tcsağlık bakanlığı bakırköy dr.sadi konuk eğitim ve araştırma

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY DR.SADİ KONUK
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
UZM.DR.SAMİ HATİPOĞLU
ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI KLİNİK ŞEFİ VE
AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖRÜ
T.C.SAĞLIK BAKANLIĞI
BAKIRKÖY DR.SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
AİLE HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİ'NE
2007 YILINDA BAŞVURAN HASTALARDA
BOZULMUŞ AÇLIK GLİKOZU VE HİPERLİPİDEMİ
BİRLİKTELİĞİNİN RETROSPEKTİF İNCELENMESİ
DR.ÖZLEM POLAT
AİLE HEKİMLİĞİ
UZMANLIK TEZİ
İSTANBUL -2008
1
ÖNSÖZ
Hastanemiz Başhekimi Sn. Uz. Dr. Zafer Çukurova’ya eğitimim
süresince emeği geçen, bana yol gösteren değerli hocalarım Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Kliniği Şefi ve Aile Hekimliği Koordinatörü Sn. Uz. Dr. Sami
Hatipoğlu’na, Genel Cerrahi Klinik Şefi Sn. Prof. Dr. Erşan Aygün’e, Dahiliye
Klinik Şefi Sn. Doç. Dr.Abdulbaki Kumbasar’a ve eski Klinik Şefi Sn. Doç. Dr.
Mesut Başak’a ve tez danışmanım olan Sn. Doç. Dr.Özlem Harmankaya’ya,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şef vekili Sn. Op. Dr.Levent Yaşar’a,
T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir
Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi 7. Psikiyatri Kliniği Şefi Sn. Doç.
Dr. M.Cem İlnem’e teşekkür ve saygılarımı sunarım.
İyi ve kötü günleri ,zorlu pek çok nöbeti birlikte geçirdiğim dostlarıma,
sevgili asistan arkadaşlarıma, adını burada sayamadığım pek çok uzman
doktora, hemşire ve hastane personeline teşekkür ederim.
Bugünlere gelmemi sağlayan anneme ve babama, her zaman yanımda
olan ve desteğini hiçbir zaman esirgemeyen sevgili eşime sonsuz teşekkürler.
Dr.Özlem SEVGİLİOĞLU POLAT
2
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ………………………………………..…………I
İÇİNDEKİLER……………………………..…………..II
KISALTMALAR.…………………………..………….III
GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………..…..1
GENEL BİLGİLER…………………………..……...…3
MATERYAL VE METOD………………….…………27
BULGULAR……………………………………………28
TARTIŞMA…………………………………………….40
SONUÇ VE ÖZET..……………………………………46
KAYNAKLAR……………………………………………….47
3
KISALTMALAR
DM: Diabetes Mellitus
ADA: American Diabetes Association
IDF: International Diabetes Federation
IFG: Impaired Fasting Glucose
IGT: Impaired Glucose Tolerance
OGTT: Oral Glucose Tolerance Test
WHO: World Health Organization
BMI: Body Mass Index
NIDDM: Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus
GDM: Gestasyonel Diabetes Mellitus
MODY: Maturity onset diabetes of the young
KKH: Koroner Kalp Hastalığı
NCEP: National Cholesterol Education Program
ATP III: Adult Treatment Panel III
TEKHARF: Türkiye’de Erişkin Kalp Hastalığı Risk Faktörleri
TURDEP: Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Araştırması
UKPDS: United Kingdom Prospective Diabetes Study
LpL: Lipoprotein Lipase
LDL: Low Density Lipoprotein (Düşük yoğunluklu lipoprotein)
VLDL: Very Low Density Lipoprotein (Çok düşük yoğunluklu
lipoprotein)
HDL: High Density Lipoprotein (Yüksek yoğunluklu lipoprotein)
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Sanayileşme ve ‘fastfood’ zincirlerinde kontrol edilemeyen büyümeye bağlı
olarak bulaşıcı olmayan hastalıklardan ibaret yeni bir sağlık felaketi toplumları
etkilemiştir. Bulaşıcı olmayan hastalıkların başında gelen kanser, kalp hastalığı,
hipertansiyon, tip 2 diabetes mellitus (DM) ve bunların ortaya çıkardığı
morbidite ve mortalite halen büyük sorun teşkil etmektedir (1). Diabetes
mellitus tüm dünyada en sık rastlanan endokrin hastalıktır. Diabetes mellitus
endojen insülinin mutlak veya göreceli eksikliği veya periferik etkisizliği
sonucu ortaya çıkan kronik hiperglisemi, karbonhidrat, protein ve yağ
metabolizmasında bozukluk, kapiller membran değişiklikleri ve hızlanmış
arteriosklerozis ile seyreden bir sendromdur (2).
Bugün dünyada prevelansı en yüksek hastalıklardan olan, en ağır
komplikasyonlarla seyreden ve pandemi halini alan diabetes mellitus, erken tanı
konulması gereken hastalıkların başında gelir. 2000 yıllarında dünyada 100
milyon civarında olan hasta sayısının 2010 yılında 220 milyon, 2025 yılında ise
300 milyona ulaşacağı düşünülmektedir (4,5). Tip 2 diabetes mellitus tüm
diabet vakalarının %80-90'ının oluşturur (3). Ülkemizdeki diyabet prevelansı
%7.2 (yeni %2.3, bilinen %4.9) olarak bulunmuştur (4 ).
Özellikle yetişkinlerde görülen tip 2 diyabetin, insülin salgısındaki yetersizlik
yanında, periferik dokuların yetersiz insülin cevabına bağlı geliştiği ve bu
nedenle asıl patolojinin insülin direnci olduğu kabul edilmiştir. Hatta tip 2
diyabetin preklinik dönemlerinde, henüz plazma glukoz seviyeleri normal
sınırlarda iken dahi insülin seviyelerinin yüksek seyrettiği ispatlanmıştır.
İnsülin direnci veya Tip 2 diyabetli hastalarda lipid ve lipoprotein
metabolizması bozuklukları kardiyovasküler riski artırmaktadır. İnsülin dirençli
bireylerde lipid bozukluklarının en önemli özelliği yüksek trigliserid düzeyleri
ve düşük yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) kolesterol düzeyleridir.
DM prevalansının artışı kardiyovasküler hastalıklar, son dönem böbrek
hastalığı, görme bozuklukları, ekstremite amputasyonları ve mortalitede önemli
ölçüde artışlara yol açacaktır. Çok sayıda insana sağlık hizmeti sunmanın
maliyeti birçok ülkenin sağlık bütçesini iflas etme noktasına getirecektir.
Diyabet gelişimini geciktirmek veya önlemek için birtakım stratejiler
oluşturmak şarttır; diyabet ve insülin direnci komplikasyonlarını ve şiddetini
azaltacak tedavileri geliştirmek ve bunları gerçekleştirmek de aynı ölçüde
önemlidir (5). Hastalığın ve özellikle komplikasyonlarının yüksek tedavi ve
takip giderleri nedeniyle, diyabet ülkelerin sağlık harcamalarından büyük bir
pay almaktadır (4). Ülkemizde de diğer bazı devletlerde olduğu gibi diyabet
5
teşhisinde gecikilmekte, sahış hastalığından habersiz dolaşmakta ve diyabet
konusundaki
bilgisizliği
nedeni
ile
komplikasyonlara
erken
yakalanmaktadır.Modern zamanın sağlık sorunu Tip 2 DM, bugün birçok
ülkede ölüme neden olan ilk beş hastalık içerisinde yer almaktadır (1).
Çalışmamız diyabetin erken safhası olan bozulmuş açlık glikozu ile
hiperlipidemi birlikteliğini araştırmak üzere planlanmıştır.Koruyucu hekimliğin
kuralları gereği Tip 2 DM' un ve beraberindeki komplikasyonların gelişiminin
önlenmesi için gerekli yaklaşımların yapılmasının önemini bir kez daha
vurgulamaya çalıştık.
GENEL BİLGİLER
6
DİABETİN TANIMI VE TARİHÇESİ
Diabetes eski Yunanca’da “sifon” anlamına gelir ve aşırı idrar yapımını
anlatır. Mellitus ise yine Yunanca’da “bal” anlamına gelen “mel” kelimesinden
geliştirilmiştir (6).
Diabetes Mellitus (DM) insülin hormon sekresyonunun ve/veya insülin
etkisinin mutlak veya göreceli eksikliği sonucu karbonhidrat, lipit ve protein
metabolizmasında bozukluklara yol açan kronik hiperglisemi ile karekterize
etiyolojisinde birden fazla faktörün rol oynadığı metabolik bir hastalıktır. Bu
hastalarda en özgün klinik semptomlar polidipsi, polifaji ve poliüridir. Bazı
hastalarda izah edilemeyen kilo kaybı, bazılarında da kronik komplikasyonlara
bağlı göz, merkezi sinir sistemi, kardiyovasküler sistem veya ürogenital
sistemle ilgili yakınmalar ön planda olabilir (7, 8, 9, 10).
Diabetes mellitus poliüri, polifaji, polidipsi gibi kardinal belirtileri,
zayıflama, çevre organlarda trofik bozukluklar ve enfeksiyonlar ile bir araya
getiren bir hastalık olduğundan eski hekimlerin de gözünden kaçmamıştır. Mısır
uygarlığında, M.Ö. 1500 yılına ait Ebers papirüsünde diabetten söz
edilmektedir. Eski Hint Uygarlığında, “Charak samhira” adlı tıp kitabında, M.Ö.
600 yılında diabetin yeri üriner hastalıklar arasındadır. M.Ö. 400 yılında eski
Hint hekimleri, bu hastaların idrarlarına karınca ve sineklerin üşüştüğünü
görerek idrarın tatlı olduğundan şüphelenmişler ve bu hastalığa tatlı idrar
anlamına gelen “madhumeh” adını vermişlerdir.
M.Ö. 150 yıl önce, Kapadokya’da Areteus, ilk defa “diabetes” adını
kullanmıştır (11,12). M.S. 9. y.y.’da İslam hekimi Razi ve 10-11. y.y. İslam
hekimi İbn-i Sina, bu hastaların idrarının tatlı olduğundan ve susuzluk hissinden
söz etmişlerdir. 18. y.y.’da William Cullen “Diabetes” kelimesinin yanına, tatlı
veya ballı, anlamına gelen “Mellitus” u ekledi. 1815’de Chevreul idrardaki bu
şekerin “glikoz” olduğunu açıkladı. 19. y.y.’da Claude-Bernard glikozun
karaciğerde glikojen olarak depolandığını tespit etti. 1869’da Paul Langerhans
pankreastaki adacık hücrelerini tanımladı. 19. y.y.’ın son kısmında Kussmaul
komanın klinik belirtilerini tanımlamış ve “asidoz” terimini yerleştirmiştir.
1889’da Oskar Minkowski deneyleri ile Diabetes Mellitus’da sorumlu organın
pankreas olduğunu kanıtladı. 1921 yılında Banting ve Best insülini keşfettiler.
1936’da Kimmelstiel ve Wilson’un “interkapiller glomerulosklerozu” tarif
etmeleriyle albüminüri, hipertansiyon ve retinopatiyi bir araya getiren “Diabetik
nefropati” tablosu tanınmış oldu. 1955’de diyabet tedavisinde oral antidiyabetik
ilaçlar kullanıma girdi (tolbutamid). 1973’te Danimarka’da Nova ve Leo
firmaları saflaştırılmış ve antikor oluşturmayan insülin tiplerini geliştirdiler.
Günümüzde “Recombinant DNA” teknolojisi ile tamamen sentez ürünü olan
insan insülini üretilmiştir (8,12, 13).
7
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) bozulmuş glikoz
toleransı ve Diabetes Mellitus tanı kriterlerini 1980 yılında tanımlamıştır.
American Diyabet Cemiyeti (American Diabetes Association-ADA) 1997’de bu
kriterleri yeniden gözden geçirmiş ve yeni diabetes mellitus tanı kriterlerini
yayınlamıştır (13).
EPİDEMİYOLOJİ
Günümüzde bütün dünya bir Tip 2 DM pandemisi ile karşı karşıyadır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sık görülmektedir. Modern çağda genetik
özelliklere çevresel ve kültürel faktörlerin de eklenmesi Tip 2 DM
prevelansında artmaya neden olmuştur. 2000 yılında bütün dünyada 150 milyon
diyabetli olduğu hesaplanmıştır. Bu, erişkin dünya nüfusunun yaklaşık % 3,8’
ine karşı gelir. Uluslar arası Diyabet Federasyonu (IDF) dünyadaki diyabetli
popülasyonun 2025’ de 334 milyona ulaşacağını bildirmiştir (1,14).
Hastalık ilk yıllarda genellikle asemptomatik olduğundan gelişmiş ülkelerde
bile diyabetiklilerin bilinmeyen diyabetlilere oran 2/1 dir. WHO‘nun yaptığı
çalışmalar doğrultusunda 100 milyon civarındaki diyabetli sayısı önümüzdeki
on yılın sonunda 200 milyona ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de 300 milyona
ulaşması beklenmektedir (15,16).
DM’nin sinsi seyirli hastalık olması nedeni ile prevelansının saptanması,
kayıtlarının en iyi tutulan ülkelerde bile mümkün olmamaktadır. Ancak bölgesel
ve ırksal farklılıklar vardır. En yüksek rakam USA’da Pima yerlilerinde % 15
saptanmıştır.Uluslararası Diyabet federasyonu (IDF) verilerine göre 2000
yılında 20-74 yaş grubundaki prevelans % 4.6 dır. Bu durum kuzey Amerikada
%7.8, Türkiye’nin de bulunduğu Akdeniz ve orta doğu ülkelerinde % 7.7
bulunmuştur.2005 yılında dünya genelinde 300 milyon diyabetik olması
öngörülmektedir.
Ülkemizde 20 yaş üzeri erişkinlerde yapılan Türkiye Diyabet
Epidemiyolojisi araştırması (TURDEP) sonuçlarına göre 1998 yılında
belirlenen diyabet prevalansı % 7,2’dir. (daha önceden tanı konulmamış olanlar
% 2,3). Diyabet prevalansı kadınlarda % 8,0, erkeklerde % 6,2’dir (p<0,0001).
Bu çalışmada diyabet tanımlaması oral glikoz tolerans testi 2. saat kan
glukozuna göre yapılmıştır. Aynı çalışmada bozulmuş glikoz toleransı sıklığı %
6,7 bulunmuştur.
TEKHARF çalışmasının yöneticilerinden olan Onat ve ark. 2004 bildirisinde
Tip 2 diyabetin yılık insidensi (her yıl yeni eklenen olgular) : Binde 9,04
hesaplanmıştır (erişkin nüfus için).TEKHARF, Keleştimur ve TURDEP
8
Çalışmaları en az 10 yıldan beri, diyabet sıklığının Türkiye’de 2-3 katına
çıktığını göstermektedir. TURDEP sonuçlarına göre hem diyabet hem de
bozulmuş glukoz toleransı kırsal kesime göre şehirlerde daha yüksektir.
Bozulmuş glukoz toleransı yaş ile birlikte artmaktadır. Türkiye nüfusunun genç
olduğu düşünülürse diyabet sıklığının Avrupa’dan daha yüksek olabileceği akla
gelmektedir (4,14,17).
SINIFLANDIRMA
Amerikan Diyabet Cemiyeti ADA 2004 yılında diyabetin tanı ve
sınıflandırmasını güncellemiştir.
ADA 2004 (18,21)
1. Tip I DM (beta hücre harabiyeti, genelde mutlak insülin eksikliği vardır.)
A. Otoimmün
B. İdiyopatik
2. Tip II DM
3. Gestasyonel Diabetes Mellitus
4. Diğer spesifik tipler:
A. Beta hücre fonksiyonuda genetik defektler
a) MODY 3 (Kromozom 12,HNF-1 a)
b) MODY 2 (Kromozom 7, glukokinaz)
c) MODY 1 (Kromozom 20,HNF-4 a)
d) Mitokondrial DNA ve diğer tipler…
B.İnsülin etkisindeki genetik defektler:
Tip A insülin rezistansı, lepreçauinizm, Robson-Menden Hall Sendromu,
lipodistrofik diyabet, diğerleri.
C.Ekzokrin pankreas hastalıkları:
Pankreatik travma/pankreotektomi, neoplazi, kistik fibroz, hemokromotozis,
fibrokalkülöz pankreatit, diğerleri.
D.Endokrinopatiler:
Akromegali, Cushing sendromu, Glukogonoma,
hipertiroidizm, somotostatinoma, aldesteronoma, diğerleri
Feokromastoma,
9
E.İlaç ya da kimyasal maddeler:
Vekor, pentamidin, nikotinik asit, glukokortikoidler, tiroid hormonu,
diazoksit, beta adrenejik agonistler, tiazidler, dilantin, alfa interferon, diğerleri.
F. İnfeksiyonlar:
Konjenital rubella, CMV, diğerleri
G. İmmün kökenli nadir görülen diyabet formları:
Stıff-men sendromu, anti insülin reseptör antikorları, diğerleri
H. Diyabetle birlikte olan diğer genetik sendromlar:
Down Sendromu, Klinefelter sendromu, Turner Sendromu, Wolfam
Sendromu, Friedrich ataksisi, Huntington Koresi, Lourance Moon Dıeadl
sendromu, Myostonik distrofi , Prader Willi sendromu, diğerleri.
DİYABETİN TANI KRİTERLERİ
Amerikan Diyabet Birliği’ne (ADA) göre DM’un en basit tanısı açlık
glisemisinin venöz plazmada en az iki ardışık ölçümde 126 mg/dl veya daha
yüksek olması ile konur. Yine günün herhangi bir saatinde açlık ve tokluk
durumuna bakılmaksızın randomize venöz plazma glisemisinin 200 mg/dl’nin
üzerinde olması ve polidipsi, poliüri, polifaji, zayıflama gibi diyabetik
semptomların oluşu ile de tanı konulabilir.
Diabetes Mellitus’un Tanı Kriterleri (ADA 2004)
Tablo-1
Normal
Açlık plazma
glukozu
Postprandial
2.saat plazma
glukozu
<100 mg/dl
<140 mg/dl
Bozulmuş açlık
glukozu (IFG)
100-125 mg/dl
Bozulmuş glukoz
toleransı (IGT)
Diabetes Mellitus
140-199 mg/dl
≥200 mg/dl
≥126 mg/dl
DM semptomları ile
beraber herhangi bir
zamanda alınan kan
şekeri değeri
≥200 mg/dl olması
10
IGT: Diyabetin tüm formlarının doğal gidişatı boyunca hastalık, OGTT’den
2 saat sonraki plazma glukozunun ≥ 140 ve < 200 mg/dl olarak tanımlandığı,
bozulmuş glikoz toleransı (IGT) evresinden geçer.
IFG: Bozulmuş açlık glukozunun (IFG) açlık glukoz düzeyleri temelinde bir
kategori olup açlık plazma glikozunun ≥ 100 mg/dl ve <126 mg/dl olması olarak
tanımlanır.
1960-70’ li yıllarda çok hafif derecede glukoz intoleransı olan hastalar,
diyabetik olarak değerlendiriliyorlardı. Fakat daha sonra bozulmuş glukoz
toleransının ve yeni olarak da bozulmuş açlık glukozunun tanımlanması sonucu
bunların normal glukoz toleransı ile diyabet arasındaki ara metabolik
bozukluklar olduğu gösterilmiştir (19).
IFG ve IGT’ nin fizyopatolojileri heterojen bozukluklar grubu olmasıdır.
Hiperglisemi, insülinin işlevinde veya salınımında bir azalmaya bağlıdır. Glikoz
intoleransı ve diyabet metabolik sendromun parçası olduklarından,
hiperinsülinemi, insülin direnci, obezite, hipertansiyon ve dislipidemi ile
yakından ilişkilidirler.Başlangıcında insülin rezistansı ve kompansatuar
hiperinsülinemi vardır. Diyabete ilerleme genetik, çevresel ve kazanılmış
faktörlerle olur (5).Bu hastalarda diyabetin mikrovasküler komplikasyonları
hiperglisemileri diyabet ilerleyene kadar gelişmez. Yaşla, yüksek kan basıncı
ile, kalp hızının artması ile, plazma trigliserid seviyesinin yükselmesi ile oral
glukoz testindeki değişiklikler artmaktadır ve makrovasküler hastalık açısından
artmış olan riske sahiptirler.
Amerikan Diyabet Birliği (ADA)’nin Bozulmuş Açlık Glikozu (IFG)
sınıflaması tanısı koyulmamış diyabet ve IGT’si olan hastaların erken dönemde
ortaya çıkarılması ve sonrasında da tedavisine imkan tanımaktadır. IFG’si olan
hastaların diyabet ile ilişkili kardiyovasküler risk faktörleri için daha ileri
biçimde incelenmesi ve yakın bir biçimde takip edilmesi gereklidir (22).IGT sık
görülür (A.B.D. toplumunun yaklaşık % 5 ile % 7’si); ve tip 2 diyabet için bir
haberci olarak düşünülür.Bu bireylerin yaklaşık % 25’ inde tip 2 diyabet
gelişir.Bozulmuş açlık glukozu ise % 6.9-9.7 (13.4 milyon Amerikalı) oranında
görülmektedir. Yeni ADA kriterlerine göre bu rakamlar daha yüksek olacaktır.
Yaklaşık 41 milyon Amerikalı IFG ve IGT’li olarak hesaplanmaktadır.Bu
ilerleyiş etnik köken, obezitenin derecesi, vücut yağlarının dağılımı, sedanter
yaşam tarzı, yaşlanma ve eşlik eden tıbbi durumlardan etkilenebilir (22).IGT,
hastada diyabetin makrovasküler komplikasyon riskini arttır (23).IGT’si olan
bireyler sıklıkla tanı anında mevcut olan makrovasküler hastalıklara (koroner
arter, periferal vasküler, serebrovasküler) daha hassastırlar. Farmakolojik
tedaviler ve kilo verilmesi, diyetin iyileştirilmesi ve yaşam tarzı ayarlamaları
(vücut ağırlığını % 5-10 arasında azaltmak için yapılan diyet modifikasyonları
ve haftanın çoğu günlerinde en az 30 dakika orta şiddette fiziksel aktivite ) ile
11
fiziksel aktivitenin artışı gibi farmakolojik olmayan müdahalelerin IGT’den tip
2 diyabete ilerleyişi önlediği gösterilmiştir (22).Diyabet ortaya çıkmadan önce
müdahalede bulunmanın ve hastalık ortaya çıktıktan sonra da agresif tedaviye
başlanmasının potansiyel yararları çok fazladır. IGT’si olan hastaların ortaya
çıkarılması ve tedavisi makrovasküler hastalıkların ve tip 2 diyabetin insidansını
azaltıcaktır. Tip 2 diyabete erken müdahale makrovasküler hastalık insidansını
kesinlikle azaltır ve hastalığın kendisinin ilerleyişini de yavaşlatacaktır (22).
Açlık plazma glikoz düzeyi 100 mg/dl üzerinde olan ve diyabet açısından
yüksek risk taşıyan bireylerde belirli aralıklarla OGTT yapılarak bozulmuş
glikoz toleransı veya diyabet aranmalıdır. Açlık kan şekeri tek başına tanı
kriterini sağlıyorsa OGTT’ye gerek yoktur. Eğer hastada semptomlar yok veya
hafif var ise ve glisemi tanı sınırlarını zorluyor ise OGTT gerekebilir. Ayrıca
bozulmuş glikoz tolerans tanısı için de OGTT’ne gerek vardır. Tip 1 diyabet
tanısı için OGTT’ye gerek yoktur.
OGTT: Kişi testten önce 3 gün 300 gr karbonhidrat içeren beslenme
programına alınır. 3.gün akşamdan sonra 12 saatlik bir açlığı takiben 0.dakikada
kan alınır. 75 gr glikoz 300 ml suda eritilerek 5 dakikada hastaya içirilir. 2 saat
süre ile 30 dakikada bir kan alınarak bu kanlardaki glikoz değeri saptanır.
OGTT ENDİKASYONLARI (18,20)
1- Tarama testlerinde açlık kan glukoz değerinin 100’ ün üzerinde bulunması
2- DM ve gestasyonel glukoz toleransının araştırılması
3- Obezite (BMI >30) ve ailesinde diyabet öyküsü bulunan bireyler
4- Ailesinde MODY tipi diyabet bulunan bireyler
5- Anamnezde ölü doğum, neonatal ölüm, spontan abortus bulunan ve iri bebek
(doğum tartısı >4 kg.) doğuran kadınlarda
6- Açıklanamayan nöröpati, retinopati, erken ateroskleroz, koroner damar
hastalığı veya periferik damar hastalığı bulunan ve özellikle bu patolojiler 50
yaşın altında rastlanması halinde
7- Operasyon, stres, travma, infarktüs, diyabetojenik ilaç kullanım veya gebelik
esnasında hiperglisemi ya da glukozüri saptanan vakalarda, olay geçtikten sonra
8- Sendrom X düşünülen vakalarda
9-Reaktif hipoglisemiye uyan yakınmalar olan kişiler
12
Tablo-2 : OGTT hazırlığı (24):
1. Testten en az üç gün evvel hasta günde en az 200 gr karbonhidrat içeren beslenme programına
alınmalıdır.
2. Hastanın ağır stres, akut serebral ve kardiyak olaylar, uzun süreli inaktivite (sedanter yaşam)
infeksiyon gibi OGTT’yi etkileyebilecek bir sorununun olmamasına dikkat edilmelidir. Akut
hastalıkların geçmesi beklenmelidir.
3. Hipopotasemi, gastrointestinal motilite ve emilim bozuklukları, ağır karaciğer ve böbrek
yetersizliği, Addison hastalığı, Cushing Sendromu, hipertiroidi, akromegali, feokromasitoma gibi
hastalıkların aktif döneminde OGTT yapılmamalıdır.
4. Oral kontraseptifler, diüretikler, kortikosteroidler, difenilhidantoin, tiroksin, nikotinik asit,
psikotrop ajanlar ve beta bloker gibi ilaçların kullanımında testten en az bir hafta önce, yüksek doz
östrojen içeren oral kontraseptif kullanımında ise en azından bir siklus önce ilaç kesilmelidir.
Tablo 3 : OGTT yapılması (24) :
1. Hasta 10-16 saatlik açlık sonrası sakin bir odaya alınır. O. dakikada ilk kan örnekleri
alınır.
2. 5 dakika içinde 300 ml suda eritilmiş 75 gr glikoz hastaya içirilir.
3. Dünya Saglık Örgütü’ne göre glukoz verildikten yalnızca 2 saat sonra kan örneği
alınması yeterli olmakla birlikte; NDDG (Amerikan Ulusal Diabet Veri Toplama
Grubu)’nin önerdigi sekilde 2 saat süreyle 30 dakikada bir (30., 60., 90.,120. dk)
kan örneği alınmasında fayda vardır. Reaktif hipoglisemi düşünülen vakalarda test
süresi 5 saat kadar uzatılmalıdır.
4. Test süresince sigara içmek, fazla dolaşmak ve su dışında yiyecek almak sakıncalı ve yasaktır.
Tablo 4 : WHO Kriterlerine göre OGTT yorumu (4,24,25):
Açlık
Normal glukoz
toleransı
< 110 mg/dl
Bozulmuş glikoz
toleransı(IGT)
<140 mg/dl
Diabetes
mellitus
≥ 140 mg/dl
120 dk
<140 mg/dl
<140-199 mg/dl
≥ 200 mg/dl
13
Tablo 5: National Diabetes Data Group (NDDG) kriterlerine göre OGTT
yorumu:
Normal glukoz
toleransı
Açlık
30. ,60. ,90. dk
en az bir değer
120.dk
Bozulmuş glikoz
toleransı(IGT)
Diabetes mellitus
≤ 115
140
≥ 140
< 200
≥ 200
≥ 200
< 140
140-200
≥ 200
TİP 2 DİABETES MELLİTUS
Toplumda en sık görülen diyabet tipidir. Daha önceleri insüline bağımlı
olmayan diabetes mellitus olarak isimlendirilen (NIDDM) Tip 2 DM ilerleyici
bir hastalıktır ve değişken oranlarda insülin direnci, ilerleyici B(beta) hücre
disfonksiyonu ile relatif, bazı bireylerde ise mutlak insülin sekresyonu eksikliği
ile karakterizedir (26).
Tip 2 diyabet en sık görülen diyabet tipidir ve batı ülkelerinde hastalığın
% 90-95’ ini oluşturmaktadır. Tip 2 diyabetin insidansı tüm dünyada epidemi
oranlarında artmaktadır.
Tip 2 diyabet polidipsi, poliüri, polifaji, pruritus, ağırlık kaybı gibi klasik
belirtiler ile ortaya çıkarsa da çoğu kez uzun sürebilen asemptomatik dönemi
mevcuttur. Herhangi bir yaşta olabilir, fakat genellikle 30 yaşından sonra tanı
konur. Özellikle 45 yaş üstü sıklığı artar (22).Polidipsi, poliüri ve polifaji gibi
yakınmalardan ziyade retinopati, nefropati, nöropati ve aterosklerotik kalp
hastalığı gibi kronik komplikasyonlarla ilgili yakınmalar hastayı hekime ilk kez
getirebilir ve çoğunlukla ilk tanı konulduğunda kronik komplikasyonları vardır.
(22).Her ne kadar tanı anında hastaların yaklaşık %80’inde obezite hikayesi
olsada özellikle yaşlılarda tip 2 diabet obez olmayanlarda da
görülebilir.Hiperglisemiye rağmen kan ve idrarda keton cisimleri azdır veya
yoktur.İnsülin tedavisi çoğu kez gerekli değildir. Ketoasidoz spontan olarak
oluşmaz.Ciddi stres durumlarında (enfeksiyonlar, travma, ilaçlar veya cerrahi)
ketoasidoz gelişebilir.Bu hastalarda daha sık görülebilen koma, yeterli sıvı
alınmamasına bağlı gelişen hiperglisemik hiperosmolar non-ketotik komadır
(22).
Tip 2 diyabetin kesin etyolojisi bilinmemektedir. Heterojen bir hastalık
olduğu düşünülmektedir ve çoğu bireyde genetik ve çevre rol oynamaktadır.
14
Tip 2 diyabetliler için güçlü bir genetik temel mevcuttur. Tip 2 diyabeti olan
hastaların yaklaşık % 90’ında bu hastalıkla ilgili aile hikayesi pozitiftir. Tek
yumurta ikizleri ile yapılan çalışmalar diyabet için % 60 ile % 90 oranında
uygunluk ortaya koyulmuştur (22); fakat bireyin diyabete eğilimini sağlayan
genler kesin olarak tespit edilmemiştir. Tip 1 diyabetten farklı olarak dolaşan
adacık hücre antikoru bulunmamaktadır.
Tip 2 diyabet insidansı yaşla ve obezite ile birlikte artar çünkü insanlar
yaşlandıkça kilo almaya ve santral obezite geliştirmeye eğilimli olurlar (22).
Çoğu hastada hafif kilo kaybetmenin bile plazma glukoz düzeyinde normale
doğru değişimi getirdiği gözlenmiştir. Sedanter yaşam şekli de Tip 2 diyabete
artmış eğilim ile ilişkilidir. İnsülin direnci sendromu, hiperinsülinemi, bozulmuş
glikoz toleransı (IGT), ve geçmişte GDM’ u olmak da Tip 2 diyabet gelişimi
için güçlü risk faktörleridir.
TİP 2 DİYABETİN PATOGENEZİ
Diyabetik hipergliseminin patogenezinde üç önemli faktörün rol oynadığı
bilinmektedir (16,27,28) :
a) Periferik dokularda insülin direnci
b) Pankreastan insülin salınım kusuru
c) Karaciğerde glikoz üretiminin artması
Hem insülin direnci hem de bozulmuş insülin sekresyonu Tip 2 diyabetin
patogenezinde genetik olarak kontrol edilen faktörler olup bunlardan hangisinin
primer ağırlıkta rol oynadığı henüz açık değildir. Aile öyküsü hemen hepsinde
olmasına karşın hastalık henüz tek bir genetik zemine oturtulamamıştır. Yine de
Tip 2 diyabetin çoğu formları genetik yüklülük ile ilişkilidir. Tip 2 diyabet
yaygın olarak obezite ile çok yakın ilişkilidir. Obezite insülin direncini artırarak
hiperglisemiyi ağırlaştırmasına rağmen obezite olmadan da Tip 2 diyabet
gelişir. Bu yüzden obez ve non obez Tip 2 DM ayrımı etiyolojik bir farklılık
oluşturur. Buna göre obez Tip 2 DM’da insülin direnci daha önemli iken (29),
non-obez Tip 2 DM’da insülin sekresyon bozukluğu ön plana geçer (30).
Hiperglisemi ve onun sonunda ortaya çıkan bozukluklar diyabet oluşumunda
karbonhidrat metabolizmasının büyük rolünü gösterir. Diğer yandan diyabetik
tablolarda, kan yağlarının ve proteinlerin katabolik gelişimi ve yağların
yıkımından oluşan keton cisimlerin hızla metabolize edilememesi ile ketoasidoz
oluşumu, protein ve yağ metabolizmasının da etkilendiğini gösterir.
15
Tip 2 DM gelişimi dört dönemde incelenebilir:
a) Preklinik diyabet dönemi (Normoglisemik-Hiperinsülinemik dönem)
b) Glikoz intoleransı dönemi (Toklukta Hiperglisemik-Hiperinsülinemik
dönem)
c) Erken klinik diyabet dönemi (Hiperglisemik-Hiperinsülinemik dönem)
d) Klinik diyabet dönemi (Hiperglisemik-Hipoinsülinemik dönem)
a. Preklinik Diyabet Dönemi
Tip 2 DM’un henüz klinik belirti vermediği bu dönemde beta hücre
fonksiyonları nispeten normaldir. Mevcut olan periferik insülin direnci
normalden daha fazla insülin salgılamaya çalışarak açlık ve tokluk kan
şekerlerini normal sınırlar içinde tutmaya çalışır. Ancak açlık ve tokluk insülin
düzeyleri sürekli olarak yüksektir. Bu döneme; Tip 2 DM’luların birinci derece
normoglisemik ancak insülin dirençli akrabalarında tanımlandığından
"prediyabetik dönem" adı da verilmektedir.
Pankreas adacık sistemi sağlıklı çalıştığı ve araya hızlandırıcı fakrörler
girmediği sürece bu dönem 20-30 yıl kadar sürebilir; çünkü maksimal
kapasitede salgılanan insülin sayesinde kan şekeri düzeyleri normoglisemik
seviyelerde kalmaktadır (31,32). Beta hücre fonksiyonu hangi düzeyde olursa
olsun bozulmuş glikoz toleransı ve Tip 2 DM gelişim süresini mevcut insülin
düzeyi belirlemektedir.İnsülin direnci ne kadar şiddetli olursa diyabet gelişimi o
ölçüde erken görülecektir. Bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı
olan bireylerin her yıl % 2-5’i Tip 2 DM dönemine geçmekte ve bu oran 10 yıl
içinde % 30 civarına ulaşmaktadır (33,34,35).
b. Glikoz intoleransı dönemi
Yüksek risk grubunda olan bireylerde periferik insülin direncini aşmak için
beta hücreleri üzerinde oluşan aşırı yük zamanla beta hücre bitkinliğine ve
insülin salgısında azalmaya neden olur. Glikoz intoleransı başlar ve açlık
glisemisi normal olduğu halde postprandial glisemi yükselir. Hiperinsülinemi
devam etmekle birlikte periferdeki insülin direncini aşabilecek insülin
salınamamaktadır. Bu dönemde postprandial insülin düzeyleri sağlıklı bireylere
göre hala yüksek olmakla birlikte birinci döneme göre azalmıştır.
c. Erken klinik diyabet dönemi
İnsülin direncinin giderek artması ile kompansasyon bozulmaya başlar. Bu
dönemde karaciğerde glikoz yapımı artarak açlık plazma glisemisinin
yükselmesine yol açar.
16
d. Klinik diyabet dönemi
İnsülin direncinin zirvede olduğu bu dönemde giderek artan hiperglisemi
insülin salgı artışı ile kompanse edilemediği gibi glikoz toksisitesi nedeniyle
beta hücreleri insülin salgısını daha da az salgılamaya başlar. Bu dönemdeki
insülin direncinin ağırlaşmasında serbest yağ asitleri artışının da yani
lipotoksisitenin de payı vardır. Tip 2 DM’da insülin salgılanmasındaki defekt
fonksiyonel olarak ciddi olmasına rağmen anatomik olarak orta derecede olup
beta hücre kitlesinde % 30-40 azalma bulunur. Fakat şişman diyabetiklerde beta
hücre kitlesi zayıflara göre % 20 daha fazla bulunmuştur.
Tip 2 Diabetes Mellitus için Risk Faktörleri
1-Yaşlanma: Tip 2 diyabet sıklığının yaşlanma ile paralel artış göstermektedir.
ilişki toplumdaki kümülatif insidense ve mortalite oranına bağlıdır.
2- Cinsiyet: Gelişme sürecinde olan toplumlarda hastalık kadınlarda daha sık
görüldüğü halde gelişmiş toplumların çoğunda cinsiyet farkı bildirilmemiştir.
Buna karşılık iskandinav ülkelerinde erkeklerde prevalansı daha yüksektir.
3-Genetik faktörler: Monozigot ikizlerde Tip 2 diyabetin % 90’a varan çok
yüksek oranda gözlenmesi hastalığın gelişmesinde genetik faktörlerin önemli
ölçüde rolü olduğunu düşündürmektedir.
4-Genetik karışma: Amerika’da saf Nauruan ve Pima yerlilerindeki diyabet
sıklığının, bu etnik grupların normal Amerikan toplumu ile karışmış olduğu
topluluklara nazaran daha yüksek olduğu gösterilmiştir.
5- Ailevi kümelenme: Ailede 1. derecede akrabalarda diyabet bulunması,
diyabet riskini 2-6 kat arttırır. Ailedeki diyabetli sayısı arttıkça risk de yükselir.
6- Genetik belirteçler: Baz etnik gruplarda Tip 2 diyabetin bazı HLA gruplar
ile ilişkili olabileceği bildirilmiş; ayrıca bazı ailevi özel diyabet formlarında da
spesifik gen mutasyonlar gösterilmiştir.
7- Obezite ve vücut yağ dağılımı: Obezite Tip 2 diyabete sıklıkla eşlik eden
bir metabolizma bozukluğu olmasının yanı sıra, kişide diyabet gelişeceğini
belirleyen önemli bir risk faktörüdür. Toplumsal araştırmalar, diyabet gelişme
riskinin beden kitle indeksinden başka vücut yaş kitle artışı ile paralel olarak
arttığın ortaya koymuştur. Hatta bazı çalışmalarda intraabdominal yağ kitlesi
diyabetin beden kitle indeksinden daha güçlü bir belirleyicisi olduğu ileri
17
sürülmektedir. Bu nedenle en azından bel çevresi veya bel/kalça oranı ile
abdominal yağ kitlesi tahmin edilmelidir.
8- Fiziksel inaktivite: Sedanter yaşam biçiminin Tip 2 diyabet gelişmesinde
önemli rol oynadığı bilinmektedir.
9- Diyet: Yağdan zengin, karbonhidrattan nisbeten fakir diyetle beslenen
bireylerde Tip 2 diyabete yakalanma riskinin yüksek olduğu ileri sürülmektedir.
10- Cinsiyet hormonları: Sex hormonlarının bağlayıcı globulin düzey
düşüklüğü kadınlarda erişkin tip diyabet gelişeceğinin habercisi olarak
görülmektedir. Hiperandrojenizm, hiperinsülinemi ve insülin direncinin birlikte
olduğu polikistik over sendromunda diyabet prevalansının yüksek olduğu
bildirilmiştir.
11- Alkol ve sigara kullanımı : Alkol ve sigara kullanımı ile Tip 2 diyabet
gelişmesi arasında pozitif ilişki olduğu ileri sürülmüştür. Ancak beden kitle
indeksi ve fizik aktivite derecesine göre düzeltildikten sonra bu çalışmalarda
istatistiksel bir ilişki saptanmamıştır (19).
DİABETES MELLİTUS’UN KOMPLİKASYONLARI
Diabetes mellitusun komplikasyonları aşağıda akut ve kronik olarak
sınıflandırılmıştır.
A) Akut (metabolik) komplikasyonlar:
- Diyabetik ketoasidoz
- Hiperosmolor non-ketotik koma
- Laktik asidoz koması
- Hipoglisemi koması
B) Kronik (dejeneratif) komplikasyonlar:
1) Makrovasküler komplikasyonlar:
- Kardiyovasküler hastalıklar
- Serebrovasküler hastalıklar
- Periferik damar hastalığı
2) Mikrovasküler komplikasyonlar:
- Diyabetik nefropati
- Diyabetik retinopati
- Diyabetik nöropati
18
Diabetes mellituslu hastalarda doku ve organlarda biyokimyasal, morfolojik
ve fonksiyonel bir takım değişiklikler meydana gelir. Akut dönemde oluşan
metabolik komplikasyonlar yaşamı tehdit edecek düzeyde hatta fatal olabilir,
fakat bugün için asıl sorun daha önce bahsedildiği gibi uzun sürede oluşan,
küçük ve büyük damarların hastalığıdır, buna “kronik vasküler sendrom”da
denir. Diyabetin kronik komplikasyonları tutulan sisteme göre Tablo 6’da
sınıflandırılmıştır. Diyabetik mikroanjiopatik değişiklikler diyabetik metabolik
bozukluklarla hızlanmış ateroskleroz ve arterioskleroz tablosudur demek yanlış
değildir. Buna karşılık diabetik mikroanjiopatik değişimler genelde diabete has
ve tespit edildiğinde diabet varlığını akla getiren patolojik damar
bozukluklarıdır (36,37). Diabetik mikroanjiopatinin gelişimi hakkında
‘’Metabolik Hipotez’’ ve ‘’Genetik Hipotez’’ isimli iki önemli hipotez vardır
(38).
Tablo 6: Diyabetin mikroanjiopatik ve makroanjiopatik kronik
komplikasyonları (39):
Göz :
1. Diyabetik retinopati (vazoproliferatif ve makülopatik)
2.Vitreus kanaması
3. Rubeozis iritis
4. Glokom
5. Katarakt
6. Oküler kas felci
Böbrek :
1. İnterkapiller glomeruloskleroz ( Kimmelstiel Wilson )
2. Kronik böbrek yetersizliği
3. Renal papiller nekroz
4. Kronik pyelonefritis
5. Renovasküler hastalıklar ve hipertansiyon
Periferik sinir ve MSS:
1.Somatik diyabetik nöropati
2. Otonom diyabetik nöropatisi
3. Diabetik inmeler
Kardiyovasküler sistem:
1. İskemik kalp hastalıkları
2. Diyabetik kardiyomiyopati
3. Diyabetik periferik arter hastalığı
4. Diyabetik arterial organ beslenme bozukluğu
19
Deri ve bağ dokusu :
1. Necrobiosis lipoidica diabeticorum
2. Xantoma diabeticorum
3. Granuloma annulare
4. Fronkuloz
5. Mikotik infeksiyonlar
Gebelik :
1. İri bebek gelişimi insidansında artış
2. Kongenital defekt (bebekte )
3. Gebelikte miad gecikmesi
4. Neonatal hipoglisemi
5. Neonatal ölüm değerlerinde artış
DİSLİPİDEMİ VE DİYABET
Lipid ve lipoprotein metabolizması bozuklukları insülin direnci veya tip 2
diabetes mellitusu olan bireylerde kardiyovasküler riski arttırmaktadır. İnsüline
dirençli bireylerde lipid bozukluklarının en önemli özelliği yüksek trigliserid
düzeyleri ve düşük yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL kolesterol)
düzeyleridir.
Diabetes Mellitus, özellikle tip 2 diyabet, temel olarak erken başlangıçlı ve
şiddetli ateroskleroza sekonder olarak kardiyovasküler olaylar açısından
belirgin risk artışı ile ilişkilidir. NCEP (National Cholesterol Education) ATP
III’de (Adult Treatment Panel III), diyabetin oluşturduğu kardiyovasküler riskin
boyutu nedeniyle bir risk faktörü olarak değil bir kardiyovasküler hastalık
eşdeğeri olarak tanımlanmıştır (40,41). Diyabet koroner arter hastalık riskini
kadınlarda yedi erkeklerde iki ile üç kat arası artırır (42). Diyabetli hastalarda
artmış kardiyovasküler riskin en önemli belirleyici özelliği insülin rezistansı ile
birlikte görülen ve diyabetik dislipidemi olarak bilinen anormal lipoprotein
profili ile ilişkilidir Tip 2 diyabetin tüm kardiyovasküler ölümlerin dörtte
üçünden sorumlu olduğu bilinmektedir (43). Bu risk artışının teşhis anında da
mevcut olması ve diyabetin KKH (Koroner Kalp Hastalığı) riski üzerinde daha
fazla bir rölatif ağırlığının olması muhtemeldir. KKH gelişen hastalarda
beraberinde diyabetin de olması prognozu daha da kötüleştirmektedir (44).
GUSTO-1 çalışmasında (Tıkanmış Koroner Arterler için Streptokinaz ve
Plazminojen Doku Aktivatörünün Global Kullanımı),diyabet hem klinik hem de
anjiografik değişkenlere göre düzeltilmiş analizlerde 30 günlük mortalitenin
bağımsız bir belirleyicisi olmaya devam etmiştir (45).
20
TİP 2 DİYABETTE DİSLİPİDEMİ EPİDEMİYOLOJİSİ
Dünya çapında diyabet prevelansında beklenen artış ve gelişmekte olan
ülkelerde yaşam tarzının her geçen gün daha da batılılaşması göz önüne
alındığında, kardiyovasküler hastalıkların (diyabeti olanlarda 2-5 kat daha fazla
görülür),sağlık alanında ve sağlık hizmetinin sağlanmasındaki önemli etkileri,
bugün olduğu gibi gelecekte de varolmaya devam edecektir (46,47). Her ne
kadar ateroskleroz ve klinik vasküler hastalıkların gelişimini etkileyen birden
fazla faktör varsa da, dislipideminin katkıda bulunan temel risk faktörü olması
kuvvetle muhtemeldir (48).
Tip 2 diyabeti olan hastalarda dislipidemi çok yaygındır; teşhis esnasında ve
prediyabetik dönemde dahi var olan bir durumdur.Diyabette görülen
dislipideminin temel özellikleri orta derecede bir hipertrigliseridemi (genellikle
1,5 ila 3 kat artmış) ve azalmış HDL kolesterol (genellikle % 10-20) dür.
Genellikle toplam düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) düzeyleri, aynı
popülasyonda yer alan diyabeti olmayan kişilerden kantitatif olarak farklı
değildir (49).Kolesterol ve KKH ilişkisinde asıl rol oynayan faktör LDL
kolesteroldür ve diyabette de riskin önemli bir belirleyicisidir.
İngiltere Prospektif Diyabet Çalışmasında (UK Prospective Diabetes StudyUKPDS), LDL kolesterol KKH’nın temel belirleyicisi olarak tespit edilmiştir
(50).Düşük LDL konsantrasyonuna sahip populasyonlarda da LDL kolesterol
önemli bir risk faktörüdür (51). Son yirmi yıldır trigliseridler ve KKH tartışma
konusu olmuştur özellikle ilişkilerinin bağımsızlığı ile ilişkili olarak tartışmalar
yürütülmüştür (48,52).Yine de, trigliseridler ve diğer lipid parametreleri
arasındaki mevcut kompleks metabolik etkileşimleri –özellikle HDL ve düşük
yoğunluklu LDL metabolizması- göz önüne alarak bazı araştırmacılar KKH
riskini trigliserid, LDL ve HDL ile ilişkili olarak incelemişlerdir. Hem
PROCAM popülasyonunda hem de Helsinki Kalp Çalışmasında (53,54),
LDL/HDL kolesterol oranı >5 olan bireylerde KKH riski hipertrigliseridemi ile
ilişkili bulunmuştur. Lipid bozukluklarının bu şekilde bir araya gelip
kümelenmesine aterojenik lipid profili denmektedir. Faktör analizi ve temel
bileşen analizi ‘hiperinsülinemi kümesinin’(BMI, trigliserid ve insülin için
şiddetli pozitif yük ve HDL kolesterol için şiddetli negatif yük gösteren bir
faktör) tip 2 diyabette KKH’ye bağlı ölümler açısından prediktif olduğunu
göstermek üzere yakın geçmişte kullanılmıştır (55).
Hipertrigliseridemi, tip 2 diyabette bazı önemli aterojenik mekanizmalarla
ilişkilidir. Bazı trigliseridden zengin partiküller direkt olarak aterojeniktir ve
artık partiküller olarak adlandırılırlar. Bu partiküller kolesterolden de
zengindirler, apoprotein B ve C –III içerirler ve diyabette bir araya toplanarak
birikirler (56). Bu partiküller nadir görülen tip III dislipidemide bir araya
21
gelerek biriken partiküllerdir (artık partikül hastalığı veya geniş beta hastalığı)
erken ve yaygın ateroskleroz ile ilişkilidirler (57). Hipertrigliseridemi, aynı
zamanda tromboz ve koagülasyon ile ilişkilidir. Bu ilişki özellikle plazminojen
aktivatör inhibitörü-1 (58) düzeyinde artış, postprandial lipemi, HDL
kolesterolde azalma ve düşük yoğunluklu LDL oluşumunda artma gibi diğer
lipoproteinlerin metabolizmasındaki önemli değişikliklerin merkezidir (59).
LİPOPROTEİNLER
Lipidler plazmada basit veya kompleks halde bulunurlar. Basit lipidlerin
başlıcaları serbest yağ asitleri ve kolesteroldür. Kolesterol ve gliserolün yağ
asitleri ile esterleşmesi ile kompleks lipidler oluşur. Plazmada bulunan başlıca
kompleks lipidler kolesterol esterleri, trigliseridler ve fosfolipidlerdir.
Yağ asitleri: Vücutta önemli bir enerji kaynağıdır. Ayrıca kompleks lipidlerin
önemli bir parçasını oluşturur. Yağ asitleri doymuş ve doymamış yağ asitleri
olarak iki çeşittir. Plazmada albumine bağlı olarak taşınırlar.
Kolesterol: Suda çözünmeyen bir moleküldür. Hücre membranının temel
öğelerindendir.Safra asidi, adrenal steroidler ve seks hormonlarını
prekürsörüdür. Vücuttaki başlıca yapım yeri karaciğerdir. Karaciğerde üretilen
kolesterol lipoproteinlerin yapısına girerek plazmaya geçebileceği gibi
doğrudan kolesterol olarak veya safra asitlerine dönüşerek safraya da geçebilir.
Kolesterolün vücuttan atılımı ancak karaciğer tarafından safra ile olur.
Kolesterolün enterohepatik dolaşımı ile hem kolesterolün ekskresyonu hem de
kolesterol sentezinin homeostatik kontrolü sağlanır. Kolesterol plazmada iki
ayrı biçimde bulunur. Tüm hücre membranlarında ve birçok dokuda bulunan
serbest kolesteroldür. Kolesterol esterleri ise tüm kolesterolün yaklaşık üçte
ikisini oluşturur ve plazmada, aterom plaklarında, böbrek üstü bezinin
korteksinde, karaciğer ve ince barsakta fazla miktarlarda bulunur.
Trigliserid: Gliserolün yağ asidi ile esterleşmesi sonucu oluşur. Vücudun esas
enerji deposudur. Trigliseridin hidrolizi ile serbestleşen yağ asitleri karaciğer ve
özellikle kas dokusu için önemli enerji kaynağıdır. Fazla enerji yağ dokusunda
lipid damlacıkları içinde depolanır.
Fosfolipid: Plazmadaki esas fosfolipid fosfatidilkolindir (lesitin). Kolesterol ile
birlikte hücre zarının yapısındaki başlıca moleküllerden olan fosfolipidler aynı
yapı içinde hem hidrofilik hem hidrofobik zincirleri taşırlar.
22
Lipoproteinlerin Temel Yapısı:
Serbest yağ asitleri dışındaki tüm lipidler plazmada lipoprotein denilen
makromoleküller halinde taşınırlar. Tüm lipoproteinlerin temel yapısı benzer
olup kolesterol esterleri ve trigliseridleri içeren bir gövdeye ve daha polar
yağlardan ve apolipoproteinlerden oluşan bir dış tabakaya sahiptirler.
Lipoproteinlerin esas görevi lipidlerin bir organ veya dokudan bir başkasına
taşınmasıdır. İçerdiği lipidlerle hücrelerin tipik plazma membranına benzeyen
ve örtücü bir yapı oluşturan dış tabaka, sıvı plazma ile içteki nonpolar lipid
gövde arasındaki bir ara tabaka olarak iş görürler. Böylece bu nonpolar yüzey
plazmadaki aşırı derecede insolübl olan kolesterol esterleri ve trigliseridlerin bir
yerden başka bir yere taşınmasını olanaklı kılar.Lipoprotein partikülü
tanımlanan bu temel yapısı ile lipid transportunda görev alan taşıyıcı bir
elemandır.
Bu protein yapısındaki moleküller kısmen suda kısmen yağda eriyebilir
özellikte olup lipidlerin taşınmasında kritik bir rol oynarlar. Apolipoproteinlerin
sadece yapısal değil metabolik fonksiyonları da vardır.
Apo A-I: Karaciğer ve barsakta sentezlenir. Reverse kolesterol transportunda
önemli rol üstlenir. HDL’deki proteinin %80’ni apo A-I, geri kalanını ise büyük
çoğunlukla apo A-II oluşturur. Şilomikronların ve VLDL’nin minör proteinidir.

Apolipoproteinler:
Apo B-100: Sentez yeri esas olarak karaciğerdir. LDL‘deki proteinin %95’ini
oluşturur.VLDL ve IDL’deki proteinlerin yapısında da önemli miktarda
bulunur. LDL’nin hücrelerm tarafından alınmasında rol oynar. LDL’nin
hücrelerdeki reseptörlere bağlanması için apo B-100 gereklidir.
Apo B-48: Barsaklarda sentezlenir. Sadece şilomikronlarda ve şilomikron
artıklarında bulunur. Bu proteini taşıyan büyük lipoprotein partikülleri monosit,
makrofaj ve endotel hücresi yüzeyinde tanımlanmış olan apo B-48 reseptörüne
bağlanarak bu hücrelerin köpük hücre şeklinde değişmesi sebep olabilir. LDL
reseptörüyle ilişkiye girebilir.
Apo C-I, C-II, C-III: Hepsi de karaciğerde sentezlenir. Her üçü de şilomikron,
VLDL, IDL ve HDL’nin minör bir komponentidir. Apo C-I’in şilomikron ve
VLDL’nin hücre yüzeyinde LDL reseptörüne bağlanmasında engelleyici rolü
vardır. Apo C-II lipoprotein lipaz aktivitesi için gereklidir. Apo C-III VLDL’nin
majör proteinidir. Hem lipoprotein lipazın aktivitesini baskılar hem de
şilomikron ve VLDL artıklarının karaciğer tarafından alınmasını engeller.
23
Apo E: Karaciğerde sentezlenen bu protein LDL hariç tüm lipoproteinlerin
yapısında bulunur.Şilomikron ve VLDL’nin protein yapıtaşıdır. Apo E bu
lipoproteinlere HDL’den sağlanır.Plazmadaki apo E’nin yaklaşık yarısını
taşıyan HDL aynı zamanda apo E’nin önemli fonksiyonlarından biri olan
lipidlerin ihtiyaç fazlası olduğu yerlerden ihtiyaç duyulan hücrelere taşınmasını
sağlar.
Plazma Lipoproteinleri:
Şilomikronlar: Barsak hücresinde yağ asitleri ve monogliseridlerden sentezlenir.
Temel işlevleri diyetle alınan yağların çevre dokulara taşınmasını sağlamaktır.
Ekzojen lipid transportunda görev alan esas partiküllerdir. İçeriğinin %90’ını
trigliseridler, kalanını ise fosfolipid, kolesterol, kolesterol esterleri ve
apolipoproteinler oluşturur. Şilomikronlardaki trigliseridlerin yağ asidi içeriği
diyetteki yağların yağ asidi içeriğini yansıtır. Başlıca apolipoproteini apo B48’dir. Trigliseridler ve kolesterol esterlerinden şilomikronları sentezleyen
barsak mukoza hücreleri bu lipoproteinleri barsak lenfatiklerine salgılar. Barsak
lenfatiklerinden duktus torasikus aracılığıyla sistemik dolaşıma giren
şilomikronlar bu geçiş sırasında HDL’den apo C-II’yi alırlar. Lipoprotein
lipazın aktivatörü olan apo C-II’yi kazandıktan sonra şilomikronların
çekirdeğindeki trigliseridlerin hidrolizi başlar.Şilomikronlardaki trigliseridlerin
ayrılması ile oluşan şilomikron artıkları kolesterolden zenginleşmiştir. Bu
artıklar karaciğer tarafından spesifik reseptörlerce alınır. Şilomikronlardan
serbestleşen yağ asidleri de kaslar ve yağ dokusu tarafından kullanılır.
VLDL: Karaciğerde sentezlenen trigliseridden zengin bir lipoproteindir. Taşıdığı
trigliserid endojen trigliseriddir. Kolesterol içeriği şilomikrona göre daha
fazladır. Yüzeyinde apo B ve apo E bulunur. VLDL partikülleri dolaşırken
HDL’den kolesterol esterlerini, apo C ve apoE’leri alırlar. Böylece olgun
VLDL’ye dönüşürler. Endotel yüzeyinde bulunan lipoprotein lipaz, dolaşan
olgun VLDL’den yağ asidlerini serbestleştirir. Böylece VLDL giderek küçülür
ve VLDL artıklarına dönüşür. Trigliseridlerin kaybı yanında VLDL’nin yüzey
kolesterolü, fosfolipidleri ve apoproteinleri de HDL’ye transfer olur.
Lipoprotein lipaz ve kısmen hepatik lipazın etkisi ile LDL teşekkül eder.
VLDL’nin yaklaşık yarısı VLDL artıkları veya IDL şeklinde karaciğer
tarafından alınarak plazmadan temizlenir, yarısı da hepatik lipaz etkisi ile
LDL’ye dönüşür. Bu dönüşümü LDL’nin üretimi ve katabolizmasına etkisi olan
faktörler belirler. Lipoprotein lipaz eksikliği veya apoprotein C-I, C-III ve E
düzeylerindeki artış LDL sentezini azaltır.
IDL: Plazma konsantrasyonu çok düşüktür. VLDL metabolizmasında bir ara
ürün olarak tanımlanır. Karaciğer tarafından temizlenir yada hepatik lipazın
etkisi ile LDL’ye dönüşerek katabolize olur.
24
HDL: En küçük lipoprotein partikülüdür. Lipid içeriği kadar protein içeriği de
bulunur.Başlıca apolipoproteinleri apo A-I ve A-II’dir. Dolaşımda HDL
partikülleriyle birlikte dolaşan lesitin kolesterol açil transferaz (LCAT)’ın
etkinleşmesinde apo A-I çok önemlidir. Karaciğer ve barsakta üretilen HDL
olgunlaşmamış bir şekilde dolaşıma verilir. Plazmada dolaşırken hücre
membranlarından serbest kolesterolü alarak olgunlaşmaya başlar. Böylece
reverse kolesterol transportuna da başlamış olur. HDL partikülüne alınan
kolesterol LCAT enzimi katalizörlüğünde esterleştirilir, böylece HDL’ye daha
fazla serbest kolesterol girişi mümkün olur.
Kolesterol esterleri lipoproteinin çekirdeğine girerek HDL 3 denilen
partikülü meydana getirir ve bu partikül kolesterol ester içeriğini giderek
arttırarak boyutu daha büyük olan HDL 2’ye dönüşür.Dolaşımda apoE’nin
taşınmasını sağlayan partikül ise HDL 1 olarak adlandırılır. Karaciğerde hepatik
lipaz HDL 2’nin trigliseridlerini ve fosfolipidlerini hidrolize ederek HDL 3
haline dönüştürür. HDL 2’deki kolesterol esterleri VLDL’deki trigliseridlerle
kolesterol ester transferaz proteini (CETP) aracılığı ile değiş tokuş edilir.
Trigliseridden zengin içeriğe dönüşen HDL 2 karaciğerde tekrar hidrolize
olarak HDL 3’e dönüşür ve döngüsü tamamlanır. Böylece kolesterolü çevresel
hücrelerin membranlarından ve diğer lipoproteinlerin yüzeylerinden toplayıp
karaciğere taşıma işlevini gerçekleştirmiş olur.
LDL: Plazmadaki majör kolesterol taşıyan lipoproteindir. Merkezinde tamamen
kolesterolesteri içerir ve yüzeyinde de sadece apo B-100 bulunur. Plazmadaki
toplam kolesterolün %70’i LDL’de bulunur. Esas olarak VLDL ve IDL
katabolizması sonucu oluşur. Trigliseridden zengin lipoproteinler CETP
aracılığıyla LDL çekirdeğindeki lipid kompozisyonunu etkiler.Trigliseridden
zengin lipoproteinlerin artması şilomikron ve VLDL ile LDL arasında
kolesterol esterleri ile trigliserid değişiminin fazla olmasına yol açar. Böylece
trigliserid içeriği artan LDL hepatik lipaz ve kısmen de lipoprotein lipaz etkisi
ile hidrolize olarak daha aterojen olan küçük ve yoğun bir molekül halini alır.
Dolaşımdaki LDL’nin %75’i karaciğere,geri kalanı karaciğer dışı dokulara
geçer. Karaciğere geçiş LDL reseptörü aracılığı ile olur. Bu yüzden LDL
konsantrasyonu için reseptör sentez hızı anahtar rol oynar. Reseptörle birlikte
hücre içine alındıktan sonra lizozomlarda apo B-100 aminoasitlerine hidrolize
olur, kolesterol esterleride serbest kolesterol haline hidrolize olur. Hücre içinde
serbest kolesterol birikmesi geri bildirimle hem LDL reseptör sentezini hem de
kolesterol sentezini yavaşlatır. Kolesterol sentez hızının azaltılması HMG Co-A
redüktaz aktivitesinin azaltılması ile olur. LDL yapımının miktarı karaciğerin
aldığı VLDL artıkları ile VLDL yapım hızı arasındaki fark ile belirlenir. Kalan
25
VLDL artıkları LDL’ye döner. LDL düzeyleri karaciğer veya diğer dokuların
LDL klirens hızına da bağlıdır.
DİYABETTE LİPOPROTEİN METABOLİZMASI
Lipoproteinler plazmada çeşitli lipidleri ve proteinleri taşıyan küre şeklinde
makromoleküler komplekslerdir.
Tip 2 diyabette görülen dislipideminin merkezinde insülin direnci yer alır
(56). İnsülin direncinin varlığında, hormon-duyarlı lipazın inhibisyonunun
azalması sonucunda, adipoz dokudan karaciğere serbest yağ asidi akışı artar.
DİABETTE ANORMAL ŞİLOMİKRON METABOLİZMASI
Yağ ve kas dokusunun kapiller yataklarında şilomikronlar lipoprotein lipaz
(LpL) enzimi ile etkileşir; Şilomikronun iç kısmındaki trigliserid hidrolize olur,
oluşan serbest yağ asitleri yağ hücreleri tarafından alınarak tekrar trigliseride
dönüştürülür veya kas hücreleri tarafından alınarak enerji için kullanılabilir. Bu
lipolitik süreçte trigliserid içeriğinin yaklaşık %75’ini kaybeden ürünler olan
şilomikronların kalıntıları hepatositler üzerinde bulunan çeşitli reseptör
yolakları ile etkileşir ve karaciğer tarafından hızla dolaşımdan
uzaklaştırılırlar.Şilomikron kalıntıları trigliseritlerini hidrolize eden hepatik
trigliserid lipaz (HL) da kalıntıların uzaklaştırılmasında rol oynar.
LpL’nin ılımlı bir biçiminde azalmış olabileceği tip 2 diyabet hastalarında
bozulmuş şilomikron ve şilomikron kalıntısı metabolizması gözlemlenmiştir.
Hayvan modellerinde yakın zamanda yapılan çalışmalar ince barsak
hücrelerinde şilomikron oluşumunun tip 2 diyabet gibi insülin direnci
durumlarında da artabileceğini düşündürmektedir. İyi kontrollü tip 1 diyabet
hastaları genellikle normal açlık ve tokluk trigliserid düzeylerine sahiptir. Buna
karşılık, kontrol altına alınamayan tip 1 diyabet hastalarında LpL anlamlı
derecede azalabilmektedir ve öğün sonrası belirgin lipemi gözlemlenmiştir.
Ancak bu olguların çoğunda insülin eksikliğinin yanında LpL üretimi ve
işlevinde kısmi genetik bozukluk kilit rol oynayabilir (60).
DİYABETTE ANORMAL VLDL METABOLİZMASI
Yapılan en son çalışmalar tip 2 diyabet hastalarında mevcut olan
dislipideminin temelini oluşturacak şekilde karaciğerde artmış yağ asidi sentezi
olasılığı ile beraber yağ dokusundan karaciğere yağ asidi akışının artmasının
VLDL’lerin bir araya toplanmasını ve salgılanmasını harekete geçirebileceğini
göstermektedir.Hepatik kolesterol fazlalığı ile birlikte kolesterol metabolizması
26
anormallikleri de aşırı VLDL üretimine katkıda bulunabilir.Bu anormallikler
diyabetli hastalarda çok iyi tanımlanmamıştır.
VLDL’den IDL’ye ve LDL’ye metabolik dönüşümün normal bir şekilde
cereyan etmesi için bir miktar LpL aktivitesine gerek var gibi görünmektedir.
Ayrıca apo E (diğer bir yüzey apolipoproteini) ve LDL reseptörleri de bu
süreçte rol oynuyor gibi görünmektedir. LDL’nin yüzeyinde bulunan tek protein
olan apo B100, LDL reseptörü için ligandır ve plazma LDL konsantrasyonunu
hem LDL üretimi hem de LDL reseptörlerinin mevcudiyeti ile belirlenir.
Plazma VLDL, trigliserid düzeyleri tip 2 diyabetli hastalarda sıklıkla
yükselmiştir. Populasyon çalışmalarında, diyabetik olmayan bireylerin 90’ıncı
persentilden daha yüksek trigliserid düzeyleri diyabetli bireylerde iki-üç kat
fazladır. Hem trigliserid hem de apo B100 salgılanmasının artışı ile birlikte olan
aşırı VLDL üretimi, artmış plazma VLDL düzeylerinde ortak etiyoloji gibi
görünmektedir. Glisemik kontrolü iyi olan tip 1 diyabet hastaları genellikle
toplum ortalamasına eşdeğer ya da daha iyi plazma trigliserid düzeylerine
sahiptir. Bu kısmen insülinin karaciğerden apo B100 salgılanmasını baskılama
yeteneğinden kaynaklanıyor olabilir. Yukarıda vurgulandığı gibi, VLDL
trigliseridlerinin LpL aracılıklı hidrolizinin azalması özellikle glisemik kontrolü
iyi olmayan tip 1 ve tip 2 diyabet hastalarındaki anlamlı derecede artmış
trigliserid düzeylerine katkıda bulunabilir.
Obezite ve insülin direnci tip 2 diyabet hastalarında hipertrigliseridemiye
önemli
ölçüde katkıda bulunan faktörlerdir.Trigliseridden
zengin
lipoproteinlerin artışı ile koroner kalp hastalığı arasındaki ilişki uzun yıllar
gözardı edilmiş, ancak son zamanlarda serum trigliserid yüksekliğinin koroner
kalp hastalığı için bağımsız bir risk faktörü olduğu yönünde yeterince kanıt
birikmiştir (61). Epidemiyolojik çalışmalar hipertrigliseridemi çok yüksek
serum trigliserid düzeylerinin değil hafif ve orta derecede yüksek (150400mg/dl) trigliserid düzeylerinin koroner hastalık için önemli risk
oluşturabileceğini göstermiştir (62).
Tip 2 diyabet hastalarında plazma LDL kolesterol düzeylerinin regulasyonu
komplekstir. Hipertrigliseridemi varlığında küçük, yoğun, kolesterolden fakir,
trigliseridden zengin LDL’ler bulunur. Bu, LDL’leri normal büyüklükte ve
kompozisyonda olan diyabeti olmayan kişilerle karşılaştırıldığında herhangi bir
LDL kolesterol düzeyinde daha fazla LDL partikülünün olacağı anlamına gelir.
Ön planda LDL reseptör yol olmak üzere tip 2 diyabet hastalarında LDL’nin
ortamdan uzaklaştırılması artmış, normal veya azalmış olabilir (lipoprotein
partiküllerinin arter duvarına girdiğinin hatırlanması önemlidir). Hem tip 1 hem
de tip 2 diyabet hastalarının kanında artmış miktarlarda bulunabilen
glikozillenmiş veya oksidatif olarak değiştirilmiş lipoproteinler LDL reseptörü
27
ile daha az etkin bir biçimde etkileşir ve plazma LDL düzeylerini artırma
potansiyeline sahiptir. Diğer taraftan, değiştirilmiş LDL’ler arter duvarına
yerleşerek orada kalma gibi alternatif metabolik yollarla plazmadan
uzaklaştırılabilir.
LDL reseptör geninin ekspresyonunun uyarılmasında insülin de rol
oynayabilir; kötü kontrollü tip 1 ve tip 2 diyabet hastalarında ağır insülin
eksikliği, LDL reseptör işlevlerinin azalması ve LDL kolesterol düzeylerinin
artmasıyla ilişkili olabilir (60). Yüksek LDL; endotel disfonksiyonu, plak
formasyonu, büyümesi, kararsız plak, plak yırtılması ve tromboz gibi
aterosklerozun tüm evrelerinde rol alır (63). Düşük LDL’ye sahip toplumlarda
diğer risk faktörleri sık olsa bile koroner arter hastalığı riski düşüktür. Bu
nedenle LDL kolesterolü, aterosklerotik kalp hastalığından korunmada primer
risk faktörüdür (64).
Hedef LDL düzeylerini değiştiren önemli risk faktörleri (NCEP ATP III
Klavuzuna göre) (41)
Tablo 7 :
1-Sigara kullanımı
2-Hipertansiyon (kan basıncının 140/90mmHg’dan büyük olması veya antihipertansif tedavi
almak)
3-Hiperkolesterolemi (Total kolesterol)>200 mg/dL, LDL>130 mg/dL),
4-Düşük HDL kolesterol düzeyi (<40 mg/dL)
5-Ailede erken yaşta koroner arter hastalığı öyküsü (Birinci derece erkek akrabada <55
yaş, kadınakrabada <65 yaş koroner arter hastalığı)
6-Yaş (erkeklerde 45 yaş ve üzeri, kadınlarda 55 yaş ve üzeri veya erken menapoz)
7-HDL >60 mg/dL olduğunda 1 risk faktörü azaltılır.
28
Trigliserid yüksekliğine sebep olan nedenler:
Tablo 8:
1-Obezite,
2-Diabetes mellitus
3-Kronik böbrek yetersizliği,
4-Nefrotik sendrom,
5-Kortikosteroid, östrojen, retinoid, yüksek doz beta bloker kullanımı
6-Ailevi disbetalipoproteinemi
DİYABETTE ANORMAL HDL METABOLİZMASI
Düşük HDL kolesterol konsantrasyonları, genel populasyonda olduğu gibi,
diyabette de vasküler riskin en önemli belirleyicilerdir (48).HDL partiküllerinin
revers kolesterol transportundaki rolleri HDL kolesterol ile kardiyovasküler risk
arasındaki epidemiyolojik ilişkiyi muhtemelen açıklayabilir (52). Revers
kolesterol transportu, HDL tarafından yönlendirilen periferik hücrelerden
(makrofajlar ve diğer vasküler hücreler) kolesterol uptake’inde rol alır, bunu
takip eden HDL tarafından yönlendirilen kolesterol esterlerinin karaciğere
transportuna karışır. Karaciğerden de safra asidi olarak dışarıya atılır.
Tip 2 diyabet hastalarının neredeyse tamamında plazma HDL kolesterol
düzeyleri düşüktür. Bunun altında yatan önemli bir mekanizma , kolesterol
esterlerinin CETP aracılığı ile HDL’den her ikisinin düzeyi de tip 2 diyabet
hastalarında artmış olan VLDL ve şilomikronlara taşınmasıdır. Tip 2 diyabet
hastalarında düşük HDL düzeyleri açlık hipertrigliseridemisi olmadan da
bulunabilir ve bunun mekanizması her ne kadar bilinmese de, öğün sonrası
trigliserid düzeylerinin yüksek olmasını veya insülin direncinin bir takım
doğrudan etkilerini yansıtabilir. İyi kontrollü tip 1 diyabet hastalarında HDL
düzeyleri normal, hatta artmıştır; bu insülinin muhtemelen HL’yi baskılayarak
oluşturduğu etkilerle ilişkili gibi görünmektedir.
29
Tablo 9:TKD KKHK ve ATP III kılavuzuna göre kan lipid sınıflaması
(41,65)
Serum lipid konsantrasyonu (mg/dL)
Sınıflama
LDL Kolestrol
< 100
100-129
130-159
160-189
≥190
Normal
Normale yakın/hafif
Sınırda yüksek
Yüksek
Çok yüksek
Total Kolesterol
< 200
200-239
≥240
İstenen düzey
Sınırda yüksek
Yüksek
HDL kolesterol
< 40
≥ 60
Düşük
Yüksek
Trigliseridler
< 150
150-199
200-499
≥500
Normal
Sınırda yüksek
Yüksek
Çok yüksek
30
MATERYAL VE METOD
Çalışmamıza T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine 01.01.2007 – 31.12.2007
tarihleri arasında, başvuran hastaların kayıtlarının protokol defterinden
taranması ile başlandı.
Çalışmaya alınma kriterleri;
1-Bilinen diabeti olmayan hastalar
2-Son 6 ay içerisinde herhangi bir hiperlipidemi tedavisi almayan ve
hiperlipidemiye yönelik bariz bir diyet ve egzersiz yapmayan hastalar
3-Kanıtlanmış iskemik kalp hastalığı olmayan hastalar
4-Hipertiroidi , hipotiroidi, cushing sendromu ve hastalığı gibi kan lipid
düzeyini etkileyecek bilinen bir endokrin(diabet dışında ) bozukluğu olmayan
hastalar
5-Ailesinde bilinen bir lipid bozukluğu bulunmayan hastalar
Bu özellikleri taşıyan yaşları 13 ile 65 arasında değişmekte olan; 674’ü
(%67.9) kadın ve 319’u (%32.1) erkek olmak üzere toplam 993 hasta
değerlendirmeye alındı.
Kan örnekleri en az 12 saatlik gece açlığından sonra sabah alınmıştır.AKŞ,
total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL ve HbA1c parametreler olarak
belirlenmiştir.
İstatistiksel İncelemeler:
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler
için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 15.0 programı
kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel
metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin
karşılaştırılmasında Student t testi kullanıldı. Parametreler arasındaki ilişkilerin
incelenmesinde Pearson korelasyon testi kullanıldı. Niteliksel verilerin
karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven
aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
31
BULGULAR
Çalışma 01.01.2007 – 31.12.2007 tarihleri arasında yaşları 13 ile 65
arasında değişmekte olan; 674’ü (%67.9) kadın ve 319’u (%32.1) erkek olmak
üzere toplam 993 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama yaşları
43.24±12.05’tir.
Tablo 10 :
AKŞ
LDL
Total
Kolesterol
Trigliserit
HDL
n
%
Bozulmuş Açlık Glukozu
Normal
413
41,6
580
58,4
Anormal
352
35,4
Normal
641
64,6
Anormal
334
33,6
Normal
659
66,4
Anormal
260
26,2
Normal
733
73,8
Anormal
507
51,1
Normal
486
48,9
Bozulmuş açlık glukozu olguların 41,6’ında görülmekte; LDL olguların
%35,4’ünde anormal; total kolesterol olguların %33,6’sında anormal; trigliserit
% 26,22’sinde anormal ve HDL ise olguların % 51,12’sinde anormal olarak
saptanmıştır.
32
AKŞ
Bozulmuş Açlık
Glukozu
41,6%
Normal
58,4%
Şekil 1: Olguların AKŞ dağılımı
LDL
Anormal
35,4%
Normal
64,6%
Şekil 2: Olguların LDL dağılımı
33
Total Kolesterol
Anormal
33,6%
Normal
66,4%
Şekil 3: Olguların total kolesterol dağılımı
Trigliserit
Anormal
26,2%
Normal
73,8%
Şekil 4: Olguların trigliserit dağılımı
34
HDL
Normal
48,9%
Anormal
51,1%
Şekil 5: Olguların HDL dağılımı
Tablo 11 : Lipid Parametrelerine Göre Yaş Değerlendirmesi
Yaş
Ort±SD
p
Bozulmuş açlık glukozu
47,89±10,76
Anormal
Normal
Anormal
Normal
Anormal
Normal
Anormal
Normal
46,36±10,43
41,53±12,53
46,94±10,44
41,37±12,38
47,65±10,22
41,68±12,26
43,05±12,25
43,44±11,84
r
0,001**
++
0,394
0,001**
++
-0,005
0,913
AKŞ
+
+
LDL
+
Total Kolesterol
+
Trigliserid
+
HDL
HbA1c %
Hemoglobin
+
Student t test
++
0,001**
0,001**
0,001**
0,613
p
Pearson korelasyon testi
** p<0.001
35
Bozulmuş açlık glukozu görülen olguların yaş ortalamaları, AKŞ düzeyi
normal olan olguların yaş ortalamalarından istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı yüksektir (p<0.001).
LDL düzeyi anormal olan olguların yaş ortalamaları, LDL düzeyi normal
olan olguların yaş ortalamalarından istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
yüksektir (p<0.001).
Total kolesterol düzeyi anormal olan olguların yaş ortalamaları, total
kolesterol düzeyi normal olan olguların yaş ortalamalarından istatistiksel olarak
ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.001).
Trigliserid düzeyi anormal olan olguların yaş ortalamaları, trigliserid
düzeyi normal olan olguların yaş ortalamalarından istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.001).
HDL düzeyine göre olguların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Yaş ile HbA1c yüzdesi arasında pozitif yönde, %39.4 düzeyinde ve
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.001).
36
Yaş
ort+SD
70
60
50
40
30
20
10
0
Bozulmuş
açlık
glukozu
Normal
Anormal
AKŞ
Normal
LDL
Anormal
Normal
Total Kolesterol
Anormal
Normal
Trigliserid
Şekil 6: AKŞ, LDL, Total kolesterol, Trigliserit sınıflamasına göre yaş dağılımı
70,00
60,00
yas
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
3,00
4,00
5,00
6,00
7,00
8,00
HbA1c
Şekil 7: HbA1c ile yaş ilişkisi
37
Tablo 12: Lipid Parametrelerine Göre Cinsiyet Değerlendirmesi
Cinsiyet
Bozulmuş açlık glukozu
Kadın
n (%)
263 (%39,0)
Erkek
n (%)
150 (%47,0)
Anormal
Normal
Anormal
Normal
242 (%35,9)
432 (%64,1)
228 (%33,8)
446 (%66,2)
110 (%34,5)
209 (%65,5)
106 (%33,2)
213 (%66,8)
0,662
Anormal
Normal
Anormal
Normal
158 (%23,4)
516 (%76,6)
343 (%50,9)
331 (%49,1)
Ort±SD
102 (%32,0)
217 (%68,0)
164 (%51,4)
155 (%48,6)
Ort±SD
0,004**
+
5,52±0,53
5,79±0,47
0,001**
+
14,53±2,14
16,74±2,05
0,001**
AKŞ
++
++
LDL
++
Total
Kolesterol
++
Trigliserid
++
HDL
HbA1C %
Hemoglobin
+
Student t test
* p<0.05
++
p
0,017*
0,852
0,878
Ki-kare testi
** p<0.001
Erkek olgularda bozulmuş açlık glukozu görülme oranı (%47); kadın
olgulardan (%39) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05).
38
AKŞ
100%
80%
60%
40%
20%
0%
Kadın
Erkek
Cinsiyet
Bozulmuş açlık glukozu
Normal
Şekil
Şekil 8: Cinsiyetlere göre açlık kan şekeri dağılımı
Cinsiyet ile LDL, HDL ve total kolesterol düzeyi arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05).
Erkek olgularda trigliseridin anormal olma oranı (%32); kadın olgulardan
(%23.4) istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.001).
Trigliserit
100%
80%
60%
40%
20%
0%
Kadın
Erkek
Cinsiyet
Anormal
Normal
Şekil 9: Cinsiyetlere göre trigliserit dağılımı
39
Erkek olguların HbA1c düzeyleri, kadın olgulardan istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.001).
HbA1C %
ort+SD
6,4
6,2
6
5,8
5,6
5,4
5,2
5
Kadın
Erkek
Cinsiyet
Şekil 10: Cinsiyetlere göre HbA1c % dağılım
40
Tablo 13: AKŞ Düzeyine İlişkin Değerlendirmeler
AKŞ
Bozulmuş açlık
Normal
p
Anormal
glukozu
n (%)
156 (%37,8)
n (%)
196 (%33,8)
0,196
Normal
Anormal
Normal
257 (%62,2)
147 (%35,6)
266 (%64,4)
384 (%66,2)
187 (%32,2)
393 (%67,8)
Anormal
Normal
Anormal
Normal
135 (%32,7)
278 (%67,3)
204 (%49,4)
209 (%50,6)
Ort±SD
125 (%21,6)
455 (%78,4)
303 (%52,2)
277 (%47,8)
Ort±SD
0,001**
+
5,86±0,49
5,38±0,45
0,001**
+
15,24±2,24
15,27±2,44
0,878
++
LDL
++
Total
Kolesterol
++
Trigliserid
++
HDL
HbA1C %
Hemoglobin
+
Student t test
++
0,271
0,376
Ki-kare testi
** p<0.001
AKŞ düzeyi ile LDL, HDL ve total kolesterol düzeyi arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05).
Bozulmuş açlık glukozu görülen olgularda trigliseridin anormal olma
oranı (%32.7); AKŞ düzeyi normal olan olgulardan (%21.6) istatistiksel olarak
ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0.001).
Bozulmuş açlık glukozu görülen olguların HbA1c düzeyleri, AKŞ düzeyi
normal olan olgulardan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir
(p<0.001)
41
Şekil 12: AKŞ sınıflamasına göre trigliserit dağılımı
HbA1c
ort+SD
6,6
6,4
6,2
6
5,8
5,6
5,4
5,2
5
4,8
Bozulmuş açlık glukozu
Normal
AKŞ
Tablo 14: HbA1c %’si Düzeyine İlişkin Değerlendirmeler
+
LDL
+
Total Kolesterol
+
Trigliserid
+
Student t test
Anormal
HbA1C %
Ort±SD
5,61±0,49
Normal
Anormal
Normal
Anormal
Normal
5,61±0,54
5,63±0,49
5,60±0,54
5,69±0,47
5,58±0,54
p
0,981
0,543
0,026*
* p<0.05
LDL düzeyine göre HbA1c %’si ortalamaları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
42
Total kolesterol düzeyine göre HbA1c %’si ortalamaları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Trigliserid düzeyleri anormal olan olguların HbA1c %’si düzeyleri,
trigliserid düzeyi normal olan olgulardan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
yüksektir (p<0.05).
43
TARTIŞMA
Tüm dünyada Tip 2 DM insidansı ve prevalansı dramatik bir biçimde
artmaktadır. Tip 2 DM patogenezinde en önemli faktör olarak kabul edilen
insülin direnci, Tip 2 DM’un yanı sıra hipertansiyon, inme koroner arter
hastalığı ve metabolik sendrom gibi mortalite ve morbiditesi yüksek hastalıklar
için bağımsız bir risk faktörüdür.
Tip 2 DM’a ait şu veriler tarama testlerinin önemini göstermektedir:
1. Tip 2 DM gelişmiş ülkelerde erişkin nüfusun (40-74) % 14’ünü etkiler
(66). Gelişmekte olan ülkelerin bir kısmında bu oran daha yüksektir ve bu
kişilerin yarısı tanı almamıştır.
2. Klinik olarak tanı konduğunda komplikasyonlar sık olarak görülür.
Tarama sırasında tanı alanlarda ise komplikasyonlar daha azdır. Tip 2 DM’un
klinik tanı konmadan 4-7 yıl önce başladığı hesaplanmıştır (67).
3. Hiperglisemi önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyabet, IGT ve
IFG ve hatta yüksek normal (AKŞ 4,7-6,0 mmol/l) kişilerde dahi risk vardır
(68,69).
4.Diyabet taramasında Afrikalı Amerikalılar gibi yüksek riskli toplulukları
taranması ve erken tanı, tedavi maliyetlerinde anlamlı oranda azalma sağlamıştır
(70).
Bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı olan bireylerin her
yıl 2-5’i Tip 2 DM dönemine geçmekte ve bu oran 10 yıl içinde % 30 civarına
ulaşmaktadır (71,72).
İnsülin direncinin diğer risk faktörleri olmaksızın tek başına Tip 2 DM,
koroner arter hastalığı, hipertansiyon, metabolik sendrom ve inme gibi mortalite
ve morbiditesi yüksek, sağlık harcamalarında mali yükü yüksek hastalıklar için
bağımsız bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Özellikle DM sıklığı giderek
artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre 1995 yılında 195 milyon
DM’lu olduğu tahmin edilmekteydi. 2025 yılında ise bu rakamın 300 milyona
ulaşması beklenmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki DM’lu sayısının % 42 oranımda
artarak 51 milyondan 72 milyona; gelişmekte olan ülkelerde ise artışın % 170
oranla 84 milyondan 228 milyona ulaşması beklenmektedir. Ülkemizde DM
sıklığını en net verilerle ortaya koyan TÜRDEP (Türkiye Diyabet
Epidemiyoloji Çalışması) verilerine göre; erişkin nüfusta DM sıklığı % 7.2 olup
bunların % 2,3’ünü ilk kez tanı alanlar oluşturmaktadır (4).TEKHARF ( Türk
Erişkinlerinde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri) çalışması verilerine göre de
ülkemizde her yıl 130.000 yeni DM vakası görüleceği tahmin edilmektedir (73).
44
Bilindiği gibi 1997 yılında ADA (American Diabetes Association)
bozulmuş glikoz homeostazına yeni bir tanımlama getirmiş ve açlık plazma
glikoz değerinin 110-125 mg/dL arasında bulunmasını IFG (bozulmuş açlık
glikozu) olarak isimlendirmiştir. Bu tarihten sonra IFG ile ilgili çok sayıda ve
geniş çaplı çalışmalar yapılmaya başlanarak IFG’nin diyabet tanısındaki ve
diğer tanı kriterleri ile ilişkisi araştırılmıştır. Son olarak yayınlanan ADA 2004
kriterlerinde IFG sınırları 100-125 mg/dL’ye çekilmiştir.
IFG ve IGT daha önce de belirttiğimiz gibi; plazma glukoz seviyesinin DM
tanısı için gerekenden az ama normalden yüksek olmasıdır. Tip 2 DM ve
bozulmuş glukoz toleransı obezite, abdominal obezite, insülin direnci ve
bozulmuş insülin salgısı gibi ortak etyolojik faktörleri paylaşırken, bozulmuş
açlık glukozunun etyolojisi belli değildir. IGT ve IFG ‘nun glikoz
homeostazının iki farklı bozukluğu olduğu, iki ayrı populasyonu etkileyen, iki
farklı kardiyovasküler riske sahip hastalık olduğu düşünülmektedir.
Ülkemizde, Adana bölgesinde yapılan bir çalışmada bilinen diabetes mellitus
prevalansı % 7.4, yeni tanı almış diyabet prevalansı % 4.2, sadece bozulmuş
glikoz toleransı % 2.3, sadece bozulmuş açlık glikozu % 1.5 ve hem bozulmuş
glikoz toleransı hem de bozulmuş açlık glikozu prevalansı % 0.5 olarak
saptanmıştır.Biz çalışmamızda bozulmuş açlık glikozu ve AKŞ değeri normal
hastalar olarak gruplandırdık ve olguların % 41.6' sında bozulmuş açlık glikozu
saptandı.
Paris Prospective Study olarak adlandırılan ve 1991’de yapılmış olan bir
çalışmada, açlık kan şekeri 110 mg/dL’nin üzerinde olan orta yaşlı kadınlarda 3
yıl içinde diabet gelişmesi riskinin, açlık kan şekeri düşük olanlara göre anlamlı
derecede fazla olduğu bulunmuştur (74). Hong Kong’da yapılmış bir çalışmada
(75), 1988-1996 yılları arasında 657 Çinli’nin izlendiği kayıtlara göre, IFG’si
olan kişilerin 27’sinde ortalama 1.12 yıl sonra diabet geliştiği bildirilmiş ve
buna dayanarak IFG durumunun diabet gelişimi için bağımsız bir risk faktörü
olduğu iddia edilmiştir. Bir kohort çalışmada, açlık plazma glukozundaki
fazlalığın gelecekteki diabet riski artışına paralel olduğu gösterilmiş, ancak IFG
tanımı için bir eşik değerin belirlenemeyeceği iddia edilmiştir (76). Bizim
çalışmamızda bozulmuş açlık glikozu görülen olguların yaş ortalamaları, AKŞ
düzeyi normal olan olguların yaş ortalamalarından istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı yüksektir .
Ülkemizde yapılan TEKHARF çalışmasının 1990 yılında yapılan
taramalarında diabetli olan kadınlarda (n:89) diabetli olmayan kadınlardan (n;
1572 ) plazma total kolesterolu (210.9’a karşı 188.5 mg/dl) ve trigliserid
bakımından anlamlı fark bulunurken plazma HDL kolesterolu arasında anlamlı
fark saptanmamıştır. Diabeti olan erkekler (n:60) diabeti olmayan erkekle
45
(n:1572) ile karşılaştırıldığında ise plazma total kolesterolu (88’e karş 173
mg/dl) , trigliserid (198’e karşı 135 mg/dl ) arasında anlamlı fark saptanırken
HDL düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmamıştır (77). Çalışmamızda Erkek
olgularda bozulmuş açlık glikozu görülme oranı (%47); kadın olgulardan (%39)
olarak yüksek bulunmuştur.Cinsiyet ile LDL, HDL ve total kolesterol düzeyi
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamazken, erkek olgularda
trigliseridin anormal olma oranı (%32); kadın olgulardan (%23.4) yüksek
bulunmuştur.
Diyabetli hastalarda; dislipidemi, hipertansiyon, obezite ile serebrovasküler
ve koroner olayların sık görülmesi bilinen bir gerçektir. Diyabetli hastalar,
koroner arterdeki aterosklerozun; hem agresif formuna, hemde daha erken
başlangıçlı olmasına eğilimlidir (47). Diyabet patogenezinde; aşikar
hipergliseminin ortaya çıkıp da klinik olarak diyabet tanımlanmasından çok
önce, kompansatuar hiperinsülinemi sayesinde kan glikozunun normal
düzeylerde tutulduğu, uzun süren bir insülin direnci dönemi olduğu ve bunun
bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı olarak tespit edilebildiği
dönemlerden çok önce aterosklerozla ilişkili olayların gelişmeye başladığı
düşünülmektedir (47). Kardiovasküler riskin bu prediyabetik dönemde de arttığı
gösterilmiştir (79,80). Diyabette gözlenen hızlanmış ateroskleroz gelişiminin
nedeni multifaktöryeldir; hiperglisemi, dislipidemi ve yüksek oksidatif stresin
önemli olduğu gösterilmiştir (81,83).
Barr ve arkadaşları yaptıkları çalışmada IFG, IGT ve DM hastalarında
kardiyovasküler riskler ve buna bağlı mortalite oranlarını araştırdılar. 10428
hasta üzerinde yapılan ve 5.2 yıl süren çalışma sonucunda IFG ve DM
kardiyovasküler ve buna bağlı mortalite risk faktörü olarak görülürken, IGT risk
faktörü olarak tespit edilmedi (84).
Yine benzer şekilde yeni IFG’nin (IFG 100) eski IFG (IFG 110) ile
karşılaşmasını yapan çalışmalar yapıldı. Hung ve arkadaşlarının Tayvan’da
1411 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada, IFG 100 hasta gruplarının BMI (vücut
kitle indeksleri), bel çevresi, arteriyel basınçları ve trigliserid düzeylerine
bakıldı. Yeni IFG kriteri ile kardivasküler risk artışı arasında anlamlı ilişki
bulundu (85).
Lin ve arkadaşlarının yaptığı çalışma IFG ve IGT’nin aynı fizyopatolojiye
sahip olduklarını göstrerdiler. IFG ve IGT risk faktörleri değerlendirildi. Risk
faktörleri olarak bel kalça oranları, Trigliserid, HDL kolesterol, kan basınçları,
açlık plazma glukozu ve bunlarla ilişkili metabolik sendrom ve insülin
dirençlerine bakıldı. Sonuçlar IFG ve IGT gruplarının aynı risk faktörlerine
sahip olduklarını göstedi (86).Yine Agency for Healthcare Research and Quality
(AHRQ) grup, IFG ve IGT ile ilgili yapılmış 156 çalışmayı metanaliz etmişler
46
ve şu sonuçları elde etmişler. Diabetes mellitusa ilerleme IFG de %1.60-23.44,
IGT’de %1.83-34.12 ,hem IFG hemde IGT olan grupta %9.96-14.95 arasında
bulundu.
Total kolesterol, Framingham ve MRFIT (Multipl Risk Factor
Interventional Trial) çalışmalarıyla, LDL kolesterol; 4S, CARE, LIPID,
WOSCOPS,
AFCAPS/TEXCAPS
ve
HPS
çalışmalarıyla,
HDL
düşüklüğü;Framingham ve VA-HIT çalışmalarıyla, trigliserid yüksekliği
PROCAM ve Baltimor COLTS ile KKH (Koroner Kalp Hastalığı ) risk
faktörleri olarak önemlerini kanıtlamışlardır (87,96).
Tip 2 diyabeti olan hastalarda dislipidemi sıktır; tanı esnasında ve
prediyabetik dönemde dahi var olan bir durumdur. Rutin hipoglisemik tedaviye
rağmen varlığını sürdürür ve ekspresyonu; cinsiyet, obezite, egzersiz düzeyi,
diyet, alkol alımı, zayıf glisemik kontrol, sigara kullanımı, hipotiroidizm,
böbrek ve karaciğer fonksiyonları gibi pek çok genetik ve yaşam tarzı
özelliklerinden etkilenmektedir. Aynı zamanda, hastanın eş zamanlı olarak
kullandığı ilaçlar ve primer dislipideminin varlığı gibi durumlardan da etkilenir
(97,101).Diyabette görülen dislipideminin temel özellikleri orta derecede bir
hipertrigliseridemi (genellikle 1,5 ila 3 kat artmış) ve azalmış HDL kolesterol
(genellikle % 10-20)dür. Genellikle toplam düşük yoğunluklu lipoprotein
(LDL) düzeyleri, aynı popülasyonda yer alan diyabeti olmayan kişilerden
kantitatif olarak farklı değildir. Örneğin kuzey Almanya’daki Prospektif
Kardiyovasküler Munster çalışmasında (PROCAM) diyabetli hastaların %39
unda trigliserid konsantrasyonları >2.3 mmol/L (buna karşılık diyabeti
olmayanlarda aynı oran %21) ve %27 sinde HDL kolesterol <0.9 mmol/l (buna
karşılık diyabeti olmayanlarda aynı oran %16) olarak bulunmuştur (102).Benzer
şekilde 2045 vasküler hastalık gelişmiş diyabet hastası, CHD ikincil koruma
çalışmasına alınmak üzere değerlendirilmiş ve diyabeti olan olguların %45 inde,
diyabeti olguların %30.5 inde, diyabeti olmayan olguların %21.9 unda
hipertrigliseridemi (>2.3 mmol/l) tespit edilmiştir (103).Kısacası PROCAM
çalışmasında diyabeti bulunan hastalar diyabeti olmayan grup ile karşılaştırılmış
diyabetik hastalarda Trigliserid yüksek, HDL kolesterol düzeyi düşük
saptanmıştır.
Yaptığımız çalışmada bozulmuş açlık glikozu görülen olgularda trigliseridin
anormal olma oranı (%32.7); AKŞ düzeyi normal olan olgulardan (%21.6)
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunurken ;HDL ,LDL ve
Kolesterol düzeylerinde anlamlı fark bulunamamıştır.Tai ES ve ark., ADA 2004
kriterlerinde IFG ile ilgili yapılan düzenlemeden sonra (IFG alt sınırının 100
mg/dl’ye indirilmesi) değişen IFG prevalansını, kardiyovasküler ve diyabet
riskindeki değişikliği tespit etmek için geniş hasta populasyonlu çalışma
yapmışlardır. Çalışmalarında açlık kan şekeri 100-126 mg/dl olan prediyabetik
47
IFG grubunun % 63.5’inde santral obezite, trigliserid yüksekliği ve
hipertansiyon en yaygın olmak üzere en azından 1 tane metabolik sendrom
parametresinin beraber bulunduğunu tespit etmişlerdir (104).Bizde
çalışmamızda benzer bir sonuç elde ederek bozulmuş açlık glikozu olan
hastalarda trigliserit düzeyini yüksek bulduk.
Yapılan bir başka çalışmada ise bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş
glikoz toleransı karşılaştırılmıştır.Bu iki grupta trigliserit, total kolesterol,
sistolik kan basıncı, HDL kolesterol, açlık plazma insülin ve 120. dakikadaki
plazma insülin seviyeleri gibi değerlere bakılmış. Çalışmada OGTT de 120.
dakikadaki plazma glukoz seviyesi IFG grubunda daha düşük saptanmış. Diğer
risk faktörlerinden sadece sistolik kan basıncı ve trigliserit değeri IFG grubunda
daha yüksek saptanmış. Total kolesterol, HDL, açlık plazma insülini ve 120.
dakikadaki plazma insülini seviyeleri ise belirgin bir farklılık
göstermemiştir.Düşük HDL-C hem IGT hem de IFG da bulunmuş.
Biz çalışmamızda IFG olan vakalarda yaşın daha fazla olduğunu bulduk.
Çeşitli çalışmalarda IFG görülme sıklığının yaş ilerledikçe arttığı tespit
edilmiştir (105). Lindahl ve ark.nın yaptığı çalışmada, 30-60 yaşlarındaki 21057
erkek ve kadın incelemesinde prediyabetik grupta sağlıklı kontrol grubuna göre
hem kadınlarda hem erkeklerde açlık plazma glikozu konsantrasyonları daha
yüksek bulunmuştur.
Çalışmamızda diyabetik olmayan vakaları almamıza rağmen IFG olan
vakalarda HbA1c düzeyini daha yüksek bulduk.Yapılan bir çalışmada, grupların
HbA1c, açlık insülini, trigliserid, VLDL kolesterol dağılımları arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar görülmüştür. Bu parametrelerin ortalama
değerleri genel olarak kontrolden diyabete doğru yükselmektedir. Bu verilere
göre kontrol-prediyabet-diyabet seklinde açlık kan glikozu değerleri ne kadar
fazlalaşır ise glikoz metabolizması bozukluğuna eşlik eden diğer parametrelerin
de ona paralel olarak bozulmuş olduğunu söyleyebiliriz. C.Perry ve
arkadaşlarının yaptığı çalışmada IFG olan vakaların %45’nde HbA1c
yükselmiştir (106).
H.Ahmed Khan ve ark. 2006 yılında Riyad deki Armed Forces Hastanesi
diabet kliniğinde yaklaşık 2220 (1148 erkek, 1072 kadın) tip2 diabet hastasını
araştırmışlardır. Hastaları HbA1c düzeylerine göre 3 gruba ayrıldılar. 1. grup
HbA1c ‘si < 6 olanlar. 2.grup HbA1c ‘si 6ile 9 arasında olanlar, 3.grup ise
HbA1c’si 9’un üstünde olanlar.Bu çalışmanın sonucunda HbA1c ile trigliserid
arasında doğru, HDL kolesterol arasında ters bir ilişki mevcut idi.Bizim
çalışmamızda da trigliserid düzeyleri anormal olan olguların HbA1c düzeyleri,
trigliserid düzeyi normal olan olgulardan yüksek bulunurken total kolesterol
düzeyine göre HbA1c ortalamaları arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
48
Diyabetin en erken safhası olan IFG döneminde bile ateroskleroz
sürecinin başlamış olduğu ve kardiyovasküler risk oluşturduğunu bilmek, IFG
olan kişilerin erken tespiti, kardiyovasküler risklerin belirlenmesinde ve
tedavinin modifikasyonunda yararlı bir yaklaşım olacaktır. Diyabetik yada IFG
olan hastaların hipertansiyon, dislipidemi, obezite gibi eşlik eden risk faktörleri
de göz önüne alınarak daha agresif tedavi yaklaşımları ile izlenmeleri
önerilmekte ve bu sağlandığında da komplikasyonların daha başarılı bir şekilde
önlenebileceği düşünülmektedir. Diyabet riski taşıyan kişilerde ( örn: obezite,
ailede diyabet hikayesi, makrozomik bebek doğurma hikayesi …) açlık kan
şekerine bakılarak varsa IFG saptanması, gerekirse OGTT yapılarak IGT
saptanan hastalarda önerilen tedavi yaklaşımları ile diyabet oluşumunun
engellenmesi veya ertelenmesi KKH riskini azaltmada faydalı gibi
görülmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sadece DM tedavi maliyetinin yıllık 100
milyon doları aştığı belirtilmektedir. Tedavi maliyetlerine işgücü kaybı,
yetişmiş insan kayıpları, sağlık sigortası harcamaları gibi kalemler eklendiğinde
diyabetin toplam mali portresi daha da büyüyerek ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizde Tip 2 DM ve komplikasyonlarının maliyeti ve bunun genel sağlık
harcamalarındaki payı hakkında istatistiksel veriler henüz mevcut olmamakla
birlikte TÜRDEP ve TEKHARF çalışmalarının verileri tip 2 DM’un ülkemiz
açısından önemli sağlık sorunlarının başında geldiğini göstermektedir (4,14).
Bizim çalışmamızda Aile Hekimliği polikliniğimize başvuran hastalarda
bozulmuş açlık glikozu ve lipid paremetreleri arasındaki ilişki incelendi.Tip 2
DM,KKH ,HT gibi kronik hastalık tanısı ile takip ve tedavi edilen hastalar
çalışmamıza dahil edilmedi.Polikliniğe başvuran hastalarda AKŞ, Trigliserid,
LDL, HDL, Total kolesterol ve HbA1c 'yi değerlendirdik.Yapılan diğer
çalışmalar ile benzer sonuçlar aldık.
Diyabetin erken safhası olan IFG döneminde bile lipid metabolizmasında
bozukluğun başladığı sonucuna vardık. Yaptığımız çalışmada bozulmuş açlık
glikozu görülen olgularda trigliseridin anormal olma oranı istatistiksel olarak
ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunurken ;HDL düzeylerinde anlamlı fark
bulunamamıştır.Diyabet riski taşıyan kişilerde açlık kan şekerine bakılarak
varsa IFG ‘nun saptanması, gerekirse OGTT yapılarak IGT saptanan hastalarda
önerilen tedavi yaklaşımları ile diyabet oluşumunun engellenmesi koruyucu
hekimliğin kuralları gereği yapılması gerekenlerdir.Böylelikle Tip 2 DM ve
sonrasındaki komplikasyonların önlenmesinde erken alınacak önlemlerle
sonuçların yüz güldürücü olacağı açıktır.
49
SONUÇ VE ÖZET
Bozulmuş Açlık Glikozu (IFG) ile hiperlipidemi birlikteliğinin
değerlendirmesini yapmak amacı ile çalışmamızı yaptık.Çalışmamız T.C. Sağlık
Bakanlığı Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile
Hekimliği Polikliniğine 01.01.2007 – 31.12.2007 tarihleri arasında, başvuran
yaşları 13 ile 65 arasında değişmekte olan; 674’ü (%67.9) kadın ve 319’u
(%32.1) erkek olmak üzere toplam 993 olgu üzerinde yapıldı.
AKŞ,Total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL ve HbA1c parametreleri
değerlendirildi.Çıkan sonuçlarda bozulmuş açlık glikozu olguların 41,6’ında
görülmekte; LDL olguların %35,4’ünde anormal; total kolesterol olguların
%33,6’sında anormal; trigliserid % 26,22 sinde anormal ve HDL ise olguların
% 51,12inde anormal olarak saptanmıştır.
Çalışmamızda bozulmuş açlık glikozu ve AKŞ değeri normal hastalar olarak
gruplandırdık ve olguların % 41.6' sında bozulmuş açlık glikozu saptandı.AKŞ
düzeyi ile LDL, HDL ve total kolesterol düzeyi arasında anlamlı bir ilişki
bulunamazken , bozulmuş açlık glikozu görülen olgularda trigliseridin anormal
olma oranı (%32.7); AKŞ düzeyi normal olan olgulardan (%21.6) ileri düzeyde
anlamlı yüksek bulundu.Bozulmuş açlık glikozu erkeklerde ve ileri yaşta daha
yüksek oranda bulundu. Yine bozulmuş açlık glikozu görülen olguların HbA1c
düzeyleri, AKŞ düzeyi normal olan olgulardan yüksek bulundu.
Tip 2 diyabetli bireylerde lipid bozukluklarının en önemli özelliği yüksek
trigliserid düzeyleri ve düşük yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL kolesterol)
düzeyleridir.Biz diyabetin erken dönemi olan IFG döneminde bile lipid
metabolizmasında bozukluğun başladığı sonucuna vardık. Koruyucu hekimliğin
kuralları gereği Tip 2 DM' un ve beraberindeki komplikasyonların gelişiminin
önlenmesi için gerekli yaklaşımların yapılmasının önemini bir kez daha
vurgulamaya çalıştık.
50
KAYNAKLAR
1. Ünlütürk U.,Gürlek A.;Tip 2 Diyabet:Global Epidemi;Türk Kardiyoloji
Seminerleri, Nisan,Cilt 5,Sayı 2,164-171, 2005
2. Garber AJ: Diabetes Mellitus “Internal Medicine, editör: Stein JH, MosbyYear Book,St. Louis, Missouri, sayfa:1391-92”, 1994.
3. Büyükdevrim S. , Yılmaz MT, Satman İ , Dinçağ N, Karsıdağ K, Altuntas Y:
Diyabetolojiye Giriş, Laboratuar ve klinik Tanı Kriterlerinin
Standardizasyonu,1996.
4. Satman İ.,Yılmaz T.,Şengül A.,Salman S.,Salman F.,Uygur S.,Bastar I.,
Tutuncu Y.,Sargın M.,Dinccag N.,Karsidag K.,Kalaca S.,Ozcan C.,King H.;
Population-based study of diabetes and risk characteristics in Turkey:results of
the Turkish diabetes epidemiology study (TURDEP).Diabetes Care;25:15511556, 2002
5. Diabetes Mellitus ve ilgili Sorunların Tedavisi,4.baskı, Satman İ. (ed),
İstanbul, Sigma Publishing Ldt.Sti.,2004
6. Sodeman WA., Sodeman TM: Sodeman’s Pathologic Physiology
mechanisms of disease. Çevirenleri : V.Cesur, N.Kemal, 1.Baskı, Hekimler
Birligi Vakfı Türkiye Klinikleri Yayınevi. Ankara Cild 2, 1992
7. Bloom, A. and İreland, J:Diabet atlası 1982.
8. Watkins PJ, Drury PL, Howell SL: Diabetes and its management 5th ed.
Blackwell Co p:3 1996.
9. Tanyeri F: Diabetes Mellitusun sınıflandırılması ve prevalansı. Aktüel tıp
dergisi, 7:500-503 1996.
10. International diabetes federation. Triennial report (1991 - 1994) and
directory. IDF, 4D Rue Washington, 1050 Brussels Belgium, 1984
11. Yılmaz M.T.: Editörden Galenos Aylık Sağlık Meslek Dergisi 1:3 1997.
12. Hatemi H.: Diabetes Mellitusun tarihçesi. Aktüel Tıp Dergisi 7: 497 – 499
1996.
51
13. Erdoğan G.: Diabetes Mellitusun tedavisi 1.Baskı, Bilimsel Tıp Yayınevi
Ankara, 1997.
14. Türkiye’de Diyabet ve Metabolik Sendrom Epidemiyolojisi,
H.H.Hatemi(ed), İstanbul,Bayer Sağlık Ürünleri, 2005
15. King H., Rewers M., and WHO ad hoc Diabetes Reporting group. Global
estimates for prevalence of diabetes mellitus and impaired glucose tolerance in
adults. Diabetes care;16:157-177, 1993
16. King H., Aubert RF., Herman WH.: Global burden of diabetes.1995-2025.
Diabetes care;21:1414-1431, 1998
17. Satman İ, Yılmaz T: Dünyada ve Türkiye’ de obezite epidemiyolojisi.
Aktüel tıp dergisi: 6:9-12, 2001
18. İliçin G., Biberoğlu K., Süleymanlar G., Ünal S. Temel İç Hastalıklar.
Güneş Kitabevi Ankara;Cilt 2:2279-2330, 2003
19. Yenigün M. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Nobel Tp Kitabevi (2.
Bask); 51-61, 63-67, 69-81, 215-217, 237-243, 2001
20. Koloğlu S.. Diabetes Mellitus. Endokrinoloji Temel ve Klinik Ed: Koloğlu
S.Medical Network & Nobel Ankara Birinci Bask;368-385, 1996
21. Foster D. W. Diabetes Mellitus. Harrison’s Principle of Internal Medicine.
Ed:Wilson J.D., Fauci A., Braunwald E., Isselbacher K.J., Martin J.B.,Kasper
22.Tip 2 Diyabetin Tanı ve Tedavisi,1.baskı, A.N.Dursun (ed), İstanbul, AND
Danışmanlık, Eğitim,Yayıncılık ve Organizasyon Ltd.Sti. , 2005
23. NMS iç Hastalıkları, 3. baskı, C.Yılmaz (çev.ed) ,İstanbul,Nobel Tıp
Kitapevleri Ldt. Sti. :Bölüm 9, s 475-490, 1998
24. Büyükdevrim S., Yılmaz M.T. , Satman İ. , Dinççağ N. , Karşıdağ K.,
Altuntaş Y. Diabetolojiye giriş, Laboratuar ve Klinik Tanı Kriterlerinin
Standardizasyonu 1996.
25. Olefsky JM: Diabetes Mellitus in Wyngaarden JB, Smith LH, Bennet JC,
Cecil, Textbook of Medicine 19th ed WB Saunders co. Volume 2p: 1291. 1992.
52
26. Arslan M. Obezite. Endokrinoloji Temel ve Klinik, Koloğlu S(ed). Medical
Network. Nobel Ankara; 775-87, 1996
27. Pickup JC, Williams, G: Textbook of diabetes. 2n edition, Blackwell
Science DLD. Volume 1, 1997
28. Gündogdu S, Açbay Ö: Tip 2 diabetin evreleri ve takip kriterleri. Aktüel Tıp
Dergisi 8:557-559, 1996.
29. Golay A, Felber JP, Jequier E, De Fronzo RA, Ferrannini E. Metabolic basis
of obesity and non-insulin dependent diabetes mellitus. Diab Metab Rev ; 4150. R, 1988
30. Reaven GM, Hollonbeck CB, Chen Y-DI. Relationship between glucose
tolerance insulin secretion and insulin action in non obese individuals with
varying degrees of glucose tolerance. Diabetologia; 32; 52-9, 1989
31. Siddle K. Molecular Biology to Pathology. Ed: Ashcroft FM, Ashcroft SJH.
Orlando. Oxford University Press ; 6: 191-234, 1992
32. Aronoff SL, Bennett PH, Gorde P: Unexplained hyperinsulinemia in
normals and prediabetic Pima Indians compared with normal Caucasians. An
example of racial differences in insulin secretion. Diabetes; 26: 827-836, 1997
33. Fitz Gerold MG, Malins JM: Ten years follow-up report on the
Birmingham Diabetes Survey of 1961 BMJ ; 12: 35-37, 1976
34. Jarret RJ, Keen H, Fuller J: Worsening of diabetes in men with impaired
glucose tolerance. Diabetologia ; 16: 25-30, 1979
35. Periferik İnsülin Direnci Çalışma Gurubu: 38. Ulusal Diyabet Kongresi
Mezuniyet Sonrası Eğitim Kursu Notları ; 29-36, 2002
36. Yenigün M., Mikro ve makroanjiopatiler: Kardiovasküler diabet. Edt.
Yenigün M.,İ.Ü. Basımevi :150-222 , 1997
37. Yenigün M., Diabetes Mellitusun geç komplikasyonları. Her Yönüyle
Diabetes Mellitus kitabından. Editör: Yenigün M. Nobel tıp kitabevi , s.546584, 1995
53
38. The Diabetes and Complication Trial Research Group (1993). The effect of
intessive treatment of diabetes. Dermendez G., Nodas J., Sa’pi Z.:Lipoblastoma
–Like lipoatrophyinduced by human insulin: Morphologicalevidence korlocal
dedillereution of adipocysts? , Diabetologia, s: 954, 2000
39. Yenigün M., Diabetik makroanjiopati ( diabetik makrovasküler hastalık),
Her Yönüyle Diabetes Mellitus adlı kitabından. Editör: Yenigün M. Nobel Tıp
Kitabevi, İstanbul, s:315, 2001
40. Ross R. Atherosclerosis an inflamatory disease. New England Journal of
Medicine ;340; 115-26, 1999
41. Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood
Cholesterol in Adults. Executive summary of the third report of the NCEP
Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood
Cholesterol in Adults (Adult Treatment Panel 3). JAMA; 285:2486-97, 2001
42. Mosca L, Grungy SM, Judelson D, et al. Guide to preventive cardiology for
women: AHA/ACC Scientific Statement Consensus Panel statement.
Circulation ;99:2480-84, 1999
43. Grundy SM, Benjamin IJ, Burke GL et al. AHA Scientific statement.
Diabetes and cardivascular disease. A Steatment for healtcare professionals
from the American Heart Association. Circulation ;100:1134-46, 1999
44. Aronson D, Rayfield EJ, Chesebro JH. Mechannisms determining course
and outcome of diabetic patients who have had acute myocardial infarction.
Ann, Intern, Med ;126:296-306, 1997
45. Woodfield SL, Lundergan EJ, Reiner JS et al.fot the GUSTO-1
angiographıc investigators.Anngiografphic findings and outcome in diabetic
patiens treated with thrombolytic therapy for acute myocardial infarction:the
GUSTO-1 experience.J Am Coll Cardiol ;28:1661-9, 1996
46. King H,Aubert RE, Herman WH. Global burden of diabetes,1995-2025.
Prevelance, numerical estimates and projections. Diabetes Care;21
:1434-31, 1998
47. Zimmet PZ, Alberti KG. The changing face of macrovascular disease in non
insülin dependent diabetes mellitus: an epidemicin progress. Lancet;350(Suppl
1):1-4, 1997
54
48. Laakso M,Lehto S. Epidemiology of macrovasculer disease in
diabetes.Diabetes Rev;5:295-315, 1997
49. Assman G, Schulte H. The prospective cardiovasculer Munster(PROCAM)
study: prevelance of hyperlipidemia in persons with hypertension and or
diabetes mellitus and the relationship to coronary heart disease. Am Heart J
;116:1713-24, 1988
50. Turner RC, Millns H,Neil HAW et al.for the Unıted Kıingdom Prospective
Diabetes Study Group.Risk factors for coronary artery diseae in non –insülin –
dependent diabetes mellitus:Unıted Kingdom prospectıve diabetes study
(UKPDS:23). Br Med J;316:823-8, 1998
51. Howard BV, Robbins DC,Sievers ml et al.LDL cholesterol as a strong
predıctor of coronary heart dısease in diabetıc individuals with insulin
resistance and low LDL.The Strong Heart Study.Arterioscler Thromb Vasc Biol
;20:830-5, 2000
52. Wang N, Tall AR. Therapeutic modulation of cellular cholesterol efflux.
Curr Atheroscler Rep;3.33:345-7, 2001
53. Assman G, Schulte H. Relationof high-density lipoprotein cholesterol and
triglycerides to incidence of atherosclerotic coronary artery disease/the
(PROCAM axperience). Am J Cardiol ; 70:733-7, 1992
54. Manninen V, Tenkanen H;Koskinen P et al. Joint effects of triglycerides and
LDL cholesterol and HDL cholesterol concentratşons on coronary heart disease
risk in the Helsinki Heart Study. Implications for treatment. Circulations
;85:37-45, 1992
55. Lehto S, Ronenemaa T, Pyorola K, Laakso M. Cardiovascular risk factors
clustering with endogenous hyperinsulinemia predict death from coronary heart
disease in patients with type 2 diabetes. Diabeteologia;43:148-55, 2000
56. Ginsberg HN. İnsulin resistance and cardiovascular disease. J Clin Invest
;106;453-8, 2000
57. Mahley RW, Rall Jr SC. Type III hyperlipoproteinemias
(dysbetalipoproteinemia; remnant particle disease). In: Betteridge
55
DJ,Illingworth DR, Shepherd J, editors. Lipoproteins in health and disease.
London : Arnold : 719-36, 1999
58. Hamstein A, Karpe F. Triglycerides and coronary heart disease- has
epidemiolagy given us the right answer? In: Betteridge DJ, editor. Lipids:
current perspectives. London: Martin Dunitz :43-68, 1996
59. Syvanne M, Taskinen M-R. Lipids and lipoproteins and coronary risk
factors in non-insulin dependent diabetes mellitus. Lancet ;350 (supp)l 1):
S120-123, 1997
60. Ginsberg HN; Illıngworth DR: Postprandial dislipidemia: an atherogenic
disorder common in patients with diabetes mellitus.Am f Cardiol 88:9H15H,2001
61. Criqui MH, Heiss G, Cohn K, et al. Plasma triglyceride level and mortality
from coronary heart disease. NEJM ;328:1220-25, 1998
62. Onat A, Şenocak M, Örnek E, ve ark. Türkiye’de erişkinlerde kalp hastalığı
ve risk faktörleri sıklığı taraması: 4. kanda kolestrol ve trigliserid düzeyleri.Türk
Kardiyol Dern Arş ;19:169-77, 1991
63. Mc Phee JS, Lingappa RV, Ganong WF, et al. Pathophysiology of Disease
3. Edition : 269-273. 2000
64. Cleeman J. Review of National Cholesterol Education Program. JAMA
; 285: 2486-2497, 2001
65. Koroner kalp hastalıgı koruma ve tedavi kılavuzu. Türk Kardiyoloji
Dernegi, 2002.
66. Harris MI, Eastman RC, Cowie CC, Flegal KM, Eberhardt MS. Comparison
of diabetes diagnostic categories in the U.S. population according to the 1997
American Diabetes Association and 1980-1985 World Health Organization
diagnostic criteria. Diabetes Care. Dec; 20(12): 1859-62, 1997
67. Haris MI, Klein R, Welborn TA, Knuiman MW. Onset of NIDDM occurs at
least 4-7 years before clinical diagnosis. Diabetes Care. Jul;15(7): 815-9, 1992
68. Charles MA, Balkau B, Vauzelle Kervroedan F, Thibult N, Eschwege E.
Revision of diagnostic criteria for diabetes. Lancet. Dec 14; 348 (9042): 16578, 1996
56
69. DECODE Study Group. Glucose tolerance and mortality: comparision of
association diagnostic criteria. Lancet; 354: 17-21, 1999
70. CDC Diabetes Cost-Effectiviness Study Group. The cost effectiviness of
screening for type 2 diabetes. JAMA ; 280: 1757-63, 1998
71. Jarret RJ, Keen H, Fuller J: Worsening of diabetes in men with impaired
glucose tolerance. Diabetologia ; 16: 25-30, 1979
72. Periferik İnsülin Direnci Çalışma Gurubu: 38. Ulusal Diyabet Kongresi
Mezuniyet Sonrası Eğitim Kursu Notları ; 29-36, 2002
73. Onat A, Sansoy V: Systolic and diastolic blood pressure related to six other
risk parameters in Turkish adults: Strong correlation with relative weight. Int J
Cardiol ; 63: 295-303, 1997
74. Balkau B,Shipley M,Jarret RJ et al.high blood glucose concentration is a
risc factor for mortality in middle aged nondiabetic man.20 year follow up in
the Whitehall Study,the Paris Prospective Study and Helsinki Policeman
Study.Diabetes Care;21:360-367, 1998
75. Ko GT, Chan JC, Cockram CS.Change of glycaemic status in Chinese
Subjects with impaired fasting glycaemia.Diabet Med ;18:745-8, 2001
76. Shaw J, Zimmet P,Hodge A,Courten MD,Dowse G,CHİTSON
P,Tuomilehto J,Alberti KG MM.Impaired fasting glucose:How low should it
go? Diabetes Care ;23:34-39, 2000
77. Onat A, Örnek E, Şenocak M ve ark: Türkiye’de erişkinlerde kalp hastalığı
ve risk faktörleri sıklığı taraması: 6. Diyabet ve obesite. Türk Kardiyol Dern Arş
:19:178-85, 1991
78. Abacı A, Oğuzhan A, Karaman S, et al. Effects of diabetes mellitus on
formatıon of coronary vessels. Circulatıon ; 99 : 2239-2242, 1999
79. Haffner SM, Stern M, Hazuda HP, et al.cardiovascular risk factor in
confirmed prediabetıc ındıvıduals.Does the clock for coronary artery disease
start ticking before the onset of clınıcal dıabetes JAMA 263: 2893-2898, 1990
80. Wheathcoft SB, Williams IL, Shah AM, et al. Pathophisiological
impications of ınsulın resistance on vasculer endothelial function diabetıc
medıcıne ; 20: 255-268, 2003
57
81. Ledru F, Ducimetieve P,Battoglia S,et al.New Diagnostıc criteria for
diabetes coronery artery disease insights from an angiographic study. I am coll
Cardiol , 37 : 1543-1550, 2001
82. Laakso M. Hyperglısemıa and cardiovasculer disease ın tıp 2
dıabet.Diabetes ;48:937-942, 1999
83. Hsueh WA, Laur RE.Cardiovasculer risk continuum : implications of
ınsulın resistance and diabetes AMJ Med ; 105: 45-145, 1998
84. Barr EL, Zimmet PZ, Welborn et al. Risk of the cardiovasculer and allcause
mortality in individuals with diabetes mellitus, impaired fasting glucose, and
impaired glucose tolerance : the Australian Diabetes, Obesity, and Lifestyle
Study. Circulation jul 10;116(2):151-7, 2007
85. Hung WW, Chang CJ, Lee YJ et al. Metabolic risk factors insouther
Taiwanese with impaired fasting glucose of 100 to 109 mg/dL. Metabolism.
Apr;56(4):528-32, 2007
86. Lin JD, Wan HL, Li JC, Wu CZ, Kuo SW, Hsieh CH, Lian WC, Lee CH,
Kao MT, Pei D. Impaired glucose tolerance and impaired fasting glucose share
similar underlying pathophysiologies. Department of Medicine, Division of
Endocrinology and Metabolism, Buddhist Tzu Chi General Hospital and
College of Medicine, Tzu Chi University, Taipei, Taiwan, ROC. Tohoku J Exp
Med. Aug;212(4):349-57 , 2007
87. Denke MA, Sempos CT, Grundy SM. Excess body weight: an
underrecognized contributor to high blood cholesterol levels in white American
men. Arch InternMed ;153:1093-103, 1993
88. Denke MA, Sempos CT, Grundy SM. Excess body weight: an
underrecognized contributor to dyslipidemia in white American women. Arch
Intern Med 1994;154:401-10. disease in men and women. Circulation ;71:8818, 1985
89. Olefsky J, Reaven GM, Farquhar JW. Effects of weight reduction on
obesity: studies of lipid and carbohydrate metabolism in normal and
hyperlipoproteinemic subjects. J Clin Invest ;53:64-76, 1974
90. Grundy SM, Mok HYI, Zech L, Steinberg D, Berman M. Transport of very
low density lipoprotein triglycerides in varying degrees of obesity and
hypertriglyceridemia.J Clin Invest ;63:1274-83, 1979
58
91. Garrison RJ, Wilson PW, Castelli WP, Feinleib M, Kannel WB, McNamara
PM. Obesity and lipoprotein cholesterol in the Framingham Offspring
Study.Metabolism ;29:1053-60. 1980
92. Hartz AJ, Rupley DC, Kalkhoff RD, Rimm AA. Relationship of obesity to
diabetes: influence of obesity level and body fat distribution. Prev Med
;12:351-7. 1983
93. Stern MP, Haffner SM. Body fat distribution and hyperinsulinemia as risk
factors for diabetes and cardiovasculardisease. Arteriosclerosis ;6:123-30, 1986
94. Berchtold P, Berger M, Jorgens V, Daweke C, Chantelau E, Gries FA,
Zimmermann H. Cardiovascular risk factors and HDL-cholesterol levels in
obesity. Int J Obes ;5:1-10, 1981
95. Berchtold P, Jorgens V, Finke C, Berger M. Epidemiology of obesity and
hypertension. Int J Obesity ;5(suppl 1):1-7, 1981
96. Blair D, Habicht J-P, Sims EAH, Sylwester D, Abraham S. Evidence for an
increased risk for hypertension with centrally located body fat and the effect of
race and sex on this risk. Am J Epidemiol 1984;119:526-40, 1984
97. Syvanne M. Taskinen M-R. Lipids and lipoproteins as coronary risk factors
in non-insulin dependent diabetus mellitus. Lancet ;350 (suppl 1 );S120 -123,
1997
98. Duel PB. Dibetus mellitus. İn;Betteridge DJ, İllingworth DR, Shepherd
J,editors. Lipoproteins in health and disease. London : Arnold :897-930, 1999
99. Betteridge DJ. Risk factors for arterial disease in diabetes: dislipidemia. İn:
Tooke JE, editor. Dibetic anjiopathy. London: Arnold; 65-92, 1999
100. Gingseberg HN. İnsulin resistance and cardiovasculer disease. J Clin
Invest ;106:453-8, 2000
101. Haffner SM. American Diabetes Associaion technical review: management
of dislipidaemia in adults with diabetes. Diabetes care ; 21:160-78, 1998
102. Assman E, Schulte H. The prospective cardiavascular Munster(PROCAM)
study: prevelance of hyperlipidemia in persons with hypertension and/or
diabetes mellitus and the relationshiip to coronary heart disease. Am Heart J
;116:1713-24, 1988
59
103. Behard S,Benderly M,Reicher-Reus H et al.for the Bezafibrate İnfarction
Prevention (BIP) Study.Lipid profile and outcome of diabetic patiens with
coronary artery dissease in the BIP Study Registry.Proceedings of the American
Collage of Cardiology; March;Anaheim,California, 1997
104. Tai ES, Goh SY, Lee JJM, Wong M, et al. Lowering the criterion for
impaired fasting glucose: Impact on disease prevalance and associated risk of
diabetes and ischemic heart disease. Diabetes Care ; 27(7): 1728, 2004
105. Kumbasar AB. Bozulmus Glikoz Toleransı, Bozulmus Açlık Glikozu. Ed:
Altuntas Y, Yenigün M. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Nobel Tıp Kitabevleri,
2.baskı : 236-245. 2001
106. C. Perry, R. R. Shankar, N. Fineberg, J. McGill, and A. D. Baron
HbA1c Measurement Improves the Detection of Type 2 Diabetes in HighRiskIndividuals With Nondiagnostic Levels of Fasting Plasma Glucose: The
Early Diabetes Intervention Program (EDIP) Diabetes Care, March 1 ; 24(3):
465 -471, 2001
60
Download