güney müslümanlığı tamamdır "be careful" kuzey islamı atatürk gibi

advertisement
"OKEY"
GÜNEY MÜSLÜMANLIĞI
TAMAMDIR "BE CAREFUL" KUZEY
İSLAMI ATATÜRK GİBİ "İSYANCI"LAR
ÇIKARABİLİR
Ramazan K. Kurt / 2009-03-03 11:11:40
İstiklal Marşımızın şairi rahmetli Mehmet Akif şöyle sesleniyor:
"İstedim fikrini açmak; dedim: Artık uyanın!
Memleket mahvoluyor, din de beraber gidiyor;
Sizce Kur'an, "BAKINIZ SADE UZAKTAN MI DİYOR?"
"14.ve 15.yüzyıllarda Doğu Ortodoks Hıristiyanlığına karşı gerçekleştirilen Türk fetihlerine Batı
dünyasının sert cevabı, İslam dünyasına karşı gerçekleştirilen ve feci şekilde başarısızlıkla sonuçlanan
Haçlı Seferlerine yeni bir cephe açmak değil, okyanusu fethederek İslam dünyasını daire içinde
kuşatmaktı… Gerçekten Batı dünyası okyanusu fetih sayesinde, 16.yüzyılın sonundan önce
Müslümanların boynuna bir kement atmaya muvaffak olmuştur; fakat 19.asra kadar bu kemendi
sıkmaya cesaret edemediler. Müslümanların geçmişteki askeri gücü hakkında her iki taraf da devam
eden hatıralar Batılıları tedbirli, Müslümanları ise kendine güvenli yapmıştır. Müslümanların kendilerine
güvenlerini yavaş yavaş kıran tecrübe, Türklerin ve diğer Müslüman kuvvetlerin, Batı silahları ve
modern Batı tipi savaşın temel unsurları olan teknoloji ve bilgi ile donanmış düşmanlar tarafından
tekrar tekrar mağlubiyete uğratılması olmuştur." (Arnold J. Toynbee, Dünya, Batı ve İslam, s.26, Pınar
Yayınları, İstanbul 2002-Orijinal Basım "The West and the World, London 1952)
Meşhur İngiliz tarih ve siyaset bilimci Arnold J. Toynbee (1889-1970) "Güney Müslümanlığı"
olarak tanımladığı Suudi Arabistan-Kahire eksenindeki Müslümanlığın Batı Medeniyeti için bir
tehlike olmaktan çıktığına dikkat çektikten sonra "Kuzey Müslümanlığı" olarak tanımladığı
Buhara-Semerkand-İstanbul eksenindeki İslam anlayışının hala Batı için tehdit oluşturduğuna
dikkat çekiyor. Toynbee, Kuzey Müslümanlığının mutlaka "kontrol" altına alınması gerektiğine
vurgu yapıyor (Türkiye’de ve Yunanistan’da Batı meselesi, 1922).
"Kuzey Müslümanlığı" esas olarak Türk coğrafyasını kapsamaktadır. Buna biz Türk Müslümanlığı da
diyebiliriz.
Güney Müslümanlığının belli başlı karakteristiklerini şöyle sıralayabiliriz:
a- Selefiye, Mutezile ve Eşariyye adıyla anılan itikadi (akaide) İslam mezheplerine/akımlarına dayalı
metotları benimsemişlerdir. Vahabilik, Müslüman Kardeşler, Taliban, El Kaide ve Hamas günümüzde
bu itikadi mezhepleri kabul eden tanınmış radikal İslam anlayışının temsilcileridir.
b- Güney İslam coğrafyasındaki Müslümanlar uzun yıllar Batılı emperyal güçlerin esareti altında
yaşamışlardır.
c- "Güney İslam" anlayışının hâkim olduğu toplumlarda sevgili Peygamberimize bir kanaldan "KAN
BAĞI" illiyetine dayanan "seyid"lik büyük önem arz eder. Şeyhlik makamına dayalı İslami fetva ve
yorumlar/tefsirler alabildiğince yaygındır.
1
Hâlbuki Peygamberimizin amcası Ebu Talib gibi biridir. Peygamberimiz amcası ve hamisi Ebu Talib'e
ölüm döşeğinde: "Amca! Kelime-i şehadet getir, Allah yanında senin lehine bir delil olur" demesine
rağmen o bunu reddetmiştir.
İslam âlimlerine göre bu hususla ilgili olarak şu iki ayet nazil olmuştur:
"Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin ama Allah dilediğini doğru yola eriştirir."
(Kasas/ 56)
"Müşriklere mağfiret dilenemez. Yakın akrabaları dahi olsa, Peygamberin ve inananların ortak
koşanların affedilmelerini istemeleri uygun değildir." (Tevbe/113)
Maalesef "Güney Müslümanlığı"nın temel karakteristiklerinden biri de: ""Şüphesiz mescitler Allah'ındır,
öyleyse oralarda Allah'a yalvarırken başkasını katmayan (Cin /18) ayeti görmezlikten gelinerek,
"insanların bir şeyhe bağlanmadan hakikate erişemeyeceği" iddiası… gibi asılsız, dayanaksız ve küfre
götüren iddialarla İslam'a biat/israiliyat sokulmaktadır. Hâlbuki Allah'tan başka hidayet verici aramak,
Kur'an'dan başka mürşit peşine düşmek doğru değildir. Maalesef Eşari/Selefi kaynaklı böyle bir
Müslümanlık anlayışı, özellikle 1970'li yıllardan itibaren Türkiye'de de taraftar bulmuştur. "Ilımlı İslam",
"İbrahimi dinler", "İsevi Müslümanlık" ve "dinler veya medeniyetlerarası diyalog" bu yolda kullanılan
"Kuzey Müslümanlığını" zaptu rapt altına almaya yönelik siyasi operasyonlardır.
Mezhep, bir dinin alt kimliğidir. İnançla ilgili olanlarına itikadi mezhep, ibadet ve uygulamalarla ilgili,
yani şeriatla ilgili, ameli uygulama olanlarına fıkhi mezhepler adı verilir.
Mezheplerin ölçüleri ve kaynakları yazılı dini metinler ve akıldır.
Tarikatların gayesi ve esası "insan ruhunun terbiye ve irşad ile harici âlemden ahlakın (ilişkilerin)
kesilmesi bâtın âlemiyle ilişkinin teminidir." (M. Zeki Pekalın, Osmanlı Tarih Terimleri ve Terimler
Sözlüğü, III, s.403)
Tarikatların bilgi kaynakları keşf, ilham, müşahede ve sezgidir. Başlangıçta aşk ile Allah'a yaklaşma
gayreti görünümündeki tasavvuf akımı, sonraları farklı kılıflara sokulmuş, adeta alternatif bir din haline
getirilmek istendiği görülmüştür. Sonraları kurumlaşarak tarikatlaşmışlar, herkesin bir şeyhe
bağlanması gerektiği şartını getirmişler, "yaratılmışların varlığını, yaratıcının yansımasından başka bir
şey değildir" gibi tehlikeli, Kabalist çizgiye sürüklenmişlerdir.
Büyük Türk-İslam âlimi Maturidi'ye göre, "keşf ve ilham bilgi vasıtası olmaktan uzaktır" (Kitab üt Tevhid
Tercümesi, 9). "Maturidi'ye göre ilham ve sezgi (kalbe doğma) doğruluğu herkesçe kabul edilebilecek
bir bilgi sağlamaz. Onların sağladığı bilgi, kişisel ve rölatiftir. Onun için herkes kendisinin doğru
olduğunu ve kendisinin hakikati bildiğini iddia eder. Hâlbuki doğruluklarını gösterecek delilleri yoktur…"
(Hanifi Özcan, Maturidi'de Bilgi Problemi, s.128-131)
Maturidi'ye göre "keşf ve ilham"a dayalı bilgi vasıtalarını telakkiye esas kabul etmek birbirine
karşı en az iki ve hakikatte çok sayıda ayrı gruptan her birinin farklı görüşünü ortaya
koymaktadır. Ama ironik bir şekilde her birinin öbüründen farklı bir delili de yoktur. "Bu husus,
TOPLUMLARI YOK OLUŞA SÜRÜKLEYEN AYRILIK VE ZITLAŞMAYI BERTARAF EDEMEYEN
BİR KARGAŞA TÜRÜDÜR." (Maturidi, Kitab üt Tevhid, s.9, Çev. B. Topaloğlu, Ankara 2002)
Şunu da hemen belirtelim. Müslüman Türk dindarlığının başlangıçtaki en önemli karakteristiklerinden
biri tasavvufi Müslümanlıktır. Hoca Ahmet Yesevi (1103-1165) sonrasındaki "Yesevilik", kadın-erkek
ayırımı yapmayan bütün insanları kucaklayan tasavvufi bir akım ve tarikattır. Daha sonra ortaya çıkan
Hacı Bektaş Veli (1209-1271) ve Şahı Nakşibendî (1318-1389) hareketi de Yesevilikten doğmuştur.
Ancak günümüzdeki Nakşibendîlik hareketinin/tarikatının pek çok kolu mevcut olup, pek azı Şahı
Nakşibendî Hazretleri'nin orijinal Türk-İslam formundadır. Hacı Bektaşı Veli Hazretleri'nin bugünkü
takipçileri -kendisi Sünni Müslüman olmasına rağmen- Alevi Müslümanlardır.
Endülüs ve Osmanlı Türkiye'si ve hatta bugün Cumhuriyet Türkiye'sinde görüldüğü üzere… Müslüman
toplumların bunalım dönemlerinde hayata bağlanmayı, kendini dinleme (içe bakış) dünya nimetlerine
2
düşkün olmama, daha çok ibadet etme, veli diye birine bağlanma, uzlete çekilme… siyasi hesaplar,
ekonomik hesaplar olarak özetleyebileceğimiz… "bu psikolojik yönlenme ve bağlanmanın dini (kelami)
ve ilmi yönden yanlışları olabilmiştir. Tasavvufu ve tarikatçılığı günümüzde siyaset aracı, kazanç ve
itibar aracı, hatta behimi (hayvani) arzuları tatmin aracı olarak kullananlar görülmektedir. (Dr. Ahmet
Vehbi Ecer, Büyük Türk Âlimi Maturidi, s. 134, Yesevi Yayıncılık, Şubat 2007, İstanbul)
İslam dünyasında ehlisünnet denilen belli başlı dört itikadi mezhepten bahsedebiliriz: Selefiye,
Mutezile, Eşariye ve Maturidilik.
Günümüzde ise
a) Maturidilik (genel olarak Türk dünyası)
b) Selefi/Eşari (genel olarak Arap dünyası)
c) Şia (İran ve diğer Şii Müslümanlar) olmak üzere üç ana itikadi mezhepten bahsetmek mümkündür.
İsmail Hakkı İzmirli'nin "Yeni İlmi Kelam" (İstanbul 1339-I) adlı eserini sadeleştiren Dr. Ahmet Vehbi
Ecer'e göre Maturidilik ile Eşarilik/Eşariyye arasında 15 hususta ayrılık/farklılık söz konusudur. Bazı
din âlimleri farklılıkları 6,12 ve 73 olarak zikretmektedir.
Farklılığın en belirgini "aklı kullanma" ve "insan iradesi" hususunda.
Maturidi'ye göre "akıl insana verilmiş ilahi bir emanettir. İnsan kendi varlığının üstünlüğünü akıl
sayesinde anlar. İnsanın kusur işlemesi aklını kullanmayı terk etmesi sebebiyledir. Allah'ın
emirleri akıllıya hitap eder. Aklı olmayan kişiler ilahi emirlerin dışında kalır. (Maturidi, Kitab üt
Tevhid, 171-174)
Maturidi'nin Kitab üt Tevhid'inde zikrettiğine göre insan; a) fizyolojik bir yapı b) akla sahip kılınarak
yaratılmıştır.
Nitekim Kur'an'da "Siz aklınıza danışmaz mısınız?" mealinde 60 ayet yer almaktadır.
Günümüzde Selefi/Eşari çizgisini; Kur'an, hadis ve nakil şeklinde özetleyebiliriz. Buna karşılık
Maturidilik; Kur'an, hadis, akıl ve nakil şeklinde özetleyebiliriz.
Hicri III. Asırda ortaya çıkan Selefilik, Müslümanlığı peygamberimiz Hz. Muhammed zamanında
buldukları/varsaydıkları gibi devam ettirmek gayretinde olup akla başvurmazlar ve yorumu reddederler.
İşte İslam tarihinden ve günümüzden bazı öne çıkan Selefi akım temsilcileri:
· Ahmed b. Hanbel (Ö. 855)
· İbn Teymiyye (Ö. 1328)
· Muhammed b. Abdilvehab (Ö. 1792)-Vahabilik "Mezhebi"nin kurucusu
· Sidi Muhammed es Sunusi (1791-1859)
· Muhammed eş Şevkani (1758-1792)
· Hasan el Bennâ (1906-1949)-Müslüman Kardeşler'in kurucusu
· Seyyid Kutub (1906-1966)-Mısırlı
3
· Ebu'l-Alâ el-Mevdudi (1904-1979)-Pakistanlı olup New York doğumlu Yahudi-Hıristiyan-Müslüman
Margaret Marcus/Meryem Cemile'yi İslam dünyasının başına dolayan İngiliz istihbaratının adamıdır.
Yukarıdaki isimler günümüzde Müslümanların başına geçirilen "TERÖRİST" çuvalının bir numaralı
müsebbibi El-Kaide, Hizbullah, Cemaati İslami, Taliban ve benzerleri hareketlerin /örgütlerin fikir
kaynağını oluşturmaktadır.
Yukarıda zikrettiğimiz Selefi akımın temsilcilerinden Muhammed b. Abdilvehab İngiliz ajanıdır.
"Vahabilik 18. yüzyılda ortaya çıkmış, tarihi fonksiyonunu icra etmiş ve sona ermiş bir akım değildir.
Osmanlı devletine 1744 yılından sonra Muhammed b. Suud'un siyasi desteğiyle meseleler çıkartmış,
bu siyasi destek Osmanlı'nın dini bütünlüğünü bozmakla kalmamış 6 Temmuz 1517'den itibaren
başlayan ve 399 yıl 3 ay ve 24 günlük Türk hâkimiyetinde bulunan Hicaz bölgesinin 6 Temmuz
1916'da tamamen ayrılması, kopması sonucunu doğurmuştur. (Dr. Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vahabi
Hareketi ve Etkileri, s.2-3, Asam Yayınları, Ankara 2001)
Günümüzde "tevhid ve cihad" kavramlarını hareket noktası olarak seçen "siyasal İslamcı" hareketlerin
Vahabilikten güç aldığını söyleyebiliriz.
Türk tarihinde çok önemli hadiselere sebep olan Vahabilik, siyasal bir güç ve devlet olmaya da
yönelmiştir. Bugün de Türkiye, başlangıçta tamamen dini görünümünde olan ancak esasen dış
destekli siyasal hareketler olan "siyasal İslam" ve "ılımlı İslam" "RADİKAL" ve "ILIMLI" formatlı küresel
bir proje ile karşı karşıyadır.
"Yeni Dünya Düzeni" politikası gereği Kuzey Müslümanlığı veya daha açık ifadesiyle Türk
Müslümanlığı bir yandan Hanefi-ameli, Maturidi itikadi çizgisinden saptırılarak Selefi/Eşari-VahabiMüslüman Kardeşler çizgisine itilmeye çalışılıyor. (Bağnazlaştırma, bilimden ve akıldan uzaklaştırma,
İslam'ı siyasal bir meta haline getirme vs.) Bir yandan da Türk-İslam tasavvuf/tarikat anlayışı "rüyalar",
"kehanetler" ve Muhyiddin İbn Arabî'nin El-Futuhat el Mekkiye" eserine paralel doğrultuda Yahudi
mistisizmi Kabala, "adam kadmon/vahdeti vücut" anlayışıyla formatlanıyor.
Müminleri iknada kullanılan "rüyalar", Yahudi mistisizmi Kabala'da "kehanetin altmışta biri"
mertebesindedir. İslam dünyasının medarı iftiharlarından İmam Rabbani Hazretleri'ne göre, "rüya
çoluk çocuk işidir ve rüyalar ile amel olunmaz."
"Kuzey Müslümanlığı", Türk-Müslüman İslam âlimleri; İmam Hanefi (699-767), Buhari (810-869),
Maturidi(863-944), Farabi el Türki (870-950) Hoca Ahmet Yesevi (1103-1165), Hacı Bektaş Veli
(1209-1271), Şahı Nakşibendi (1318-1389) ve diğerlerinin Kur'an-hadis-akıl temeline dayanan
görüşleri, dolayısıyla değişen ve gelişen dünya şartlarına ayak uydurmuştur. Maturidilik İslam
dininin evrensellik özelliğine katkıda bulunurken Eşarilik için aynı şeyi söylemek mümkün
değildir.
Maturidi'nin en önemli eserlerinden olan "Kitab üt-Tevhid"i ilk kez yayımlayan İskenderiye
Üniversitesi felsefe profesörü Dr. Fethullah Huleyf yazdığı önsözde Hasan el-Eşari'nin (Ö. 935)
Maturidi'den (863-944) daha büyük İslam bilgini olduğu propagandalarına karşılık şu satırları
kaleme almış:
"Bununla beraber Maturidi ehlisünnet vel cemaate yardımcı olma hususunda Eşari'ye karşı bir
üstünlüğe sahiptir. Maturidi doğumundan itibaren ehlisünnette idi ölünceye kadar da
ehlisünnette kaldı. Oysaki Eşari, kırk yaşına kadar Mutezilelerin gölgesinde, bu mezhebin
müntesibiydi." (Ahmet Vehbi Ecer, Türk Din Bilgini Maturidi, s.15, Ankara 1978)
Editörlüğünü Prof. Sönmez Kutlu'nun yaptığı İmam Maturidi ve Maturidilik" (Ankara-2003) adlı kitapta
"Ebu Mansur el Maturidi ve Bilgi Kuramı" başlıklı makalesi bulunan Prof. Hüseyin Atay şunları yazıyor:
"Kelamda Maturidi; insan iradesine önem vermiş, insanın gerçek anlamda işinde,
düşüncesinde hür olarak sorumlu olması kuramını öğretmiştir. Kelam alimleri arasında
birinciler safında önder olan İmam Maturidi, incelenmeye ve öğrenilmeye en yaraşır olan
kelamcılardan biridir. İslam dünyası onu ihmal etmesiyle, kültürde, düşüncede ve bilimde
4
üreticiliğini yitirmiş ve muhtelif düşünceler yok sayıldığı için İslam dünyasında fikri
donuklaşma başlamıştır. Bu düşünce tebliği taklide, ezbere, tekrara götürmüştür. Türkiye ve
İslam dünyası bu taklidi, tekrarı, ezberi henüz aşamamıştır."
Maturidi'nin "insan iradesine" verdiği öneme karşılık, Eşari'ye göre Allah'ın kulları hakkında önceden
tayin ettiği değişmez kaderi mevcuttur. İnsanların kudret ve eylemini yaratan Allah'tır. Bu nedenle
insanlar eylemlerinde hür değildir. İnsanların iyilik ve kötülüğü, günah ve sevapları Allah tarafından
yaratılmıştır.
Aklı bir insanın sahip olacağı en yüce değer olarak benimseyen Farabi, yalnızca aklı değil onu vereni
de kutlu gören İslam dininin sağladığı yepyeni dünya ve insan algısının yarattığı şaşkınlığın etkisini
henüz atlatamamış coğrafyanın insanlarına Farabi, bir kez daha şaşırmalarına sebep olacak felsefeyi
tanıştırmıştır. Farabi için apaçık olan şey, her türlü yaratmanın iki kaynaktan geldiğidir: İLAHİ ve
İNSANİ. İlahi olan gönderilmişti ve Farabi'nin ellerinde duruyordu. İnsani olanı ise kendisinin ortaya
koyması gerekiyordu. Farabi Platon ve Aristotales'in ilahi kaynaklarının yetersiz olduğunu, farklı
olduğunu fark etmişti. O İslam'a uygun akılcı bir metafizik oluşturmayı başardı. Farabi İslam dünyasına
bir hususu net olarak göstermişti: Her mesele durumu gibi anlaşılırsa çözümü de içinde taşıyordu.
(Doç. Hüseyin Gazi Topdemir, Farabi-Doğu Bilgeliğinin Kapısı, s.9-10, Say Yayınları, İstanbul 2009)
Burada iki sorunun cevabını okuyucuya bırakarak soralım:
a- Hem İslam dünyasını hem de Batı'yı derinden etkilemiş bir Türk filozofu, bilgini ve müzik teorisyeni
olan Farabi, Arapça yazdığı halde neden İslam dünyasında görmezlikten getirilmeye çalışılmıştır?
Yetmediği yerde niçin onun Arap olduğu vurgusu yapılmıştır?
b- Türk İslam bilgini Maturidi, çağdaşları ve kendinden sonraki İslam bilginlerinin üstünde bir alim
olmasına rağmen niçin Müslüman Türklerden ve İslam dünyasından gizlenmeye çalışıldı ve hala da
çalışılıyor?
Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır'ı fethettikten sonra halifeliği uhdesine almanın yanında,
yaklaşık 2000 kadar Arap ve Yahudi dönmesi Müslüman, Eşari İslam ulemasını İstanbul'a
getirdi. Bu tarihe kadar Osmanlı-Türk medreselerindeki ulema sınıfı Semerkand-Buhara
ekolünün yani Toynbee'nin "Kuzey Müslümanlığı" olarak adlandırdığı ekolün temsilcisi Türk
âlimlerdi.
Eldeki bilgilere göre 1538'de yayımlanan bazı fetvalar ve fetvalara dayanan fermanlarda dinimiz
İslam'ın nasıl bir taassup belasıyla karşı karşıya kaldığını ve bunun Osmanlı Türkiye'sine ne şekilde
zarar verdiğini anlayabiliyoruz.
Mesela medreselerden bazı dersler "İslam'a zararlı" gerekçesiyle kaldırıldı. Pozitif bilimler arka plana
atıldı. "Travmatik fetvalar" hususunda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler Cahit Kayra'nın 1872
basımlı "Behçetül Fetavi" kitabına dayanarak yazdığı "Osmanlı'da Fetvalar ve Günlük Yaşam" adlı
kitaba başvurulabilir.
Şeyhülislamlık ve bağlı kurumlarına "hediye" adı altında rüşvet 1517'den sonra girdi. Mesela
"seyid" olduğu pek çok kaynakta zikredilen Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin "hediyelerle"
büyük bir servet sahibi olduğu yerli, yabancı pek çok kaynakta yer alıyor.
Optik bilimin babası sayılan Osmanlı-Müslüman Türk Takiyüddin'in (1521-1585) İstanbul Cihangir'deki
dünyanın en büyük rasathanesi, ne yazık ki 1580'de Şeyhülislamlık fetvası, padişah onayı ile devşirme
Kılıç Ali Paşa tarafından topa tutularak yok edildi.
Rasathanenin yok edilmesinin gerekçesi: Meleklerin bacaklarını gözetlemek!
Türk-İslam medreselerinde 1589'da "matematik okumak caiz mi?" tartışılıyordu.
Osmanlı Türkiye'sinde 1517'den sonra medreselerde olanlar yukarıdaki örneklerle de sınırlı kalmadı.
5
"Eski İstanbul'un ulema sınıfı içinde Türk olmayan unsurlara mensup zümrenin mühim bir yekûn teşkil
etmesi bu vaziyetin tekerrür ve devamında ihmal edilemeyecek bir amil sayılabilir." (İsmail Hami
Danişmend, Türklük Meseleleri, s.111)
Osmanlı uleması içindeki Eşari ve dönme-devşirme kliğinin Türkleri aşağılamasına, bazı tarikat
mahfillerinde ve medreselerde Türkleri Yecüc ve Mecüc gösteren kitapların okutulmasına ilk karşı
çıkan kişi zamanın en büyük İslam âlimlerinden olan Vani Mehmet Efendi'dir.
"Kitabı Mukaddes'in muhtelif yerlerinde bahsi geçen "Gog-Mogog" ismindeki şahıslarla Kur'an'da
Yecüc ve Mecüc isimleriyle zikredilen cemaatler hakkında Doğu'nun ve Batı'nın Yahudi, Hıristiyan ve
Müslüman membalarında (kaynaklarında) ne kadar efsane varsa Yahudilerle, Araplar bunların hepsini
Türk ırkına isnat etmişlerdir." (İsmail Hamdi Danşmend, Türklük Meseleleri, s.106)
Arap Müslümanlar 11. yüzyılda bilme Allah'a ısmarladık demişlerdi. Türklerde Alev Alatlı'nın ifadesiyle
1580'lerden itibaren bilime sırtını döndü.
O gün bugündür sürünüyoruz.
Osmanlı Türkiye'sinde 1512'den itibaren başlayan ve zamanla gelenekleşen, kurumlaşan şu üç
hususu tespit edebiliyoruz.
1- Osmanlı merkezi devlet yönetiminde siyasi ve ekonomik elitin yabancılaşması, Enderun kliğinin
gittikçe artan etkisi, medreselerde, tekkelerde ve tarikatlarda 1517'de Mısır'dan getirilen 2000 kadar
Eşari din ulemasının gittikçe artan etkileri ile dini elitin yabancılaşması, itikadi farklılaşma arasında
paralellik görünüyor. Sonuçta Osmanlı-Türk medreselerindeki Hanefi-Maturidi çizgisine bağlı İslami
bilimlere-pozitif bilimlere aynı ölçüde değer veren akılcı sistem zamanla çöküyor. Nihayet 1580'de
Takiyüddin'in rasathanesi "meleklerin bacaklarını gözetliyor" gerekçesi ile topa tutuluyor.
2- Ekonomik fakirleşme ile tarikatlar ve dini cemaatlere yönelme paralellik arz ediyor.
3- Tarikat ve dini cemaatler Kur'an'ın "Batıni tefsirine " yöneldikçe Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş
Veli Hazretlerinin "Allah Erenleri" çizgisinden uzaklaştılar. Bu gelişme milli bilinci köreltiyor ve İslam'ın
itikadi olarak algılanmasında toplumsal barışı bozan yeni hususların ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Nitekim devrinin en büyük İslam âlimlerinden olan Kuşadalı İbrahim Halveti'nin (1774-1846) şu üç tavrı
bugün için de oldukça manidardır:
1- Kuşadalı İbrahim Halveti Hazretleri tarikat merasimlerine itibar etmemiş, tâc, hırka, kemer gibi
görünüşe ait unsurlara değer vermemiştir. Daha önemlisi kimseye hilafet vermemiştir. Hayattayken
kimseye irşad izni vermemiştir. Çünkü ona göre irşad edebilmek, ancak Nebevi bir emir ve işaret
geldiği zaman mümkün olabilirdi.
2- 1825'li yıllarda tekke ve zaviyelerin içinde bulunduğu acınası durumu gören Kuşadalı İbrahim
Halveti Hazretleri bunların kapatılmasını istemiştir. Ona göre hilafet kimseye verilmez, hilafet
Muhammedi bir sır olup kimde eseri zuhur ederse hilafet sırrının hamili olur. (Atatürk'ü suçlayanların
kulakları çınlasın)
3- Bugünkü İstanbul-Aksaray'da bulunan ve 12 yıl ders verdiği dergâhı 1832'deki büyük bir İstanbul
yangınında kül oldu. Zamanın en büyük ilim adamı, tarihçi ve devlet adamlarından Ahmet Cevdet
Paşa -ki Kuşadalı'nın muhiblerindendir- ve devlet erkanı, dergahı yeniden yaptırmak istedilerse de
Kuşadalı İbrahim buna izin vermemiş olup tekke ve zaviyelerin devrini tamamladığı kanaatindedir.
Ünlü Endülüslü bilgin İbn Rüşd (1126-1198) Eşarilere ağır tenkitler yöneltmiştir.
Eşarilerin "Allah'ın rızası olmadığı şeyi yapması ve istemediği şeyi emretmesi olasıdır" sözlerine karşı,
böylesi bir inançtan Allah'a sığınmak gerektiğini söyleyen İbn Rüşd, bu türden bir inancı küfür
saymaktadır.
6
İbn Rüşd'e göre kötülüğün varlığı hayır yüzündendir ve bu durumda onun yaratılması Allah'ın
adaletinin bir sonucudur. İbn Rüşd'e göre felsefe öğrenmek dini bir mecburiyettir. İslam var olanlara
akılla bakmayı ve değerlendirmeyi zorunlu tutmaktadır.
İbn Rüşd, İslam dünyasında akılcı yaklaşımı benimseyenlerin önderlerindendir. Bu anlamda Maturidi
(863-944), Farabi (870-950), İbn Sina (980-1037) gibi Türk-İslam âlimlerinin takipçisidir.
Aşağıda örnek olarak verdiğim bazı Türk İslam âlimlerinin, bilim adamlarının yaşadığı devre dikkat
ediniz. Hepsinin ortak yanı Türk-İslam medreselerinde Semerkand-Buhara eksenindeki Maturidi
ekolünün hâkim olduğu dönemde yetişmiş olmasıdır.
Biruni (937-1048), astronomi, matematik ve coğrafya âlimi. Büyük bir doğrulukla enlem ve boylam
hesaplarını yaptı. 28 katı maddenin özgül ağırlıklarını bugünkü değerlerine yakın hesapladı.
Ve diğerlerinden bazıları; İbn Sina (980-1037), Cezeri (1136-1206), Uluğ Bey (1393-1449), Ali Kuşçu
(1403-1474) ve Takiyüddin (1521-1585).
Diyarbakırlı Artuklu Türkü Cezeri'nin "Kitab-el Hiyal" adlı eseri, bugün kullanılan 50 farklı "modern
alet"in plan ve işleyişini bünyesinde barındırıyor.
En eski nüshası, 1206 tarihli el yazması kopyası Topkapı Sarayı 3. Ahmet Kütüphanesi'nde 3472 kayıt
numarası ile Türkçeye çevrileceği günü bekliyor. Bu eser Almancaya ve 1974'te de İngilizceye çevrildi.
Günümüz "Batı gözlüklü" fizikçileri ve mekanikçileri regülatörü ilk olarak J.Watt'ın 1780'de keşfettiğini
söylerler. Hâlbuki Cezeri'nin Kitab-el Hiyal'inin 171. sayfasındaki çizimde bunun mucidinin Cezeri
olduğunu gösteriyor.
Cezeri, günümüzdeki "sibernetik" -insan müdahalesi olmadan kendi kendini idame ettirebilen
sistemleri inceleyen- bilimin babası sayılıyor. Keza bunu bilgisayar için de söyleyebiliriz.
İsmail Cezeri'nin Kitab-el Hiyal'de anlattığı su saatlerinden biri, Londra Bilim Müzesi'nde 1976'da
çizimlere uygun olarak yapılıp çalıştırıldı. Bundan kaç Türk'ün ve Müslüman'ın haberi var acaba?
Örnekler o kadar çok ki.
Bugün Türkiye ve İslam dünyasında iktidarın ve paranın sahibi/kontrolü, kendilerini "İslamcı" olarak
tanımlayan NEO-ENDERUN KLİĞİ olarak tanımlayabileceğimiz kesimlerin elinde. Ancak bunları Türk
milletinin /İslam âleminin hizmetinde, ilim irfan yolunda kullanacak "İslami alternatif" birikim ve
felsefeye sahip değiller. Üç sebepten değiller;
a- İslami çıkış noktaları Selefi/Eşari Müslüman Kardeşler zaviyesinden olduğu için AKLI pas geçiyorlar.
İslam felsefesinden bihaberler. Muhtemeldir ki pek çoğu Farabi'yi, Maturidi'yi okumadı.
b- Milli değiller, tarih şuurları zayıf. Müslüman gibi düşündüklerini zannediyor, Makyavel gibi yaşıyorlar.
c- Savundukları Selefi/Eşari formatlı İslami değerlerle yaşadıkları kapitalist tüketim kültürü arasındaki
çelişkiye cevap bulamıyorlar.
Arnold J. Toynbee "Herhangi bir medeniyet, herhangi bir hayat tarzı, bütün parçalarıyla birbirine bağlı
ve bölünmez bir bütündür" der.
Nasıl ki Osmanlı Türkiye'sinde "liberal-İslamcı" işbirliği İngilizci iken, bugün de "liberal-İslamcı"
işbirliğinin yaşandığı ABD'ci AB'ci politikalar hoyratça hayata geçiriliyor. Müslüman Türklerin hayatı
"Müslüman Kardeşler" modeli "İslami" esaslarla bağnazlaştırılmaya çalışılıyor. Öte yandan Türkiye
AB'ye kayıtsız şartsız monte edilmeye çalışılıyor. Yani minimum akıl, maksimum hezeyanların
kullanıldığı bir NEO-OSMANLI denemesi ile karşı karşıyayız.
7
Türkiye'nin Atatürk'ün ölümünden sonra ısrarla sokulmak istendiği "Batılılaşma modeli" ve BOP
bağlamında "Müslüman Kardeşler" ile "ılımlı İslam" arasındaki renklerde dayatılan İslami kimlikli
çözüm yolları gerçekçi değildir.
"Türk tarihinin geleceği için iki alternatif görünmektedir:
Bir, Türkler daha önce yaptıkları gibi -yazar Osmanlı Türkiye'sinin batılılaşma denemelerine atıfta
bulunuyor RKK- küçük dozajları alıp bedelini ödemeye devam edecekler.
İki, alternatif olarak Batı'nın kendilerini yok etmemesi için bütün içtenlikle kuvvet ve ruhlarını kullanarak
kendilerini koruyacaklar." (A.J. Toynbee, Dünya Batı ve İslam, s.30)
"Türk halkı Atatürk'ün ilham kaynağı altında ortak "batı meselesini" modern Batı'nın hayat tarzını
şüphe duymadan -Batı'nın milliyetçilik ve bütün değerlerini- adapte etmek sureti ile çözmeye
çalışmakla bütün İslam dünyası için büyük bir hizmette bulunmuştur. Arapça konuşan dünya,
Amerika'daki İspanya İmparatorluğu'nun dağıldığı gibi, maalesef 20 milli bağımsız devlete bölünerek
kusursuz bölümlerde Batı'nın gidişatına uygun hayatlarını bir şekilde sürdürüyorlar. Bu, Arapça
konuşan halkların acınacak bir şekilde aynen takip etmek istediği Batı'nın görünmeyen çirkin yüzüdür."
(A.J. Toynbee, a.g.e, s.33-34)
Ünlü tarihçi ve siyaset bilimci Toynbee'den bir alıntı daha yapalım.
"İslam dünyasında, mutaassıpların nazarında, Batı yoluna girmekle İslamiyet'e ihanet etmiş olan
Osmanlılara karşı Allah aşkına hücum etmek üzere çölden fırlayan Vahabilerin, Senusilerin, İdrisilerin,
Mehdicilerin ve diğer bağnaz mezheplerin bir reaksiyonuydu. Ne yeni ortaya çıkan teknolojiye
hükmetmek, ne de geleneksel hayat tarzının korunması konusunda gösterilen gayret, yabancı bir
medeniyetin saldırısına karşı verilen mücadelede son söz değildir." (A. J. Toynbee, a.g.e, s.79-80)
Avrupalılar ve Amerikalılar dünyanın pek çok yerini silah gücü ile fethettikten sonra dünya, bu fetihlerin
egemenleri ve tabileri tarafından Asyalılar, Güney Amerikalılar, Türkler, Araplar arasında ayırım
yapmaksızın bütün insanların ruhlarına hitap eden "yeni dinlerine" döndürmekle onları esir almış oldu.
Dünyanın "Batı medeniyeti" ile mücadelesi daha da sertleşerek devam edecek.
Batı medeniyeti, ilk kez Toynbee tarafından telaffuz edilen daha sonra yüksek sesle Bernard Lewis'in
dile getirdiği ve nihayet Samuel P. Huntington'ın teorik/stratejik temele oturttuğu "medeniyetler
çatışması"nda öncelikle İslam dünyası ve Konfiçyüsten Asya'yı hedef almış durumda.
Prof. Noah Feldman Amerika'nın ünlü Harvard Üniversitesi hocalarından biri. Yahudi asıllı Amerikalı
ve ABD'deki meşhur Dış İlişkiler Konseyi'nde (CFR) kıdemli analist olarak çalışıyor.
"Mısır'daki "Müslüman Kardeşler" çizgisindeki İslami hareketleri desteklediği bilinen Feldman'ın en
önemli özelliği de "ılımlı İslam" düşüncesinin baş mimarlarından biri olması. Irak Anayasası'nın
hazırlanma sürecinde danışman olarak çalışan Feldman anayasaya şeriat hükümlerini sokan Profesör
olarak da biliniyor. Feldman 2003'te yayımlanan "After Jihad" (Cihattan Sonra) adlı kitabında
Türkiye'nin ZORLAYICI BİR LAİK REJİMİ olduğunu ve Atatürk'ün getirdiği laik sistemi bir kenara
bırakıp "İslami renklerin daha belirgin olduğu bir yapıya bürünmenin daha iyi olacağını "iddia ediyor"
(İpek Yezdani, Milliyet Pazar, 14 Aralık 2008)
Bu Harvard profesörleri geri zekâlı olmadığına göre kötü niyetli. 2008 yılı içinde ölen "medeniyetler
çatışması" tezinin teorisyeni Samuel P. Huntington da Harvard'lı idi.
Prof. Noah Feldman. Feldman'a dikkat ediniz:
a- Feldman "Yeni Dünya Düzeni" ütopyasının siyasi operasyon merkezi CFR'de kıdemli analist.
b- Feldman İslam dünyasındaki -Mısır merkezli- en eski Selefi / Eşari çizgisindeki "radikal İslamcı"
"Müslüman kardeşler" hareketini destekliyor.
8
c- Feldman, İngiliz tarihçi ve siyaset bilimci Arnold J. Tonybee tarafından "Kuzey Müslümanlığı"
olarak amelde Hanefi, itikatta Maturidi Türk Müslümanlığına yönelik "Ilımlı İslam" projesinin de
baş mimarlarından. Ne yaman çelişki değil mi?
Feldman şöyle diyor: "Bana göre çoğulcu olmayan demokrasiler de olabilir, bu da mümkün. Ben
çoğulcu demokrasiyi tercih ederim tabii ama illa öyle olması gerekmez." Pes doğrusu.
1960'larda İsrail'e karşı Arap milliyetçiliğini ve Arap dindarları parçalamak için New York doğumlu
Yahudi, "Radikal İslamcı" Margaret Marcus / Meryem Cemile'yi tedavüle sürdüler.
Günümüzde BOP için "Reformist İslamcı" Amina Vedud adlı Amerikalı bir profesöre Anglikan
Kilisesinde ve Oxford Üniversitesi'nde kadın - erkek karma Cuma namazı kıldırıyorlar.
Prof. Feldman aynı anda hem Selefi / Eşari "Radikal İslamcı" Müslüman Kardeşler hareketini
destekliyor, hem de "Ilımlı İslam" projesini.
Hâsılı hiçbir ahlaki kural tanımayan vıcık vıcık Makyavelizm. İşlerine geldiği gibi her dalda oynuyorlar.
Toynbee yaklaşık yarım asır önce söylüyor: "Batı için Güney Müslümanlığı (Suudi Arabistan Kahire ekseni) tehlike olmaktan çıkmıştır. Ancak Kuzey Müslümanlığı (Semerkant - Buhara
İstanbul ekseni veya Türk Müslümanlığı) mutlaka kontrol altına alınmalıdır. Batı için her daim
tehlike oluşturabilir."
Neden?
Alev Alatlı'nın "Yeni Dünya Düzeni Tarikatı" adını verdiği BOP'un taşeronları hayalini kurdukları Yeni
Dünya Düzeni için ETNİK KİMLİK - DİN - BİLİM sacayağında yeni yeni projeler üretiyorlar.
Mesele ortada görünen etnik düşmanlıkları ortadan kaldırmak değil. "Seçkinler Oligarşi"sinin
kontrolü altındaki ABD-İsrail-İngiltere ekseninin tehdit olarak algıladığı milletlerin, milli
şuurlarının, milli tarihlerinin, milli kahramanlarının ve milli benliklerinin sorgulanması,
aşındırılması. Hedefteki ülkeleri "şehir devletlere", etnik alt kimliklere, inanç olarak daha fazla
tarikatlaşmaya, cemaatleşmeye itikadi ve mezhep farklılıklarını derinleştirmeye önem verilir.
Ortaya çıkışlarından 1800'lü yıllara kadar Yahudilikte 71, Hıristiyanlıkta 72, Müslümanlıkta 73 mezhep
ve tarikat varken, 1960'lı yıllara gelindiğinde, diğer dinlerde sayı aynı kalırken İslami mezheplerin ve
tarikatların şeyhleri ve halifeleri muhtelif kollar kurmak suretiyle İslam tarikatlarının sayısı 204'ü
bulmuştur. (Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi)
Günümüzde İslami cemaatlerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Üstelik Yeni Dünya Düzeni - BOP
ütopyası gereği Müslümanlar arasındaki bölünme daha da artıyor.
Bu noktada iki husus önemli:
1. Şii Müslüman - Sünni Müslüman ayırımını daha da derinleştirmek. Sünni İslam'ın Selefi / Eşari
ekolünü "Müslüman Kardeşler", "Taliban" ve "El Kaide" modeli ile "Radikal Müslüman", "İslamcı
Terörist" potasında dünya kamuoyuna medya vasıtaları ile sunarak, dünya kamuoyunda anti - İslam
bir blok oluşturmak. Öncelikle psikolojik blok, sonra siyasi - ekonomik blok ve nihayet askeri blok.
2. "Ilımlı İslam" / Dinlerarası Diyalog - İsevi Müslümanlık söylemleri ile -ki dünyanın muhtelif yerlerinde
yaklaşık 100 dolayında camiye "İsa Mesih / Hz. İsa" adı verilmiştir. İslam'ı "Muhammedsiz bir İslam"a
dönüştürerek, Kabala - Pagan formatlı "senkretik" Yahudilik ve Hıristiyanlığın "İbrahim'i dinler"
potasına sokmak.
Bu proje esas olarak Toynbee'nin "Kuzey Müslümanlığı" olarak tanımladığı Semarkant - Buhara
- İstanbul eksenindeki Hanefi- Maturidi ekolü içindir. Çünkü bu Müslümanlık tarihten günümüze
9
radikal -aşırı çizgiye çekilemediği gibi bilimle çok kolay haşır neşir olmakta, Müslümanlığın
kadınlara verdiği üstün ayrıcalıkları hayata geçirmekte başarılıdır, akılcıdır.
"Kuzey Müslümanlığı"nın bir özelliği daha var ki Batılıları en çok rahatsız eden hususlardan
birini oluşturmaktadır. Evet, Kuzey Müslümanlığı en olumsuz şartlarda Mustafa Kemal gibi
"isyancı" liderler çıkarabilmekte, imparatorluk geleneğine sahip olup ve Batı'nın emperyal
hesaplarına aynı şiddette cevap verebilmektedir.
"Hasta Adam" Osmanlının yerine Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk İstiklal Harbi'nin ana
motivasyonu Hanefi - Maturidi (Kuran -Hadis - Akıl) Türk Müslümanlığıdır. Lideri de Gazi
Mustafa Kemal Atatürk'tür.
2009 dünyasında, bir buçuk milyarlık İslam dünyasında Türkiye'den daha iyi bir konumda olan devlet
yoktur. Bugün dünyanın en fakir ülkelerinin 34 tanesi maalesef Müslüman ülkelerdir. Elbette bunun
sebebi Kur'an mesajı değildir. Kur'an'daki ışığı fark ettiğimizde neler olacağını anlamak için tarihe
bakmak yeterli değil mi?
Mustafa Kemal'in "milli, laik, üniter, sistem artı Müslüman Türk milleti eşittir Türkiye Cumhuriyeti", her
şeye rağmen milletleşmeyi tamamlamış, genç nüfusu başta olmak üzere yurttaşlarını büyük ölçüde
eğitimli hale getirmiştir. Türkiye bütün ekonomik, sosyal, siyasi problemlerine rağmen dünyanın 17.
büyük ekonomisine sahiptir. Ordusu dostlarına güven, düşmanlarına korku salan yeryüzünün ilk beş
ordusundan biridir.
2009 Türkiye'sinin öğretmenlerinin %52'si Türk kadınlarından oluşmaktadır. Türk kadınları her alanda
erkeklerle birlikte artık yerini almaktadır. Sadece ABD üniversitelerinde 4500 Türk akademisyen görev
yapmakta olup ayrıca ABD, Kanada, Avrupa başta olmak üzere 20 binden fazla Türk genci dünyanın
muhtelif yerlerinde lisansüstü eğitim görmekte, yabancı dil öğrenmektedir.
"Yeni Dünya Düzeni Tarikatı"nın oligarşik "seçilmişleri"nin BOP bağlamında özellikle "Suudi tarzı",
daha açıkçası "Güney Müslümanlığı"na itirazları yoktur. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed'in
bilmediğini bilen (!), İslami bilgileri "şeyh efendi"nin yorumuna muhtaç halde olan "dindar
Müslümanları" kontrol etmek çok kolaydır.
Mustafa Kemal adeta Kuran'ı bütün Müslüman Türklerin eline verdi. Tarihimizde ilk kez parasını
cebinden ödeyerek Elmalılı Hamdi Yazır Hoca'ya -14 yıl süren bir çalışmanın sonunda - Türkçe Kuran
tefsir ve meali hazırlattı. Hazırlanan tefsirin Hanefi ameli, Maturidi itikadı İslam anlayışında olmasının
ayrıca bir anlamı vardır.
Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı'nı aynı günde kurarak Türk milletine ve
dünyaya özel bir mesaj vermiştir.
Atatürk Elmalılı'nın Kuran tefsir ve mealini binlerce adet bastırarak Anadolu'ya dağıttırdı. Böyle bir
teşebbüs Müslüman Türklerin Kuran'daki İslam'ı birinci kaynaktan öğrenmesini sağlar ki,
emperyalistlerin hiç de hoşuna gitmez.
Rahmetli Atatürk attığı bu adımlarla Türk İslam âlimleri İmam Hanefi (699 - 767), Buhari (810 - 869),
İmam Maturidi (863 - 944), Hoca Ahmed Yesevi (1103 - 1165), Hacı Bektaş Veli ( 1209 - 1271) ve
diğer Türk - İslam âlimlerinin yolunu takip etmiş oluyordu. Böyle bir Müslümanlık hem ameli hem itikadi
olarak Selefi / Eşari "Güney Müslümanlığı"dan farklıdır.
Dinimiz İslam'da şehitlik mertebesi vatan içindir ve Atatürk'teki vatan sevgisi bırakınız Türk milletini
düşmanlarımız tarafından bile korkuyla karışık takdir edilir.
İşte BOP taşeronlarını, AB teslimiyetçilerini en çok korkutan burasıdır. Semarkant - Buhara - İstanbul
ekolünün İslam inanç yapısı Mustafa Kemal'de ifadesini bulan milli tarih şuuru ve vatan sevgisi ile
birleşirse, Arnold J. Toynbee haklı çıkabilir.
10
"Kuzey Müslümanlığı" hiç beklenmedik bir anda Mustafa Kemal gibi "İSYANCI" liderler
çıkarabilir. İşte Türkiye'nin iç ve dış düşmanlarının dizlerinin bağını çözen, "bu Türkler çok
olabilir" dedirten, "bunlar Türk dünyasını da, İslam dünyasını da toparlar" dedirten, şuur
altlarındaki korku budur.
Bu korku yüzündendir ki, "İnsan Mustafa" mavrası ile çakma bir belgesel "Mustafa",
"tarihimizle yüzleşmek" kepazeliği ile "Güz Sancısı", "Ermenilerden özür", "Kürtlerden devlet
özür dilesin" psikolojik operasyonları üst üste tedavüle sürülüyor.
Meşhur İngiliz casus Lawrence "Aklın Yedi Temel Direği"nde Arapları "çöl kumu kadar saf ve
temiz" olarak kurgularken, Türkleri "tiksindirici" olarak kurgulamıştır.
On altıncı yüzyılda Francis Bacon, Türkleri "acımasız insanlar" olarak anlatmıştır. Üç yüz yıl sonra
İngiltere Başbakanlarından Gladstone "Bulgaristan Vahşeti ve Doğu Meselesi"nde hemen hemen aynı
şeyleri söylemiştir. "Geçmişiyle kösteklenen modern Türkiye, Batı'da hala kökleri çok uzak
geçmişlerde görünmez olan korku ve nefretin yükünü taşımaktadır. Türk imgesi, kaybolup sürekli
olarak yeniden oluşuyor olsa da, derin köklerinden hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Avrupalıların
cinsellik ve şiddet korkuları Doğu'dan kaynaklanmaktadır." (Andrew Wheatcroft, Korkunç Türk, s.218225, Aykırı Yayıncılık, Eylül 2004 İstanbul)
Diğer taraftan Ehli Sünnet "Kuzey Müslümanlığı", Yeni Dünya Düzeni / BOP bağlamında dejenere
edilmek, kontrol altına alınmak isteniyor. Bu kapsamda ana hatları ile aşağıdaki hususları uyguluyor /
deniyorlar:
1. Kuran'daki hükümlere aykırı olarak bu dünyada İslam'dan başka hak ve makbul başka dinlerin de
olduğu söyleniyor.
2. Hz. Peygamber'i bilip de ona iman etmeyenlerin de cennete gideceği fısıldanıyor.
3. İslam'ın tevhid inancı ile Hıristiyanlığın testis inancı (Baba - Oğul - Kutsal Ruh) esasında aynıdır
deniliyor.
4. Ehli Sünnet Kuzey Müslümanlığı ile cemaat Müslümanlığı taban tabana zıttır. Kuzey İslam'ı cemaat
girdabına sokulmak isteniyor.
5. Günümüz Türkiye'sinin direksiyonunda oturan bir takım "İslamcı" politikacılar ve bürokratlar, "radikal
İslam" olarak tanımlanan Selefi / Eşari "Müslüman Kardeşler" ve benzeri fırkalarla gençlik yıllarında
beraberdiler. Bu beraberliğin siyasi ve dini tezahürleri Türkiye'ye ve mütedeyyin dindar Türk insanına
zarar veriyor.
6. Hanefi - Maturidi Ehli Sünnet Türk Müslümanlığa karşı ülkemizde ve Türk cumhuriyetlerinde çok
yoğun bir dini değişim / dönüşüm çok sinsi ve derinden yürütülüyor.
7. Ali İmran suresi 19. ayetteki "Allah katında din İslam'dır" Cuma hutbelerinde okunması yasaklanır /
okunmaması için müftü ve imamlara baskı yapılırken, diğer taraftan ÜÇ İBRAHİMİ DİN VARDIR ve
bunların üçünün de mensupları cennetliktir inancı yayılmaya çalışılıyor. Yani İslam'ın tek hak din
özelliğini kaldırıp, ona ortaklar getirmek.
8. Türkiye ve Türk dünyasında hâkim olan Ehli Sünnet "Kuzey Müslümanlığı" kültürü yerine;
a- Selefi / Eşari - Vahabi - Müslüman Kardeşler - Hamas
b- Dinlerarası diyalog - İbrahimi dinler - İsevi Müslümanlık
c- Yeni Dünya Düzeni/BOP'a uygun SENKRETİKLEŞTİRİLMİŞ MUHAMMEDSİZ BİR İSLAM
yaratılmaya çalışılıyor.
11
Gayeleri, DİN-FELSEFE-SİYASET üçgeninde kurguladıkları siyasi projelerine uygun olarak İslam'ı
Kabalist, Senkretik Tek Dünya Dini potasında dejenere etmek. İslam'ı miskinler dini haline getirirken,
İslami tarikat ve cemaatleri Kuran'ın zahiri emirlerinden uzaklaştırarak farklı Bâtıni tefsirlerle İslam'daki
anlayış ve itikadi birliği iyice parçalamaktır. Özellikle İslam'daki vatan ve şahadet kavramını
"SECCADEYİ SERDİĞİN HERYER VATANDIR" sapkınlığına dönüştürerek Türk- İslam
coğrafyasındaki vatan müdafaasının İslami temeli yıkılmak isteniyor.
Hatırlayınız! Macar Yahudisi ABD'li finans spekülatörü Soros destekli TESEV: "Şehitlik ve gazilik
kavramları kaldırılsın" demiyor mu?
Dikkat edilirse, bir taraftan "Âli'siz Alevi" yabancı servislerin kontrolündeki bir grup, "Diyanet İşleri
Başkanlığı lağvedilsin" diyor…
Diğer taraftan özellikle Suudi Arabistan ve Mısır merkezli Selefi / Eşari - Vahabi dini / siyasi
organizasyonlar kullanılarak Türk Müslümanlığını Hanefi - Maturidi çizgisinin dışına çıkararak kendi
meşreplerine uygun renklere büründürmek istiyorlar.
Ve DİKKAT! DİKKAT! DİKKAT! ...Bir takım "Siyasal İslamcı" politikacılar, yerli ve yabancı oryantalist
İlahiyatçılar, Atatürk'ün Genelkurmay Başkanlığı ile aynı gün kurduğu Hanefi - Maturidi Müslümanlık
temellere oturtulan Türk Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ele geçirmek istiyorlar. Bu hususta bana
anlatılanlar, hadisenin İslami ve siyasi boyutunun Türkiye'nin milli güvenliğini tehdit edecek boyuta
geldiğini gösteriyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın en büyük birimi "Dünya İnançlar Dairesi"dir. Pagan dinlerden itibaren Hz.
Musa'dan Hz. İsa'ya ve Hz. Peygamber'e kadar dine açıktan cephe alan hiçbir medeniyet bunda
muvaffak olamamıştır.
Roma İmparatorluğu Hz. İsa'nın ilahi tebliğini ezerken, Tarsuslu Yahudi Pavlus'a Roma'nın Pagan
değerlerine uygun Kabalist - Pagan bir Roma dini, Hıristiyanlık kurdurarak emperyal siyasi emelleri için
kullanmıştır. Tarihte dinin bugünkü anlamda siyasi emeller için kullanılması Roma İmparatorluğu ile
başlar. ABD'nin iddiası da "Yeni Roma" olduğu şeklinde.
Türk milleti için tarih tekerrür ediyor. "Sürü tersine dönerse, uyuz keçi öne düşer" diye bir atasözümüz
vardır. 1400 yıl önce zayıf düşen Türk boylarına karşı Çinliler "Rit Nizamı"nı uygulamaya koymuşlardı.
Rit Nizamı ile bugün ABD - İsrail - İngiltere ekseninin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) arasında siyasi
benzerlikler var. Birinci Göktürk İmparatorluğu yıkılmış, Türk boyları dağılmıştı. Çin dağılan Türk
boyları ile ayrı ayrı mücadele etmek yerine içlerinden en güçlüsünü diğer Türk boylarına karşı
kullanmak için siyasi, ekonomik, askeri baskı yapıyordu. Bugün de Türkiye'ye dayatılan BOP benzer
muhtevaya sahip.
Atalarımıza dair derin bilgilerimiz maalesef pek yok. Olanlar da Çin ve Rus kaynaklarında veya Avrupa
kaynaklarında.
Türk milliyetçiliği şuurlu projelerle "Ekzistansiyel Milliyetçilik" haline, yani büyük kitlenin derinliksiz,
sathi ve kaba milliyetçiliği haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Milli takımın galibiyetinde sokaklara
dökülen yüz binler ancak "Azınlık Vakıfları Kanunu", yabancılara satılan topraklar, bankalar… BOP eş
başkanlığı ve AB için verilen ölçüsüz tavizler karşısında kılı kıpırdamayan Büyük Kitle. AKP'nin ve
Batı'nın istediği de böyle bir "milliyetçilik".
Millet olma statüsünü oluşturan Türk kimliğinin hem milli hem dini ayağı saldırı altında ve bariz bir
şekilde kayma alametleri gösteriyor.
Cumhuriyet Türkiye'sinin "laik devlet sistemi" İslam'ı Müslüman Türkün vicdanına emanet etti. Ne var
ki 10 Kasım 1938'den bu yana İslam "ceberut laikçiler" ve "siyasal İslamcılar" tarafından her yönden
sömürülüyor. Bu sömürüde Yeni Dünya Düzeni Tarikatı'nın "laik" ve "dinci" kanatlarıyla karşılıklı
işbirliği söz konusu.
12
İslam'ı sömürme serüveninin bir de "Kürdi" tarafı var. Naci Kutlay, Beybûn Yayınları tarafından
yayımlanan "Türk Siyasal İslamcılığında Kürt Damarı" adlı eserinde çok önemli şeyler söylüyor.
Türk devletinin milli güvenliğinden sorumlu sivil/asker bütün herkes bu eseri okumalıdır. Aksi takdirde
günümüzde "İslamcı", "siyasal İslamcı", "ılımlı İslamcı", "İbrahimi dinler", "İsevi Müslümanlık" gibi
tanımlamaların arkasındaki asıl "yerli unsurların" dinimiz İslam üzerinden AZINLIK IRKÇILIĞI yapanlar
olduğunu göremez.
Naci Kutlay, siyasal İslamcılığın kökleri ve gelişmesinden, o çizgide yer almış Kürtlere ve Türklere
bakarken, incelemelerini tâ KÜRESELLEŞMEYE kadar dayıyor ve şu görüşü ileri sürüyor:
"İslamiyet'in tüm Müslümanları bir millet olarak görmesi, yaşam gerçeğine uymadı. İslamiyet'in
evrensel niteliği, millet ve milliyet meselesinde artık tarihteki biçimi doğru bulmuyor." (Naci Kutlay, Türk
Siyasal İslamcılığında Kürt Damarları, s.279, Baybûn Yayınları)
Yeni Dünya Düzeni / BOP için 14 Eylül 2008'de patlatılan finansal kriz ile yeni bir "zayıf ihtimaller"
üzerinden güçlü küresel şoklar denenecektir.
Türkiye öyle bir sürece sokuldu ki - bütün yüreğimle yanılmak isterim - ayrışmalar gittikçe
keskinleşecektir. Soğuk savaş döneminin sanal korkularla beslenen ortamı, bugünün yaşananlarını o
dönemde kurgulamış ve bugün de 50 yıl sonrasını tasarlıyorlar.
Türkiye'de soğuk savaş döneminde eğitimli, soldan ve sağdan (Sosyalistler ve Ülkücüler) gençler
birbiri ile kavga ettirilirken, çoğu zaman aynı silahla önce solcu gençler sonra Ülkücü gençler
katledilmiş, bu arada kendini "İslamcı" olarak tanımlayan "önce mücahit sonra mütahit sonra da
müsait" omurgasız sözde İslamcılar türetilmiştir. Bunlar sevgili Peygamberimizin daha peygamber
olmadan "Muhammedül Emin" halini nasıl yaşadığını bilmiyorlar desem değil, işlerine gelmiyor.
Aynı familyanın bir kısım mensupları Türk milliyetçiliğine "ırkçılık" yaftası ile saldırırken, devletimizin
kurucusu Mustafa Kemal'e "dinsiz" diyebilecek kadar gözleri dönmüşken, İstanbul'u fetheden Fatih
Sultan Mehmet kendi yazmış olduğu "Divan"ında şarap içtiğini yazacak kadar dürüst iken onun bu
eserini bugün yayınlayanlar Fatih'in satırlarına sansür uygulayacak kadar utanmazdırlar. Hâlbuki
sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed amcası Ebu Talib son nefesine kadar Müslümanlığı kabul
etmediği halde ona hoşgörü göstermiş, hayatı boyunca "hoşgörü" diye haykırmıştır.
Türk milliyetçiliğini "ırkçılık" sayanlar, Türkiye'de bilmem şu kadar etnik grup var diyerek, üstelik
mübarek dinimiz İslam'ın arkasına devekuşu misali saklanarak, etnik kimlikleri okşuyor "Amerikan
Turancılığı" (!) yapmaya kalkıyorlar. Üstelik küresel kapitalizme eklenmiş bir Müslümanlık anlayışını da
tezgâhlayarak.
Bizi biz yapan, toplumsal dinamiğimizi belirleyen üç kimlik unsurumuz mevcut:
a- Türk'üz, dedesinin kim ve nereden geldiğine takmayıp "Ne Mutlu Türküm diyene" sözü Türklük
kabulümüzün temelidir.
b- Müslüman'ız, Kuran - Hadis - Akıl İslami kimliğimizin temelidir.
c- Laik devletten yanayız, ne laiklik dinsizlik, ne dindarlık irticadır. Alevi'si, Sünni'si ile bütün
Müslümanlar ve diğer inanç sahipleri ibadetlerinde Türkiye Cumhuriyeti devleti nezdinde eşit ve
hürdür.
Yüce Yaradan'ın Kuran'daki ilk emri: "Oku! Allah'ın adıyla oku ya Muhammed"dir. Sevgili
peygamberimiz Hz. Muhammed "İlim kadın ve erkek her Müslüman'a farzdır" diyor. Cumhuriyet
Türkiye'sinin kurucusu Gazi Atatürk: "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" derken Kuran ve
peygamberimize gönderme yapıyor. Ve evet Kur'an'daki 60 ayet akıl ve önemine vurgu yapıyor.
Bakınız İslam'ın bilim ve akla verdiği önemi şu ilginç misal ne güzel anlatıyor:
13
İslam'a göre sokak köpeğinin avladığı et hayvanlarını yemek haramdır, yenmez. Fakat av köpeği
tarafından avlanan et helaldir ve yenir.
Neden?
Çünkü sokak köpeği eğitilmemiştir. Salya sümük avladığı hayvana dalar. Av köpeği eğitilmiştir. Onda
ilim vardır, aklı kullanma vardır. Av köpeği içi titrese de, avladığı hayvanı eğitim gördüğü için sahibine
teslim eder.
Milli şuursuzlukla hainlik arasındaki fark soğan zarı kadar incedir. CIA'nın yaptığı bir araştırmaya göre,
ülkelerine / vatanlarına ihanet eden ajanların yüzde 90'ı yaptığı işin ihanet olduğunun farkında bile
değillerdir.
Türkiye, hangi akla / merkeze hizmet ettiğini bilmeyen siyasetçi, bürokrat, işadamı, basın mensubu ve
maalesef bir kısım tarikat ve İslami cemaat eliyle bir müstemleke (sömürge) ülkesi ve Türk milleti de
müstemleke halkı haline gelmek üzeredir. Türk sanayisi çökmek üzeredir. Kendi kendine yeten
dünyadaki yedi ülkeden biri iken, Avrupa'da Rusya'dan sonra en büyük toprağa sahip ülke Türkiye,
tarım ve hayvancılıkta artık 75 milyon insanını besleyememektedir.
Günümüzde Türkiye'de bir husus var ki, tam anlamıyla felakete dönüşmek üzeredir. İki Mustafa,
sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ile devletimizin kurucusu Mustafa Kemal TEZ - ANTİ
TEZ haline getirilmek isteniyor. Batı'nın bu Hegelci politikasına Atilla İlhan'ın "Türkiye'nin yüzde 10
hain kontenjanı" dediği "İslamcı-liberal İkinci Cumhuriyetçi" milli şuursuzlar hizmette yarış ediyor.
Din adına Atatürk, Atatürk adına İslam düşmanlığı yapanlar aynı mahfillerin devşirme ve dönmeleridir.
Atatürk şöyle diyor: "Türk milleti dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek
istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Din lüzumlu bir
müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Biz ne Bolşevik ne de komünistiz, ne
biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız... Hangi şey akla,
mantığa, halkın menfaatine uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim
dinimiz aklın mantığın tetabük ettiği bir din olmasaydı ekmel olmazdı; son din olmazdı."
Milli mücadeleden zaferle çıkılmasıyla birlikte Atatürk iki şey yaptı:
a) Göktürklerden sonra tarihimizde ilk kez Türk ve Türkiye adıyla bağımsız bir devlet kurdu.
b) Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Kuran'ın Türkçe tercüme ve tefsiriyle alakalı yoğun bir çalışma başlattı.
Bizzat rahmetli Atatürk'ün emriyle yapılan çalışmalar sonucunda Cumhuriyetin ilk 15 yılında bu alanda
yayınlanan eser sayısı dokuz. Bunlardan birisi Mehmet Vehbi Efendi'nin hazırladığı "Hüsatü'l Beyan".
Bir diğeri ise Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır tarafından hazırlanan "Hak Dini Kuran Dili" adlı
tefsirlerdir.
Atatürk'ün namazda sure ve duaların Türkçe okunmasını istediğine dair iddiaların gerçekle
hiçbir alakası yoktur.
Atatürk Kuran'ın Türkçe tercüme ve tefsirinin yapılmasının zaruretini şu sözleriyle izah eder:
"Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur'an Türkçe olmalıdır. Türk Kur'an'ın
arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor; içinde neler var bilmiyor ve bilmeden
inanıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın."
Amerika'da ve Kanada'da din adamları çok yüksek düzeyli eğitimden geçiriliyor. Artı ömür boyu
kendilerini geliştirici eğitimlerini de sürdürüyorlar. Mesela Hollanda'da lisans düzeyinde İlahiyatçı
olabilmek için tamamlanması gereken eğitim YEDİ yıl. Bu süreçte Latince, İbranice ve Yunanca
öğretiliyor.
14
Türkiye'de kaliteli din adamı yetiştirilmemektedir. Eğitim yılı ve kalitesi son derece düşüktür.
Camilerimizde görevli binlerce din görevlisi zamanları bol olduğu halde kendilerini geliştirmek için
gerekli gayreti göstermemektedirler. Ayrıca din görevlilerinin özlük haklarının mutlaka düzeltilmeye
ihtiyacı vardır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 26 ilde 2506 kişiye uyguladığı anket sonucuna
göre, genç cemaat, cami personelini yetersiz buluyor.
Hâsılı Atatürk'ün hedefi bid'at ve hurafelerden arınmış bir şekilde, Türk milletini Türkleştirmek,
İslamlaştırmak ve muasırlaştırmaktı.
Hz. Peygamber her doğan çocuğun hak ve hakikatle doğruları kabule müsait bir kabiliyetle
yaratıldığına işaret eder.
15
Download