hicret - İslami Davet

advertisement
FERT’TEN CEMÂÂT’E, CEMÂÂT’TEN
DEVLET’E GEÇİŞİN İLK ADIMI
HİCRET
H. HAKVERDİ
Emvac Yayınları: 3
ISBN:
978-605-63099-3-9
Dizgi ve İç Düzen
Emvac Yayınları
Kapak Tasarım
Emvac Yayınları
Baskı ve Cilt
Özcanlar Matbaacılık
Sertifika No:26511
Yeni Matbaacılar Sit. Dizgi Cd. No:17
Karatay / KONYA
0332 342 26 01
Mart 2013
FERT’TEN CEMÂÂT’E, CEMÂÂT’TEN
DEVLET’E GEÇİŞİN İLK ADIMI
HİCRET
© Emvac Yayınları
Her hakkı mahfuzdur.
İÇİNDEKİLER
YAYINCIDAN............................................................................... VII
BİRİNCİ BÖLÜM
HİCRET .........................................................................................1
İKİNCİ BÖLÜM
HİCRET’İN GAYE VE HEDEFİ VE TAHAKKUKU İÇİN ŞERAİT’İN
TEKEVVÜNÜ ................................................................................39
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
RESÛLÜLLAH SALLÂLLAHU ALEYHİ VE ÂLİHİ VE SELLEM’İN
MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ ..................................................71
Allah’ın Yüce Resûlü Medine Yolunda ................................81
Resûlûllah Efendimizin Kuba’da İlk İşi: Mescid
Yapmak! .............................................................................95
Muhacirlerle-Ensâr arasında kardeşlik akdi ve
Yahudilerle yapılan anlaşma;...........................................102
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HİCRET-İ SENİYYE”NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE ONDAN
ALINACAK DERSLER, ÖĞÜTLER VE İBRETLER ..............................107
Siyer-i Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem’in
çok önemli bir bölümü ve merhalesi olan “Hicret-i
Seniyye”nin düşündürdükleri ve ondan alınacak
dersler, öğütler ve ibretler .................................................109
YAYINCIDAN
BİSMİHİ TEÂLÂ
Sonsuz hamd-ü sena Âlemlerin Rabbi olan Allah’a
hadsiz salât ve selam O’nun Resulünün Ehl-i Beytinin
Eshabının ve tarih boyunca Öz Muhammedî İslâm çizgisinde
yürüyenlerin üzerine olsun
Değerli okuyucu;
12 Eylül 1980 - 28 Şubat 1997 tarihleri arası Türkiye’de İslâmî camia arasında yaşanan toplumsal itikadî-fikrî
sarsıntılar döneminde (1990 yılı başlarında) H. Hakverdi tarafından dört bölüm halinde yazılmış bulunan HİCRET yazısının ancak birinci bölümü, kısa süreli bir yayın hayatı olan
DAVET dergisinin Temmuz 1990 sayısında yayınlanabilmiş
olup, yazının tamamını bu kitapçıkta toplayarak, İslamî camia için faydalı olabileceği ümidiyle yayınlamış bulunuyor,
yüce Rabbimizin tevfik ve inayetini niyaz ediyoruz.
EMVAC
BİRİNCİ BÖLÜM
HİCRET
Yeryüzünde Allah’ın nizâmının kurulmasını, onun zıddı
olan tüm beşeri ve tâğûtî düzenlerin ve ideolojilerin yıkılmasını esâs alan ve bütün peygamberlerin ortak davasını oluşturan İslâm İnkılâbı’nın tahakkuku; ancak hicret olayı ile
mümkün olmaktadır. Zirâ batıllardan hakka, yanlışlardan
doğruya, zulümattan nura, zulümlerden adâlete, eğriliklerden
istikâmete, kesretten vahdete, şirkten tevhide, küfürden
ikrâra ve tasdike, dalâletten hidâyete, isyandan itaate, tuğyandan ibadete, şekâvetten saadete, vahşetten ünsiyete ve
ülfete, sukuttan teâliye, inhitâttan terâkkiye, izmihlâlden kurtuluşa, fenâ ve zevâlden bekâya, felâketten huzura ve sükûna, inkârdan imana, dar’ül-harbden dar’ül-emana ve İslâm’a, mevtten hayata, maraz ve illetten sıhhat ve selâmete,
geçiş, kalb oluş, tahavvül ve intikal ediş, âmeliyesine; yani,
İslâm İnkılâbı’nın gerçekleşmesi esnasındaki bu geçiş-oluşediş istihâlelerinin tümüne “Hicret” denir.
Evet; he-ce-re sözcüklerinden meydana gelen hicret,
lügât olarak; “Bir insanın, başkalarından (istemediği, râzı ve
memnun olmadığı kişi ve şeylerden) gerek bedenen, gerek
lisânen, gerekse kalben müfârakat edip ayrılması” (ElMüfredât: 782) anlamlarına gelmektedir. Sultan-ı Enbiya Hazret-i Muhammed Mustafa Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimiz, bir mübarek hadis-i şeriflerinde; “Müslüman, dilinden ve elinden (diğer) Müslümanların selamette bulunduğu
kimsedir. Muhâcir ise, Allah’u Teâlâ’nın nehyettiklerinden ay-
4
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
rılan (hicret eden) kimsedir.”1 diye buyurarak, “Hicret” olayının tüm boyutlarını kuşatıcı ve açıklayıcı bir zemine oturtmuşlardır. Bu nokta-i nazardan konuya baktığımız ve derinliğine
indiğimiz zaman, “Hicret”in anlamı ve kapsamı daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Bilindiği gibi, insanları yoktan var eden Allah-u Teâlâ; insanlara uymaları için bir kısım kanunlar ve hükümler
vaz etmiş, bunların dışında kalan ve zıddı olan her türlü hüküm, örf, adet, kanun ve prensiplerden kaçınılmasını (hicret
edilmesini) emretmiştir. İşte bu İlâhî hükümlere zıd olan her
nevi düşünce ve hareketlere nehiyler (yasaklar) denir ki,
bunların tümü münker (şer’ân kabul edilmeyen, red olunmuş) şeylerdir. Allah’ın nizamı olan İslâm; insanlar arasında
İlâhî bir inkılâb (tahâvvülât) gerçekleştirmek, nehyolunmuş
münkerâttan emrolunmuş olan ma’rûfâta (şerân câiz ve iyi
görülen şeylere) insanları îsâl etmek, hicret ettirip geçiş yaptırmak suretiyle yaşanan din ve hayat nizamı olmak için Allah-u Teâlâ tarafından vaz olunup gönderilmiş “İlâhî Kanunlar-Hükümler Mecmuâsı”dır. Bu İlâhî nizama; ferd, aile
ve toplum olarak, insanoğlu uymakla mükelleftir. Bu mükellefiyet muvâcehesinde, kişi; ferd olarak Allah’ın rızâsı dairesinde bulunmaya çalışmalı; münkerattan, yani Allah’ın
nehiylerinden kaçınıp maruflara, yani Allah’ın emirlerine
yapışmalı ve müşâhhâs-mücessem bir İslâm hâline gelmelidir. İşte nehiylerden kişinin bu kaçışı ve itââte geçişi hicrettir. Kezâ, aile olarak da, toplum olarak da, aynı tür (Allah’ın
1
Z.Buhari: 16; Tecrid-i Sârih:1/29; Ebu Davud: 3/406; Neseî:7/20; Cami'usSağir: 2/15; Taberâni'den, Muhtar'ul-Ehâdis'in-Nebevîyye: 26 (Hadis no:
211); Ez-Zevâcir: 1/22; Darimî: K.Salat:135; A.İbn-i Hanbel: 2/160,191,
193, 195, 224, 391; 3/412; 4/114, 385.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
5
nehiylerinden) kaçış ve (emirlerini yaşamaya) geçiş, yine
hicretdir.
Hicret’in de üç şekli vardır:
1) Bedenî, cismânî hicret,
2) Lisânî, kavlî hicret,
3) Kalbî, fikrî hicret…
Bunların da her birinin üç türlü tââlluku var:
a) Ferdî, zâtî ve şahsî,
b) Ehlî, ailevî,
c) Siyâsî ve içtimâî…
Bunların ise, topyekün ikişer yönü ve cephesi vardır:
A) Enfüsi, derûnî ve dâhili (sübjektif).
B) Afâkî, zahirî ve haricî (objektif)…
Kur’an-ı Kerim’de ve yüce Resûl’ün (asm) hâdislerinde, bunların hepsiyle alâkalı ya doğrudan veya dolaylı olarak ayrı
ayrı ve pek çok beyânlar, ibareler ve ifadeler vardır. Ki, hepsini inceden inceye ele almanın ve izâh etmenin, bu yazı ile
mümkün olmayacağı izahtan varestedir. Yalnız, bütün hicret
türlerini kapsayacak şekilde, bir kısım genel temâs ve
işâretlerde bulunmakla iktifa edeceğiz, inşallah…
Evvelâ; İslâm’ın hükümlerine muhatab olan insan, ferdî olarak O’nun mücessem bir timsâli olmalı, buna engel
olacak olan her türlü münkerleri, yani İlâhî nehiyleri terk
(hicret) etmelidir. Terk edilmesi lâzım gelen İlâhî nehiylerin
en başında şirk ve küfür gelmektedir. “…Bana hiçbir şeyi şirk
6
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
koşma…”2; “…Allah’a şirk koşma! Çünkü Allah’a şirk koşmak, çok büyük bir zulümdür.”3; “Allah’a ibâdet edin ve
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın!...”4; “De ki: Geliniz, size
Rabbiniz neleri haram (nehy) etmiştir, okuyayım: O’na hiçbir
şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik edin, fakirlik yüzünden çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızıklarını biz veririz. Zinâ gibi kötülüklerin açığına da, gizlisine de
yanaşmayın. Allah’ın muhterem kıldığı nefsi (canı) haksız yere öldürmeyin. İşte bu yasakları Allah size tavsiye etti, olur ki
düşünür ve akıl erdirirsiniz.”5; “…Ben yalnız Allah’a ibadet
etmekle ve O’na ortak koşmamakla emrolundum; ancak
O’na davet ederim ve dönüp varışım da ancak O’nadır.”6;
“De ki: ben, ancak Rabbime ibâdet ederim ve O’na hiçbir
şeyi ortak koşmam.”7; İlââhir…
“Öyle ise, siz beni (itaatle, ibadetle) anın (ki), ben de
sizi (sevab ile mağfiret ile) anayım ve bana şükredin; küfredip nankörlük etmeyin.”8; “Ey iman edenler! Allah’a, O’nun
peygamberine ve gerek o peygamberine ayet ayet indirdiği
kitaba (Kur’an’a), gerek daha evvel indirdiği kitab(lar)a iman
(da sebât) edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kâfir olursa o, muhakkak ki (sırat-ı müstakimden) uzak bir sapıklıkla sapıp gitmiştir.”9; “…Muhakkak ki cehennem, kâfirleri kuşatacak2
3
4
5
6
7
8
9
Hac(22): 26
Lokman(31): 13
Nisa(4): 36
En'âm(6): 151; Yaklaşık, A'raf(7): 33
Ra'd(13): 36
Cin(72): 20; Yaklaşık, Kehf(18): 38, 42
Bakara(2): 152
Nisâ(4): 136
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
7
tır.”10; “…Kâfirlere ve münâfıklara itaat etme…”11;
“…Muhakkak ki Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.”12; “…” “Başlarına gelecek şiddetli bir azâp’tan dolayı,
vay kâfirlerin hâline!”13 gibi ayetlerle, “…En büyük günâh, seni
yaratmış olduğu halde Allah’a şirk koşmandır…”14 benzeri sayısız hadisler, şirk ve küfrün en büyük günâh olduğunu bildirmekte, bu münkerâtın her nevinden şiddetle nehyetmektedir.
“…Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin… Nefislerinizi (kendinizi) öldürmeyin!...”15; “…Fakirlik yüzünden
çocuklarınızı öldürmeyin… Fuhşun (zinanın) gizlisine de,
açığına da yanaşmayın. Allah’ın haram kıldığı nefsi (insanı)
öldürmeyin…”16; “…İçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili
taşlar, fal okları ancak şeytanın amellerinden birer pisliktir…”17; “…Lâşe, yere akıtılan kan, gerek domuz eti, gerek
Allah’tan başkasının adına boğazlanmış olanlar (haramdır)…”18; “…Allah-u Teâlâ alış verişi helâl, ribâyı (fâizi) ise
haram kıldı…”19; “…Ölçeği ve tartıyı noksan yapmayın… Ey
kavmim! Ölçekte ve tartıda adaleti yerine getirin. İnsanların
mallarını eksiltmeyin (haklarını yemeyin) ve yeryüzünde
fesâtlık çıkararak fenâlık yapmayın.”20; “…Sonra duâ ve
niyâz edelim de Allah’ın lâ’netini yalancıların üzerine okuya10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Ankebut(29): 54
Ahzab(33): 1
Nahl(16): 107
İbrahim(14): 2
Müslim(A.Davudoğlu Tercümesi): 1/364; Büluğ'ül-Merâm(S. Yolları): 4/349.
Nisa(4): 29
En'am(6):151
Mâide(5): 90
En'am(6): 145
Bakara(2): 275
Hud(11): 84-85
8
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
lım.”21; “…Allah, hiç şüphesiz münâfıkların yalancılar olduğuna şehâdet eder.”22; “…Acıklı bir günün azâbından vay o
zulmedenlerin hâline!”23; “…Allah, kendini beğenen ve böbürlenen kimseyi sevmez. …Cimrilik (buhl) yapan… Nankörlere hor ve hâkir edici bir azap hazırlamışızdır.”24; “Ey
iman edenler! Zannın birçoğundan sakın; çünkü zannın bir
kısmı günâhtır. (Müslümanların kusurlarını, ayıplarını) araştırmayın; bir kısmınız bir kısmınızı “gıybet” etmeyin…”25;
ilââhir, gibi yüzlerce ayetler de şirk ve küfrün dışında ve aşağısında kalan “Günâhlardan ve haramlardan şiddetle
nehyetmektedir.” Ki; “…Muhâcir, Allah’ın nehyettiklerinden
kaçınıp ayrılan (hicret eden) kimsedir.”26 Hadis-i şerifi
muktezâsında, mezkûr “istenmeyen, arzu edilmeyen, münker
durumunda olan” menhiyâttan insanların ferd, aile, toplum
olarak, kalbî, kavlî ve bedenî biçimlerde ve hem enfüsî hem
de afâkî cihetten sıyrılıp çıkmaları ve ayrılmaları hicrettir.
Çıktı, çıkarıldı kelimeleri de bu noktada aynı anlamı ifâde
etmektedir. Meselâ:
“Onları nerede yakalarsanız (orada) öldürün. Onları,
sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) çıkarın…”27; “…De ki:
Onda (o haram ayda) muharebe etmek büyük (günah)tır.
(Fakat insanları) Allah yolundan men etmek, onu inkâr etmek, (ziyâretçilerin) Mescid-i Haram’a gitmelerine mâni olmak, onun (Mekke’nin) halkını oradan çıkarmak ise Allah
21
22
23
24
25
26
27
Al-i İmran(3): 61
Münâfikun(63): 1
Zuhruf(43): 65
Nisa (4): 36-37
Hucurât(49): 12
Bak: 1 no'lu dipnot.
Bakara(2): 191
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
9
katında daha büyük (günah)tır…”28; “…İşte hicret edenlerin,
yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyâna uğrayanların, muharebe edenlerin ve öldürülenlerin de suçlarını örteceğim…”29; “Bir kavim ile savaşmaz
mısınız? Ki, onlar yeminlerini bozdular ve Peygamberi (Mekke’den) ihrac etmeye (çıkarmaya) karar verdiler…”30; onlar
(o mü’minlerdir ki) haksız yere ve ancak, ‘Rabbimiz Allah’tır!’ diyorlar, diye yurtlarından ihrac edilmişlerdir…”31;
“Sizinle din hususunda muharebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da ihrac etmemiş olanlara iyilik, onlara adalet(le
muâmele) etmenizden Allah sizi men etmez. Çünkü Allah,
adalet yapanları sever. Allah, sizi ancak sizinle din hususunda mukatele yapmış, sizi yurtlarınızdan ihraç etmiş (çıkarmış)
ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmenizden
men eder. Kim onları dost edinirse, işte bunlar zalimlerin ta
kendileridir.”32; “Bir vakit, o kâfirler seni bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri, ya da (Mekke’den) ihrâc etmeleri (çıkarmaları) için sana tuzak kuruyorlardı...”33.
“Allah, iman edenlerin velisidir. (ki) Onları zulümâttan
‘nura’ çıkarır...”34; “And olsun ki, biz Musâ’yı, ‘kavmini
zulümâttan nura çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat!’
diye mu’cizelerimizle gönderdik...”35; ve şöyle de: Rabbim!
Beni sıdk (ve selamet) girdirilişi ile girdir ve sıdk (-ü selâmet)
28
29
30
31
32
33
34
35
Bakara(2): 217
Al-i İmrân(3): 195
Tevbe(9): 13
Hac(22): 40
Mümtehine(60): 8-9
Enfal(8): 30
Bakara(2): 257
İbrahim(14): 5
10
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
‘çıkarışı’ ile (Mekke’den, kabirden, namazdan vs... güzelce)
çıkar ve tarafından bana hakkıyla yardım edici bir sultan “İslâmî devlet, hükümet ve hüccet ile kuvvet-i kâmile ver.”36; (o
halde) hemen Allah’a firar edin...”37; gibi ayetlerin tedris ve
ta’limi; “Her türlü menfi, zararlı ve Allah tarafından kınanmış
ve nehyedilmiş olan fikir, düşünce, tarz, tavır, fiil, niyet, durum, yer ve hareketlerden ‘çıkılması-kaçınılması ve uzaklaşılması’, yani ‘hariç kalınarak hicret edilmesi’ yönünde ve
doğrultusundadır...”
İnsan; ferdî olarak, kendini her türlü ‘şirk, küfür, haram
ve münkerâttan’, yani Allah-u Teâlâ’nın ‘nehy ettiklerinden’
tamamen ‘ayırıp çıkarmalı ve soyutlamalıdır’. Aynı uygulamayı ailesi ve içinde bulunduğu toplum üzerinde de gerçekleştirmelidir. Bundan sonra da; şahsı, ailesi ve içinde bulunduğu
toplum ‘iman, ahlâk ve amel-i salih’ ile mücehhez olup ‘İslâm’ın mücessem ve müşâhhas bir timsâli’ hâline gelmelidir.
Ki hicret; ilk merhaleden, son merhaleye ‘geçiş’ âmeliyesidir.
Evet; Allah-u Teâlâ, ‘din-i hakk’ olan İslâm’ın ferd, aile
ve toplum olarak tüm insan hayatına hâkim kılınması ve
onun zıddı olan her nevi hâl-tezahürlerin (kalbî, kavli ve
cismî olarak) bertaraf edilmesi maksâdıyla şu meydan-ı imtihanı yaratmıştır. Binâen-aleyh; her insan ferd olarak, ‘hak ile
batıl’ın mücadele ve mücahede meydanıdır. Muhteşem bir
âlem hüviyetinde olan varlığı, ‘zıt kutupların’ çarpıştığı bir
‘savaş alanı’dır. Nefis, şeytan, heva, heves ve şehvet gibi…
unsurlar, ‘batıl’ cepheyi; ruh, akıl, kalb, fıtrat, vicdan, basiret,
feraset, şuur gibi, unsurlar ‘hak’ cepheyi temsil eder ve te36
37
İsrâ(17): 80
Zariyat(51): 50
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
11
mayülleri o yöndedir. Bu fıtrî ve ezelî savaşta, ‘galib’ gelen
taraf, ‘o âleme’ (insana) hâkim olmuş olacak ve onu kendi
hükümleri ve prensipleri doğrultusunda sevk-ü idare edecektir. Bu durumda artık, o kimse, ya ‘Hakk’ın, İslâm’ın mücessem bir simgesi olacak; veya (el’iyâzubillah) bâtılın canlı bir
heykeli hâline gelecektir. Onun için; Kur’an-ı Kerim, sürekli
olarak “ey insan!..” hitaplarıyla insanı uyanık bulunmaya
da’vet etmekte, heva ve hevese, nefis ve şeytana uymamaya, boyun eğmemeye ve sâdece Allah’a ve Resûlûllah’a itaate, Din-i İslâm’a teslim olmaya çağırmaktadır.38
Gerçek müslüman, kâinâtta (zerreden şemse kadar)
her şeyin İlâhî irâde ve yardım ile olduğunu, Allah’ın yardımı
ve rahmeti olmadan hiç bir şeyin vuku bulamayacağını
yakînen bilir ve ona göre de bu önemli hak-bâtıl savaşında
nefsine ve kendisine itimâd etmeden Rabb’ül-alemîn’e iltica
eder. “...Nefislerinizi tezkiye etmeyin (temize çıkarmayın)’ O
(Allah), kimin ehli takva olduğunu daha iyi bilir.” 39; “Her nefis, kendi kazandığına karşılık rehine’dir.”40; “Eğer Rabbin dileseydi; yeryüzünde kim varsa hepsi toptan iman ederdi. O
halde, mü’minler olsunlar diye, insanları sen mi zorlayacaksın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç bir kimsenin iman etmesi
mümkün değildir...”41. (Hazret-i Yusuf aleyhisselâmın dilinden), “Ben nefsimi tebrie etmiyorum (temize çıkarmıyorum).
Muhakkak (her) nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder.
Ancak rabbimin esirgediği nefis müstesnadır. Çünkü rabbim,
38
39
40
41
Bakara(2):208; Al-i İmran(3): 36; En'âm(6): 142; Yusuf(12):5;Nur(24):21;
Yasin(36):60; Furkan(25): 27-29; Nisa(4): 135; Mâide(5): 49, 77; Taha(20): 16; Muhammed(47): 14; Câsiye(45):18,23.
Necm(53): 32
Müddessir(74): 38
Yunus(10): 99,100
12
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Gafur’dur Rahim’dir.”42; fakat, her kim ki rabbinin makamından korkmuş ve nefsi(ni) hevâdan nehyetmişse (alıkoymuşsa), şüphesiz onun gideceği yer cennettir”43; “...Onlar o
kimselerdir ki; Allah onların ‘kalplerini’ takvâ için imtihân
etmiştir. Onlara bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.”44 “Allah gözlerin hâin bakışını da bilir, kalplerin gizlediğini de!” 45;
“...(Allah) sizin bütün gizlediklerinizi ve aşikâre yaptıklarınızı
da bilir. Allah, bütün kalplerde olanı bilir.” 46; “...(Allah bu
imtihanı) göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekini temizlemek için (yaptı). Allah, kalplerin özünü (içini) en
iyi bilendir.”47; “Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek
(hiç bir güç) yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size yardım edebilecek kimdir? Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.”48; “...Kâfirlerle ve münafıklarla (silahla
olsun, lisânla olsun) savaş! Ve karşılarında çetin ol!..”49; “O
halde, kâfirlere boyun eğme! Ve onlara karşı bununla (bu
Kur’an’la, fikrî-kavlî) ‘Cihaden Kebiren’ (büyük bir cihad)
olarak mücahede et!”50; “(Ey iman edenler!) Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak ‘seferber’ olun! Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin!...”51; “O (Allah), sizi ‘arzâ’
halifeler yapan ve size verdiği şeylerde sizi imtihâna çekmek
için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır.52; “Kim
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
Yusuf(12): 53
Nâziât(79): 40,41
Hucurât(49): 3
Mü'min (40): 19
Teğâbün (64): 4
Al-i İmran(3): 154
Al-i İmran(3): 160
Tevbe(9): 73; Tahrim(66): 9
Furkan(25); 52
Tevbe(9): 41
En'am(6): 165
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
13
(dış güçlere veya nefsine karşı) mücâhede ederse, kendisi
için mücâhede eder (kazancı onadır); çünkü Allah, âlemlerden müstağnîdir.” 53; “Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere(gelince:); biz onları yollarımıza (çıkarır) hidâyet ederiz.
Şüphesiz Allah, muhsinin ile beraberdir.” 54; “Ey iman edenler! Eğer Allah (ın dini olan İslâm)’a yardım ederseniz, o da
size yardım eder ve ayaklarınızı (düşmanlarınıza karşı) sabit
kılar (kaydırmaz).” 55; İlââhir…
Kur’an semâsından parıldayarak ‘akıl, ruh ve kalb’
âlemlerini tenvir eden bu ve benzeri ayet-i kerimeler, gerçekten iman etmiş kimseler için çok yönlü, geniş ve muhteşem
ufuklar açmaktadır. Ki, tafsilatına geçmek takatimizin dışındadır. Ancak şu kadarcık deriz, ki: İnsan, başlı başına müstakil bir ‘âlem’ olduğundan dolayı, âlemde cereyân eden olayların benzeri, kendi ‘zâtında, nefsinde ve âleminde’ de cereyan etmekte; şahsı hakla-batılın mücadele alanı ve
cevelângâhı olmaktadır. Zira haricî ve afakî âlemdeki zıt unsurlar ve cereyanlar, insanın ‘dâhilî, derunî, ruhî ve enfûsî
âleminde de varlıklarını korumakta ve kıyasıya bir çatışma
içerisine girmiş bulunmaktadır. Haricî âlemde kâfirler, müşrikler, münâfıklar, şeytanlar... Bâtıl ve sapık yolu; peygamberler, veliler, sâlihler, müttakiler ve melekler de hak,
hidâyet, istikâmet ve necât yolunu temsil ederlerken;... bir
insanın hususî âleminde de zıt ve muhâlif cepheleri nefis,
şeytan, hevâ, heves, şehvet... gibi şer güçler; diğerini, yani
hak, hakikat ve istikâmet cephesini de ruh, akıl, kalb, şuur,
fikir, basiret, feraset, vicdan, fıtrat, melek ve nuranî melekeler
53
54
55
Ankebut(29): 6
Ankebut(29): 69
Muhammed(47): 7
14
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
temsil etmekte ve aralarında, hâkimiyeti elde etme savaşı
devam edip gelmektedir. İnsan kendi irâde-i cüz’îyyesini ve
ihtiyarını hangi tarafa doğru ve hangi cepheden yana kullanır, hangi kutba müstâid ve mütemâyil bulunursa o cephenin, o insanın bedeninde (âleminde) hükümranlık kurma ihtimali daha fazla artacaktır. Allah’ın yardımına dayanan,
kendini tebrie-tezkiye etmeden acziyetini-fakriyetini müdrik
bulunan ve Allah’ın gösterdiği yönde ve çizgide de gayretler
sarfeden insan; ‘bâtıl, zulümât, şirk, küfür, isyan, tuğyan ve
dalâlet’ cephesine ve güçlerine karşı Allah’ın izniyle ‘kesin
zaferler’ elde etmiş olacak ve yegâne ‘hak nizam’ olan İslâm’ın ‘canlı, mücessem ve müşahhas’ timsâli haline gelmiş
bulunacaktır...
İşte; bir insanın kendi ruhî ve manevî âlemindeki ‘zıt
unsurların ve cereyanların’ muhalefeti ve çatışmasıyla birlikte,
irâdesini ‘hak’tan yana koyarak, ‘batıl’ çizgilerden (fikir, amel,
niyet ve temâyül olarak) sıyrılmaya başlaması; Allah’ın nehy
ettiği münkerâttan koparak ayrılması ve hak cephe’yi teşkil ve
te’kid için ilk adım atması, kâinatın bir misâl-i musağğârı olan
kendi âleminde bedeni, kavlî, kalbî (fikrî) yönlerin hepsinde İslâmî hicretini gerçekleştirmiş, demektir. Bir insanın âlemindeki
bu iki zıt hat, çizgi, mahal ve fonksiyonların birini, (batıl cepheyi) ‘dâr’ül-harb’ olan Mekke’ye; diğerini, (hak cepheyi) de,
İslâm’ın yaşanabilir beldesi ve ‘dâr’ül eman’ olan Habeşistan’a veya İslâm’ın mutlak ‘Cihanşümul Hâkimiyeti’nin merkezi’ olma aşamasına gelen ve ‘dâr’ül-İslâm’ niteliğine gelecek
olan Medine’ye (Yesrib’e) kıyas edip benzetebiliriz. İnsan bedenindeki ve manevî âlemindeki bu mücâdelede, hicret neticesinde güçlenen hak cephesinin, bâtıl cepheyi hezimete uğ-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
15
ratması ve hâkimiyeti ele geçirmesi, hicret sonrası Mekke’nin
fethini -adetâ- sembolize etmektedir...
Bu mukaddes davanın bu ‘enfüsi’ âlemdeki savaşı,
yukarıda geçen ve daha da değinemediğimiz sayısız ayetlerle
‘takdir’ edilmiş; fâilleri Allah-u Teâlâ tarafından övülmüştür.
Nefisle ve nefsin ‘mihver’ olduğu ‘şer cephesiyle yapılan
‘cihad’ın azametine şu hadis-i şerifler de işâret etmektedir:
“Âsıl mücahid, Allah’a itaat uğrunda nefsi ile cihad edendir.”56; “Mücâhidlerin en üstünü, Allah’ın emirlerini yerine
getirmekte ve haram kıldığı şeyleri bırakmak hususunda
kendi nefsiyle savaşan ve onu mağlub eden kimsedir.”57;
“Cihâdların en faziletlisi, Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmak için nefsi ile mücahede ve mücadele edenin
cihâdıdır.”58; “Asıl kahraman, başkalarını yenen değil, ancak
kendi öfkelendiği zaman, nefsinin öfkesini (ğadabını) yenendir.”59; (tebük savaşı dönüşü Efendimiz buyurdular:) “Küçük
cihâd’dan, büyük cihâda (nefisle cihâda) döndük.”60...
56
57
58
59
60
İhyâ'u Ulum'id-Din: 3/150; Tirmizi:3/182
Cami'us-Sağir: 2/15
Taberâni'den, Muhtar'ül-Ehadis'ün-Nebeviyye:26
Z. Buhari: 965; Tecrid-i Sarih: 12/148; Büluğ'ul-Meram:4/381; Edeb'ül-Müfred
(Buhari-Ahlâk Hadisleri): 1/170, 171; M.Ehâdis:48, 125; C.Sağir: 2/279
Beyhâki'den İhyâ'u Ulum'id-din:3/18, 150; Büluğ'ul-Meram (Selâmet Yolları): 4/88; Deylemi'den, Ramuz el-Ehâdis: 481; Vesail; 11/122; Aliyy'ülKari'nin Mevzuatına (R maddesinde) aldığı bu hadis-i şerif hakkında, bir kısım münekkidlerin indî ve sübjektif tenkidleri, kendi usullerine göre Cerh ve
Ta'lilleri, ümmeti bağlayıcı bir hüküm olamaz. Bir kısım Ehl-i Sünnet kaynaklarının kaydettiği, sıhhatine kani olduğu; İmam-ı Gazali, Bağavî, Suyutî,
Beyhakî vs. zevâtın itibar ettiği bu hadisin ahkâmla alakalı olmayışı ve yazımızın içerisinde geçen vesair bir kısım ayet ve hadislerle de anlam birliğinde oluşu nazar-ı itibâra alınınca bu hadisin, kolaycı ve karalayıcı sathî
bir mantıkla reddedilmesi tecviz, edilemez. Üstelik, Ehl-i Beyt kanalıyla gelen rivâyetlerde, mezkur hâdisin kuvvetli ve sıhhatli olarak kabul edilmesi,
meselenin diğer önemli cephesini teşkil etmektedir.
16
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Nefis’le gerçekten yapılacak bir cihâd onun mağlubiyetini, bu da o bedende İslâm’ın hükümranlığını, yani İslâm’ın
münferid ‘cismani devletini’ netice verecektir. Ki, bunun için,
kişinin attığı ‘ilk adım’ işte ‘hicret’tir. “Her kim amelini işittirirse, Allah onu işittirir ve her kim riya yaparsa, Allah onun iç
yüzünü meydâna çıkarır61 ; “Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, gerçekten şirk (riya) karıncanın deprenişinden
daha gizlidir. Sana bir şey göstereyim mi ki, onu söylediğin
zaman, şirkin azını ve çoğunu senden gidersin? De ki: Allah’ım! Bildiğim halde sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve
bilmediğim (şirk olan) şeyden de senden mağfiret dilerim.”62;
“Cehenneme sokan şeyin en çoğu, iki uzuv (boşluktan, dolayı) dur. Biri ağız (dil), diğeri de ferc’tir. Cennete sokan şeyin de en çoğu, Allaha karşı takvâlı olmak ve güzel ahlâktır.”
63
; “İyilik, güzel ahlâktır. Günah da nefsini gıcıklayan (vicdanını rahatsız eden) ve insanların farkına varmasından hoşlanmadığın şeydir.”64 “Şüphesiz (bir) kul, manasını düşünmeden bir söz söyler, onun sebebiyle cehenneme, doğu ile
batı arasından daha uzağa düşer.”65; “Size ateş ehlini haber
vereyim mi? Katı kalpli, varlıklı, bâhil ve müstekbir kimselerdir.”66 ilââhir... Gibi, daha pek çok hadisler ve bunlara ‘esâs’
olan nice ayetler, insanın ‘iç yapısındaki’ mâhiyet ve istidâd
bozukluklarına dikkat çekmekte; ‘nefsin’ olumsuz rollerini, tezahürlerini dile getirmektedir...
61
62
63
64
65
66
Müslim: 11/458
Edeb'ül-Müfred: 2/70
Edeb'ül-Müfred: 1/303-309; Riyâz'us-Sâlihin: 437, 438; Z. Buhari: 999;
Tecrid: 12/193.
Edeb'ül-Müfred: 1/310
Müslim:11/460
Riyaz'us-Sâlihin: 433; Et-Terğib Vet-Terhib: 5/463-475
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
17
Fakat; ‘nefsin’ bu yıkıcı misyonunu icra etmesine, hakka
rağmen bünyeyi ifsad faaliyetlerine, büyük ölçüde iblis ve insîcinnî avâneleri olan şeytan cinsi ‘yardımcı’ olmakta; insan
âleminde cereyan etmekte olan nefisle savaşta, nefsi tahrik ve
takviye etmektedir. İnsanların, ‘önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından’ iç bünyeye sızıp,67 ‘nefisle bütünleşen’
şeytan, özellikle ‘dostluk’ maskesini kullanmaya68 dikkat etmektedir. Allah-u Teâlâ’nın, “O (insa)nların içinden gücün
yettiği kimseleri (kandırıcı-cazib) sesinle yerinden oynat, onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara kopar! Mallarına,
evlâtlarına ortak ol! Onlara (yalan yere) va’d et! Fakat şeytan,
yalnız bir aldanış va’d eder.”69 ayetinin beyânı vechiyle roller
oynayan şeytan, insanlara “her türlü günâhı, isyânı ve
medhiyatı süsleyip yaldızlamaktadır.”70; ayrıca “Şeytan çetelerini (süvarilerini) gönderip de insanlara fitne verirler. Onun indinde, derece itibâriyle bunların en büyüğü, en büyük fitne çıkaranıdır.” 71 hâdisi de, mezkür (İsra 64) ayet-i kerimesine mutabık olarak, şeytanın ‘topyekün askerleriyle’ birlikte hareket
halinde bulunduğunu göstermektedir. Şeytan’ın, Hz. Âdem ile
Hz. Havva’ya sızmasından ve ayaklarını kaydırmaya sebep
olmasından72, bugüne kadar faâliyetini devam ettirmesi ve
tüm peygamberlere de etki edecek bir rol oynaması, öyle küçümsenecek bir fitne olmadığını göstermektedir.
67
68
69
70
71
72
A'raf(7): 17
A'raf(7): 20-21; Ta-ha(20): 120
İsra(17): 64; (Ayrıca; Şeytanın Yandaşları için bakınız: İsra(17): 27;
En'am(6): 128-130; Mücadele (58): 19; Şuâra(86): 95; İlââhir...
Hicr(15): 39; Neml(27): 24 ; Enfâl(8): 48; En'am(6): 43 ; Ankebut(29): 38.
Müslim: 11/216-218
A'raf (7): 19-27; Ta-ha(20): 115-125.
18
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Evet: “Biz, senden evvel hiç bir Resûl, hiç bir nebi göndermedik ki o, (bir şey) arzu ettiği zaman şeytan onun dileği
hakkında ille (bir fitne meydana) atmış olmasın. Nihayet Allah,
şeytanın ilkâ edeceği (o fitneyi) giderir, iptal eder. Yine Allah,
ayetlerini sabit (ve mahfuz) kılar. Allah, (her şeyi) hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”73; “(Allah’ın şeytana
bu müsaadeyi vermesi) kalplerinde, bir maraz bulunanlara,
yürekleri katı olanlara bir imtihan (vesilesi) yapmak içindir.
Hiç şüphe yok ki o zâlimler (hak yoldan çıkmış ve) uzak bir
ayrılık (ve muhalefet) içindedirler.”74; “(Ey iblis!) Hem insanlardan gücün yettiği kimseleri, sesinle (ziynetli vesvesenle)
kaydır...”75; “Doğrusu, o benim gerçek kullarım var, ya! (ey
iblis) senin onlar üzerine hiç bir sultan (hâkimiyetin) yoktur
(onlara) vekil olarak rabbin yeter!”76; “(İblis) Ey rabbim, dedi, beni azdırdığın şeye mukabil, ben de and olsun yer (yüzün)de onlar (ın ma’siyetlerini) her halde süsleyeceğim (onları kendilerine hoş göstereceğim). Onların hepsini toptan,
muhakkak ki azdıracağım. Ancak, onlardan ihlâsa erdirilmiş
kulların müstesna!”77; “(Allahu Teâlâ da) buyurdu ki: “İşte
bu, bana göre (hak ve layık) olan doğru bir yoldur. Benim
kullarımın üzerinde senin hiç bir tahakküm(ün) yoktur. Meğerki azıp sapanlardan sana tabi olanlar olsun.”78; “(Allah-u
Teâlâ) buyurdu: “İşte bu doğru! Ben şu hakikati söyleyeyim:
Andolsun, cehennemi senden (senin cinsinden) ve onların (in-
73
74
75
76
77
78
Hac(22): 52
Hac(22): 53
İsra(17): 64
İsra(17): 65
Hicr(15): 39, 40; Sad(38): 82, 83
Hicr(15): 41, 42
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
19
sanların) içinden sana tabi olanların hepsi ile dolduracağım.”79
gibi ayetleri ve Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin; “Sizden hiç bir kimse yoktur ki: Kendisine cinlerden bir arkadaşı vekil (musallat) kılınmamış olsun! (Ashab; ya,
sana! Ya Resulallah, deyince) Bana da! Ancak, şu kadar var
ki, Allah onun hakkında bana yardım etti de o, müslüman oldu. Artık bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!...
(Süfyândan gelen diğer rivayette ise) “...Kendisine cinlerden
bir arkadaşı, meleklerden de bir arkadaşı vekil kılınmıştır.”
(İlâvesi vardır). (Ya Aişe!) Sana şeytanın mı geldi? ...Her insanla birlikte şeytan vardır, hatta benimle birlikte (bile) var.
Lâkin Rabbim onun hakkında bana yardım etti. Ta ki
müslüman oldu...” 80 hadis-i şerifleri, şeytanın rolünü ve misyonunu gayet net ve açık bir şekilde beyân etmektedir...
“Şüphesiz ki, şeytan; insanın kanının aktığı yerden
akar...”; “Şüphesiz ki, şeytan insanın kanının ulaştığı yere
ulaşır.”81 Hadisleri ise; şeytanın nüfuz etme, edebilme durumunu izah etmekte, mü’minlerin dikkatlerini çekmektedir.
“Gerçekten iblis, insanlar aleyhindeki (Muhakkak onları azdıracağım!) vâ’dini yerine getirdi. O’nun için, iman edenlerden
bir zümre hariç olmak üzere, (tamâmen) ona uydular. Hâlbuki onun bunlar üzerinde (önceden ve gerçekten) hiç bir
nüfuzu yoktu. Ancak biz, ahirete iman eden kimse ile ondan
şüphede bulunan kişiyi ayırt etmek için (buna meydan vermiştik). Senin rabbin, her şeyin üzerinde Hafız’dır (koruyucu
79
80
81
Sâd(38): 84, 85
Müslim: 11/218-219; Konuyla alâkalı olarak, Fussilet(41): 25; Mücadele(58):
19; Cin(72): 6.
Müslim: 9/585-586
20
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ve gözeticidir).”82; “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar;
küfredenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz, şeytanın
dostlarıyla savaşın! Şüphesiz, şeytanın hilekârlığı (çok) zayıftır.”83; “Zalimlerden her biri (pişmanlığından) iki elini ısırdığı
o günde, şöyle diyecektir: Ne olurdu, ben, o peygamberle
beraber bir kurtuluş yolu edineydim!.. Yazıklar olsun bana!
Keşke (beni sapıtan) falanı dost edinmeseydim. Vallahi beni
zikirden (İman’dan-Kur’an’dan ve İslâm’dan), hem o (bir
devlet gibi) bana geldikten sonra, o saptırdı. (insanları sapıtan o) şeytan, insanı (başına bir belâ gelince) yapayalnız ve
yardımsız bırakan (bir alçak)dır.”84 ayetleri ise, cinnî ve insî
şeytanların, insanların nefsine ne derece etki ettiğini, âdeta
şeytanla, emmâre nefsin birbirlerinde fâni olup eridiklerini, el
ele ve kol kola hak nizamın; insan hayatından, dolayısıyla
toplumdan ve yeryüzünden sökülüp atılmasını ve her tarafı
ifsad ve telvis etmeyi amaçladıklarını ortaya koymaktadır...
Şeytanın, insan varlığının-âleminin iç bünyesinde çekirdek hüviyetinde olan, nefse nüfuzu ve gönlün derinliklerine sızarak vesvese verip, bölüm bölüm insan yurdunu ve binasını istilâya girişmesi, Fıtrât-ı İslâmiye üzere vücud bulmuş
bu mukaddes “Bünyan’un Marsus’u” tahrib etmeye başlaması, ihtimalleri karşısında; Rabb’ül-âlemin olan Allah-u
Teâlâ’ya sığınılması, tek yol olarak görülmektedir. Ki, şeytanın ve tüm düşmanların bertaraf edilmesini sağlayacak olan
tek güç ve tek merci ancak O’dur. “Eğer şeytan’dan bir fit
(gelip) seni dürterse, hemen Allah’a sığın! Çünkü o, hakkıyla
82
83
84
Sebe(34): 20, 21
Nisâ(4): 76
Furkan(25): 27-29
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
21
işitici, tam bilicidir.” 85; “Ve de ki: Rabbim! Şeytanların dürtüştürmelerinden (vesveselerinden) sana sığınırım. Rabbim!
Onların huzurumda bulunmalarından sana sığınırım!..”86;
“De ki: Sığınırım insanların rabbine, insanların (yegâne) malikine, insanların (tek) mâ’buduna, o sinsi şeytanın şerrinden.
Ki o, insanların göğüslerine daima vesvese verendir. (O şeytan) gerek cinden, gerek insanlardan (olsun)!” 87...
Şu halde; Allah-u Teâlâ, şu muhteşem kâinatı bir
meydân-ı imtihan olarak yarattığı gibi, kâinatın bir misâl-i
musağğarı, yani küçük bir âlem olan insanı da bir meydan-ı
imtihan halinde yaratmıştır. Her iki âlemde de aynı veya
yaklaşık olaylar cereyan etmekte, muhtelif zıt varlıklar fonksiyonlarını icra etmektedir. Nasıl ki kâinat, milyonlarca varlıktan; insanlık cemiyeti de milyonlarca, milyarlarca insandan
meydana gelmişse; tek başına bir insan da, muhtelif organları meydana getiren milyonlarca dokudan ve onları da meydana getiren ve müstâkil bir hayata sahip bulunan milyarlarca hücreden meydana gelmektedir. İnsanın fizikî ve maddî
cephesinin dışında, ruhî, kalbî, aklî ve ma’nevî cephesi de
var ki, bundaki hârika ve ihtişamı tarif etmek, izahına kalkışmak beşerî gücün çok çok üzerindedir. İşte; böyle maddî
ve manevî yönüyle muhteşem olan insanın içerisinde, gerek
hücreler, gerekse manevî melekeler ve cihazlar yönünden olsun; dâhili (enfüsî) ve bunun dışarı yansıyan, harici (afâki)
cephelerinde hak ile batıl arasındaki savaş bütün şiddetiyle
sürmekte, ta dünya hayatı son buluncaya kadar, devam edip
gideceğe benzemektedir. Sanki her hücre müstakil bir insanı
85
86
87
A'raf(7): 200; Fussilet(41): 36
Mü'minun(23): 97-98
Nâs(114): 1-6
22
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
temsil eden bir yapı arzetmekte, böylece zıt cereyanlar tek
tek veya toplu toplu hücreler elde ederek, tüm bedene hâkim
olabilme savaşı vermektedir...
Bu ideolojik savaş öncesi, zıt cereyanlardan zayıf durumda olan cephenin bir kısım hazırlık faaliyetleri görülmekte, ‘yeni ve müsait’ yerler ve ortamlar edinmeye çalışmaktadır. İşte; nefis ve şeytanın güçlü etki alanı içerisinde bulunan
insanın bünyesinde mevcut olan nurâni ve İslâmî cephenin
elemanları, beden üzerindeki bâtılın hâkimiyetini yıkmak ve
Hakk’ın hâkimiyetini gerçekleştirmek için bir kısım intikal ve
yer değiştirme faaliyetleri içerisine girmekte, fetih hareketi
için ilk ve şuurlu adımlar atmaktadır. Ki, buna hicret denir.
Bu aşamada, serbest hareket edebilme imkânı bulunmayan
(terk olunan) yere, dar’ül-küfür, dar’ül-harb dendiği gibi; İslâmî faaliyetlerin ve hazırlıkların yapılabilme imkânı bulunan
yere ise, dar’ül-eman, dar’ül-sulh veya dar’ül-İslâm adları verilir. Bu tür yerler, insanın afakî-haricî âleminde bulunduğu
gibi; enfüsî-dâhilî ve derunî âleminde de vardır, hem de bîr
arada ve beraberce. İnsan, onun için iki yönlü savaşla karşı
karşıya bulunmaktadır. Biri dâhili, diğeri ise harici. Kafirlere,
münâfıklara karşı yapılan savaşa haricî cihad; hevâya, hevese,
şeytânî-hayvânî ve nefsânî isteklere ve temayüllere karşı yapılan savaşa ise, dâhili, yani nefisle cihâd denir. Ki; iç düşmana
karşı verilen savaşların daha zor ve daha tehlikeli olduğu, diğerine (haricî düşmanla savaşa) nisbetle daha büyük ve daha
önemli olduğu, her akl-ı selimin kabul edeceği bir reâlitedir.
Muhteşem bir âlem niteliğinde olan insanın iç âleminde muhtelif saraylar, ülkeler ve unsurlar vardır. Bunların bir
kısmı üzerinde hakkın, bir kısmı üzerinde de bâtılın daha faz-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
23
la etkisi bulunmakta, bunlar arasında, mutlak hâkimiyeti elde
etme savaşı sürüp gitmektedir. Ki, İlâhî imtihan gereği, bir tarafın mutlak (yüzde yüz) hâkimiyet kurma imkânı bulunmamaktadır. Onun için, en kâfir ve en mülhid bir insanda bile,
bir kısım hak sözler ve doğru işler zuhur etmekte, bazı zamanlarda Allah’a sığınma ve adını anma ihtiyacı duyduğu
görülmektedir. Aynı zamanda, en müttaki, en muvahhid bir
mü’minde de ara sıra hak olmayan, batıl ve münker sözler
ve fiiller görülmekte; bu da, insanın iç âleminde, bir mücadele ve mücahede içerisinde olduğunu göstermektedir. Hatta;
insanlık âleminin güneşleri olan peygamberlerde dahi, bu
manevî nefisle cihad ameliyesi devâm etmekte; işin garibi,
bazı kereler bu cihadda (zelle kabilinden olsa da) kısmî mağlubiyetler tadmış bulunmaktadırlar. Hazreti Âdem, Hazreti
Nuh, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Yunus, Hazreti Yusuf gibi peygamberlerin88 ma’ruz kaldıkları ibtilâlar, bunun gayet bariz ve açık bir delilidir. Kendisine musallat kılınmış bulunan şeytanı ve onun mahall-i fâaliyeti olan nefsi
müslüman olmuş (teslim-i silah etmiş) bulunan Ahirzaman
Peygamberi Hazreti Fahr-i Alem Aleyhissalatü Vesselam
Efendimizden başka, sair tüm peygamberlerin yevm-i mahşerde, “Nefsi! Nefsi!” deyip nefislerinden şikâyetçi olmaları89,
‘nefisle cihâd’ın ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermektedir.
Şu halde; bir insana esâsta yön verici yapı ve cereyan,
o insanda gerekli nisbette hâkimiyet kurmuş ve damgasını
vurmuş demektir. Batıl cereyanın, duyguların, unsurların ge88
89
Bakınız; A'raf(7): 19-27; Ta-ha(20): 115-125; Yusuf(12): 24, 53; Hûd(11):
45-47; Enbiya(21): 87-88; Sâd(38): 24,34-35; İlââhir...
Z.Buhari: 810-815; Tecrid:11/120-127.
24
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
nel ve temel planda egemenlik kurduğu; Nefis ve şeytanın
‘esas’da (‘akide’de) hükümran bulunduğu bir insan, artık yürüyen bir batıl, canlı bir küfür, yani kâfir ünvanını almış olur.
Hakkın, yani ilahî nizâm İslâm’ın esâsda hâkim olduğu, zıd
cereyânı genel ve temel noktada bertaraf ederek etkisiz hâle
getirdiği bir insan ise, hakkın mücessem timsâli, İslâm’ın canlı
bir misâli olarak müslüman adını almış olur. Milyarlarca canlı
hücrelerden, hadsiz maddî ve manevî âlemlerden oluşan insanların kâfir olanlarına bir küçük kâfir devlet; müslüman
olanlarına da çekirdek bir müslüman devlet ve İslâmî hükümet
denebilir. Zira insan, şu koca âlemin küçük bir misâli ve benzeri olduğu gibi, câmîiyeti itibariyle de mensubu bulunduğu
ideolojinin müşahhas ve külli bir ayinesi ve timsalidir...
İman’ın veya küfr’ün taraftarları ve zıt temsilcileri olarak faaliyette bulunan insanoğlu, Allah-u Teâlâ tarafından
sâdece kendisine ibadet etmesi, yani hak nizamı temsil etmesi ve onun zıddı olan küfür ve batılla mücâdele ve mücahede
içerisinde bulunması için yaratılmıştır. Onun için, bir yerde
küfür, şirk, isyan, tuğyan ve bâtıl olduğu müddetçe; iman,
ibadet, hak ve hakikati temsil eden müslümanın o yerde
mücahede etmesi imanının ve müslümanlığının gereğidir. Bu
yer, harici de olsa, dâhilî de olsa, asla farketmez. Hariçteki
cihad, kâfirlere-münafıklara ve şeytanın evliyâsı ve hizbi olan
uşaklarına karşıdır. Dâhildeki cihad ise, nefis-hevâ-heves ve
bizzat şeytanın kendisine karşıdır. Ki bu, (hadisde de işaret
edildiği gibi) gerçekten de büyük cihaddır. Bu cihadın ilk
adımı ve hazırlık aşaması olan hicret ise, (yine hadisde beyan buyurulduğu vechiyle) her türlü fikrî ve amelî
ma’siyetten-menhiyâttan kaçınmak ve uzaklaşmaktır. Herc
(anarşi, maddi ve manevi kargaşa) zamanında ibadet, bana
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
25
hicret gibidir.”90 Hadis-i şerifi, hicretin ma’nevî-enfüsî ve
ibâdî yönüne dikkat çekmektedir. “Din nasihattır; Allah’a, kitabına, resulüne, müslümanların imamlarına ve bil umumuna!”91 Hadis-i şerifi ise, telkin ve da’vet ile insanların, “Allah’a, resûlüne, kitabına, ümmetin imamına ve
müslümanların biribirlerine karşı görevlerini, sorumluluklarını
idrak ettirme ve bu şuur ile yoğurmayı, nesc etmeyi ve süzmeyi” istihdaf etmektedir. Böylece kişi; Allah’a, resûlüne ve
İlâhî kitabına karşı nefsini teslim kılma savaşı vermesi, ümmet şuûru ile hareket edip müslümanların imamına bağlı bir
nefer olarak, verilen İslâmî hedefler doğrultusunda hareket
etmesi ve İslâm’ın cihanşümul hakimiyetini tahakkuk ettirme
konusunda nefsini seferber kılması; buna mani olacak enfüsî,
nefsanî müdâheleleri bertaraf etmesi hususunda gayretler
sarfetmesi, kendisi gibi İslâm’ın birer müşâhhâs timsâli olmuş
olan sâir müslümanlara karşı İslâmî görevlerini müdrik bulunması ve onları da aynı pozisyona koyabilmek için tebliğ
faaliyetlerine geçmesi gibi.. çok yönlü, kapsamlı ve şumüllü
görevlerle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.
“Nefsinizi ve ehlinizi nar(-ı cehennemden)dan koruyun...”92; “İnsanlara iyiliği emredersiniz de, nefsinizi unutur
musunuz?...”93 ayetleriyle, “...Başkalarına iyiliği emredip
kendisi amel etmeyen, başkalarını kötülükten nehyettigi halde, kendisi ondan kaçınmayan kişi; kıyamet günü de bağırsakları karnından çıkmış... Bir şekilde cehenneme atıla-
90
91
92
93
Müslim:11/414; Ahmed İbn-i Hanbel: 5/25, 27.
Müslim: 1/298; Tirmizi: 3/363; Ez-Zevâcir: 1/206; E. Davud: 3/583.
Tahrim(66):6
Bakara(2): 44
26
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
cak...”94 anlamındaki hadis-i şerif, insanın nefsini Allah’a itaatkâr bir duruma getirmesi ve Allah’ın emirlerine-yasaklarına
ve kanunlarına riâyetkâr kılması için büyük çabalar içerisine
girmesinin gerekliliğini; nâsihâtın ilk önce kendi öz nefsine
yapılarak, Allah’a, resulüne, kitabına, İslâm ümmetinin imamına ve sair müslümanlara karşı üzerine düşen şer’i mükellefiyetin öncelikle ifa edilmesini ders vermektedir. Bu görevlerin ve sorumlulukların tafsilâtı, edille-i şer’iyye denen ve İslâm’ın temel yapısını oluşturan (kitap, sünnet, icma, içtihâd-ı
şer’î gibi) kaynaklarda izah edilmiş bulunmaktadır... “Gerçekten Allah, size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hüküm vermenizi
emreder... Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere
ve sizden olan emr sahiblerine (imamlarınıza-rehberlerinize)
de itaat edin...”95; “Gerçekten biz sana kitabı hakk olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde
hüküm veresin. Hâinlere sakın yardımcı olma!”96; “Ey iman
edenler! Siz nefisleriniz(i ıslâh etmey)e bakın! Kendiniz doğru
yolu bulunca, sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüp
varacağı nihayet Allah’tır. Artık O, neler yapıyordunuz, size
haber verecektir.”97; “Allah yolunda (mallarınızı) infak edin
(harcayın)! (cihadı ve infakı terk ederek) kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın! (Allah için malınızla, amelinizle) ihsanda bulunun! Muhakkak ki Allah, ihsanda bulunanları sever.”98 gibi ayetler, gerçek bir imandan ve tevhid’den sonra;
Allah’a ve Resûlüne tam itaati, kur’an’ın hükümleriyle amel
94
95
96
97
98
Müslim:11/461
Nisâ (4): 58-59
Nisâ (4): 105
Mâide(5): 105
Bakara(2): 195
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
27
edilip mütabââtı, ulul emr’e inkıyâdı, bütün mevcudiyetin Allah yolunda sarf-u infakı emretmekte; nefsi bu doğrultuda ve
bu öğretilerle eğitmeyi ders vermektedir...
“Peygamber, mü’minlere kendi nefislerinden daha evlâdır ...”99 ayetini tefsir sadedinde, “Sizden hiç biriniz, ben
kendisine çocuğundan, babasından (ehlinden, malından) ve
bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olamaz.”100 hadisi, Resûlûllah (asm) Efendimizin, bir peygamber
ve bir imam (rehber) olarak müslümanlar üzerindeki gerçek
hukukunu belirtmektedir. İslâm nizâmının mübelliği ve muallimi olan, ayrıca bil-fiil insanları hak yola (biiznillah) çıkararak kurtuluş kapısını açan, harici ve dâhilî cihâdın ve onlara
gidiş kapıları olan iki nevi ve üç (kalbî, kavlî, bedenî) boyutlu
hicret olayının dünya, ruh ve kâlb âlemindeki müessisi ve
oradan da haricî-dâhilî (kâfirlerle-nefisle) cihada ve ‘İslâmın
ferdî, ailevî ve içtimâî hakimiyetine geçişin banisi’ olmuş
olan, yüce Resûlün (asm) yüce mevkîî böylece -veciz bir şekilde- anlatılmış olmaktadır...
“Sizden hiç biriniz, kendi nefsi için istediğini (mü’min)
kardeşi için de -yahut komşusu için de- istemedikçe iman
etmiş olamaz.”101; “ Komşusu şerrinden emin olmayan kimse, cennete giremez.”102; “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız...”103; “Müslüman, sâir müslümanların elinden ve dilin-
99
100
101
102
103
Ahzâb (33): 6
Müslim: 1/265-266; Zübde: 17; Tecrid-i Sârih:1/31
Z.Buhari:17; Tecrid:1/30; Müslim: 1/267.
Müslim: 1/269; Yaklaşık, Z. Buhari:957; Tecrid:12/131.
Müslim: 1/297; Ebu Davud:5/733
28
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
den emin (ve salim) olduğu kimsedir.”104; “Birbirinize buğz
etmeyiniz. Haset etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey
Allah’ın kulları! Kardeş olunuz!..”105; “Kattat (koğuculuk, fitne-fesat çıkaran) kişi, cennete giremez.”106; “Mü’min,
mü’minin aynasıdır.”107; “Hepiniz çobansınız ve hepiniz
râiyyetinizden mes’ulsünüz...”108; “(Her nevi) cihadı terk
ederseniz, zillete düşersiniz.”109; “Cihâd, kıyamete kadar devam eder.”110; “Küffarla (ve nefisle) savaş devam ettikçe hicret kesilmez.”111; “(Her çeşit) cihâda niyet etmeden ölen,
câhiliye üzerine ölür.”112; “Sizden her hangi biriniz, bir kötülük (münker) görürse, onu hemen eliyle (bil-fiil) değiştirsin;
eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da gücü
yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (ki) imanın en zayıfı budur.
Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi de yoktur.”113; “Bütün mü’minleri, birbirine acımada, birbirini sevmede, birbirine yardım etmede tek vücut gibi görürsün.
Onun bir uzvu hastalanınca diğer uzuvları uyanıklık içinde
sızlanarak acısını (kaldırmak için) çağrışırlar.”114; “Bir
müslümana sövmek fısk, onunla kıtal yapmak ise küfürdür.”115; Mü’minin mü’mine nisbetle durumu, birbirine biti104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
Z.Buhari:16; Tecrid:1/29; A. İbn-i Hanbel: 2/160, 191; 3/412; Cami'usSağir: 2/15; Ebu Davud:3/406; M. Ehadis:26.
Z.Buhari: 961, 962; Tecrid:12/142.
Z.Buhari: 960; Tecrid: 12/139.
Büluğ'ul-Meram (S.Yolları): 4/434
Müslim: 8/691; Z.Buhari:144; Tecrid:3/40.
Terğib ve Terhib: 3/244-246.
Büluğ'ul-Meram: 4/99
Neseî: 7-8/203; Büluğ'ul-Meram: 4/98.
Müslim: 9/122; Büluğ'ul-Meram: 4/90; Terğib ve Terhib: 3/245.
Müslim: 1/276-287; A.İbn-i Hanbel:3/49.
Z.Buhari: 955; Tecrid:12/128.
Z.Buhari:28; Tecrid:l/56.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
29
şik-kenetleşmiş bina(nın tuğlaları, malzemeleri) gibidir.”116;
“Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden hayırlıdır.”117; “Amellerin -az da olsa- devamlı olanı makbuldür.”118 gibi sayısız hadisler, müslümanların müslümanlara ve kendilerine karşı
şer’i durumunun ve görevlerinin bir kısımını beyân etmektedir...
“Muhakkak ki mü’minler kardeştir...”119 ayetinin toplayıcı tarif ve beyân ettiği; yukarıda geçen hadislerin de şerh ve
izah buyurduğu müslüman bir insan; İslâm’ın canlı bir timsâli
haline gelmeye bütün gücü ile sürekli olarak uğraşmalı, buna
engel olacak tüm menfilikleri kalben, kavlen ve fiilen bertaraf
etmeye çalışmalı, bunu kendi aleminde olduğu gibi, sair insanlar-müslümanlar arasında da icrâya, bunun için de azamî
ölçüde kuvvet elde ederek cehd-ü gayret (maddi-manevî
cihad) etmeye, bunları başarabilmek amacıyla da her nevi
mâ’siyetten ayrılıp hicret merhalesini gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Akıllı bir çoban gibi uyanık olmalı, kurtların ve yırtıcı
varlıkların her nevi (açık-gizli) saldırılarından râiyyeti altında
olan kendi âleminin ruh, kalb, akıl, dimağ ve sair maddi ve
manevî bölümlerini, hücrelerini; aile câmiasının, komşuakraba ve çevre gibi etki alanı içerisinde bulunanların maddi
ve manevi tüm değerlerini korumak ve kollamak için eli tetikte bulunmalıdır... İnsan, kendi kanı içerisinde bulunan akyuvarlara dikkat etmeli ve ibret almalıdır. Nasıl ki o mübarek
elemanlar, bünyeye giren ve kana karışan maddî mikroplara
karşı silahlı bir güç olarak büyük ve sürekli savaşlar vermek116
117
118
119
Z.Buhari: 89, 958; Tecrid: 2/425,426.
Büluğ'ul-Meram: 4/428.
Z.Buhari: 998; Tecrid-i Sarih:12/192
Hucurat(49):10
30
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
te; böylece bünyenin hastalanmasını ve mikroplara teslim-i
silah edip esir olmasını önlemekte ise; gerçek bir insan da,
kalb, ruh, akıl gibi kendi âleminin önemli saraylarına ve
merkezlerine, bünyeyi ayakta tutan sair hücrelerine karşı şeytanın ve onun kal’a içerisindeki işbirlikçisi olan nefsin, hevâ
ve hevesin ve sair haricî-dâhilî kurtların, düşmanların şirk,
küfür, isyân, tuğyan, şüphe, evham taarruzlarına, bombardımanlarına ve bunun sonucu olarak beliren manevi mikroplara karşı şiddetli biçimde mukavemet göstermeli, onları temizleme hareketine başlamalı, Kitabullahın ve Resûlûllahın
ta’lim buyurduğu ve ele verdiği İlahî silâhlarla hızlı-sürekli bir
mücahede içerisine girmelidir. İnsanın; kendi âlemini,
âilesini, çevresini ve insanlık hayatını manevî kanserden,
esâretten, zilletten ve ölmekten koruyabilmesi, ancak böyle
çabası-gayreti (cihadı) ile mümkündür. Kendini ve çevresini
mâ’siyetlerin her çeşidinden uzak tutması, yani ma’nevi, ruhi
hicret etmesi, bu mukaddes cihad-ı ekberin ilk ve en önemli
adımıdır.
Evet; bütün mü’minler, büyük İslâm hükümetini, yani
büyük, canlı müşâhhâs İslâmı, yani müctemiâ-i İslâmiyeyi
vücuda getiren birer uzuv ve unsur hükmündedirler. Bu,
milyarlık yapı; kesrette vahdet anlayışı ile canlı bir “İslâmî
(devleti) ve ümmet-i vâhide’’yi teşkil etmektedir. Her mü’min
de, kendi âleminde müstâkil bir ‘İslâm devletini’ temsil ettiğinden, milyarlarca mü’min, milyarlarca hükümeti (mücessem İslâm’ı) münferiden meydana getirmekte, böylece vahdette kesret sırrı tezahür etmektedir. Böylece tek ve yalnız
başına bir müslüman, bu iki İlâhî sırra mazhar olmuş bulunmaktadır. Ki; tek şahıs (ferd-i vahid) olduğu halde, gerek
maddî ve fizikî, gerekse ruhî, kalbî, ma’nevî ve lahutî milyar-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
31
larca cüz’lere, hasselere, hücrelere, zerrelere, elemanlara, unsurlara, melekelere ve âlemlere inkısam etmesi, vahdette kesretin; bu kadar muhtelif unsurların, canlı cüz ve hücrelerin ve
âlemlerin imtizacı ve ittihadı ile tek varlık olarak vücut bulması da, kesrette vahdetin en bariz bir alâmet-i farikasıdır.
İslâm, insanlık hayatını küllî olarak muhatab ittihâz
edip, tüm yönleriyle himâyesi ve şemsiyesi altına alan ve barındıran İlâhî bir bina hükmündedir. Ki, ferd ferd aynı elementleri ve cevheri taşıyan mü’minler, birer tuğla ve malzeme hâlinde o muhteşem İslâm binâsını mücessem bir tarzda
teşkil ederek vücuda getirmektedir. Bundan dolayı da, elbette birbirlerine karşı muarız değil; muvafık ve mutabık bir yapı
arz etmekte, teâvün ve tesânüd içerisinde bulunmaktadırlar.
Birbirlerine karşı, aynı binanın tuğlaları ve aynı vücudun
uzuvları durumunda olan mü’minlerin; İslâm vücudunun ve
binâsının selâmeti ve bekası için, kendileri hakkında istediklerini sâir mü’min kardeşleri için de istemek; kendileri için
çirkin gördüklerini, diğer kardeşleri için de çirkin görmek;
kendilerine karşı olan sevgileri kadar, hatta ondan da fazla
bir sevgiyi, omuz omuza oldukları müslümanlar için de izhar
etmek ve onlara karşı (buğz, kin, hased, hırs, gaybet, iftira,
fesâd gibi...) Menfi tavırlara girmemek gibi... Muzaaf farizalarla karşı karşıya bulunduklarını bilmeleri ve bu şuurla hareket etmeleri icâb eder.
Bir vücudun uzuvları arasında rekâbet, zıtlık ve nefret
olur, birbirlerine destek yerine köstek olurlarsa; vücudun görevini yapması ve varlığını devam ettirmesi mümkün müdür?
Ve yine, bir fabrikanın çeşitli makinaları ve bir makinânın
muhtelif çarkları, milleri, parçaları, birbirlerine karşı râkib, zıt
32
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ve muhalif durumda bulunur ve birbirlerine köstek olurlarsa,
o fabrikanın ve o makinanın müsbet üretim yapması ve varlıklarını devam ettirmeleri ihtimâli olur mu? İşte; mü’minler
de, birbirlerine karşı İslâm vücudunun uzuvları, organları ve
hücreleri mesabesindedir. İslâm binasının şuurlu birer tuğlaları ve malzemeleri hükmündedir. İslâm fabrikasının aynı
gâyeye, tek maksada ve hedefe yönelik olarak çalışan
makinaları ve İslâm tezgâhının (düzeninin) birer mili, birer
çarkı, dişlisi, vidası, civâtası ve sair parçaları durumundadır.
Onun için; egoist, rakip, hâris-hâsîd, hâsım, âsi, vahşi bir tavır sergileyerek serkeşlik yapması, o mukaddes vücudun hastalanmasını ve zeval bulmasını; o İlâhî binânın yıkılıp harap
olmasını ve o fabrika ile tezgâhın tar-u mâr olarak dağılmasını netice verecektir. Bunun müsebbibi ve âmili olacak olan
gafil mü’minler de, İmanî-İslâmî özelliklerini kaybetmiş, iki
cihanda da hüsrâna uğramışlardan olacaklardır.
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ındır. Siz
gönüllerinizdekini açsanız da, gizleseniz de Allah onunla sizi
hesâba çeker ve dilediğini affeder, dilediğine de azab
eder.”120 ayeti nefsanî temayüllerin sürekli, kasıtlı ve cezimli
olanlarını ve tezahürlerini istihdaf ederken; iç alemdeki oluşumlara ve mahallerine de dikkat çekmektedir. “Şübhesiz ki,
dillerle söylemedikçe veya fiilen yapmadıkça, Allah-u Teâlâ
ümmetimin (gayri ihtiyarî olarak) gönüllerinden geçirdikleri
120
Bakara(2): 284; Ayrıca, "Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardınca
gitme. Çünkü kulak, göz ve kalb(gönül), bunların hepsi ondan (peşine düştüğün bilmediğin şeyden) sorumludur. Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen, aslâ arz'ı yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.
Kötü olan bütün bu yasaklar, Rabbinin katında mekruh (çirkin şeyler)'dir.
(İsra (17):36-38) Ayeti de aynı anlamı ifade etmektedir.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
33
şeyleri onlara bağışlamıştır.121 Hadis-i şerifi, şeytanın dış telkini, vesvesesi ve nefsin iç temayülleri, masiyet olarak maddî
veya manevî bir şahsiyet kazanmadığı, mânevî hicret ve
cihad ile akamete uğratıldığı müddetçe günâh olarak yazılmadığını beyan etmektedir... “Helaller açık, haramlar da
açıktır. Aralarında şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu
bunları bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa dinini ve ırzını korumuş olur. Kim şüphelilere düşerse, koru kenârında
hayvan otlatan çobana benzer, olur ki koruya girer. Biliniz ki
her padişahın korusu vardır. Biliniz ki Allah’ın koruları, onun
haramlarıdır. Dikkat ediniz ki, bedende bir et parçası vardır;
o sağlam olursa, vücudun hepsi sağlam olur. O çürük olursa,
bütün ceset çürüyüp bozulur. Biliniz ki, o et parçası
kalbdir.”122 hadisi de, haram-helâl konusunu ve şüpheli şeylerin terk edilmesini beyân etmekte, bunların tümünün
cevelângâhının ve beden binâsının merkezinin kalb denen
unsur, cihaz ve varlık olduğunu bildirmektedir...
“Mü’min bir günâh işlediği vakit, o günâh kalbinde siyah bir leke olarak iz bırakır. Tevbe (hicret ve cihad) ederse,
kalbi cilâlanır ve yeniden parlar; tevbe etmez de isyana (günah işlemeye) devam ederse, siyah leke gelişir, büyür, tâ bütün kalbini kaplayıncaya kadar büyümeye devam eder.”123
hadisi ile, “Bilakis, onların kazanmakta oldukları (günâhlar),
kalblerini rân etmiş (yenmiş, paslandırmış)tır.”124 ayeti kerimesi, insan hayatında kalbin hayatî ve şümullü önemini göz
121
122
123
124
Müslim: 1/473-485
Z. Buhari:30; Tecrid:1/60; "Allah-u Taala, şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar" (Bihâr'ul- Envar: 77/88) hadisi de
kalbin önemini bildirmektedir.
İ. Mâce'den ve sâireden, Ez-Zevacir:1/22
Mutaffifin(83): 14
34
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
önüne sermektedir. Kur’an-ı Kerim’de kalbin ve onun müradifleri olan fuad (gönül) ve sadr (göğüs, sine, iç, derûn) sözcüklerinin, îştikâklarıyla birlikte, 200 defadan fazla geçmesi;
menfi-müsbet bütün olayların ona nisbet edilmesi; hakla
bâtılın mücâdele meydânı olması; Rahmanî ve şeytanî telkinlerin mahalli durumunda bulunması; imanla küfrün, nurla
zulümâtın istikrar bulma veya tağayyür etme merkezi özelliğini taşıması; gibi sayısız faktörler kalbin (ve fuâd ile sâdr’ın)
büyük önemini ve azametini göstermektedir. Zâten; lügavî
mana itibariyle de, kalb, mezkûr misyonları, fonksiyonları ve
ayinedârlıkları tedâî ettirmektedir. Zirâ kalbin; “bir halden,
başka bir hâle geçme, geçirme; dökme, döndürme; değişme,
değiştirme; içini dışına, dışını da içine çevirme” gibi, çok şümullü anlamları olduğu ehlinin malumudur.
Şu halde; insan, kâinatın bir misal-i musağğarı, yani
özü, özeti olduğu gibi, kalb de, insanın bütün duygudüşünce ve hasselerinin özü ve özeti mesabesindedir. Esmâ-i
Hüsnâ-i İlâhiyeye cami ve küllî bir âyine olan insanın, merkezi hüviyetinde olan kalb aynı zamanda nazârgâh-ı İlâhî
olarak da dikkat çekmektedir. Onun için, Allah’a imanın tasdik ve kabul merkezi kalbdir, denmiştir... Dilin ikrarı ve bedenin ameli ise; sâdece kalbdeki durumu ve keyfiyeti, dış
âleme aksettirip izhâr etmektir. Bundan dolayı; İslâm dini,
insanların kalbini hedef olarak alır, aklı ise müdâhele etmemesi için, istidlale çağırır. Aslında, bâtıl ideolojilerin ve şeytanî güçlerin-cereyânların tümü kalbleri elde etmeye çalışır, o
elde edilince bütün bedene hâkim olma yolu artık, açılmış
olur.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
35
İnsan, tek başına bir hükümet olarak kabul edilince;
kalb o hükümetin idare merkezi ve pây-ı tahtı olmuş olur.
Meselâ; kâfir ve müşrik bir ferd, şirk ve küfrün müşâhhâs ve
mücessem timsâli olduğundan dolayı, tek başına-adetâ- bir
şirk ve küfür hükümeti hüviyetini taşır, kalbi de o şirk ve küfür hükümetinin pây-ı tahtı durumunda olur. Hükmî şahsiyet
hüviyetinde olan bir şirk ve küfür devleti, örneğin Rusya veya Amerika, bir şahs-ı hakiki hüviyetinde tahayyül edilse,
Moskova ile Washington o mücessem kâfirlerin kalpleri
hükmünde olur. İslâm’ın canlı ve mücessem bir timsâli olan
müslüman, tek başına bir hükümet-i İslâmîye hüviyetindedir.
O hükümetin merkezi, başkenti ve pây-ı tahtı ise, onun kalbidir. Şahs-ı hükmî ve şahs-ı manevî durumundaki hükümeti İslâmiye, bir şahs-ı vahid ve bir ferd-i hakiki olarak kabul
edilse; o vakit o hükümetin merkezi, pây-ı tahtı, örneğin
devr-i sâadette Medine, günümüzde ise Tahran onun kalbi
mesabesinde olur.
İşte; kâfir güçlerin, şeytanî mihrâkların tâârruz merkezleri durumunda olan kalbin savunulması ve düşman güçlerin
ellerine geçmemesi için büyük çabalar ve cehd-ü gayretler
sarfedilmelidir. Birlikte ve birarada bulunulduğu zaman ve
zeminde, cihadın mümkün olmadığı durumlarda, bu imkânın elde edilebilmesi için harekete geçilmeli; ilk baştan
kalbî, sonra kavlî olarak kâfirlerden müfârâkat (yani, hicret)
edilmeli, ondan sonra da bedeni ayrılma, yani hicret yoluna
gidilmelidir. Bu hicret; ferdî, ailevî ve içtimaî boyutları kapsamaktadır. Kişi; nefsin, şeytanın, hevâ ve hevesin isteklerini
terk (hicret) ettikten sonra, ona karşı nefisle cihâdı başlatmalıdır; bu menfi istekleri, kalben, lisanen ve amelen terk eder.
Aynı ameliyeyi, ailesi içerisinde ve çevresinde de gerçekleşti-
36
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
rir; sonra da toplum ve ona hâkim olan kâfir düzen açısından mes’eleye yaklaşır ve aynı uygulamayı orada da tahakkuk ettirir. Kâfir bir devleti, içte-beraberce yaşanıp ikamet
edildiği zaman, yıkma gücü bulunmadığı durumlarda; zâten
kalbi ve kavli hicretin edilmiş olmasıyla birlikte, sadece güç
elde edip fetih hareketinde bulunmak ve mezkûr kâfir-müşrik
devleti yıkmak; o beldeyi onun pisliğinden temizlemek amacıyla geri dönmek üzere bedenî hicret de edilir; kâfir devlet
ve toplum, terk edilerek İslâm’ın tam ve mükemmel bir surette yaşanabileceği ve İslâmî bir güç oluşturulabileceği bir yere
gidilir. Bu yer, ya ‘dar’ül emân ve dâr’ül-sulh’tur; veya İslâm’ın egemen bulunduğu ve potansiyel güce (topluma) sahip olduğu ‘dar’ül-İslâm’dır; veyahut yeni oluşturulacak olan
bir ‘dar’ül-hareket ve dâr’ül-cihâd’dır.
İşte; Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin 13 yıl boyunca, ashabıyla birlikte büyük çabalar
sarfetmeleri neticesinde, her türlü mâ’siyetten kalbî, kavlî ve
bedenî (amelî) hicret merhalesi-aşılarak nefisle cihâd çizgisine gelinilmiş; canlı küfür ve müşahhas ma’siyet durumunda
olan kâfirlerden münferiden kalbî, kavlî ve bedenî yönlerden
tamamen müfârâkat (hicret) edilmiş; ancak toplu olarak,
sâdece kalbî ve kavlî hicret gerçekleştirilmiş; diğeri bedeni
olarak o beldeden hicret edilmesi için de, Allah-u Teâlâ’nın
İlâhî izni ve müsaadesi intizar edilmiştir. Ki; 1400 küsür yıl
önce şânı yüce Resûlûllah Aleyhissalatü Vesselamın ve şanlı
ashabının, müşrik Mekke toplumundan bilfiil bedenen ayrılarak, istikbâlin ‘Dar’ül-İslâm’ı ve “Cihânşümul İslâm İnkılâbı’nın ve devletinin merkezi olan Medine”ye (Yesribe) doğru
yol almaları, işte bu son şıkka âit kutlu hicrettir. Başta, küfrün
merkezi olan Mekke olarak, bütün küfür beldelerinin birer bi-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
37
rer feth edilerek İslâm İnkılâbı’nın ve devletinin İlahî sınırları
içerisine alınmasını doğuran ve onun ilk adımı olan bu mukaddes “Hicret-i Nebevîye”yi gerçek anlamıyla anlatabilmek
ve derunundaki İlâhî esrara bihakkin vâkıf olmak mümkün
değildir. Fakat yine de (haddimiz olmamakla birlikte) kısmî,
cüz’î ve sathî bir surette de olsa, konuyu ve bize (hareket
noktasında) ışık tutacak bir kısım yönlerini ele almamızın
faydası olacağını mülâhaza ediyorum, inşaallah...
İKİNCİ BÖLÜM
HİCRET’İN GAYE VE HEDEFİ VE TAHAKKUKU İÇİN
ŞERAİT’İN TEKEVVÜNÜ
Bilindiği gibi, din (ed-dîn); kanun, kâide ve nizam anlamına gelmektedir. Ve mutlak bağlayıcı özelliği vardır. Ki;
“tebââ, kanuna ve nizama boyun eğme ve ‘itaat etme’ zorundadır.” “Tebââ, kanunların dâiresinde ve yolunda bulunmak
mecburiyetindedir.” “İnsanlar, kanun ve nizama bağlanma ve
gereğiyle amel etme mükellefiyeti altındadır.” “Kanun ve
nizâma uymak, insanların boyunlarına borçtur.” “İnsanların,
kanunlara karşı yükümlülükleri vardır.” “Tebââ, emniyet ve
huzur içerisinde bulunmalarını kanunlara ve nizama borçludur.” “Kanunlar, insanları kendisine boyun eğdirir.” “Kanun
ve kaideler, yön verici, idare edici ve hükmedicidir.” “Kanunlar, kendine tâbi olanların mükâfatını, isyan edenlerin de
itâbını, yani yapılanın (amelin) karşılığını (cezasını) belirleyendir, onu mutazâmmındır.” gibi isti’mâller, ifade ve izahlar; da
‘-ne’ ve ‘de-y-ne’ fîîl kökünden gelen dinin esasda ve öz olarak kanun, nizam anlamında olduğunu, sair tâlî manaları da
bu temel anlamın üzerine bina ederek mündemiç bulunduğunu isbât etmektedir.125 “Adet, yol; geniş ve gidilen yol; su yolu, su kaynağı; pınar, müctemîâ, bağlanılan umde, prensip ve
meslek” gibi anlamlar taşıyan sünnet, şeriât, minhâc ve millet
kelimeleri de çoğu kez aynı anlamda kullanılmakta, bazı kez
nüans ve uygulama farklılıkları göstermektedir.126
125
126
El-Müfredat: 253; Lisan'ül-Arab (İ. Manzûr): 13/166-ve devamındaki izahlar, dikkatlice ele alınırsa, nüans farkıyla birlikte, esâs yönden hepsi de aynı anlama gelmektedir. Ki; gayenin hasılı önemlidir, tali farklılıklar değil.
El-Müfredât: 216,217; Hak Dini Kur'an Dili: 1/81-91,483-484.
42
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Buna göre; insan hayatını muhatab ittihâz eden ve yönlendirmeyi esâs alan dinler; hak olan ile olmayan, diye ikiye ayrılır. Bâtıl kategorisine dâhil bir sürü dinler (düzenler, ideolojiler)
vardır. Fakat hak din, tektir. O da, İslâm’dır.127 Demek: İslâm
dininin (kanunlarının) dışında kalan sâir dinler (düzenler) tamamen batıldır; ondan dolayı da Allah tarafından hepsi de
reddedilmiştir. İslâm dini, yüce Allah’ın insanlar için gönderdiği
mutlak bir hidâyet ve nur kaynağıdır. İnsanlığın kurtuluşunu garanti altına alan ‘İlâhi kanunlar mecmuâsıdır. Ki; ona bağlanan
ve tâbi olanlar, iki cihanda mutlak kurtuluşa ermiş, ona ters düşüp tâbi olmayanlar ise maddi ve manevi hüsrana ve felâketlere gark olarak cehennemi boylamış olacaklardır.
İnsanlığın başına belâ ve musallat olmuş tağutî güçler
ve şeytanın uşağı olan kâfirler: “…Allah’ın nurunu (İslâm’ı)
ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat muhakkak ki Allah, nurunu tamamlayacaktır, kâfirler kerih görse de!”128 Zira; “O
(Allah), Resûlünü hidâyetle ve hak din ile -(sırf) o dini bütün
din(ler)e galib kılmak için- gönderendir; isterse müşrikler hoş
görmesinler!”129
Allah’ın dininin korunması ve hükümranlığı da, tebliğ
merhâlesinden sonra ve onu ta’kiben dil, mal, can ile olan türleriyle cihâd yoluyla, hususen mukatele (savaş) ile mümkün
olacağı, azgın tağutların bundan başka bir yol ile hizaya gelmelerinin mümkün olamayacağı izâhdan vârestedir. Onun
için yüce rabbimiz; “(Ey iman edenler!) Sizin hoşunuza gitmediği hâlde, uhdenize kıtal yazıl(ıp farz kılın)dı. Olur ki, bir şey
hoşunuza gitmezken, o, sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de sev127
128
129
Al-i İmran(3): 19
Tevbe(9) : 32; Saff(61):8
Tevbe(9): 33; Saff(61): 9
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
43
diğiniz hâlde, o da hakkınızda şer olur (neyin hayırlı olup
olmadığını, ancak) Allah bilir, siz bilemezsiniz.”130; “Fitne
(şirk ve küfür) kalmayıncaya ve (yeryüzünde) din, sâdece Allah’ın oluncaya kadar onlarla (kâfirlerle) savaşın!”131 gibi
ayetlerle, durumu açıklığa kavuşturmuş, gerçek mü’minlere
tutacakları yolu göstermiş bulunmaktadır.
İnsanlığı kasıp kavuran müstekbir ve tağutî güçler, ancak cihâd ve kıtal ile dizgine vurulabilir, böylece İslâm’ın
önündeki engeller yıkılarak, İslâm’ın hâkimiyetine giden kapılar ve yollar açılmış olur. Evet; “...Allah da (cihad ve kıtal
gibi) emirleriyle hakkı açığa vurmayı, kâfirlerin arkasını kesmeyi irade buyurdu. (Ki, bunun hikmeti): Mücrimler (kafirler)
istemeseler de, batılı iptal (yok) ve hakkı (İslâm’ı) da ihkak
(hâkim kılmak) içindi.”132 “O kâfirleri nerede bulursanız öldürün; onlar sizi (yurtlarınızdan) nasıl çıkarmışlarsa, siz de onları öyle çıkarın! Ve fitne (şirkin, küfrün) varlığı ‘katl’den daha
‘eşedd’dir...”133; “ O haram aylar geçince, artık o müşrikleri
nerede bulursanız, öldürün! Onları yakalayıp esir edin, onları
hapsedin ve onların geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler,
namaz kılıp zekâtlarını verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Gerçekten Allah, Gafur’dur, Rahim’dir.”134; “Onlarla mukâtele
130
131
132
133
134
Bakara(2):216
Bakara(2):193; Enfal(8): 39
Enfal(8): 7-8
Bakara(2): 191
Tevbe(9): 5; ve, "Onun için o küfredenlerle (savaş için) karşılaştığınız vakit,
boyunlarını vurun! Nihayet onları mecâlsiz bir hale getirdiğiniz zaman, artık
bağı sıkı tutun. (Ondan) Sonra ise, ya iyilik (yapın), yahud fidye (alın) Yeter ki
harb ağırlıklarını bıraksın(lar); (işte İlahî emir) böyledir. Eğer Allah dileseydi,
onlardan (muharebesiz olarak da) elbet intikam alırdı. Fakat, (savaşı emretmesi) sizi birbirinizle imtihan etmesi içindir. Allah, yolunda öldürenlerin amellerini asla boşa çıkarmaz O! Onlara muvaffâkiyet verir, hâllerini iyileştirir. Onları kendilerine tanıttığı cennete sokar."Muhammed(47): 4-6.
44
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
edin ki, Allah sizin ellerinizle onlara (ölümle-zilletle) azâb etsin ve onları perişan etsin; size onlara karşı zafer versin de
mü’minler topluluğunun kalplerini şifâya kavuştursun ve
mü’minlerin kalplerindeki ğayzı gidersin. Allah dilediği kimseye tevbe nâsip eder. Allah Alim’dir, Hakim’dir. (Ey iman
edenler!) Yoksa siz (kendi halinize) terk olunacağınızı, içinizden cihâd edenleri (ve etmeyenleri) Allah’tan, Resûlünden
ve mü’minlerden başkasını sır dostu (edinenlerle) edinmeyenleri Allah’ın bilmediğini mi sandınız? (hâlbuki) Allah, ne
yaparsanız (hepsinden) haberdârdır.”135; “İman edenlerin,
hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların Allah’ın indinde derecesi çok büyüktür. Kurtuluşa
erenler de, onların tâ kendileridir.”136; “Ey iman edenler! Ne
oldunuz ki size: Allah yolunda elbirlik gazaya çıkın! Denildiği
zaman yere (çakılıp) ağırlaştınız? Ahiretten (vaz geçip de)
dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat bu dünya hayatının
fâidesi ahiretin yanında pek azdır. Eğer (Allah yolunda
cihâda) elbirlik çıkmazsanız, (Allah) sizi pek acıklı bir azâba
düçâr eder, yerinize sizden başka (itaatli) bir kavmi getirir.
Siz ona hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir. (Onun için, ey mü’minler!) Sizler gerek hafif,
gerek ağırlıklı olarak elbirlik seferber olun! Allah yolunda
mallarınızla, canlarınızla cihâd edin! Eğer bilirseniz bu, sizin
için çok hayırlıdır.” 137; “Muhakkak ki Allah, kendi yolunda
birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları
sever.”138... gibi, pek çok ayet-i kerime, İslâm’da cihâdın ve
savaşın önemini belirtmekte, dinin korunmasını ona bağla135
136
137
138
Tevbe(9): 14-16
Tevbe(9): 20
Tevbe(9): 38-39,41
Saff(61): 4
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
45
makta, bunun en büyük bir imtihan vesilesi olduğunu göstermektedir...
“Allah’a ve Resûlüne imandan sonra, en faziletli amel
cihâddır.”139; “İnsanların en faziletlisi, Allah yolunda malı ile
canı ile cihâd eden mü’mindir.”140; “Allah yolunda cihâda
denk bir amele gücünüz yetmez!”141; “Müşriklere karşı mallarınızla, ellerinizle ve dillerinizle cihâd edin!”142; “Bir kimse gaza etmeden ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, nifakın bir
şu’besi üzerine ölür.”143; “İğne usulüyle (inceden inceye)
alışverişe dalar, öküzün (ziraatın vs.) kuyruğuna yapışıp ekin
ekmeğe razı olur da cihâdı terk ederseniz, Allah sizi zillete
düşürür. Dininiz(in cihâd hükmün)e dönünceye kadar (Allah-u Teâlâ) zilleti üzerinizden kaldırmaz.”144; “Bir kavim
cihâdı terkederse, Allah kendilerine mutlaka umumi bir azâb
verir.”145; “Cennette yüz derece vardır. Her derecenin arası,
gökle yer arası gibidir. Allah, bu dereceleri, kendi yolunda
savaşanlar için hazırlamıştır.”146; “En büyük günâhlardan biri
de, savaştan kaçmaktır.”147; “Düşmanla karşılaşmayı temen139
140
141
142
143
144
145
146
147
Terğib ve Terhib: 3/158-159; Müslim: 9/77
Neseî: 5-6/377; Müslim:9/84-86; Terğib ve Terhib:3/159
Terğib ve Terhib: 3/164,165; Neseî: 5-6/387
Neseî: 5-6/372
Müslim: 9/122; Neseî: 5-6/372; Terğib ve Terhib:3/245; Selâmet Yolları:4/90; Ebu Davud: 3/421.
Terğib ve Terhib: 3/244
Terğib ve Terhib: 3/246
Müslim: 9/76; Neseî: 5-6/388-389
Enfal(8): 16; Terğib ve Terhib: 3/193-198; Müslim (Terc.): 1/373-378; 9/3037; Ayrıca, şu ayetler de konuya işaret etmektedir: "Allah'a ve ahiret gününe iman etmekte olanlar mallarıyla, canlarıyla cihad etmeleri hususunda senden izin istemez(ler ve sıvışıp, cihaddan geri kalmazlar). Allah, takva sahiplerini çok iyi bilendir. Senden ancak, Allah'a ve ahiret gününe inanmaz, kalpleri
şek ve şüpheye düşüp de kendilerini o şüphelerinin içinde şaşırıp bocalar bulan kimseler izin isterler (cihaddan geri kalmaya çalışırlar)." Tevbe(9): 44,45;
46
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ni etmeyin; Allah’tan afiyet dileyin ama onlarla karşılaştığınız
zaman da (savaşta) sabr(-ü sebat) edin! Bilin ki; cennet, kılıçların gölgesi altındadır.”148 gibi daha pek çok hadis-i şerifler,
mezkûr ayetleri tefsir ve izah sadedinde dinin korunması ve
hakim kılınmasında cihadın en elzem bir vâsıta olduğunu, bunun terki halinde maddî ve manevi sükûtun ve felâketlerin
başgöstereceğini göstermekte; cihâdın kudsiyetine dikkatleri
çekmekte; gerçekten iman etmiş olanları bu İlâhî ve mukaddes
hizmete ve göreve teşvik etmektedir...
İslâm dini, ‘fıtrat dini’ olduğu149; her doğan çocuk İslâm dini üzere doğduğu hâlde150;... Ferdî veya içtimaî
müşâhhâs bir güç hâline gelen şirk ve küfür düzenleri tarafından, uygulanan çok yönlü baskı ve idlâl metodları yüzünden, insanlık; üzerinde bulunduğu fıtrat dini olan İslâm’dan
çıkmakta, bâtıl dinlerin ve ideolojilerin kurbanı durumuna gelmektedir. İnsanlığı; düştüğü bu bataklıktan kurtarmak için peygamberlerin ve sâdık takipçilerinin konuşan dilleri ve uzanan elleri kâfir güçler tarafından susturulmakta ve şiddetli zulümlerlebaskılarla geri tepilmekte, biçâre insanlık o kurtarıcı İlâhî nurdan
mahrum bırakılmaktadır. İslâm tarihini dolduran bu amansız
zulümlerin bir kısmı kitapta ve sünnette beyan edilmiş, hakikat
148
149
150
Daha nice ayetlerle birlikte, "Her kim harb etmeden ve(ya) onu gönlünden
geçirmeden ölürse, nifâkın bir şubesi üzerinde ölür." Müslim:9/122; Selamet Yolları (Büluğ'ül-Meram): 4/90; Ebu Davud:3/421; Neseî: 5-6/372;
Terğib ve Terhib: 3/245 hadis-i şerifi de konuyla yakından alakadardır. Ve
yine bakınız; İbn-i Abidin: 8/386; Siyer-i Kebir: 1/140.
Müslim: 8/467, 468; R. Salihin: 783; Tirmizi: 3/205; Z. Buhari: 500; Tecrid-i
Sarih:8/356.
Rum(30): 30
Z.Buhari:201; Buhari(Arapça): K.Cenâiz:80, K.Tefsir:30/1; K. Kader:3;
Tecrid-i Sarih: 4/529; Müslim:10/637-643; Müsned-i İbn-i Hanbel:2/279,
315, 346; 3/435; 4/24; İlh...
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
47
araştırıcılarına, İlâhî ve tarihî gerçekler gösterilmiştir.151 İşte; fiilî
cihâd (kıtal), bu fitneyi insanlar üzerinden kaldırmak ve insanları doğdukları gibi vicdânlarıyla ve fıtrâtlarıyla baş başa bırakmak
ve fıtratın bozulmadan devamını sağlamak ve fıtrat üzerindeki
dış etkileri ve baskıları ref etmek gibi ulvî gayelerin tahakkuku
için Allah-u Teâlâ tarafından teşri kılınmıştır. Bu İlâhî vecibe
olmaz olsaydı, yeryüzü fesada gider, insanlık hayatı felce uğrayarak tar-u mar olurdu.152
“Kalpleri taş gibi, hatta ondan da katı olan”153 kâfirler,
ancak cihâd ve kıtal yolu ile frenlenebilir. Çünkü onlarda
‘akıl, şuur, basiret, tefâkkuh, tefekkür ve vicdan’ denen melekeler gitmiş, yerlerine bunların tam zıddı gelmiştir. Evet;
“Yeryüzünde yürüyen hayvanların, Allah katında en kötüsü
şüphesiz ki kâfir olanlardır. Artık onlar, iman etmezler”154;
“Andolsun ki biz, ‘cin ve ins’ten birçoğunu (kâfir olanlarını)
cehennem için yaratmışızdır. Onların (kâfirlerin) kalpleri vardır, (ama) onlarla idrâk etmezler; gözleri vardır, bunlarla
görmezler, kulakları vardır (ama), bunlarla işitmezler. Onlar
dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta (onlardan) daha da sapıktırlar. Onlar, gaflete düşenlerin ta kendileridir.”155; “Yoksa
onların çoğunu hakikaten (söz, nasihat) dinlerler yahut akıl151
152
153
154
155
Nisa(4): 157-158; A'raf (7): 123-128, 141; Bakara: (2):49-50; 85-91, 214,
258; İbrahim(14): 6-18; Enbiya(21): 41, 68-71, 74-77; Ankebut(29): 2-4, 1415, 24-26, 29-34, 36-40, 49-55, 67-68; Kasas(28):38-41; Naziât(79):15-25;
Büruc(85):4-8; Enfal(8): 30; Şuara(26): 6-29, 49-67, 152-158, 166-174,
178-190, 200-209; Hicr(15): 6, 15; Muhamraed (47): 13; Z. Buhari: 640;
Tecrid-i Sarih: 9/302; Müslim: 11/479; Tirmizi: 5/499; İbn'ül-Esir: 1/272-279,
335-342; El-Bidâye: 3/42-47, 134, 271; Mecmâ'uz-Zevâid: 6/14-21, 47;
9/267 vd.; Hilye:1/31; 8/308; Taberi: 2/230; İlh..
Bakınız; Bakara (2): 251; Enfal(8): 73; Hac(22): 40
Bakara(2): 74
Enfal(8): 55
A'raf(7): 179
48
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
lanırlar mı sanıyorsun? Onlar, başka değil, ancak dört ayaklı
hayvanlar gibidir. Belki yolca daha sapıktır.”156...
İşte; insanlık üzerinde despot bir düzen kuran bu kâfirler güruhunu yola getirecek, zulümden ve baskıdan caydıracak tek alternatif, ‘cihad ve kıtal’dır. “Her halde sizin, onların
yüreklerinde (yaşayan) korkunuz Allah’tan (korkmalarından)
daha şiddetlidir. Bunun sebebi: onların tefekküh etmez (ince
düşünmez) bir kavim olmalarındandır.”157 Ayet-i kerimesi Allah’tan korkmayan kâfirlerin, müslümanların gücünden korkacaklarını ve korktuklarını açıklamakta, müslümanları bu
hususta şiddetle tahrik etmektedir. “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla mukâtele edin. Onlara sizde büyük bir azm-ü şiddet bulsunlar. Bilin ki Allah, muhakkak takva sahipleriyle beraberdir.”158; “Sen Allah yolunda çarpış!
Sen ancak nefsinden sorumlusun. İman edenleri de savaşa
teşvik et (coştur)! Olur ki Allah, o kâfirlerin şiddet ve tazyikini
defeder. Allah, tazyik ve azâb bakımından kâfirlerden (intikam almakta) daha şiddetlidir.”159; “Ey Peygamber! Allah
sana ve senin izinde giden mü’minlere yeter! Ey Peygamber!
Mü’minleri savaşa teşvik et!”160
Allah’a iman edip dayanmak, kâinatta en büyük gücü
meydana getirir. Hiç bir dayanağı olmayan kâfirler ve tağutî
güçlerin uşakları, dâima yıkılmaya ve yok olmaya mahkûm
zavallılardır. “Allah’tan başka dostlar (dayanaklar, yardımcılar) edinen (kâfir)lerin hâli, kendine bir ev yapan örümceğin
156
157
158
159
160
Furkan(35): 44
Haşr(59): 13
Tevbe(9): 123
Nisa(4): 84
Enfal(8): 64-65
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
49
hâli gibidir. Hâlbuki evlerin (barınakların) en zayıfı, muhakkak ki örümcek yuvasıdır, eğer bilselerdi!”161 Böyle olmakla
beraber, ilk bakışta ve zahiren o kâfir ve münafık güçler ‘büyük ve birlik’miş gibi görünürse de aslında onlar tamamen
kof ve bölük pörçüktür. “Onları (kâfirleri, münafıkları) gördüğün zaman; gövdeleri (kalıpları, kıyafetleri belki) hoşuna
gider. Eğer söylerlerse, sözlerini dinlersin. (Hâlbuki) onlar
(çubuklu Yemen kumaşı) giydirilmiş (kocaman) kütükler (kereste, odunlar) gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde
sanarlar. (Asıl, en tehlikeli) düşman onlardır. O halde, onlardan sakın! Allah, gebertsin onları! Nasıl olup da (haktan)
döndürülüyorlar.”162; “Onlar (kâfirler) müstahkem kasabalarda, yahud duvarlar (siperler) arkasında bulunmaksızın sizinle toplu bir halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu (müttefik) sanırsın.
Hâlbuki (onların) kalpleri darmadağınıktır. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar, akıllarını kullanmaz bir kavimdir.”163
Böyle rezil bir güruh olan kâfirlerin sayılarının çokluğu,
savaşın neticesine asla etki etmeyecektir. Zira fetih ve zaferin
Allah’tan olduğu164 ma’lumdur. “...Allah’a mülâki olacaklarını (kavuşacaklarını) bilenler dediler: Nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa Allah’ın izniyle gâlip gelmiştir. Allah,
(cihâd’da) sabredenlerle beraberdir.”165; “Ey iman edenler!
Allah’ın (dininin) yardımcıları olun!”166; “Ey iman edenler!
Eğer Allah’(ın dini olan İslâm’)a yardım ederseniz, o da size
161
162
163
164
165
166
Ankebut(29): 41
Münafîkûn(63): 4
Haşr(59): 14
Fetih(48): 1-4; Saff(61): 13
Bakara(2): 249
Saff(61): 14
50
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yardım eder ve ayaklarınızı (kâfirler karşısında) sabit kılar
(kaydırmaz)! Kâfir olanlara gelince: Düşüş onlara! Allah,
amellerini boşa çıkarmıştır. Onlar yeryüzünde bir gezip dolaşmadılar mı? Baksalar ya, kendilerinden öncekilerin akibeti
nasıl olmuş? Allah, onların kökünü kazımıştır. Zâten o kâfirlere de öylesi yaraşır. (Mü’minlerin muzaffer, kâfirlerin münhezim olmalarının) sebebi şu: Çünkü Allah, iman edenlerin
mevlasıdır (dostu, yardımcısı, dayanağıdır). Kâfirlere gelince:
Onların mevlası (yardımcıları, asla) yoktur!”167
“...Eğer içinizden sabr-u sebata malik yirmi (kişi) bulunursa, onlar iki yüze gâlebe ederler. Eğer sizden yüz (kişi)
olursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar, anlamazlar güruhudur.”168; Güç ve moral yönünden iyi durumda böyle
olmakla beraber, zâaf ve acziyet zuhur ettiği zamanda ise, bire iki nisbeti, İlâhî bir lütuf olarak ihsan edilmiştir.169 “O kâfirler, (yakalarını kurtarıp) geçtiklerini ve (sizi) aciz bırakacaklarını asla zannetmesin(ler). (Onun için) siz de onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar (her türlü) kuvvet ve
(cihâd için) bağlanıp beslenen atlar (ve savaş binekleri) hazırlayın ki, bununla Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınız
(olanlar)ı ve bunlardan başka, sizin bilemeyip de Allah’ın
bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız
(ecri) size eksiksiz ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”170 gibi ayetler, müslümanların güçlü ve uyanık bulunmasını, her nevi saldırılara karşı hazırlıklı olmasını emretmekte, şu hadis-i şerifler de bunu tefsir, te’yid ve izah etmektedir:
167
168
169
170.
Muhammed(47): 7-11
Enfal(8): 65
Enfal(8): 66
Enfal(8): 60
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
51
“Onlar (kafirler-münafıklar) için gücünüzün yetebildiği kadar
kuvvet hazırlayın! Dikkat: (En önemli olan) kuvvet atıcılıktır!
Dikkat: Kuvvet, atıcılıktır! Dikkat: Kuvvet, atıcılıktır!”171 “Size
(pek çok) yerler fethedilecektir. Allah, size kâfidir. O halde,
(o fetihlerin hazırlığı için) sizden biriniz oklarıyla oynamaktan
(savaş eğitimi ve atış ta’limi yapmaktan) âciz değildir.”172;
“Her kim atıcılığı öğrenir de sonra onu terk ederse bizden
değildir...”173; “Ümmetimden bir taife, hakka yardımcı olmaya devam edecektir (kâfirlerin çokluğundan korkmayacaktır).
Onlara, muhalefette bulunanlar (kâfirler ve münafıklar) zarar
veremeyecektir. Nihâyet Allah’ın emri (kıyamet), onlar bu
hâldeyken gelecektir.” 174 İlââhir...
Şu hadis-i şerfler de, fiilî cihâd için gerekli güç ve sayı
miktarı için bizlere ipuçları vermektedir: “Hz. Huzeyfe(ra)’den:
Resûlûllah (asm) bize hitâben: İnsanlardan müslümanım diyen (erkek)leri bana yazıp getiriniz! Buyurdu. Biz de bin beş
yüz (1500) erkek adı yazarak Efendimize sunduk ve o zaman
kendi kendimize; ‘biz artık bin beş yüz mücâhid olduk, düşmandan hiç korkmayız!’ demiştik. Şimdi bakıyorum da
müslümanlar hayli çoğaldığı hâlde, bizi (öyle) bir korkaklık
almış ki; kişi yalnız başına namaza duruyor da korkarak kılıyor. Biz o mutlu devirde, Hudeybiye veya Hendek savaşlarında 1500 kişi iken, düşmandan korkmak hatırımızdan bile
geçmezdi.”175; “Arkadaşların (sayı bakımından) en hayırlısı
dört, seriyyelerin (müfrezelerin) en hayırlısı dört yüz, orduların
171
172
173
174
175
Müslim: 9/134
Müslim: 9/135
Müslim: 9/136
Müslim: 9/137-141; Büluğ'ül-Meram (S. Yolları): 4/99
Z. Buhari: 514; Tecrid-i Sarih: 8/418; Müslim: 2/27-29; Daha azı için bakınız;
İbn-i Esir: 2/88.
52
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
en hayırlısı dört bindir ve on iki bin(kişilik İslâmî bir güç, artık)
azlıktan dolayı aslâ mağlub edilmez!”176
İşte; İslâm dininin müdafaa ve muhafazasının yolunu,
O’nun tüm cihana hâkim kılınması için yapılacak hareketi,
takınılacak tavır ve tarzı, takip edilecek usûlü, alınacak
vâz’iyeti ve tedbiri, hazırlık safhasını ve durumunu genel hatlarıyla bildiren bu ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler muvacehesinde, gerçek Müslümanlar; geniş bir muhakeme ve
muhâsebe içerisine girmeli, kendi bölgelerindeki tağutlarla
hesaplaşmada mükellefiyet derecelerini ve boyutlarını tesbit
ve ta’yin etmelidir. Tağutî düzenlerle fikrî ve kavlî irtibatlarını
kesmiş, onlardan beri olmuş (kalbî ve kavlî hicret etmiş)
müslümanlar, Allah’ın dinini mutlak plânda hâkim kılmak
için cihâdın her türlüsüne başvurma görevi ile karşı karşıya
bulunmaktadır. Bu tür müslümanların, yani ‘cihâd gücüne
hâiz olanların’ beldelerini terk etmeleri, yani ‘bedenî hicret’
yoluna gitmeleri asla câiz değildir. Bu, doğrudan doğruya
cihâddan kaçmak, kâfirlerden firâr etmektir ki, bunun en büyük günâhlardan olduğu kesinkes sabittir.177 Hatta, bunun
münâfıklığın alâmetlerinden olduğunu İslâmî nâslardan anlamaktayız.178 Güçleri kâfi geldiği hâlde, cihâdı terk edenlerin azâb-ı elime uğratılacağı; Allah’ın onları, onların da Allah’ı sevdiği yeni bir mücâhid kavimle tebdil edileceğini179
176
177
178
179
Tirmizi: 3/134; Ramuz'ûl-Ehâdis: sah.407; S. Kebir: 1/140; İ. Abidin: 8/386.
Bakınız; 147 no'lu dipnot.
Müslim: 9/122 ; Ebu Davud:3/421; S. Yolları: 4/90; Neseî: 5-6/372; Terğib
ve Terhib: 3/245; Ayrıca: "Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, cihaddan
kaçmak için izin istemez; ancak (kalplerinde) iman olmayanlar izin isterler."
anlamındaki (Tevbe: 44, 45) ayetler ve benzerleri, konuyu açıkça tasrih
etmektedir.
Mâide(5): 54; Tevbe(9): 39; Muhammed(47): 38; Fatır(35): 15-17; Nisâ(4):
133 gibi ayetlere ve tefsirlerine bakınız.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
53
buyuran “Allah-u Teâlâ, dilerse, bir fâcirle de bu dini te’yid
(aziz ve ihya) eyler.”180 Ve Müslümanız! Dedikleri halde, savaştan kaçanları rezil eder...
Şu halde; müslümanlar kendi bölgelerinde Allah’ın dinini hâkim kılmak için cihâd çığırını açmalı, cihâd yapabilme
imkânı bulunduğu müddetçe hicret etmeyi, beldesini terk
etmeyi hayal bile etmemelidir. Bu tür bir terk olayı, adına
hicret de dense, gerçekte firârdır; kendi yuvâsı mesabesinde
olan yurdunu Allah’ın düşmanlarına teslim ederek zilletle
kaçmaktır. Bunun da gerçek bir imanla, İslâm’la ve insanlıkla
izah edilebilmesi mümkün değildir. Ancak; gerçekten cihâd
yapabilme gücünden mahrum bulunanlar ve cihâd için gerekli hazırlıklarda bulunabilme imkânı olmayanlar, böylece
İslâm’ın muktaziyâtiyle amel edemeyenler ve sürekli olarak
kâfir güçlerin maddî ve manevî tazyiki altında kalanlar,
cihâdla değil, hicretle mükelleftir. Zira Allah-u Teâlâ, güç ve
takatten fazla bir yükümlülük ve mükellefiyet, insanlara yüklemiş değildir.181 Bu izahlardan; hicret olayının mâhiyeti de
anlaşılmıştır, keyfiyeti de kanaatindeyim.
Bu durumda, hicret denen mükellefiyet mevzu-u bahs
olmaktadır. Hicretin; geniş anlamıyla kişinin ferd, aile ve toplum olarak nefsin, şeytanın, hevâ ve hevesin te’sirâtından, yani tüm İlâhî menhiyattan (enfüsî, derunî plânda) kalben (fikren-itikâden), kavlen ve fiilen (amelen) uzaklaşması; aynı uygulamayı, müşâhhâs menhiyat ve münkerât olan kâfir-müşrik
ve münâfık ferd, aile, kurum, toplum ve düzenler üzerinde de
(afakî-haricî plânda) icra etmesi, canlı ve mücessem bir İslâm
180
181
Müslim: 1/434; Cami'us-Sağir: 1/38, 268; Siyer-i Kebir:1/169
Bakara(2): 286
54
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
hâline gelebilmesi için, maddî, coğrafî; ruhî ve manevî müsait
bir ortam oluşturması veya var olan müsâit ortama (dâr’ülemân’a veya dâr’ül-İslâm’a) doğru yola çıkması, kâfir ve müşrik toplumu, tekrar geri dönerek feth etmek üzere, terk etmesi
demek olduğunu daha önceleri görmüş; kâfir düzenlerden,
toplumlardan bedenen ayrılmanın dışında kalan kısımlarını
(kısa da olsa) izah etmiştik. Bu son şıkkın, yani bedenen kâfirleri, kâfir toplumları ‘terk’in (hicretin) meşruîyyet kazanabilmesi için, kişinin artık tamamen âciz ve yalnız kalması; mücâhede
için gerekli malzeme ve elemandan tamamen mahrum bulunması; fiilî, kavlî ve kalbî olarak artık İslâm’ı yaşayabilme ve
tebliğ edebilme imkânının aslâ kalmaması ve sürekli her nevi
öldürücü tazyiklere maruz kaldığı halde, hiç bir mukavemet
gücüne sahip bulunmaması gibi çok ciddi ve kapsamlı faktörlerin olması şarttır. Bu gibi şerait altında, Müslümanların; artık
başkalarına İslâm’ı tebliğ edebilme ihtimâlleri kalmadığı gibi;
kendi itikâdını ve dinini de yavaş yavaş kaybetme, vereceği
ta’vizlerle gedikler açma ve artırma tehlikeleriyle karşı karşıya
gelmeleri söz konusudur. Ki, bu durumda o gibi yerlerde kalmanın ve ikâmet etmenin asla caiz olmadığını; en kısa zamanda müsait bir yere, İslâm’ı yaşayabilmek ve cihâd için hazırlıklar yapabilmek gayesiyle hicretin gerekli olduğunu,
‘Kitab’dan ve sünnetten öğrenmiş bulunuyoruz...
Evet; “(hicret etmeyerek, kendilerine zulmeden, o) Öz
nefislerinin zalimleri olarak, canlarını alacağı kimselere melekler derler ki: ‘Ne işte idiniz?’ (de hicret etmediniz?), onlar:
‘Yer(yüzün)de (dînin emirlerini, tebliği ve cihadı tatbikden)
aciz(kimse)lerdik,’ derler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı (yeryüzü)
geniş değil miydi? Siz de orada (kalmayıp, oturmayıp da)
hicret edeydiniz, ya!’ derler. İşte onlar (böyle zelil kimseler-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
55
dir.) Onların barınakları cehennemdir. Ve o, ne kötü bir yerdir.”; “Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan, zâ’f ve acz
içinde bırakılıp da (hicret edebilmek için hiç bir) çâreye gücü
yetmeyen ve bir yol bulamayanlar müstesnâ! İşte onlar (da
böylece mâ’zûrdur) Allah’ın, onları affedeceğini umabilir(ler).
Allah çok afedici, çok yarlığâyıcıdır.”; “Kim Allah yolunda
hicret ederse, yer(yüzün)de gidecek, barınacak birçok yerler
de bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah’a ve O’nun
Resûlüne Muhacir olarak çıkıp da, sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükâfatı Allah’a düşmüştür. Allah
çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.”182; “...İman edip hicret etmeyenlere, hicret edecekleri zamana kadar, sizin onlara hiç
bir şey ile velâyetiniz (dostluğunuz, yardım etme ve koruma
sorumluluğunuz) yoktur.”183; “Onlar, kendilerinin küfrettikleri
gibi sizin de küfredip onlarla beraber olmanızı arzu ettiler. O
halde, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar (onların) içlerinden dostlar edinmeyin. Eğer (hicret etmeye aldırış etmeyip de) yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız yakalayıp,
tutun, onları öldürün. Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin.”184
“Küffârla savaş devam ettikçe hicret kesilmez.”185; “Küfür ve kâfirler var olduğu ve küfür fitnesi devam ettiği müddetçe de cihâd ve savaş sürecek, kıyamet kopuncaya veya yeryüzünün tümüne İslâm hâkim kılınıncaya kadar mücâhede ve
mukâtele devam edecektir.”186; “Allah’a ibâdet etmen ve müş182
183
184
185
186
Nisa(4): 97-100
Enfal(8): 172
Nisa(4): 89
Neseî: 7-8/203; Büluğ'ül-Meram (S.Yolları): 4/98
Bakınız; Bakara(2): 193; Enfal(8): 39; Tevbe(9): 5; Muhammed(47): 4;
Neseî: 7-8/203; Büluğ'Ul-Meram: 4/99; Müslim: 9/137-141
56
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
rikleri terk etmen hususunda biatını kabul ediyorum.” 187;
“Ben, müşrikler arasında ikâmet eden her müslümandan beriyim (çünkü); ateşleri bir birinden ayırt edilmez.”188; “Müşriklerin beldesinde oturmayın ve onlardan kadın almayın! Her
kim onlarla oturur ve onlardan kadın alırsa, o da onlar gibidir.”189 gibi, bir çok ayet ve hadisler, şartlar tekevvün ettiği
zaman, hicretin büyük bir vecibe olduğunu, ondan kaçınarak
zilleti, kâfirlerin boyundurluğu altında yaşamanın gerçek bir
iman ve İslâm anlayışı ile izah edilemiyeceğini ve bunun
dünyevî ve uhrevî hüsranlar-felaketler getireceğini açıkça
ifade etmektedir...
Hicret edilmesi gereken yerde ve zamanda, Allah yolunda hicret edenler, Allah-u Teâlâ tarafından medh edilmekte ve ebedî hayatla ve saadetle müjdelenmektedir: “Allah’a ve Resûlüne gerçek iman edenler ve (vatanlarından)
hicret edip de Allah yolunda cihâd edenler (var ya) işte onlar, Allah’ın rahmetini umarlar. Şüphesiz ki Allah, Ğâfur’dur,
Rahim’dir.”190 “(Dinlerini korumak ve yaşamak için) Hicret
edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakarete, ziyâna uğrayanların, muhârebe edenlerin ve
öldürülenlerin günâhlarını and olsun ki örteceğim ve Allah
katından bir mükafat olmak üzere, onları muhakkak ki altından ırmaklar akar cennetlere de sokacağım. (Ondan da büyük ve) güzel sevab (mükâfat) ise Allah’ın indindedir.”191;
“İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihâd edenler; ve (Muhacirleri)barındırıp yardım eden187
188
189
190
191
Neseî: 7-8/205
Tirmizi: 3/169; Büluğ'ül-Meram: 4/94; Neseî: 7-8/469
Tirmizi: 3/169
Bakara(2): 195
Al-i İmran(3): 195
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
57
ler (yok mu?) işte onlar! Onların bâzıları, bâzılarının (birbirlerinin) velileridir (dostu, yardımcısı, koruyucusu ve kollayıcısıdır)”192; “iman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihâd
yapanlar ve (Muhacirleri) barındıranlar ve yardım edenler:
İşte gerçekten mü’min olanlar bunlardır. (İlahî) Mağfiret ve
uçsuz-bucaksız rızık da onlarındır.”193; “İman edenler ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd
edenler, Allah katında daha büyük dereceye sahiptirler. İşte
bunlar, dünya ve ahiret saadetine kavuşanlardır.”194; “Kendilerine zulüm yapıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri,
elbette dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı
ise, muhakkak ki çok daha büyüktür, eğer iman etmeyenler
bunu bilseler!”195; “O muhâcirler, müşriklerin eziyetlerine sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.”196; “Sonra, senin
Rabbin, işkencelere uğratıldıkdan sonra (yurtlarından) hicret
edenlerin, sonra da (durmayıp, Allah yolunda) cihâd edenlerin (ve bu uğurda) sabr(-u sebat) gösterenlerin yanındadır.
Ondan sonra, muhakkak ki rabbin Ğafur’dur, Rahim’dir.”197;
“(İslâm’da kıdem ve öncelikte) birinci dereceyi kazanan
muhâcirler ve ensâr, bir de güzel amellerle onlara tâbi olanlar
(yok mu? İşte) Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. (Allah) bunlar için -kendileri içinde
ebedi kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akar cennetler
hazırladı. İşte bu, en büyük bahtiyarlıktır.”198 gibi ayet-i keri192
193
194
195
196
197
198
Enfal(8): 72
Enfal(8): 74
Tevbe(9): 20
Nahl(l6): 40
Nahl(16): 41
Nahl(16): 110
Tevbe(9): 100
58
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
meler, İslâm’da hicretin ne derece önemli ve şartları tekevvün edince ne derece elzem olduğunu isbat etmektedir...
“Hicret et! Zira (şimdi) hicret gibi amel yoktur.”199;
“...Hicret (gibi, büyük bir ibadet) olmasa idi, kendimi
Ensâr’dan biri sayardım. (Fakat, hicretin sevabı daha üstün
olduğundan, kendimi Muhâcir sayarım.)”200 “Muhakkak ki niyetler amellere göredir. Bir kimse niyet ettiğini şübhesiz bulacaktır. Kim Allah’a ve Resûlü’ne hicret ederse, onun hicreti Allah’a ve Resûlüne’dir...”201 Hadisleriyle de önemine ve
mâhiyetine dikkat çekilen hicret, İslâm devletini bir küll olarak
te’sis etmek için sarfedilecek olan cehd-ü gayretin (her türlü
cihâdın) ilk adımı ve ilk kapısıdır. Cihâd edebilme ortamı bulunmayan bir yerden çıkarak, bu ortamın bulunduğu yere
gitmek veya böyle bir ortamın hazırlığını yapmak için başvurulan hicret hareketi, İslâm’ın hükümranlığı için hayatî bir
ehemmiyeti haizdir. Cihâd’ın mümkün olmadığı durumlarda
hicret etmek bir vecibe olduğu gibi; hicret zarureti bulunmayan durumlarda ise cihad etmek bir vecibe olarak tebellür etmektedir. Zira; “(artık) Hicret bitti. Cihâd hususunda biatını
alıyorum.”202; “Mekke’nin fethinden sonra (o devir için) hicret
(ihtiyacı artık) yoktur. Fakat, cihâd ve (İslâma hizmet gibi) iyi
niyet(ler) var. Savaşa çağırıldığınızda hemen koşun!”203; “Hicret, (devr-i saadet) ehli için (Mekke fethinden sonra) geçmiştir.
199
200
201
202
203
Neseî: 7-8/201
Z.Buhari: 665; Tecrid-i Sarih: 10/8
Z.Buhari: 31; Tecrid: 1/64; Müslim: 9/116; Ebu Davud:3/206; İbn-i Mâce:
10/499-500; Neseî: 1-2/75; 7-8/573; Müsned-i İbn-i Hanbel: l/25, 43; İlââhir...
Neseî:7-8/198, 203
Müslim: 7/118; 9/42; Neseî:7- 8/203; Buluğ'ül-Meram (S.Yolları): 4/94; Ebu
Davud: 3/405; Darimî: K.Sîre: 69; Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel: 1/266,
316; 2/215; 3/22, 401; 5/71, 187; 6/466; Hayat'us-Sahabe: 1/357; İlââhir...
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
59
Lâkin İslâm (üzere bulunmak, ona hizmet etmek) ve cihad (da
sebât) ve hayır(lı amelle de İslâmî hizmetlerde bulunmak) hususunda biat bakidir.”204; gibi hadisi şerifler ile Resûlûllah
Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimizin ve yüce
eshâbın fiilî tatbikatları bunu sarahaten nâtık bulunmaktadır.
Hicret, cihâdın ilk adımı ve kapısı olduğundan dolayı,
cihâdla hicretin birlikte geçtiği ayetlerde, önce hicret, sonra da
cihâttan bahsedilmekte; hicreti müteâkib, hemen cihâd zikredilmektedir. “Gerçekte! İman edenler, hicret edenler ve cihâd
edenler...”205 anlamındaki bir çok ayetler, bu gerçeğin açık delili ve bariz ifâdesidir. “...Niçin Allah yolunda savaşmayalım?
(Ki bizler), yurtlarımızdan çıkarıldık, çocuklarımızdan uzak bırakıldık.” 206; “Andlarını bozan, o peygamberi sürüp çıkarmayı
kuran ve bununla beraber ilk defa da sizinle kendileri (muharebeye) başlayan bir kavm ile savaşmaz mısınız? Onlardan
korkacak mısınız? Eğer (gerçekten) inanmış kimselerseniz,
kendisinden korkmanıza daha çok layık olan bir Allah vardır.”207; “...Onda (haram aylarda) muharebe etmek büyük
(günâh)dır. (Ama, insanları) Allah yolundan men etmek, onu
inkâr etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram’a gitmelerine
mâni olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında
daha büyük (günâh)tır. Fitne (şirk ve küfür) katl’den de beterdir. Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar
sizinle savaşmalarında devam edeceklerdir...”208 gibi ayetler
ve benzerleri de bu vakıaya işaret etmektedir.
204
205
206
207
208
Müslim: 9/4-0; Z. Buhari: 499; Tecrid-i Sarih: 8/353
Örnek için bakınız; Bakara(2): 218; Enfal(8): 72, 74-75; Tevbe(9): 20; İlââhir...
Bakara(2): 246
Tevbe(9): 13
Bakara(2): 217
60
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Tağutî düzenler; tarihin bütün dönemlerinde, İslâm’ın
muhteşem nuruyla karşı karşıya gelince, büyük ölçüde paniklere kapılmış, fıtrat dini olan İslâm’a halk yığınlarının temâyül
ve dehâlet etmesiyle birlikte küfür düzenlerinin ve saltanatlarının yıkılacağına kanâat getirerek zecri tedbirler almaya ve büyük tazyikler uygulamaya başlamıştır. “(Lut aleyhisselam için)
kavminin cevabı: ‘Çıkarın onları memleketinizden! Çünkü onlar, fazla temizlik yapar insanlardır!’ demelerinden başka (bir
şey) olmadı.”209; “Onun (Hz. Şuâyb’ın) kavminden (iman etmeyi) kibirlerine yediremeyen kodamanlar şöyle dedi: ‘Ey
Şuayb! Seni ve beraberindeki iman edenleri ya muhakkak
memleketimizden çıkararacağız yahud, mutlaka bizim dinimize döneceksiniz.’ (dediler)...”210 gibi ayetler, bu hususta sadece birer numunedir. Allah-u Teâlâ, şirk, küfür ve zulmün her
türlüsünü şiddetle menettiği gibi, bunlarla eş anlamda ve yakın derecede olan yurtlardan çıkarılmasını da şiddetle menetmiş, İlâhî ahd almış; lakin zulüm timsâli olan azgın insanlık
(tağutîlik) her hususta olduğu gibi bu hususta da hakkı çiğnemiş, böylece Allah’ın dünyevî ve uhrevî azabını hak etmiştir.211 “İşte, hak tanımayan ve hakkı kuvvette bilen zalime karşı, hakkın lisanı kuvvettir.” Fehvâsınca, bu zalimlerin tacını ve
tahtını yıkmak, biçâre insanlığı bu tağutî güçlerin zulüm ateşinden kurtarmak için; mukaddes cihâdın her türlüsünün büyük hazırlıkları yapılmalı, insanlığa Allah’ın kurtarıcı nizamı
olan İslâm, bütün ihtişamıyla sunulmalıdır. Bulundukları bölgelerde, tüm müslümanlar, bunun tahakkukunu sağlamalı;
müsait ortam oluşturmalı, buna engel olacak bütün maniaları
bertaraf ederek aşmalıdır.
209
210
211
A'raf(7):82; Yaklaşık olarak Şuâra(26): 167
A'raf (7): 88
Bakınız; Bakara(2): 83-86
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
61
Gerçekten, bu tür güç ve atmosferden uzak bulunanlar
da, âcilen hicret aşamasına geçmelidir ki, bu da zâten cihâdın
ilk ve en ciddî adımıdır. Demek; hicret, cihâdın dâhilindedir ve
onun zarurî merhalelerindedir. Evet, hicret; Allah’ın mülkünü
işgâl ederek tağutî sultalarını kurmuş yerli ve yabancı şeytanî
güçlere karşı, Allah yolunda başkaldırmanın ve ‘kıyam’ etmenin bil-fiil ‘birinci’ basamağıdır. Ve hareket serbestîsi ellerinden alınmış olan Hizbullahilerin bukağılarını koparması,
tevhid bayrağını açması ve ‘mukaddes cihad’ çağrısı yapmasıdır. Hicret ile ancak, dağınık kuvvetler ‘tek güç’ hâline gelecek, gizli kalmış cevherler-değerler belirlenecek, zâif kalbler
güçlenecek, zalimlerin-tağutların üzerlerine üzerlerine gidilecek
ve alçak saltanatları tar-u mâr edilecektir. İşte, peygamberlerin
serveri olan Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin, şanlı ashâbıyla birlikte gerçekleştirdikleri ve kıyamete kadar gelecek tüm nesillere kıyam, cihad, şehadet ışığı
tutan mübarek hicretleri, böyle nuranî, muhteşem ve azametli
bir hicrettir; ki, bu ilahî ve lâhutî hicret; karanlık dünyayı aydınlığa boğmuş, tüm şirk-küfür ve zulmün hakimiyetini kovmuş, İslâm nizamının hakimiyetinin temelini vücuda getiren
ma’nevî bir güneş gibi, insanlık ufkuna doğmuştur.
Dünyanın, câhiliye ünvanını almış bir zamanında ve
mekânında gerçekleşen bu kutlu hicret, cehalet girdabı içerisine gark olmuş habis zihniyetin hükümranlığı esnasında,
uygulanan insanlık dışı zulüm, işkence, eza, cefâ, vahşet ve
cinayet zincirinden dolayı Allah-u Teâlâ’nın yüce emri ve
müsâadesi üzerine vaki olmuş, tarihin seyrini değiştiren
‘emsâlsiz’ zaferleri ve fetihleri doğurmuştur. İnsanlığı, mutlak
felâketlerden ve esaretlerden kurtarmak, gerçek hürriyeti sağlayarak sâdece Allah’a kulluğunu idrâk ettirmek için gönde-
62
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
rilmiş bulunan İslâm dininin yüce prensiplerini tebliğ ederken, her türlü tahkir, istihza ve tazyiklere ma’ruz bırakılan Allah’ın Resûlüne -haşa- mecnun, şair, sahir gibi lâkaplar takan
212
ve “... Bu mu, Allah’ın peygamber diye gönderdiği?...”213
diye istihza eden habis müşrikler, Allah’ın kitabına -haşâ- sihir demekle214 birlikte, “...Şu kur’an, iki memleketten (Mekke
ve Taif’ten) bir büyük (zengin, komprador) adama indirilseydi, ya!...”215 diye, iblisâne temennilerde bulunacak kadar,
bir garabet ve hamakat örneği sergilemişlerdir.
Aslında, tarihin tüm devirlerinde hak din olan İslâm’ı
tebliğ eden ve insanları dalâletten ve zulümattan kurtarmak
için gayret sarfeden Allah-u Teâlâ’nın bütün peygamberlerine, kendi zamanlardaki kâfirler ve tağutlar aynı şekilde muamele etmiş; -hâşâ- “sâhir, mecnun, şair” gibi yaftalarla kamuoyunun ve halk kitlelerinin gözlerinden düşürmek istemişlerdir.216 Kâinatın yüce Rabbi ve halikı olan Allah-u Teâlâ,
sevgili Habib-i Ekremine (asm) durumu naklederek, müba212
213
214
215
216
Hûd(11): 7; Hicr(15): 6,15; İsra(17): 47, 88-100; Enbiya(21): 3, 5; Furkan(2): 8;
Sebe(34): 43; Ahkaf(46): 7-9; Saffat(37): 15, 36; Zâriyât(51): 39; Kamer(54):2,
51; Tur(52): 29-31; Hakka(69): 41-42; Müddessir(74): 22-25; İslam Tarihi (Mekke Devri): 4/54-56; 5/119-126; İbn-i Hişam (Terc.): 1/357-362; İbn'ul-Esîr
(Terc.): 2/57; Kısas-ı Enbiya: 1/77-78; Hayat'us-Sahabe (Hadislerle Müslümanlık): 1/51, 58; İlââhir...
İsra(17): 94-96; Furkan(25): 41... Evet; Allah'ın Yüce Resulü, tebliğ için gittiği her yerde hakarete uğruyor, çeşitli zulümlere-işkencelere maruz kalıyor;
Allah; senden başka peygamber olarak gönderecek kimse bulamadı mı?"
diye alay ediliyor ve böylece İlâhî vazifesi sürekli olarak engellenmek isteniyordu. Konu için, örnek olarak bakınız; El-Bidâye: 3/136; Delâil'inNübüvve: 103; İbn'ül-Esîr(Terc.): 2/92; İbn-i Hişam (Terc.): 2/76; İlh...
Zuhruf(43): 30; En'am(6): 5-8; Sebe(34): 43; Ahkaf(46):7-8; Müddessir(74):
24-25; İlââhir...
Zuhruf(43): 31
Şuâra(26): 153, 185; Mâide(5): 110; En'am(6): 10; Yunus(10): 73-78;
Ra'd(13): 32; İsra(17): 101-104; Taha(20): 63; Enbiya(21): 41; Neml(27):
13-14; Kasas(28): 36-40; Zâriyât(51): 39, 52; Kamer(54): 9, 27; Saff(61): 6
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
63
rek ‘râkik’ gönüllerini tesliyette bulunmuştur. Evet; “And olsun ki, (Ey Resûlüm!) senden önce gönderilen peygamberlerle de istihza edildi. Fakat, istihza ettikleri o hak, içlerinden
maskaralık edenleri kuşatıverdi (de helak oldular).”217; “And
olsun, ki; (Ey Resûlüm!) senden önce gelen peygamberlerle
de istihzâ edildi. Ben de o kâfirlere bir müddet için meydan
verdim. Sonra da onları azapla yakalayıverdim. Benim azabım, nasıl da dehşetli olmuştu!”218; “Yemin olsun ki, senden
evvel de birçok peygamberlerle alay edildi de, içlerinden
alay edenleri, o alay etlikleri şey (azap) kuşatıverdi.”219; “(Ey
resulüm! Sana müşriklerin yaptığı gibi) onlardan evvelki
(ümmet)ler de bir peygamber gelince; muhakkak (aynen)
böyle; ya sihirbâz dediler, ya da mecnun... Hepsi de bu sözü
birbirine tavsiye mi ettiler? Doğrusu onlar hep tağunlar (azgınlar) topluluğudur.”220
Bu adîce yalan, iftira ve hakaret kampanyası kâfi gelmeyince ve halk yığınları üzerinde fazla tesir bırakmayınca;
bu sefer de fizikî işkence yollarına tevessül eden Mekke’nin
canavar müşrikleri, yüce Resûlûllaha (asm) doğduğu beldeyi
zindan ve cehennem hâline getirmişlerdir. Davasından taviz
vermesi için, Kureyş’in Ebu Talib’in nezdinde giriştikleri teşebbüsleri duyan ve “Allah’a yemin olsun ki, üzerimdeki bu
vazifeyi (tebliği) bırakabilmem, her hangi birinizin güneşten
bir ateş parçası koparmasından zordur. Ve güneş sağ elime,
ay da sol elime konsa bu işten (İslâmî tebliğden) vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar yahut da ben bu uğurda
217
218
219
220
En'am(6): 10.
Ra'd(13): 32
Enbiyâ(21): 41
Zâriyat(51): 52-53
64
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
canımı veririm.”221 diye mukabelede bulunan Allah’ın
Resûlünün üzerine Kureyşli şerirler tarafından topraklar atılmakta, boğazına sicim geçirilerek boğulmağa ramak bırakılmakta, hep birlikte üzerine atılarak öldürülmek istenmekte,
kesilmiş deve işkembesinin pisliğini Ka’be’de namaz kılarken
üzerine koymak gibi haysiyetsizce muamelelere tâbi tutulmakta, geçtiği yollara dikenler ve pislikler atılmakta, hemen
hemen her gün büyük işkencelere, hakaretlere, darbelere
mâ’ruz bırakılmakta, yıllarca her türlü boykot ve ambargolar
uygulanmakta, değişik yerlerde ve zamanlarda ayak takımlarına taşlatılmakta, mübarek vücudu ve ayakları kan-revan
içinde kalmakta, hülasa, akıl ve hayale gelmeyecek kadar
her türlü zulümler ve işkenceler edilmektedir.222
Bilhassa, Taif’e, İslâmî tebliğ için gittiklerinde; hayatının en ağır ve en acıklı günlerini yaşayan ve kimsesiz, garib
bir halde topyekün taaruzlara ve zulümlere maruz kalan, tamamen takatsiz ve bîtâb düşerek bir bağa sığınan Allah’ın
yüce Resûlü, “Allahım! Zayıflığımdan, çaresizliğimden, insanlarla başa çıkamamamdan sana şikâyetçiyim. Ey
merhâmetlilerin en merhametlisi! Sen zayıfların rabbisin; sen
benim de rabbimsin! Beni kime bırakıyorsun? Bana yüz ekşiten yabancılara mı? Yoksa benim işime karşı başıboş bıraktığın düşmana mı? Eğer sen bana karşı gazâb etmemişsen hiç
221
222
İbn'ül-Esir(Terc.): 2/65; İbn-i Hişam(Terc.): 1/353; El-Bidâye: 3/42
El-Bidâye: 3/42, 46, 136, 271; İbn-i Hişam (Terc.): 1/359-422, 472-477; 2/77;
İbn'ul-Esîr (Terc.): 2/61-95; Hılye:1/31; 8/308; Mecmâ'uz-Zevâid: 6/14, 16-21;
8/227; 9/47, 267; Z.Buhari: 540; Tecrid-i Sarih: 2/757-761; 9/31-33; Müslim
(Terc.): 8/602-6l0; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/261-274; Asr-ı Saadet: 1/159-188; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 5/5-73, 127-129; (Bu konunun
özeti için bakınız; İhsan Süreyya Sırma'nın İslâmî Tebliğ'in Mekke Dönemi ve
İşkence adlı kitabı).
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
65
bir şeye aldırış etmem...”223 diye devam eden hâzin duayı
edince; Allah’ın emriyle Hz. Cebrail gelir, müşriklerin tamamını yere geçirme teklifini sunarken, O yüce Resûl: “Hayır,
ben Allah’tan, onların sülbünden yalnız Allaha kulluk eden,
O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil çıkarmasını diliyorum.”224 cevabını vererek, kendisine bu kadar zulüm, baskı ve işkenceyi reva gören canilere karşı, bir ummanı andıran
şefkatini ve merhametini göstermiştir.
Müşriklerin zulüm, cefâ ve işkencesine sâdece yüce
Resûl (asm) ma’ruz kalmamakta, o’na tâbi olan ve O’nun
İlâhî çağrısına icabet eden müslümanlar, bilhassa kabilesi
olmayan mustazaflar ve fakir müminler de büyük ölçüde hedef alınmakta; her türlü zulüm, işkence ve cinayetlere düçâr
kılınmaktadır. Zâten, Allah-u Teâlâ, bütün ümmetleri bu tür
imtihanlara tâbi kılmış, bunun ‘Sünnetullah’tan olduğunu
açıkça ifâde etmiştir.225
223
224
225
Tarih-i Taberî: 2/230; Tecrid-i Sârih (Terc.): 2/759; İbn-i Hişam (Terc.):
2/77-78; İbn'ul-Esîr (Terc.): 2/93.
Z. Buhari: 544-545; Tecrid-i Sârih: 2/760; 9/31-33; Sahih-i Müslim (Terc.):
8/600, 607; (Arapça-K.Sitte Serisi): 2/1417, 1420-1421; İslâm Tarihi (A.
Köksal-Mekke Devri): 5/75-76.
Meselâ; “(Ey İman edenler!) Yoksa siz, sizden evvel geçen (ümmet)lerin hali
başınıza gelmeden, (öyle, kolay kolay) cennete girivereceğinizi mi sandınız?
Onlara öyle yoksulluk(lar) ve sıkıntı(lar) gelip çattı ve (öyle çeşitli belâlarla)
sarsıldılar ki, hatta peygamber(leri) maiyyet(ler)'indeki mü’minlerle birlikte ‘Allah'ın yardımı ne zaman?’ diyordu! Gözünüzü açın: (Sabr-ü sebat ederseniz) Allah'ın yardımı muhakkak ki yakındır." (Bakara: 214) "Yoksa, Allah
içinizden mücahede edenleri ve sabredenleri (bilip) belli etmeden, (rahat
rahat) cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran:142); “O insanlar
sandılar mı ki, iman ettik!” demeleriyle bırakılacaklar da, imtihâna
çekilmiyecekler? Doğrusu biz, onlardan evvelkileri de (çeşitli musibetlerle)
denedik. Allah, (imtihan etmek suretiyle imanında) sâdık olanları da muhakkak bilecek, yalancı olanları da elbette bilecek!” (Ankebut: 2-3) ayet-i kerimeleri ile; "... Sizden evvelkilerden öylesi vardı ki, (kâfirler) onun başını
66
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
İnsanlığın mutlak kurtuluş çâresini ve reçetesini İlâhî
bünyesinde taşıyan İslâm nizamının Mekke toplumunda ve
dolayısıyla yeryüzünde hakim olmaması ve devlet hâline
gelmemesi için bütün güçleriyle çalışan hîzbuşşeytan ve
tağutî güçler, gayet zayıf durumda bulunan müslümanlar
üzerinde şiddetli baskılar, zulümler ve işkenceler icrâ etmekte
yarış içerisine girmiş, insanlığı bu İlâhî nurdan ve saadetten
mahrum bırakmayı, gelişen bu kutlu hareketi çıkış yerinde
boğmayı istihdaf etmiştir. Kâ’be’de namaz kılmayı, tavaf etmeyi, kelime-i tevhidi getirmeyi, nazil olan Kur’an ayetlerini
okumayı, bunları başkasına anlatmayı ve kendi kendine aleni olarak terennüm etmeyi, putları reddetmeyi, üç beş kişi bir
araya gelmeyi ve sohbet düzenlemeyi, panayırlarda bunları
açıklamayı ve müslüman olduğunu söylemeyi, Resûlûllah’ı
(asm) övmeyi, Allah-u Teâlâ’yı birlemeyi, müşriklikten berî
olmayı ve bunu açıklamayı, şirk-küfür-fuhuş-zulüm-cinâyet
ve kumar gibi menhiyyâtı kınamayı şiddetle yasaklayan; ferdî ibadete karşı her türlü önleyici zecri tedbirler ve müeyyideler uygulayan Mekke müşrikleri, O yüce Resûlü (asm) ve
sâdık takipçilerini; artık, yok etmenin hesabını ve plânını
yapmaya, bunu da hızlı biçimde uygulamaya başlamışlardır.
Artık ashâbın bir kısmını linç etme; ellerini ayaklarını
bağlayarak günlerce dayak atma ve aç bırakma; bir kısmını
dışarda bırakarak yere gömerler ve onun başını böylece testere ile ikiye
ayırırlardı da, onu (yine de) dininden çeviremezlerdi. Bazılarının da demir
tarak(lar)la vücutları (etleri, derileri ve sinirleri) taranırdı da, dinlerinden (yine de) dönmezlerdi." (Z. Buhari: 640; Tecrid: 9/302; Ebu Davud: 5/575;
vs…) gibi hadisler, konuyu açıklığa kavuşturmaktadır. Benzerleri için de
bakınız; Müslim (Terc.): 11/479-481; Tirmizi: 5/449; İbn'ul-Esir: 1/235, 272279, 335-342; ilaahir... Zalimlerin akibeti için de bakınız; En'am (6):11;
Nahl(16): 36; Neml(27): 69; Kasas(28): 39-42; Fecr(89): 6-14; İlââhir...
Böylece mazlumlar rahatlamış ve gönülleri şifa bulmuştur.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
67
ateşle dağlama ve direklere bağlama; bir kısmını mızraklama
ve kılıçla ikiye biçme; bir kısmını, ayaklarını ters istikamete giden iki deveye bağlamak ve develeri koşturmak suretiyle parçalama; bir kısmını kumlar üzerinde iplerle sırt üstü çekme ve
üzerine kayalar koyarak güneş altında işkenceye tâbi tutma ve
çölün kızgın kumlarında süründürme-inletme, diri diri ateşe atma ve ateşten demir çubuklarla kızartma-yakma ve bir kısmını
da boyunlarına ip takılarak dolaştırılma gibi saymakla bitmesi
mümkün olmayan çeşitli zulümlerle, işkencelerle ve cinayetlerle tenkil ve perişan etmeyi meslek ve itiyad edinen İslâm düşmanı habis şahsiyet ve mihrâklar, böylece doğan İslâm güneşini söndürmeyi amaçlamışlardır.226
Hâlbuki “... Muhakkak ki Allah-u Teâlâ, kendi nurunu
tamamlayacaktır, kâfirler hoşlanmasalar da.” (Saff: 8); (Tevbe:
32) “O, Resûlünü hidâyetle ve hak din ile (sırf) o dini (İslâm’ı)
her dine gâlib kılmak için gönderendir; isterse müşrikler hoşlanmasın.” (Tevbe: 33; Saff: 9) “... Allah da, emirleriyle hakkı
açığa vurmayı, kâfirlerin arkasını kesmeyi irade buyuruyordu.
Bunun hikmeti şu idi: (Allah) o mücrimler (müşrikler) istemese
de, hakkı (İslâm’ı) ihkâk (payidar) edecek; batıl (olan tüm şirk)
düzenleri, kanunları da (yok edip) iptâl buyuracaktı. (Enfal: 78) Böylece; kâfirlerin, müşriklerin ve kan içici zalimlerin korktukları başlarına gelecek; Allah’ın yüce dini, değil yalnız Mekke’ye, tüm dünyaya hâkim olacaktır. Müşriklerin arş’a dayanan zulümleri, bu İlâhî hâkimiyeti aslâ engelleyemeyecek, aksine olarak hızlandıracaktır. Bu zulümler, ancak siper ve hareket üssü değişikliğine sebep olacak; bu da, müslümanların daha da bilenmesini, bilinçlenmesini ve büyük tecrübelerle mü226
Bakınız; Asr-ı Saadet: 1/169-181; İbn-i Hişam: 1/356, 391, 424-445; İbn-i
Esir: 2/68-91; Hayat'us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/275-298; İlââhir...
68
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
cehhez olarak dünya mazlumlarına ve mustazaflarına, kurtarıcı ellerini uzatmalarını doğuracaktır, doğurmuştur da.
“Bir vakit, o kâfirler, seni bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri ya da (Mekke’den) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu hileyi kurarlarken Allah, hilelerini başlarına yıkıveriyordu. Allah, tuzak kuranlara mukabele edenlerin
en hayırlısıdır(Enfal: 30); “(Ey Resûlüm!) Seni memleketinden
(Mekke’den) çıkaran(halk)lardan daha kuvvetli nice memleketler (halkı) vardı ki, (türlü azaplarla) onları helak ettik de
kendilerini (azâptan) kurtaran olmamıştı.” (Muhammed: 13);
“Bir kavim ile savaşmaz mısınız ki, onlar yeminlerini bozdular
ve peygamberi (Mekke’den) çıkarmaya karar verdiler ve üstelik ilk önce size taaruza onlar başladılar. Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer, gerçek müminlerseniz, Allah, kendisinden korkmanıza daha ziyâde lâyıktır.” (Tevbe: 13) ayetleriyle,
müslümanlara karşı müşriklerin durumu açıklanmakta;
müslümanların da durum muhâsebesi yapmaları istenmektedir. Hazret-i Ömer’in, müslümanlara dehşetli işkenceler yapan
müşriklere; “İstediğinizi yapınız! Eğer 300 kişi olmuş olsaydık,
ya biz size bu şehri (şimdilik) bırakır gîderdik (güçlenerek, geri
gelirdik), yahut da siz burayı (şimdi) bırakır giderdiniz.”(İ. Esir:
2/88) demesi, müslümanların mukavemet edebilme gücünün
sayısı ve ondan mahrum bulundukları zaman, takınacakları
tavır konusunda yol gösterici bir ipucu vermektedir.
İşte; müslümanlar, fiili cihad ve mukatele edebilme gücünde bulunmadıklarından dolayı, hicret etme görevi ve vecibesiyle karşı karşıya gelmişlerdir. Hicret; cihâdın ve dolayısıyla
İslâm devletini tesis etmenin ilk adımı olmasından dolayı,
cevâz plânında değil, fariza planında ele alınmış ve hicret et-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
69
meyenler, kitab ve sünnette şiddetli bir şekilde kınanarak İlahî
azâpla tehdit edilmiştir. (Bakınız; Nisa: 89, 97-100; Enfal: 72;
Tirmizî: 3/169; Neseî: 7-8/4 69; B. Merâm: 4/94)…
Kâfirlerle her türlü (tebliğ de dâhil) ilişkileri kesilen; onlarla tüm kalbî-fikrî, kavlî ve amelî bağlarını koparan
müslümanların artık, o beldede (cihad yapabilme güçleri olmadığı vakit) durmaları, barınmaları mümkün değildir. Zira,
artık Allah’ın dinini yayma, hâkim kılma, hatta yaşama imkânları kalmamıştır. Onun için; Allah’ın dinini bir küll olarak
yaşayabilmek, kendi beldelerini fethetme kapılarını açmak,
giderek tüm dünyaya açılmak ve İslâm’ın cihanşümul hâkimiyetini gerçekleştirmek için hicret; vakıadan kaynaklanan
dinî ve aklî bir zaruret olarak tebellür etmektedir.
İslâm nizâmını cihâna hâkim kılmak için çalışmakla,
cehd-ü gayret (tebliğ ve cihad) etmekle mükellef bulunan Allah’ın Resûlü (asm) ve gerçek müslümanlar, hedeflerine varabilmek için değişik zaman ve mekânlarda muhtelif hareket
şekilleri, cihâd taktikleri ve manevraları tatbik etmişler, gerektiği takdirde üs ve siper değiştirme yollarına başvurmuşlardır.
Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimizin,
Ebu Talibe; “Amca! Güneş sağ elime, ay da sol elime konsa
bu işten vaz geçmem. Ya, Allah bu dini hâkim kılar (hâkim
oluncaya kadar çalışırım); yahut da ben bu uğurda canımı
veririm!” (İ. Esir: 2/65; İ. Hişam: 1/353; El-Bidâye: 3/42) dediği kudsî söz, müslümanların hedeflerini göstermekte; teblîğ,
hicret ve cihâd gibi faktörlerin bu İlâhî hedefe gidici, götürücü vâsıtalar ve vesileler olduğunu; saadet-i ebediyeyi ve rıza-ı
İlahiye’yi kazanabilme yolunun bu İlâhî görev içerisinde
mündemiç bulunduğunu isbat etmektedir.
70
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Yüce Resûl (asm) ve şanlı eshabı, işte bu ulvî hedefi
gerçeleştirmek gayesiyle, Allah’ın emir ve müsadesi üzerine
Mekke’den, Medine’ye (Yesrib) hicret kararı vermiş, bunun için
de peyderpey hazırlıklarını yaparak harekete geçmişlerdir.
Böylece, bu kudsî bedenî, fiziki, cismânî, afâkî ye
umumî cihetiyle de gerçekleşen hicret; daha evvel katedilen
kalbî, fikrî, ruhî, enfüsî, amelî, ferdî ve ailevî hicret merhalelerini tamamlayarak kemâle erdirmiş ve İslâm’daki hicret
olayı, bir bütünlük ve mükemmeliyet arzetmiştir.
Mekke ile birlikte ‘Dünya Fethi’ni ve ‘Cihanşümul İslâm Devleti’ni müjdeleyen ve insanlığın kurtuluş ümitlerini
canlandıran yüce Resûlün (asm) bu kutlu hicreti; günümüz
dünyasında, değişik bölgelerde yaşayan dünya müslümanları
için şahlanış, dünyayı talan eden emperyalist güçlere ve onların yerli işbirlikçileri olan uşaklarına karşı kıyama kalkış,
esâret zincirlerini parçalayış ve Allah’ın hak nizâmı olan İslâm’ı hâkim kılış ve bunlar için harekete geçiş adımını attırmalı, böyle ulvî bir şuurun ve hareketin enerji kaynağını
oluşturmalıdır. Her yıl, kutlanması mutad olan Hicret-i Muhammedi (asm) olayının, müslümanları o günkü nûra, imana ve şuura ulaştırması hususunda yüce rabbimize acizane
duâ, tazarru ve niyazlarımızı arzediyoruz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
RESÛLÜLLAH SALLÂLLAHU ALEYHİ VE ÂLİHİ VE
SELLEM’İN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ
İslâm Nizâmı’nın, insan hayatının her yönünü bir küll
olarak hedef alıp muhatab edindiği; İlâhi kanunlar ve prensipler mecmuası olarak beşeriyetin ‘Saadet-i Dâreyni’ni ve mutlak kurtuluşunu esâs aldığı malumdur. Âdem aleyhisselamdan
kıyamete kadar, bütün beşeriyet için vaz olunmuş ve Allah-u
Teâlâ’nın indinde yegane din227 ve mutlak mütekâmil din228
hüviyetinde olan İslâm’ın, tüm sapık ve beşerî dinlere ve ideolojilere gâlib ve hâkim kılınması229 gayesiyle, büyük gayret
gösteren Fahr-i Âlem ve Resûl-ü Ekrem Hazret-i Muhammed
Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz, yeryüzünü
zulümâta boğarak insanlığı fesâda sürükleyen İslâm dışı düzenlerin fitnelerini kaldırmak ve dini (kanunları) sadece Allah’a
tahsis kılmak230; insanları, kendileri gibi yaratıklara-tağutlara
ibadet etmekten kurtararak sâdece Allah’a ibadet edilmesini
sağlamak231 ve insanları yaratılış gayeleri olan Allah’a kulluk232
çizgisine getirmek üzere geniş tebliğ fâaliyetlerine başlamış, bu
227
228
229
230
231
232
Al-i İmran(3): 19
Maide(5): 3
Tevbe(9): 32; Saff(61): 9; Yaklaşık, Fetih(48): 28
Bakara(2): 193; Enfâl(8): 39
Fatiha(1): 5; Bakara(2): 21; 83; 130-133; Al-i İmran(3): 51, 64; Nisâ(4): 36;
Maide(5): 72, 76 En’am(6): 56,102; A'raf(7): 59, 65, 70, 73, 85; Tevbe(9): 31;
Yunus(10): 3, 104-106; Hûd(11): 2, 26, 62, 87, 109, 50, 84; Nahl(16): 36, 73;
Enbiya(21) :26, 65-66, 92, 98; Hac(22): 10-14, 71, 77; Müminun(23): 23, 32;
Şuâra(26): 71, 75, 92; Furkan(25): 17, 55; Ankebut(29): 17, 18-22, 56;
Sebe(34): 40-43; Yasin(36): 22, 60, 61 Saffat(37): 22, 85, 95, 160-162;
Zümer(39): 2-3, 15, 17,66; Nuh(71): 3; Zuhruf(43): 7-8, 15-22, 23-30;
Kâfirun(109): 1-6;…
Zariyat(51): 56
74
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yolda her türlü çile, eza, cefâ, zulüm, baskı ve işkencelere göğüs germiştir.
Peyder-pey nazil olan Kur’an-ı Kerim’in şifâ-bahş ve
nur-feşân İlâhî ayetlerini bîçâre insanlığa sunan ve böylece
dünya ve ahiretin kurtuluş yollarını gösteren Allah’ın (c.c.)
Yüce Resûlü (asm), toplumda değişik türden tepkilerle karşılaşmış, ekseriyetle ve geniş ölçüde reddedişlere, kavlî ve fiilî
tahkirlere ma’ruz kalmıştır. Bir müddet gizliden gizliye, yani
kişilere tek, tek ve münferid tebliğde bulunan, böylece nüveçekirdek bir kadro yetiştirmeye çalışan, bunun için de DarulErkam’ı bir eğitim ve buluşma merkezi hâline getiren
Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz,
henüz filiz durumunda olan kadro elamanlarını tağutî güçlerin ana hedefi olmaktan ve toplu katliâm ihtimallerinden
uzak tutmaya, gelen ayetleri münferiden tebliğ etmeye ve İslâm’a susamış kitlelere (tek kişilerle) ulaştırmaya çalışmıştır.
“Kavl-i Leyyin” (Taha: 44) (yumuşak söz ve uslub) ile
ve gâyet derecede nezâket-rıfk-şefkât ve merhametle ve kabalıktan-sertlikten ve zorbalıktan azâde (Al-i İmran: 159) bir şekilde tebliğ faaliyetlerini hızlıca sürdüren Allah’ın yüce Resûlü
(asm), şimdi sen ne ile emrolunuyorsan (müşriklerin kafalarını
çatlatırcasına) apaçık bildir. Müşriklerden i’raz et! (Onlara aldırış etmeyip yüz çevir) (Hicr: 94) ayetinin nüzulü üzerine artık
genel ve aleni tebliğ yoluna da başvurmuş, gezdiği kabilelere
ve gittiği panayırlarda biçare insanlığa Allah’ın yüce dinini ve
emirlerini pervasızca bildirmiştir. Vahyin geldiği ilk günden itibaren yanına aldığı Hazret-i Hatice, Hazret-i Ali ve Hazret-i
Zeyd gibi aile halkı ile tesis etmiş bulunduğu “İslâmî Aile Devleti”ni, biraz daha genişletmek, yakınlarını ateşten korumak ve
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
75
desteklerini sağlamak vs. Hikmetlere mebni olarak nâzil olan
“Önce en yakın âşiretini inzâr et ve sana tabi olan mü’minlere
(şefkat) kanadını indir.” (Şuâra: 214-215) Ayet-i kerimesinin
talimi ve tedrisi muvâcehesinde yakın akrabalarını ve aşiretlerini değişik usûllerle, ayrı ayrı yerlerde ve zamanlarda sürekli
bir şekilde ihzar ederek, İslâm’a da’vet eden Resûl-ü Ekrem
(asm), bu yolda epeyce merhale kat’etmiş, akrabalarının bir
kısmının İslâm’a girmesini sağladığı gibi, büyük bir kısmının
da maddî ve fiilî himayelerini ve desteklerini almıştır.
“(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel mev’ize
(öğüt) ile davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (yol ve usûl)
hangisi ise onunla yap.” (Nahl: 125) ayetinin talimatı doğrultusunda tebliğlerine devam eden, insanların şahsiyetini ve beşeri zafiyetlerini hedef almadan, sadece mücerred şirki-küfrü
ve onları sembolize eden put, kişi-kurum ve tağutları ve hâkim
olan müstekbir güçleri ana hedef’ ittihâz edinen, mustazaf
halkları ise büyük bir cehd-ü gayretle zalim ve emperyalist
güçlerin tasâllutundan-tahakkümünden kurtarmak için gecesini gündüzüne katan Resûlûllah (asm) Efendimiz; böylece ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın sağlam temellerini atmaya, şirkküfür ve tağut düzenlerinin saltanatlarını sarsmaya başlamıştır.
İslâmî hareketin kuvvetle yayılmaya başlaması ve büyük bir güç hâline gelrnesi üzerine, Resûl-ü Ekrem (asm)
başta olarak, iman etmiş insanlara her türlü zulüm, işkence
ve baskı metodları uygulamaya başlayan Mekke müşriklerine
karşı, himaye edici kişi ve yerler aramaya başlayan
müslümanlardan bir kısmı birer hâmi bulabilmiş, bir kısmı da
(Hz. Ömer ve Sad b. Ebi Vakkas gibi) fiili mukabele ve mukavemet yollarına başvurmuş, diğer bir kısım zaif ve
76
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
mustazaf olanları ise ölümlere varacak kadar eşsiz zulüm ve
işkencelere katlanmak zorunda kalmışlardır. Allah’ın yüce
Resûlü (asm); umumî bir katliâm ihtimâli bulunduğundan ve
saflar da henüz ayrılmamış olduğundan dolayı, umumî bir
mukâbele ve mukavemet emri vermemiş, yani böyle bir emri
Yüce Mevla’dan (cc) almamış, bundan dolayı da sürekli olarak sabır ve sebat tavsiye etmiştir.
Fakat; Mekkeli azgın müşriklerin, Resûlûllah’a (asm) ve
Eshâb-ı Kiram’a zulüm, baskı ve işkenceleri tahammül edilemez düzeye gelince, İlahî emir ve cevaz gereği
müslümanlara önce Habeşistan’a, ondan sonra da Medine’ye hicret etme müsadesi vermiş, bilâhere de kendileri için de
Medine’ye hicret emri çıkmıştır. ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nı bilfiil gerçekleştirmek amacıyla yer, mevzi, yön ve taktik
değiştirme, yeni cihadî-inkılâbî strateji uygulama ve aktif İslâmî siyaset ve hareket icra etme anlamlarında olan hicret
görevi ve emri ile mükellef kılınan Resûl-ü Ekrem (asm) derhal hicret hazırlıklarına başlamış ve bunu en yakınlarına haber vererek müjdelemiştir.233 Zaten, Allah’ın yüce Resûlü
(asm) kendi hicretlerinden önce, eshabını ikâz ederek peyderpey Medine’ye göndermiş, eshabın bir kısmı aleni, bir
kısmı ise gizli yollarla Medine’ye gitmiş, Mekke’de bir kaç güzide eshabdan başka hiç bir müslüman kalmamıştı.234
233
234
Buhari (Arapça): K. Menakıb' ul-Ensar: 45): 4/55; Zübde' tül-Buhari: 689;
Tecrid-i Sarih: 10/97-98; İslam Tarihi A. Köksal (Mekke Devri) 6/ 139- 140, 145148; Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel: 6/198; Tarih-i Taberî: 2/245; Beyhakî:
2/207-208; İbn'ül-Esir (Tercüme): 2/104; İbn-i Hişam (Terc.): 2/147-149
İbn'ul-Esir (Terc.): 2/96-103; İbn Hişam (Terc.): 2/99-107; İslam Tarihi,
A.Köksal (Mekke Devri): 6/126-139; Sîret'ün-Nebevîyye: 111; Asr-ı Saadet,
M.Şibli (Terc.): 188-194; Hayat'us-Sahabe (Hadislerle Müslümanlık): 1/243246, 329-330; Taberî:2/242 Beyhâkî (Delâil): 2/196-197; El-Bidaye: 3/169
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
77
Gerek, bu reâliteden dolayı, gerekse Medine’nin Evs
ve Hazrec kabilelerini temsilen ayrı ayrı iki defa Mekke’ye
gelerek Resûlûllah (asm)’a ölüm üzerine biat eden235 Medineli havarilerin durumlarından dolayı olsun, Mekkeli müşrikler paniğe kapılarak Dar’ün-Nedve’de toplanıp Allah’ın yüce
Resûlünü (asm) öldürme kararı almış, bunun için de her kabileden seçtikleri canileri, bu kararı uygulamaları için bil-fıil
görevlendirmişlerdir.236 Alemlere rahmet olarak gönderilmiş
bulunan237 yüce Resûl’e Hz. Cebrail gelmiş, kendisi durumdan haberdar edilerek O gece evinde yatmaması hususundaki İlahî emir kendisine anında ulaştırılmıştır.238 Hazret-i Ali
der ki: Resûlûllah Aleyhisselam, Mekke’den hicret edip çıkacağı ve bana o gece, döşeğinde yatmamı emr ettiği sırada
ben ve Peygamber Aleyhisaelam, gidip Ka’beye vardık...
Resûlûllah’ın mübarek omuzlarına basarak Beytullah’ın üzerine çıktım. Beytullah’ın üzerindeki tunçtan veya bakırdan
ma’mül putu yerinden oynatarak aşağı attım ve paramparça
ettim. Hemen aşağı inerek, Resûlûllah aleyhisselam ile
sur’atle oradan uzaklaştık. Bizi ve yaptığımızı, hiç kimse
görmemişti...”239 Ondan sonra da, Resûlûllah Sallâllahu
235
236
237
238
239
İbn-i Hişam: 2/104-137, 144; İbn'ul-Esir: 2/95-102; Hayat'us- Sahabe (H.
Müslümanlık): 1/243-248, 329-331; Tabakat-ı İbn’i Sa'd: 1/226; Belâzurî:
1/257; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/5-126; Müslim (Arapça K. İmare: 42):
2/1470; Müslim (A. Davudoğlu tercümesi): 8/718; A. İbn-i Hanbel: 5/316; Z.
Buhari: 1050; Tecrid-i Sârih: 12/294; Neseî (Terc.): 7/194; El-Bidâye: 3/150;
Taberi: 2/235…
İbn-iHişam (Terc.): 2/144-147; İbn'ül Esir (Terc.): 2/103-104; El-Bidaye:
3/175, 176 Tabakat: l/227; Zâd'ül-Meâd: 2/58 ; İslâm Tarihi (Mekke Devri):
6/141 -145 ; Taberî: 2/243;…
Enbiya(21): 107
İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/145; El-Bidâye: 3/176; İbn'ül-Esir (Terc.):
2/104; İbn-i Hişam (Terc.): 2/147; Taberî: 2/245;...
Ahmed İbn-i Hanbel: 1/84; Mecmâu' ez -Zevâid: 6/23 ; Hakim (Müstedrek):
3/5; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/149.
78
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz Hazret-i Ali’ye: “Bu gece
yatağımda yatıp uyu! Şu yeşil abama da iyice bürün; sana
müşriklerden hiç bir zarar gelmeyecektir, onlardan hiç endişelenme!”240 direktifini verir; yanında bulunan Mekkelilere ait
olan emânetleri, sahiplerine teslim etmesini, ondan sonra da,
diğer işleri toparlayıp hiç durmadan arkalarında gelip kendisine kavuşmasını söyler.241
Ve evin etrafını çepeçevre kuşatmış olan azgın müşriklerin arasında “ Yasin, çok hikmetli olan Kur’an’a yemin olsun ki, sen hiç şübhesiz (Allah tarafından) gönderilen (resul)lerdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin. (Bu Kur’an) Yegâne gâlib, çok esirgeyici (Allah)’ın indirdiği (bir kitap)’tır.
(Bunun) Hikmeti de (yakın) ataları azâb ile korkutulmamış,
bu yüzden kendileri gaflet içinde kalmış olan bir kavmi
(onunla) korkutmandır. And olsun ki bunların çoğunun üzerine o söz hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler. Hakikat
biz onların boyunlarına ‘eğlâl’(bağlar) geçirdik ki, bunlar çenelerine kadar (dayandı). Şimdi onlar, kafaları ve burunları
yukarı kaldırılmış hâldedirler. Biz hem önlerinden bir sed,
hem de arkalarından bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik, (ondan dolayı, onlar) artık görmezler.”242 ayetlerini okuyarak ve bir avuç toprak alıp üzerlerine serperek çıkıp gitmiş
ve kendisini hiç bir müşrik aslâ görmemiştir.243 Bu İlâhî
240
241
242
243
İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/150; İbn'ül-Esir (Terc.): 2/104; İbn-i Hişam
(Terc.): 2/147; Taberî: 2/244; El-Bidâye: 3/176; Sîret'ün-Nebeviyye: 112;
Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/331
İbn-i Hişam: 2/161; İbn'ül-Esir: 2/104; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/150;
Sîret'ün-Nebevîyye: 113.
Yasin(36): 1-9
İbn’ül-Esir: 2/104; İbn-i Hişam (Terc.): 2/148; İslâm Tarihi (Mekke Devri):
6/152-154; Tecrid-i Sarih: 10/84; Tabakat: 1/228; Taberî: 2/244
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
79
siyâneti, Medine’de nâzil olan şu ayet, Resûlûllah’a (asm) ve
tüm mü’minlere hatırlatmaktadır: “Hani küfredenler, senin
için tuzak kuruyorlardı: Ya seni tutup bağlayacaklar, ya öldürecekler veya yurdundan çıkartacaklardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah, tuzak
kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.”244
Hazret-i Ali’nin, yüce Resûlün (asm) yatağında yatması
ve üzerine de Efendimizin bürdesini örterek yüzünü de gizlemesi, pencereden içeriyi gözetleyen müşriklerin aldanmasına ve
Efendimizin yatakta uyumakta olduğunu zannetmelerine ve
onun için de sabaha kadar evin etrafında beklemelerine sebep
olmuş, Resûlûllah Efendimizin de bu uzun süre içerisinde zaman kazanmasını ve Hazret-i Ebubekir ile birlikte Mekke’den
ayrılıp Sevr dağındaki mağaraya ulaşabilmelerini sağlamıştır.245
Sabah olup, yatakta uyanıp çıkanın Hazret-i Ali olduğunu gören müşrikler, neye uğradıklarını anlamayıp Hazret-i Ali’yi yakalayarak sorgulamaya, tartaklamaya ve bir ara gözaltına almaya başlamışlarsa da, Hazret-i Ali’nin sır vermemesi üzerine
salıvermeye mecbur kalmışlardır.246 Bir kavle göre, insanlardan
öyle kimseler vardır ki; Allah’ın rızâsını isteyerek nefsini satın
alır; Allah kullarına çok merhâmetlidir.”247 ayet-i kerimesi, Hazret-i Ali’nin bu can-siperâne fedakârlığı hakkında nâzil olmuş,
bu emsalsiz tavır ve hareketi övmüştür.248...
244
245
246
247
248
Enfâl(8): 30
İbn'ül-Esîr (Terc.): 2/104; İbn-i Hişam (Terc.): 2/148-149; Ahmed İbn-i Hanbel:
1/348; Taberî: 2/244; El-Bidâye: 3/117; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık):
1/331-332; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/151.
İbn'ül-Esir (Terc.): 2/104; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/154; Tarih-i Taberî:
2/245; Ahmed İbn-i Hanbel: 1/348.
Bakara(2): 207.
Bakınız; Hak Dini Kur'an Dili: 2/734-735
80
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Allah-u Teâlâ, daha evvel, yüce Resûlüne hicret edeceği
yerin bağlık ve bahçelik bir yer olduğunu rü’ya ile göstermiş,
sonra bu yerin Yesrib (Medine) olduğu anlaşılmıştır.249 Allah-u
Teâlâ’nın, artık hicret zamanının geldiğini, kendisine bildirmesi
üzerine, hicret gününden 2-3 gün evvel Hz, Ebubekir’in evine
öğle üzeri gelerek durumu bildiren Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi
ve Âlihi ve Sellem Efendimiz, onun “kendisinin hicret arkadaşı”
olduğunu ve ona göre hazırlıklarını yapmasını söylemiş; Hazreti Ebubekir ise, aylarca önce bu maksatla satın almış olduğu ‘iki
deve’yi, güvenilir gayr-i müslim bir şahsiyet olan ve kendilerine
rehberlik yapması hususunda ‘ücretle’ anlaşma yapılmış bulunan Abdullah bin Uraykıt (veya Erkat)’a göndermiş ve Mekke’den çıktıktan üç gün sonra, Sevr mağarasının önüne gelmesini sıkı sıkıya tenbih etmişti. 250...
Allah’ın yüce Resûlü, Allah-u Teâlâ’dân ‘hareket emri’
alıp da müşriklerin ‘ablukasından’ ve su-i kasdından Allah’ın
yardımı ile kurtulunca, doğruca Kabe’ye gider, Ka’be’yi ‘tavaf ettikten sonra da: “ Ey Mekke! Bütün dünyada en çok
sevdiğim yer sensin fakat senin (bu asi) evlatların duvarların
arasında beni rahat bırakmıyor.”251 der. Sonrada doğruca
249
250
251
Z. Buhari: 689; Tecrid-i Sarih: 10/97; Buhari (Arapça, K. Menakıb'-ul-Ensar:
45): 4/255; Tabakat: 1/226; Hakim-Müstedrek: 3/3-4; Beyhaki Sünen: 9/9;
El-Bidâye: 3/l68; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/127; Ahmed İbn-i Hanbel:
6/198; Belâzurî: 1/257; Tarih-i Taberi: 2/242; Asr-ı Saadet (M. Şibli): 1/197
Buhari (Arapça-Menâkıb'ul-Ensar:45): 4/255; Zübdet'ül-Buhari: 689; Tecrid-i
Sarih: 10/97-98; İslam Tarihi (Mekk Devri): 6/148; Asr-ı Saadet (M. Şibli):
1/198; Beyhaki-Delâil: 2/208; El-Bidaye: 3/184; Ebu Nuaym-Delâil: 2/272.
Asr-ı Saadet: 1/198; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/166-177; Medine Dönemi:
1/133-135; Sîret'ün-Nebevîyye: 114; Darimî-Sünen: 2/156; Tirmizi (Arapça):
5/722; (Tercüme): 6/393; Ahmed İbn-i Hanbel: 4/305; Medine'ye hicretten
sonra da, "Mekke'ye büyük hasret" duyulmuş, bunun için de eshabın bir kısmı hasta olmuş, bu hususta şiirler inşad etmişlerdir. Bakınız: İslam Tarihi
(Medine Devri): 1/133-135; Buhari (Arapça): 2/224; 4/264; İIââhir...
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
81
Hz. Ebubekir’in evine gider ve derhal ‘hareket’ emri verir.
Hz. Ebubekir de, hazırladığı para-pul ne varsa, hepsinin ‘tamamını’ yanına alır252 ve aile efradına gereken tenbihâtı yaptıktan sonra yüce Resûle (asm) refakat eder...
Allah’ın Yüce Resûlü Medine Yolunda
“Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiş bulunan” ; “Mekarim-i ahlâkı insanlara emreden”254; “İnsanların en güzel ahlâka sahib olanı olan”255; “Kur’an ahlakını
temsil eden ve onu canlandıran”256; Allah-u Teâlâ tarafından
“muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzerindesin”257 diye sena
edilen; ve “Allah’ı, ahireti umanlar ve Allah’ı çok zikredenler
için “üsve’tün hasene’tün” (güzel bir örnek ve nümune-i imtisal) olduğu258 Kur’an-ı Kerim’de belirtilen Allah’ın Resûlü;
Muhammed’ül-Arâbi Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve
Sellem Efendimiz, berâberinde Hazret-i Ebubekir olduğu
hâlde Rebi’ül-evvel ayının ikinci günü (gecesi) ‘Cihanşümul
İslâm İnkılâbı’nı gerçekleştirmek ve kıyamete kadar gelecek
253
252
253
254
255
256
257
258
İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/164; İbni-i Hişam: 2/156; Siret'ün-Nebevîyye:
187.
Muvatta (Tercüme): 2/553; Sefine't ül-Bihâr: l/41; Ahmed İbn-i Hanbel:
2/381
Buhari (Arapça): 4/241; Zübde'tül-Buhari: 624; Tecrid-i Sarih: 9/239; Müslim (Arapça-K.Fezâil'us-Sahabe: 133): 2/1923; Müslim (Terc.): 10/364.
Müslim: 10/88-90; (Arapça): K. Mesâcid: 267; Ahmed İbn-i Hanbel: 3/27;
6/236, 246; Ebu Davud: 5/480 (Arapçası): K. Edeb: 1.
Müslim: 4/235-238;(Arapça): (K. Misâfirîn: 139): 1/512-513.
Kalem(68): 4; Ayrıca; "Ben la'netçi olarak, değil; âlemlere rahmet olarak
gönderildim." (Müsned-i İbn-i Hanbel'den, Câmi'us-Sağir: 1/570) hadis-i şerifinin ve: "And olsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üzerinize çok düşkündür.
Mü’minlere cidden reufdur, rahimdir.” (Tevbe(9): 128) Ayetinin manaları da,
aynı anlama gelmektedir.
Ahzâb(33): 21.
82
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
tüm insanlığı İlâhî nura boğmak üzere Mekke’den ayrılıp,
Medine-i Münevvere’ye doğru yönelmiş, ilk konak yeri olmak üzere Sevr mağarasına sığınmıştır.259...
“ İlâhî ni’metlere erme ve belâlardan kurtulma günleri”
olarak, hadis-i şerifte izah olunan;260 hatırlanması, hatırlatılması en elzem ‘eyyâmullah’tan261 olan, en büyük ve katmerli
zulümâttan çıkışı, İslâm’ın mutlak hâkimiyetini ve nur’âni
kokusunu teneffüsü ve mutlak ‘nura girişi’ ve ‘Sultan’enNasira’yı262 temsil eden bu muhteşem gün, insanlık âlemi ve
259
260
261
262
Tarih-i Taberi: 2/247; İbn'ul-Esir: 2/101; El-Bidâye: 3/179-180; HakimMüstedrek: 3/6; Beyhaki-Delâil: 2/209; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/155156; Fıkh'ıs-Sîre: 187; İbn-i Hişam: 2/151-152.
Ahmed İbn-i Hanbel: 5/121; Tefsir-i İbn-i Kesir (Terc.): 8/4288.
İbrahim(14): 5
"Ve şöyle de: 'Rabbim! Beni sıdk (ve selamet) girdirilişi ile (Medine'ye,
Dâr'us-Selam’a) girdir ve sıdk(ü selâmet, emniyet ve necat) çıkarışı ile
(Mekke'nin şirk-küfür ve zulüm ortamından; ve sâireden) çıkar, ve (bunun
için de) tarafından bana hakkıyla yardım edici bir sultan (huccet-i kahire,
kudret-i kamile ve hükümet-i İslâmiye) ver." (İsra: 80) Ayet-i kerimesi, her
ne kadar 'genel ve külli' manalar ihtiva etmekte ise de, bilhassa 'hicret' olayındaki 'giriş, çıkış' vâkıasına dikkat çekmekte; bunun için de gerekli olan
'Sultan'en-Nâsirâ' (yardım edici sultan) talep edilmektedir. İmam-ı Suyutî,
Celâleyn'de bunu "Senin düşmanlarının üzerine (galib getirecek olan) bana
yardım edici bir kuvvet" (Cilt:1, sah. 234), "Kitabullah’ın hükümlerini ikame
edebilmek için yardımcı kuvvet, ki, ibadın zayıf kısmını, korur… (Ed-Dürr'
ül- Mensur: 4/198-199) şeklinde tefsir etmiştir. Zemahşerî ise; bir kaç manadan sonra, " Sultan; muhaliflerin üzerine nusret, veya küfür üzerine galib
(ve hâkim) kılabilecek kavi bir izzet ve bir mülk (hükümet-devlet) demektir"
demekte, "Feth-i Mekke'yi, feth-i Fars'ı ve Rum’u" netice veren; ve Nur: 55;
Tevbe: 33; Fetih: 28; Saff: 9; Mâide: 56, 67 ayetlerinde va'd edilen hakimiyet-i İslâmiye ile ilgili ayetlere işaret etmektedir. Bakınız: El-Keşşaf: 2/688;
Allame Tabatabaî de yaklaşık anlam vermekte, Hakkın eğilipbükülmemesini ve kaybolmamasını. Batılın da zahir ve galib olmamasını
sağlayacak yardımcı bir güç ve saltanat şeklinde bir ilâve ile ayetin
'siyakına' da dikkat çekmiştir.(El-Mîzan: 13/188). Beyzâvî, Hâzin, Nesefî ve
İbn-i Abbas tefsirlerinde de, aynı şekilde geçmekte, " Sultan'ın; açık ve ezici hüccet, düşmanlara galib getirecek kuvvetli bir mülk, güç ve hükümranlık
olduğu kayd edilmektedir. Bakınız; Mecma' ut-Tefasir: 4/64-65). Fîruzâbâdî
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
83
tarihi için en büyük bir dönüm noktası olmuştur. “Ey iman
eden kullarım benim arz’ım çok geniştir. Nerede imkân varsa, orada bana ibâdet edin!”263 ayetinin talimatına müvâzi
olarak gerçekleşen bu lâhutî hicret ile; Allah-u Teâlâ’ya gerçek ubudiyet içerisinde bulunma imkânı olmayan yerden, bu
imkânın bulunduğu yere intikâl edilerek, insanlara kulluğun
yıkılması ve Allah’a kulluğun (İslâm hükümetinin) te’sisi hedef olarak alınmıştır.
Evet; Allah’ın yüce Resûlü, “Allah’ım! Sen, beni, beldelerin bana en sevgili olanına götür! Beni, beldelerin, sana
263
ise, buna doğrudan doğruya 'devlet hükümet gücü' anlamlarını vermekte;
Elmalı Hamdi de aynı doğrultuda bir yorum ve izah yapmaktadır. (Bakınız;
Hak dini Kur'an Dili: 5/3192-3196); İbn-i Manzur da diğer muhtelif anlamlarla birlikte “saltanat, sultanlık, velâyet-valilik, hadid sahibi” anlamlarını da
vermiş, böylece konu, iyice vuzuha kavuşmuştur (Bakınız Lisan'ul-Arab:
7/320-322)... Zâten, mezkur ayetin siyâkı ki; "Hakkın gelişi ile bâtılın zail
oluşu ve Kur'anın mü'minler için şifa verici, kafirlerin de hüsranını arttırıcı"
(İsra: 81-82) olması, ancak İslâm’ın-Kur'an’ın (hakkın) bir hükümet-i kahire
ve saltanat-ı İslâmiye haline gelmesiyle (mütenâsiben) mümkün olabileceği
anlaşılmaktadır. Ve Resulün gittiği Medine-i Münevvere’nin, bu özelliğe
geldiği, izâhdan varestedir...
Ankebut(29): 56; Mekkeli müşrikler, müslümanların İslâm’ı yaşamalarına
aslâ imkân vermeme konusunda büyük inat ve çaba içerisine girmiş, birçok
müslüman dinlerinde fitneye ma'ruz kalacak bir duruma gelmiş, artık Mekke'de İslâm’ı yaşama ve Allah'a ibâdet etme imkânı kalmamıştır. Hatta şu ayetler, Allah'ın muhafazası olmamış olsaydı, Resulullahın(asm) bile (nerede ise)
te'sir altında kalacağını bildirmektedir: "Onlar, sana vahy ettiğimizden başkasını uydurup bize (atf ve) iftira edesin diye, seni bile hemen hemen fitneye
düşürecekler, o takdirde seni (candan) dost edineceklerdi. Eğer sana sebat
vermemiş olsaydık, and olsun ki, sen onlara (belki de) biraz meyl edecektin.
O takdirde ise, biz hayatın da katmerli, ölümün de katmerli (acı)sını sana tattıracaktık muhakkak. Sonra bize karşı kendin için hiç bir yardımcı da bulamayacaktın. Yakında seni, neredeyse bu yerden (Mekke’den) çıkarmak için her
halde rahatsız edecekler, (fakat) o takdirde kendileri de arkandan pek az kalacaklardır. (Biz bunu) senden evvel gönderdiğimiz peygamberler için de
sünnet (kanun ve kaide) yapmışızdır, (ey habibim) sen bizim sünnetimizde
hiç bir değişiklik bulamazsın." (İsra: 73-77 )
84
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
en sevgili olanında yerleştir.”264 diye dua ettikten ve hicret
emri verilmesinden sonra nazil olan; “Rabbim! Beni (gireceğim yere) sıdk (ve selâmet) girdirişiyle girdir! (çıkacağım yerden de) sıdk (ve selâmet) çıkarışıyla çıkar! Ve tarafından, bana hakkıyla yardım edici bir sultan (hüccet, kuvvet ve hükümet-i İslâm) da, ver!” (İsra: 80)265 ayetinin nurânî emânına
temessül ettikten sonra, Hazret-i Ebubekir’in evine giderek,
hemen hazırlıkları ikmâl edip evin arka kapısından dışarı çıkar ve yürüyerek gecenin karanlığında Hazret-i Ebubekir ile
birlikte Sevr mağarasına gelir, Hz.Ebubekir’in mağaranın içerisini kontrol etmesinden sonra içeri girerler.266
Mekke’nin azgın müşrikleri, Resûlûllah (asm)’ın evinden ve Mekke’den ayrıldıklarını anlayınca, etrafı aramayaaraştırmaya başladılar. Hz.Ebubekir’in de evden çıktığını Hz.
Esma’dan sorup, hatta dövüp, nerede olduklarını öğrenemeyince, işin ciddiyetini iyice anladılar, onun için de çevreyi
ve dağları çok sıkı bir şekilde aramaya çıktılar. İz izleyicilerin
öncülüğünde Sevr mağarası etrafına da gelen azgın müşrikler, bir türlü akıl edip mağaranın içerisine bakmadılar. Zira
Allah-u Teâlâ’nın ‘koruma altına’ aldığı bir kimseyi ve hareketi, kimler, hangi güçler durdurabilir? İslâm siyercileri, burada birçok mu’cize olay nakleder: Müşrikler, mağaranın içerisine girmek istedikleri zaman, orada, mağaranın ağzında
“bir ağacın bitmiş olduğunu, iki güvercinin mekân tuttuğunu
264
265
266
Beyhaki-Delâil' Nübüvve'den naklen, İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/167.
Tefsir-i Hazin (Mecmâ'ut-Tefasir): 4/64; İbn-i Hanbel, Tirmizi, İbn-i Cerir ve
İbn-i Münzir sahihleri, Taberani, Hakim, İbn-i Merduye, Ebu Nuâym ve
Beyhâki Delailerinden naklen, Ed-Dürr'ül-Mensur: 4/198; İslam Tarihi
(Mekke Devri): 6/167; Tirmizi (Arapça): 5/304; Tercüme: 5/247-248.
İbn-i Hişam: 2/151-152; Tarih-i Taberi: 2/247; El-Bidâye 3/179.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
85
ve mağaranın ağzının örümcek ağıyla örtüldüğünü...”267 söylerler. Gerçi, ‘akılcılığı’ esas alan bir kısım çevreler, bu tür
manevî yönü olan rivayetleri reddetseler, üzerlerinde şüpheler uyandırmak isteseler de, hiç bir değer ifade etmez.268 Zira
“... Göklerin ve yerin bütün orduları Allah’ındır...”269 Bütün
kalpler de Allah’ın tasarrufu altındadır. Ki, kimini ‘kör’ eder,
kimini de ‘açar’; hakkı ve gerçeği gösterir.”270 Kalplerin temayülünü, ince duygularını aniden değiştiren Allah-u Teâlâ, tabiatı ve fizik kanunlarını da aniden değiştirebilir. Gücü, kudreti
her şeye kâfi gelen Allah-u Teâlâ’nın İlahî mu’cizelerini akıl ile
abluka altına alıp sınırlamak, teslim olmuş gerçek bir
mü’minin sıfatlarından değildir. Selim akıl o dur ki; Allah-u
Teâlâ’nın yüce kudreti karşısında, acziyetini idrak edip teslim
olandır. Hem; dağları taşları, didik didik arayıp tarayan o kadar düşmanın, mağaranın yamaçlarına, kenarlarına bakıp da,
o kadar ısrarlara rağmen mağaraya dönüp bakmamaları, siyercilerin bahsettikleri fizikî mu’cizelerin kabulüne selim aklı
icbar etmektedir...
267
268
269
270
El-Bidâye: 3/181-182; Beyhakî-Delâil: 2/214; Tabakat: 1/299; Mevâhib'ulLedûniyye: 1/81; Mecmâu'z- Zevaid: 6/51-52; Ebu Nuâym-Delâil: 2/211, 213214; Şifâ-i Şerif (Terc.): 312; Şerh-i Şifi, Aliy'yül-Kari: 1/637; Suyutî, Menahil:
42; Sîret' ün-Nebevîyye: 115-116; Hayat' us-Sahabe (H. Müslümanlık):
1/335.
Bir kısım uydurma veya zayıf hadisleri de arasına sıkıştırarak, birçok 'manevi'
özelliği olan hadisler-mu'cizeler, Asr-ı Saadet’in müellifi tarafından ya tamamen yıkılmakta. (Bakınızı: Asr-ı Saadet: 3/153-187; 1/199, 4 no'lu dipnot;
vb); veyahut da üzerinde şüpheler uyandırılmaktadır. (Bakınız: 2/246-248,
255, 282-312, 440-448, 464-470; 3/40, 161-164, 167-170, 183, 393-394;
İlh… Asr-ı Saadet müellifinin kesin nâsslara bile muğayir daha pek çok görüşleri vardır ki; bu sahifeler onları tâdâtın yeri ve konusu değildir.
Fetih( 48): 4, 7
Bakara(2): 7; Mâide(5): 13, 41; Enfâl(8): 9-12 En'am( 6): 25, 46, 122, 125;
A'raf(7): 100, 101, 179; Yunus(10): 74; Tevbe(9): 87, 93, 125, 127; Ta-ha(
20): 25-37; Zümer(39): 22; Muhammed( 47): 16; Hucurat(49): 7; Müslim
(Terc.): 10/633-634.
86
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Mekke’nin, gözlerini kan bürümüş cani müşrikleri, mağaranın yanına, kenarına gelip dayanınca ve mağaranın ağzından içeri bakabilecek kadar yaklaşınca, hasb’el-beşer ve
yüce Resûlün hayatını göz önüne alarak büyük bir endişeye
kapılan Hazret-i Ebubekir, Resûlûllahın (asm) mübarek kulaklarına eğilerek; “Ya Resulallah! Müşrikler gözlerini eğse de
bir baksalar, muhakkak ki bizi görürler,” demiş, yüce Resûl
(asm) de: “Sus, ya Eba Bekir iki arkadaş ki, Allah onların
üçüncüsü ola, hiç endişe edilir mi ?” cevâbını vermiş,271 Böylece Hazret-i Ebubekir’i sükûnete kavuşturmuştur...
Allah-u Teâlâ, konuyu şu ayetiyle hatırlatmakta ve sonraki nesillere aktarmaktadır: “Eğer siz O’na (Resûlüme) yardım etmezseniz; (hatırlayın o anları ki) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları zaman, bizzat Allah ona yardım etmişti.
(Yine de o, nusretini esirgemez. O demler öyle demlerdi ki
Resûlûllah ancak) ikinin ikincisinden ibaretti. O zaman onlar
(Sevr dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber, o vakit (mağara) arkadaşına: “Mahzun olma (tasalanma)! Hiç
şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Allah, (o zaman)
onun üzerine (kalbine) sekinetini (kuvve-i ma’neviyesini) indirmiş, onu (habibini) görmediğiniz (ma’nevî) ordularla te’yid
etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfür ve şirk da’valarını) alçaltmıştı. Allah’ın kelimesi (tevhid davası) ise; O, çok yücedir Allah
mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.272
271
272
Buhari (Arapça) K. Menâkıb'ul-Ensar: 45; cilt: 4, s. 263; Zübde' tül-Buhari:
694 ; Tecrid-i Sarih: 10/115-116; Asr-ı Saadet: 1/199; El-Bidâye: 3/181182; Kenz'ul- Ummal: 8/329; Ebu Nuâym-Delâil: 2/272; Beyhakî-Delâil:
2/213; Hayat' us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/335-336; İslam Tarihi (Mekke
Devri): 6/160-161; Zâd'ul- Meâd: 2/59.
Tevbe(9) : 40.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
87
Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz ile Hz. Ebubekir, Mekkeli müşrikler dağılıp gittikten
sonra, üç gece daha mağarada kalıp, etrafın sakinleşmesini
beklediler. Bu üç gün süresince; Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah, Mekkeli müşriklerin içerisine sızıp Resûlûllah (asm) hakkında söylenilen-konuşulan sözleri ve aleyhteki faaliyetleri
gece yarısından sonra, Resûlûllah’a ulaştırıyor; Hz. Esma da,
erzaklarını gizlice götürüyor; Hz. Ebubekir’in azâdlı kölesi
Amir bin Füheyre de, davarlarını gündüz Sevr mağarası civarında otlatıyor, böylece hem ayak izlerini kaybettiriyor,
hem de onların süt vs. İhtiyaçlarını karşılıyordu…273
Sevr mağarasının üçüncü gecesi, seher vaktinde kılavuz olarak tutulmuş bulunan Abdullah bin Uraykıt (Erkat),
yanında iki binek devesi ile birlikte Sevr mağarasına gelince;
mağaradan dışarı çıkan Allah’ın Resûlüne, Hz. Ebubekir’in
develerinin birini takdim etmesi üzerine, Efendimiz; “Hayır,
benim olmayan bir deveye binmem! Ancak, pahasını söyler
de ücretiyle satın alırsam binerim.” demiş ve satın aldıktan
sonra, deveye binmeyi kabul buyurmuşlardır.274 Böylece;
Hazret-i Resûl-ü Kibriya (asm), yanında sâdık yaranı Hz.
Ebubekir, kılavuz Abdullah b. Uraykıt (Erkat) ve Hz. Ebubekir’in azâdlı kölesi Amir b. Füheyre olmak üzere dört kişilik
bir yolcu kafilesi halinde büyük ve nurlu hicret yolculuğuna
başlamış olmaktadır...275 Bu kutlu yolculuk; nübüvvetin 13.
273
274
275
İbn-i Hişam: 2/152; İbn'ul-Esir: 2/105; Zubdet'ul-Buhari: 689-690 Tecrid-i Sarih: 10/99; Asr-ı Saadet: 1/199; Siret'ün-Nebeviyye: 114; Hayat'us-Sahabe:
1/333-334.
İbn-i Hişam: 2/153; Z.Buhari: 689-690; Tecrid: 10/98, 100; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/165-166; Tarih-i Taberi: 2/247; Tabakat: 1/492; El- Bidâye:
3/188; Asr-ı Saadet: 1/198-199.
İbn-i Hişam: 2/155; Hayat'us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/332; Mecmâu'zZevaid: 6/5; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/166; Z. Buhari: 690; Tecrid-Sarih:
88
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yılı bitmiş, 14. yılına girmiş ve Rebi’ülevvel ayının 4. günü
(Miladî: 622 yılında) Sevr mağarasından başlamış276 ve 12
Rebiulevvel’de Medine’nin Kubâ köyünde sona ermiştir.277
Kılavuz Abdullah, mutad yolu terk edip, kafileyi sahil
yoluna yönelterek hızla harekete geçirdi; Usfan-Emec güzergâhını ta’kib ederek Müdlic kabilesinin yurdu olan Kudeyd’e
kavuştular. İki gün sürekli yürümelerinden dolayı epeyce yorulmuş olan Efendimiz (asm) ve yol arkadaşları, büyük bir
kayanın gölgesinde istirâhâte çekildiler. Efendimizin uyuması
üzerine, nöbet bekleyen Hz. Ebubekir, oraya yaklaşmakta
olan Mekkeli tanıdık bir müşriğin çobanından süt talep eder
ve aldığı sütü Resûlûllaha ikram ederek içirir.278 Ve yola devam ederek; Ümmü Mâ’bed denen ve yolculara ihsan yapmakla ma’ruf olan bir kadının aile halkının çadırlarına gelir,
misafir olarak yerleşirler. Yiyecek bir şey bulamayınca, süt isterler.
Ümm-ü Ma’bed de, davarların hepsinin kısır olduğunu
söyler. Çadırın yanında duran ve arık olduğundan dolayı sürüye bile katılamayan kısır bir koyunu sağma izni isteyen
Resûlûllah Efendimize, Ümm-ü Ma’bed’in bu izni vermesi
üzerine, Bismillah diyerek koyunu sağmaya başlayan
Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz, bir
276
277
278
10/100; Buhari (Arapça): 4/256; Beyhaki-Delâil: 2/208; El-Bidâye: 3/184; Tarih-i Taberi: 2/247.
Tabakat-ı İbn-i Sa'd: l/232; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/165.
İbn’ül-Esir: 2/201; İbn-i Hişam: 2/318: İslam Tarihi (Medine Devri): 1/6;
(Mekke Devri): 6/191; Zübde'tül-Buhari: 691; Buhari (Arapça): 4/258:
Tecrid: 10/105.
Buhari Arapça): 4/262; Ahmed ibn-i Hanbel: 1/3; Hayat'us-Sahabe: 1/335-336;
Müslim(Tercüme): 11/494-495; (Arapça): 3/2309; İslam Tarihi (Mekke Devri):
6/168-170.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
89
kaç büyük kapları süt ile doldurdu. Bu İlâhî mu’cize üzerine,
Ümm-ü Ma’bedin zevci Ebu Ma’bed hemen, kendisi de
bilahere İslâm ile müşerref olmuş, o mübarek koyun da ta
hicretin 18. yılındaki kuraklığa kadar kalmış ve bol bol süt
vermeye devam etmiştir.279
Tekrar yola devam eden kafileye rast gelenler arasında, Hz. Ebubekir’i (ticaretten dolayı) tanıyanların, Efendimizin kim olduğunu sormalarına ‘kılâvuzumdur!’ diye Hz.
Ebubekir’in tevriyeli cevapları, bir kısım muhtemel tehlikeleri
bertaraf ediyordu.280 Bununla da “O bana hayır yolunu gösteren kılavuzdur!” demek istiyordu.281
Resûl-ü Ekrem Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin Mekke’den çıkıp da izini kaybettirmesi, Kureyşli
müşrikleri çıldırtmış ve civar kabilelerin tümüne elçiler gönderip, yüce Resûlü veya Hz. Ebubekir’i sağ veya ölü olarak
ele geçirenlere 100 deve mükâfat va’d etmelerine sebep olmuştu.282 Yüce Resûl ile arkadaşları, Müdlic oğullarının yurdu olan adı geçen Kudeyd’e ulaşınca ve sahil yolunda Medine’ye doğru yol alırlarken kendilerini uzaktan gören Ben-i
Müdlic’den bir adamın, kabile meclisinde “Ben biraz önce,
sahil yolu üzere giden bir kaç yolcu gördüm, sanırım ki onlar
279
280
281
282
İbn-i Hişam: 2/154-155; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/171-177; HakimMüstedrek: 3/9; İstiâb: 4/1959; El-Bidâye: 3/192; Mecmâ'uz-Zevâid: 6/56;
Tabakat: 1/230; Ebu Nuâym, Delail: 2/282;Kısas-ı Enbiyâ: 1/91.
Ahmed İbn-i Hanbel: 3/211; Buhari (Arapça): 4/259; Mecmâ'uz-Zevaid:
6/59; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/168; Tabakat: 1/235.
Buhari (Arapça, K. Menakıb'ul-Ensar: 45): 4/259; Ahmed İbn-i Hanbel:
3/211; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: l/235; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/168.
Ahmed İbn-i Hanbel: 4/176; Buhari (Arapça, K. Menakıb'ul-Ensar: 45):
4/256; Zübdet'ül-Buhari: 690; Tecrid: 10/11-101; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/177; Beyhaki-Delâil: 2/219; El-Bidâye: 3/185; Hâkim-Müstedrek: 3/7;
İbn-i Hişam (Terc.): 2/156-157; Ebu Nuâym-Delâil: 2/277.
90
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Muhammed ve eshabıdır!” deyince, meclisde hazır bulunan
ve ortaya konan 100 develik ödülü başkasına kaptırmayıp,
kendisinin elde edebilmesi için can atan ünlü savaşçılardan
Süraka bin Malik b. Cü’şüm, mezkûr muhbire kaş-göz işaretiyle ‘sus!’ deyip, “Senin gördüğün yolcular, onlar değildir.
Her halde, sen filan, filan kişileri görmüşsündür ki onlar, biraz önce yitiklerini aramak için gözümüzün önünden geçip,
gittiler.” diye ilâve edince, adam da “olabilir” cevabını verir.283 Orada bulunanları oyaladıktan sonra, hemen evine giderek atını ve silahlarını alan Suraka b. Malik, vakit kaybetmeden ta’rif edilen güzergâha doğru hızla gider ve yüce
Resûl (asm) ile arkadaşlarına kavuşur... Arkaya bakan Hazret-i Ebubekir, Suraka’nın hızla kendilerine yaklaştığını görünce; “Ya Resûlûllah! Bu gelen ünlü süvari Suraka’dır ki bize yetişti!”diyerek feryâd etti. Allah’ın ‘sekinet’ garantisi altında bulunan yüce Resûl (asm) ise; “Asla mahzun olma
çünkü Allah bizimledir!”284 dedi ve kendilerine süratle yaklaşmakta olan Suraka için “Allahım! Şuna karşı, dilediğin
şeyle bize kâfi ol! Onun şerrini def et ve onu atından düşür!”
diye, Allah-u Teâlâ ya duâ etti.285 Bunun üzerine, atını
sür’atle mahmuzlayarak Resûlûllah’a (asm) yaklaşmak isteyen Suraka’nın atı, yere gömülüp kaldı kendisi de üzerinden
düşüp tepetakla yere yuvarlandı. Efendimiz ise, yoluna de283
284
285
Z. Buhari: 690; Tecrid-i Sarih: 10/101; Ahmed İbn-i Hanbel: 4/176; Buhari
(Arapça, K. Menakıb'ul-Ensar:45):4/256; El-Bidâye: 3/185; İbn-i Hişam
(Terc.): 2/156-157 Hâkim, Müstedrek: 3/7; İslam Tarihi (Mekke Devri): 177178; Beyhaki, Delâil: 2/219.
İbn'ul-Esir (Terc.): 2/106; A. İbn-i Hanbel: 1/3; Müslim (Terc.): 10/495; (Arapça): 3/2310 (K. Zühd: 75); İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/179; Tabakat-ı İbn-i
Sa'd: 4/366; El-Bidâye ven’ Nihaye: 3/187.
A. İbn-i Hanbel: l/3; El-Bidâye: 3/188; Tabakat: 4/366; Zübde- tül-Buhari:
693; Buhari (Arapça K. Menakıb' ul-Ensar: 45): 4/259-260.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
91
vam ediyordu... Epey sonra, tekrar toparlanarak yüce
Resûl’ün peşine takılan Suraka, Efendimizin dualarını işitecek kadar yaklaşmış; önceden ard arda çektiği fal okları bile
zarar veremez, diye çıktığı halde 100 deveyi alabilme ve
nâm yapma hırsı gözlerini bürümüş, Efendimizi sağ veya ölü
olarak ele geçirmek için atını dört nala kaldırmış, fakat Efendimizin bedduası üzerine bu sefer, öncekinden de korkulu bir
şekilde atı toprağa tamamen gömülmüş, kendisi yerlere yuvarlanmış; yerlerde dumanlar çıkmaya başlamış, ne yaptı ise
atını yerden çıkaramamış, böylece yüce Resûl’ün (asm) hak
din üzere olduğunu ve Allah’ın yüce himayesi altında bulunduğunu, bu dinin de yeryüzüne hakim olacağını anlayarak,
“el-aman, el-aman!. Ya Muhammed anladım ki bu iş, senin
yüzündendir; dua et de Allah, beni şu içinde bulunduğum
durumdan kurtarsın. Vallahi artık benim size zararım dokunmayacak ve arkadan gelecek olanları da geri döndüreceğim!...” demiş, yüce ahlâk ve eşsiz merhamet sahibi olan
Resûl-ü Ekrem de eman vermiş ve kurtulması için de dua
etmiştir. Suraka da, minnettarlığını belirtmek için, yolda kendisinin davarlarının bulunduğunu, işaret olsun diye oklarından birini alıp kendi çobanından ihtiyaçları kadar deve ve
davar alabileceklerini söyler, yüce Resûl (asm) ise, “Bizim
senin develerine ve davarlarına ihtiyacımız yok!” cevabını
verir. Ve Sureka’ya, ileri yıllarda kisranın bileziklerini takacağını söyler, Suraka’nın isteği üzerine de kendisine yazılı bir
emânnâme verir. Geri dönen Suraka, yolda ta’kibe çıkmış
bulunan müşrikleri, “O taraflarda yoktur” diyerek, geri gönderir; ileride müslüman olur ve Hz. Ömer zamanında ganimet malı olarak getirilen kisranın bileziklerini de takınarak,
92
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yüce Resûl’ün ‘ihbâr-ı ğaybî’ kabilindeki mu’cizesini bizzat
yaşayarak isbatlar.286
Böylece; “(kâfirler) dilerler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla
(püf deyip de) söndürsünler. Hâlbuki Allah, kendi nurunu
kendisi tamamlayacaktır. İsterse kâfirler hoş görmesin.”287;
“Müşrikler hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak
üzere peygamberini doğru yol ve hak din ile gönderen O’dur
(bizzat, Allah’tır)”288; “...Allah ona sekinet (güven) vermiş,
görmediğiniz ordularla onu desteklemiş, kâfirlerin sözünü (de)
alçaltmıştır. Allah’ın sözü ise, ne yücedir!”289 gibi ayetlerin, ilahî hükmü ve va’di gerçekleşmeye doğru gidiyordu.
Ve Allah’ın Resûlü (asm) ile arkadaşları, oradan
Harrar, Seniye-Tülmere üzerinde Gamim mevkisine ulaştılar.
Orada karşılaştıkları Büreyde b. Husayb ve bir kısım süvari
arkadaşlarını İslâm’a davet edince, onlar da hemen
müslüman oldular. Ki, onların toplam ev halkı 80 kişi idi.290
Yola devam eden Allah’ın yüce Resûl’ü, yolda ticâret için
Şam’a gitmiş olan Zübeyr b. Avam’a,291 diğer rivayette Talha
286
287
288
289
290
291
Buhari (Arapça-K. Menakıb' ul-Ensar: 45): 4/256-257; Zübde' tül- Buhari: 690;
Tecrid-i Sarih: 10/100-103; A.İbn-i Hanbel: 1/3; 4/176; İbn-i Hişam (Terc.):
2/156-158; İbn'ul-Esir: 2/106; El-Bidâye: 3/185-188; Kenz'ül-Ummal: 8/330;
Hayat'us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/336-337; Sîret'un-Nebeviyye: 116- 117;
Kısâs-ı Enbiya: 1/91-92; Asr-ı Saadet: 1/200; Hakim, Müstedrek: 3/7; Müslim
(Terc.): 11/494-495; (Arapça): 3/2309/ 2310; El-İstiâb: 2/581, 597; El-İsâbe:
2/19; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/180-186; Fıkh'ıs-Sîre: 188.
Tevbe(9): 32; Saff(61): 8
Tevbe(9): 33; Saff(61): 9; Yaklaşık, Fetih(48): 28
Tevbe(9): 40
Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 4/242; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/186-188;
Belâzurî: 1/262.
Buhari (Arapça, K. Menakıb'ul-Ensar: 45): 4/257; Zübdet'ul-Buhari: 690;
Tecrid-i Sarih: 10/103-104; Hakim-Müstedrek: 3/11; Beyhâkî-Delâil: 2/226;
İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/188-189.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
93
b. Ubeydullah’a292 bir diğer rivâyette ise her ikisine birlikte293
rastlamış; Hz. Zübeyr, Efendimize ve Hz. Ebubekir’e birer
adet beyaz elbise hediye etmiştir.294 Önceki rivayete göre de,
gömlekleri hediye eden Hz. Talha’dır. 295
Daha sonra, yoluna hızla devam eden kafile; Lekf,
Medlice, Mehac, Elfacce üzerinden, Arc denen yere gelerek
istirahat molası verdi. Yorulmuş develer yerine, yenileri
tedârik edildi. Eslem kabilesinden Evs b. Hucr, Resûlûllah
Efendimize bir deve verdi ve yanına da hizmetçisi Mes’ud b.
Huneyde’yi kattı; hizmetçi yolda müslüman oldu. Tekrar,
Rim ve Akik va’disinden Zabiy (Ceylan) yolundan Usbe’ye,
oradan da 12 Rebi’ülevvel’de Medine’ye bir saatlik uzaklıkta
bulunan meşhur Kuba köyüne vâsıl olmuşlardır.296
Efendimizin (asm) Kuba’ya teşrifleri üzerine, köyün sakinleri, bilhassa Amr bin Avf ailesi bayram havasına girmiş
ve semâyı tekbir sesleri ile çınlatmışlardır. Resûl-ü Ekrem
(asm), kendinden önce Medine’ye hicret eden birçok ashabın misafir olarak kaldıkları, Amr b. Avf ailesinin reisi olan
Gülsüm b. Hidm’in evine indi; bir kısım Muhacirler de bekârlar evi denen Sa’d b. Heyseme’nin evinde barınıyor, ara sıra
292
293
294
295
296
Umde’tül-Karî: 17/49; Tabakat-ı İbn-i Sa’d: 3/215; İslam Tarihi (Mekke Devri):
6/188.
İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/188; Feth’ul-Bârî: 7/189; Umde’tül-Karî: 17/49.
Buhari (Arapça-K.Menâkub’ul-Ensâr: 45): 4/257; Zübdet’ul-Buhari: 690691; Tecrid-i Sarih: 10/103-104; Kısâs-ı Enbiyâ: 1/93.
Umdet’ul-Karî: 17/49; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/188; Tabakat-ı İbn-i
Sa’d: 3/215.
İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/189-192; (Medine Devri): 1/6; İbn-i Hişam
(Terc.): 2/159-160; Zübdet’ül-Buhari: 691; Buhari (Arapça-K.Menakıb’ulEnsar: 45): 4/257-258; Hayat’us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/337; Asr-ı Saadet: 1/201; İbn’ul-Esir (Terc.): 2/207; Kısâs-ı Enbiya: 1/93-94; Tecrid-i Sarih:
10/104-105.
94
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
da Efendimiz orada kalıyordu. Hz. Ebubekir ise, Hubeyb b.
İsâf’ın misafiri idi. Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve
Sellem Efendimizin Sevr’den Medine’ye müteveccihen ayrılmasından ve Efendimizin emirlerini ve verdiği vazifeleri yerine getirdikten sonra, gündüzleri gizlenmek, geceleri de yaya
olarak yürümek suretiyle Mekke’den Medine’ye hicret eden
Hazret-i Ali ise, Kuba köyünde iken, Resûl-ü Ekreme kavuşmuş ve Efendimizle birlikte Gülsüm b. Hidm’in misafiri olmuştur...297 Ayakları yürümekten çatlamış ve yürümekten artık takati kesilmiş olan Hazret-i Ali’yi görünce, Allah’ın
Resûl’ü ağlamaya başlamış ve kucaklayarak çatlayan yerlere
mübarek tükürüğünü sürmüş, bundan dolayı da Hazret-i Ali,
şehid edilinceye kadar ayaklarında hiç bir sızı ve ağrı duymamıştır.298
İki cihanın serveri olan Resûlûllah (asm) Efendimizin
Mekke’den çıktığını haber almış bulunan Medineli
müslümanlar (Ensar); geleceğini tahmin ettiği günler, dışarı
yahut damların üzerlerine çıkar ve Mekke yolunu büyük bir
aşk ve heyecanla gözetler, bu kutlu visâl gününü beklerlerdi.
Yine böyle bir gün, aniden kal’a burcuna çıkarak gözetleme
işine katılan bir Yahudi’nin, “Ey ben-i Kayle! (Ensar) beklediğiniz geldi!” nidasını işiten ve silâhını alan müslümanlar o
tarafa koşar… Efendimizin Kuba’ya dönmesi üzerine de o
tarafa doğru yönelirler ve Âlemlerin Efendisine tebrikler, hoşâmedîler ve ta’zimler sunarak, her tarafı tekbir sesleriyle ve
297
298
İbn-i Hişam: 2/161; Asr-ı Saadet: 1/201; Tecrid-i Sarih: 10/104-105; İslam
Tarihi (Medine Devri): 1/612; Tabakat: 1/233; İstiâb: 1/42.
İbnu’ul-Esir (Terc.): 2/107; İbn-i Hişam: 2/161; Asr-ı Saadet: 1/201; İslam
Tarihi (Medine Devri): 1/12; Üsd’ül-Gâbe: 4/19.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
95
şenliklerle çınlatırlar.299 Allah’ın Resûlü (asm) o kadar tevâzu
içerisinde idi ki; Kuba’ya ‘Hoşamedi’ için gelen
müslümanlar, kendisini ilk önce tanıyamamış, Hz.Ebubekir’e
yönelmiş; ancak Hz. Ebubekir’in kendisine hizmet etmesi ve
güneşe karşı gölgelemesi ile, ‘İki Cihanın Güneşi’nin kim olduğunu anlamışlardır.300
Resûlûllah Efendimizin Kuba’da İlk İşi:
Mescid Yapmak!
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm Efendimiz,
Kuba’da bir rivayete göre dört gün,301 bir rivâyete göre on
küsür (on dört) gün,302 bir başka rivayete göre ise yirmi üç
gün (ve gece)303 kalmıştır. Resûlûllah (asm)’tan önce
Kuba’ya gelen müslümanlar, her ne kadar kendilerine kâfi
gelecek kadar küçücük bir yeri mescid ittihaz edinmiş ve Ebu
Huzeyfe’nin azâdlısı Hz. Salim’i imam olarak nasb edip,
epey süreden beri cemaatle namaz kılmış iseler de304 bu geçici ve küçük yerin müslümanlar için sürekli bir câmi ve
mescid hüviyetinde kabul edilmesi ve mescidlerden beklenilen fonksiyonları icra edebilmesi mümkün olmadığından dolayı, Resûl-ü Ekrem (asm)’in mübarek emirleri üzerine
299
300
301
302
303
304
İbn-i Hişam (Terc.): 2/160; Zübde’tül-Buhari: 691; Tecrid-i Sârih: 10/104;
Hayat’us-Sahabe: 1/337; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/5; Tabakat: 1/233;
Belâzurî: 1/263.
Zübde’tül-Buhari: 691; Tecrid-i Sârih: 10/105; Buhari (Arapça-K.
Menakıb’ul-Ensar: 45): 4/258; Hayat’us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/337;
İslâm Tarihi (A. Köksal-Medine Devri): 1/6.
İbn-i Hişam (Terc.): 2/162; Asr-ı Saadet: 1/201.
Buhari (Arapça-Menakıb’ul-Ensar: 45): 4/266: Zübdet’ul-Buhari: 691;
Tecrid-i Sarih: 10/106, 111; Asr-ı Saadet: 1/201.
Belâzurî-Ensab’ul-Eşraf: 1/263.
Belâzurî-Ensab’ul-Eşraf: 1/264.
96
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Kuba’da ünlü ve İslâm’ın ilk mescidinin temeli atılarak, inşaatına başlanılmıştır. Resûl-ü Ekrem (asm), arsasını Gülsüm b.
Hidm’den satın alarak, yaptırdığı Kuba mescidinin taşlarını
Harre denen kara taşlık mevkiinden getirtmiş, plânını bizzât
kendisi yapmış, hem inşaat işinin hızlı yürümesine nezâret
etmiş, hem de bütün gücüyle bizzat amele olarak çalışmıştır.
Abdullah b. Revâha’nın söylediği recezlere de ara sıra iştirak
eden Resûlûllah Efendimizin ve bütün müslümanların büyük
çabaları sâyesinde bir kaç gün içerisinde, 66’ya 66 zira (her
zira, 75 ile 90 santim arasıdır) eninde-boyunda ve 19 zira’
yüksekliğinde mübarek Kuba mescidi inşa edilmiş ve
Resûlûllah (asm) ile birlikte cemaatle namaz kılınmıştır.305
Bilâhere; Hanzala b. Ebî Hanzala Hazretlerini Kuba mescidine
imam, Sa’d b. Aîz (meşhur, Sa’d’ül-Kuraz)’ı da müezzin olarak ta’yin eden Allahın yüce Resûlü, cum’a günü öğleye yakın
bir vakitte, tüm müslümanlarla birlikte Medine’ye doğru hareket eder, ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın ‘pây-ı tahtı’ özelliğinde olan bu bahtiyâr şehrin mutlu sâkinlerine yönelir...
Allah-u Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de medh ettiği, “... Ta,
ilk günde temeli takva üzerine kurulan mescid...”306 dediği ve
cemaatını da övdüğü mübarek Kuba mescidi de, bu Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın ilk ve önemli bir ilim, irfan, ahlâk,
takva, siyâset, iktisât, hukuk, içtimaiyat, cihâd, hareket, eğitim,
öğretim ve kültürel merkezi, üssü ve karargâhı olarak tarihî
misyonunu icrâ’ya ve ifâ’ya başlamış; İslâmın fiilî tezahürünün
toplumsal ve küllî santralı hüviyetini taşımıştır...
305
306
İbn-i Hişam (Terc.): 2/162; Asr-ı Saadet: 1/201-202; Zübdet’ul-Buhari: 691;
Buhari (Arapça-Menakıb’ul-Ensar: 45): 4/258; Tecrid-i Sarih: 10/106; İslam
Tarihi (Medine Devri): 1/9-10; Tabakat: 1/235, 236.
Tevbe(9): 108.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
97
Allah’ın Resûlü (asm), İslâm’ın Cihanşümul Hâkimiyeti’ne doğru adım adım ilerlerken, istikbâlin muhteşem fetihlerini ve ebedî saadeti müjdelerken; bunun gerçekleşmesi için
de adım adım Medine’ye doğru ilerlemekte; etrafını sarmış
Muhacir-Ensâr kafilesiyle birlikte çağlar ötesine nur ve ışık
saçmaktadır. Nihayet; Kuba ile Medine arasındaki Salim b.
Avf mahallesinin Ranuna vadisine gelindiğinde öğle vakti
girmiş, cum’anın farz kılınması ve kılınma emniyetinin bulunması üzerine, orada (mescid mahalli olarak ittihâz olunan
yerde) Resûl-ü Ekrem (asm), ‘kendisi ilk cum’a namazını’
bizzat kıldırmıştır.307 Ve “Cimriliğin tel’inini, cömertliğin ve
infakın da tebcili’ni ve gerçek takvayı ihtiva eden ilk hutbeyi
de burada okumuştur.308
Cum’ayı müteâkib devesine binen Resûlûllah
Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz önde,
muhâcir-ensâr kafilesi ve yüce Resûlün dedesi Abdul
Muttalib’in dayıları olan Neccâr oğullarının gençleri de etrafını çevrelemiş olduğu halde, Medine’nin merkezine ve içine
doğru hareket etmiştir.309 Kalbinin temâyülü o tarafdan yana
olduğundan dolayı, bir rivâyete göre Resûlûllah aleyhisselam
Efendimiz ‘Ben-i Neccâr’a’, kendisini Kuba’dan almaları için
haber göndermiş310, diğer rivâyete göre ise, mübarek devesi
Kasvâ’yı serbest bırakmış “Onu serbest bırakın, çünkü O
307
308
309
310
Tecrid-i Sarih: 3/6; 10/109; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/16, 83; İbn-i
Hişam (Terc.): 2/163; İbn’ul-Esir (Terc.): 2/107; Asr-ı Saadet: 1/202.
Tecrid-i Sarih: 10/112; Üsd’ül-Ğabe: 2/92-93; İbn-i Hişam: 2/171-172; İslam
Tarihi (Medine Devri): 1/16-19.
Buhari (Arapça-K.Menakıb’ul-Ensar: 45): 4/266; Tecrid-i Sarih: 111-112;
Tarih-i Taber: 2/256; Tabakat: 1/235; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/15-19.
Buhari (Arapça-Menâkıb’ul-Ensâr: 45): 4/266; Tecrid: 10/111; Tabakat-ı
İbn-i Sa’d: 1/235-236; Sahih-i Müslim (Terc.): 10/423-425; İslam Tarihi
(Medine Devri): 1/15, 92.
98
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
me’murdur;… Nereye çökeceği ona buyurulmuştur!”311 demiş; kuvvetli kavle göre deve, Neccâr oğullarının mıntıkasına
gitmiş ve bu kabileden iki yetim çocuğa ait olan boş bir arsaya çökmüş, tekrar kalkmış, dönmüş yine eski yerine çökmüştür.312 Buraya en yakın ev ise, Halid ibn-i Zeyd’in (Ebâ
Eyyub-el Ensarî’nin) evi olduğundan dolayı, Efendimiz de
Ben-i Neccâr’dan olan Ebu Eyyub’el- Ensârî’ye misâfir olmuş; bu tabiî ve insiyakî tavır ile bütün müslümanların
kalbleri hoşnut olmuştur.313 Bir rivâyete göre de, bu hoşnutluk, ben-i Neccâr arasında kur’a çekilmesiyle sağlanmıştır.314
Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimizin Medine’ye girişi ve Ebu Eyyub’el-Ensarî’nin evine inişi
esnasında büyük kalabalık hâlinde karşılama merasimleri yapan Medineli Müslümanlar, hayatlarının en mutlu, en mes’ud
anlarını yaşamış, küçücük kızlar da ellerindeki deflerle:
Neccâr oğullarının kız (çocuk)larıyız biz!
Ne mutlu komşuluğu Muhammed’in!
diye, şiirler ve neşideler okuyarak, “Eyyamullah’ın” en büyüklerinden olan bu nurlu ve muhteşem günü neş’e içerisinde kutlamışlardır.315 Çocuk ve kadınların bir kısmı da; koro hâlinde:
311
312
313
314
315
İbn-i Hişam (Terc.): 2/163-164; İbn’ul-Esir (Terc.): 2/109; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/15-16, 19-22; Tecrid-i Sarih: 10/112-113.
İbn’ul-Esir: 2/209; İbn-i Hişam: 2/164; Buhari (Arapça-Menakıb’ul-Ensar:
45): 4/258; Zübdet’ul-Buhari: 691; Tecrid-i Sârih: 10/107; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/22, 96; Fıkh’ıs-Sîre: 189.
Tecrid-i Sarih: 10/107-114; Zübde’tül-Buhari: 691; İbn’ul-Esir: 2/109; İslam
Tarihi (Medine Devri): 1/22; Buhari (Arapça-Menakıb’ul-Ensar: 45): 4/258.
Müsned-i Ahmed İ. Hanbel: 5/414; Asr-ı Saadet: 1/203; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/22-23.
İbn-i Mace (Terc.): 5/322-323; (Arapça): 1/612; (Yaklaşık, hem de def ile
nağme ve neşide için bakınız; İbn-i Mâce (Terc.): 5/312, 315-321; (Arapçası):
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
99
Vedâ yokuşundan doğdu dolunay bize!...
Allah’a yalvarın oldukça, şükr etmek gerekir halimize.
Ey bize gönderilen peygamber! Sen;
Boyun eğmemiz gereken bir emr ile geldin bize!...
şeklinde neşideler, kasideler okuyor; gençler ve erkekler de
kılıç-kalkan ve harbelerle harp oyunları oynuyor; “Resûlûllah
geldi, Allah-u ekber Muhammed geldi, Allah-u ekber! Allah-u
ekber, Muhammed geldi! Allah-u ekber, Muhammed geldi!..” diyor ve sevinçten yer yerinden oynuyordu.316
İki katlı olan Ebu Eyyub’el-Ensari’nin evinin alt katına
yerleşmeyi tercih eden yüce Resûl, bilâhere Hz.Ebu
Eyyub’un hayâ, sıkıntı duyarak ısrar etmesi üzerine, üst kata
geçmeyi kabul etmiş ve yedi ay kadar bu mübarek evde
ikamet etmiştir.317
Bu süre içerisinde İslâm hükümetinin merkezini, yani
Mescid-i Nebevi’yi inşâ için faaliyete geçen Resûl-ü Ekrem
(asm), devenin çöktüğü arsanın sahiplerini çağırır, durumu
anlatır; onlar da yeminle te’kid ederek o yeri hasbeten lillah
infak etmek istediklerini, asla ücret kabul etmeyeceklerini
söyler. Efendimiz ise; ücretsiz almanın mümkün olmadığını,
ancak ücretlerini vererek orayı Mescid ve Hane-i Saadet olarak inşa edebileceklerini kat’i olarak ifade edince, Es’âd b.
Zürare’nin terbiyesi altında bulunan Süheyl ve Sehl adındaki
316
317
1/711-712); İslam Tarihi (Medine Devri): 1/23-24; ASr-ı Saadet: 1/203;
Tecrid-i Sarih: 10/113; Sıret’un-Nebevîyye: 133.
İslam Tarihi (Medine Devri): 1/24; Tecrid-i Sarih: 1/113; Hayat’us-Sahabe:
1/338; Fıkh’ıs-Sîre: 190.
İbn-i Hişam: 2/164, 168; İbn’ul-Esir: 2/109; T. Sârih (Buhari): 10/114; Asr-ı
Saadet: 1/203.
100
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
arsa sahibi iki yetim çocuk, ücreti kabul etmek mecburiyetinde kalarak, bahsi geçen arsalarını mescid inşâ edilmesi için
yüce Resûl’e teslim etmişlerdir.318
Çevredeki müşriklerin kabirleri, yabanî hurma ağaçları
ve çukurluklar temizlendikten çevre iyice tesviye edildikten
sonra, mescidin ve hâne-i saadetin inşâsına sür’atle geçildi.
Efendimiz, en fazla çalışan ve yorulanlar arasında idi. Mescid-i
Nebevi taşla kerpiçten yapılmış; bütün eshab çalışmış ve
“Resûlûllah ile birlikte; “Ey Rabbimiz yüklenip taşıdığımız şu
balçıktan kerpiç yükü, Hayber’in hamulesinden (hurmasından-üzümünden) daha hayırlı ve daha temizdir. Şüphesiz ki
hayır ve menfaat, ahiret ecr-ü sevâbıdır. Allah’ım! Sen
Ensâra ve Muhacirlere merhamet buyur!”; “Maişet (hayat),
ancak ahiret hayatıdır.” gibi, şiirler, recezler ve neşideler
inşâd ediyorlardı…319
Kısa bir süre içerisinde bitirilen Mescid-i Nebevi ve
müştemilâtı ile Efendimiz, Ebu Eyyub’ el-Ensari’nin evinden
ayrılmış, mahall-i ikametine taşınmıştır. Bunu müteakiben,
Efendimiz; o vakit henüz evlâtlığı olan Hz. Zeyd b. Harise’yi
iki deve ve 500 dirhem para ile Mekke’de bakiye kalan aile
halkını getirmeye göndermiş, onlar da kısa zamanda Medine’ye kavuşmuşlardır.320 Mescid-i Nebevî dörtgen şeklinde
318
319
320
İbn-i Hişam (Terc.): 2/164; Buhari (Arapça-Neakıb’ul-Ensar: 45): 4/258,
266; Zübdet’ul-Buhari: 691; Tecrid-i Sarih: 10/107; Asr-ı Saadet: 1/205; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/96-97.
İbn-i Hişam (Terc.): 2/165-166; Zübdet’ul-Buhari: 491; Buhari (Arapça):
4/258; Tecrid: 10/108; Müslim (Terc.): 8/634-636; (Arapça): Kitab’ul-Cihad
Ves’Siyer: 126-130; Asr-ı Saadet: 1/205; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/100101; Sîret’un-Nebevîyye: 134.
Mecmâu’uz-Zevâid: 9/227-228; İstiâb: 4/450; Hayat’us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/359; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/131-132, 11/179-180; Asr-ı
Saadet: 1/204.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
101
idi. Dört duvarın her birinin uzunluğu 100 zira’a yakındı.
Yüksekliği ise, 3 zirâ’ı taştan, üst tarafı da kerpiçten olmak
üzere, 5-7 zira’ arası kadardı. O vakit, kıble Mescid-i Aksa olduğundan dolayı, mihrab da o yöne doğru yapılmış; bilâhare kıble tekrar Ka’be’ye tahavvül edilince, yeni mihrab
Ka’be’ye yöneltilmiş, eskisi ise kapı haline getirilmiştir. Mescidin etrafında ise; hane-i saadet yer almakta, zevcât-ı
tahiratın her birine ayrı ayrı odalar yapılmış olmakta, kapıları
da Mescid-i Nebeviyye’nin avlusuna doğru açılmakta idi.
Mescidin sofa kısmı da, Eshab-ı Kiram’ın fakirlerine ve bekârlarına ayrılmış bulunmakta, bazan sayıları 400’e kadar çıkan Eshâb-ı Suffe burada oturup-kalkmakta ve yatmakta
idi.321
Mübarek mescidin üzeri sâdece hurma dalları ve yaprakları ile örtülmüş bulunmakta, yağan yağmurlar tamamen
mescidin içerisine boşanmakta olup gerek yağmurdan, gerekse güneşin hararetinden korunulması için Eshab-ı Kiramın
yaptığı mescidin üzerini çamurlama teklifi, Efendimiz (asm)
tarafından “Musa’nın gölgeliği gibi gölgelik, çatısı gibi de çatı
yoktur!” sözüyle reddedilmekte, böylece sade yaşamanın örneği insanlığa sunulmaktadır.322 Resûl-ü Ekrem’in (asm) evinin tavanına, normal boylu bir insanın eli kavuşmakta, odasının örtüsü bir ağaç kütüğüne giydirilmiş bir kıl dokuma
(parçasın)dan meydana gelmekte, kapısı ise halkasız olup,
yay ucu ile çakılmaktadır... Oturdukları serîr ise, kuru ağaçların, hurma lifleriyle birbirine sıkıca bağlanması suretiyle ya321
322
İslam Tarihi (Medine Devri): 1/102-104; Asr-ı Saadet: 1/205-206; Tecrid:
10/115.
Müsned A. İbn-i Hanbel (Arapça-Çağrı Yay. Kütüb-ü Sitte Serisi): 2/256259; Tecrid-i Sarih: 6/318-319; Zübde’tül-Buhari: 315; İslam Tarihi (Medine
Devri): 1/105-106.
102
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
pılmış; odaları ise hurma dallarından inşa edilmiş; kapıları da
siyah kıldan ma’mül perdelerle örtülmüş, böylece maddenin
ve dünyanın iflâs ettiği bir hayat tablosu sergilenmiştir… Yataklarının yüzü ise, basit hayvan derisindendi, içine de,
sâdece hurma lifleri doldurulmuştu...323 Mescid’in aydınlatma
te’sisâtını yapan Temim-i Dâri Hazretlerine, Allah’ın Resûlü
büyük iltifatlarda bulunmuş ve “Sen İslâmîyet! Ve mescidini
nurlandırdığın gibi, Allah da seni dünyada ve ahirette nurlandırsın!..” diyerek, duâ etmiştir.324 Asr-ı Saadet’de, dâima
tabanı toprak olan Mescid-i Nebevivye’ye bilâhere fazla çamur olmasın diye, kum serilmiş, böylece eshabın libâsının
çamur olarak kirlenmesi ve tez yıpranması önlenmiştir.325
Muhacirlerle-Ensâr arasında kardeşlik akdi ve
Yahudilerle yapılan anlaşma;
Allah-u Teâlâ, genel anlamda bütün mü’minlerin kardeş olduklarını teşri etmiş olmakla birlikte; buna ilaveten de
Allah’ın Resûlü Ensarla Muhacirler arasında özel kardeşlik
tesis kılmış; böylece bu iki Müslüman sınıfı iç içe sokmuş ve
kaynaştırmıştır. Mekkeli müşriklerden gördükleri uzun bir zulüm ve işkence döneminden sonra, evlerini, barklarını, çocuklarını, yurtlarını, mallarını ve mülklerini kâfirlere terk ederek ‘Allah yolunda Muhacir’ olarak gurbet diyarına çıkan
Muhacir müslümanların, Ensarın her türlü yardıma koşmaları
ve sıcak bir şekilde kucak açmaları sâyesinde dertleri ve
323
324
325
Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel (Arapça Çağrı Yay. K. Sitte serisi): 6/72;
Tabakat-ı İbn-i Sa’d: 1/464; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/105.
İslam Tarihi 1/106.
Tabakat-ı İbn-i Sa’d: 3/284; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/106
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
103
memleket hasretleri326 giderilmiş, hiç değilse hafifletilmiştir…
Ki bu; hem İslâmî, hem de insanî yükümlülüktür. İşte Ensar-ı
Kiram; bu yükümlülüğü, tarihde misli görülmemiş ve görülemeyecek kadar bir kudsiyet ve ulviyet içerisinde ifâ etmiş;
şer’i ölçüler dâhilinde bütün varlıklarını Muhacir kardeşleriyle
bölüşmüştür...327 Aynı kaynaşma, daha evvel iki amansız
düşman kabile olan Evs ve Hazrec arasında da gerçekleşmiş,
Ensar’ın bu iki kabilesi eski husumetleri ve kan davalarını,
bırakarak gerçek anlamda kardeş olmuştur. Ki, bu kardeşlik
İslâm’ın güçlenmesini ve dünyaya yayılmasını doğurmuştur.328 Resûl-ü Ekrem(asm), Medine’de ve çevresinde oturan
326
327
328
Her insanın doğduğu beldeye karşı muhabbettârâne alâkâsı fıtrî’dir; hele
bu belde, Mekke olunca… Bakınız: 250 no’lu dipnot.
“Onlardan (Muhacirlerden) evvel (Medine’yi) yurt ve iman (evi) edinmiş olan
kimseler (Ensar), kendilerine hicret edenlere (gerçekten) sevgi beslerler. Onlara (Muhacirlere) verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli)
bulmazlar. Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile (Muhacirleri) öz canlarından
daha üstün tutarlar. Kim (Ensar gibi olur) nefsinin hırsından ve cimriliğinden
korunursa, işte muradlarına erenler, onların ta kendileridir.” Haşr(59): 9; Konuyla alakalı tefsirler ve vârid olan hadisler için bakınız; Dürr’ül-Mensur, İmam
Suyutî: 6/195-202; İbn-i Kesir (Terc.): 14/7810-7816; Kadı Beyzâvî, Hâzin,
Nesefî ve İbn-i Abbas Tefsirleri (Mecmâu’t-Tefâsir): 6/223-226: Had Dini Kur’an
Dili: 7/4843-4852; El-Keşşaf: 4/504-505; Buhari (Arapça): 2/225; 3/67; 4/222223, 267-268; İ.Tarihi (Medine Devri) 1/87-93; Tecrid: 10/16-17, 121-123; İbn-i
Hişam: 2/172-178; A. İbn-i Hanbel: 3/182-183; Asr-ı Saadet: 1/207-212;
Sîret’un-Nebevîyye: 135; Tabakat: 3/126; Hayat’u-Sahabe (H.Müslümanlık):
1/370-379; … ve “İman edip hicret edenler ve Allah yolunda cihâd edenler, ve
(Muhacirleri) barındırıp yardım edenler (Ensar) (yok mu?) işte onlar birbirinin
velileridir. (Her hususta dostları, koruyucuları ve yardımcılarıdır)…” (Enfâl:
72); “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (onları) barındıranlar ve yardım edenler (Ensar), (var ya!) işte gerçek mü’min olanlar bunlardır.
Mağfiret ve ucsuz bucaksız rızık da onlarındır.” (Enfâl: 74) ayetleri de, ‘EnsarMuhacir’ kaynaşmasına terettüb eden hukuku ve neticeyi tebyîn etmektedir…
Bu durumu izâh sâdedinde, Kur’an-ı Kerim’e kulak verelim: “Ey iman edenler! Allah’dan nasıl korkmak lazımsa öylece korkun. Sakın siz, Müslümanlar (olmak)tan başka (bir sıfatla) can vermeyin. Ve hepiniz, toptan (cemaat
halinde) Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı sarılın; fırkalaşıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki ni’metini düşünün. Hani siz, (birbirinizin) düşmanlar(ı)
104
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Yahudilerle de ayrı ayrı barış anlaşmaları imzaladığı gibi; askerî ittifak ve pakt diyebileceğimiz türden anlaşmalar da imzalamış, böylece Mekkeli müşriklere karşı birleşik bir cephe
kurmuş, en azından kâfirlerin birlikte hareket etmelerini önlemiştir.329 Ayrıca; Medine’de epey miktarda bulunan ve gün
geçtikçe de sayıları artan münafıklara330 karşı gereken tedbirleri alan ve ifsâd faaliyetlerini akim bırakarak, İslâmın potasında erimelerini sağlayan Resûlûllah (asm) böylece, Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın ve devletinin temelini sağlam bir şekilde atmış ve gelecek nesillere, bunu, İlâhî bir emanet olarak
bırakmış olmaktadır...
Hicretin: Ruhî, bedenî; kavlî, kalbî; maddî, ma’nevî;
enfüsî, afakî; zahirî, batınî (derunî); ferdî, içtimaî; fikrî, fiilî
(amelî); cüz’î, umumî; kısmî ve küllî… Tüm yönlerini ve kısımlarını mezc eden Hicret-i Nebevi (asm), insanlığın mutlak
kurtuluşunun, zulümattan-dalâletten nûra ve hidâyete çıkarılışının simgesi ve bu yoldaki küllî cehd-ü gayretin ve fiilî hare-
329
330
idiniz de O (Allah), kalblerinizi (İslam’a ve biribirinize ısındırıp) birleştirmişti.
İşte O’nun (Allah’ın) (bu) ni’meti sâyesinde (din) kardeşler(i) olmuştunuz.
Ve yine siz, bir ateş çukurunun tam kenârında iken oradan da sizi O (Allah)
kurtarmıştı. İşte Allah, size ayetlerini böylece apaçık bildiriyor. Tâ ki doğru
yola eresiniz.” (Al-i İmran (3): 102-103)… Ayrıca bakınız; Tecrid-i Sarih:
10/6-7; Asr-ı Saadet: 1/190-191; İbn-i Hişam: 2/86-88; İslam Tarihi (Medine
Devri): 1/7-8; İlââhir…
İbn-i Hişam: 2/172; Asr-ı Saadet: 1/213-214, 273-277; İslam Peygamberi:
1/144-153; İslam’da Devlet İdaresi: 406; ve sâir…
İbn-i Hişam: 2/194-215, 310-314; Asr-ı Saadet: 1/277; S’iret’un-Nebevîyye:
136-138; İbn’ul-Esir: 2/143-144, 168, 257, 260-261; İlââhir… Bilhassa
Uhud, Hendek (Ahzab) ve Tebük savaşları esnâsında, tarih ve siyer kitaplarında kayıtlı olan münâfıkların tavırları ve Efendimizin onların fesâdlarını
ref-ü def etmesi câlib-i dikkattir. Münâfıkların bir kısım halleri için bakınız:
Bakara (2): 8-20; Al-i İmran (3): 167-168; Tevbe (9): 55-70, 74-87, 90, 9398, 101-102, 107-110, 124-127; Münâfıkun(63): 1-8; İlââhir… gibi ayet-i
kerimeler ve tefsirleri…
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
105
ketin ilk adımı, yer-siper ve taktik değişimi, İlâhî ve siyâsî manevrası özelliğini taşımakta, kıyamete kadar gelecek imanlı nesillere ve İslâm ümmetine bu hususta uyarıcı ve canlandırıcı
mesajlar vermektedir...
Bu İlâhî ve lahutî ‘Hicret-i Kübrâ’ mesajının, esrarının
bizim gibi âciz şahsiyetlerin tamamen idrâk etmesi, idrâk
edebileceği cüz’î kısmı da izah ve ifâde edebilmesi mümkün
değildir. Ancak, çok cüz’î ve sathî olan bir kısım istinbatlarla,
bu külli mesajdan bazı bölümler sunmaya çalışacak, bu hususta alabileceğimiz derslere çok kısa atıflarda bulunmaya
gayret sarfedeceğiz, inşaallah...
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HİCRET-İ SENİYYE”NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ VE
ONDAN ALINACAK DERSLER,
ÖĞÜTLER VE İBRETLER
Siyer-i Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve
Sellem’in çok önemli bir bölümü ve merhalesi olan
“Hicret-i Seniyye”‘nin düşündürdükleri ve ondan alınacak dersler, öğütler ve ibretler:
Beşerî düzenlerin ve tağutî güçlerin kararttığı, cehenneme çevirdiği şu zulümâtlı dünyayı aydınlatmak; hayatının tüm
cephesiyle esaret zincirine vurulmuş ve “imdat!” çığlıkları ayyuka çıkmış bîçâre insanlığı kurtararak nura, huzura, felaha,
saadete ve gerçek hürriyete kavuşturmak için gönderilmiş bulunan İlâhî nizamın, cihanşümul hâkimiyetini te’sis etmeye vesile olan maddi ve ma’nevi her türlü cihâdın mükemmel bir
biçimde icrâ’sının ilk adımı, stratejik ve siyasî bir eylemi, yer
ve siper değişimi, küllî-fetih ameliyesi hüviyetini hâiz bulunan
hicret-i Resûlûllah (asm) olayı ile hicret öncesi bir kısım nebevî
fiiller, istikbâlin tüm nesilleri ve İslâm ümmeti için sayısız ders,
öğüt, örnek ve ibretler ihtiva etmektedir. Kî; kıyâmî, cihadî ve
inkılâbî-İslâmî hareket açısından bizlere ışık tutacak olanlarından, bir kısmını maddeler hâlinde sıralamaya çalışacağız,
inşaallah…
Evvela;
1-) İslâm dini, insanları sâdece Allah’a kul olmaya,
tüm tağutî düzenleri ve beşerî hükümranlıkları-kullukları kalben, kavlen ve fiilen reddetmeye da’vet etmektedir. Bunun
için de, bütün mesâisini ve imkânlarını bu uğurda ve bu yol-
110
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
da harcayacak-fedâ edecek, gerçekten ‘serdengeçti dâîlere’
ihtiyaç vardır…
2-) Tağutî düzenlerin ‘mutlak hâkimiyet’ kurduğu, sâir
insanların ve halkların fikrî, itikâdî, amelî, maddî ve ma’nevî’
yönlerden ‘mustaz’af’ bırakıldığı ‘cahili bir toplum’da, Nebevî
tebliğ usûlünü esâs alan gerçek tebliğciler; ‘mustaz’âf halkları’
değil, ‘hâkim’ olan ‘müstekbir güçleri’ ve onların ‘şirk ve küfür
düzenlerini’ hedef almalı, halk yığınlarına da bunların habis
çehrelerini göstermeye çalışmalıdır. Zirâ; başta Fahr-î âlem ve
Resûl-ü ekrem (asm) olarak, bütün peygamberler böyle yapmış, bu yolu ve bu usûlü ta’kip etmişlerdir...
3-) İslâmî tebliğ, gayet yumuşak, nâzik ve tenâsüb içerisinde yapılmalı; kaba, katı, sert, haşin ve kırıcı olmaktan
uzak bulunulmalıdır. (Bakınız; Al-i İmran: 159; Nahl: 125;
Taha: 44; Ankebut: 46; Fussilet: 33-35; İlh…) Ayrıca; direkt
olarak, bizzat ‘şahısların’ kendileri hedef alınmamalı,
mücerred planda ‘fikirler’ ve onların vûcut verdiği ‘düzenler’
‘tek hedef’ olarak seçilmeli, ‘insan psikolojisi’ göz önüne alınarak gerekli ‘tebliğ’ yollarına başvurulmalıdır. Tağutî rejimler hedef alınırken, hâkim olan bu düzenlerin ‘mümessili’
mesâbesinde olan kişi ve güçler (Nemrud, Fir’avn, Deccal,
Şah… veya onların hukuki, siyasi, askeri vb. kurumları gibi...) de, ‘tağutî düzenlerle müterâdîf’ ve “eş anlamlı” kabul
edilmelidir. Ki, Resûlûllah (asm) ile bütün peygamberler, bu
şekilde hareket etmiş ve bunu “Nebevi usûl” diye, bizlere
“miras” bırakmışlardır...
4-) Müşrik ve tağutî düzenlerin “mutlak hâkim’ bulunduğu bir toplumda yaşayan-yaşamak mecburiyetinde kalan
müslümanlar, İslâm’ı mer’i kılma yollarını ararken, gayet
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
111
hassas ve dikkatli olmalı; İslâmî hareketin selametini ve
istikbâlini göz önüne almalı, hissî ve fevrî hareketlerden uzak
bulunmalıdır. Zirâ küçük bir yanlış adım, o beldede İslâmî
hareketin zaâfa uğramasına ve yahut tamamen sönmesine
ve yok olup gitmesine sebeb olabilir. Resûlûllah’ın (asm) ve
halis Eshabı’nın Mekke’de kendilerine revâ görülen ‘çok
yönlü’ve emsâlsiz zulüm ve işkencelere tahammül etmelerindeki ‘İlahî hikmet’ ve ‘esbâb-ı mucibeler’ iyice düşünülüp teemmül edilmelidir…
5-) İslâmî hareketin tebliğ usûlü; zeminine-zamanına ve
muhataplarına göre ‘değişiklik’ arzeder. Bazen ‘gizli,’ bazen
‘aleni,’ bazen ‘ferdi ve hususi,’ bazen de ‘toplu ve umumi’
planda ‘tebliğat’ yapılır. Gizlilik fertlerle, fertlerin ‘kimliği, yeri
ve tavrıyla’ alâkalıdır. Dar’ül-Erkam’daki durum, işte bununla
ve ‘eğitimle’ ilgili “mahfî” bir harekettir. ‘Hicr: 94, Şuârâ: 214’
ayetleriyle birlikte âlenî ve umumi tebliğe başvuran Allah’ın
Resûlü (asm) hiç bir zaman ‘hakkı gizleme’ yoluna başvurmamış “genel bir usül” diye asla ders vermemiş; Yüce İslâm
dini, bu tür bir tavizi katiyen tecviz etmemiştir. Ancak,
münferid plânda ‘ikrah-ı mülci’ durumlarda buna cevaz vermiştir.331
331
Hz.Ammar b.Yasir'in Mekkeli müşrikler tarafından ‘icbar ve ikrah’ olunması
üzerine, bu hususta İlâhî ruhsat vârid olmuştur. Bakınız; Nahl suresi, ayet:106;
Tefsir-i Razi: 20/121-122; Tefsir-i Kurtubî: 10/180; Tefsir-i Taberî: 14/182; Keşşaf: 2/636-637; Dürr'ül-Mensûr: 4/132; Kad-ı Beyzâvî, Tefsir-i Hazin ve Tefsir-i
Nesefî (Mecmâ ut-Tefâsir-Çağrı yay.): 3/644- 645; Hak Dini Kur'an Dili: 5/31303132; İbn-i Kesir: 9/4580-4583; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 4/108-118; İbn-i
Hişam: 1/432-433; İbn-i Esir: 2/69; Hayat’üs' Sahabe: 1/285-287; Tabakat-ı İbni Sa'd: 1/177-178; 3/249; Hilye: 1/140; Vesâir, hadis ve fıkıh kitaplarının alâkâlı
bölümleri...
112
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
6-) Mekke toplumunda ve benzerlerinde ‘toplu kıyam
ve mukavemet’ mümkün olmadığından dolayı-tecviz edilmemiş; ‘öncü ve rehber olmayan’ zevatın münferid mukavemetlerine müsâade edilmiştir. Meselâ; Sa’d ibn-i Ebi
Vakkas Hz.leri ile bir kaç sahabe, Mekke’nin dışında namaz
kılarken bir kaç müşrik üzerlerine çıkagelmiş ve namazlarıyla
alây etmeye başlamış, bunun üzerine müslümanlar onlara
mukabelede bulunmuş ve büyük bir kavga ve çatışma başlamış; müslümanlar müşriklerin kafalarını parçalamış ve önlerine katarak kovalamışlardır.332 Bir defasında da Hz. Ömer,
İslâm’a girdiğini ‘Ka’be’de açıkça ilân etmiş ve müşriklere
meydan okumuş; bunun üzerine kendisine saldıran müşriklerle öğleye kadar kavgaya ve çatışmaya tutuşmuştur.333 Ve
yine; Hazret-i Ömer, hicret edeceği zaman, kılıcını kuşanmış,
yay ve oklarını almış, Ka’be’ye giderek ; “Anasını ağlatmak,
çocuğunu yetim veya hanımını dul bırakmak isteyen varsa,
şu vadinin arkasında gelip benimle karşılaşsın!” diye müşriklere meydan okumuştur.334 Ki bu, açıkça münferid bir savaş
çağrısı ve alenî olarak meydan okumadır. Ve yüce Resûl
(asm) tarafından ‘takrîr’ edilmiş; eshab bu gibi münferid mukavemetlerden men edilmemiştir. Zira bu tür olaylar ve mukavemetler, ‘cemaat ve hareket adına” olmadığından,
sâdece münferid mâhiyette olduğundan dolayı ‘tüm müslümanları, hareketin önderini bağlayıcı’ özelliği haiz değildir.
Fakat Resûlûllah (asm)’ın ‘fiili mukabelesi ve mukavemeti’
332
333
334
Tarih-i Taberi: 2/2l6; Belâzuri: 1/116; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 3/146;
4/89; El-İsâbe: 2/33; ayrı ve benzeri bir olay için bakınız, İ. Tarihi (Mekke
Devri): 4/181
İbn' ul-Esir (Terc.): 2/88; Hayat'üs-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/281; İbn-i
Hişam: 1/457, 466; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 4/231.
İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/130-131.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
113
tüm müslümanları ilzam edeceği ve “hareket adına” olacağı
için, Allah-u Teâlâ tarafından yüce Resûl (asm) bundan sakındırılmış ve hareketin kuvvetlendirilmesi için her türlü ezâ
ve cefâya tahammül edilmesi emredilmiştir...
7-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin, haddinden fazla zulüm, baskı, ezâ ve işkencelere ma’ruz kaldığı halde ‘tahammül’ etmeleri, ‘mukavemet
göstermemeleri’ ve eshabını da ‘toplu şekilde’ bundan men
etmeleri ile; “İslâm’ın büyük halk kitlelerine en kısa zamanda
yayılmasını ve kamuoyunun kalblerinin feth edilişini istihdaf
edinmiş” bulunmaktadır… Zirâ; insanoğlu fıtrâten zalimlerden ve zulümden şiddetle nefret eder, mazluma, mağdura ve
mustaz’âfa da kalben temâyül ederek şefkat-rikkat ve merhamet gösterir. İslâmî hareket, dâima ‘mazlum mağdur ve
mustazaf’ olduğunu; muhâliflerinin de ‘zalim, cani, gaddar
ve kan içiciliğini’ bil-fiil gösterip isbatlamalıdır. Ki; kamuoyunun fiilî, hiç değilse kalbî desteğini alsın ve kutsal da’vası
halk yığınlarında kabul görsün, sempati uyandırsın.
Bu tür hareket, insan psikolojisi üzerinde çok büyük
olumlu ve derin yankılar uyandıracak, tağutî düzenlerin bir
an önce yıkılmasını sağlayacaktır... Yüce Resûlûllah (asm)’ın
bu İlâhî usulü, İmam Humeynî (ra) ve vücude getirdiği İslâm
İnkılâbı için büyük bir örnek ve yol gösterici olmuş; tank,
top, mermi ve bomba kullanan İran Şahı tağutîliğinin askerî
güçlerine karşı ‘gül ve çiçekler’ attırmak suretiyle tüm İran
halkının gönüllerini feth etmiş, fiilî desteklerini alarak şahlık
rejimini cehenneme ve tarihin çöplüğüne göndermiştir. Böylece; bu Nebevî usûlün ne kadar müessir olduğu da anlaşılmıştır...
114
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Çünkü hareketin rehberi yahut da İslâmî hareketin
topyekün mensupları, müslümanların gayet zayıf bulundukları tağutî rejimlerin ‘içinden’ bil-fiil eylem ve silahlı mukavemet yollarına başvurmuş olsalardı; ülke halkının toplu
‘desteğini’ alamayacakları gibi; tağutî rejim tarafından da
‘toplu imha ve katliam” muamelesine tâbi tutulacak, böylece
İslâm’ın ‘devlet olma’ şansı yok olacak ve müslümanların
sonu gelmiş olacaktı...
8-) Tâğûtî bir düzen içerisinde yaşamak mecburiyetinde bulunan müslümanlar, sürekli bir tebliğ içerisine girmeli
tâğûtî rejimle uzlaşmayacak müslümanların sayılarının çoğaltılmasına gayret etmelidir. Mekke döneminde tam 13 yıl bu
gâye ile çalışılmış; bu kadar uzun bir süre içerisinde çok az
sayıda gerçek müslüman zuhur etmiştir... Keyfiyet-ehliyet ve
kalite cihetiyle mükemmel olan ve sadece 300’e yakın kişiden oluşan bu öncü nesil, ‘Hicret-i Seniyye’ olayı ile
Seyyid’ül Mürselin ve Hatem’ül Enbiya Resûlûllah Sallâllahu
Aleyhi ve Âlihi ve Sellemin Îlahî ve nurlu önderliğinde kıyamete kadar devam edecek olan maddi ve manevi her cihetten -her boyutta- Îlahî ve Nebevi olan ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın temelini “Medine’tün Nebi” (Yesrib)’de atmış ve ilk
filizini de günümüz “İran Coğrafyası’nda vermiştir. İşte dünyayı etkisi altına ‘azimet ve ihtişamla’ almakta olan günümüz
‘Cihanşümul İslâm İnkılâbî bu İlahî ve Nebevî-Muhammedî
‘İslâm İnkılâbı’nın günümüzdeki Îlahî tezahürü ve tecellisidir…
9-) Tağutî düzenlerin, ‘mutlak hâkimiyeti’ elinde bulundurduğu bir beldede, müslümanlar, kâfirlerden bir kısmının ‘himayesine’ girebilir; geçici bir zaman için, bir kısım kâfir
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
115
güçlerden istifâde ederek hareketini sürdürebilir ve kâfirleri
‘biribirlerine karşı’ isti’mâl ederek, kendi davaları lehinde kullanabilir. Resûlûllah (asm) Efendimizin Mut’im bin-i Adiyy’in,
ve Hz. Ebubekir’in de Mâlik ibn-i Düğünne’nin, diğer
eshâbın da başkalarının ‘himayelerine sığınmaları’ bunun
bâriz bir delilidir.335 Fakat bu himaye, aslâ İslâmî fikir ve hareket noktasında hiçbir tâ’vizi beraberinde getirmemelidir.
Bu hususta yüce Resûl’ün ve şanlı eshabının hayatları canlı
bir şahittir...
10-) İslâmî hareket, bütün merhâlelerinde ‘yakın akrabayı’ ön plâna almaktadır. Meselâ; “(Ey Habibim!) sen (ilkin)
aşiretinden yakın olanları (en yakın hısımlarını) inzar et!
Mü’minlerden sana tâbi olanlara kanadını indir!”336 ayet-i kerimesi, tebliğin ilk önce ‘en yakın’ olandan başlanacağını emretmiş; yüce Resûl-ü Ekrem (asm) de bunun üzerine Safa tepesini çıkarak “Ey Abdulmuttalib Oğulları!... Ey Abd-i Menâf
oğulları!.. Ve ey filân oğulları!..” diye nidâ etmeye başlamış,
koşuşarak gelen akrabalarına Allah’ın emirlerini tebliğ etmiştir.337 Zâten, ilk defa gelen vahiy olayını ve İlâhî emirleri, yüce
335
336
337
Tecrid-i Sarih: 10/94-96; İbn-i Hişam: 2/12-20,27-28; İbn'ul-Esir: 2/79, 93-94;
Asr-ı Saadet: 1/179-180,185; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/278-280;
Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 1/211; El-Bidâye:3/134; İslam Tarihi (Mekke Devri):
5/58-59, 66, 78-80; 4/177-182; Buhari (Arapça): 4/254-255; İbn' ul-Esir: 2/9394; İlââhir... Zâten, Ebu Talib'in ‘hayatının sonuna kadar’ Resulullah (asm)
Efendimizi 'samimiyetle, canla ve başla himâyesi altına aldığı’ tevâtüren
sâbittir. Ebu Talib'in; son nefeste ‘iman ettiğine’ dâir rivâyetler olduğundan
ve müslümanların bir kısmı tarafından da öyle kabul edildiğinden dolayı,
Ebu Talib'in ‘himayesini’, bu kategori'ye dâhil etmemeyi daha uygun ve daha ihtiyatlı gördük…
Şuâra(26):214-215.
Asr-ı Saadet: 1/157; İbn'ul-Esir: 2/61; İslam Tarihi (Mekke Devri): 4/8-19; İbni
hişam: 1/348-349; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 1/200; Buhari (Arapça): 6/17; Tecrid:
9/244-247; Müslim (A. Davudoğlu-Terc.): 2/233-239; (Arapça): 1/192-194;
İbn-i Kesir (Terc.): 11/6104-6110; Hak Dini Kur'an Dili: 5/3647; Keşşâf: 3/339-
116
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Resûl (asm); Hatice annemize, Hazret-i Ali’ye ve Hazret-i Zeyd
bin-i Harise’ye bildirmiş, ilk önce bu en yakınlarının desteğini
almıştır.338 Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz, Medine’ye hicret ettikleri zaman dahi, Abdulmuttalib’in
dayıları olan Ben-i Neccarı ihtiyâr etmiş ve onları en yakını edinerek, onların desteğini ön plâna almıştır.339 “Ey iman edenler!
Kâfirlerden size (neseb ve belde yönünden) en yakın olanlarla
mukâtele edin! Onlar sizde büyük bir azm-u şiddet bulsunlar...”340 Ayeti de ‘savaş’ta da ‘en yakın olandan’ başlanılmasını emretmekte, böylece ‘öncelik ve sonralık’ konusunda İslâmî hareketin takınacağı tavır konusunda aydınlatıcı yol göstermektedir. Ve Efendimizin yaptığı ilk savaşların (Bedir, Uhud
ve Hendek gibi) tümünün ‘Kureyş’ ile yapılmış olması,
mes’elenin pratiği noktasında gelecek nesillere büyük bir örnek ve nümune-i imtisal teşkil etmiştir.
Bu öncelik; her türlü şeytanî evhamı da birlikte yıkmış,
hareketin ciddiyetini sağlamış olmaktadır. Zirâ; “Doğru sözü
niye akrabalarına söylemiyor da, bize söylüyor?”, “Akrabaları
kendisini himaye etmiyor, veya akrabalarına sığınmıyor ve
onlara yük olmuyor da niye bize sığınıp, neden önce bizden
yardım bekliyor ve bize niye önce yük oluyor?”, “Kafirlerden
akrabalarıyla ve yakınlarıyla neden savaşmıyor da, uzakta
olanlarla neden savaşıyor?” gibi… Nefsânî-şeytanî evham ve
338
339
340
340; Mecmâ'ut-Tefâsir (Beyzâvî, Hâzin, Nesefî): 4/495-496; Dürr'ül-Mensûr:
5/95-98; Beyhakî-Delâil: 1/431; El-Bidâye: 3/38; Belâzurî: 1/120; Neseî:
6/248-249.
İbn-i Hişam (Terc.): 1/314-329, 348-349, 387; İslam Tarihi (Mekke Devri):
3/87-107; 4/8-26; Asr-ı Saadet: 1/15I-157; İlââhir…
El-Bidâye: 3/187-188; Tabakat: 3/80; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/15, 72;
Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık) :l/337; Kenz'ul-Ummal: 8/330; Tecrid-i
Sarih:10/110-114.
Tevbe(40): 123.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
117
itirâzların vârid olması her an mümkün olduğundan dolayı,
“en yakınların” ön plâna alınması ve öncelikle muhatab kabul
edilmesi ile bu tür şeytanî evhâm ve vesveseler yıkılmıştır. Ayrıca; ‘akrabalığın ve yakınlığın’ verdiği taraftarlık cihetiyle de,
ön plâna alınması ile İslâmî hareket daha da erken yayılma ve
güven içinde istikrar bulma durumlarıyla karşı karşıya gelmiş
olacak, böylece daha “mütesanid bir güç” vücut bulacaktır...
11-) Allah’ ın izni ve emri olmadan ve şartlar tekevvün
etmeden hicret caiz değildir… Ancak; izinden sonra Habeşistan’a, ondan sonra Medine’ye hicret etme müsaadesi verilmiş, ondan sonra da Efendimiz bizzat hicret etmişlerdir. Böylece; tağutî rejimlerin tasallutları altında yaşayan, yaşamak
mecburiyetinde kalan müslümanların bütün güçleriyle tebliğ
yapmaları ve tebliğ sonucu oluşacak güçle cihad yollarına
başvurmaları, ancak bunun kat’iyyen mümkün olmadığı durumlarda, yani Resûlûllah (asm) Efendimizin ve Eshab-ı Kiram’ın (R. Anhüm) karşılaştıkları durumun aynısı ile karşılaştıkları zamanlarda hicret ile mükellef olabilecekleri anlaşılmış
olmaktadır… Hazret-i Yunus (as)’un ‘izinsiz’ olarak kavmini
ve beldesini terk ettiğinden dolayı, Cenab-ı Hak tarafından
kınanmış ve Hz. Yunus’un nedâmet duyması üzerine affedilmiş olduğu da ma’lumdur.341
12-) Hicret edilirken ve sefere çıkılırken, ‘tek başına’
gidilmemesi ve yanına bir ‘arkadaşın’ alınması, arkadaşın da
‘en sâdık’ olanlardan seçilmesi gereklidir. Zirâ Efendimiz
böyle yapmış, Hz. Ebubekir gibi sâdık bir yarânını yanına
almış, Amr b. Füheyre gibi bir yardımcıyı da yol arkadaşlığına katmıştır...
341
Enbiya(21): 87-88.
118
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
13-) Efendimizin, hicrette Abdullah b. Uraykıt’(Erkat)ı
kılavuz olarak istihdam etmesi ve ücretle kiralaması, gerektiğinde ‘sadık ve güvenilir’ gayr-i müslimlerden de ‘zaruret halinde’ istifâde edilebileceğini göstermektedir... Ve Ümm-ü
Ma’bed ile çobandan süt istenmesi de; ihtiyaç duyulduğunda
henüz iman etmemiş kimselerden ‘gıda’ ve benzeri zaruri ihtiyaç maddelerinin istenmesinin câiz olduğunu, bunun bir
‘Züll’ olmadığını isbât etmektedir…
14-) Hz. Ebubekir gibi sâdık bir arkadaşın ve güçlü bir
mü’minin devesini Efendimize takdim etmesi; Medine’de de
Ensar’ın mescidin yerini hibe etmek istemeleri karşısında, red
cevâbı veren ve ücretlerini vermeden onları kabul etmeyen Allah’ın yüce Resûlü (asm), İslâmî hareket öncülerine emsalsiz
bir örnek olmuş; en yakınlardan da olsa hiç kimsenin minneti
altına girilmeden ve İslâmî hareket üzerinde en küçük bir leke
ve şâibe uyandırılmadan hareket edilmesini ders vermiştir…
Bilhassa ‘çıkarcılığın’ ön plânda olduğu günümüz dünyasında bunun çok büyük önemi vardır. Günümüzde İslâmî
hareketin içerisinde, hatta önünde imiş gibi görünen nice popüler(!) şahsiyetler, yüce Resûl’ün bu İlâhî ve nurânî prensibini ihmâl ettiklerinden dolayı, İslâmî hareketler büyük ölçüde
darbe yemekte; geniş halk kitlelerinin bu hareketlere iltihak
etmelerine büyük bir mâniâ teşkil etmektedir. İkram edilen bir
‘çay’ın ve benzeri bir şeyin karşılığını vermeden kabul etmeyen Bediüzzaman Said-i Nursî Hz.leri ile baştanbaşa minnetsiz, fakirâne bir hayat yaşayan ve oturduğu evin icarını verdiği
hâlde, her yıl ev sahiplerinden helallik dileyecek kadar büyük
hassasiyet içerisinde bulunan İmam Humeynî (ra), bu ve benzeri yüce nebevî usule ve prensiplere riâyet ettiklerinden dola-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
119
yı büyük başarılar elde etmiş, değil kendi çağlarına; gelecek
çağlara bile damgalarını vurmuşlardır.
İslâmî hizmetler için de olsa, öncü şahsiyetler dâima
kendi şahsî imkânlarını meydana koymalı, kendi gücü tamamen tükeninceye kadar başka şahıslardan, kendi yaptığı
ve yapacağı hizmetler için ‘bağış ve yardım’ kabul etmemelidir. Yüce Resûlün (asm) mezkûr hareketi, bu hususta çok
açık ve bariz bir örnektir...
15-) Hicretin ‘gerekli’ olduğu durumlarda; Hicret öncesi, müslümanlar için ‘emin’ beldeler tesbit edilmeli; bu
tesbitten sonra müslümanların oraya hicretleri te’min edilmelidir. Efendimiz (asm), yaptığı tahkikat sonucu Habeşistan’ın
emin bir belde olduğu kanâatine varmış, ondan sonra oraya
hicreti tavsiye etmiştir. Bilâhere Medineli önde gelen şahsiyetlerin müslüman olması, ard arda iki defa Akabe biatının
yapılması üzerine de Medine daimî hicret yurdu olarak seçilmiş ve müslümanların oraya hicret etmeleri tavsiye ve teşvik edilmiştir. Böylece; müslümanların ‘dağınık, meçhul,
şüpheli ve tehlikeli yerlere’ gitmeleri önlenmiş, birlikleri ve
güvenlikleri sağlanmıştır...
16-) İslâmî hareketin ‘öncü ve rehber’ şahsiyetleri, önce, kendilerine bağlı olan müslümanları ‘emniyete çıkarır’,
daha sonra ve en sonunda da kendileri çıkar. Bu, rehberliğin
güvenirliliği için elzem ve zaruri olan bir mes’eledir. Onun
için; yüce Resûl (asm) eshabın tümünü peyderpey Medine’ye, ondan önce de bir kısmını Habeşistan’a göndermiş;
kendisini de en sonraya bırakmıştır. Bu olay, kitlelerin o rehbere ve kutsal hareketine daha fazla güven duymalarına ve
daha çok bağlanmalarına vesile olmuştur. Ki; zâten İslâmi
120
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
samimiyet, ciddiyet, uhuvvet ve rehberiyet bunu icâb ettirir.
Kendileri, perde arkasında ve koruma altında bulunup da
bağlılarını tağutî düzenlerle muhatab eden, ezilmelerini sağlayan ve kendileri de refah içinde yüzen-sözde- öncülerin kulakları çınlasın!...
17-) Hayat-memat mes’elesi haline geldiği zamanlarda, İslâmî hareketin üst düzey mensupları, bütün varlıklarını
ve sermâyelerini İslâmi hizmetlere harcayabilir ve aile efradını sadece Allah-u Teâlâ’ya emanet ederek onlara hiç bir nakit ve harçlık bırakmayabilir. Hazret-i Ebubekir böyle yapmış; fedakâr aile efradı ise bu durumu seve seve kabullenmiş, sırlarını en yakınlarından bile gizlemişlerdir.342 Böylece,
Hazret-i Ebubekir âilesi, istikbalin fedakâr aileleri için ‘örnek
bir âile’ özelliğini taşımıştır...
18-) Kişinin doğduğu yere karşı rağbet duyması ve hasret çekmesi asla kınanamaz. Zirâ Resûl-ü Ekrem (asm) Efendimiz ve Eshab-ı Kiram (r. anhüm) Mekke’den firaka mahzun
olmuş ve bu hüzünlerini de dile getirmişlerdir.343 Ve kişi, hicret
edeceği yerin ‘iyi, hayırlı’ olanını da seçmeli, bunun için Allah’a sığınmalıdır.344
19-) İslâmî harekette ve hicrette, Allah’a sonsuz tevekkül içerisinde bulunmakla birlikte, azamî ölçüde ‘Tedbirler’
alma ve ihtiyatlı bulunma da ihmâl edilmemelidir. Resûlûllah
(asm) Efendimiz, Dâr’ül-Erkamı gizli bırakmış, kâfirlerin toplu
342
343
344
İbn-i Hişam (Terc. ): 2/156.
Buhari (Arapça): 2/224; 4/264; Zübdet`ül-Buhari: 292; Tecrid: 6/244, Asr-ı
Saadet: 1/198; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/166-177, 186-187; (Medine
Devri): 1/133-135; Ahmed İbn-i Hanbel: 4/305; Tirmizi (Terc.): 6/393;
(Arapça): 5/722; İlââhir...
İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/167; Beyhakî-Delâil: 2/243.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
121
katliâmlarına karşı ihtiyâtlı bulunmuş; eshabın gelip-gitme
durumlarında ‘tedbirli’ olmalarını sağlamıştır. Hicret gecesi
de, Hazret-i Ali’yi kendi yatağında yatırmış, kendi örtüsünü
örttürmüş, böylece kâfirleri yanıltarak zaman kazanmayı sağlamış; Hazret-i Ebubekir’in evinden çıkarken de, arka kapıdan çıkarak gizlice Sevr dağına doğru yürümüş ve bu hareketini en güvenilir bir iki yakınından başka kimseye söylememiştir... Bu da; İslâm’da ‘tedbirin’, ‘tevekkülün’ zıddı olmadığı, aksine mütemmimi ve muktezâsı olduğu vakıasını
isbât etmektedir...
20-) İslâmî hareketin öncüleri, en tehlikeli zamanlarda
bile en mükemmel kahramanlık örneği sergilemeli, bununla
kâfirlerin moralini bozmayı ve müslümanların da kuvve-i
ma’neviyelerini takviye etmeyi sağlamalıdır. Hicret gecesi gibi, en önemli ve en tehlikeli bir zamanda, Resûlûllah (asm)
Efendimizin, Hazret-i Ali’yi de yanına alarak Kâ’be’ye gidip
oranın damının üzerindeki tunçtan veya bakırdan ma’mül
putu kırıp atmaları, hiç bir paniğe kapılmadan gayet sâkin bir
şekilde hânelerine dönmeleri, bu husuta tüm inkılabi
müslümanlar için hârika bir ‘Nümune-i imtisâl’ teşkil etmektedir.
Bu olay, ayrıca; kâfirlerle tüm iplerin koparılmış olduğunu, bu yoldan artık dönüş olmadığını, gerekirse ‘münferid’
hareket hâlinde de olsa ve sâir müslümanlara ve İslâmî harekete sekte vurmayacaksa, dikili putlardan bir kısmının yerle
bir edilebileceğini de ders vermektedir...
21-) İslâm’da ‘istihbârâta’ ve ‘anti istihbârata’ gerekli
önemin verildiğini, birçok cihetten bildiğimiz gibi; hicret
esnâsında, Efendimizin (asm) ve Hazret-i Ebubekir’in Sevr
122
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
mağarasında gösterdikleri hassasiyetten de öğrenmiş oluyoruz. Zirâ Hazret-i Ebubekir’in küçük oğlu Abdullah, istihbaratta bulunmakla görevlendirilmiş; mağarada bulunulduğu
üç gün ve gece süresince Mekke’de müşrikler arasında dolaşarak, onlara kulak kabartarak ve sağı solu araştırarak, araştırma
yaptırarak Resûlûllah (asm) ve arkadaşları hakkında konuşulanları, söylenilenleri, intibalarını ve niyetlerini zaptettikten
sonra, gecenin en müsâit zamanında gizlice sevr mağarasına
giderek durumu ve keyfiyeti tafsilâtlı şekilde Efendimize bildirmiş, Mekke’den ve müşriklerin niyetlerinden ve durumlarından Efendimizi anbean haberdar etmiştir. Amir ibn-i
Füheyre ise; Mekkeli casusların istihbaratını önlemek, Efendimizin kendisi ve hareketi hakkında sağlam bilgi almalarını
sabote etmek için, Abdullah’ın casusluk faaliyetleri için gelip
gittiği mağara civarlarına sabahın erken saatlerinde davar sürülerini gezdirerek ‘ayak izlerini’ kaybettirmekte, böylece
müşriklerin casusluk faaliyetlerini boşa çıkarmaktadır. Böylece; inkılabî Müslümanların, tağutî düzenlere karşı büyük istihbarat birimleri oluşturup tağutî düzenlerin İslâm’ın ve
müslümanların aleyhine yapmak istedikleri hareketleri anında öğrenme; ve tağutî rejimlerin istihbarat örgütlerine karşı
ve onları yakın ta’kib altına alacak, doğru istihbaratta bulunmalarını önleyecek, hareketlerini akamete uğratacak, İslâmî hareketi ve şahsiyetleri onların gözünden saklayacak
tedbirlere başvurma… gibi sorumluluklarla karşı karşıya bulundukları anlaşılmış olmaktadır...
Hazret-i Esma’nın ‘erzak’ ikmâlini üstlenmesi de, gerekirse bu türlü hizmetlerde ‘dikkatleri dağıtmak için’ kadınların
da aktif rol alacağı ve İslâmî hareketin her türlü ‘ikmalinin’
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
123
yapılması için önceden gerekli tedbirleri almasının gerekliliği
de anlaşılmaktadır...
22-) İslâmî harekette, cemaat elemanları; canlarını,
mallarını ve tüm varlıklarını ‘hareketin rehberine’ takdim etmeli, kendi hayatlarından ziyâde 0nun hayatının selametini
ön plâna almalıdırlar. Hazret-i Ebubekir’in Efendimizin emrine, malını-mülkünü ve devesini takdim etmesi; Mekke’de olduğu gibi; hicret yolu boyunca da Efendimizin üzerine titremeleri, mağaraya girmeden önce kendisinin girip, vahşî hayvanların olup olmadığını kontrol etmesi, ondan sonra Efendimize (asm) ‘buyur!’ demesi, yol boyunca Efendimizi uyutup,
kendisinin nöbet tutması, müşriklerin mağaranın ağzına gelmesi ve Suraka’nın yaklaşması dolayısıyla Efendimizin hayatı
için ‘endişelenmesi’345 güneşe karşı O’nu (asm) gölgelendirmesi… Eshabın bu hususta emsalsiz örnekler sergilemeleri,
bunun en açık delilidir. Zâten; “Hiç bir kul (adam), ben kendisine ehlinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili
olmadıkça iman etmiş sayılamaz.” ; “Hiç biriniz, ben kendisine çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha
sevgili olmadıkça iman etmiş olamaz.”; “Sizden hiç biriniz
ben kendisinden çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan sevgili olmadıkça iman etmiş olamaz.”346; “Nefsim
elinde olan Allah’a yemin ederim ki; hiçbiriniz gerçek
345
346
"... Mahzun olma! (üzülüp tasalanma!) muhakkak Allah bizimle beraberdir..." (Tevbe:40) Ayeti, Hazret-i Ebubekir’in kendi can güvenliğinin
tehlikede olmasından dolayı korktuğu için değil; Yüce Resulün (asm) her
hangi bir tehlike ile karşı karşıya gelmesinden dolayı üzülmüş, endişeye
kapılarak gayet derecede mahzun olmuştur. ‘ayette; “lâ tahef!” (korkma!)
geçmemesi, bu tevcihin sahih olduğunu isbat etmektedir…
Sahih-i Müslim(Terc.) : 1/264-266; Neseî(Terc.) : 8/570; (Arapça): 8/114115.
124
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
mü’min olamaz. Ta ki ben, ona babasından, çocuklarından
daha sevgili olmadıkça”347 “… Ya Ömer, ben sana nefsinden
de sevgili olmadıkça (gerçek anlamda iman etmiş olamazsın)!”348 gibi mükerrer hadis-i şerifler... Ve: “O peygamber,
mü’minlere öz nefislerinden daha evla (ve daha ileri)dir...”349
Ayet-i kerimesi, yüce Resûlün (asm) mü’minler için her şeyden ve nefislerinden daha evlâ ve önde olduğunu, olması lazım geldiğini ders vermektedir. Ki bu; Yüce Resûl’e (asm)
‘Varis’ olan bütün İslâm rehberleri için de geçerlidir. Zira İslâm’ın, İslâmî Hareketin selâmeti ve hedefe ulaşması, büyük
ölçüde liderinin mevcudiyetine, hayatiyetine ve selâmetine
bağlıdır. Onun için, lidere sevgi ve bağlılık, ‘en üst düzeyde’olmalı; diğer insanlara sevgisi ve onlara olan bağlılık, daha çok aşağılarda kalmalıdır...
23-) Resûlûllah (asm)’ın, kendi yerine ve yatağına Hazret-i Ali’yi yatırması ve kâfirlere karşı onu ön plâna çıkarması;
İslâmî harekette, gerektiği yer ve zamanda, önderin kendisi ve
hareketi için ‘fedaileri’ devreye sokabileceğini, her ne kadar
‘ölüm, öldürülme ihtimalleri’ olsa da Allah’a tevekkül edilerek,
fedailerin zahirî ölümlere gönderilebileceğini ve bunun asla
‘ğadr’ ve ihanet olamayacağını isbât etmektedir. Hazret-i
Ali’nin de en küçük bir itiraz, tereddüt, şüphe ve tedirginlik
göstermeden bu nebevî emre seve seve tabi olması ve yüzde
yüz ölümle-öldürülme ile karşı karşıya gelmiş olduğu halde
Efendimize (asm) aşkla-şevkle boyun eğmesi ise; İslâmî hareketin içerisinde bulunan mücahitlerin, rehberlerinin bu tür
fedâilik ve ölümlü emirlerine en küçük bir şek, şüphe, itirâz ve
347
348
349
Z. Buhari: 17; Tecrid-i Sarih: 1/31; İ. Mâce(Terc.): 1/114; (Arapça): 1/26.
Tecrid-i Sarih: 1/31-32; İ. Mâce (Terc.): 1/116.
Ahzâb (33): 6.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
125
tereddüt etmeden mutabâât etmelerinin gerekliliğini göstermektedir... Zirâ “(Ey Resûlüm) de ki: Eğer Allahı seviyorsanız, bana ittibâ ediniz ki; Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı
mağfiret etsin. Çünkü Allah Ğafur’dur, Rahim’dir.” “De ki:
Allah’a ve o peygambere itaat edin...” 350; “Öyle değil; Rabbine and olsun ki: Onlar, aralarında kimi oraya, kimi buraya
çektikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkça iman etmiş olmazlar.”351; “Kim o peygambere itaat ederse, muhakkak Allah’a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse… (hiç ehemmiyeti yok). Zaten seni, onların başına bekçi göndermedik ya!” 352 gibi ayet-i kerimeler, Yüce Resûle
(asm) itaati şart kıldığı ve bunu da imanın gereği olarak tescil
ettiği bilinmekle beraber; “Şüphesiz ki Allah, size emaneti
(yönetimi, velayeti) ehil olana vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmeylemenizi emreder. Allah bununla size, gerçek, ne güzel öğüt veriyor! Şübhesiz Allah, Semi’dir, Basir’dir.” “Ey iman edenler! Allah’a’ itaat
edin. Peygambere ve sizden olan ‘emr’ (iş, hüküm ve idare)
sahiblerine (rehberlere) de itaat edin…”353 mealindeki ayetler ve; “Her kim bana itaat ederse, hakikatte Allah’a itaat
etmiş olur. Ve her kim bana isyan ederse, gerçekten Allah’a
isyan etmiş olur.”354; “Kim bana itaat ederse Allaha itaat etmiş olur. Ve her kim ki bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Bir de kim Emire, (müslümanların imamına, rehberine) itaat ederse, bana itaat etmiş olur. Kim emire
350
351
352
353
354
Al-i İmran(3): 31-32.
Nisa(4): 65.
Nisa(4): 80.
Nisa(4): 58-59.
İbn-i Mâce (Arapça): Mukaddime/bab:1, had. no: 3; (Tercüme): 1/11.
126
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
(ulul’emr’e) isyan ederse, bana isyan etmiş olur.”355;
“Ma’siyeti emretmediği müddetçe, müslüman bir kimsenin
hoşlandığı ve hoşlanmadığı (her) hususta (ulul’emr’e) itaat
etmesi vacib’dir”356 gibi Hadis-i şerifler de İslâmî hareketin
değişik yer ve zamanlardaki Rehberine itaatin şart ve gerekli
olduğunu ders vermektedir. İslâm’ın bekası ancak, bununla
(rehbere itaatle) mümkündür. Çünkü İslâmî hareketin merkezi, mihveri, beyni sevk-ü idarecisi ve organizatörü odur. İslâmî hareket ise; İslâm’ın bekâsının âmili, sâiki ve vesâilidir.
Onun için; İslâm, İslâmî Hareketin Rehberiyeti, “Birbirlerinin
lâzım-ı gayr-i müfârıkıdır…” Hele bu İslâmî Hareket, İslâmî
Devlet ve Hükümeti netice vermiş ise, rabıta ve itaatin sınırının çizilemeyeceği, izahtan vareste olacağı, her akl-ı selimce
teslim edilecektir, vesselam!...
24-) Resûlûllah (asm) Efendimizin, yanında bulunan
emânetleri sahiplerine iâde etmesi için Hazret-i Ali’yi bırakması ve onları yerli yerine dağıtmaları için Hz.Ali’yi sıkı sıkıya
tenbih etmesi; İslâmî hareketin kadro elemanlarının savaş ve
düşmanlık anlarında bile, emânete ihanet edemiyeceklerini, (o
emanet sahipleri müşrik de olsa) haklarının gasb edilip onlara
ğadr edilemeyeceğini, müslümanların dâima çevrelerinin en
güvenilir şahsiyetleri olması lâzım geldiğini sarâhâten ders
vermektedir. Zâten, yüce Resûl (asm) bütün hayatında ‘“güven ve emniyetin” sembolü hâline gelmiş, bundan dolayı da
Muhammed’ül-Emin lâkabını almıştır. İşte, onun için; bir kısım müşrikler bile, kıymetli mallarını Efendimizin yanına
355
356
Ahmed İbn-i Hanbel: 2/244, 253; Müslim (Terc.): 8/708-709; (Arapça); K.
İmare: 32,33; İbn-i Mâce(Terc.): 8/5; (Arapça): 2/954.
Müslim (Terc.): 8/713; (Arapça): K.İmare: 38; İbn-i Mâce(Terc.): 8/12;
(Arapça): K.Cihad/ 2864 no'lu hâdis.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
127
emanet olarak bırakmış ve O’nu (asm) mallarının ‘garantisi’
saymıştır. İslâmî hareketin öncü kadroları, hatta tüm mensupları yüce Resûlü (asm) örnek ittihâz etmeli, çevrelerine;
dostlarına ve düşmanlarına ‘güven ve itimad’ kaynağı olmalı, gadr ve ihanet içerisine girmesinin imkânsız olduğu kanaatini herkese vermelidir.
Bu da; ‘İslâmî Hareket’in güçlenmesine ve İslâm’ın izzet bulmasına yardımcı olacak ve kitlelerin kalplerini İslâm’a
temâyül ettirecektir. Böylece, tağutî güçlerin de zaafa uğramış olacakları izâhdan varestedir... Zira kitleler, tağutî güçlere
yardımcı olmayınca, verdikleri desteği geri çekince, elbette
düşmanın güç kaybına uğraması kesinleşecek ve İslâmî hareket de, yeni iltihâklarla ve düşmanların güç kaybetmesiyle
yeni bir güç ve canlılık kazanmış olacaktır...
25-) Toplu olarak veya aile halkıyla birlikte hicret etmek mümkün olmayınca; tek tek, münferiden veya bir kaç
kişi ile beraber hicret etmenin ve aile halkını kâfir ve düşman
toplum içerisinde bırakmanın câiz olduğu anlaşılmaktadır.
Çünkü Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz ve Hazret-i Ebubekir başta olarak, birçok eshâb öyle
yapmış, aile halklarını ve yakınlarını Mekke’de bırakmak
mecburiyetinde kalmış, kendileri Medine’ye gittikten sonra,
bilâhere onları Medine’ye getirtmişlerdir…357
Bu olay; cahiliye çağının sembolü olan Mekkeli müşriklerin bir kısım güzel insanî sıfatlarla muttasıf bulunduklarını
da göstermektedir. Zirâ hicret ederek Mekke’yi terk eden, çoluk çocuğunu ve aile efradını Mekke’de düşmanların içeri357
Tecrid-i Sarih: 10/115; Asr-ı Saadet: 1/204; İsİam Tarihi (Medine Devri):
1/131.
128
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
sinde bırakan müslümanların namusları, iffetleri, şerefleri ve
haysiyetleri her hangi bir şekilde tecâvüze uğramamış, geriye
kalan akrabaları ve yakınları fiilî taaruzlara, katliâmlara,
cinâyetlere ve işkencelere (sırf akraba olduğu için) ma’ruz
kalmamış ve Muhacirlerin yanlarına gitmelerine engel olunmamıştır. Hatta; bizzat müşriklerle çatışma hâlinde olan
müslümanlar bile, gayr-i insanî ve gayr-i ahlâki muâmelelere
tâbi’ tutulmamış; ancak bilinen şekliyle ezâ, cefâ ve bir kısım
işkencelerle iktifa edilmiştir...
Cahiliye’nin o günkü bu durumu ve pozisyonu karşısında; bil-fiil muhârib bile olmayan ve sadece fikir ve düşünce
yönünden muhalif bulunan bîçâre insanlara ve hiç bir günâhı
olmayan yakınlarına karşı bugünün güya uygar ve aydın geçinen (aslında yedi başlı ejderha ve kudurmuş canavar olan)
dünyasında revâ görülen zulüm, işkence, tecavüz, tââruz,
cinâyet, vahşet ve alçaklık ayyuka çıkmış, tüm cahiliye devirlerini ve uygulamalarını kat kat geride bırakmıştır.
26-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimiz, hicret esnasında birçok İlâhî ihsanlara ve mu’cizelere
mazhar olmuştur:
a-) Kâfirlerin Darün Nedve’deki toplantılarını, Allah-u
Teâlâ, kendisine Hz. Cebrâil vasıtasıyla haber vermiştir,
b-) Hazret-i Ali’yi kendi yerine yatıran Efendimiz, Hazret-i Ali’ye “Onlar sana bir zarar veremez!” diyerek, garanti
vermiş ve aynen dediği şekilde çıkmıştır,
c-) Evinin etrafını abluka altına alan düşmanlara karşı,
Allah-u Teâlâ’nın ta’limi üzerine, Kur’an’dan bazı ayetler
(Yasin: 1-9) okuyarak ve bir avuç da toprak yüzlerine karşı
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
129
atarak çıkmış, hiç bir kâfir kendisini görmeden aralarından
çıkıp gitmiştir,
d-) Sevr mağarasında iken, mağaranın ağzı örümcek
ağı ile kapanmış, hatta bir kısım rivayetlere göre aniden bir
ağaç bitmiş ve iki güvercin üzerine yuva yapmış olarak karar
kılmıştır.358
358
Aklı gözüne inmiş bir kısım çevreler tarafından bu tür hissî ve fizikî
mu'cizeler ya inkâr edilmiş veya tahrif edilerek üzerlerinde şüpheler ve
şâibeler uyandırılmak istenmiştir. Meselâ; Asr-ı Saadet: 1/45-80; 2/189470; 3/153-187, 394-396;… Ve İbn-i Teymiye, İbn-i Kayyım gibi akılcı ekol'ün muâkkibleri olan sâir zevât bu tür meşkûk ve karmaşık bir yol izlemiş;
Ümmet-i Muhammediye (asm)’nin bir kısmının ruhi ve irfani mektebden
mahrum kalmalarının âmili olmuşlardır. Halbuki; Kur'an-ı Kerim'de Hz. İbrahim’in, Hz. Musa'nın, Hz. Yusuf`un, Hz. Nuh'un, Hz. Süleyma'nın, Hz.
İsa'nın, Hz. Salih'in, Hz. Meryem'in, Eshâb-ı Kehf'in ve sair mübarek zevatın mazhâr oldukları mu'cizelerin bir kısmı tek tek serd edilmekte, bunlar
İlâhi ayetler, ni'metler ve alametler olarak düşünen insanların dikkat nazarlarına verilmektedir. Bakınız: Kehf(18): 9-26; 60-82; Meryem(19): 16-34; Taha(20): 17-23; 37-40, 59-70, 77-81; Enbiya (21): 68-71; Kasas(28):7-13, 3032, 36, 40; Neml(27): 8-13, 15-44; Bakara(2): 259-260; Yusuf(12): 41, 43-49,
93-96; Hud(11): 37-44, 63-68; Mü’minun(23): 27-29; A'raf(7): 73-78;
Şems(91): 11-15; Al-i İmran(3): 36-37; 41, 45-47, 49-50; Maide(5): 110-115
ve sair ayetler... Buna rağmen; Seyyid'ül-Mürselin olan Hazret-i Muhammed
Mustafa (asm)’a ihsan buyurulan bir kısım mu'cizeleri (rivâyet-dirâyet uydurmalarıyla) inkâr, bir kısmını da (te'vil oyunlarıyla) tahfif etmek (hafife almak)
ve üzerinde şüpheler-vesveseler uyandırmak; samimiyet ve teslimiyet gerektiren gerçek müslümanlıkla aslâ izâh edilemez. İbn-i Teymiye'nin açtığı ‘şüphecilik-akılcılık’ çığırının zebunu olanların ve ‘batılı müsteşriklerin’ kabul edebileceği bir ‘İslâm(?)’ izhâr etme peşinde olanların ve islam düşmanı -sözdebilim adamı(?) batılı müşriklere-kâfirlere ‘şirin’ görünebilme sevdasında bulunanların, İslâm'a hizmet(?) iddiâları altında tevlîd ettîklerî zararların tek tek
dökümanını yapmak için, ciltlerle kitap yazmak gerek! Ki buna, ne imkânımızın ve ne de zamanımızın kâfi gelemiyeceği açıktır... Binâenaleyh;
Resulullah (asm)'a dâir ‘müsbet’ rivayetlerin ‘kabülü’ cihetiyle, ‘menfi’
rivâyetlerin de (Gerânik olayı gibi…) ‘reddi’ cihetiyle istidlâl, istinbât ve tahkikat yollarına girilmeli, her yönden islam düşmanlarının oyunlarına gelmemeye dikkat edilmelidir...
130
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
e-) Gerek bu sâikler, gerekse kalbî ve ma’nevî
tahavvülât yüzünden olsun, müşrikler mağaranın ağzına ve
yanı başına geldikleri halde, başlarını kaldırıp mağaranın içerisine bakmamış-bakamamış, böylece Allahu Teâlâ, yüce
Habibini ve arkadaşını hıfz-u siyanet altına almıştır,
f-) Resûlûllah Efendimiz, gerek mağarada ve gerekse
Suraka’nın ta’kibatı esnasında sürekli olarak endişelenen Hz.
Ebubekir’i “Üzülme, Allah bizimle beraberdir!”359 şeklindeki
ikâzlarıyla teskin etmiş, sükûnete kavuşturmuş; böylece, Allah-u Teâlâ’nın bildirmiş olmasından dolayı, ‘‘Hiç bir zarara
uğramadan mahall-i ikamete gideceklerini kesinkes imâen ve
işâreten, hatta çoğu kez ‘sarahaten’ bildirmiştir.”
g-) Yolda Ümm-ü ma’bed ve çoban başta olarak, bir
kaç kez sütsüz koyundan süt sağma ve sütü bollaştırma
mu’cizeleri göstermiş, bu vesile ile birçok kimsenin İslâm’a
girmesi gerçekleşmiştir,
h-) Suraka’nın ‘beddua’ sonucu atıyla kumlara gömülmesi, ‘dua’ sonucu da kurtulması, yine mu’cizât-ı Nebevi’dendir.
ı-) Resûlûllah (asm) Efendimiz, henüz iman etmemiş
olan Suraka’nın iman ederek, ileride gerçekleşecek
cihanşûmul fetihlere iştirak edeceğini ve İran’ın feth olunup,
kisrâsının bileziklerini Suraka’nın takınacağını haber vermiş;
böylece ileride Suraka iman etmiş, İran feth edilmiş ve
kisranın bilezikleri de Suraka’ya Hz.Ömer tarafından takılmıştır.
359
Tevbe(9): 40; Buhari (Arapça- K. Menakıb'ul-Ensar: 45): 4/263; Tecrid-i
Sârih: 10/115-116.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
131
j-) Resulullâh aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, Medine’ye girerken, “Devenin önünü serbest bırakın, o me’murdur,
gideceği yeri bilir.”360 şekildeki ifâdeleriyle, hem devenin Allah tarafından ilhama mazhar kılınmış olduğunu, hem de
kendisinin de bu durumu bildiğini beyan buyurmuştur. Üstelik devenin, kendisinin kalbinin mütemayil bulunduğu Ben-i
Neccâr’ın mahallesine gitmesi ve onların toprağında çökmesi
ile, çöktüğü yerin mescid mahalli olarak sabit olması da ayrı
ayrı birer mu’cize hüviyetindedir...
27-) Mescid’in oturtulacağı yerin bir kısmında eskiden
kalma müşriklerin kabirlerinin kaldırılması ve kemiklerinin
başka yerlere nakledilmesi bizler için, emsâl vak’alara
mesned olacak fıkhî bir hüküm olarak tezahür etmektedir...
28-) Efendimiz Medine’ye girerken, ayrı ayrı şekilde
kaside, neşide, şiir ve nağmelerle ve küçük çocukların def çalışlarıyla, medhiyeleriyle karşılanmış, bu hususta adeta Medine halkı tarafından gönülden aşk-şevk ve büyük bir coşkuyla muhteşem bir merasim icra edilmiştir. Efendimiz
(asm)de, bu durumu ‘men’ etmemiş, aksine gayet derecede
memnun olarak, neşide-kaside okuyucularına iltifatlarda bulunmuştur. Böylece; yüce Resûlün (asm) vs. büyük şahsiyetlerin medhini ve senasını tazammun eden mevlid merasimlerinin ve bu vesile ile okunan naat, kaside, şiir, neşide ve
müsbet teğânnilerın câiz olduğu, hatta def gibi aletlerle icra
olunan marşların da bu cevaza dâhil bulunduğu anlaşılmış
olmaktadır. Aynı tür nazm, recz ve neşidelerin; Mescid-i Nebevi’nin inşâsı esnasında da eshâb tarafından söylendiği ve
360
İbn-i Hişam (Terc.): 2/163-164; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/20-22; İbn’ulEsir: 2/109
132
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Resûlûllah’ın da onların bir kısmını tekrar ettiği rivayet edilmiştir.361 Daha sonraları ise; Ka’b ibn-i Züheyr’in ‘Banet
Süâd’ diye başlayan ve yüce Resûlün (asm), memnuniyetini
ifade için bürdesini bağışlaması üzerine de ‘Kaside-i Bürde’
diye anılan-meşhur kasidesinin Efendimiz tarafından takdirlerle ‘takrir’ edilmesi362; Abdullah ibn-i Revaha, Ka’b ibn-i Malik
ve Hasan ibn-i Sabit gibi İslâm şâirlerinin değişik türden şiir,
na’t, kaside, recez ve neşide okumaları, Efendimizin (asm) de
dâima, bu zevâtın teğannilerini tasvib, hatta takdir etmesi,363
keza; mevlid diye okunan İlâhî, kaside naat ve mersiyelerin şiir, recez, neşide ve marş türünden teğannîlerin caiz olduğunu
hatta aralarına ‘haram ve memnu’ olan bir şeylerin karıştırılmaması kaydıyla, bunları okumanın ve okutmanın İslâm’ın
muhtevâsından ve yüce Resûlün (asm) İlâhî sünnetinden olduğunu isbât etmektedir. Ki; böylece bunlara karşı çıkanların
hiç bir şer’î ve aklî delilleri olmadığı, sâdece kendi iç duygularını dile getirdikleri anlaşılmış olmaktadır...364
361
362
363
364
Müslim (Terc): 8/626-636;(Arapça): 2/1427-1432; Buhari: 4/8, 25, 225;
Zübde: 479-480,691; Tecrid-i Sarih: 8/10, 99, 295; 10/106, 108, 113; Asr-ı
Saadet: 1/203, 205; Hayat’us-Sahabe (H. Müslümanlık): 1/338, 398-399;
İbn-i Hişam: 2/165-166, İbn'ul-Esir: 2/136, Tirmizi (Terc.): 6/355; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/23, 100-101; İbn-i Mace: (Arapça): 1/611-613; (Tercüme): 5/315-326; Neseî (Terc.): 6/402-403; (Arapça): 6/30-32.
İslam Tarihi (Medine Devri): 9/46-51; Hakim-Müstedrek: 3/580-582;
Mecmâ'uz-zevâid: 9/393; İbn'ul-Esir: 2/254-256; İbn-i Hişam (Terc.): 4/196214; ; Ez-Zevâcir: 2/617-618; ve sâir kaynaklar...
İbn-i Hişam: 1/442-444; 2/320-326, 337; 4/191, 425-434; Buhari (Arapça-K.
Menakıb'ul-Ensar: 45): 4/263; Sahih-i Müslim (Terc): 10/5-8, 385-395;
(Arapça-K. Fezail'us-Sahabe: 34): 2/1932-1938; İbn'ul-Esir: 2/150, 161,
232, 267-268; İslam Tarihi (Medine Devri): 3/9; 8/87, 206, 327.
Bu hususta İmam-ı Gazalî Hz.leri, geniş bilgiler vermiş; bahsettiğimiz bütün
yönleriyle şiir, recez, kaside, na't, ilahî, neşîde, mersiye şeklinde
teğannîlerin, def, düdük, vb. aletlerle terennüm edilmesinin caiz olduğunu
istidlâl ve istinbât etmiştir. Ki; kısaca ‘mevlid’ diye okunanlar da sâdece bu
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
133
29-) Resûlûllah (asm) Efendimiz, Mekkeli müşriklerin
tazyikâtından kurtulur kurtulmaz, gittiği yerde ilk önce
mescid-câmi inşasına başlamış; böylece camilerin ve
mescidlerin İslâm’ın külli ve umumi karargâhları ve hareket
merkezleri olduklarını bil-fiil göstermiştir. Mekke’de bulundukları zamanlarda da, o kadar baskılara ve engellemelere rağmen ve içi putlarla dolu olduğu ve anahtarı Ebu Cehil’in ve avânelerinin elinde olup, yüz de yüz müşriklerin tahakkümü altında bulunduğu halde; en kutsal mescid ve en
nurlu-mübarek cami durumunda olan Mescid-i Haram’ı
merkez ve karargâh edinmeye çalışmış; bunca olumsuzluklara rağmen, o mukaddes mescidi, boykot etmemiştir. Günümüzde türeyen bir kısım sözde radikallerin, “Musa’ya ve kardeşine: Mısır’da kavminiz için evler (ma’bedler-barınaklar)
hazırlayın ve o evlerinizi kıble (ye yönelinen namazgâh) yapın...” (Yunus: 87) Ayetini, mevcut tüm camilerimescidleri(Haşiye) “boykot edilmesini iktiza ettirir?” şeklinde,
anladıkları gibi anlamamış, fırsat bulduğu ve müşrikler bil-fiil
engel olmadığı ve suikâstte bulunmadıkları müddetçe, putlarla
dolu ve müşriklerin tasâllutu altında bulunan Kâ’be’ye yönelmiş, tavaf etmeye gayret etmiş, Mescid-i Haram’da namaz

türden’dir. Ancak, çalgı aletleri eksik(?) olarak görülmektedir. Konu için bakınız: İhyâ’u Ulum’id-Din (Kitab'u Adab’is-Semâ’ ve’l-Vecd): Cilt: 2, sah.
677-751 (4 cilt'lik-Bedir yay.)
İran İslâm inkılâbı'nın ‘kitleleri şâhâ kaldıran ve şehâdet aşkiyle coşturan’
kaside, naat, mersiye ve neşideleri, aşk ve heyecan fukarası olan İbn-i
Teymiyeci mantığın iflâsını doğurmuştur. Müslüman halklarla 'ters’ düşmeyi ma’rifet, hatta en büyük cihâd(?) sayacak kadar bir garabet örneği sergileyen bu çevrelerin, bu fâsit anlayışları, İslâmî hareket açısından menfi sonuçlar doğurmakta, müslümanlar arası iç çekişmelere sebep ve vesile olmuş, emperyalist güçlerin ve uşaklarının etkinliğini güçlendirmekten başka
bir sonuç vermemiştir.
134
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
kılmaya ve orayı üs hâline getirmeye çalışmış, eshâbına dahi
aynı yolu göstermiştir. Yüce Resûl (asm) Medine’de bulunduğu müddetçe de kalbi Ka’be ve Mescid-i Haram bölgesi
için çarpmış, onların kurtarılması için geceleri uyuyamamıştır. ‘Umre-i kaza’da dahi, hâlâ putlarla dolu olan Ka’be’yi tavaf eden ve orada namaz kılan Efendimizi ve yüce eshabını;
Mescid-i Haram’daki putlar ve müşriklerin % 100’lük hükümranlıkları, o mukaddes Mescidi ve Beytullahı “boykot”
etmeye ve onları -haşa- gözden çıkarmaya itmemiş; aksine,
değerlerini arttırmış, bir an önce esâretten kurtarılmaları için
harekete sevk etmiştir...
Yüce Resûlün (asm) bu azm-ü sebatı ve Ka’be’yi sahiplenmesi, kâfirlere inat orayı ‘merkez’ ittihâz edinmek istemesi
ve bu gaye için kâfirlerin üzerlerine üzerlerine yürümesi kutlu
Mekke fethini, Mescid-i Haram’ın ve mübarek Ka’be’nin hürriyete kavuşmasını netice vermiştir. Ki; günümüzdeki cami ve
mescidler için de aynı nebevi yol izlenmeli, kutsal yerlerimiz ve
değerlerimiz tâğûtî düzenlere terk edilmemeli, tağutların hâkim
olma gayretleri akamete uğratılmalıdır. Şâhlık döneminin
İran’ında İmam’ın önderliği ve yönlendiriciliği ile nebevi ve
rabbani yolu güzelce kavramış olan müslüman halklar, mümkün olduğu ve fırsat buldukları müddetçe camileri üs ve karargâh hâline getirmeye uğraşmış, her türlü fikrî ve fiilî eylem
ve hareketlerinin ana merkezi durumuna sokmuşlardır. Bundan dolayı, gerek Şah Muhammed Rıza, gerekse babası Rıza
Han zamanındaki katliâmların çoğu câmi ve mescidlerde icra
olunmuş, bu mukaddes yerler mazlumların kanlarıyla boyanmıştır.365 Ve İran’da, camiler ve mescidler İslâm İnkılâbı’nın
365
Örnek için bakınız; İslâm Fıkhı’nda Devlet (Terc.): sah.l96; İran’da Devrim
Ve Karşı Devrim-Asaf Hüseyin: 201, 203-204.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
135
‘hareket merkezleri’ hâline gelmiş, getirilmiş ve inkılâbî hareketin en büyük ve en ağır görevini üstlenmişlerdir.366 Camilerde kılınacak cum’a namazları, bayram namazları ve hac
merasimlerinin İslâmî hareketin kitlelere yansıtılmasının,
ulaştırılmasının en büyük yolu ve vesilesi kabul edilmiş, bu
vesilelerin elden çıkarılmasının ve kullanılmamasının hamakat olduğu anlaşılmış ve yüce rehberlik tarafından ilgili şahsiyetler sürekli olarak uyarılmıştır...367
Günümüzde İslâm İnkılâbı’ndan ilham alan ve onun
çizgisinde hareketini sürdüren Filistin İslâmî Mukâvemet Hareketi’nin de câmide, bilhâssâ Mescid-i Aksa’da başlaması ve
bu mukaddes yerlerin hareketin en büyük merkezleri ve karargâhları olması, İslâmî-İnkılâbi hareketler için câmilerin,
mescidlerin ve cum’âların ne kadar önemli ve zaruri olduğunu ve her an müsbet vesileler olarak kullanılabileceğini güneş gibi gözler önüne sermekte, bu hususta, aksi kanâatte
olanların bâriz yanlışlığını ve aldanmışlığını sergilemektedir...
30-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimiz, Kuba ile Medine arasında ilk cum’a namazını
kılmış ve kıldırmıştır. Kuvvetli kavle göre; cum’a namazı o
vakit farz olmuş, çok zayıf bir kavle göre de Mekke’de farz
olduğu halde, orada kılma imkânı olmamış ve; Efendimizin
Mekke’de bulunduğu sıralarda, tebliğci ve muallim olarak
Medine’de bulunan Hz. Musâb b. Ümeyr ve Ensar’dan Es’ad
b. Zurare, hiçbir emir ve nâs vârid olmadığı halde
kendîliklerinden ‘cuma gününü bayram olarak’ ilân etmiş ve
bunu tesid için de namaz kılmış, kıldırmışlar; Efendimiz de
366
367
İran'da Devrim ve Karşı Devrim: 104-108, 177-178, 189, 206, 208.
İslâm Fıkhında Devlet: 160-161; İran'da Devrim ve Karşı Devrim: 124.
136
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
bilahere gelen vahyle bunu ‘takrir’ ve ‘ibka’ buyurmuştur...368 Bunların hepsi de göz önüne alınırsa; günümüzde
‘cum’a ve cami-mescid boykotçuluğu’ çığırını açanların, yanlış adımlar atmış oldukları görülecektir. Zira Medine’de, Hz.
Mus’ab’ın ve Hz. Es’ad’ın kıldırdıkları cum’a için,
Resûlûllah’tan izin aldıklarına dair en küçük bir nakil ve haber
vârid değildir. Zaten; cumhur-u ulema’ya göre, cum’a namazı
o zaman henüz ‘farz’ kılınmış değildi... Ve yine; o vakit Medine’de İslâmî Hükümler de hâkim değildi ancak birkaç tane
Müslüman vardı; diğerleri ise iman etmemiş kâfirlerdi ve güç
de kâfirlerin elindeydi Müslümanlar ancak ‘mülteci’ durumundaydı... Efendimizin ilk cum’ayı kıldırdığı zaman dahi, durum ondan farksızdı. On binlerce Yahudi’ye ve sair kâfirlere
karşı, ancak bir kaç yüz müslüman bulunmakta iken, bu İlâhî
emir (cum’â) ifâ olunmuş, İslâmîyetin mutlak hâkimiyet elde
etmesine kadar te’hir ve te’cil edilmemiş ve kıyamete kadar
bu İlâhî hüküm devam edip gidecektir.
Mekke’de cum’anın farz kılındığı halde, kılınmadığını
öne sürenler ve cum’ayı terk etmelerine bu durumu mesned
ittihâz edinenler de, keza yine yanılmakta, indî ve fevrî hükümler istinbâtında kötü örnek olmaktadırlar. Zirâ ‘izn-i sultanî’yi cum’anın kılınabilmesi için ‘mutlak şart’ sayanlar,
Resûlûllah (asm) Efendimiz ‘imam-ı ekber” olduğu ve Mekke’de bulunduğu halde, orada cum’anın neden kılmadığını
368
İbn-i Kesir (Terc.): 14/7897-7899; Keşşaf-Zemahşeri (Beyrut Baskısı):
4/532-533; Tefsir-i Beyzavî ve Hâzin (Mecmâ'ut-tefâsir): 6/260-264; Hak
Dini Kur'an Dili: 7/4975-4981; Dürr'ül-Mensur-İmam Suyûtî: 6/215-218;
Tecrid-i Sârih: 3/5-6; Sahih-i Müslim (Terc.): 4/460; İbn-i Mâce (Terc.):
3/400-403; (Arapçra): 1/ 343-344; Ebu Davud (Terc.): 2/170; (Arapça):
1/645-646; İbn-i Hişam (Terc.): 2/94-95; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/8283; Üsd’ül-Gâbe: 1/71; Tabakat: 3/118.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
137
ne ile, hangi mantıkla izâh edebileceklerdir? Cum’ânın kılınmasının ‘illeti’ imam olmuş olsaydı, illetin (imamın) bulunduğu Mekke’de cum’anın kılınması lâzım gelirdi. Şu halde,
bu, gayet fâsit ve tutarsız bir kıyâs ve istinbâttır. Demek; (eğer
cum’a Mekke’de farz kılınmışsa) Mekke’de cum’ânın edâ edilememesi, “imamın ve izn-i imam’ın” bulunmamasından değil; can güvenliğinin bulunmamasından ve cum’anın edası
esnâsında ‘katliam edilme’ ihtimalinin kuvvetli olmasından
dolayıdır. O halde; tağutî rejimlerin, cum’a namazı kılınması
durumunda cemaatı toplu olarak katliâm etme ihtimâlleri
olan yerlerde -Efendimizin Mekke’deki durumuna kıyâsenMüslümanlar cum’a namazını kılmayabilir, hatta kılmamaları
gerekir. Aks-i takdirde, yani katliâm etmeler ve fiilî engellemeler söz konusu olmadığı yerlerde ve durumlarda
müslümanların; cum’a namazını kılmaları gerek. Nitekim
Efendimiz, böyle bir tehlikenin olmadığını hissettiği ilk yerde,
ilk cum’ayı kılmış, böylece müslümanlara büyük bir numune
teşkil etmişlerdir. Günümüz İran’ında da durum öyle olmuş,
tağutî şah yönetiminin katliâm ihtimalleri ve fiilleri söz konusu olunca, müslümanlar cum’a kılmamış, daha doğrusu ‘kılamamış;’ bu ihtimâllerin olmadığı ve kalktığı zamanda ise
milyonluk kitleler halinde cum’a namazlarını kılmış ve cum’a
namazlarını İslâmî hareketin merkezi ve en büyük üssü hâline getirmişlerdir...369
369
Konumuz cum'a olmamakla birlikte, islâmî harekete etkisi noktasında, ‘göz
ardı edilemeyecek’ kadar, bir önemi hâiz bulunmaktadır. Bugün, ‘rabıta’
çizgisinde ve gayr-i Îslâmi bir rejimin -dolaylı olarak- hizmetinde, İslam İnkılâbı’na karşı aktif bir düşmanlığın -tipik- bir sembolü hâline gelen ve ‘söylediklerinin aksiyle’ âmel eden bir ‘molla müsveddesinin’ başını çektiği ve
bayraktarlığını yaptığı ‘cum’a boykotçuluğu’ hareketi, maalesef bir kısım
samimi müslümanları da epey bir müddet te'siri altına almış, Müslümanlar
138
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
arasına ‘ihtilâfların’ girmesine sebeb olmuş; ‘cemâatî ve inkılâbî’ bir yapılanmayı 'akamete’ uğratmış ‘imamet, cemaat, itâât, kıyâm ve şehâdet’ gibi
‘asıl’ konuları ‘gündem dışı’ bırakmış; gerçek müslümanları ‘uzun müddet’
boşu boşuna ‘uyutmuş-avutmuş’ ve ‘halktan kopmalarını’ doğurmuştur...
İmanın ve İslâm'ın ‘mahkum ve esir’ olduğu, İslâmî ve İnsanî tüm değerlerin; iffet, namus, şeref, hürriyet ve haysiyetlerin ‘ayaklar altına’ alındığı
bir memlekette, ‘Hanefi mezhebine ait’ tâlî bir mes’elenin ‘İslami hareketin
merkez-i mihrakiyesi’ olarak kabul edilmesi ve bu ‘mezhebî görüşe’ ümmetin ‘da'vet’ edilmesi, ne kadar hâzin ve esef verici olmuştur. Üstelik Hanefî
mezhebine âit her hangi bir ‘kaynakta’, imamın bulunmadığı veya kâfirlerin
işgal altında bulundurduğu bir ülke’de ‘cum’anın terk edileceğine’, hele hele ‘boykot çağrısı yapılacağına’ dâir en küçük bir ifâde ve ibâre bulmak
mümkün değildir. “Dâr'ül-harb’de” , “kâfirlerin işgal ettiği yerlerde”, “kâfirlerin, yahud müteğâllibe kölenin veya kadın’ın cum'a imamı ta’yin ettikleri
yahut sultanın izin vermediği...” durumlarda, müslümanların, kendileri gibi
bir müslümanın arkasında cum'a namazını kılmalarının gerekliliği veya
cevâzı yazılıdır. Örnek olarak, bakınız; İbn-i Abidin (Terc.): 3/285-300;
8/453; (Arapça): 2/138-148; 4/175; Fetava-yı Hindiyye (Terc.): 1/487;
Bedâi'us-Sanaî (Beyrut-1402 baskısı): 1/26l; İlââhir... Hatta bunu normal
Hanefi ilmihâllerinde bile bulabiliriz. Meselâ; büyük islam ilmihali (Ö. N.
Bilmen): 162 (Yeni baskısı: 147); İslâm İlmihâli (A. F. Yavuz): 208; vs...
Hanefîlerin izin şartı, “maslâhata; Müslümanların münazaa ve münâkaşa
etmemesine, namaz kıldırabilmek için itişip-çekişmemesine, imam olmaköne geçmek hususunda fitnelerin çıkmamasına” merbut ve muallâk kılınmıştır. Bunun için, bakınız; ‘El-Mebsut (Arapça-Çağrı Yay.): 2/25; ElHidaye (Terc.): 1/138; Bedâi'us-Sanâi (Beyrut): 1/26l; ilaahir.
" ... Ve lehü imam'ün âdilün ev câirün...” (... Âdil veya câir bîr imam
varken…) (İbn-i Mace)(terc.):3/398-399; Arapça: 1/343; Terğib ve Terhib
(Terc): 2/174) Hadisindeki “Hâliye”nin, Hanefîlerce “şart” kabul edilmesi,
hâdisde zikredilen “Vâidlerin” varid ve lâhik olmasına râci'dir. Zira Hadiste,
“La cum'âte illâ bi-izni's-sultan“ (Sultanın izni olmadan Cum'a olmaz!) diye
bir “Mantuk” (metin) bulunmadığı gibi; “Yecüzü cum'atü bi-izni's-sultan”
(Cum'a, sultan'ın izniyle caiz olur!) şeklinde bir “Mefhum” da yoktur. (Ki,
mefhum-u muhalif ile, izinsiz cum'anın caiz ve sahih olmadığı istinbât edilmiş olsun! Üstelik mefhum-u muhâlif, Hanefîlerce geçerli de değildir.) sonra; mezkûr hadisde böyle bir mantık veya ‘mefhum’ da bulunmuş olsaydı,
yine de ‘cum'ayı iskât edecek’ bir güce hâiz olamazdı. Zirâ; cum'a namazı;
kitab, mütevâtir sünnet ve icmâ-i ümmet ile sâbittir. Ki bu, kat'i ilim ifade
eder. Hanefîlere göre ise; tevâtür yolu ile sabit olan bir hüküm, ancak başka bir mütevâtir yol ile sabit (kesin) nass ve kat'î hükümle nesh olabilir. Değil ‘haber-î ahad’ ile, ‘haber-î meşhur’ ile de, ‘mütevâtir’ bir hüküm iptal edi-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
139
lemez. Mezkûr hadis ise; ‘haber-i ahad’ niteliğindedir ve ‘zayıf’ kabul edilmiştir. Hatta ‘mevzu' (uydurma); bile diyen muhaddisler vardır...
"Mevrid-i nâs'da içtihâd’a mesâğ yoktur." “Yakın, şek ile zail olmaz!”
gibi, temel kâide ve prensiplere rağmen, 'kitab, mütevâtir sünnet ve icmâ'
ile ‘sâbit’ olan cum'a namazının, zannî istidlâl ve istinbât olan ‘içtihâd'la’ ilga edilebilmesi, ‘askıya’ alınabilmesi mümkün müdür? Herhangi bir ‘illet’ ile
‘ma'lül’ (illetlenmiş) bulunan bir hüküm, o illetin zâil olmasıyla sakıt olur,
hükümden düşer. Meselâ; namazı kasr etmenin illeti, sefer'dir. Sefer zâil
olunca, ona muallâk bulunan kasr-ı namaz da sakıt olur. Hâmir'in haram
oluşunun illeti, ‘sorhoşluk verici’ olmasıdır. Hânefîlere göre hamr'ın bu vasfı
(illeti) zâil olunca, haramlığı da zâil olur... Ve hâkezâ cum'a namazının
teşri' kılınışının illeti ‘ulul'emr’ ve ‘izni’ olmuş olsaydı, o takdirde; onların
(ulul'emr ve izni)' bulunmamasiyle 'cum'a namazı’ hüküm'den düşüp ıskat
olurdu. Cum'a namazının illeti ise; "sultan ve izni" değildir. Aslında; Ebu
Hanife'ye göre, 'ibadetlerde’ aslâ ‘illet’ yoktur. Onlardaki teşri', sâdece
‘taabbüdi'dir; her hangi bir illetle ma'lül olmaları mümkün değildir. Kaldı ki;
Hanefîlere göre izin şartı imamın varlığına muzâf kılınmıştır. Muzaf’un-ileyh
(imam) bulunmadığı durumlarda, izin şartı sâkıt olur, cum'a' hükmü (ya
vücub veya cevaz plânında) devam eder. Bundan dolayıdır ki; Hanefîler
nezdinde, ulul’emr'in bulunmadığı yerlerde ve durumlarda cum'anın kılınması kesinkes sâbittir.
Hissiyâtlarıyla hareket etmeyi ‘itiyad’ edinmiş olan bir kısım zevat;
“Cum'a namazı'nın Kur'an’daki vücubiyeti ‘mutlak ve mücmel’dir ki bu; bir
kısım ‘takyid’ ve ‘tafsil’ unsurlarını beraberinde getirir. Nitekim beş vakit
namazın ve orucun vücubu, Kur'an'da sabittir ama başka delillerle uyuyanlar, çocuklar, deliler ve sâireler ‘istisnâ’ edilmiştir. İşte; her ne kadar cum’a
namazı kitap-sünnet ve icmâ' ile sabit ise de, vücub ve edâ noktasında
’istisnâları’ vardır. Ki 'izn-i sultan’ da bu kabildendir.” şeklinde mesnetsiz
gerekçeler ileri sürmektedirler. Hâlbuki delilerin, çocukların, uykuda kalanların, unutanların, yanılanların mükellef olmadıklarına, kalemin bunların
üzerinden kaldırılmış bulunduklarına dâir mütevatiren gelen ‘sünnet' ve
'icmâ' vardır. O kadar ki, bunların muaf bulundukları, artık 'zaruret-i
diniye'den’ olduğu kabul edilmiştir... Bunların 'genel muafiyeti, elbette 'özel
(cum'a) muafiyetini' de mutazammın bulunmaktadır. Buna ilâveten ve paralel olarak da şu hadis-i şerifler, cum’a ile mükellef olmayanları belirtmekte
ve onları bu mükellefiyetten 'istisna’ etmektedir: "Cum'a namazını cemaatle
kılmak bütün müslümanlar üzerine vâcib'dir. Ancak dört kimse bundan
müstesna'dır: köle, kadın, çocuk ve hasta olanlar." (Ebu Davud; Arapça:
1/644; tercüme: 2/168; Büluğ'ul-Meram: 2/159; Bedâî'us-Sanaî: 1/262; elHidâye: 1/139;) “Beş kimseye cum'a namazı yoktur: kadına, yolcuya, köleye, çocuğa ve sahrada yaşayana" (Büluğ' ul-Meram: 2/160;) "sahrada ya-
140
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
şayan" yerine hasta lafzıyla: (el-Mebsut: 2/22) ilaahir... Ondan dolayı; bütün mezhebler, 'cum'anın 'vacib olabilmesi için; “akıl, baliğ, hür, erkek, mukim, sıhhat (sağlamlık)” şartlarında ittifak etmiş, 'deli'yi, çocuğu, köle'yi, kadın'ı, yolcu'yu ve hasta'yı' cum'a ile mükellef olmaktan muâf tutarak istisna'
etmişlerdir. Ki, bu hususta kat'i hüküm ve ‘icma' inikâd etmiş bulunmaktadır. İmam'ın bulunmadığı, iznin olmadığı, küfrün hâkim bulunduğu, ülkenin
istilâya uğradığı gibi, durumlarda 'cum'anın kılınmayacağına' dâir en küçük
bir delil bulmak mümkün müdür? Bu delil, gerek hadisten ve gerekse fıkıhtan olsun!... İslâm'ın esprisinden mahrum, hak ile bâtılı 'temyiz' edebilme
düzeyine gelmemiş tufeylilerin indî görüşleri ve kendi mantıkları, elbette
müslümanlar için geçerli bir hüccet olmayacaktır. Maslahat-ı İslâmiyye ve
siyâsiyyeyi tayin hakkı ise; sâdece “imama, ulul'emre" aittir. Ümmetin üzerinde 'umumi velâyet hakkı’ bulunmayanların, yani imam ve halife olmayanların 'maslahat' ta'yin etmeye kalkışmaları, İslam'ın temeline dinamit koymaktan başka bir şey değildir...
Üstelik cum'anın 'terk edilmesini' takbih eden nice hadis-i şerifler dahi
vardır: "Ya birtakım adamlar cum'a namazlarını terk etmekten vaz geçerler,
yahud Allah, onların kalplerine muhakkak surette mühür vurur da bir daha
gafillerden olurlar." (Müslim-Arapça: 1/591; tercüme: 4/524-525; Terğib ve
Terhib: 2/170;) "Her kim pek önemsemediğinden dolayı cum'a namazını
üç defa terkederse kalbi mühürlenir.","Zaruret olmaksızın üç defa cum'a
namazını terk edenin kalbini Allah mühürler.", "Kim özürsüz üç cum'ayı
terkederse o kimse münafıktır.” "Kim özürsüz üç cum'ayı terkederse, münafıklardan yazılır.” (İbn-i Mâce-Arapça: 1/357; tercüme): 3/462-463;
Tirmizi:1/343 Ebu Davud-Arapça: 1/638; tercüme: 2/160; Neseî:3/128;
Terğib ve Terhib: 2/170-175;… Bu ve benzeri hadislerin bu kadar ağır
'tehditlerine' masadak olma ihtimâllerinden kaçınmak imanî ve dinî gereklilik değil midir? Cum'anın terk edilmesini amir bulunan bir nâs ve hüküm
olmadığı halde; indî, fevrî, hissî ve şahsî mantıklarla 'cum’a boykotçuluğu'
yapmak, cum'ayı terk etmenin ve ettirmenin dâîliğini yapmak, sağlam bir
mantıkla ve islâmî istikâmetle izâh edilmesi mümkün değildir...
Üstelik Allah-u Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun ki; Ümmet-i Muhammed(asm), artık 'imamsız ve ulul'emr'siz durumda da değildir... Cihanşümul
İslâm İnkılâbı'nın "mübarek müessisi" ve O'nun liyâkatli ‘halefi; ekseni’ ve
'rehberi’ olduğu İslâm İnkılâbı ile, dünya Müslümanları için 'siyâsî, içtimâi,
inkılâbî, kıyâmî, usuli, cihadî ve fiilî yönden ‘tek merci' ve ‘velâyet-i amme’
hüviyetini hâiz olarak İslâmî fonksiyonunu icra etmekte ve gerçek İslâm
Ümmetine, mezkûr hususlarda 'melce’ olma durumunda bulunmaktadır...
Onun için; siyaset-i İslamiye’ye ve maslâhât-ı içtimâiyeye tâalluk eden
tüm hususlarda, 'müracâat mercî’in İslâm İnkılâbı ve yüce Rehberinin olduğu, Rehberiyetin ve inkılâbın ‘hattı'nın 'esâs’ alınmasının gerekliliği,
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
141
Çağımız mezhepçilik çağı değil, İslâmî İnkılâb ve hareket çağıdır... Mezhepsizlik, İslâm ve müslümanlar için ne kadar büyük bir tehlike ise; mezhebcilik de en az o kadar büyük bir zarar ve tehlike arz etmektedir. İslâmî hareketlerde
mezhebî normlar değil; dinî ve imânî normlar esas olarak
alınmalı, hareket ve vahdet bu genel normlar üzerine bina
edilmelidir. Onun için; siyâsî, içtimâî, kıyâmî, cihâdî, inkılâbî
ve usulî hareketlerde ‘hayatta olan’ ve el’ân İslâmî misyonunu icrâ etmeye devam eden ‘Müslümanların Veliyy’ülEmrinin’ emirleri ve Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın kudsî hattı doğrultusunda bulunmaya dikkat edilmeli; mezhebî, şahsî,
fevrî, indî, kavmî, coğrafî çıkışlardan kaçınılmalıdır. Ve bu
noktadan hareketle; cuma ve bayram namazlarının, İslâmî
hareketlerin en büyük üssü ve karargâhı olduğu vakıâsı aslâ
göz ardı edilmemeli; pratiği olmayan, hayatla ve vakıayla ilgisi bulunmayan ve ‘inkılâbî hedefler’ göstermeyen bâsit sloganlar artık, terk edilmelidir. Asrımıza ve gelecek tüm asırlara
inkılâbî ve kıyamî damgasını vurmuş bulunan ve ümmet-i
Muhammedin (asm) ‘en büyük imamlarından biri olan İmam
Humeyni (ra)’nin tüm dünya müslümanlarına yaptığı vasiyetnamesindeki şu ibareler, bu hususta (cum’a konusunda); bizlere ışık tutmalıdır: “(Müslümanlar) ...‘Vesvâs-i hannas’lara,
Hakk’a karşı körü körüne inat eden, doğru din öğretisine karşı
neidüğü belirsiz şahıs ve çevrelerin ‘bu gibi hususlarda’ ilhâm kaynağı
olamayacağı ve bu tür yanlışlıklardan artık ‘rücu' edilmesinin lâzım geldiği,
aklî ve şer'î bir zaruret olarak tezâhür etmektedir. Böylece; gerçek Müslümanlar, yeni ve şuurlu bir hareket dönemine girmiş olacak, dağınık, yanlış
ve karmaşık tavır ve hareketlerde bulunmaktan kaçınacak, İslam İnkılâbı’nın “Halkla birlikte Hak için” biçimindeki usülünü esâs alarak, emperyalist kâfirlerin kendi bölgelerindeki uzantılarının ve uşaklarının rahatını
kaçıracak ve mülevves saltanatlarını şiddetle sarsacaktır, inşaallah…
142
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
çıkanlara kulak vermesinler. Yine bilsinler ki, dosdoğru yoldan dışarıya atılan tek bir sapıklık adımı, dinin gerilemesinin,
doğru dinin öğrettiği İslâmî kuralların ve ilahî adalet yönetiminin terk edilmeye başlamasının başlangıcıdır. Bu cümleden olmak üzere, cum’a namazından ve cemâat namazından
aslâ gaflet etmesinler. Bu namazlar, namazın toplumsal hikmetinin açıklayıcısıdırlar. Cum’â namazı, Hak Teâlâ’nın, yüce
Rabbimizin İran İslâm Cumhuriyeti’ne en büyük inayet ve lütuflarından birisidir...”370 Arka sahifede ise; “... Bu vasiyetnâme,
büyük İran milletine mahsus değildir, bütün İslâm milletlerine
ve yeryüzü mazlumlarına öğütlerimi ihtiva etmektedir.” diyen
büyük imam, şu veya bu ülke diye her hangi bir ayrım yapmamaktadır.371
31-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin, gerek Kuba’da, gerekse Medine’de inşa ettiği,
ettirdiği mescidlerin yapım işlerinde bizzat kendisi ve eshabın
tümü birlikte çalışmış, böylece insanlık tarihi için yeni bir sahife açmıştır. Beşerî düzenlerin ‘lider’ kadrolarının sürekli
‘tahakkümü ve tasâllutu’ esâs almaları, aslında gayr-i İslâmî
düzenlerin tabiî yapısının ‘tahakküm-tasâllut ve tekebbür’
olmaları karşısında, İslâm nizamının ortaya getirdiği ‘içtimai
adalet’ ve eşitlik ilkesi; insanlık tarihi için (Peygamberlerin
çevreleri dışında kalanlar için) ‘olağanüstü’ bir nitelik ve özellik taşımaktadır. Kapitalizmin ‘özel sermâye ve şahıs tahakkümü’, komünizmin “devlet ve bürokrat tahakkümü;” faşizmin “kavim tahakkümü; ve sultası;” demokrasi, oligarşi, mo370
371
Vasiyetname-i Siyâsî ve İlâhi (Sahife-i İnkılâb) önsöz: 5; Türkçe tercüme
önsöz: 34.
Vâsiyetnâme-i Siyasî ve İlâhi (Sahife-i İnkılâb) önsöz: 6; Türkçe tercüme
önsöz:36.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
143
narşi ve teokrasinin (batı stilinde olanının) kitle, zümre, sınıf,
gurup ve fert tasallutu, tahakkümü ve tekebbürü günümüz insanlığını “esâret” zincirine vurmuş ve insanları medeni köleler
durumuna getirmiştir... En küçük bir âmirin, müdürün, valinin
ve komutanın, hele hele ülke hâkimlerinin ‘tepeden’ halka
baktıkları, insanları köle gibi kendi çıkarları ve nüfuzları doğrultusunda çalıştırıp koşturdukları, toplulukları koyun sürüsü
mesabesinde gördükleri bir dünyada, en üst düzeyde bulunan
‘reislerin, yöneticilerin ve rehberlerin’ en alt düzeyde bir işçi,
amele ve ırgat gibi halklarıyla birlikte olarak çalışmaları, İslâm’ın insanlık için sunduğu nizamın ne kadar insanî, medenî,
adil ve hakperest olduğunu; adaletin, faziletin, müsâvatın,
hürriyetin, izzet ve haysiyetin müşahhas sembolü ve simgesi
olduğunu göstermektedir...
“Bir kavmin seyyidi (ulusu, efendisi ve önderi) o kavme hizmet edenlerdir.”372; “İnsânlar arasında takvadan başka
372
Hakim'den, Muhtar'ul-Ehâdis'in-Nebeviyye: sah.86, hadis no:678; İnsanların,
cinlerin ve tüm yaratıkların 'en üstünü’ olan Resulullah (asm) Efendimiz, dünyanın bütün imkanlarını şahsen ve bilfiil geri tepmiş; yerde oturmuş; hasır
üzerinde, hurma lifleriyle dolu deri minderlerde yatmış: ümmetine hizmetlerde
bulunmuş; onları minderlere oturtup, Kendileri yere diz çökmüş; fakir-fukara
ve dulların dertlerini dert edinmiş ve onlar için çırpınmıştır. Böylece, ümmetine ‘idarecilerin’ nasıl olmaları lâzım geldiğini fiiliyâtlarıyla ve uygulamalarıyla
göstermiştir. Konu için (örnek olarak) bakınız; Ahmed İbn-i Hanbel: 1/34, 391;
3/140, Buhari (Arapça): 6/70; Zübde: 846; Tecrid: 11/ 208-211; Sahih-i Müslim (Arapça-K. Sitte Serisi): 2/1105-1110; Müslim (Terc.): 7/462-468; Tirmizi
(Arapça-K.Sitte Serisi): 4/588;5/420-423; Tirmizi (Terc.): 4/181-186,197;
5/422-428; İbn-i Hişam: 4/310-315; Şifa-i Şerif: 127-132; İbni Mâce (Arapça)
K. Et'ime: 30;(Tercüme): 9/67; İslam Tarihi (Medine Devri): 1/105-106; 9/120134; Dürr'ül-Mensur: 6/234; Tefsir-i Hâzin (Mecmâ'ut-Tefâsir): 6/301; İbn-i
Kesir (Terc.): 14/7960-7962; Ve 321,322 no'lu dipnotlar… Ayrıca; şemail ve
siyer kitaplarına bakılıp, yüce Resulullah'ın (asm) ve gerçek eshâbının hayatları ve yaşayış tarzları göz önüne alınırsa; İslam'da ‘yönetime gelenlerin’, ne
kadar 'sâde, mütevâzi, adil ve halka hizmet içerisinde bulunmalarının
lazımgeldiği' daha net ve daha iyi bir şekilde anlaşılmış olacaktır...
144
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
hiçbir üstünlük yoktur!373 gibi, sayısız prensibler sahibi olan
yüce İslâm dini; “sınıfsız bir toplum” düzeni modelini insanlığa sunmuş, bunu teoriden pratiğe indirmiştir. Yüce Resûlün
(asm) mübarek hayatları, âdil halifelerin uygulamaları, önde
gelen eshâbın hareket tarzı ve sâir İslâm önderlerinin hayat
çizgileri bunun bâriz timsâlidir. Günümüz İran İslâm İnkılâbına nazar ettiğimiz zaman, aynı nebevî yolu müşahede ediyor; tahakküm-tasâllut ve tekebbürün bulunmadığı sâdece
teavün, tesanüd ve hadimiyet anlayışının devlete ve yönetime hâkim olduğunu görüyor ve bununla İslâm adına,
müslümanlar olarak iftihar ediyoruz…
Ayrıca; Resûlûllah (asm) Efendimizin mescidlerinin ve
hanelerinin gayet sâde ve gösterişsiz olması, en fakirane bir
durumda bulunması da mezkûr ‘içtimaî adalet’ ilkesinin ayrı
bir cüz’ünü aks ettirmektedir. Yeme, içme, giyim ve kuşama
kadar… Hayatın her safhasında, en fakir ferd ve ailelerden
daha fakirane ve gösterişsiz bir hayat yaşaması, yüce
Resûlün (asm) kendi izleyicilerine İslâm’ın içtimaî adalet ve
müsavat nizamının hüviyetini ve mahiyetini göstermekte,
‘yönetimi’ ellerinde bulunduranların nasıl yaşamaları lâzım
373
Bakınız; Hucurat(49): 13; İbn-i Mace: 8/6-12 Ahmed İbn-i Hanbel: 5/381; A.
Saadet: 1/508-515 Buhari (Arapça): 1/13;4/153-154,160; 6/63-66; Zübde'
tül-Buhari: 23; Tecrid-i Sarih:1/42-43; Dürr'ül-Mensur: 6/98-99; Keşşaf:
4/374-375; İbn-i Hişam: 4/346-347; İslam Tarihi (Medine Devri): 10/255,
257-261-404-485; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 2/185; Mecma'ut Tefâsir (Beyzavi,
Hazin, Nesefi ve İbn-i Abbas): 6/54-55; İbn-i Kesir (Terc.): 13/7420-7422;
Hak Dini Kur'an Dili: 6/4477-4481; Tarih-i Taberi: 3/169; Sahih-i Müslim(Arapça): 2/1806-1809; (Tercüme): 10/94-100; İlââhir… Konuyla alâkalı
yazılmış kitaplardan bir ikisini (örneğin, Merhum Seyyid Kutub'un İslam'da
Sosyal Adalet kitabını) tetkik eder; İslâm'da İdare Sistemini, İçtimaî Adalet
ve Uhuvvet anlayışını, bilhassa ‘namaz-oruç-hac’ gibi ibadetlerdeki 'Müsavat ve Eşitlik’ prensibinin ‘hikmetini' göz önüne alırsanız, mes'eleyi daha
geniş şekilde kavramış olursunuz...
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
145
geldiğini bil-fiil ders vermektedir. Yüce Resûlün (asm) yolundan çıkmamış gerçek Müslüman önderlerin bugüne kadar
aynı yolu takip ettiklerini iftiharla takip ediyoruz. Lüks, israf,
şa’şââ ve tantana’nın en fakir ferd ve aileleri de kuşattığı günümüz dünyasında, İslâm inkılâbı’nın önder kadrolarının
(bilhassa, İmam Humeynî Rıdvanullahi Teâlâ Anh ve liyakatli halefi olan Rehber Seyyid Ali Hameney Hazretleri başta
olarak) büyük çoğunluğunun en sade ve fâkirane hayat yaşamaları, ülkenin zenginliklerini İslâm’a ve İslâmî hedeflere
ve mustaz’af halkın ihtiyaçlarına harcamaları, kendileri ise,
‘kut-u lâyemut’ ile iktifa etmeleri; günümüzde revaçta olan
tüm beşerî ideolojilerin iflâsını ve istismar yollarının kapanarak yok olmasını netice vermiş; muhteşem İslâm nizamının
‘kurtarıcılığını’ güneş gibi izhar ederek ortaya çıkarmıştır...
32-) Resûlûllah (asm) Efendimizin inşâ ettirdiği
mescidleri, bâhusus Medine Mescid-i Nebevisini büyük bir
‘külliye’ hâlinde inşa etmesi; kendi hâne-i saadetlerinin ve
önde gelen eshabın kapılarını mescid’e açılacak şekilde yaptırması,374 ‘sofa’ kısmını da ‘Eshab-ı Suffe’ denilen ve sayıları
yüzlerce olan ‘bekâr ve fakir eshab’ için ayırması, dünyevî ve
uhrevî bütün mesâilin mescidde ‘hall-ü fasl’ edilmesi;.. İslâm’da mescidlerin önemini ve fonksiyonlarını göstermektedir. Ki, bu bize; camilerin, mescidlerin İslâm nizamının öğretim-eğitim ve yönetim merkezi olduğunu; sîyasî, içtimâi, hukuki, iktisâdi, askerî, ilmi, irfani, hülâsa: her türlü karar ve
hareket yeri hüviyetinde bulunduğunu ve olması lâzım geldiğini isbatlamış olmaktadır...
374
İslam Tarihi (Medine Devri): 1/103-105; 11/40; Tabakat: 2/227-228; Sünen-i
Tirmizi (Arapça K. Menâkıb: 21): 5/639-641; (Tercüme): 6/278-280.
146
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
33-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin, küçüklüğünden beri yanına-himâyesine aldığı
ve terbiyesi altında büyütüp yetiştirdiği, erkekler içerisinde
‘iman edenlerin’ ve namaz kılanların ‘‘ilki” olmanın yanında,
‘doğuşundan vefatına kadar’ hayatının bütünü “imanınİslâmın” içerisinde geçmiş bulunan Hazret-i Ali’ye, her zaman olduğu gibi; hicret-i nebevî esnasında da ‘özel bir
önem’ ve imtiyaz verdiği görülmektedir. Zirâ;
a- Kendi hânesinde yetişen Hazret-i Ali’yi, hicret ederken “kendi hanesinde” bırakmış, ‘kendi yatağına yatırmış’ ve
‘kendi libasını giydirmiş, üzerine örttürmüştür.
b- Kendisine (asm) ‘emânet’ bırakılmış olan şeyleri sahiplerine “kendi adına” vermesi için, Hazret-i Ali’yi görevlendirmiş, bütün cihetlerden olduğu gibi; bu yönden de
‘kendisine vekâleten’ hareket edebilecek şahsiyetin Hazret-i
Ali olduğunu göstermiştir,
c- Hicret gecesi, Kâ’be’nin damı üzerindeki putu parçalamak gibi en önemli ve hârika bir cesâret-kahramanlıkatiklik-‘bitane’lik ve ‘maharet’ isteyen bir hareket için, Allah’ın Yüce Resûlü (asm), Hazret-i Ali’yi seçmiş, bununla
Hazret-i Âli’nin “kendi yanındaki” yüce değerini ve mevkisinin büyüklüğünü göstermiştir,
d- Hazret-i Âli, yüce Resûlün (asm) mübarek yatağında yatıp, libâsına bürünüp kalmakla, müşrikleri ‘oyalamış’,
yüce Resûlün (asm) ve Hazret-i Ebubekir’in Sevr mağarasına
ulaşmalarını sağlamış, böylece, müşriklerin su-i kasd ve cinayet teşebbüslerini akim bırakmıştır. Gündüz olup, durum
anlaşılınca; kuduran cani müşriklerin büyük tecavüzlerine,
zulüm ve işkencelerine ma’ruz kalmış, fakat ‘soğukkanlılığını’
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
147
korumuş, en küçük bir sır, ta’viz ve ipucu vermemiştir. Ki bu,
Hazret-i Ali’nin, henüz ‘gençliğinde’ bile hârika dehâsını, eşsiz sadakatini ve kahramanlığını isbatlamakta, yüce Resûlün
(asm) ‘Muhibb-i Ehâssı’ olduğunu göstermektedir,
e- Hazret-i Ali, yüce Resûl (asm)’ün verdiği tüm görevleri başarı ile ifâ ettikten sonra, yine yüce Resûlün (asm) emirlerine ittiba ederek, yüce Resûlün (asm) Sevr’den hareketinden üç gün sonra Medine’ye müteveccihen gizlice hareket etmiş; gündüzleri kuytu yerlerde gizlenip, geceleri yaya ve yalın
ayak olarak aç-susuz yürümüş, Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve
Âlihi ve Sellem Efendimiz ‘Kuba’da iken gelip kavuşmuştur.
Yüce Resûl (asm), Hazret-i Ali’ yi kucaklayarak bağrına basmış; hasret gidermiş, Hazret-i Ali’nin yaya yürümekten ayaklarının paramparça olduğunu görünce de kendisini tutamayarak
ağlamıştır. Yüce Resûlün (asm) mübarek tükürüklerini o yarık
ve parçalanmış yerlere sürmesiyle şifâya kavuşan Hazret-i Ali,
hayatı boyunca artık, o ayaklarında hiç bir ağrı ve sızı duymamıştır. Ayrıca; Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve
Sellem Efendimiz, her zaman olduğu gibi; Küba’da da Hazreti Ali’yi, kendi kaldığı Gülsüm b. Hidm’in hanesine almış ve
‘birlikte’ ikamet etmiştir. Ki, bu derece bir ‘yakınlığı’ yüce
Efendimiz, başka hiç kimseye göstermemiştir.375
Konuyu nesebî akrabalığa bağlamak isteyenler, meselenin manevî ve İlâhî boyutlarını anlamayan veya kasıtlı art niyetli olanlardır. Hazret-i Abbas ile çocukları ve Hazret-i Ca’fer
375
Ahmed İbn-i Hanbel: 1/84,348; Mecmâ'uz-Zevaid: 6/23; Hakim-Müstedrek:
3/5; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/149-154; (Medine Devri): 1/6, 12; İbn'ulEsir (Terc.): 2/104,107; İbn-i Hişam (Terc.): 2/147-149,160-161; Tarih-i
Taberi: 2/244-245; El-Bidâye: 3/177,176; Sîret'ün-Nebevîyye: 112-113;
Hayat'us Sahabe (H.Müslümanlık): 1/331-332; Tabakat: 1/233; İstiâb: 1/42;
Asr-ı Saadet: 1/201; Üsd'ül-Gabe : 4/19.
148
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ve çocukları gibi, daha pek çok nesebi akrabaları olduğu halde; Hazret-i Âli’ye verilen bu kadar önemin, sâdece akrabalıkla izâh olunması mümkün müdür? ‘Beraet’ suresinin
Hacc’ da kendi adına okunması için görevlendirilmesi; “Ben
kimin mevlası isem, Ali de O’nun mevlasıdır.” gibi, nice iltifatların edilmesi; amcası Hazret-i Abbas’ın ve sâir yakın akrabaların varlığına rağmen, Hz. Ali(as)’nin bu kadar ‘ön plana’
alınmasının; hâlâ nesebî yakınlıkla izâh edilmeye kalkışılması,
akıl-mantık-adalet ve samimiyet mefhumlarıyla izâhı aslâ
mümkün değildir. Daha sonra; Medine’ye avdet edildiğinde,
Ensar ile Muhacirlerin arasında ‘kardeşlik’ akd edilince; Hazret-i Ali’nin: “Benimle kimi kardeş kılacaksın, ya Resûlûllah?”
suâline, yüce Resûl (asm): “Seninle ben kardeşim, ya Ali! Sen
dünyada da, ahirette de benim kardeşimsin!” diye cevâp
vermiştir. Böylece Hz. Ali(as) sayısız yücelik ve faziletine ilaveten, Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem tarafından “özel kardeşlik” ile (alenen) şereflendirilmiştir. Ki bu, ve
benzeri ‘büyük şeref;’ eshab içerisinde başka hiç kimseye
nâsib olmamıştır…376
376
Hazret-i Ali ile alâkalı ve yüce faziletine dâir sayısız hadisler vârid olmuştur.
Bir kaçını teberrüken kayd etmekte fayda mülâhaza ediyoruz: “Dane'yi yaran ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki, beni mü'minden başkasının
sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğz etmemesi, ümmi olan
Peygamber (asm)’in bana kat'i bir ahd-ü peymanıdır! (İbn-iMace: 1/192;
Sahih-i Müslim-tercüme: 1/346; Tîrmizi: 6/282;) (Ya Ali ) Sen bana, Musa'ya nisbetle Harun yerindesin şu kadar var ki benden sonra peygamber yoktur." (Müslim-terc.: 10/243-244; İbn-i Mace:1/192-196; Tirmizi-terc.: 6/275279; Buhari-Arapça: 5/129; Tecrid: 10/418;) “Bu sancağı öyle bir adama
vereceğim ki, Allah onun elinde fethi müyesser kılacak. O Allah’ı ve Resulünü sever Allah ve Resulü de onu sever…” (Müslim: 10/248-250; İbn-i
Mace: 1/200-201; Buhari-Arapça: 4/207) “Ben, kimin mevlası isem Ali'de
O'nun mevlasıdır." (Tirmizi: 6/267; Ahmed ibn-i Hanbel: 4/281, 368, 370;
İbn-i Mace: 1/196-199; Mecmua'uz Zevaid: 9/107: ilh...); “Biz ensâr topluluğu, münâfıkları, Ali bin Ebi Talib'den nefret etmeleriyle tanırdık (çünkü); "
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
149
Bu kısa izâhatımızla; “Sünniliği” gereksiz bir taasupla
hazret-i Ali’nin makamını ‘tenzil etmek ve O yüce hazretin büyüklüğünü “hazmedememek” gibi, menfî bir’çizgiye oturtmak
için çaba sarfeden, çeşitli hileli mantık oyunlarıyla ve
‘te’villerle Hazret-i Ali’ye ve yüce “Ehl-i Beyt’e” karşı “gizlikapalı” bir muhâlefet cephesi oluşturan çevrelerin ne kadar
yanlış yolda oldukları, az da olsa anlaşılmıştır, kanââtindeyiz...
Resulullah (asm) şöyle buyurdu: Münâfık olan, Ali'yi sevmez; ve mü'min
olan da Ali'den nefret etmez!" (Tirmizi-terc.: 6/270-271); "Allah, bana dört
kişiyi sevmeyi emretti ve kendisinin de onları sevdiğini bana emretti. Bunlardan biri: Ali (bunu üç defa tekrar buyurdu), diğerleri de: Ebu zerr, Mikdad
ve Selman'dır..." (Tirmizi: 6/271); "Allah’ım! Kullarından sana en sevgili
olanı bana gönder ki, benimle beraber bu kuşun etinden yesin!”, diye dua
ettikten sonra, Hazret-i Ali çıkageldi ve birlikte kuş etini yediler." (Tirmizi:
6/273); "Allah, onunla gizli konuştu!" (Tirmizi: 6/277); "Ali benden'dir, ben de
ondanım. Ali’den başka hiç kimse, benim yerime (ve adıma, görev) eda
edemez." (İbn-i Mâce: 1/205; İbn-i Hişam: 4/257); "Ben ilmin şehriyim; Ali de
onun kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan girmelidir.” (Hakim-Müstedrek:
3/126); "Ben hikmet eviyim; Ali de bu evin kapısıdır." (Tirmizi: 6/274);
“Resulullah (asm) Ali'nin kapısından başka (mescide açılan) bütün kapıların
kapatılmasını emretti ." (Tirmizi: 6/280) (Ya Ali!) Sen benim dünya ve ahiret
kardeşimsin.” (Tirmizi: 6/273; İbn-i Sâ'd-Tabakat: 3/22); İmam-ı Ali dedi ki:
"Ben Allah'ın kuluyum. O'nun Resulünün (asm) de kardeşiyim. Ve sıddık-i
ekber de benim. Ben'den sonra kezzab (çok yalancı) adamdan başka hiç
kimse bunu (sıddık-ı ekber olduğunu) söyleyemez. Halktan yedi yıl önce namaz kıldım..." ( İbn-i Mace-Terc.: 1/208-210); Enes b. Malik'ten: Peygamber
(s.a.v.) pazartesi günü peygamber olarak gönderildi ve salı günü de Ali beraber namaz kıldı." (Tirmizi: 6/278); "... Allah’ım Ali nereye dönerse hakkı da
onunla beraber dönder!" (Tirmizi: 6/268); ilaahir... Gerek İmam-ı Ali hakkında
gerekse “İmamı Ali'nin reîsi ve ilki olduğu Ehl-i Beyt hakkında daha pek çok
bu tür hadisler vârid olmuş; Resulullah (asm) Efendimiz, hiç bir seferde ve
gazvede imam-ı Ali'yi başka bir kimsenin emri ve komutası altına vermemişir.
Ki, hiç bir eshaba böyle bir imtiyaz ve ayrıcalık tanınmamıştı…
Ayrıca; Bakara: 207; Al-i İmran: 61; Maide: 55, 67; Şura: 23; Ahzab: 33;
Kevser: 1; gibi… pek çok ayet-iı kerime de, hazret-i Ali ve Ehl-i Beyt'le sarahaten veya işâreten alâkadar olup, gerçek müslümanların nazar-ı dikkatlerini bu hakikat güneşlerine çekmektedir...
150
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
34) Resûlûllah (asm) Efendimiz, hicret gecesi evden çıkarken, Kur’an-ı Kerim’den bir kısım ayetler okumuş;377 bir
avuç toprak alarak, evin etrafını kuşatma altında bulunduran
tepeden tırnağa kadar silahlanmış olan tâğûtî düzenin askerlerinin üzerlerine atmış ve aralarından çıkıp gitmiş, buna
rağmen, kendisini, gâyet dikkatlice gözleyen-gözetleyen hiç
bir müşrik nefer, çıkıp gittiğini görmemiştir.378 Mekke’nin tüm
kâfirleri ortak öldürme kararı almış oldukları ve her tarafa kulakçılar koydukları halde, Allah’ın yüce Resûlü (asm); Hazret-i Ali’yi de yanına alarak Kâ’be’nin damındaki putu parçalamaya gitmiş,379 yine selametle ve hiç bir kâfir kendilerini
görmeden geri dönmüştür. Allah’ın yüce Resûlü Hazret-i
Ebubekir’in evine giderken, evinden çıkarken ve Sevr dağına
doğru Hazret-i Ebubekir ile yürürken de “tağutî güçlerin
ajanları” ve ‘vurucu timleri’ tarafından görülmemiş, rahatça
mağaraya girmiştir...
377
378
379
Yasin (36): 1/9
Tecrid-i Sârih: 10/84; İbn-i Hişam (terc.): 2/148; İbn'ül-Esir: 2/104; İslâm
Tarihi (Mekke Devri): 6/152-154; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 1/228; Tarih-i Taberi:
2/244; bilâhere Medine'de nâzil olan şu ayet-i kerime, ‘Eyyamullah’tan olan
bu olayı istikbâlin imanlı nesillerine şöyle nakletmektedir: "Eğer siz ona
yardım etmezseniz, (hatırlayın o zamanları ki)' kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları vakit, bizzat Allah ona yardım etmişti. (Resulullah, o zaman) ikinin ikincisinden ibâretti. O zaman onlar, (Sevr dağındaki) mağaradaydılar.
(Kâfirlerin mağara'nın ağzına dayanmalarından dolayı) Peygamber, o vakit
(endişeye kapılan) arkadaşına: “Sakın mahzun olma. (tasalanma!) Allah,
hiç şüphe yok, bizimle beraberdir.” diyordu. Allah, O'nun (kalbi) üzerine
sekinetini (kuvve-i ma'neviyesini) indirmiş, O’nu görmediğiniz (ma'nevî) ordularla te'yid etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfür sözlerini-iddiâlarını) alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi (sözü ve va'di) ise; O çok yücedir. Allah mutlak
galibdir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir." Tevbe(9): 40
Hakim-Müstedrek: 3/5; Ahmed İbn-i Hanbel: 1/84; İslâm Tarihi (Mekke
Devri): 6/149; Mecmâ'uz-Zevâid: 6/23.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
151
Mağarada bulunurken, asıl-harika mu’cizeler orada gerçekleşmiş; kâfir güçler, ta’kipçi ajanlar ve gözlerini kan bürümüş vurucu timler, Efendimizi aramak-yakalamak için sevr
dağına tırmanmış, her tarafı didik didik aramış, mağara’nın etrafına, hatta ağzına gelip dayanmış oldukları halde; gerek mağaranın ağzında oluşan fizikî ve tabîî mu’cizeler vesiylesiyle olsun,380 gerekse daha başka manevî, lâhûti, vesilelerle olsun,
Allah’ın yüce Resûlü (asm) ile arkadaşını göremeden ve en
küçük bir ipucu bile elde edemeden, eli boş bir şekilde geri
dönüp gitmişlerdir.
Kureyş tağutîliğinin ortaya koyduğu 100 develik büyük
ödülü alabilmek ve cahilî nâm ve şöhret kazanabilmek aşkıyla
yüce Resûlü (as) ta’kibâta koyulan ünlü Suraka b. Malik b.
Cu’şum, hedefine varamamış, aman dilemek mecburiyetinde
kalarak ıslah olmuş bir yapıya kavuşup geri dönmüştür.381
Böylece; Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimiz, tağutî güçlerin tüm komplolarına, tarassut ve tasallutlarına rağmen, ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nı bin dört yüz küsür
yıl önce gerçekleştirmek üzere çıktığı ‘Hicret’ yolculuğuna selâmetle devam etmiş ve mahall-i maksuda vâsıl olmuştur...
380
381
Beyhaki-Delâil: 2/214; El-Bidâye: 3/181-182; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 1/299;
Mevâhib'ul-Ledûniyye: 1/81; Şifâ-i Şerif(Terc.): 312; Şerh-i Şifa: Aliy'yilKari: 1/637; Menâhil-İmam Suyûtî: 42; Mecmâ'uz-Zevâid: 6/51-52; Ebu
Nuaym-Delâil: 211, 213-214; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/335;
Sîret'ün- Nebevîyye: 115-116.
Ahmed İbn-i Hanbel: 1/3; 4/256-257; Buhari (Arapça): 4/256-257;
Zübdet'ül-Buhari: 690; Tecrid-i Sarih: 10/100-103; Sahih-i Müslim(Terc.):
11/494-495; (Arapça): 3/2309-2310; İbn-i Hişam(Terc.): 2/156-158; İbn'ülEsir(Tercüme): 2/106; El-Bidâye: 3/185-188; Kenz'ül-Ummâl: 8/330; Hakim-Müstedrek: 3/7; El-İstiâb: 2/581, 597; El-İsâbe: 2/19; Hayat' us-Sahabe
(H.Müslümanlık): 1/336-337; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/180-186;
Fıkh'ıs-Sîre: 188; Kısâs-ı Enbiyâ: l/92-93; Asr-ı Saadet: l/200; Sîret'ünNebevîyye: 116-117.
152
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Bu ve benzeri İslâmî hizmet, hareket ve faaliyetlere; tarihin her döneminde, hasseten içinde bulunduğumuz çağ ve
zaman içerisinde de, azgın İslâm düşmanları tarafından aynıbenzer yöntem ve muameleler ugulanmakta; çok yönlü istihbarat, ıttılâât, tahkikat ve ta’kibâtlar” ile; İslâmî faaliyet ve
çalışmaların engellenmesine çalışılmakta, velâkin; “İlahî inayet-hıfz ve siyânet” bu mel’unane-hainane hile ve komploları
boşa çıkarmış bulunmaktadır.
Evet;.. son çağın en ileri teknolojisine, geniş istihbarat ağlarına sahip olan ve o oranda da ‘askeri’ ‘iktisadi’ ve ‘siyasi’ bir
gücü var olduğu sanılan ‘Büyük Şeytan Amerika’nın önderliğinde dünya çapında örgütlenmiş bulunan siyonist-emperyalist
güçler; Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellemin Nesl-i
Paki’nden olan Aziz İmam Humeyni (ra) ve mübarek-nurani
‘Rukun’ ve ‘Yardımcıları’nın önderliğinde şahlanan dünyanın
müslüman mustaz’af halkları tarafından büyük çaplı bir hezimete uğratılmış, ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nın nüvesi, temeli ve
Resûlûllah(asm)’ın ‘Hicret-i Seniyyesi’nin İlâhî hedefi’nin günümüzdeki zuhuru ve tecellisi olan “Muhammedî İslâm Cumhuriyeti” ‘İran coğrafyası’nda kurulmuştur.
Tağuti rejimlerin saltanatını şimdiden sarsmaya; bir
kısmını da tarihin çöplüğüne atmaya; arz ve semâvatı cûş-u
huruşa getirmeye; İlâhî tecelli/Kevser-i Rabbanî ve Nur-u
Muhammedî olarak tekrar doğup fışkırmaya, insanlara gerçek iman ve İslâm’ın ne demek olduğunu göstermeye başlamıştır. İşte; asırları kuşatan Muhammedi İslâm İnkılâbı, şu
cahilî karanlıklara gömülü, bîçâre asrımızda tekrar zuhur etmiş; kâinatı titreten bir celâdet, heybet, azamet ve kahramanlıkla Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem Efendimi-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
153
zin, yukarıda bahis konusu edilen hicret öncesi ve hicret boyunca tezâhür eden İlâhî muhteşem sahnelerinden zamanımıza sıçramakta; imanlı gönülleri kıyam, cihad, şehadet ateşiyle
yakıp tutuşturmaktadır...
Yüce Resûlûllah (asm) Efendimizin hicret öncesinde ve
esnâsında mazhar olduğu İlâhî ‘hıfz’ ve ‘siyânet’ gibi; asrımızın
tağutî güçlerine âit istihbarat teşkilâtlarının her türlü tecessüs
ve tarassut fâaliyetleri karşısında inkılabî Müslümanların da
aynı derecede ‘Hıfz-ı İlâhiyeye’ mazhar olabilmeleri mümkündür inşâallah... Zirâ; tağutî güçlerin haber alma örgütleri ve
sistemleri, ne kadar güçlü olursa olsun, Allah-u Teâlâ’nın koruması olduğu sürece, asla hiç bir te’sir icrâ edemez! Bütün
mükevvenâtın yaratıcısı ve yöneticisi olan Allah-u Teâlâ, her
şeyin mutlak hâkimidir. O’nun izni ve irâdesi olmadan, hiç bir
zerre yerinden kıpırdayamaz. Akıllar O’nun müsaadesiyle işlemekte, kalpler O’nun havliyle değişmekte, hisler-duygular
O’nun irâdesiyle sezmekte, gözler O’nun emriyle görmekte,
kulaklar O’nun izniyle duymakta, eller ve ayaklar O’nun dilemesiyle ve gücüyle tutup yürümektedir. Ondan dolayı da,
tağutî güçlerin gözlemeleri-gözetlemeleri Allah-u Teâlâ’nın
müsaadesi olmadan, hiç bir fonksiyon icrâ edemez; en modern cihazları bile işlemez duruma gelir.
Kalpleri üzerine mühür vurulmuş bulunan kâfirlerin,382
her cihette kör ve sağır durumda oldukları bir vâkıâ olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ruh ile cesed, madde ile mana arasındaki ilişkiler ve karşılıklı te’sirler müvâcehesinde konuya
baktığımız zaman, kâfirlerin ne kadar kof, kör ve sağır birer
382
Bakara(2): 7; En'âm(6): 46; Araf(7): 100-101: Tevbe(9): 87, 93; Muhammed(47): 16; İlââhir…
154
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yaratık oldukları daha iyi anlaşılır. Allah, onların kalplerinin
ve kulaklarının üzerine mühür vurmuştur. Ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır…”383 Deki: Söyleyin bakalım! Eğer
Allah, kulağınızı ve, gözlerinizi alırsa ve kalblerinizi mühürlerse, Allah’tan başka onu size getirecek ilah kimdir?...”384; bir
ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse; içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Kâfirlerin yapmakta
oldukları şeyler kendilerine, öyle süslü göründü!”385; “... Onların kalpleri vardır, onunla fıkh etmezler; gözleri vardır,
onunla görmezler; kulakları vardır, onunla işitmezler. İşte
bunlar hayvanlar gibidir. Belki daha da sapıktırlar. Gafil
olanlar işte bunlardır!”386
Kalp, göz ve kulak gibi istihbarat ve bilgi alma duyu ve
duygu organları üzerine mühür vurularak, fâaliyetleri sıfıra
indirilmiş olan kâfirlerin, ‘İnkılabî Müslümanlar’ aleyhinde
başvurabilecekleri her türlü komploların akamete uğrayacağına dâir vaad-i İlâhî vardır… Yeter ki Allah’a karşı büyük ve
tam bir tevekkül içerisinde bulunulsun! Evet, şüphesiz ki, bütün Âdemoğullarının kalpleri bir kalp gibi Rahman’ın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu dilediği yere çevirir.”387 Madem ki kalp ve sâir tüm duygular ve organlar Allah-u Teâlâ’nın tasarrufu altındadır, hiç kimse ondan izinsiz
tek adım atamaz, hiç bir şey düşünemez, hiç bir şeye niyet
edemez ve güç yetiremez, o halde, kâfir güçlerin milli istihbarat teşkilatları ve haber alma örgütleri hiç bir halt edemez!...
383
384
385
386
387
Bakara(2): 7
En' âm(6): 46
En'âm(6): 122
A'raf(7): 179
Sahih-i Müslim (Terc.): 10/633-634; (Arapça): 3/2045
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
155
Müslümanlar hakkında kuracakları her türlü tuzaklar kendileri
aleyhine dönecek, her türlü komploları, hile ve plânları akamete uğrayacaktır. Onlar hileye saptılar. Allah da onların o hilekârlıklarına mukabele etti. Allah, hilekârlığa karşı ceza verenlerin en hayırlısıdır.”388; “... Onlar bu tuzağı kurarlarken, Allah
da onun karşılığını yapıyordu. Allah, tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.”389; “ Onlar, gerçekten alabildikçe
hileler düzerler. Ben de onların hilelerini (ceza ile) karşılarım.
(hilelerini boşa çıkarırım)390 muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.”391
Yerin ve göklerin mülkü , ‘orduları’ ‘hükümranlığı’,
‘güç ve izzetin tümü’ Allah-u Teâlâ’ya âittir.392 Allah’a dayanan ve O’nun sonsuz kuvvetine ve himayesine sığınan bir
müslüman için, artık hiç bir endişe söz konusu değildir. Hiç
bir beşerî güç, böyle bir müslümana aslâ dokunamaz. Ta ki;
Allah-u Teâlâ’nın ‘imtihân’ gayesine yönelik müsaadesi
ola!... O’nun izni ve müsâadesi dışında, kefere güçlerin ve
onların bütün istihbarat teşkilâtlarının ve silahlı kuvvetlerinin
müslümanlar üzerinde hiç bir etkisi olamaz!... O’nun için,
Hizbullahî Müslümanlar dâima Allah-u Teâlâ’ya sığınmalı,
O’na güvenmeli, O’na tevekkül etmelidir...
388
389
390
391
392
Al-i İmran(3): 54
Enf âl(8): 30
Târık(86): 15-16
Nisa(4): 76
Nisâ(4): 131-132, 139, 171; Mâide(5): 38, 95, 118; Bakara(2): 107, 284; Al-i İmran(3): 26, 189; En'âm(6): 57, 62; Enfâl(8): 10, 49, 63, 67; A'raf(7): 87, 158;
Tevbe(9): 40, 71, 116; Hûd (11): 45, 66; Yunus(10):109; Yusuf(12): 40, 67, 80;
Nahl(16): 52; Taha(20): 8; Hac(22):40, 74; Kasas(28): 70; Rum(30): 26;
Câsiye(45): 27; Feth(48): 4, 7, 14, 19; Şûrâ(42): 3, 19; Hadid(57): 1, 25;
Mücâdele(58): 21; Buruc(85): 9; Tîn(95): 8; Münâfikun(63): 7; Fatr(35): 10.
156
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Evet; “...Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.”393; “...Allah, onların gizlice ne plânlar kurduklarını yazıyor. Onun için onlardan yüz çevir (aldırış etme!) Allah’a
güvenip dayan… Ve Allah, bir vekil olarak (sana) kâfidir.”394;
“... Hâlbuki kim Allah’a tevekkül edip güvenirse (o galib olur
çünkü onun dayandığı) Allah, hiç şüphesiz mutlak galib, tam
hüküm ve hikmet sahibidir.”395;… “De ki: Bana Allah yeter!
O’ndan başka hiç bir ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül
ettim. Ve O, büyük arşın sahibidir.”396; “Şüphesiz ben, benim
de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Hareket eden hiç bir yaratık yoktur ki, alnında (perçeminde) O
tutmasın. Benim rabbim, gerçekten sırat-ı müstakim üzerindedir.” “...Rabbim sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de
O’na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Şüphesiz benim rabbim, her şey üzerinde koruyucu ve gözetleyicidir.”397; “Benim gerçek kullarım (var, ya!) (ey iblis!) Senin (ne direkt ne
de endirekt) 0nlar üzerinde hiç bir tasallutun (hâkimiyetin)
yoktur! Rabbin (onlara) vekil olarak kâfidir.”398; “Allah’a güvenip dayan! Koruyucu olarak Allah yeter!”399; “De ki Allah
393
394
395
396
397
398
399
Al-i İmran(3): 122
Nisa(4): 81
Enfâl(8): 49
Tevbe(9): 129
Hud(11): 56-57
İsrâ(17): 65 "Şimdi, Kur'an okumak istediğin zaman, hemen o kovulmuş
şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu şu ki; iman edip de Rablerine tevekkül
edenler üzerine onun (şeytanın) hiç bir sultası (hâkimiyeti) yoktur, onun
(şeytanın) sultası ancak kendisini veli (dost, rehber ve yönlendirici) edinenlere ve Allah'a şirk koşanlaradır." (Nahl(16): 98-100)
Ahzab(33): 3 “O (Allah'tır) kî, kıyam ettiğin zaman seni görendir ve secde
edenler içinde dolaşmanı da... Çünkü her şeyi künhü ile işitip bilen O’dur!”
(Şuâra(26): 218-220); “O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş'a istiva edendir. Yere giren, oradan çıkan, gökten inen, oraya yükselen (bütün)
şeyleri o bilir. Nerede olursanız olun, O, (dâima) sizinle beraberdir. Ne ya-
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
157
bana yeter! Güvenip dayanacaklar da, ancak O’na güvenip
dayanır.”400; “Kâfirlere ve münafıklara aslâ boyun eğme! Onların ezâlarına (şimdilik) aldırış etme! Allah’a güvenip dayan!
Siyanet edici olarak Allah yeter!”401... gibi ayet-i kerimeler,
mü’minlerin sâdece Allah’a tevekkül etmelerinin lâzım geldiğini ders verirken, Allah’a dayanan ve O’na tevekkül edenlerin de “İlâhî hıfz, inayet, siyanet, koruma ve himâye” altında
olduklarını garanti altına almaktadır…
Allah’ın yüce Resûlü (asm), Mekke’de ve Hicret-i
Seniyye esnasında o kadar tâ’kibata, tazyikata ve tarâssudât’a
ma’ruz kaldığı, bütün müşriklerin hedefi haline geldiği halde
Allah-u Teâlâ tarafından ‘‘muhafaza” edilmiş; Cenabı Hakk
yüce Habibini düşman güçlerin habis gözlerinden ve su-i niyetlerinden korumuş, kudurmuş düşmanların her nevi hile, tuzak, desise ve planlarını akâmete uğratmıştır. Her asr’a şâmil
bulunan bu ‘Sünnetullah’, zamanımızda da aynen ‘hükümfermâ’dır. Onun için, ‘İnkılabî Müslümanlar’, kendi bölgelerine hâkim olan tağutî güçlerin istihbârât ve casusluk faaliyetlerinden aslâ endişeye kapılmamalı, o habis güçlerin peşinde
400
401
parsanız, Allah hakkıyla görücüdür. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. (Bütün) İşler ancak O'na döndürülür. O, geceyi gündüzün içerisine sokar, gündüzü de gecenin içine katar. O, sinelerde gizlenen her şeyi hakkıyla bilendir." (Hadid(57): 4-6); “Şüphe yok ki ne yerde, ne de gökte hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz.” (Al-i imran(3): 5); "Zira senin rabbin şübhesiz ki râsad
(gözetleme) yerindedir." (Fecr(89): 14); “Allah, gözlerin hâin bakışını da bilir; göğüslerin (kalplerin) gizlediğini de (bilir)…" (Mü'min(40) :19); ilaahir...
gibi ayetler, bizlere “tağutî güçlerin gizli istihbarat ve haber alma teşkilatlarının tarassut ve taharrilerinden” aslâ çekinilmemesini; sâdece Allah'tan
çekinilip sakınılmasını, zira; her türlü açık ve gizli niyet ve hareketlerimizi
ancak Allah-u Teâlâ'nın görüp işittiğini ve bildiğini, 'güven ve itmi'nan
vererek' ders vermektedir...
Zümer(39): 38
Ahzab(33): 48
158
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
oldukları imajı içerisinde bulunmamalıdırlar. Allah-u Teâlâ’nın Alim, Semî, Basir, Habir, Muhit, Musi, Hakim, Mürid,
Kadir, Metin ve Aziz olduğu bilinmeli; tağutî güçlerin ellerinde bulunan istihbarat ve haber alma cihazları ne kadar modern olurlarsa olsunlar, böyle bir vasfa -asla- sahib olamayacakları, Allah’ın izni olmadan, onların bütün teknolojik aygıtlarının faaliyete geçemeyeceği katiyyen idrâk edilmeli ve buna ‘kuvvetli, yakinî bir iman’ hâsıl olmalıdır...
“Biz onların önlerine bir engel, arkalarına bir engel
(sed) çektik. Böylece onları sarıverdik, artık görmezler.”402
Ayet-i kerimesi, bu hususta gayet net ve sarih bir ifade kullanmakta, tâğûtî güçlerin casuslarından müslümanların asla
çekinmemelerini, o habis ajanların her nevi tâ’kibatından ve
gözetlemelerinden hiç bir endişeye kapılmamalarını, zirâ Allah-u Teâlâ’nın onların önlerine ve arkalarına birer set çekerek, gözetlemelerini engelleyeceğini ders vermekte, böylece
gerçek Hizbullâhî mü’minlerin gönüllerine ‘şifa ve itmi’nan
bahşetmektedir. Bundan dolayı, Allah’ın yüce Resûlü (asm)
ve nurlu Eshabı ile onların izlerinde yürüyen gerçek
müslümanlar, daima İlâhî hıfz, inayet ve siyânet altında bulunmuş, tağutî güçlerin casuslarının ta’kibinden ve gözetlemelerinden korunmuşlardır. Asrımızda, yüce Resûl’ün (asm)
isr-i pâkinde yürüyerek Muhammedi İslâm’ı ihya ve ikame
edip, Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nı gerçekleştiren İran’ın
Hizbullahî ümmeti ve Şanlı İnkılâb Rehberi de, asrın büyük
tağutu Amerika ve onun bölge uşağı habis rejimi ve onların
dünyayı bir ‘ağ gibi kaplamış casusluk teşkilatları tarafından
emsalsiz tarassut, ta’kibât, taharri, desise, entrika, komplo, tu402
Yâsin(36): 9
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
159
zak ve hilelere ma’ruz bırakıldığı halde Allah-u Taâla’nın büyük hıfzı ve himayesi sayesinde, hiç bir zarar görmeden İslâm’ın yüce hedefine ulaşmış, tağutî güçlerin etkilerini bir kısım bölgelerde tamamen yıkmış, bir kısım bölgelerde de asgari
düzeye indirmiş, böylece dünya müslümanlarına ve mustazaf
halklara ‘yeryüzünün varisi ve hâkimi olma’ hususunda ‘ümit
ışığı’ olmuştur...
Büyük Şeytan Amerika’nın, rehine alınmış mel’un casuslarını sözde kurtarmak için, aylarca yaptığı hazırlıklar sonucu başvurduğu askerî operasyon da, dünya kamuoyunun
önünde rezil-ü rüsvay olması; ay yüzeyine yumuşak iniş yapacak kadar ileri teknolojisi(?) ile Tahran yakınlarındaki düz yere, normal iniş yapamaması; hava indirme filolarının havada
iken ‘kum orduları’ tarafından tar-u mâr edilmesi; Tabes hezimeti diye Fil Vak’ası gibi tarihe geçmesi; ve daha ona benzer
yüzlerce mu’cizevî olayların İran‘da, Lübnan’da, Afganistan’da, Filistin’de ve sâir yerlerde vuku bulması, Allah’a dayanan ve sığınan Müslümanların ‘İlahi himaye ve muhafaza’ altında olduklarını olacaklarını güneş gibi isbât etmektedir.403
403
Zirâ: "Allah (öyle Allah’tır ki,) kendinden başka hiç bir ilah yoktur, (O) Hayy'ülKayyum'dur (Zâtıyla ezelî ve ebedî hayat ile diridir. Yaratıklarının her an tedbir-ü hıfzında yegâne Hâkim’dir, her şey onunla Kâim'dir.) O’nu, ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerde ne varsa, yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş? O, (mahlûkların) önlerindekini, arkalarındakini, (yaptıklarını, yapacaklarını; bildiklerini, bilmediklerini; açıkladıklarını, gizlediklerini; dünyalarını, ahiretlerini; hülâsa: her
şeyini,) bilir. (Mahlûkat) O'nun ilminden yalnız kendisinin dilediğinden başka
hiç bir şeyi (kabil değil) kavrayamazlar. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kucaklamıştır ki (o kadar) Vâsi'dir. Bunların muhafazası (nigâhbanlığı) O'na ağır da
gelmez. O, çok yüce, çok Azim'dir." (Bakara(2): 255) ayeti ile benzerleri,
Hizbullâhî müslümanlara 'kendileri aciz de olsalar, uyuya da kalsalar; Allah'ın
kendilerini muhafaza buyuracağını, uyku-uyuklama ve acziyetten müstağni
olan Allah'ın dâima nigahban olduğunu ders vermektedir. işte; İslâm inkılâbı-
160
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Şu halde; inkılabî müslümanlar, kâfir güçlerin ve tağutî
düzenlerin hilelerine, karşı Allah-u Teâlâ’ya büyük bir vecd ve
istiğrak içerisinde intisâb ve tevekkül etmeli, bu tevekkül içerisinde İslâmî hizmetlere ve inkılâbî hareketlere büyük bir aşk,
huzur, sükun, güven ve itmi’nan-ı kalb içerisinde devam ederek İslâm’ın mutlak hakimiyetini tahakkuk ettirme, tağutî düzenleri alaşağı etme, böylece İlahî rızâya kavuşma hedefine
doğru emin ve vakur adımlarla ilerlemelidir... Bu yolda hareket ve ilerleyiş, bizleri umulan hedefe (İlâhı rızâ’ya) kavuşturmuş ve ‘sââdet-i dareyn’e’ ulaştırmış olacaktır, inşaallah...
Önemli olan, bu İlâhî evâmire uymak ve mezkûr İlâhî hedefe
doğru yürüyerek, o yolun ‘istikrarlı’ yolcusu olmaktır...
Velhâsıl; dünyayı talan eden emperyalist güçler, millî
istihbarat teşkilâtları ve haber alma örgütleri denen casusluk
ağlarıyla,
dünyanın
mustaz’af
halklarını,
bilhassa
müslümanları psikolojik yönden ürkütüp korkutmak istemekte; ta’kip ediliyoruz, gözleniyoruz!..” imajı uyandırarak,
inkılâbî hareketlerini ve faaliyetlerini ‘engelleme, köstekleme’
ve onlardan caydırma politikası ta’kip etmektedir. İnkılabî
müslümanlar, tağutî güçlerin bu tür bütün tehdit edici ve
gözdağı verip ürkütücü söz ve rollerinin, ‘blöf’’den öte hiç bir
nın önderleri ile bekçilerinin uykuda olduğu bir zamanda ve saatte, İran'a havadan gece indirmesi yapmak isteyen Amerikan müstekbirliği, daima Hayy
ve Kayyum olan, daima 'uyanık' (Semi, Basir ve Alim) bulunan Allah-u Teâlâ'nın sevk ettiği 'toz, toprak ve kum’ orduları ile büyük bir hezimete uğratılmıştır. Böylece; Allah'a gerçekten teslim olmuş ve O'nun dinine yardımı gaye
edinmiş olanların, Allah-u Teâlâ'nın bil-mukabele hem de çok büyük yardımlarına mazhar olacakları da anlaşılmıştır. Nitekim "Ey iman edenler! Eğer siz
Allah(ın dinine, şeriatın)a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar (kaydırmaz). Kâfirlere gelince: Düşüş onlara! Ve (Allah) onların (her türlü) amellerini (hareketlerini) boşa çıkarmıştır." (Muhammed(47):
7-8) İlahî va'di, bu hususu nâtık bulunmaktadır…
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
161
anlam ifade etmediğini, Allah-u Teâlâ’nın hükmü ve takdiri
olmadan, hiç kimsenin hiç bir şey yapamayacağını, Allah’a
tevekkül edenlerin ‘ilahî hıfz ve himaye’ altında bulunmuş
olacaklarını, neticenin ‘harekete’ etki etmeyeceğini, yâkinen
bilmeli; “Hasbünallahü ve ni’melvekil” diyerek, İlâhî ve
inkılâbî hedeflerin gerçekleştirilmesi için yarış içerisine girmelidirler. Allah’ı, resulleri, evliyayı, şühedâyı, yerdeki ve göklerdeki tüm mü’minleri memnun edecek; kâfirleri, müşrikleri,
mürtedleri, münafıkları ve tağutî tüm güçleri de üzecek, kudurtup öldürtecek ve yıkacak olan, ancak bu net Hizbullahî
tavır ve hareket olacaktır, vesselam...
35-) Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efendimizin Hicret-i Seniyyesi; İslâmî şehâmet, şecaat, azamet, cesâret ve kahramanlık cihetiyle de ‘harika tablolar’ sergilemekte, inkılabî müslümanların ‘hatlarını ve tarz-ı hareketlerini’ ta’yin etmektedir. Bunları kısaca özetleyecek olursak:
a-) Mekkeli müşrikler, yüce Resûlü (asm) ortadan kaldırma kararları aldıkları halde, Allah’ın Resûlünde (asm) en
küçük bir tedirginlik görülmemiş, hayat endişesine azıcık da
olsa kapılmamıştır.
b-) Hicret gecesi, yanına Hazret-i Ali’yi alarak
Ka’be’nin damı üzerindeki putu parçalamaya gitmesi, İslâmî
metanet, güven ve yakin-i imanın şahikasıdır. Zirâ öldürülmekten çekinip, alel-acele ‘başının çaresine’ bakması beşerî
zaruretlerden olduğu halde; böyle bir çâreye, korkuya, paniğe aslâ kapılmadan, kâfirlerin üzerlerine üzerlerine yürümesi, putlarını yerle bir ederek yoluna devam etmesi, İlâhî
da’vadaki azmini, sebatını, güvenini ve ‘itmi’nan-ı kalbini’
162
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ortaya koymakta, ‘dünyaya korku ve dehşet’ salmak isteyen
kâfirlere beş para ehemmiyet vermediğini göstermektedir.
c-) Kâfir güçler, baştan ayağa kadar silahlı olarak evinin
etrafını ‘kuşatma altına’ aldıkları halde; en küçük bir endişe,
korku ve sarsıntı alameti göstermemesi büyük bir salâbet içerisinde bulunması, yüce Resûlün (asm), ne kadar azametli ve
kuşatıcı bir iman, itmi’nan ve yakin üzere bulunduğunu, sultan-ı arz ve semâvat olan Allah-u Teâlâ’ya nasıl ve ne kadar
‘güven ve tevekkül’ hâlinde olduğunu göstermekte, ümmetine
-her cihette olduğu gibi- bu hususta da büyük bir örnek ve
numune-i imtisal olmaktadır.
d-) Bilhassa, mübarek hânesinin etrafını saran ve kuşatma altında bulunduran, hâkim güçlerin kan içici canavarlarını yararak aralarından çıkıp gitmesi, okuduğu Kur’an
ayetlerini Allah-u Teâlâ’nın korumasına ve himayesine vesile
kabul etmesi ve yakinî bir iman ve itmi’nan ile gözlerine baka baka yanlarından geçmesi, yüce Resûlün (asm) kâfir güçlerden, onların her türlü tehdit, tedhiş ve tecâvüzlerinden
‘zerre kadar’ çekinmediğini, onların âleme dehşet saçan silahlı güçlerine beş paralık değer vermediğini, Allah’tan başka
hiç kimseden hiç bir korkusunun bulunmadığını göstermekte;
inkılabî müslümanların da böyle olmalarının lazım geldiğini
ders vermektedir…
e-) Hazret-i Ali’nin Resûlûllah (asm)’ın hanesinde,
Efendimizin yatağına girip yatması ve yüce Resûl (asm)ün libasına bürünerek örtünüp uzanması ve huzur içerisinde
uyuması; o mübarek imamın, ne kadar güçlü ve yakinî bir
iman üzere bulunduğunu, yüce Resûle (asm) her cihetten olduğu gibi, bu cihetten de ‘en büyük varis’ olduğunu, bu
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
163
kudsî bir cesarete, şecaate ve kahramanlığa ümmetten bir
başka kimsenin kavuşamadığını güneş gibi gösterip isbât etmektedir. Zira ölüm ihtimâli %100’lük olan böyle bir durumda; ‘iman-ı kamilin’ en üst düzeyinde olamayan, ‘yakin
derecesi a’zâmi’ ölçüde bulunmayan, şecaat ve şehamet-i
İslâmiye’nin zirvesinde bir hayat yaşamayan bir kimsenin bu
derece ‘hal-i itaat’ üzere bulunup, emr-i Nebeviyye’ye
inkiyad etmesi, en küçük bir itiraz, şek ve şüphe içerisine
girmeden ‘tam bir teslimiyet” içerisinde bulunması, gayet sakin ve huzurlu bir şekilde ‘uyuması’ mümkün değildir...
f-) Resûlulah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve Sellem
Efedimizin, hazret-i Ebubekir’in evine gidip O’nunla birlikte
sevr dağına çıkmaları ve mağaraya sığınmaları olayı da, ayrı
bir kahramanlık, cesaret, şecaat ve ‘yakin-î iman’’ sahnesini
canlandırmaktadır. Bilhassa, eli silahlı Mekkeli müşriklerin
mağaranın ağzına kadar gelip dayandıkları ve ayak sesleri
geldiği halde, Allah’ın yüce Resûlü(asm) tarafından azıcık bir
endişe, huzursuzluk ve tedirginlik alâmeti gösterilmemesi,
Hazret-i Ebubekir’in endişelenerek; “ Ya Resûlûllah! Müşrikler
gözlerini eğse de bir baksalar, muhakkak ki bizi görürler.” demesi üzerine; “Sus, ya Ebabekir! iki arkadaş ki, Allah onların
üçüncusü ola, (o zaman) hiç endişe edilir mi?” diyerek404 onu
teskin etmesi,405 bunun benzerinin Suraka b. Malik b.
Cüşüm’ün kendilerine yolda kavuşacağı ve öldürmeye kasd
ettiği zamanda da vukubulması; yine endişelenen ve, “Ya
Resûlûllah bu gelen ünlü süvari Süraka dır, ki bize yetişti!” di404
405
Buhari(Arapça): 4/263; Zübde'tül-Buhari: 694; Tecrid: 10/115-116; El-Bidâye:
3/181-182; Kenz'ül-Ummâl: 8/329; Ebu Nuâym-Delâil: 2/213; Beyhâka Delâil:
2/213; Asr-ı Saadet: 1/199; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 1/335-336; İslâm Tarihi (Mekke Devri): 6/160-161; Zâd'ül-Meâd: 2/59.
Bakınız; Tevbe(9): 40.
164
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yen Hazret-i Ebubekir’e; “Asla mahzun olma! Çünkü Allah bizimledir.”406 diyerek sükünet, mehabet, vakar ve ciddiyet içerisinde bulunması ve ‘Cihanşümul İslâm İnkılâbı’nı gerçekleştirmek üzere çıktığı yolculuğuna devam etmesi, yüce Resûlün
(asm); akl-ı beşerin ve havsalanın alamayacağı ve ihata edemeyeceği büyük bir iman, yakîn, sekinet, emniyet, itmi’nan,
huzur, azamet, heybet, cesaret, şecaat, şehamet ve kahramanlık üzerinde olduğunun bariz alâmetidir. Ki, gerçek mü’minlerin
ve ‘İnkılabî Müslümanların’ da o yüce Resûle (asm) iktidâ ederek, aynı veya yaklaşık tavrı ve çizgiyi kendi hayatlarında ve
bölgelerinde göstermeleri; İslâm düşmanı tüm parazit güçlere
karşı kahramanca mukabele etmeleri; onların silahlı güçlerinden, askeri kuvvetlerinden asla çekinmemeleri; Muhammedi İslâm’ın hâkimiyeti ve İslâm İnkılâbı’nın İlahi hedeflerinin gerçekleştirilmesi için büyük bir seferberlik içerisine girmeleri, en büyük İlâhî bir vecibe olarak tebellür etmektedir...
Evet; şu fâni dünyada, fâni bir varlık olarak sadece Allah’a ibadet etmesi için yaratılmış bulunan insanoğlu;407 Allah’a gerçekten iman edip, kulluğun tüm gereklerini yapmakla
mükellef bulunmaktadır. Bu İlâhî mükellefiyet boyunca, can,
mal, evlâd, amel, hareket, cihâd ve ideoloji hususunda büyük
imtihanlarla karşı karşıya bulunan408 mü’minler; ebedî hayatı,
406
407
408
Ahmed İbn-i Hanbel: 4/176; Sahih-i Müslim(Terc.): 10/495 (Arapça): 3/2310;
İbn'ül-Esir (Terc.): 2/106; İslam Tarihi (Mekke Devri): 6/179; El- Bidâye
Ven'nihâye: 3/187; Tabakat-ı İbn-i Sa'd: 4/366.
Zâriyât(51): 56.
Bakara(2): 155-157, 214, 246-251; Al-i İmran(3): 142, 152, 154, 166, 167, 186;
Mâide(5): 48; En'am(6): 165; Enfâl(8): 17, 28; Tevbe(9): 14-16, 23-25;
Ankebut(29): 2-3; Enbiyâ(21): 35; Nahl(16): 92-93; Muhammed(47): 4, 31;
Hucurat(49): 3; Münâfikun(63): 9-11; İlââhir…
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
165
saadet-i dareyni ve rızâ-i İlahi’yi kazanabilmenin yolunu aramalı ve bütün imkânlarını bu yolda seferber etmelidir.
“Her nefsin ölümü tadacağı”409 şu fâni dünyada İlâhî
emirler ve inkılâbi hedefler doğrultusunda çalışmak, böylece
Allah’a gerçekten kul ve asker olmayı isbatlamak, her aklı
başında olan mü’minin en büyük vazifesi ve en yüce gâyesi
olmalıdır. Allah’ın yüce dinine karşı amansız savaş açmış bulunan tağutî güçlere karşı, Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve
Âlihi ve Sellem ve şanlı Eshabı gibi savaş açmak, bu mel’un
güçlerin dünya üzerindeki saltanatlarını yıkmak için çabalamak her müslümanın temel görevidir. Bu hususta, gelecek
musibetler, zulümler, baskılar, işkenceler ve ölümler; bizleri
bu ulvî davadan ve mukaddes yoldan ayırmamalıdır. Hatta
azıcık bir tekâsüle, ye’se ve moral bozukluğuna da mahal
vermemelidir; aksine daha büyük bir cehd ve gayrete kaynak
ve muharrik unsur olmaya amil olmalıdır.
“Şüphesiz ki Allah, hak yolunda (muharebe ederek
düşmanları) öldürmekle, kendileri de öldürülmekte olan
mü’minlerin canlarını ve mallarını -kendilerine cennet (vermek) mukabilinde- satın almıştır. (O’nun) Tevrat’ta, İncil’de
ve Kur’an’da (zikrolunan bu va’di) kendi üzerinde hak bir
va’ddir. Allah kadar ahdine vefa eden kimdir? O halde (ey
mü’minler) Yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin
(ki) bu, en büyük saadettir.”410; “Ey iman edenler! Sîze öyle
bir kazanç göstereyim mi ki, sîzleri acıklı bir azaptan kurtarıversin? Allah’a ve peygamberine iman edip mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda mücâhede edersiniz... Bu, sizin
409
410
Al-i İmran(3): 183; Enbiya(21): 35; Ankebut(29): 57; Vakıâ(56): 60.
Tevbe(9): 111; ayrıca, bakınız; Ebu Davud (Terc.): 3/444-446; (Arapça):
3/42-43.
166
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
için çok hayırlıdır; eğer bilirseniz!... (O zaman) Allah, günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, adn
cennetlerindeki güzel ve hoş saraylara koyar. İşte bu, en büyük kurtuluştur. (bundan) başka bir kazanç daha (var) ki;
onu seveceksiniz: (Bu, dünyada da) Bir zaferdir ve yakın bir
fetihdir. (Onun için) Mü’minleri müjdele!”411 Ayetlerinde
bahsedilen ‘ebedi ve lâhutî ticâret’ kapısını açmalı, Allah’ın
dininin hâkim kılınması uğrunda canların feda edilmesinden
aslâ kaçınılmamalıdır. ‘Şehâdet’ adı verilen bu kutlu ticâret,
her mü’min için en büyük ideal hâline gelmeli, hayatının en
ulvi ve kudsî hedefi olmalıdır. “Allah yolunda öldürülmüş
olanlar için ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz
iyice anlamazsınız.”412; “Allah yolunda öldürülenleri sakın
ölüler sanma. Bilakis onlar, rableri katında diridirler. (öyle ki,
Allah’ın) lütf-u inayetinden, kendilerine verdiği (yüksek dereceler) ile hepsi de şad olarak (cennet ni’metleriyle)
rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da: “Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar, mahzun da
olacak değillerdir! Diye, müjde vermek isterler. Onlar Allah’tan (gelen) bir ni’metle, (hatta) daha fazlasıyla ve Allah’ın, mü’minlere olan mükâfatını zâyi’ etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.”413; “Artık ahiret (saadeti) yerine, (geçici)
dünya hayatını satacak olanlar, Allah yolunda mukatele (savaş) etsin. Kim Allah yolunda vuruşup da öldürülür, yahut
(düşmanlara) galebe ederse ona pek büyük bir ecir verece411
412
413
Saff(61): 10-13.
Bakara(2): 154
Al-i İmran(3): 169-171; konuyla ilgili olarak bakınız, Ebu Davud (Terc.):
3/434; (Arapça): 3/32-33; Sahih-i Müslim (Terc: 9/81; (Arapça): 2/15021503; İbn-i Mâce (Terc.): 7/522; (Arapça): 2/936 Terğib ve Terhib (Terc.):
3/234, 240-241.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
167
ğiz.”414; “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri (cihadda sebat
edeceklerine dâir) sözde sadakat gösteren nice erler var! İşte
onlardan kimi adadığını ödedi (şehid oldu) kimi de (şehid
olmak için sıra) bekliyor. Onlar hiç bir suretle (ahidlerini) değiştirmediler. Çünkü Allah, sadık olanları (bu) sadakatları sebebiyle mükâfatlandıracak(tır)...”415
Şu halde, Allah’a gerçekten iman etmiş olanların kâfirlerden ve şeytanî güçlerden havf edip korkması aslâ mümkün değildir. Kâfirlere karşı büyük bir izzet, şiddet ve azamet
içerisinde bulunan Müslümanlar,416 güç ve izzetin Allah’a,
Resûlü’ne ve gerçek mü’minlere ait olduğunu,417 gerçekten
iman etmiş olanların üstün olduklarını ve onların gevşeyip
mahzun olmalarının caiz olmadığını418 yakinen bilir ve ona
göre de hatt-ı hayatını tanzim eyler...
“... Muhammedin nefsinin yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben Allah yolunda gaza ederek öldürülmeyi, sonra yine gaza ederek öldürülmeyi, sonra yine gaza ederek öldürülmeyi pek arzu ederim.”419; “Şehitten başka
cennete giren hiç bir kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi ve
yeryüzündeki her şeyin kendinin olmasını dilesin. Şehid ise,
gördüğü ikramdan dolayı (tekrar dünyaya) dönmeyi ve on
414
415
416
417
418
419
Nisa(4): 74.
Ahzâb(33): 22-23; ayrıca bakınız, Tirmizi (Terc.): 3/194-195 (ArapçaK.Sitte Serisi): 4/177-178; Terğib ve Terhib (Terc.): 3/215.
Mâide(5): 54; Fetih(48): 29.
Nisâ(4): 139; Fatır(35): 10; Münâfikun(63): 8
Al-i İmran(3): 139
Sahih-i Müslim (Terc.): 9/63, 65; (Arapça-K.Sitte Serisi): 2/1495-1497;
Neseî (Tercüme): 6/373, 404; (Arapça-K.Sitte Serisi): 6/8, 32-33; İbn-i
Mace (Terc.): 7/464; (Arapça): 2/920; Buhari (Arapça-K.Sitte serisi): 3/203
168
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
defa öldürülmeyi temenni eder.”420; “Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.”421; “Şehidin ölümden duyduğu acı,
ancak sizden birinin çimdiklemeden duyduğu acı gibidir.”422;
“Şehidin (kul) borcu hariç, bütün günahları affolunur.”423 “Allah yolunda şehid edilmem, bana göçebe ve yerli (tüm) halkın
benim olmasından, daha sevimlidir.”424; “... Kim, mü’min
olup canı ve malıyla Allah yolunda cihad eder, düşmanla karşılaşınca öldürülünceye kadar savaşır. İşte bu, imtihana tâbi
tutulan şehid, Allah’ın arşının altındaki cennetindedir. Ondan,
peygamberler ancak, peygamberlik derecesinin faziletiyle üstün olurlar.”425; “Kim samimi bir kalple şehid olmayı dilerse,
yatağında da ölse, Allah onu, şehidlerin makamına eriştirir.” 426;
“Hiç bir nesne, Allah’a ‘iki damla’ ve ‘iki iz’den daha sevimli
değildir: Allah korkusundan akan (göz) yaş(ı) damlası ile Allah
yolunda (savaşta) akıtılan kandamlası. İki iz’e gelince: Allah
420
421
422
423
424
425
426
Buhari (Arapça): 2/202-203; Zübde'tül-Buhari: 473-474; Sahih-i Müslim
(Terc.): 9/68-69; (Arapça): 2/1498; Tirmizi (Terc.): 3/194, 207; (Arapça):
4/176, 177, 178; Sünen-i Neseî(Terc.): 6/405; (Arapça): 6/33; İbn-i Mâce
Terc.) :7/522, 524; (Arapça): 2/936-937; Terğib ve Terhib (Terc.): 3/212, 214.
Tirmizi (Terc.): 3/207; (Arapça): 4/187-188; İbn-i Mâce (Terc.): 7/520; (Arapça-K.Sitte Serisi): 2/935-936; Ebu Davud (Terc.): 3/435; (Arapça-K. Sitte Serisi ): 3/34; Terğib ve Terhib (Terc.): 3/221; İlââhir...
İbn-i Mâce (Terc.): 7/527; (Arapça): 2/937; Sünen-i Tirmizi (Tercüme): 3/210;
(Arapça): 4/190; Sünen-i Neseî (Terc.): 6/409; (Arapça): 6/36; Terğib ve
Terhib (Terc.): 3/220-221; Ahmed ibn Hanbel: 2/297.
Sahih'i Müslim (Terc.): 9/78-79; (Arapça): 2/1501-1502; Sünen-i Tirmizi
(Terc.): 3/193, 238 (Arapça): 4/175-176, 212; Sünen-i Neseî (Terc.): 6/407408; (Arapça): 6/33-35; Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel: 2/220, 308; 5/304.
Terğib ve Terhib: 3/214
Terğib ve Terhib: 3/222; “Mahşer halkı şehitlere gıpta ile bakakalır…” Bakınız; Tirmizi (Terc.): 3/194-195 (Arapça): 4/177-178; Terğib: 3/233.
Sahih-i Müslim (Terc.): 9/121; (Arapça): 2/1517; Sünen-i Neseî (Terc.):
6/410; (Arapça): 6/37; İbn-i Mâce (Terc.): 7/5190; (Arapça): 2/935; Sünen-i
Tirmizi (Terc.): 3/202; (Arapça): 4/183; Ebu Davud (Terc.): 3/449; (Arapça)
3/46.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
169
yolundaki (yara) iz(i) ve Allah’ın farzlarından birinin izi.”427;
“Şehidlerin ruhları yeşil kuşlar gibidir, hangi cennette dilerlerse
orada rızıklanırlar...”428; Allah yolunda yaralanan bir kimse ki, Allah kendi rızâsı için yaralandığını elbette bilir- kıyamet
gününde, yarasından kan akarak gelir. Rengi kan rengi, kokusu ise misk kokusudur.”429; “… Şehidlerin bir kısmı, Allahu Teâlâ’nın huzurunda İbrahim Halil’ur-Rahman (asm) ile
beraber olur... Bir kısmına da, Hazret-i İbrahim (asm) dâhil,
sair peygamberler yol açarlar ki, onlar arşın altındaki nur’dan
minberlere çıkıp otursunlar... Şehidler ölüm acısını duymazlar, kabirlerinde keder hissetmezler. Kıyametin dehşetinden
korkmazlar; hesap, mizan ve sırat onları rahatsız etmez...
Cennette sevdikleri (her) şey kendilerine verilir ve cennette
istedikleri yere sahip olurlar.”430; “... (Mahşer günü) Allah-u
Teâlâ: yolumda muharebe edip şehid düşen, eziyete uğrayan ve cihad eden kullarım nerede? Cennete giriniz!” der...
(Melekler, şehidlere gıpta ederek, onların huzurlarına): Sabrettiğiniz şeylere mukabil, sizlere selam! Bu, dünya yurdunun
en güzel sonucudur.” diyerek girerler.”431 gibi... Yüzlerce hadis-i şeriflerle432: Ulvi, kudsi, nurani ve lâhutî derecesi tasrih
edilmiş bulunan ‘şehadeti’ netice verecek olan cihaddan,
427
428
429
430
431
432
Tirmizi (Terc.): 3/210-211; (Arapça): 4/190; Terğib ve Terhib (Terc.): 3/229.
İbn-i Mâce (Terc.): 7/524; (Arapça): 2/936-937; Sahih-i Müslim (Terc.): 9/81;
(Arapça): 2/1502-1503; Tirmizi (Terc.): 3/192; (Arapça): 4/176.
Sahih-i Buhari (Arapça): 3/204; Zübdet'ül-Buhari: 475-476; Tecrid-i Sarih:
8/269; Tirmizi (Terc.): 3/204; (Arapça): 4/184-185; Sünen-i Neseî(Terc.):
6/399 (Arapça): 2/28-29; Sünen-i İbn-i Mâce (Terc.): 7/517; (Arapça): 2/ 934.
Terğib ve Terhib(Terc.): 3/224.
Terğib ve Terhib: 3/227.
Örnek için bakınız; Buhari (Arapça): 3/202-208; 6/9-44; Tecrid-i Sarih: 8/263285, 402; Müslim (Terc.): 9/62-133; (Arapça): 2/1495-1522; Ebu Davud
(Terc.): 3/418- 448; (Arapça): 3/19-45; Tirmizi (Terc.): 3/181-211; (Arapça):
4/164-190; İbn-i Mâce (Terc.): 7/466-530; (Arapça): 2/921-937; Neseî (Terc.):
6/377-415; (Arapça): 6/11-41; Terğib ve Terhib: 3/133-260.
170
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
mukâteleden kaçınmak, kâfirlerle mücadeleden korkmak,
meydanı tağutî güçlere terk etmek, şeytanî düzenlerin şeytanî
ordularından ürkerek sinmek ve zelil bir şekilde kabuğuna
(inzivaya) çekilmek, kâfirlerin hışmından ve ta’kibatından
kurtulmak için da’vadan yan çizmek, beş paralık şu dünya
hayatını ve metâını düşünerek onların kaybedilmemesini düşünmek ve Allah’ın yüce nizamının hakimiyetini gerçekleştirmek için cehd-ü gayret etmemek; azıcık bir imanî, İslâmî
ve insanî anlayışla aslâ izâh edilemez!...
Azıcık bir çaba ve kısa bir ömürle elde edilecek olan
hayat-ı ebediyyeye yönelik çalışmalar, dâima “öncelik”
arzetmeli, sâir meşgaleler ondan sonra gelmeli ve onlar da
“asıl gayeye” yardımcı unsurlar olmalıdır. İman, cihâd ve
şehâdet unsurlarının, bir ‘hayatın’ temel dinamiklerini oluşturması ile, hayat, gerçek anlamını kazanabilir. Aksi takdirde;
hayat, insanoğlu için büyük bir felâket ve helâket kaynağı
olur; ebedî şekavet ve hüsran doğuran bir mekanizma haline
gelir. Fakat çoğunlukla insanoğlu bu incelikten ve İlâhî
irşâddan gafil bulunmakta, hevâ ve hevesin zebunu olarak
gününü gün etmektedir. (Ey iman edenler! zâhiren ve
tab’ân) Sizin hoşunuza gitmediği halde, uhdenize kıtal (savaş) yazıl(ıp farz kılın)dı. Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken,
o sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de sevdiğiniz halde, o da
hakkınızda şer olur. (Neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu)
Allah bilir, siz bilmezsiniz.”433 Ayet-i kerimesi konuya açıklık
getirmekte; zâhiren kayıp-zayiât-hasârât gibi görülen
‘cihad’ın ve savaşın içerisindeki ve neticesindeki hayırlarasaadetlere dikkat çekmekte; cihadı ve kıtalı terk etmenin de
433
Bakara(2): 216.
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
171
şerler felâketler tevlid edeceğine (imâen, mefhumen) işaret
etmektedir... İşte; bu İlâhî hikmetten dolayı, pek çok ayet ve
hadislerle Allah yolunda cihâdın ve mukâtelenin azametine,
ehemmiyetine ve zaruretine dikkat çekilmiş, muzââf şekilde
vücubiyeti vurgulanmış, neticesine terettüp eden maddî ve
manevî saadet, derecât ve fezâili tadât edilmiş; insan hayatının nizâmı, her nev’i fesadın önlenmesi ve saadet-i dâreynin
kazanılması onlara (cihâda, kıtal, kıyam ve muhârebeye) bağlanmıştır.434
Allah’ın dininin hâkim kılınıp küfrün târ-u mâr edilmesi
maksadıyla başvurulacak her nevi mücâhede’de, tağutî güçlerin silahlı kuvvetlerinden ve sâir baskı araçlarından aslâ çekinmemek icâb eder. Koca kâinâtı, küçücük bir zerre gibi evi434
Örnek için bakınız; Bakara(2): 154-157, 190-194, 214, 216-218, 246-251; Al-i
İmran(3): 140-148, 157-158, 166-171, 173-175, 110-111, 121-128, 195, 200;
Nisâ(4): 71, 74-77, 84, 89, 91, 95, 101, 104; Mâide(5): 33-35, 54; Enfâl(8):
15-16, 39, 42-45, 60-61, 65-67, 72-75; Tevbe(9): 5, 7, 12-16, 19, 20, 24-29,
38-44, 46, 47, 53, 73, 81-82, 86-88, 91-99, 111, 122-123; Nahl(16): 92, 94,
110; Hac(22): 39-41, 58, 78; Ahzâb(33): 9-27; Muhammed(47): 4-7, 31, 35;
Feth(48): 16, 17, 22-25; Hucurat(49): 9; Ankebut(29): 6, 69; Haşr(59): 11-16;
Mümtehine(60): 8, 9, 11; Saff(61): 2-4, 10-13, Tahrim(66): 9; Müzzemmil(73):
20; İlââhir… Ve; Sahih-i Buhari (Arapça): 3/199-235; 4/188-230; 5/2-146;
Tecrid-i Sârih: 8/249-476; 9/325-376; 10/3-27, 125-367; Sahih-i Müslim
(Terc.): 8/451-719; 9/5-147; (Arapça): 2/1356-1449; Sünen-i Neseî (Tercüme): 6/365-432; (Arapça): 6/2-52; Sünen-i Tirmizi (Terc.): 3/127-244;
(Arapça): 4/ 119-216; Ebu Davud (Terc.): 3/403-633 (Arapça): 3/6-224;
Sünen-i İbn-i Mâce (Terc.): 7/463-601; 8/5-40; (Arapça ): 2/920-961; Terğib
ve Terhib (Terc.): 3/88-260; Muvatta (Terc.): 1/561-595; (Arapça): 2/443471; Darimî (Arapça-K.Sitte Serisi ): 1/596- 640; Müsned-i Ahmed İbn-i
Hanbel (K.Sitte Serisi ): 1/14, 34, 37, 53, 224, 266, 338, 339, 346; 2/162,
165, 167, 176, 188, 193, 197, 221, 290, 366; 3/23, 82, 207, 341, 412, 456,
460, 468, 469, 483; 4/130, 202, 204; 5/150, 168, 171, 268, 304, 319, 368,
451; 6/85, 372; Hayat'us-Sahabe (H.Müslümanlık): 2/417-597;… Ve sâir
hadis, tarih, siyer ve megazi kitaplarının ilgili bölümleri ile, mezkûr 'cihâd ve
kıtal’ ayet-i kerimelerinin tefsiri sâdedinde Fizilâl’il-Kur'an, Tefsir-i Razi, İbni Kesir, Tefsir-i Taberî, Tefsir-i Hazin, Darr'ül-Mensur gibi kaynaklar...
172
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
rip çeviren ve sevk-ü idare eden Allah-u Teâlâ’ya intisâb
ederek O’na asker olan müslümanın, Allah’tan başka şeylerden ve yaratıklardan, hele hele Allah’ın düşmanlarından
korkması, ürkmesi ve çekinmesi mümkün değildir. Bundan
dolayı, Allah-u Teâlâ; ancak ve ancak Ben’den korkun.”435;
“Yalnız ve yalnız Allah’a tevekkül edip dayanın.”436 Şeklindeki hitaplarıyla gerçek müslümanların dikkatlerini çekmiş,
güç ve kuvvet kaynağının yalnızca kendisi olduğunu belirtmiştir.” O zaman, içinizden iki taife savaş korkusundan geri
dönmeye niyetlenmişti. Hâlbuki onların yardımcısı Allah idi.
Mü’minler, yalnız Allah’a güvenip dayanmalıdır. And olsun
ki siz(düşmana nisbetle, her yönden daha) zaif ve dûn (aşağı) iken Allah size Bedir’de kat’i bir zafer verdi. Allah’tan sakının ki, şükretmiş olasınız.”437; “Evet, siz sabr(-ü sebat) eder,
(itaatsizlikten) sakınırsanız, bunlar, (yani düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa, Rabbiniz size nişanlı beş bin
melekle imdad edecektir.”438; “Allah bu (imdadı) size, başka
değil, sırf (zaferin) bir müjde(si) olsun, kalpleriniz onunla yatışsın diye yaptı; (yoksa) nusret (ve zafer) ancak yegâne gâlib
ve yegâne, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ın yanındadır.”439; “ Ey iman edenler! Eğer kâfirlere (korku vs. sâikten
dolayı) itaat ederseniz, sizi ökçelerinizin üstünde (gerisin geri,
küfre) çevirirler de (dünyada da, ahirette de) hüsrana uğ435
436
437
438
439
Bakara(2): 40, 41; Al-i İmran(3): 28, 102, 175; Tevbe(9): 13, 119; Taha(20):
46, 67-69.
Al-i İmran(3): 122; Nisâ(4): 81; Enfâl(8):49; Tevbe(9): 129; Hud(11): 56-57;
İsrâ(17): 65; Nahl(16): 99-100; Ahzab(33): 3, 48; Zümer(39): 38.
Al-i İmran(3): 122-123
Al-i İmran(3): 125 (İran, Afganistan, Lübnan, Filistin İslâmî cihad, kıyam ve
direniş hareketlerine bu tür İlahî ve ma'nevî yardımların kat'iyyeti ile kefere
güçler hezimete uğramış ve uğramaya devam etmektedir.)
Al-i İmran(3): 126
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
173
ramış olanlara kalb olursunuz. Doğrusu Allah sizin
mevlânızdır (yardımcınız ve koruyucunuzdur) ve O, yardım
edenlerin en hayırlısıdır. Kâfirlerin kalplerine yakında korku
düşüreceğiz...”440; “... (İmtihanı kaybetmiş ehl-i hevâ) dediler
ki: “Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı (duracak) takatimiz yoktur!” (ahirette) Muhakkak (surette) Allah’a kavuşacaklarını bilen(mü’min)ler ise; ‘nice az bir topluluk, daha çok
bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir, dediler.’ Onlar(mü’minler) , Calut ile askerlerine karşı çıktıkları zaman dediler ki: ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize (cihad için, yağmur gibi) sabır yağdır. Ayaklarımıza sebat ver (er meydanından kaydırma!) Bu kâfirler güruhuna
karşı bize yardım et!’ derken, Allah’ın izniyle onları bozguna
uğrattılar. Davud da Calut’u öldürdü. Allah da ona saltanat
ve hikmeti verdi. Ve daha dilemekte olduğundan da bazı
şeyler öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını, diğer bir
kısmı ile (kâfirlerin şerrini, mücâhid müslümanlarla) önleyip
savmasaydı, yer (yüzü) muhakkak fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere fazl(-ü inayet) sahibidir.”441 “…O, Allah yolunda öldürülenlerin amel (ve cihadî hizmet)lerini asla boşa çıkarmaz; onlara muvaffakiyet verir, hallerini iyileştirir; onları,
tanıdığı cennete sokar. Ey iman edenler! Siz Allah(ın dinine,
nizamın)’a yardım ederseniz, o da size yardım eder ve ayaklarınızı (savaşta) sabit kılar (kaydırmaz!)442... Ayetleriyle,
inkılabî müslümanlara güven ve itmi’nân vermiştir.
440
441
442
Al-i İmran(3): 149-151
Bakara(2): 249-251
Muhammed(47): 4-8; “Eğer Allah size yardım ederse, size galib gelecek
(hiç bir güç) yoktur ve eğer (Allah) size yardımı terk ederse, ondan sonra
size yardım edecek kimdir? (O’nun için) Mü’minler sâdece Allah'a güvenip
tevekkül etmelidir."(Al-i İmran(3): 160)
174
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler de tağut
yolunda savaşırlar. Öyleyse, o şeytanın dostlarıyla savaşın!
Şüphesiz şeytanın hilekârlığı (çok) zayıftır.”443; “(Kâfirler sizin
için ordular toplamıştır, diye sizi) Kendi dostlarından korkutmakta olan o (hannas) şeytandır. Öyle ise siz, onlardan
(şeytanın dostları olan kâfirlerden) korkmayın, benden korkun; eğer müminlerseniz!”444; Eğer şeytandan bir fit (gelip)
seni dürter (emrolunduğun cihad vb. şeyleri engeller)se, hemen Allah’a sığın! Çünkü O, hakkıyla işitici ve tam bilici’dir.”
“Takvâya erenler (yok mu?) onlara şeytandan her hangi bir
ârızâ (evham-vesvese) iliştiği zaman (Allah’ın emir, nehiy ve
azâbını) düşünürler, bir de bakarsın ki onlar, (gerçek yolu)
görüp bilmişler (şeytanın vesveselerini def etmişler)dir bile!”;
“(Şeytanlar) Kardeşleri olanları (kâfirleri) sapıklığa çekerler,
sonra da (yakalarını) bırakmazlar.”445; “Allah, iman edenlerin
velisidir. (Ki) Onları zulümattan nura çıkarır. Kâfirlerin velisi
de tağut’tur. (Ki o da) Onları nurdan zulümâta çıkarır...”446;
“…Muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için
kendi dostlarına mutlaka telkinlerde bulunurlar. Eğer (korku
ve sair sebeplerden dolayı) onlara itâat ederseniz, muhakkak
siz de Allah’a ortak koşanlar olursunuz.”447; “(Ey mü’minler)
Gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak seferber olun ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin! Eğer bilirseniz, bu,
sizin için pek hayırlıdır.”448; “Biliniz ki, Allah, kendi yolunda
birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları
443
444
445
446
447
448
Nisa(4): 76
Al-i İmran(3): 175
A'raf(7): 200-202
Bakara(2): 257
En'âm(6): 121
Tevbe(9): 41
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
175
sever.”449; “Ey iman edenler! Toplu bir halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın!)”450 “Tekrar muharebe için bir tarafa çekilenin, yahut diğer bir (muharip) fırkaya ulaşıp mevki tutanın hali müstesna
olmak üzere, kim öyle bir günde onlara (kâfirlere) arka çevirirse (kaçarsa); o, muhakkak ki Allah’ın gazabına uğramıştır.
Onun yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir sonuçtur!”451;
“...Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten
mü’minlerseniz, Allah, kendisinden korkmanıza daha ziyâde
layıktır.”452 gibi ayetlerle, gerçek mü’minlerin Allah’ın dininin
hakimiyeti için bütün güçleriyle ‘mücâhede’ etmelerini; kâfir
güçlerden asla korkmamalarını; onlarla savaşmaktan kaçınmamalarını; bütün güç, kuvvet, kudret, nusret ve zaferin
sâdece Allah’tan olduğunu, yalnız Allah’tan korkup O’na sığınmanın gerekliliğini ders veren yüce rabbimiz, böylece
inkılabî müslümanların ‘hayat rotalarını’ ta’yin etmiş olmaktadır...
Kâinatın mutlak hakimi olan Allah-u Teâlâ’ya dayanan
ve O’na gerçekten bir abd-i memlûk ve asker durumunda
olduğunu müdrik bulunan insan, artık Allah’tan başka varlıklardan, hele hele Allah’ın düşmanı olan kafirlerden ve tağutî
güçlerden aslâ korkmaz, endişeye ve paniğe katiyen kapılmaz!... O kâfirler ki; et ve kemikten oluşmuş ve necaset deposu durumunda birer habaset timsâlidirler. O kâfirler ki; bir
damla pis meniden meydana gelmiş, muayyen bir süre içerisinde geberip laşe durumuna geleceklerdir. O kâfirler ki; er449
450
451
452
Sâff(61): 4
Enfâl(8): 15
Enfâl(8): 16
Tevbe(9): 13
176
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
kek-dişi ilişiği sonucu tevellüd etmiş birer ucube oldukları
halde, tuğyana gelmiş habis ve rezil varlıklardır. O kâfirler ki;
acz-i mutlak içerisinde birer zerre oldukları halde, yaratıcılarını tanımayan ve O’nun mutlak ulûhiyetine-rububiyetine
karşı isyân açmaya cür’et edecek kadar adileşen sefihlerdir.
O kâfirler ki; kâinâttaki mutlak nizama karşı bağy eden ve insan hayatının düzenini, güvenini ve ahengini bozan sefil
anarşistlerdir.
O kâfirler ki; haddini aşan, fıtrat kanunlarını çiğnemek
isteyen, sair varlıkların hukukuna tecâvüz eden hâinlerdir. O
kâfirler ki; nereden geldiklerini? Ne için geldiklerini ve nereye
gideceklerini bilemeyecek, idrak edemeyecek kadar akılsız
delilerdir. O kâfirler ki; cehenneme doğru yuvarlanmakta olduklarının farkına varamayacak kadar birer ateş kütükleridir.
O kâfirler ki; dünyevî makam, mevki, ikbâl, mal, mülk, şan
ve şöhret için bütün değerlerini, şeref ve haysiyetlerini peşkeş
çeken, insanî bütün vâsıflarını bir çırpıda söküp atarak hayvanlaşan yaratıklardır. O kâfirler ki; kör, sağır, ruhsuz, kalpsiz, basiret ve ferâset fukarası reziller güruhudur! O kâfirler ki;
hayvanlaşmış, hatta hayvanlardan da aşağı bir duruma gelmiş mikroplardır. O kâfirler ki; imansız-nursuz katran gibi
kapkara bir kalple canavarlaşan, kudurup kuduzlaşan hâbis
canilerdir. O kâfirler ki; insanlığa kene gibi yapışmış kan içici
parazitler ve kan emiciliği meslek edinmiş sülüklerdir. O kâfirler ki; insanlık hayatını ifsâd ederek cehenneme çeviren yılanlar, çiyanlar ve mülevves haşereler hükmündedir ilââhir;…
Böyle âciz, zâif, cılız, zelil, rezil ve habis varlıklardan, Allah’u
Teâlâ’ya mutlak bir teslimiyetle istinâd etmiş Hizbullahî Müslümanlar nasıl olur da korkabilir? Şu insan toplumunu bunların zehirli ellerine nasıl terk edebilir, şu meydanları-sahneleri
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
177
nasıl olur da bu necaset sembollerine bırakabilir? Bunu,
hayâl bile etmek mümkün değildir. İşte; yüce Resûlün (asm)
ve şanlı eshabının, günümüz İslâm İnkılâbı önderleri ve mensupları ile Lübnan, Filistin, Irak, Yemen ve Afgan mücahitlerinin “harikalar” dolu direnişleri, kahramanca mücâhedeleri
bunun en bâriz örneğidir. Gerçek iman ve Muhammedî İslâm, böyle olmayı ve o mukaddes çizgide bulunmayı
icâbettirir...
“...Onların kalpleri vardır, bunlarla idrak etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar. Onlar (kâfirler), gaflete düşenlerin ta kendileridir.” 453;
“Onları (kâfirleri-münâfıkları) gördüğün zaman gövdeleri(kalıpları, kıyafetleri belki) hoşuna gider. Eğer konuşurlarsa,
sözlerini dinlersin, (hâlbuki) onlar (çubuklu Yemen kumaşı)
giydirilmiş (kütükler, kocaman kereste) odunlar(ı) gibidir.
Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar (asıl, baş) düşman
onlardır. O halde, onlardan sakın! Allah gebertsin (kahretsin)
onları! Nasıl olup da (Hak’tan) döndürülüyorlar?”454; “Allah’tan başka veliler (putlar, hüküm koyucular) edinenlerin
sıfatı, kendine bir yuva yapan örümcek misâli gibidir. Hâlbuki eğer bilmiş olsalar, evlerin en çürüğü her halde örümcek
yuvasıdır (kefere düzenler, işte örümcek yuvası gibi kof ve
çürüktür)”455; “…Onlar da kal’alarının (Allahın azabına, iktidarlarının tar-u mâr olmasına) hakikaten mani olacağını
zannetmişlerdi. İşte onlara hesaba katmadıkları cihetten Allah(ın emri, azabı ve belâsı) geliverdi. O, bunların (kâfirlerin)
453
454
455
A'raf(7): 179
Münafıkun(63): 4
Ankebut(29): 41
178
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki: evlerini hem kendi elleriyle, hem mü’minlerin elleriyle harap ediyorlardı. İşte ey akıl
ve basiret sahipleri, siz (bundan) ibret alın!”456; “And olsun ki
onlar (kâfirler) çıkarılacak (ülkeden kovulacak) olurlarsa,
(münafıklık yapanlar) onlarla beraber (ülkeyi terk edip) çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulurlarsa, bunlar (münafıklar) onlara yardım da etmezler, (faraza) onlara yardım etseler bile, and olsun ki, mutlaka arkalarına dönerler (kaçıp
giderler). Sonra kendilerine (hiç kimse tarafından) yardım da
olunmaz; “Her halde, sizin, onların yüreklerinde (yaşayan)
korkunuz, Allah’tan (korkularından) daha şiddetlidir. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır; onlar müstahkem
kasabalarda yahut duvarlar (kal’alar, siperler) arkasında bulunmaksızın sizinle toplu bir halde (açık meydanda) savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşlar ise çetindir. Sen onları
(kâfirleri-münafıkları) derli toplu (birleşik bir güç imiş gibi)
sanırsın. Hâlbuki (onların) kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir kavim olmalarındandır.” “(Onların, bir
kısmının) hâli, kendilerinden önceki (cehennemi boylamış
kâfir)’lerin hâli gibidir ki onlar, yaptıklarının kötü akibetini
(hezimeti, dünyada da) tatmışlardır. Onlar için (ahirette de)
çetin bir azâp vardır;” “(Yahudi ve sair kâfirlerin yardakçıları
olan, münafıkların hali de); şeytanın hali gibidir. Çünkü (şeytan), insana, ‘küfret!’ der de, o (da) küfredince (kâfir olunca)
‘ben hakikaten senden uzağım! Çünkü ben, âlemlerin rabbi
olan Allah’tan korkarım!’ der.”; “Sonra, ikisinin (şeytanla
ona uyan kafirin) akibeti, ebedi olarak cehennemin içinde
kalmaları olmuştur. İşte, zalimlerin cezası budur!”457… gibi
456
457
Haşr(59): 2
Haşr(59) :12-17
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
179
daha bir çok ayet-i kerimelerle durumları açıklanmış olan kâfirlerin, münafıkların ve İslâm’a karşı cephe almış tüm tağutî
güçlerin ne kadar zelil, rezil, aciz, zaif, sefih, sefil, cebin ve alçak varlıklar oldukları; Allah-u Teâlâ’ya tam teslim olmuş
inkılabî müslümanlar karşısında her an mağlup olmaya, hezimete uğramaya ve eriyip yok olmaya mahkum bulundukları -böylece- anlaşılmış olmaktadır...
Hem; “Ecel bir’dir, tağayyür etmez!” inancına kesinkes
sahib bulunan yakini iman sahibi olan muvahhid bir
müslümanın, Allah’tan başka hiç bir şeyden. Ve hiçbir varlıktan korkmaması, imanının gereğidir. Ki, sultan-ı arz ve
semavat’a ‘inâbe’yi ve intisab’ı tazammun eden bu yakinî
iman; değil basit, aciz ve rezil kâfirlere-münâfıklara; tüm
dünyaya, hatta bütün kâinâta bile meydan okuyabilme gücünü kazandırır. Evet; “İman hem nur’dur, hem kuvvettir.
Hakiki imanı elde eden adam, kâinâta meydan okuyabilir.
Ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikâtından kurtulabilir; “Tevekkeltü Alellah” der. Sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisâtın dağlar-vari dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını, Kadir-i Mutlak’ın yed-i kudretine emânet
eder, rahatla dünyadan geçer, berzahda istirâhat eder. Sonra
sâadet-i ebediyeye girmek için cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları; uçmasına değil, belki
esfel-i sâfiline çeker. Demek: İman Tevhid’i, Tevhid teslimi,
teslim tevekkülü, tevekkül sââdet-i dareyn’i iktiza eder!458
Böylece; Allah-u Teâlâ’ya kuvvetli bir iman ile bağlanmış,
teslim olarak tevekkül etmiş bir müslümanın, Allah’tan başka
hiç bir şeyden, hele hele Allah’ın düşmanı olan kâfirlerden
458
Bediuzzaman Said-i Nursi, Sözler: 1/267
180
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
ve tağutî güçlerden korkmasının mümkün olmadığı tebeyyün
etmiş bulunmaktadır. Zâten, ‘İlâhi takdir’in her şeyde hüküm-fermâ olduğu bilinmektedir. Allah’ın takdiri olmadan,
hiç bir şeyin müessir olamayacağı, zerrenin bile hareket edemeyeceği, izâhtan vârestedir... Kâinâtın bir ‘hülasası’ ve ‘misal-i musağğarı’ olan insanın hayatı; ve eceli de, keza Allah-u
Teâlâ’nın elinde, İlâhi takdiri ve tasarrufu altındadır. Eceli gelen kişi, nerede bulunursa bulunsun, isterse evine kapansın
veya demirden kafeslere ve kal’alara sığınsın, yine ölümü tadacak ve dünyayı terk etmeye mecbur kalacaktır. Eceli gelmeyen kişi ise; bütün ömrünü savaşlarda da geçirse, her türlü öldürücü muamelelere tabi tutulsa da eceli gelmemiş ise
asla ölmeyecek. Ve takdir edilen zamana kadar yaşayacaktır.
Eceli gelmiş ise; ‘şehid’ makamı ile Resûlûllah (asm) başta
olmak üzere, Enbiya’ya komşu olma makamına çıkmış olacaktır, inşallah. İşte; böyle yakinî bir imana sahib olan bir
mü’min için, ‘havf ve cebânet’ diye bir şeyin mevzu-u bahs
olması mümkün müdür? İmanın bu derecesinde olan bir
mü’minin, ölüm korkusuyla cihad’dan-kıtâl’den kaçınması,
meydanı Allah’ın düşmanlarına terk etmesinin ihtimal dışı
olacağı, izahtân vârestedir.
Evet;.. “Allah’ın izni (emri ve müsaadesi) olmadıkça,
hiç bir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), va’desiyle yazılmış
bir yazıdır...”459; “...De ki: evinizde de olsaydınız, üzerlerine
ölüm yazılmış bulunanlar, yine dışarı çıkacak, düşüp kaldıkları (öldürülecekleri) yerleri boylayacaklardı...”460; “Ey iman
edenler! Siz, o küfredip de yeryüzünde seyahât ve seferde
yahut savaşta bulundukları zaman (ölen) kardeşleri hakkın459
460
Al-i İmran(3): 145
Al-i İmran(3): 154
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
181
da: ‘Bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi!’
diyenler gibi olmayın! Allah, onların bu söz ve inançlarını
kalplerinde bir keder ve hasret olsun diye bıraktı. Hâlbuki Allah, dilediğini yaşatır, dilediğini de öldürür. Allah, yaptığınız
şeyleri bilendir.”461; andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür
veya ölürseniz, Allah’ın bir yarlığaması ve esirgemesi onların
toplayacakları (bütün) şeylerden (dünyalıklardan) elbette daha
hayırlıdır. Andolsun, ölseniz de, yahut öldürülseniz de muhakkak ki hepiniz Allah (ın huzurund)’a haşrolunacaksınız.”462;
“Kendileri (evlerinde) oturarak kardeşlerine: ‘eğer bizi dinleselerdi (savaşa gitmeselerdi) ölmeyeceklerdi’ diyen o adamlara
de ki: ‘Öyle ise, kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin, sadık
(adam)’larsanız!”463; nerede olursanız olun, velev ki tahkim
edilmiş yüksek kal’âlarda bulunun, ölüm size çatıp yetişir...”464; Her ümmetin (mukadder) bir eceli vardır. Binaenaleyh, o müddetleri gelince, bir saat ne geri bırakabilirler, ne de
öne alabilirler.”465; “Hiç bir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir, ne de onlar (bunu) geciktirebilirler.”466; “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden muâheze edecek olsaydı (yer) üstünde
hiç bir canlı mahlûk bırakmazdı. Fakat O, bunları (insanları)
bir ‘eceli müsemmaya’ kadar geciktirir. Ecelleri geldiği zaman
ise, onlar (ecelden- ölümden) ne bir saat geri kalabilirler, ne
de öne geçebilirler.”467; “Hâlbuki Allah, hiçbir kimseyi, eceli
gelince, aslâ geri bırakmaz. Allah, ne yaparsanız, hakkıyla ha461
462
463
464
465
466
467
Al-i İmran(3): 151
Al-i İmran (3): 157-158
Al-i İmran(3): 168
Nisa(4): 78
A'raf(7): 34; Yunus(10): 49
Hicr(15): 15; Mü'minun(23): 43
Nahl(16): 61
182
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
berdardır.”468 ayetleri, ecelin muayyen olduğunu, ölümün Allah-u Teâlâ’nın irâdesi, kudreti ve takdiri altında bulunduğunu
güneş gibi gösterip isbat etmek tedir. Allah-u Teâlâ’ya, O’nun
sonsuz kuvvetine, kudretine, iradesine ve ilm-i muhitine inanarak dayanan ve Kitabullahı da mutlak rehber kabul eden
‘İnkılabî Müslümanların’, dert-felâket-musibet ve belâlardan
müşteki olmadan Rabb’ül-âlemine istinaden ‘rabt-ı kalb’ edecekleri gibi; her türlü düşmanların her nevi tecâvüzâtına ve çeşitli zorlukların-tazyiklerin ve ölümlerin tehâcümâtına karşı büyük bir teslimiyet ve tevekkül içerisinde bulunmuş olacakları,
böylece anlaşılmış olmaktadır. Ki bu, zâten gerçek imanın gereği ve muktezâsıdır... Bundan dolayı da, gerçek mü’minlerin
ve inkılabî müslümanların ‘ölüm’, ‘öldürülme’ vb. ihtimâller
yüzünden kâfirlerden, münâfıklardan korkmaları, çekinmeleri
ve bu yüzden de meydanları-sahneleri o hâbislere terk etmeleri aslâ düşünülemez, hatta hayâl bile edilemez!...
“Onlar öyle kimselerdir ki; halk kendilerine: ‘(Düşmanlarınız-olan tüm) insanlar size karşı (birleşik) ordu(lar) hazırladılar, o halde onlardan korkun!’ dedi de, bu (söz) onların
imanını (daha da) artırdı… Ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir.’ dediler.” 469; “Bunun üzerine kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan Allah’tan ni’met (-i maddiye ve ma’neviye)
ve fazl (-ü ikram) ile geri geldiler. (Bununla) Allah’ın rızâsına
da uymuş bulundular. Allah, çok büyük lütf-u inayet sahibidir.”470; “(Gerçek) mü’minler, (düşman) orduları(nı) görünce:
‘İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize va’d ettiği şeydir. Allah ve
peygamberi doğru söylemiştir’ dediler. (Düşman ordularının
468
469
470
Münâfikun(63): 11
Al-i İmran(3): 173
Al-i İmran(3): 174
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
183
bu görülmesi) onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırmaktan başka bir şey yapmadı.”471; “(O, gerçek) mü’minler içinde, Allah’a verdikleri (kâfirlere karşı cihadda ve savaşta sabru sebat) söz(lerin)de sadakat gösteren nice (yiğit) erler vardır.
Ki, kimi (şehid oluncaya kadar şehid olma) adağını ödedi
(şehid oldu). Kimi de (şehid olma sırasını) bekliyor. Onlar,
hiç bir suretle (bu ahidlerini) değiştirmediler.”472; “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bil’akis onlar, Rableri
katında diridirler. (Öyle ki Allah’ın) lütf-u inayetinden, kendilerine verdiği (şehidlik mertebesi) ile hepsi de şad olarak
(cennet ni’metleriyle) rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara
katılamayan (şehid aday)lar(ı) hakkında da: ‘Onlara hiç bir
korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir!’ diye müjde vermek isterler.”473; “Onlar, Allah’tan (gelen) bir ni’metle,
(hatta) daha fazlasıyla ve Allah’ın mü’minlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.”474; “Allah, kuluna kâfi değil mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla
(tağutlarla) korkutuyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık ona hidayet edecek yoktur.”; “Kime de Allah, hidayet verirse, onu
da saptıracak yoktur. Allah, (düşmanlarına karşı) galib gelen
intikam sahibi değil midir?”475 gibi fermanlarıyla gerçek
müslümanların, kâfir güçler karşısındaki ve ölüm denen kutlu
“şehadet” ni’metine mukabil imanı ve lahutî tavırlarınıdurumlarını beyân eden Allah-u Teâlâ; akibetin, neticenin,
galibiyetin, zaferin, nusretin ve fethin Hizbullahî Müslümanların olduğunu açıklayıp bildirmektedir:
471
472
473
474
475
Ahzab(33): 22
Ahzâb(33): 23
Al-i İmran(3): 169-170
Al-i İmran(3): 171
Zümer(39): 36-37
184
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
“…Hiç şüphe yok ki galib gelecek olanlar, Hizbullah(lar)dır.”476 “Andolsun ki (peygamber olarak) gönderilen
kullarımız hakkında bizim geçmiş sözümüz (va’dimiz vardır):
Muhakkak onlar, behemâhâl onlar mansur (ve muzaffer)dirler. Muhakkak bizim ordumuz (Hizbullahî mü’minler),
her halde onlar galib geleceklerdir. Onun için, sen ( galibiyeti
elde edecek) bir zamana kadar onlardan (kâfirlerden) yüz
çevir. Ve gözetle onları. (Ki) Kendileri de (başlarına gelecek
zilleti-hezimeti) yakında göreceklerdir.”477; “Ey iman edenler!
siz, Allah’(ın dinine, nizamın)a yardım ederseniz, o da (düşmanlarınıza karşı) size yardım eder ve ayaklarınızı (savaşta)
sabit tutar (kaydırmaz).”478; “Hakikaten biz sana, apaçık bir
feth(-ü nusret ve zafer yolu) açtık. (Bu), geçmiş ve gelecek
günâhını Allah’ın yarlığaması, senin üzerindeki ni’metini tamamlaması ve seni (bu sayede) doğru yola iletmesi içindir.
Ve (yine) Allah’ın sana çok şerefli bir muzafferiyetle yardım
etmesi için(dir).
O (Allah-u Teâlâ), imanları ile birlikte (kat kat ve yeniden) imanlarını artırsınlar diye, mü’minlerin kalplerine
sekineti (kuvve-i maneviyeyi, huzur ve sükûnu) indirendir.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”479; “Onlar, Allah’ın nurunu (İslâmı, şeriatı) ağızlarıyle (sözleriyle, fikir savaşıyla) söndürmek istiyorlar. Fakat kâfirler hoşlanmasalar da,
Allah, muhakkak nurunu tamamlamak diliyor.”480; “O (Allah-u Teâlâ), Resûlünü hidâyetle ve hak din ile -(sırf) o dini
476
477
478
479
480
Mâide(5): 56
Sâffat(37): 171-175
Muhammed(47): 7
Feth(48): 1-4
Tevbe(9): 32; Saff(61): 8
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
185
her dine galib kılmak için- gönderendir. İsterse müşrikler hoş
görmesin!”481; “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir
kavmi, Allah’a ve Resûlüne muhâlefete kalkışan kimselerle
sevgi (ve dostluk) halinde bulamazsın; velev ki, o muhalifler,
babaları, veya oğulları, veya kardeşleri, veya aşiretleri olsun... İşte Allah, böyle (kâfir ve zalim) kimseleri sevmeyen bir
kavmin kalplerine imanı (sabit kılarak) yazmış, bunları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Bunları, altlarından ırmaklar
akan cennetlere sokacaktır. Bunlar orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuştur; onlar da Allah’tan
razı olmuşlardır. İşte, onlar Hizbullah’tır! Dikkat edin ki; Hizbullah olanlar, gerçekten onlar felaha (kurtuluşa, saadete)
erenlerin tâ kendileridir.”482
Evet; Allah’a asker olan ve sâdece O’na (c.c.) dayanan
muvahhidler için kesin zaferler, galibiyetler ve fetihler vardır.
Zâten; gerçek zafer; neticenin, akibetin ve istikbalin, yani
ebedi saadetin kişinin lehine dönüşmesidir. Kâfirlerin hayatı
da mematı da onlar için büyük bir felâket, helâket ve ebedi
hasaret olduğu gibi; gerçek mü’minlerin de, gerek hayatları,
gerekse mematları baştanbaşa nur, huzur, salâh ve ebedi saadet timsâlidir. Fâni bir hayatın ‘ati’si (imandan mahrum ise)
zulümatlı ve kapkaranlıktır. Ebedî bir hayata ve saadete
mazhar olan bir kimsenin ‘istikbali’ ise nur gibi parlak ve güneş gibi aydınlıktır. Mes’eleye bu zâviyeden bakıldığı takdirde (ki asl olan da budur), Allah-u Teâlâ’ya istinâd ve intisâb
etmiş bulunan Hizbullahî mü’minlerin baştanbaşa ‘zafer, fetih, galibiyet ve nusret’; ile meşbu bulundukları daha iyi an481
482
Tevbe(9): 335; Saff(61): 9; “Tam şahit olarak: Allah yeter” ziyadesiyle; Fetih(48): 28
Mücâdele(58): 22
186
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
laşılmış olur. Kaldı ki; maddî ve dünyevî zaferler ve fetihler
de, Allah-u Teâlâ’nın ‘İlahi va’dleri’ mazmûûna dâhildir. Ve
yüce Resûl (asm) ile ashabının ve ta’kipçilerinin mübarekmuzaffer hayatları da bunun isbâtıdır. Hicret öncesinde ve
esnasında görülen İlâhî mu’cizeler; inayet, siyâne hıfz ve
himâyeler; harikulade cesâret, metanet, celâdet, şecaat,
itmi’nân-ı kalb, sabr-u sebat ve sekînet ve bunların neticesinde
vuku bulan Cihanşümul İslâmî-İnkılâbî fetih ve zaferler; yüce
Resûlün (asm), şanlı ashabının ve onların kudsî hayatlarını
“numune-i imtisâl ittihâz edinen ta’kipçilerinin Kuranî ve lâhutî hayatlarından fışkıran nur-efşân İlâhî huzmelerdir...
Yüce Resûlün(asm), hicret öncesinde ve esnasında ve
sair zamanlarda mâ’ruz kaldığı ‘şiddetli tarassut, su-i kasd ve
öldürülme teşebbüsleri’ karşısında azıcık bir endişeye kapılmaması, zerre miktar heyecanlanmaması, gerek mağarada
iken, gerekse Suraka’nın ta’kibâtı esnâsında endişeye kapılan Hazret-i Ebubekir’i teskin etmesi, “...Sakın mahzun olma!
Zirâ Allah, bizimle beraberdir…”483; “Sus, ya Ebabekir! İkimizin üçüncüsü Allah’dır…”484 demesi, benzerî tehlikeler
karşısında dâima huzur ve sükunet içerisinde bulunması;
Hazret-i Ali gibi kahraman bir talebesinin de aynı ruha
verâseten, sahip olması; ve Efendimizin mübarek ‘ölüm kokan yatağına’ uzanarak ‘huzur’ içinde uyuması, sâir zamanlarda da ‘ölümleri istihkar etmesi’ ; sair bir çok eshab-ı kiramın da, tarihin benzerini kaydetmediği kahramanlıklar sergilemesi; asırlar boyunca muhtelif yer ve zamanlarda nice İslâm kahramanlarının mu’cizevî harikalar göstermesi;.. Ve bu
ruh ile fetihlere, zaferlere gidilmesi; Cihanşümul İslâm İnkılâ483
484
Tevbe(9): 40
Zübdet'ül-Buhari: 694; Tecrid-i Sarih: 10/115-116
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
187
bı’nın te’sis edilerek şirk ve küfür tahtının yıkılması;.. Bu hususta zâhir ve müşahhas kısmî örneklerdir...
Şu asırda, tağutî şahlık rejimini ve ordularını târ-u mâr
ederek Muhammedi İslâmı tekrar ihyâ eden ve ‘Cihanşümul
İslâm İnkılâbı’nı yeniden canlandırarak Allah-u Teâlâ’nın yüce
yardımlarıyla ‘hâkimiyet’ tahtına oturtan; çağın büyük şeytanı
ve süper putu olan Amerikan emperyalizminin, müttefiklerinin, yandaşlarının, uşaklarının ve tüm tağutî-müstekbir
güçlerin uykularını kaçırıp ‘korkulu rüyaları’ hâline gelen; İslâm’ın medar-ı iftiharı’ olan merhum İmam Humeyni’nin (ra)
rehberliği altında İslâm İnkılâbını ‘ihraç’ ve ‘İslâm’ın izzet ve
ihtişamını bütün dünyaya yayma’ faaliyetlerini büyük bir ehliyet, dirâyet ve azimle sürdüren başta fedâkâr, vefakâr ve
şehid-perver kahraman İran halkı olarak, çağımızın İnkılabî
Müslümanları da, Resûlûllah Sallâllahu Aleyhi ve Âlihi ve
Sellem Efendimize, şanlı eshâb-ı kiramına ve ‘Eimme-i Hüdâ’
olan mübarek Ehl-i Beytine tevârüsen ‘liyâkat’ kesbetmiş ve
aynı yakinî imanın; İslâmî şecâât, cesaret, celâdet, izzet ve
azâmetin; İlâhî sabır, sebât, metânet, sekinet ve talib-i cihâd
ve şehâdetin müşahhas ve mücessem timsâli olmuşlardır...
Bilhassa; İmam Humeyni’nin 1963’teki asıl ‘hurucu’;
1964’teki memleketinden ‘ihraç’ (sürgün), yani ‘hicret’ olayı,
her an öldürülme ihtimâli olduğu halde, zerre miktar ‘tâviz’
vermeyişleri; 1 Şubat 1979’deki Fransa’dan uçakla İran’a ‘girişi
ve uçağının kudurmuş tağutî şahlık ordusu tarafından ‘düşürülme’ ihtimâlinin %100’e yakın olmasına rağmen, aslâ aldırış
etmemesi ve büyük bir ‘teslimiyet, tevekkül ve sekinet’ içerisinde bulunması; 10 gün boyunca tağutî güçlerle ‘boğaz boğaza’
savaş verildiği halde azıcık da olsa ‘endişeye’ kapılmaması;
188
Fert’ten Cemââte, Cemâât’ten Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
Amerikan casusluk yuvasının darmadağın edilmesiyle birlikte
alınan rehineler üzerine ve sürdürülen diğer inkılâbî tavır ve hareketler boyunca, Amerikan emperyalizminin ve yandaşları
olan müstekbirlerin her türlü ‘tehditlerine’, hatta İran’ı işgal-istilâ
veya “atom bombası’ ile imhâ edecekleri iddiâlarına, “Hiç bir
halt edemezler!” diye mukabele edecek kadar eşsiz bir İslâmî izzet, şecâât, cesâret ve kahramanlık örneği sergilemesi; dünya
müstekbirliğinin ‘temsilcisi’ olarak ve onların ‘teçhizi’ ile İslâm
inkılâbı’nı yıkmak gayesiyle kukla Irak rejiminin başlattığı uzun
vadeli savaş boyunca, aslâ paniğe ve ümitsizliğe kapılmaması,
büyük bir sabır ve metanet içerisinde bulunması; İran, Irak,
Yemen, Afganistan, Lübnan, Filistin ve Pakistan inkılabî
müslümanlarının da imamlarından geri kalmayacak derecede
eşsiz kahramanlıklar göstererek şahikalara yükselmeleri; ‘Asr-ı
Saadet’ ruhunun ve mektebinin asrımızda tekrar doğuşunun ve
‘Muhammedî İslâm’ın ‘âherinler’485 ve “Tubâ lil’-ğurebâ”486 olarak, tecellisinin apaçık tezahürüdür. Ki; bununla asrımızı
bahtiyâr kılan, bizleri bu ‘Hizbullahî Ümmetin’ mensubu kılmakla şereflendiren, tağutî güçlerin ürkmesini sağlayıp korkularını artıran, istikbar tarafından ezilmiş mazlum İslâm ümmetinin
ve dünya mustaz’aflarının “ümitlerini” uyandıran Rabb’ül-
485
486
Bakınız; Cuma(62): 2-4; Z. Buhari: 842; Tecrid: 11/200-201;Tirmizi (Terc.):
5/412-413; İlââhir… Müslim (Terc.): 2/21; (Arapça): İman/232; (2/130-131);
Tirmizi (Terc.): 4/385-386; (Arapça): K. İman/13: (5/18): Sünen-i İbn-i Mâce
(Terc.): 10/203-204; (Arapça-K.Sitte Serisi) K. Fiten/15 (2/1319-1320); Darimi
(Arapça-K. Sitte Serisi): K. Rikak/42 (1/707-708; Ahmed İbn-i Hanbel: 1/184,
398; 2/177, 222, 389; 4/73; Cami' us-Sağir (Terc.): 2/164; (Arapça): 2/160
Müslim (Terc.): 2/21; (Arapça): İman/232; (2/130-131 ); Tirmizi (Terc.): 4/385386; (Arapça): K. İman/13: (5/18): Sünen-i İbn-i Mâce (Terc.): 10/203-204;
(Arapça-K.Sitte Serisi) K. Fiten/15 (2/1319-1320); Darimi (Arapça-K. Sitte Serisi): K. Rikak/42 (1/707-708; Ahmed İbn-i Hanbel: 1/184, 398; 2/177, 222, 389;
4/73; Cami' us-Sağir (Terc.): 2/164; (Arapça): 2/160
Fert’den Cemââte, Cemâât’den Devlete Geçişin İlk Adımı: Hicret
189
alemin olan Allah’ımıza sonsuz minnet, hamd-ü senâ ve şükürlerimizi arz ederiz!..
Böylece; Allah’ın yüce Resûlü (asm) ile gerçek Eshabının
ve mübârek Nesl-i Pâkinin ve onların gerçek vârislerinin ‘yâkinî
iman’, ‘hicret’, ‘cihâd’ ve ‘şehadet’ten oluşan nurlu ‘hayat’larının ‘müşâhhâs-mücessem İslâm’ ve ‘canlı Kur’an’ olarak
bizlere ‘her cihetten’ ışık tuttukları, ‘nûmune-i imtisâl’ oldukları;
‘mutlak kurtuluş’un, ‘ebedî saadetin’, gerçek ‘salâh’ın ve ‘felah’ın da onlara iktidâ ile hâsıl olacağı, güneş gibi ve sarâhâten
anlaşılmış olmaktadır.. Vesselâm…
Download