the organızed crusade agaınst the wıtchcraft

advertisement
THE MOST INTERESTING CRUSADE IN HISTORY: THE
ORGANIZED CRUSADE AGAINST THE WITCHCRAFT
TARİHTEKİ EN İLGİNÇ HAÇLI SEFERİ: CADILIĞA KARŞI DÜZENLENEN
HAÇLI SEFERİ
Pınar ÜLGEN
Özet
Ortaçağ sosyal olaylar açısından oldukça karmaşık bir dönemdir. Bu da Ortaçağın bir geçiş
dönemi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, Ortaçağ Avrupasının farklı bir yönünü
ortaya çıkarmaktadır. Bu sosyal olaylar içerisinde en ilginç ve de üzücü olanlardan birisi
cadılık olaylarıdır. İlginç olan tarafı insanların inanmakla inanmamak arasında kalmış
olmalarıdır. Üzücü olan tarafı ise cadıların öldürülmeleri sırasında masum insanların da ölmüş
olmasıdır. Ama cadılık da heretik bir akım olduğu için bunları yok etmeye yönelik bir Haçlı
seferi düzenlenmiştir. Bu çalışmada ise bu Haçlı seferi, seferin öncesinde ve sonrasında
yayınlanan fermanlar ve kanunlar cadılık ve cadı avı olgularıyla birbirlerini tamamladıkları
için birlikte anlatılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Medieval Europe, Cadı, Cadı Avı, Haçlı Seferi, Mallevs Maleficarvm.
Abstract
Middle age is a complicated period for social events. This case is caused from that the middle
age was a transition period. This case finds out a different part of the Medieval Europe. One
of the most interesting and most painful events is witchcraft events among these social events.
The interesting part is that the people stayed together believing or not believing. The painful
part is that innocent people died when witches were killed. But a crusade was organized to
eradicate these because witchcraft was a heretics. In this study, this crusade is told with the
canons and bulls that were published before and after this crusade and also witchcraft and
witch-hunt facts; because all of these events are complementary.
Key Words: Medieval Europe, Witchcraft, Witch-hunt, The Crusade, Mallevs Maleficarvm.

Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü,
164
Giriş
Cadılara karşı neden Haçlı seferi gibi bir hareket düzenlendiğine geçmeden önce
cadılığın Ortaçağ için ne anlama geldiğine kısaca değinmek gerekirse, Ortaçağın en ilginç
yüzlerinden biridir büyücülük ve cadılık. Ancak bu konuyu düşününce o dönemi
anlayabilmek açısından ilk akla gelen doğal olarak Cadı kimdir? Cadılık nedir? şeklindeki
sorulardır. Aslında araştırıldığında bu sorulara yanıt bulabilmenin oldukça zor olduğu
görülmektedir. Çünkü bu öyle bir alan ki, içinde sosyolojiden tarihe psikolojiden tıp bilimine
kadar pek çok alanla ilintilidir. Cevap verebilmek kadar anlayabilmek de oldukça zordur.
Ancak genel olarak bakıldığında Haydar Akın’ın da söylediği gibi cadılığın Ortaçağ Avrupası
için bir oyundan çok içine çıkarların ve cinsiyet ayrımcılığının karıştığı çok ilginç bir durum
ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki; geleneksel halk kültüründeki tasviriyle XV. yüzyılda ortaya
çıkan cadı, karmaşık bir kimliği ifade etmektedir. Ortaçağ sonlarındaki cadı kavramı da farklı
bir kimliği ortaya koymaktadır. Burada daha çok düşsel bir varlık olarak karşımıza
çıkmaktadır. Tüm kültürler tarafından bilinen masal cadısı, iri burnu, içine çökmüş kırmızı
gözleri, süpürgesi ve omuzundaki karakargası ile tanınmaktadır ( Akın, 2011: 137-138).
Cadılığın ideolojik temelleri Ortaçağda atılmış olsa da cadılık, Ortaçağda keşfedilmiştir
diyemeyiz. Çünkü Ortaçağdan önceki zamanlarda da sonraki zamanlarda da görülmektedir.
Cadılık inancının varlığını antik dönemlere kadar götürmek mümkündür. Ancak burada ayırt
edilmesi gereken nokta, Cadı Avı olarak bilinen yaygın cadı idamlarının XVI. ve XVII.
yüzyıllara kadar görülmemiş olmasıdır. Bu dönemlerde en dikkat çeken olay, cadılıkla
suçlananların işkenceden geçirilip kazığa bağlanarak yakıldığı “Yakma Dönemleri”dir.
Modern araştırmacılara göre bu durum, bir çeşit hastalıktır. Yani Lois Martin’in deyimiyle
“Cadı Avı”, bir Batı Avrupa fenomenidir ve cadılık, Batı Avrupa'da, Britanya ya da
Avrupa'nın çevre bölgelerinde olduğundan daha farklı bir gelişme göstermektedir. Aslında,
Cadı Avı, Batı Avrupa'nın Fransa ve Almanya ile sınırlı küçük bir bölgesinde yoğun olarak
görülmüştür. Tarihçi Robert Thurston'a göre, “tüm cadı avlarının yüzde ellisinden fazlası,
Strasbourg çevresindeki 300 mil yarı çaplı bir dairede gerçekleşmiştir” (Martin, 2009:14).
Tarihçiler, uzun süre Cadı Avı'nın neden, ne zaman ve nerede gerçekleştiğini
tartışmışlardır. Bu, Avrupa tarihindeki belli bir döneme has bir olgudur; ancak cadılık inancı,
yeni bir şey olmadığı gibi Avrupa ile sınırlı da değildir. Cadılık üzerine tarihsel araştırmalar,
165
özellikle Cadı Avı sürecinde sözde “cadılık” suçunu işledikleri savıyla tahminen 40.000 insanın öldürülmesi sonucunu doğuran Avrupa’daki cadı inançlarının çok sayıda öğesini bir araya
getirmeye odaklanmıştır. Hem Kıta'da gelişmiş cadı tipi hem de onun hizmet ettiği iddia
edilen şeytan, pek çok farklı ideolojik ve kültürel kaynaklardan oluşan ve birkaç yüzyıl
boyunca Avrupa toplumunun yasal ve toplumsal yapısındaki değişimlerle beslenmiş birer
karma figür halini almışlardır. Cadılık inancı, XV. yüzyılın sonuna kadar klasik, prototip
formuna ulaşmamıştır. Bunun bir geçmişinin olduğu da bir gerçektir (Martin, 2009:15).
Batı Avrupa’da Cadılığa Karşı Yapılan Haçlı Seferi Ve Bu Sürecin Etkileri
Haçlı seferi tabiriyle bu bahsettiğimiz cadılık ve sapkınlıkla ilgili durumların nasıl bir
ilgisi vardır diye düşündüğümüz zaman çok farklı çelişkiler ve Haçlı seferlerinin yeni bir yüzü
daha ortaya çıkmaktadır. Daha da eskiye gitmek gerekecektir bu durumda. Şöyle ki; IV. Haçlı
seferine bakıldığında buradaki başarısızlıkta sorumluluğun sadece Papa’ya değil, aynı
zamanda Venedik’e ait gibi görünmektedir. Ancak Haçlı seferlerinin politik hedeflere
sapmasında Papa III. Innocent’in rolünün büyüklüğü tartışmasızdır. Innocent, 1199 yılından
itibaren bir imparatorluk taraftarının aleyhinde Haçlı seferi başlatacakmış gibi görünmektedir.
Özellikle 1207-1208 yıllarından itibaren Fransa’da silahı olan herkese, Kutsal topraklara
gidiyorlarmış gibi bütün günahlarının bağışlanacağı vaadinin yanı sıra özellikle sapkınlardan
alınmış toprakların sahipliğini de vererek sapkın Albililer1’e (Dualist bir öğretiyi savunan
Katharlar2) karşı Haçlı seferi vaazları verilmiştir (Morrisson: 2005: 68).
Papa III. Innocent, bunun devamında kendisinden sonra gelenlere de örnek olmuş ve
Haçlı seferi için rahiplerden gelir vergisi toplayan ilk kişi olmuştur. Ayrıca ganimet olarak
bırakma hakkından yani Papa’nın sapkınlığı önleyemeyenlerin topraklarını buraları ele
geçirecek olan Katoliklere verme hakkından bahsederek daha sonraki yıllarda Avrupanın
kendi içerisinde siyasi amaçlı yapılacak olan Haçlı seferlerinin de önünü açmıştır (Morrisson,
2005: 69).
Bu bilgilerin ışığında cadılara karşı Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep olan
sürece bakmak gerekirse şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki; uygarlık
Albililer, XII. yüzyılın sonlarında Fransa’nın güneyinde ortaya çıkan bir tarikattır. Katharlar tarikatının bir kolu
olup, davranışların ahlak ve iman bakımından kusursuz olmaları gerektiğini savunurlardı. Kilise hiyerarşisine de
karşı çıkarlar ( Barker, 1985: 60).
2
Katharlar, Ortaçağ’da Fransa’nın Albi bölgesinde XII. ve XIII. Yüzyıllarda Avrupanın batı bölgelerinde etkili
olan bir tarikattır. Kilisenin görüşlerine karşı çıkmış ve reenkarnasyonu kabul eden bir tarikattır.
1
166
tarihinde yüzyıllar boyunca büyücülere ve cadılara karşı işkence yapılması, Hıristiyanlık
tarihindeki en büyük lekelerden biri olarak tanımlanmaktadır Batılı tarihçiler tarafından.
Gerçek olduklarından şüphelenilen büyücü ve sihirbazlar, sadece Katolik inancının
bütün
düşmanlığını
simgeleyen
Engizisyonun
zulmüne
değil;
aynı
zamanda
Protestanların zulmüne de katlanmak zorunda kalmışlardır. Alışılmamış bu inanç ve
Batıl inançların büyücülükle ilişkilendirilmesi veya bir tutulması bu işi yapanlara sıradan
bir dinsel sapkın veya suçludan çok daha ağır işkence yapılmasına neden olmuştur. Daha
sonra bu insanlara karşı kullanılmak üzere farklı işkenceler üretilmiştir. Ayrıca cadıların
şeytanın gizli işaretini taşıdığına da inanılmaktaydı (Scott, 2001:111-112).
Bundan dolayı yani bu kanlı olaylardan dolayı Avrupa kıtasında her türlü büyüye
ve sihre karşı bir hareket ve de binlerce kadını ve erkeği yakalayıp Engizisyona teslim
etme biçiminde yaşanan uzun süreli bir seferberlik hareketi resmi olarak başlatılmıştır.
Bu noktada kanlı olayları engellemek amacıyla yapılan bazı mahkemeler, dikkat
çekmektedir. Şöyle ki; 1022 yılında Orleans’ta yapılan bir mahkeme, cadılık konusunun
tarihi seyrinde büyük önem taşımaktadır. Bu mahkemede suçlananlar, o dönem için sıra
dışı bir şekilde cezalarla kazığa bağlanarak yakılmışlardır. Buradaki cezalar, Lois
Martin’e göre kilise adamlarının suçlamalarla ilgili kuşkularını dile getirmeye
başlamaları üzerine idam cezası verilmesini sağlayan Kral II. Robert’in politik amaçları
doğrultusunda verilmiş gibi görünmekteydi. Bu mahkemenin önemi ise cadılıkla ilgili
iki yeni iddianın ortaya atılmış olmasıdır. Bunlardan birincisi heretiklerin Kutsal Ruh
tarafından ele geçirildiklerinde büyülü ve anlık biçimde bir yerden başka bir yere
taşınabildikleri iddiası ve ikincisi ise Şeytan'ın kendilerine siyah bir adam olarak göründüğü
iddiasıdır. Bu, Şeytan'a siyah bir adam tanımlamasının yapıldığı ve heretik aktivitelerle
büyülü uçuşun gerçekleştiğinin söylendiği ilk aşamadır. Bu mahkeme, ayırt edici biçimde
cadılarla ilişkilidir ve ayrıca cadıların sonraki Sabbat ayinlerinin temel özelliklerini bir araya
getirmesi açısından da önem taşımaktadır ( Martin, 2009: 44).
Ayrıca bu konuyla ilgili olarak bahsedilmiş olan sözleşme kadar önemli
düşüncelerden biri de cadıların organize olmuş gruplar halinde Şeytan'a taptıkları iddiasıdır. Bu Sabbat adı verilen ayinlerin gerçekliğine olan inanç, bütün cadı avlarında önemli
bir rol oynamıştır.
167
Sabbat iddiası, XV. yüzyıla kadar tam olarak ortaya konmamıştır ve bundan sonra
da çoğu zaman sınırlı bir kabul görmüştür. 1486'da basılan meşhur cadı avı el kitabı
Mallevs Maleficavm3, Sabbat'ı açıkça dile getirmekte ve “gece vakti bir kadınlar
toplantısı” ile “belirlenmiş bir günde cadıların bir araya geldiği bir ayin” olarak söz
etmektedir. Klasik Sabbat'ın temel özelliği, gece olması ve gizli yapılmasıdır. Cadılar,
Şeytana bağlılıklarını bildirmek için toplanırlar, İsa'yı inkar eder ve sözleşmeler yaparlar
ve de bazı davranışlar sergilerler. Bu davranışlar içinde çocuk kurban etme, yamyamlık
vs. gibi davranışlar bulunmaktadır (Martin, 2009: 41-42).
Bu şekilde tapınma gelenekleri Roma’da da bulunmaktaydı. Roma imparatorluğunun
düşüşüyle birlikte Avrupalı pek çok köylü tabiat tanrısını tanımaya devam etmiştir. Ya da
bazen onun eski bölgesel denkliklerini örneğin Boynuzlu tanrı Cernunnos gibi Modern Fransa
ve Belçika’nın sınırları boyunca Hunt yani avcılığın Romalı ay tanrılığı Nine Fire’ın Dianası
olarak bilinmektedir. Böylesi Tanrılar, Hristiyanlığa rağmen varlıklarını devam ettirmişler.
Avrupalı köylüler, sadece Walpurgisnacht ya da Witches Sabbat günlerinde bu törenlere
katılırlardı. Çünkü paganlar, gündönümü ve ekinoksları gözetirlerdi. Verimlilik oranları eski
dinin tanrılarının ki bunlar; belirgin şekilde figürleşmişlerdir. Bunlar, Hristiyanlıkta şekil ve
kılık değiştirmelerine karşın bunlara ait karnaval ve festivallerde eski dul kadınlar,
tecrübelerinden ötürü saygı görürlerdi. Çünkü geleneğe dair yorum yapabilmekteydiler. Hatta
bu konuyla ilgili çok değişik bir örnek de Bede tarafından verilmiştir. Şöyle ki; IX. yüzyılda
bu döneme ait bir belgede köylülerin Diana olarak çağırdıkları bir şeytandan bahsedilmekte
ve şöyle denilmektedir: “Satanistliğe dönen bazı kötü kadınlar, kendilerinin geceleri belli
hayvanların üstünde Diana ile birlikte sürdüklerini itiraf ederler”. Daha sıklıkla kilise, pagan
öncülleriyle kolay olmayan bir uzlaşmaya vardı ve mümkün olduğunda onları kaçırmayı da
planlamıştır. Örneğin İrlandalı Tanrıça Brigit,“ateşin patroniçesi” etkili bir şekilde aynı adı
taşıyan varsayılan bir aziz tarafından sahiplenilmiştir. Bu nedenle kiliseler ve Hristiyan
tapınaklar, geleneksel şekilde paganlar için eski kutsal siteler üzerinde inşa edilmişlerdir. M.S.
601 yılında Papa Gregory I, neredeyse bu denemeyi resmi bir politika haline getirmiştir. Bir
azize yazmış olduğu mektupta Papa, şöyle demiştir:
Mallleus Maleficarum, “among the mostimportant, wisest and weightiest boks of the World”…olarak
3
geçmektedir kaynaklarda. Şöyle ki, bu eser dünyanın en ağır en geniş ve de en önemli eserleri arasında yer
almaktadır… ( Mallevs Maleficarvm, 1600:19). Bu kitap, geç Ortaçağlarda o cadı avcıları olan Katolik ve
Protestanlar tarafından cadılık hakkında yazılmış kaynak bir eserdir ( Hamilton, 1989: 95).
168
“ Onun idol tapınaklar arasında insanların yıkılmasının hesaba katılmaması gerektiği
konusunda sonuca yaklaşmış olduğunu söyledi. İdoller yıkıldı; fakat tapınakların kendileri
kutsal suyla lekelenmişlerdir. Sunaklar da onların içinde inşa edilmişlerdir. Ve kalıntılar,
orada depolanmıştır. Çünkü eğer bu tapınaklar daha iyi inşa edilmiş olsalardı, onların
şeytanların ibadetinden temizlenmeleri gerekirdi. Ve doğru Tanrı’nın hizmetine kendilerini
adarlardı. Bu şekilde umut ediyoruz ki; bu tapınakların yıkılmadığını gören insanlar, kendi
hatalarını terk edebilirler ve daha fazla sayıda hızlı bir şekilde köylerine giden sürü, bilmeye
başlayabilir ve doğru Tanrı’ya tapabilirlerdi. Ve onların şeytanlara çok sayıda öküzü kurban
etme geleneğinden itibaren diğer törenler için yerlerine durabilecek vekile izin vermişlerdir
özellikle de reliklerin saklandığı Kutsal Martyrs Festivali ya da Adamak (Dedication) günü
gibi”(Bede, I, 30, : 86-87).
Her ne kadar Şeytan'a karşı duyulan derin bir korku ve onun insan hizmetçileri
tarafından yöneltilen şeytani bir tehdit olduğu inancı, Cadı Avı'nın önkoşullarını hazırlamış
olsa da asıl cadı avı süreci, özünde yasal olarak kabul edilmekteydi. Ortaçağ hayatının
Avrupa’nın yasal sistemlerinde suçun ele alınma biçimini kökten değiştirecek heretiklerle
cadıların etkili biçimde soruşturulmasını sağlayacak köklü değişiklikler yapılmıştır. Ortaçağ
döneminde pek çok cadılık soruşturması gerçekleşmiş olsa da, tek tek cadılara karşı
uygulanan yasal süreç, genellikle suç ortaklarına dönük organize bir av şekline dönüşmüştür.
Bu cadı avlarına büyük oranda, savunmacıların baskıya uğradığı, diğer cadıların isimlerinin
verilmesi için sık sık işkencenin kullanıldığı zincirleme reaksiyon mekanizması damga
vurmuştur. Daha sonra bu kişiler de başkalarına karşı yeni bir cadılık suçlaması yapana kadar
aynı sürece maruz bırakılmışlardır (Martin, 2009: 55).
İşte Katolik kilisesi de bu nokta da önemli bir rol oynamıştır. Daha doğrusu heretikliği
bitirme çabasıyla bu yeni suç araştırma ve soruşturma yaklaşımında büyük bir güç olmuştur.
Heretiklik sorunu, kiliseyi XII. yüzyılın sonunda ve XIII. yüzyılda daha fazla
kaygılandırmaya başlamıştır. 1184 yılında piskoposları heretiklerin laik mahkemelerce
sorgulanması için görevlendiren bir papalık genelgesi yayınlamıştır. 1215 yılında dördüncü
Lateran konsilinde heretiklerin idam edilmesinin yanı sıra rahiplerin işkenceli sorgulardan
uzak durmaları talep edilmiştir. İşkenceli sorguların başlamasından önce bir rahibin
kutsamasına ihtiyaç duyulduğundan konsilin kararı, laik otoritelerin suçlamaya dayalı
adaletten toptan vazgeçmesinde ve yeni sorgulayıcı prosedürlerin benimsenmesinde
belirleyici olmuştur. Yalnızca heretiklerin bulunması ve sorgulanmasıyla görevli resmi bir
dini kurum, “Engizisyon” adıyla 1227’de kurulmuş ve başına da Dominik ve Fransisken
169
rahipler getirilmiştir. 1231'de, Papa IX. Gregory, Engizisyon'un resmi olarak kuruluşunun ilan
edildiği Excommunicamus (Aforoz Etmek) adlı papalık genelgesini yayımlamıştır. Başta,
Engizisyon kurumu, sadece Almanya'da faaliyet gösterirken daha sonra 1232'de İspanya'nın
Aragon bölgesine, ertesi sene de Avrupa'ya yayılmıştır ( Martin, 2009: 58).
Geçmişte, Katolik Kilisesi ile Engizisyon'un cadı avındaki rolü, fazla abartılmış ve bu
kurumlar, cadılık suçunu neredeyse tamamen uydurmakla ve kalıcı kılmakla suçlanmıştır.
Tarihçilerin duruşma kayıtları üzerine ortaya koyduğu yakın tarihli çalışmalar, farklı bir
görüntü göstermeye başlamıştır. Bugün Engizisyon ve diğer dini mahkemelerin bütün cadılık
soruşturmalarının bir kısmından sorumlu olduğu tahmin edilmektedir. Laik mahkemeler, cadı
avının ardındaki itici güçtür ve dini mahkemelerin rolü giderek azalmıştır. Kilise, kendisinin
yapacak gücü olmadığı için, heretiklerin adalet önüne çıkarılması ve idam edilmesi
konularında laik mahkemelerin yardımından daima faydalanmıştır. Laik mahkemeler,
büyücülük ile ilişkili geleneksel kararları benimseyip genişleterek zamanla “ruhani” cadılık
suçu üzerinde kontrol sağlamıştır ve on altıncı yüzyılla birlikte bir çok Avrupa devleti cadılıkla ilişkili özel yasaları hukuk sistemine dahil etmiştir ( Martin, 2009: 58).
Bu yeni sorgulayıcı prosedür, ilahi adaletten çok insana dayandığı için suçu kanıtlamanın
yolları iyice zorlaşmıştır. Avrupa’da vatan hainliğine karşı eski Roma yasaları yeni
sorgulayıcı standardın zeminini oluşturmuştur. Suçun kanıtlanması için iki tanığın şahitliğine
ya da zanlının itirafına ihtiyaç duyulmuştur. Bunun aksine, İngiliz jürileri, yalnızca ikinci
derece kanıtlara ya da bir tanığın şahitliğine dayanarak suç kararını verebilmekteydi.
Heretikleri ve cadıları soruştururken ortaya çıkan en önemli sorun, doğaları gereği bunların
gizli suçlar olması ve bu nedenle güvenilir bir tanığın bulunamamasıydı. Hem heretiklerin
hem de cadıların şeytani etkinliklerini tam bir gizlilik içinde gerçekleştirdiklerine inanılıyordu
ve Heretiklik, her şeyden önce, aslında bir inanç suçuydu. Bu durum, heretikliği kontrol altına
almaya çalışan adli süreçlerin önünde ciddi bir engeldi ve zanlılardan itiraflar elde edebilmek
için işkence kullanımının önünü açıyordu. Zanlılardan itiraf elde edebilmek için yapılmış
kayıtlı ilk işkence, 1228 yılında Verona'daki laik bir mahkemede gerçekleşti. Kilise de
1252'de engizisyonculara heretiklik şüphesi olan durumlarda işkence kullanımına izin
vermiştir. Bu bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla işkence altında alınan itirafların güvenilirliği bir
sorun oluşturmuş gibi görünmemektedir ve bunun ötesinde Tanrı'nın masum olanı koruyacağı
ve ona işkenceye dayanma gücü vereceği şeklinde ağır basan bir kanının var olduğu açıktır
(Martin, 2009: 59).
170
Buna bağlı olarak cadılık ile heretikliği birbiriyle ilişkilendiren ilk dava, Lois
Martin’in verdiği bilgilere göre Lady Alice Kyteler'in 1324'te İrlanda'da görülen davasıdır.
Klasik cadılık kavramı, bu erken dönemde henüz tam olarak oluşmamıştı ve de Orleans'taki
heretiklerin aksine, Lady Alice ve beraberindekiler yamyamlık ve çocuk katli gibi saldırgan
ithamlara maruz kalmamışlardı. Gece toplantılarına uçarak gittikleri ya da Şeytan'la sözleşme
imzaladıkları iddia edilmiştir. Bu dava, cadıların organize bir heretik grubu olarak hep birlikte
Şeytan'a ibadet ettiklerini iddia eden ilk dava olarak kabul edilmektedir. Daha sonra Lady
Alice, tutuklanmaktan kurtulmuş ve duruşma gerçekleşmeden önce nüfuzlu arkadaşlarının
yardımıyla İngiltere'ye kaçtıktan sonra cezalandırılmıştır. Ardından afaroz edilmiş,
varlıklarına ve mallarına el konulmuştur; ancak bunların sonucu bilinmemektedir. Hizmetçisi
Petronilla de Meathise, o kadar şanslı değildir; çünkü İrlanda'da kazığa bağlanarak yakılan ilk
heretik ve cadı olarak tarihe geçmiştir. Ayrıca bunun beraberinde Lady Alice ve
beraberindekiler, İsa'yı inkar etmek ve Robin Artisson adlı bir iblise tapınmakla
suçlanmışlardır ( Martin, 2009: 44-45-46).
Bu örnek olayın yanı sıra hemen hemen aynı dönemde gezgin vaiz Sienalı Bernardino,
İtalya'yı dolaşmakta, cadıları ve şeytani bir cadılar kültü üyelerinin bebekleri öldürdüğü ve
onların öğütülmesinden arta kalan lozlardan yapılmış iksirleri içtiği gizli gece toplantılarını
lanetlemiştir. 1437’de, Dominik keşiş Johannes Nider, büyücülerin bebekleri öldüren, onların
etlerini yiyen, kaynatılmış artıklarını iksire ve başka büyülü yağlara dönüştüren gizli bir
mezhebe üye olduklarını anlattığı Formicarius4 adlı meşhur kitabını tamamlamıştır.
İrlanda'da, Piskopos Ledrede, 1320 gibi erken bir tarihte, daima zamanın önünde giden bir
kişi olarak, o bölgede yeni ve tehlikeli bir mezhepten bahsetmiştir. Gerçek heretikler
tarafından yöneltilen tehditler azalmaya başladıkça, bu yeni cadılar mezhebi aslında
heretiklerle ilişkilendirilmiş insanlık dışı karakteristikleri üstlenmeye başlamıştır (Martin,
2009: 48).
1376 yılında ise papalık yargıcı Nicholas Eymeric, engizisyoncular için bir el kitabı
yayımlamıştır. İlerleyen tarihlerde işkenceye devam etmenin bir miktar kabul edilebilir
olacağını belirterek işkencenin tekrarının kısıtlanması konusunda kurnazca davranmış ve
böylece işkencenin sınırsızca uygulanmasının önündeki engelleri yıkmış oldu (Martin,
2009: 60).
Dolayısıyla bu sapkın akımlardan olan cadılık, toplumda şu ya da bu biçimde her zaman
Karınca sürüsü
4
171
var olmuştur. Erken Ortaçağ Avrupasına bakıldığında büyücülere ve sihir işlerine gündelik
hayatın toplumsal yapısının bir parçası olarak genellikle hoşgörüyle yaklaşıldığı
görülmektedir. Ancak bu durum, zamanla kanlı olaylara neden olduğu için büyü yoluyla yaralamaya ya da ölüme sebep verme konularında yasalar çıkarılmıştır. Geç Ortaçağ ve erken modern dönemle birlikte cadılık, bir şekilde çok yeni ve farklı bir anlam kazanmıştır. Bu
değişimin sebepleri, Avrupa toplumunda oluşan yeni bir paranoyada gizlidir. Şöyle ki; 10001400 yılları arasında Avrupa'nın toplumsal ve politik çizgisinde büyük bir değişim
yaşanmıştır. Müslüman orduların akınları, Doğu Ortodoks Kilisesi ile yaşanan ayrım, heretik
akımlar (sapkın akımlar) ve Kara Ölüm'ün( Veba’nın) yıkıcı etkileri hepsi bir araya gelerek
Avrupalıların zihninde toplumsal, ruhsal ve politik hayatta radikal değişikliklere neden olacak
yeni bir kuşatılmışlık hissi yaratmıştır. Bu ruhsal yapıyla Yahudiler, cüzzamlılar ve heretikler,
Avrupa Hristiyanlığını bizzat şeytan tarafından kurgulanan acımasız bir planla yıkmaya
çalışan yeni “iç düşmanlar” olarak görmüştür. Zamanla cadı figürü, topluma karşı çalışan bu
gizli şeytanın sembolü olarak yeniden ortaya çıkmış ve Ortaçağların paranoyası denilecek bu
durum, şeytan korkusuyla erken modern döneme taşınmış, korunmuş ve hatta büyütülmüştür
(Martin, 2009: 29).
Tüm bu karmaşa içerisinde XIII. yüzyılın önde gelen skolastik ilahiyatçısı ve bir
Aristotelesçi olan St. Thomas Aquinas şöyle bir soru üzerine tartışma yaratmıştır:
“Bize de büyü sanatlarının etkinliklerini nasıl kazandıklarını sormak düşüyor; ki bu soru,
işleyiş biçimleri düşünüldüğünde oldukça kolay yanıtlanabilir ... Büyücü tarafından kullanılan
belirleyici kelimeler dualar, yakarışlar, dilekler ve hatta sanki bir başkasına sesleniyormuş
gibi emirlerdir. Bu nedenle büyü sanatları, etkinliklerini başka bir zeki yaratıktan almaktadır,
büyücünün yakardığı bir yaratıkları ... Bunun bir başka ispatı da zeki bir yaratığa gösterilen
saygı işaretlerinden başka bir şey ifade etmeyen kutsamalar, secdeler ve benzer pratiklerledir”
( Martin,2009: 30-31).
Ayrıca Aziz Thomas Aquinas, büyünün gücünün ilahi terimlerde mucize ve büyü
arasındaki ayrımla ilgili olduğunu belirtmektedir. Ona göre büyü, otlar, fiziki hareketler,
uygulamalı figürler, karakterler, burçlar ve ibadetler aracılığıyla oluşturulmaktaydı
(Thorndike, II,1934: 602 ).
XV. yüzyılın ortalarında ise burada kilisenin durumu değişmeye başlamıştır. 1458
yılında Nicholas Jaquerius adlı bir engizisyoncu cadıların ortaya çıkışını tartışmış ve tümüyle
“Canon Law” adlı eserin uygun bölümlerinde bahsedilen bu heretiklerden farklı olduğunu
172
açıklamıştır. Başka bir deyişle engizisyon, cadılar tarafından kullanılan gücün gerçek olduğu
konusunda ısrar etmiş ve fantastik olduğunu da reddetmiştir. 1484 yılında kilise, tam ve
dramatik bir yüzleşme yaşamıştır. O yıl içinde düzenlenen bir papalık fermanı tamamiyle
resmi olarak cadılık gerçekliğini tanımıştır. Bu fermanda Papa şöyle demiştir:
“Innocentius Papa prafatus, perv nam patentem bullam commisit ipsis inquisitoribus Henrice
et Iacobo, erdinis Pradicatorum et sacra Theologia Professeribus pradictis, facultatem in
quirendi Apostolica auctoritate super quas cunque; Hareses, pracipuè autem super Haresim
Maleficarum, modernu temperibus vigentem, et hoc per quinquè Ecclesias Metropolitanas,
videlicet, Maguntiuem, Colonien, Treueren, Saltzburgen, et Bremen. Cum omni facultate
contra tales procedends, vsquè ad vltimum exter minium, iuxta tenorem bulla Apostolica,
quam suis habebant in manibus, sanam, integram, illasam, et non vitiatam, Sed omni prorsus
suspitione carenti. Cuius quidem Tenor Bulla Sie incipit: Innocentius episcopus seruus
seruorum dei. Ad futuram reim emoriam summis desiderantes affectibus prous pastoralis
solicitudinis Cura Requirit, vtfides catholica nostris potißimè temporibus vbiq; Augeatur et
floreat et C. Finit autem sic. Datum Roma Apud sanctum petrum, Anno in carnatiõis dominica
millesimo, Quadringetesimo, ectua gesime quarto, Non asdecembru, Pontificatus Nostri anno
prime. Et quia Non nullia nimarum rectores, Et verbi dei pradicatores, Publicè in eorum
sermonibus ad populum asserere et affirmare non verebantur, Maleficas non esse, aut qui nihil
in Nocumentum Creaturarum qua cunquè operatione efficere possent, Ex Quibus in cautisser
Monibus non nunquam seculari brachio ad puni endu huius modi Maleficas amputabatur
facultas, et hoc in Maximu Augmentum Maleficarum et Confortatione millius haresis. Ideò
prafati inquisitores, Toti seorum viribus cunctis periculis et insultibus obuiare volentes,
tractatum quendam nõtàm studio sèquàm laborios ècolle gerunt” (Sprengeri, Malleus
Maleficarum, 1669:685-686).
“ Son zamanlarda çok acı verici biçimde, Yukarı Almanya’nın bazı bölgelerinde…Mainz,
Cologne, Trevis, Salzburg ve Bremen’de… kendi kurtuluşlarını önemsemeyen ve Katolik
inancını terk eden her iki cinsiyetten de
pek çok kişinin iblis erkeklere ve kadınlara
adandıkları ve onların büyülü sözleriyle, cazibeleriyle ve sihirleriyle….kadınların
bebeklerinin, hayvan yavrularının, toprak mahsullerinin, asma üzümlerinin ve ağaçlardaki
meyvelerin bozulduğu ve mahvolduğu kulağımıza gelmektedir….Ve bizim sevgili
oğullarımız Henricus Institoris ile Jacobus Sprenger’in…kutsal mektuplarımızla heretik
çürümeye karşı görevlendirilmelerine karşın…uygun görülenlerden daha zeki olduğunu
düşünen din adamlarından bazıları ve o bölgelerdeki rahip olmayan bazı kişiler…adı geçen
173
sorgu hakimlerinin yaptıkları görev konusunda yetkili olmadıklarını...yukarıda bahsedilen
suçlar için ceza, tutuklama ve ıslah uygulamalarına izin verilmesi gerektiğini…söylemeye
utanmazca devam etmektedirler”
Bu metinden de anlaşıldığı üzere Papalık, bu sapkın topluluğu tamamen ortadan
kaldırma niyetindedir. Bu yüzden de ülkenin refahı için zararların önlenmesi için bazı zeki
kişilerin görevlendirildiğinden; ancak sonradan onların da kendilerinin istediği gibi tamamen
yok etme hareketinden ziyade ıslah, ceza vs. yöntemlerle durumun iyileştirilmesi yoluna
gidilmesi gerektiği şeklinde bir görüşe kapıldıklarından dolayı üzüntü duyduklarından
bahsedilmektedir. Bu nedenle de cadılara karşı resmi bir şekilde onları ortadan kaldırma
yönünde bir hareket başlatılmış oldu.
Papa VIII. Innocent, bu fermanda büyücülüğü bir zehir olarak adlandırmakta ve de buna
panzehir olarak bazı kişilerin görevlendirildiğini aşağıdaki şekilde dile getirmektedir:
“Inter quæ mala nos Inquisitores Iacobus Sprenger vnà cum charissimo ab Apostolicase de in
exterminiu tàmpesti feræ Hæresis, socio deputato: licèt inter diuinoru eloquiorum Professores
sub præ dictorum ordine militan tium minimi. (Nideri, Mallevs Maleficarvm, 1600:11-12).
“Vahşi sapkınlıkların imha edilmesinde bizim engizisyoncular arasında en sevilen Aziz olan
Jacobus Sprenger kötülerin bastırılmasına en küçük askeri birliklerin emri altında ilahi bir
dille konuşan profesörlere karşın yardımcı olmaktadır”.
Bu metinden anlaşıldığı üzere bir yandan Papa’nın desteğiyle cadılara karşı bir hareket
yürütülmüştür. Hatta bunun resmi bir nitelik kazanmış olduğu da açıkça ifade edilmektedir.
Ancak burada yapılan bu harekete karşıt hareket oluşturulduğundan da bahsedilmektedir.
Eserde bu konuyla ilgili bir diğer metinde de şu ifadeler bulunmaktadır:
“seqvıt vrın prae cedentem trac tatvm approbatio, e sub scriptio doctorum almæ
vniuersitatis coloniens. Ivxta Formam Publici Instrumenti. In nemine Domini nostri Iesu
Christi Amen. Nou erint vniuersi, prasens publicum Instrumentum lecturi, visuri et audituri,
quòd anne à natiuitate eiusdem Domini nostri, Millesimo, quadringentesimo, octuagesimo
septimo, in dictione quinta, dievero subbati, decima non amensis Maij, bora quinta post
meridiem vel quasi, Pontificatus sanctißimi in Christo patris et domini nostri, domini In noc
eniij, Diuina pro uidenti a Papa oclaui, Anno tertio, In mei Notarij publici et testium infra
scriptorum adboc specialiter vocatorum et rogatorum pras intia personaliter constitutus,
Venerabilis et religioso frater Henricus Institoris, sacra Theologia professor, ordinu
174
Pradicatoru, Haretica prauit atis Inquisitor, à sancta side Apostelica, vnà cum Venerabili et
religioso fratre lacobo Sprenger, etia sacra Theologia Professere, acco uentus Pradicatorum
Colonié. Priore, collegas uo specialiter deputatus, pro se et dicte collegas ue proposuit atquè
dixit, quòd modernussummus Pontifex, demin. Innocentius Papa prafatus, pervnam
patentem bullam commisit ipsis inquisitoribus Henrice et Iacobo, erdinis Pradicatorum et
sacra Theologia Professeribus pradictis, faculta temin quirendi Apostolica auctoritate super
quas cunque” (Sprengeri, Mallevs Maleficarvm, 1669:302-303).
“Yukarıdaki kolonilerin beslenmesi ile ilgili üniversite öğretmenlerinin tartışılan onay ve
imzalarının takibi yapılmaktadır. Kamu kayıt formu yanındadır. Efendimiz Yesus Hristus
(İsa) adına Amen. Onlar, mevcut kamu belgesinin okunduğunu, görüldüğünü ve duyulmuş
olduğunu ve de efendimiz onun doğuşunun aynı anneden, 1487 yılında beş dilde yazılmış,
Mayısın 19. Gününde güneydeki bir saat ya da öylesine Hristiyanlıkta azizlere, papalara ve
efendimize ve de efendi Papa Innocent’e, üçüncü yılında ilahi öngürü ile başkanlık edildiğini
bilmektedirler. Benim noterliğimde plansız şekilde özellikle tanıklarla saygıdeğer katılımcı
Henricus’un din kardeşi, Kutsal teoloji profesörü, satış hatibi, Heretik sapkın engizisyoncu,bir
kutsal havari olan James Sprenger ile birlikte,taahhüt olunmuştur. Eski meslektaşımın kendisi
seçilmişti, kendisi ve bahsettiği meslektaşım olduğu öne sürülen kişi, modern yüce piskopos,
Papa Innocentius, patent için bizzat engizisyoncular Henricus ve Jacobus ve de aziz teoloji
profesörleriyle birlikte havari makamı üzerinden kapasite yeteneğini araştırma konusunda
kararlıdırlar.”
Bu metinde de bu kişilerin hizmet yapmak adına Papa’dan onay almak için başvurdukları
ve bu konuda oldukça kararlı olduklarından bahsedilmektedir.
Toplumlar açısından bakıldığında batıl inançları olan Almanlar, cadılığı hemen kabul
etmiş oldukları görülmektedir. Çünkü onlar hem bilim yönünden cahillerdi hem de onların
dini kahramanlarla ilgili aşırı bir korkuları vardı. Zaten Protestan ve Katolikler arasındaki
çatışma, Avrupa toplumunu tehdit etmeye başlamıştı sosyolojik açıdan. Buna yönelik politik
ve dini süreç boyunca Almanya, bu cadı avının en ünlü merkezi olmuştur. Bu konudaki en
önemli kitaplar, Episcopi ve Mallevs Maleficarvm’dur. Episcopi, Prümlü Regino adlı bir kişi
tarafından 906 yılında yazılmıştır. Regino, bu kitapta tüm piskopos ve asistanların şeytan
tarafından keşfedilen büyü, kehanet ve ayartıcı sanatların piskoposluk bölgelerinden kökünün
kazılması için uğraşmaları gerektiğini yazmıştır (Janssen, 1996:179-180).
175
Bu kitap, aynı zamanda insani olaylarda Tanrı’nın kontrolünün vurgusunu da yaparak
daha fazla Tanrısal olan bir bakış açısı getirmiştir. 1025 yılında Wörmslü piskopos Burchard,
Episcopi’yi kullanmış ve Beichtspiegel ( İtirafçı ya da günah çıkarma) adlı eseri yazmıştır. Bu
kitap, cadılık ve cadı avlarıyla ilgili daha detaylı bilgiler içermektedir (Sibai, 2001:85).
1486 yılında ise Yukarı Almanya’daki sorgu hakimleri, Jacob Sprenger ve Heinrich
Kramer5 (Latince’de “Institoris” adıyla da tanınıyordu),
cadı avcıları için Mallevs
Maleficarvm6 yani “Cadıların Çekici” adlı bir el kitabı yazmışlardır. Kitap, daha önceki
sorgucuların heretiklerin yakalanması için yazdıkları el kitaplarına benziyordu ve bilinen
cadı inançlarının ayrıntılı bir listesini çıkarmanın yanı sıra şüpheli cadıların sorgulanması
için önerilen yasal prosedürleri de aktarmaktaydı. Bu kitap, tarihe en etkili Avrupalı cadı avı
metinlerinden biri olarak geçmiş ve ilk yayınlanmasının ardından yüzyıllar boyunca Katolik
ve Protestan tüm cadı avcıları tarafından referans gösterilmiştir. Sprenger ve Kramer, 1484
yılında Papa VIII. Innocent’ten yardım istemişler ve Papa da onlara “Summis Desiderantes”
yani “Cadı Genelgesi” adlı bir mektup yazmıştır. Bu mektupta zorluk çıkaran Almanları
eleştiriyor ve Sprenger ile Kramer’in cadılara yönelik adli kovuşturmalarını destekliyordu.
(Martin, : 62; Hamilton, 1989: 95; Baigent- Leigh,1999: 106-107).
5
Heinrich Kramer, 1474 yılında bir Dominikenli Salzburg ve Tyrol için engizisyoncu olarak atanmıştı.
Salzburg’da Dominiken kilisesinin ruhani direktörü olarak hizmet etmiştir. Johan Sprenger de bir Dominiken idi.
1480 yılında Cologne Üniveristesinin Teoloji fakültesinin dekanı olmuştur. Bir yıl sonra o, Cologne, Mainz,
Treves eyaletlerinin engizisyonluğuna atanmıştır. 1488 yılında Alman eyaletleri içinde Dominiken tarikatının
başı olmuştur (Baigent-Leigh, 1999:106.)
6
Mallevs adlı eserde cadılık hakkında söylenen yeni bir bilgi bulunmamaktadır; ama cadılıkla ilgili yeni
ortaya çıkmış bir çok fikri bir araya getiren ve bunları tek bir teoride birleştirerek uygun yasal karşılıklarla
tamamlayan ilk ayrıntılı eserdir. Bu eser, klasik cadılık prototipinin şekillendirilmesi yönündeki ilk sistematik
yaklaşım olarak kabul edilmektedir. Bu şekilde, cadı inançlarına dair bir tür ansiklopedi işlevi üstlenerek sonraki
cadı avlarının genelindeki fikirlerin şekillenmesinde etkili olmuş ve bu inançların kökten yok edilmesi için
kullanılan tek kaynağa dönüşmüştür. Yine de, Mallevs'un ilk yayımlanışının ardından gelen yıllarda gerçekleşen
yaygın cadı avları üzerinde doğrudan bir etki yaptığını söylemek için yeterli kanıt bulunmamaktadır. Bunun yanı
sıra hatta bazı cadı inançlarının toplumun geri kalanına yayılması ve toplumun genelinde cadıların şeytani
etkinliklerine dair bir korku ve endişe uyanması ve onlara karşı harekete geçme ihtiyacı ya da haçlı seferi yapma
düşüncesinin ortaya çıkması bu sürecin önemli parçası haline gelmiştir (Martin, 2009: 64).
176
Ayrıca Katolikler de kendilerinde var olan Tanrı korkusundan dolayı cadılara karşı tavır
almışlardır. Mallevs Maleficarvm adlı eserde Katoliklerin cadılardaki inançsızlığı zayıflık
olarak yorumladıkları bu nedenle de cadıları tarif ederken onların kadın oldukları; çünkü
kadınların erkeklerden daha zayıf bir yapıya sahip oldukları belirtilmiştir. Ayrıca kadınlar,
akıl ve beden olarak daha zayıf oldukları için, cadılık hecesi altında erkeklerden daha fazla
bulunmaları da şaşırtıcı değildir (Sibai, 2001:85).
Bunun yanı sıra engizisyon, kilisenin daha sert bir politika benimsemesini imkansız
kılmıştı. Ayrıca paganizm kalıntılarının aleyhinde saldırgan olmasını da engellemiştir.
Sonuçta eskiden var olan tolerans, resmi olarak izin verme yolunu feshetmiştir. Cüceler,
şeytan ve şeytani güçler olarak azarlanmıştır. Ve de kınanmıştır. Doğanın boynuzlu Tanrısıdünyanın
çeşitli
yerlerinde
“Green
Man”
olarak
tanınır-
Yeşil
adam,
şeytana
dönüştürülmüştür. Eski pagan geleneklerindeki kısımlar, cadılıkla ilişkilendirilmiştir. Ve
cadılıktaki inanç, resmi olarak sapıklık olarak sınıflandırılmıştır. Bütün cezalarıyla birlikte
böyle adlandırılmışlardır. Tarihçi Keith Thomas ise bu konu ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır:
“ Cadılık, bütün ruhların en büyüğü olarak bir Hristiyan sapıklığı olmuştu. Çünkü o,
Tanrı’dan vazgeçmeyi ve onun en büyük düşmanına kasıtlı bağlılığı gerektirmekteydi
(Thomas, 1971: 521).
Tarihçi Hugh Trevor-Roper “Sapkınlığın uzatılmış bir tasvirinin aygıtı olarak
adlandırmasına rağmen, Avrupa uygarlığının pagan kurumları Engizisyon mahkemeleri haline
getirilmiştir (Trevor-Roper,1969: 32).
Bu yargının içeriği, genel olarak bakıldığında doğal afetlere kadar uzanmaktadır. Kıtlık,
sel, veba vb. Ancak bunlar, doğal sebeplere değil de cehennem güçlerinin çalışmasına
atfedilmiştir. Ebeler ve geleneksel köy, “wise women” bitkisel ilimle ilgilenen ustalar, öğüt
verdiklerinde cadı olarak damgalanmışlardır.
XV. yüzyıla kadar resmi kilise dogmaları, cadılık gerçeğini inkar etmiştir. Küflenmiş
mahsul, hastalıklı sığır ve açıklanmamış ölümler şeytana ya da doğal sebeplere atfedilirlerdi.
Kilise, bunlardan şüpheleninceye kadar cadılık, şeytan tarafından bir yanılgı olarak yayıldı.
Ruhun kendisi bir cadı değildi ki; fakat cadılıktaki inanç ve böylesi inancı devam ettiren
denemeler vardır. Cadılıktaki inanç değerleriyle birlikte;
177
“Cadı, Hristiyanlığı terk etmişti. Onun vaftizliğini yeniden açıklamıştı. Onun Tanrısı gibi
Şeytan’a ibadet etmişti. Ona kendisini teslim ederek, bedeni ve ruhuyla birlikte ve sadece
şeytani işlerde onun aleti olarak çıkar….ki o, bir insan topluluğu olmaksızın bunu başaramaz”
(Lea, 1906 :206).
1491 yılından 7 yıl sonra Cologne Üniversitesi şöyle bir uyarı yaptı ki; cadı gerçekliğine
karşı her türlü tartışma, Engizisyonu engelleme suçuna uğradı. Kısaca itiraz edilemez şekilde
şöyle açıklanmıştır (Lea, c. III, 1906:506):
“Pek çok insan Sabbath’a katılmak için yakılmıştı ki; Papanın rızası olmadan yapılmış
olamazdı ve bu yeterli bir gururdu ki, sapkınlık gerçekti Çünkü Kilise, sadece belli suçları
cezalandırıdı” ( Lea, c. III, 1906: 498).
Modern bir tarihçiye göre:
“Büyücülük suçlamalarıyla ilgili içerik çok uzun değildir ya da öneriyle birlikte büyücülük
doğal olarak şeytani güç gerektirecektir. Şimdi yargıçlar, Hristiyanlık inancına ve Hristiyanlık
toplumu aleyhinde şeytani bir komplo içindeki gibi büyücüleri canlandırmak istemektedir.
Özel düşmanları aleyhinde özel kötülük aktivitelerine niyetlenen büyücü, Hristiyanlığın
yıkılmasını taahhüt eden cadılıktan önce öncelik tanımıştı (Kieckhefer, 2000: 194).
O dönemde Almanya’da Roma imparatorluğundan kalma 300 dönüm toprak
bulunmaktaydı ve bu topraklar “Carolina Code” adlı bir kriminal code tanımışlardı. V.
Charles ise 1532 yılında bunu tanımıştır. Buradaki 21. Maddede şöyle denilir (Robbins,
1974:77).
“Fal ve büyü ile geleceği anlattığı varsayılanların kanıtına ilişkin. Aynı şekilde sadece
iddianamede büyü ve sihir sanatları ile geleceği anlattığı varsayılanlardan hiç kimse
hapsedilemez ve işkence de edilemez.”
44. madde bu gerekçeli kararı ifade ederek tersini anlatır:
“cadılığın yeterli kanıtı hakkında. Eğer birisi cadılığı bir başkasına öğretirse, eğer cadılarla ya
da cadılığı ifade eden böyle şüpheli şeylerle, hareketlerle kelimelerle ilşkisi olursa ve bundan
başka eğer o, aynı cadılar tarafından kötüleniyorsa, bu göstergeler cadılıkla ilgili kanıt ya da
işkence için yeterli yerler olarak gösterilebilir.
Ayrıca 109. Madde şöyle der:
178
“cadılar için ceza. Eğer birisi cadılık içerisinde insanlara zarar verir ya da incitirse, o
yakılarak ölümle cezalandırılmalıdır.”
Carolina Code, yargıçların işkence altında yapılan itirafları düşünmemeleri gerektiğini
ifade etmektedir (Janssen, 1996: 179-180).
Dini ve özel kiliseler bu cadı avlarına yardım etmişlerdir.1561 ve 1670 yılları arasında
3229 kişi güneybatı Almanya’da yakalanmıştır cadılıktan. Protestan bölgelerde 702, Katolik
bölgelerde 2529 kişi yakalanmıştır (Midelfort, 1972: 30-33).
Buraların kötü tarafı orta sınıf bir Katolik rahipler ya da ruhban sınıfı tarafından
yönetiliyor olmasıydı. Mainz, Bamberg, Starsbourg, Treves, Würzburg. Örneğin Treves
yakınındaki St. Maximin Abbey tarafından yönetilen kiliseler, bu çevredeki 2 köyün tamamen
ortadan kaldırılması için uğraşmışlardır. Hatta burada 2 kadından başka kimse hayatta
kalmamıştır (Robbins, 1974: 77).
Bunlara ek olarak kilisedeki konuşmasında bir tarihçinin söylediği şu sözler, oldukça
dikkat çekicidir ve şöyle demiştir:
“Cadılığı bastırmak için atanan her engizisyoncu geniş bir sahaya inanç tohumlarını dağıtan
aktif bir misyoner olarak tanınmaktaydı” (Lea, III, 1906: 539).
Yani cadılara karşı başlatılmış bu hareket, Haçlı seferlerinin genel karakteristik yapısında
olduğu gibi kutsal kabul edilmekteydi. Bu da cadıların birer düşman ve de öldürülmesi
gereken varlıklar olarak görüldüklerini göstermektedir.
Hatta bu noktada şunu da belirtmeliyiz ki; Bavaria kralı I. Maximilian, 1428 yılı 6
kasımda yazdığı bir mektupta, Mallevs’un cadılık konusundaki en yüksek otorite olduğunu
yazmıştır. Gerçekte Mallevs, XVI. ve XVII. yüzyıllardaki cadı avlarını etkilemiştir. Kendisi
cadılara karşı bu kitabı kullanmıştır ( Sibai,2001 : 86). Karısının çocuk sahibi olmamasının
sebebinin cadılar olduğunu söylemiş ve onlara karşı savaşmıştır (Sibai, 2001 : 86).
Dolayısıyla Engizisyonun himayesi altındaki bu çılgınca cadılık zulmü başladığında
kilise, hala Avrupa’daki halkın dini hayatında üstünlüğe sahipti. Gerçekten de böylesi bir
takıntı, daha ciddi bir tehditle yakalanan cadılıkla birlikte engizisyondu. Din değiştiren rahip
Martin Luther örneğinde olduğu gibi. Mallevs Maleficarvm adlı eserin yayınlanmasından
179
sonraki 30 yıl içinde cadı deliliği Protestan kiliselerine kadar yayılmıştır (Baigent-Leigh,
1999: 119).
Ancak Papa’nın emriyle yapılan ve de Haçlı seferi kabul edilen bu hareketten sonra da
XVI. yüzyıl ortalarından itibaren hem Protestanlar hem de Katolikler, benzer şekilde ikişer
üçer değil yüzer yüzer yakmışlardır cadıları. Bu durum, bir yüzyıl kadar devam etmiştir.
1618-1648 yılları arasındaki Otuz yıl savaşlarındaki katliam boyunca doruğa ulaşmıştır. 1587
ve 1593 yılları arasında piskopos Treves’li Elector, 368 cadıyı yakmıştır. 1585 yılında ise 2
Alman köyü her birinde sadece bir kadın kalacak şekilde -harap edilmiştir. 3 aylık dönem
boyunca da korunan 500 cadı, Cenova piskoposunun başkanlığında yakılmıştır. 1623-1633
yılları arasında ise Prens-Bamberg piskoposu, 600’den fazla cadıyı yakmıştır. 1600’lü yıllar
boyunca 900 tane cadı Prens-Würzburg piskoposu tarafından 19 rahip, kendi yeğenlerinden
biri ve şeytanla ilişkiye girdiği sanılan çok sayıda çocuk yakılmıştır. Aynı dönemde Savoy
kentinde 800 civarında kişi yakılmıştır ( Baigent-Leigh, 1999: 120).
Bu durumda Protestanların yıkımlarıyla Romanınkiler birbirine eşit değildir. Çünkü 150
yıllık dönemde 30,000 cadıyı yakmışlardır. Kilise, daima birazda olsa mücadele yoluyla
kadınlara karşı ve de kadınsı herşeye karşı büyük bir Haçlı seferi hareketini organize etmeyi
kendine görev edinmişti. Bu da yapılan bu haçlı seferi denilen harekete farklı bir bakış açısı
getirmiştir. Dolayısıyla cadı algısı ile kadınlar da masum olsunlar veya olmasınlar
öldürülmüşlerdir.
Sonuç
Anlaşıldığı üzere yüzyıllardan beri kilise, cadılığa karşı bir tutum içinde olmuştur.
Cadılığı reddetmiştir. Pek çok dindar insan, özellikle de kırsal alanlarda yoksullarla ve
nadiren de olsa yerel topluluğa bırakılmışlardır. Sonuçta onlar, cadılığın gerçekliğinde yerel
toplumun sorulmamış inançlarını paylaşmışlardır. Geçmişte cadılığa inanmak sapkınlık olarak
adlandırılırken sonradan inanmamak sapkınlık olmuştur. Yani kaçışın olmadığı bir
mekanizma kurulmuştur.
Kısaca diyebiliriz ki; İncil’de karanlık ve gece zayıflık olarak adlandırılmaktadır. Çünkü
o (kadın), şeytanın ayartmalarına ilk olarak burada karşı koyamamıştır. Bu da neden
kadınların cadı, olduğunun bir nedeni olarak görülmektedir. Mallevs, cadılara inançsızlığı
kahramanlık sayarken; episcopi ise cadılığın saf bir batıl inanç olduğunu söylemiştir.
Aralarındaki tek fark da budur. Bunu dışında ikisi de Ortaçağ Avrupasında cadılardan
180
bahsetmektedirler. İşte toplumda cadılara ya da büyücülere karşı neden diğer Haçlı
seferlerinde olduğu gibi (Amaç farklı ama işleyiş aynı) Papa’nın fermanla onları resmi olarak
tanımasının, onları yok etme kararının alınmasının ve de böyle bir çağrı yapılmasının
anlaşılamamasındaki sebepler, toplumdaki bu algı karışıklığıdır. Burada anlatılmaya çalışılan
Haçlı seferi, iki ordunun karşılaşması ya da bir tarafın diğer bir yeri işgal etmesi şeklinde
değildir. Burada Papa ve kilisenin başlattığı hareket, artık Avrupa toplumunu iç
düzensizliklerden temizlemeye ve de sapkın fikirlerden arındırmaya yönelik olarak yapılmış
olup, buna da cadı adı verilen büyücülerden başlanmıştır. Bundan dolayı da 1484 yılındaki
ferman ve arkasından düzenlenen hareket, cadılara yönelik “Haçlı seferi” olarak kabul
edilmektedir.
Sonuç olarak tüm bu sebepler, hem cadılara karşı bir Haçlı seferi hareketinin
düzenlenmesini ve bu şekilde de cadıların toplu olarak öldürülmelerini ya da şöyle diyelim
kadınlara neden düşman olunduğunu açıklamaktadır.
181
Kaynakça

Akın, Haydar.( 2011). Ortaçağ Avrupasında Cadılar ve Cadı Avı. Ankara: Phoenix
yay.

Baigent -Leigh, Mıchael –Richard. (1999). The Inquisition. England: Penguın yay.

Bede.(Trz). A History of English Church and People c. I.

Hamilton, Bernard.(1989). The Medieval Inquisition. New York: Holmes&Meier yay.

Janssen, Johannes. (1996). History of the German People After the close of the Middle
Ages, New York: Ams pres.

Kieckhefer, Richard. (2000). Magic in the Middle Ages. Cambridge University pres.

Lea, Henry Charles. (1906). A History of the Inquisition of Spain. c.IV. New York.

Martin, Lois. (2009). Cadılığın Tarihi. İstanbul: Kalkedon yay.

Midelfort, H. C. Erik. (1972). WitchHunting in Southwestern Germany 1562-1684.
Stanford: Stanford University pres.

Morrisson, Cecile.(2005). Haçlılar. Ankara: Dost yayınları.

Nideri, Ioannis. (1600). Mallevs Maleficarvm De Lamiis et Strigi BVS, et Sagis
Aliisque magis, in Tomos Dvos diftributi.

Robbins, Rossell Hope. (1974).The Encyclopedia of Witchcraft and Demonology,
New York: Crownpublishers.

RyleyScott, George. (2001). İşkencenin Tarihi. (Çev. Hamide Koyukan). Ankara: Dost
yay.

Sibai, Tanya. (2001). Witch trials in Germany: PoliticsorHysterics?, The Concord
Review, ss.81-103.

Sprengeri, Iacobi. (1669). Mallevs Maleficarvm Maleficas et earum Tomus Primus.

Thomas, Keith. (1971). Religion and the Decline of Magic. England: Oxford
University pres.

Thorndike, Lynn. (1934).
Magic and Experimental Science. vol. II. Columbia
University pres.

Trevor-Roper,H.R.;1969.The European Witch-Craze of the Sixteenth and Seventh
Centuries. New York:Penguin pres.
182
Download