SERGİDE YER ALAN ÇALIŞMALAR Çalışmalarında temel mecra olarak doğayı seçen Britanyalı Roger Ackling, hiç karbon ayak izi bırakmamış bir sanatçı olarak iz bıraktı. Sanatçı 1960’ların sonlarından ölümüne dek, tek mecrası olan güneş ışığını buluntu tahta artıklarını büyüteçle yakıp işlemek üzere kullanmıştı. Bas Jan Ader’ın “Broken Fall (Organic)” [Hızı Kesilmiş Düşüş (Organik), 1971] videosu yerçekimi kuvvetini bir mecra olarak kullanıyor. Yapıt, doğanın güçleri karşısında insanın ne kadar kifayetsiz olduğunu, sanatçının gücü tükenene dek bir ağaç dalına asılı duruşuna ve sonunda çamurlu ırmağa düşüşüne dair bir çekimle gözler önüne seriyor. Yapıttaki yerçekimi kuvvetinin sanatçıyı bilinmezin içine düşürmesi, Ader’in gerçek hayatta yelkenliyle çıktığı bir seferde okyanus tarafından yutulup dünya yüzeyinden silinişini de hatırlatıyor. Sergideki en genç sanatçı Alper Aydın, “YOK OLMADAN”da yeni bir üretimle, Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki topladıklarıyla inşa ettiği “Taş Kütüphanesi” ile yer alıyor. Arazi sanatının ve çevreci sanatın takipçisi olan Aydın sanat yapıtlarını doğada; varoluş, dönüşüm ve yıkım gibi doğal süreçlere odaklanarak meydana getiriyor. Karadeniz kıyısında çekilmiş tamamlayıcı fotoğrafları, sanatçının kayalardan yararlanarak yaptığı müdahaleleri belgeliyor. Kayaların gerçek ağırlığını hesaplayıp üzerlerine yazan Aydın, bu hayli kavramsal seride bir taşı da “okkalı” bir oto-portreye dönüştürüyor. Çinli sanatçı ve araştırmacı Bingyi, sergideki heybetli parşömen resminin başlığında da ifade edildiği üzere kıyamet kavramına eğiliyor ve afetler üzerine çalışıyor. Yapıt, sanatçının 2008 tarihli Siçuan deprem ve selinden etkilenmiş alanlarda yaşadığı, incelikle süzülmüş deneyimlerin sanatsal alanda ifadesi. Bingyi’nin yapıtındaki manzaralar ve diğer sahneler bir afetin şiddetli yıkımı ile doğanın yaşamsallığını ve iyileştirme gücünü bir araya getiriyor. Sergide gelecek senaryolarına kafa yormak üzere teknolojik araştırma ve gelişmelere eğilen bir yapıt ise, Jasmin Blasco’nun Los Angeleslı sanatçı ekibi Pico Studio ile birlikte hazırladığı “First Human Born in Space” (Uzayda Doğmuş İlk İnsan). Sekiz kısa bölümden oluşan yapıtta uzayda doğan ilk insanın tahmini yaşamı ve Dünya’ya gelişinden önceki eğitimi, arzuları ve umutları anlatılıyor. 20. yüzyıl başlarında, uzay kolonilerinden oluşan parlak bir gelecek tasavvur eden Charles A. A. Dellschau’nun umut dolu suluboyalarında gezegenler arası yolculuk arzusuyla, devre özgü keşiflerden beslenen bir hikaye anlatılıyor. Kendi kendini yetiştirmiş sanatçı Dellschau’nun renkli kompozisyonları yalnızca sanatçının yaşadığı devir için değil, günümüz açısından da şaşırtıcı seviyede bir hayal gücü ve yenilikçilik arz ediyor. Elmas Deniz, Güney Kafkasya’nın olağanüstü doğasındaki insansız bir hava aracına ait buluntu görüntülere sanatsal müdahalede bulunuyor. “Güzel” ve “el değmemiş” doğa görüntüleri ve deneyimi talebinin gitgide artışını sorgulayan “İnsansız” ve ona eşlik eden drone-kuş melezi heykel ile, teknolojileri durmaksızın ilerleyen tüketim odaklı günümüz toplumundaki görsellik politikaları ve doğa temsilleri üzerine alternatif bir yorum öne sürüyor. Mark Dion’un bir araya getirdiği 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarına ait yaklaşık yüz adet kutup ayısı baskısı, hayvan türlerinin tükenişine ve küresel ısınmaya, bilhassa 1 da kutuplardaki buz tabakalarında yaşanan şiddetli erimeye gönderme yapıyor. Dion, ayıları artık var olmayan bir doğa tarihi müzesi ilginçliği halinde sunuyor. Doğayı ve zamanın akışını süreç ve deneyim üzerinden ele alan Hamish Fulton, sanatının “zaman öğesini, ömrün zamanını güneş, ay ve yıldızlara göre” idrak ettiğini söylüyor. Doğayı yürüyüşleriyle belgeleyen ve tecrübe eden sanatçı, mevcut koşullara dair yeni yorumlar önermek üzere, doğayla ilişkili nesne ve malzemeleri toplanmaya, muhafaza etmeye, kategorilere ayırmaya ve hatırda tutmaya odaklanıyor. Sergideki en eski tarihli yapıt, İtalya’nın Piedmont bölgesinde yetişen tüm meyveleri yerel bir fidanlık için kayıt altına almış, az bilinen Torinolu 19. yüzyıl zanaatkarı Francesco Garnier Valletti’ye ait. Garnier Valletti’nin modellerini çıkardığı meyvelerin çoğu günümüzde yetiştirilmiyor, mevcut olanlarsa artık yalnızca tohum bankalarında bulunabiliyor. Rodney Graham imzalı, halüsinasyon etkisi yaratan büyük ağaç fotoğrafları kapsamlı bir belgeleme ve temsil revizyonu öne sürüyor. Meşe ağaçları ve dalları bize doğanın görsel temsilinin sürekli yeniden üretildiğini ve çoğaltıldığını anımsatmak üzere hem mekânda hem de izleyicilerinin zihninde asılı duruyor. Görüntülerin ters çevrilmesi, ufuk ve yerin nerede olduğuna, hatta bir ağacın kök ve dallarının neye benzediğine dair algılarımızı yoldan çıkarıyor. Sergide çevreci temalara eğilen güncel videolardan bir araya geldiği kapsamlı bir video seçkisi de yer alıyor. 2015 Paris İklim Konferansı (COP21) vesilesiyle ikonoTV tarafından tasarlanan “Art Speaks Out” (Sanat Sözünü Sakınmıyor) 57 uluslararası katılımcının videolarına beş bölümde yer vererek çevresel çözümlere dair farklı seviyede öncelikler ve bunlara karşılık gelen düşünme, ilgi, kaygı, korku ve umut gibi hisler içinde bir gezintiye çıkarıyor izleyiciyi. Lars Jan imzalı “Holoscenes”, bir akvaryum içinde kimi günlük faaliyetleri gerçekleştiren çeşitli oyuncuları tepeden gösteren, üç kanallı bir video yerleştirmesi. Akvaryumdaki suların birden akın edip çekilmesi ve yeniden taşması kapalı tank alanlarındaki bir dizi olay koreografisinin de önünü açıyor. 2011’den beri süregiden bu canlı performans serisi, iklim değişikliği ile doğal afet meselelerini ve günlük yaşantılarımız üzerindeki etkilerini ele alıyor. 1960 ve 1970’lerdeki Arte Povera hareketinin başlıca figürlerinden Mario Merz sergide doğa kavramını, Fibonacci dizisiyle sürekli büyüyen, kuvvetli ve bereketli bir güç olarak keşfe çıkan büyük bir spiral masayla yer alıyor. 12. yüzyılda İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci, doğadaki büyüme örüntülerini incelemiş ve tavşan nüfusundaki artışa dair bir problemi Batı dünyasında Fibonacci dizisi adıyla bilinir hale gelen, her bir sayısı önceki iki sayının toplamından oluşan seri aracılığıyla çözmüştü. Dizinin görsel açıdan en iyi anlatımı olan spiral, Merz’in yapıtlarında tekrarlayan bir motif. Serginin de ana görseli olan, Maro Michalakakos imzalı, boynu bacağına dolanmış “İsimsiz” flamingo, kendi kendimizi uğrattığımız yıkımın bir metaforu. Maro Michalakakos’un sergide yer alan suluboya resimleri, üslubuyla 19. yüzyıldaki bilimsel kuş tasvirlerini çağrıştırıyor. Sergiye adını veren müzik parçası “Big Yellow Taxi”nin de sahibi sanatçı Joni Mitchell, “YOK OLMADAN”da yakın tarihli bir çalışmasıyla, koreograf Jean GrandMaître ve Alberta Bale Topluluğu’yla ortaklaşa hazırlanan The Fiddle and the Drum 2 (2007) balesiyle yer alıyor. Mitchell’ın dairesel fotoğraflarıyla döşenmiş, boş bir sahnede geçen bale, her biri sanatçının bir şarkısına karşılık gelen bölümlere ayrılmış; bazıları ekolojik felaketlerin önemli bir nedeni olan savaşı, bazıları da insan ilişkilerini konu alıyor. Yapıt, “Big Yellow Taxi” koreografisiyle sona eriyor. Yoko Ono’nun tabutlardan ve canlı zeytin ağaçlarından oluşan “Ex It” adlı yerleştirmesi yalnızca ölüme dair fikirler değil, insan varlıklarını başına geleceklere dair iyimserlik de aşılayan, lirik bir ortam sunuyor. Müze koleksiyonundan alınan ve canlı kuş sesleri ile sanatçının kendi sesinin eşlik ettiği bu yapıt, Ono’nun ifadesiyle “bir süreklilik olarak yaşamın ta kendisini”, ölümün gerçekliğine rağmen, içinden daima hayatın da serpildiğini gözler önüne seriyor. Yoko Ono’nun çalışması 20 Mart 2016’ya dek görülebilir. Camila Rocha’nın projesi müzenin fuaye kısmını ortak deneyime açık yeni bir ortama dönüştürüyor. Memleketi Brezilya’nın zengin görselliğinden ve doğa felsefesinden esinlenen sanatçı canlı, yapay ve özel üretim bitkiler, sesler, yansıma yüzeyler ve hatta bir salıncak içeren bambaşka bir “sefa” alemi yarattı. “Sefatoryum” kişisel ifadeler, birlikte düşünme ve sohbete açık, konuksever bir platform da sunuyor. Canan Tolon, 1980’lerden bu yana taze çimen ve paslanmış yüzeyler gibi çeşitli organik malzeme kullanarak “işlenmiş peyzajlar” yaratıyor. Sergide sanatçının on yıllardır “soluk alıp veren” ve değişim geçiren erken tarihli iki yapıtı yer alıyor. Tolon’un derinlikli yapıtları doğa, zaman ile yaşamın; süregitme ve yok oluş, geri çevrilmezlik ve dönüşüm, serpilme ve çürüme gibi karşıt fakat tamamlayıcı yönlerini meydana çıkarıyor. Pae White “YOK OLMADAN” için, bir neon yapıt dizisi olan “<L3U~.>C≈K¥◊CH∆RMS‡” projesini mevsimsel duygudurum bozukluğunu telafi edecek bir tür ışık terapisi halinde yeniden uyarladı. Tünel benzeri bir ortam içinde bulunan, alana özgü bu yerleştirme, galerinin iki ana kapısından birine uzanan bir kanal görevi görüyor. Yapıtta farklı neonların ışığı gündüz etkileri yaratıyor, oyunbaz formlar da izleyicilerin keyfini sürebileceği bir “ışık odası” meydana getiriyor. 3