Yaratıcı Aktın Sentezi

advertisement
• - -> ft; fcv2
9
G A K
1 9
9
8
Cumhuriyet
□ Uğur M um cu’nun “ Bütün Yazıları” ta ­
fotoğrafçı kadrosunun objektifinden Kapadokya. Deniz Teztel yazdı
lO.sayfada
□ Uğur Kökden, Z. Oral’ın “ Bu Cennet Bu
Cehennem ini değerlendirdi...... 11.sayfada
□ D. Adanır, “ Marksizm ve Türkiye Solu”nu değerlendirdi ................... 13.sayfada
i
Z
E
O
mamlandı. Sıra Seçmeler’de...... 3. sayfada
□ Faruk Pekin’in kaleminden ve zengin bir
s
K İT A P
S e rve r Tanilli'den bu
kez bir felsefe kitabı
ratıcı
Sentezi
“Cumhuriyet’i kuranların eğitimden anladıkları, ba­
ğımsız kafalar yetiştirmekti, bir fikre körükörüne
saplanmamış, arayıp soran ve eleştiren kafalar; o gü­
zel deyişle, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşak­
lar! Hele hele liseler, gençlerin temel kültürlerinin
yerine oturduğu, dünya görüşlerinin, fikri kimlikleri­
nin belirginleştiği bir eğitim aşamasıdır. Lise eğiti­
minde -belki- en önemli ders de felsefedir. Çünkü
matematikten fiziğe, tarihten edebiyata ve sanata de­
ğin, bütün öteki bilimlerin sağladığı bilgi birikimini
yeniden ele alıp bir bütün içinde yoğurmak; bunu
vaparken de, gence, "eleştirici düşünce”nin anahtar­
larım verip onun alışkanlığını kazandırmak felsefeyle
mümkün. Ancak, Türkiye’de devlet, yıllar var ki eği­
tim sistemini özgür düşünceye kapamıştır; düşün­
meyen, eleştirmeyen insanlar istenmektedir; bir yan­
dan “molla eğitimi”nin altında yatan bu olduğu gibi,
öte yandan liselerde felsefe eğitiminin, özellikle
1980lerde horlanan, itilip kakılan bir ders olmasının
altında yatan da budur. Eldeki kitap, bu haince tez­
gâhlanıp sürdürülen tuzağa karşı çıkmak için yazıldı;
o tuzağı hazırlayanların ideolojisi olan "Türk-lslam
Sentezi ”nin önüne dikilmenin amacmı taşıyor: Adı,
“Yaratıcı Akün Sentezi” de buradan ileri geliyor ve
ancak yaratıcı akıl bir sentez kurabilir.” diyen Server
Tanilli nin “ kitabını tanıtmaya çalıştık sîzlere.
BETÜL ÇOTUKSÖKEN
arolamn sorular/sorunlar içeren bir yapı olarak
kavranması, çeşitli biçimlerde, türlerde, çeşitli
boyutlarda ve çeşitli derecelerdedir. Bu kavra­
yış sonucu elde edilen bilgiler için de durum böyledir.
Bilgiler belli bir amaçla, örneğin, öğretme amacıyla il­
gililere aktarılması da, başka deyişle bilgilerin öğretim/öğrenim konusu haline getirilmesi de, çeşitli dü­
zey ve derecelerde olmaktadır. Öyleyse bilgiler çeşitli
yoğunluk derecelerinde oluşturulur, aktarılır.
Herhangi bir bilgiyi içerdiği konusu/konulan ve el­
de ediliş biçimi bakımından Delirgince ortaya çıkarıp
bir tür “önbilgi” olarak sunma, bilgi üreticilerinin ge­
nellikle benimsediği bir yoldur, işte bu aşamada bile
V
CUMHURİ YET KİTAP SAYI
41S
sunulanlar, yoğunluk bakımından farklı düzeylerde,
farklı derecelerde belirir. Bilgiyi oluşturan kişi, bunu
çoğun bilinçli olarak yapar. Her bilgi alanını, temel
özellikleri yönünden tanıtmayı amaçlayan bu çalışma­
lar da genellikle “giriş”, “başlangıç”, “hazırlık” sözcük­
leriyle sunulurlar.
Felsefe, varolanları bir yandan ilişkileri yönünden ele
alır; öte yandan da onların asıl taşıyıcı yanlarını, özgül
ayrımlarını ortaya koyar. Felsefi bilgi öyleyse, alanlararası ilişkilerle, özgül ayrımların bilgisidir. Ama böy­
le bir belirleme, belirleme çabalarından sadece biri di­
ye de değerlendirilebilir. Ancak bu belirlemenin son
derece biçimsel, bir o kadar da özsel olduğu derinle­
mesine bir araştırmadan sonra ortaya konabilir.
Felsefe bir bilgi olarak da, üstelik çeşitli düzeylerde
ve derecelerde başkalarına aktarılabilir, öğretilebilir.
Bu nedenle zaman zaman, “felsefeye giriş”, “felsefeye
başlangıç”, “felsefeye hazırlık” türünden çalışmalar
gerçekleştirilir. Amaç, düşünme ediminin hem insana
en yaraşır, hem de pavlaşılabilir bir ürünü olarak gö­
rülen felsefenin, felsefi bilginin, daha çok kişi tarafın­
dan dikkate alınmasını/alınabilmesini sağlamaktır.
Filozoflar, başka bir deyişle felsefeyi tam anlamıyla
bir meslek olarak seçenler (kuşkusuz, yaşanan zama­
nın kimi dilimlerinde sadece gerçekleştirilen bir mes­
lek olarak değil, bir rnodus vivendi -yaşama biçimi- ola­
rak seçenler) için felsefe kavrayışını belirleme ve bu ne­
denle de bir tür “felsefeye giriş” çalışması kaleme al­
ma, filozof olarak kendini ifade etmenin yollarından
biridir. Adı açıkça “felsefeye giriş” olmasa bile, tüm fi­
lozoflar böyle bir çabayı hiç olmazsa örtük olarak ger­
çekleştirirler. Bu, bir bakıma onların “metafizik”leri-
Devamı 4. sayfada.
Bir imparatorluğun
görsel tarihleri
Sanat, 250 sayfa, kuşe, ciltli,
ISBN 975-363-843-4, Fiyatı: 7.000.000 TL
İngilizcesi hazırlanıyor.
Manastır’da İlân-ı Hürriyet, 1908-1909/ Hazırlayan: Roni Margulies
Türkçe-İngilizce, Özel Dizi, 86 sayfa, kuşe, ciltli,
ISBN 975-363-434-X, Fiyatı: 2.000.000 TL
ODO
Y A P I
K R E D İ
Y A Y I N L A R I
İstanbul: 212-29 3 08 24, İzmir: 232-463 82 90, Ankara: 312-43 5 85 94
K
um:ag, yayın atağını sürdürüyor
O K U R L A R A
Server Tanilli, “Yaratıcı
Aklın Sentezi”ni özgür
düşünceye kapatılmış
olan eğitim sisteminin
dışladığı fe ls e fe y i'
yeniden gündem e g e­
tirmek amacı ile yazmış.
Bakın bu konuda neler
diyor: “Eldeki kitap,
haince tezgâhlanıp
sürdürülen bu tuzağa
karşı çıkmak için yazıldı;
o tuzağı hazırlayanların
ideolojisi olan ‘Türkîslam Sentezinin önüne
dikilmenin amacını
taşıyor: Adı, ‘Yaratıcı
Aklın Sentezi’ de bu­
radan ileri geliyor ve an­
cak yaratıcı akıl bir sen­
tez kurabilir.
Kitabın seslendiği, başta
lise ve üniversite
gençliğidir; yazılanlar,
yetişecek kuşakların
felsefe kültürlerini
güçlendirme hedefine
dönük. Ne var ki, on­
ların dışındaki kesimler
de isterlerse, dikkatler­
ine çarpacak şeyleri bula­
bilirler. Eserin diline ve
biçemine, herkese oku­
ma kolaylığı sağlaması
için özel bir önem göster­
ildi. Okurların, çoğu
felsefe kitabında olduğu
gibi, genelde ve soyutta
kalıp bulutların üzerinde
dolaşmamaları için,
günceli gösterip somut
toplum sorunlarında
düşünmelerini sağlamak
amacıyla, ilginç okuma
parçalarına dayanan bir
yöntem de seçildi.
Bütün bunlardan kalka­
rak, kitap, ülkemizde
süren kavram
kargaşasına son vermek
isterken, fikri bir or­
tamın hazırlanmasında
da yararlı olabilir, insan­
larımızın insanca yaşaya­
cakları bir düzenin
koşulları üzerinde
düşünüp tartışmaları an­
cak böyle mümkündür.”
Tanilli’nin kitabını dört
ayrı yazıyla tanıtmaya
çalıştık sizlere.
B ol kitaplı günler!...
TURHAN GÜNAY
'Bütün Yazılan' tamam
*
—
mmsjmmmmmmmmMmmmmmMmmmmmmmmmm/mmmmMmmmmmmMmMmmm
..........
Uğur Mumcu Vakfı um:ag, Uğur Mumcu’nun
katledilişinin beşinci yılında yazılarından yapılmış
bir “Seçmeler” dizisinin yayınına başladı. Dizinin ilk
kitabı, “Saklı Devletin Güncesi, Çatlı vs...” adıyla
piyasaya çıktı.Susurluk kazasının en önemli
cahramanı Abdullah Çatlı’nın esas alındığı kitapta,
Mumcu’nun 72 yazısı iki bölüm halinde yer alıyor.
Ancak konunun Susurluk ve Çatlı noktasma kadar
geçirdiği aşamalar da birinci bölümdeki, genel
olarak Ülkü Ocakları, kontrgerilla, gladyo, çete, Özel Harp Dairesi;
kontgerilla-ülkücüler-CIA ve benzeri başka ülke gizli servislerinin
ilişkileri; kontrgerilla ve gladyonun İtalya, Yunanistan uzantısı, terör
ve bütün bunların uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bağlantıları ile ele
alındığı 24 yazıyla destekleniyor. Yazıların “Bugünden Bellidir”
başlıklı ilki 13 Aralık 1974, “Kin Tohumları Başlıkl ı” sonuncusu ise
15 Ağustos 1992 tarihini taşıyor. Abdullah Çatlı’nın adının ilk kez
geçtiği ve kitabın ikinci bölümünün ilk yazısı olan “Örgütlü Suç” ise
14 Nisan 1984 tarihli. Mumcu, bu yazıları ile, Çatlı-Ağca-İpekçi
cinayeti-Papa suikastı ekseninin uluslararası boyutu ile birlikte
Türkiye’nin 1970’lerden, hatta daha eski tarihlerden itibaren,
“vatan-millet-kutsal devlet” adına nasıl bir çeteye teslim edildiğini
tüm çıplaklığı ile sergiliyor.
U
m:ag, kurulduğu andan başlayarak,
Uğur Mumcu’nun sağlığında yazdı­
ğı 23 kitabını um:ag logosu ile ve
“Bütün Yapıtları” dizisi olarak yayımlamış­
tı. Bu diziye ayrıca, 1975’te Altan Öymen’ıe
birlikte yazdıkları ve Yahya Demirel’in ha­
yali mobilya ihracatı konusunu işledikleri
“Mobilya Dosyası”; Papa-Mafya-Ağca’mn
ilk hali olan 1983’teki üçüncü baskısından
sonra bir daha yayımlanmamış olan “Ağca
Dosyası” ve Rutkay Aziz’le birlikte sahne­
ye uyarladıkları, oynandığı günlerden bu ya­
na bir daktilo metni olmaktan öteye gideme­
miş bulunan “Sakıncalı Piyade” adlı tiyat­
ro oyunu da eklendi,
urmag’ın ikinci çalışması, Mumcu’nun bü­
tün yazılarını “Bütün Yazıları" adı altında
ayımlamak oldu. 1962’de Yunus Nadi Maale Ödülü’nü aldığı ilk yazısından öldürül­
düğü gün yayımlanan yazısının yer aldığı bu
dizi de, yaklaşık 5 bin 200 yazı, yaklaşık 10
bin sayfadan oluşan toplam 40 ciltte toplan­
dı.
Uğur Mumcu’nun çalışmalarının değer­
lendirildiği üçüncü dizi ise, ilki “Saklı Dev­
letin Güncesi, Çatlı vs...” olan Seçmeler di­
zisi... “Çatlı vs...”, urmag’m 72’nci yayım.
Dizi, Mumcu’nun basın, Atatürkçülük, vb.
konu başlıkları altında hâlâ güncelliğini ko­
ruyan yazılarını esas alarak devam edecek.
um:ag şu sırada TBMM Uğur Mumcu Ci­
nayeti Araştırma Komisyonu Raporu ile Bü­
tün Yazılarını oluşturan 40 cildin “Ad Di­
zini”™ yayına hazırlıyor. Ad Dizini bir de­
faya mahsus olmak üzere 40 kitabı kapsayan
tek bir cilt halinde yayımlanacak. Bundan
sonraki baskılarda ise ad dizinleri her kita­
bın sonunda yer alacak.
urmag’ın bütün bunların dışında Kentsel
Gerilim (Sema Erder), Araştırmacı Gazete­
cilik (Seyfettin Turhan), Uğur Mumcu vel2
Mart (Emin Değer), Suikast Raporu (Evren
Değer-Tuncay Özkan) gibi yaymları da bu­
lunuyor. ■
Ortadirek Türküleri/ Uğur Mumcu/
um:ag Vakfı Yayınları/ 271 s.
Devlet Modası: Tek Yol Özal!/ Uğur
Mumcu/ um:ag Vakfı Yayınları/ 310 s.
Ermeni Mandacıları/ Uğur M umcu/
um :ag Vakfı Yayınları/ 316 s.
Kuvvayı Ticariye Ruhu/ Uğur Mumcu/
um-.ag Vakfı Yayınları/ 319 s.
Sahte Atatürkçülük/ Uğur Mumcu/ um.ag
Vakfı Yayınları/ 319 s.
Demirel ve Çankaya/ Uğur M um cu/
um:ag Vakfı Yayınları/ 318 s.
12 Eylüİ ve Şeriat/ Uğur Mumcu/ um:ag
Vakfı Yayınları/ 322 s.
Laiklik Ruhuna Fatiha/ Uğur Mumcu/
um:ag Vakfı Yayınlan/ 284 s.
Kurtar Bizi Baba/ Uğur Mumcu/ um:ag
Vakfı Yayınlan/ 283 s.
Paşa Tasarrufları/ Uğur Mumcu/ um:ag
Vakfı Yayınları/ 331 s.
Modern Türban/ Uğur M umcu/ um :ag
Vakfı Yayınlan/ 329 s.
Tohum ve Toprak/ Uğur Mumcu/ um -.ag
Vakfı Yayınları/ 322 s.
Askeri Marksizmden Demokrat Sosya­
lizme/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınla­
rı/ 320 s.
Yabancılaşma, Kenanizm, Ozalizm/ Uğur
Mumcu/ um:ag Vakfı Yayınları/ 285 s.
Petrol Bekçisi/ Uğur Mumcu/ um:ag Vak­
f ı Yayınları/ 281 s.
Ortadoğu'da Amerikan Bilardosu/ Uğur
Mumcu/ um:ag Vakfı Yayınlan/ 271 s.
Serbest Piyasa ve Kemalizm/ Uğur M um­
cu/, um:ag Vakfı Yayınlan/ 276 s.
Örs ve Çekiç/ Uğur Mumcu/ um:ag Vak­
f ı Yayınları/ 318 s.
Kemalizm Sendromu ve Pax-Amerikano
Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 350 s.
Son Yazılar/ Uğur Mumcu/ um:ag Vakfı
Yayınlan/ 57 s. +7 s. Fotoğraflar
K im i»
İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi
O Basan ve Yayan: Yeni Gün
Haber Ajansı Basın ve
Yayıncılık A.$. o Genel Yayın
Yönetmeni: Orhan
Erinç o Genel Yayın
Koordinatörü: Hikmet
çetinkaya OYazıişleri
Müdürleri: İbrahim Yıldız, Dinç
Tayanç
Sorumlu Müdür:
Fikret İlkiz Yayın Yönetmeni:
Turhan Günay Grafik
Yönetmen: Dilek
Ilkoruro Reklam: Medya C
o
o
o
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
415
SAYFA
3
Kapak konusunun devamı...
!
!
|
|
i
I
;
|
|
I
!
|
|
|
dir. (Burada metafiziğin, alışılagel­
miş anlamının dışında bir anlamda
kullanıldığına dikkat edilmelidir. Bu ko­
nuda daha geniş bilgi için bkz. B. Çotuksöken, fe ls e fe y i Anlamak f e l s e fe ile An­
lamak, Kabalcı Yayınevi, İst. 1995.)
Öyleyse ne kadar felsefi söylem, ne ka­
dar filozof varsa, bir o kadar da “felse­
feye giriş” vardır denebilir. Üstelik bu
türden yazılar, metinler, felsefeyle kuru­
lan profesyonelce ilginin yoğunluğuyla
orantılı olarak farklı bilgi düzeylerinde
gerçekleştirilir. Bu farklılığı belirleyen
ölçütlerden biri de hitap edilen topluluktur. Örneğin, bir fizik bilgininin meslekten fizikçiler ya da meslekten fizikçi olmaya aday olanlar için yazacağı bir “gi­
riş" kitabıyla, ortalama okurlar ya da bu
bugi alanıyla ilk kez tanışacak olanlar
için yalın bir hazırlık niteliğinde olmak
üzere yazacağı, kitap arasında büyük
farklar vardır. Önemli olan, bilgiyi üretirken ve iletirken amaçların iyi saptan­
masıdır. Çünkü dünyada sadece uzman
kişiler vok; çeşitli türlerde ortaya çıkan
bilgilerden, tarklı boyut ve ölçülerde uzman olmayan kişilerin de yararlanmaya
hakkı var sanırım. Yeter ki büyük çarpıt­
malar yapılmasın; ortaya konulan Sser,
uzmanca çalışmanın yerini almaya girişmeşin; yazar, istemlerinde açık davransın.
Filozoflar da yaşamlarının kimi dö­
nemlerinde yoğun, uzmanca, profesyo­
nelce gerçekleştirdikleri çalışmaların ya­
nı sıra, daha geniş kitlelere hitap etmek
üzere yazılar kaleme almaktadırlar. B.
Russell’ı hemen anımsayabiliriz burada
filozof olarak. Son yıllarda çoksalar lis­
telerinde ver alan S ofi’nin Dünyası’m da
düşünebiliriz. Özellikle eğitimi felsefi temellere oturtma, dolayısıyla da eğitim
aracılığıyla geniş kitlelerin felsefeden pay
almasını sağlamak üzere, son yıllarda
UNESCO Felsefe Birimi’nin gerçekleş­
tirdiği çalışmalar çok anlamlıdır.
Bundan kırk yıl önce, Almanya’da
Bavyera Radyosu’nda yaptığı felsefe ko­
nuşmalarını daha sonra (1959) F elsefece
Düşünme Yollan adı altında yayımlayan
Joseph M. Bochenski’nin şu görüşü tam
da gelmek istediğimiz noktada bize yar­
dımcı olacak niteliktedir: “Felsefe yal­
nızca uzman kişiyi ilgilendiren bir iş dedir; çünkü öyle ilgi çekici görünür ki,
şefe yapmayan ola ki hiçbir insan yok­
tur. Ya da en azından, her insanın yaşa­
mında filozoflaştığı bir an vardır. Bu her
şeyden önce doğa bilimcilerimiz, tarih­
çilerimiz ve sanatçılarımız için doğru­
dur. Bunların hepsi er geç felsefeyle uğ­
raşmaya başlarlar.” (J. M. Bocheaski,
F elsefece D üşünm e Yollan, Çev.: Kurtu­
luş Dinçer, Bilim ve Sanat Yayınları, An­
kara, 1996, s.22). Server Tanilli de J. M.
Bochenski’nin sesini duyar gibi: Diğer
yapıtlarının yanı sıra, özellikle bir tarih­
çi kimliğiyle kaleme aldığı Uygarlık Ta­
rihi ile Yüzyılların G erçeği v e Mirası (İn­
sanlık Tarihine Giriş) (4 cilt) başlıklı ça­
lışmalarından sonra böyle bir noktaya
gelmesi hiç de şaşırtıcı değil.
S
Yaratıcı Aklın Sentezi, fe ls e fe y e Giriş
(*) başlıklı son çalışmasında da bu kez,
kimi bilimsel bilgilere dayalı olarak fel­
sefeyle ilgi kuruyor. Felsefenin her şeyi
konu edinebilmesi gerçeğini göz ardı et­
meksizin, hangi topluluğa hitap ettiği­
nin de hesabını vererek düşüncelerini sı­
ralıyor. “Kitabm seslendiği, başta lise ve
üniversite gençliğidir; yazılanlar, yetişe­
cek kuşakların felsefe kültürlerini güç­
lendirme hedefine dönük. Ne var ki, on­
ların dışındaki kesimler de, isterlerse,
dikkatlerine çarpacak şeyler bulabilir­
ler.” (s. 11)
Yapıt, “İnsan Nedir?”, “Düşünmenin
Diyalektiği”, “Gerçekçilikle ilişkiler”,
“Yaşama Anlam Vermek”, “Geçmişten
Geleceğe”, “Kendi Olmak” başlıkları al­
tında, altı ana bölümden oluşuyor. Bu
SAYFA
4
Yaratıc; Aklın
Sentezi Üzerine
başlıklardan da anla­
şıldığı »ibi, yazarın
insanı, düşünen, bil­
gi üreten, eyleyen,
yaratan bir varlık
olarak algıladığı ileri
sürülebilir. Yapıtta,
her şeye insan açısın­
dan, yaratıcı insan
açısından bakmanın
örneği verilmekte­
dir. Ana bölüm­
lerin her biri çe
şitli alt başlıkla
ra ayrılıyor ve
bunların sonun­
da da “Daha
Çok Bilgi” baş­
lığı altında, oku­
yucu başka bilgi
k a y n a k la r ın a
g ö n d e r iliy o r .
“Olaylar ve Gö­
rüşler” ortak
başlığı altında
da genellikle kı­
sa yazılardan ve
günlük gazete­
lerden derlenen
okuma parçala­
rıyla farıdı bakış
açıları sergileni­
yor. Bu yazıların
pek azı profes­
yonel anlamda
fe lse fe c ile rin ,
başka deyişle fi­
lozofların ürü­
nü; yazıların bü­
yük çoğunluğu,
zaman zaman
felsefeyle
de
bağlar kurmayı
Türkiye'de
Aydınlanma
Hareketi
şefi bilgi biriki­
minden pay al­
maya özen gös­
teren ve yazı yo­
luyla topluma
belli bir mesaj
sunarken, zihin
açıcı olmayla, yapıcı ve barışçı olmayı
dengeleyebilen aydınların ürünü. Ayrıca
her alt bölümün sonunda tartışmak üze­
re çeşitli görüşlere
de yer veriliyor.
Laik, hümanist
bir bakış açısıyla
kaleme
alınmış
olan kitapta, felsefe
için bir hazırlık
yapmak
isteyen
okur, varolana, yu­
karıda belirlenen
çerçeve içinde ama
yine de farklı
açılardan baka­
bilmenin
ne
denli önemli ol­
duğunu görebi­
lir. Böyle bir
bakış açısının
yerleşebilm esi
içinse, aşağıda­
ki özellikleri iç -.
selleştireb ilecek insanı yetiş­
tirmeyi amaçla­
yan bir eğitime
gereksinim var­
dır: “Kişinin
aklını, duygula­
rını, davranışla­
rını
geliştir­
mek, onları insansal hedefle­
re yöneltmektir
eğitim: Çocuk­
tan sadece -yar­
gılaması yerin­
de- zeki bir in­
san çıkarmak
değil; doğuştan
gelen bütün ye­
tenekleri açılıp
serpilmiş, yeni
yetenekler ka­
zanmış, karşı­
laştığı yeni durumiarda'uyum
s a ğ la y a b ile n ,
kendini değiş­
tirmesini ve dü­
zeltmesini bilen
dengeli bir kişi­
lik gerçekleştirmektir. Öte yandan, kö­
künden söküp koparmadan geliştirmek;
dallarını kırmadan zenginleştirmek; ulu­
sal kültürlerin zenginlik ve değerini yad­
sımadan evrensel kültür değerleriyle do­
natmak; insanı, dünyadaki yeri konusun­
da bilinçlendirmek, geçmişe neler borç­
lu olduğu ve geleceğin nasıl olacağı ko­
nusunda bilinçli kılmak; insana, gelece­
ği kendi ellerinde tuttuğu güvenini ver­
mek ve buyruğu altına aldığı doğa güç­
leri üzerindeki egemenliğini sürdürerek
bu güçlere tutsak olmamanınken dişine
bağlı olduğunu öğretmek... Özetle, bir
insan yaratmaktır eğitim.” (s. 443)
S. Tanilli’ye göre felsefe, düşünme ça­
basına dayalı bir arayıştır (s. 16). Ayrıca
günümüzde felsefe, bilim ve teknik ge­
lişmeyi göz ardı etmemelidir. Tözsel ni­
telikli hiyerarşilere karşı çıkan, açık ev­
ren tasarımını önceleyen, değişmeyi ve
evrimi temele alan, akla güvenen bir
dünya görüşünü temele alan S. Tanilli,
insanın özsel ayrımı olarak “emek” ve
“dil”i gösteriyor. Yer yer felsefe tarihin­
den kesitlerin de yer aldığı yapıtta, bir­
birinden çok farklı dönemlerde ve koşul­
larda yaşamış olan filozofların “felsefi
kaygılarına” ana çizgileriyle yer veriliyor.
Ancak, bir yandan Thomas Aquinas’ı
(yazarın deyişiyle Ermiş Tommaso) bü­
yük bir filozof olarak görmek öte yandan
da, Ortaçağ’daki felsefeyi “sözde felse­
fe” (s. 144) olarak nitelemek, açıkça tu­
tarsız görünüyor. Belki de Ortaçağ felse­
fe yönünden, tek parçalı bir bütün ola­
rak görülüyor; oysa yapılan son araştır­
malara göre Örtaçağ’da tek bir felsefe
değil, felsefeler söz konusudur. Aydınlanmacı bakış açısını sergileyen yazarla­
ra göre, 529 (Justinianus’un Antikçağ
felsefe okullarını kapattığı tarih) ile 1637
[Descartes’ın Y öntem Üzerine K onuş­
ma' nın -(“Söylev” ya da “Söylem” ama
S. Tanilli’nin dediği gibi “Deneme” de­
ğil-) yazıldığı tarih] yılları arasında felse­
fe diye adlandırılabilecek bir çaba yok­
tur.
S. Tanilli’ye göre “bilimle din uzlaş­
maz, felsefeyle de uzlaşmaz din” (s. 164).
Gerçekten de birçok kişi dinle tanrıbilimin neredeyse bir ve aynı şey olduğunu
ileri sürerek, din-bilim ya da din-felsefe
karşıtlığına ya da çatışmasına dikkat çe­
ker; oysa asıl karşıtlaşan yapılar ya da di­
ni böyle bir konuma sürükleyen, -kuşku­
suz doğabilimleri gibi olması mümkün
olmayan- tanrıbilim, başka bir deyişle
dinbüimdir. (Bu konuda daha ayrıntılı
bilgi için bkz. C. Yıldırım, Bilimsel Dü­
şünme Yöntemi, Bilgi Yayınevi, Ankara,
1997). Dedüktif mantığı kullanarak, din­
sel örüntüleri ussallaştırma çabasına gi­
ren tanrıbilim ancak, bilimle ve içerik
olarak felsefeyle karşıtlaşır.
Çağımızda çoklu ilişkilerin odağında
bulunan insanı doğrudan ilgilendiren so- I
runlara (teknikle, nukukla, çevreyle ilgi-
Tanilli'nin kitabına bir giriş denemesi
VECİHİ TİMUROĞLU
çıklık, insanoğluna, Tanrı tarafın­
dan sunulmuş bir armağan değil­
dir. Doğa da, insanoğluna o den­
li açık görünmüyor. Atalarımız, doğanın
gizlerini sezebilselerdi, başımıza “tanrı”
gibi, yaratıcısına yabancılaşan ve sonra
da, onu insafsızca ezen bir kavramı sarmazlardı. Tanrı, bana göre, tüm dindar­
ların gönlünde, gölgeli bir “gerçek”tir.
Elçilerine bile, kamunun önünde görün mekten kaçınmıştır tanrılar. Kaynağın­
da, varabileceğimiz her gerçek, kendisi­
ne ulaşılıncaya değin, bizi yorar. Gerçek,
ressamın önüne uzanmış “çıplak” değil­
dir. Kaldı ki, ressamın önündeki “çıplak”ın da, her şeyi, ressamın önüne sergilenmemiştir.”Çıplak”, ressamın önün­
de, yüzlerce giziyle yatar. İnsanoğlu, bu
üzden, gerçeği yakalayabilmek için, bi­
ni, sanat, felsefe yapma çabalarına giriş­
miştir.
A
“Açıklık”, yakaladığımız değiniyle, sa­
nırım, bilimin ve sanatın bağışıdır insa­
na. Bilimin ve sanatın dili, bu yüzden,
günlük yaşamımızda kullandığımız dilin
dışında bir dildir. Nusret Flızır’ın deyi­
şiyle, sanatın dili, salt sanatçının dilidir.
Öznel ve kişisel düşüncenin yeniden
oluşturulmuş biçimidir. Bilimin dili, te­
rimlerle örülmüş “konu dili”dir. Bilim
adamı, öznel davranmayı sevmez, nes­
nellikten hoşlanır. Bundan dolayı da,
sözcüklerle değil, terimlerle konuşur.
Terimler, kavramların sözle anlatımıdır.
Bilim adamı, terimlerinin türlü çağrışım­
lara yolaçmamasına özen gösterir, ister
ki, söylediklerinin tümü, karlı dağlardan
süzülüp gelen su gibi dupduru olsun.
Tek anlam, bilim adamının tek isteğidir.
(*) Bu yüzden de, eski dillere yönelir, ye­
ni kavramlarını, eski dillerden seçtiği
sözcüklerden türettiği terimlerle anlatır.
Günlük yaşamımızda kullandığımız dil,
salt sözcüklerle örülmüştür. Sözcüklerin
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
415
li sorunlar) da yapıtında yer açıyor S. Tanilli.
Henüz ülkemizde felsefe “bir tutku”
haline gelmiş değil; ama genç kuşağın
felsefeye olan ilgisi, umutlandırın bo­
yutta. Kimi ortaöğretim kurulularında
ve biraz daha yaygın olarak yükseköğre­
tim kurumlarında “Felsefe Kulüpleri”
kuruluyor; felsefe seminerleri, kongre­
leri hatta öğrenci kongreleri (**) düzen­
leniyor. Felsefe dergileri yayımlanıyor
(***). İşte, felsefe ilgisinin giderek arttı;t bir ortamda, Yaratıcı Aktın Sentezi de
ayık olduğu ilgiyi görecek, okuyucusu­
na ulaşacaktır. ■
(*) Server Tanilli, Yaratıcı Aklın Sen­
Î
tezi. F elsefeye Giriş, Adam Yayınları, İs­
tanbul, 1997.
(**) 24-25 Kasım 1997’de Hacettepe
Üniversitesi’nde düzenlendi. 25-28 Mart
1998’de de İstanbul Üniversitesi’nde dü­
zenlenecek.
(***) Felsefelogos adı altında yeni bir
dergi daha yayın hayatına başladı. Yine
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü öğ­
rencileri Philosophia adlı bir dergi ya­
yımlamakta. İstanbul Üniversitesi Felse­
fe Kulübü de bir dergi hazırlığı içinde.
Ortaöğretim Kurumlan da benzer çaba­
lar içinde. (Örnek olarak, Saint Benoit
Lisesi ile Bahçelievler Lisesi’nin adı
anılabilir.)
Server Tanilli Eğitim, Bilim Sendikası (Münih)
Türkiye aydınlarıyla Dayanışma gecesinde,
1987.
yöntemi olarak benimseme, görecdik, ol­
gucu (pozitivist) ve dirimbilımci (bioloisme) önermeler, yaşam felsefesinin
öklü öğeleridir. Anlayacağınız, varoluş­
çuluk ve görüngübilim gibi “geç burju­
va felsefeîeri”nin kökenidir yaşam felse­
fesi. Camus’nün “saçmadan kaynakla­
nan tasar”ları, Sartre’ın “bulantı”sı, Kafka’nın “bunalım”ı yaşam felsefesinden
kaynaklanmıştır. Kaynağında, bir burju­
va felsefesi olduğu halde, “ilerici burju­
va felsefesi” geleneğinden bilinçli biçim­
de kopmuştur. Materyalist diyalektik dü­
şünceyi öğreti olarak benimsemiş ve
özümsemiş biri için, “yaşam felsefesf’ne
yaslanmak olanaksızdır. Benim söylemek
istediğim, felsefecinin yaşam biçimidir.
Felsefeci, “özdeksel olan”la “düşün­
sel olan”ın ilintisini çözümleyebilmek
için, bir bilinç oluşturur. Üretilmiş bilgi­
lerin “konudili”ni kullanarak kendisini
dar bir alana sıkıştırmaz. Evreni, bir
ucundan tutarak kavrayamayacağı için,
“konularüstü” bir dil yaratır. Felsefeci,
bu dille konuştuğundan, “yaşam”ı, “ya­
şantı” olarak algılayamaz, en yüksek de­
ğer olarak özdeğin yerine “yaşantı”yı ge­
çiremez. “Yaşantı”, tümel bir nitelik gös­
teren “yaşam”ın öznel ve evreli parçala­
rını ifade eder. Felsefeci, “yaşantılarda
değil, “yaşamda ilgilenir. Yaşantı, kuş­
kusuz, her sanatçının ilgi alanında değer
azanır. Ne ki, sanatçı da, “yaşantı”nın
özdeksel bağıntısını yansıtarak “ger­
çek”! yakalayabilir. Bilimsel özdekçilik­
ten önceki idealist filozoflar, bir felsefe
sorununun çözümlenmesinde, sorunun
işlenişine, düşünme yöntemlerinin geliş­
mesine, küçümseyemeyeceğimiz katkı­
larda bulunmuşlardır. Yaşam felsefesi­
nin kuramcıları, evreni kavramakta, öz­
deksel alandan kaçmakla, “yanlış bilinçdn oluşmasına yolaçmışlardır. Ya­
şam felsefesinin öncüsü, Alman idealist
felsefesinin önde gelenlerinden Wilhelm
Dilthey’dir (1833-1911). Dilthey, “tarih­
sel aklın eleştirisi”ni, tanrıbilimsel (teologique) kavramlarla geliştirerek “akıldışıcı” bir noktaya vardırmıştır. Ruhbilimsel ağırlıklı bu düşünce dizgesi, top­
lumsal bir kötümserliği körüklemiştir.
Burjuva “bunalım bilinci”nin kaynağı,
bu felsefedir. “Yaşantı”, insanın doğru­
dan yaşadığı “yaşam”dır. Bireyin yaşam
süreciyle bağıntılıdır salt. Kişi, kendi bi­
reyselliğini, yaşadıklarıyla (yaşantısıyla)
zenginleştirerek, bireysel özgürlüğünü
sağlamak ve korumak için, “topluma ge­
reksinim” duymaz. Uyumlu bir toplum­
sal ilişkiler dizgesini yaratma savaşımını
olanaksız kılar “kişisel özgürlük savaşı­
mı”. Kısası, beşeri ilişkilerin ve davranış­
ların kökeninde yatan güdüleri koşullan­
dıran toplumsal ilişkilerin algılanması­
nı, özellikle engellerler yaşam felsefeci­
leri. Bütün bunları da, “seçme özgürlü­
ğü” için yaptıklarını söylerler. Yaşam fel-
f
S. Tanilli’y e g ö r e fe ls e fe , d ü şü n m e çabasına dayalı bir arayıştır.
Ayrıca günüm üzde fe lse fe , bilim v e teknik g elişm ey i
göz ardı etm em elidir.
çağrışımı çoktur. Şair, bu nedenle, söz­
cüklerle konuşmaya özen gösterir. İster
ki, yaşamın her durumunu yansıtsm. Ya­
şayan dil sınırsız bir güçtür. Felsefeci, ne
bilim adamı gibi “konu dili”ni seçer, ne
de, şair gibi sözcüklerle konuşur. O, “konularüstü dil”le düşünür. Doğanın ve
toplumun birçok sorununu “açıklık”a
kavuşturmak için, böyle bir dile gerek­
sinimi vardır. Felsefecinin izlediği yol,
kaynağında, basit, çileli, ama vurucu dü­
şünme yöntemidir. Felsefenin bu niteli­
ğini iyi kavramış olan günümüzün filo­
zoflarından Félix Marti-lbanez, “Felse­
fe, soğuk algınlığı değin basit, kalp kri­
zi değin trajik, veba değin öldürücüdür.”
diyor. Felsefe de, sanat gibi, insanın ya­
şamını konu ediniyor. Ancak bir farkla,
sanat, yaşanmış her durumu yansıtırken,
felsefe, insanın salt “düşün yaşamı”nı
ele alıyor. Her çağda yaşama egemen ol­
muş “düşünce”yi ya da “düşünce dizge­
leri*’ni çözümleyerek sunar bize.
Tarih, geçmiş yaşama egemen olan
“düşün yaşamı” ile, hiç ilgilenmez. Ta­
rihin ilgilendiği “gerçek”, insansal ilişki­
ler değil, “toplumlararası ya da halklararası” ilişkilerdir. Felsefe yapmak, dü­
şünürler için bir yaşam biçimi olduğu
halde, toplumların, nesnenin bilgisini el­
de etmek gibi bir çabaları yoktur. Flat­
ta, yığınlar, böyle bir sorunun farkında
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
415
bile değildirler. Bilimlerüstü dili yakala­
yamayan hiç kimse, felsefe yapamaz.
“Tarihsel olan”ı, onu yaratmış kuşak­
ların bakışlarıyla ya da “tarihsel”in orta­
ya çıkmasına yolaçan koşulların benim­
senmesiyle algılarsak, bilimsel davran­
mış oluruz, ama felsefe yapmış olmayız.
“Tarihsel”in oluşmasına özgü özel bilgi
edinen, o koşullan kavrayacak biçimde
yaşayan, oluşmayı ve gelişmeleri tümel
olarak algılamaya çalışan kişi, “filozof’
sayılabilir. Felsefe, konularüstü bir dil
kullandığından, herhangi bir olaya ya da
nesneye, sevgiyle ya da sevgisizlikle bak­
mak gibi bir sorunsalla sayrılı değildir.
“Gerçek”in bilgisine ulaşmak, -kuşku­
suz ulaşabilirse- filozofun en büyük
“kuf’udur. Yaşamın özünü aramak, ona
varmak, çoğu kez, “sıradışı” bir çabadır.
Ortalama insanın yapacağı bir şey değil­
dir.
Böyle düşününce, beni, “yaşam felse­
fesine bağlı sananlar çıkabilir. Oysa, ka­
pitalizmin emperyalizm aşamasında or­
taya çıkmış olan “yaşam felsefesi”, geri­
ci bir düşünce dizgesini ifade eder. Bu
yüzden, bana çok yabancıdır. Uçta bir
“akıldışıcılık”, öznel idealizme varan
“nesnel idealizm”, bilgiye güvensizlik,
üretilmiş bilgiye karşı Kötümserlik, gi­
zemcilikten ayırdedilemez bir bilinemez­
cilik, başına buyrukluğu bir düşünme
Ii
j
I
!
sefesine bağh sanatçılar, çok çarpıcı bi­
çimde, gerçekliğin algılanışını ve sergile­
nişini, tam bir ikilem (dilemma) içinde
yaparlar. Olayların gerçek anlatımını ya­
parken, ikinci bir düzleme geçerler: Va­
roluşçuluk. Kuşkusuz, bu yöntem, bi­
linçli biçimde, toplumsal yaşamın çeliş­
kilerini sislere gömer. Bir bakıma, insa­
nın dramı gizemleştirilir (mistikleştiri­
lir).
Sartre’m Bulantı adlı romanının başkişisi Roquentin, etten kemikten yapıl­
mış bir kişi değil de, toplumun ceketine
dikilmiş bir düğme gibidir. “Başka birileri”yle ilişkiye girmek, onda tiksinti
uyandırır. “Başka birileri”, Roquen­
tin’de “bulantı”ya yolaçar. Bu duruma
neden düştüğünü kestiremeyen, bu yüz­
den, varlığını, olağan yaşamdan değişik
duyumsayan biri olarak görür. “Başka
birileri”nin dünyaları, “kandırıcı ve
acıklıdır”dır. Roquentin, terk edilmiş
“varoluşu”nu, “saçma” bulur sonunda.
Camus, insanoğlunun dramım, bu “saç­
ma” kavramında bulur. Ona göre, yaşam
“saçma”dır. Bu kavram, onu, onulmaz
bir karamsarlığa sürüklemiştir. Ceza­
yir’de başlayan “veba salgını”, salgınla
eylemli savaşımın gelişme biçimiyle yasanan gerçek olaylar arasında bulunan
bir koşutlukla anlatılır. DoktonRieux,
yazman Grande, işçi Tarrou ve veba ile
savaşımı göze alamayan “kararsız kişi­
ler”, birer simgedirler. “Veba salgını”,
toplumsal bir olgu durumuna gelen, gi­
derek gelişen ve siyasal iktidar olmayı
başaran “faşizm”dir. Kısası, veba, faşiz­
min simgesidir. Rieux, Grand ve Tarrou
ve kararsızlar, “antifaşist güçler”dir.
“Veba” ile savaşan kişiler, “yaşamı zorunlu savunan” güçlerdir, “veba” da, insanlığın zorunlu olarak savaştığı “insan­
lık dışı” kötülüktür. “Kötülük”, soyut­
lama yoluyla ele alındığından, onunla
savaşanlarm eylemleri anlamsız kalıyor.
Soyutlama, bilimde zorunlu olmasına
karşın, sanatta belirsizliğe yolaçıyor. So­
mut tarihsel güçler, kendiliğinden “saç­
ma” duruma düşüyor. Kötülük geliyor,
savaşanlarca geriletiliyor, ama kökten
kurutulamıyor. Bütün bu çabalar, özel­
likle düşün alanında, “manevi bilimler”
gibi yeni bir kavramın, bilgi kuramı için­
de kökleşmesini sağladı. Dilthey, dinsel
ve tarihsel bilimleri, doğa bilimleri kar­
şısında bağımsız kılarak tam bir karşıt­
lık yarattı. Böyle bir karşıdığın en önem­
li yanı, “manevi bilimler”in araştırılma­
sında, “akılcı bilimsel yöntem”in saf dı­
şı bırakılmasıydı. “İç deneyim” diye bir
yöntem, “akıldışıcılık’ün öne çıkmasına
yaradı. Yaşam felsefesi, geleneksel felse­
fenin “akılcı varlık” olarak nitelediği
“özne”yi dışlamış, yerine “güdü”yü,
“duygu”yu ve “istemler”! egemen kılan
“manevi güçlerin bütünselliğini yerleş­
tirmiştir. Bu yöntem, insanın toplumsal
yaşamı bakımından, tam bir çöküntüyü
ifade eder. Dış dünyanın gerçekliğine
inanma, insanın “karşı koyma” deneyi­
mine, dış dünyayı değiştirme ve dönüş­
türme çabalarına yol veriyor. “Manevi
güçlerin bütünselleştirilmesi”, açıkla­
mak ruhbilimi, deneyime yol verdiği için
yadsıyor ve nedenleri bir yana bırakan
betimleyici ruhbilimi öne çıkarıyor. Bu
yöntemde birincil ve belirleyici olan,
“ben”le “dış dünya”yı bir araya getiren
“yaşantı”dır.
20. yüzyıl Batı yazınını ve felsefesini
derinden etkilemiş filozoflardan biri de,
HenriBergson’dur (1859-1941). BaşyaL’évolution Créatrice (Doğurucu
Êiti
vrim) adlı kitabında, evrenin değişim
ve devinim yasalarını, “yaşam” kavra­
mından türeten bir “varlık kuramı” de­
ri sürdü. Yaşam, bir manevi güçtür.
Bergson, bu, gücü, “élan vital” diye ad­
landırdı. “Elan vital” terimini, Türk­
çe’ye “sevgi yaşam”ya da “yaşam gücü”
diye çevirebdiriz. “Elan vital”, her nes­
neyi yoğurur, salt kendi biçiminde ve ko­
numunda kalmaz, öz gelişimini de sağSAYFA
5
lar. Bu güç, hiçbir fiziksel ya da özdeksel varlığa bağlı değildir. Özdeksel var­
lıktan bağımsız olarak kendisini ortaya
kor, hayvansal ve bitkisel yaşamdan zi­
hinsel yaşama gelişen bir devinimi orta­
ya çıkarır. Yaşam gücünün devindirdiği
evrimin üst noktası, “homo faber”dir.
Daha sonra, kendisini etkileyecek “in­
san”! oluşturur. İnsan, akla bağlı olarak
“gerçeklik”i “değişim”e uğratır. Ne ki,
bunu ileri süren Bergson, bilim ve tek­
niği “akılcı bir etken” olarak benimse­
mez. Düşünce, dünyayı “ölü varlık”a çe­
virirken, sezgi, “élan vitaP’i ele geçirir.
Bergson, insan bilincinin dıştan değil,
kendi içinde düşünmekten kaynaklan­
dığını savlar. “Sezgi”, bize, yaratıcı gü­
cüyle, sürekli ve sonsuz çeşitlilik olarak
“gerçeklik”i yaşamamızı sağlar. Bu “ya­
şantı”, her türlü belirlemenin üstünde,
"insan özgürlüğü”nün mayasını oluştu­
rur. Toplum da, buradan türemiştir. Ge­
leneklerine bağlı toplumlar kapalı, öz­
gürlüğün ve sevginin egemen olduğu
toplumlar açıktır. Kapalı toplumların bi­
reyleri, Hıristiyan toplumlara geçmeli­
dirler. Ahlakın köjceni “din”dir, din de
Hıristiyanlıktır. “Elan vital”, ancak, Hı­
ristiyan töresini içeren bir ahlakla ölçü­
lebilir.
Çağımızda gericiliği kökleştirmeye ça­
lışan bu felsefeler, sömürüyü yoğunlaş­
tırmış, insanın “karşı koyma” bilincini
körleştirmiştir. “Yaratıcı akıl”, bu duru­
mu engelleyebilir. Felsefe kitaplığımız­
da, yaratıcı akıl üzerine derli toplu bir ya­
pıt yoktu. Yıllardan beri, düşün dünya­
mızı besleyen Server Tanilli, kitaplığımı­
zın bu eksiğini tamamladı. “Yaratıcı Ak­
lın Sentezi”!**) adlı yapıtıyla, evrensel
gericiliğe karşı, eline aldığı her konuyu,
sığlıktan kurtaran düşün ve bilim adamı
Server Tanilli, etkin bir yapıt kazandır­
mıştır bilim ve düşün dünyamıza, “insan
zekâsının bulduğu en anlamlı uğraş” di­
ye nitelediği felsefe, Server Tanilfi’nin
sistemli ve derin araştırmasıyla, Türkiye
insanının gericiliğe karşı savaşımında,
çok etkin b ir yapıt kazanmıştır. Yapıt,
“felsefeye giriş” olarak sunulduğuna gö­
re, Tanilli’den çok değerli bir felsefe di­
zisi bekleyebiliriz.
Böyle bir felsefe dizisi, 12 Eylül’den
sonra, uzun süre, felsefe eğitiminden
yoksun bırakılan genç kuşaklar için ya­
rarlı olacaktır. Dinsel ve şovenci dünya
görüşleriyle kafaları yıkanan genç kuşak­
lar, dış dünyayı bırakmayı öğrenemedi­
ler. Dış dünyaya, insana, topluma, top­
lumsal ilişkilere, toplumsal ve bireysel
gelişmelerin nesnel kökenlerine, gelişim
yasalarına ilişkin bilgi zenginliği, en ge­
nel biçimiyle, “özdek” (madde) kavra­
mında yoğunlaşır. “Özdek” (madde,
matter, matière), insan bilincinden ba­
ğımsız, insan bilincinin dışında var olan,
duyumlarımızla algılanabilen, bilincimizce imgelenip yansıtılan nesnel ger­
çektir. Özdek kavramı, bilimin ve felse­
fenin temel sorunudur. Çünkü, bilinci­
mizden bağımsız, dışımızdaki nesnel-somut her şeyi kapsar özdek. Bilgi kuramı­
nın köklü kavramı olarak, ancak bilinç­
le olan ilişkileriyle belirlenebilir. Evre­
nin oluşumu üzerine ilk düşünceleri, in­
sanoğlunun düşgücünün süslü, korkuy­
la örülmüş, bir ölçüde kavgacı, doğaya
karşı olmaya eğilimli ürünü sayabiliriz.
“Luca İncili”, “Önce söz vardı.” diye
başlıyor. Bu, “Evren, düşüncenin ürünüdiir.” .anlamına geliyor. Goethe, Faust’a, “Önce eylem vardı.” diyerek baş­
lamış. “Eylem”, nesnel -somut var olan
her şeyi değiştirmeyi ve dönüştürmeyi
kapsayan bir kavram. Düşgücünden
çok, “aklın gücü”ne bağlıdır eylem. Düş,
insanın, evreni eylemsiz dolaşmasını ifa­
de ediyor. Oysa, eylem, insanın özbilincinin, yaşam atını, evrene sürmesini yan­
sıtıyor. Server Tanilli, inaklara (dogma­
lara) saplanmış kafaların bile anlayacağı
bir açıklıkla, doğa ve insan ilişkisini, ya­
pıtının III. Bölümünde, gözler önüne se­
riyor. İnsanın “gerçeklik”le ilişkilerini,
SAYFA
6
eski Yunan’dan başlayarak günümüze
değin irdeliyor. Gösteriyor ki, “yaratıcı
akıl”, doğayı değiştirirken, kendisine za­
rar vermesine karşın, “güzel yalan­
lar”dan korkmuyor. Felsefi düşünüş,
sindirilmiş aklın kelepçelerini kırarak
düşüncenin özgürleşmesini sağlamıştır.
Nesnelerin, görüngülerin (fenomenle­
rin), süreçlerin farklılıklarını kabul et­
mekle birlikte, dışımızdaki nesnelerin
ortak olan yanlarını kavramakta zorluk
çekmeyiz, işte, özdek, bu “nesnel gerçek
olma” ve bilincimizin dışmda var olma
özelliğini ifade eder. Diyalektik özdekçi
(diyalektik materyalizm) görüşle, özdeği, özel, değişmez, var olan her şeyin kö­
kenindeki bir cevher sayamayacağımız
gibi, kendisinin belirli bir türüyle ya da
biçimiyle de özdeşleştiremeyiz. Evren
(kainat,cosmos), öncesiz ve sonrasız de­
vinimiyle zaman ve uzay içinde var olan
tüm özdeksel sistemlerin tümüdür. Bu
durumuyla, evren, düşüncenin ürünü
değil, tam karşıtı, düşünce, evrenin son­
suz ürünlerinden biridir. Server Tanilli,
bir tasarımın ürünü olan tanrı kavramı­
nı, “dinsel inanış”ın kökeninde ele al­
mış.
Felsefenin en köklü sorusu, “özdeksel
olan”la “düşünsel olan’hn birbiriyle ilin­
tisinin ne olduğudur. Bu soruya verilen
yanıtlara göre, “felsefi sistemler” oluş­
muştur: “idealizm” ve “materyalizm”.
Bilimlerin gelişmesi göstermiştir ki,
özdekçilik (materyalizm), kendi içinde
tutarlıdır. Salt bilimsel gelişme değil,
toplumsal gelişme de, özdekçi felsefe­
nin, “özdeksel olan”la “düşünsel
olan”ın ilintisini en doğru biçiminde ya­
nıtladığım gösteriyor, idealizm, özellik­
le dinsel öğreti, çözümsüzlüğe batmıştır,
idealistler, “kuramsal geçiştirmeler”le
yanıtlıyorlar temel soruyu.
Server Tanilli, felsefenin bu temel so­
rusunu, tarih öncesi düşünceden başla­
yarak günümüze değin oylum oylum ge­
tiriyor. Felsefenin köklü sorusunun ta­
rihsel gelişimi, düşüncenin özgürleşme­
si için çekilen çileleri içerir. “Ozdeksel
olan”la “düşünsel olan”ın ilintisinin ne
olduğu sorusunun yanıtlanmasına, kuş­
kusuz, idealizm de katkıda bulunmuştur,
ilkel toplum yaşamının koşulları, soru­
nun yanıtının düşsel tasarımla verilme­
sine yolaçmıştır. Üretim güçlerinin tü­
müyle bilinmemesi, bilinen üretim güç­
lerinin doğa koşullarına göre değerlen­
dirilmesi, üretici güçlerin yetersizliği,
toplumsal ilişkinin zayıflığı, zihinsel ya­
şamın sınırlılığı, ilkel bir dünya görüşü­
nü yaratmıştır, ilkel dünya görüşü, doğa
karşısında ürkek ve korkaktır. Eski Yu­
nanlılar bile, doğa karşısında dengeli ol­
mayı yeğlemişlerdir. Aristoteles, doğay­
la uyum içinde mutlu olabileceğimizi
söylemiştir. “Düşünsel olan”la “özdek­
sel olan”ın ilintisi, ancak, soyutlama ye­
teneğinin, insanın doğada kendisini göz­
lemlemesinin ve sorunsalı çözümleme­
nin gelişmesiyle belirlenebilirdi, ilkel in­
san, bunlardan yoksundu. Bu yüzden ür­
kekti doğa karşısında, insanoğlu, karşıt
konumları bulamadıkça, “zihinsel
olan”la “özdeksel olan”m ilintisini, sağ­
lıklı bir kökene oturtamadı. Bir kez, ti­
kel bilimlerin doğayı yanıtlaması gerek­
ti. “Düşünsel olan”la “özdeksel olan”,
birbirlerine karşıt olsalar bile, birbirle­
rine karşı kaskatı duran “özler” değiller­
dir. Belki, biri, öbürünü titreten, ama
birbirlerini ortadan kaldıramayacak bi­
çimde karmaşık bir ilinti içindedirler.
İkinci olarak, “özdeksel olan”la “düşün­
sel olan”tn diyalektik ilişkisini vurgula­
mak gerekir. Üçüncü bir durum daha
var: “Ozdeksel olan”la “düşünsel
olan”ın ilintisi, salt doğa ile düşün lira­
sındaki ilişkilerden oluşmamıştır. “Oz­
deksel toplumsal varlık” ile “toplumsal
bilinç” arasındaki ilintiyi de içerir. Top­
lumsal bilinci, toplumsal varlık belirler.
Toplumsal gelişme, toplumsal varlığı da
değiştirir.
Kaynağında, idealist felsefeyle özdek:i ve özdekçi bilimsel felsefeleri birbir_eriyle ilintisiz diye düşünmek, felsefenin
tarihsel gelişimine yabancı olmak anla­
mını taşıyacağı gibi, insanın ekinsel (kül­
türel) ve bilimsel gelişiminin zenginliği­
ni algılayamamak anlamına da gelir, iki
dünya görüşünün çatışması, sorunun sü­
rekli olarak “yeniden tartışılmasını ge­
rektirmiş, bu yolla, düşüncenin özgürleş­
mesinde önemli rol oynamıştır. Demem
o ki, “özdeksel olan”la “zihinsel olan”ın
ilintisini yanıtlarken, insanın salt dış
dünya ile olan ilintilerini değil, özellikle,
“toplumsal olan”la ilintisini ve “toplum­
sal gelişme sürecindeki” konumlarım da
amaçlıyorum. Özdekçi diyalektik felse­
feyi kavrayabilmek için, bu sorunu dü­
şünmeliyiz.
Felsefe, ilintiler ne değin değişken, so­
runların ortaya konuluşu ne değin kar­
maşık ve çok yönlü olursa olsun, sorun­
lara, “özdeksel olan”la “düşünsel
f,
olan”m ilintisi açısmdan bakar ve yanıt­
lamaya çalışır. Aziz Server Tanilli, Yara­
tıcı Aklın Sentezi’yle, her şeyden önce,
felsefi düşüncenin tarihsel gelişimine bir
başlangıç yaparak doğrultumuzu düzel­
tiyor. “Akıldışıcılık”ın ve “inaklar”ın
toplumlara yapacakları kötülükleri ser­
giliyor.
Değerli bilim adamı, bu önemli yapı­
tında, evrensel bir gelişmeye de değini­
yor: Kirlenme. Teknoloji, toplundan da,
doğayı da kirletiyor. Descartes’ın tekno­
loji üzerine düşüncelerini ve yanılgısını
belirterek, Michel Serres gibi, doğayla
olumlu bir sözleşme yapmamızın gereği­
ne değiniyor. Böyle bir sözleşmeden açık
açık söz etmese de, Saygıdeğer Tanilli,
“kirlenme”den rahatsızdır. “Kirlenme”,
bilim tarihinin insanlığa kötü bir arma­
ğanı olarak görülüyor. Ancak, masal ça­
ğından bilim çağma geçişin sancdarı “ya­
ratıcı akl”ın topluma egemen olmasıyla
son bulacaktır. Server Tanilli, evrensel
gericdiğin, ancak, “yaratıcı akP’ın “din­
sel düşünce” karşısında bağımsızlaşma­
sıyla yenileceğini gösteriyor. Yapıt, özel­
likle bu yönüyle önemli. Özgürleşen dü­
şünce, bireyle tanrı arasındaki ilişkiyi
kurmakta zorlanmayacaktır. “Yaratıcı
akıl”, sonuçta, insanı “eleştirel akl”a
ulaştırır. “Dinsel düşünce”, zora dayanı­
yor. Yadsıyamayız ki, tarihte “zor”un bir
rolü olmuştur, ama hiçbir zor, insanoğ­
lunu, “dinin zor”u değin karanlığa sürüklememiştir. İnsanoğlu, bu baskıdan
“hukuk” yoluyla kurtulmaya çalışmıştır.
“Kurallar”, bir ölçüde, “zor”un da sı­
nırlarını belirlemiştir. Ama, dinsel düşü­
nüş, “kurallar”a da, tanrının buyruğunu
egemen kdarak baskıyı sonsuzlaştırıyor.
Server Tanilli’ye göre, “öcün tuzakla­
rın d an insanlığı kurtaracak en etkili ku­
rum “hukuk”tur. “Yaratıcı akıl”, top­
lumda, yararları ve yükümlülükleri bö­
lüştürmek için, “zor”un tarihsel rolünü
ortadan kaldırarak “hümanist hukuk”a
yönelmiştir. Kaynağında, hukuk, hüma­
nizmin bir öğesidir. Evrensel barış, in­
sanların zihinlerinde, yaratıcı aklın
egemenliğinde kurumlaşacak ve “savaş”
kavramını, insan zihninden söküp
atacaktır. ■
(*) Terminus, lat. eril, sınır çizgisi, sınır,
sınırlar tanrısı. (Sözcük, Latince’ye, Grek­
ç e ’den geçm iş.)
(**) Server Tanilli, Yaratıcı Aklın Sen­
tezi, Adam Yayınları, Ekim 1997, İstan­
bul.
~
Server Tanilli DGM'de yargılanırken, Nisan 1978.
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
4 15
YAKUP KEPENEK
anilli, en karmaşık konulan, açık
ve duru anlatımı ve yöntem konu­
sundaki ustalığıyla bilinir. Bu ya­
pıtıyla ustalığının tepe noktalarından bi­
rini yakalıyor. Böyle olunca da insanın
düşünsel evriminin güncelleştirilmiş özü
sayfalara dökülebiliyor; süzülüp geliyor.
Yapıt, felsefenin anlamı üzerine kaş­
larken ile açılıyor. Başlarken, yani giriş,
on sayfaya o kadar çok şey sığdırıyor ki,
bunların yalnızca başlıkları şöyle: Felse­
fe doğruyu aramaktır; Aklın bitmeyen
sorgulaması; İnsanca bir dünya yaratmak
ve Çağdaş kuramsal tavırlar: Yaratıcı Ak­
lın Sentezi’nin sonuç kısmı da gerçekten
“bitirim”, çünkü niçin ve hangi doğrula­
rı arıyoruz sorusuna dayalı bir bitirirken
ile sona eriyor. Bu ikisi arasında “ince
uzun” bir “düşünerek öğrenme yolu” var.
Aradaki “düşünce yolu” altı alt bölüm­
den oluşuyor.
Bunlardan birincisi, en temel soruyu
sorarak başlıyor: İnsan nedir? Aslında bu
insanoğlunun, Sokrat’tan günümüze, ta­
rih boyunca sorduğu ben kimim, ya da
ben neyim sorusudur. Çünkü insan, so­
ru soran hayvandır.
Bu soru, yapıtta, tarihsel değişim süre­
ci içinde ve toplumsal, ekonomik ve kül­
türel yönleriyle “öncelikle” sergileniyor.
Çünkü bu soruya verilecek yanıt, tüm
öbür konulan açıklamanın da kaynağıdır.
Bu başlık altında, evren ve içindeki yeri­
miz; doğa, insan ve kültür; emekteki ya­
ratıcılık; dilin gücü alt başlıkları sıralanı­
yor. Aslında bu dört alt başlık, birbirini
tamamlıyor, birlikte insan nedir sorusu­
nun yanıtı oluyor. Bu nokta Önemli, çün­
kü, bu dört öge, yapıtın çözümlemeleri­
nin kilidini açıyor.
İlginçtir, yazarın başarıyla sergilediği
gibi, insanın gelişimi önce doğa güçleri­
ne tam teslimiyet ile başlıyor, bunu do­
ğaya egemen olma aşaması izliyor; insandoğa çelişkisinin çözümü için bilgi gere­
kiyor, yeni araç ve gereçlerin yapımı zo­
runlu oluyor, tekerlekten Mars’a giden
uzay aracına uzanan bir çizgi aslında bu­
nu simgeliyor.
Düşüncelerimizin kaynağı ve gücü
Düşünmenin Diyalektiği ikinci alt baş­
lığı oluşturuyor. Burada da, her biri ayrı
bir dünya olan beş alt konu var: Düşün­
celerimizin kaynağı ve gücü; algı, bellek
ve imgelem; kendi kendine düşünmek;
bilinç; aklın payı; doğru düşünme sana­
tı: Mantık. Son yıllarda ideolojilerin so­
nu geldi çığlıklarının atıldığı bir süreç ya­
şanıyor, böyle bir ortamda ve düşünce
tembelliğinin egemen olduğu, bilinç, dü­
zeyinin çok sınırlı kaldığı bu toplumsal
yapıda, bu konuların işlenmesi ayrı bir
anlam kazanıyor.
Üçüncü konu, Gerçeklikle İlişkiler. Bu
başlık altında, önce iki soru soruluyor,
bilim neyi anlatıyor ve teknik insanlığı­
mızdan bağımsız mıdır? Bu iki soru, ko­
nunun hiç de beklemeyeceğiniz bir yö­
nüyle, anlama biçim vermek için sanat
bölümüyle tamamlanıyor. Aslında daha
sonraki sayfalarda vurgulanan bir nokta
burada belirginleşiyor: “Doğruya, inanç­
lar değil bilgi götürür.” Bilim neyi anlatı­
yor sorusu altında, bilimsel bilginin yapı­
sı ve herhangi bir bilimsel çalışmanın zo­
runlu ön koşulu olan “yöntem” konusu
yöntem sorununun özü başlığı altında ele
alınıyor. Bir beyin ya da bir ülke, bilim­
de geri kalmışsa, genellikle başvurulan
çıkışyolu “bilim-dışı” yaklaşımlardır. Ta-nilli bu konuyu bilim ve şarlatanlık altbaşlığıyla irdeliyor.
Yaşama Anlam Vermek, dördüncü alt
konu ve burada neler yok ki? Önce, din
nasıl bir dünya vaat ediyor sorusu soru­
luyor; bunu ahlakın gücü; özgür ve bir­
likte yaşamak konuları izliyor. Sonra,
mutluluk derken aradığımız nedir? Sor­
gulamasını, aşk imiş her ne var alemde ve
çevremiz, kentlerimiz, evlerimiz konula­
rı izliyor.
T
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
415
Düşünerek
Öğrenmenin
Temel İlkeleri
Din nasıl bir dünya vaat ediyor? soru­
sunun yanıtı, dinsel inanış farklılıkları­
nın karşılaştırılmasıyla başlıyor. Tanilli,
dogma ve ibadet biçimlerinden oluşan
Tanrı'ya ilişkin inançların “evrimini”, Ilkçağ’dan başlayarak günümüze dek, ince­
liyor ve bunların göreliliğini vurguluyor.
Bu bağlamda doğallıkla baskı ve zulüm­
den hoşgörüye ve laiklik gerçeği günde­
me geliyor.
Geçmişten Geleceğe başlığını taşıyan
beşinci bölümün konuları şöyle: Tarih
için insanca bir gelecek, politikanın ama­
cı, hukuk ne sağlıyor?; Savaş ve barış ve
ütopyanın yeri. Bunların tümü kuşkusuz
çok önemli, ancak içlerinde doğru tarih
bilgisinin “toplumsal belleğin gelişmesi­
ne” yapacağı olumlu katkı ve buradan çı­
karılabilecek “dersler” ayrıca dikkate de­
ğer. Ya “hukuk” ve “adalet” kavramları?
işleyeni bulunmayan insan öldürmelerin,
gözaltında kayıpların kol gezdiği; top­
lumda kendi davasının yargıcı olma öz­
leminin olağanüstü tırmandırıldığı ve hu­
kukun çoğu kez yasaya indirgendiği ve
özellikle de “hukuk devleti özlemi”nin
toplumu sardığı bir ortamda bu kavram­
ların büyük önemi yadsınamaz. Aynı öz­
lem yıllardır iç barış için de öncelikle geçerlidir.
Altıncı ve son bölüm, Kendi Olmak
başlığı altında, kimlik sorununun boyut­
ları; kadının adı var; ve bir insan yaratma
sanatı; eğitim konularını içeriyor. Tanilli
kimlik konusunu kökenleri ve gelişimiy­
le ele aldıktan sonra, sözü kaçınılmaz ola­
rak Türk kimliğine getiriyor ve bunu
Atilla Ilhan’dan yaptığı “Emperyalizme
karşı kurtuluş savaşı”, Padişah’a karşı de­
mokratik devrim” ve “Toplumun ümmet
aşamasından millet aşamasına dönüşü­
mü” alıntılarla, 1923 Devrimi’ne bağlı­
yor.
Niçin ve Hangi Doğruları Arıyoruz?
sorusuyla başlayan Bitirirken bölümü ise
şu öğelerden oluşuyor: Mutlak doğrudan
görece doğruya; doğru gerçekliğin sıra­
dan bir kopyası değildir; bilim doğrula­
rın asıl kaynağıdır ve diyalektik akim doğ­
ruları.
Yapıtın alt bölümlerini irdeledikten
sonra işlenen konuların kimi “ortak”
özelliklerine değinmek gerekiyor.
Altı “ana bölüm” değil, sözü edilen
“her alt bölüm” beş ana öğeden oluşuyor,
bu öğelerden birincisi, yazarın konu hakkmdaki kendi görüşleridir. İkinci olarak,
daha çok bilgi için başlığı altında, konu
ile ilgili çok geniş sayılabilecek yayımlan­
mış kaynaklar veriliyor. Ayrıca çalışmanın
sonunda çok büyük çoğunluğu Türkçe
olmak üzere bir gçnel kaynakça verildi­
ğini de belirtelim. Üçüncü olarak olaylar
ve görüşler başlığı altmda, Türkiye b asınında yakın yıllarda / aylarda yayımla­
nan “güncel yazılar”a yer veriliyor. Bun­
ları, konuya ilişkin sorular ve bir düşün­
ce, bir tartışma başlığı altında, ünlü bir
düşünürden yapılan “düşündürücü” bir
“alıntı” izliyor.
Bu biçimin gerçek bir düşünsel yaratı­
cılığı ya da araştırıcılığa çok uygun oldu­
ğu belirtilmelidir. Neden mi?
Tanilli, gerek başkalarının “görüşleri’inin gerekse “kaynakların seçiminde
tek yönlü ve sınırlayıcı bir yol izlemiyor;
tam tersine, olabildiğince geniş ve kap­
sandı bir okuma parçası “seçme” ve “alın­
tılama” yapma yoluna gidiyor.
Ek olarak, kaynaklann çok önemli iki
ortak özelliği daha var; birincisi, kullanı­
lan kaynaklar, olabildiğince yeni; konu
ile ilgili en son tarihli kaynakların kulla­
nılmasına özen gösterilmiş. Asıl ikinci
özellikleri çok, çok önemli; kaynaklann
tamamı kendi dilimizde, yani Türkçe. Di­
lin gücü’nü çalışmasının temeline oturtan
bir düşünürden bunun dışında bir tutum
beklenemezdi. Tanilli , çeviri ya da özgün,
yukarıda belirtilen konularm Türkçe ya­
zılı kaynaklarını vermekle, aynı konuda
bundan sonra çalışacak araştırmacdara
büyük bir kolaylık sağlıyor. Ancak bu-
nunla kalmıyor, çok daha önemli olarak,
en karmaşık felsefe ve bilim konularının
açıklanmasında, yabancı sözcüklere öze­
nenlerin sandığının tersine, Türkçe’nin
hiç de yetersiz olmadığını kanıtlıyor. Tek
başına bu kanıt, Türkçe’nin her gün ya­
bancı sözcüklerin saldırısı altmda giderek
sahipsiz kaldığı bir ortamda, özellikle ve
önemle, alkışlanmaya değer.
içerik söz konusu olunca, seçme isi
güçleşiyor. Çünkü, yukarıda sıralanan alt
başlıkların da kanıtladığı gibi, yapıtta ger­
çekten çok sayıda konu işleniyor. Konu­
lar, olabildiğince derinliğine işlenmiş. Bu
nedenle burada, konuların ortak özellik­
lerine dayak bir değerlendirme yapılabi­
lecektir.
Konularm işlenişinin en önemli “or­
tak” özelliği, tarihsel ile güncelin birlik­
teliğidir. Yazar, her bir konuyu, insanlı­
ğın düşünme sürecinde ortaya çıkışından
başlayarak ele alıyor; bunu konunun ev­
rimi üzerindeki çözümlemeler izliyor; ev­
rimsel çözümleme doğallıkla, konunun
günümüzdeki algılanışı ve de geleceği
üzerinde durulmasını sağkyor. ilgili dü­
şüncenin, doğumu, evrimi, bugünü ve
sonrasını açıklamada eytişimsel yöntem
kullanılınca, gerekli derinlik ve genişlik
elde ediliyor; nedensellik ilişkileri açıklık
kazanıyor.
'
Yapıtın ulaştığı bir başka ilginç birlik­
telik düzlemi, yerli ile yabancının bu öl­
çüde içiçe getirilmesidir. Örneğin, Fran­
cis Bacon ile Yasemin Çongar’ı ya da Re­
né Descartes ile Dr. Erdal Atabek’i aynı
konu çerçevesinde bir araya getirmek
başlı başına ilginç bir bireşim (sentez) ça­
basıdır. Aslında Tanilli, böylelikle, Türkler de yaratıcı aldı kullanıyorlar, diyor. Bu
anlaşıyın, “bizden adam çıkmaz”, biz “bir
şey yapamayız” türünden kısırlıkları kır­
mak için ne kadar gerekli olduğunu bil­
mem vurgulamak gerekir mi?
Gerçekte, Olaylar ve Görüşler başlığı
altında güncel konu ve sorunlar üzerin­
deki yazılara geniş sayılabilecek bir bi­
çimde yer verilmesi, yalnızca eski-yeni
bağını kurmakla kalmıyor, asıl önemlisi,
okuyucusunun, somut güncel sorunlar
üzerinde bir kez daha düşünmesini sağ­
kyor.
Kimi önemli sözcüklerin Latince ya da
öbür dillerdeki kökleri ile günümüzdeki
anlamları arasında kurulan açıklayıcı bir
köprü kuruluyor. Okuyucu bu köprü
aracılığıyla hemen her temel kavramın
zaman içinde değişiminin, yani, evrimini
ve göreliliğini kolaykkla izleme olanağı
buluyor.
BHgi ve bağımsızlaşma
Tanilli, felsefeyi doğruyu aramak biçi­
minde algıkyor. Felsefe sözcük anlamıy­
la bilgelik sevgisi. Ancak bu sürecin irdelenmesinde kullanılan birbiriyle bağıntı­
lı iki önemli kavram var: Bilgi ve bağım­
sızlaşma. Bu ikili, bilgi ve bağımsızlaşma,
hem bireysel anlamda geçerli sayılmalı
hem de bu ikilinin toplumsal geçerlikği
üzerinde, bilinçle ve derinlemesine düşünüimekdir. Yazarın belirttiği gibi, aklın
eleştirel tavrı ya da bitmeyen sorgulama­
sı olmasaydı, bugünkü bireysel ve top­
lumsal özgürleşme düzeyi yakalanamaz­
dı.
Bu gerçekler karşısında, Yaratıcı Akkn
Sentezi şu ana soruya yanıt veriyor: Eleş­
tirel akıl yürütmeyi belirleyen ana etmen­
ler nelerdir? Yazar bu soruyu en doğru
bir biçimde yanıtlamak için, doğa, top­
lum ve insan üçlüsünü ilgilendiren tüm
akıl yürütmelere, yani bilimsel gekşmelere, tarihsel gelişim süreci içinde başvuru­
yor.
Eleştirel akıl, smır tanımıyor; dogmayı
ve bağnazkğı reddediyor; bununla da
kalmıyor, doğaya egemenkğini daha çok
ve nitelikli üretime yöneliyor, üretim güç­
lerini geliştiriyor, giderek üretime ege­
men oluyor.
Doğa-insan çekşmesini yıllar süren uğ­
raşılarla ulaştığı bilimsel gekşme sonucu
çözen eleştirel akıl, daha yakın on yıllar- mr
SAYFA
7
da giderek artan oranda üretime yöneli­
yor. Üretim düzleminde, bir yönüyle bi­
reyin özgürleşmesi öbür yönüyle de üre­
timin toplumsallaşması yani esas olarak
başkalarının satın alması için yapılması
söz konusudur. Bireyin özgürleşmesi hiç
de kolay olmuyor, örneğin kadın-erkek
eşitsizliğinin ortadan kalkması, çocuk iş­
çiliğinin verdiği yıkım ve dünyanın kimi
yörelerinde neredeyse köleci denilebile­
cek bir ilişkiler ağının geçerliliği, göz
önünde tutulmalıdır.
Üretime egemenlik özlemi ya da dür­
tüsünün yarattığı büyük yarış, her gün
yeni buluşlarla ve bunları tamamlayan bi­
limsel ve teknolojik gelişmelerle körük­
leniyor. Ancak üretkenliğin bu olağanüs­
tü artışı, Tanilli’nin çelişme dediği uyuş­
mazlık noktalarmı çoğaltıyor. Üretilenin
bölüşümü sorunu ya da sömürü oranının
azaltılması ve bunun için uğraş verilme­
si hep vardı, bu sorunun ülke ve ulusla­
rarası, her düzeyde çözümü gerekiyor;
sonra kır-kent, çevre-insan vb. çelişmele­
rin azaltılması, giderek ortadan kalkma­
ları için çaba harcanması gerektiği izliyor.
Çünkü amaçlanan barış içinde daha in­
sanca bir dünya yaratmanın yolu bu doğ­
rultularda “düşünerek çaba gösterilme­
sinden” geçiyor.
Tanilli “Kitabın seslendiği, başta lise ve
üniversite gençliğidir,” diyor. Eğer “öğ­
renme isteği” ve “bulma ve bilme özlemi”
bilimsel olarak kanıtlandığı gibi, insanın
“gözlerini dünyaya açmasıyla başlıyor ve
ölümüne dek sürüyor’sa, Tanilli’nin bu
sınırlaması yalnızca bir “gençleri uyan”
özelliği taşır, yoksa bu çokbaşanlı düşün­
sel eklemlemeyi okumaktan öbür yaş
gruplarını alıkoymaz. Demem o ki, bu
yapıtı okuyunuz; okudukça “düşünmek
zorunda olduğumuzun yeni bilincine”
ulaşacaksınız.
Özetle, insan düşüncesinin evriminin,
doğa ve toplumsal gelişme bağlamında
güçlü ve bireşimci bir çözümlemesini,
üstelik güncel sorunlarla yoğrulmuş
olarak yakalamak istiyorsanız bu kitabı
kesinkes okumalısınız. ■
Tanım i980 de yurda döndüğü sıralarda...
SAYFA
8
Felsefe doğruyu aramaktır
SENNUR SEZER
elsefe benim için hep ürkütücü bir
konu olmuştur. Klasik öğrenim
görmediğimden mi acaba? Lise­
lerde felsefe okuyanların da benden da­
ha farklı düşündüklerine pek rasdadım.
Zaten liselerdeki “fen ağırlıklı derslerin”
çalışkan öğrencilere (başka bir söyleyiş­
le fen derslerinden yüksek not alanlara),
sosyoloji, edebiyat, felsefe gibi sosyal ko­
nulu derslerin daha az çalışkanlara ayrı­
lışı gibi bir düzenin felsefeyi öğrencilere
sevdirmesi olanağı var mıydı? Pek az öğ­
retmen, öğrencisine felsefeyi sevdirebiliyordu. Edebiyatın, tarihin, coğrafyanın
ezberlenmesi gerekli bir liste, gereksiz
bilgiler yığını biçemini aldığı öğrenim
sisteminin sakatladığı diplomalılar ordu­
su, yaşamlarını “edebiyat bilmemekle
övünerek” geçiriyordu. Dilimizde tartış­
mayı ana konudan saptırmanın, düşün­
cesini açıklarken dinleyenlerin duygula­
rını kışkırtacak benzetmeleri seçmenin,
kısacası örneğini çok gördüğümüz boşa
konuşmanın adı halk arasında felsefe
yapmak, edebiyat yapmak, hikâye anlat­
mak değil miydi? Osmanhca sözcükler
de asıl anlamını yitirerek böyle ek an­
lamlar kazanmamış mıydı? Felsefeci an­
lamına gelen Feylesof, “kalender ve
inançsız”, felsefe yapmak demek olan tefelsüf “feylosoflaşma, boşa konuşma” ta­
nımlarına girmez mi? Ukala sözcüğünün
“akıllılar” anlamına geldiği yalnızca eski
sözlüklerde yazılıdır. Sözcüklerin bu an­
lam değiştirişinin topluma akıldan, fel­
sefeden, edebiyattanhoşlanmaz bir kim­
lik kazandırması üstüne de pek tartışıl­
madı. Felsefeyi lise programlarından
karıp kurtulduk. Sanat tarihi gibi gere!
siz bir dersten daha önceki yıllarda kur­
tarılan gençliğimiz böylece kolaylıkla bi­
lime açılabilecekti. Birileri
“Felsefe de felsefe” diye tut­
turup ilkokul çocuklarına
felsefe kursları açmasalardı... Akıllının biri de felsefe­
yi yeniden lise progralarına
yerleştiriverdi. (Akıllı sözcü­
ğüünü ukala diye okuyunuz!)
N.eyse ki, İslam felsefesi bek­
liyordu sırada.
Felsefe, sosyoloji ve ede­
biyat okumayacak kadar
akıllı, ama fizik ve kimyadan
yana biraz yaya öğrenciler
içinse “matematik ağırlıklı”
ders ve üniveriste seçme sı­
navları düzenlendi. Doğru­
su matematiğin öteki bilim
ve disiplinlerden bağımsızlı­
ğını kanıtlayan bu eğitim uz­
manları Nobel’i haketmişlerdi. Ama dünya bize düş­
man olduğundan bu bilim
başarısı görmezden gelindi.
Türki cumhuriyetlerin bi­
limcileri bile söz etmedi.
Bu kadar söz; benim fel­
sefeye güncel/moda deyim­
le neden “soğuk, mesafeli
durduğumu”, bu sözcüğü
neden “telaffuz etmekten”
kaçındığımı açıklar sanırım.
Bu tutarlı ve ortama uygun
tavrımı daha da sürdürecek­
tim. Eğer Server Tanilli’nin
Yaratıcı Aklın Sentezi adlı
çalışmasını okumasaydım.
F
Server Tanilli’nin bir ay­
da ikinci baskı yapan Yara­
tıcı Aklın Sentezi adlı çalış­
masının alt başlığı “Felsefe­
ye Giriş”. Tanilli, kitabının
önsözü niteliğindeki Birkaç
Söz’de felsefenin, önemli özelliklerini
vurguluyor:
“Felsefenin, insan zekâsının olduğu
bu en anlamlı uğraşın amacı, doğa, top­
lum ve insan, giderek evren üstüne tutar­
lı, sistemli ve bütünlüğüne bir görüşe
varmaktır. Bir yerde dinden bağımsız yü­
rütülen bu uğraş, ‘özgür akim sorgulanması’na dayanır. Matematikten fiziğe,
teknikten sanata, tarihten politikaya ve
hukuka değin bütün bir bilgi birikimini
yeniden ele alıp ‘eleştirici akim süzge­
cinden geçirerek bir bütün içinde yo­
ğurmak, eski Yunan’dan beri sürüyor;
ve insansoyu akla saygısını yitirmedikçe
de sürecek. Söz konusu uğraşa, çağımız­
da, daha insanca bir düzen kurmanın
kaygısı da eklenmiştir. Böylece felsefe,
çoğu kez sanıldığının tersine, bulutlarda
dolaşan, soyut ve anlaşılmaz bir dille
örülü esrarlı bir şey değil, daha güzel bir
dünya yaratmayı amaç edinmiş somut,
açık ve aydınlık bir aranıştır.”
Tanilli, felsefenin bu özelliklerinin
onun dostlan ve düşmanlarının doğma­
sındaki nedenlerini, Doğu ve Batı toplumlarmda felsefeye karşı tavırlan özet­
ledikten sonra kitabın amacmı açıklıyor:
“Ancak Türkiye’de devlet, yıllar var ki
eğitim sistemini özgür düşünceye kapa­
mıştır; düşünmeyen, eleştirmeyen insan­
lar istenmektedir; bir yandan ‘molla eğitimi’nin altında yatan bu olduğu gibi,
öte yandan liselerde felsefe eğitiminin,
özellikle 1980’lerle horlanan, itilip kakı­
lan bir ders olmasının altında yatan da
budur.
Eldeki kitap, bu haince tezgâhlanıp
sürdürülen tuzağa karşı çıkmak için ya­
zıldı; o tuzağı hazırlayanların ideolojisi
olan ‘Türk-Islam Sentezi’nin önüne di­
kilmenin amacını taşıyor: Adı, ‘Yaratıcı
Aklın Sentezi” de buradan ileri geliyor ve
ancak yaratıcı akıl bir sentez kurabilir.”
Güncel ve somut toplum sorunları
Yaratıcı Aklın Sentezi, öncelikle lise
ve üniversite gençliği hedeflenerek yazıl­
mış. “Yetişecek kuşakların felsefe kül­
türlerini ğüçlendirmek” için. Ama asıl
önemlisi kitapta, bu kesimlerin dışında­
kilerin de “dikkatlerine çarpacak şeyler
bulabilmesi”. Server Tanilli, lise ve üni­
versite gençliği dışındaki kesimler için
“isterlerse” notunu koymuş gerçi ama
belli ki aklında asıl “öteki kesimler” var.
Kitabın “diline ve biçemine, herkese
okuma kolaylığı sağlaması için özel bir
özen” göstermesinin, “okurların çoğu
felsefe kitabında olduğu gibi, genelde ve
soyutta kalıp bulutların üzerinde dolaş­
mamaları için, günceli gösterip somut
toplum sorunlannda düşünmek amacıy­
la, ilginç okuma parçalarına dayanan bir
yöntem” seçmesinin bir nedeni de bu.
Yaratıcı Aklın Sentezi’nin konu baş­
lıklarının bir bölümünü ve konunun iş­
lenişini izleyen okuma parçalarının y a ­
zarlarım şöyle bir sıral ayıvermek, kitabın
önemini daha iyi açıklayacak sanırım:
Başlarken/ Felsefenin Anlamı, insan
nedir?- Evren ve içindeki yerimiz (Kapa­
lı evrenden açık evrene, Evrenin oluşu­
mu ve yapısı, Evren ve insan), Okuma
parçası: H. Reeves ile N. Kuyaş’m söyle­
şisi- Doğa, insan ve kültür (insana has
olan nedir? insanlaşma süreci ve tarih,
Insansal alan ve etnik farklılıklar). Oku­
ma parçaları: M.C. Anday, S. Birsel E.
Yıldızoğlu -Emekteki yaratıcılık (Eme­
ğin anlamı, Kapitalizm ve emek, Emeğin
çelişmeli gerçekliği), Okuma parçalan: I.
Selçuk, E. Yıldızoğlu, M. Soysal) - Dilin
gücü (Dil hangi işlevleri görüyor? Dil ve
düşünce, dil üstündeki gücümüz ne­
dir?), Okuma parçaları: M. Soysal, A.
Oktay, C. Kudret, T. Tekin).
Kitapta yer alan öteki konu başlıkları
arasında “Düşünmenin diyalektiği’,
“Gerçeklikle ilişkiler”, “Yaşama anlam
vermek”, “Geçmişten geleceğe”, “Ken­
di Olmak” var. Politikanm, amacı, aşk,
hukuk, kimlik sorunu, kadının kurtulu­
şu vb. yaşamsal sorunlar başlıkları altın­
da irdelenip tartışılan konulardan birka­
çı. Tanilli, her konunun sonuna sorular
eklemiş. Bu sorularla kendini denetle­
mek ve konuyu kavramak kolaylaşıyor.
Kitabın yapısı, grup çalışmaları için de
uygun.
Doğru düşünme sanatı: Mantık
Server Tanilli, bilim adamı, yazar ve
irdeleyici bir okur olarak tüm birikimle­
rinin özünü, Yaratıcı Aklına Sentezi’nde
okura aktarmaya çalışmış. Akıcı ve yalın
bir dil, çekici konular ve güncel sorun­
lar okuru, temel bilim konulanna sürük­
lüyor. Biraz da sezdirmeden. Diyelim ki
okur kitabı bir ders kitabı ya da roman
gibi sıralı okumak yerine şöyle bir kanştırarak okumak istedi. Gözü ister iste­
mez günümüzün en çok tartışılan konu­
su canlıların kopyalanmasıyla ilgili bir
yazıya ilişecek. Örneğin Yasemin Çongar’m ya da Erdal Atabek’in yazışma. Bu
yazıyı izleven yazının Çocuğunuz Kız mı
Olsun Erkek mi? başlığını taşıdığım gö­
rünce bu iki konunun İlişkisini düşüne­
cek. Asıl konu başlığı olan “Teknik, in­
sanlığımızdan bağımsız m ıdır”a ya bu
aşamada dönecek ya da konuyla ilgili so­
rulardan “Tarih boyunca doğa karşısın­
da felsefenin tavn, başlıca hangileridir”
le karşılaşınca. (Hadi, b u sistemsiz oku­
run ben olduğumu söyleyeyim de, rahat­
layayım)
Tanilli, felsefeyi ve ona bağlı bir disip­
lin olan mantığı yalnızca açıklayıp irde­
lemiyor. Bu uğraşların vazgeçilmezliğini
de vurguluyor. EÎbet bir felsefe yöntemi
olan soruları sorarak. Mantıkla ilgili bö­
lüm, insanın düşünebilme ve düşündü­
ğünü başkalarına anlatıp aktarabilme
özelliğini açıklayarak başlıyor. Bu bölü­
mü hemen şu soru izliyor: “Ancak, her­
kesin düşündüğü ve teker teker her düündüğümüz mutlaka doğru mudur?
)eğilse düşünmenin ilkeleri nelerdir?”
Bu soruları “düşüncelerle, yargılamada
doğruluk, düzgünlük, tutarlılık, mantık
dediğimiz bir bilimin konusu” açıklama­
sı yanıtlıyor. Bu açıklamayı yine bir dizi
soru izliyor: “Öğrettiği ne onun ve çağı­
mızda hangi içerikle karşımıza çıkıyor?”
“Niçin önemlidir mantık? Ve hangi ihti­
yaca yanıt verir?” Sorular, yanıtlar birbi­
rini izlerken “insana mantıklı olmayı do­
ğa ve toplum dayatmıştır. Özetle yaşa­
mın ürünüdür mantık” sonucuna varıyor
okur. Sonra da mantıkla diyalektiğin iliş­
kisine... Bölüm sonunda daha çok bilgi
edinmek isteyeceklerin okumaları gere­
ken kitap ve makalelerin listesi yer alıyor.
Sonra da okuma parçaları. Bu okuma
parçaları arasında güncel olaylarla ilgili
gazete yorumlan bilimsel makalelerden
daha fazla. Bu yorumlar, mantıkla ilgili
bilgileri sınamak, yerleştirmek olanağı
sağlıyor. Örneğin Haluk Şahin’in İmam
Hatip Tartışmasında Mantık başlıklı ya­
zısı.
Çağdaş bir yurttaş olmanın yolu
Yaratıcı Aldın Sentezi, içindekiler ve
Genel Kaynakça bölümleri dışında 462
sayfa. Kitabı bitiren bir okur, her bölüm• de ufkunu genişleten, kitabın kimi bö­
lümlerini yeniden okumak gereğini du­
yuran sorularla karşılaşıyor. Çoğunlukla
bu soruları ülkesinin bakanlarına, siya­
sal parti başkanlarına, siyasal yorumcularrna sormayı bile düşünüyor. Örneğin
ben “Yaşadığımız yıllarda aklın karşısın­
da beliren tehlikeler nelerdir?” “Tekni­
ğin sorunları karşısında ne yapm alı?”
Doğaya egemenliğimizi başta ne ile diz­
ginleyebiliriz?”, “Bir sanat eserini, han-1
f
CUMHURİYET
KİTAP
SAYI
415
• “ gi gerekçeyle olursa olsun yasaklamak
niçin tehlikelidir?”, “Laiklik nedir, ne
değildir? Dışarda ve bizde hangi neden­
lerin ürünüdür? Türkiye’deki sorunla­
rına nasıl eğilmeli?’, “Kapitalizmle İslamın önerdiği, bir yerde niçin aynı kapı­
ya çıkar?”, “Ekolojik bunalım kapımız­
da ”, denirken, özellikle Türkiye bakı­
mından hangi noktalara dikkatler çekil­
mek isteniyor?”, “Bir toplumda gençlik
politikası niçin önemlidir?’ ve “Türki­
ye’de demokrasinin içine düştüğü buna­
lım ve çıkmazın nedenleri nelerdir? ‘Çı­
kış yolu’ olarak siz ne düşünüyorsunuz?”
sorularından oluşan bir sınavm milletve­
kili adaylarmı belirlemede kullanılması­
nı bile düşündüm ciddi ciddi. Şaka bir
yana, bu soruları yanıtlamak, daha doğ­
rusu bu ve benzer sorularla yüzleşmek
için Yaratıcı Akim Sentezi ”ni okumak,
çağdaş yurttaşın görevleri arasında.
Sonuç olarak
Tanilli, kitabının sonsözü niteliğinde­
ki Bitirirken bölümünde, kitabını ve
doğru ile gerçek kavramlarını sorgulu­
yor: “İnsanı rahatlatan bir yanılgıdan
çok, rahatsız eden bir doğrunun arkasın­
dan koşmak niçin? Bizi avucunda tutan
yalana, gözümüzdeki perdeyi kaldıran
doğruyu yeğlemek de neden? Doğru,
ama ne o? Ölçütleri neler? Yanlışla ya­
lan nerde bitiyor, doğru nerede başlıyor?
Bir otorite mi ya da sağladığı yarar mı
doğruyu doğru yapan? Tek bir mutlak ve
kesin doğrunun bulunduğu kuşkulu. Ne
yapmalı o zaman?” Gerçekle doğru ara­
sındaki farkı, doğru türlerini, doğrunun
önündeki engelleri açıklayıp sıraladık­
tan sonra dünyamızın her yerindeki in­
sanın kendine sorması gereken soruları
soruyor: “(...) bir yüzyılın bitip yeni bir
yüzyılın başlamak üzere olduğu şu yıllar­
da, insanoğlunun görüp yaşadıklarından
ilerisi için çıkarılabilecek olan nedir? Ne­
dir içinde bul unduğumuz gerçeklik? Ve
hangi doğruların aranışı içindeyiz?”
Tanilli’nin bu sorulara yanıtı bence
ülkemiz için de, dünyamız için de çok
önemli: “İnsanlığın geçirdiği acı dene­
yimler, demokrasinin, insan haklarının
vazgeçilmezliğini bir kez daha öğretmiş­
tir. Başta aklın ve emeğin haklarını sa­
vunmak ancak böyle mümkün. Öyle
olunca, ‘küreselleşme’ ve ‘Yeni Dünya
Düzeni’ adına gelişmelerin, hele hele
geçmişin sosyal ve kültürel kazanmaları
karşısındaki horlayışlarına pek dikkat et­
meli. Bunun yanı sıra, yeryüzünü sarmış
köktendinci akımların bir parçası ola­
rak, Müslüman ülkelerde kimi karanlık­
çı akımlar yüzlerce yıl öncesinin -bir yer­
de feodali-değerlerini yeniden yaşama
geçirmenin çabası içinde, akla ve laik ku­
ramlara karşı çıkmaktadırlar. Böylece,
yeni bir Ortaçağ tehlikesiyle de yüzyüzeyiz.”
Karamsar bir yanıt va da yorum mu?
Hayır. Çünkü, Tanilli bu tehlikeyi önle­
yecek olgunun da altını çiziyor: “İnsan­
lık, binlerce yıl öncesinden beslediği bir
ideali, asıl kurtuluş diye gördüğü bir dü­
zeni yaşama geçirmeyi bugün de terketmiş değil. Ne o? İnsanın insanca yaşaya­
cağı bir dünya! Akim, bilimin, emeğin
başköşeye oturtulduğu bir dünya! Eşit­
liğin, kardeşliğin sömürüşüz ve barışçı
dünyası!”
Bu dünyanın gerçekleşebilmesi için
temel görevin felsefeye düştüğünü anım­
satıyor Tanilli. Yaratıcı Akim Sentezi’nin
yazılış nedenidir bu: “Felsefe ki gerçek­
likten kopamaz ve doğruyu aramaktır
asıl görevi; tarihin şu aşamasında, insan­
lığın bağlı bulunduğu ve yüzlerce yıllık
çabaların dokuduğu temel ve evrensel
değerlerin altını yeniden çizerek yol gös­
termelidir.” Niye mi? “Unutulmasın, bir
yerde insanın kendisidir tehlikede
olan...”*
Yaratıcı Aklın Sentezi, Felsefeye Gi­
riş/ Server Tanilli/ Adam Yayınları/ 2.
Baskı, 481 sayfa.
CUMHURİYET
KİTAP
Taha Toros Arşivi
SAYI 4 1 i
Download