25 MART 2013 Öncelikle AK Parti Genel Merkezi'ne ve Adalet Bakanlığı'na yapılan saldırıları kınıyoruz. MAVİ MARMARA VE ÖZÜR Mavi Marmara gemisine düzenlenen ve 9 Müslümanın şehid edildiği saldırıyla ilgili olarak siyonist israil, Türkiye'den özür diledi. Yetkililerin dik duruşunun neticesi olarak siyonist israilin burnunun yere sürtülmesi sevindiricidir, memnuniyet vericidir. Siyonist israil'in özür dilemesi güzeldir ama Türkye'nin israile yakınlaşması ve ilişkilerini normalleştirmesi tehlikelidir, ülkeye faydası yoktur. Alenen ve naklen katliam işlendi ama kapalı kapılar ardında özür dilendi. Bu özür, sözden ibaret kalmamalıdır. Filistin'e uygulanan ambargonun tamamen kalkması gerekir. Siyonist israil'in özür dilemesi, bölgede yaşanan değişikliklerden korktuğunu göstermektedir. Netanyahu, "Değişken realiteler, Ortadoğu'daki rejimlerle ilişkilerimizi tekrar değerlendirmemizi zorunlu kıldı." diyerek özrün asıl nedenini açıkladı. Bu özrün; "Amerika, israil devletinin yanında duruyor, çünkü temel ulusal güvenlik çıkarlarımız bundan yana." diyen Obama'nın işgalci israili ziyaretinin ardından gelmesi, Kürecik radar üssüyle eşgüdümlü çalışacağı ve NATO'ya entegre olacağı belirtilen 'Deniz Kalkanı' projesinin gündeme gelmesi ve özürden hemen sonra siyonist israilin Suriye ordusuna ait bir askeri mevziye saldırması hiç de tesadüfi görünmemektedir. ROBOSKİ KATLİAMI RAPORU Roboski Katliamı ile ilgili inceleme yapan Uludere Alt Komisyonu, on beş aydır sürdürdüğü çalışmalarını tamamladı. Roboski'de 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili hazırlanan raporda “Olayın kasten yapıldığına yönelik olarak herhangi bir delil elde edilemediği görüş ve kanaatine varılmıştır'' denildi. Kasıt yoksa bile devletin Roboski meselesinde hatalı olduğunu kabul etmesi gerekir. Siyonist israilin Mavi Marmara gemisinde katlettiği dokuz vatandaşımız ile ilgili özür dilemesinin istenmesi nasıl bir hak idiyse, aynı şekilde devlet de Roboski'de katledilen otuz dört kişinin ölümüyle ilgili olarak Roboskili ailelerden özür dilemelidir. BAŞÖRTÜSÜ ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN NE BEKLENİYOR? Memur-Sen'in başlattığı sivil itaatsizlik eyleminde birçok kamu kurumunda çalışan memurların başörtülü olarak işe gitmeleri Müslüman kamuoyunun özlediği bir tabloydu. On yıldır iktidarda olan hükümet bu sorunun çözümü için toplumda bir konsensüs olması gerektiğinden söz etmişti. Başörtüsüne özgürlük için bir ayda 12 milyon 300 bin imzanın toplanması konsensüs değilse eğer, konsensüs oluşması için daha ne beklenmektedir? NEWRUZ Diyarbakır'daki nevruz programına olan teveccüh; halkın barışa ve çatışmasız bir ortama duyduğu özlemin bir tezahürüdür. Halkın bu beklentisi boşa çıkarılmamalı, bölgede artık, kan akmamalı ve şiddet durmalıdır. PKK-BDP-KCK’nin Müslüman Kürt halkının tek temsilcisi olarak kabul edilmesi de, hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılması da yanlıştır. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Hükümet, Kürt meselesinin çözümü konusunda samimi ise Kürt halkının bütün kesimleriyle görüşmesi, haklı ve meşru taleplerinin tümünü mümkün olan en kısa zamanda karşılamalıdır. KÜRTÇEYE TAHAMMÜLSÜZLÜK Hüda Par Batman İl Başkanlığı ve Merkez İlçe Başkanlığı'nın tabelalarındaki Kürtçe yazı, yasak olduğu gekçesiyle Batman Emniyet Müdürlüğü tarafından kaldırılmak istendi. Daha önce de Mardin İl Başkanlığı'mızın, reklam panolarına astırdığı afişlerde Kürtçe yazı olmasından dolayı polis tarafından kaldırılmak istenmişti. Kürt meselesi acaba böyle mi çözülecek? Bütün kamuoyunun Kürt meselesinin çözümü ile ilgili konuştuğu bir günde Kürtçe yazı var diye parti tabelamızın indirilmek istenmesi hükümetin ayıbıdır. 4. YARGI PAKETİ Düzenlenecek olan 4. Yargı Paketi ile düşünce ve ifade hürriyetinin sınırlarının genişletileceği ifade edilmişti. Hatta şiddet içermeyen düşünce ifadelerinin tamamen suç olmaktan çıkarılacağı ileri sürülmüştü. Paketin bu şekliyle yasalaşması halinde bu beklentilerin hiçbirini karşılamayacağı anlaşılmıştır. Düşünce ve ifade hürriyetinin sınırları yine genişlememiştir. Yani "eski tas, eski hamam!" TEKİRDAĞ F TİPİ'NDE AÇLIK GREVİ Tekirdağ 1 ve 2 No'lu F tipi cezaevlerinde kitap sınırlamasına karşı süresiz açlık grevine başlandığı haberleri basında yer aldı. Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki siyasi tutuklular, kişi başına on kitap sınırlamasına ve saldırılara karşı süresiz açlık grevine girilmiş. Daha önce Hizbullah tutuklu ve hükümlülerine de benzer kısıtlama getirilmişti. Cezaevlerinde idarecilerin keyfi tutumlarından kaynaklanan hak ihlalleri; cezaevlerini tutuklu ve mahkumları fiziki ve ruhi bakımdan öğüten bir mekanizmaya dönüştürmüştür. Bu nedenle özellikle F tipi hapishaneler kapatılmalı ve cezaevlerinde bulunan "insan"ların yaşantıları, insanlık onurunun zedelenmeyeceği standartlara yükseltilmelidir. RAMAZAN EL BUTİ'NİN ŞEHİD EDİLMESİ İslam âlimlerinden Ramazan el Buti, Suriye'nin başkenti Şam'da camiye düzenlenen bir intihar saldırısında o an camide olan onlarca Müslümanla beraber şehid edildi. Allah-u Teâlâ kendisine ve saldırıda şehid düşen bütün Müslümanlara rahmet eylesin, taksiratlarını affetsin. Her ne kadar Buti'nin Esed ile ilgili düşüncelerine katılmasak bile hiçbir şekilde bir İslam âliminin katledilmesini ve İslamın mukaddesatlarından olan camilerin, içinde ibadet edenlerle beraber bombalanmasını kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu eylemi de, böyle bir eylemi caiz gören zihniyeti de lanetliyoruz. Ne yazık ki korktuğumuz şey oldu. Geçen haftaki gündem değerlendirmemizde, İslam dünyasının tanınmış âlimlerinin fitneyi daha da derinleştirecek fetvalar vermelerini esefle karşılamıştık. Âlimlerden beklentimizin, ümmetin zorlu bir süreçten geçtiği günlerde ihtilafları giderici ve fitneyi önleyici açıklamalarda bulunmaları olduğunu belirtmiştik. Bu acı vesile ile bu temennimizi bir kez daha yineliyoruz. MYANMAR VE MALİ Myanmar'da Budistlerin Myanmar Müslümanlarına yönelik Devlet destekli gerçekleştirdiği son saldırılarda bir medrese hedef seçildi. Yaşanan katliamda 28'i talebe 4'ü müderris olmak üzere 32 Müslüman hunharca katledildi. Katliamın hemen ardından medrese ve ayrıca iki cami ateşe verilerek yakıldı. Yine hafta içinde Mektila kentindeki sokak çatışmalarında onlarca Müslüman daha katledildi. Mali'de ise Fransız askerleri, uluslararası hukuka göre yasak kabul edilen silahlarla direnişçilere saldırdı. Uranyum bombalarıyla saldıran Fransız işgal güçleri, su kuyularına da kimyasal zehir attı. Myanmar ve Mali'de Müslümanlara yönelik yapılan katliamlara ve çiğnenen uluslararası hukuka; uluslararası toplumun, insan hakları savunucularının ve Batının seyirci kalması; iki yüzlülüklerinin ve insan hakları savunuculuğu iddialarında yalancı olduklarının apaçık göstergesidir. Müslüman kamuoyunu dünyanın sessiz kaldığı bu katliam ve vahşetlere tepki vermeye davet ediyoruz.