fırat haber 5 KÜLTÜR/SANAT Dünden Bugüne Tiyatro Nursel AVCI Radyo Televizyon Sinema Bölümü 3. Sınıf Öğrencisi T iyatro… Kırmızı perde arkasına gizlenmiş kocaman hayatlar mozaiği… Kimi zaman kahkahalara boğan, kimi zaman duygularımızın bam teline dokunan, kimi zaman küçücük bir çocuk kimi zamansa hayatının son demlerini yaşayan… Geçmişten günümüze her geçen gün git gide artan bir sevdadır tiyatro hem izleyicisi hem de emek vereni için. Tiyatro da, birçok sanatın ortaya çıkma sebebi olan dinsel törenlerle doğmuş, sonrasında ise özgünlüğünü kazanarak bir sanat haline gelmiştir. Kökeninde ise, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. İlk tiyatro örnekleri olarak Avrupa’da Üst Paleotik Çağdan yani M.Ö. 40 – 10 bin yıl önce mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve kostüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun da ilk örnekleri sayılır. Başka kuramlara göre tiyatronun kaynağı Şamanist inançlardır. Şamanist törenlerin özelliği, izleyici ya da katılımcılara, tanrısal gücün simgesi yerine kendisini göstermesiydi. Türkiye’de tiyatroyu çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema sanatçısı Muhsin Ertuğrul’dan geldi. 1927’de, Darülbedayi’nin başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları yüreklendirmesiyle, izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyat- MART - 2011 rosunun temellerini attı. Eğitimli tiyatrocu yetiştirmede en önemli hizmeti veren Ankara Devlet Konservatuarı ise, Musiki ve Temsil Akademisi’nin bir bölümü olarak açıldı. Burada ilk mezunların çıktığı 1941’de Tatbikat sahnesi oluşturuldu. Bu hazırlık aşamalarından sonra da 1949’da Devlet Tiyatroları resmen kurulmuş oldu. 1950’den sonra tiyatro kuramları geliştirildi. Tiyatronun yaygınlaştırılması yolunda devlet eliyle sürdürülen çabalar sonunda Devlet Tiyatroları, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon ve Diyarbakır gibi şehirlerde izleyicisiyle buluşmaya başladı. Devlet Tiyatroları bununla da kalmayıp Türkiye’nin her yerine turneler düzenleyerek tiyatro severlere tiyatronun vazgeçilmez heyecanını tattırmak için yola koyuldu. Türk tiyatro sahnelerinden birçok ünlü isim gelip geçti. Her biri tiyatronun muhteşem sahnesinin ayrı ayrı tozunu yutmuş, dakikalarca ayakta alkışlanmış ve o alkışlarla yaşamış isimlerdi. Tiyatroyu günümüze taşıyan ilk isimlerden bayrağı devralanlar ise tiyatro izleyicisini tiyatro aşkından mahrum bırakmıyor. Tiyatro aşkı devam ediyor… Akılda kalan 10 film 7 sinemada, 528 seansta, 21 bölümde 52 ülkeden 256 yönetmenin 231 filminin gösterildiği İstanbul Film Festivali’ni toplam 150 bin sinemasever izledi. Sizlerle festivalden akılda kalan 10 iyi filmi paylaşıyoruz. İstanbul Film Festivali, her şeyden önce dünya sinemasının en önemli örneklerini sinemada seyretme şansı verdiği için özel bir festival. Sayısız film arasından seçtiklerimiz bazen bizi mest ederken bazen de beklentinin altında kalıyor, hayal kırıklığı yaratıyor. Ama her yıl mutlaka çok etkilendiğimiz filmler çıkıyor. Festivalin 30. yılında da yine iyi bir program sinemaseverlerin karşısındaydı. Ve her sene olduğu gibi bu yıl da bazı filmler yüzlerce yapım arasından öne çıktı. İşte festivalden akılda kalan 10 iyi film: The Turn Horse (Torino Atı) 'Torino Atı' festivalin tanıtım kitapçığında yazdığı gibi anlatılması mümkün olmayan bir başyapıt. Nietzsche'nin 'Tanrı öldü' önermesini ele alan bu eşsiz film aynı zamanda 11 yıllık aradan sonra sinemaseverlerle buluşan Bela Tarr'ın da son filmi. Nietzsche hareket etmekte direndiği için sahibi tarafından kırbaçlanan atı görür ve araya girer, atın boynuna sarılarak, ağlar. Ve bu olaydan sonra da bir daha kimseyle konuşmaz. At ile sahibi ise çok başka duygular içindedir. Torino Atı'nda Nietzsche, at, sahibi ve kızı 146 dakikalık film boyunca muhteşem siyah beyaz görüntüler eşliğinde ölüm ve yaşam arasında sürüklenirler. Nostalgia de la Luz (Işığa Özlem) Belegesel Kuşağı'nın en iyi filmi 'Işığa Özlem'de yönetmen Patricio Guzman Şili'de yerin altına gömülenler ile gökyüzünü birleştiriyor. Toprağı kazarak yakınlarını bulmaya çalışanlar ve yıldızları inceleyen astronomlar Atmaca Çölü'nde bir araya gelir. Guzman'ın metaforik anlatımı ve kurduğu bağlantıların inandırıcılığı kolay kolay herkesin aklına gelmeyecek iki alanı, iki disiplini ve onlarca insanı aynı çemberin etrafında topluyor. Ve böylece yıldızlar geçmişe ışık tutuyor, belleği canlandırıyor... Hanyo (Hizmetçi) Hanyo, seyirciyi zorlayan filmlerden. 1960 yapımı aynı adlı kült yapımdan uyarlanan filmde Eunyi, büyük bir malikanede hizmetçilik yapmaktadır. Bir süre sonra evin beyi ile ilişkiye girer. Cinsel tutkularını paylaşırken bir yandan da evin kahyası tarafından izlenir, evin hanımın annesine rapor edilir. Ta ki Eun-yi hamile kalana kadar... Im Sang-soo'nun yönettiği 'Hizmetçi' burjuva sınıfını masaya yatırdığı filminde iyilik-kötülük kavramlarının değişkenliğini gösteriyor ve şiddeti sınıfsal bir taşlamanın ortasına yerleştiriyor. Ortaya alt metinleri güçlü, rahatsız edici bir gerilim dolu bir dram çıkıyor. Noruwei No Mori (İmkansızın Şarkısı) Haruki Murakami'nin aynı adlı kitabından uyarlanan 'İmkansızın Şarkısı' özgün adını Beatles'ın şarkısından alıyor. Aşk, acı, geç- miş, hayaller arasındaki hikaye 1960'lı yıllarda Tokyo'da geçiyor. Watanebe'nin karmaşık, depresif, ölüme yakın hayatı Midori ile tanışmasıyla değişim sancısı içine giriyor. Beatles'ın şarkısı kadar melankoli dolu filmin görselliği de en az hikayesi kadar etkileyici. Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir İmre Azem'in yönettiği 'Ekümenopolis' sadece festivalin değil son yılların en önemli belgeselleri arasında yer almayı hakediyor. İstanbul'u değişim/dönüşüm ayrımı üzerinden ele alarak çarpık kentleşme ve gördüğümüzgöremediğimiz rant savaşlarını görünür kılarak resmin bütünün gösteriyor. İstanbul Film Festivali tarihinde Ulusal Yarışma'ya katılan ilk belgesel olan 'Ekümenopolis' 'büyüme yalanı' altındaki İstanbul'un neo-liberal politikalarla nasıl bir yıkıma gittiğini gözler önüne seriyor. Gökdelenler, gecekondular, tüneller, köprüler, tarihi binalar arasında dolaşan kamera İstanbul'un geleceği ve İstanbul'a sahip olanlar hakkında çok şey söylüyor. Hep söylediğimiz gibi Emek Sineması'nın kapatılmasının nedeni de, gökdelenlerin AVM'lerin çoğalmasının nedeni de aynı çünkü. Essential Killing (Ölümüne Kaçış) Usta yönetmen Jerry Skolimowski'nin son filmi 'Ölümüne Kaçış' ABD'nin teröre karşı savaş politikasından yola çıkıyor ve çölde askeri güçler tarafında yakalanmış bir gerillanın hikayesini anlatıyor. Gerillayı kaçıranların aracı kaza yapınca gerilla karla kaplı ormanda serbest kalır ve kaçmaya başlar. Tutsaklık, kaçış ve hayatta kalma bir varoluş mücadelesine dönüşür. Hem bir yolculuk filmi hem de bir hesaplaşma... Ha Ha Ha Hong Sang-soo'nun Cannes'da Belirli Bir Bakış bölümünde 'En İyi Film' ödülünü kazanan filmi 'Ha Ha Ha' film eleştirmeni Joong ve sinemacı olmak isteyen Moon arasında geçen sohbetler olarak özetlenebilir ama farklı öykülerin birbirine eklemlendiği yer, zaman tanımayan bir film aynı zamanda. İki adamın sohbeti geleceğe dair hayaller ve geçmişten kalanlarla yüklü bir yolculuğa dönüşüyor ve ortaya müthiş bir sinemasal keyif çıkıyor. The Conspirator Amerikan iç savaşının sona ermesinden birkaç gün sonra Abraham Lincoln öldürülür. Yedi adam ve bir kadın suikastı gerçekleştirdikleri için tutuklanır. 'The Conspirator' bu suikasta, özellikle de aralarındaki tek kadın olan Mary Surratt'a odaklanır. Robert Redford'un filmi çoğu açıdan klasik bir anlatıma sahip. Yeni bir şey de söylemiyor. Ama 'adalet' kavramını dünya tarihindeki bir olaydan yola çıkıp evrensel bir hikayeye dönüştürüyor. Ve ABD'nin güncel politikalarıyla bağlantı kuruyor. Sade ama güçlü bir anlatım. Chico y Rita (Chico ile Rita) Üç yönetmenli 'Chico ile Rita' festivalin en hoş sürprizlerinden biri oldu. Yönetmenlerin beslendikleri alanlar ve disiplinlerden dolayı tasarım, mimari, resim, çizgi roman ve müziğin kusursuz bir şekilde iç içe geçtiği canlandırma film. Poetry (Şiir) Lee Chang-Dong imzalı 'Şiir' küçük bir banliyöde torunuyla yaşayan Mija etrafında gelişiyor. Mija Alzheimer'ın başlangıcındadır. Bir kültür merkezinde şiir dersine katılmasıyla hayatı değişir: Derste ondan şiir yazması istenir. Mija, o andan itibaren hayata farklı bakmaya başlar. Hiç duymadığı bir heyecanı, keşfi yaşar. Kitap Hâne Serenad Roman okumak istiyorsanız… Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar. 1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir. Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor. Yeni Toplumsal Hareketler İçinde bulunduğumuz yüzyıl büyük bir alt üst oluşun belirginleştiği, coğrafya farkı gözetmeden tutuşup yayıldığı büyük yangınlara sahne olmaktadır. Toplumsal hareketler etkisini daha fazla görünür hale getirerek canlılıklarını muhafaza ediyorlar. "Yeni" toplumsal hareketler aslında "eski"nin direnç mekanizmaları, itiraz sebepleri ya da karşı çıkış pratiklerine yaslanarak başka biçimler altında var oluyor. Dolayısıyla toplumsal hareketler, "yeni" tanımlamasına sıkıştırılıp bir yandan otantik bir hava verilen, diğer taraftan asla "eski"nin görkemine ulaşamayacağı için yeteri kadar kıymet verilmeyen bir fenomen haline geliyor. Toplumsal Hareketler: önemini küçümsemeden ya da abartmadan toplumsal hareketleri tarihsel bir deneyimler bütünü olarak ele alıyor. Dünya Sistemi Derlemeye katkıda bulunan yazarların çoğuna göre, çağdaş dünya sistemi son beş yüzyılın olgusu olmayıp, en azından beş bin yıllık bir geçmişe sahip. Bugünkü "dünya sistemi"nin çekirdeği ilk kez MÖ 3000´de Güney Mezopotamya´da kök salmış, "hegemonya odakları" zamanla değişip gelişerek günümüze dek ulaşmıştır. Sermaye birikimi, dünya sisteminin yalnızca son beş yüz yılık değil, beş bin yıllık tarihinin itici gücünü oluşturmuştur. Yapıt, William H. McNeill, Andre Gunder Frank, Barry K. Gills, K. Ekholm, Jonathan Friedman, David Wilkinson, Samir Amin, Janet AbuLughod ve Immanuel Wallerstein’ın yazılarını içerir ve bu yazılar bir akım oluşturmaya adaydır. Aynı zamanda tarihi, birçok "ulusal tarih" karalamaları ve "Avrupamerkezci bir uygarlık tarihi" taslağı olmaktan kurtarma yolunda bir girişim olarak algılanabilir.