BÖLÜM I DÜNYADA DEĞİŞİM RÜZGARLARI YÖN ARIYOR, TÜRKİYE İSTİKRARA ODAKLANIYOR. 1. Dünyada Değişen Dengeler Ülkeleri Yeniden Şekillendiriyor Yeni dünya düzeninde dengeler sürekli değişmekte; 21 inci yüzyılın yeni ve serin esintileri gözlemlenmektedir. Dünya döndükçe toplumlar kaçınılmaz olarak değişmektedir. Daha 21 yıl önce, dünya NATO ve Varşova Paktı olarak ikiye bölünmüş durumdaydı, “Doğuda” katı bir “merkezi planlama”, “Batıda” ise tam ters yönde “liberal” bir ekonomik düzen hüküm sürmekteydi. 1991'de SSCB’nin dağılmasının ardından dünya tek kutuplu bir “Süper Güç” olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetilmeye başlandı, Ardından, içine girmek için herkesin yarıştığı “Avrupa Birliği” etkin olmaya başladı, Pasifikte Japonya, şaşırtıcı hamleler gerçekleştirmeye başladı, Daha sonra Çin bir güç olarak belirdi, Hindistan, Brezilya ve Güney Kore de sahne aldı, Ve şimdilerde ise Türkiye Cumhuriyeti “Ben de varım” diyor. Yeniler, yepyeni ataklarla gündeme gelirken AB, ABD ve Japonya, finansta mali illüzyonların optik kırılmalarına sahne olmuştur. Dünya, “1994 Meksika Krizi”, “1996 Küresel Kriz”, “1998 Rusya Moratoryumu”, “2001 Arjantin Moratoryumu” ve nihayet “2008 İpotek Krizi” ile sarsılmıştır. Çöküntü, 2012 sonunda da devam etmektedir; ABD’de “mali uçurum” Avrupa Birliğinde “kamu borçları ve banka sorunları” Japonya’da “derin durgunluk” tanımlamalarıyla halen sürmektedir. Bunların ayrıntılarına ve olası sonuçları ülke bazında aşağıda değerlendirilmekte olup, ekonomik anlamda başarılı olamayan “büyük ülkelerin bir bölümünün toplu “borç” durumları da aşağıda verilmektedir. 1 Tablo 1. Bazı Ülkelere Göre Kamu Borçları Toplam Kamu Borcu (Trilyon Dolar) Japonya 12,6 ABD 11,3 Almanya 2,8 İtalya 2,5 Fransa 2,3 İngiltere 2,2 Belçika 0,5 Kaynak: The Economist, 21.10.2012 Her Vatandaş Başına Kamu Borcu (Dolar) 100.000 36.000 34.200 40.700 36.600 34.700 45.400 Kamu Borcunun Milli Gelire Oranı (%) 221 73 83 121 89 90 101 1991 yılında, Hollanda’nın Maastricht kentinde AB’nin önde gelen yöneticileri ve karar mercileri tarafından “Maastricht Kriterleri” olarak bilinen “kamu borcu milli gelirin % 60'ını geçmemesi” kararı alınması ve sonrasında bu kurala uyamayan AB üyesi ülkelerin de durumu ekonomik gerçekleri gözler önüne sermiştir. Ekim 2012 sonu itibariyle dünya merkez bankalarının bir bölümünün rezerv varlıklarının kabaca üçte ikisisin ABD’nin on yıllık tahvilinden oluştuğu görülmektedir. Çin Merkez Bankası’nın Ekim 2012 döviz rezervlerinin 3,2 trilyon Doları geçmiş durumda olması artık Doların (dolayısıyla ABD’nin) kaderinin Pekin’in elinde olduğu yönünde şaşırtıcı bir gerçeği de gözler önüne sermektedir. 1.1. Gelişmiş Ekonomiler 1.1.1. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ABD ekonomisi tahminlerden yavaş büyümekte ve ivme kazanmakta zorlanmaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's (S&P)’nin 2013 yıllarına ilişkin büyüme öngörülerini aşağı yönlü revize etmesi, ABD ekonomisinin geleceğine ilişkin büyüme beklentilerinde bir iyileşme olmayacağı tahminlerini kuvvetlendirmektedir. IMF, Ekim ayı Dünya Ekonomik Görünümü Raporunda ABD ekonomisi ile ilgili büyüme tahminlerini 2012 yılı için bir önceki tahmine göre 0,1 puan artırarak %2,2, 2013 yılı için bir önceki tahmine göre 0,1 puan azaltarak %2,1 olarak açıklamıştır. 2 Bununla beraber, bu tahminin 2013 yılında keskin bir vergi artışı ve harcama kesintisi olmayacağı, borç tavanının en kısa zamanda artırılacağı varsayımına dayandığı ifade edilmiştir. Diğer yandan ekonomi politikasındaki belirsizliklerin ve mali uçurum ihtimalinin ve küresel ekonomik risklerin ABD ekonomisi için aşağı yönlü riskler barındırdığı ifade edilmiştir. S&P ise ABD ekonomisi büyüme beklentilerini düşürmüştür. GSYH artışının 2012 yılında % 2,2, 2013 yılında ise % 1,8 olacağını tahmin eden S&P, ekonomide iyiye doğru hızlı bir dönüş gerçekleşme ihtimalini % 15 olarak gördüklerini açıklamıştır. ABD Merkez Bankası (FED)'in yeni tahminlerine göre; işsizlik oranının 2013 ve 2014'te sırasıyla % 7,6 ile % 7,9 arasında ve % 6,7 ile % 7,3 arasında olması beklenmektedir. ABD tüketici güven endeksi, Eylül 2012 ayında beklenmedik bir şekilde yükselerek, ekonominin %70’inden fazlasını oluşturan hane halkı harcamasına dinamizm kazandırmıştır. Öte yandan, tüketici güveni ile ilgili olumlu gelişmeler, reel sektör ile ilgili olarak açıklanan verilere yansımamıştır. Ticaret Bakanlığı tarafından Ağustos ayında %0,5 oranında arttığı açıklanan hane halkı harcamaları, çok az yükselerek, ekonomik gelişmenin ivme kazanmakta zorlandığını göstermiştir. ABD'de dış ticaret açığı 2012 Ağustos ayında, yavaşlayan küresel büyümenin ABD'nin ihraç mallarına talebi düşürmesinin etkisi ile artmıştır. ABD'nin dış ticaret açığı, Temmuz ayındaki 42,5 milyar dolar seviyesinden, Ağustos ayında %4,1 artarak 44,2 milyar dolara çıkmıştır. İhracat Şubat ayından bu yana en düşük seviyesine gerilemiştir. İhracat Ağustos ayında % 1 düşerek 181,3 milyar dolara, ithalat ise % 0,1 düşüşle 225,5 milyar dolara gerilemiştir. Özellikle Avrupa ve Çin başta olmak üzere, küresel ekonomik yavaşlamanın ABD ihracatını azaltmasının bu düşüşte önemli etkisi olmuştur. Petrol fiyatlarındaki yükselişin gelecek dönemlerde ithalat faturasını yükseltme ihtimali de bulunmaktadır. Dış ticaret açığında son dönemde yaşanan daralma büyümeye olumlu katkı yapmakla birlikte, son aylarda aynı etkinin devam etmesi çok muhtemel görülmemektedir. 2012 yılı sonunda ABD’de borçlanma limitinin sınırına gelinmesi önemli bir risk unsuru olarak görülmektedir. Borçlanma limitinin artırılmaması durumunda “mali uçurum” olarak adlandırılan sınıra gelinmesi, zaten zayıf olan ekonomik toparlanmayı olumsuz etkileyebilecektir. 3 ABD’de kamu harcamalarında sert düşüşe yol açacak '’mali uçurum'’ konusunda derin görüş ayrılıkları içindeki ABD Kongresi'nde herhangi bir karar alınamaz ise, 1 Ocak 2013 itibariyle otomatik olarak 600 milyar dolar tutarında harcama kesintisi ve vergi artışları devreye girerek küresel ekonominin büyümesi önünde kısa vadeli risk oluşturacaktır. Bununla birlikte, dünyanın en büyük ekonomisinin büyüme hızında yılın üçüncü çeyreğinde artış yaşanmıştır. Resmi rakamlar Eylül ayı sonuna kadar ki üç ay içinde ABD ekonomisindeki büyümenin yıllık %2'ye tekabül ettiğini göstermektedir. 6 Kasım 2012 tarihinde Barack Obama’nın tekrar ABD Başkanı seçildiği seçim öncesi de 20 milyon Amerikalının işsiz olduğu ve bütçenin büyük açık verdiği ekonomi, seçim kampanyasının en önemli konularından biri olmuştur. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ekonomik ve ticari boyutu, Türkiye açısından tatmin edici değildir. 2000 yılında 7 milyar dolar olan ikili ticaret 2011 yılında 20.6 milyar dolara çıkmasına rağmen, ABD’nin Türkiye’nin ihracatı içindeki payı düşük seviyededir. 2011 yılında ABD’ye ihracatımız 2010’a göre %22,2 artışla 4.6 milyar dolar olarak gerçekleşirken, ABD’den 16 milyar dolarlık ithalat çerçevesinde, ülkemiz aleyhine 11.4 milyar dolar ticaret açığı verilmiştir. İkili ticaret hacminin artışı, sürekli Türkiye aleyhine gelişen bir ticaret açığı ile gerçekleşmektedir. ABD, 2011 yılında Türkiye’den en fazla ihracat yapılan ülkeler arasında %3,4 pay ile yedinci sırada yer almıştır. Türkiye ise ABD’nin 2011 yılı ithalatında %0,24 pay ile 45’inci sırada yer almıştır. Bu çerçevede, 2013 yılında, İzmir’in ABD’ye olan ihracattan daha fazla pay alabilmesi için, ilimizde ABD mevzuatı, pazar yapısı, iş yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar gibi İzmirli firmalara ABD pazarına girişte yararlı olabilecek seminerler, ABD’de ve/veya şehrimizde hedef sektör ve eyaletlerde iki ülke işadamlarını bir araya getiren iş konseyi toplantılarının gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. 1.1.2. Avrupa Birliği (AB) Ülkeleri 2010 yılının başlarında Avrupa’yı vuran Avro krizinin, krizin patlak verdiği tarihten beri Avrupa ülkelerini hala olumsuz yönde etkilediğini görebiliyoruz. 2012 yılının ekonomik verileri bize krizin devam ettiğini kanıtlar niteliktedir. 4 AB ülkelerinin gayri safi yurtiçi hâsıla büyüme oranlarına baktığımızda, 2011 yılında ortalama % 1,5 oranında bir büyüme olduğunu görüyoruz, 2012 yılında ise bu oranın -0,3 olması beklenmektedir. 2012 ve 2013 Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH) büyüme oranları projeksiyonlarında ise büyümenin yine eksilerde devam edeceği, ancak 2014’den itibaren tekrar artılara çıkacağı öngörülmektedir. Bu oranlar bize, Avrupa Birliği’nde genel olarak ekonomik faaliyetin düşüş eğiliminde olduğunu göstermektedir. Tablo 2. AB Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla Büyüme oranları (%) 2010 2011 2012 AB (27) 2,1 1,5 -0,3* Euro Alanı 2,0 1,4 -0,4* Kaynak: EuroStat *Tahmini rakamlar 2013 -0,4* 0,1* 2014 1,6* 1,4* İşsizlik verilerine baktığımızda ise durum daha da vahim bir tablo çizmektedir. 2011 yılının Eylül ayında AB (27) ülkelerinin işsizlik oranı %9,8 iken bu oran 2012 yılının aynı ayına göre %10,6 olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılı işsizlik verilerini 2011 yılı ile karşılaştırdığımız da işsizlik oranlarının 20 ülkede yükseldiğini, 7 ülkede ise düştüğünü görüyoruz. AB ülkeleri arasında en büyük düşüş Litvanya, Estonya ve Letonya’da kaydedilirken en büyük yükseliş ise Yunanistan ve İspanya’da olmuştur. Grafik 1. AB Ülkeleri İşsizlik Oranları (Eylül 2012) Kaynak: EuroStat 5 2012 yılında işsizlik konusunda özellikle Yunanistan ve İspanya’da dramatik artışlar gerçekleşmiş, işsizlik İspanya’da %25,8, Yunanistan’da ise %25,1 oranına ulaşmıştır. Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkarılması bile gündeme gelmiştir ancak bu konuda henüz kesin bir adım atılmamıştır. Bu ülkelerde işsizliğin ve kamu borcunun ülke ekonomilerine verdiği yükü azaltmak amacıyla hükümetler kesintiler yapmıştır ve bu durum sosyal sorunlara hatta yer yer ciddi ayaklanmalara sebep olmuştur. AB ülkeleri arasında genç işsizliğine baktığımız zaman 2012 yılının Eylül ayında %22,8 gibi bir oran gerçekleştiğini görüyoruz. Bir önceki yılın aynı ayında ise bu oran % 21,7 idi, yani genç işsizliğinde de bir artış gözlemliyoruz. Genç işsizliği oranlarına baktığımız zaman en az oranları Almanya (%8,0), Hollanda (%9,7) ve Avusturya’da (%9,9) kaydederken, en yüksek oranları ise Yunanistan (%55,6) ve İspanya’da (%54,2) görüyoruz. Son zamanlarda özellikle İspanya’dan Almanya’ya gençler iş aramak için göç etmektedir ve Almanya da kalifiye iş gücü ihtiyacını İspanya’dan sağlamaya başlamıştır. Bütün bu ekonomik verilere genel olarak baktığımız zaman, AB ülkelerinde büyümenin krizle beraber durduğu hatta eksi büyüme oranlarının yaşandığı görülmektedir. 2013 yılı projeksiyonlarında da bu durumun değişmeyeceği ve önümüzdeki birkaç yılda AB ekonomilerinin toparlanamayacağı anlaşılmaktadır. Yaşanan bu kriz, AB’de özellikle işsizliğin çok yüksek olduğu Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerde sosyal patlamalara ve AB ülkeleri içinde iş göçlerine sebep olmuş, AB’de yeni fenomenler yaratmıştır. AB-Türkiye İlişkileri Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin 2011 ve 2012 yılları büyüme oranlarına baktığımızda, Türkiye’nin çok daha hızlı büyüdüğünü ve AB ülkelerinin aksine, gittikçe büyüyen bir ekonomiye sahip olduğunu görüyoruz. 2012 yılı tahminlerine göre AB ülkelerinin ortalama büyüme oranı eksilerdeyken Türkiye’nin %3.0 olarak görülmektedir. Sonraki yıl tahminlerinde ise Türkiye’nin büyümeye devam edeceği görülmektedir. Tablo 3. Türkiye-AB Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla Büyüme Oranları Karşılaştırma (%) 2010 2,1 9,0 AB (27) Türkiye Kaynak: EuroStat *Tahmini rakamlar 2011 1,5 8,5 2012 -0,3* 3,0* 6 2013 -0,4* 2,9* 2014 1,6* 3,7* Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan Türkiye’nin AB ülkeleri ile dış ticaret verilerine baktığımızda ise, 2012 yılının Eylül ayına kadar Türkiye’nin AB ülkelerine 43,2 milyar dolar ihracat yaptığını görüyoruz. Bu rakam 2011 yılında 62,3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2012 yılının Eylül ayında ise AB ülkelerine ithalatımız 64,4 milyar dolar olarak gerçeklemiştir. 2011 yılında ise ithalatımız 91,1 milyar dolar civarında gerçekleşmiştir. AB ülkelerinde yaşanan krize rağmen AB ülkeleri ile dış ticaretimizin artış eğilimde olduğu gözlenmektedir. Bunda Türkiye’nin büyüyen ekonomisinin etkili olduğu düşünülmektedir. 1.1.3. Japonya 2011 yılında Japonya’da 9 büyüklüğünde meydana gelen deprem ve sonrasında depremin yol açtığı tsunami ülkede büyük bir yıkıma yol açmıştı. Japon hükümetinin yapmış olduğu açıklamada yaşanan felaketin maliyetinin 300 Milyar doların üzerine olduğu belirtilmişti. 2012 yılında deprem ve tsunamiden etkilenen bölgelerin yeniden yapılandırılması ve diğer bölgelerin göstermiş oldukları ekonomik gelişmelerin sonucu olarak Japon ekonomisinin 2011 yılına kıyasla sıçrama gerçekleştirdiği tartışılmaktadır. Yılın ilk çeyreği incelendiğinde felaket sonrasında yeniden yapılandırma çalışmalarının Japon ekonomisinin büyümesini sağladığının üzerinde durulmaktadır. Ancak 2012 yılının ikinci çeyreğinde yavaşladığı altı çizilen Japon ekonomisinin, yıllık olarak %1,4 düzeyinde büyüdüğü belirtilmiştir. Yıllık büyümede gözlemlenen düşüş, yaşanan küresel finansal krizin etkileri ile dünya ölçeğindeki yavaşlama ve iç tüketimde görülen azalma ile açıklanmaktadır. Bunun yanında Japonya’nın Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşadığı ada krizinin iki ülke arasında mevcut 340 Milyar dolarlık ticaret hacmini tehdit ettiği belirtilmektedir. Söz konusu krizin dış ticaret dengesi üzerinde olumsuz bir etki yaratacağı ve her iki ülkenin ekonomilerini büyük oranda etkileyeceği tartışılmaktadır. 7 Türkiye ile Japonya arasındaki ticaret incelendiğinde, ticaretin Türkiye aleyhine açık verdiği görülmektedir. 2011 yılı sonu itibariyle ticaret hacmimizin 4,5 Milyar dolar seviyesine ulaştığı belirtilmektedir. Türkiye ile Japonya arasında özellikle kuru meyveler ve fındık, dondurulmuş ve işlenmiş meyve ve sebzeler gibi gıda ürünlerinde; ev tekstili, otomotiv yan sanayi, makine aksam ve parçaları, demir-çelik ürünleri, mücevher, mermer, seramik ve cam eşya alanlarında işbirliği yapılabileceğinin altı çizilmektedir. Japonya, T.C. Ekonomi Bakanlığı tarafından, 2012-2013 döneminde Hedef/Öncelikli Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir. 1.1.4. Rusya ABD Citibank verilerine göre; tüketici beklentilerinin görünür biçimde yavaşladığı Rusya Federasyonu’nda 2012-2015 yılları arasında öngörülen ekonomik büyüme 2012 yılı % 3,5, 2013 yılı % 4,0, 2014 yılı % 4,1 ve 2015 yılı % 4’tür. Rusya bütçesi daha çok petrol ve hammadde ihracına dayanıyor. Önümüzdeki dönemde petrol fiyatlarının düşmesini gerektirecek bir beklenti olmadığından, Rusya’da uzun vadeli siyasi ve ekonomik istikrar görünüyor. Ülkenin ekonomik büyüme açısından önünün açık olduğu söylenebilmektedir. IMF verilerine göre Rusya’nın 2012 bütçesinde açık yerine %0,5’lik artış vereceği öngörülüyor. 2013 için ise bu rakamın %0,2 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Petrol ve doğalgaz gelirleri, siyasi istikrar ve tüketime açık bir toplum olması nedeni ile Rusya ekonomisinin yabancı yatırımcı için cazibesini sürdürmeye devam edeceği öngörülmektedir. 1.2. Yükselen Ekonomiler 1.2.1. Çin Son yılların dünya büyüme şampiyonu, ABD'nin en büyük finansörü, neredeyse bütün dünyanın dış ticaret açığı sorununun sorumlusu olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin önümüzdeki yıllarda iki rakamlı büyüme düzeylerine veda edeceği belirtilmektedir. IMF tarafından yayınlanan Dünya Ekonomik Görünümü Raporu’na göre, Çin ekonomisinin 2012 yılı büyüme tahmininin %8’den %7,8 seviyesine, 2013 yılı için ise %7,5’den %7,2 seviyesine indirildiği belirtilmektedir. 8 T.C. Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Dünya Ekonomisindeki Son Gelişmeler’ isimli raporda, Çin Halk Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın gerçekleştirmiş olduğu açıklamaya atıfta bulunarak Çin ekonomisinin aşağı yönlü baskı altında olduğu ve para politikasında değişiklik yapılabileceğinin altı çizilmiştir. Para politikasındaki söz konusu değişiklik amacı ile sürekli ve uyumlu kredi büyümesi yönlendirileceği, Yuan kurunda esnekliğin arttırılacağı, faiz oranları reformunda ilerleme sağlanacağı, ABD ve Avrupa’da alınan önlemlerin yakından izlendiği ve enflasyondaki mevcut istikrarın korunacağı belirtilmiştir. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) yaptığı açıklamada 2012 yılı ikinci çeyreğinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin mal ihracatının 528,4 Milyar Dolar ve mal ithalatının 456,8 Milyar Dolar olarak gerçekleştiğinin altı çizilmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti ülkemizin Uzakdoğu bölgesinde yer alan en büyük ticaret ortağı ve ithalat gerçekleştirdiği üçüncü ülke konumundadır. Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki ticaret dengesinin ülkemiz aleyhine açık verdiği görülmektedir. 2011 yılı verileri incelendiğinde, 24,2 Milyar Dolar olan ticaret hacmi çerçevesinde Türkiye’nin, Çin Halk Cumhuriyeti’ne ihracatı 2,5 Milyar Dolar iken, Çin Halk Cumhuriyeti’nden ithalatı 21,7 Milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Ekonomist dergisi tarafından hazırlanan raporda uzun yıllar tüm dünyanın korkulu rüya olarak gördüğü Çin Halk Cumhuriyeti’nde artık tüm aktörlerin daha fazla etkin olmak için çabaladıklarının altı çizilmiştir. 100 milyon zengini ve gerçekleştirmiş olduğu 1,7 Trilyon Dolarlık ithalat ile Çin Halk Cumhuriyeti bir tehdit olmaktan çok fırsat olarak nitelendirilmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti T.C. Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan’ın uygun görüsü ve Müsteşarlık Makamı’nın 13/04/2012 tarih ve 2012/365 sayılı Onayı ile 2012-2013 döneminde Hedef Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir. 9 1.2.2. Hindistan Ekonomist dergisi tarafından hazırlanan raporda, yakaladığı yüksek büyüme oranları ile şu an ABD ekonomisinin onda biri büyüklüğünde olan Hindistan’ın 2050’li yıllarda ABD ekonomisinin büyüklüğünü geçeceğinin hesaplandığı tartışılmaktadır. IMF, 2012 yılında, Hindistan ekonomisinin %6,5 oranında büyüyeceğini tahmin etmektedir. Citibank ise, önümüzdeki üç yıla ilişkin tahminlerinde büyümenin sürekli bir artış içerisinde olacağını öngörmektedir. Buna göre; 2013 yılı için tahmin edilen büyüme rakamı %6,9, 2014 için %7,1 ve 2015 yılı için %7,3’tür. Hindistan’ın ekonomik reformlara başladığı 1990’lı yılların başından itibaren ekonomik büyümesinin geçici olmaktan çıkarak, yükselen bir oranla seyrettiği belirtilmektedir. Hindistan’da ciddi bir satın alma gücüne sahip 200 – 300 milyon tüketicinin yaşadığının altı çizilmektedir. Ülkenin istikrarlı bir makro ekonomik yapıya sahip olduğu, gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarının her geçen gün azaldığı belirtilmektedir. Özellikle ilaç sanayisinin çok gelişmiş olduğuna değinilen Hindistan’ın, ilaç sanayisi hammaddeleri konusunda potansiyel bir pazar olduğuna dikkat çekilmektedir. Özellikle sağlıklı yaşam için zeytinyağı tüketiminin arttığının altı çizilmektedir. T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği’nin hazırlamış olduğu raporda, 1 Nisan 2011 – 31 Mart 2012 mali yılında Hindistan’ın ihracatının, bir önceki mali yıla göre %21 oranında artarak, 303,7 Milyar Dolar olarak gerçekleştiği belirtilmektedir. Aynı dönemde ithalatın ise 488,6 Milyar Dolar ile bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla %32,1 oranında arttığının altı çizilmektedir. 10 Tablo 4. Hindistan’ın İhraç Ettiği Başlıca Ürünler 2010-2011 Toplam İçinde Pay(%) 2010-2011 29.203 40.058 16,0 Madeni Yağ, Yakıt ve Ürünleri 29.036 42.491 16,2 3 Giyim 13.184 14.247 5,7 4 Demir ve Çelik 8.597 17.112 6,8 5 Organik, İnorganik Kimyasallar 8,412 12.220 5,0 6 Elektrik Makine ve Ekipmanları 7.233 10.839 4,3 No Mallar 2009-2010 1 Doğal Değerli ve Yarı Değerli Taşlar 2 Kaynak: T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği, 2012. Tablo 5.Hindistan’ın İthal Ettiği Başlıca Ürünler No MALLAR 1 Madeni Yağ, Yakıt ve Ürünleri 2 3 2009-2010 Doğal Değerli ve Yarı Değerli Taşlar Nükleer Reaktörler, Makineler, Kazanlar 2010-2011 Toplam İçinde Payı (%) 96.321 115.929 31,4 46.322 77.054 20,8 23.990 29.007 7,8 4 Elektronik Makineler ve Aksamları 22.074 27.211 7,4 5 Organik, İnorganik Kimyasallar 12,837 16.422 4,4 6 Demir Çelik 11.607 14.626 4,0 Kaynak: T.C. Yeni Delhi Ticaret Müşavirliği, 2012. Ekonomi politikalarında koruma önlemlerin azaltılması ile birlikte diğer ekonomiler ile etkileşim içerisine giren Hindistan’ın, Türk şirketlerinin de rotası üzerinde yer aldığı belirtilmektedir. Türkiye ile Hindistan arasında ticaret hacminde gözlenen artışa rağmen, ticaret dengesi sürekli olarak ülkemiz aleyhinedir. Hindistan ile ticaret konusunda avantajlar; ülkenin büyük bir pazar ve ekonomi olması, 1,2 milyarlık nüfusa sahip olması, İngilizcenin yaygın olarak kullanılması, ülkemiz ve Hindistan arasında çok sayıda sektörde işbirliği imkanı ve potansiyelinin bulunması olarak gösterilmektedir. 11 Hindistan, T.C. Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan’ın uygun görüşü ve Müsteşarlık Makamı’nın 13/04/2012 tarih ve 2012/365 sayılı Onayı ile 2012-2013 döneminde Hedef Ülkelerden birisi olarak belirlenmiştir. 1.2.3. Brezilya Brezilya, gelişmekte olan ülkeler arasında ikinci, Latin Amerika'nın en büyük ekonomisi konumundadır. IMF’nin Ekim ayında yayınladığı Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’na göre başta Çin, Brezilya ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ekonomilerde büyüme hızının yavaşlayacağı öngörülmektedir. IMF’ye göre, gelişmekte olan ekonomilere yönelik aşağı yönlü riskler genel olarak dışsal etkenlerden kaynaklanmakla birlikte gelişmekte olan ekonomilerde uygulanan sıklaştırıcı para politikaları, emtia ve petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ve kriz sürecinde uygulanan teşvikler yüzünden daralan mali alanın yeni şoklar karşısında yetersiz kalma riski de önemli rol oynamaktadır. Raporda gelişmekte olan ekonomilerde 2012 ve 2013 yıllarında büyüme tahmini sırasıyla %5,6’dan %5,3’e ve 55,8’den %5,6 seviyesine indirilmiştir. Birleşmiş Milletler ise Arjantin ve Brezilya’daki zayıf büyümeye dikkat çekerek Latin Amerika ve Karayipler bölgesinin 2012’ye ait büyüme tahminini %4,3 oranından %3,2'ye indirmiştir. Kuruluş, büyüme tahminini aşağı çekmekte gerekçe olarak Avro Bölgesi’ndeki borç krizi ve Çin’in büyümesindeki yavaşlamayı göstermiştir. Aynı zamanda özel tüketimin, bölgedeki büyümenin temel belirleyicisi olduğuna dikkat çekilmiş ve bunun da istihdam piyasasındaki büyüme ve artan krediler sayesinde desteklendiğini belirtmiştir. Bununla birlikte, Brezilya hükümeti önümüzdeki beş yıl boyunca ekonomiye 50 milyar dolar akıtmak için bir dizi önlem alma çalışmaları yürütmektedir. Hükümetin çalışma planının ilk parçası, 14 bin kilometrelik demiryolu ve karayolunun özelleştirilmesini içermekte olup ardından, limanların özelleştirilmesi, enerji maliyetlerinin azaltılması ve sanayi teşviklerinin takip edeceği belirtilmektedir. Brezilya'daki büyümenin 2012 yılında %2'nin altında kalması beklenmektedir. 2009'dan bu yana en düşük yıllık performans, 2010'daki çarpıcı %7,5'lik büyümeden ani bir düşüşe işaret etmektedir. Büyümedeki son zayıflama daha çok, toplum genelinde borçlanma oranlarının artmasına ve küresel ekonomik darboğaz nedeniyle Brezilya ürünlerine talebin azalmasına bağlanmaktadır. Analizciler, burada 'Brezilya Maliyeti' (Custo Basil) olarak bilinen pahalı enerji, yetersiz altyapı ve işçi ücretlerindeki artışın büyümeye yük olduğunu belirtmektedirler. 12 Hükümet, yatırımı arttırmak için özelleştirmeye ağırlık vermeye başlamış olup, önümüzdeki beş yıl boyunca ülkeye 50 milyar dolarlık yatırımın çekilmesi öngörülmektedir. Şubat 2012 ayında, ülkenin en büyük havalimanlarından üçünü, 2014 FIFA Dünya Kupası öncesinde yetersiz kalan tesisleri geliştirmeleri umuduyla özel şirketlere vermiştir. Devlet Başkanı Dilma Rousseff ayrıca, bazı federal vergileri kaldırarak sanayi için enerji fiyatlarını %10 kadar düşürmeye hazırlanmaktadır. Ekonomistler, Brezilya Hükümeti’nin yeni çalışma paketinin bazı kilit ekonomik sorunları çözeceğine ancak Brezilya'nın artan kamu harcamaları ve iyi işlemeyen vergi sistemi gibi başka ciddi sorunları olduğuna dikkat çekmekte bu alanlarda reform yapılmadan, Brezilya ekonomideki hassasiyetin süreceğini belirtmektedirler. 1.2.4. Güney Kore Güney Kore’nin 1962 yılında başlattığı ihracat odaklı kalkınma modeli ile sosyal ve ekonomik açılardan büyük gelişme sağladığı belirtilmektedir. T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre Güney Kore’nin, son otuz yılda dünyanın en hızlı büyüyen ve gelişen ekonomileri arasında yer aldığı belirtilmektedir. 2000 yılından itibaren her yıl ortalama %4,7 büyüdüğü belirtilen Güney Kore ekonomisinin %55’inin ihracata dayandığının altı çizilmektedir. Takip edilen kalkınma modeli yanında ülke ekonomisinin büyümesine ‘chaebol’ adı verilen büyük holdinglerin katkısı gösterilmektedir. Kore Savaşı sonrasında devlet desteği ile kurulmaya başlanan ‘chaebol’ lara örnek olarak Hyundai, Samsung, Daewoo, Kia gibi holdingler gösterilmektedir. Otomotiv sanayi Güney Kore’nin en önemli sektörleri arasında gösterilmektedir. Özellikle Kuzey Amerika pazarını hedefleyerek, ihracat amaçlı kurulduğu belirtilen sektörün, 2011 yılı ihracatının %13,7 artışla 3.151.708 adete ulaştığının altı çizilmektedir. 13 T.C. Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği tarafından hazırlanan raporda, bölgeler bazında Kuzey Amerika, Avrupa, Asya, Orta Doğu ve Orta-Güney Amerika’ya ihracatın sırasıyla %13,4, %28,6, %32,6, %6,7 ve %10,9 arttığı belirtilmekte, taşıt araçlarındaki en önemli kalemi oluşturan otomobil ihracatının %28 artışla 45.3 Milyar Dolara, oto yedek parça ihracatının ise %21,8 artışla 23,1 Milyar Dolara ulaştığı belirtilmektedir. Raporda Güney Kore’nin, 2011 yılı sonunda 555,2 Milyar Dolar ihracat ve 524,4 Milyar Dolar ithalat ile 1 trilyon Dolar dış ticaret hacmini aşarak, ABD, Almanya, Çin Halk Cumhuriyeti, Japonya, Fransa, İtalya, İngiltere ve Hollanda’nın ardından bunu başaran dokuzuncu ülke olduğunun altı çizilmektedir. Bunun yanında Güney Kore’nin 2010 yılında kazandığı dünyanın yedinci büyük ihracatçısı olma unvanını 2011 yılında da korumayı başardığına değinilmektedir. Güney Kore’nin ihracatındaki başlıca ürünler; elektrikli makine ve cihazlar, motorlu kara taşıtları, kazan, makine ve mekanik cihazlar, gemiler, mineral yakıtlar, optik alet ve cihazlar, plastikler ve mamulleri, demir ve çelik, organik kimyasallar, demir veya çelikten eşyalar olarak sıralanmaktadır. İthalatındaki başlıca ürünlerin ise mineral yakıtlar, elektrikli makine ve cihazlar, kazan, makine ve mekanik cihazlar, demir ve çelik, metal cevherleri, optik alet ve cihazlar, organik kimyasallar, plastikler ve mamulleri, motorlu kara taşıtları ve muhtelif kimyasal maddeler olduğu belirtilmektedir. Ülkemiz ile Güney Kore arasındaki ticari ilişkilerin 2003 yılından günümüze önemli gelişmeler kaydederek, iki ülke arasındaki ticaret hacminin sekiz yılda 1,45 Milyar Dolardan 5,88 Milyar Dolara ulaştığı belirtilmiştir. Tablo 6. Türkiye – Güney Kore Ticaret Verileri (1.000 $) Yıllar İhracat İthalat 2003 78.126 1.374.736 2004 104.044 2.356.221 2005 127.408 2.782.025 2006 194.333 3.035.803 2007 281.570 4.087.436 2008 361.913 3.772.570 2009 434.435 2.660.688 2010 516.920 3.752.906 2011 804.624 5.070.997 Kaynak: T.C. Seul Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği Hacim 1.452.862 2.460.265 2.909.433 3.230.136 4.369.006 4.134.483 3.095.123 4.269.196 5.875.621 Denge -1.296.610 -2.252.177 -2.654.617 -2.841.470 -3.805.866 -3.410.657 -2.226.253 -3.236.616 -4.266.373 İhracatı Geliştirme Etüd Merkezinin hazırlamış olduğu raporda, Güney Kore’den ithal edilen ürünler, makine ve ulaşım araçları (%54), kimyasallar (%14), demir-çelik (%9) ve tekstil ürünleri (%7) olarak belirtilmektedir. 14 Başlıca ihraç kalemlerimiz ise etilen ve profilin gibi petrol gazları (%27), makine ve ulaşım araçları (%19), gıda ürünleri (%13), tekstil (%10), bakır, çinko, mermer gibi maden cevherleri (%7) olarak açıklanmaktadır. 2. Küresel Kriz Beşinci Yılını Doldurdu 2007 yılı içerisinde ABD’de başlayan ve tüm dünyayı gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayırt edilmeksizin etkisi altına küresel kriz beşinci yılını doldurmuştur. Başlangıçta, ABD’de, teminatı yetersiz ipotekli banka kredilerinin sebep olduğu kriz (sub-prime mortgage crisis) 15 Eylül 2009 tarihinde 165 yıllık Amerikan yatırım bankası “Lehman Brothers’ın” iflasını istemesiyle tavan yapmıştır. Bu talihsiz olayı, önce ABD’de, ardından özellikle Avrupa Birliği’nde ve bütün dünyada o güne kadar benzeri duyulmadık terslikler izlemiştir. ABD’nin en büyük bankaları Bank of America, Citigroup, JP Morgan Chase, Wels Fargo, ABD’nin en büyük sigorta şirketi AIG, Kamu destekli dev ipotek kuruluşları Fannie Mae ve Freddy Mac, Otomotiv devi General Motors, ABD Şirket Kurtarma Fonundan (TARP) destek almak zorunda kalmışlardır. İngiltere’nin dev bankaları Royal Bank Scotland (RBS) ve Lloyds Bankacılık Grupları kamulaştırılmıştır. 2012 Ekim ayı itibariye RBS’ın %82, Lloyds Bank’in %41 hissesi devlete geçmiştir. Almanya’da Commerzbank, Fransız-Belçika Bankası Dexia, Hollanda’da ING Bank, Belçika’da KBC Bankası devlet desteği alan bankalar arasında yer almıştır. Avrupa’da kamu borcu ve bankacılık sorunları sürmektedir. Yakın gelecekte eski güneşli günlere dönüşün kolay olmayacağı görülmektedir. 2013 yılında da küresel ekonomik sorunların devam edeceği görülmektedir. IMF'in Dünya Ekonomisinde Görünüm (WEO) raporuna göre, Euro bölgesindeki borç krizi ve bunun küresel büyüme üzerindeki etkisi dünyadaki birçok ülkeyi etkilemektedir. Küresel ekonomik iyileşme zayıflamakta, küresel ekonomideki belirsizliğin ülke liderlerinin büyümeyi sağlamak için önlem almalarını zorlaştırmaktadır. 15 Avrupalı liderler krizin kötüleşmesini engellemek için adımlar atmalarına rağmen, hızlı bir iyileşme beklemediklerini de sık sık ifade etmektedirler. Ayrıca küresel ekonomik krizin gelişmekte olan ekonomilere de zarar vermeye başladığı gözlemlenmektedir. Mevcut tablonun değişmesi için belirsizlik perdesinin mutlaka kaldırılması gerekmektedir. Belirsizliğin ortadan kaldırılması ve AB'deki borçlu ülkelerin istikrarı açısından Avrupa İstikrar Mekanizması'nın kurulmuş olması oldukça önemli bir adımdır. İtalya, Yunanistan ve İspanya'da zor durumda olan bankaları kurtarmak ve kredi genişlemesi açısından 2014'e kadar fona aktarılacak olan 500 milyar Euro’nun, sorunu çözmek için bir ön adım olabileceği düşünülmektedir. Avrupa İstikrar Fonu’nun, hükümetlere doğrudan borç verebilmenin yanında borç yükünün yüksek olduğu ülkelerin borçlanma maliyetini azaltmayı sağlayacak devlet tahvilleri alımını gerçekleştirecek olması da, ekonomistler tarafından olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir. Tüm bu olumsuz tabloya rağmen olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. AB ülkelerinin bir çoğunda 2013 yılı umut yılı olabilir. IMF her ne kadar küresel ekonomi için tedirgin olsa da, 2013 yılında eğer işler planlandığı gibi giderse, krizin başladığı süreden bu yana AB'nin bir çok ülkesinde gerileyen GSYH, yeniden artmaya başlayacaktır. Bunun tek istisnasının Yunanistan olacağı tahmin edilmekte, 2013 yılında da Yunanistan ekonomisi küçülmeye devam edecek gibi görünmektedir. IMF'in beklediği bir başka beklenen olumlu gelişme ise, bütçe açıklarının GSYH içindeki payının düşmesidir. Bu düşüş aşırı borçlu PIIGS ülkelerinin (Portekiz, İtalya, İrlanda, Yunanistan, İspanya) tümüyle olmasa da kısmen soluk almasını sağlayacaktır. AB ekonomisinde büyüme eğiliminin güçlenmesi ile dış ticaret hacminin de artacak olması doğal bir sonuçtur. Daha açık bir ifade ile AB'nin ithalatı yeniden artmaya başlayacaktır. Dolayısıyla AB pazarı ile kriz döneminde pazar payını ve ilişkilerini koparmadan devam ettiren ülkelerin canlanma döneminde öne çıkacağı gözlemlenmektedir. 16 3. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Sular Durulmuyor Orta Doğu’daki gelişmeler gerek bölge halklarıyla mevcut tarihi, kültürel ve sosyal yakınlığımız, gerek bu gelişmelerin doğrudan veya dolaylı etkileri nedeniyle Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Çok boyutlu, yapıcı ve geleceğe dönük bir dış politika izleyen Türkiye, Orta Doğu’da barış, istikrar ve refahın egemen olmasını arzu etmekte, bu hedefle yürütülen çabalara güçlü ve aktif destek vermekte ve gereksinim duyulan her alanda krizlerin aşılması ve sorunların çözümü için girişimlerde bulunmaktadır. Türkiye’nin bölge için vizyonu kalıcı barış, istikrar ve güvenlik ile sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Güvenlik ve istikrarın tesisi ekonomik kalkınma ve refah için “olmazsa olmaz” şarttır. Bu nedenle, Türkiye bölgedeki sorunların diyalog yoluyla çözülmesi, bölge ülkeleri arasında ekonomik karşılıklı bağımlılığın yaratılması ve sosyal ve kültürel alanlarda ilişkilerin güçlendirilmesi için çaba sarf etmektedir. “Komşu ülkelerle sıfır sorun” yaklaşımımız ve bölgesel bütünleşme sağlanmasını hedefleyen girişimlerimiz bu çabaların somut birer örneğini oluşturmaktadır. Türkiye bu çerçevede gerek ikili düzeyde, gerek çok taraflı platformlarda Orta Doğu ülkeleriyle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini yapısal temelde güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türk-Arap İşbirliği Forumu (TAF), Türkiye-KİK Yüksek Düzeyli Stratejik Diyaloğu çok taraflı platformlar olarak ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, ikili düzlemde Irak, Suriye ve Lübnan’la Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyleri (YDSK) kurulmuş olup, diğer bölge ülkeleriyle de benzer Konsey mekanizmaları kurulması yolundaki çalışmalara başlanmıştır. İkili YDSK mekanizmaları Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayan Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi için de çıkış noktasını oluşturmuştur. Dörtlü İşbirliği Mekanizması halihazırda geçerli olan ikili serbest ticaret ve vize muafiyeti uygulamaları temelinde kurulmuş; ekonomik ve ticari karşılıklı bağımlılık yoluyla bölgesel istikrarı hedeflemektedir. Ticaret, ulaştırma, enerji ve turizm sektörleri dörtlü işbirliğinin öncelikli alanları olarak belirlenmiştir. Arap Baharı sürecinde Türkiye, bölge yönetimlerinin çağımızın gereklerine cevap verebilecek siyasi, sosyal ve ekonomik reformları kendi iç dinamikleri ve halklarının beklentileri çerçevesinde, uzlaşı ve diyalog yoluyla ve süratle gerçekleştirmeleri gerektiğine inanmaktadır. 17 2010 yılında Arap coğrafyasındaki bir çok ülkeye yayılan ve kamuoyunda ''Arap Baharı'' olarak adlandırılan özgürlük hareketlerinden, Türkiye'nin ihracatı sınırlı olarak etkilenmiştir. Türkiye'nin, Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerden Bahreyn, Cezayir, Mısır, Ürdün ve Yemen'e yaptığı ihracat, halk ayaklanmasından sınırlı ölçüde etkilenmiş, Libya ve Suriye ise ihracatın büyük düşüş yaşadığı ülkeler olmuştur. Türkiye'nin Bahreyn'e yaptığı ihracat 2010 yılında 172 milyon dolar iken, Arap Baharı'ndan sonra sınırlı bir düşüş kaydederek, 160 milyon dolara gerilemiş, Türkiye'nin 2012 yılının Ocak-Ağustos döneminde bu ülkeye gerçekleştirdiği ihracat ise 10 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Cezayir'e yapılan ihracat 2009'da 1 milyar 780 milyon Dolar iken, 2010'da 1 milyar 505 milyon Dolara, 2011'de ise 1 milyar 471 milyon Dolara düşmüş ve bu yılın ilk 8 ayında yapılan ihracat ise 1 milyar 135 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Arap Baharı'yla Türkiye'nin ihracatının sınırlı etkilendiği ülkelerden birisi de Mısır’dır. Türkiye bu ülkeye 2009 yılında 2 milyar 618 milyon Dolar ihracat gerçekleştirirken, bu rakam 2010'da kısmi etkilenerek 2 milyar 251 milyon Dolar’a düşmüştür. Mısır'a yapılan ihracat 2011'de yeniden toparlanarak, 2 milyar 759 milyon Dolar’a yükselmiştir. 2012'nin ilk 8 ayında gerçekleştirilen ihracat ise 2 milyar 472 milyon seviyesinde kalmıştır. Ürdün'e gerçekleştirilen ihracat, 2009 yılında 456 milyon Dolar, 2010'da 571 milyon Dolar olurken, 2011'de 507 milyon Dolar’a düşmüştür. 2012 Ocak-Ağustos döneminde 498 milyon Dolarlık ihracat yapılmış ve benzer bir gelişme Yemen'de de yaşanmıştır. 2009'da Yemen'e yapılan ihracat 379 milyon Dolar iken, 2010'da bu rakam 330 milyon Dolara, 2011'de ise 273 milyon Dolara gerilemiş ve yılın ilk 8 ayında bu ülkeye gerçekleştirilen ihracat ise 325 milyon dolar olmuştur. 18 Arap Baharı'nın etkisiyle ihracatta keskin düşüşün yaşandığı iki ülke ise Libya ve Suriye olmuştur. Türkiye'nin Libya'ya gerçekleştirdiği ihracat 2009 yılında 1 milyar 799 milyon Dolar, 2010 yılında 1 milyar 932 milyon Dolar olurken, bu rakam, ülkede yaşanan ayaklanmaların etkisiyle 2011'de 748 milyon Dolara gerilemiştir. Libya'ya yapılan ihracat, ülkedeki olayların sona ermesiyle 2012 yılında tekrar ivme kazanırken, bu yılın ilk 8 ayında 1 milyar 334 milyon Dolara yükselmiştir. Suriye’ye yapılan ihracat 2009 yılında 1 milyar 425 milyon Dolar, 2010'da ise 1 milyar 845 milyon Dolar olarak gerçekleşirken, 2011'de bir miktar azalarak, 1 milyar 610 milyon Dolar’a gerilemiştir. Suriye’deki iç karışıklık ve iki ülke arasında yaşanan gerginliğin de etkisiyle 2012 yılında bu ülkeye yapılan ihracatta ciddi bir gerileme yaşanmış ve yılın 8 ayında ihracat 360 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Halep Ticaret Odası’nda Odamız Heyeti Tunus ise Arap Baharı'nın yaşanmasına rağmen ihracatın olumsuz etkilenmediği tek ülke olmuş ve Türkiye'nin bu ülkeye yaptığı ihracat 2009'da 647 milyon Dolar, 2010'da 714 milyon Dolar, 2011'de 802 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu yılın Ocak-Ağustos döneminde gerçekleştirilen ihracat ise 518 milyon Dolar seviyesindedir. 4. Üçüncü Binyılın Kıtası: Afrika Afrika Kıtası’nın son yıllardaki hızlı yükselişindeki en önemli faktörlerden biri, küresel krizin etkisiyle mevcut pazarların daralmış ve ihracatçıların yeni pazarlar arayışına yönelmiş olmasıdır. Kıta 30 milyon metrekareyi aşan yüzölçümü ve 1 milyarı geçen nüfusu ile tüm uluslararası yatırımcıların ilgisini kendine çekmekte ve “3. Binyılın Potansiyel Kıtası” olarak adlandırılmaktadır. Türkiye’nin kıta ülkeleri ile olan ilişkileri her alanda hızla gelişmekte ve derinleşmektedir. 19 Ülkemizde “Afrika Yılı” ilan edilen 2005 senesinde kıta ile 6.8 milyar Dolar olan ticaret hacmimiz, Afrika Birliği’nin Türkiye’yi stratejik ortağı olarak kabul ettiği 2008 yılında 14.6 milyar Dolara yükselmiş, 2011 yılına gelindiğinde ise bu hacim 17.1 milyar Dolara ulaşmıştır. Türkiye’nin kıtadaki öncelikli ticaret partnerleri Kuzey Afrika ülkeleri olmakla birlikte, Nijerya, Etiyopya, Kenya, Angola ve Gana gibi Sahra ve Sahraaltı Afrika ülkeleri ile olan ticari ilişkilerimiz de son yıllarda yükselen bir grafik çizmektedir. Kıtada hızla artan tüketici nüfus ve büyük altyapı eksiklikleri nedeniyle her türlü hizmet ve ürüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bunlar başta karayolları, sulama kanalları, otel ve konut inşaatları gibi büyük projeler olabileceği gibi sanayi makinaları ve yedek parçaları, otomotiv, içecek ve yiyecek sanayi, gıda işleme, konserve ürünler, tekstil ürünleri, demir – çelik ve inşaat malzemeleri gibi çok geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Bölge ülkelerinde Türk yatırımcı sayısı gün geçtikçe artmakta ve işadamlarımızın üstlendikleri başarılı projeler sayesinde kıtada olumlu bir Türk ve Türk ürünü imajı oluşmaktadır. 2012 Kasım ayı itibariyle 32 Afrika ülkesinde Büyükelçiliğimiz etkin bir şekilde faaliyet göstermekte, kıta ile iş yapmak isteyen işadamlarımıza gerekli bilgi ve desteği temin etmektedir. Diğer yandan Türk Havayolları’nın 24 ülkede 32 farklı noktaya direkt uçuşunun bulunması ticari ilişkilerin yanı sıra kültürel ve turizm ilişkilerinin gelişmesi adına da büyük bir avantaj sağlamaktadır. Odamız Afrika’nın hızlı yükselişini yakından takip etmekte olup, tarihten gelen dostane bağlarımızdan kuvvet alarak oluşturulacak yüksek bir ticaret hacmi ve çeşitlendirilmiş dış ticaret için öncelikle kıtanın daha iyi tanınması, fırsatların keşfedilmesi gerektiğine inanmaktadır. Afrika Birliği’nin 49. Kuruluş yıldönümünü olan 25 Mayıs 2012 tarihinde Dışişleri Bakanlığımızın değerli katkıları ve Odamız evsahipliğinde gerçekleştirilen “Dünya Afrika Günü ve Afrikalı Büyükelçiler İzmir Zirvesi” organizasyonu büyük başarı ile tamamlamıştır. Bahsi geçen organizasyona 14 Afrika ülkesinden Büyükelçi düzeyinde katılım sağlanmış, düzenlenen toplantılarda İzmir ile Afrika arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için izlenecek yol haritası oluşturulmuştur. 20 Pazar araştırmasında bulunmak ve Afrika’daki iş ortamını yerinde incelemek üzere Odamızca 2 – 5 Ekim 2012 tarihlerinde Fas Krallığı’nın Kazablanka, Rabat ve Marakeş şehirlerine yönelik bir iş ve inceleme gezisi düzenlenmiştir. T.C Rabat Büyükelçiliğimiz, Rabat ve Kazablanka’daki Ticaret Müşavirlerimiz ile gerçekleştirilen görüşmelerin yanı sıra Fas Ticaret, Sanayi ve Yeni Teknolojiler Bakanlığı ile de temas kurulmuş ayrıca ziyaret edilen 3 şehirdeki Ticaret ve Sanayi Odaları ile iş forumları ve ikili iş görüşmeleri düzenlenmiş, her 3 Oda ile de “Kardeş Oda” anlaşması imzalanmıştır. 81. İzmir Enternasyonal Fuarı kapsamında Gambiya, Gana, Gabon, Kamerun, Kenya, Kongo Demokratik, Lesotho, Senegal ve Tanzanya’dan Ticaret Bakanları ile Bakanlık üst düzey yetkileri Odamızı ziyaret etmiştir. Yapılan görüşmelerde ortaklık kurulabilecek sektörler belirlenmiş, sektörel ziyaretler ile ilişkilerimizin pekiştirilmesi kararlaştırılmıştır. Bölge ülkelerinin ihtiyaç duyduğu tüm bilgi, teknoloji ve deneyim Türkiye’de mevcuttur. İzmirli işadamlarının Afrika’daki yükselen olumlu Türk algısından faydalanması ve kendilerine sağlam bir yer edinmesi gerekmektedir. Odamızın bu kapsamda kıta ülkelerine yönelik tanıtım toplantıları, heyet ziyaretleri, iş ve inceleme gezileri 2013 yılında da devam edecektir. 5. Yüzyılın Tehdidi ve Fırsatı: Enerji Güçlü ve istikrarlı bir ekonomik yapıya sahip olmak, tüm ülkelerin öncelikli hedefidir. Bu noktada bilgi toplumu, sanayileşme ve ileri teknolojiye geçişin büyük önemi bulunmaktadır. Teknolojik açıdan rekabet dendiğinde ise; enerji, bilgi ve hız ilk akla gelen unsurlardır. Bilginin en beğenilen biçime dönüştürülüp teknoloji aracılığıyla en kısa sürede kullanıcıya sunulan rekabetçi bir ortamda; enerji bakımından dışa bağımlılığı en az durumda olan ülkeler ekonomik bakımdan en çok gelişebilen ülkeler olup, söz konusu gelişmişlik düzeylerini refah toplumu olmak için kullanmaktadırlar. Küresel ısınma, iklim değişikliği, karbon ayak izi gibi kavramlar günümüzde global ekonominin yeni çarklarıdır. Bu noktada ekonomik büyümeyle eş zamanlı olarak iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında temiz ve sürdürülebilir kalkınma modelleri üzerinde durulmaktadır. 21 Dünyada, uzun zamandır enerji endüstrisinin en önemli sorunu; enerji arzı üzerinde denetimi ve enerji arz güvenliğini sağlamak olmuştur. Ancak daha önemli bir sorun vardır ki bu da çevre sorunlarıdır. Bu sorun, fosil yakıtların yarattığı çevre sorunlarının hızla artmasına bağlı olarak çevrede meydana gelen tahribattır. Bu kapsamda da yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji üretiminde kullanımının arttırılması ve böylece enerji arzının çevre açısından da güvenli olarak sağlanması en önemli enerji politikası olarak ortaya çıkmaktadır. Grafik 2: Dünya Enerji Tüketiminde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Payları % 16 % 2,8 Fosil Kaynaklar Nükleer Enerji Yenilenebilir Enerji % 81 Kaynak: Ren21, Renewables Global Status Report, http://www.ren21.net/Portals/97/documents/GSR/REN21_GSR2011.pdf Bilinen fosil yakıt rezervlerinin ömrüne göz atıldığında çıkan sonuç; dünya üzerinde bilinen petrol rezervlerinin 40 yıl, doğalgazın 61 yıl, kömürün 227 yıl ömrü kaldığıdır. Türkiye açısından bakıldığında ise; petrolün 14 yıl, doğalgazın 16 yıl ve kömürün 130 yıllık ömrü kalmıştır. Küreselleşme, hızla artan nüfus, kentleşme ve sanayileşme ile birlikte enerjiye olan talep gün geçtikçe artmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) projeksiyonlarına göre enerji politikaları ve enerji arzına yönelik tercihlerin mevcut durumlarını korumaları halinde dünyada birincil enerji talebinin de 2007-2030 yılları arasında %40 oranında artış olacağı gösterilmektedir. Bu referans senaryo dahilinde yıllık ortalama %1,5 oranında birincil enerji talebi artışı, 2007 yılında 12 milyar ton petrol eşdeğeri (TEP) düzeyinden 2030 yılında 16,8 TEP düzeyine ulaşacaktır. Bu talep artışının %93’lük bölümünün ise OECD üyesi olmayan ülkelerden kaynaklanacağı belirtilmektedir. 2007-2030 yılları arasındaki enerji kullanımı artışının dörtte üçünden fazlasının ise yine fosil kaynaklar tarafından sağlanacağı öngörülmektedir. 22 Ancak fosil kaynakların tükenecek olması, çevreye verdiği zararın yanı sıra artan enerji ihtiyacına bağlı olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına olan talep her geçen gün artmakta ve yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilme zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu doğrultuda uluslararası girişimlerin de arttığı görülmektedir. Yenilenebilir enerji alanında en önemli girişimlerin Avrupa Birliği tarafından ortaya konulduğu görülmektedir. Bu çalışmaları tarihsel süreç içerisinde ele alacak olursak; Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 1996 yılında yenilenebilir enerji konusundaki stratejilerinin ilk adımı olarak “Yeşil Rapor”u yayınlamıştır. Söz konusu raporda; 2010 yılında Topluluk bünyesinde yenilenebilir kaynakların genel enerji talebinin karşılanmasında %12’lik bir paya ulaşması hedeflenmiştir. Yeşil Kitap’ta hedeflenen orana ulaşabilmek için uygulanacak stratejiyi tanımlamak üzere 1997 yılında “Geleceğin Enerjisi: Yenilenebilir Enerji Kaynakları” başlıklı “Beyaz Rapor” yayınlanmıştır. Söz konusu raporda yenilenebilir enerji kaynaklarının ithalata olan bağımlılığı azalttığı ve arz güvenliği sağladığı, CO2 emisyonunun azaltılmasını sağladığı, yeni iş alanlarının yaratılmasında yardımcı olduğu belirtilmiş, bu kaynakların AB’nin genel iç enerji tüketiminde %6’lık bir paya sahip olduğu ifade edilerek, AB’nin 2010 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım oranını ikiye katlamayı hedeflediği öngörülmüştür. Beyaz Rapor’un yayınlanmasını takip eden dönemde Kyoto Protokolü imzalanmıştır. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (İDÇS) bir eki olan Kyoto Protokolü 1997 yılında imzaya açılmıştır. Protokol, bir yandan sera gazlarının emisyonlarının sabitlenmesi ya da azaltılması için iklim değişikliğine ve bunun dünya üzerindeki fiziksel sonuçlarına müdahale etmeyi amaçlarken, diğer yandan da küresel ölçekte sermaye ve teknoloji hareketlerine yön verecek yeni araçlar tanımlamaktadır. İDÇS’nin uzantısı olarak hukuken bağlayıcı yükümlülükleri özetleyen protokol, 1-12 Aralık 1997 tarihlerinde Japonya’nın Kyoto kentinde 159 ülkenin katılımıyla yapılan 3. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. Söz konusu protokol kapsamında ülkeler, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılması için gelişmişlik düzeylerine göre belli taahhütler vermek ve bunları öngörülen sürede kararlaştırılan düzeyde indirmekle yükümlüdürler. Kyoto Protokolü, İDÇS’yi tamamlayan ve güçlendiren bir belgedir. Kyoto Protokolü’ne taraf olabilmenin ilk şartı İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne de taraf olunması gerekliliğidir. Kyoto Protokolü kapsamında; taraflar 2008-2012 dönemindeki emisyonlarını, 1990 yılındaki emisyon düzeylerinin en az %5’i kadar indireceklerdir. İstenilen sonuçlara ulaşılması kapsamında; yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi, ulaştırma sektörü emisyonlarının azaltılması, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi gibi önlemler gerekmektedir. 23 Kyoto Protokolü kapsamında AB, enerji güvenliğine sadece arz boyutu açısından değil, aynı zamanda çevre güvenliğini de dikkate alacak biçimde bir tutum sergilediğini ortaya koymuştur. 2000 yılında Avrupa Komisyonu tarafından “Enerji Arzının Güvenliği İçin Bir Avrupa Stratejisine Doğru” başlıklı “Yeşil Kitap” yayınlanmıştır. Söz konusu rapora göre; toplumların sosyal istikrarı, gelişmesi maliyet etkin ve dengeli bir enerji arzına bağlanmaktadır. 2001 yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği Konseyi tarafından “İç Elektrik Piyasalarında Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Üretilen Elektriğin Teşvik Edilmesi”ne ilişkin direktifi kabul etmiştir. Buna göre; üye ülkelerdeki yenilenebilir elektrik politikasının gelecek 10 yıl içerisindeki çerçevesi belirlenmiştir. Söz konusu direktifin en önemli özelliklerinden biri; yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik için saptanan ulusal hedeflerin tutturulmasına yönelik Topluluk hedeflerinin belirlenmesidir. Yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı konusunda özellikle elektrik üretimindeki payını %14’den %22’ye çıkartmayı hedefleyen AB’de yenilenebilir kaynaklarını kullanmada üye ülkeler arasında oldukça büyük farklılıklar söz konusudur. Örneğin rüzgar enerjisinde Danimarka, Almanya, İspanya; güneş enerjisinde ise Avusturya, Almanya ve Yunanistan’ın başarılı gelişmeler kaydettiğini söylemek mümkündür. Geçtiğimiz 25 yılı aşkın bir süredir, dünya enerji talebi ortalama olarak yılda %2 artmıştır. Önümüzdeki 25 yılda da dünya enerji talebinin ortalama olarak yılda %1,2 artması beklenmektedir. Grafik 3: Dünya Enerji Tüketimi (1990 – 2035) (Katrilyon BTU=İngiliz Isı Birimi) 800,0 700,0 573,5 600,0 671,5 769,8 504,7 500,0 400,0 619,5 721,5 353,7 406,0 300,0 200,0 100,0 0,0 1990 2000 2008 2015 2020 2025 2030 2035 Kaynak: http://www.eia.gov/forecasts/ieo/world.cfm Söz konusu artışın gelişmekte olan ülkelerde bir miktar daha yüksek olması beklenmekle birlikte, dünya enerji talebindeki artışın önemli bir bölümü Çin’de olacaktır. 24 Çin enerji tüketiminde ABD’yi geçmiş bulunmaktadır. Çin’de enerji talebi ekonomik gelişmelerdeki zayıflamaya rağmen hızını kesmemektedir. Ancak geçtiğimiz yıl Çin’de yaşanan kuraklık nedeniyle hidrolik kaynaklardan elde edilen elektriğin azalmasına neden olduğundan enerji arzında daralmalar görülmektedir. Bu durumun Çin’in daha fazla fosil yakıt ithal etmeye yönelmesi durumunu ortaya çıkarması, fosil yakıtlarda yüksek fiyat baskısının 2011 yılında da devam etmesine yol açmıştır. Birincil enerji fiyatlarının tümünde, geçtiğimiz 5 yıl zarfında, global ekonomik krize rağmen yüksek artışlar, ülkeleri enerji ithalatından uzaklaşmaya, yerli üretimin arttırılmasına yöneltmektedir. ABD, Avrupa Birliği başta olmak üzere dünyada eğilim yenilenebilir enerji kaynakları aracılığıyla enerji talebini karşılamak yönündedir. Özellikle Almanya, bu hedefi her geçen gün arttırmaktadır. Almanya’da nükleer santrallerin 2022 yılına kadar kapatılması politikası bunun önemli örneklerinden biridir. Günümüzde tüm yenilenebilir enerji kaynakları, enerji talebinin %2,5’lik kısmını karşılarken Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan tahminlerde; 2015 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji talebinin %3,3’ünü karşılaması beklenmektedir. OECD ülkeleri arasında yenilenebilir enerji kaynaklarının enerji tüketimindeki payının %25’e ulaşması beklenmektedir. Karbondioksit oranlarının düşürülmesi gerekliliği, fosil yakıtlara bağımlı durumda bulunan ülkelerde enerji arz güvenliğinin sağlanması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının orta ve uzun vadede geleneksel enerjilere göre maliyet avantajı da elde edeceği beklentileri, yenilenebilir enerji kaynakları konusunda yatırımların ve desteklerin oluşmasına neden olmuştur. Yüksek petrol ve doğalgaz fiyatları, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla kullanımına yönelik eğilimleri arttırmaktadır. Avrupa Birliği Komisyonu da özellikle rüzgar, güneş, biyokütle ve hidrolik enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişmesini enerji politikalarının merkezine yerleştirmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre; Avrupa Birliği’nde enerji sektöründe önemli değişiklikler yaşanması beklenmektedir. Bu kapsamda nükleer enerji, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, biyokütle enerjisi elde etme teknolojilerine önemli yatırımlar yapılması ve söz konusu teknolojinin yaygınlaştırılması beklenmektedir. AB’nin 2009-2030 yılları arasındaki dönem için elektrik sektörüne yapılacak yatırımlarının %71’inin yenilenebilir enerji yatırımları olması beklenmektedir. 25 Birleşmiş Milletler tarafından 2012 yılı “Sürdürülebilir Enerji Uluslararası Yılı” ilan edilmiştir. Bu sayede; enerjinin insanların yaşam kalitesini arttırmada, yoksullukla mücadelede ve ekonomik kalkınmadaki rolünün vurgulanması amaçlanmıştır. Avrupa Birliği tarafından ortaya konulan Avrupa 2020 Stratejisi kapsamında; akıllı, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme hedefi çerçevesinde yenilenebilir enerjiye yönelik olarak; 2020 yılına kadar sera gazı salımının 1990 yılına kıyasla en az %20, şartlar elverişli ise %30 oranında azaltılması, AB’nin enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin payının %20’ye yükseltilmesi, %20 oranında enerji verimliliği sağlanması hedeflenmektedir. 20-20-20 Stratejisi olarak da bilinen bu hedef kapsamında AB, “yeşil ekonomi”ye yönelmiştir. Son dönemlerde önemli oranda düşüş gözlemlenmekle birlikte halen dış ticaretinin önemli bir bölümü AB’ye bağımlı durumda olan Türkiye’nin çevre dostu ve yenilenebilir kaynaklara yatırım yapması, ileride “yeşil ekonomi” kriterlerine uygun olmayan ürünleri talep etmemeyi hedefleyen bir AB ile dış ticareti açısından sorunların oluşmaması için de bir önlem niteliğinde olup hayati önem taşımaktadır. AB’nin 20-20-20 hedefi, kapsamında; sera gazı emisyonlarının azaltılması ile enerji tüketiminin azaltılması arasındaki yakın ilişki ve paralellik nedeniyle enerji tüketiminin azaltılması, sera gazı emisyonlarının azaltılmasında kilit çözüm olarak kabul edilmektedir. AB’nin hedeflediği enerji tasarrufunun mevcut karbondioksit emisyonlarını 860 milyon ton azaltması beklenmektedir. Enerji tüketiminin azaltılması hedefleri, AB’nin önemli problemlerinden biri olan enerjide arz güvenliği probleminin çözümüne de katkı sağlayacak bir faktör olarak görülmektedir. Enerji tüketiminin azaltılması AB’nin toplam enerji tüketimini karşılayan kaynaklarda dışa bağımlılığı azaltacağından, enerji güvenliğinin artırılmasında bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. Sanayide ve hizmetlerde enerji tüketiminin azaltılması, AB sektörlerinin rekabet gücünü de artıracaktır. %20 tasarrufun parasal karşılığı olarak 220 milyar Euro doğrudan tasarruf yapılabileceği hesaplanmaktadır. Enerji tasarrufu rakamsal olarak 400 milyon ton petrole eşdeğer olarak ifade ediliyor. Bu miktarın ciddi bir bölümü sanayi ve hizmet sektörlerine girdi maliyetlerinin azalması olarak yansıyacak ve rekabet gücünün artmasına ciddi katkılar sağlayacaktır. Enerji tüketiminin azaltılması hedefinden AB’nin beklediği diğer bir fayda da, enerji verimliliği ürünlerinin, araçlarının ve hizmetlerinin bir pazar yaratmasıdır. 26 Bu pazar iç piyasa ve ihracata yönelik olacak ve AB iş çevreleri için yeni iş alanları ve istihdam fırsatları oluşturacaktır. Özellikle KOBİ’lerin yatırım yaparak, bu fırsatlardan üst seviyede yararlanması beklenmektedir. Avrupa Birliği, öngörülen hedeflere ulaşmak için yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımları arttırmak çerçevesinde yeşil sertifika, yatırım desteği, vergi muafiyeti veya indirimi, vergi iadesi, doğrudan fiyat desteği gibi çeşitli teşvik ve destek politikaları uygulamakta, yeşil enerji kullanımını yaygınlaştırmak için vergi muafiyetleri ve sübvansiyon gibi uygulamalara yer vermektedir. Yine ABD’nin yeşil ekonomi için önemli oranda bütçe ayırdığı bilinmektedir ve çıkardığı yeni yasalarla temiz enerji sektöründe iş olanakları yaratmaktadır. Dünyanın diğer ucu Çin’de uygulanan teşvik paketlerinin önemli bir bölümü yeşil projeler için kullanılmaktadır. Ayrıca yine Çin’de her on evden birinde güneş enerjili termal su ısıtıcı kullanılmaktadır. Çin aynı zamanda Asya’nın en büyük ve dünyanın 4. büyük rüzgar santrali portföyüne sahip bir ülkedir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde Almanya’da “yeşil ekonomi” hedefi çerçevesinde yaratılan işlerin ülkenin lokomotif sektörlerinden biri olan otomotivden çok daha fazla istihdam olanağı sağlayacağı düşünülmektedir. Bir diğer örnek ise Danimarka’nın, uyguladığı istikrarlı politikalar sayesinde 2025 yılına gelindiğinde, 50 yıldır enerji kullanımını hiç artırmamış olacağı planlanmaktadır. Enerji, sürdürülebilir kalkınmanın üç temel bileşeni olan sosyal denge, ekonomik büyüme ve çevresel koruma ile ilgili hedeflerin gerçekleştirilmesinde önemli bir başlangıç noktasıdır. Bu nedenle enerji, sürdürülebilir kalkınma ile ilgili çalışmaların kapsamında yer alan önemli konulardan biri olarak süregelmiştir. İnsanlığın en önemli ihtiyacı olan enerjinin sürdürülebilir çevre ve ekonomi ile birlikte sürdürülebilir kalkınmanın bir öğesi olarak görülmesi bu açıdan anlam taşımaktadır. 6. Küresel Gıda Krizi Kapıda Global piyasalarda gıda fiyatlarındaki uzun süreli artış trendi, yeni bir gıda krizinin yaklaşmakta mı olduğu sorusunu akıllara getirmektedir. Fiyatlardaki yükseliş temel olarak dünyanın önemli tarım ürünleri üreticisi ülkelerinde yaşanan olumsuz hava koşullarından kaynaklanmaktadır. Yaz sıcakları ABD’nin yanı sıra Hindistan, Rusya, Ukrayna ve Kazakistan gibi çok sayıda ülkeyi olumsuz etkilemiştir. 27 Amerika Birleşik Devletleri son 50 yılın en kurak yılını yaşarken ülkede bulunan 53 eyaletin 29’u felaket alanı kapsamına alınmıştır. Ülkedeki mısır ekili alanlarının %87’si, soya fasulyesi alanlarının ise %85’i olumsuz etkilenmiştir. Mahsuldeki gerçek kaybın önümüzdeki günlerde belli olacağı düşünülmekle birlikte kuraklığın, Amerika’ya faturasının yaklaşık 30 milyar dolara mal olacağı tahmin edilmektedir. Dünya mısır fiyatlarında söz sahibi olan ABD’deki olumsuz gelişmeler, sadece Ağustos ayında mısır fiyatlarını %60’a varan oranda arttırmıştır. Amerika’daki kuraklık ve sıcak hava dalgası Rusya’yı da vururken ABD ve Rusya’nın yanı sıra Dünya’nın önde gelen diğer tarımsal emtia üreticileri olan Hindistan ve Karadeniz ülkeleri de oldukça kurak bir yaz geçirmiştir. İstatistiklere göre Haziran ayından bu yana gıda fiyatları, ortalama %30 artış kaydetmiştir. Fiyatlarda bu oranlardaki artışlar, 2007/08 yıllarında yaşanan gıda krizini akıllara getirmektedir. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) tarafından temel gıda maddelerinden oluşan bir alışveriş sepetindeki toptan fiyatları esas alarak hazırlanan küresel gıda fiyatları endeksi, 2002 yılında 89,9 iken 2008 gıda krizi ile birlikte 199,8’e ulaşmış idi. 2012 Eylül itibariyle ise endeks 216 seviyesine ulaşmış durumdadır. Ağustos’a göre Eylül ayı endeksinde %1,4’lük bir artış söz konusudur. Grafik 4: Dünya Gıda Fiyatları Endeksi (Yıllık) Kaynak: Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) 28 FAO endeksi seviyesinin, Şubat 2011'de görülen rekor yüksek seviye olan 238 puanın hala altında, ancak 2007/08 gıda krizi sırasında görülen seviyelere yakın olması piyasalarda kaygı yaratmaktadır. Grafik 5: 2012 Yılı Dünya Gıda Fiyatları Endeksi (Aylık) Kaynak: Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO) Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü (IPFRI), küresel bir gıda krizinin yakın zamanda tüm dünyayı etkileyebileceği konusunda uyarmaktadır. ABD’den tahıl ithalatı yapan ülkeler, gıda rezervlerini arttırmaya yönelik politikalar geliştirmeye çalışırken; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, ülkelerin kuraklığa karşı önlem için tahıl ihracatındaki kısıtlamayı artırmaları halinde, dünyanın daha sert bir gıda kriziyle yüzleşeceğine dikkat çekmektedir. Gıda fiyatlarındaki sürekli yükselişi etkileyen ürünlerden biri de mısırdan elde edilen ve benzin üretiminde kullanılan etanoldür. ABD, mısır üretiminin %40’ını yakıt olarak kullanılan etanol üretimine ayırmaktadır. Etanol üretiminde bir kısıtlamaya gidilmezse dünya mısır fiyatlarında artışa olumsuz etki yapacağı ve bunun da zaten yüksek olan hayvan yemi fiyatlarını daha da arttıracağı ifade edilerek gıda fiyatlarının bir miktar rahatlaması için etanol kullanımının kısıtlanması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Kuraklık ve beraberindeki bir küresel gıda krizi riski karşısında Türkiye’nin, krize karşı en hassas olan ülkeler arasında yer almadığı uzmanlarca belirtilmektedir. Hava koşullarının ABD’deki olumsuz etkilerine rağmen ülkemizde sadece İç Anadolu ve bazı bölgelerimizde ürünlerde %10-15 oranında ürün kayıpları sözkonusu olmakla birlikte yine de ülke genelinde ciddi bir düşüş olmadığı görülmektedir. 29 FAO verileri değerlendirildiğinde, dünyanın sayılı buğday üreticileri arasında yer alan ülkemizde buğday için çok büyük bir sıkıntı yaşanmayacağı görülmektedir. Öte yandan, üretimimizin kısıtlı olduğu, dışa bağımlı olduğumuz ürünlerde ise sıkıntı yaşanması söz konusu olabilecektir. Bu ürünlerin en önemlileri ise mısır ve soya fasulyesidir. Nitekim FAO’nun 2010 yılı verilerine göre; ülkemiz 2,81 milyar dolar değerindeki 19,66 milyon ton buğday üretimiyle dünya sıralamasında 8. sırada yer almaktadır. Buğdayda ithalat miktarımız ise 3,42 milyon tondur. Mısır ve soya fasulyesindeki duruma bakıldığında; mısırda 4,25 milyon ton üretim, 488 bin ton ithalat yapıldığı, soya fasulyesinde ise sadece 38,4 bin ton üretim hacmimize karşılık 1,6 milyon ton ithalatımız olduğu görülmektedir. Her ne kadar Türkiye’nin küresel gıda krizine karşı çok hassas bir durumda olmadığı tahmin edilse de, mısır ve soyanın ithalatını büyük ölçüde Amerika’dan yapmamız nedeniyle ithalat faturamızın artacağı yönünde endişeler bulunmaktadır. Gıda fiyatlardaki artış, yem fiyatlarını da yükseltmektedir. Hayvancılığın en önemli girdisi olan yemdeki fiyat artışları ise, toparlanmaya çalışan hayvancılık sektörümüze darbe vurabilecek niteliktedir. Bu durumda, eline geçen süt fiyatı yem girdi maliyetini karşılayamadığı noktada, üretici, hayvanlarını kesime göndermek zorunda kalacaktır. Nitekim 2007/08 krizinde buna benzer olumsuz gelişmeler yaşanmış ve hayvancılık sektörümüz büyük yaralar almıştır. Neticede, geçmiş tecrübeler, tarımın stratejik önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Halihazırda gıda fiyatlarındaki yükseliş, 2007/08 krizine benzerliği nedeniyle piyasalarda tedirginlik yaratmaktadır. Bu durum, küresel piyasaların yakın takibini zorunlu kılmaktadır. Kısa vadede özellikle bu fiyat artışlarından güç alacak spekülatif hareketlere karşı önlemler alınmalıdır. 30 Bununla birlikte, Dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyara ulaşacağı ve bu nüfusun doyurulabilmesi için gıda üretiminin yaklaşık %70 arttırılması gerektiği öngörülmektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki büyüyen orta sınıf da gıda harcamalarını arttırmaktadır. Bu nedenlerle uzun vadede, gıda ürünlerine olan talep artışı kaçınılmaz olacağından tarımsal üretim ve verimliliğinin arttırılmasına yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Ülkemiz açısından da durum değerlendirildiğinde, tarım sektörünün gelişimi açısından sektörün desteklenmesi son derece önem taşımaktadır. Desteklemelerde özellikle kaliteli üretimin teşviki ve verimlilik göz önünde bulundurulmalı, sözkonusu destekler arttırılmalı ve ödemelerin zamanında yapılması sağlanmalıdır. 7. Türkiye’nin 2013-2015 Orta Vadeli Programı Küresel finansal krizin başlangıcının üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen başta Avrupa olmak üzere dünya ekonomilerinde artçı sarsıntılar devam etmektedir. IMF; Avrupa’daki borç krizi ve ABD'de baş gösteren finansal sorunların dünya ekonomisinde önemli bir yavaşlamaya yol açacağını öngörmektedir. Dünya ekonomisinin lokomotifi olan ülkelerdeki olumsuz gelişmeler, gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Söz konusu ekonomik baskıdan kurtulmak isteyen birçok ülke hükümeti yeni önlem paketleri açıklamaktadır. Japon Merkez Bankası canlılığı sürekli kılmak için 2013 sonuna kadar piyasaya 128 milyar dolar para sürme kararını açıklarken Avrupa’da birçok ülkeyi saran borç krizi nedeniyle “Avrupa İstikrar Mekanizması Kurtarma Fonu” kurulması çalışmaları devam etmektedir. Önümüzdeki dönemde özelikle gelişmiş ekonomiler kaynaklı belirsizliğin ve risklerin devam edeceğinin öngörüldüğü bir ortamda, ülkemizde 2013-2015 yıllarının ekonomik büyüklük tahminlerini içeren Orta Vadeli Programı açıklanmıştır. Özellikle AB ülkeleri önlerindeki üç ayı bile tahmin etmekte zorlanıyorken, Türkiye’nin 3 yıllık bir plan hazırlaması başarı olarak görülmektedir. 2013–2015 dönemi makro ekonomik hedeflerini kapsayan “Orta Vadeli Program” (OVP), reel sektörün önünü görmesinde yol gösterici olacaktır. OVP’nin temel hedefleri arasında; güven ve istikrar, mali disiplin, kamu ve özel kesimde israfın azaltılması, basit ve öngörülebilir vergi politikaları, enerji, yerli ve yabancı yatırımların desteklenmesi ve iş ortamının iyileştirilmesi yer almaktadır. 31 Küresel krizin dünya üzerindeki etkilerinin alınan önlemlere rağmen devam ettiği bir dönemde, 2013-2015 Orta Vadeli Programı yatırımcıların önündeki belirsizlikleri gidermek için oldukça önemli bir adım olarak görülmektedir. Dünya ekonomilerinde yaşanan olumsuz görünüm nedeniyle belirsizlik ve risklerin devam ettiği algısı 2012 programında %4'e düşürülen büyüme hızının bu yıl %3,2’ye çekilmesine neden olmuştur. OVP 2013-2015’e göre; Türkiye ekonomisinin 2013 yılında %4, 2014 ve 2015 yıllarında ise %5 büyümesi hedeflenmektedir. OVP’ye göre cari açık/GSYH’nin; 2012’de %7,3, 2013’te %7,1, 2014’te %6,9, 2015’te %6,5 olması öngörülmektedir. OVP’ye göre 2013-2015’de işsizliğin; 2012’de %9, 2013'te %8,9, 2014'te %8,8, 2015'te %8,7 olması beklenmektedir. Gerçekçi ve dikkatli hedefler ile Türkiye’deki işsizlik oranının ilk defa OECD ortalamasının altına inmesinin hedeflenmesi, ülkemiz ekonomisinin istikrarı ve sürdürülebilir büyümenin sürekli olacağını göstermektedir. OVP’de enflasyon hakkında da, iyimser bekleyişler yer almaktadır. Buna göre enflasyonun; 2012’de %7,4, 2013'te %5,3, 2014 ve 2015'te %5 olması hedeflenmektedir. Türkiye ekonomisinin önümüzdeki 3 yıllık yol haritasını çizen orta vadeli planın hedeflerinin tutarlı ve gerçekçi olduğu görülmektedir. Bunun altında güven, istikrar ve mali disiplinin hedeflenmesi yatmaktadır. 32 OVP’deki ayakları yere basan hedefler iş dünyasının yolunu aydınlatmaktadır. Ancak diğer taraftan Türkiye’nin büyük hedefleri çerçevesinde uzun vade için yapılacaklar ve reformlar konusu da unutulmamalıdır. 2023 yılı hedeflerimiz; Dünyanın 10. büyük ekonomisi olmak, 2 trilyon dolarlık ekonomik büyüklük, 500 milyar dolarlık ihracat, 20 bin doları aşan kişi başına milli gelir için reformist bir politika ile 2015 sonrasının kalan 8 yılında yüksek büyüme oranlarını elde etmemiz için çaba harcamamız gerekecektir. Türkiye'de reel faizlerin düşmesi, risk primlerinin düşmesi, Türkiye'nin daha güçlü bir güven ve istikrar ortamına ulaşması için OVP büyük önem taşımaktadır. “Güvenli liman Türkiye” kavramının pekişmesi ve ülkemizin yatırım yapılabilir ülkeler kategorisinde yer alabilmesi için, OVP ülkemiz ekonomisine yol gösterecektir. 8. Dünya Ticareti Doğuya Kayıyor, Türkiye Küresel Güç Oluyor Küresel kriz sonrasında dünya ticaretinin ağırlık merkezi doğuya kaymaya başlamış olup Asya-Pasifik Bölgesi, son yıllarda meydana gelen ekonomik ve siyasi gelişmelerle birlikte adeta yaşamsal nitelik kazanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) 2011-2012 yıllarına ilişkin raporunda, dünya ticaret hacminin büyüme hızının 2011 yılında, 2010 yılında elde edilen %13,8 oranındaki büyümenin ardından, keskin bir düşüş göstererek %5 seviyesine gerilediği, 2012 yılındaki büyümenin %3,7 civarında kalmasının beklendiği, söz konusu %3,7’lik büyümenin ise son 20 yılın en düşük seviyesi olacağı belirtilmiştir. DTÖ, dünya toplam mal ve hizmet ticareti hacminin 2013 yılında ise %5,6 oranında artacağını tahmin etmektedir. IMF ise dünya toplam mal ve hizmet ticareti hacminin 2012 ve 2013 yıllarında sırasıyla %3,2 ve %4,5 oranında artacağını tahmin etmektedir. Tablo 7. Mal ve Hizmetler Ticaretine İlişkin Tahminler (%) İhracat Gelişmiş Yükselen Yıllar Ekonomiler Ekonomiler 2012 2,2 4,0 IMF 2013 3,6 5,7 2012 2,0 5,6 DTÖ 2013 4,1 7,2 Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı,2012. 33 İthalat Gelişmiş Yükselen Ekonomiler Ekonomiler 1,7 7,0 3,3 6,6 1,9 6,2 3,9 7,8 Dünya Ticaret Hacmi 3,2 4,5 3,7 5,6 AB bölgesindeki ekonomik krizin yanı sıra, Japonya’daki tsunami ve Tayland’da meydana gelen sel baskınları, global ekonomiyi ve ticareti olumsuz yönde etkilemiştir. Tüm bu olumsuz doğa koşullarının üzerine 2011 yılının en önemli olaylarından biri olan Arap Baharı, Ortadoğu ve Afrika’daki ticareti durma noktasına getirmiş, Mısır ve Tunus gibi ülkelerin piyasadan çıkmalarının ardından, Libya’nın petrol ihracatını durdurması ile Afrika’nın toplam ihracatının % 8 oranında gerilemesine neden olmuştur. 2013 yılında gelişen Asya olarak nitelendirilen ve Çin ile Hindistan’ın başını çektiği bölge yine en hızlı büyüyecek bölge olarak öne çıkmaktadır. 1994 – 2012 arasındaki dönemde yılda ortalama %7,9 oranında büyüyen bölgenin 2013 yılında %7,2 oranında büyümesi beklenmektedir. Hızlı büyüme göstererek dikkat çeken Orta ve Güney Afrika bölgesinin 2013 büyüme oranı ise %5,7 olarak tahmin edilmektedir. 2011 yılında; Asya ülkelerinin ihracatı yıllık %18 artışla 5.53 trilyon Dolara ulaşarak, dünya genelinin %31’ine sahip olmuş, söz konusu ülkelerin ithalatının ise %23 artışla 5,57 trilyon Dolara ulaşarak ve bölge, dünya pazarının %31’ini oluşturmuştur. Ekonomik krizin en etkili hissedildiği Avrupa kıtasının 2011 yılı ihracatı, yıllık %17 artışla 6,6 trilyon Dolara ulaşırken, dünya genelinin %37’sini oluşturmuştur. Avrupa’nın 2011 ithalatı ise bir önceki yıla kıyasla %17 artışla 6.85 trilyon Dolar seviyesine ulaşmış ve toplam pazarın %38’ini teşkil etmiştir. Dünya ekonomisi tarihinin en ciddi krizlerinden birini yaşarken, Türkiye ekonomisi güçlü makro-ekonomik stratejiler, kararlı bir şekilde uygulanan mali ve yapısal reformlar ile başarılı bir ekonomik performans sergileyerek 2010 ve 2011 yıllarında dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biri olmayı başarmıştır. Mali disiplin, güçlü bankacılık sistemi, başarılı borç yönetimi gibi hususların yanında, ticaret ve yatırım alanlarında uygulanan politikalar da Türkiye’nin hızlı büyümesine önemli katkı sağlamıştır. Bazı ülkelerce, bulunduğu bölgede hem ekonomik hem politik anlamda bir “soft power” olduğu vurgulanan Türkiye, çok taraflı ticaret sisteminde ikili ve bölgesel ticaretin geliştirilmesinde aktif bir oyuncu haline gelerek Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi konumuna ulaşmıştır. 34 Tablo 8. Bazı Ülke- Ülke Gruplarına İlişkin Büyüme Tahminleri (%) Avro Bölgesi 3,0 -0,4 2012 IMF 3,5 0,2 2013 3,3 -0,1 2012 OECD 4,8 0,9 2013 2,9 -0,3 2012 4,0 0,7 DB 2013 5,0 1,4 2014 3,2 -0,3 2012 BM 5,4 0,9 2013 Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı Türkiye ABD 2,2 2,1 2,4 2,6 2,1 2,4 2,8 2,1 2,3 Brezilya 1,5 4,0 3,2 4,2 2,9 4,2 3,9 3,3 4,5 Rusya Hindistan ÇHC 3,7 3,8 4,5 4,1 3,5 4,2 4,0 4,4 4,4 4,9 6,0 7,1 7,7 6,6 6,9 7,1 6,7 7,2 7,8 8,2 8,2 9,3 7,7 8,1 8,4 8,3 8,5 Türkiye’nin 2002-2011 döneminde ortalama büyüme oranı %6 olmuştur. 2011 yılında Türkiye ekonomisi %8,5, 2012 ilk yarısında ise ortalama %3,05 oranında büyümüştür. 2011 yılında yıllık ihracatını %19 oranında artıran Türkiye, 135 milyar Dolarlık ihracat gerçekleştirmiş, söz konusu ihracat toplam pazarın %0,9’una denk gelmiştir. İhracatın yanı sıra, Türkiye’nin ithalatında da geçen yıl önemli artış kaydedilmiş, 2011 yılında %30 oranında artan ithalat, 241 milyar Dolar seviyesine ulaşarak toplam pazarın %3’ünü oluşturmuştur. 2012 yılının Ocak-Eylül döneminde, 2011’in aynı dönemine kıyasla; ihracat %13,7 artış, ithalat ise %2,9 oranında düşüş kaydetmiştir. Dış ticaret açığı %22,7’lik bir azalışla 63,5 milyar dolara gerilemiştir. Tablo 9. Türkiye’nin Mal Ticareti Hedefleri (Milyar Dolar) 2010* 2011* 2012** İhracat 114 135 149,5 İthalat 185,5 240,8 239,5 D.T. Hacmi 299,5 375,8 389 D.T. Dengesi -71,6 -106 90 İhracat / İthalat (%) 61,4 56,1 62,4 Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı *Gerçekleşme (Kaynak: TÜİK) **Beklenti (Orta Vadeli Program, Kalkınma Bakanlığı ) 35 2013** 158 253 411 95 62,5 2014** 172,3 272,2 444,5 -99,9 63,3 Tablo 10. Türkiye’nin Başlıca İhracat Ürünleri Milyon Dolar Dönemsel (OcakSıra Fasıl Eylül) İnciler, Kıymetli Taş Ve 1 71 Metal Mamuller İHRACAT 2011 İTHALAT 2012 2011 DENGE 2012 2011 DEĞ. % 2012 2011/2012 2.393 12.825 5.832 7.334 -3.438 5.491 435,8 2 87 Motorlu Kara Taşıtları 11.778 11.067 12.714 10.247 -936 820 -6,0 3 84 Elektriksiz Makinalar 8.522 8.872 20.485 19.175 -11.963 -10.303 4,1 4 72 Demir Ve Çelik 8.385 8.702 15.255 14.917 -6.870 -6.216 3,8 6.254 6.904 12.596 11.799 -6.342 -4.895 10,4 6.422 6.268 886 626 5.536 5.642 -2,4 4.940 5.654 39.271 44.205 -34.331 -38.550 14,5 4.249 4.413 1.933 1.688 2.317 2.725 3,9 3.892 4.088 1.509 1.137 2.383 2.950 5,0 3.439 3.750 9.769 9.451 -6.329 -5.701 9,0 LİSTE TOPLAMI 60.274 72.543 120.250 120.579 -59.973 -48.037 20,4 TOPLAM 99.444 113.023 181.679 176.500 -82.235 -63.477 13,7 5 85 6 61 7 27 8 73 9 62 10 39 Elektrikli Makina Ve Cihazlar Örme Giyim Eşyası Ve Aksesuarları Mineral Yakıtlar, Mineral Yağlar Demir Veya Çelikten Eşya Örülmemiş Giyim Eşyası Ve Aksesuarları Plastik Ve Plastikten Mamul Eşya Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Tablo 11. Türkiye’nin Başıca İthalat Ürünleri Milyon Dolar Dönemsel (OcakSıra Fasıl Eylül) Mineral Yakıtlar, 1 27 Mineral Yağlar İTHALAT İHRACAT DENGE DEĞ. % 2011 2012 2011 2012 2011 2012 2011/2012 39.271 44.205 4.940 5.654 -34.331 -38.550 12,6 2 84 Elektriksiz Makinalar 20.485 19.175 8.522 8.872 -11.963 -10.303 -6,4 3 72 Demir Ve Çelik 15.255 14.917 8.385 8.702 -6.870 -6.216 -2,2 4 85 Elektrikli Makina Ve Cihazlar,Aksam Ve Parçaları 12.596 11.799 6.254 6.904 -6.342 -4.895 -6,3 5 87 Motorlu Kara Taşıtları 12.714 10.247 11.778 11.067 -936 820 -19,4 6 39 9.769 9.451 3.439 3.750 -6.329 -5.701 -3,3 7 71 5.832 7.334 2.393 12.825 -3.438 5.491 25,8 8 29 4.273 3.845 406 491 -3.867 -3.355 -10,0 9 90 3.080 2.922 325 403 -2.755 -2.519 -5,1 10 30 Eczacılık Ürünleri 3.408 2.897 431 435 -2.978 -2.462 -15,0 LİSTE TOPLAMI 126.683 126.792 46.873 59.103 -79.809 -67.690 0,1 TOPLAM 181.679 176.500 99.444 113.023 -82.236 -63.478 -2,9 Plastik Ve Plastik Mamul Eşya İnciler, Kıymetli Taş Ve Metal Mamulleri Organik Kimyasal Müstahsarlar Optik, Fotoğraf, Sinema, Ölçü Cihazları Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı 36 Grafik 6. Türkiye’nin İhracatında Başlıca Ülkeler ve Yüzde Payları (Ocak-Eylül 2012) Kaynak: T.C. Ekonomi Bakanlığı Grafik 7. Türkiye’nin İthalatında Başlıca Ülkeler ve Yüzde Payları (Ocak-Eylül 2012) Kaynak : T.C. Ekonomi Bakanlığı 9. Türkiye’nin Ekonomi Politikaları Işığında İş Dünyasının Pozisyonu 2008’de patlak veren küresel kriz nedeniyle piyasalar hala istikrara kavuşmamıştır, bu nedenle Türk iş dünyası da temkinli davranmalıdır. Türkiye’nin ekonomik durumu dışarıya göre daha iyi olsa da ekonomimizin diğer piyasaların kırılganlıklarından olumsuz etkileneceğinin unutulmaması gerekmektedir. 37 Türkiye’de güçlü büyüme performansı devam etmekte; 2012-2017 döneminde OECD ülkelerinde ortalama büyüme beklentisi %2,4 iken, bu oran Türkiye'de %5,2’dir. Ayrıca dünyaca ünlü kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’den de Türkiye için olumlu bir haber gelmiştir; Fitch, Türkiye'nin kredi notunu yaklaşık 20 yılın ardından “yatırım yapılabilir” seviyesine yükseltmiştir. Bu çerçevede, ülkemize girecek küresel sermayenin daha da artması, faiz oranlarının ise düşmesi beklenmektedir. Ancak tüm bu olumlu çerçeveye karşın iş dünyası olarak rehavete kapılmamamız, ülkemizde kaydedilen tüm olumlu gelişmeleri yatırım ve üretimle güçlendirmemiz gerekmektedir. 9.1. AB Politikası ve 2012 AB Türkiye İlerleme Raporu Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci her ne kadar “uzun ve ince bir yol” olarak görünse ve zaman zaman bazı dış siyasi grup ve hedefler ile bu süreç yavaşlatılıyor olsa da, Başbakanımızın ifade ettiği gibi “AB hedefimizden vazgeçmedik”. AB her ne kadar ekonomik krizin pençeleri içerisinde boğuşuyor olsa da, Türkiye'nin en büyük dış ticaret ortağı olma özelliğini hala korumaktadır. Hükümetimiz son yıllarda dış ticaret ortaklarımızı çeşitlendirerek sadece Avrupa kıtasına sabit kalmamış; Afrika, Latin Amerika ve Uzak Doğu gibi bölgelere yönelik açılımlar sağlamış olsa da, hala ticaretimizin % 37'si AB ülkeleriyle gerçekleşmektedir. Türkiye'ye doğrudan yatırımların %70'inden fazlası da AB orijinli olup, Türkiye'yi ziyaret eden turistlerin yarısından fazlası da AB ülkelerinden gelmektedir. Görüldüğü üzere, Türkiye Avrupa Birliği ekonomisinin, Avrupa Birliği de Türkiye ekonomisinin tamamlayıcı ve vazgeçilmez ortaklarıdır. Avrupa Komisyonu, 1998 yılından beri Türkiye için hazırlamakta olduğu yıllık ilerleme raporları kapsamında bu yıl Türkiye için 10 Ekim 2012 tarihinde 15. Türkiye İlerleme Raporu’nu hazırlamıştır. Raporun AB Bakanlığı tarafından yapılan çevirisi 126 sayfadan oluşmakta olup, Siyasi Kriterler, Ekonomik Kriterler ve Üyelik Yükümlülüklerini Üstelenebilme Yeteneği olmak üzere 3 ayrı başlıktan oluşmaktadır. Rapor Ekim 2011’den Eylül 2012’ye kadar olan dönemi kapsamakta olup, Türkiye, şu ana kadar AB’ye üyelik süreci en uzun olan ülke olması nedeniyle, en çok ilerleme raporuna sahip olma unvanını kazanan ülke konumundadır. Rapor ekonomik açıdan Türkiye’yi överken politik açıdan Türkiye´ye sert eleştiriler getirmiştir. 38 Raporda özellikle Türk yargı sistemine yöneltilen eleştiriler göze çarpmakta, aynı zamanda geçtiğimiz Mayıs ayında kaçak göç alanında AB ile yapılan anlaşmaya rağmen Türkiye'nin yeterli işbirliğinde bulunmadığı eleştirisinde bulunulmakta, basın özgürlüğüne getirilen sert tavırlar nedeni ile Türkiye’ye olumsuz not verilmektedir. Ancak yavaş yavaş kopma noktasına gelen Türkiye- AB ilişkilerinde AB İlerleme Raporu’nun Türkiye’nin gündeminde büyük ölçüde yer almadığını söylemek yanlış olmayacaktır Son gelişmeler çerçevesinde AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacının her geçen gün arttığını söyleyebiliriz. Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği kapsamında ikili ticaret artmaya devam etmiş ve 2011’de 120 milyar €’ya çıkmıştır. Türkiye AB’nin altıncı, AB ise Türkiye’nin birinci sıradaki ticaret ortağıdır. Türkiye’ye yönelik doğrudan dış yatırımın %75’i AB kaynaklıdır. AB bu raporda, kadınların, istihdama, politika geliştirilmesine ve siyasete daha fazla katılmaları, eğitim, çocuk işçiliği ile mücadele, sağlık, idari kapasite ve koordinasyon dahil, bütün alanlarda çabaların gerektiği, özellikle KOBİ’ler ve tüketici örgütlerine ilişkin olarak, TSE’nin standartlaşma çalışmalarında daha katılımcı bir yaklaşım benimsemesi gerektiği yönündeki beklentilerini ifade etmiştir. Raporun üçüncü bölümünde AB müktesebatı ile uyum kapsamındaki 33 fasıl ile ilgili olarak kaydedilen ilerlemeler ve beklenen çalışmalar ile ilgili ayrıntılı bilgi verilmektedir. Avrupa Komisyonu'nun Genişleme ve Avrupa Komşuluk Politikası'ndan Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin de ifade ettiği gibi, Türkiye, dinamik ekonomisi, stratejik konumu ve AB'nin dış politikasındaki ve enerji güvenliğindeki önemli bölgesel rolü düşünüldüğünde, AB için kilit bir ortak olmayı sürdürmektedir. Türkiye'nin ekonomik ve siyasi modernleşme süreci için de Avrupa Birliği önemli bir dayanak noktası olmaya devam etmektedir. İzmirli iş aleminin temsilcisi olarak Odamız, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecindeki gelişmeleri yakında takip etmekte olup, 2013 Yılı Çalışma Programı içerisinde AB ve Türkiye ekonomisine yönelik Odamızda uluslararası bir konferans düzenlenmesi ve ayrıca 2013’te AB Dönem Başkanları olacak İrlanda ve Litvanya’nın Ankara Büyükelçilikleri ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu kanalıyla, Avrupa Birliği’ne üyeliğimiz sürecinde özellikle KOBI ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) ile iş dünyasına yönelik Odamızda bilgilendirici ve eğitici konferans dizileri düzenlenmesi planlanmaktadır. 39 Ayrıca gümrüklerde, limanlarda ve antrepolarda ithalat-ihracat uygulamalarında işlerin nasıl yapıldığına dair işleyişiyle ilgili bilgi almak, uygulamaları yerinde gözlemlemek amacıyla belirlenecek Avrupa Birliği üyesi ülkelere iş ve inceme gezisi düzenlenecektir. Bunun yanı sıra, AB ve Balkan ülkelerindeki ekonomik gelişmeler ile Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci ile ilgili gelişmeler takip edilerek raporlar hazırlanacak ve yayınlanacaktır. 9.2. Dış Ticaret Politikaları Türkiye son dönemde dış ticaret politikası büyüme, üretim, istihdam, ihracat odaklı bir ekonomik yapı vizyonu ile oluşturulmuştur. Ekonomi Bakanlığı, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılına yönelik stratejik hedeflerini; Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı payın %1,5’a çıkarılması, ihracatın 500 milyar Dolara, GSYİH’mızı 2 trilyon Dolara ulaştırarak dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olmak, Türkiye’nin dünya ticaretinden aldığı payı %0,80’den %1,5’e çıkarmak ve 100 bin ihracatçı sayısına ulaşmak şeklinde belirlemiştir. Genel olarak sürdürülebilir ihracat artışının devam ettirilmesi, ihracata konu ürünlerin yüksek katma değerli bir yapıya dönüştürülmesi, sanayi üretim yapısının ihracat odaklı hale getirilmesi ve ihracatın kolaylaştırılması için teşvik tedbirlerini kapsayan bir ekonomi politikası benimsenmektedir. Belirlenen bu politikalar çerçevesinde ise; İhracatın ithalatını karşılama oranını %80’ler seviyesine çıkartmak, Sürdürülebilir ihracat artışını devam ettirmek ve ihracatçımızın rekabet gücünü artırmak , Yatırım, üretim ve ihracat zincirinde istikrarlı ihracat artışının sağlanmasını teminen gerekli altyapı, mevzuat ve teşvik enstrümanlarını etkin bir şekilde kullanmak, Genel ve sektörel ticaret heyetleri, alım heyetleri, fuarlar ve diğer pazarlama ve tanıtım faaliyetlerini ürünlerimizin tamamlayıcılığı üstün olan bölge ve ülkelere doğru yoğunlaştırmak, Var olunan pazarlarda ve yeni pazarlarda pazar payımızı ve ihracat hacmimizi planlı ve hesaplı bir şekilde artırmak, Pazarları çeşitlendirmek, Yenilikçi fikirler ve Ar-Ge’ye dayalı, katma değeri yüksek, markalı ürün ve hizmetlerin üretim ve pazarlama süreçlerini yeni nesil teşvik modelleri ile desteklemek, Yenilikçi niteliğe sahip ihraç ürün sayısının artırılması amacıyla tasarım faaliyetlerini hizmet ticareti kapsamında yaygınlaştırmak, KOBİ’lerin pazarlama ve ihracat kapasitesini artırıcı destekleri sürdürmek, 40 Dünyada Türk ürünleri imajının güçlendirilmesine yönelik olarak verilen TURQUALITY ve marka desteklerinin kapsamını genişletmek, Uluslararası markaların Türk firmalarınca satın alınmasını teşvik ederek Türk ürünlerinin yaygınlaşması ve uluslararasılaştırılmasını sağlamak, Sektörel kümelenme anlayışını ihracatı artırmada bir araç olarak kullanmak ve kümelerin koordinasyon halinde dünyaya açılmasını desteklemek, Uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerimiz de göz önüne alınarak Türk ihracatçısının uluslararası alanda karşılaştığı sorunlara etkin ve hızlı çözümler bulmak, İhracatın üretim boyutu da dikkate alınarak sanayi-üniversite işbirliğini desteklemek, Yeni ihracat finansmanı araçları yaratmak, İhracatçılarımızın kriz dönemlerinde oluşabilecek zararlarının önlenmesine yönelik politik risk sigorta fonu gibi enstrümanlardan yaygın bir şekilde yararlanmalarını teşvik etmek, Akademik ve pratik bilginin bütünleşerek daha verimli bir ortam yaratılması amacıyla firmalar, STK’lar ve üniversiteler arasında danışmanlık-koçluk ilişkilerinin kurulmasının zeminini sağlamak amaçlanmaktadır. Başta makine ve otomotiv olmak üzere, demir-çelik, tekstil, hazır giyim ve konfeksiyon, elektrik ve elektronik ile kimyevi maddelerin 2023 ihracat stratejisinin lokomotif sektörleri olmaya devam edeceği öngörülmektedir. Küresel kriz döneminde Türkiye, dış ticaretini çeşitlendirme ve yeni ihracat pazarları bulma stratejisi ile AB’den kaynaklı ihracat kayıplarını en aza indirmeyi hedeflemiştir. Ekonomi Bakanlığı bu stratejiyi Afrika Stratejisi, Komşu ve Çevre Ülkeler Stratejisi, Amerika Pazara Giriş Stratejisi, Asya ve Latin Amerika ülkelerine yönelik rekabet edebileceği ve farklı amaçlar ve araçlar kullanacağı bir program şeklinde tasarlamıştır. Bakanlık, ilk etapta Afrika ülkeleri ve Asya-Pasifik Bölgesi ülkelerine daha sonra Amerika ülkeleri, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ve Ortadoğu Ülkeleri’ne yönelik özel politikalar geliştirmiştir. Afrika’ya yönelik stratejide ihracat ve yatırım artışı, öncelikli hedefler olarak belirlenmiştir. Asya’ya yönelik stratejide ise ticaret dengesizliğinin giderilmesi ve bu bölgeden ülkemize yatırımların çekilmesi politikası oluşturulmuştur. Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) bakımından 2 yönlü bir politika izlenmektedir. Bunlardan ilki, hâlihazırda yürürlükte bulunan STA’ların kapsamlarının genişletilmesi, ikincisi yeni nesil STA’ların müzakerelerinin tamamlanmasını amaçlamaktadır. 41 Türkiye ekonomisi sadece mal ihracatında değil, hizmet ihracatında da büyük potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Son dönemde dünyada serbest bölgeler anlayışı yalnızca mal ihracatı ya da imalat odaklı bir ihracat anlayışından hızla “hizmet ihracatını konu olan ihtisaslaşmış bölge” anlayışına geçmeyi hedeflemektedir. Bu çerçevede Türkiye’de sağlık, eğitim, yazılım, lojistik, finans gibi pek çok alanda “ihtisaslaşmış bölge”lerin kurularak bir yandan Türkiye’nin döviz kazanımını artırırken diğer yandan da küresel alanda rekabet edebilen, Türkiye içinden ziyade dış dünya odaklı hizmet sektörlerinin yaratılması amaçlanmaktadır. Ürün Güvenliği ve Piyasa Gözetimi ve Denetimi (PGD), sağlıklı bir ekonomi ve dış ticaret politikasının önemli bir bileşeni olup,”sürdürülebilir ihracat artışının” ön koşulu olarak belirlenmiştir. Etkili ürün güvenliği ve PGD çerçevesinde aynı mevzuatın tüm üretici ve ithalatçılar için uygulanmasını sağlanması, piyasayı disipline ederek piyasaya olan güvenin pekiştirilmesi ve ekonomide kayıt-dışı ile mücadeleye katkı sağlanılması hedeflenmektedir. Türkiye ithalat politikasını ise, ülke sanayisinin ihtiyaç duyduğu kaliteli ve fiyat avantajına sahip ürünlere ulaşımına ve teknoloji transferine imkân tanıması, ihracata dönük, teknoloji yoğun, katma değeri yüksek, uluslararası standartlara uygun üretim yapısını destekler mahiyette olması; bu suretle ülkemizin uluslararası piyasalardaki rekabet potansiyelinin geliştirilmesine olanak sağlayacak şeklinde belirlemiştir. Bu çerçevede, ithalat artışının ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla yürütülen gümrük vergisi, telafi edici önlem, ticaret politikası savunma araçları, riske dayalı denetleme sistemi gibi mekanizmaların etkin bir şekilde kullanılması hedeflenmektedir. İthalat bağımlılığı tespiti yapılan spesifik sektörlerde doğrudan yabancı yatırımlar yoluyla yurt içi üretimin desteklenmesi, kaynak yetersizliği nedeniyle yurt içinden tedarik edilemeyen ve mutlaka yurt dışından tedarik edilmesi gereken temel girdi alanlarında yurt dışı yatırımlar yoluyla tedarik güvenliğinin sağlanması için yatırımı teşvik politikaları ve uygulamaları geliştirilmiştir. 9.2.1. Türkiye’nin ve AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA)’lar , komşu ve çevre ülkelerle dış ticaretimizin geliştirilmesi; ihracatçılarımızın dış pazarlarda, başta AB ülkelerinin müteşebbisleri olmak üzere rakipleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmesinin temini; karşılıklı yatırımların artırılması ve müşterek teşebbüslerle ülkemizin uluslararası rekabet gücünün artırılması bakımından önem taşımaktadır. Türkiye’nin, Avrupa Birliği (AB) ile arasındaki Gümrük Birliği ilişkisi uyarınca, AB’nin Ortak Ticaret Politikasını üstlenme yükümlülüğü bulunmakta olup, üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret sistemi üstlenilmektedir. 42 Bu kapsamda, Türkiye, AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına dayalı benzer anlaşmalar akdetmektedir. Başka bir ifadeyle Türkiye, sadece Avrupa Birliği’nin STA müzakereleri yürüttüğü ülkelerle STA imzalayabilmektedir. Bununla birlikte, ülkemizin AB tarafından imzalanmış STA’ların içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamakta olup, gerçekleştirilen müzakerelerde sanayi ve ticaret politikası önceliklerimiz ile ülkemiz hassasiyetleri göz önüne alınmaktadır. Bugüne kadar, Türkiye 19 ülke ile STA imzalamıştır. EFTA ülkeleri (Norveç, İsviçre, İzlanda, Lihtenştayn) İsrail Makedonya Hırvatistan Bosna ve Hersek Filistin Tunus Fas Suriye Mısır Arnavutluk Gürcistan Karadağ Sırbistan Şili Ürdün Lübnan Morityus Güney Kore Söz konusu STA’lardan, Lübnan, Morityus ve Güney Kore ile imzalanan Anlaşmalar dışındaki STA’lar halihazırda yürürlükte bulunmakta olup, Lübnan, Morityus ve Güney Kore Anlaşmaları taraflarca iç onay sürecinin tamamlanmasının ardından yürürlüğe girecektir. Bununla birlikte Türkiye ile Suriye Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması 6 Aralık 2011 tarihinde askıya alınmıştır. STA müzakeresi yürütülen veya müzakerelere başlanması yönünde girişim yapılan 21 ülke (Ukrayna, Libya, Seyşeller, Kamerun, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Cezayir, Meksika, Malezya, Ekvator, Moldova, Güney Afrika Cumhuriyeti, Kolombiya, Faroe Adaları, Endonezya, Peru, Hindistan, Japonya, Vietnam, Kosova, Kanada ve Gana) ve 5 ülke grubu (Körfez İşbirliği Konseyi, MERCOSUR, ASEAN, Orta Amerika Topluluğu, CARIFORUM) bulunmaktadır. 43 STA’ların ülkemize sağladığı pazara giriş imkânları değerlendirildiğinde, istatistikler, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmi artış oranımızın genel dış ticaretimizin hacminin artış oranından daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ülkemizin yürürlükte bulunan 16 STA ortağı ile ticareti incelendiğinde 13,6 milyar Dolarlık ihracatımıza karşılık 12,2 milyar Dolarlık ithalatımızla ticaret fazlası verdiğimiz saptanmaktadır. STA ülkeleri ile ticaretimiz, ihracatımızın %10,1’ini, ithalatımızın ise %5,1’ini teşkil etmektedir. Bununla birlikte Avrupa Birliği Komisyonunun yaptığı bir araştırmada, önümüzdeki üç dört yıl içinde toplam dünya talebinin % 90’ının AB dışındaki ülkelerden kaynaklanacağına işaret edilmektedir. Bu çerçevede, AB, topluluk sanayisine yeni pazar imkanları yaratabilmek için, ikili bazdaki Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) müzakerelerini hızlandırmıştır. Avrupa Birliğinin halen yürürlükte olan STA’ları, Meksika , G.Afrika, Şili ve G. Kore ile yaptığı anlaşmalardır. Bu STA’ların yanısıra AB’nin ; Türkiye, Andorra ve San Marino ile Gümrük Birliği, İsviçre, Norveç, İzlanda ve Lichtenstein ile EFTA Anlaşması, Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Karadağ, Bosna Hersek, Sırbistan ayrıca, Akdeniz bölgesinde, Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Fas, Filistin, Suriye, Tunus ve Afrika-Karaipler-Pasifik (ACP) ile Tercihli Ticaret Anlaşmaları bulunmaktadır. AB ile STA’sı olup da halen Türkiye ile STA imzalamamış başlıca ülkeler Meksika, Güney Afrika Cumhuriyeti, Cezayir’dir. AB ile üçüncü ülkeler arasında tamamlanan ancak henüz yürürlüğe girmeyen STA’lar : Andean Ülkeleri ( Peru,Kolombiya,Bolivya,Ekvador) Orta Amerika Ülkeleri (Kosta Rika, El salvador, Guatemala, Honduras, Nikaragua ve Panama) Ukrayna AB’nin halen müzakerelerini sürdürmekte olduğu STA’lar: Kanada Singapur Malezya ve Vietnam Hindistan 44 MERCOSUR Ülkeleri (Arjantin, Brezilya,Paraguay, Uruguay, Venezuella) Gürcistan, Ermenistan ve Moldovya Afrika, Karayipler ve Pasifik (ACP) ülkeleri AB’nin başlama aşamasında olan STA Müzakereleri : Japonya ABD Sonuç olarak, STA’ların ihracatçılarımızın Batı Avrupa pazarlarına olan bağımlılığının azaltılarak ,üçüncü ülke pazarlarında, rakipleri ile eşit şartlara sahip olmasına , STA ülkelerinin ara malı ve nihai mamullerini ülkemizden tedarik etmelerinin temin edilmesine , Türkiye’nin tercihli ticaret imkânlarından yararlanmak isteyen doğrudan yabancı sermayeli yatırımların artmasına imkan veren STA’ların kapsamlarının genişletilmesi ülkemiz açısından büyük önem arz etmektedir. İzmir Ticaret Odası olarak AB’nin, halihazırda yürürlükte bulunan ancak Türkiye’nin üstlenemediği STA’ları ilgili üçüncü ülkelerle anlaşma sağlayarak Türkiye’yi de kapsayacak hale getirmesi ve bundan sonra diğer ülkelerle başlayacağı STA müzakerelerinin Türkiye ile eş zamanlı olarak başlatılması, tamamlanması ve uygulamaya konulması için gerekli tedbirleri alınmasına yönelik girişimlerde bulunacaktır. 9.3. Para ve Maliye Politikaları 9.3.1. Maliye Politikaları 2013 yılı ve izleyen yıllara ilişkin maliye politikasının ana unsurlarını, Orta Vadeli Program ve Orta Vadeli Mali Planda görmek mümkündür. Orta Vadeli Program, kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası niteliğindedir ve uzun vadeli amaçlara katkıda bulunacak şekilde, üç yıllık dönemde üzerinde yoğunlaşılacak öncelikleri tespit eder. 5018 sayılı Kanunun 16’ncı maddesi uyarınca, çok yıllı bütçe hazırlık süreci Bakanlar Kurulunun en geç Eylül ayının ilk haftası sonuna kadar makro politikaları, ilkeleri, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak şekilde Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan orta vadeli programı kabul etmesiyle başlamaktadır. Çeşitli alanlarda birbirleriyle tutarlı bir amaç, politika ve öncelikler seti sunan Orta Vadeli Program, makro politikaların yanı sıra, temel gelişme eksenlerini ve ana sektörleri kapsamaktadır. 45 Bakanlık ve kurum bütçelerinin hazırlanmasında, idari ve yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde, kurumların karar alma süreçlerinde Programın amaç ve öncelikleri esas alınmaktadır. Dinamik bir yapı arz eden ve üç yıllık perspektife sahip olan Program, yıllık uygulamaların sonuçları ve genel şartlardaki değişmeler dikkate alınarak, her yıl yenilenmektedir. Kalkınma Bakanlığınca hazırlanan Orta Vadeli Program (2013-2015) 10.09.2012 tarihli ve 2012/3793 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilerek 09.10.2012 tarihli ve 28436 sayılı mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 2013-2015 dönemi Orta Vadeli Programda belirlenen temel amaç ve politikaların hayata geçirilmesine yönelik olarak hazırlanan, Orta Vadeli Program ile uyumlu olmak üzere, gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte hedef açık ve borçlanma durumunu gösteren, merkezi yönetim bütçe büyüklüklerini ve kurumsal bazda ödenek teklif tavanlarını belirleyen belge olan ve Maliye Bakanlığınca hazırlanarak Yüksek Planlama Kurulunca karara bağlanan Orta Vadeli Mali Plan 09 Ekim 2012 tarihli ve Mükerrer 28436 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Orta vadeli program ve orta vadeli mali plan yayımlandıktan sonra kamu idarelerinin bütçe tekliflerini hazırlama sürecini yönlendirmek üzere; Maliye Bakanlığınca hazırlanan ve Bütçenin hazırlanmasında izlenecek yol ve yöntemler teknik ayrıntı ve standartlar ve hazırlanması esnasında kullanılacak formları içeren Bütçe Çağrısı ve eki Bütçe Hazırlama Rehberi de 09 Ekim 2012 tarihli ve Mükerrer 28436 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Orta Vadeli Programda 2013 yılını da içine alan 3 yıllık dönemde temel makro göstergelere ilişkin tahminler aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Yapılan tahminlere bakıldığında, önümüzdeki üç yılda Türkiye ekonomisinde istikrarlı bir büyüme söz konusu olacaktır. Tablo 12. Türkiye’nin Büyüme Oranları GSYH Büyümesi (%, Sabit Fiyatlarla) GSYH (Milyar TL, Cari Fiyatlarla) GSYH (Milyar Dolar, Cari Fiyatlarla) TÜFE Yılsonu (%) Kaynak: 2013-2015 Orta Vadeli Program 46 2013 2014 2015 4,0 5,0 5,0 1.571 1.740 1.933 858 919 998 5,3 5,0 5,0 Orta vadeli programda önümüzdeki üç yıllık süreçte kamu maliyesine ilişkin temel beklentiler aşağıdaki gibidir. Bu öngörüler 2013-2015 döneminde mali disiplinin sıkı halde süreceğinin sinyallerini vermektedir. 2012 yılı sonunda %1,7 olacağı tahmin edilen kamu kesimi açığının GSYH’ya oranının, Program dönemi sonunda %0,9’a gerilemesi hedeflenmektedir. Aynı şekilde, 2015 yılı genel devlet açığının GSYH’ya oranının da, 2012 yılında gerçekleşmesi beklenen %1,6 seviyesinden %0,9’a düşmesi hedeflenmektedir. 2012 yılında GSYH’ya oran olarak %0,5 düzeyinde olması beklenen program tanımlı kamu kesimi fazlasının sürekli artarak Program dönemi sonunda %1,1’e yükselmesi öngörülmektedir. GSYH’ya oran olarak, genel devlet harcama ve gelirlerinin son dönemde ulaştığı seviyelerde seyretmesi beklenmektedir. 2012 yılında %27,2 olarak gerçekleşeceği tahmin edilen sosyal güvenlik primleri dahil vergi yükünün (vergi red ve iadeleri hariç) GSYH’ya oranının, 2013 yılında %28,2 olarak gerçekleşeceği ve Program dönemi sonunda %27,5 seviyesine gerileyeceği öngörülmektedir. GSYH’ya oran olarak, 2011 yılında %39,2 düzeyinde gerçekleşen AB tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun 2012 yılında %36,5 düzeyine gerilemesi beklenmektedir. Söz konusu oranın düzenli bir azalma eğilimi göstererek, Program dönemi sonunda %31 düzeyinde gerçekleşmesi öngörülmektedir. 2013 yılı merkezi yönetim bütçesinde bütçe gelirlerinin 370,1 milyar TL, genel bütçe gelirlerinin ise 359,0 milyar TL olması öngörülmüştür. Merkezi yönetim bütçesi 2011 yılı Eylül ayında 1 milyar 871 milyon TL açık vermiş iken 2012 yılı Eylül ayında 5 milyar 830 milyon TL açık vermiştir. 2012 yılı Eylül ayında cari transferler geçen yılın aynı ayına göre %17,5 oranında artarak 10 milyar 390 milyon TL olarak gerçekleşmiş ve bütçede öngörülen 130 milyar 220 milyon TL ödeneğin %8’i bu ayda kullanılmıştır. 2012 yılı Eylül ayında sağlık, emeklilik ve sosyal yardım giderleri için 5 milyar 289 milyon TL transfer söz konusudur. Tablo 13. Eylül Ayı İtibariyle Türkiye’nin Merkezi Yönetim Bütçesi (Milyon TL) 2011 2012 220.869 Bütçe Giderleri 186.105 Faiz Hariç Giderleri 34.764 Faiz Giderleri Bütçe Gelirleri 221.102 188.378 Vergi Gelirleri 234 Bütçe Açığı 34.998 Faiz Dışı Fazla Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı, 2012. 258.041 218.508 39.533 243.691 201.939 -14.350 25.183 47 Bütçe açığı dış ticarette dış dünyada özellikle Avrupa’da yaşanacak gelişmelere, faiz oranlarındaki değişimlere göre, daha yüksek seviyelerde çıkabilir. Ancak bütçe açığının makro ekonomi içindeki nispi büyüklüğü açısından diğer pek çok ülkeye göre oldukça iyi durumda olduğumuz söylenebilir. Bu yıl bütçe açığının öngörülenin üstünde gerçekleşmesi temel olarak harcamalardaki artıştan kaynaklanacaktır. 2012 yıl sonunda merkezi yönetim bütçe giderlerinin 362,7 milyar TL ile başlangıç ödeneğine göre %3,3 oranında, yani 11,7 milyar TL, daha yüksek gerçekleşmesi beklenmektedir. 2013-2015 döneminde izlenecek maliye politikası, istikrarlı bir büyüme sürecinde istihdamı artırmayı, yurt içi tasarruf seviyesini yükseltmeyi ve mali disiplini sürdürmeyi hedeflemektedir. Orta vadeli mali planda yer alan merkezi yönetim bütçe büyüklüklerine göre, 2013 yılı merkezi yönetim bütçe açığının GSYH’ye oranının 52,2 olarak gerçekleşeceği, 2014 ve 2015 yıllarında ise sırasıyla %2 ve %1,8’e düşeceği tahmin edilmektedir. Orta Vadeli Mali Plan döneminde, faiz dışı fazlanın GSYH’ye oranının 2013 ve 2015 yıllarında %1,2 ve 2014 yılında ise %1 olarak gerçekleşeceği öngörülmektedir. Mali Plan döneminde, büyümeyi ve istihdamı destekleyen harcamalar ile bölgesel gelişmişlik farklarını azaltan harcamalara daha fazla önem verilecektir. Sağlık, eğitim ve sosyal nitelikli harcamalara öncelik verilmesi suretiyle toplumun yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve beşeri sermayenin niteliğinin arttırılmasına yönelik politikalar uygulanmaya devam edilecektir. Mali Plan döneminde uygulanacak gelir politikalarının temel amacı; rekabetin geliştirilmesi, daha etkin bir vergi sisteminin oluşturulması, istihdamın ve yatırımların teşviki ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasıdır. Bu amaç doğrultusunda vergi politikalarının uygulanmasında istikrar ve vergilendirmede öngörülebilirlik esas olacaktır. Vergi sistemi etkinlik, basitlik ve vergilendirmede adalet ilkeleri doğrultusunda gözden geçirilecektir. Vergi kanunlarında yer alan istisna, muafiyet ve vergi indirimi hükümleri, ekonomik ve sosyal politikalar çerçevesinde yeniden değerlendirilerek vergi mevzuatı sadeleştirilecektir. Bu çerçevede Gelir Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanunu başta olmak üzere temel vergi kanunlarının gözden geçirilmesi çalışmaları tamamlanacaktır. İstisna, muafiyet ve indirimler nedeniyle oluşan vergi harcamalarının mali boyutunun tespitine ve kamuoyu ile paylaşılmasına yönelik çalışmalara devam edilecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum çalışmaları sürdürülecektir. 48 Plan döneminde uygulanacak vergi politikasının satır başları aşağıdaki gibidir: Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesine, yüksek katma değerli ürünler geliştirilerek ülke ekonomisinin uluslararası düzeyde rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulmasına yönelik vergi politikası uygulamalarına devam edilecektir. Temel vergi kanunlarının günümüz ihtiyaçları doğrultusunda gözden geçirilmesi çalışmaları tamamlanacaktır. Vergi politikaları finansman kalitesini artıracak şekilde uygulanacaktır. Başta yurtiçi tasarruf yetersizliği ve cari açık olmak üzere, büyüme ortamının sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurlarla mücadelede vergi politikası gerektiğinde etkin bir şekilde kullanılacaktır. İstisna, muafiyet ve indirimler nedeniyle oluşan vergi harcaması tutarlarının hesaplanarak kamuoyuyla paylaşılması uygulaması genişletilerek sürdürülecektir. Vergiye uyumun artırılması ve vergi tabanının genişletilmesine yönelik çalışmalara devam edilecektir. Vergi politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında, iklim değişikliğiyle mücadele edilmesine ve enerji tüketiminde tasarruf sağlanmasına yönelik öncelikler gözetilecektir. Borçlanma Politikası; 2013-2015 döneminde de stratejik ölçütlere dayalı borçlanma politikası uygulaması sürdürülecek olup aşağıda sıralanan stratejik ölçütler vasıtasıyla orta ve uzun vadede piyasa risklerinin kontrol altında tutulması hedeflenmektedir. Likidite Riski: Nakit ve borç yönetiminde oluşabilecek likidite riskinin azaltılması amacıyla güçlü rezerv tutulması ve ortalama vadenin piyasa koşulları elverdiği ölçüde uzatılarak vadesine 12 aydan az kalmış senetlerin payının azaltılması, Faiz Riski: TL cinsi borçlanmanın ağırlıklı olarak sabit faizli enstrümanlarla yapılarak gelecek 12 ayda faizi yenilenecek senetlerin payının azaltılması, Döviz Kuru Riski: Nakit iç borçlanmanın ağırlıklı olarak TL cinsinden yapılması. Söz konusu stratejik ölçütlerle uyumlu olarak hazırlanan finansman programı çerçevesinde, AB tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun GSYH’ye oranının 2013’te %35, 2014’te %33 ve 2015’te %31 olması öngörülmektedir. 9.3.2. Para ve Kur Politikaları 2012 Yılında Para Politikası: Merkez Bankası’nın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Fiyat istikrarı ve finansal istikrar birbirlerini tamamlayıcı iki önemli hedeftir. Merkez Bankası Türkiye’de finansal istikrardan sorumlu kurumlardan biridir. 49 Merkez Bankası, gözetim ve denetimden sorumlu diğer kurumlardan farklı olarak finansal istikrara makro açıdan bakmaktadır. Bu yapı çerçevesinde birden fazla amaca yönelik olarak uygulanan para politikasının gerektirdiği araç çeşitliliğini sağlamak amacıyla, politika faizinin yanı sıra gecelik borç alma ve borç verme faizleri arasında oluşan faiz koridorunun ve zorunlu karşılıkların bir arada kullanıldığı bir politika bileşimi tasarlanmıştır. Makro finansal risklerin azaltılması konusunda arzu edilen sonuçların alınmaya başlamasıyla para politikası Ekim 2011 döneminden itibaren fiyat istikrarına odaklanmıştır. Bu doğrultuda TCMB, faiz koridorunu yukarı yönlü genişleterek etkin likidite operasyonlarıyla güçlü bir parasal sıkılaştırma gerçekleştirmiştir. TCMB 2012 yılının ortalarına kadar risk iştahındaki dalgalanmalar ve enflasyon görünümüne dair yukarı yönlü riskler nedeniyle belli aralıklarla parasal sıkılaştırmaya gitmiştir. Bu dönemde faiz koridorunun üst sınırı yüksek seviyelerde tutularak yukarı yönlü sıkılaştırma esnekliği korunmuştur. 2012 yılının ortalarından itibaren para politikası kademeli olarak daha destekleyici bir konuma gelmiştir. Gerek küresel risk iştahının yeniden iyileşme eğilimine girmesi gerekse cari dengeye ve büyümenin kompozisyonuna ilişkin açıklanan verilerin ekonomideki dengelenme sürecinin güçlendiğine işaret etmesi Türkiye’ye yönelik risk algılamalarını olumlu etkilemiştir. TCMB, son dönemde likidite koşullarını daha destekleyici bir konuma getirse de, genel olarak ihtiyatlı bir duruş sergilemiştir. Bu doğrultuda Para Politikası Kurulu (Kurul), yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ve enerji fiyatlarındaki artışların fiyatlama davranışlarına dair risk oluşturduğuna vurgu yaparak temkinli duruşun devam edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, küresel ekonomiye dair belirsizliklerin devam ettiğine dikkat çekilerek para politikasında her iki yönde de esnekliğin korunmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede, alınan tedbirlerin krediler, yurt içi talep ve enflasyon beklentileri üzerindeki etkilerinin dikkatle takip edileceği ve bu doğrultuda Türk lirası fonlama miktarının gerekli görüldüğünde aşağı veya yukarı yönlü ayarlanacağı tekrar vurgulanmıştır. Merkez Bankasının hali hazırda politika faizi olarak benimsediği 1 haftalık repo faizinde borç verme faiz oranı %10'dan %9,5 e düşürülmüştür. 2012 Yılında Kur Politikası: 2012 yılında kur politikasının hedefi finansal istikrarı desteklemektir. Para Politikası Kurulu’nun 16 Ağustos 2012 tarihinde yapılan toplantısında alınan kararlar çerçevesinde finansal istikrarı desteklemek amacıyla, Türk lirası yükümlülükleri için tutulması gereken zorunlu karşılıkların döviz cinsinden tesis imkânına dair getirilen esnekliğin bir miktar daha artırılmasını uygun bulmuştur. 50 Bu doğrultuda, Türk lirası zorunlu karşılıkların döviz olarak tesis edilebilecek kısmının üst sınırı %55’den %60’a yükseltilmiş ve ilave %5’lik dilim için 2 katsayısıyla çarpımına karşılık gelen tutarda döviz tesis edilmesi imkânı sağlanmıştır. Kurul üyeleri, tasarlanan bu mekanizmanın sermaye akımlarında gözlenen aşırı oynaklığın yurt içi piyasalar üzerindeki olumsuz etkisini sınırlandırmayı amaçladığını tekrar vurgulamıştır. Gelecek Dönem Para ve Kur Politikası: 2012 yılında para ve kur politikamızın belirlenmesinde enflasyon eğilimleri ve yurtdışında yaşanan finansal sorunların ülkemize olan muhtemel etkileri temel rol oynayan faktörlerdir. 2013 yılına ilişkin Para ve Kur Politikaları Merkez Bankası'nca 25.12.2012 tarihinde yayınlanacaktır. Ancak önümüzdeki yıl uygulanacak para ve kur politikasının ana hatlarını Para Politikası Kurulu toplantılarından ve enflasyon raporlarından çıkarsamak mümkündür. Para Politikası Kurulu’na göre; enflasyondaki düşüş yılın son çeyreğinde belirginleşecektir. Bununla birlikte, yönetilen/yönlendirilen fiyatlar ve enerji fiyatlarındaki artışlarla enflasyonun bir süre daha hedefin üzerinde seyredecek olması fiyatlama davranışlarına dair temkinli bir duruş gerektirdiği görüşü de ifade edilmiştir. Küresel büyüme görünümünün uzun süre zayıf seyretmesi durumunda, gelişmiş ülke merkez bankalarının parasal genişleme paketlerini devam ettirme olasılığı bulunmaktadır. Yeni tedbirlerin süresinin uzaması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için makro finansal riskleri besleyebilecektir. Söz konusu durumda kısa vadeli sermaye akımlarında yaşanabilecek ivmelenme, hızlı kredi genişlemesi ve yerli para üzerinde oluşabilecek değerlenme baskısı ekonomimizdeki dengelenme sürecini yavaşlatabilecektir. Bu riskin gerçekleşmesi halinde Kurul, kısa vadeli faizleri düşük düzeylerde tutarken zorunlu karşılıklar gibi makro ihtiyati araçlarla sıkılaştırmaya gidebilecektir. Ayrıca, Rezerv Opsiyonu Mekanizması da otomatik dengeleyici özelliği ile finansal istikrarı destekleyecektir. Bu çerçevede Kurul, rezerv opsiyonu katsayıları artırılırken faiz koridorunun ölçülü olarak daraltılmasının finansal istikrarı destekleyeceği değerlendirmesinde bulunmuştur. Gerekli görülmesi halinde önümüzdeki dönemde aynı doğrultuda ölçülü bir adım atılabileceği ifade edilmiştir. Son yıllarda uygulanan ihtiyatlı maliye politikalarının önümüzdeki dönemde de devam etmesi küresel konjonktürdeki belirsizliklere karşı ekonomimizin dayanıklılığının korunması açısından kritik önem taşımaktadır. Orta vadede ise mali disiplini kalıcı hale getirecek ve tasarruf açığını azaltacak yapısal reformların sürdürülmesi, ülkemizin kredi riskindeki göreli iyileşmeye katkıda bulunarak fiyat istikrarını ve finansal istikrarı destekleyecektir. 51 Bu yönde atılacak adımlar aynı zamanda para politikasının hareket alanını genişletecek ve uzun vadeli kamu borçlanma faizlerinin düşük düzeylerde kalıcı olmasını sağlayarak toplumsal refahı destekleyecektir. Bu çerçevede, OVP'nin gerektirdiği yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusunda atılacak adımlar büyük önem taşımaktadır. Küresel parasal genişleme politikaları emtia fiyatları üzerinde de risk oluşturmaktadır. Ancak, söz konusu politikaların daha çok küresel talebin zayıf olduğu zamanlarda uygulanıyor olması emtia fiyatlarının genel enflasyonist baskısını sınırlayabilmektedir. Bununla birlikte Kurul, emtia fiyatlarındaki artışların uzun süreli olması ve bu durumun fiyatlama davranışlarını bozma olasılığının ortaya çıkması halinde gereken sıkılaştırıcı politika tedbirlerini alacaktır. Faizleri düşük düzeylerde tutarken zorunlu karşılıklar gibi makro ihtiyati araçlarla sıkılaştırmaya gidebilecektir. Ayrıca, Rezerv Opsiyonu Mekanizması da otomatik dengeleyici özelliği ile finansal istikrarı destekleyecektir. 10. İş Dünyasının Gözünden Türk Ticaret Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’ndaki Mevzuat Değişiklikleri 50 yılı aşkın bir süredir ülkemiz ticaret yaşamını düzenleyen Türk Ticaret Kanunu’nun yerini Yeni Türk Ticaret Kanunu almıştır. Yeni Türk Ticaret Kanunu, ticaret hayatında geçen zaman süre içerisinde gerçekleşen büyük değişim ve gelişime cevap verebilmek amacıyla hazırlanmıştır. 14 Şubat 2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan Yeni Türk Ticaret Kanunu, 1 Temmuz 2012 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. 6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle birlikte şirketlerin yönetim kurulu yapısına ilişkin bir takım değişiklikler ve yenilikler gündeme gelmiştir. 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren elektronik ortamda yönetim kurulu ve genel kurul yapılması imkânlarından faydalanılması için gerekli esas sözleşme tadilleri yapılmaya başlamıştır. Ayrıca kayıtlı sermaye sistemine geçmek isteyen şirketlerin gerekli prosedürleri de başlamıştır. 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren konsolide ve solo finansal tablo hazırlanmasında ve ticari defterlerin tutulmasında Türkiye Finansal Raporlama Standartları uygulanmaya başlayacaktır. Yine aynı tarihten itibaren esas sözleşmelerde yer alan farklı genel kurul toplantı ve karar nisapları kanun ile uyumlu hale getirilecektir. 52 14 Şubat 2013 tarihi itibariyle Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 201. maddesinin 1. fıkrasında öngörülmüş bulunan oy haklarının kullanılmasına ilişkin sınırlamaya dair hüküm yürürlüğe girecektir. 1 Mart 2013 tarihine kadar anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketin yetkili organı tarafından denetçi atanması gerekmektedir. 1 Temmuz 2013 tarihi, A.Ş.’lerin esas sözleşmelerinde bulunan nama yazılı payların devri ile ilgili kısıtlama ve özel düzenlemelerin Kanuna uyumlu hale getirilmesi için son gündür. 1 Temmuz 2013 tarihinden itibaren her sermaye şirketi bir internet sitesi açmak, şirketin internet sitesi mevcutsa bu sitenin belli bir bölümünü Kanunda belirtilen hususlara ayırmak zorundadır. 14 Şubat 2014 tarihi, mevut sermayelerin Kanunda belirtilen asgari sermayelere yükseltilmesi için son gündür. Paylar üzerindeki oy hakkında aşan imtiyazların Kanun ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. 1 Temmuz 2014 tarihi, bağlı şirketler nezdinde Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 202. maddesi kapsamına giren kayıplar var ise hakim şirket tarafından denkleştirilmesi için son gündür. Pay sahibi ve ortakların şirkete karşı olan borçlarının nakdi ödeme yapılarak kapatılması için son gün ise 1 Temmuz 2015’dir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun birbiriyle uyumlu olmayan hükümlerinin yeniden düzenlenmesi ve her iki Kanun’da iş dünyası için sıkıntı yaratacak hükümlerin yeniden düzenlenmesi için ilgili makamlara İzmir Ticaret Odası görüş ve önerilerini bildirecektir. Örneğin, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 2013 yılı sonrasında bağımsız denetime tabi olacak şirketlerin belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Taslak metni henüz yürürlüğe girmemiş olup, iş dünyası bu konuda bekleme sürecindedir. 6102 sayılı TTK’nın 1524’üncü maddesinin “İnternet sitesiyle ilgili olarak bu Kanunun ilgili maddelerinde ve bu maddede öngörülen düzenlemeler denetime tabi olmayan sermaye şirketleri hakkında uygulanmaz.” hükmü nedeniyle de denetime tabi şirketlerin belirlenmesi önem taşımaktadır. 53 “Bağımsız denetim” konusu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397, 398, 400, 404’üncü maddelerinde ve geçici madde 6’da düzenlenmektedir. Ayrıca, uluslararası standartlarla uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarını oluşturmak ve yayımlamak, bağımsız denetimde uygulama birliğini, gerekli güveni ve kaliteyi sağlamak, denetim standartlarını belirlemek, bağımsız denetçi ve bağımsız denetim kuruluşlarını yetkilendirmek ve bunların faaliyetlerini denetlemek ve bağımsız denetim alanında kamu gözetimi yapmak yetkisini haiz Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun kuruluş, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” (KHK/660), 02.11.2001 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 397’nci maddesinin, 26.06.2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanun’un 18’inci maddesi ile eklenen 4’üncü fıkrası uyarınca, bağımsız denetime tabi olacak şirketler Bakanlar Kurulu’nca belirlenir. Bakanlar Kurulu, bu kapsamda bağımsız denetime tabi olacak şirketleri belirlemek üzere Taslak metni hazırlamış bulunmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 547 vd. maddelerinde düzenlenen “ticari temsilci” kavramının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda “ticari mümessil” olarak düzenlenmesi yerinde olmayıp, iki yasa arasında terim birliğinin sağlanması gerekmektedir. Bunun gibi, artık yeni TTK’da düzenlenmeyen ticaret işleri tellâllının, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki ücret alacağına ilişkin zaman aşımıyla ilgili m.147 (5)’deki “ticari simsarlık ücreti alacağı dışında” ifadesinin madde metninde yer alması uygun olmayıp, metinden çıkartılması gerekmektedir. Borçlar Kanunun 584. maddesinin bu haliyle ülke gerçekleri ile bağdaşacağını söylemek mümkün değildir. Şirket ortağı olan kişinin şirket adına malı alırken verdiği senette şahsi kefil olması, birisine ev kiralarken kefil olması veya şirkete ev kiralarken kefil olması veya şirkete veya bir yakınına alınacak kredi için kefil olması halinde eşinin de rızasını alması gerekecektir ve eşin rızası sözleşme kurulurken temin edilecektir. Bu noktada ticari ve sosyal yaşamın olumsuz etkileneceği ve aile içi sorunlar doğuracağı göz ardı edilmemelidir. Öte yandan icra kefili olmak için de eşin rızasının alınması gerektiği, pratikte işlem sırasında bunun nasıl gerçekleştirileceği de bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Bu sorunlar; önceden alınacak bir vekaletname veya muvafakatname ile (rızaya ilişkin) aşılabilir. Borçlar Kanununun kefaletle ilgili diğer bir değişikliği de 585. maddesinde yapılmıştır. Bu madde de adı kefalette alacaklı öncelikle borçluya başvurmadıkça kefili takip edemeyecektir. Ancak bunun istisnaları vardır. 54 Bunlar; Borçlu aleyhine aciz vesikası alınmış olması, Borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmiş olması, Borçlunun iflasına karar verilmiş olması da borçluya konkordatoya varılmış olması. Bu noktada iflasın ertelenmesi halinde bu istisnalara kıyas yoluyla uygulanabileceği anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu 586. maddede müşterek borçlu müteselsil kefalet düzenlenmiş olup, eski düzenlemeden farklı olarak kefile müracaat için borçlunun ifada gecikmesi ve ihtarın sonuçsuz kalması veya ödeme güçlüğü içinde olması hallerini belgelendirilmesini sağlamıştır. Öte yandan Borçlar Kanunu 585/2. maddesi ile alacağın teminatlandırılmış olması halinde rehnin paraya geçirilmesinden önce kefile başvurulamayacağı da düzenlenmiştir. İstisnalar ise Borçlar Kanunu 585. maddedeki gibi düzenlenmiştir. Yine önemli bir nokta da, Borçlar Kanunu 603. maddesinde yapılan düzenlemedir. Bu madde ile kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler gerçek kişilerce kişisel güvence verilmesine ilişkin olarak başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de uygulanır hükmünü içermektedir. Bu madde garanti sözleşmesi adı altında yapılan sözleşmeleri de kapsamaktadır. Böylece kefalet konusundaki yasal düzenlemelerden kaçarak başka isimler altında aynı hukuk ve kurumun kullanılması önlenmiştir. Borçlar Kanunu’ndaki hizmet sözleşmesinin sona ermesine ilişkin bazı hükümlerde yenilikler arasındadır. Borçlar Kanunun 431 ve devam maddelerinde belirli ve belirsiz iş sözleşmelerinin sona ermesine dair hükümleri içermektedir. Bu hükümlerle 4857 sayılı İş Kanunundaki bazı düzenlemeler de ilişkilendirilmiş ancak işçi ve işveren arasındaki hassas menfaat dengesinin ne oranda etkileneceğini de zaman ve uygulama gösterecektir. Üzerinde durulması gereken bir konu da, 6098 sayılı Kanunun 56. ve 58. maddeleri ile ilgilidir. Eski Borçlar Kanunu’nda manevi tazminat sağlanırken nazara alınması gereken kıstaslardan biri de, tarafların sıfatı, işgal ettikleri makam ve diğer sosyal ve ekonomik durumların da nazara alınacağı şeklinde iken yeni kanunda bu kıstasa yer verilmemiştir. Borçlar Kanunu’nun tümünün ele alınarak görüş bildirilmesinin çok uzun zaman alabileceği ve hatta özellikle ticari hayatı daha fazla ilgilendiren yönlerinin ele alınmasının daha pratik olacağı düşünülmektedir. 55 11. Türkiye’nin Kronik Sorunu Cari Açık Dünya ekonomisinde son yıllarda görülme sıklığı giderek artan krizlerin nedenlerine bakıldığında, cari açık, küresel ekonomide en önemli parametrelerden birisi oldu. Günümüzde Türkiye ekonomisinin durumuna bakıldığında; Türkiye geçmiş yıllara göre mali tablosunu oldukça güçlendirdi, kamu borç stokunun ve bütçe açığının milli gelire oranına göre, bir zamanlar çok gerisinde olduğu Avrupa ülkelerinin önüne geçti. İşsizlik hala büyük sorunlardan birisi ama AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında kısmen kontrol altına altındı. Bu noktada, küresel krizi en şiddetli biçimde yaşayan ABD ve AB’ye göre işsizlik ve bütçe rakamları, kabul edilebilir seviyelerdedir. Ancak Türkiye ekonomisin en önemli sorunu, cari açık ve dış ticaret açığı sorunu olarak görülüyor. Dolayısıyla bu sorunlar, diğer birçok ekonomik soruna da neden oluyor. İşsizlik, enflasyon, bütçe açığı, düşük katma değerli mal üretimi ve ihracatı gibi daha birçok ekonomik sorunu beraberinde getirmektedir. Cari açık ve dış ticaret sorunu, çok yeni bir sorun olmayıp, kökü eskilere dayanmaktadır. Bilindiği üzere; Türkiye ekonomisi, 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte ihracata dayalı sanayileşme stratejisine geçti. Ancak, 1980’li yıllarda hemen hemen Türkiye ile benzer ekonomik performansa sahip Güney Kore bugün ileri teknoloji üretimi ve ihracatını yaygınlaştırmasının ödülünü aldı ve Hyundai, Samsung ve LG gibi dev markalara sahip oldu. Türkiye ise geçen zaman içinde ihracatından daha fazla büyüyen bir ithalat tablosuna sahip oldu. Türkiye’de yaşanan 1994 ve 2001 yılı krizleri yüksek cari açığa önlem alınmaması sonucu çıktı. Türkiye’de yüksek büyüme yaşandığı yıllar, cari açık da katlanıyor, çünkü büyümenin ana kaynağı ithalat. Döviz açığı yani cari açığın en önemli nedeni, ithalat ile ihracat arasındaki fark, bunun en büyük sebebi de ara malı ithalatımızın toplam ihracatımızdan fazla olması. Bu nedenle, ara mal üretimi teşvik edilerek cari açığın azaltılmasına katkı sağlanmalıdır. Sanayide kullandığımız bazı hammadde ve ara malların Türkiye’de üretimi sınırlı ya da yok. Petrol, demir, çelik, alüminyum vb. bunun en önemli örnekleri. Türkiye’de iç talebin artması veya söz konusu ürünlerin ihracatının artması, ithalatlarının da artmasına sebep oluyor, bu da cari açığı arttırıyor. 56 Dünya ekonomisi ile entegrasyonu arttıran dış ticaret hacmi sadece 2000-2006 yılları arasında %174 artarak yaklaşık 82 milyar dolardan 228 milyar dolara çıktı. Türkiye son yıllarda dış dünya ile daha çok ticaret yapan bir ülke konumuna geldi ancak bu durum yüksek cari açığı doğurdu. Türkiye’nin ithal mal alma eğilimi de cari açığın bir diğer nedeni. Yabancı markalara karşı ciddi bir eğilim gözlemleniyor. Ayrıca Türkiye’deki üretimin katma değerinin yükseltilmesi gerekir. İş dünyasının ucuza üretip düşük fiyatla satmak yerine özellikli ürünleri satma aşamasına geçmesi gerekmekte ve bu da Ar-Ge yatırımlarını arttırmak ve markalaşmaya ağırlık vermekten geçmektedir. Ayrıca, ithal mal yerine yerli malların tercih edilmesi yönünde halkın bilinçlendirilmesi açısından iş dünyası ve hükümete önemli görevler düşmekte olup, Türkiye ekonomisinin büyümeyle ilgili genel görünümü; dış kaynak girişiyle büyüyen, dış kaynak çıkışı ile küçülen bir ekonomi şeklinde. Böyle bir orantı da dış ticaret açığını katlamakta. Türkiye cari açıkla ilgili bir kısır döngü içine girdi. Dış ticaret büyüdükçe dış açık büyüyor, büyüyen dış açık da, cari açığı büyütüyor. Cari açığın finansmanı, sıcak para ve doğrudan yabancı sermaye girişiyle sağlanıyor. Böylece ekonomi bağımlı, riskli ve kırılgan bir yapı özelliği gösteriyor. Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarda ülkeye sıcak para girişini teşvik edici “yüksek faiz-düşük kur” politikası uygulandı. Döviz kurunun düşük olması, ithalatın aşırı ölçüde büyümesine neden oldu. Bu durum, ihracatta başarılı pek çok sektörün rekabet gücünü zayıflatarak net ithalatçı konumuna kaynaklık etmiştir. Türkiye bir çok yönüyle dünyanın en ileri ekonomilerini yakalamış ancak ileri teknoloji üretimi, yüksek katma değerli ve ileri teknoloji içeren ürün ve hizmet ihracatında geri kalmıştır. Türkiye yenilik merkezi, Ar-Ge merkezi, kuluçka merkezi, Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı gibi daha birçok teknolojik göstergede gelişmiş ekonomilerin performansına yetişememiştir. 2011 yılında cari açık milli gelirin %10’una ulaştı. Türkiye, cari açıkta dünya şampiyonu oldu. 2012 yılında ise enerji hariç cari açıkta belirgin iyileşme dikkat çekmektedir. 57 Grafik 8: Türkiye’nin Cari İşlemler Dengesi (Milyar Dolar) 80,0 75,0 77,1 77,3 78,5 78,1 76,9 75,1 71,8 68,9 70,0 66,6 65,0 63,0 61,9 60,0 59,0 55,0 50,0 Kaynak: T.C. Merkez Bankası Cari açığın milli gelire oranının gelişmiş ülkelerdeki seviyelere çekilebilmesi için çalışmalar yapması gerekmektedir. Nitekim Yeni Teşvik Kanunu ile cari açığı azaltmaya yönelik stratejik yatırımlara geniş teşvikler verileceği açıklanmıştır. Cari açığın Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı tahribat ve olumsuz etki o kadar büyük ki, bu nedenle yeni teşvik sistemi özellikle cari açığın önlenmesine yönelik önlemlerle donatılmıştır. Yeni teşvik sistemi, ithal edilen ürünlerin ikamesini ve teknoloji yoğun yatırımlar sayesinde ihracata ivme kazandırılmasını hedefler nitelikte hazırlanmıştır. Yeni teşvik sisteminde, politika tedbiri olarak stratejik yatırımlara yani cari açığı azaltmaya yönelik yatırımlara ağırlık verilmekte ve daha fazla ihracat öngörülmektedir. Bu noktada ihracatı teşvik edecek, ithalatı azaltacak gerçekçi bir kur politikasının uygulanması son derece önem taşımaktadır. Bu kapsamda; Mevcut büyüme oranlarını düşürmeden cari açık kontrol altına alınmalıdır. Özellikle sıcak para girişine dayalı büyüme yapısı terk edilerek, üretim ve istihdama dayalı bir büyüme modeline geçilmelidir. 58 Aynı zamanda yurtiçi tasarrufların ülkemizdeki yatırımların finansmanını karşılamaya yetmediği de göz önüne alınarak, cari açık sorunun uzun vadede ortadan kaldırılabilmesi için, tasarruf miktarının arttırılmasına yönelik önlemler alınması gerekmektedir. İç tasarruflar arttığı takdirde, tasarruf açığını kapamak için dışarıdan borçlanma ihtiyacı azalacaktır. Cari açıkla mücadele ederken üretim yapısında köklü değişiklik yapılmalıdır. Döviz getiren sektörlere ayrı bir önem verilmelidir. Ülkemiz net döviz sağlayan sektörlerin başında gelen turizm sektörüne verilen teşvik arttırılmalı ve ülkemiz ihracatına daha fazla teşvikler verilmelidir. Ayrıca; Türkiye’ye yönelen kısa vadeli sermaye akımlarının cari açığın finansmanındaki payının azalması ve uzun vadeli sermaye akımlarının cari açığın finansmanındaki payının artması gerekmektedir. Bu durum, cari açığın, sürdürülebilirliği açısından son derece olumlu. Türkiye ekonomisinde en büyük riski içeren cari açık sorununun çözümü için; yatırım-üretim-istihdam-ihracat politikaları arasında bütünlük sağlanmalıdır. İthalata bağımlı olduğumuz ara malların ve ham maddelerinin Türkiye’de üretiminin yapılabilmesi, ihracatımızda emek-yoğun teknolojiden bilgi-yoğun teknolojiye doğru geçişin başarılabilmesi gerekmektedir. 2011 yılı ithalatının %28,3’ünü demir-çelik ve madencilik, %21,4’ünü kimyasallar, %17,7’sini otomotiv ve makine, %8,8’inin de tarım kesiminde oluştuğu görülmektedir. Cari açığı azaltabilmek için, ithalat bağımlılık oranları düşürülmelidir. Orta ve yüksek teknolojili ürün ihracatını arttıracak bir üretim sistemine geçilmelidir. Cari açığı sürdürülebilir kılma, uzun vadede açığa köklü bir çözüm bulabilmek için; yurtiçi üretimin verimlilik artışı sağlanmalı, rekabet gücü yüksek sektörlere odaklanılmalı, enerji bağımlılığı olabildiğince azaltılmalıdır. 12. Güçlü Ekonominin Dinamosu: Yerli Ürün Ülkemiz ekonomisinin en önemli sorunlarının başında yıllardır mücadele ettiğimiz cari açık ve işsizlik gelmektedir. Bilindiği gibi cari açık, bir ülkenin ihraç ettiği mal ve hizmetlerden elde ettiği gelirin, ülkenin yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetlere yaptığı ödemelerden az olmasından kaynaklanmaktadır. 59 Bir diğer ifadeyle cari açığın en önemli nedeni, ithalat artışının ihracat artışından daha fazla olmasıdır. Bu açığın azaltılabilmesi ise ithalatın kontrol altına alınarak ihracatın arttırılmasına bağlıdır. TÜİK’in 2012 yılı ilk 9 aylık dış ticaret verilerine bakıldığında; 176,5 milyar dolarlık ithalata karşılık 113,0 milyar dolar ihracat gerçekleştirildiği görülmektedir. Dolayısıyla ihracatın ithalatı karşılama oranı sadece % 64’dür. Hem cari açık hem de işsizlik ile mücadele için yerli malı kullanımına ağırlık verilmesi son derece önemlidir. Artan küreselleşmeyle birlikte yerli ürün kullanımının önemi göz ardı edilmiş olsa da tamamen ithalata dayalı olarak ekonomik büyümenin imkansız olduğunun anlaşılmasıyla birlikte son yıllarda yerli üretim ve tüketimin önemi daha da artmıştır. Güçlü ekonominin yolu yerli ürün kullanmaktan geçmektedir. Bu nedenle yerli üretimin önünü açacak tedbirlerin alınması büyük önem arz etmektedir. Bu bilinçten hareketle 6 Eylül 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve kamu kurum ve kuruluşlarınca gerçekleştirilecek mal alımlarında ülkemiz ihtiyaçlarının yerli ürünlerden karşılanmasını salık veren Yerli Ürün Kullanılması Genelgesi oldukça önemli bir dönüm noktasıdır. Kamu kurumları tarafından her yıl yapılan milyarlarca lira tutarındaki satın alımlar göz önünde bulundurulduğunda genelgenin önemi bir kez daha anlaşılmaktadır. Diğer yandan, 2013’de ülkemizdeki ihracatın önemli bir kısmını kapsayan ve ihracat kaydıyla, hammadde, ara malı, girdilerin avantajlı hale getirilerek, ürüne dönüştürülüp ihraç edilmesini düzenleyen Dahilde İşleme Rejimi’nin yeniden düzenlenmesi gündemdedir. Sözkonusu düzenleme, ithal edilen birçok kalemde yerli ara malı ve hammaddede yerli tedarikini arttırarak cari işlemler açığının kapatılmasında ciddi katkı sağlayacaktır. Kuşkusuz ki tüm bu çalışmaların başarıya ulaşması, tüketicilerin Türk malını tercih etmelerine bağlıdır. Sanayimizin gelişimi ve ülke ekonomimizin kalkınması, yerli malı kullanımı bilincinin artmasıyla doğru orantılıdır. Toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla oluşturulacak bu bilinç; ürünlerimizin kalitesine, istihdama, yaratılan katma değere ve neticede toplumsal refaha büyük katkı sağlayacaktır. 60