FĠZYOLOJĠYE GĠRĠġ

advertisement
FİZYOLOJİ
FĠZYOLOJĠYE GĠRĠġ
Fizyolojinin Tanımı
Fizyoloji, en basit ve geniĢ anlatımla yaĢayan organizmaların nasıl çalıĢtığını inceler.
Bu inceleme küçük bir molekülün
hücre fonksiyonlarındaki
rolünden kalp, böbrek ya da
beyin gibi bir organın iĢlevlerine
kadar geniĢ bir alanı kapsar.
Fizyoloji yaĢamın mantığını
araĢtıran bir bilim dalıdır.
YaĢamın baĢlangıcı, geliĢimi ve
ilerlemesini sağlayan tüm
etkenleri moleküler düzeyden
hücre, doku, organ, sistem ve
organizma düzeylerine kadar
fiziksel ve kimyasal özellikleri ile
tanımlar
HÜCRELER – DOKULAR –
ORGANLAR – ORGAN SĠSTEMLERĠ
Hücreler
Organizmaların en küçük yapısal
birimi hücrelerdir
Hücreler içinde bulundukları
organ sisteminin fonksiyonuna
yönelik özellikler taĢır ancak, tüm
hücrelerin sahip olduğu ortak
özellikler de vardır
Dokular
FarklılaĢmaya uğramıĢ benzer
hücrelerin oluĢturduğu yapılara
doku adı verilir
Vücutta 4 temel doku tipi bulunur:
o Kas dokusu
o Sinir dokusu
o Epitel dokusu
o Bağ dokusu
Bir organ genellikle bu dört tipte
dokuyu da içerir
1
FİZYOLOJİ
Organlar
Dokuların değiĢik oranlarda katılımı ile oluĢan, bir fonksiyona yönelik organizma
birimleridir
Organ Sistemleri
Birden çok organın bir araya gelerek bir fonksiyona yönelik bir yapı oluĢturması
Örneğin böbrekler, üreterler ve mesane ile birlikte boĢaltım sistemini oluĢturur
Ġnsan Vücudundaki Organ Sistemleri ve ĠĢlevleri
Sistem
DolaĢım sistemi
Solunum sistemi
Sindirim sistemi
Üriner (boĢaltım) sistem
Kas-iskelet sistemi
Ġmmün sistem
Sinir sistemi
Endokrin sistem
Üreme sistemi
Vücudu örten sistem
Organ ve Dokular
Kalp, kan damarları, lenfatik
sistem
Burun, farinks, larinks,
trakea, bronĢlar, akciğerler
Ağız, farinks, özofagus,
mide, barsaklar, tükrük
bezleri, pankreas, karaciğer,
safra kesesi
Böbrekler, üreterler, mesane,
üretra
Ġskelet kasları, kemikler,
kıkırdak, bağlar, tendonlar,
eklemler
Beyaz kan hücreleri, lenf
bezleri ve damarları, dalak,
timus
Beyin, omurilik, periferik
sinirler, gangliyonlar, özel
duyu organları
Hormon salgılayan tüm
bezler: Pankreas, testisler,
overler, hipotalamus,
böbrekler, hipofiz, tiroid,
paratiroid, böbrek üstü, vb.
Erkek: testisler, penis, diğer
bezler
DiĢi: Overler, uterus, vagina,
meme bezleri
Deri
ĠĢlev
Kanı vücutta tüm dokulara
ulaĢtırmak
O2 ve CO2 değiĢimini
sağlamak, vücudun pH
dengesini sağlamak
Besin maddeleri, tuz ve
suyun vücuda alınmasını ve
besinlerin sindirilmesini
sağlamak
Su, tuz ve organik atıkların
kontrollü atılması ile vücudun
sıvı dengesini kontrol etmek
Vücut hareketlerini
sağlamak, kan hücrelerini
üretmek
Vücudu yabancı ve tehlikeli
etkenlere karĢı korumak
Vücudun pek çok aktivitesini
düzenlemek ve kontrol
etmek, bilinç, öğrenme gibi
iĢlevleri sağlamak
Vücudun pek çok aktivitesini
düzenlemek vekontrol etmek
Erkekte sperm, diĢide
yumurta üretmek, embriyo
geliĢimi için uygun ortamı
sağlamak
Vücudu yaralanmaya ve dıĢ
etkenlere karĢı korumak, sıvı
kaybını engellemek
2
FİZYOLOJİ
HOMEOSTAZĠS
Organizmanın iç ortamının stabil (sabit) liğini sürdürmeye çalıĢan düzenleyici
mekanizmalardır (W.B. Cannon)
Kısaca: Ġç ortamın aktif düzenlenmesi
Bu düzenlenme bozulursa homeostazis ortadan kalkar ve hastalık durumu ortaya çıkar
Homeostazis, iç ortamın istenilen sınırlar içinde kalmasını sağlar
Kontrol: Sinir sistemi ve endokrin sistem tarafından sağlanır
Homeostazisin korunmasında iki önemli mekanizma:
o Motive (güdülenmiĢ) davranıĢ
Örnek: Acıkınca yemek yeme güdülenmiĢ bir davranıĢtır
o Negatif geri besleme: Ayar noktası kavramı
Vücutta bir çok maddenin değerleri belli bir aralıkta tutulmaya çalıĢılır. Buna
ayar noktası denir.
Bir evin ısıtma sistemi de ayar noktası ile ve negatif geri besleme ile çalıĢır. Örneğin ısıtma
sistemi 18 - 22°C arasına ayarlanır. 18°C altına düĢünce kalorifer sistemi çalıĢır ve evi ısıtır,
22°C üzerine çıkınca kapanır. Bu çalıĢma sistemi negatif geri beslemedir.
Negatif Geri Besleme Mekanizmasına Örnekler
Yüksek rakımda kan oksijen düzeyinin düzenlenmesi
Açlık durumunda kan Ģekerinin düzenlenmesi
3
FİZYOLOJİ
4
FİZYOLOJİ
HÜCRE FĠZYOLOJĠSĠ
Hücre: Tüm canlıların en küçük yapısal ve fonksiyonel ünitesi
Ġnsan vücudunda trilyonlarca hücre bulunur
Fare, insan veya filin hücreleri yaklaĢık aynı büyüklükte
Vücudun büyüklüğü hücre sayısıyla iliĢkili
Ortalama 10-20 m çapında
1 m = 0,001 mm (1000 m = 1 mm)
Hiç bir hücre "tipik" değildir ancak, bir çok hücrede ortak olan özellikler vardır.
Sitoplazma
Hücreyi oluĢturan maddelere topluca SĠTOPLAZMA adı verilir
Sitoplazma hücre zarı tarafından sarılmıĢ durumdadır
Sitoplazma kimyasal olarak 5 farklı maddeden oluĢur
o Su (%75 - 80)
o Elektrolitler
o Proteinler
o Lipidler (fosfolipidler ve kolesterol)
o Karbonhidratlar
Hücre Organelleri
Hücrede bulunan ve yüksek organizasyon gösteren özelleĢmiĢ yapılara ORGANEL
denir
Hücrede bulunan baĢlıca organeller:
o Hücre membranı
o Endoplazmik retikulum
o Golgi cisimciği
o Mitokondri
o Lizozomlar
o Peroksizomlar
o Filamentler ve Sentriyol
5
FİZYOLOJİ
Nukleus (Çekirdek)
– Sitoplazmik aktiviteyi, çoğalmayı ve hücre büyümesini
kontrol eder.
– Ġçinde çift katlı membranla çevrelenmiĢ nükleolus
bulunur.
– DNA ve proteinler birlikte kromatini yaparlar
– DNA; Pürin (adenin ve guanin) ve pirimidin (timin ve
sitozin) bazları + deoksiriboz + fosforik asid içerir.
– Adenin her zaman Timin; Guanin her zaman Sitozin
ile eĢleĢir.Genetik Ģifre triplet adı verilen 3 bazın
arka arkaya gelmesi ile oluĢur.
– DNA
RNA kopyalama (Transkripsiyon)
– RNA
Protein sentezi (Translasyon)
Temel Görevi:
o Hücrenin fonksiyonlarını düzenler
o Genetik bilgiyi (DNA) içerir ve hücre çoğalması sırasında kendinden sonraki
hücrelere iletir
Nukleusun en önemli organeli: NUKLEOLUS
o Hücrede sentezlenecek proteinler için uygun RNA burada düzenlenir.
Hücre Membranı (Plazma Membranı)
Yarı geçirgen özellikte
Çift katlı
Her bir kat protein ve lipidlerden
yapılmıĢ (fosfolipid yapıda)
Membran üzerinde ayrıca
membran proteinleri bulunur.
6
FİZYOLOJİ
Membran proteinlerin baĢlıca görevleri:
o Yapısal görev (hücrenin yapısına katkıda bulunmak)
o TaĢıyıcı görev (hücre içi ve dıĢı arasında maddelerin geçiĢini düzenlemek)
o Reseptör görevi (dıĢarıdan gelen ve hücrede bir etki oluĢturan hormon veya
nörotransmitter gibi maddeler için almaç görevi)
 Hormon: Vücutta belli bir etkiyi oluĢturmak üzere endokrin sistem
dokuları veya sinir hücreleri tarafından salgılanan kimyasal maddeler
(örnek: tiroid bezinden salgılanan tiroid hormonu)
 Nörotransmitter: Bir sinir hücresinden salgılanan, baĢka bir sinir
hücresi veya kasta bir iĢlev baĢlatılmasına neden olan kimyasal
madde (örnek: asetilkolin sinir hücresinden salgılanır, kasta kasılmayı
baĢlatan olaylara neden olur)
Hücreye madde giriĢ-çıkıĢını düzenler
Hücre yüzeyine ulaĢan kimyasal habercileri tanır; hücrenin aktivitesinde bu
habercilerle oluĢturulacak değiĢiklikleri Ģekillendirir
KomĢu hücreleri bağlar
Hücre içindeki ve dıĢındaki proteinlerin bağlanabileceği bir yapı oluĢturur
Fosfolipidler
o Kolin taşıyanlar
o Lesitinler (fosfatidilkolin)
o Sfingomiyelin
o Amino fosfolipidler
 Fosfatidilserin
 Fosfatidiletanolamin
 Diğerleri
o Fosfatidilgliserol
o Fosfatidilinositol
o Kardiolipin
Kolesterol
Glikolipidler
o Gangliozidler
Fosfolipid tabaka
Hücre zarındaki lipidlerin çoğunu
fosfolipidler oluĢturur
– Polar baĢ bölgeleri
– Hidrokarbon kuyruk (2 zincir
Ģeklinde esterleĢmiĢ yağ asidi)
Membran proteinleri
Ġntegral proteinler: Membranın içine gömülüdür
Periferal proteinler: Membranın iç veya dıĢ tarafına yerleĢmiĢlerdir
Glikolipidler ve glikoproteinler
Membranın dıĢına doğru uzanan yapılardır.
Hücre adhezyon molekülleri (Hücrelerin birbirine tutunmasını sağlayan yapılar)
7
FİZYOLOJİ
Hücre membranının fonksiyonları
Hücre bütünlüğünü sağlar ve hücreyi dıĢ ortamdan izole eder.
Hücrenin dıĢ ortam (ekstraselüler sıvı) ile alıĢveriĢini düzenler
Reseptörler aracılığı ile iletiĢimi sağlar
Permiabilite (geçirgenlik):
Membranın seçici geçirgenlik özelliği vardır.
o Moleküllerin büyüklüğü, konsantrasyonu ve taĢıdığı yük geçirgenliği belirler
o Yağda çözünen maddeler membrandan kolay geçerler (Alkol, CO2, O2 gibi)
o Geçirgenlik membran proteinlerinin ve lipidlerinin organizasyonuna bağlıdır
Membranda taĢınma
Aktif veya pasif olabilir
Aktif transport: Enerji (ATP) gerektirir, geçiĢ düĢük konsantrasyondan yüksek
konsantrasyona doğrudur (Sodyumun hücre dıĢına, potasyumun hücre içine taĢınması)
Pasif transport: Enerji gerektirmez (Difüzyon, ozmoz, filtrasyon, kolaylaĢtırılmıĢ difüzyon),
geçiĢ her zaman yüksek konsantrasyondan düĢük konsantrasyona doğrudur.
Difüzyon
–
Moleküllerin yüksek konsantrasyonda
bulundukları bir ortamdan düşük
konsantrasyona doğru hareketidir.
Difüzyonun hızı;
– Konsantrasyon farkına
– Maddenin molekül ağırlığına
– Sıcaklığa
– Difüzyon mesafesine
– Difüzyon alanının büyüklüğüne
göre değişir.
Difüzyon hücre membranından doğrudan veya
bir iyon kanalı aracılığı ile olabilir.
Lipid membranlarda difüzyon
 Non-polar moleküller kolay geçer.
 Difüzyon hızı lipidde çözünebilirlik ile orantılı
 O2, CO2, yağ asidleri, steroid hormonlar, laktik asid
Ozmoz
Su moleküllerinin seçici geçirgen bir
membran aracılığı ile çok yoğun
oldukları ortamdan az yoğun
oldukları ortama serbest
geçişleridir.
8
FİZYOLOJİ
Filtrasyon



Bir membranın iki tarafı arasındaki hidrostatik basınç farkına bağlı olarak sıvınn yüksek
basınç tarafından alçak basınç tarafına hareket etmesi
Filtre olan sıvı miktarı basınç farkına ve membran yüzeyine bağlıdır
Eğer mebran izin verirse, sıvı ile birlikte küçük moleküller de sıvı ile birlikte filtre olabilir
KolaylaĢtırılmıĢ difüzyon

Moleküllerin bir reseptör proteinine (taĢıyıcı) bağlanarak hücre içine taĢınmalarıdır
(glukoz ve aminoasidlerin taĢınması)
Aktif transport


Moleküllerin bir membran reseptörüne bağlanarak az yoğun oldukları ortamdan çok
yoğun oldukları ortama geçmeleridir (Na+ ve K+ taĢınması)
Enerji gerektirir, ATP kullanılır
Endositoz/ Ekzositoz
Moleküllerin vezikül içine alınarak paketler
halinde hücre içine veya dışına taşınmasıdır.
 Fagositoz: Virus, bakteri gibi patojenlerin
lökosit ve makrofajlarca hücre içine
alınmasıdır
 Pinositoz: Ekstraselüler sıvının içindeki
çözünmüş maddeler ile birlikte hücreye
alınmasıdır.
 Reseptör aracılığı ile olan endositoz
Sitoplazma
Hücre içindeki materyalin tümüdür.
1. Sitozol: Ġntraselüler sıvı
2. Organeller: Hücre içindeki özelleĢmiĢ yapılardır
Sitozol; Yüksek K+, düĢük Na+ içerir. Protein içeriği yüksektir.
Endoplazmik retikulum
–
–
Tübüler ve veziküler yapılardan oluĢmuĢ bir ağ yapısındadır.
Hücre membranına benzer
Tübüller ve veziküler içinde endoplazmik matriks bulunur.
Ġki tipi vardır: Granüler (ribozomlu), agranüler (düz)
Granüler endoplazmik retikulum: Yüzeyinde ribozomlar bulunur
– Proteinler burada sentezlenir ve buradan Golgi cisimciğine gönderilir
Agranüler (düz) endoplazmik retikulum: Ribozomlar bulunmaz
– Lipidleri sentezler
– Ca2+ depolar
9
FİZYOLOJİ
10
Golgi Aparatı
Çekirdeğin yakınında 4 ya da daha fazla
ince, düzleşmiş tabakanın üst üste
dizilmesiyle oluşmuş bir yapıdır.
- Salgı hücrelerinde iyi gelişmiştir.
- E.R’ dan gelen protein yapıları veziküller
halinde taşınır, değişime uğrayarak
sitoplazmaya verilirler.
Endoplazmik retikulumda sentezlenen proteinleri iĢler ve kullanıma hazır hale getirir
ĠĢlenen proteinler VEZĠKÜL adı verilen kesecikler içinde depolanır ve hücrenin
değiĢik yerlerine gönderilir
Ribozom
– RNA ve protein içeren organellerdir.
– mRNA‟ dan protein oluĢumunu sağlarlar.
– Serbest veya endoplazmik retikuluma tutunmuĢ halde bulunurlar.
FİZYOLOJİ
11
Mitokondri
Enerji merkezidir
-2 kat membranları vardır (İç ve dış membran)
-İç membranın oluşturduğu kıvrımlara oksidatif
enzimler tutunur. İç taraftaki boşluğa matriks adı
verilir.
-Besinlerin enzimlerle oksidasyonu sonucu su,
CO2 ve ATP oluşur (oksidatif fosforilasyon)
-Diğer organellerden farklı olarak çoğalabilirler,
çünkü DNA içerirler.
Lizozom
– Golgi apereyi tarafından oluĢturulan veziküler yapılardır.
– Sindirim sistemi gibi çalıĢırlar. Hidrolitik enzimleri vardır.
– Hücrenin içinde oluĢan kalıntı maddeleri ve artık fonksiyon göremeyecek duruma gelen
hücre organellerini parçalar
– Lizozom içinde ortam pH‟ sı asidtir, çeĢitli sindirim enzimleri içerir
– Lökositlerde ve makrofajlarda çok iyi geliĢmiĢtir.
Peroksizomlar
Oksijenden oluĢturulan bazı zararlı ürünleri (hidrojen peroksid gibi) parçalar ve yok
ederler
Bu ürünler normal Ģartlarda zehirli (toksik) maddeleri yok etmek için üretilir ancak
fazlası hücre için zararlıdır
Filamentler
Hücre iskeletini oluĢtururlar
Hücrenin Ģeklini korumasını sağlarlar
Ayrıca, hücrenin hareket etmesini sağlarlar
o Her hücre az da olsa hareket edebilir
o Hücrenin önce bir kısmı bir yöne doğru hareket eder, hücrenin geri kalan
kısmı ilk kısmı takip eder (amiplerde olan harekete benzer Ģekilde)
Sentriyoller
Hücre içinde minik tüplerin (mikrotübüller) oluĢumunu ve uzamasını kontrol ederler
o Bu tübüller hücre içindeki taĢınmadan sorumludur
Bunun dıĢında hücre bölünmesi sırasında oluĢan iğcik liflerinin oluĢumundan sorumlu
FİZYOLOJİ
Hücreler arası bağlantılar
Sıkı bağlantı (Tight junction)
En güçlü bağlantı şeklidir
Gap junction
İki hücre membran proteinleri aracılığı ile
birbirlerine bağlanırlar (Kanal proteinleri).
Küçük moleküllerin geçişine izin verir
Desmozom
İki hücre arasında ince bir peptidoglikan
tabaka bulunur. Mikrofilamentlerle
güçlendirilmiştir.
12
FİZYOLOJİ
HÜCRE MEMBRANINDAN MADDELERĠN TAġINMASI
VÜCUTTAKĠ SIVI KOMPARTMANLARI
Vücut sıvıları değiĢik kompartmanlarda dağılmıĢ durumdadır
Bu kompartmanlarda iyonlar ve diğer çözünmüĢ maddeler değiĢik
konsantrasyonlarda bulunur
Örneğin;
o Sodyum (Na+) hücre dıĢında yüksek miktarda
o Potasyum (K+) hücre içinde yüksek miktarda bulunur
Diğer iyonların ve maddelerin dağılımı ise Ģu Ģekildedir:
13
FİZYOLOJİ
Sıvı kompartmanları arasında maddelerin geçiĢi hücre membranı tarafından kontrol
edilir
Membran seçici geçirgen (yarı geçirgen = semipermabl) özelliktedir
Bu seçicilik sayesinde hücre içinde ve dıĢındaki maddelerin konsantrasyonu farklı
Ģekilde tutulabilir
MEMBRANDAN MADDELERĠN TAġINMASI
Maddeler hücre membranından baĢlıca iki Ģekilde geçebilir:
o Difüzyon:
 Madde yoğunluğunun (konsantrasyonunun) çok olduğu taraftan az olduğu
tarafa kendiliğinden geçiĢ
o Aktif transport:
 Madde konsantrasyonunun az olduğu taraftan çok olduğu tarafa enerji
kullanarak yapılan taĢıma
14
FİZYOLOJİ
Difüzyon
Normalde havada veya bir sıvı çözeltisi
içindeki bulunan moleküller sürekli hareket
halindedir
Bu hareket moleküllerin kendi termal
enerjilerinden kaynaklanır
Ortamın herhangi bir bölgesinde
moleküllerin konsantrasyonu daha fazla ise,
moleküller konsantrasyonun daha az olduğu
tarafa doğru hareket etme eğilimindedir
(DĠFÜZYON)
Bu hareket ortamın her tarafında
konsantrasyon eĢitleninceye kadar devam eder
Eğer bu ortamı ikiye bölen bir membran var
ise, yine benzer Ģekilde konsantre bölgeden az
konsantre bölgeye doğru, membranın izin
verdiği ölçüde bir difüzyon gerçekleĢir
Bir Maddenin Difüzyonuna Etkili Olan Faktörler
Konsantrasyon farkı
o Konsantrasyon farkı ne kadar fazla ise difüzyon o kadar artar
Molekül yarı çapı veya ağırlığı
o Difüzyona uğrayan maddenin molekül ağırlığı veya çapı arttıkça difüzyonu
yavaĢlar
Difüzyon mesafesi
o Difüzyonun gerçekleĢtiği mesafe uzadıkça difüzyon yavaĢlar
Difüzyon olan ortamın kesit alanı
o Difüzyonun gerçekleĢtiği membran yüzeyi ne kadar fazla ise difüzyon o ölçüde
daha çok gerçekleĢir
Isı
o Ortamın ısısı arttıkça difüzyon miktarı da artar
KolaylaĢtırılmıĢ Difüzyon
Madde yine konsantrasyonun fazla olduğu yerden az olduğu yere doğru hareket
etme eğilimindedir
Ancak bu madde doğrudan veya bir iyon kanalından membranı geçemez
Membran üzerindeki bir protein bu maddenin geçiĢini kolaylaĢtırır
GeçiĢ sırasında ATP kullanılmaz
15
FİZYOLOJİ
Osmoz
Seçici geçirgen özellikteki
membranlar bazı maddelerin
geçiĢine izin vermez
Böyle bir durumda membranın iki
tarafındaki konsantrasyonun
dengelenmesi için
konsantrasyonun fazla olduğu
tarafa doğru net bir su difüzyonu
meydana gelir
Bu net difüzyona OSMOZ adı
verilir
Net su difüzyonunu
durdurabilecek değerdeki
basınca OSMOTĠK BASINÇ denir
16
FİZYOLOJİ
DeğiĢik Ozmotik Basınca Sahip Ortamlarda Hücredeki Olaylar:
Aktif Transport
Enerji kullanılarak konsantrasyonun az olduğu taraftan çok olduğu tarafa doğru
maddeler taĢınır (yokuĢ yukarıya taĢıma gibi)
Ġki türde olabilir:
o Primer (birincil) aktif transport
o Sekonder (ikincil) aktif transport
Primer Aktif Transport
ATP'den elde edilen enerji ile iyonlar taĢınır
Na+, K+, H+ ve Cl- bu Ģekilde taĢınabilir
Hücrede aktif transport mekanizmasını kullanan en önemli membran proteini:
Sodyum-Potasyum Pompası
o Membranın iç yüzündeki kısmında Na+ için 3 bağlanma bölgesi, dıĢ
yüzündeki kısmında K+ için 2 bağlanma bölgesi vardır
o Pompanın her bir çalıĢması sonucunda 3 Na+ hücre dıĢına atılırken, 2 K+
hücre içine alınır
17
FİZYOLOJİ
Sekonder Aktif Transport (Ko-transport)
Hücre dıĢındaki yüksek Na+ konsantrasyonu, bu iyonun hücre içine girmesi için bir
kuvvet oluĢturur
Bu kuvvet enerji kaynağı gibi kullanılır ve Na+ ile birlikte glikoz ve amino asitler gibi
bazı maddeler de (ayrıca ATP harcanmaksızın) hücre içine taĢınır
Ko-transport aynı yönde (eĢ-taĢınma) veya zıt yönlerde (zıt-taĢınma) olabilir
Hücre Membranından Maddelerin TaĢınmasına Bir Örnek:
Yediğimiz besinler barsaklarda sindirildikten sonra vücuda emilir
Bu emilim sırasında maddeler önce barsak boĢluğundan (lümen) barsak epitel
hücresine, sonra da epitel hücresinin diğer tarafında bulunan bağ dokusu içinde yer
alan kan damarlarına taĢınarak vücuda alınmıĢ olur
Besin maddelerin bir çoğu hücre membranından doğrudan geçemez
Bu nedenle besin maddelerinin emilimi sırasında barsak epitel hücresinin her iki
yanında yukarıda söz edilen taĢınma mekanizmalarının hepsi kullanılarak değiĢik
maddeler vücuda alınabilir
18
FİZYOLOJİ
MEMBRAN POTANSĠYELLERĠ HÜCRELERĠN ELEKTRĠKSEL AKTĠVĠTESĠ
MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Vücuttaki tüm hücrelerin membranları, üzerlerinde elektrik yükü depolayacak
özelliktedir
Hücrelerin normal iĢlevlerini yerine getirebilmesi için bu yük belirli değerlerde
olmalıdır
Membran üzerinde oluĢan bu elektriksel yüke membran potansiyeli adı verilir
Membran potansiyeli, hücre membranının "nötr" olmadığını gösterir
o Bu durumda hücrenin içi (-), dıĢı (+) elektrik yüklü
Veya
o Ġçi (+), dıĢı (-) yüklüdür
Hücrenin o andaki elektriksel
durumu (yani membran potansiyeli),
membranın iç yüzündeki elektriksel
durum ile adlandırılır
o Membranın iç yüzü (-) elektrik
yüklü ise membran potansiyeli ()
o Membranın iç yüzü (+) elektrik
yüklü ise membran potansiyeli
(+)
Olarak adlandırılır
Membran potansiyellerinin kaynağı
Membranın elektrikle yüklenmesini sağlayan (+) veya (-) yüklü iyonlardır. Örneğin;
o Na+ (+) yüklü
o K+ (+) yüklü
o Ca2+ (+) yüklü
o Cl- (-) yüklü iyonlardır
Benzer Ģekilde hücre ve dıĢında bir çok elektriksel yüke sahip pek çok iyon bulunur
Membranın bir tarafının diğer tarafına göre negatif veya pozitif elektrikle yüklü olması,
her iki tarafta bulunan iyonların dağılımına bağlıdır
Örneğin
o Hücre içindeki (+) yüklü iyonların oranı hücre dıĢına göre daha fazla ise hücre
içi (membran potansiyeli) pozitif olur
19
FİZYOLOJİ
Yukarıdaki Ģekilde A hücresinde K+ difüzyon ile hücre dıĢına çıkmıĢtır
o (+) yüklü iyonlar hücre içinde azalmaya baĢlayınca hücre (-) membran
potansiyeline sahip olur
B hücresinde ise Na+ difüzyon ile hücre içine girmiĢtir
o Hücre içinde (+) yüklü iyonlar hücre dıĢına göre daha fazla olunca hücrenin
membran potansiyeli de (+) değerlere ulaĢır
Ġyonların membranın iki tarafında farklı dağılmasının nedenleri
Hücrenin içinde ve dıĢında tüm iyonlar eĢit bir biçimde dağılmıĢ olsaydı, membran
potansiyeli meydana gelmeyecekti
Farklı yüklere sahip iyonlar neden hücre içinde ve dıĢında farklı oranlarda bulunur?
o Membranlar değiĢik iyonlara karĢı seçici geçirgen özellik gösterir
o Difüzyon, osmoz ve aktif transport gibi mekanizmalarla iyonlar ve diğer
maddeler hücrenin iĢlevlerini sağlamak amacıyla sürekli olarak hareket eder
o Bu etkilerin sonucunda hücre içi ve dıĢında (-) veya (+) yüklü maddeler daima
farklı konsantrasyonlarda bulunur
o Böylece MEMBRAN POTANSĠYELĠ ortaya çıkar
Membran Potansiyelinin OluĢumuna Bir Örnek
Herhangi bir etki sonucu membrandaki Na+ kanalları açılır ve hücre içine Na+ giriĢi olur,
membran potansiyeli (+) hale gelir
Bu durumu dengelemek için K+ kanalları açılır ve hücre dıĢına K+ çıkmaya baĢlar
Na+-K+ pompasının çalıĢması hem iyon dengesini sağlar hem de membran
potansiyelinin eski haline dönmesine yardımcı olur (3 Na+ dıĢarı atılırken 2 K+ içeri alınır)
Uyarılabilen Dokular
Sinir sistemi ve kaslarda bulunan hücreler elektriksel özellikleri ile diğer tüm vücut
hücrelerinden farklılık gösterir
Bu dokulara uyarılabilen dokular denir
Tüm hücrelerde bulunan membranın elektriksel aktivitesi (membran potansiyeli), sinir
hücresi ve kas hücresinde doğrudan hücrenin iĢlevini etkiler
Membran potansiyeli sinir ve kas gibi hücrelerde, hücrenin durumuna göre farklı
isimler alır
Uyarılabilen bir doku hücresi uyarılmadığı zaman ĠSTĠRAHAT konumundadır ve
membran potansiyeli (-) değerdedir
Uyarıldığı zaman AKTĠF durumdadır ve membran potansiyeli (+) değerdedir
ĠSTĠRAHAT MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokular uyarılmadıkları zaman (istirahat durumunda)
hücre içi ve dıĢındaki iyonların artık membran potansiyeli değiĢimine neden
olmadıkları bir denge durumuna gelirler
Bu denge durumuna istirahat membran potansiyeli adı verilir
Ġstirahat membran potansiyeli
o Kas hücresi için -90 mV
o Sinir hücresi için -70 mV civarındadır
20
FİZYOLOJİ
Ġstirahat membran potansiyelinin (-) olarak ortaya çıkmasında en önemli rolü oynayan
iki faktör vardır:
o Hücre uyarılmadığı zaman membrandan K+ geçiĢine sızmasına izin veren K+
sızma kanalları
 Bunun sonucunda hücre içinde fazla olan K+ hücre dıĢına doğru difüzyona
uğrar ve hücre içi negatife doğru gider
o Hücre hangi konumda olurda olsun sürekli çalıĢan Na+-K+ pompası
 Pompa her çalıĢmasında 3 Na+ iyonunu hücre dıĢına çıkarırken 2 K+
iyonunu hücre içine alır
 Bu durumda pompanın her çalıĢmasında hücre içinden bir (+) iyon eksilir ve
hücre içi negatife doğru gider
AKSĠYON POTANSĠYELĠ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokularda, hücrenin uyarılması ile sonuçlanan ani
elektriksel değiĢikliğe aksiyon potansiyeli adı verilir.
Bir nöronun uyarılması ile nöron aktif hale gelerek kendine ait iĢlevi yerine getirir
Bir kas hücresinin uyarılması, gerekli değiĢikliklerin oluĢması ile kasılma ile
sonuçlanır
Aksiyon Potansiyelinin OluĢumu
Aksiyon potansiyeli oluĢumunda en önemli rol Na+ kanallarına aittir
Genellikle Na+ kanallarına uygun bir maddenin bağlanması ile açılan kanallardan hücre
içine Na+ girmeye baĢlar
Hücre içinde voltajın yükselmesi, daha fazla Na+ kanalının açılmasına neden olur.
Yeteri kadar Na+ iyonunun içeri girmesi, EĢik değer'in aĢılmasına neden olur ve hücre
içinde patlama tarzında bir voltaj artıĢı meydana gelir: AKSĠYON POTANSĠYELĠ
Daha sonra K+ kanallarının açılması ile hücre dıĢına K+ çıkıĢı baĢlar Na+-K+ pompasının
da etkisi ile hücre istirahat konumuna geri döner
21
FİZYOLOJİ
Hep veya hiç Kuralı
 EĢik değerin aĢılmasına neden olan uyarı HER ZAMAN bir aksiyon
potansiyeli oluĢumuna neden olur (EĢik değerin aĢılması: HEP)
 EĢik değeri aĢmayacak kadar zayıf uyaranlar HĠÇ BĠR ZAMAN aksiyon
potansiyeli oluĢturamaz (EĢik değerin aĢılamaması: HĠÇ)
22
FİZYOLOJİ
KAN FĠZYOLOJĠSĠ
KANIN BĠLEġĠMĠ
Kan iki kısımdan oluĢur:
A- Hücresel elementler
- Eritrositler
- Lökositler
-Trombositler
B- Sıvı kısmı ise, plazma veya serum adını alır.
Total miktarı vücut ağırlığının ~ % 8‟ idir.
KANIN GÖREVLERĠ
1) Hemoglobinin taĢınması
2) Beslenme; sindirim sisteminde en küçük yapı taĢlarına ayrılmıĢ olan besin maddelerini
ilgili dokulara götürür.
3) BoĢaltım; dokularda meydana gelen metabolik artıkları boĢaltım organlarına taĢır.
4) Vücut ısısının düzenlenmesi
5) Kan, vücutta tuz ve su dengesini korur. Gereğinde damar dıĢına çıkan su ve tuz iyonları,
hücrelerin belli gerginlikte kalmalarını sağlar.
6) Asid- baz dengesini korur. Kanda bulunan, bikarbonat, fosfat, protein ve Hb yardımı ile
fazla asitlerin ve alkalilerin nötralize olmaları sağlanır.
7) PıhtılaĢma faktörlerini taĢır; organizmanın yaralanması sonucu kan kaybetmesini önlenir.
8) TaĢımıĢ olduğu, antikorlar, antitoksinler ve lizinler mikrobik veya bakteri türündeki
mikroorganizmaları etkisiz hale getirir.
9) Hormonları hedef organlara taĢıyarak vücudun düzenli çalıĢmasına yardım eder.
KANIN FĠZĠKSEL ÖZELLĠKLERĠ
Kanın kırmızı rengi eritrositler içinde bulunan ve Fe içeren hemoglobinden (Hb)
kaynaklanmaktadır. Hb‟ nin oksijenle birleĢme derecesi kanın rengini etkiler.
1 gr Hb 1,34- 1,39 ml O2 içerir.
Arter kanı O2 den zengin olduğu için açık kırmızı renkte; venöz kanda ise daha az O2
olduğu için koyu kırmızı renktedir.
Kanın reaksiyonu hafif alkalidir. Organlar arasındaki dengeyi koruyabilmek için pH 37 C‟ de
7.35- 7.40 arasında sabit tutulur. (arterlerde 7.40, venlerde 7.35)
pH , 7.0‟ ın altında veya 7.7‟ nin üstünde olduğu koĢullarda yaĢam tehlikeye girer.
Saf suyun özgül ağırlığı:1000
Kanın özgül ağırlığı: EriĢkinde: 1050- 1060, Yeni doğanda: 1066
Plazmanın özgül ağırlığı: 1027- 1030
ERĠTROSĠTLER
Kan hücrelerinin büyük bölümünü oluĢtururlar. Eritrositlerin total kan hacmine oranına
Hematokrit denir. Bu oran erkekte % 44-48, kadında % 38-42‟ dir. Eritrositlerin esas
fonksiyonu akciğerlerden dokulara oksijen ileten hemoglobini taĢımaktır. YaĢam süreleri olan ~
120 günün sonunda yıkılarak dolaĢımdan uzaklaĢtırılırlar.
Eritrositlerin içeriği
8 % 60-64 su
9 % 36- 34 organik ve inorganik madde
10 Hb, glikoz, enzimler, vitaminler, Fe, Cu, Zn, CO-3
23
FİZYOLOJİ
24
11 Olgun eritrositler nükleus, ribozom ve mitokondri gibi sitoplazmik organelleri
içermezler. Bu nedenle protein sentezi ve mitotik hücre bölünmesi gözlenmez.
Eritrositlerin boyut, renk ve sayıları
Normal koĢullarda eritrositlein çapı yaklaĢık 7-8 m,
en kalın yerinde ise kalınlığı 2,5 m olup merkezde 1
m‟ ye kadar iner.
Eritrositlerin ortalama hacimleri 90-95 m3‟ dür.
• Erkekte 4.5- 5.5 milyon /mm3
• Kadında 3.5- 4.5 milyon /mm3
•
•
•
Normositemi (Sayının normal olması)
Polisitemi (Sayı artması)
Oligositemi (Sayı azalması)
HEMOGLOBĠN
Omurgalılarda O2 taĢıyan kırmızı renkte bir pigmenttir.
4 üniteden oluĢur.
Her bir ünitede Fe+2 taĢıyan 1 Hem, 1 polipeptid zinciri (
globin ) vardır.
Hb, 4 Hem + 4 globin zincirinden oluĢur.
EriĢinde globin zincirleri 2 + 2 (HbA)
Oksijen ile bağlanma gevĢek olup geri dönüĢümlüdür.
Hb‟ nin oksijene olan ilgisi PO2‟ na bağlı. Akciğerlerde
PO2 yüksek olduğu için bağlanma kolay ve hızlı. Arteriyel
kanda Hb‟ nin % 97‟ si oksijenle doymuĢtur.
Dokuda PO2 düĢük olduğu için O2 hemoglobinden ayrılır.
HEMATOPOEZ
Kan hücreleri fetüste, çocukta ve eriĢkinde farklı yerlerde üretilmektedir. Fertilizasyondan
yaklaĢık 18 gün sonra kan hücreleri görülmeye baĢlar. Embriyonik yaĢamın ilk haftalarında
primitif, çekirdekli alyuvarlar vitellus kesesinde üretilirler. 3 ay kadar süren bu döneme
mezoplastik dönem denir.
Nükleuslu eritroblastların taĢımıĢ oldukları Hb eriĢkindekinden farklıdır.
Damar sisteminin geliĢimi ile kök hücreleri, karaciğere, dalağa, timusa, lenf bezlerine ve
kemik iliğine göç ederek kan odaklarını yaparlar.
Bu organlarda kök hücreleri, eritrositik, granülositik ve megakaryositik ana hücrelere
dönüĢerek yaygın hematopoezi baĢlatır.
Hamileliğin 6. Haftasından sonra vitellus kesesinde hematopoez geriler ve karaciğer
hematopoez görevini üstlenir. Bu döneme hepatik dönem denir. Bu dönemde Fötal Hb
(HbF) sentezi baĢlar.HbF süt çocuğunda en fazla 6. aya kadar bulunur. Daha sonra ise total
Hb‟ nin % 2‟ sini yapar.
Ġntrauterin yaĢamın 20.haftasından itibaren, kemik iliğine önceden göç etmiĢ olan kök
hücreler kan yapımına baĢlar. Bu nedenle bu döneme miyeloid dönem denir.
Bu dönemde bütün kemiklerde kan yapımının baĢlaması ile yaygın hematopoez baĢlamıĢ
olur.
FİZYOLOJİ
25
Miyeloid dönemde kan hücreleri ile birlikte, Hb sentezinde de değiĢiklik olur.
HbF gittikçe azalır, yerini eriĢkin hemoglobini (HbA) alır. HbA‟ nın globin bölümü 2 2
zincirinden oluĢur.
Yenidoğanda kan yapımı ile ilgili aktif kemik 70-90 ml kadardır.
5 yaĢına kadar tüm kemikler hematopoez bakımından aktif olup, çocuğun büyümesi
oranında aktif ilik yani kırmızı kemik iliği uzun kemiklerde azalmaya baĢlar, yağ hücrelerinin
infiltrasyonu ile sarı iliğe dönüĢür.
20 yaĢından sonra ise hematopoez;
vertebralar,
sternum,
kaburgalar,
kafa ve kalça kemiklerinde yaĢam boyu devam eder.
KÖK HÜCRELER
Hematopoez
FİZYOLOJİ
Proeritroblast bir kez oluĢunca, çeĢitli kereler bölünerek
sonuçta pek çok olgun alyuvarları oluĢtururlar.
■ Ġlk kuĢak hücrelere bazik boyalarla boyandıkları için
bazofil eritroblast adı verilir.
Bundan sonraki hücreler polikromatofilik eritroblast ve
ortokromatofilik eritroblast adını alır. Bu hücrelerde çok
az hemoglobin vardır.
■ Sonraki kuĢaklarda hemoglobin miktarı artar, nükleus
yoğunlaĢarak küçülür ve sonuçta kalıntısı hücre dıĢına
atılır.
Endoplazmik retikulum reabsorbe edilir. Bu evredeki
hücrelere retikülosit adı verilir.
■ Retikülositler, Golgi apereyi, mitokondri ve diğer
sitoplazmik organel kalıntılarından oluĢan bazofilik
materyal içerir.
■ Bazofilik materyal 1-2 günde kaybolur ve hücre olgun
bir eritrosit haline dönüĢür.
ERĠTROPOEZĠN DÜZENLENMESĠ
Eritropoezin normal olabilmesi için;
Kemik iliğinin anatomik yapısı, lokal doku ısısı, hücre beslenmesi ve endokrin aktivitenin
normal olması gerekir.
Eritropoez baĢlıca Eritropoetin hormonu (EPO) ile düzenlenir. EPO, böbrek hücrelerinde
sentezlenir ancak depolanmaz, gerektiği zaman böbrek hücrelerinde sentezlenir ve salınıma
uğrar.
Eritrosit sayısı azaldığında;
Doku oksijenlenmesinin azalması
(hipoksi)
KC ve böbrekten EPO salınımı artar
eritropoez hızlanır
Eritrosit sayısı normale döndüğünde
Doku oksijenlenmesinin artması
(hiperoksi)
KC ve böbrekten EPO salınımı azalır
eritropoez yavaĢlar
26
FİZYOLOJİ
Eritrosit yapımı için gereken maddeler;
B 12 vitamini (Siyanokobalamin, ekstrensek faktör)
Pürin, pirimidin ve nükleik asid sentezi için gereklidir. Mideden salınan Ġntrensek Faktör ile
barsaklardan emilir. Eksikliğinde hücre bölünmesi ve olgunlaĢması yetersiz olur.
Megaloblastlar kemik iliğini doldurur, Pernisiyöz anemi (Makrositer anemi)
B 12 vitamini karaciğerde depolanır. Vejeteryanlarda diyetsel eksiklik olabilir.
Folik asid
DNA sentezi için gerekli
Eritrositlerin olgunlaĢması için gerekli (megaloblastik anemi)
B6 vitamini
Karaciğer, kırmızı et, yumurta, sebzeler
Alkoliklerde eksikliği görülebilir.
Hem sentezi için gereklidir
Askorbik asid: Demir emilimi için gerekli
E vitamini: Eksikliğinde eritrosit direnci azalır
Mineraller; Fe, Cu, Ni, Co; hücrelerin geliĢmesi ve porfirin sentezi
Eritrositlerin yıkımı
Fizyolojik koĢullarda saatte 1-2 X 10 8 eritrosit yıkılıma uğrar. Bu durumda 70 kg bir insanda
hergün ~ 6 g hemoglobin yıkılmaktadır
Hb yapısındaki globin proteini tekrar kullanılır veya aminoasid havuzuna katılır. Hb
yapısındaki demir ise Fe havuzuna katılır
Hem molekülünün demir içermeyen porfirin bölümü karaciğer, dalak ve kemik iliğinde yıkılır
LÖKOSĠTLER
Savunma sisteminin hareketli bireyleri
Kemik iliğinde oluĢtuktan sonra kullanılacakları bölgelere gönderilirler
Morfoloji ve fonksiyonları yönünden farklı hücreler
Lökositlerin sayısı 4 000- 10 000 / mm3
Kan yayma preparatları boyanarak (Gimsa, Wrigt, May Grünwald) lökosit formül
hazırlanır
Hücre Normal sınırlar
Toplam
4000-11000
Nötrofiller
3000-6000
Eozinofiller
150-300
Bazofiller
0-100
0.4
Lenfositler
Monositler
1500-4000
300-600
50-65
1-4
20-40
2-6
Pluripotent kök hücreler 2 yönde farklılaĢarak miyelositik ve lenfositik seri hücrelerini
yapar.
Miyelositik seriden granülositler ve lenfositik seriden lenfositler geliĢir.
Granülositler ve monositler yalnız kemik iliğinde geliĢirken, lenfositler lenfoid dokularda
(lenf bezleri, timus, dalak) üretilirler.
Granülositler kemik iliğinden salındıktan sonra dolaĢımda 4-8 saat, dokularda 4-5 gün
kalırlar.
Ciddi enfeksiyonlarda bu süre daha kısadır. Çünkü savunma fonksiyonlarını yerine
getirdikten sonra hızla parçalanırlar (Ġrin).
27
FİZYOLOJİ
Lökopoez
NÖTROFĠL
 2-5 (ort. 3) segment içerir.
 Çekirdek koyu mor renkli
 Sitoplazma açık pembe- mavi
granüller içerir.
 Granüllü görünümün nedeni
içerdiği veziküllerdir (lizozom)
 Toplam lökositlerin % 50-65’ ini
yapar.
 Yaşam süresi 1-2 gün.
Nötrofil Fonksiyonları
Migrasyon kaskadı
* Marginasyon
* Adezyon
* Agregasyon
* Diapedez
* Migrasyon
Öldürme kaskadı
* Yabancı cismi tanıma
* YapıĢma
* Fagositoz
* Granül füzyonu
* Degranülasyon
* Solunumsal patlama
* Ekzositoz
Kemotaksis
Mikroorganizma veya organizmada yanıt geliĢen bölgeden kaynaklanan aracı moleküller
savunma yanıtını uyarırlar (Kemoatraktan).
Kemotaksi kemotaktik maddenin konsantrasyon farkına bağlıdır.
Konsantrasyon farkı lökositlerin doğrusal hareketine neden olur.
Kemotaksi ile hasar bölgesine çağrılan periferik kandaki aktifleĢmiĢ lökositler dokuya
geçerler.
Damar duvarına yaklaĢan nötrofiller endotel hücrelerinde bulunan selektin molekülleri ile
endotel yüzeyine çekilirler. Nötrofiller endotelde bulunan adhezyon moleküllerine (ICAM)
bağlanarak endotele yapıĢırlar. Adhezyon sırasında birçok hücre birbirine tutunabilir, bu
olaya agregasyon adı verilir.
28
FİZYOLOJİ
Diapedez
Nötrofilin endotel hücrelerinin birleĢme yerlerinden geçerek bazal membranı delip damar
dıĢına çıkmalarıdır.
Fagositoz
Partikülün hücre içine alınması ve intraselllüler vakuol içinde sekestre edilmesidir.
Yüzeyin pürtüklü olması fagositoz olasılığını arttırır.
Opsonin: Partiküllere bağlanan ve onları fagositler için çekici hale getiren maddelerdir
(IgG ve kompleman proteinleri). Bu iĢleme opsonizasyon denir.
Fagosite edilen partiküller lizozomlardaki sindirim enzimleri (hidrolitik) ile parçalanırlar
Zararsız hale getirilen ürünler ekzositoz ile hücrenin dıĢına atılır.
Fagositoz
Ġntrasellüler öldürme
Oksidatif: Nötrofil aktivasyonunu takiben oksijen tüketimi (Respiratory burst= solunum
patlaması) (NADPH oksidaz ve Süperoksid dismütaz )
NADPH + H+ + 2 O2
2 O -2 +2 O -2 + H+ + H+
NADP+ + 2 H+ +2 O -2
SOD
H2O2 + O2
EOZĠNOFĠL
•
•
•
•
•
•
Genellikle 2 segmentlidir.
Büyük ve koyu pembe granüller içerir.
Tüm lökositlerin % 2 -6’ sıdır.
Paraziter enfeksiyonlarında kanda artarlar.
Allerjik reaksiyonlar sırasında peribronşiyal
dokuda ve deride toplanırlar.
Mast hücrelerive bazofillerden yayılan
inflamasyonu uyarıcı maddeleri detoksifiye
eder.
BAZOFĠL
•
•
•
•
•
•
•
Genellikle 2 segment içerirler.
Granülleri iri, koyu mavi -siyah renkte olup
tüm sitoplazmayı doldurur.
Tüm lökositlerin % 0.5’ idir.
Mast hücrelerine benzerler.
Heparin, histamin, bradikinin, serotonin
salgılarlar.
Bazı allerjik reaksiyonlarda rol oynarlar.
IgE bazofillere tutunma eğilimindedir.
29
FİZYOLOJİ
LÖKOSĠTOZ
Lökosit sayısının artması doku yıkımına veya bakteri saldırısına karĢı bir yanıttır.
Nötrofil lökositoz: Apandisit, pnömoni gibi akut enfeksiyonlarda ve miyokard infarktüsü
gibi doku hasarı olduğu durumlarda.
Lenfositoz: Kızamık, su çiçeği, boğmaca, enfeksiyöz hepatit gibi kronik enfeksiyonlarda
Monositoz: Sıtma gibi protozoal hastalıklarda
Eozinofili: Allerjik reaksiyonlarda ve parazit enfeksiyonlarında
MONOSĠT
•
•
•
•
16-20 m çapında büyük ve yuvarlak
hücrelerdir.
Çekirdek yuvarlak, oval hatta böbrek
görünümlü olabilir.
Kemik iliğinde gelişen fagositik
hücrelerdir.
Doku makrofajlarının öncüleridir.
TROMBOSĠTLER VE PIHTILAġMA MEKANĠZMALARI
TROMBOSĠTLER
•
•
•
•
Yuvarlak ya da oval, 1-4 m
çapında küçük hücrelerdir.
Kemik iliğinde megakaryositlerden
oluşur.
Nükleusları yoktur, çoğalamazlar.
Normal sayı:
150 000- 400 000/ mm3
TROMBOPOEZ
Kemik iliğinde megakaryositlerin oluĢumu ~ 5 günü alır.
Megakaryosit, geniĢ sitoplazmalı, loblu çekirdek taĢıyan, 30- 100 m çapında büyük bir
hücredir.
Sitoplazmik fragmantasyon sonucu oluĢan trombositler (platelet) periferik kanda 8-10
gün yaĢarlar.
YaĢam süresini dolduran trombositler dalakta yıkıma uğrarlar
Trombositopeni: Sayı < 150 000/ mm3
Trombositoz: Sayı > 400 000 / mm3
30
FİZYOLOJİ
HEMOSTAZ
Hemostaz trombosit, endotel ve pıhtılaĢma sistemleri ile bunları düzenleyen
mekanizmaların düzenli çalıĢması sonucu ortaya çıkan bir dizi fizyolojik reaksiyondur.
Kanamanın durdurulması olarak ifade edilebilir.
Yaralanan bir dokuda kan kaybını önlemeye yönelik mekanizmalar;
1) Zedelenen damarda daralma (konstriksiyon)
2) Lezyon bölgesinde trombosit birikimi
3) PıhtılaĢmanın aktivasyonu
4) Fibrinolizisin aktivasyonu
Vazokonstriksiyon
Damar hasarı sonrasında damar duvarında kasılma meydana gelir. Bunun nedenleri;
1. Sinirsel refleksler
2. Lokal miyojenik spazm
Trombositlerden kaynaklanan lokal humoral faktörler (Tromboksan A2)
Hemen geliĢen vazokonstriksiyon geçicidir. Damar hasarı ne kadar fazla ise kasılma
o kadar fazla olur. Keskin bir alet ile kesilen damar ezilen bir damardan daha çok
kanar.
Damar spazmı boyunca trombosit tıkacı ve pıhtılaĢma gerçekleĢir, kanama
durdurulur.
Trombosit tıkacının oluĢumu
Damar yüzeyinde bir yırtık olması halinde trombositlerde yapısal değiĢiklik baĢlar.
ġiĢerler, düzensiz bir görüntü alırlar, psödopodlar uzatarak kasılırlar ve granüllerini
dıĢarıya boĢaltırlar.
Damar hasarı sonrasında trombositlerin yapıĢkanlığı artar. YapıĢma sonrasında
trombositlerin aktivasyonunda artıĢ gözlenir (ADP ve Tromboksan A2 salınımı artar).
ADP ve Tromboksan A2 diğer trombositleri de aktive ederek birbirlerine
yapıĢmalarını sağlarlar. Agregasyon sonucu trombosit tıkacı oluĢur.
Ġlk oluĢan tıkaç zayıftır. Fibrin ipliklerinin oluĢması ve trombositlere bağlanması ile
tıkaç daha da sağlamlaĢır.
Trombosit tıkacı endotelde oluĢan küçük deliklerin onarılmasında önemlidir.
Trombosit sayısının normalden az olması halinde bu delikler kapatılamaz, küçük
hemorajik odaklar oluĢur (PeteĢiyal kanamalar).
PIHTILAġMA VE FĠBRĠNOLĠZĠS MEKANĠZMALARI
Hasarlanan damar duvarı ve trombositlerden kaynaklanan aktivatör maddeler ve bazı
proteinler pıhtılaĢma sürecini baĢlatırlar.
Damarın yırtılmasından 3-6 dakika sonra damarın yırtılan ucu pıhtı ile dolar. 20
dakika- 1 saat sonra ise pıhtı retrakte olur (büzülür).
Kan ve dokularda pıhtılaĢmayı etkileyen 50‟ den fazla madde bulunmaktadır. Bu
maddelerden bazıları pıhtılaĢmayı sağlarken (prokoagulan), bazıları ise pıhtılaĢmayı
engeller (antikoagulan).
Ġki grup madde arasında denge bulunmakla birlikte normal koĢullarda antikoagulanlar
baskındır ve kan pıhtılaĢmaz. Ancak damar zedelendiğinde hasarlanan dolaĢımdaki
prokoagulanlar aktive olarak pıhtılaĢma baĢlatılır.
31
FİZYOLOJİ
Faktör
Diğer adı
Yol
Prekallikrein
Fletcher faktörü
Ġntrensek
High molecular weight
kininogen (HMWK)
Fitzgerald faktörü
Ġntrensek
I
Fibrinojen
Her iki yol
II
Protrombin
Her iki yol
III
Doku faktörü
Ekstrensek
IV
Kalsiyum
Her iki yol
V
Proakselerin
Her iki yol
VI (Va)
Akselerin
-
VII
Prokonvertin
Ekstrensek
VIII
Antihemofilik faktör A
Ġntrensek
IX
Antihemofilik faktör B,
Christmas Fak.
Stuart-Prower Fak.
Ġntrensek
X
XI
XII
XIII
Her iki yol
Plazma tromboplastin
antesedan (PTA)
Hageman faktörü
Ġntrensek
Fibrin stabilize edici faktör
(FSF)
Her iki yol
Ġntrensek
PıhtılaĢmanın temel mekanizması;
1) Kanda inaktif halde bulunan pıhtılaĢma faktörlerinin aktive olması ve protrombin aktivatörü
kompleksini oluĢturmaları
2) Protrombin aktivatörünün protrombinin trombine dönüĢümünü katalizlemesi
3)Trombinin fibrinojeni fibrin ipliklerine dönüĢtürmesi
Protrombin
2-globulin yapısında bir plazma proteinidir (MW: 72 000 D)
Karaciğerde sentezlenir.
Stabil olmayan bir moleküldür, kolaylıkla daha küçük yapılara dönüĢebilir.
Fak Xa varlığında trombine döner
Protrombinin sentezi için K vitaminine ihtiyaç vardır.
Fibrinojen
Molekül ağırlığı 350 000 olan bir plazma proteinidir. 3 çift polipeptit zincirinden
oluĢur.
BaĢlıca yapım yeri karaciğerdir.
Karaciğer hastalıklarında fibrinojen sentezi bozulur.
Moleküler yapısının büyük olması nedeniyle normalde çok az fibrinojen
interstisyel sıvıya geçer.
32
FİZYOLOJİ
PıhtılaĢmanın baĢlaması
Dokularda oluĢan hasar sonucu kanın hasarlanmıĢ endotel hücreleri ve damar
duvarındaki kollajen ile teması protrombin aktivatörünün oluĢumuna yol açar.
Protrombin aktivatörü birbirleri ile sürekli etkileĢimde bulunan 2 yolla oluĢturulur:
1-) Ekstrensek yol
2-) Ġntrensek yol
Ekstrensek yol
Doku faktörünün salınımı ile baĢlar. Doku faktörü endotel hücrelerinde bulunur. Bir
kofaktör gibi çalıĢır. Faktör VII‟ nin aktive olmasını sağlar.
Doku hasarının fazla olması doku faktörünün daha çok salınımına yol açar.
Doku faktörü, Faktör VII, Ca2+ birlikte doku tromboplastinini yapar.
Doku tromboplastini Fak X‟ u aktifler, Fak Xa oluĢur.
Ġntrensek yol
Ġn vitro cam, in vivo kollajen ile temas intrensek yolu aktive eder.
(-) yüklü bir yüzey ile temas sonucu prekallikreinden kallikrein oluĢur. Kallikrein, Fak XII‟
den Fak XIIa oluĢumunu aktifler.
Fak XIIa, prekallikreinden kallikrein oluĢumunu indükler. Ayrıca HMWK‟ den bradikinin
salınımını indükler.
Sırasıyla Fak XI, Fak IX aktive olur.
Sonunda Fak X aktive olur ve Fak Xa oluĢur.
Tüm reaksiyonlarda kalsiyum ve trombosit membran fosfolipidleri kofaktör gibi çalıĢır.
Ortak yol
Ġntrensek yol ve ekstrensek yolun aktivasyonu ile oluĢan Faktör XIa, Ca2+, PL ve Faktör
Va birlikte Protrombin aktivatörünü yapar (PA)
PA, Protrombinden trombin oluĢumunu sağlar.
Trombin, fibrinojenden fibrin monomerlerinin oluĢumunu sağlar.
Fibrin monomerleri, polimerize olurlar.
Trombin ile aktive olan Fak XIIIa, fibrin polimerlerini stabilize eder.
33
FİZYOLOJİ
Fibrin oluĢumu
Proteolitik etkili bir molekül olan trombin fibrinojenden 4 tane peptidi ayırarak diğer fibrin
molekülleri ile polimerize olma yeteneği taĢıyan fibrin monomerini yapar.
OluĢan fibrin monomerleri agrege olarak uzun fibrin iplikçiklerine dönüĢürler.
Fibrin monomerleri polimerizasyona uğrayarak fibrin polimerlerini yapar.
Polimerizasyonun baĢında bağların zayıf olması nedeniyle pıhtı zayıftır ve kolaylıkla
çözülebilir.
Pıhtı retraksiyonu
Pıhtı birkaç dakika içinde büzüĢmeye baĢlar. Retraksiyon adı verilen bu olaydan
trombositler sorumludur.
Pıhtının retrakte olamaması trombosit azlığının bir göstergesidir. Retraksiyonu sağlayan
maddeler trombositlerin yapısındaki trombastenin, aktin ve miyozin gibi kontraktil
ptoteinlerdir.
Pıhtı küçülürken yırtılan kan damarlarının uçları birbirine yaklaĢır.
PıhtılaĢmanın düzenlenmesi
OluĢan Protrombin aktivatörünün miktarı doku hasarı ile doğru orantılıdır. Ancak bir kez
oluĢtuğu anda pıhtılaĢma mekanizmasının tetiği çekilir ve pıhtılaĢma dakikalar içinde
çevredeki kana yayılır. Yani pıhtının kendisi (+) feed- back yolu ile daha çok pıhtının
oluĢumuna neden olur.
Fizyolojik koĢullarda pıhtılaĢmanın önlenmesi
Endotelin düzgün bir yüzeye sahip olması nedeniyle normal koĢullarda intrensek
pıhtılaĢma sistemi inaktiftir.
Endotelin iç yüzeyini örten glikokaliks tabakası trombositleri iterek pıhtılaĢmayı engeller.
PıhtılaĢma reaksiyonunun sınırlandırılması
Doku faktörü (Faktör III) karaciğer ve diğer dokulardaki fagositlerce plazmadan
uzaklaĢtırılır.
Hepatositler aktif durumdaki diğer pıhtılaĢma faktörlerini yıkarlar.
Plazmada bulunan Antitrombin III, trombin ve Faktör IXa, Xa, XIa ve XIIa‟ yı bağlayarak
inaktive eder.
Plazmada bulunan bir antikoagulan olan heparin de Antitrombin III‟ ün etkinliğini arttırır.
Fizyolojik olarak endotel yüzeyinde bulunan heparan ve heparan sülfat Antitrombin III‟ ün
etkinliğini sürdürerek intrensek yolu kontrol eder.
Fibrinolizis
Pıhtının eritilerek ortadan kaldırılmasını sağlayan sisteme Fibrinolitik Sistem denir. Bu
sistemin en önemli enzimi Plazmin olup pıhtılaĢma sonucu oluĢan fibrini yıkıma uğratarak
Fibrin Yıkılım Ürünlerinin oluĢumuna yol açar.
Plazmin bir proteaz olup plazmada inaktif zimojen formu Plazminojen Ģeklinde bulunur.
Kallikrein, Faktör XIIa ve kininojen, Plazminojenin plazmine dönüĢümüne neden olur.
Plazmin yapı olarak pankreasın proteolitik enzimi Tripsine benzer. Bu enzim fibrin
iplikçiklerinin yanısıra kandaki fibrinojen, Faktör V, Faktör VIII ve protrombin gibi maddeleri
de sindirir (fibrinojenolizis)
Plazminojeni aktifleyen en önemli madde Doku Plazminojen Aktivatörü (t-PA) olup
yaralanan dokulardan pıhtının oluĢumunu takiben 1-2 gün içinde salınıma uğrar.
t-PA klinikte trombolitik ajan olarak da kullanılmaktadır.
Ürokinaz bir diğer plazminojen aktivatörü olup yine klinikte trombolitik olarak kullanılır.
34
FİZYOLOJİ
35
Bakteriyal bir protein olan Streptokinaz fibrinolitik etkisi nedeniyle miyokard
infarktüsünün erken evresinde kullanılır. Streptokinaz-plazminojen kompleksi,
plazminojen aktivatörü gibi davranır.
K vitamini eksikliği
•
•
•
•
•
•
K vit; karaciğerde trombin, Faktör X, IX, VII’ nin
yapımında gereklidir.
K vit kalın barsaktaki bakteriler tarafından
sentezlendiği için normal koşullarda eksikliği
gözlenmez.
Ancak yeni doğanda henüz bakteri florası tam
oluşmadığı için K vit eksikliğine bağlı kanamalar
ortaya çıkabilir. (Yeni doğanın hemorajik hast.)
K vit yağda eriyen bir vit olduğu için özellikle yağ
emiliminin bozulduğu hastalıklarda eksikliği
ortaya çıkabilir.
Karaciğerin yeterli miktarda safra yapamadığı
durumlarda yağ emilimi bozulacağı için K vit
emilemez.
Karaciğer hastalıklarında hem pıhtılaşma
faktörlerinin yapım bozukluğu hem de K vit
yetersiz emilimi nedeniyle spontan kanamalar
ortaya çıkar.
Hemofili
Hemofili A en çok (%85) rastlanılan pıhtılaĢma bozukluğu olup erkeklerde görülme
sıklığı 1/5000- 1/10000 arasındadır. Fak VIII genine ait 150 farklı nokta mutasyonu
gösterilmiĢtir.
Faktör VIII eksikliği ile ortaya çıkan hastalık X kromozomuna bağlı olarak geçer.
Kadınlar taĢıyıcı olabilir, ancak çoğunlukla kanama bozukluğu göstermeden normal bir
yaĢam sürerler.
Hastalık Faktör VIII‟ in kandaki düzeyine göre hafif, orta ve ağır seyredebilir.
Hastalarda küçük travmalar sonucunda ciddi eklem ve kas içi kanamalar oluĢabilir.
Plazmadan veya r-DNA teknolojisi ile hazırlanmıĢ Fak VIII enjeksiyonları ile
kanamaların sıklığı ve miktarı azaltılabilmektedir
KAN PLAZMASI
PLAZMANIN TANIMI VE ĠÇERĠĞĠ
PıhtılaĢması engellenmiĢ kanın Ģekilli elemanlarının çöktürülmesi sonucu kalan
kısmına plazma adı verilir. Kanın "non-sellüler" kısmı olarak da tanımlanır.
Plazma, ekstrasellüler sıvının bir parçasıdır ve sürekli interstisyel sıvı ile iliĢki
içindedir.
Vücut sıvılarının kompartmanlara göre dağılımı:
Vücut ağırlığına oranı
Plazma
Toplam ekstrasellüler sıvı miktarı
İntrasellüler sıvı miktarı
3,5 L
(%5)
14 L
(%20)
28 L
(%40)
___________________________________________________________
Toplam sıvı miktarı
42 L
(%60)
FİZYOLOJİ
Serum ile plazma temelde aynı özelliklere sahip olmakla birlikte, serum içinde, Faktör
I (fibrinojen), Faktör II (Protrombin), Faktör V (Proakselerin) ve Faktör VII
(Prokonvertin) gibi pıhtılaĢma faktörleri bulunmaz.
Plazmanın içeriği
% 91-92‟ si su
% 8-10 suda erimiĢ maddeler
PLAZMA PROTEĠNLERĠ
Plazmada 300‟ ün üzerinde protein bulunmaktadır. Bir çok proteinin insan ırkları
arasında varyasyonları saptanmıĢtır.
Plazma proteinleri albümin, globülin ve fibrinojen fraksiyonlarından oluĢur. Ayrıca
globülinler 1, 2, 1, 2 ve globülinler olmak üzere alt gruplara ayrılır.
Plazma proteinleri içinde en yaygın olan albüminin baĢlıca görevi kolloid ozmotik
basıncın (onkotik basınç) oluĢturulmasıdır. Kolloid ozmotik basınç, plazma hacmini
korumaya yönelik iĢlev yapar. Ayrıca plazmada bir çok maddenin taĢınması albümin
sayesinde olur.
Donnan etkisi
Donnan etkisi adı verilen bir etkiye bağlı olarak, plazma proteinleri kendi ozmotik
güçlerinin yaklaĢık iki katı büyüklüğünde bir onkotik güç oluĢtururlar. Bunun nedeni,
plazma proteinlerinin negatif yüklü olmaları ve bu sayede pozitif yüklü baĢka ozmotik
aktif pozitif iyonların (sodyum gibi) damar içinde kalmalarını sağlamasıdır. Böylece,
plazma protein konsantrasyonundaki küçük bir artıĢ, onkotik basınçta çok daha büyük bir
artıĢa neden olur.
Normal Ģartlarda onkotik basınç değeri 28 mmHg‟dır. Bu değerin 19 mm‟si plazma
proteinleri, 9 mm‟si ise katyonlar tarafından oluĢturulur. Onkotik basınç sayesinde kan ile
interstisyel bölge arasında madde alıĢveriĢi ve suyun venöz uçtan damarlara dönüĢü
sağlanır.
Konsantrasyon
Neden olduğu onkotik basınç
g/dl
(mmHg)
Albümin
4.5
(% 60)
21.8
(% 78)
Globülin
2.5
(% 35)
6.0
(% 21)
Fibrinojen
0.3
(% 5)
0.2
(% 1)
7.3
TOTAL
28.0
36
FİZYOLOJİ
Plazma proteinlerinin onkotik basınç dıĢında diğer genel fonksiyonları:
Tiroid hormonları triiyodotironin (T3) ve tiroksin (T4) sentezlendikten sonra kana
verildiğinde plazma proteinleri olan Tiroksin bağlayan prealbümin, albümin ve globüline
bağlanarak taĢınırlar.
Benzer Ģekilde adrenal bez hormonları da plazma proteinleri ile taĢınır. Bunlardan en iyi
bilinen kortizol bağlayan globülin (transkortin) dir.
Albümin ayrıca bazı metallerin, iyonların, yağ asitlerinin, amino asitlerin, enzimlerin,
ilaçların ve bilirübinin taĢınmasından sorumludur.
Plazma proteinlerinin bu taĢıma fonksiyonu sayesinde bu maddeler glomerüler
filtrasyona uğramadan hedef dokulara ulaĢırlar.
Bundan baĢka, kanda CO2‟nin çok küçük bir kısmı da plazma proteinlerine bağlı olarak
taĢınır.
Kan viskozitesi plazma proteinlerinin konsantrasyonu iile doğru orantılıdır.
Kanın süspansiyon stabilitesi plazma proteinleri tarafından sağlanır. Fibrinojen ve
globülin gibi büyük moleküller eritrositlerin birbirleri ile birleĢerek rulo yapmasıan neden
olurlar. Bu da sedimentasyon hızının artmasına neden olur.
Globulinler
Onkotik basınç ve taĢıma görevlerinin yanı sıra bir kısmı immünitenin sağlanmasında
görev yapar. Bu tür globülinlere immünglobülinler denir. IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE olarak
sınıflandırılır
Fibrinojen
Yüksek moleküler ağırlığı olan bir proteindir. Bu nedenle genellikle damar içinde kalır
ve nadiren interstisyel sıvıya geçer. Trombin etkisiyle fibrine dönüĢerek kan
pıhtılaĢmasında çok önemli rol oynar.
Plazma proteinlerinin oluĢumu
Albümin ve fibrinojenin hemen hepsi karaciğerde; globülinlerin ise % 70‟ i lenfoid
dokularda yapılır. Bunlar antikorları oluĢturan globulinlerdir.
Karaciğerde günlük protein üretim hızı günde 30 grama kadar çıkabilir. Yaralanmalar
sonucu kan kaybı veya geniĢ yanıklar sonucu deriden plazma ve proteinlerin kaybı
gibi durumlarda bu yüksek üretim hızı hayat kurtarıcıdır.
Plazma proteinlerinin dokular tarafından kullanılması
Plazma, bir protein deposu gibi görev yapar ve dokularda protein gereksinimi
oluĢtuğunda pinositoz ile plazma proteinlerini kullanırlar. Dokular gerekli durumlarda
plazma proteinlerinin yarısından fazlasını kullanabilir. Dokulara giren proteinler amino
asitlere parçalandıktan sonra yeni proteinlerin yapımında kullanılır.
Doku proteinleri ile plazma proteinleri arasında sürekli bir dönüĢümlü denge durumu
söz konusudur.
Plazma proteinleri ve doku proteinleri arasındaki bu dengeden dolayı, ciddi akut
protein yetersizliklerinde plazma transfüzyonu en etkili tedavi yöntemlerindendir.
Plazma protein düzeyleri nefrotik sendrom, nefrit, siroz, yaygın yanıklar, uzun süreli
açlık, barsak emilim bozukluklarında değiĢir.
PLAZMADA BULUNAN PROTEİN DIŞINDAKİ AZOTLU BİLEŞİKLER
Bu maddelere non-protein nitrojen (NPN) de denir. Bunlar azotlu bileĢiklerin
metabolizması sonucu ortaya çıkan ara veya son ürünlerdir.
37
FİZYOLOJİ
Plazmada protein olmayan nitrojen bileşikleri
% 50
Üre
% 25
Serbest amino asitler
% 25
Kreatin, kreatinin, ürik asit, blirübin, kolin epinefrin,
nükleotidler
Üre: Protein metabolizması sonucu oluĢur. OluĢan tüm üre atılmak zorundadır, aksi takdirde
vücut sıvılarında artar. Normal değeri 10-50 mg/dl. dir. Atılımının bozulduğu durumlarda
üremi tablosu geliĢir.
Kreatin ve Kreatinin: Kas metabolizması sonucu ortaya çıkar ve plazmada taĢındıktan sonra
idrar yolu ile atılırlar. Kas aktivitesinin arttığı durumlarda plazma düzeyleri artar.
Ġnorganik maddeler: Sodyum, potasyum, kalsiyum, klor, magnezyum, demir gibi iyonlardır.
KAN GRUPLARI
Eritrosit membranının dıĢına doğru uzanan glikoprotein yapılar bireyler arasında
farklılık göstermektedir. Bu yapılar antijenik özellik gösterdikleri için kan
transfüzyonları sırasında immun yanıta neden olurlar.
Ġlk olarak 1901 yılında Karl Landsteiner tarafından ortaya konulmuĢtur.
Moleküler araĢtırmalar en az 21 tane farklı kan grubu sistemi olduğunu ortaya
koymuĢtur. Bunların arasında en çok bilineneleri ABO, Rh ve MN sistemleridir. Kan
transfüzyonu için bu sistemlerden ABO ve Rh tipinin bilinmesi gerekmektedir.
ABO sistemi
A ve B antijeni (aglütinojeni) genel populasyonun büyük bölümünde bulunur. Bu
antijenler tek tek veya birlikte bulunurlar veya hiç bulunmayabilirler.
Bir kiĢinin kan grubu eritrosit membranındaki aglütinojenin tipine göre belirlenir.
Antijenler yalnız eritrosit yüzeyinde değil tükrük bezleri, böbrek, karaciğer, akciğer,
testis gibi dokularda da saptanmıĢtır.
ABO kan grubunu kodlayan genler 9. kromozomda bulunur. 3 allel genin 2 tanesi
dominant (A ve B), 1 tanesi resesiftir (O).
3 allel gen 4 fenotipin ortaya çıkmasına neden olur.
Fenotip
Genotip
AB
AB
A
AA veya AO
B
BB veya BO
O
OO
A grubu olan kiĢilerin plazmasında B antijenine karĢı anti-B; B grubu olan kiĢinin
plazmasında A antijenine karĢı anti-B bulunmaktadır. O grubu olan kiĢinin plazmasında ise A
ve B antijenine karĢı anti-A ve anti-B bulunmaktaır. AB grubu olan kiĢinin plazmasında ise A
ve B antijenine karĢı antikor bulunmaz.
38
FİZYOLOJİ
Genotip
Fenotip
Aglütinojen
Aglütinin
OO
O
-
Anti A ve Anti-B
OA veya AA
A
A
Anti- B
OB veya BB
B
B
Anti-A
AB
AB
A ve B
-
Antikor oluĢumu doğum sonrasında baĢlamaktadır. Yeni doğanda antikor
bulunmazken doğumdan 2-8 ay sonra antikor (aglütinin) yapımı baĢlar. YaĢlanma ile
antikor düzeyleri düĢer.
Farklı kan grubu ile karĢılaĢılmadığı halde neden antikor oluĢmaktadır? Antikor
oluĢumunun nedeni olarak doğumdan itibaren vücuda alınan gıdalar ve bakteriler
gösterilmektedir.
anti-A
anti-B
A
B
AB
O
Transfüzyon reaksiyonlarında aglütinasyon
Plazmasında anti-A veya anti-B içeren kiĢilere A veya B antijeni içeren kan transfüze
edilirse antikorlar eritrositlere bağlanırlar. Antikorlar birden fazla bağlanma bölgesi
içerdiklerinden aynı anda birçok eritrositi bağlayarak aglütinasyona yol açarlar.
Aglütinasyona uğrayan eritrositler kılcal damarları tıkarlar, birkaç gün içinde beyaz
kan hücreleri aglütine olmuĢ hücreleri yıkarlar (hemoliz) ve hemoglobini açığa
çıkarırlar.
Rh sistemi
ABO sistemi dıĢında klinik önemi olan bir baĢka sistem Rh sistemidir. ABO sisteminde
transfüzyon reaksiyonu kendiliğinden geliĢir. Oysa Rh sisteminde spontan antikorlar
hiçbir zaman oluĢmaz, bireyin Rh antijeni ile kuvvetli bir biçimde karĢılaĢması gerekir.
Rh ismi antijenin il olarak Rhesus türü maymunda gösterilmesi nedeniyle verilmiĢtir. Rh
antijenlerinin Rh faktörü olarak adlandırılan ve sık görülen tipi vardır. Bunlar; C,D, E, c, d,
e Ģeklinde isimlendirilmiĢlerdir. Bunların aralarında en güçlüsü D antijenidir. Bu nedenle
Rh (+) deyimi genellikle bireyde D antijeni bulunduğunu gösterir. Rh (-) ise D antijeninin
olmadığını belirtir. Beyaz ırkın % 85‟ i Rh (+), % 15‟ i Rh (-) dir.
Rh faktörü taĢıyan eritrositler veya bu hücrelerin yıkımında ortaya çıkan protein yapılar
Rh(-) bir kiĢiye verildiğinde anti-Rh antikorlar yavaĢ oluĢur.
39
FİZYOLOJİ
Antijenle karĢılaĢma arttıkça Rh (-) bireyler Rh faktörüne karĢı daha duyarlı hale gelirler.
Rh (-) bir kiĢiye Rh (+) kan transfüze edilirse (kiĢi daha önce Rh antijeni ile
karĢılaĢmamıĢsa) reaksiyon gözlenmez. 2-4 hafta içinde oluĢan antikorlar hala
dolaĢımda bulunan eritrositleri yıkabilir. Buna gecikmiĢ transfüzyon reaksiyonu denir. Rh
faktörü ile karĢılaĢma arttıkça reaksiyonun Ģiddeti artar.
Eritroblastosis fetalis (Yeni doğanın hemolitik hastalığı)
Anne Rh (-) ve baba Rh (+) ise bebek babadan Rh faktörünü alır, annede ise bebeğin Rh
faktörüne karĢı anti-Rh geliĢir. Plasenta yoluyla bebeğe geçen antikorlar bebeğin
eritrositlerini aglütine ederler.
Ġlk hamilelikte anne bebeğe zarar verecek düzeyde antikor yapmaz. Sonraki
hamileliklerde hastalığın görülme sıklığı giderek artar. Plasenta yoluyla geçen antikorlar
fetusun eritositlerini aglütine ederler. Eritrositler hemolize uğrarlar, hemoglobin açığa
çıkar. Hemoglobinin yıkımı sonucu bilirubin artar. Kanda artan bilirubin sinir hücrelerine
zarar verir (Kernikterus).
Safra pigmentleri normalde kan-beyin bariyerini aĢamaz, ancak fetusta geliĢme
tamamlandığı için beyin dokusuna geçerek özellikle bazal gangliada birikirler. Birikim
sonucu kalıcı hasar ortaya çıkar, motor ve mental geliĢim bozulur.
Bebeğin hematopoetik dokuları azalan eritrositleri yerine kormak için aĢırı çalıĢır. Bu
nedenle bebeklerde karaciğer ve dalak büyür (hepatosplenomegali), anemi ve kanda iri
nükleuslu blastik hücreler görülür. Eritroblastosis tedavisinde yeni doğanın kanı Rh (-)
kan ile değiĢtirilir. Bu iĢlem Rh (+) kanı uzaklaĢtırdığı gibi kan bilirubin düzeyini de
düĢürerek kernikterusu önler.
40
FİZYOLOJİ
ĠMMÜN SĠSTEM FĠZYOLOJĠSĠ
Immün sistem (bağıĢıklık sistemi); 2‟ ye ayrılır.
1) Doğal bağıĢıklık (Non-spesifik )
* Nötrofil, NK hücreleri, doku makrofaj sistemi (fagositoz)
* Mide asit salgısı ve sindirim enzimleri
* Deri direnci
* Kanda bulunan lizozim, kompleman sistemi proteinleri gibi koruyucu proteinler
2) Edinsel bağıĢıklık (Spesifik)
Özgüllük; Yanıt uyaranın tipine ve özgül yapısal özelliklerine göre geliĢir
Öğrenme ve Bellek; Aynı antjenle ikinci kez karĢılaĢıldığında ortaya çıkan yanıt ilkinden
farklıdır.
Öz ayrımı; OluĢan yanıt normal koĢullarda organizmayı tanıyıp kendine yönelmez.
ÇeĢitlilik; Özgüllüğü sağlayan moleküler etkileĢimler reseptörler aracılığı ile belirlenmektedir.
Reseptör çeĢidi kadar farklı yanıt geliĢir.
Edinsel bağıĢıklık sistemi de 2‟ ye ayrılır.
1) Humoral bağıĢıklık (B hücre bağıĢıklığı veya sıvısal bağıĢıklık)
B hücrelerinin aktivasyonu
Antikor üretimi var
DolaĢımdaki bakteri, virus ve toksinlere karĢı savunma yapar
2) Hücresel bağıĢıklık (T hücre bağıĢıklığı)
T hücrelerinin aktivasyonu
Yabancı hücreye bağlanır ve lizis yapar
Bakteri, virus, mantar, parazit ile enfekte olmuĢ hücreye karĢı savunma yapar
Ġmmun toleranstan sorumlu
LENFOSĠT
•
•
•
•
10 m çapında, tipik olarak yuvarlak veya oval
olup, çekirdek de benzer özellik gösterir.
Sitoplazma dar olup Çekirdek küçük bir çentik
içerir.
Fagositik değildirler.
Lenf düğümlerinden ve diğer lenf dokularından
kana, kandan diapedez ile tekrar dokulara
geçerler.
41
FİZYOLOJİ
Lenfositlerin geliĢimi
Kemik iliğinde çok yönlü kök hücreden kaynaklanan lenfoblastlardan geliĢir.
Kemik iliğinde geliĢen öncü hücreler primer lenfoid organlara göç ederek farklılaĢırlar.
T hücreleri timus bezinde, B hücreleri yine kemik iliği ve karaciğerde farklılaĢır
(kuĢlarda B. fabricius).
FarklılaĢan T ve B lenfositleri primer lenfoid organları terk edip sekonder (periferik)
lenfoid dokulara dağılırlar.
Periferdeki lenfositler sürekli kan, doku ve sekonder lenfoid dokular arasında
dolaĢırlar.
Sekonder lenfoid dokular lenf düğümleri, dalak, deri ve mukozalarla iliĢkili lenf
dokularıdır.
Bu dokular lenfositlerin uyaranla (antijenle) karĢılaĢıp aktiflendikleri yerlerdir.
T lenfositlerinin farklılaĢması
Timus bezine göç eden T lenfositleri bölünerek çoğalırlar ve her antijene yanıt
verebilecek tipte ve sayıda farklılaĢırlar.
Timustaki T lenfositleri vücudun kendi dokularındaki proteinlere de karĢı yanıt
vermemeyi öğrenir.
Organizmanın öz-antijenleri ile karĢılaĢan ve yanıt veren tüm lenfositler imha edilir
(OlgunlaĢan lenfositlerin ~ % 90).
Timusta T lenfositlerinin ön iĢlemesi büyük oranda doğumdan önce veya hemen
sonra tamamlanır.
Timus
•
•
•
•
Lenf düğümü
•
•
•
•
Mediastinumda yer alan 2 loblu bir
organdır.
Lobüllerin korteksi yoğun olarak lenfosit
içerirken, medulla bölgesi daha az lenfosit
içerir.
Timus dokusunda dağınık olarak kemik iliği
kökenli dendritik hücreler, makrofajlar
bulunur.
Doğumdan önce çıkarılması hücresel
bağıĢıklığı ortadan kaldırır.
Düğüme giren afferent lenfatikler
içeriklerini subkapsüler sinusa boĢaltırlar.
Lenf sıvısı hilus bölgesindeki efferent
lenfatikle lenf düğümünü terkeder.
Follikül yapıları B lenfositlerinden
zengindir.
T lenfositleri parafolliküler alan adını alan
bölgelerde bulunurlar.
42
FİZYOLOJİ
Lenfositlerin uyarılması
Özgül bir antijen lenfoid dokuda T ve B lenfositleri ile karĢılaĢırsa bu hücreleri aktive eder.
Aktive olan hücreler bu antijeni tanıyacak ve uygun antikor geliĢtirecek T ve B lenfositlerini
oluĢturur.
Çoğalan bu hücre gruplarına lenfosit klonu adı verilir.
Lenfoid dokularda bulunan makrofajlar önce mikroorganizmaları fagosite eder.
Fagositoz sonrasında antijenik yapılar açığa çıkar.
Makrofajlar bu antijenleri lenfositlere sunarlar ve lenfosit klonunun aktivasyonuna yol
açarlar.
T lenfositleri
Hücre yüzeyindeki glikoprotein tipine göre baĢlıca CD4 ve CD8 T hücresi olarak
isimlendirilirler.
CD8 T hücreleri sitotoksik
CD4 T hücreleri yardımcı hücrelerdir
Yardımcı T hücreleri
Tüm T hücrelerinin ~3/ 4‟ üdürler.
B hücrelerinin antikor salgılayan plazma hücrelerine dönüĢmelerini sağlarlar.
Bu iĢlevi salgıladıkları lenfokin (sitokin) adı verilen aracı moleküllerle yaparlar. En
önemlileri: IL-2, IL-3, IL-4, IL-5, IL-6, IL-10 ve interferon ‟ dır.
Yardımcı T hücrelerinin iĢlevi
Sitotoksik T hücreleri
Mikroorganizmaları hatta bazen vücudun kendi hücrelerini öldürebilen direkt saldırı
hücreleridir (Katil hücre).
Bu hücreler perforin, granzim gibi saldırılan hücrelerin membranında delik açan enzimler
salgılarlar.
43
FİZYOLOJİ
Sitotoksik T hücrelerinin iĢlevi
Baskılayıcı T hücreleri
Ġmmun yanıtın vücudun kendi hücrelerine zarar vermelerini engeller.
Bu nedenle yardımcı T hücreleri ile birlikte düzenleyici T hücreleri olarak
sınıflandırılırlar.
Doğal katil hücreler (Natural killer cells= NK hücreleri)
Periferik kandaki lenfositlerin % 10‟ dur
ĠĢlevleri tam bilinmemekle birlikte sitotoksik.
Kanser hücresine ve virüs ile enfekte hücreleri yok eder.
Hedef hücreyi antijen sunumu olmadan öldürürler.
Ġmmun Tolerans
Lenfositler organizmanın kendi hücrelerini bakteri ve virus hücrelerinden farklı
olarak tanır.
Normal koĢullarda kendi antijenlerine karĢı pek az antikor geliĢir.
Ġmmun tolerans adı verilen bu olayın lenfositlerin timus ve kemik iliğinde ön
iĢlenmeleri sırasında oluĢtuğu tahmin edilmektedir.
MHC genleri rol oynar.
Ön iĢleme sırasında vücudun kendi dokularına ait antijenler lenfositlere
tanıtılmakta ve bu antijenlere yanıt veren lenfosit klonları ortadan kaldırılmaktadır.
Ġmmun toleransın yetersizliği otoimmun hastalıklara yol açar.
Plazma hücreleri
Özgül antijenle karĢılaĢmadan önce B lenfosit klonları lenfoid dokuda sessiz kalır.
Antijenle karĢılaĢan B hücreleri büyüyerek lenfoblastik görünüm kazanır, hızla
bölünerek plazma hücrelerine dönüĢür.
OlgunlaĢan plazma hücreleri  globulin sentezlemeye baĢlar.
Sentezlenen  globulinler lenf sıvısına salgılanır ve kan dolaĢımına katılır.
44
FİZYOLOJİ
Bellek hücreleri
Uyarılan B hücrelerinin bir kısmı plazma hücrelerine dönüĢmeyip yeni B lenfosit
klonu üretmeye devam ederler.
Antijenle uyarılmıĢ B lenfosit klonları ana lenfosit klonlarına eklenir ve tekrar aynı
antijenle karĢılaĢıncaya dek lenfoid dokuda sessiz kalır.
Yeni oluĢan bu hücreler Bellek hücreleri denir.
Bellek hücrelerinin oluĢumunu takip eden dönemde tekrar aynı antijenle
karĢılaĢılırsa çok daha güçlü antikor yanıtı oluĢur.
Sekonder yanıtta antikor oluĢma süresi daha hızlıdır ve antikor miktarı daha
fazladır.
Sekonder yanıtta antikor düzeyleri haftalarca hatta aylarca yüksek kalır.
Primer ve sekonder yanıt
Ġmmunojen (Antijen)
Ġmmun yanıtı stimüle eden maddelerdir.
Ġmmun yanıt duyarlı T lenfositlerin veya antikor yapımının artması Ģeklinde ortaya
çıkabilir.
Bu maddeler genellikle protein veya polisakkarid yapıdadır.
Molekül ağırlıkları 30 000‟ in üzerindekiler iyi antijenik özellik gösterirler.
Ġmmunglobulinler
•
•
•
•
Molekül kütleleri 150 000- 970 000
arasındadır.
Plazma proteinlerinin ~ % 20’ sini
yaparlar.
İmmunglobulinler birbirlerine disülfid
bağları ile bağlı 2 hafif ve 2 ağır
zincirden oluşurlar.
Her ağır zincirin bir ucu bir hafif zincir
ile paralel bulunur.
IgM: 5 adet Y Ģeklindeki monomerin pentagonal yapı oluĢturmasıyla ortaya çıkar. Çok
sayıdaki antijen bağlama bölgesi nedeniyle aglütinasyon ve kompleman proteinleri ile
reaksiyona girme gücü yüksektir. Antijenle temas sonrasında kanda ilk görülen Ig‟ dir.
Plasentadan geçmez.
45
FİZYOLOJİ
IgG: Monomer yapıdadır. DolaĢımda en çok bulunan Ig‟ dir. Plasentadan geçer. Kompleman
sistemi ile reaksiyona girer.
IgA: Mukozalardaki hücrelerce yapılır. Virus ve bakterilerin epiteliyal yüzeylere yapıĢmasını
engeller. Vücut salgılarında bulunur. Anne sütüne geçer. GĠS enfeksiyonları açısından
önemli.
IgD: Daha çok B hücrelerinin membranında bulunur. Plasentayı geçmez.
IgE: Mast hücrelerine ve eosinofillere tutunmuĢtur. Antijenle bağlanması halinde bu
hücrelerden histamin ve diğer vazoaktif maddelerin salımına ve allerjik reaksiyonlara yol
açar.
AĢılama
Edinsel bağıĢıklık geliĢtirmek amacıyla kullanılır.
Hastalık oluĢturması mümkün olmayan ancak kimyasal olarak antijenleri taĢıyan ölü
mikroorganizmalarla aĢılama yapılabilir (Boğmaca, tifo, difteri).
ĠĢlem görmüĢ ve toksik özelliğini kaybetmiĢ ancak antijenik özelliğini koruyan toksinlere
karĢı da bağıĢıklık sağlanabilir (Tetanus).
ZayıflatılmıĢ viruslar da aĢı olarak kullanılabilir (Polio, kızamık, su çiçeği)
Pasif BağıĢıklık
Aktif bağıĢıklık vücuda giren veya verilen bir antijene karĢı yanıt olarak antikor ya da aktif T
hücresinin geliĢtirilmesidir.
Pasif bağıĢıklık ise aktif olarak bağıĢıklanmıĢ bir baĢka kiĢinin ya da hayvanın kanından
elde edilen antikorların ve/ veya aktif T hücrelerinin verilmesiyle gerçekleĢtirilir.
Antikorlar 2-3 hafta kanda düzeylerini korur, bu sürede hastalık gözlenmez.
DOLAġIM FĠZYOLOJĠSĠ
46
FİZYOLOJİ
KALP KASI
Yapısal olarak iskelet kası gibi çizgilidir. Aktin ve miyozin flamanlarının iskelet
kasındakine benzer bir çizgilenme görüntüsüne yol açacak Ģekilde organizasyonu söz
konusudur. Ancak düz kas gibi istemsiz çalıĢır ve çalıĢması otonom sinir sistemi ile
arttırılıp azaltılabilir.
Kalp kası hücreleri “interkale disk” adı verilen membran yapılarıyla birbirlerine çok sıkı
bağlanırlar. Ancak kalp kası hücrelerinin aralarında, interkale diskler ile bağlandıkları
membran bölgelerinin hemen yanında, gevĢek bağlantı bölgeleri denilen özel
membran bağlantıları vardır. GevĢek bağlantılar ise bir kas hücresinde oluĢan elektrik
uyarının (aksiyon potansiyeli) komĢu hücrelere kolayca yayılabilmesini sağlar. Böylece
kalp kasında ağsı bir yapılaĢma (sinsityum) ile bir noktada oluĢan uyarı komĢu
hücreler arasında birinden diğerine hızla geçerek tüm kalbe yayılır. Ayrıca;
o
o
o
o
o
Kalp kası hücresi iskelet kasından farklı olarak tek çekirdeklidir.
Yaygın sarkoplazmik retikulumu vardır; kalsiyum deposudur. Ancak
iskelet kasında sarkoplazmik retikulum çok daha fazla geliĢmiĢtir.
Ġskelet kasındaki gibi hücre membranı içeriye girinti yaparak T-tübül
sistemini oluĢturur ve böylece uyarılar hücrenin her yerine hızla yayılabilir.
Ġskelet kasından farklı olarak aksiyon potansiyeli plato (düzlük) oluĢturduğu
için aksiyon potansiyeli diğer kaslardan daha uzun sürer.
Kalp kasının enerji (ATP) kaynağı esas olarak aerob solunuma dayanır.
Anaerob glikoliz kapasitesi düĢüktür. Bu nedenle diğer kaslara göre daha çok
sayıda mitokondri içerir.
47
FİZYOLOJİ
Çizgili iskelet kasından farklı olarak kalpte iki tip hücre vardır:
o Atrium ve ventrikülde bulunan, kasılabilen kalp kası hücreleri.
o Kasılma için gereken elektrik uyarıyı oluĢturup, uyarıyı tüm kalp kası
hücrelerine ileten hücreler (Sinoatrial düğüm, atrioventriküler düğüm, His
demeti ve Purkinje hücreleri).
KALBĠN ĠLETĠ SĠSTEMĠ
Kalp kası, düz kas gibi istemsiz olarak kasılıp gevĢer. Kasılım süreklidir ve kasılımın
gerçekleĢmesi için iskelet kasındaki gibi sinirsel uyarıya ihtiyaç YOKTUR. Kalp kası
hücrelerini kasılmaları için uyaran (aksiyon potansiyelini-AP- ilk oluĢturan) bölge yine
kalpte bulunan˝sinoatrial (SA) düğümdür“. AP oluĢturan SA düğüm hücreleri
kasılabilen kalp kası hücrelerinden farklı bir yapıya sahiptirler. AP daha sonra yine
kasılma özelliği olmayan ileti hücrelerinden oluĢan bir yol boyunca tüm kalbe yayılır ve
en son kalp kası hücrelerine ulaĢır.
Kasılma için gereken elektrik uyarı (AP) sağ atriumun tavanında bulunan sinoatrial
düğümde oluĢur→ AP sağ ve sol atrium kas hücreleri arasında yayılır; bu yayılım ile
atriumlar kasılır→ AP sağ atriumun tabanında yerleĢim gösteren atrioventriküler
düğüme (AV düğüm) ulaĢır→ sonra His demetine geçer→ His demeti ventiküller arası
septumun üst ucunda sağ ve sol dallara ayrılır. Her iki dal septumdan apekse doğru
(aĢağıya) endokardın hemen altında ilerler. Sağ dal aĢağıya ilerlerken sağ ventriküle
doğru dallanır. Sol dal ise önce anterior (ön) dal ve posterior (arka) dala ayrılır. Her
ikisi de apekse doğru ilerlerken sol ventriküle doğru dallanır→ His demeti dallarından
sonra, AP, ventrikül kas tabakası içerisinde ilerleyen purkinje liflerine ulaĢır→ Purkinje
lifleri ileti yolunun son basamağıdır. AP buradan ventriküllerin kalp kası hücrelerine
ulaĢır ve ventriküllerin tüm kas hücreleri arasında gevĢek bağlantılar kullanılarak
yayılır. AP ventriküllere yayılmaya baĢladıktan kısa bir süre sonra ventriküller
kasılmaya baĢlar.
48
FİZYOLOJİ
Normal kalp ritmini sağlayan kalp bölgesi sinoatrial düğümdür. Bu düğümün AP
oluĢturma ritmi 70-80 kere/dakikadır. Normal kalp ritmi böylece “sinüzal ritim” adını alır
ve kalp dakikada 70-80 kere atar. Ancak sinüs düğümü eğer bir hastalık nedeniyle AP
oluĢturamaz veya oluĢturduğu AP‟leri AV düğüme iletilemezse o zaman AV düğüm
kendiliğinden AP‟leri oluĢturmaya baĢlar. Bu ritme ise “nodal ritim” denir ve dakikada
40-60 keredir. Aynı Ģekilde AP ileti yolunun daha alt bölümleri de bir hastalık nedeniyle
kendi kendine AP oluĢturabilir. Bu durumda kalp atım hızı daha da yavaĢ (1540/dakika) olacaktır.
KALP KASI ANATOMĠSĠ
Kalp 3 tabakadan yapılmıĢtır:
Endokardiyum: kalbin odacıklarını döĢeyen en içteki epitel tabaka.
Miyokardiyum: kalp kası hücrelerinden oluĢan ortadaki kas tabakası.
Epikardiyum: kalbin en dıĢında bulunan bağ doku tabakası (visseral perikard).
49
FİZYOLOJİ
KALP KASINDA AKSĠYON POTANSĠYELĠ
 Kalp kasının dinlenim membran potansiyeli iskelet kasına benzer Ģekilde -90
milivolttur (mV). Ancak kalp kasının elektrik olayları (AP) iskelet kasındakinden çok
daha uzun sürer: Aksiyon potansiyelinin depolarizasyon evresi çok kısa (2 milisaniye)
sürer. Ancak daha sonra çok uzun süren (200-300 milisaniye) bir “plato evresi” bulunur.
Bu evre iskelet kasının aksiyon potansiyelinde YOKTUR. Platodan sonra repolarizasyon
evresi oluĢur ve kalp kası dinlenim potansiyeline döner. Plato nedeniyle kalp kası AP‟i
iskelet kasınınkinden çok daha uzun sürer. Kalp kasında depolarizasyon sinir hücresi
ve iskelet kasındaki gibi voltaj kapılı sodyum kanallarının açılıp içeri sodyumun
giriĢidir. Plato evresini oluĢturan ise voltaj kapılı kalsiyum kanallarının açılması ve
kalsiyumun hücre içine giriĢidir. Sinir hücresi ve diğer kas hücrelerinde bu evre
gözlenmez. En son geliĢen repolarizasyonda ise yine sinir ve iskelet kasındaki gibi
açılan voltaj kapılı potasyum kanallarından potasyum hücre dıĢına çıkar ve
potansiyel dinlenim durumuna döner.
KALP KASINDA KASILIM-GEVġEME
Kalp kasında kasılım “sistol”, gevĢeme ise “diyastol” olarak adlandırılır.
 Kalp kası depolarizasyonu baĢlar baĢlamaz (EKG‟de ventriküller için R dalgasının,
atriumlar için P dalgasının tam ortasına denk gelir) kasın kontraksiyonu (kasılımı) da
baĢlar. Daha sonra gevĢeme takip eder. Kalp kasındaki mekanik olayların (kasılımgevĢeme) süresi (200-300 msn) iskelet kasındakinden (~20 msn) çok daha uzun sürer.
 Kalp kasının kasılım-gevĢeme süreci sırasında geliĢen olaylar (aktin-miyozin etkileĢimi,
Ca+2 ve ATP‟nin rolü) iskelet kasındakine genel olarak çok benzer. Ancak önemli bir fark
bulunur: Kas hücresi membranı boyunca yayılan AP T-tübüllerine ulaĢtığı zaman Ttübüllerinde bulunan voltaj-kapılı Ca+ kanallarının (dihidropridin reseptörleri olarak da
anılırlar) “açılmasını” ve böylece hücre dıĢında yoğunluğu yüksek Ca+‟un sitozole
akmasını sağlar. Hücre dıĢından içeriye giren Ca+ daha sonra sarkoplazmik retikulum
membranı üzerindeki baĢka bir grup Ca+ kanalının (riyanodin reseptörü) açılmasını
sağlar. Sarkoplazmik retikulumun Ca+ yoğunluğu çok yüksektir. Sitozole Ca+ akımı daha
da artar. Sitozolde artan Ca+ ve ATP miyozin ve aktin flamanlarının birbirlerine
bağlanarak kasılma sürecinin gerçekleĢmesini sağlar.
 Absolü refrakter dönem kalp kasında AP‟nin depolarizasyon, plato ve repolarizasyon
evresinin ilk yarısı boyunca tekrar yeni bir AP oluĢmasına izin vermez. Absolü refrakter
dönem adı verilen bu dönem bittiğinde ise kalp kası artık kasılımını bitirmiĢ, gevĢemeye
geçmiĢtir. Bu nedenle kalp kası iskelet kası gibi tetanize edilemez.
50
FİZYOLOJİ
 Kalp kasında gevĢeme-diastol sırasında ise artık absolü refrakter dönem biter ve
gevĢemenin neredeyse sonuna dek süren “rölatif refrakter dönem” baĢlar. Normal sinüs
ritmi sırasında yeni bir AP, rölatif refrakter dönemin yani gevĢemenin sonunda
oluĢur. Ancak bazı hastalık durumlarında yeni bir AP rölatif refrakter dönem içinde de
oluĢabilir. Bu Ģekilde normal ritim dıĢında vaktinden önce oluĢan yeni bir AP, kalpte
vaktinden önce bir kasılıma yol açar. Bu tip normal ritim dıĢı uyarılar (AP)
“ekstrasistol” olarak adlandırılır.
Kalp kası 4 temel fizyolojik özellik gösterir
Uyarılabilme
Kasılabilme
Otonomi veya otoritmisite
Ġletilebilme.
Uyarılabilme:
Kalp kası deneysel Ģartlar altında mekanik, elektriksel, ısı veya kimyasal uyaranlarla
uyarılabilir. Bu özelliğe batmotrop özellik denir.
Kasılabilme:
Miyokardın bir uyaran karĢısında gösterdiği kasılma yeteneğine inotrop özellik denir.
Otonomi:
Miyokardın kendi kendine AP oluĢturup kasılabilme yeteneğine (otonomi) kronotrop özellik
denir.
Ġletebilme:
Miyokardın kendine gelen bir impulsu iletebilme özelliğine dromotrop özellik denir.
ĠSKELET VE KALP KASI ARASINDAKĠ FĠZYOLOJĠK FARKLAR:
Kalbin ileti sisteminin yarattığı her AP, tüm kalp kası hücrelerine interkale disklerin
yakınındaki gevĢek bağlantılar kullanılarak yayılır ve tüm kalp kası hücreleri kasılır.
Deneysel Ģartlarda dıĢarıdan uygulanan bir uyaranın Ģiddetinin (ister iskelet kası olsun
ister kalp kası olsun) tüm kas hücrelerinde AP oluĢturabilmesi için mutlaka eĢik
değeri geçmesi gereklidir. EĢik altı Ģiddetteki uyaranlar AP oluĢturamaz ve kalp kası
kasılamaz. Ancak eĢik üstündeki tüm Ģiddetlerde bütün uyaranlar kalp kasında
gevĢek bağlantılar kullanılarak çok hızlı bir Ģekilde tüm kalp kası hücrelerine yayılır ve
tüm kalp kası hücrelerinde daima aynı büyüklükte AP oluĢturur. Böylece her bir AP
ile kalp kası hücrelerinin tamamı kasılır ve böylece her kasılım hep aynı Ģiddette
gerçekleĢir.
Ġskelet kasında ise dıĢarıdan uygulanan bir uyaranın Ģiddeti eĢik değeri geçtiğinde
sadece uyarılan kas hücrelerinde AP geliĢir. Ġskelet kasında sinsityal yapı olmadığı için
bir kas hücresinde oluĢan AP‟nin diğer kas hücrelerine komĢuluk yoluyla yayılması söz
konusu değildir.
Ayrıca iskelet kasında AP oluĢumu için gereken eĢik değerler her kas lifi için aynı
değildir ve eĢik üstü uyaranın Ģiddeti arttırıldıkça eĢik değeri daha yüksek olan
kas liflerinde de AP geliĢip kasılıma katılacakları için oluĢan birleĢik AP‟nin
51
FİZYOLOJİ
büyüklüğü ve kasılımın Ģiddeti artar. Böylece tek bir uyaran iskelet kasında tüm
kas hücrelerinde AP oluĢturmayabilir ve tüm kas hücrelerini kasmayabilir.
Doğal Ģartlarda, vücudumuzda, kalp kasının AP oluĢturup ardından kasılabilmesi için
sinir yoluyla (otonom sistem) uyarılması gerekli değildir. Otonom sinirler kalp
kasılımını sadece düzenlerler (arttırıp/azaltırlar). Oysa iskelet kasının AP oluĢturup
ardından kasılabilmesi için her iskelet kası hücresinin mutlaka bir motor sinir ile (alfa
motor sinir ile) uyarılması gerekir.
KALPTE AKSĠYON POTANSĠYELĠNĠN ĠLETĠM HIZI
Kalpte sinüs düğümünden doğan aksiyon potansiyel uyarısı ileti yolu boyunca ve daha sonra
kalp kası hücreleri içinde farklı hızlarda yayılım gösterir. Yayılım hızı açısından sıralama
Ģöyledir:
Purkinje lifleri> Atrium/ventrikül kas hücreleri ve His demeti> sinoatrial ve
atrioventriküler düğüm
Aksiyon potansiyeli purkinje lifleri ile atrium/ventrikül kas hücreleri arasında çok hızlı yayılır.
Böylece ilk uyarılan kas hücresinden en son uyarılan kas hücresine dek tüm atrium veya
ventrikül kas hücreleri hemen hemen eĢ zamanlı olarak kasılır! Bu sayede her bir aksiyon
potansiyeli uyarısı ile tüm ventrikül kas hücreleri kasılım olayına katılır ve kasılım her zaman
aynı güçte gerçekleĢir. Yetmezlik durumu önlenmiĢ olur.
Aksiyon potansiyeli atrioventriküler düğüm içinde oldukça yavaĢ yayılır! Bu durum belirli bir
amaca hizmet etmektedir: AV düğümdeki ileti hızı yavaĢladığı için, aksiyon potansiyeli,
ventrikül kasına ulaĢmadan önce, tüm atrium kası hücrelerine yayılır→ atriumlar
ventriküllerden önce kasılır. Böylece ventriküller henüz diastoldeyken, atriumlar içlerinde
kalan tüm kanı ventriküllere boĢaltma fırsatı bulurlar.
Elektrokardiyogram (EKG)
Kalp kası hücrelerinin tümünün oluĢturduğu elektirik potansiyeller (aksiyon
potansiyelleri) komĢu dokulara ve vücut yüzeyine kadar yayılır. Vücut burada iletken
bir rol oynar.
52
FİZYOLOJİ
Elektrotlar yardımıyla kalbin yarattığı elektirik potansiyellerinin kaydedilmesine
elektrokardiyografi (EKG) denir.
Ġki türlü EKG kaydı vardır: Bipolar ve ünipolar. Bipolar kayıtta 2 tane aktif (araĢtırıcı
elektrod) kayıt yapan elektrot bulunurken; ünipolar kayıtta ise 2 elektrodun biri aktif
kayıt yaparken biri de devamlı sıfır potansiyelde bulunur (“indifferent elektrod”).
Sonuçta her iki tip kayıtta da iki elektrot arası elektiriksel potansiyel fark yazdırılır.
Derivasyonlar:
EKG çekimi sırasında elektrodlar vücut üzerinde farklı yerlere uygulanırlar. Bu
uygulamların her biri ile elde edilen EKG kaydına “derivasyon” adı verilir. Her bir
derivasyonu kalbi farklı bir açıdan gözleyen bir kameraya benzetebiliriz.
Elektrodların farklı yerleĢim yerlerine göre Ģu derivasyonlar bulunur:
o
o
o
Standart (bipolar) ekstremite derivasyonları
Ünipolar ekstremite derivasyonları
Ünipolar prekordiyal derivasyonlar
Standart ekstremite derivasyonları:
Bipolar kayıt yapılan derivasyonlardır.
3 tane standart bipolar ekstremite derivasyonu vardır:
1- (-) elektrod sağ kolda, (+) elektrod sol kolda bulunursa buna I. Derivasyon
veya D1 denir.
2- (-) elektrod sağ kolda ve (+) elektrod sol bacakta bulunursa buna II.
Derivasyon veya D2 denir.
3- (-) elektrod sol kolda ve (+) elektrod sol bacakta bulunursa buna III.
Derivasyon veya D3 denir.
Ünipolar derivasyonlar:
Ünipolar ekstremite derivasyonları:
“Ġndifferent elektrod” 2 ekstremiteye birden bağlanarak sıfır potansiyel elde edilir.
Üçüncü ekstremiteye ise araĢtırıcı elektrod bağlanır.
AraĢtırıcı elektrod sağ kolda ise derivasyon aVR, sol kolda ise aVL ve sol bacakta ise
aVF ile sembolize edilir.
Ünipolar prekordiyal derivasyonlar:
“Ġndifferent elektrod” her 3 ekstremiteye birden bağlanarak sıfır potansiyel elde edilir.
AraĢtırıcı elektrod prekordiyal bölgede 6 farklı noktaya (toraks üzerinde) yerleĢtirilir.
V1: aktif elektrod sağ 4. interkostal aralığın sternumu kestiği noktada.
V2: aktif elektrod sol 4. interkostal aralığın sternumu kestiği noktada.
V3: aktif elektrod V2 ile V4‟ün tam ortasında.
V4: aktif elektrod apekste (sol 5. interkostal aralık ile medioklaviküler çizginin kesiĢim yeri).
V5: aktif elektrod sol 5. interkostal aralık ile ön aksiller çizginin kesiĢim yeri üzerinde.
V6: aktif elektrod sol 5. interkostal aralık ile orta aksiller çizginin kesiĢim yeri üzerinde.
53
FİZYOLOJİ
Normal EKG incelemesi
54
FİZYOLOJİ
EKG‟yi bir grafik olarak düĢünebiliriz: yatay eksen zamanı (birim saniyedir), dikey
eksen ise voltajı (birim milivolttur) göstermektedir.
EKG kaydı üzerinde 2 ayrı boy kare bulunur. Bunlardan küçük boy olan 25 kare 1
büyük boy kareyi oluĢturur. Kısaca 1 büyük boy karenin 1 kenarında 5 küçük boy kare
bulunur. Her bir küçük boy karenin yatay eksende süresi 0.04 saniye, dikey eksende
voltajı ise 0.1 milivolttur. Böylece 1 büyük boy karenin süresi 0.2 saniyeye, voltajı da
0.5 milivolta denk gelir.
Bu bilgiler sayesinde EKG‟de oluĢan tüm dalgaların süresi ve voltajı ölçülebilir.
Bir kalp dönemine ait elektrik potansiyel değiĢimleri soldan sağa doğru P, Q, R, S, T
harfleri ile belirtilen dalgaları oluĢturur.
Yukarıdaki gibi bir EKG görüntüsü her derivasyonda alınmaz. Çünkü her derivasyon kalbe
farklı açılardan bakar.
P dalgası: AP‟nin sinüs düğümünden çıkıp atriyumlarda yayılıĢını-atrium
depolarizasyonunu temsil eder. Süresi 0.09-0.1 sn, voltajı 0.2-0.25 mV‟dur.
PQ aralığı: P‟nin baĢından Q‟nun baĢına dek sürer. AP‟nin atrioventriküler düğüm
içinde geçirdiği süreyi-atrioventriküler düğümün depolarizasyonunu gösterir. Q
dalgasının bulunmadığı durumlarda PR aralığı adını alır. Süresi 0.12-0.20 sn‟dir.
Q dalgası: AP‟i ventriküller arası septuma ulaĢtığında ilk olarak septumun en üst
parçasını soldan sağa depolarize eder ve ancak ondan sonra septumun her iki
yanından aĢağı, apekse doğru inmeye baĢlar. ĠĢte septumun üst parçasının soldan
sağa doğru bu ilk depolarizasyonu Q dalgasını oluĢturur. Her zaman bulunmayabilir.
Bulunmaması patolojik değildir. Süresi 0.03 sn‟dir.
QRS kompleksi: AP‟nin septum ve daha sonra ventriküllerde yayılmasını-ventrikül
depolarizasyonunu gösterir. Süresi 0.08-0.10 sn‟dir.
ST aralığı: S‟in sonundan T‟nin sonuna dek sürer. Ventrikül repolarizasyonunu içerir.
Süresi 0.32 sn‟dir.
T dalgası: Ventriküllerin repolarizasyonunu gösterir. Süresi 0.2 sn‟dir.
QT aralığı: Q‟nun baĢından T‟nin sonuna dek sürer. Ventrikül depolarizasyonu ve
repolarizasyonunu içerir. Süresi 0.40 sn‟dir.
Her dalganın ve aralığın süre ve voltajının normal kabul edilen bir alt ve üst sınırı
bulunur. Bu sınırların aĢılması patolojiktir.
55
FİZYOLOJİ
KALBĠN 1 DAKĠKADAKĠ ATIM SAYISININ HESAPLANIġI:
Ard arda gelen iki “R” dalgası seçilir. Aralarındaki büyük veya küçük kareler sayılır. Küçük
kareler sayıldıysa 0.04 saniye ile, büyük kareler sayıldıysa 0.2 saniye ile çarpılır. Çıkan
çarpım, 1 kalp atımı için gereken süreyi (saniye) gösterir. Bu kadar saniyede 1 kalp atımı
gerçekleĢiyorsa, 60 saniyede (1 dakikada) kaç kalp atımı gerçekleĢir Ģeklinde yapılan orantı
ile kalbin dakikadaki atım hızı hesaplanır.
Standart bipolar ekstremite derivasyonları DI, DII ve DIII kayıtlarına örnekler:
Ünipolar ekstremite derivasyonlarından aVL ve aVF de yine yukarıdaki Ģekle çok
benzer kayıt yapar. Ancak aVR kalbe diğer tüm derivasyonların tam tersi bir açıdan
bakmaktadır! Bu nedenle EKG dalgalarının hepsi yukarıdakilere ters yönde kaydedilir:
(-) P, (+) Q, (-) bir R, (+) bir S ve (-) bir T dalgası söz konusudur.
56
FİZYOLOJİ
Ünipolar prekordial (V1-V6) derivasyonlardan alınan kayıtlara örnekler:
KALP DÖNGÜSÜ
Bir kalp atımının baĢlangıcından bir sonraki kalp atımının baĢlangıcına kadar
gerçekleĢen kalp olaylarına kalp döngüsü (kardiyak siklus) denir.
Kalp döngüsü diastol adı verilen ventriküllerin gevĢeme dönemi ile bunu izleyen,
sistol adı verilen ventriküllerin kasılma döneminden meydana gelir.
57
FİZYOLOJİ
Ventrikül diastolü sırasında atrium ve ventriküllerin arasındaki mitral ve triküspid
kapaklar açık iken pulmoner ve aort kapakları (semilunar kapaklar) kapalıdır. Sistol
sırasında atriumlarda birikmiĢ olan kan diyastol„de açılan atrioventriküler (mitral ve
trikuspid) kapaklardan geçerek ventriküllere dolar; diastol sonunda henüz SA noddan
çıkıp atriumlara yayılmakta olan AP sayesinde (P dalgasının tam ortasında) atriumlar
kasılarak içlerindeki kalan son kanı da ventriküllere boĢaltırlar. Buna atrium sistolü
adı verilir. Ventriküllerin doluĢunun %70‟i atrium sistolünden önce gerçekleĢir. Atrium
sistolü ise %30‟luk bir doluma neden olur.
Ventriküllerde aksiyon potansiyeli ventrikül kas hücrelerine yayılmaya baĢladığı anda
(EKG‟de R dalgasının ortasında) sistol de baĢlar. Ventriküllerde kasılma baĢlar
baĢlamaz ventrikül içi basınç artar → atrioventriküler kapaklar kapanır. Sistol böylece
atrioventriküler kapakların kapanmasıyla baĢlar. Ancak kasılmaya rağmen henüz
aort ve pulmoner kapaklar kapalı olduğu için kanın arterler içine pompalanıĢının
gerçekleĢmediği bu evreye “izovolümetrik kasılım evresi” denir. Ventrikül kasılması
arttıkça ventrikül içi basınç birden Ģiddetle artar → ventrikül içi basınç, pulmoner arter
ve aort içi basıncı aĢtığı anda pulmoner ve aort kapaklarının açılmasına neden olur. Bu
kapakların açılmasıyla, kan, arterler içine pompalanır. Bu evreye ise “fırlatma evresi”
denir. Kan sağ ventrikülden pulmoner arter içine, sol ventrikülden aort içine
pompalanır. Kanın pulmoner arter ve aort içine giriĢi ile pulmoner arter/aort içi basınç
artmaya, ventriküllerin iç basıncı ise azalmaya baĢlar. Sistol sonunda ventrikül içi
basınç, pulmoner arter/aort içi basıncın altına indiğinde aort ve pulmoner kapaklar
kapanır ve sistol biter; diastol baĢlar yani ventriküller gevĢemeye baĢlar. Ventrikül
sistolü sırasında atrioventriküler kapaklar kapalıdır. Ventrikül sistolü boyunca
vücudumuzdan gelen kirli kan vena kava adı verilen damarlar ile sağ atriuma
dönerken, akciğerlerden gelen oksijenlenmiĢ kan pulmoner venler ile sol atriuma akar
→ Kan atriumlarda birikir.
Diastolde ilk gevĢeme sırasında aort-pulmoner kapaklar ve mitral-triküspid kapaklar
henüz kapalıdır; kan ventriküllere giremez. Bu evreye “izovolümetrik gevĢeme
evresi” adı verilir. GevĢeme ile ventrikül basıncı düĢer. Ventrikül basıncı atrium
basıncının altına indiğinde mitral ve triküspid kapaklar açılır. Ventrikül sistolü sırasında
atriumlarda birikmiĢ olan kan ventriküllere dolar. Atrioventriküler kapakların açıldığı bu
diastol evresine “hızlı dolum evresi” adı verilir. Diastolün sonunda atriumlar kasılır
(atrial sistol evresi) ve kalp döngüsü tekrar baĢa döner.
KALP ÇALIġMASININ DÜZENLENMESĠ
1. Kalbin tek bir sistol ile pompaladığı kan hacmi 70 ml‟dir (atım hacmi). Kalp
dinlenme halindeki bir kiĢide dakikada 4-6 litre kan pompalar. Buna “kalp debisi” adı
verilir. Kalp debisi kalbin atım hızına ve kalbin atım hacmine bağlıdır. Ağır bir egzersiz
sırasında atım hacmi iki katına çıkar; atım sayısı artar → kalp debisi 4-7 kat artar.
Kalbin ihtiyaç karĢısında dakika volümünü normalin üzerine çıkarabilme kapasitesine
kardiyak rezerv (yedek) adı verilir.
2. Kalbin pompaladığı kan hacminin (kalp debisinin) düzenlenmesi baĢlıca 2 yolla olur:
1- Ġç kaynaklı (intrensek) düzenleme
2- Sinirsel düzenleme
58
FİZYOLOJİ
Ġntrensek düzenleme (Starling kanunu):
Kalp debisini belirleyen etkenlerden biri kalbe gelen venöz dönüĢ miktarıdır. Kalp
venlerde normalden fazla kan birikmesine izin vermeyecek Ģekilde kendisine gelen kanın
tamamını pompalamaya çalıĢır. Buna Starling kanunu denir. Ventriküllere normalden
fazla kan akımı olunca, kalp kası daha çok gerilir. Böylece kas hücrelerinin aktin ve miyozin
flamanlarının birbirleri üzerinde kayabilecekleri daha büyük bir mesafe oluĢur → Kasın
boyu daha çok kısalabilir ve böylece daha kuvvetli kasılma olanağı ortaya çıkar. Ventrikül,
pompalama kuvvetini arttırdığı için normalden daha fazla miktarda gelen kanı gerilme
Ģiddeti ile orantılı bir güçte arterlere pompalar. Böylece kalbe fazladan gelen kanın tamamı
tekrar dolaĢıma atılır. Ancak belirli bir miktardan daha fazla kan kalbe dönüyorsa o takdirde
Starling etkisi kalbin kanın tamamını pompalamasında yeterli olmaz. Starling etkisi kalp
debisini 2 katına dek çıkartabilir.
Otonom Sinirler ile düzenleme:
1. Kalbin sempatik sinirlerle uyarılması:
a) Kuvvetli sempatik uyaranlar kalp atım sayısını dakikada 180-200‟e kadar
çıkarırlar→ sinüs düğümünde AP oluĢma hızı artar: (+) kronotrop etki. Örneğin,
egzersizde artan sempatik uyarı ile kalp atım sayısı artar.
b) Atrioventriküler düğümde AP iletimi hızlanır: (+) dromotrop etki.
c) Sempatik uyarı ventrikül kası hücrelerinin kasılma gücünü de artırır→ (+) inotrop
etki; pompalanan kanın hacmi ve kalp debisi artar. Sempatik stimülasyon kalp
debisini 5 katına kadar arttırma yeteneğindedir.
Bu etkiler noradrenalin (norepinefrin)‟nin kalp kası ve ileti yolu hücrelerinin
membranları üzerindeki
(beta)- adrenerjik reseptörlere bağlanıĢı ile ortaya çıkar.
Egzersiz ve diğer stres yaratan durumlarda (korku, heyecan, kızgınlık gibi) böbrek üstü
bezlerinden kana salınan adrenalin (epinefrin) de kan aracılığı ile kalbe ulaĢarak
sempatik sinirler ile aynı etkiye neden olur.
2. Kalbin parasempatik sinirlerle (n. vagus) uyarılması:
a) Sinüs düğümüne baskılayıcı etkiyle (-) kronotrop etki: Kalp atım sayısı azalır.
Kuvvetli vagus uyarıları kalbi birkaç saniye durdurabilir.
b) Atrioventriküler düğüme etki ile iletim hızı yavaĢlar:
(-) dromotrop etki
c) Ventrikül kası hücrelerine etki ile (-) inotrop etki yaratır. Kalbin kasılıma gücü
azalır.
Parasempatik uyarılar kalp debisini azaltır. Bu etkiler n. vagustan salınan
asetilkolinin kalp kası ve ileti yolu hücrelerinin membranları üzerinde bulunan
muskarinik reseptörlere bağlanıĢı ile ortaya çıkar.
Kalp çalıĢmasına kandaki iyonların etkisi:
Sodyum: Kanda Na+ azlığı kalp kası hücresinden dıĢarıya kalsiyum atılıĢını bozar. Bu
nedenle kalsiyum hücre içinde birikir ve kalpte kasılım artar, gevĢeme azalır.
Potasyum: Kanda potasyumun normal seviyelerin üzerine çıkması kalp kasında
gevĢemeye yol açar ve diyastol süresini uzatır. Kanda K+ çok arttığı zaman kalp
diyastolde durur.
Kalsiyum: Kanda Ca2+ düzeyi normalden daha yüksek olduğunda kalp sistolleri
güçlenir, uzar ve kalp sonunda sistolde durabilir.
59
FİZYOLOJİ
KALP SESLERĠ
Kalp çalıĢmasına eĢlik eden seslere kalp sesleri denir.
Bir kalp döneminde, steteskop ile kolayca dinlenen 2 ses vardır: I. ve II. kalp sesleri.
III. ve IV. kalp sesleri ise daha zor duyulur.
I.ses ile II.ses arasındaki sürede kısadır ve bu süre içinde sistol yer alır. II.ses ile I.ses
arasındaki sürede ise diyastol dönemi yer alır. Bu dönem ise daha uzundur.
I.Kalp sesi:
Sistolün baĢında duyulur. 0.18 sn sürer.
II.sese oranla daha yumuĢak, daha düĢük perdeli ve uzun sürelidir.
Bu sesi yaratan en önemli faktör atriyoventriküler kapakların (mitral-triküspid)
kapanmasıdır.
En iyi mitral ve triküspid odaklardan dinlenir. Mitral odak, sol meme çizgisinin 5.
interkostal aralığı kestiği noktadır. Triküspid odak ise sternumun sol kenarı boyunca
pulmoner odakla mitral odak arasında (3. ve 4. interkostal aralıkların sternumun sol
kenarı ile kesiĢtiği alan) yer alır. Kabaca 4. kostanın sternumla birleĢtiği noktadır.
II. Kalp sesi:
Sistolün sonu ve diyastolün baĢında duyulur. 0.10 sn süreli, sert ve tizdir.
Bu sesi yaratan en önemli faktör, semilunar kapakların (aort ve pulmoner arter
kapakları) kapanmasıdır.
En iyi aort ve pulmoner odaktan dinlenir. Aort odağı, sağda 2. kostanın sternumu
kestiği noktadır. Pulmoner odak ise solda 2. kostanın sternumu kestiği noktadır.
60
FİZYOLOJİ
Normal fizyolojiye sahip bir kalpte duyulan sesler sadece 1. ve 2. kalp sesleridir. Nadiren
genç eriĢkinlerde diastol baĢında 2. sesten hemen sonra duyulabilen 3. kalp sesi ve diastol
sonunda duyulabilen 4. kalp sesi de bulunur. Ancak bunların sağlıklı kiĢilerde duyulma
olasılığı çok azdır. Diastol sırasında ventrikül içine dolan kanın çıkarttığı seslerdir. Genellikle
bazı patolojik durumlarda duyulur hale gelirler.
Kan kalpte ve damarlarda normalde düz (laminar) akar. Laminar akan kan ses oluĢturmaz.
Ancak bazı patolojik durumlarda bazı patolojik ek seslere neden olacak Ģekilde kan girdaplar
(türbülans) yapar. Bu durum özellikle damar içinde veya kalp kapaklarında bir darlık söz
konusu olduğunda geliĢir. Örneğin: kalp kapak darlıkları veya yetmezliklerinde geliĢen
“üfürüm” adı verilen patolojik seslerin nedeni budur.
DOLAġIM SĠSTEMĠNĠN BÖLÜMLERĠ
DolaĢım sistemi iki bölümden oluĢur:
I- Aort dolaĢımı veya büyük dolaĢım:
Sol atriyuma pulmoner venden dönen oksijenlenmiĢ kan sol ventriküle geçer ve oradan aort
içine pompalanır. Aort dolaĢımı burada baĢlar. OksijenlenmiĢ kan aorttan tüm organlarımıza
ait arterlere, arteriollere ve daha sonra kapiller sisteme ulaĢır. Her organın kendine ait bir
arteri, bu arterin dallanmasıyla oluĢan çok sayıda arteriolü bulunur. Her organ içinde
arterioller kapiller damarlarda sonlanır. Doku hücreleri ile kapiller kan arası besin ve gaz
değiĢimi gerçekleĢir. Karbondioksidden zengin, oksijenden fakir kan kapillerden venüllere ve
venlere geçer. Tüm organların venlerinden gelen kan vena kavalarda toplanarak sağ
atriyuma ulaĢır.
61
FİZYOLOJİ
II- Pulmoner dolaĢım veya küçük dolaĢım:
Vücudumuzdan gelen venöz kan vena cava inferior ve superior sayesinde sağ atriuma
dökülür. Daha sonra sağ ventriküle geçer. Sağ ventrikülden pulmoner artere girer. Pulmoner
dolaĢım burada baĢlar. Pulmoner arter ile kan akciğer kapillerine ulaĢır. Oksijenlenen kan
pulmoner kapillerden pulmoner vene geçer ve sol atriyuma akar.
KAN DAMARLARININ YAPISI
Arter ve venlerin çeperleri 3 tabakadan yapılmıĢtır:
o En içte kalbin iç yüzünü örten endokardla devam eden endotel tabakasında
hücreler sürekli ve kaygan bir yüzey oluĢtururlar. Bu tabaka, dıĢındaki esnek
liflerle birlikte tunica intimayı yapar.
o Orta tabaka ise sirküler düz kas hücrelerinden oluĢmuĢ olup tunica media
adını alır.
o Damarların dıĢ tabakasını bağ dokusundan yapılmıĢ olan tunica adventitia
kaplar.
Aorta, sistemik arterler ve arteriollerin duvarları çok kalın düz kas tabakası ile kaplıdır.
Özellikle arterioller sempatik sinir sisteminin etkisi ile kuvvetli kasılabilme
özelliğindedirler. Bu grup damarların iç lümeni (boĢluğu) dardır. Aorttan kapillere dek
ilerlendiğinde damar lümen çapı giderek azalır. Kanın %20‟si bu kompartımanda
(arterler, arterioller ve kapiller) yer alır. Kapiller damarların duvarında kas tabakası
bulunmaz. Dokularla kan arasındaki madde ve gaz alıĢveriĢi kapiller sistemde
gerçekleĢir.
Kan kapiller sistemden venöz sisteme geçer: venüller→ venler→ vena kava. Venlerin
çeperleri aynı çaptaki arterlerden çok daha incedir. Çünkü daha zayıf düz kas
tabakası içerirler. Lümenleri daha geniĢtir. Arterlere oranla daha çok
geniĢleyebilme yeteneğindedirler. Damar sistemi içindeki kanın büyük bölümü
venöz bölgede bulunur (oranı %64; kalan %16 kalp ve akciğerlerdedir).
Vazokonstriksiyon: Damarın düz kas tabakasının kasılarak damar çapının daralması.
Vazodilatasyon: Damar düz kas tabakasının gevĢeyerek damar çapının artması.
KAN BASINCI
Damarlar içinde dolaĢan kanın damar çeperine yapmıĢ olduğu lateral basınca kan
basıncı denir.
Genç eriĢkin bir insanda, aort ve brakial arter gibi büyük arterlerde basınç, her kalp
döngüsü içinde yaklaĢık 120 mmHg olan bir tepe değeriyle (sistolik basınç) yaklaĢık 80
mmHg olan en düĢük değer (diastolik basınç) arasında değiĢir.
Kan basıncı aort ve büyük arterlerden kapillere gidildikçe azalır. Kapillerin giriĢinde 35
mmHg‟a düĢer. Kapilerin çıkıĢında 10 mmHg‟a inmiĢtir. Azalma venöz bölgede de
devam eder. Venlerde ortalama kan basıncı (yatan bir kiĢide) 4-9 mmHg‟dır. Vena
cava basıncı ise 0 mmHg‟dır.
62
FİZYOLOJİ
Arteriyel kan basıncı denince oturan bir Ģahıstaki a. brachialis üzerinden ölçülen kan
basıncı anlaĢılır.
YetiĢkinde sistolik 90-150 mmHg, diastolik 60-90mmHg normal kabul edilir (ortalama
120/ 80 mmHg).
Kan Basıncını etkileyen faktörler:
1. YaĢ: Damar duvarları yaĢ ilerledikçe elastikiyetini kaybeder (aterosklerozis). Bu
nedenle yaĢ ile beraber sistolik kan basıncı belirgin Ģekilde artar. Diastolik basınç
artıĢı belirgin değildir.
2. Yer çekimi: Ayakta duran bir kiĢide kalp seviyesinden uzaklaĢtıkça kan basıncı
her 13.6 mm için 1 mmHg değiĢir. Bu değiĢiklik kalp seviyesinin altına inildikçe
artma yönünde iken, kalp seviyesinin üzerine çıkıldıkça, azalma yönündedir.
Böylece arteriel ve venöz kan basıncı bacakta ölçüldüğünde koldakinden 90 mmHg
daha yüksek bulunacaktır. Beyin damarlarında ise basınç koldakinden çok daha
düĢüktür.
3. Sempatik sistemin aktif olduğu durumlar: Egzersiz, stres, kızgınlık-heyecan gibi
duygu durumlarında sempatik sinir sisteminin aktivitesi arttığı için kan basıncı artar.
Hipertansiyon: Sistolik kan basıncının sürekli olarak 150 mmHg, diastolik kan
basıncının da 90 mmHg‟nın üzerinde bulunmasıdır.
Hipotansiyon: Kan basıncının sürekli olarak normal değerlerinin altında bulunmasıdır.
Nabız basıncı: Sistolik ve diastolik basınçlar arasındaki fark olup normalde 50 mmHg
kadardır.
Kan basıncı ölçme yöntemleri:
Direkt metod: Arter içine girilerek tayin edilir. Uygulanabilirliği oldukça zordur, rutinde
kullanılmaz.
Ġndirekt metod: Palpatuar ve oskültatuvar yöntemle ölçüm yapılabilir. Ġnsanda
sfigmomanometri yöntemiyle tayin edilir. Kullanılan tansiyon aletinin basıncı ölçen
kısmına sfigmomanometre adı verilir. Kola takılan parçaya manĢon denir. ManĢon kola
dirseği açıkta bırakacak Ģekilde takılır. a. brakialis‟in yeri saptanır ve üzerine steteskop
konur. Sfigmomanometre kullanılarak manĢon ĢiĢirilir. ManĢon kolu sıktıkça a. brakialis
daralacak ve sonunda kan akımı olamayacaktır. Sonra sfigmomanometre gevĢetilir.
a.brakialis üzerindeki bası azaldıkça kan geçiĢi baĢlayacaktır ancak kan daralmıĢ bir
damardan akacağı için türbülans yapacak ve steteskop ile “Korotkow” sesleri adı verilen
ritmik seslere neden olacaktır. Korotkow seslerinin ilk baĢladığı nokta
sfigmomanometrede okunur ve “sistolik basıncı” gösterir. Sfigmomanometre
gevĢetildikçe damar üzerindeki bası tamamen ortadan kalkar ve kan tekrar laminar
akmaya baĢlar. Bu noktada Korotkow sesleri artık kesilir. Sfigmomanomoetrede bu nokta
“diastolik basınca” denk gelir.
NABIZ
Her kalp atımı (sistolü) ile oluĢan geniĢleme dalgasının periferde hissedilmesidir.
63
FİZYOLOJİ
Nabızın özellikleri
Dolgunluğu:
Nabız basıncının büyüklüğüne bağlıdır. Nabız basıncı ne kadar büyük olursa ve arter çeperi
ne kadar geniĢlerse nabız o kadar dolgun olur.
EĢitliği:
Her nabız dalgasının dolgunluk bakımından birbirine eĢit olmasıdır.
Düzenli olması:
Ġki atım arası bekleme süresinin eĢit olması.
Sayısı:
Normal nabız sayısı 60-80/ dakikadır. Nabız sayısı 100‟ ün üstüne çıktığında taĢikardiye,
60‟ ın altına indiğinde bradikardiye iĢaret eder.
KAPĠLLER DAMAR DOLAġIMI
Kapillerin duvarı içte bir sıra endotel hücresi, onun dıĢında ise ince bir bağ doku
tabakasından oluĢmuĢtur. Kapiller lümen çapı 4-9 m‟ dir. Endotel hücrelerinin
aralarında 7 nanometre çapında yarıklar vardır. Kan içindeki küçük moleküller bu
yarıkları kullanarak doku aralığına (intersitisyel kompartman) geçerler. Büyük moleküller
(serum proteinleri ve kanın Ģekilli elemanları-hücreler) ise bu deliklerden geçemez.
Kapillerden doku intersitisyumuna su ve su içinde çözünmüĢ maddelerin geçiĢi Ģöyle
gerçekleĢir:
Kapiller damar ve çevresindeki intersitisyel sıvı içinde iki tip basınç bulur:
1- Hidrostatik basınç
2- Onkotik basınç
Hidrostatik basınç suyun (kanın) oluĢturduğu basınçtır. Suyu bulunduğu bölgeden
dıĢarı çıkmaya zorlar. Onkotik basınç ise
özellikle damarda ve intersitisyel
kompartmandaki proteinler tarafından oluĢturulur. Bu proteinler damar duvarını
geçemedikleri için bulundukları bölgede kalırlar. Suyu kendilerine ait bölge içinde
tutmaya çalıĢırlar. Yani (+) hidrostatik basınç suyu itici, (-) hidrostatik basınç ve
osmotik basınç ise suyu tutucudur.
Bir kapiller sistemin arteriol ucunda damar içi sıvının hidrostatik basıncı ortalama
30 mmHg, onkotik basıncı 28 mmHg‟dır. Ġntersitisyel bölgede ise hidrostatik
basınç -3 mmHg, onkotik basınç 8 mmHg‟dır. Kapillerin arteriel ucunda suyu damar
dıĢına iten güçlerin toplamı (30 mmHg) + (-3 mmHg) + (8 mmHg) = 41 mmHg iken;
damar içine çeken tek güç 28 mmHg‟dır. Böylece su ve suda erimiĢ tüm moleküller
kapillerin arter ucunda 41 mmHg – 28 mmHg = 13 mmHg güçle intersitisyel
bölgeye geçerek “filtre olur”.
Venöz uçta ise kapil içi hidrostatik basınç arteriel uçta dokuya kaybedilen su
nedeniyle 10 mmHg‟ya düĢer. Diğer basınçlar ise değiĢmez. Böylece suyu damar
dıĢına çeken güçlerin toplamı 21 mmHg olur. Suyu damar içinde tutan kapiller onkotik
basınç ise proteinler damar dıĢına çıkamadığı için hala 28 mmHg‟dır. Bu nedenle kan
64
FİZYOLOJİ
venöz uca geçtiğinde 28 mmHg – 21 mmHg =7 mmHg güçle damar içine geri emilir,
“absorbe” olur.
Kapilerin arteriol ucunda su ile beraber pek çok besin, iyonlar ve sinyal molekülleri
(hormonlar) önce damardan intersitisyuma filtre olur; daha sonra doku hücrelerinin
membranlarını difüzyon veya taĢıyıcı proteinler aracılığıyla geçip hücre içine girerler.
Venöz uçta ise, su ile beraber, doku hücrelerinde oluĢan atık maddeler bu iĢlemin ters
yönde gerçekleĢmesiyle kapil içine absorbe edilirler.
Kapillerden intersitisyel bölgeye geçen suyun tamamı absorbe edilmez. Ayrıca çok az
miktarda damar içi protein intersitisyuma kaçak yapar. Ġntersitisyumdaki bu fazla su ve
proteinler lenf damarlarımız sayesinde uzaklaĢtırılır. Böylece normal Ģartlar altında
intersitisyel bölgede fazladan su ve protein birikimi gerçekleĢmez.
Bazı hastalık durumlarında yukarıda belirtilen süreçlerde bozukluklar gözlenir. Böylece
intersitisyumda sıvı miktarı normale oranla artar ve “ödem” geliĢir. Örneğin, kalp
yetmezliklerinde kalbin pompalama gücü azalır ve kan venöz bölgede göllenir; kapillerin
venöz ucunda hidrostatik basınç artar; intersitisyel aralığa çıkan sıvının absorbsiyonu
azalır ve su miktarı artar. Siroz hastalığında karaciğerde protein sentezi azalır. Kan
ozmotik basıncı düĢer. Sıvı damar içinde tutulamaz ve intersitisyumda birikir.
DAMAR ÇAPINI DÜZENLEYĠCĠ MEKANĠZMALAR
Yerel düzenleyici mekanizmalar
Otoregülasyon: Dokuların kendi kan akımlarını düzenleme yeteneğine denir. Dokulara
gelen kan akımı azalırsa veya kanda oksijen miktarı azalırsa veya doku hücrelerinin
metabolizması hızlanırsa (oksijen tüketimi artarsa): doku hücrelerinde oksijen parsiyel
basıncı azalır ve hücrelerden vazodilatör etkili bazı kimyasallar salınır: karbondioksit,
potasyum, adenozin → dokuyu besleyen arteriollerde dilatasyon geliĢir. Böylece
dokuya ulaĢan kan miktarı arttırılarak doku oksijenlenmesi ve beslenmesi normal sınırlar
içinde korunmaya çalıĢılır.
Endotel tarafından salınan maddeler:
Endotel hücreleri damar düz kas hücrelerinin kasılmasına etki eden bazı kimyasallar
salgılar:
Prostasiklin (vazodilatör)
Endotelin (vazokonstriktör): Damar duvarı zedelendiği zaman salınır.
Nitrik oksit (vazodilatör)
Trombositler tarafından salınan maddeler: Tromboksan A2 ve serotonin önemli
vazokonstriktör maddelerdendir. Özellikle damar duvarı zedelendiğinde ve pıhtılaĢma
tetiklendiğinde trombositlerden salgılanarak damardan kan kaybını azaltırlar.
Doku mast hücrelerinden salınan histamin: Özellikle alerjik ve yangısal olaylarda
vazodilatasyona neden olur.
Yangı sırasında dokuda salınan kininler (bradikinin ve kallidin): Yangının oluĢtuğu
dokuda vazodilatasyona neden olur.
65
FİZYOLOJİ
Kandaki bazı kimyasal ve hormonlarla düzenleme
DolaĢımdaki anjiotensin II, noradrenalin, adrenalin ve vazopressin vazokonstriktör
iken vazointestinal polipeptid (VIP, barsaktan salgılanır), kininler (bradikinin ve
kallidin) ve histamin vazodilatörlerdir.
Sinir sistemi tarafından sistemik düzenleme
Kardiyovasküler sistemin faaliyetleri otonom sinir sisteminin düzenleyici etkisi altındadır:
Sempatik sinirlerin ucundan damar düz kasına salınan noradrenalin damar düz kas
membranındaki α (alfa) -reseptörlerine bağlanarak kasın kasılmasına- damar
lümeninin daralmasına (vazokonstriktör) neden olur. Vazokonstriksiyon özellikle
arterioller ve venlerde çok belirgindir. Böylece:
1. Kalbe venlerden dönen kan miktarı artar → kalp debisi artar → arterlere giren kan
miktarı artar.
2. Sempatik sinirler kalpte de (+) kronotrop ve (+) inotropik etkiye neden olur → kalp
debisi artar → arterlere giren kan miktarı artar.
3. Tüm arteriollerde Ģiddetli vazokonstriksiyon kanın arterlerden arteriollere ve kapiller
sisteme geçiĢine rezistansı (direnç) arttırır.
Tüm 3 etki sonucunda arter kan basıncı Ģiddetli artar!!!
Damarların parasempatik sinirler tarafından innervasyonu pek gözlenmez! Damarlarda
sempatik sistem innervasyonu hakimdir. Otonom sinir sisteminin damar lümen çapını
kontrolu daha çok sempatik aktivitenin arttırılması veya azaltılması Ģeklinde geliĢir.
Aktivitenin artması → vazokonstriksiyon; aktivitenin azalması → vazodilatasyon!
Kan basıncının santral sinir sistemi tarafından kontrolu medulla oblangatada olmaktadır.
Buraya vazomotor merkez denir.
Vazomotor merkezde iki ayrı bölge vardır:
1. Kalbe ve damarlara giden sempatik sinir nöronlarını uyaran bölge=aktive edici bölge
2. Kalbe giden parasempatik vagus siniri nöronlarını uyaran inhibitör = baskılayıcı bölge
Kan damarları ve kalp duvarlarında gerilmeye duyarlı baroreseptörler bulunmaktadır.
Özellikle internal karotid arter ve arkus aorta duvarına yerleĢmiĢ bu reseptörler arter içi
basıncı gözlerler. Kan basıncı ile ilgili bilgiyi sürekli olarak medulla oblongatadaki
vazomotor merkeze iletirler. Damar içi basınç arttarsa damar duvarı gerilir ve
baroreseptörler uyarılırlar. Vazomotor merkeze bu uyarılar n. vagus ve n.
glossofaringeus sinirleri ile taĢınır. Bu uyarılar sayesinde vazomotor merkezin sempatik
sinir uyarısı yapan bölgesi baskılanırken parasempatik merkez uyarılır. Sonuç: Damarlar
gevĢer, kalp atım sayısı azalır, kan basıncı düĢer. Damar içi basınç azaldığında ise
baroreseptörler baskılanır ve vazomotor merkezde sempatik merkez aktive olurken
parasempatik merkez baskılanır → arter basıncı artar.
66
FİZYOLOJİ
SOLUNUM FĠZYOLOJĠSĠ
Solunum: O2'nin dıĢ ortamdan taĢınarak hücrelere ulaĢtırılması, hücrelerde üretilen CO 2'in
tekrar dıĢ ortama atılması. Burada akciğer alveolleri ile kan arasındaki gaz alıĢveriĢi
eksternal (dıĢ) solunum, diğer vücut hücreleri ve kan arasındaki gaz alıĢveriĢi ise internal (iç)
solunum adını alır.
Oksijen hücrelerimizin enerji (ATP) üretebilmesi için gereklidir. Glikozun mitokondrilerde
oksijen kullanılarak parçalandığı “aerobik solunum” sırasında bol miktarda ATP üretilir.
Aerob yol ile ATP üretimi sırasında atık ürün olarak karbondioksit oluĢur. Solunum ile bu
karbondioksit dıĢarıya atılır.
Bu iĢlevin gerçekleĢtirilebilmesi için üç sistem koordinasyon içinde çalıĢır:
Solunum sistemi
Kan-Eritrositler
DolaĢım sistemi
Solunum Sistemini oluĢturan yapılar:
Havayolları
Göğüs kafesi ve solunum kasları
Akciğerler
Pulmoner dolaĢım
Ventilasyon: DıĢ ortam ile alveoller arasındaki hava (gaz) alıĢveriĢi.
Perfüzyon: Akciğerlere gaz değiĢimi için kanın geliĢi.
67
FİZYOLOJİ
Solunum Yolları
Ağız / burun
farinks
larinks
trakea
BronĢlar (sağ ve sol olmak üzere iki tane)
bronĢioller (pek çok sayıda) terminal bronĢioller (pek çok sayıda)
respiratuar bronĢioller
(pek çok sayıda)
alveolar kanallar (pek çok sayıda)
alveol keseleri (pek çok sayıda)
Solunum yollarını larinks ikiye ayırır: üst solunum yolları ve alt solunum yolları
Respiratuar bronĢiollerden itibaren solunum yolları alveol içermeye baĢlar. Dolayısıyla
hava ve kan arası gaz değiĢimi respiratuar bronĢiollerden itibaren gerçekleĢir. Buna
karĢılık respiratuar bronĢiollerin daha üst kısımlarında alveol yoktur ve gaz değiĢimi
gerçekleĢemez.
Hava yollarının iç yüzeyi RESPĠRATUAR EPĠTEL ile kaplıdır. Epitel içinde bulunan epitel
hücreleri ve goblet hücreleri mukus salgılar. Respiratuar epitel üzerinde çok miktarda SĠLĠA
(tüysü yapılar) bulunur. Sadece alveolar kanallar ve alveollerde silier yapı bulunmaz.
Hava ile solunum yollarına giren pek çok yabancı madde ve bakteri salgılanan mukusa
yapıĢır. Silier yapılar hareket etme yeteneğine sahiptirler. Bu hareket sonucunda yabancı
maddeleri toplayan mukus sürekli üst solunum yollarına (farinkse) doğru itilir. Günlük olarak
yaklaĢık 100 ml. mukus salgılanır ve siliyalar tarafından saatte 1-2 cm hızla yukarı yönde
ilerletilir.
Sigara içimi silier yapının bu hareketini bozar ve yabancı maddeleri içeren mukus solunum
yollarında kalır. Hem solunum yollarını tıkar hem de akciğerde enfeksiyon riskini arttırır.
Solunum yollarının duvarında ayrıca düz kas tabakası bulunur; düz kas tabakası sadece
alveol keseleri ve alveollerde yoktur. Düz kas aktivitesi akciğerlere giren hava miktarını
kontrol eder. Kasılım ile elde edilen bronkokonstriksiyon akciğerlere giren hava miktarını
azaltırken kasların gevĢemesi (bronkodilatasyon) giren hava miktarını arttırır.
Solunum yollarının üst kısımlarında (larinks, trakea ve bronĢlarda) solunum yolları duvarının
en dıĢında bir de kıkırdak doku bulunur.
Ventilasyon
Ġnspirasyon ve ekspirasyondan oluĢur.
Ġnspiryum: nefes almak
Ekspiryum: nefes vermek
68
FİZYOLOJİ
Solunum sırasında hava önce dıĢ ortamdan göğüs kafesi içine çekilir; sonra dıĢarı itilir. Bu
çekme ya da itme gücü solunum kaslarının kasılma ve gevĢemeleri ile sağlanır. Solunum
kaslarının uyarılması ise sinir sistemi tarafından sağlanır.
Normal solunum hızı 12-14 kere/dk‟dır. Dinlenim durumunda her soluk alıp verme ile 500 ml
hava akciğerlere girer-çıkar. Böylece dinlenim durumunda, 1 dakika içinde ~6 L hava
alveollere girer ve çıkar. Egzersizde, kanda oksijen miktarının (parsiyel basıncının) azaldığı,
karbondioksid miktarının arttığı, kan ph‟sının azaldığı durumlarda solunum hızı artar.
Apne: Solunumun durması
TaĢipne: Solunum sayısının hızlanması
Bradipne: Solunum sayısının yavaĢlaması
Hiperkapni: Kanda karbondioksidin artması
Hipokapni: Kanda karbondioksidin azalması
Hipoksi: Kanda oksijenin azalması
Hiperventilasyon: Vücudun oksijen ihtiyacı normal düzeyde olduğu halde ventilasyonun
(solunum sayı ve derinliğinin) arttırılması.
Hipoventilasyon: Vücudun oksijen ihtiyacı normal düzeyde olduğu halde ventilasyonun
(solunum sayı ve derinliğinin) azaltılması.
Hiperpne: Vücudun oksijen ihtiyacının artması ile birlikte ventilasyonun arttırılması. Egzersiz
buna çok iyi bir örnektir.
Asfiksi: Boğulma, nefes alamama.
Akciğerler
Akciğerlerimiz toraks adı verilen göğüs kafesi içinde yer alır. Omurga kemiklerimiz,
kaburga kemiklerimiz, kaburgalar arası kaslar (interkostal kaslar), sternum ve diafram
kası ile çevrilidirler.
Akciğerlerde toplam 300 milyon ALVEOL bulunur.
Alveoller pulmoner kapiler damarlar ile çevrilidir.
Her iki akciğerin çevresi PLEVRA adı verilen çift katlı (visseral ve parietal) bir epitel
tabakası ile kaplıdır. Bu iki tabaka arasındaki boĢlukta çok az miktar sıvı bulunur. Bu
sıvı akciğerlerin hareketleri sırasında kayganlık sağlar.
Solunum Kasları
Ġnspirasyon kasları: 1. Diyafram
2. DıĢ interkostal kaslar
3. Yardımcı kaslar
Solunum kaslarımıza gelen sinirlerin uyarısı ile inspiryum kasları kasılırlar ve inspiryum
gerçekleĢir. Dinlenim durumunda daha çok diaframın kasılması inspiryumu oluĢturur. Daha
güçlü bir inspiryum için ise diğer kaslar da kasılır. Bu nedenle inspiryum her zaman aktif
olarak geliĢir. Ġnspiryum sırasında göğüs kafesinin (toraks) çapı ve hacmi geniĢler.
69
FİZYOLOJİ
Ekspirasyon kasları:
1. Karın kasları; özellikle M. rectus abdominus
2. Ġç interkostal kaslar
Ekspirasyon: Dinlenim sırasında pasif olarak geliĢir. Yani sadece diafram gevĢer. Eğer
güçlü veya hızlı bir ekspiryum gerekiyorsa (örn. egzersiz) ancak o zaman karın kasları ve iç
interkostal kasların da kasılımı gereklidir. Ekspiryumda toraksın hacmi ve çapı azalır.
Alveolar ve Plevral basınçlar:
70
FİZYOLOJİ
Ventilasyon olayını ekspiryumun sonundan başlayarak anlatalım:
1. Ekspiryumun sonunda plevranın her iki membranı arasında, dıĢ atmosfer basıncından
(760 mmHg) -4 mmHg (5 cm H2O) daha düĢük bir basınç bulunur. Bu negativitenin nedeni
Ģöyle açıklanabilir: içinde su olan dar bir aralığa sahip iki membran her iki uçtan ters yönlere
çekilirse bu aralığın içinde negatif bir basınç oluĢur. Bu basınç membranın her iki
yüzeyindeki yapıların plevraya yapıĢmalarına ve hep beraber hareket etmelerine neden olur.
Plevranın dıĢ tabakasına (parietal plevra) toraks yapıĢıktır. Toraksın kendine ait bir
elastikiyet gücü vardır ve bu güç onu sürekli dıĢa çekmektedir. Plevranın iç
membranına (visseral plevra) ise akciğerler yapıĢıktır. Akciğerlerin sahip olduğu elastik
güç ise akciğerleri büzüĢmeye doğru-içe çekmektedir. Plevranın bu Ģekilde iki ters yöne
çekilmesi plevra içinde negatif basınç doğurur. Ekspiryum sonunda birbirine zıt etkili bu
güçler denktir, eĢittir. Bu eĢitlik alveollerin ekspiryumun sonunda tamamen
büzüĢmesini önler! Alveoller her zaman bir miktar hava ile dolu olarak açık konumdadırlar.
Ekspiryum sonunda alveol içi basınç ise dıĢ atmosfer basıncı ile eĢittir. Dolayısıyla dıĢ
ortam ile alveol arası hava akımı yoktur.
2. Ġnspiryumun gerçekleĢebilmesi için bu dengenin aktif bir olayla bozulması gerekir. Bu
nedenle inspiryum baĢlangıcında önce diafram ve dıĢ interkostal kaslar kasılır. Kasılan
diafram aĢağı-karın içine doğru yer değiĢtirir. DıĢ interkostal kasların kasılması ise toraksın
ön-arka çapını arttırır. Böylece toraks boĢluğu zorla-aktif olarak geniĢletilir. Bu geniĢleme
eğilimi plevranın dıĢ yüzeyininin dıĢa doğru çekilmesine neden olur. Ġçindeki negatif basınç
daha da düĢer ve basınç -7 mmHg‟a (7.5 cm H2O) ulaĢır. Daha da negatifleĢen plevral
basıncın alveollere uyguladığı dıĢa doğru çekim artar. Böylece alveol çapı artar. Ġçinde
belirli bir miktar hava olan alveol, çapı artınca, alveol içi basınç azalır. Atmosfer
basıncının 1mmHg altına (-1 mmHg) düĢer. Böylece dıĢ atmosferde basıncı daha yüksek
olan hava, basıncın daha düĢük olduğu alveol içine akar. Ġnspiryum gerçekleĢir. Ġnspiryum
baĢında azalmıĢ olan alveol içi hava basıncı, inspiryum sonunda içeri giren hava
nedeniyle artarak dıĢ atmosfer basıncı ile eĢitlenir (0 mmHg).
3. Ġnspiyum sonunda diafram ve dıĢ interkostal kaslar gevĢer. Bu noktada yine pasif
güçler yani elastik güçlerin arasındaki fark önem kazanır. Ġnspiryum sonu, ekspiryum
baĢında akciğerlerin içe çeken elastik gücü, toraksın dıĢa çeken elastik gücünden çok
daha fazladır. Böylece akciğerlerin parietal plevraya yapıĢmıĢ olan toraksı içe doğru
çekme gücü artmıĢtır. Ayrıca gevĢeyen diaframın tekrar toraks içine doğru yükselerek yer
değiĢtirmesi toraks hacmini daraltır. Akciğerler ve toraks boĢluğu pasif olarak daralır. Bu
daralma ile plevra eski basıncına (-4 mmHg) döner. Plevral basıncın negatifliğinin
azalması ve akciğer elastik güçlerinin artması akciğeri ve beraberinde toraksı içe çeker.
Akciğerlerin büzülmesi ile alveoller büzülmeye baĢlar. Ġçinde belirli miktar hava olan alveol,
çapı daralınca, alveol içi basınç artar. Atmosfer basıncının 1 mmHg üzerine çıkar (+1
mmHg). Böylece alveol içindeki hava artık basıncının daha çok olduğu alveol içinden daha
az olduğu dıĢ ortama akar. Böylece ekspiryum geliĢir. Ekspiryum baĢında artmıĢ olan alveol
içi basınç, ekspiryum sonunda dıĢa akan hava nedeniyle azalır ve atmosfer basıncıyla
eĢitlenir (0 mmHg).
Akciğerler ve Toraksın GeniĢleme Kapasitesi (Kopliyans)
Akciğerlerin geniĢleyebilme özelliğine KOMPLĠYANS denir. Akciğerlerin geniĢleyebilme
derecesi 3 faktörle iliĢkilidir:
1. Transpulmoner
basınç:
Akciğerlerin
geniĢleyebilme
derecesi
transpulmoner basınçla doğru orantılıdır. Transpulmoner basınç arttıkça
akciğerler daha çok geniĢler.
71
FİZYOLOJİ
2. Transpulmoner basınç = alveolar basınç - plevral basınç
Ancak bir akciğerin belirli sabit bir transpulmoner basınç altında ne kadar
geniĢleyebileceği:
2. Akciğerlerin elastik bağ dokusundan (elastin ve kollagen proteinleri) kaynaklanan
elastikiyet gücüne ve
3. Tüm alveollerin içinde bulunan sıvının yüzey gerilimine bağlıdır. Yüzey gerilimi
alveolleri büzülmeye zorlar.
Prematür bebeklerde sürfaktan yetersizliği nedeniyle veya pulmoner ödem gibi
solunum sisteminin elastikiyetinin azaldığı hastalıklarda kompliyans da azalır ve
yeterli akciğer geniĢlemesinin gerçekleĢmesi için normalden daha çok transpulmoner
basınç yaratmak zorunda kalınır: inspirasyon zorlaĢır.
Surfaktan
Alveollerin iç yüzeyini bir tür sıvı kaplar.
Sıvı alveolar epitel tarafından salgılanır. Sıvının alveol içi hava ile temas ettiği
yüzeyde bir yüzey gerilimi oluĢur. Bu yüzey geriliminin milyonlarca alveolde oluĢtuğu
düĢünülürse oldukça önemli bir güçtür. Yüzey geriliminin yarattığı güç akciğerleri
büzüĢmeye (küçülmeye) zorlar. (Aynı akciğerin elastik güçleri gibi.)
Yüzey gerilimini azaltmak amacıyla alveol epitel hücreleri “sürfaktan” adı verilen bir
madde salgılar. Sürfaktan su moleküllerinin arasındaki bağları azaltarak yüzey
gerilimini azaltır. Alveollerin daha rahat geniĢlemesini sağlar. Kompliyansı arttırır.
Erken doğan (prematür) bebeklerde sürfaktan yapımı yetersiz olduğu için akciğer
kompliyansları azalır. Akciğerleri yeterli oranda geniĢletmek için gereken
transpulmoner basınç normale göre artar, inspiryum zorlaĢır. Akciğerler büzüĢür.
Havayollarının çapı
Alveollere akan hava miktarını belirleyen önemli bir faktör hava yollarının çapıdır. Çap
azaldığında hava giriĢi azalır. Çap arttığında hava giriĢi artar. Hava yollarının çapını ise.
fiziksel, kimyasal ve sinirsel faktörler belirler.
1. Fiziksel faktörler: Havayolları içinde mukus birikimi veya solunum yollarımıza yabancı
madde kaçıĢı (örn: yiyecek maddesi)
2. SSS‟den kaynaklanan sinirsel veya dıĢ çevreden kaynaklanan kimyasal maddeler
(zararlı gazların solunması) hava yollarının duvarlarında bulunan düz kas
kasılımına/gevĢemesine neden olurlar:
BronĢ ve bronĢiollerdeki düz kas tabakasının gevĢemesi bronkodilatasyona
neden olur. Sempatik sinir sistemi uyarısı (sempatik sistem sinirlerinden
düz kasa noradrenalin salınır) ve kandaki adrenalin (egzersizde kanda
adrenalin artar), CO2 bronkodilatasyona neden olur.
BronĢ ve bronĢiollerdeki düz kas tabakasının kasılması bronkokonstriksiyona
neden olur. Parasempatik uyarı (parasempatik sistem sinirlerinden düz kasa
asetilkolin salınır) ve alerjen maddelerin solunması ile solunum yollarındaki bazı
hücrelerden (mast hücreleri) salınan histamin bronkokonstriksiyona neden olur.
72
FİZYOLOJİ
Akciğer Volüm ve Kapasiteleri
Akciğerlerde solunum hacim ve kapasiteleri “spirometre” ile ölçülür.
Solunum volümü (tidal volüm):
Ġnspiratuar yedek volüm:
Ekspiratuar yedek volüm:
Rezidüel volüm:
Ġnspirasyon kapasitesi: (SV + ĠYV)
Fonksiyonel rezidüel kapasite: (EYV + RV)
Vital Kapasite: (SV + ĠYV + EYV)
Total akciğer kapasitesi (SV + ĠYV + EYV + RV)
500 ml.
3000 ml.
1200 ml.
1200 ml.
3500 ml.
2400 ml.
4700 ml.
~6000 ml.
Tidal Volüm (Solunum volümü): Dinlenim durumunda her bir inspiryum-ekspiryum ile alıp
verilen hava miktarı.
Ġnspiratuar yedek volüm: Güçlü bir inspiryum ile tidal volümden sonra alınabilecek
maksimum hava miktarı.
Ġnspiratuar kapasite: Tidal volüm+Ġnspiratuar yedek volüm. Güçlü bir inspiryum ile
akciğerlere alınan havanın toplam miktarı.
Ekspiratuar yedek volüm: Güçlü bir ekspiryum sırasında tidal volümden sonra verilebilecek
olan maksimum hava miktarı.
Ekspiratuar kapasite: Tidal volüm+Ekspiratuar yedek volüm. Güçlü bir ekspiryumda
dıĢarıya verilebilen havanın toplam miktarı.
Vital Kapasite: Ġnspiratuar yedek vol+Tidal vol.+Ekspiratuar yedek volüm.
Rezidüel volüm: Güçlü bir ekspiryum ile bile boĢaltılamayıp akciğerlerde kalan hava miktarı.
Fonksiyonel Rezidüel Kapasite: Ekspiratuar yedek vol.+Rezidüel vol. Dinlenimde nefes
alıp verirken tidal volüm ekspire edildikten sonra akciğerlerde kalan hava miktarı.
Total Akciğer Kapasitesi: Vital kapasite+Rezidüel vol. Bir akciğerde bulunabilecek
maksimum hava miktarı.
ÇeĢitli solunum yolu hastalıkları belitilen solunum hacim ve kapasitelerinde azalma
veya artıĢa neden olurlar. Bu hastalıkların tanılarının koyulmasında spirometre ile
yapılan solunum hacim ve kapasite ölçümleri çok yardımcıdır.
73
FİZYOLOJİ
Solunumun derinliği (bir kerede alınan hava miktarı) ve sıklığı (frekansı)
değiĢtirilerek ventilasyon arttırılıp azaltılabilir. Daha iyi bir ventilasyon için solunumun
derinliğinin değiĢtirilmesi daha etkindir. Örneğin egzersiz sırasında, solunumun
derinliği, solunum sıklığından daha belirgin olarak arttırılır.
Perfüzyon
Vücuda alınan O2 ve vücuttan atılan CO2 miktarını belirleyen faktörlerden biri de
akciğerlerden geçen kan miktarıdır (perfüzyon).
Pulmoner dolaĢım: 5 - 25 Litre/dakika
Sağ ventrikül
Pulmoner arter
Pulmoner ven
Sol atrium
Akciğer
Pulmoner arteryel basınç: Sistolik 24 mmHg, diastolik 8 mmHg‟dır.
Ventilasyon-Perfüzyon oranı
Akciğerlere gelen kanın uygun Ģekilde oksijenlenebilmesi için mümkün olduğunca
çok alveolün hava ile dolabilmesi ve bu alveollerin de kan damarları ile etkin Ģekilde
perfüze edilmesi gerekmektedir.
Anatomik ölü boĢluk: Solunum yollarının respiratuar bronĢiyollere kadar olan
kısmlarında alveol bulunmadığı için gaz değiĢimi gerçekleĢmez. Her inspiryumda
akciğerlere alınan havanın alveollere ulaĢamayan ve bu nedenle de gaz değiĢiminin
gerçekleĢemediği bu kısımlarına “anatomik ölü boĢluk” denir.
Fizyolojik ölü boĢluk: Akciğerlerde bazı alveollerin yeterli kapiller dolaĢımı
(perfüzyonu) bulunmaz. Böyle olunca bu alveollere giren havadan gaz değiĢimi
yapılamaz. Egzersiz sırasında kalp debisi arttığı için pulmoner damar basıncı artar ve
kapalı olan pulmoner damarlar açılır. Fizyolojik ölü boĢluk azalır.
Gaz DeğiĢimi
Atmosfer havasının deniz seviyesindeki toplam basıncı:
“760 mmHg” dır.
Hava içinde her bir gazın kendi yoğunluğundan kaynaklanan sadece kendine ait
basıncına parsiyel basınç adı verilir. PO2 , PCO2 gibi.
Havanın kimyasal kompozisyonu:
Oksijen
Karbon
dioksit
Nitrojen
Su buharı
Atmosfer
havası
%
Atmosfer
havasındaki
parsiyel basınç
Alveol
havasındaki
parsiyel basınç
21
160 mmHg
105 mmHg
Sistemik
Ven ve
pulmoner
arter
kanında
parsiyel
basınç
40 mmHg
0,04
0.3 mmHg
40 mmHg
46 mmHg
79
-
-
-
-
Sistemik
Arter ve
pulmoner
ven
kanında
parsiyel
basınç
95
mmHg
40
mmHg
-
74
FİZYOLOJİ
Pulmoner Kapillerde Gaz DeğiĢimi
Atmosfer havasındaki oksijen ve karbondioksit inspiryum sırasında solunum yollarına ve
oradan da alveollere ulaĢır. Alveolde O2‟in parsiyel basıncı atmosfer havasından daha
düĢüktür. Çünkü alveolden kana sürekli oksijen difüzyonu söz konusudur. Bu da alveoldeki
oksijen basıncını azaltır. Alveolde CO2 „in parsiyel basıncı atmosfer havasından daha
yüksektir. Çünkü CO2 sürekli olarak kandan alveole geçiĢ gösterek alveoldeki basıncı
yükseltir. Alveolde O2 ve CO2‟in kapiller kana geçiĢi “difüzyon” yoluyla gerçekleĢir. Bu
difüzyonda gazın geçiĢ miktarını o gaza ait konsantrasyon değil, parsiyel basıncı belirler.
Gaz parsiyel basıncının yüksek olduğu taraftan düĢük olduğu tarafa geçiĢ gösterir. GeçiĢ,
denge durumuna ulaĢıldığında, yani parsiyel basınç heriki tarafta eĢitlendiğinde durur.
Böylece oksijen 105 mmHg basınca sahip olduğu alveolden 40 mmHg basınca sahip olduğu
kana geçer. GeçiĢ kanda basınç 100 mmHg (105 olamıyor çünkü akciğerlerdeki fizyolojik ölü
boĢluk buna izin vermiyor) olduğunda durur. CO2 ise parsiyel basıncının 46 mmHg olduğu
kandan, 40 mmHg olduğu alveole geçiĢ gösterir ve difüzyon, kanda basınç 40 mmHg‟ya
düĢtüğünde biter. Böylece sistemik venlerde ve pulmoner arterde 40 mmHg PO 2 ve 46
mmHg PCO2 bulunurken sistemik arterlerde ve pulmoner vende 100 mmHg PO2 ve 40
mmHg PCO2 bulunur.
Periferik Kapillerde Gaz DeğiĢimi
Kapillerin arteriel ucunda PO2: 100 mmHg‟dır. Periferik hücrelerin içinde ise PO2 <40
mmHg‟dır. Böylece oksijen yüksek basınçlı olduğu kandan düĢük basınç bölgesi hücrelere
difüze olur. Difüzyon sona erdiğinde kapilin venöz ucuna ulaĢılmıĢtır ve venöz uçta PO2: 40
mmHg‟ya düĢmüĢtür.
Kapillerin arteriel ucunda PCO2: 40 mmHg‟dır. Periferik hücrelerin içinde ise PCO2 >46
mmHg‟dır. Böylece karbondioksid yüksek basınçlı olduğu hücrelerden düĢük basınç bölgesi
kana difüze olur. Difüzyon sona erdiğinde kapilin venöz ucuna ulaĢılmıĢtır ve venöz uçta
PCO2: 46 mmHg‟ya çıkmıĢtır.
Kanda Oksijen ve Karbondioksit TaĢınması
Oksijen TaĢınması
Eritrosit içindeki hemoglobine bağlı (oksihemoglobin) (%95).
Kanda serbest çözünmüĢ oksijen (az miktarda).
Hemoglobin
4 protein zincirinden oluĢmuĢ molekül.
Her bir hemoglobin molekülünde 4 Fe atomu bulunur. Bir Fe atomu bir O2 bağlar.
4 Fe atomuna da O2 bağlanmıĢ hemoglobin “Satüre (doymuĢ) Hb” adını alır. Kanda
PO2 ne kadar yükselirse hemoglobin satürasyonu o kadar artar.
Oksijen kandan vücut hücrelerine “difüzyon” yoluyla geçer. Önce serbest oksijen geçer;
sonra Hb‟e bağlı oksijen Hb‟den ayrılır ve hücrelere geçer. Hücrelerde oksijen devamli
kullanıldığı için, hücre içi PO2 değeri (<40 mmHg) arterdeki PO2 değerinden (100 mmHg)
daha düĢüktür. Bu nedenle oksijen kandan hücre içine difüze olur. Venöz kanda değeri
40 mmHg‟ya iner.
75
FİZYOLOJİ
Egzersizde kas hücrelerinin oksijen tüketimi ve kan akım miktarı artar. Böylece kasa
gelen arter kanındaki oksijenin normalden daha fazlası hücrelere geçer. Egzersiz artarsa
kandan alınan oksijen miktarı da artar.
Oksijen-Hemoglobin dissosiasyon eğrisi:
Kanda PO2 değeri 0‟dan 60 mmHg‟ya çıkartıldığında Hb satürasyonu çok hızlı bir
Ģekilde %0‟dan %90‟a çıkar. PO2 70 ile 100 mmHg arasında iken satürasyon
yavaĢlar ve %100‟e ulaĢır. PO2 100 mmHg‟yı aĢtığında artık Hb satürasyonu
değiĢmez çünkü kandaki tüm Hb‟lerin oksijen bağlama kapasiteleri dolmuĢtur.
Karbondioksit TaĢınması
Kanda CO2:
Bikarbonat iyonu olarak (HCO3-, en çok bu yol kullanılır)
Serbest çözünmüĢ olarak,
Karbonik asit Ģeklinde (H2CO3),
Proteinlere (özellikle Hemoglobine) bağlı olarak, taĢınır.
Karbondioksit vücut hücrelerinden kana “difüzyon” yoluyla geçer. Hücrelerde
karbondioksit devamli üretildiği için, hücre içi PCO2 değeri (>46 mmHg) arterdeki PCO2
değerinden (40 mmHg) daha yüksektir. Bu nedenle karbondioksit hücre içinden kana
difüze olur. Sistemik venöz değeri 46 mmHg‟ya ulaĢır.
CO2 kana hücrelerden difüze olur. Kanda önce eritrosit içine girer. Eritrositlerin
içindeki “karbonik anhidraz” enzimi sayesinde su ile reaksiyona girip karbonik
aside dönüĢür (CO2 + H2O↔ H2CO3). Karbonik asit ise hemen bikarbonata ve H+
iyonuna dönüĢür (H2CO3 ↔ H+ + HCO3 ). Bikarbonat iyonları eritrosit dıĢına, kana
atılır. Hidrojen iyonları ise büyük çapta eritrosit içinde kalır ve hemoglobine
bağlanır. Böylece venöz kanda pH artmaz. Venöz kan pulmoner arter ile akciğere
ulaĢtığında ise olaylar tersten geliĢerek bikarbonat iyonları karbondiokside dönüĢür ve
karbondioksit alveole difüze olup atılır.
76
FİZYOLOJİ
SOLUNUMUN SĠNĠRSEL KONTROLU
Ġskelet kaslarındaki gibi solunum kaslarının kasılabilmek için sinir uyarısı Ģarttır. Bu
sinirsel uyarı beyin sapındaki medulla oblongatadan kaynaklanır. Solunum kaslarımız
iskelet kaslarından farklı olarak hem istemli hem de istemsiz çalıĢır. Ġstemsiz
çalıĢmanın düzenleniĢinde özellikle vücutta ve santral sinir sisteminde bulunan
“kemoreseptörlerden” medulla oblongataya gelen afferent duyusal uyaranlar çok
önemlidir. Vücuttaki (periferik) kemoreseptörler boyundaki karotid arter ve torakstaki aort
üzerinde bulunur. Bu kemoreseptörler özellikle sistemik arterdeki PO2, Hidrojen iyonu
konsantrasyonu ve PCO2 „nın düzeyleri hakkındaki bilgiyi medulla oblongataya iletirler.
PO2‟nin azalması, PCO2‟nin ve dolayısıyla hidrojen iyon miktarının artması
periferik kemoreseptörlerin aktivitesini arttırır. ArtmıĢ uyarı medulla oblongataya
iletilir. Medulladaki solunum merkezi nöronları uyarılınca solunum kaslarının çalıĢmasını
arttırır ve böylece ventilasyon artar. Ventilasyon arttığında kanda artan karbondioksit
atmosfere atılır veya kanda azalan oksijen artar. Santral sinir sistemindeki
kemoreseptörler ise yine medulla oblongatada bulunur. Bunların aktiviteleri ise beyin
ekstrasellüler sıvısındaki hidrojen iyonu konsantrasyonu artınca artar.(Kanda
karbondioksit basıncının artması beyin ekstrasellüler sıvısının hidrojen iyonlarını
arttırır.)
77
FİZYOLOJİ
ENDOKRĠN SĠSTEM FĠZYOLOJĠSĠ
Hormon: Yunanca horman = uyarmak, eksite etmek
Hormonlar vücudun farklı bölgelerinde yer alan özelleĢmiĢ hücre gruplarından salgılanır, kan
yoluyla hedef hücrelere ulaĢır ve fizyolojik etkilerini oluĢtururlar.
Endokrin bez: Yunanca endon = içeriye, krinein = salgılamak.
Salgılarını (hormon) vücudun içine salgılayan bezler.
Ekzokrin bez: Yunanca exo = dıĢ.
Salgıları vücudun dıĢına salgılamak (ör: gözyaĢı, salya, ter bezleri)
NÖRAL VE HORMONAL İLETİŞİMİN KARŞILAŞTIRILMASI:
Farklılıklar:
1. Sinir sisteminde anatomik bağlantılar Ģarttır. Hormon sistemde ise kan yolu ile tüm
vücuda yayılır.
2. Nöral mesajlar hızlıdır ve msn.‟lerle ölçülür, hormonal mesajlar ise daha uzun zaman
alır ve etkileri saniye veya dakikalarla ölçülür.
3. Nöral mesajların çoğu dijitaldir (var veya yok, hep veya hiç) oysa hormonal mesajlar
analogdur (kademeli, Ģiddetleri değiĢken)
4. Sinir sistemi (somatik) istemli kontrol edilebilir.
Benzerlikler:
1. Ġletici olarak kullanılan maddeler, birbirlerine benzeyen kimyasal haberci
moleküllerdir. Bunların kattettikleri mesafe çok farklıdır: (30 nm –1m)
2. Nöron ileticisini, endokrin bez de hormonunu sentez edip ilerde kullanmak üzere
depolar
3. Her iki sistemde uyarılma olmadan aktive olmazlar.
4. Birçok kimyasal maddenin hem nörotransmitter hem hormondur.
5. Her ikiside reseptörleri üzerinden ve benzer hücre içi yollardan etkili olurlar.
78
FİZYOLOJİ
Hipotalamus:
Endokrin ve otonom kontrolün bir arada yürütüldüğü beyin bölgesidir.
Açlık-tokluk, iĢtah, vücut ısısı, gibi pek çok düzenleme de hipotalamusta organize
edilir.
Hipotalamusta üretilen salgılatıcı ve inhibe edici hormonlar ile ön hipofiz
çalıĢmasını kontrol eder.
Hipotalamusta bulunan supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerde yapılan
oksitosin ve vazopressin(ADH) hormonları aksonlar boyunca ilerleyerek arka
hipfizden kana verilir.
Ön hipofiz hormonları
79
FİZYOLOJİ
Ön hipofiz hormonları
1. ACTH (adenokortikotropik hormon). Böbrek üstü korteks hormonlarının
salgılanmasını sağlar.
2. GH (büyüme hormonu). Boyun uzamasını, organların ve dokuların büyümesini ve
geliĢmesini sağlar. Protein sentezini arttır, karbonhidrat ve lipidlerin enerji için
kullanılmalarını sağlar.
3. Prolaktin Göğüs geliĢimini ve süt yapımını sağlar.
4. TSH (tiroid stimülan hormon). Tiroidin metabolik hormonlarının salgılanmasını ve
tiroid bezinin büyümesini sağlar.
5. FSH (follikül stimülan hormon). Kadında, ovaryumlarda folliküllerin geliĢmesini ve
östrojen salgılanmasını sağlar. Erkekte, androjenlerle birlikte spermiogenezin
sürdürülmesini sağlarlar.
6. LH ( luteinize edici hormon). Kadında ovulasyonu ve folliküler hücrelerin lutein
hücrelerine dönüĢerek progesteron salgılamasını sağlar. Erkekte androjen salgısının
düzenler.
Arka hipofiz hormonları:
ADH (antidiüretik hormon): Böbrek tüplerinden suyun geri emilimini sağlar.
Oksitosin: düz kaslarda kasılmaya yol açar. Özellikle uterus kasılması ve sütün
fıĢkırtılmasını sağlar.
Tiroid hormonları:
Tiroidin metabolik hormonları (T3 ve T4). Vücudun genel metabolizma hızını düzenlerler,
normla büyüme ve beyin geliĢimi için gerekli hormonlardır.
Kalsitonin: Görevi kan kalisyum ve fosfat düzeyini düĢürmektir.
Paratioid hormonu:
Parathormon: Görevi kan kalsiyum düzeyini yükseltmektir.
Pankreas hormonları:
Ġnsülin: Kan Ģeker düzeyini düĢüren bir hormondur. Glukozun hücrelere giriĢini ve hücrede
kullanımını sağlayarak kan Ģekerini düĢürücü etkilerini ortaya çıkarır.
Glukagon: Karaciğerden glukoz serbestlenmesi yaparak kan Ģeker düzeyini yükseltir.
Adrenal korteks hormonları:
Glukokortikoidler: Kan Ģeker düzeyini yükseltirler, immün sistemi baskılarlar, inflamasyonu
önlerler
Mineralokortikoidler: Na+ tutulup K+ atılmasını sağlarlar.
Adrenal androjenler: Kadında aksiller ve pubik kıllanma ile libidodan sorumludur. Erkekte
etkileri testislerden salgılanan androjenlerin etkilerinden ayıryedilemez.
Gonad hormonları:
1.
Ovaryum hormonları:
Östrojenler, progesteronlar: DiĢi sekonder seks karekterlerinin geliĢimini ve sürdürülmesini
sağlarlar. Uterustaki siklik değiĢikliklerin oluĢmasını sağlar.
2.
Testis hormonları:
Testosteron:Erkek sekonder seks karekterlerinin geliĢimi ve sürdürülmesini sağlar.
Spermiogeneze yardımcı olur.
80
FİZYOLOJİ
BOŞALTIM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ
BÖBREĞİN GÖREVLERİ:
Metabolizma sonucu meydana gelen artıkları ve zaralı maddeleri boĢaltma
Su ve plazma volümünü düzenleme
Elektrolit dengesini düzenleme
Plazmanın osmotik basıncını düzenleme
Az miktarda detoksikasyon (benzoic asit)
Ġç salgı bezi olarak görev yaparlar
o Renin ( anjiotensin)
o Eritropoetin
o Bradikinin
o Prostaglandinler)
 Asit baz dengesini düzenlemede görev alırlar.
o Serbest asit boĢaltımı
o Primer ve sekonder fosfatlar arasındaki oranı değiĢtirme
o Amonyak sentezi
o Hidrojen ve potasyum iyonu boĢaltımı






ĠDRARIN ÖZELLĠKLERĠ:
 Volümü: 600-2500 (ortalama 1500) ml
Günlük idrar miktarı üzerine etkili faktörler:
1. Alınan su
2. Böbrek dıĢı yollardan su kaybı
a. Terleme
b. Kas çalıĢması
c. Sindirim yolundan (kusma, diyare)
d. Yanık alanlardan (deri kaybına bağlı artmıĢ su kaybı)
3. Diyet
4. Vücudun durumu (horizontal durumda idrar yapımı artar.)
Poliüri: Günlük idrar miktarının devamlı olarak normalden fazla olması
Oligüri: Günlük idrar miktarının devamlı olarak normalden az olması
Anüri: Hiç idrar oluĢturulamaması
 Özgül ağırlığı:150C‟de 1015-1025‟tir. Normal bir böbrek özgül ağırlığı 1002-1040
arasında idrar çıkarabilir. Devamlı 1012 idrar çıkarılmasına izostenüri adı verilir.
Tübüler iĢlev kaybını gösterir.
 Osmotic basınç: hipertoniktir.
 PH: 5-7
İdrar pH’sı üzerine etkili faktörler:
Diyet
Kimyasal asit yada alkali alınması
Kuvvetli hiperpne
mide salgısında artıĢ
aktivite değiĢiklikleri
infeksiyon
 idrarın rengi: açık sarıdan koyu sarıya kadar yoğunluğuna bağlı olarak değiĢir. Renk
veren maddeler idrarın pigmentleridir.
81
FİZYOLOJİ
 Ġdrarın kimyasal bileĢimi:
1. Su
2. Suda eriyen maddeler
a. Ġnorganikler(Kloritler, Sülfatlar, Fosfatlar, Karbonatlar, Amonyum,
Na+,K+, Ca++,Mg++)
b. Organikler [Üre, Ürik asit, Kreatinin, Hippürik asit, Endikan, Ġdrarın
pigmentleri ( ürokrom, ürobilin, porfirinler ve indoksil deriveleri),
Azotsuz organic maddeler (oksalik asit ve laktik asit ve askorbik asit
vs.) ]
BÖBREĞĠN ANATOMO-HĠSTOLOJĠSĠ
Böbreğin en küçük fonksiyonel birimine nefron denir. Her bir nefron, malpighi korpüskülü
ile böbrek tüplerinden oluĢur.
Malpighi korpüskülüde glomerül adı verilen kılcal damar yumağı ile bunu saran Bowman
kapsülü adı verilen bir kapsülden oluĢur. Görevi glomerüler filtrasyon yapmaktır.
Glomerül kılcal damar yumağı 2 arteriol arasında bulunması, hidrostatik basıncının
yüksek (60mmHg) olması ve yüksek permiabilite (geçirgenlik) özellikleri ile diğer
kapillerlerden farklıdır.
Böbrek tüpleri 3 bölümden (Proksimal tübler, henle kulbu ve distal tüpler) oluĢur.
Glomerülde oluĢan glomerüler ultrafiltrat tübler boyunca ilerlerken oluĢan geri emilim ve
sekresyonla idrar oluĢturulur.
YerleĢimine gore nefronlar:
Juxtamedüller nefronlar ( Malpighi korpüskülü juxtamedüller alana yerleĢmiĢtir. Proksimal ve
distal tüpler kortekste yerleĢtiği halde uzun Henle kulpları medullanın derinliklerine kadar
uzanır. Efferent arteriol özel bir kapiller ağ olan vasa rectayı oluĢturur.)
Kortikal nefronlar( kortikal alanda yerleĢimlidirler, henle kulbu kısadır. Tüm tüpler peri tübüler
kapiller ağ ile çevrilidir.)
82
FİZYOLOJİ
BÖBREK KAN AKIMININ ÖZELLĠKLERĠ
1. Böbreklerden dakikada 1200-1300ml civarında kan geçer. Böbrekler vücut ağırlığının
%0,4‟ünü oluĢturmasına rağmen kalb debisinin %21‟ini kullanır.
2. Böbreğe gelen kanın %85‟i kortekse, %15‟i juxta medüller dolaĢıma geçer.
3. Glomerül kılcal damar ağı 2 arter arasında oluĢmuĢtur.
4. Glomerülde hidrostatik basınç diğer kılcal damar ağlarına gore çok
yüksektir.Nedenleri:
a. Afferent arteriolün çapı, efferent arteriolün çapından büyüktür.
b. Renal arter direct aortadan çıkar, kısa ve kalındır.
5. Böbreklerde 2 farklı yapıda kılcal damar dolaĢımı vardır.
a. Glomerül kılcal damar dolaĢımı
b. Peritübüler kılcal dolaĢım (portal özellikler gösterir)
Vasa recta
6. böbrek kan dolaĢımı otonomiye sahiptir.
Böbrek kan
Akımı
=
böbrek arter basıncı – böbrek ven basıncı
toplam böbrek damar direnci
Böbrek arter basıncı 80-170 mmHg sınırları arasında değiĢirken, böbrek kan akımı ve
GFR‟yi sabit tutacak otoregülasyona sahiptir.
Damar basınçları
Totalin %‟si
Damar adı
BaĢlangıç
Son
Damar direnci
Böbrek arteri
Arkuat ve interlobular arter
Afferent arteriol
Glomerül kapillerleri
Efferent arteriol
Peritübüler kapiller
Interlober ve interlobular venler
Böbrek veni
100
~100
85
60
59
18
8
4
100
85
60
59
18
8
4
~4
~%0
~%16
~%26
~%1
~%43
~%10
~%4
~%0
Bütün böbrek damarları sempatik liflerden zengindir. Sempatik aktivasyon böbrek kan akımı
ve GFR‟yi azaltır.
ĠDRAR OLUġUMU:
 Glomerüler filtrasyon
 Tübüler geri emilim
 Tübüler boĢaltım
83
FİZYOLOJİ
GLOMERÜLER FĠLTRASYON
FĠLTRASYON MEMBRANI

Glomerül kapiller membran 3 kattan oluĢur. Maddelerin bu katlardan filter olabilirliğini
elektrik yükleri ve büyüklükleri belirler.
o Kapiller endotel (160A0 molekülleri geçirmez)
o Bazal membran (110A0 molekülleri geçirmez)
o Bowman epitel hücreleri (podositler) (70A0 molekülleri geçirmez)
 Glomerüler kapiller membran, diğer kapillerlerdenyüzlerce kat (300-600) daha
geçirgendir.
84
FİZYOLOJİ
 Glomerül kapiller membranın temel bariyeri bazal membrandır. Bazal membrandaki
proteoglikanlar güçlü (-)tir. Bu olay proteinlerin geçiĢini engeller ve – yüklü maddelerin
nötral ve + yüklü olanlardan daha zor geçmesini sağlar.
 Glomerüler filtratın bileĢimi Ģekilli elemanlar ve proteinler hariç plazmaya benzer. Ca++ ve
yağ asitleri gibi proteinlere bağlı taĢınan maddeler filter edilemezler, bu yüzden
glomerüler ultrafiltratın içeriğinde bulunmazlar.
Glomerüler filtrasyonu oluĢturan temel güç kanın hidrostatik basıncıdır. Aort basıncı 4050 mmHg‟ya düĢürüldüğünde idrar oluĢumu durur. Normal bir eriĢkinde dakikada oluĢan
glomerüler filtrat miktarı 125 ml‟dir.
GLOMERÜLER FĠLTRASYON HIZINI BELĠRLEYEN FAKTÖRLER
GFR= Kf x Net filtrasyon basıncı
Glomerüler
Glomerül Kolloid
Hidrostatik
Osmatik Basıncı
Basınç(60 mmHg)
(28-36 ~32)
60 mmHg
Bowman
Kapsülü
Basıncı
32 mmHg
18
mmHg
Net
glomerüler
Bowman Glomerüler
filtrasyon = hidrostatik – kapsülü - onkotik
basıncı
basınç
basıncı basınç
10 mmHg = 60 mmHg - 18 mmHg - 32 mmHg
Kf = GFR / Net filtrasyon basıncı
Kf = 125 ml/dk / 10 mmHg
Kf = 12,5 ml/dk/mmHg
Kf = 4,2 ml/dk/mmHg/100g (diğer kapiller sistemlerde Kf değeri 0,01
ml/dk/mmHg/100g‟dır)
Teorik olarak Kf değiĢiklikleri GFR‟yi değiĢtirir. Fakat Kf sabitedir. Fizyolojik koĢullarda
Kf değiĢmez.
Bowman kapsülünde hidrostatik basınç artması GFR‟yi azaltır. Basınç artıĢı sadece
idrar yolları tıkanıklığı ile iliĢkili olarak patolojik koĢullarda görülür.
Glomerüler hidrostatik basınç değiĢiklikleri GFR‟nin düzenlenmesinde temel rol oynar
ve Glomerüler hidrostatik basınç
 Arter basıncı
 Afferent arteriol direnci
 Efferent arteriol direnci ile değiĢir.
GFR‟nin OTOREGÜLASYONU:
a) tübüloglomerüler feedback
b) glomerülotübüler denge
85
FİZYOLOJİ
(-) Arter basıncı
(-)
Glomerül hidrostatik p
GFR
Proksimal NaCl
geriemilimi
Macula Densa NaCl
Renin
Anjiotensin II
Efferent arterioler
Afferent arterioler direnç
direnç
Tübüler geri emilim
Su
suda erimiĢ maddeler
Su geri emilimi ve idrarın dilusyon konsantrasyon mekanizması
 Glomerüler ultrafiltratın % 60-70‟I Na ve glukozun aktif geriemilimine eĢlik ederek
pasif olarak emilir(izoosmatik)
 Distal ve kollektör tübler suya geçirgen değildirler. ADH ile geçirgen hale gelirler. Bu
alanda su geri emilimi ADH etkisi ile ihtiyaca gore ayarlanırç (an izoosmatik)
86
FİZYOLOJİ
Su eksikliği
Ekstrasellüler osmolarite
ADH
Osmoreseptörler
supraoptik ve paraventriküler
çekirdeklerdenADH sentezi
Arka hipofiz
Plazma ADH seviyeleri
Distal tübler ve toplayıcı kanallarda
Su geçirgenliği
Su geri emilimi
Su atılması
 Su geri emilim teorileri
 Zıt akımlı osmotic çogaltıcı
87
FİZYOLOJİ
 Zıt akım değiĢtiricisi
suda erimiĢ maddeler
eşikli maddeler: belli bir plazma seviyesine kadar idrarda bulunmayan ama bu seviyenin
üzerine çıkıldıkça idrarda bulunan maddelerdir. Örn: glukoz
eşiksiz maddeler: kanda bulunduğu sürece idrarla atılan maddelerdir. ( Inulin, na
ferrosiyanid, sakkaroz, mannitol, na hiposülfit)
böbreklerden geri emilen maddeler ve emilim yolları:
 Na+ geri emilimi= aktif transportla geri emilir. Aldosteron hormonu etkilidir.
 K+ geri emilimi= %90 proksimal %10 distal tüplerde geri emilir. Proksimal tüblerde
aktif geri emilir. Distal tüplerden sekrete edilebilir.
 Ca++ , Mg++, Cl-,bikarbonat, sülfat, fosfatgeri emilimi
 Glukoz ve amino asitler= proksimal tüblerden sekonder aktif transportla
 Üre= pasif
Tübüler BoĢaltım (sekresyon)
 Transportunda maksimal bir sınır bulunan sekresyon mekanizması (fenol red, PAH,
klorotiazid, sülfirik asit esterleri, vs.)
 Elektrokimyasal ve/veya potansiyel farkına karĢı yapılan sekresyon (kuvvetli organic
bazlar, histamin, guanidine, tiyamin, kol,n. vs)
 Pasif diffüzyon ( bir çok zayıf bazlar, salisilik asit fenobarbital)
88
FİZYOLOJİ
Böbrek klirens testleri:
Herhangi bir plazma maddesinin klirensi deyince “bir dakikada idrarla çıkarılan o madde
miktarını içeren santimetre küp cinsinden plazma volümü” anlaĢılır. BaĢka bir deyimle bir
dakikada o maddeden temizlenen plazma miktarıdır.
Klirens = Um ( idrardaki miktarı) x 100 / P (plazma miktarı)
Üre klirensi = 20 x 100/ 30= 66
Yani 66 cc plazmanın içerdiği üre böbreğin bir dakikalık aktivitesi sonucu idrarla atılmaktadır.
Ġnülin bir boya maddesidir. Fakat vücuda toksik değildir, vücutta metabolize olmaz,
proteinlerle yada baĢka yapılara bağlanmaz, glomerüler filtrasyonla serbestçe
ultrafiltrasyona uğradığı halde tübüler iĢeleme uğramaz. Bu özelliklerinden dolayı inülin
klirensi glomerüler filtrasyona eĢittir.
 Eğer X maddesi plazmada var idrarda yoksa klirensi sıfırdır.
 X maddesinin klirensi/inülin klirensi = 1 ise bu madde eĢiksizdir.
 X maddesinin klirensi/inülin klirensi < GL. Filtrasyon + Tübüler geri emilim
 X maddesinin klirensi/inülin klirensi > GL.Filtrasyon +Tübüler boĢaltım
 Diodrast Ve PAH klirensleride böbrak plazma ve kan akımını gösterirler.
Böbrek fonksiyon testleri:
 Glomerüler filtrasyon
o Inülin klirensi
o Üre klirensi
o Endojen keratin klirensi
o Nonprotein azotların (NPN) kanda tayini
 Tübüler geri emilim
o Dilusyon-konsantrasyon testi
o Maksimal glukoz reabsorbsiyon kapasitesi
 Tübüler boĢaltım
o Diodrast Ve PAH klirensleri
Diürezis ve Diüretikler
Ġdrar oluĢumunun ve boĢaltımının geçici olarak artmasına Diürezis denir.
Direkt yada indirekt olarak diürezise neden olan maddelerede diüretikler adı verilir.
Diüretiklerin etki mekanizmaları:
1. glomerüler filtrasyonu arttırmak
2. tüb lümeninde osmotic basıncı arttırmak
3. ADH sekresyonunu inhibe etmek.
Miksiyon (iĢeme)
Mesane dolduğunda onun boĢaltılması iĢlemidir.
Miksiyon refleksi tamamen otonom spinal bir reflekstir. Fakat beyindek,I merkezlerle
kolaylaĢtırıla bilir yada inhibe edilebilir. Parasempatik lifler sorumludur. Sacral 2-3
seviyelerinde refleks merkezi bulunur. Bu alandan çıkan lifler nervus pelvicus ile mesaneye
ulaĢır.eksternal sfinkter somatic sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Bilgiler eksternal
sfinktere pudental sinir ile ulaĢır.
Mesanede toplanan idrar 100 ml‟yi aĢınca detrusorda miksiyon kasılmaları baĢlar, 200ml‟den
sonra çok artar. 400 ml‟üezerinde devamlıdır.
Hipogastrik sinirle medulla spinalisi terk eden sempatik sinirler mesane kasından çok
damarlara ulaĢır ve duysal bilgileri beyne taĢır.
89
FİZYOLOJİ
ÜREME SĠSTEMĠ FĠZYOLOJĠSĠ
–
–
HER ĠKĠ CĠNSTEDE GONADLARIN 2 GÖREVĠ VARDIR:
1-GAMETOGENEZ
2-HORMON SALGISI
TESTĠS TESTOSTERON
OVARYUM
ÖSTROJEN, PROGESTERON, RÖLAKSĠN, ĠNHĠBĠN
Cinsiyeti belirleyen Y (SRY) kromozomunun varlığı yada yokluğudur
Erkek üreme sistemi
Seminifer tübül Epididim Vas deferens Ejakülatör kanallar (prostat ve cowper bezleri)
Uretra
Testisteki tübüllerin arasında bulunan interstisyel Leydig hücreleri dolaĢıma testosteron
(endokrin-parakrin etki) salgılarlar.
Spermatik arterler ve venler arasında zıt akım değiĢ-tokuĢu ile testis ısısı 320C de sabit
tutulur.
Kan testis engeli:
Seminifer tübülerde bulunan sertoli hücreleri bazal laminaya yakın kısımda birbirleri ile sıkı
bağlantılar yaparlar ve kan-testis engelini oluĢturular. Bu yapı pekçok büyük molekülün bazal
lamina tarafından tübülün lümenine doğru geçiĢini engeller.
Seminifer tübül lümenindeki sıvının içeriği plazmadan oldukça farklıdır. pr ve glukoz
içerirken miktarda androjen, östrojen, K+, inositol, glutamik ve aspartik asitler içerir.
Germ hücrelerini kan kaynaklı zararlı maddelerden korur.
Otoimmun yanıt oluĢumunu engeller.
Sıvının tübül lümenine hareketini kolaylaĢtıran osmatik gradyen oluĢumuna yardım eder.
Spermatogenez : 64-74 günde tamalanır. Günde 128 milyon sperm üretilir.
Sertoli
Androjen bağlayan protein (ABP)
ĠNHĠBĠN
MĠS(Müller kanalının
gel. Ġnh.)
(FSH inhibe eder)
Androjen aromataz Östrojen
FSH ve androjenler testisin gametojenik iĢevinin sürekliliğini sağlarlar.
LH androjen sekresyonunu sağlar.
Spermatide kadar olan geliĢim androjenden bağımsızdır. Spermatid
dönüĢümünde sertoliye etkili androjenler rol oynar.
spermatozoa
Spermatozoanın olgunlaĢması:
Testisi terk eden spermatozoa tam olarak olgun değildir. Epididimden geçerken
hareketlilik kazanır. DiĢi üreme kanalında geçirdikleri zamanda spermlerin döllenme
yetenekleri artar.
Kapasitasyon spermin ovuma daha kolay yapıĢabilir hale gelmesidir.
Androjenlerin etkileri:
Erkek dıĢ genital organlarının oluĢumu
LH üzerine –geri bildirim etkili
Erkek ikincil seks karekterlerinin geliĢmesi ve sürdürülmesi
Anabolik ve büyümeyi destekleyici etkilidir.
FSH ile birlikte gametogenezi sürdürürler.
90
FİZYOLOJİ
Erkek ikincil seks karekterleri:
Dış üreme organları:Penisin uzunluk ve geniĢliği artar.Skrotumda pigmentasyon ve rugalar
geliĢir.
Ġç üreme organları: Seminal veziküller geliĢerek salgıya ve früktoz yapımına baĢlarlar.Prostat
ve bulbo uretral bezlerde büyür ve salgıya baĢlar.
Ses: Larinks büyür ses tellerinin uzunluk ve kalınlığı artar. Ses daha boğuk ve kalın olur.
Saç ve kıllanma: sakal belirir, saç çizgisi geriler. Erkek tarzı pubik kıllanma geliĢir. Koltuk altı
gögüs ve anüste kıllanma olur, genel olarak kıllanma .
Zihinsel : daha saldırgan ve hareketli tutum ve karĢı cinse ilgi geliĢir.
Vücut yapısı: Omuzlarda geniĢleme ve kaslarda geliĢme.
Deri: Yağ bezi salgısının miktar ve kıvamında artıĢ görülür. Akneye zemin hazırlanır.
Anabolik etkiler: Protein sentezini yıkımını
Etki yolu: Hücre içi reseptörüne bağlanıp çekirdeğe geçer ve DNA‟ya bağlanarak çeĢitli
genlerin transkrpsiyonuna yol açar. 5 redüktaz ile oluĢan dihidrotestosteron (%10) aynı res.
bağlanır.
DĠġĠ GONAD HORMONLARI:
OVARĠAN FOLLĠKÜLLERĠN GELĠġĠMĠ:
1.adım: Oositin profazıdır (en kısa 13 yıl, en uzun 50 yıl).granuloza hücreleri prolifere olur
oosit gelişir ve primer follikül oluşur. Teka interna hücreleri gelişir. Bu adım menarj’dan
sonra gelişir 70-85 gün sürer.
2.adım: her menstüreal siklusta 2-3 follikülde bu tip gelişme görülür. Follikül içinde steroid
hormonlar mukopolisakkaridler proteinler ve FSH birikir ve ort atada antrum adı verilen bir
boşluk oluştururlar. (2-5 mm çapında graft follükül)
3. Adım : graft golliküllerin birisi menstürasyonun 5-7. günlerinde dominansi kazanır ve
büyümeye devam eder diğerleri regresyons uğrar. 20 mm kadar çapa ulaşır siklusun 14-15.
günlerinde ovulasyon ile ovum batın içine serbestlenir. 1. mayoz bu arada tamamlanır.
Corpus luteum, Granülosa ve teka hücreleri, kapiller ve fibroblastlardan oluşur
döllenme
olmazsa Korpus albicans’a dönüşür.
91
FİZYOLOJİ
HORMON SENTEZĠ
•
•
•
•
Teka hücreleri progesteron ve testosteron salgılarlar
Granulosa hücreleri testosteronu aromataz ile öst. çevirir.
LH
Kolesterol desmolaz stimülasyonu
FSH Aromataz stimülasyonu yapar.
FSH reseptörleri sadece granüloza hücrelerinde vardır ve FSH primer follikülün büyümesini
ve östrojen salınımını stimüle eder.
LH Piki ovülasyonu sağlar, korpus luteum oluşumunu ve luteinizasyonu sağlar.
• Follüküler fazda FSH ve LH folliküler hücrelerde etkili olur negatif feed back ile
denetlenir
• Siklusun ortasında öst. 200 pikogram/ml’ye çıkınca pozitif geribilidirim oluşturur ve
FSH, LH .
• Luteal fazda progesteron salgılanır ve –geri bildirim oluşturur. (bu dönemde fern
testi pozitif olur)
•
92
FİZYOLOJİ
•
•
•
•
•
•
ÖSTROJENLERĠN ETKĠLERĠ:
Serviks, vajina, fallop tüpleri ve uterusun olgunlaşması ve bunun sürdürülmesi.
Pubertenin oluşması sekonder seks karekterlerinin gelişmesi Gögüs gelişimi
Granüloza hücrelerinin proliferasyonu ve gelişmesi
Östrojen, progesteron ve LH reseptörlerinin up-regülasyonu
FSH ve LH sekresyonları üz. +ve – etkiler Gebeliğin sürdürülmesi
Uterusun kasılma eşiğini düşürür.
Prolaktin sekresyonunu stimüle eder.
Prolaktinin gögüslerdeki etkisini bloke eder
•
•
•
•
•
PROGESTERONUN ETKĠLERĠ:
Uterusun luteal fazdaki sekresyon aktivitesinin sürdürülmesi.
FSH ve LH Salınımı üzerine negatif geribildirim etkilidir.
Gögüs gelişimini destekler.
Gebeliğin sürdürlmesini sağlar.
Uterus kasılma eşiğini yükseltir.
•
MENSTRÜEL SĠKLUS DEĞĠġĠKLĠKLERĠ:
Ovaryumlarda oluşan siklik hormon salınımı etkilerini uterus ve vaginada siklik değişiklikler
olarak gösterir.
• Follüküler faz
• Ovülasyon
• Luteal faz
• Menstürasyon(korpus albicans)
UTERUS DÖNGÜSÜ
•
•
•
•
•
Proliferasyon fazı
Sekresyon fazı
Menstrürasyon fazı
VAGĠNAL DÖNGÜ
Östrojenlerin etkisiyle vagina epiteli kornifiye olur.
Progesteron etkisiyle ise kalın bir mukus salgılanır, epitel çoğalır ve lökosit infiltrasyonu
oluşur.
93
FİZYOLOJİ
SĠNDĠRĠM SĠSTEMĠ FĠZYOLOJĠSĠ
SĠNDĠRĠM SĠSTEMĠ ORGANLARI
94
FİZYOLOJİ
VÜCUDA SÜREKLĠ OLARAK SU, ELEKTROLĠT VE BESĠN SAĞLAMAK
SĠNDĠRĠM SĠSTEMĠ, ALINAN BESĠN MADDELERĠNĠ MEKANĠK VE KĠMYASAL YOLLA
PARÇALAYARAK KAN DOLAġIMINA ABSORBE EDER.
SĠNDĠRĠM
MOTĠLĠTE
SEKRESYON
ABSORBSĠYON
 Besinlerin parçalanması ve gastrointestinal kanal boyunca ilerlemesi
 Sindirim salgılarının salınması
 SindirilmiĢ besinlerle su ve elektrolitlerin emilimi

Gastrointesinal sistem ağızdan baĢlayıp anüste biten bir süreklilik gösterir ve dıĢ
ortamın devamı olma niteliğindedir.

Vücutta metabolizma sonucu oluĢan son ürünler genellikle akciğer ve böbrekler yolu
ile atılır. Az miktarda metabolik artık safra yolu ile sindirim sisteminden atılır. Feçesin içeriği
genellikle sadece bakteri ve sindirilemeyen ya da absorbe edilemeyen ürünlerden oluĢur.
95
FİZYOLOJİ
SALGI
Organ
Ağız
* Tükrük bezleri
Su ve tuz
Mukus
Amilaz
Farinks
Özofagus
Mukus
Mide
HCl
Pepsin
(pepsinojen)
Mukus
* Pankreas
Enzimler
Bikarbonat
* Karaciğer
Safra tuzları
Bikarbonat
Organik atık
maddeler ve bazı
metaller
* Safra kesesi
Ġnce barsak
Enzimler
Su ve tuz
Mukus
Kalın barsak
Mukus
Rektum
96
FONKSİYON
Çiğneme ve yutma refleksinin baĢlatılması
Gıdanın ıslatılması
Kayganlık
Polisakkarid sindirimi
Yutma
Peristaltik dalga ile besinin mideye ilerletilmesi
Kayganlık
Depolama, karıĢtırma, ayrıĢtırma ve kimyasal
sindirimin baĢlaması, besinin duodenuma geçiĢinin
düzenlenmesi
Besin parçacıklarının eritilmesi, mikropların
öldürülmesi
Protein sindirimi
Kayganlık ve mide mukozasının korunması
Enzim ve bikarbonat sekresyonu, sindirim dıĢı
fonksiyonlar
Karbonhidrat, yağ, protein ve nükleik asitlerin sindirimi
Mideden gelen HCl‟nin nötralize edilmesi
Safra sekresyonu, sindirim dıĢı fonksiyonlar
Suda çözünmeyen yağların çözünmesi
Mideden gelen HCl‟nin nötralize edilmesi
Feçes ile atılım
Öğünler arasında safranın toplanıp konsantre
edilmesi
Bir çok maddenin sindirim ve absorbsiyonu, barsak
içeriğinin karıĢtırılarak ilerletilmesi
Besinlerin sindirimi
Barsak içeriğinin akıĢkanlığını sağlama
Kayganlık
SindirilmemiĢ besinlerin depolanma ve konsantre
edilmesi, su ve tuzun geri emilimi, barsak içeriğinin
karıĢtırılarak ilerletilmesi
Kayganlık
Defekasyon
FİZYOLOJİ
AĞIZDA SĠNDĠRĠM
Çiğneme
Gıdaların çiğneme ile küçük parçalara bölünmesi sindirimin ilk adımıdır. Çiğneme istemli
olarak baĢlatılırsa da diĢ etleri ve dile basınç oluĢması refleks olarak çiğnemeyi baĢlatabilir.
Tükrük (salya) salgısı
Tükrük, mukus ve amilaz içerir. Mukus nemlendirme ve kayganlaĢtırmayı sağlar, amilaz
polisakkaridlerin sindirimini baĢlatır. Tükrük salgısı üç salgı bezinden yapılır; Sublingual bez,
Submandibular bez, Parotis bezi. Tükrük salgısı otonom sinir sistemi tarafından kontrol edilir.
FARĠNKS VE ÖZOFAGUS
Yutma
Farinks duvarlarındaki reseptörler uyarıldığı zaman baĢlayan karmaĢık bir refleks
mekanizmadır. Yutma merkezi beyin sapındaki medulla oblongatadadır. Yutmanın
aĢamaları:
* YumuĢak damak uvula ile birlikte yükselerek burun boĢluğunu alttan kapatır.
* Solunum inhibe olur, larinks yukarı doğru yükselerek glottis kapanır.
* Besin dil tarafından arkaya itilip ilerledikçe epiglottis glottis üzerine kapanır.
Yutma iĢlemi besinin özofagusda peristaltik dalga ile ilerletilmesi ile sürdürülür ve besinin
mideye ulaĢması ile sona erer. Özofagusa besin giriĢ ve çıkıĢını alt ve üst özofagus
sfinkterleri kontrol eder.
MĠDEDE SĠNDĠRĠM
Mide; fundus, gövde ve antrum olarak adlandırılan üç bölümden meydana gelir. Fundus ve
gövde; mukus, hidroklorik asit ve pepsinojen salgılarken antrumda bulunan endokrin
hücreler gastrin salgılar. Midenin tüm salgıları değiĢik hücreler tarafından salgılanmaktadır.
97
FİZYOLOJİ
Mukus (goblet) hücreleri
Mukus salgısı
Paryetal (oksintik) hücreler
HCl ve intrensek faktör salgısı (Vit B12)
Esas (peptik) hücreler
pepsinojen salgısı
G hücreleri
Gastrin
* Gastrin paryetal hücreleri uyararak HCl salgısını arttırır.
* HCl baĢlıca besinleri parçalar ve protein ve polisakkaridlerin ortaya çıkmasını sağlar. Aynı
zamanda bakterileri öldürücü etkisi vardır.
* HCl aynı zamanda pepsinojenin pepsine dönüĢmesini sağlar. Pepsin proteinlerin
sindiriminde görev alır.
* Midedeki sindirim; alınan besinlerin protein ve polisakkarid parçacıkları ile yağ
damlacıklarından oluĢan bir karıĢıma (kimus) dönüĢmesine yol açar. Kimus bu haliyle
mideden emilemez. Bu nedenle absorbsiyonun sadece çok küçük bir bölümü midede
gerçekleĢir.
* Midenin duodenuma boĢalması pilor sfinkteri tarafından kontrol edilir. Ġnce barsakta
yağların, asiditenin ve hipertonik solüsyonların artması mide boĢalması üzerine inhibe edici
etki yapar.
98
FİZYOLOJİ
99
ĠNCE BARSAKTA SĠNDĠRĠM
Pankreas ve Karaciğer salgılarını ortak bir kanalla ince barsağa boĢaltırlar.
PANKREAS SEKRESYONLARI
Hem endokrin hem de ekzokrin fonksiyonları olan bir bezdir.
* Protein, yağ, polisakkaridler ve nükleik asitlerin sindirimi
* Pankreas sekresyonları kolesistokinin (enzimler) ve sekretin (bikarbonat) tarafından kontrol
edilir.
Pankreas Enzimlerinin Etkileri
Enzim
Tripsin Kemotripsin
Elastaz
Karboksipeptidaz
Lipaz
Madde
Proteinler
Amilaz
Ribonükleaz
Deoksiribonükleaz
* Bikarbonat
Polisakkaridler
Nükleik asitler
Proteinler
Yağlar
Etki
Proteinlerin peptid bağlarını parçalayarak peptid
parçacıkları oluĢmasına yol açar
Proteinin karboksi ucunu parçalar
Trigliseridlerden iki yağ asidi açığa çıkararak
serbest yağ asitleri ve monogliserdilerin
oluĢmasına yol açar
Polisakkaridleri glikoz ve maltoza parçalar
Nükleik asitleri mononükleotidlere parçalar
FİZYOLOJİ
KARACĠĞER FONKSĠYONLARI - SĠNDĠRĠM
Safra salgısı safra kanalları ile taĢınır ve duedonuma salgılanır. Gerekmediği durumlarda
safra keseinde depolanır ve konsantre edilir. Safra içindeki safra tuzları ve lesitin yağların
sindiriminde görev alır. Ayrıca bikarbonat da safra içinde salgılanır. Bunun dıĢında metabolik
artıklar sindirim yolu ile atılmak üzere duodenuma salgılanır.
* Safra salgısını uyaran hormon: kolesistokinin (CCK)
* Safra tuzları: enterohepatik sirkülasyon
* Safra pigmentleri; bilirübin
ĠNCE BARSAKTA SĠNDĠRĠM ve EMĠLĠM
Besinlerin sindiriminin gerçekleĢtiği son bölümdür.
Absorpsiyonun en büyük kısmı burada gerçekleĢir.
Ġnce barsak üç kısımdan oluĢur:
Duodenum
Jejunum
Ġleum
Mukozada yüzeyi artırmaya yönelik (villus, mikrovillus) yapılar bulunur. Mikrovillus
üzerinde sindirim enzimleri bulunur.
100
FİZYOLOJİ
* Monosakkaridler ve amino asitler taĢıyıcı protein aracılığı ile barsak epitel hücresine alınır.
* Yağ asitleri ise difüzyonla bu hücrelere girer.
* Çoğu mineral iyonlar yine taĢıyıcı aracılığı ile taĢınırlar.
Su
Hem barsak hücrelerinden lümene salgılanır hem de ise ozmotik gradyan ile geri alınır.
Diyare !
KALIN BARSAK (Kolon)
BaĢlıca bölümleri;
Çekum (Appendiks), Asending kolon, Transvers kolon, Desending kolon, Sigmoid kolon,
Rektum
Sindirim ürünleri ileoçekal sfinkterden geçerek kalın barsağa girer.
Kalın barsakta emilim için gerekli mukoza fazla geliĢmemiĢtir.
BaĢlıca görevi gelen kimusun su ve elektrolitlerini absorbe ederek, sindirim artıklarısindirilemeyen materyal-bakterileri depolamak ve konsantre etmektir.
Defekasyon: Sigmoid kolondan rektuma giren materyal yarattığı geniĢlemeye bağlı olarak
bir refleks baĢlatır ancak, defekasyon gerçekte istemli gerçekleĢen bir olaydır. Rektumda
bulunan feçes anüsün iç ve dıĢ sfinkterlerinin açılması ile atılır.
101
FİZYOLOJİ
GASTROĠNTESTĠNAL FONKSĠYONUN KONTROLÜ
Sefalik Faz: Besinlerin tadı, görüntüsü, kokusu ve emosyonel faktörler (çiğneme, salya
salgılnması, yutma)
Gastrik Faz: Midede bulunan besinler (lokal refleksler)
Ġntestinal Faz: Barsaklar kimus varlığı ( pankreas ve safra sekresyonları, ince barsak
sekresyonu ve hareketleri, kolon hareketleri, defekasyon)
Sinirsel (Nöral) ve Hormonal mekanizmalar ile kontrol vardır.
NÖRAL KONTROL
Görüntü, koku, tad
N. VAGUS UYARILMASI
Kanalın gerilmesi
Osmolar ya da kimyasal uyarma
Sindirim ürünlerinin artmıĢ konsantrasyonu
REFLEKS
HORMONAL KONTROL
Gastrin
Kolesistokinin
Sekretin
Diğer hormonlar
Nöral kontrol iki yolla yapılır;
1) Ġntrensek innervasyon (lokal sinir sistemi)
2) Ekstrensek innervasyon (otonom sinir sistemi)
Lokal sinir sistemi iki sinir ağından (pleksus) oluĢur:
-Myenterik pleksus (Auerbach), kas aktivitesinden sorumludur.
-Submukozal pleksus (Meisner), sekresyondan sorumludur.
Otonom sistemin etkisi:
Parasempatik sistem genel olarak aktiviteyi artırır.
Sempatik sistem genel olarak aktiviteyi azaltır.
GĠS de temel olarak motilite ve sekresyon intrensek sistemin kontrolü altındadır. Ekstrensek
sistem bu etkiyi azaltır veya artırır.
102
FİZYOLOJİ
Hormonal düzenleme hem kas aktivitesi, hem de salgılama üzerine etklidir.
Gastrin hormunu; midedeki G hücrelerinden salgılanır. Mukoza geliĢimini uyarır, mide asidi
ve pepsin salgılanmasını uyarır, mide motilitesini artırır.
Kolesistokinin hormonu; endokrin hücreler, üst GĠS, distal ileum ve kolondan salgılanır.
Safra kesesinin kasılmasını artırır ve pankreasın enzim salgısını uyarır. Mide boĢalmasını
geciktirir, barsak motilitesini artırır.
Sekretin hormonu; Ġnce barsak S hücrelerinden salgılanır. Pankreas ve safra kesesinde
bikarbonat sekresyonunu uyarır. Mide asidi salgısını azaltır.
Gastrik inhibitör peptid (GIP), Vazoaktif Ġntestinal polipeptid (VIP), Motilin de etkili
hormonlardandır.
GASTROĠNTESTĠNAL KANALIN YAPISI
103
FİZYOLOJİ
SĠNĠR SĠSTEMĠ FĠZYOLOJĠSĠ
1- Sinir Sistemine giriĢ
2- Membran potansiyelleri
3- Sinir sisteminde bulunan hücreler
4- Sinir hücreleri arası haberleĢme: Sinaps
5- Sinir sisteminde bulunan yapılara iĢlevsel bakıĢ
6- Otonom sinir sistemi
7- Duysal sistemler
8- Hareketin kontrolü: Motor sistemler
9- Bilinç ve davranıĢ
1 - SĠNĠR SĠSTEMĠNE GĠRĠġ
Ġnsan vücudunda trilyonlarca hücre
Ġki kontrol sistemi:
o Endokrin sistem
o Sinir sistemi
Endokrin Sistem
Endokrin dokularda üretilen kimyasal habercilerin kan yolu ile diğer dokulara
taĢınması
YavaĢ etki
Örnek: Kan glikoz düzeyinin düzenlenmesi
Sinir Sistemi
Bedensel aktivitelerin hızlı kontrolü
Akıl, öğrenme, kızgınlık, sevgi...
104
FİZYOLOJİ
Sinir Sisteminin Yapısal Ayrımı
Santral (merkezi) sinir sistemi
Periferik (çevresel) sinir sistemi
Sinir Sisteminin ĠĢlevsel Ayrımı
Otonom sinir sistemi = HOMEOSTAZĠS =
o Sempatik kısım
o Parasempatik kısım
Somatik Sinir sistemi
o Duysal kısım
o Motor kısım
o Zihinsel iĢlevlerle ilgili kısım
105
FİZYOLOJİ
Sinir Sistemine ĠĢlevsel BakıĢ:
2 - MEMBRAN VE AKSĠYON POTANSĠYELLERĠ
Uyarılabilen Dokular:
Sinir dokusu
Kas dokusu
UYARILMA: Hücre içindeki elektriksel aktivitede meydana gelen değiĢiklik.
106
FİZYOLOJİ
Neden tüm iyonların dağılımı hücrenin içinde ve dıĢında eĢit değildir ve bazı iyonlar
hücre içinde, bazıları hücre dıĢında daha fazla miktarda bulunur ?
Membranın bir yanında pozitif yüklü iyonların daha fazla bulunması membranın
elektriksel yükünde nasıl bir değiĢikliğe yol açar
MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Bir Ġyonun Membrandan GeçiĢini Etkileyen Güçler
Konsantrasyon farkı (kimyasal gradyan)
Ortamdaki elektriksel yük (elektriksel gradyan
Ġyon
Na+
K+
Cl-
Konsantrasyon
H. Ġçi
H. DıĢı
15
150
9
150
5,5
125
Denge
Potansiyeli
(mV)
+ 60
- 90
- 70
Bir iyonun membranın diğer tarafına
geçiĢi bir süre sonra oluĢan karĢı elektriksel yük tarafından durdurulur. Bu duruma, o
iyon için NERST POTANSĠYELĠ denir. Bu potansiyel Nerst Denklemi ile hesaplanır.
Potasyum için vücut ısısında (37 C'de) Nerst Potansiyeli:
[K
EK (milivolt)= 61.5 log
[K
dış
iç
+
+
]
dış: iyonun hücre dışı konsantrasyonu
]
iç: iyonun hücre içi konsantrasyonu
Membran potansiyelinin herhangi bir andaki değeri, Na+, K+ ve Cl- iyonlarının dağılımı ile
membranın bu iyonlara karĢı geçirgenliğine bağlıdır. Bu iliĢki ise GOLDMAN DENKLEMĠ
ile hesaplanır.
V (milivolt)= 61.5 log
P:
PK·[K
dış
+
] + PNa·[Na
+
dış
+
] + PCl·[Cl
+
+ PCl·[Cl
PK·[Kbir
] +için
PNageçirgenliği
·[Na iç ]
membranın
iç iyon
-
]
dış
iç
-
]
Uyarılabilen Bir Hücrede Elektriksel Aktiviteyi Etkileyen Faktörler
Su ve diğer bazı "non-polar" (yükü olmayan) küçük moleküller doğrudan çift katlı
tabakadan difüze olarak geçebilirler. Ancak elektriksel aktiviteye katkıları yoktur.
Hücre membranı, hücre içi anyonların büyük kısmını oluĢturan proteinler ve diğer
organik anyonlar için geçirgen değildir.
Membran potansiyelini oluĢturan iyonlar ise membran proteinleri yardımıyla taĢınırlar.
 Ġyon Kanalları
 KolaylaĢtırılmıĢ difüzyon (taĢıyıcı membran proteinleri)
 Na-K pompası (aktif transport)
 Sekonder aktif transport
107
FİZYOLOJİ
Na+-K+ Pompası (Na+-K+ ATPaz)
TaĢıyıcı membran proteinlerinin bazıları ATP'yi ADP'ye hidrolize edebilen enzimatik
özellik gösterirler.
Ortaya çıkan enerji Na+ ve K+ iyonlarının aktif transportunda kullanılır
o Az yoğun ortamdan çok yoğun ortama taĢınma
o “YokuĢ yukarı” taĢınma
Na+ ve K+ pompası 3 Na iyonunu hücre içinden dıĢına taĢırken, 2 K iyonunu hücre
dıĢından içine taĢır.
Pompanın çalıĢması hücre içindeki pozitif yüklerin azalmasına neden olan bir sonuca
neden olur. Bu nedenle Na+ ve K+ pompasına ELEKTROJENĠK POMPA da denir.
Membran Potansiyelinin Ortaya ÇıkıĢı
Na, K ve Cl iyonlarının konsantrasyon farklarına bağlı olarak hücrenin içi ve dıĢı arasında
sürekli hareket etme eğilimi ve membran proteinlerinin iyonları taĢıması, membranın iki
tarafında eĢit olmayan sayıda pozitif ve negatif yüklü iyonların bulunmasına neden olur.
Bu farklı iyon dağılımı elektriksel olarak "nötr" olma durumunu bozar ve membrana
elektriksel bir yük getirir. Membranın bu Ģekilde elektriksel olarak yüklenmesine MEMBRAN
POTANSĠYELĠ adı verilir.
Vücudun tüm hücrelerinde oluĢan bu durum, sinir ve kas hücresi gibi "uyarılabilen
hücreler"de yeteri kadar güçlü olursa bir impulsun baĢlamasına neden olabilir.
o Aksiyon potansiyeli
ĠSTĠRAHAT MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokular uyarılmadıkları zaman (istirahat durumunda) hücre
içi ve dıĢındaki iyonların artık membran potansiyeli değiĢimine neden olmadıkları bir
denge durumuna gelirler. Bu denge durumuna istirahat membran potansiyeli adı verilir.
Ġstirahat Membran Potansiyelinin Ortaya Çıkmasına Etkili Faktörler
Hücre uyarılmadığı bir durumda:
Hücre membranının K+ ve Cl- iyonlarına geçirgenliği Na+ iyonlarına olan geçirgenliğinden
daha fazladır.
108
FİZYOLOJİ
Bu iyonların hareketi hücre içinde negatif yüklerin artmasına neden olur
K+ iyonları genellikle potasyum sızma kanalları adı verilen iyon kanallarından hücre
dıĢına "kaçarlar"
o Bu iyon hareketi hücre içinde negatif yüklerin artmasına neden olur
Na+ iyonları da hücre içine sızar ancak, bu hareketin hızı K+ ve Cl- iyonlarına göre daha
düĢüktür.
o Bu durumun net sonucu hücre içinde negatif yüklerin artmasıdır
Giren Na+ iyonlarının çoğunluğu Na+-K+ pompası ile hücre dıĢına geri çıkarılır.
o Bu pompanın aktivitesinin net sonucu hücre içinde negatif yüklerin artmasıdır
Tüm bu faktörlerin etkisi ile hücrenin iç kısmındaki elektriksel yük negatif bir değere ulaĢır.
Hücre içinin belli bir negatif değere ulaĢması ile, karĢıt yüklerin birbirini çekmesi; daha
fazla K+ iyonunun hücre dıĢına çıkmasına ve Cl iyonunun hücre içine girmesine engel
olur.
OluĢan bu denge durumuna ĠSTĠRAHAT MEMBRAN POTANSĠYELĠ denir ve hücre
uyarılıncaya kadar bu durum devam eder.
Ġstirahat membran potansiyelini oluĢturan baĢlıca iki güç K+ iyonlarının hücre dıĢına sızması
ve Na+-K+ pompasıdır. Diğer iyonların hareketleri ise bu iki güce yardımcı olur.
Ġstirahat membran potansiyeli kas hücresi için -90 mV, sinir hücresi için -70 mV
civarındadır.
AKSĠYON POTANSĠYELĠ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokularda,
hücrenin uyarılması ile sonuçlanan ani
elektriksel değiĢikliğe aksiyon potansiyeli adı
verilir.
Bir nöronun uyarılması, kendisine ulaĢan
bilginin sinir sistemi içinde bir baĢka
nörona ya da hedef organa iletilmesini
sağlar
Bir kas hücresinin uyarılması, gerekli
değiĢikliklerin oluĢması ile kasılma ile
sonuçlanır.
Aksiyon Potansiyelinin
OluĢumu
Aksiyon potansiyeli oluĢumunda en
önemli rol Na+ kanallarına aittir.
Genellikle Na+ kanallarına uygun bir
maddenin bağlanması ile açılan
kanallardan hücre içine Na+ girmeye
baĢlar (ligand kapılı Na+ kanalları).
Hücre içinde voltajın yükselmesi, "voltaj
kapılı Na+ kanalları"nın açılmaya
baĢlamasına neden olur.
Yeteri kadar Na iyonunun içeri girmesi,
EĢik değerin aĢılmasına neden olur ve
çok daha fazla sayıda voltaj kapılı Na+
kanalı aniden açılarak hücre içinde
patlama tarzında bir voltaj artıĢına neden
olur.
109
FİZYOLOJİ
Na+ kanallarının kapanması ve K+ kanallarının açılması ile hücre içine Na+ giriĢi sonlanır,
hücre dıĢına K+ çıkıĢı baĢlar.
Na+-K+ pompası ile hücre istirahat konumuna geri döner.
Aksiyon Potansiyeli
60
40
Voltaj (mV)
0
0
-20
Hiperpolarizasyon
20
Repolarizasyon
Depolarizasyon
+35
-40
-55
Eşik değer
-60
-100
Uyarı
-70
-80
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Süre (msan)
Hep veya hiç Kuralı
 Membran üzerinde belirli sayıda kanalın açılarak Na+ geçiĢini baĢlatması
diğer Na+ kanallarının da hızla açılarak hücre içinde hızlı bir elektropozitif
durum oluĢturur ve aksiyon potansiyeli oluĢur (EĢik değerin aĢılması: HEP)
 Membran üzerinde belirli sayıdan az Na+ kanalının açılması bu tetiklemeyi
gerçekleĢtirmez ve aksiyon potansiyeli oluĢmaz (EĢik değerin aĢılamaması:
HĠÇ)
Lokal anestetik maddeler voltaj kapılı Na kanallarını bloke ederek hücre
membranının sodyum iyonlarına karĢı geçirgenliğini azaltırlar
110
FİZYOLOJİ
Aksiyon Potansiyelinin Nöron Boyunca Ġletilmesi
Uyarılabilen bir hücrenin herhangi bir noktasında
baĢlayan aksiyon potansiyeli, kendine komĢu olan
bölgeleri de uyararak yayılır.
Aksiyon potansiyelinin yayılma hızı ısı, miyelin kılıf
varlığı ve aksonun çapına bağlıdır.
ÇeĢitli Tip Nöronlarda Ġleti Hızı
Ġsim
A
B
C
alfa (A )
beta (A )
gama (A )
delta (A )
Hız (m/saniye)
Miyelin kılıf
100
50
20
20
10
1
Var
Var
Var
Var
Var
Yok
Çap
( M)
15
10
5
4
2
1
3- SĠNĠR SĠSTEMĠNDE BULUNAN HÜCRELER
NÖRONLAR
Nöron: Sinir sisteminin temel iĢlevsel birimi (sinir hücresi)
Uyarıldıkları zaman elektrik sinyalleri üretirler
Kimyasal haberciler salgılayarak (nörotransmitter) diğer nöronlarla haberleĢirler
111
FİZYOLOJİ
Nöronlarda bilginin akıĢ yönü: Dendritten akson terminaline doğru
Miyelin kılıf
Aksona destek görevi sağlar
Akson boyunca elektriksel iletinin hızını arttırır
112
FİZYOLOJİ
Nöronların ĠĢlevlerine Göre Sınıflandırılması
Afferent nöronlar
o Çevreden aldıkları bilgiyi santral sinir sistemine doğru iletir
o Hücre gövdesi ve aksonun periferik kısmı periferik sinir sisteminde, sadece küçük
bir kısmı santral sinir sistemi içinde yer alır
o Dendritleri yoktur
Efferent nöronlar
o Santral sinir sisteminden kaynaklanan uyarıları çevredeki diğer bölgelerdeki
nöronlara, kaslara, salgı bezlerine vb. Ġletir
o Dendrtiler, hücre gövdesi ve aksonun küçük bir kısmı santral sinir sisteminde yer
alırken büyük kısmı periferik sinir sisteminde yer alır
Ara nöronlar
o Santral sinir sistemi içindeki nöronlar arasındaki bağlantıları oluĢturur
o Santral sinir sistemine gelen ve buradan çıkan sinyaller arasında entegrasyonu
sağlar
o Tüm nöronların büyük çoğunluğu bu gruptadır
Her bir nöronun membranı üzerinde iyonlar ve diğer maddelerin hareketini sağlayan,
membran potansiyelinde değiĢikliğe neden olabilen reseptörler bulunur.
Afferent nöronların periferik ucundaki reseptörler ise duysal sisteme aittir ve ısı, dokunma vb.
duysal uyaranlara yanıt verir.
GLĠA HÜCRELERĠ
Sinir sisteminde bulunan hücrelerin %90‟ı glia hücreleri
o Nöronlar çok daha fazla dallanma gösterdiklerinden nöronlar ve glia hücrelerinin
kapladıkları hacim yarı yarıya
Glia hücreleri genel olarak nöronlar için fiziksel ve metabolik destek sağlar
113
FİZYOLOJİ
4 Temel Tip Glia Hücresi ve ĠĢlevleri
Oligodendrositler (oligodendroglia)
o Nöronlar arasında yer alarak destek ve yalıtım görevi sağlar
Schwann hücresi
o Tüm nöronların aksonunda yer alır
o Miyelinli nöronlarda ise akson çevresinde katmanlar
oluĢturarak miyelin kılıfı meydana getirir
Astrosit
o Sinir sisteminde ekstrasellüler sıvının dengesinin
korunmasına yardımcı olur
o Ör: Ortamdaki nörotransmitterlerin uzaklaĢtırılması
o Nöronların oksijen gereksiniminin karĢılanması ve amonyak
gibi metabolizma ürünlerinin uzaklaĢtırılmasına yardımcı olur
o Nöron büyümesi ve göçü sırasında rehberlik görevi yapar
Mikroglia
o Sinir sisteminde immün (savunma) iĢlevi yapar
4 - SĠNĠR HÜCRELERĠ ARASINDA HABERLEġME: SĠNAPS
Sinir sistemindeki nöronlar arasında sayısız
bağlantılar
Sinir sisteminin herhangi bir “iĢlev” yapması: Bu
bağlantılar sayesinde nöronların haberleĢerek belirli
bölgelerin aktif hale gelmesi
Ġki nöron arasındaki kavĢak: SĠNAPS
Nörotransmitter ve nöropeptidler
Bir nöron tarafından üretilen ve nöronun aksonal ucundan (akson terminali) salgılanan
kimyasal maddeler
Nöropeptidler genellikle hücre gövdesinde (endoplazmik retikulum) üretilir
o Aksonal taĢınma ile terminal bölgesine iletilir
o Salgılandıktan sonra daha yavaĢ, daha karmaĢık ve daha geniĢ alana yayılan
etkiler oluĢturur
Nörotransmitterler genellikle akson trminalinde üretilir, veziküller içinde depolanır
o Salgılandıktan sonra aynı bölge içinde hızlı ve basit bir etki oluĢturur (Ör: diğer bir
nöronda bir iyon kanalının açılması)
114
FİZYOLOJİ
BaĢlıca Nörotransmitter Sistemleri
1- Asetilkolin (ACh)
2- Biyojenik aminler
Katekolaminler
o Dopamin (DA)
o Epinefrin (Adrenalin)
o Norepinefrin (Noradrenalin)
Serotonin
Histamin
3- Amino asit nörotransmtterler
Eksitatör (uyarıcı) amino asitler Ör: Glutamat
Ġnhibitör (baskılayıcı) amino asitler Ör: Gama
Amino Bütirik Asit (GABA)
4- Diğerleri
Gaz yapıda olanlar Ör: Nitrik oksit (NO)
Pürinler Ör: Adenozin ve ATP
Presinaptik-postsinaptik nöron
Presinaptik nöron
Aksiyon potansiyelinin akson terminaline ulaĢması sonucu
bu bölgede Ca2+ iyonlarına karĢı geçirgenlik artar
Akson terminaline Ca2+ giriĢi ile bölgedeki nörotransmitter
veziküllerini sinaptik aralığa doğru harekete geçiren bir
mekanizma baĢlar
Sinaptik aralığa nörotransmitter madde salgılanır
Postsinaptik nöron
Sinaptik aralığa serbestlenen nörotransmitter madde
postsinaptik nöron üzerinde kendine özgü membran
proteinine (reseptör) bağlanır
Bu reseptörler çoğunlukla iyon kanalı olarak iĢlev görür
Postsinaptik Potansiyeller
Eksitatör Post Sinaptik Potansiyel (EPSP)
o Na+ kanalları
Ġnhibitör Post Sinaptik Potansiyel (IPSP)
o K+ veya Cl- kanalları
Nörotransmitter Maddelerin Ortamdan
UzaklaĢtırılması
Presinaptik nörona geri alım
Sinaptik aralıkta kimyasal yıkım
115
FİZYOLOJİ
116
Santral sinir sistemine etkili ilaçlar nörotransmitter salınım ya da
geri alımı üzerinde etki yapar.
5 - SĠNĠR SĠSTEMĠNDE BULUNAN YAPILARA ĠġLEVSEL BAKIġ
Ġnsan beyninin dıĢarıdan görünen kısmı: Korteks
4 Lob
o Frontal
o Pariyetal
o Temporal
o Oksipital
Vertikal kesit
Korteks
Kortikal hücrelerin aksonları
Beynin derin bölgelerinde bulunan nukleuslar
FİZYOLOJİ
Santral sinir sistemi bölümleri
Korteks
Bazal Gangliyonlar
Hareketlerin baĢlatılmasından çok Ģiddet ve yönünün belirlenmesi
Bellek tarafından yönlendirilen hareketlerin (hareket kalıplarının) düzenlenmesi
Parkinson hastalığı
117
FİZYOLOJİ
Limbik Sistem
Öfke ve korku
Cinsel davranıĢ
Motivasyon
Koku ile iliĢkili davranıĢlar
Duygusal durumlara bağlı
otonom yanıtların baĢlatılması
o Kan basıncı ve solunum
Talamus
Tüm duysal uyaranların kortekse ulaĢmadan önceki kavĢak noktası
Hipotalamus
Nöroendokrin kontrol
Vücut ısısının düzenlenmesi
Beslenme
Cinsel davranıĢ
Defansif davranıĢ (korku ve nefret)
Vücut ritminin kontrolü (gece gündüz)
118
FİZYOLOJİ
Serebellum
Denge ve ayakta durmanın sağlanmasına katkı
Yetenek isteyen motor iĢlevler
KonuĢma iĢlevine katkı
Hareketlerin “ölçümü”
Beyin Sapı
Ayakta ve düz durma için gerekli reflekslere katkı
Kavrama refleksi ve pupil refleksi
Otonom ĠĢlevler
o Arter basıncı ve solunum kontrolü ile ilgili nukleuslar
Bazı beslenme refleksleri ve gastrointestinal kontrol
Retiküler aktive edici sistem
119
FİZYOLOJİ
Medulla spinalis
Periferik Sinirler
Duysal bilgi taĢıyan lifler
Motor bilgi taĢıyan lifler
Otonom bilgi taĢıyan lifler
POLĠOMĠYELĠT
120
FİZYOLOJİ
Kranial Sinirler (Kafa çiftleri)
Periferik
Sinirler
BaĢ boyun bölgesinde
Duysal bilgi taĢıyan lifler
Motor bilgi taĢıyan lifler
Otonom bilgi taĢıyan lifler
121
FİZYOLOJİ
7 – DUYSAL SĠSTEMLER
Reseptör
↓
Duysal sinir
↓
Santral sinir sistemi
Duysal Sistem Reseptörleri
Uyaran Enerjisi
IĢık
Ses
Basınç (dokunma)
Isı
Kimyasal (Tad)
Kimyasal (Koku)
Farklı etkenler (Ağrı)
Reseptör Tipi
Fotoreseptör
Mekanoreseptör
Mekanoreseptör
Termoreseptör
Kemoreseptör
Kemoreseptör
Mekanoreseptör
Termoreseptör
Kemoreseptör
122
FİZYOLOJİ
Duysal Reseptörlerin Uyarılması
Duysal uyaranın etkisi: Reseptör hücresinde membran potansiyeli değiĢikliği (Reseptör
potansiyeli) (=jeneratör potansiyel)
EĢik değerin aĢılması: Aksiyon potansiyeli
Reseptör Adaptasyonu
Bir duysal uyaran sabit Ģiddette sürekli olarak uygulandığında reseptörün ilk verdiği
yanıt kısmen ya da tamamen azalır
o Ör: Ġlk aĢamada hissedilen kokunun etkisini kaybetmesi
o Ör: Üzerimizdeki giysilerin bir süre sonra hissedilmemesi
Duyuların Sınıflandırılması
Detaylı Sınıflandırma
5 Temel duyu
o
o
o
o
Görme
ĠĢitme
Dokunma
Tad
o
Koku
Görsel sistem
ĠĢitsel sistem
Vestibüler sistem
Somatik duyular
Görme duyusu
ĠĢitme duyusu
Denge duyusu
Dokunma
Isı
Tad sistemi
Koku sistemi
KaĢıntı
Propriyosepsiyon
Ağrı
Tad duyusu
Koku duyusu
123
FİZYOLOJİ
Somatik Duyular
Dokunma duyusu deri ve deri altındaki farklı tipte reseptörler tarafından algılanır
Isı duyusu deride bulunan iki tür reseptör tarafından algılanır
o Sıcak reseptörleri
o Soğuk reseptörleri
Normalden Ģiddetli mekanik, termal ve kimyasal uyaranlar deride bulunan ağrı
reseptörlerini (nosiseptörler) uyarır ve ağrıya neden olur
Somatik duyular medulla spinalis aracılığıyla talamusa, buradan da duysal kortekse
ulaĢtırılır
o Duysal uyaranların oluĢturduğu sinir sinyalleri kortekste bilinçli bir ALGI‟ya dönüĢür
124
FİZYOLOJİ
Görme Duyusu
Retinada ıĢığa duyarlı fotoreseptörler: Koni ve basiller
o Koniler: Gündüz ve renkli görmeden sorumlu
o Basiller: Karanlıkta ıĢığın algılanmasından sorumlu
Retinada oluĢan sinir sinyalleri optik
sinir (nervus opticus) aracılığıyla
optik kiazmaya gelir
Burada sinir liflerinin bir kısmı
çaprazlaĢarak diğer tarafa geçer
Görsel sinyaller optik kiazmadan
çıktıktan sonra talamusta bir ön
değerlendirmeden geçer
Daha sonra oksipital lobdaki görme
korteksine ulaĢır
125
FİZYOLOJİ
Kırma Kusurları ve Düzeltilmesi
ĠĢitme Duyusu ve Denge
Ses dalgaları dıĢ kulak yolundan timpan zarına ulaĢır ve titreĢmesine neden olur
Bu titreĢim orta kulaktaki kemikçikler yardımıyla iç kulağa iletilir
TitreĢimler iç kulakta kohlea içindeki sıvıda bir dalgalanmaya neden olur
126
FİZYOLOJİ
Kohleadaki sıvının dalgalanması, kohlea içinde yer alan bir membranın üzerinde
yerleĢmiĢ olan CORTĠ organının titreĢmesine neden olur
Bu titreĢim sesin Ģiddet e frakansına bağlı olarak değiĢir
Corti üzerindeki tüy hücreleri (iĢitme reseptörleri) bu titreĢim ile uyarılırlar ve sinir
sinyalleri oluĢtururlar
Bu sinyaller N. Vestibulocochlaris aracılığıyla talamustan geçerek iĢitme korteksine
ulaĢtırılır
Denge Duyusu
Semisirküler kanallarda bulunan
hücreler baĢ ve gövdenin her türlü
dönme (rotasyon) hareketine yanıt
olarak uyarılar oluĢturur
Utrikulus ve sakkulusta bulunan
hücreler baĢ ve gövdenin doğrusal
(ileri-geri / aĢağı-yukarı)
haraketlerine yanıt olarak uyarılar
oluĢturur
Ġç kulaktan gelen bilgiler görsel
bilgiler ve vücudun çeĢitli
yerlerinden gelen bilgiler ile
birleĢtirilerek denge duyusu oluĢur
OluĢan bu denge duyusu ile
gerekirse dengenin devam
ettirilmesi için kaslara uyarılar gönderilir
127
FİZYOLOJİ
Koku Duyusu
Kimyasal yapıdaki koku molekülleri mukus içinde eriyerek burun boĢluğunun tavanında
bulunan reseptör hücreleri uyarır
Reseptör hücreler bu uyarıyı bulbus olfaktoryus‟a iletir
o Bulbus olfaktoryus koku duyusunun ön değerlendirmesini yapar
Buradan beyindeki bir çok bölgeye ulaĢan koku sinyalleri beslenme dıĢında duygu,
cinsel davranıĢ gibi süreçleri de etkiler
Tad Duyusu
Dil üzerinde bulunan reseptörler tarafından algılanır
Bu reseptörler genellikle tad tomurcukları adı verilen
kümeler halinde bulunur
Tad tomurcukları duyarlı oldukları tad tipine göre dil
üzerinde farklı yerleĢim gösterirler
4 temel tad tipi bulunur:
o EkĢi
o Tatlı
o Tuzlu
o Acı
8 – VÜCUT HAREKETLERĠNĠN KONTROLÜ:
MOTOR SĠSTEMLER
Hareket: Bir grup kasın koordinasyon içinde çalıĢması sonucu ortaya çıkar
Eklem, kemik gibi dokular da hareketin önemli parçalarındandır ancak, hareketin
yönlendirilmesi kaslar tarafından sağlanır
Kaslar ise motor sistemler tarafından kontrol edilir
128
FİZYOLOJİ
Motor Kontrolü Sağlayan Sinir Sistemi Bölümleri
Korteksin motor kontrol ile ilgili alanları
Bazal çekirdekler (gangliyonlar)
Serebellum (beyincik)
Medulla spinalisin (omurilik) ön boynuz hücreleri
Periferik (spinal) sinirler
Motor Korteks
Motor kortekste de, duysal kortekste olduğu gibi,
vücut haritalanmıĢ durumdadır
Duysal kortekse benzer Ģekilde, hareketlerin daha iyi
kontrol edilebildiği vücut bölgeleri daha büyük temsil
edilmektedir
Vücudun hangi bölümü ile ilgili bir hareket
planlanacak ise, korteksin o bölümünden uyarılar
baĢlar
129
FİZYOLOJİ
Bazal Gangliyonlar
Bir çok çekirdeğin bir araya gelmesi ile oluĢmuĢ bir grup
Hem kendi aralarında hem de korteksle sıkı iliĢki içinde
Bazal gangliyonların talamus ve diğer alanlar ile olan iliĢkileri, duysal uyaranların
iĢlenmesi ve düĢünce ile birleĢtirilmesi sonucu ortaya çıkan „istemli‟ motor cevapların
düzenlenmesini sağlar
Parkinson hastalığı, bazal
gangliyonlardan biri olan
substansia nigra adlı
nukleusda nörotransmitter
salgısında bozukluk
sonucunda ortaya çıkan bir
hastalıktır !
Bir Hareketin Meydana GeliĢi
Bir amaca yönelik hareket öncelikle
kortekste bulunan motor alanda planlanır
Bu planlama sırasında daha önceki
deneyimler, bellekteki bilgilerden de
yararlanılarak hareketin en uygun Ģekli için
bir komut oluĢur
Bazal gangliyonlar, serebellum ve beyin
sapında bulunan hücreler, oluĢan bu
komutun ince detaylarını iĢleyerek düzenler
Buradan medulla spinalise ulaĢan uyarılar
ön boynuzda yer alan ara nöronlardan
geçtikten sonra periferik sinirler tarafından
kaslara ulaĢtırılır
Ġstemli ve Ġstem DıĢı Hareketler
Ġstemli hareketler yukarıda anlatıldığı gibi,
kortekste planlanır, diğer motor kontrol bölgelerinde düzenlendikten sonra medulla
spinalis aracılığıyla kaslara iletilir
Ġstem dıĢı hareketler (refleks) ise medulla spinalis tarafından kontrol edilir
Refleks hareketin ortaya çıkmasını gerektirecek bir duysal uyaran medulla spinalise
ulaĢtığında, bu uyarı beyindeki motor bölgelere gönderilmeden, hızlı bir Ģekild medulla
spinalis ara nöronlarında düzenlenir ve motor bir yanıt olarak periferik sinir aracılığıyla
kaslara gönderilir
130
FİZYOLOJİ
Ancak, bu bölgede yukarıdan gelen bağlantıların bulunmasından dolayı, istem dıĢı
hareketler de gerekirse beyin ve diğer motor kontrol merkezlerince kontrol edilebilir
o Örneğin, kiĢinin elinin yanmasına rağmen sıcak çay bardağını elinde tutmaya
devam etmesi
Refleks Hareketin BileĢenleri
Nöroloji muayenesinde sıklıkla kullanılan bir yöntem, patella kemiğinin altındaki
tendona (bağ) bir çekiçle vurularak oluĢan refleks hareketin gözlenmesidir
Bu örnek üzerinde incelenecek olursa;
1. Tendonun gerilmesi sonucu üzerindeki duysal reseptör bu gerilmeye yanıt verir
2. OluĢan yanıt duysal sinir tarafından medulla spinalise ulaĢtırılır
3. OluĢacak yanıt medulla spinalis ara nöronlarında düzenlenir
4. Yanıt motor sinir tarafından iletilir
5. Yanıt bir organ (kas) tarafından ortaya çıkarılır
131
FİZYOLOJİ
Kas Tonusu ve Gerilme Refleksi
Kas içinde bulunan kas iğciklerinden kaynaklanan uyarıların oluĢturduğu ve istirahat halinde
bile kaslarda bulunan gerime KAS TONUSU denir.
Kas iğciklerinin ani gerilmesi sonucu ortaya çıkan refleks cevabına GERĠLME REFLEKSĠ
adı verilir.
Tendon Refleksleri
Klinikte sinir sisteminin fonksiyonlarını araĢtırmak için kullanılan TENDON REFLEKSLERĠ
de gerilme refleksleridir.
Patella refleksi
N. Femoralis
Medulla spinalis (L2, L3, L4)
N. Femoralis
Achilles Tendon Refleksi
N. Tibialis
Medulla spinalis (S1, S2)
N. Tibialis
132
FİZYOLOJİ
9 – BĠLĠNÇ, DAVRANIġ VE BĠLĠġSEL ĠġLEVLER
BĠLĠNÇ
Bir kiĢinin bilinç durumu iki Ģekilde belirlenebilir
o Komadan aĢırı dikkat haline kadar değiĢebilen tablo
o Beyin aktivitesinin elektriksel kaydı (elektroensefalogram = EEG)
Elektroensefalogram
Nöronların elektriksel aktivitesi kafa derisine yerleĢtirilen elektrotlar ile kaydedilebilir
Yapılan kayıt tek bir nörondan kaynaklanan aksiyon potansiyelleri değil, o bölgedeki tüm
nöronların toplam elektriksel aktivitesidir
o Bu aktivite tekrarlayan (ritmik) elektriksel dalgalar Ģeklinde ortaya çıkar
EEG aynı zamanda beyin kanaması, tümör gibi durumlarda belli bir bölgedeki nöronların
hasarını saptamak amacıyla veya epilepsi gibi hastalıklarda tanı amaçlı olarak
kullanılabilir
Uyanıklık Durumu
EEG uyanıklık durumunda çok değiĢkenlikler gösterebilmekle birlikte, sıklıkla iki genel
durum görülür
Uyku
Normal kiĢilerde uyku sırasında iki aĢama yaĢanır
o REM (Rapid Eye Movements = Hızlı göz hareketleri)
o NON-REM (Non-Rapid Eye Movements = Hızlı göz hareketleri yaĢanmayan aĢama)
133
FİZYOLOJİ


Derin uyku
4 AĢamadan oluĢur
Uyku-Uyanıklık
Uyanıklık: Beyin sapı (retiküler aktive edici sistem)
o Talamus ile beyin sapı arasındaki bağlantılar
Uyku uyanıklık ritminin belirlenmesi: Hipotalamus
Koma ve beyin ölümü
Koma: Beyin korteksi veya beyin sapının yaygın hasarı, bazı metabolik hastalıklar veya
bazı ilaçların aĢırı dozda alınması sonucu ortaya çıkabilen durum
o Ağrılı uyaranlara yanıt yok
o DavranıĢsal – biliĢsel aktivitelerin yokluğu
o Uyku-uyanıklık ritminin kaybolması
o Diğer
Beyin ölümü (komada görülen duruma ilave olarak)
o Pupillerin ıĢığa yanıt vermemesi
o Solunumun durması (dolaĢım bir süre daha devam edebilir)
o EEG‟de aktivite olmaması
o Diğer
134
FİZYOLOJİ
SĠNĠR SĠSTEMĠNĠN DAVRANIġSAL ĠġLEVLERĠ
Motivasyon (güdülü davranıĢlar)
Belli bir hedefi gerçekleĢtirmeye yönelik amaçlı hareketler
Birincil motivasyon davranıĢlar (içgüdüsel davranıĢlar)
YaĢamı sürdürmeye (homeostazisi korumaya) yönelik davranıĢlar
o Beslenme, su içme
Barınma, korunma, türün devamı (cinsellik, yavrunun korunması vb.)
Ġkincil motivasyon davranıĢlar
Hedef ile davranıĢ arasındaki iliĢki doğrudan değil
o Sıvı gereksinimini karĢılamak üzere değiĢik içecek çeĢitlerinden birinin seçilmesi
o Deneyimler (ödül ve ceza), duygular ve biliĢsel iĢlevler tarafından yönlendirilebilir
o Sosyal bir insanın davranıĢlarının büyük kısmı bu Ģekilde
Hipotalamus, limbik sistem, frontal korteks gibi bazı kortikal alanlar motivasyon
davranıĢlarının gerçekleĢtirilmesinden sorumludur
Duygular
KiĢi ile çevresi arasındaki iliĢkilerin dıĢa vuran davranıĢ Ģekli
o Sevgi
o Nefret
o Korku
o Kızgınlık
o Tedirginlik
o Mutluluk
Limbik sistem ve bir çok kortikal alan;
motivasyon davranıĢlarının
gerçekleĢtirilmesinden sorumlu baĢlıca alanlar
DavranıĢ ve Duyguları Etkileyen Sistemlerin
Hastalıkları
ġizofreni
o Duysal sistemden alınan bilgilerin doğru değerlendirilememesi (algılama bozukluğu)
o DavranıĢ ve duygularda normal dıĢılık
Duygudurum (mood) bozuklukları: Depresyonlar ve bipolar bozukluklar
o Duygudurum: Ġnsanın dıĢ dünyayı algılamasını etkileyen iç dünyası
o Duygudurum bozukluğu: AĢırı durgunluk ve keder (depresyon), veya aĢırı neĢeli
olma (mani) gibi durumlar
135
FİZYOLOJİ
BĠLĠġSEL ĠġLEVLER
(ÖĞRENME VE BELLEK)
Bilgilerin öğrenilmesi ve bunların kısa ve uzun süreli bellek Ģeklinde depolanması beynin
korteks ve hipokampus bölgelerini ilgilendiren karmaĢık süreçlerdir
Bellek bir kaç türde sınıflandırılabilir
Tekrarlar genellikle belleği pekiĢtirir ve bilgilerin kalıcı olmasını sağlar
Belleğin süreye göre sınıflandırılması
Belleğin türüne göre sınıflandırılması
Dekleratif bellek
o “Kim, ne, nerede, ne zaman” gibi soruların yanıtlarını sağlayan bellek türü
o Ġsimler, olaylar, mekan ve yerler, sınavlarda sorulan soruların yanıtları bu tür
bellekte depolanır
Non-dekleratif bellek
o Bir Ģeylerin nasıl yapıldığına dair bilgilerin depolandığı bellek
o Bisiklete binmek, müzik aleti çalmayı bilmek vb.
136
FİZYOLOJİ
KAS FĠZYOLOJĠSĠ
Ġnsan vücudunda üç tip kas vardır:
Ġskelet kası
Kalp Kası
Düz Kas
Vücudun yaklaĢık,%40‟ı çizgili kas,
%10‟u düz kas kastan
oluĢmaktadır.
Kas hücreleri kasılma
(kontraksiyon) yeteneğine sahiptir.
Sindirim kanalındaki düz kasların
kontraksiyonu besin maddelerini
karıĢtırıp ilerletirler; kalp kasının
kontraksiyonu kanın dolaĢım
sistemine gönderilmesini sağlar;
iskelet kaslarının kasılıp gevĢemesi
ise konuĢma, yazma, yürüme,
koĢma gibi istemli hareketlerin
yapılmasını sağlar.
Aktin ve Miyozin
Üç tip kas hücresinde de kontraksiyon iki proteinin etkileĢimi sonucunda olur. Bunlar,
AKTĠN ve MĠYOZĠN dir. Bu etkileĢim için hücre içinde kalsiyum (Ca+2) iyonuna
ihtiyaç vardır. Miyozin aynı zamanda kas kasılması sırasında gereken enerji kaynağı
“ATP“‟nin parçalanmasını sağlar.
137
FİZYOLOJİ
ĠSKELET KASI
Ġskelet kasları, kemik ve eklemlerle birlikte hareket etmemizi sağlamaktadır.
Mikroskop altında çizgili bir görüntü oluĢturduğu için çizgili kas adı da verilir.
Çizgili kas hücreleri diğerlerinden daha uzundur ve istemli kontrolumuz altındadır. Ġki
ucundan tendonlar ile kemiklere bağlanırlar.
Her bir çizgili kas hücresi (kas lifi) çok sayıda miyofibril içerir. Miyofibriller kasın
kasılmasını sağlayan yapılardır. Her bir miyofibril pek çok aktin ve miyozin proteininin
bir araya gelmesinden oluĢur. Aktin ve miyozinler yan yana ardıĢık bir düzen içinde
sıralanarak “çizgili” görüntüyü oluĢtururlar. Miyozinlerden meydana gelen koyu renkli
bant “A” bandı, aktinlerden meydana gelen açık renkli bant “I” bandı adını alır. Açık
renki “I” bandının ortasında koyu renkli bir “Z” çizgisi” bulunur. ArdıĢık iki “Z” çizgisin
arasında kalan bölgeye “sarkomer” adı verilir. Koyu renkli “A” bandının ortasında yine
koyu renkli “M” çizgisi bulunur. M çizgisi birbirine tutunmuĢ olan miyozin proteinlerinin
tam orta hattında tutunma bölgelerine denk gelir.
Bir Kas Lifinin Yapısı
Sarkolemma
Sarkoplazma
Sarkoplazmik retikulum
T Tüpleri
Miyofibril
Sarkomer
Bir kas lifinin yapısı
Kas lifinin hücre membranıdır.
Kas lifinin sitoplazmasıdır.
Kas lifinin endoplazmik retikulumudur (Büyüktür, kalsiyum
depolar).
Hücre membranının uzantısıdır, aksiyon potansiyelinin
hızlı yayılmasını sağlar.
Her kas lifi birkaç yüz/bin miyofibrilden oluĢur
(Miyofibrillerde de aktin ve miyozin proteinleri bulunur).
Ġki Z çizgisi arasında kalan ve bir A bandını içeren birim,
her miyofibril birçok sarkomerden oluĢur.
138
FİZYOLOJİ
Hareket sırasında beyin, sinirler ve kaslar karmaĢık bir biçimde çalıĢır.
o Beyin, duyu organlarından gelen bilgileri alır, değerlendirir ve tepki olarak
vücudun hareket edip etmeyeceğini belirler.
o Hareket gerekiyorsa sinirler aracılığıyla kaslara mesaj gönderilir, hareket
baĢlatılır.
Ġskelet kası lifleri kendilerine sinirler aracılığı ile bir uyarı gelmediği sürece
kasılmazlar. Ġskelet kasının kendi kendine, dıĢarıdan hiç bir uyarı olmadan
kasılabilme yeteneği yoktur.
Motor sinir (alfa-α-motor nöron) soması medulla spinalisin (omurilik) ön boynuz
bölgesinde yer alır. Onun aksonu medulla spinalisten çıkar ve iskelet kaslarına gider.
Motor sinirin iskelet kası ile yaptığı bağlantı noktasına sinir-kas kavĢağı
(nöromuskuler kavĢak) adı verilir. Burası bir çeĢit sinapstır.
Alfa motor nöronun aksonu iskelet kasına yaklaĢtığında pek çok dallanma yapar ve
her bir dal ayrı bir iskelet kası hücresi ile bağlantı kurar. Böylece bir motor
nörondaki aksiyon potansiyeli pek çok kas hücresinin kasılması ile sonuçlanır. Ancak
bir tane kas hücresi sadece bir motor nöron ile bağlantı kurar.
Sinir ile kas hücresinin birleĢim yerinde (sinaps) rol oynayan iletici madde
(nörotransmitter) Asetil kolin adı verilen bir maddedir. Alfa motor nöronda aksiyon
potansiyeli oluĢtuğunda motor nöronun akson terminalinden sinir-kas kavĢağına
asetilkolin salınır ve asetilkolin kas hücresinin membranı (sarkolemma) üzerindeki
“nikotinik” tipteki asetil kolin reseptörlerine bağlanır. Bu bağlanma kas
hücrelerinde aksiyon potansiyeli oluĢumuna neden olur. Kas hücrelerinde oluĢan
aksiyon potansiyeli ise kas hücresinin sarkoplazmik retikulumundan Ca+2 „un kas
hücresi sitoplazmasına salımına neden olur. Ca+2 kasta kontraksiyonu baĢlatır.
Kasılma (Kontraksiyonun) AĢamaları:
139
FİZYOLOJİ
Motor nöron kendisi ile bağlantı kuran diğer üst düzey nöronlar tarafından uyarılır.
Motor nöronda aksiyon potansiyeli oluĢur.
Motor nöron ucundan nörotransmiter Asetil kolin salınır.
Asetil kolin, kas lifi mebranındaki (sarkolemma) nikotinik asetilkolin reseptörlerine
bağlanır ve kas lifinde aksiyon potansiyeli oluĢur.
Bu aksiyon potansiyeli kas lifinin her yerine yayılır.
Hücre içindeki sarkoplazmik retikulumda bulunan Ca+2 depoları açılarak bol miktarda
kalsiyum hücre içine salınır.
Kalsiyum aktin proteini ile miyozin proteininin birbirlerine bağlanmasını sağlar. Bu
bağlanmanın gerçekleĢebilmesi için gereken enerji miyozinin ATP‟yi parçalamasıyla
elde edilir.
Aktin ve miyozinin birbiri üzerinde kayar. Mikroskop altında bunu “Z” çizgilerinin
birbirlerine doğru yaklaĢması ile izleyebilirsiniz. Böylece kas kasılması gerçekleĢmiĢ
olur.
Kalsiyum sarkoplazmik retikuluma geri pompalandığında aktin-miyozin birbirinden
ayrılır, kas gevĢer. Bu geri pompalama olayı da ATP‟den elde edilen enerjiyi gerektirir.
Kısaca kasın gevĢeyebilmesi için de ATP gereklidir. ATP‟nin tüketildiği aĢırı
egzersiz durumlarında iskalet kaslarında gevĢeme bozulur ve kas kramplarına
(ağrılı kontraksiyo) yol açan “rigor” geliĢir.
Kalsiyum ortamda kaldığı sürece alfa motor nöron kası uyarmasa bile kasılma
devam eder. Biz bu hastalık durumuna kontraktür diyoruz.
ÖZET: Kasın kasılabilmesi için hem Ca+2 hem de ATP‟ye gereksinim vardır.
Bir kas (örn. kuadriseps kası-üst bacağımızın ön yüzündeki büyük kas kitlesi) pek
çok kas hücresinden oluĢur ve bu pek çok kas hücresi de pek çok motor sinir
hücresinden oluĢan bir periferik sinir (nervus femoralis) ile bağlantı halindedir. Kasa
kendisine bağlantı yapan pek çok motor sinir hücrelerinden ulaĢan uyarının iki özelliği
bulunur:
1. Uyarının Ģiddeti
2. Uyarının frekansı
Uyarının Ģiddeti ve frekansı arttıkça kas kitlesinin kasılma gücü (gerimi) de
doğru orantılı olarak artar. Dolayısıyla örneğin ne derece ağır bir yük
kaldırıyorsak kaslarımız motor sinirleri tarafından o derece güçlü ve o
derece sık frekansta uyarılıyorlar demektir.
Ġskelet kasının aksiyon potansiyeli kalp kasınınkine oranla çok daha kısa
sürer. Kalp veya iskelet kasında bir aksiyon potansiyeli oluĢtuktan sonra,
ikinci bir aksiyon potansiyeli oluĢturabilmek için, ilk aksiyon potansiyelinin çok
büyük bir kısmının bitmiĢ olması gerekmektedir. Kaslarda bu döneme “absolü
refrakter dönem” adı verilir. Aksiyon potansiyelinin absolü refrakter
dönemi içinde olan kas hücrelerini yeni bir uyarı ile uyarmak mümkün
değildir! Ancak aksiyon potansiyelinin absolü refrakter dönemi bitince çok
daha kısa süren bir “rölatif refrakter” döneme girilir ki artık kas yeniden
uyarılabilir.
140
FİZYOLOJİ
Ġskelet kasında kasılmayı yaratan süreçler aksiyon potansiyeli baĢladıktan
sonra 2 milisaniyelik bir gecikme ile baĢlar. Absolü refrakter dönem biraz
kısadır ve aksiyon potansiyelinin önemli bir kısmında kas hücresi absolü
refrakter dönemden çıkar. Böylece zamanlama olarak aksiyon potansiyeli
iskelet kasında absolü refrakter dönemden çıktığında aynı aksiyon
potansiyelinin baĢlattığı mekanik süreçler kontraksiyon evresinin henüz
baĢlangıcındadır. Böylece aynı kas hücresi absolü refrakter dönem bitiminde
ikinci bir aksiyon potansiyeli ile uyarılırsa kas henüz ilk uyarıya cevap olan
kontraksiyona yeni baĢlamıĢtır. Böylece ikinci aksiyon potansiyelinin
kontraksiyon etkisi ilkinin kontraksiyon etkisi üzerine eklenir. Bu Ģekilde
yeterince sık frekansta uyarılan kas giderek gevĢememeye baĢlar. Eğer
uyarının frekansı daha da arttırılırsa kas hiç gevĢeyemez ve bu duruma
tetanus adı verilir. Tetanus iskelet kasının kasılma gücünü maksimuma
çıkarttığı durumdur. Günlük yaĢantımızda pek çok kere iskelet kaslarımızın
tetanus yapabilme özelliği sayesinde ağır bir yük taĢıyabiliriz.
Ġskelet kası kasılması için gereken enerjiyi esas olarak ATP‟den elde eder. Bir
de fosforilkreatin adı verilen ve kas içinde depo halinde bulunan bir madde
vardır ki bu da acil ihtiyaç durumunda hemen ATP sentezini sağlar. Dinlenim
durumunda ve hafif egzersiz sırasında yağların yıkım ürünü olan serbest yağ
asitlerini parçalayarak kasılması için gereken ATP ve fosforil kreatini
sentezler. Ancak ağır egzersiz sırasında bu ikisinin sentezi için yağ asidleri
yeterli değildir. Artık karbonhidratların parçalanması ve glikozun kullanımı söz
konusu olur. Glikoz aerob (oksijen gerektiren) veya anaerob (oksijen
gerektirmeyen) yol ile parçalanır. Vücutta yeterli oksijen olduğunda glikoz
aerob yolla parçalanır. Bu yol çok fazla miktarda ATP sağlar. Ancak oksijen
depoları tükendiğinde glikoz artık anaerob yol ile parçalanır ki bu yolun
sonunda hem çok daha az miktarda ATP sentezlenir hem de kasta laktik asid
adı verilen bir yan ürün oluĢmaya baĢlar. Laktik asit yüksek miktarlarda
vücuda zararlı olan bir maddedir.
Egzersiz sırasında kaslar kasılabilmek için daha çok ATP üretmek
zorundadırlar. Çok ATP elde etmenin yolu glikozun aerob yol ile
parçalanmasıdır. Dolayısıyla iskelet kaslarına daha çok oksijen gönderilmek
zorundadır. Böylece egzersiz sırasında otonom sistemin sempatik bölümünün
aktivitesi artar ve sempatik sinirlerin ulaĢtığı kalp daha hızlı ve güçlü
çalıĢmaya baĢlarken iskelet kasını besleyen damarlar duvarındaki düz kaslar
da gevĢer ve geniĢler. Böylece iskelet kasına kan yolu ile daha çok glikoz ve
daha çok oksijen ulaĢır. Egzersiz sırasında belirli bir süre bu durum korunur.
Ancak egzersiz fazla uzun veya ağır yapılırsa kasın daha da artan glikoz ve
oksijen ihtiyacı artık karĢılanamaz ve kas mecburen ya kendi içinde depo
edilmiĢ fosforilkreatini parçalayarak ya da glikozu anaerob yolla parçalayarak
ATP sentezlemeye çalıĢır. Ancak anaerob glikoz parçalanıĢının önemli yan
etkisi kas içinde oluĢan laktik asittir. Laktik asit bir süre sonra kana da çıkar.
Kanda artan laktik asitin vücut üzerinde pek çok zararlı etkileri oluĢur.
10 saniye süren bir 100 metre koĢusunda tüketilen enerjinin %85‟i; 10 dakika
süren birkaç kilometrelik bir koĢunun %20‟si ve 1 saat süren uzun mesafe
koĢusunun %5‟i anaerob glikoz parçalanıĢından elde edilir.
141
FİZYOLOJİ
Ġzometrik Kontraksiyon:
Kas kasılırken kasın gücü (gerimi) artarken kasın boyu sabit kalır. Burada eklemler
hareket etmez; böylece kasın boyu kısalamaz. Kasın iki tendon ucu birbirine yaklaĢmaz
(Bilek güreĢinde biseps kasının kasılması veya elimizin üzerinde ağır bir yük tutmak).
Ġzotonik Kontraksiyon:
Kasın kasılma gücü (gerimi) sabit kalırken, boyun kısalmasıdır. Burada eklemler hareket
eder ve böylece kasın her iki tendon ucu birbirine yaklaĢır ve kas kısalır (Yürürken bacak
kaslarının kasılması).
Hipertrofi:
Kasların egzersiz ile çalıĢtırılması kas lifinin (hücresinin) kalınlaĢmasına (hipertrofi)
neden olur.
Atrofi:
Çizgili kaslar motor nöron tarafından uyarıldığı için motor nöronlarda oluĢan sorunlar,
kasların yeterli derecede uyarılmamasına ve atrofiye neden olur. Uzun süre
kullanılmayan kaslarda da atrofi oluĢabilir.
Fizik tedavi yöntemleri ile atrofi geciktirilebilir.
Rigor Mortis: Ölüm Katılığı. Ölüm sonrası ATP depoları tükendiği için iskelet kaslarında
sertlik geliĢir.
142
FİZYOLOJİ
DÜZ KAS
Düz kas hücreleri küçük, mekik Ģekilli hücrelerdir. Hücre aralarında elektriksel uyarıların
yayılmasına izin verecek Ģekilde yarıklar (gevĢek bağlantı) vardır. Bu kas tipinde aktin ve
miyozin proteinleri düzensiz dağılmıĢtır.
Bulunduğu yerler:
Kan damarları
Sindirim kanalı, safra kesesi, safra kanalı
Uterus ve fallop tüpleri
Mesane ve üreterler
Solunum yolları
Düz Kasın Uyarılması
Düz kas hücresi kendiliğinden (spontan) aktif durumdadır. Kontraksiyon için dıĢ
uyarana gerek yoktur.
Kasılma ve gevĢeme düz kasın kendi iç mekanizmaları ile düzenlenir.
DıĢardan gelen uyarılar kasılmayı baĢlatmaz sadece kontraksiyon gücünü azaltır ve ya
artırır.
Spontan aktivasyon
Düz kas hücre membranı üzerindeki kanalllar kendiliğinden açılıp kapanarak aksiyon
poatnsiyeli oluĢturur.
Aksiyon potasiyeli sonucu hücre içine bol kalsiyum iyonu girer.
Kalsiyum önce Kalmodulin proteinine bağlanır.
Kalsiyum-kalmodulin kompleksi aktin ve miyozinin biribirine bağlanmasını sağlar,
kontraksiyon oluĢur.
Kalsiyum hücre dıĢına atılmaya baĢlar, kalmodulinden ayrıldığında aktin ve miyozin de
birbirinden ayrılır, gevĢeme (relaksasyon) meydana gelir.
Kontraksiyonu (kasılmayı) Etkileyen Faktörler:
Gerilme:
Gerilme düz kasın uyarılmasına yol açar (barsak içeriğinin artması, hareketi artırır).
143
FİZYOLOJİ
Sinirsel ve Hormonal Kontrol:
Asetil kolin;
Adrenalin;
Oksitosin;
Progesteron;
Kasılma
GevĢeme
Kasılma (uterus)
GevĢeme (uterus)
KALP KASI
Yapısal olarak çizgili kasa benzer, çalıĢma sistemi düz kas gibidir.
144
FİZYOLOJİ
Düz kaslardan farklı olarak iki tip hücre vardır:
o Atrium ve Ventrikülde bulunan kasılabilen (kontraktil) hücreler
o Uyarıyı oluĢturup, iletim yapan hücreler (Sinuatrial düğüm, atrioventriküler
düğüm, His demeti, Purkinje hücreleri)
Kalp kası düz kas gibi düzenli olarak kasılıp gevĢer, fakat uyarıyı oluĢturan, kasılabilen
hücreler değil iletim yapan hücrelerdir. Ayrıca;
o Kalp kası düz kastakinden daha çok sayıda mitokondri içerir, güçlü kasılma
için daha çok ATP gereklidir.
o Düz kastan daha yaygın sarkoplazmik retikulumu vardır; kalsiyum deposudur.
o Hücre membranı içeriye girinti yapar (T tüpleri), uyarılar hücrenin her yerine
hızla yayılabilir.
o Aksiyon potansiyeli plato (düzlük) oluĢturarak daha uzun sürer.
o Kalp kası hücreleri sinsityum oluĢturur (interkale disk adı verilen membran
yapılarıyla hücreler birbirinin devamı gibidir).
Kalp hücresi uyarıldığında hücrede yükselen kalsiyum aktin proteinini aktif hale getirir.
Aktin ile miyozinin birleĢtiğinde kalp kasılması meydana gelir.
Kalp Kasında Kasılmayı Etkileyen Faktörler
Gerilmenin Etkisi: Kalp kasının gerilmesi kontraksiyon gücünü artırır. (Starling Yasası)
Sinirsel ve Hormonal Kontrol
o Kalsiyum düzeyi yükseldiğinde kasılma artar.
o Asetilkolin
Kasılma
o Adrenalin, Noradrenalin
Kasılma
Ġlaçlar
o Hücre içi kalsiyum düzeyini değiĢtirerek etkili olurlar.
145
FİZYOLOJİ
KEMĠK / EKLEM FĠZYOLOJĠSĠ
EriĢkin bir insanın iskeletinde 206 tane kemik bulunur.
Kemikler kasların kasılmasıyla hareket eder.
Kemiklerin birleĢim yerinde eklemler bulunur. Eklem aralığında eklem sıvısı
(sinovyal sıvı) bulunur. Eklemlerin iltihabına artrit denir.
Kemik, kemik hücreleri, kan damarları ve sinirlerden oluĢan canlı bir yapıdır.
Kemik dokusu sert doku ve sünger dokudan oluĢur. Sert doku kalsiyum ve fosfat
mineralleri ile oluĢur.
Kemik hücrelerine osteosit denir.
Kemik yapımı hormonlar ile düzenlenir. Hormonal aktivitenin değiĢtiği durumlarda
(Örn; menapozda) kemik yapımı bozulur. Kemik erimesi (osteoporoz) ortaya
çıkabilir.
Kemiğin ortasında kan yapımından sorumlu kemik iliği bulunur.
Kemiğin Yapısı
Eklemin Yapısı
146
Download