksa’ya gidin ve
içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve
içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebu
Davud, Kitâbu’s-Salât, 14) buyuruyor. O gün zeytinyağı ile aydınlanan kandiller Aksâ’nın özgürlüğünü sembolize ediyordu…
Ocak
Şubat
Bugün Kudüs, en zor günlerinde bizden gür bir ses bekliyor! Öyleyse gelin, hep birlikte
sesimizi yükseltelim, bütün gücümüzle ve imanımızla Aksâ’yı sahiplenelim!
Bizler, bütün Ümmet-i Muhammed’i, ümmetin
alimlerini, yöneticilerini ve kanaat önderlerini Mescid-i
Aksâ’nın ve Kudüs’ün özgürlüğü için harekete geçmeye ve Siyonist rejimin Aksâ’yı yıkma plânlarını engellemek için sonuç alıcı adımlar atmaya davet ediyoruz.
Abdulaziz KUTLUAY,Abdulhamid KAHRAMAN,Abdullah BÜYÜK,Abdullah TRABZON,Abdullah YILDIZ, Abdulmetin BALKANLIOĞLU,
Abdulvahap EKİNCİ,Adnan DEMİRCAN,Ahmet
AĞIRAKÇA,Ahmet BULUT, Ahmet TAŞGETİREN,
Ali Rıza TEMEL,Mehmet Beşir ERYARSOY,Bülent
YILDIRIM,Cevat AKŞİT,Ebubekir SİFİL, Emrullah
HATİBOĞLU , Faruk BEŞER , Halil GÖNENÇ , Halil İbrahim KUTLAY , Hayreddin KARAMAN,
İbrahim CÜCÜK,İhsan Süreyya SIRMA,İhsan ŞENOCAK,İsmail Lütfi ÇAKAN,Kazım SAĞLAM,Mahmut
TOPTAŞ, Mehmet GÖKTAŞ , Mehmet Salih EKİNCİ,Mehmet PAKSU,Metin KARABAŞOĞLU,Muhammed Emin YILDIRIM, Mustafa AĞIRMAN, Mustafa
KARATAŞ,Nureddin YILDIZ ,Ömer DÖNGELOĞLU,Ramazan KAYAN,
Siraceddin ÖNLÜLER,Şerafeddin KALAY,Talha Hakan ALP,Yaşar KANDEMİR
,Yusuf KAPLAN, Yusuf Ziya KAVAKÇI
37
2016
Dr. İhsan ŞENOCAK
Kelam-ı Kadimi’in Anlam Haritası II
Tabiin
Kur’an’ı murad-ı ilahi
çerçevesinde anlayan alimler
bir ayeti tefsir ederken önce
Kur’an’a,
sonra
Sünnet’e
ardından sahabenin sözüne
müracaat ettiler. Sahabeye
öğrencilik
yapmaları
hasebiyle tabiinin tefsirini de
dikkate aldılar.
2016
Tabiin, sahabenin birikimine varis oldu. Kur’an’ın
anlaşılmasıyla alakalı bilgiyi
onlardan aldı. Hangi ayetin
nerede, ne zaman ve ne sebeple indiğini sahabeden öğrendi.
İbn Abbas’ın talebelerinden
Mücahid, tefsiri öğrenme sürecini anlatırken şunları söyler:
“İbn Abbas’a Kur’an’ı baştan sona üç defa arz ettim.
Her ayette duruyor, Ona
bunun nerede ve nasıl indiğini soruyordum.”[45]
38
Tabiinin tefsirde şöhret
bulanları zamanla sahabeyle
meseleleri mütalaa edecek konuma geldi. Mesela İkrime hocası İbn Abbas’ın tefsirle alakalı bazı müşkillerini çözecek
derecede ilmi bir derinliğe kavuştu. Bir defasında İbn Abbas
“Siz Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba
uğratacağı bir kavme ne
diye öğüt veriyorsunuz?”[46]
mealindeki ayeti tefsir ederken “O kavim kurtuldu mu
yoksa helak mı oldu bilmiyorum.” dedi. Hadise üzerine
İkrime hocasına kavmin kur-
Şubat
Ocak
tulduğunu delilleriyle açıkladı. İbn Abbas da mükafat
olarak ona elbise hediye etti.[47]
Bu devirde yaşayan insanlar sahabeye nisbetle
saadet asrından daha fazla uzaklaştıklarından ayetler tefsire daha çok ihtiyaç duydu. Tabiin, bu ihtiyacı
meşru ölçüler çerçevesinde karşılayabilmek için çok
yönlü bir çalışma içerisine girdi. Mesala bu dönemin
meşhur müfessirlerinden Mesruk tek bir ayetin
tefsirini öğrenebilmek için Basra’ya kadar gitti. Oraya varınca kendisine söz konusu ayeti tefsir
eden şahsın Şam’a seyahat ettiği
söylenince hazırlandı, ayeti öğrenmek için o da Şam’a gitti.
İkrime de şöyle bir anekdot nakleder: Nisa Suresindeki “Kim
Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek
çok yer de bulur, genişlik de.”[48] ayetinde adı
geçen sahabinin kim olduğunu buluncaya kadar tam 14 yıl
araştırma yaptım.[49]
Tabiin Kur’an’ı tefsir ederken öncelikle Kur’an’a başvururdu. Eğer O’nda açıklayıcı bir ayet bulamazsa Sünnet’e, O’nda da bulamazsa sahabenin
açıklamalarına müracaat ederdi. Bütün bu aşamalar sonuçsuz kaldığında içtihat yapardı.[50] Tabiin,
tefsir sürecinde Ehl-i Kitap’tan rivayet edilen nakilleri
de dikkate alırdı.[51]
Okullaşmaya Doğru
İslam Coğrafyası fetihlerle sürekli genişledi. Yeni bölgelerde sağlıklı bir İslami yapılanma
ikame edebilmek için sahabe Medine’den oralara
hicret etti. Kimi vali, kimi kadı, kimi de muallim olarak görev yaptı. Özellikle alim sahabilerin gittiği
şehirler halka açık birer üniversite statüsüne
kavuştu. Müfessir sahabiler oralarda, ezberledikleri Kur’an’ı Hz. Peygamber’den işittikleri
hadislerle sayıları yer yer binlere ulaşan öğrencilere tefsir etti.
Bu dönemde Mekke, Medine ve Irak’ta (Küfe)
üç büyük tefsir okulu kuruldu. Bu okullar tefsirle alakalı sistematik çalışmalara zemin hazırladı.
[52]
Ocak
Şubat
Tabiin Tefsiri
Yeni müslüman olan milletlerin getirdiği soru
ve sorunlara Arap olmayanların Kur’an’la tanışması
da eklenince tefsire duyulan ihtiyaç ziyadesiyle arttı.
Öyleki sahabe devrinde bir çok ayet tefsir edilmeden
anlaşılırken tabiin kuşağında neredeyse hiç kimse bir
müfessire danışmadan ayetlerin anlamını idrak edemiyordu. Bu durum tabiini ayetleri daha fazla ve ayrıntılı bir şekilde tefsir etmeye sevk etti.
Alimler tabiine ait tefsirin bağlayıcı olup-olmaması noktasında
farklı kanaatler izhar etmektedir.
Ahmed b. Hanbel’den bu noktada iki görüş rivayet edilmiştir:
İlki, kabul ikincisi ise, redd
istikametindedir. İbn Akil’in
Şu’be’den naklettiği kendisinin
de tercih edenler arasında yer
aldığı görüş ise; tabiine ait tefsirin
bağlayıcı olmadığı yönündedir. Ebu
Hanife rivayetleri kıymetlendirirken
şöyle demektedir: “Öncelikle Kur’an’ın
beyanı dikkate alınır. Onda bulunamazsa
Sünnet’e, onda da bulunamazsa sahabenin görüşüne
müracaat edilir. Şayet sahabe kendi içinde fikir birliğine varamamış ise görüşleri arasından Kur’an ve Sünnet’e en yakın olanı alınır. Eğer sahabeden rivayet
edilen bir görüş yoksa bu durumda -tabiin içtihadına
itibar edilmez- yeni bir içtihat yapılır.”[53] Bu görüş sahipleri davalarını şöyle delillendirmektedirler: “Tabiin
Hz. Peygamber’den hiçbir şey işitmemiştir. Dolayısıyla onlara ait görüşün Peygamberden işitilmiş bir hadis farz edilip O’na (s.a.v.) hamledilmesi söz konusu
olamaz. Tabiin Kur’an’ın indiği bağlama da tanıklık
etmemiştir. Bu yüzden ayetlerdeki İlahi muradı anlamada hata etmeleri ve delil olmayan bir referansı delil
zannetmeleri mümkündür. Sonra sahabe gibi tabiinin
adaletine de hükmedilmemiştir.[54]
Tedvin dönemine ait müfessirlerin çoğuna göre
tabiinin tefsirle alakalı malumatı dikkate alınır. Çünkü
onlar tefsirle alakalı görüşlerinin önemli bir bölümünü sahabeden öğrenmiştir. Nitekim İkrime ve Katade şöyle demektedir: “Kur’an’ı Kerim hakkında
size anlattığım bütün bilgileri İbn Abbas’tan
öğrendim.”[55], “Kur’an’da hiçbir ayet yok ki
39
2016
Akılla bilenemeyecek konularda muhtemeldir ki
tabiin görüşünü sahabeden, onlarda Hz. Peygamber’den
rivayet etmiştir. Bu cihetle tefsirlerinin kabul edilmesi
gerekir. İctihata dayalı tefsirlerinin alınmasında ise
sonraki müfessirler muhayyer kabul edilmelidir.
onun hakkında sahabeden bir şey duymamış
olayım.”[56] Bunun içindir ki müfessirlerin neredeyse
tamamı tabiine ait görüşleri onlara itimat ettiklerine
vurgu yaparak eserlerinde nakletmişlerdir.
Tabiin, sahabe için kolaylıkla anlaşılabilen
fakat sonraki dönem insanlarına kapalı kalan
noktaları sahabeye sorarak tefsir literatürüne
kazandırmıştır. Onlardan hemen her ayetle alakalı
tefsirin rivayet edilmesi, yeni yapılan tefsirlerin meşruiyet alanını belirlemede ve “La dini” te’villerin kabul
görmemesinde etkili olmuştur.
Tabiine ait tefsirlerin kıymetlendirilmesinde şöyle
bir ölçü belirlemek isabetli olacaktır: Akılla bilenemeyecek konularda muhtemeldir ki tabiin görüşünü sahabeden, onlarda Hz. Peygamber’den
rivayet etmiştir. Bu cihetle tefsirlerinin kabul
edilmesi gerekir. İctihata dayalı tefsirlerinin
alınmasında ise sonraki müfessirler muhayyer
kabul edilmelidir.
Tedvin Vesilesiyle
İslami ilimlerin tedvin dönemi Emevi Devleti’nin sonları Abbasiler’in ise ilk yıllarına tekabül eder.
[57]
Tefsir ile alakalı malumat bu dönemde ilk olarak
hadis mecmuaları içerisinde kendini gösterir. Hadis
toplamak için farklı şehirleri dolaşan alimlerin bir kısmı ziyaret ettikleri bölgelerde Allah Resulü sallellah-u
aleyhi vesellem, sahabe ve tabiine nisbet edilen tefsirleri de çalışmalarına dahil ettiler. Rivayete dayalı
kitabi tefsirin ilk adımları kabul edilen bu çalışmaların
mimarları arasında şu isimler zikredilebilir: Yezid b.
Harun es-Sülemi (v. 117), Şu’be b. Haccac (v. 160),
Veki’ b. Cerrah (v. 197), Süfyan b. Uyeyne (v. 198).[58]
Söz konusu alimler tefsiri, hadisin bir parçası olarak değerlendirdiler. Bu yüzden hadis
2016
rivayetinde kullandıkları sistemi tefsirde de
geçerli kıldılar.
Tedvin döneminin ikinci önemli adımı tefsirle
alakalı müstakil eserlerin telif edilmesidir. Böylelikle tefsir, hadisten ayrı, başlı başına bir disiplin olma
özelliğine kavuşmuştu. Mushafın tertibi dikkate
alınarak ilk defa her ayetin tefsiri yapıldı. Bu
çalışmayı yapan müfessirlerin en meşhurları
şunlardır: İbn Mace (v. 273), İbn Cerir et-Taberi (v. 310), Ebubekir en-Nisaburi (v. 318), İbn Ebi
Hatim (v. 327), Ebu’ş-Şeyh b. Hibban (v. 369),
Hakim (v. 405), Ebubekir b. Merdeveyh (v. 410).[59]
Bu devirde kaleme alınan eserlerin ortak özelliği,
tefsirin Allah Resulü sallallah-u aleyhi vesellem, sahabe, tabiin ve tabiini takip eden kuşaktan isnat yoluyla
rivayet edilmesidir.[60] Müfessirlerin çoğu, rivayeti olduğu gibi nakleder, görüşler arasında tercihde bulunmazdı. Taberi, diğerlerinden farklı olarak tefsir ettiği
ayetle alakalı görüşleri zikreder, “Ebu Cafer der ki”
kaydıyla rivayetler arasında tercihte bulunur ya da
kendi reyini belirtirdi. Gerektiği zaman da ayetlerin
irabını yapar, mümkünse onlardan fıkhi hükümler çıkarırdı.[61]
Tefsirin Kodları
Zamanla tefsirin kodlarında yine değişmeler
oldu. Yeni müfessirler zuhur etti. Bunlar öncekilerden
farklı olarak isnatlarda ihtisara gittiler. Seleflerinden
yaptıkları alıntıları sahiplerine nispet etmeden naklettiler. Bu, karışıklığa neden oldu. Sağlam görüş, problemli olanla bir birine girdi. Herkes aklına gelen görüşü nakletti ve ona itimat etti. Bunları takiben gelenler,
bizden öncekiler zikrettikleri her görüşte mutlaka bir
delile dayanmıştır zannıyla onlara ait ifadelerin doğruluk değerini araştırmadı. Öyle ki “Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil” ayeti Allah
Resulü, sahabe ve tabiinden gelen rivayette “Yahu-
40
Şubat
Ocak
di” ve “Hrıstiyanlar” olarak tefsir edilmesine rağmen onunla alakalı on farklı görüş ortaya çıktı.[62]
İhtisar eksenli çalışmalardan sonra tefsirin sınırları tekrardan genişledi. İhtilaflar çoğaldı. İfadelere
mezhep taassubu tesir etti. Akli ilimlerle nakli ilimler
birbirine karıştı. Her fırka ayetleri ideolojisini
destekler şekilde tefsir etti. Müfessirler öncekilerin zıddına şahsi anlayışlara itimat ettiler. Her biri
farklı bir yöneliş içerisinde yer aldı ve tefsirini hakim
olduğu alanla sınırladı.Zeccac , İbn Arabi gibi Arap
Dili’ne vukufiyetleriyle şöhret bulan alimlerin tefsirlerinde i’rab, ihtamalli vecihler, nahivle alakalı kaideler,
Hazin ve Sa’lebi gibi nakilci kimliğe sahip müfessirlerin eserlerinde kıssalar, sahih ya da batıl olduğuna
bakılmaksızın nakledilen haberler, Cassas ve Kurtubi gibi fakih alimlerin tefsirlerinde fıkıhla alakalı
meseleler, Razi gibi mütekellim alimlerin tefsirlerinde
kelami konular[63], İbn-i Arabi gibi mutasavvıfların
tefsirinde işari yorumlar öne çıktı. Ehl-i Sünnet dışı fırkalara mensup Mu’tezile’den Ali b. İsa er-Rummani,
el-Cübbai, Kadı Abdulcebbar, ez-Zemahşeri, İmamiyye’den Molla Muhsin el-Kaşi gibi müfessirlerin eserlerinde fasit mezhepleri destekleyecek şekilde teviller
ağırlığını hissettirdi.[64] Reye dayalı tefsir nakle istinat
edene galip oldu. Peş peşe gelen asırlarda tefsir bu
çizgide devam etti.
Zemahşeri Vesilesiyle
Sünnet ve Cemaat hassasiyetine sahip alimler
Kur’an’ın Allah Resulü’nün izah ettiği koordinatlar
çerçevesinde anlaşılabilmesi için gelişen fikir akımlarına karşı tefsirin selameti için bir takım koruyucu
önlemler aldılar. O gün itibariyle bu gereklilik arz etmekteydi. Çünkü her önüne gelen aklına geldiği gibi
Kur’an’ı tefsir etmeye kalkışmaktaydı. Bozuk fırkalar
İlahi muradı anlamak için değil de, meşrep ve davalarını desteklemek için tefsirle ilgileniyordu. Mesela
Arap Dili’ne vukufiyetiyle meşhur olan ünlü mu’tezili
müfessir Zemahşeri “ceale” fiilinin kesinlikle “yarattı” anlamına gelmediğini bilmesine rağmen mezhebini destekleyebilmek için ayetin anlamını tahrif ederek
Keşşaf adlı tefsirine “Hamd Kur’an’ı yaratan Allah’a mahsustur.” diye başladı.[65]
Tacuddin es-Subki Zemahşeri’nin bidatçı kimliğiyle nübüvvet ve Ehli Sünnet’e karşı olan saygısızlığını anlatırken şunları nakleder: “Babam Takıy-
Ocak
Şubat
yuddin es-Subki, onun tefsirini okurdu. Tekvir
Suresi’ndeki ‘O şerefli bir elçinin (Allah’tan
alıp getirdiği) bir sözdür.’[66] ayeti hakkında söylediklerini görünce ondan yüz çevirdi. ‘Sebebu’l-inkifaf
an ikrai’l-Keşşaf’ (Keşşaf’ı Okutmaktan Geri Durmanın Sebebi) başlıklı bir yazı kaleme aldı. Orada şöyle
dedi: Zemahşeri’nin Tevbe Suresi’ndeki ‘Allah seni
affetsin!’[67] Tahrim Suresi’ndeki ‘Ey peygamber!
Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?’[68] ayetleri başta olmak üzere
benzer diğer yerlerdeki ifadelerinde yaratılmışların en
hayırlısı Efendimiz Hz. Muhammed’e karşı söylediği edepsiz ifadeleri görünce Allah Resulü’nden haya
edip kitabını okutmaktan vaz geçtim. Her ne kadar
eserinde bir takım faydalar ve eşsiz nükteler olsa dahi
böyle yaptım.”[69]
Müfessirler, Zemahşeri gibi ideolojik takıntılardan
kurtulamayan kişilerin tefsirlerinin zararlarını önlemek
ve yeni yetişecek müfessirlerin önünü açmak adına
Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu, nelerden bahsettiğini, hangi ölçüler dikkate alınarak anlaşılabileceğini anlatan kitaplar telif ettiler. Bir anlamda Kur’an’ı
anlamanın yol haritasını çıkardılar. Bundan gayeleri
ise Allah Resulü ile başlayan Kur’an’ın anlaşılma sürecini meşru ölçüler çerçevesinde muhafaza etmekti.
Ulum-u Kur’an (Kur’an ilimleri) diye şöhret
bulan bu çalışmalar Mu’tezile, İmamiyye gibi
Ehl-i Sünnet dışı fırkaların Kur’an anlayışının
mesnetsiz isbat etti. Makalenin bu bölümünde
Ulum-u Kur’an’dan bahsedip, onun Kur’an’ın doğru
bir şekilde anlaşılmasına yaptığı katkıyı tahlil edelim:
Kur’an İlimleri
Müslümanlar İslam’ın ilk yıllarından günümüze
kadar ayetleri İlahi murat istikametinde anlayabilmek
için Kur’an’ı farklı açılardan tahlil etme gayreti içerisinde oldular. İslam’ın erken yıllarında şifahi olarak
41
2016
Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ettiği vahyin anlaşılmasına son derece
önem verdi. Buna rağmen anlaşılmayan ayetler olduysa hususi
açıklamalarda bulundu. Neticede zihinlerde Kur’an ilimleriyle alakalı
bir çok mesele birikti
yapılan bu ameliye tedvin faaliyetlerinin başlaması ile
kitabi bir boyut kazandı. Kur’an’ı anlama cehdi hicri beşinci asırdan itibaren ise “ulum-u Kur’an
(Kur’an ilimleri)” başlığı altında sürdürüldü.
Kur’an ilimlerinin kayda geçme süreci ilk
olarak Hz. Ali’nin Ebu’l-Esved ed-Düeli’ye nahiv ilmiyle alakalı malumatı bir araya getirme
emrini vermesiyle başladı.
“Ulum-u Kur’an”, Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması için gerekli olan bütün ilimleri
kapsar. Bu yüzden izafet terkibi halinde kullanılan
“ulum-u’l-Kur’an” ifadesinin ilk parçası olan “ulum/
ilimler” tekil değil de, çoğuldur. Bu durumda Kur’an
ilmleri; “Kur’an’la ilgili bütün bilgi ve ilimlere
işaret eder.”[70] Tefsir başta olmak üzere Kur’an’ın
inmesi, toplanması, tertibi, yazıya geçmesi, kıraati,
i’cazı, mecaz ifadeleri, i’rabı, ayetlerin iniş sebepleri,
Mekki-Medeni oluşları, nasih-mensuh, muhkem-müteşabih, gibi bir çok mesele “ulum-u Kur’an” bağlamında değerlendirilir.
Emeviler döneminde tedvin faaliyetleri hız kazandı. Alimlerin ölümü ile ilmin kaybolmasından endişe
eden Ömer b. Abdulaziz hadislerin toplanmasını
emretti.
Kur’an’ın Anlaşılması Bağlamında Kur’an İlimleri
Allah Resulü (s.a.v.) Kur’an’a dair hiç kimsenin
bilemeyeceği inceliklere vakıftı. “Muhkem”den “müteşabih”e, “nasih”ten “mensuh”a “i’caz”dan “i’rab”a
kadar Kur’an ilimleri kapsamına giren her konu ilk
olarak O’nun kalbinde anlam buldu.
Efendimiz (s.a.v.) tebliğ ettiği vahyin anlaşılmasına son derece önem verdi. Buna rağmen anlaşılmayan ayetler olduysa hususi açıklamalarda bulundu.
Neticede zihinlerde Kur’an ilimleriyle alakalı bir çok
mesele birikti.
Sahabe Kur’an ilimleriyle alakalı tesbit ve terkip
ettikleri malumatı şifahi olarak tabiine aktardı. Onlar
da aynı yolu takip ettiler; Kur’an ilimleri hadis gibi
işitme yoluyla alınıp, rivayet tarikiyle sonraki
kuşaklara nakledildi. İlim, hafızalardan sahifelere
geçinceye yani tedvin faaliyeti başlayıncaya kadar
böyle devam etti.
2016
Abbasiler dönemine gelindiğinde tedvin
çalışmaları din ilimlerinde olduğu gibi Arap
Dili ve felsefi ilimlerde de kendini gösterdi. Bu
bağlamda bir çok eser kaleme alındı.
Tedvin sürecinde Kur’an ilimleri içerisinde
ilk kayda geçen şüphesiz ki tefsirdir.[71] Çünkü o,
Kur’an’ın anlamanın anahtarıdır. Hükümleri tesbit etmek, helal ve haram disiplinini bilmek tefsire bağlıdır.
Tabiin devrinin hemen akabinde bir çok tefsir kaleme
alındı. Fakat bunlar içerisinde Kur’an’ın anlaşılmasına
en ciddi katkıyı sağlayan İbn Cerir et-Taberi’nin
tefsiridir. Taberi oldukça hacimli olan eserinde ilk
defa tefsiri rivayet ve dirayet boyutuyla ele aldı.
Taberi Tefsiri Kur’an’ın anlaşılmasında bir milat
oldu. Ondan sonra irili ufaklı çok sayıda tefsir yazıldı.
Bu dönemde Kur’an ilimlerinin her çeşidi ile
alakalı müstakil kitaplar telif edildi. Çok yönlü bir
anlama faaliyeti başlatıldı. Her alim uzmanlık alanına göre Kur’an’ın anlaşılmasına katkıda bulundu. Bu
çerçevede Buhari’nin Hocası Ali b. el-Medini
(v. 234) ayetlerin iniş sebebi ile alakalı eser telif etti.
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam (v. 224) nasih-mensuh ile ilgileri bilgileri bir araya getirdi. İbn Kuteybe
(v. 276) “müşkil” ve “garib” ifadelerle alakalı kitap
yazdı. Rağıb el-İsfehani (v. 502) Kur’an’daki kelimeleri açıklayan meşhur çalışmasını yaptı. er-Rüm-
42
Şubat
Ocak
mani (v. 384) el-Hattabi (v. 388) ve Bakillani
(v. 403) gibi alimler Kur’an’daki “i’caz”ı ihtiva eden
kitaplar yazdı. İbn Kuteybe, eş-Şerif er-Rezi ve
İz b. Abdisselam ( v. 660) Kur’an’daki “mecaz”
ifadeleri bir araya getirdi. Kıraatle alakalı Ebu Bekir
Ahmed b. Mücahid (324), es-Sehavi (v. 643),
İbn Cezeri (v. 833), yeminlerle alakalı İbn Kayyım
el-Cevzi (v. 751), misallerle alakalı Ebu’l-Hasan
Maverdi (v. 450), cedelle ilgili Necmeddin et-Tufi (716) eser telif etti. Her bir çalışma Kur’an’ı kendi
zaviyesinden izaha çalıştı. Bütün yönleriyle Kur’an
Müslümanların zihin dünyasına onu anlayabilecekleri
şekilde taşındı.
İlk Ulum-u Kur’an
Zamanla bütün Kur’an ilimlerini bir araya getiren ve “ulum-u Kur’an” başlığını taşıyan eserler
yazıldı. İlk defa bu adla telif edilen kitap Ebu’l-Ferec b. el-Cevzi’nin (v. 597) “Fünunu’l-Efnan fi
Ulumi’l-Kur’an” isimli eseridir.[72] Bedruddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşi’nin (v. 794)
“el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an” adlı kitabı ise bu
alanın ilk en hacimli çalışmasıdır. İmam Suyuti’nin Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla
anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler
vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu,
nasıl bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure
ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle
mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. (v. 911) “el-Burhan”dan
da istifade ederek telif ettiği “el-İtkan”, Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen en sistematik eserdir.
Müslümanların Kur’an’ı anlama gayretlerine pa-
İmam Suyuti’nin Kur’an
ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla
anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler
bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk
muhatabının kim olduğunu, nasıl bir
ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini,
sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini,
hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk
ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını
öğrendiler.
Ocak
Şubat
ralel olarak Kur’an ilimleri ile alakalı telif edilen eserler
keyfiyet ve kemiyet itibariyle gelişme gösterdi. Özellikle yakın dönemde kaleme alınan eserlere oryantalistlerin Kur’an çerçevesinde oluşturdukları şüpheleri
yok edecek bilgileri içeren başlıklar ilave edildi. Mesela Kur’an’ın Arapça’nın dışındaki dillere tercüme edilmesi meselesi muasır kitapların bir
çoğuna dahil edildi.[73]
Kur’an ilimleri, Kelam-ı Kadim’in hakkıyla anlaşılmasına yardımcı oldu. Müfessirler bu ilimler vesilesiyle Kur’an’ın ilk muhatabının kim olduğunu, nasıl
bir ortamda indiğini, neler ihtiva ettiğini, sure ve ayetlerinin nasıl tertip edildiğini, hangi yönüyle mu’ciz olduğunu, mantuk ve mefhumun ne tür özellikler taşıdığını öğrendiler. Kur’an ilimleri bir anlamda anahtar
vazifesi gördü. Bunun içindir ki Taberi, Kurtubi,
Alusi gibi büyük müfessirler eserlerinin baş taraflarında hatırı sayılacak şekilde Kur’an ilimlerine yer ayırdı. Bu alanda en derli-toplu eseri kaleme alan Suyuti de, eserini, tefsirine bir mukaddime
olarak kaleme aldığını söyler.[74]
Kur’an ilimlerini tahsil eden kişi İslam düşmanlarının Kur’an-ı Kerim etrafında ihdas ettikleri yalan ve
iftiralara karşı güçlü bir silahla donanmış olur. İslam’ın
esası olan Kur’an’ı savunmanın ümmetin, özellikle de
alimlerin en önemli vazifelerinden biri olduğu düşünüldüğünde bu ilimlerin önemi daha da artmaktadır.[75]
Müfessir Olmak
Neleri Bilmeyi Gerektirir?
Kur’an anlaşılmak için gönderilmiştir. Bu yüzden
aklı olan herkes ayetlerin önemli bir bölümünü anlar. Anlaşılan ayetler üzerinde düşünmek zihinlerde
yeni inkişaflara zemin hazırlar. Bu sayede Allah Teala
onlara anlama ameliyesini kolaylaştırır: “Andolsun
biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan.”[76] Fakat
düşünmek Kur’an’ı anlamak için yeterli değildir. Zira
yeterli olsaydı Allah, Resulü’nü “açıklayıcı” olarak
göndermezdi. O halde düşünmek Kur’an’ı anlamanın
en düşük mertebesidir. Onu, ilahi murat çerçevesinde anlayabilmek için bilinmesi gereken ilimler vardır.
Suyuti bunları 15 olarak belirlemiştir: Arap Dili,
Nahiv ve Sarf (Gramer ve Dil Bilgisi), kelime-
43
2016
Müfessirlerin Kur’an’ın farklı yönlerini dikkate
almaları değişik tefsir anlayışlarının oluşmasına zemin
hazırladı. Asırların geçmesine rağmen ortak kaygılara ve
müşterek yönelişlere sahip tefsir tarzları hep aynı kaldı.
lerin türeyişlerinden bahseden ilim (iştikak),
meani, beyan , bedi’, kıraat, akaid ve kelam,
fıkıh usulü, ayetlerin iniş sebepleri ve kıssalar,
naih-mensuh, fıkıh, sünnet ve nevhibe ilmi.[77]
Müfessir Nelerden
Sakınmalıdır?
Kur’an’ı anlamaya gayret eden müfessirin hataya
düşmemesi ve ayetlerin anlamını çarpıtmaması için
sakınması gereken bir takım hususlar vardır. Bu bağlamda şunlar söylenebilir:
1. Müfessir Arap Dili’nin kurallarını, akaidin temel esaslarını ve tefsir için gerekli olan
ilimleri bilmeden Allah’ın muradını açıklamaya kalkışmamalıdır.
2. Müteşabih gibi, kesin bilgisini Allah Teala’nın zatına tahsis ettiği meseleleri ve sır olduğu bildirilen gaybi hakikatleri tefsir etmeye
dalmamalıdır.
3. Ayetleri hevası istikametinde tefsir etmemelidir.
4. Bozuk mezhebi “asıl”, tefsiri ise “tabi”
yaparak yanlışları doğrulayan bir tefsirden
uzak durmalıdır.
5. Delil olmadan Allah’ın muradı şöyle
şöyledir dememelidir.[78] Kur’an’ı Kerim böyle
bir yaklaşımın Şeytan’ın telkinleri sonucu gerçekleştiğini söyler: “O size Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[79]
6. Hangi ayetin nasıl bir anlayış sistemi ile
ne kadar anlaşılabileceğini bilmeli ve en sonunda “Allah-u a’lem” (en iyisini Allah bilir)
2016
demeli yani tefsirinin muradı ilahi olduğunu
iddia etmekten uzak durmalıdır.
Farklı Anlayışların
Şekillendirdiği Tefsir Usulleri
Müfessirlerin Kur’an’ın farklı yönlerini dikkate almaları değişik tefsir anlayışlarının oluşmasına zemin hazırladı. Asırların geçmesine rağmen ortak kaygılara ve
müşterek yönelişlere sahip tefsir tarzları hep aynı kaldı.
Farklı tefsir anlayışlarının oluşum ve istikrarında
müfessirlerin meslekleri belirleyici oldu. Hadisle uğraşanlar “rivayet”, akli ilimlerde mahir olanlar
“ictihat” sufi eğilimlere sahip olanlar “işari”
tefsire fakihler de “ahkama” ağırlık verdi. Tabi
bunu yaparken benimsedikleri mezheplerin kriterlerini desteklemeyi de ihmal etmediler. Bu çerçevede
Ehl-i Sünnet, ayetlerle alakalı rivayetlere ve zahir anlama sıkı sıkıya bağlı kalırken Şia ve Mu’tezile başta
olmak üzere topyekün ehl-i dalalet lafzın müsaade
etmediği tefsirlere tevessül etti.
Müfessirlerin yönelişlerine göre yapılan tefsirleri
şu şekilde sıralamak mümkündür:
Rivayet Tefsiri
Rivayet tefsirine “me’sür” veya “nakli” tefsir de denir. Ayeti bir başka ayet, sahabe ve
tabiinden[80] gelen rivayet ile ilahi murat çerçevesinde açıklamaya rivayet tefsiri denir.[81]
Rivayet tefsiri saadet asrından itibaren sürekli
gelişme göstermiştir. Çünkü İslam coğrafyasının genişlemesi, değişik din ve kültürlere mensup milletlerin
İslam’la tanışması beraberlerinde yeni sorunlar getirmişti. Sahabe, vahiy kültürünün bilinç altına
yerleştirdiği birikimle ayetleri açıklamaya ça-
44
Şubat
Ocak
lıştı. Tabiin de sahabeden öğrendiği bu yöntemi aynen takip etti.
Rivayet tefsiri nakil merkezli olduğundan diğer
tefsirlere nispetle oldukça az ihtilaf içerir. O ihtilafların çoğunluğu da özde aynı, ibarede farklıdır. Mesala
Fatiha’daki “doğru yol” terkibini bir grup alim
“Kur’an” olarak tefsir ederken diğer bir grup
“İslam” olarak açıklamaktadır. Gerçekte bu
iki tefsir aynıdır. Zira “İslam” Kur’an’a ittiba”dan ibarettir. Fakat her biri “doğru yol”un ayrı
bir vasfına dikkat çekmektedir.[82]
Rivayet tefsirinin uydurma haber, İsrailiyyat ve isnatların hazfi[83] gibi zafiyet noktalarından
beri olması durumunda kabul edilmesi vaciptir.[84]
Çünkü bilgiye ulaşmanın en sağlıklı yolu rivayetleri
dikkate alarak yapılan tefsirdir.
Hadis mecmualarının “kitabu’t-tefsir” fasıllarında
rivayet tefsiriyle alakalı hadisleri toplu halde bulmak
mümkündür. En meşhur rivayet tefsiri ise Muhammed b. Cerir Taberi’nin Camiu’l-Beyan fi
Te’vili’l-Kur’an’ adlı eseridir.
Dirayet Tefsiri
Dirayet tefsiri “Re’y” ya da “ma’kul” tefsir diye de bilinir.[85] Arap Dili, söz sanatları, lafızların manaya delalet yönleri, cahiliyye şiiri, ayetlerin
iniş sebepleri, nasih-mensuh başta olmak üzere tefsir
için gerekli olan bütün ilimlere vakıf olan müfessirin
Kur’an’ı içtihadıyla tefsir etmesine “dirayet
tefsir”i denir.[86]
Tefsir için gerekli olan altyapıya sahip, cehalet ve
dalaletten uzak, ilahi gayeye uygun davranan müfessirlerin Kur’an’ı anlama noktasında ortaya koydukları
içtihatlar “dirayet tefsiri”nin muteber olan kısmını
oluştururlar. Bu nev’i tefsirlerde izlenmesi gereken
usul şu şekilde olmalıdır: Müfessir öncelikle ayetin
tefsirini Kur’an’da, onda bulamadığı takdirde
Sünnet’te aramalıdır. Çünkü Sünnet Kur’an’ı
tefsir eder. Hakikati bu iki kaynakta arama
faaliyeti netice vermezse müfessir sahabenin
sözüne müracaat eder.
Ocak
Şubat
Müfessir ayetin anlamını Kur’an, Sünnet ve sahabe sözünden elde edemediği takdirde aşağıdaki sisteme riayet ederek içtihat eder:
Tefsir, ihtiyaç duyulandan az, maksada uygun olmayacak şekilde de fazla olmamalıdır. Ayete mutabık
olmalıdır. Mecaz anlam, hakiki mananın kabulünün
mümkün olmadığı durumlarda söz konusu edilmelidir. Kelamın siyakına, ayetler arasındaki münasebete,
ayetlerin iniş sebeplerine riayet edilmeli, kozmoloji,
sosyal hayatın ve tarihin kanunları göz önünde bulundurulmalıdır. Tefsirin Allah Resulü’nün (s.a.v.) söz,
fiil ve takririne uygun olması ihmal edilmemeli, ayetin
farklı ihtimalleri haiz olması durumunda manalar arasında tercih yapılmalı, müfret lafızların Hz. Peygamber zamanındaki kullanımları dikkate alınmalıdır.[87]
Yukarıdaki kriterleri dikkate almayan kişilerin
arzu ve ideolojilerine göre Kur’an’ı tefsir etmeleri,
Allah Teala’nın bilinmesini kendine özel kıldığı meselelere dalıp kesin bir dille ‘bu ayetin anlamı şöyle
şöyledir’ demeleri “dirayet tefsiri”nin yerilen kısmını oluşturur.[88] Allah Resulü’nün kişinin mücerred
aklıyla Kur’an’ı açıklamasını kıymetlendirirken ifade
buyurduğu ‘Kim kendi görüşü ile Kur’an’ı tefsir
ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’[89] hadisi bu nev’i müfessirlere şamildir.
İslam’ın erken asırlarından bu tarafa tedavülde
olan “dirayet tefsiri” sayesinde Kur’an’ın etkin bir
şekilde hayata müdahil kalması mümkün olmuştur.
Çünkü ayet ve hadisler sınırlı, buna mukabil hayatın ürettiği sorunlar namütenahidir. Bu durumda içtihat kaçınılmaz olmaktadır. “Dirayet tefsiri” tarih
boyu bu vazifeyi ifa etmiştir.
İslam dünyasını kuşatan sıkıntıları giderecek, buna
mukabil yeni açılımlar getirecek olan “dirayet tefsiri”
zamanın ürettiği problemlere göre kısmi farklılıklar arz
etmiştir. En meşhur “dirayet tefsiri” Fahruddin
er-Razi’nin, “Mefatihu’l-Ğayb” adlı eseridir.
İşari Tefsir
Sadece tasavvuf erbabına malum olan bir
takım gizli işaretlerle Kur’an’ı te’vil etmeye
“işari tefsir” denir.[90] İlahi ilhama muhatap olan
sufilerin zihinlerinde Kur’an’ın ince manaları inkişaf
eder. Bu vesile ile Kur’an’daki bir takım sırlara
müdrik olurlar.
45
2016
Tefsir, şartları ve sınırlarıyla bütünlük arz eden bir
disiplindir. Onları ihmal ya da ihlal eden her anlama usulü,
tebyinden ziyade tahrife yatkındır. Batini tefsirde lafız
aynı kalmasına rağmen, lafzın yüklendiği mana bütünüyle
ihmal edilmektedir.
“İşari tefsir”de müfessir ayetin taşıdığı zahir anlamın dışında başka bir mana görür ki bu, sadece
Allah’ın kalbini açtığı, basiretini aydınlattığı kişilere
malum olur.[91]
“İşari tefsir” araştırma ve öğrenme ile elde edilmez. O, takva ve istikametin neticesi olan “Vehbi” bir bilgidir.[92] Şu ayette bu manayı teyit etmektedir: “Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size
öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[93]
Allah Teala’nın ilham yoluyla ilim verdiği kulların Kur’an’ı Kerim’deki sırları keşfetmeleri diye de
tarif edilen “işari tefsir” ile, Kur’an’ın anlamlarını tahrif eden Batini mezhebine mensup mürtetlerin tefsir
anlayışları gece ile gündüz kadar farklıdır. Şöyle ki,
sufiler zahir mananın ortaya çıkarılmasını destekler hatta o asıldır derler. Onlara göre “Öncelikle zahir anlamı bilmek gerekir. Onu iyi bir
şekilde bilmeden Kur’an’ın sırlarını anladığını
iddia edenin durumu eve kapısından girmeden
iç direğe ulaşacağını iddia eden adamın anlayışına benzer.” [94] Batiniler ise sufilerin zıddına zahir anlamın kesinlikle talep edilmediğini,
Kur’an’ın asıl hedefinin batın anlam olduğunu
iddia ederler. Batinilerin bu anlayışlarının arka planında İslam’ın hükümlerini ortadan kaldırma düşüncesi vardır. Bu da küfürdür. Nitekim Allah Teala şöyle
buyurmaktadır: “Ayetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli
kalmaz. O halde kıyamet gününde ateşe atılan
mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha
iyidir?”[95] Ayrıca Batiniler ayetin tek anlamının batini tefsir olduğunu iddia ederler. Sufiler ise ayetin tek
anlamının işari mana olduğunu söylemedikleri gibi
zahir anlamı da ikrar etmekten geri durmazlar.[96]
Tefsir, şartları ve sınırlarıyla bütünlük arz eden
bir disiplindir. Onları ihmal ya da ihlal eden her anlama usulü, tebyinden ziyade tahrife yatkındır. Batini
2016
tefsirde lafız aynı kalmasına rağmen, lafzın yüklendiği mana bütünüyle ihmal edilmektedir. Bu açıdan
Batini tefsir “tahrif”, işari tefsir ise “tebyin”dir. Hadisenin bu boyutunu tespit eden müfessirler
“İşari tefsirin meşruiyetini aşağıdaki şartların varlığına bağlamışlardır:
Tefsir Kur’an’ın nazmından anlaşılan mana
ile çelişmeyecek; Tek anlamın işari mana olduğu iddia edilmeyecek; Ayetin iç tutarlılığına
dikkat edilecek, zorlama tefsirler yapılmayacak. Mesala Ankebut Suresi’nin tefsirinde yapıldığı
gibi “Allah muhsinlerle beraberdir.”[97] mealinde
ki ayette yer alan “lemaa’” ifadesini “lemmaa’” okuyup “parıldatmak” manasında fili mazi, “muhsinin”
kelimesini de “meful” olarak alıp işari tefsir adına ortaya saçma sapan bir beyan sunulmayacak; Tefsire
şer’i ya da akli bir muarız olmayacak; Onu teyit eden
şer’i bir kanıt mevcut olacak.[98]
Yukarıdaki şartlara sadık kalan sufi alimler
Kur’an’ın iç manalarını keşfetme noktasında verimli
çalışmalar telif ettiler. Onlar vasıtasıyla Kur’an’ın vicdanlara konuşan boyutu gün yüzüne daha bir berrak çıktı. Meşru ölçüler dahilinde kaleme alınan “işari
tefsirler”in en meşhuru Şihabuddin Muhammed
el-Alusi’nin “Ruhu’l-Meani” adlı eseridir.
Yakın Dönem Tefsir Usulleri
Yakın döneme kadar müfessirlerin Kur’an anlayışları mevcut üç usul çerçevesinde cereyan etmiştir.
Fakat modern zamana gelindiğinde malum tefsir tarzları aşılarak, müsteşriklerin geliştirdiği mantık örgüsününde etkisiyle yeni tefsir yaklaşımları benimsenmiştir.
[99] Benimsenen yeni tefsir tarzları İslam geleneğinin
usul ve tefsiriyle çelişince, meşruiyet problemi yaşanmış, modernist tefsirciler ‘Ulum-u Kur’an’a dair yazılan eserleri ve bu eserler dikkate alınarak telif edilen
tefsirleri farklı açılardan eleştiri konusu yaparak ken-
46
Şubat
Ocak
dilerine yol açmaya çalışmışlardır. İslam coğrafyasının
çeşitli bölgelerinde bu anlayışta bir çok eleştiri neşredilmiştir. ‘Ulum-u Kur’an’ın tenkit edilişi, kamuoyunda yeni yaklaşımları dikkate alan bir tefsir usulünün
geliştirilmesinin ihtiyaç olduğu hissini uyandırmıştır!
Klasik tefsir usulüne başkaldırı tarzında gelişen
yeni yaklaşımların önerdikleri köklü değişiklikler içinde; Muhammed Abduh’un ‘İctimai’[100], Seyyid
Ahmed Han’ın ‘Modernist’[101], Emin el-Huli’nin
‘Edebi’[102] ve öncülüğünü Fazlurrahman’ın yaptığı
‘Tarihselci’ tefsir anlayışları önemli bir yer tutmaktadır.
Sonuç
Kur’an’ı murad-ı ilahi çerçevesinde anlayan
alimler bir ayeti tefsir ederken önce Kur’an’a, sonra
Sünnet’e ardından sahabenin sözüne müracaat ettiler. Sahabeye öğrencilik yapmaları hasebiyle tabiinin
tefsirini de dikkate aldılar.
Tedvin dönemiyle kitabi bir yapıya kavuşan tefsir ilmi “Kur’an ilimleri”nin bir araya
getirilmesi ile sistematik bir yapıya kavuştu.
Kötü niyetli insanların Kur’an’ı mana itibariyle tahrif etmelerinin önüne geçebilmek için de müfessirle
alakalı ilmi ve ahlaki yeterlilikler tespit edildi. Böylece
tefsirin Allah Resulü ile başlayan saf çizgisi muhafaza
edilmiş oldu.
Tefsirdeki klasik sistemenin terk edilmesi çok
yönlü bir rekakete zemin hazırladı. Kimin neye dayanarak konuştuğu, niçin ret ya da kabul ettiği somut
verilerini kaybetti.
Tefsir ilmi özellikle ilk üç kuşak itibariyle bir birine
merbut küpler gibidirler. Birinin devre dışı bırakılmasıyla bütün sistem alt üst olur. Hadiseyi Yunus’un şu
dörtlüğü ne de güzel ifade etmektedir:
Yerden göğe küp dikseler,
Birbirine bende etseler,
Altından birin çekseler,
Seyreyle sen gümbürtüyü.
Tefsirin meşru ölçüler dahilinde devam edebilmesi
küplerin yerli yerinde durması ile yakından alakalıdır.
Ocak
Şubat
Dipnotlar:
[45] İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, X, 42; ez-Zehebi, a.g.e., I, 79 [46] Kur’an,
A’raf(7): 164. [47] İbn Hacer, Tehzib, VII, 265; Zehebi, a.g.e., I, 84. [48]
Kur’an, Nisa(4): 100. [49] Kurtubi, a.g.e., I, 21. [50] ez-Zehebi, a.g.e., I, 76.
[51] İsrailî bilgi ile alakalı İslam’ın tavrı şu şekildedir: “İslam’ın doğruladığı
kabul, tekzip ettiği reddedilir. Bunun dışındakilerde ise tevakkufta bulunulur.”
Bkz. Muhammed Zahid Kevseri, Nazra ‘Abira fi Meza’imi men Yünkiru Nuzüle
‘İsa (a.s.) Kable’l-Ahira, Kahire, 1987, s. 49. [52] Zurkani, a.g.e., II, 20. [53]
Şihabuddin Ahmed b. Hacer Heytemi Mekki, el-Hayratu’l-Hisan, Daru’l-Erkam,
Beyrut, ty., s. 62. [54] ez-Zehebi, a.g.e., I, 96. [55] Suyuti, a.g.e., II, 243. [56]
ez-Zehebi, a.g.e., I, 96. [57] Kattan, a.g.e., s. 351. [58] Suyuti, a.g.e., II, 243;
ez-Zehebi, a.g.e., I, 104; Kattan, a.g.e., s. 351. [59] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105;
Kattan, a.g.e., s. 355. [60] ez-Zehebi, a.g.e., I, 105; Kattan, a.g.e., s. 355. [61]
Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII. [62] Bir takım tasarruflarla özetlenerek alınmıştır; Suyuti, a.g.e., II, 243; ez-Zehebi, a.g.e., I, 107; Kattan, a.g.e., s. 352.. [63] Suyuti,
a.g.e., II, 243-4; Kattan, a.g.e., s. 352. [64] Kattan, a.g.e., s. 352. [65] “Ceale”
fiilini Allah Kur’an’ı “indirdi” yerine “yarattı” anlamında tefsir eden Zemahşeri,
insanların eserine rağbet etmemesi üzerine “yarattı” kelimesini daha sonra “indirdi” şeklinde değiştirmiştir. Bkz. Ebû’l-Kasım Carullah Muhammed b. Ömer
Zemahşeri, el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil ve Uyuni’l-Akâvil fî Vucuhi’t-Te’vil, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, ty, I, 3; ez-Zehebi, a.g.e, I, 304. [66] Kur’an, Tekvir(81): 19.
[67] Kur’an, Tevbe(9): 43; “Bu, suç işlemeden kinayedir. Çünkü ayette geçen
“el-avf” kelimesi suç işlemenin müradifidir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle
olur: ‘Hata ettin. Ne kötü bir şey yaptın.’” Keşşaf, a.g.e., II, 192. [68] Kur’an,
Tahrim(66): 1; Zemehşeri bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir; “Bu, Hz. Peygamberden sadır olan bir zelledir. Çünkü hiç kimsenin Allah’ın helal dediğini
haram kılma yetkisi yoktur. Zira O, helal kıldığını kendisinin bildiği bir hikmet ya
da maslahattan dolayı helal yapmıştır. Haram kılması da maslahatı mefsedete
döndürmesidir.” Bkz. Keşşaf, a.g.e., IV, 125. Ayetin soru formunda gelmesinin
nedeni azarlamak (tevbih) için değil yapılan işin illetini öğrenmek içindir. Tıpkı
Maide (5/116) Suresinde ki “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilah edinin dedin? diyecek” ayetinde olduğu gibi. Bu
ayette sorunun öncesinde “afv” vardır. Afv ile azarlama bir arada olmaz. Zira
azarlayan affetmez. Azarlama bir nev’i cezalandırmadır. Halbuki Allah Teala affettiğini bildirmektedir. Bkz. Abdulvehhab b. Ahmed b. Ali eş-Şa’rani, el-Yevakit
ve’l-Cevahir fi beyani Akaidi’l-Ekabir, Beyrut, 2003, I, 243. Burada Zemahşeri’nin zannettiği gibi Allah Resulü’nün helal olan bir şeyi haram kılması yok ki hadise muhalefet ve günah olarak değerlendirilsin. Sadece Hz. Peygamber (ayetin
sebeb-i nüzulüne göre) hanımlarının hatırı için bazı şeyleri yapmaktan uzak duracağını belirtmiştir. Zemahşeri’nin hadiseyi helal olan bir şeyi haram kılmak olarak
değerlendirmesi nübüvvet makamına karşı olan saygısının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bkz. Sabuni, a.g.e., III, 407. [69] Suyuti, a.g.e., I, 8. [70] el-Ak,
a.g.e., s.39; Ebu Şehbe, a.g.e., 25. [71] Suyuti , a.g.e., II, 243. [72] Daha
farklı tesbitler için bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s. 35. [73] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., s.
45-6. [74] Suyuti, a.g.e., I, 8. [75] Bkz. Ebu Şehbe, a.g.e., 27. [76] Kur’an,
Kamer(54): 17. [77] Suyuti, a.g.e., II, 221-2; Zurkani, a.g.e., II, 46; ez-Zehebi,
a.g.e., 190-2. [78] ez-Zehebi, a.g.e., I, 196. [79] Kur’an, Bakara(2): 169. [80]
Tanıma tabiinden nakledilen açıklamaların da eklenmesi rivayet tefsirlerinde tabiin görüşlerinin de kullanılmasından dolayıdır. Bkz. Taberi, a.g.e., I-XII. [81]
Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 14; ez-Zehebi, a.g.e., I, 112; Kattan, a.g.e., s. 358; İsmail
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s. 228. [82]
Kattan, a.g.e., s. 359. [83] ez-Zehebi, a.g.e., I, 115. [84] Kattan, a.g.e., s. 359.
[85] Sabuni, a.g.e., s. 155. [86] ez-Zehebi, a.g.e., I, 147. [87] Özetlenerek
alınmıştır. Bkz. Zurkani, a.g.e., II, 53-54; ez-Zehebi, a.g.e., I, 197-198. [88] Bkz.
Sabuni, a.g.e., s. 155. [89] Tirmizi, Tefsir, IV, 439-440. [90] Zurkani, a.g.e., II,
67. [91] Sabuni, a.g.e., s. 171. [92] Sabuni, a.g.e., s. 172. [93] Kur’an, Bakara(2): 282. [94] Suyuti, a.g.e., II, 237. [95] Kur’an, Fussilet(41): 40. [96] Suyuti, a.g.e., II, 237. [97] Kur’an, Ankebut(29): 69. [98] Zurkani, a.g.e., II, 69.
[99] M Said Şimşek, Gününmüz Tefsir Problemlemleri, Kitab Dünyası, Konya,
ty., s. 52-119,157. [100] Temelde pozitivist bilim mantığına karşı olduklarını
söylemelerine rağmen ayetleri söz konusu mantık çerçevesinde açıklamaya
özen gösteren İctimai Tefsir Anlayışının en uç örneklerinden bir tanesi Muhammed Abduh’un Fil Suresi tefsiridir. Abduh, söz konusu sürenin tefsirinde
Ebabil Kuşlarını önce sinek ardından mikrop, taşları da sineklerin ayaklarına
bulaşan toz zerreleri olarak tevil eder ve bunu garip bir şekilde rivayetlerin ittifak ettiği bir husus olarak niteler. Ayrıntı için bkz: Muhammed Abduh, Tefsiru
Cuz’i Amme, Matbaatu’ş-Şa’b, Mısır, ty., s.118 vd. [101] Temelinde Allah’ı
inkar yatan doğa bilimiyle, Allah’ın vahyi Kuran’ı anlamaya çalışan ve bunu
sistemleştirebilmek için İngilizlerin desteğiyle 1875’de Aligarh’de “Mohammadan Anglo-Oriental College” adıyla -daha sonraları üniversiteye dönüşen- bir
kolej kuran Ahmed HanR
47
2016
Ersan BİLGİN
Erbakan Hocamızın Bakış Açısı
-“Elhamdülillah
biz
Müslüman’ız, İslam milletindeniz.
İslam sohbetlerde
konuşulsun,
kürsülerde
anlatılsın,
kitaplarda
yazılsın diye değil hayatın
her alanında yaşansın diye
indirilmiştir. İsam’ı bir bütün
olarak yaşama gayretimizin
adı cihattır. Cihatsız İslam
olmaz.
2016
İslam inancının dört
temel esası var.
Birincisi bu dünya bir
sınama yeridir. Hayat, yaşadıklarımız, tercihlerimiz, varlık
ve darlık sınanmamız içindir.
Bu zamanda ve bu mekânda
doğmuş olmak tesadüf değildir. Küresel olayların merkezindeki bir ülkede dünyaya gelmişiz. Allah mükâfatımızı
artırmak istiyor. Zor bir zamanda zor bir yükün altına
48
girmişiz. Bize düşen daha
çok gayret etmektir. Her
tercihimiz Allah rızasına
uygun olmalıdır.
İkincisi İslam vahiy
dinidir. Allah yapısıdır. Mükemmeldir. Bir eksiği yoktur.
Hal böyle iken İslam coğrafyası tarumar vaziyettedir. Bunun
sebebi Müslümanların izzet
ve şerefi ırkçı emperyalizmin sofralarında aramasıdır. İzzet ve şeref Allah’a
aittir ve O’nun yanındadır.
Üçüncü temel esas,
İslam’ın temel prensipleri
Şubat
Ocak
eksiltilip çoğaltılamaz. İslam sentez kabul etmez.
İslam bir bütün hayat nizamıdır. Kapitalist İslam
da olmaz, sosyalist İslam da. İslam İslam’dır.
Türk-İslam sentezi de olmaz, Arap-İslam sentezi
de. İslam’a en yakın düşünce İslam değildir.
Dördüncüsü İslam sohbetlerde konuşulsun, kürsülerde anlatılsın, kitaplarda yazılsın
diye değil hayatın her alanında yaşansın diye
indirilmiştir. İsam’ı bir bütün olarak
yaşama gayretimizin adı cihattır. Cihatsız İslam olmaz. Cihatsız
Müslümanlık olmaz. Siz cihadı unutursanız İsrail’e köle
olursunuz. Siz cihadı unutursanız hedefiniz Avrupa Birliği’ne tam üyelik
olur. Siz cihadı unutursanız şehit kanları ile sulanmış bu topraklar NATO
toprağı olur.
Bu 7 milyar insandan 1 milyarı her gece aç yatıyor.
Geçen her 6 saniyede bir 1 çocuk açlık nedeniyle ölüyor.
Her gün 30.000 çocuk önlene bilir hastalıktan
dolayı ölüyor.
Böyle bir dünyada kozmetik için yılda 100 milyar
dolar harcanıyor.
Sadece 6 ülkede kedi ve köpek
maması için yılda 30 milyar dolar
harcanıyor.
En fakir 20 ülkenin 6
milyar dolar civarında borcu varken, dünyanın en
zengin 5 kişisinin yaklaşık 300 milyar dolar serveti var.
100 milyar dolar tüm dünyadaki yoksulluğu ortadan kaldırabilecekken faize dayalı ekonomik sistem zengini daha zengin fakiri daha fakir yapmaya
devam ediyor.
Biz İslam’ın tamamını yaşamaya talibiz. Müslüman olmak
bunu gerektirir.
Yine bir Müslüman dünyada olu biten olaylar
karşısında sessiz sedasız edilgen bir vaziyette kalamaz.
Zerrece iyilik ve kötülükten hesaba çekileceğiz.”
- “Yaşadığımız dünyada küresel ölçekte
açlık, kıtlık ve sefalet var.
7 milyar 3000 milyon insanın bulunduğu
bir Dünya’da yaşıyoruz.
Bu 7 milyar insandan 2 milyarı yoksulluk
sınırının altında yaşıyor.
Sadece futbolda dönen para yılda 500 milyar dolar, bu para ile açlık 5 kez önlenebiliyor.
Ya da kozmetik için bir yılda harcanan para ile
yani 100 milyar dolar açlık yine önlenebiliyor.
Dünyada faize dayalı bir ekonomik sistem var.
Faiz ve sermayenin belirli ellerde toplanması nimet
ve külfet paylaşımında bir dengesizlik oluşturuyor.
Bırakın 7 milyarı 17 milyar 27 milyar insan yaşasa açlığa dair bir sıkıntının olmayacağı bu gezegen
belirli insanların eliyle yanşamaz hale getiriliyor.”
{
}
Cihatsız Müslümanlık olmaz. Siz cihadı unutursanız İsrail’e
köle olursunuz. Siz cihadı unutursanız hedefiniz Avrupa Birliği’ne
tam üyelik olur. Siz cihadı unutursanız şehit kanları ile sulanmış
bu topraklar NATO toprağı olur.
Ocak
Şubat
49
2016
Sadece futbolda dönen para yılda 500 milyar dolar,
bu para ile açlık 5 kez önlenebiliyor.
Ya da kozmetik için bir yılda harcanan para ile yani
100 milyar dolar açlık yine önlenebiliyor.
- “Bir taraftan yoksulların hem sayısı hem
de oranı her geçen yıl artmakta, diğer taraftan
her yıl üst üste bankalar kar rekorları kırmaktadır.
Yine, İslam sadece faizi yasaklamamış, servetin
belirli ellerde toplanmış bir güce dönüşmesine de müsaade etmemiştir.
Sermaye belli ellerde toplanırken faize dayalı
ekonomik işleyiş devam etmektedir.
Mesele aslında basittir, Allah bizden nimet ve külfet konusunda orta yol izlememizi istemektedir.
Faizin olduğu bir sistemde alın terinin ve
emeğin sömürüldüğü aşikârdır.
Maun suresinde dini yalanlayanlar olarak
nitelendirilenlerin temel vasıfları ekonomi ile
ilintili tutum ve davranışlardır.
Çeşitli manipülasyonlarla sistem partilerinin %
98’in üzerinde oy alması bu gerçeği değiştirmez.
Bir şehrin hakim caddeleri bankaların işgali altında ise o şehirdeki cami cemaatinin
kalabalıklığı duyarsızlığın ne kadar büyük olduğunu gösterir.”
- “Bizim inancımız alkolü yasakladığı gibi,
zinayı yasakladığı gibi, faizi de yasaklamıştır.
İslam, faizi yalnız yasaklamakla kalmayıp
aynı zamanda faizi terk etmemeyi Allah ve Resulüne harp ilan etmek olarak nitelendirmiştir.
Hud Suresi 87. Ayeti Kerimede Şuayb’ın
namazından bahsedilmiştir. Bu namaz ekonomiye müdahale eden, servet yığmağa müdahale eden bir namazdır.
İşte biz şimdi inandığımız kitabın, ikame ettiğimiz
namazın gereğini yapmakla mükellefiz. Biz bunun
için bu çalışmaları yapıyoruz.
Hakkı üstün tutan, adil bir ekonomik düzene sahip Yeni Bir Dünya’yı kuracak kadroları
yetiştirmek için çalışıyoruz.
Komşusu açken tok yatanlardan olmamak
için çalışıyoruz.
O açlık nedeniyle ölen çocuklara huzuru mahşerde “Hangi suçtan ötürü öldürüldün?” sorusu
sorulduğunda biz elimizden geleni yapmış olmak için
çalışıyoruz.
Yine bu ülkede aile çözülmekte, intihar vakaları artmakta, uyuşturucu ilkokula inmiş, cezaevleri
dolup taşmakta, gençlerin gelecek kaygısı giderilmiş
değil, işsizlik rakamları %10’un üzerinde, ırkçılık ve
mezhepçilik en yaygın iki saplantı, antidepresan kullanan insanların sayısı milyonlarla ifade edilmektedir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum küresel sistemden bağımsız değildir.
2016
50
Şubat
Ocak
Türkiye kendi meselelerini kendisi çözecek ancak küresel sisteme müdahale etmeyen
hiçbir çözüm, çözüm değildir.
Yaşanılan sorunlar tek bir ülkeyi ya da bölgeyi
ilgilendiren sorunlar değildir.
Üç yüz yıldır dünya yönetimi tekelci ve sömürgeci Anglosakon- Juda (İngiliz-Yahudi) anlayışının elindedir.
Anglosakson-Juda zihniyetinin dünyamızı düzlüğe çıkarması mümkün değildir.
Türkiye ve dünyada yaşanan sorunlar herhangi bir hükümetin ya da hükümet programının ortaya çıkardığı sorunlar değildir.
Biz bu yüzden yeni bir dünya diyoruz.
Toplumu hayra çağıran, marufu (insanların faydasına olan işleri) emreden, münkerden (insanların
zararına olan işlerden) alıkoyan bir topluluk olmanın
gereği budur.”
- “İslam dünyasının ve Türkiye’nin;
Bütün olup bitenlerin müsebbibi iktidardaki partidir dersek, bu parti gittiğinde mesele kalmayacak
sanılır. Oysa mesele parti meselesi değil, sistem meselesidir.
D-8’in canlandırılmasına, D-60 ve D-160
için adımlar atılmasına
Ya da dünyadaki sıkıntıların sebebi dün
Saddam ve Kaddafi, bugün Esat değildir.
Müslüman Ülkeler Teknolojik İşbirliği Teşkilatına
Müslüman Ülkeler Ekonomik İşbirliği Teşkilatına
Müslüman Ülkeler Askeri İşbirliği Teşkilatına
Saddam gitti, Irak düzlüğe mi çıktı? Kaddafi gitti
Libya düzlüğe mi çıktı?
(Irak Adana’dan kalkan uçaklarla vuruldu. Şimdi
üç parça. Her gün Sünni-Şii çatışması. Petrolü ABD alıyor. Libya, İzmir’den kalkan uçaklarla vuruldu. Şimdi
kırk parça. Her gün çatışma. Petrolü Fransa alıyor.)
Yaşanılan sorunlar bir küresel sistem krizidir.
- “Bizim inancımız alkolü
yasakladığı gibi, zinayı yasakladığı
gibi, faizi de yasaklamıştır.
İslam,
faizi
yalnız
yasaklamakla
kalmayıp
aynı
zamanda faizi terk etmemeyi Allah
ve Resulüne harp ilan etmek olarak
n i t e l e n d i r m i ş t i r.
Ocak
Şubat
Müslüman Ülkeler Ortak Para Birimine
Müslüman Ülkeler Kültürel İşbirliği Teşkilatına
ihtiyacı vardır.”
- “Muhterem Erbakan Hocamızın dediği gibi,
“atımızı alabilirler ama yolumuzu alamazlar.”
Erbakan Hocamızın emanetlerine her şeyden daha fazla sahip çıkacağız.
Nedir bu emanetler?
1-Milli Görüş Fikriyatı: Bugün İslam Birliği’ni, Faizsiz Adil Ekonomik Düzeni Milli Görüş hareketinden başka kimse dile getirmemektedir. Mevcut
dünya düzenini sorgulayan hiçbir hareket yoktur.
Şimdi birtakım zevat İslam Birliği düşüncesine
sahip çıkıyormuş gibi yapıyor. Bunların İslam Birliği
diye ifade ettikleri ABD, AB ve İsrail’in çıkarları için
Katar, Ürdün, Suudi Arabistan vs. ile birlikte sınır ötesi
operasyon yapmaktır.
51
2016
Hakkı üstün tutan, adil bir ekonomik düzene sahip Yeni
Bir Dünya’yı kuracak kadroları yetiştirmek için çalışıyoruz.
Komşusu açken tok yatanlardan olmamak için çalışıyoruz.
2-MİLKO Kuruluşları: AGD, ÖĞDER, ESAM,
ÖZDER, HUDER, MİLLİ GAZETE, TV5, CANSUYU,
IYFO… Milli Görüşçü Kuruluşlar şuurun ve fedakarlığın adresidir.
Yeniden Büyük Türkiye
Yeni Bir Dünya
II. Yalta Konferansı..
3-Çalışma Modeli: Teşkilatlanma, Gündem
Oluşturma, Toplantı, İcra, Rapor…
Mevcut dünya düzeni değişmeden yeryüzüne
adaletin ve barışın gelmesi, açlığın, yoksulluğun bitmesi mümkün değildir. İşte bunun için YaltaKonferansı ile tezgahlanan oyunu bozmamız gerekmektedir.”
Nedir modele uygun çalışmak?
a-Var olacağız
b-Eğitimli olcağız
c-Çalışma modelimizin gereğini yapacağız. Her
insana ulaşacak sistemdir, model çalışmamız.
- “Yapacağımız iş “Elhamdülillah Müslüman’ım” diyen insanların “Şuurlu Müslüman”
olması için gayret etmektir.
4- Milli Görüş Kadroları: Tek bir kardeşimizi
kaybetmeyeceğiz. Zihniyet eleştirisi yapacağız elbette.
Ancak kişilere hakaret etmeyeceğiz. Birileri yanlış istikamete gitti diye aleyhlerinde konuşmayacağız.
Derdimizi, değerlerimizi, inancımızı en güzel şekilde
anlatacağız.
5- Ufuk ve Hedef: Yaşanabilir Bir Türkiye
Şuurlu Müslüman faize dayalı ekonomik sistemin Allah ve Resulüne açılmış savaş olduğunu bilen
Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman yağan yağmurun KürtTürk, Alevi-Sünni, Yahudi- Hıristiyan herkesi
ıslattığını bilen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman bulutların arasından çıkan güneşin Şam- Bağdat, İstanbul-Diyarbakır, Arjantin-Avustralya her yeri ısıttığını bilen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman insanca yaşamanın herkesin hakkı Tolduğunu bilen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman abdesti bozan durumları bildiği
gibi toplumu bozan durumları da bilen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman Allah’a ve Peygambere
itaat eden liderine haram olmayan her hususta
itaat etmesi gerektiğini bilen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman hakkı üstün tutan cepheyi terk
etmeyen Müslüman’dır.
Şuurlu Müslüman fırsat bulduğu müddetçe değil hayatta olduğu sürece mücahede eden
Müslüman’dır.” Vesselam.
2016
52
Şubat
Ocak
Hadis-i Şerif
Peygamberimizin şu
Peygamberimizin
şu müjdesine
müjdesine kulak
kullak verelim
verelim buyuruyorlar
buyuruyorlar ki:
ki:
“
“Kim
Kim kuranı
kuranı okur
okur ve
ve ezberler,
ezberler, h
helal
elal g
gösterdiğini
österdiğini h
helal,
elal,
h
haram
aram k
kıldığını
ıldığınıı h
haram
aram ssayarsa,
ayarsa, A
Allah
llah o
onu
nu b
bu
u ssebeple
ebeple
cennete
cennete so
sokar
okar v
ve
eo
ona
na k
kendi
endi e
ehlinden,
hlinden, c
cehennemi
ehennemi h
hak
ak
etmiş
etmiş on
on kişiye
kişiye şefaat
şefaat e
etme
tme y
yetkisi
etkisi v
verir”(Tirmizi)
erir”(Tirmizi)
Ocak
53
2016
Hz. Pîr Seyyid
Ahmed er-Rufai (k.s) den
Arş himmetlerin, Kâbe de insanların kıblesidir. Hz.
Peygamber (s.a.v) ise, kalplerin kıblesidir. Sevgilim bana: “Sen,
ittibâ edildiğinde Allah’ın ebediyyen utandırmayacağı bir
yüzsün” demiştir. Melekler de, “Sabrettiğinize karşılık size selam
olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!” derler. Ey
bağış ve lütuf sahibi yüce hazret hakkında fetih şiirleri okuyan
kimse, gel! Sen, nasıl olur da ferah meclisi istersin. “Allah, geceyi
gündüzün içine sokar.”1 Haberiniz olsun ki her iş, Allah’a bağlıdır.
Allah veli olarak yeter. Size gereken Allah’tan korkmanız ve tevhid
sahasından dışarı çıkmamanızdır. Benim Rabbim, hiç bir ortağı
ve benzeri bulunmayan bir Rabb’dır. O ne güzel bir dost ve
yardımcıdır. Alemlerin Rabbine hamdolsun.
t
Kim, Allah’ı tanırsa O’ndan başka hiç kimseyi sevgili olarak
kabul etmez. Bir haberde şöyle gelmiştir: Allah Teâlâ, mahlükatı
önce zulmet (karanlık) içinde yarattı. Sonra onların arasına
kendi nürundan bir parça attı. Her kime, bu nurdan isabet
ederse, o hidâyete ulaşır. Kim de ondan uzak kalırsa, sapıtır. O
nur, minnet (iyilik) arazisinden çıkar ve kalpte yerleşir. Onunla
kalpler, nurlanır ve aydınlanır. Onun ışınları ceberût hicablarına
ulaşır. Hiçbir ceberût (üstünlük) ve melekût (ululuk, saltanat),
onun hakkı görmesine engel olamaz. Böylece kul, hayatında ve
ölünce, bütün söz, fili, hareket ve iradesinde, önceki nur haline
dönmüş olur. “Allah, göklerin ve yerin nürudur.”2 “O, nüruyla
diledi ğine hidâyet eder.”3
1. Fâtır, 35/13.
2. En-Nûr, 24/35.
3. En-Nûr, 24/35.
M. Emin Karabacak
Ben Kariyer Peşindeyken
Çocuğumu “Eller” mi Eğitiyor?
Peygamber
Efendimiz
(s.a.v) ise bir hadisi şeriflerinde
şöyle
buyurur:
evlâdına
güzel
“Hiçbir
edep
baba
ve
terbiyeden daha değerli ve üstün
B
ugün kariyerinden
fedakârlık etmeyip
annesine en çok
ihtiyaç olduğu dönemde
bakıcı
ve kreşe verilen
çocuklar; evladına en çok ihtiyacı olduğu yaşlılık döneminde de evlatları, anne babalarını
huzur evine vermektedirler.
bir miras bırakamaz.” (Tirmizi).
“Çocuklarınıza güzel davranıp
iyilik ve ikramda bulunuz. Onları
en güzel şekilde terbiye ediniz.”
(İbni Mace)
2016
Bu Hale
Nasıl Geldik?
Bir zamanlar şehirlerde
kız çocuklarının okutulmasına
“zaman kötü” diyerek karşı
çıkılırken kırsal kesimlerde de
56
buna ilaveten ekonomik
şartlar gerekçe gösterilmişti. Zamanında değişik mazeretler altında okutulmayan
günümüz anneleri, bugün çocuklarını okutmak için sonuna
kadar çaba sarf etmektedirler.
“Biz okuyamadık hiç
olmazsa sen oku, biz ezildik sen ezilme, kendi ayakları üzerinde dur...” denilerek okutulan bu çocuklar,
bugün üniversiteyi bitirip meslek ve kariyer sahibi oldular.
Eskiden kadınların çalışması ayıplanırken izin
Şubat
Ocak
veren anne baba ya da eşlere farklı tepkiler verilirdir. Günümüzde ise ev hanımlığı yadırganır hale
geldi. Hal böyle olunca günümüz kadınları da en
kutsal görev olan annelik görevini ikinci plana atmış erkeğe bağımlı kalmamak, ekonomik
güce sahip olmak ve daha özgür yaşamak için
okuyup kariyer sahibi olmuşlardır.
Meslek ve kariyer sahibi olduktan sonra birazda
hayatımızı yaşayalım diyerek üç dört yılda çalışan bu
kızlar, zamanla evlilik için yaşlarının geçmeye başladığını farkına varırlar. Bir yandan evlenmek isterlerken, bir yandan da evlilik ve çocuk bakmak
bunları korkutur. Hiç kimsenin sorumluluğunu almadan büyütülüp okutulan bu çocuklar, kendilerinden başkasının hayatını düşünmek onun sorumluluğunu almak onlar için kolay bir iş olmayacaktır.
Çocuğa Kim
Bakacak?
Yaşın ilerledi evlen diyenlere genelde; “Evlenmek mesele değil; evlendikten sonra çocuğa
kim bakacak?” cevabı verilir. Evet, çocuğa kim bakacak. Annesi ya da kayınvalidesinin bulunduğu yerde yaşayanlar genelde annesi ya da kayın
validesine baktırmaktadırlar. Böyle bir imkânı
olmayanlar ise ya bakıcıya ya da kreşe vermektedirler.
Şu bir gerçek ki anneanne de olsa babaanne de olsa bir çocuğa hiç kimse annesi kadar
sevgi veremez. Şu da bir gerçek ki çocuklarını büyütüp torun sevmesi gereken bu insanlara rahat ettirmek yerine tekrar çocuk baktırmak ya da baktırmaya
çalışmak büyük bir haksızlık. Hem anneanne ya da
babaannenin yanında büyüyen çocuklar şımarık olacaklarından disiplin sorununu da beraberinden getirecektir.
Fiziksel mi Duygusal
İhtiyaç mı?
Bugün anne babalık duygusunu tatmamış birçok
kariyerci, çalışan anneleri rahatlatma adına kimisi bir
yaşında, kimisi iki yaşında, kimide de üç yaşında çocuklar kreşe verilebilir diyor. Hiç kimse ağzı süt
kokan bu çocuğun anneye ihtiyacı var; bakıcı
ve kreşe değil demiyor.
Bu çocuklar en az 4-5 yıl annenin yanında
olması ve anne sıcaklığını hissetmesi gerekir.
Bu çocuklar günün en verimli saatlerini anne
kokusundan uzak, bakıcılarda ve kreşlerde geçirmetedirler. Bu çocukların karınlarını doyuyor olabilir; ancak ruhları aç kalmaktadır.
Çocukların sadece fiziksel ihtiyacı olduğunu düşünen anneler, daha yılını bile doldurmadan çocuğu bakıcı ya da kreşe teslim etmektedirler. Oysa bu çocukların fiziksel ihtiyaçlarından
daha çok duygusal ihtiyaçları karşılanması gerektiğini
hiç düşün(ül)memektedir.
Kreş ve bakıcıya verilen çocuklarında fiziksel ihtiyaçları her ne kadar karşılansa da, duygusal ihtiyaçları istenen şekilde karşılanmadığından bu çocuklar
mutlu olamamaktadırlar. Yeteri kadar ilgi ve sevgi görmeyen bu çocuklar, vücut dirençleri güçsüz
olacağından daha sık hastalanacaktırlar.
Araştırmacılar, yavru maymunların bulunduğu kafese iki anne maymun postu koyarlar.
Birinci maymunun tüyleri sivri; fakat yavru maymunlara süt verecek şekilde ayarlanır. Diğer
maymun ise süt vermeyen; fakat tüyleri pamuk
gibi yumuşak olarak ayarlanır.
{
}
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cennet annelerin ayakları
altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadisini göre cenneti kazanmak
için anneye; “Öf bile!” (İsrâ,23) denmeyecek ancak şu da gerçek
ki anne babasına “Öf bile!” demeyecek evlatları doğuranında
yetiştireninde anneler olduğunu unutmamak gerekir.
Ocak
Şubat
57
2016
Rabbimiz tarafından “Annelerinin karnından hiçbir
şey bilmezken çıkarılan” (Nahl,78) çocukların kalbini
İmam-ı Gazali; “Tertemiz, bomboş, saf her şeyi almaya
kabiliyetli ve yöneltildiği her şeyi yapmaya meyilli” olarak
tarif etmektedir.
Gözlem sonucunda yavru maymunların süt
içtikleri fakat tüyleri batan maymun postuna
sadece karınları doyurmak için yaklaştığı, geri
kalan zamanlarını ise tüyleri pamuk gibi yumuşak olan maymun postunun yanında geçirdikleri görülür. (Kaynak: Bayramlık İstemeyen Çocuklar, M. Emin Karabacak, Tebeşir Yayınları, Konya)
Gelişim Sürecinde
Çocuğun Yanında
Olamamak
Biz annelerin eğitimli, donanımlı ve çalışmalarına karşı değiliz. İslami ölçüler dâhilinde olduğu sürece de kadınların çalışmasını da
destekliyoruz. Bizim karşı olduğumuz ağzı süt kokan bu yavruların “Ellerin” eğitmesidir. Biliyorum
birçok anne maddi imkânsızlıklardan dolayı
çalışıyor. Ben onları burada ayrı tutmak istiyorum. Rabbim onların yardımcısı olsun.
Ama maddi problemi olmayıp; “Ben onca seneyi evde oturup çocuk bakmak için mi okudum!” diyerek çocuğunun büyütmek için en az iki
yılı feda etmeyen annelerin gerekçelerini yersiz buluyorum. Ben; hem mesleğimi icra ederim hem
çocuğumu büyütürüm diyenler bir koltukta iki
karpuz taşınamayacağını bilmelerini gerekir.
Oysa şimdiki anneler bırakın iki karpuzu bir koltukta
3-4 karpuz birden taşımaya çalışmaktadırlar.
Bizim kültürümüzde halen erkekler genel
anlamda mutfağa girmemektedirler. Bunun sonucunda erkek akşam eve gelince koltuğuna uzanıp
elinde kumandası ya da cep telefonu vardır. Oysa
anneler akşama kadar çalışıp yorgun argın eve
gelecek, eve gelince de adresi doğru mutfak
olacak. Bir taraftan yemek, bulaşık, çamaşır gibi ev
işlerini yapacak, bir taraftan da çocuklarla ilgilenecek.
Tabi buna da ilgilenme derseniz.
Çalışmayan anneler görevini mükemmel
yaptığının iddia etmiyoruz. Çocuk dışarı çıktığı
zaman annenin evde olduğunu bilmesi çocuğun kendisini güvende hissetmesini sağlayacaktır. Küçük bir
çocuğun annesine; “Anneciğim sen evde olmadığın zaman, benim de eve giresim gelmiyor!”
demesi bunu çok daha iyi ifade etmektedir. Bu güvene birde annenin donanımlı olması çocuğun daha
bilinçli yetiştirilmesini sağlayacaktır.
Çocuğun gelişim sürecinde özellikle 0-2 yaşlarında annesinin yanında olmaması çocukta bazen
telafisi mümkün olmayan problemleri de beraberinde getirecektie. “Anneler çocuklarını tam iki yıl
emzirirler. Bu emzirmeyi tamamlamak isteyen
içindir…” (Bakara,233). Süt çocukları için özellikle 0-2 yaşları arası temel güven ya da güvensizlik duygusunun kazanıldığı bir dönemdir. Bu
dönemi sağlıklı geçirmeyen çocuklar, ilerde kendisi ve
çevresiyle güven problemleri yaşayacaktır.
2016
58
Şubat
Ocak
Çalışan Annelerin
Suçluluk Psikolojisi
Çalışan anneler işten geldikleri zaman çocuklarıyla yeterince ilgilenemeyecektir. Yeterince ilgilenmeyince de ilgilenme adına çocukların her
isteklerini ikiletmeden yerine getirmeye çalışacaktır.
Annenin; “Duygusal anlamda annelik yapabiliyor muyum?” endişesi anneleri olduğu kadar çocukları da huzursuz ve güvensiz yapacaktır. Çocuklarına yeterli ilgi gösteremediği zaman da anneler,
vicdanen kendilerini suçlu hissedeceğinde çocukların üzerine de aşırı düşmeye başlayacaklardır. Çocukların yersiz ve zamansız isteklerini de
ikiletmeden yerine getireceklerdir. Sevgileri yerine
parayla satın alınabilecek şeylerle çocukların
gönülleri kazanılmaya çalışılacaktır.
Çocuklar, her şeyi alıp ne yapmasını söyleyen anneye değil, yüreğiyle seven ve ne yaptığıyla ilgilenen anneye ihtiyaçları vardı. Paranın
verdiği güvenle çocuğa alınan maddi şeyler, çocuklara yetiyor sanılmasın. Çocuklar kendisiyle abartılı
ilgilenen, her dediği yapılan, sürekli kucaklayıp öpen
anneye değil; yerinde ve zamanında gösterilecek
tatlı bir bakış, samimi bir gülüş, içten bir sarılış, sorumluluk verip güvenen ve onu yüreklendiren bir anneye ihtiyacı vardır. Tabi birçok anne
kariyer için işten olduğundan yerinde ve zamanında
bunları veremeyecektir.
Cenab-ı Hakk; “Ey inananlar!
Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu
cehennem ateşinden koruyun; onun
yakıtı,
insanlar
ve
taşlardır…”
(Tahrim, 66/6) buyurmaktadır.
Ocak
Şubat
Davranış Eğitiminden
Dini Eğitime…
Çocuk eğitiminde hiç kimse annenin yerini tutamaz. Çünkü çocukla anne arasında anne karnına dayanan bir bağ (göbek bağı) vardır. Çocuğun
kişilik gelişiminde model alacağı insan çok önemlidir.
Çocuk sevgiyi, şefkati, merhameti annesinden
öğrenir. Şefkat ve merhametten uzak yetişen çocuklar “Ben” eksenli büyüyeceklerinden şefkat ve merhamet duyguları istenen şekilde gelişmeyecektir. Bu
da çocuklarda acımasız, uyumsuz, kendisi ve
çevresiyle uyum problemine neden olacaktır.
Annenin çocukların yanında olmaması çocukların davranış eğitimlerinin yanı sıra dini
eğitimlerinde de sıkıntı oluşturacaktır. Çünkü
çocuklar üç yaşı itibari ile öğrenmeye hazırlık
olarak merak duygularından çok soru sorarlar.
Alman Psikolog Hollenbach diyor ki: “Çocukta görünmeyen ve henüz izah edilemeyen çok
güçlü bir merak duygusu ve kendine yardım
edecek, kendini koruyacak ‘sonsuz bir kuvvet
sahibi’ arayışı vardır. Çocuğu dindar yapan,
onun içindeki bu sonsuzluğa karşı duyduğu
merak ve özlemdir. Ancak bu özlem ve merakın, aile tarafından teşvik edilmesi ve yönlendirilmesi gerekir.”
59
2016
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “İnsan ölünce, üç ameli
dışında bütün amellerinin sevabı kesilir. Sadak-i cariye,
kendisinden istifade edilen ilim, arkasından hayır dua
eden hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyet,14) buyurmuşlardı.
Çocukların İlk Öğretmeni Anne
babaların Dini Sorumluluğu
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) hadisini göre cenneti kazanmak için anneye; “Öf bile!”
(İsrâ,23) denmeyecek ancak şu da gerçek ki anne babasına “Öf bile!” demeyecek evlatları doğuranında
yetiştireninde anneler olduğunu unutmamak gerekir.
Çocuk doğurmak ve çocuk büyütmek gerçektende zordur. İnsanları hayvanlardan ayıran tek
şey anne karnından hiçbir şey bilmeden doğmalarıdır. Çocukların doğumdan sonra eğitimlerinin
bir süreç dâhilinde olmasından dolayı tüm sorumluluk anne babalara aittir.
Çocukların ilk ve en büyük öğretmeni annelerdir. Çocuk eğitimi sabır ve fedakârlık gerektireceğinden bu işi anneden başkası yapamayacağından
çocukların eğitimini Rabbimizde anne babalara
yüklemiştir.
Rabbimiz tarafından “Annelerinin karnından
hiçbir şey bilmezken çıkarılan” (Nahl,78) çocukların kalbini İmam-ı Gazali; “Tertemiz, bomboş,
saf her şeyi almaya kabiliyetli ve yöneltildiği
her şeyi yapmaya meyilli” olarak tarif etmektedir.
Çocukların kalbi bir cevher olduğuna göre bu
cevheri de Rabbimiz tarafından kendisine emanet
edilen anne babaların yerinde ve zamanında işlemesi
gerekir. Çocukların karakter ve kişiliklerinin oluştuğu
altı yaşına kadar günün büyük bir bölümünde annelerinin yanında geçirip kalbinin işlenmesi gerekirken
annelerin birçoğu kariyerinden dolayı bunu istenen
şekilde gerçekleştirememektedir.
“Küçükken öğrenim, taş üzerine yazı yazmak gibidir.” diyen İmamı Gazalî de çocuk eğitimde anne babaların sorumluluklarına işaret ederek şöyle der: “Çocuk, ana-babası elinde bir emanettir.
Kalbi, kıymetli bir cevher gibi temizdir. Mum
gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak gibi olup, hangi
tohum atılsa büyür. İyilik tohumu ekilirse din
ve dünya saadetine kavuşur. Annesi, babası ve
hocası sevabına ortak olur. Şayet fesad tohumu atılırsa helak olur; annesi, babası ve hocası günahına ortak olur.”
Cenab-ı Hakk; “Ey inananlar! Kendinizi ve
çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır…” (Tahrim, 66/6) buyurmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur: “Hiçbir baba evlâdına güzel
edep ve terbiyeden daha değerli ve üstün bir
miras bırakamaz.” (Tirmizi). “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilik ve ikramda bulunuz. Onları
en güzel şekilde terbiye ediniz.” (İbni Mace)
Yine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “İnsan
ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin
sevabı kesilir. Sadak-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından hayır dua eden
hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyet,14) buyurmuşlardı.
2016
60
Şubat
Ocak
Zikrullah
Sular aşka gelir, coşar Hak diye
Başın taşa vurur vurur hû çeker.
Rüzgâr dağdan dağa koşar Hak diye
Arada bir durur durur hû çeker.
Otlar bile Hak diyerek bitermiş
Yağmur Hak’tan gelir, Hakk’a gidermiş
Hak âşığı âmâ gözlü bir derviş
Hak yolunda yürür yürür hû çeker.
Ağaç dal dal, Hakk’a açar kucağı
Acı vermez Hak emrinin bıçağı
Gökte güneş Hakk’ın sönmez ocağı
Dağdaki kar erir erir hû çeker
Gökgüvercin Hak der uçar seherde
Balık suda Hakk’ı içer seherde
Kırmızı gül Hak der açar seherde
Kokusunu verir verir hû çeker.
Hakk’ın yolcuları Hak’ta buluşur
Varlık zerre, zerre Hakk’ı bölüşür
Kalp bedende Hak Hak diye çalışır
Kan damara varır varır hû çeker.
Hak mührü var ceylanların gözünde
Hak yazılı kâinatın yüzünde
Hak Resulü Muhammed’in(s.a.v.) izinde
Gönül Hakk’ı görür görür hû çeker.
Abdurrahim KARAKOÇ
Şubat
Ocak
61
2016
Av. Bahaddin ELÇİ
İslam ve Şiddet
İslam, dünyada ve
ahirette mutluluğumuz için
gönderilmiş ilahi nizamdır,
yoldur, dindir…
İslam,
tevhid,
merhamet, adalet ve doğruluk
üzerine kurulmuş bir hayat
s u n a r.
2016
İ
İslam, tevhid, merhamet,
adalet ve doğruluk üzerine kurulmuş bir hayat sunar.
güvenlik anlamı vardır.
Mü’min, hem Allahu Teala’nın, hem de biz Müslümanların sıfatıdır. O’na nisbetle
“inanıp, güvenilen (güven
veren)” bize nisbetle de “inanan, güvenen ve güvenilen”
anlamındadır.
İslam, tüm dertlerimizin reçetesi, şiddet (terör)
de bir hastalık gibidir. Nasıl ki her hastalığın bir tedavisi
vardır; bu hastalığın ilacı da
“İSLAM”dadır.
İslam, “silm” ve “selam” kökünden türeyen bir
kelimedir. Silm; barış, güven
ve huzur; Selam da mutluluk,
esenlik ve güvenlik demektir.
İslamsız saadet olmaz!
Hem Mü’min hem
de Müslim kelimelerinde
Kısaca
İslam’ın,
Kur’an’ın iki temel kavram-
slam, dünyada ve ahirette
mutluluğumuz
için gönderilmiş ilahi
nizamdır, yoldur, dindir…
62
Şubat
Ocak
larında emniyet(güvenlik), hemen imandan
sonra önemli yerini almaktadır. Peygamberliğin
“olmazsa olmaz” larından birisi de “eminlik”tir.
Herkesin güvendiği zat…
Neden? Güven sorunu varsa, iman sorunu da
var demektir… Sevgisiz, saygısız, güvensiz bir topluluk haline geldik. “Hikmetin başı Allah korkusudur(saygısıdır).”
Kişisel ilişkilerimizden, uluslararası ilişkilerimize kadar hayatımızın her alanında
korkularımızdan emin olmak ihtiyacındayız.
Korkulu, endişeli bir hayat çekilmezdir. Ne yazık ki
bugün fertlerde, ailelerde, milletlerde ve devletlerde
güvenlik, bir numaralı sorun haline gelmiştir. Demek oluyor ki, güvenliğin
oluşturabileceği nedenlerden yoksunuz. Güvenlikli bir ortamda değiliz. Güvenliği sağlayan şeylerden
uzaktayız. Neden? Nelerden?
Niçin korkarız? Sahibi olduğumuz şeylerin elimizden
çıkmasından, zarar görmesinden korkar dururuz…
Kısaca güvenlikli olmayan bir
hayat, mutsuz bir hayattır. Mutlu
yaşayabilmenin şartları nelerdir?
Halbuki bizim dinimiz(İslam)in temeli tevhid, merhamet ve adalettir.
Şiddet, zalimlerin ve zayıfların eylemidir.
Öfkenin kötüye kullanılmasıdır. Şiddet, nefretten doğar, sevgiyle söner.
“Din, can, akıl, nesil, mal”
gibi temel insan haklarının korunup, sağlanabildiği toplumlarda mutluluk
mümkündür. Esasen, Allahu Teala’nın insanlara
gönderdiği mesajların bir amacı da bu temel değerlerin sağlanması ve korunmasıyla yeryüzünde adaletin
sağlanmasıdır.
“Müslüman, kendisi için istediği ve sevdiğini, başkaları için de
isteyen ve sevendir” buyururken ve “bir insanı
öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir” ayeti
karşısında kardeşlerimizi öldürmek, hem de tekbirlerle öldürmek cehaleti, vahşeti nedir? Birbirimizi sev(e)
miyoruz.
Mü’min ve Müslüman, başkalarının, elinden ve dilinden zarar görmemesi gereken kimselerdir. Kimsenin canına, malına zarar vermemek yetmez. Herkesin bu zararlardan emin de
olması gerekiyor.
İslam bizim gıybetimizi bile yasaklamışken, birbirimizi boğazlıyoruz?!
Peki bu güven şimdilerde kimde var? Uçup gitmiş. Kimse kimseye güven(e)miyor… Güvenlik mekanlarında(makamlarında) bile güven sorunu var…
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe
tam iman etmiş olmazsınız.”
Buyuran bir Peygamberin(S.A.V)
ümmetiyiz?!
İslam; “Yaratana saygı(tazim) ve tüm yaratılanlara(insan, hayvan, tabiat)
şefkat ve merhamet”tir. İnsan,
“halife” sıfatıyla dünyada ıslah ve
imar yapacaktır.
“Bir vücudun organları”, “bir duvarın tuğlaları” gibi olması gereken bizler parça parçayız…
Ve kavgadayız…
Biz, Rabbimizin “Allah’ın ipine(İslam’a) tutunun, tefrikaya(ayrılığa) düşmeyin” emrine açık-
{
}
Mü’min ve Müslüman, başkalarının, elinden ve dilinden
zarar görmemesi gereken kimselerdir. Kimsenin canına, malına
zarar vermemek yetmez. Herkesin bu zararlardan emin de olması
gerekiyor.
Ocak
Şubat
63
2016
ça muhalefetteyiz. Neremiz Müslüman? Ne kadar?
Nasıl Müslümanlarız?! Müslümanlık sadece isim ve
resim değil ki…
Demek oluyor ki, İslam’la biz Müslümanlar
arasında uçurum var. Sorun var. İslam’ı bilmiyoruz. Eksik veya yanlış algılıyoruz. Tefrika azabını acıyla yaşıyoruz. İki el, iki ayak, iki göz, iki
kulak arasındaki uyumdan, birlikten ibret almalı değil miyiz? İki elin kavgası olur mu?
Ümmeti Muhammed olarak, ehli tevhid olarak
farklı mezhep, meşrep, ırk, renk, cinsiyette birbirimizle hayırda, iyilikte yarışma ve dayanışma içinde olmamız gerekirken; birbirimizle çatışıyor, ötekilerle de
uyumlu olmaya çalışıyoruz…
Dinimizde ikrah(zorlama) yoktur. Kimseye
Müslüman olması için baskı yapılamaz. Cihad ise,
İslam’la insanlar arasındaki engellerin kaldırılması, ilahi mesajın insanlara ulaştırılması(tebliğ) için yapılır. Yöntem şiddet, baskı değil; ikna
ve tebliğdir. Dileyen inanır, dileyen inkar eder.
Müslüman, kullara kulluğu kabul etmeyen,
sadece Allah’a kulluğu kabul eden, bu amaçla
zulümle mücadele edendir… Zulme, fesada, ateşe
seyirci ya da taraf olmak Müslümanlıkla bağdaşmaz.
Peygamberler, fesadı ortadan kaldırmak, adaleti kurmak için gönderilmişlerdir.
“Fitne ve fesad ortadan kalkıncaya kadar”
mücadele sürecektir.
Müslüman, kullara kulluğu
kabul etmeyen, sadece Allah’a
kulluğu kabul eden, bu amaçla
zulümle mücadele edendir… Zulme,
fesada, ateşe seyirci ya da taraf
olmak Müslümanlıkla bağdaşmaz.
Peygamberler,
fesadı
ortadan
kaldırmak, adaleti kurmak için
gönderilmişlerdir.
2016
Zalimlerle işbirliği yapanların, onlarla iş tutanların, aynı safta olanların, cihatsız, “namazlı” Müslümanların böyle bir derdi yoktur!
Kamera karşısında suç işlemek kolay mı?
İlahi gözetim ve meleklerin her an gözetim
ve kayıtta olduğu ayeti inancına, bilgisine ve
şuuruna ne kadar muhtacız… Bu eğitim nerede?
Yoksa, nüfusumuzun yarısı güvenlik kuvveti olsa, her
sokakta bir kamera olsa bile güvenlik sağlanamaz.
Terörün de, bölücülüğün de, tefrikanın da, tüm
sorunların nedeni; “Rabbimizin adıyla” okumayı
terkedip, O’nun mesajından, bize hayat veren emir ve
yasaklarına riayetten yüz çevirmemiz, O’nun “tarik-i
müstakim”i dışındaki yollara sapmamızdır…
Lale Devri’nden beri bu yoldan sapmaya başladık. Girdiğimiz yanlış batıcı(batıl) yolda çırpınıp
duruyoruz.
Besmeleyle başlayan, ahireti, hesabı mizanı, adaleti, doğruluğu temel alan bir eğitim seferberliğine ve sistemine ne kadar muhtacız…
Ahlak ve maneviyata dayalı olmayan eğitim ve öğretim toplumdaki farklılıkları çatıştırır. Tam bir suçluluk
ortamı oluşturur.
İşte fotoğraflar: Bonzai, uyuşturucular, uyarıcılar, alkol, müstehcenlik, holiganlık, hoca
dövmeler… hepsi tehlikeli boyutta değil mi? Bu ortamdan nasıl ümitli olabiliriz?! Ama Allah’tan ümit
kesemeyiz.
Laik ve materyalist, taklitçi öğretim ve eğitim bizi
buralara getirdi. Dindar nesle ihtiyacımız var.
Kim yetiştirecek? Hangi müfredatla?
Merhum Prof. Dr.Osman Öztürk hocamızın ifadesiyle; “cinsel terör, PKK teröründen daha zararlıdır. Biri bedene zarar verir, öteki de nefsi
besleyen şeylerle ruhumuza zarar verir.” Bunun
farkında bile değiliz…
Merhum Nurettin Topçu’ya göre eğitim ve öğretimde hem “kafa” hem de “kalp” ihtiyaçlarının
karşılanması için tedbirler alınmalı. Yalnızca “karın(mide)” ile ilgili ekonomik tedbirler yeterli değildir.
64
Şubat
Ocak
Dilimizi keserek kökümüze balta vurdular…
Dinimiz de, ülkelerimiz de, kaynaklarımız
da tehdit ve tehlikededir.
Dün laiklikle İslam’a ve Müslümanlara saldırıyorlardı; bugün de ürettikleri teröristler üzerinden saldırmaya devam ediyorlar…
NATO’nun yıkılan Komünizmden sonraki düşmanı İslam değil mi? Haçlı savaşları devam etmiyor
mu? Afganistan’dan Yemen’e, Kudüs’e, Irak’a,
Suriye’ye, Akdeniz’e abanan üşüşenlere sorabilir miyiz, “Ne işiniz var buralarda?” Barış, özgürlük, demokrasi diyecekler…
Bizim ise safımızı belli edip, “hadi oradan!” diyecek, itiraz edecek bir sese, bizi yeniden toparlayıp,
ayağa kaldıracak bir başa ihtiyacımız yok mudur?
Haydi yeniden İSLAM’a(ADALETE)!
Dünyayı ateşe verip de bu ateşimizle sigarasını
tüttüren zalimlerden şikayet etmeye hakkımız var mı?
Onlar hem her türlü zulmü, fesadı, terörü
üretip, büyütürler; hem de terörizmden şikayet(!)
ederler… Bunlar değil mi terörizmi üretip, yönlendiren? PKK’yı da, IŞİD’i de, DAEŞ’i de üreten,
kontrol eden, kullanan bunlar değil mi? Kendileri(İsrail,İngiltere) dini devlet olduğu halde bize laikliği hediye edenler bunlar değil mi?
Firavun da zamanının en büyük müfsidi,
zalimiydi. Kendi zulmüne karşı koyan Hz.Musa’yı
“müfsid” olarak tanıtıp, onu öldürmek istiyordu.
Hz.Musa’nın bir yakın akrabası olduğu söylenen Karun da o zalimle(tağut) işbirliğindeydi. Sonuç bellidir.
Firavun, Karun, Haman ve orduları helak olup
gittiler. Zulüm de geçicidir. Bir gün defolup gidicidir.
Bizim isyanlarımız, günahlarımız zalimlerin elinde kılıç oluyor, kandan, sömürüden,
savaştan beslenen zalimler işlerini işbirlikçi
kuklaları ve onların yalakalarıyla götürüyorlar… Ne zamana kadar?!
İfsada odaklı uluslararası güç odakları dünyayı
cehenneme çevirdiler. Allahu Teala, çalışan müfsitler de olsa onlara egemenlik veriyor. Biz ıslah edenler, ıslah namına ne yapabiliyoruz?
Şubat
Ocak
Zulmün karanlığı, İslam’ın aydınlığının
yokluğundandır… Hak gelse ışığıyla, batıl gider zulmüyle, karanlığıyla…
Haydi öyleyse safımızı zalimlere karşı mazlumlardan yana tutalım. Tefrikayı, kavgayı bırakalım da tevhid bayrağı altında bir olalım, kardeş olalım ki dünyamız yeniden aydınlansın…
Allah’ın hidayeti, tevfiki hepimizin, laneti
de zalimlerin üzerine olsun.
Bu zilletten kurtulmamızın yolu, Allah’ın
yoluna girmekten geçmektedir. Öyleyse daha ne
işimiz var batılıların yolunda?! Haydi kıblemizi düzeltmeye… Haydi dünya ve ahiret saadetine…
Ölümümüz, kıyametimiz yaklaştı… Melhame-i Kübra… Hz. Mehdi, Hz. İsa yolda…
Dünyayı yakan ırkçı emperyalistler kaçacak delik
arayacaklar…
İslam’ın güneşi yeniden dünyayı aydınlatmadan kıyamet kopmayacak… Selam hak yolunda cihad edenlere…
Hz. Yusuf’u kuyudan çıkarıp aziz eden,
Hz.İbrahim’e ateşi gülistan eden, Hz. Musa’yı
Firavunun sarayında koruyup ordusunu helak
eden, Allahu Teala’nın her şeye muktedir olduğunu bilerek, O’nun velayet ve vekaletine girelim. Ki, kurtulalım…
“Hasbünallah” diyecek gür bir sesi duymak
dileklerimizle…
65
2016
Fatih Sultan SEMİZ
Bataklık Kurusun
Varsın Sinekler De Yaşasın
Bizim
daha
iyi
Müslüman
olmamız
için
diğerlerinin daha az gavur
olmasına ihtiyacımız yok.
İstediğimiz eğitim sistemini
onların vermesini beklemeden
de almasını bilmeliyiz.
2016
Ç
alkantılı zamanların insanlarıyız. Allah’ın Müslümanlar
için kış takdir ettiği mevsimde dünyaya geldik.
Müslümanlar yeryüzünde ilkbaharı da sonbaharı da yazı da
görmüşlerdi. Bizim payımıza
ise kış düştü. Dünya devlerinin
sahabe çarıkları altında ezildiği
günleri de oldu bu ümmetin.
Sadece Müslümanların değil
kimsenin kanının ve gözyaşının akmadığı günleri de yaşadı
yeryüzü. Adaleti, hoşgörüyü, kardeşi için yaşamayı,
alır gibi malından verdiği
günleri de yaşadı. Sade-
66
ce insanların değil köpeklerin
bile aç kalmaması için projeler üretildiği zamanları oldu
bu ümmetin. Konuştuğunda
herkesin susacağı, yaptığını söylemeyen, söylediğini
yapan günleri de oldu bu
ümmetin.
Sonra mevsimler değişti ve ne yazık ki mevsimlerle beraber Müslümanlığımız da değişti.
Artık güven veremiyorduk
etrafımıza. Artık Müslümanlar birbirlerine “babana bile
güvenme” gibi abes cümleler
kurabiliyordu. Alnımızda ki
Şubat
Ocak
secde izlerinden değil, çok uyumadan dolayı
yanağımızdaki yastık izlerinden tanınır olduk.
Şehrimizi kaybettik, kasabamız avuçlarımız arasından
kaydı. Köylerimiz şehirleşti. Komşuluk mu? Onu hiç
sormayın. Afrika’da ki hayvan isimlerini bilen çocuklarımız halasının ve teyzesinin ismini bilmez oldu.
Böldük ve parçaladık hayatı. Cami de başka evde
başka olduk. Tekkede döktüğümüz gözyaşlarını evlerimize taşıyamadık.
Evet, bin küsur yıllık destana bir ara noktası düşülmüştü. Sonra doğum sancıları başladı Müslümanlar için. Herkes yeni bir diriliş için planlar yaptı. Reklama giren filmin mutlu sonunu görmek için herkes
sadece elini değil, ruhunu taşın altına koydu. Kimi Süleyman Hilmi Tunahan gibi yer ve zaman ayırmadan, tren vagonu demeden kendini Kur’an-ı
Kerim öğretmeye vakfetti. Kimi Said Nursi gibi
sürgünlere, hapis hayatına rağmen ‘Kur’an’ın nurunu söndüremeyecekler’ diye haykırdı dağlara,
taşlara. Kimi mezhepsizlik fitnesini söndürmeye, sapık akımlara karşı kaleminin hakkını
vermeye çalıştı Zahid El-Kevseri gibi. Kimi Hasan El- Benna gibi hilafetin ilgasının nasıl bir
fitne olduğunu görüp 22 yaşında Müslüman
Kardeşler teşkilatını kurdu. Kimi İskilipli Atıp
gibi başını verdi, sarığını vermedi. Kimi Necip
Fazıl gibi ezanların sustuğu bir zamanda şimdi
“Ankara’nın göbeğinde Allah-u Ekber demeye
var mısınız?” dedi. Kimi siyasetin tutulan bütün köşe başlarına rağmen ve Müslümanların
devlet idealini unuttuğu bir zamanda ‘Allah nurunu tamamlayacaktır’ diye haykırdı Erbakan
Hoca gibi. Artan doğum sancıları ile acılarımız arttı.
Daha fazla kanımız aktı, daha fazla gözyaşına boğulmak zorunda bırakıldık. Hep Müslümanların kanıyla
sulandı toprak.
Ve yine diriliş planları yapılmaya başlandı. Her
gelen nesil nasıl sorusunu yöneltti. Nasıl olacakta
Müslüman kanı duracak sorusunun cevabını aradı.
Ne zaman gerçekleşecek İslam’ın doğumu ve sancılar bitecek diye projeler üretti. Kimi Ümmet, kadın,
genç ve aile üzerine mesaisini yoğunlaştırdı,
kimi modernizm belasını defetmek için ve
Sünnet-i Seniyye’yi inkâr edenleri susturmak
için nefesini tüketti. Kimi bu ümmetin geleceğini yakasında sarı basın kartı olanlar değil
ulema konuşmalıdır diye meydan yerine çıktı,
Ocak
Şubat
kimi yüzeysel bir siyer okuması ile dirilemeyiz,
âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah
Sallallahu Aleyhi Vesellem’in hayatını didik
didik ederek yolları arşınlamalıyız dedi.
Diriliş planları yapanlardan farklı yolları kullansalar da aynı metotla yol aldılar. Kimi siyaset dedi,
kimi medrese dedi, kimi dergi, kitap dedi, kimi tefsir
dedi ama hepsi onlardan önce eğitim dedi. Çünkü
eğitim olmadan yapılacak bütün çalışmalar, bataklıktaki sinekleri avlanmak için yeterli olsa da bataklığı
kurutmak için yeterli değildi. İsmini hatırlamadığımız
kişileri bataklıkta ki sinekler üzerinde mesai harcadıkları hatırlamıyoruz. Ama ismini hatırladıklarımız geriye koca bir miras bırakarak bu dünyadan göçtüler.
Bunun tek nedeni ise eğitimi birinci noktaya koyarak
hareket etmelerindendi. Zaten öyle de olmalı idi. İlk
emri oku olan bir kitabın iman edenleri eğitimden
uzak kalabilirler miydi? “Allah beni zorlaştırıcı,
sıkıntı verici, yanıltıcı ve şaşırtıcı olarak göndermedi. Lakin beni muallim (öğretici, eğitici)
ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi”(Müslim, Talâk
29) diyen bir Peygamber Aleyhisselam’ın ümmeti
kurtuluşu eğitimde değil de neyde görecekti.
Tabi eğitim demişken aklımıza 150 yıldır ümmet
coğrafyasında uygulanan sömürgeci eğitim sisteminden bahsetmiyoruz. Farklı mizaçlarda ki insanları tek
tipleştiren, mankurtlaştıran eğitim sistemi değil gündemimiz. Her verileni alan, sorgulamayan, doğru ile
yanlışı ayırt etme yeteneği kazandırmayan, uydu tipi
insan yetiştiren eğitim sistemi değil arzuladığımız.
Biz bir eğitim sistemi istiyoruz; içinde
- Allah’ın anlatıldığı
- Dinin kültür olma seviyesinden çıkartılıp şeriat
olma seviyesinde anlatıldığı
- Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in
böceğe, çiçeğe mahkûm edilmediği, her şeyi
ile örnek alınması gerektiğinin anlatıldığı bir
eğitim sistemi istiyoruz.
Maddeler uzar gider, yeter ki biz unutmayalım:
Bizim daha iyi Müslüman olmamız için diğerlerinin daha az gavur olmasına ihtiyacımız yok.
İstediğimiz eğitim sistemini onların vermesini
beklemeden de almasını bilmeliyiz.
67
2016
MilliTarih
Hüseyin Serkan Elönü
NİLİ Casus Örgütü
Romanya›dan Filistin’e göç eden Yahudi Aahronsohn Ailesi’nin toplam altı çocuğu vardı. Altı kardeşten en büyüğü Botanikçi Aaron Aaronsohn,
kız kardeşi Sarah Aaronsohn ve ünlü casus Avshalom Feinberg ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Filistin
topraklarında 1915 senesinde “NİLİ” isimli casus
teşkilatını kurmuşlardır.
Aaron Aaronsohn (1876-1919)
Sarah Aaronsohn (1890-1917)
NİLİ ismini tevrattaki bir cümleden alıyordu.
“Netzakh Yisrael Lo Yishaker” manâsı “İsrail’in kurtarıcısı Yalan söylemez” idi. Diğer kardeş
Alexander Aaronsohn ise “Gideonim” isimli paramiliter örgütü kurmuştur.
Aaron Aaronsohn Filistin’in Hayfa şehri yakınlarında bulunan Atlit Köyü’nde kurduğu botanik
laboratuarı göstermelik olarak Amerikalılara satılmış
ve böylece illegal çalışmalar için Amerikan koruması
da sağlanmış oldu. Bu laboratuar NİLİ’nin karargâhı
olarak kullanılmıştır. NİLİ deşifre olup Sarah Aaronsohn ölüme giderken, Aaron Aaronson İngilizlerin
Mısır’daki karargâhında istihbarat subayı olarak vazife icrâ etmiştir.
Sarah Aaronsohn (1890-1917)
Ocak
Şubat
Sarah Aahronsohn, ticaretle uğraşan Bulgar
Yahudisi Haim Abraham ile 1914’de evlenmiştir.
Çift 1914 ve 1915 senelerinde İstanbul’da yaşamış-
68
2016
lardır. Sarah Aahronsohn oradan Filistin’e geçmiş, ağabeyi Aahron Aaronsohn ile NİLİ’yi kurdular ve
İngiliz Ordusu için istihbarat toplamaya başlamışlardır.
Sarah Aahronsohn’un emrinde kadın casuslarda vardı. Bunlarda vücutları dahil her yolu
kullanarak Osmanlı Ordusu’ndan istihbarat alıp
İngilizlere ulaştırıyorlardı. Sarah Aahronsohn o
kadar ileriye gitmişti ki, İttihatçı lider Cemal Paşa
ile karargâhında görüşecek kadar güvenini kazanmıştır.
Bir gün Gazze’den havalanan posta güvercininin kanatları içinde şifreli bir mesaj bulunmuştur.
Teşkilât-ı Mahsusa şifreyi çözdü. Sarah Aahronsohn tutuklanıp hapse atılmıştır. Osmanlı istihbaratı
Sarah Aahronsohn’u sorgulayıp bütün örgütü çözmeyi hedefllemekteydi. Sorgusuna başlanacağı
gün kaldığı hücreden tek el silah sesi duyulmuş,
Sarah Aahronsohn sırlarıyla birlikte intihar etmişti.
Hücredeki bir insanın nasıl olup da silahla intihar
edebildiği hep sır olarak kalmıştır.
Dipnotlar
1. Avshalom Feinberg 20 Ocak 1917 akşamı Refah şehri yakınlarında Bedevîler tarafından vurularak öldürülmüştür.
2. Romanya 93 Harbi ile 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldıktan sonra müstakil bir devlet haline gelmişti. Romanya’da 1882’den sonra
Yahudilere karşı baskılar başlamıştı. Romanya’daki baskılardan kaçan Yahudiler arasında Aaron Aaronsohn-Sarah Aaronsohn kardeşler de vardı.
3. Bugün dünyada sıkça kullanılan Kaset, Şantaj, Yatak odası gözetleme
gibi istihbarat stratejilerini ilk icrâ eden NİLİ örgütü’dür. Ayrıca, öldürülen
NİLİ ajanlarının mezarları tek tek bulunmuş ve İsrail’deki askeri mezarlıklara törenlerle aktarılmışlardır. NİLİ ismi İsrail’de kız çocuklarına verilen kutsal
bir isim olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlılar yakaladıkları bir NİLİ casusunu
Kudüs’te asmışlardır (1916).
Avshalom Feinberg’un kuzeni olan ve ünlü casuslardan Naaman Belkind (1889-1917), 9 Ekim 1917’de Şam’da idam edilmiştir.
2016
69
Şubat
Ocak
Hz. İbrahim ve Yakmayan Ateş
Çok eski zamanlarda, bir kasabad
kasabada Azer isminde bir adam yaşıyordu. Adamın bütün işi taştan, tahtadan
heykeller, putlar yapıp satmaktı.
bü
Bu kasabada putların saklandığı büyük
bir ev vardı. Kasabada oturanlar buradaki putlara taparlar, önlerinde
eğilirlerdi. Azer de bu putlara inanırdı.
Azer, Hz. İbrahim peygamberin babası
babasıydı. Hz. İbrahim, insanların putların önünde eğilmesine çok şaşıyordu. Çünkü putlar taştan, tahtad
tahtadan, konuşmayan cansız varlıklardı. Üstlerine konan sinekleri bile
kovalamayan bu taş yığınlarından insanlara ne fayda ne de zarar gelebilirdi.
Ned insanlar bu cansız putlara taparlar ki, diyordu. Bunları düşüHz. İbrahim kendi kendine: - Neden
nürken babasının düşüncelerini d
de soruyordu:
- Baba, neden bu putlara tapıyo
tapıyorsunuz? Onlar konuşmuyorlar ki, neden onlara yiyecek veriyorsunuz? Neden onları tanrı ediniyorsunu
ediniyorsunuz?
Oğlunun bu konuşmaları Azer’i kızdırmıştı.
kız
Bu kızgınlıkla onu evlatlıktan reddetti ve evinden kovdu.
Bunun üzerine Hz. İbrahim, öteki insanlarla da aynı konuları konuşmaya başladı. Ama onlar da öfkelendiler.
Hz. İbrahim onların yokluğunda bir gün bu putları kırarak bir ders vermeyi planlamıştı. Bunu yapmakta
ba
putların acizliğini ispatlayacaktı. Bir bayram
gününde herkes kırlara, pikniğe giderken Hz. İbrahim’i de çağırdılar.
de ve gitmedi.
Fakat O: - Ben biraz rahatsızım, dedi
İb
Herkes ortalıktan çekilince Hz. İbrahim
hemen puthaneye koştu. Onlara şöyle bağırdı:
yiy
- Ne yapıyorsunuz? Hadi işte yiyecekler,
içecekler. Neden yemiyorsunuz?
Hz. İbrahim eline bir balta aldı, en büyük put hariç bütün putları kırdı. En büyüğünü özellikle bırakmıştı. Sonra baltayı onun boynuna astı ve oradan ayrıldı.
tapına geldi. Bir de ne görsünler, bütün putlar kırılmış, büyük putun boynunda
Bayram festivali dönüşünde halk tapınağa
da bir balta asılı.
bildik
Hz. İbrahim’in putlarını kötülediğini bildiklerinden
hemen onu yakaladılar.
Hayı dedi İbrahim. Ben yapmadım, bakın işte bu büyük put kırmış onları.
- Bizim ilahlarımızı sen mi kırdın? - Hayır,
k heykeller konuşmaz?
Hz. İbrahim’in cevabı üzerine: - Biliyorsun ki
tapıyorsunu Hiç kimse cevap veremedi, susup kaldılar.
- Eee, o zaman neden bunlara tapıyorsunuz?
Nem adında çok zalim bir kişiydi. İbrahim’in putlara karşı savaş açtığını ve
Hz. İbrahim’in yaşadığı yeri yöneten kral ise, Nemrut
insanları tek Allah’a inanmaya çağırdığını duyunca çok kızdı ve hemen Hz. İbrahim’i çağırttı. İbrahim, Kral’ın karşısına çıktı ama
yüreğinde hiçbir korku yoktu.
Rabbi kim? – Allah (c.c) - Allah da kim?
Nemrut sordu: - İbrahim senin Rabbin
ala
- O hayat veren ve hayatı bizden alandır.
- Ama, ben de bunu yapmıyor muyum?, dedi kral.
Ve bunu söyledikten sonra iki mahkum çağırttı. Birini öldürdü, birini de serbest bıraktı. Sonra da İbrahim’e: - Bak
canın aldım, dedi.
işte, birine hayat verdim, birinin canını
de ki:
Bu Kral’ın hilesini anladı Hz. İbrahim, dedi
doğuda doğuruyor. Sen de batıdan güneşi doğdur da göreyim!
- Ey Kral, Allah (c.c) güneşi doğudan
kalmıştı: Sana öyle bir ceza vereceğim ki, acı içinde öleceksin, dedi.
Kral bu cevap karşısında donup kalmıştı:Büyük bir ateş hazırlattı ve o ateşin içine Hz. İbrahim’i attırdı. Fakat Allah bütün inananları koruduğu
gibi Hz. İbrahim’i de korudu.
güllerl çiçeklerle döşenmiş bir bahçe oldu. Herkes bu büyük mucizeyi hayO yakıcı ateş; Hz. İbrahim’e güllerle,
kendi
retler içinde gördü.
Hz. İbrahim, kendisine
bunca kötülüğü yapan bu yerde daha fazla durmanın gereksiz olduğunu düşündü ve Allah’tan (c.c) gelen bir emirle oradan
ayrıldı. Başka ülkelerdeki insanları Allah’a çağırmaya devam etti.
Tadil-i Erkân
Tadil-i erkân, namazın her bir rüknünü yerli yerinde ve peygamberimizin öğrettiği şekilde yapmaktır. Tadil-i erkân şu şekilde
yerine getirilir:
- Ayakta dimdik durmak, sağa ve sola meyletmemek,
- Rükûda sırt ve baş düz olacak şekilde eğilip en az üç defa sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar beklemek,
- Rükûdan doğrulup secdeye varmadan önce Sübhâne Rabbiye’l-azîm diyecek kadar ayakta kalmak,
- Secdede en az üç defa Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar kalmak,
- İki secde arasında Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyecek kadar beklemek.
Mazeretsiz tadil-i erkâna uyulmaması halinde namazın iadesi gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)
tadil-i erkâna uymadan namaz kılan bir sahabîye namazı yeniden kıldırmıştır.
Cemal’in Karnesi
Temel’ in oğlu Cemal, karnesini alıp babasına getirmiş. Temel karneyi alıp incelemeye başlamış, bakmış
ki sol taraftaki Matematik, Tarih, Fizik, Biyoloji ders notlarının hepsi zayıf.
Karnenin bir de sağ tarafına bakmış ki, Arkadaşları ile ilişkileri 5, Temizlik 5, Ağız ve diş sağlığı 5… Bunu gören Temel
karısı Fadime’ ye dönerek,
– Fadime görey misun, şu öğretmene bak. Benim öğrettiklerimin hepsi 5, onun öğrettiklerinin hepsi zayıf.
Su Kasidesi
3. Zevk-i tiğinden aceb yoh olsa gönlüm çak çak
Kim mürûr ile bırağur rahneler divâre su
Kılıç gibi bakışlarının etkisiyle gönlüm parça parça olsa şaşma,
Çünkü; su duvardan aka aka yarıklar oluşturur.
Açıklaması: Şair, bu beyitte sevgilinin bakışlarının kendi gönlünde kılıç gibi
yaralar açmasından zevk aldığını söylüyor. Şair sevgilinin bakışlarını, yaralayıcılık
bakımından, tîğa yani kılıca benzetmiştir. Sevgilinin bakışlarının gönlünü parça parça etmesinin tabii bir şey olduğunu ikinci mısrada gösterdiği örnekle ispatlamaya
çalışmıştır. Nasıl ki akarsu aktığı yerde yarıklar bırakıyorsa bu da onun kadar normal
bir şeydir. Burada “çak çak” ikilemesiyle aynı zamanda kılıcın çıkardığı sesi yansıma
olarak kullanmıştır. Beyitte dikkat edilecek bir husus da “kılıca benzetilen bakışların
yaralayıcılığındaki zevk”tir. Bu yaralayıcılık aşığın hoşuna gitmektedir, şair bundan
zevk almaktadır. Zaten Fuzûlî’nin aşka bakışı da böyledir. Sevgilinin kılıcı aşığa su
gibi aziz gelmektedir. Su – kılıç ilişkisi de önemlidir burada. Çelik su ile dövülür ve
kılıç haline gelir. Tarikat meclislerinde Hz. Muhammed’in manevî şahsiyetinin daima
hazır bulunduğuna ve O’nun nazarı ile zikir halkasındaki dervişlere ilâhî feyiz dağıttığına inanılır. Bu tür zikir ve merasimlerden sonra uzun süre su içilmemesi veya suyun
ihtiyatla içilmesi beytin oluşturduğu çağrışımlar bakımından önemlidir.
4. Vehm ilen söyler dil-i necrûh peykânın sözün
İhtiyât ile içer her kimde olsa yare su
Yaralı gönül, senin ok atışlarına benzeyen kirpiklerinin sözünü korkarak söyler,
Yarası olanlar da suyu yavaş yavaş ve ihtiyatla içer.
Açıklaması: Bu beyitin manasını iyice anlayabilmek için yaralılara fena tesir yapar diye su verilmediğini hatırlayıp sevgilinin oka benzeyen kirpiklerinin şairin gönlünde yaralar açtığını, onlara ait sözlerin ise (okun) temren(in)e de su verilmiş olduğu için
yaralı kalbine su serptiğini, yani içine ferahlık verdiğini; fakat sevgilinin kirpikleri, haddi
zâtında yaralayıcı olduğu için yaralıların ihtiyatla su içmesi gibi, şaire o kirpiklerin lafını
da korka korka ettiğini düşünmek gerekiyor.
Download