Binanız “pasif” mi, “aktif” mi? Ayşe Hasol Erktin Mimar, MDS www.hasmimarlik.com.tr Yeşil binalar için, şimdiye dek “pasif” önlemleri konuştuk. Günışığını kullanma, binaların güneşin ve rüzgârın olumlu etkilerinden yararlanmak üzere yönlendirilmesi, kalın yalıtımlı duvarlar gibi önlemler, binanın minimum enerji kullanmasına yönelik “pasif” önlemler olarak tanımlanıyor. Pasif önlemler, binaya maliyet yükü getirmiyor; üstelik de enerji kazancı ve insan sağlığına olumlu katkılar yapıyor. Bu nedenle, pasif önlemler, bugüne dek “yeşil” bina literatürünün önemli bir bölümünü oluşturmaktaydı. Son yıllarda, binanın kendi enerjisini kendisinin üretip, kent şebekesine aktarması da özellikle gelişmiş ülkelerin politikalarına dahil oldu. Bunlar, “aktif” binalar olarak kabul ediliyor. Kısa deyişle, kendi enerjisini üreten akıllı binalar… “Aktif” binalar, “pasif” kardeşleri kadar fedakârlığa katlanmadan, kendi enerjisini üretmenin güvencesiyle biraz daha savurgan olabiliyorlar. “Pasif” binalarda görülen kalın yalıtımlı duvarların binada yer kaybına neden olması gibi olumsuzluklar, “aktif” binalarda giderilebildiğinden, “aktif” binalara ilgi giderek artıyor. Enerjinin üretildiği yerde tüketilmesi, enerji kayıplarını da en aza indirgiyor. Öte yandan, “aktif” binaların ilk yatırım maliyetinin daha yüksek olmasının, bu tür binaların “tabana yayılmasını engelleme” gibi bir sakıncası var. Üstelik, mimari tasarım estetiği ile yenilenebilir enerji unsurlarını bütüncül olarak tasarlanması mimarlar için ilave bir ustalık gerektiriyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli’ne göre, dünyada 1850-1900 arası verilerine oranla 2 derecelik bir sıcaklık artışı geri dönülmez sorunlara yol açacak. 2 derecelik artıştan sonra yaşayacağımız en soğuk yıl, yaşadığımız en sıcak yıldan daha da sıcak olacak. Böyle giderse bu durum 2047’de görülecek. Bu nedenle 2020 yılından itibaren karbon salımında ciddi bir azalma sağlanması gerekiyor. Şu anda hükümetlerin söz konusu korkutucu veriler karşısında aldıkları önlemler göstermelik dahi denemeyecek kadar yetersiz. Bu kapsamda Almanya’yı örnek ülke olarak anmakta yarar var. Almanya 2011 yılında, nükleer santrallarının yarısını derhal kapatarak yenilenebilir enerjiyi destekleme kararı aldı. Böylelikle karbon salımını, 2020 yılı itibarıyla 1990 yılı düzeyinin %40 altına çekebilecek. Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası Küresel Isınma Paneli’nin saptamasına göre, tavan olarak küresel ölçekte 1 trilyon ton karbon yakıt yakıldığında, yeryüzünde 2 derecelik bir sıcaklık artışı söz konusu oluyor. Günümüze kadar yerkürede 0.5 ton yakılmış. Şimdiden ortalama 0.8 derecelik bir sıcaklık artışı var. Bu gidişle, 1 trilyon ton karbona 2040 yılında ulaşılacak. Oysa Kyoto Konferansı’nda verilen sözler tutulursa, 2020’de en üst noktaya yani 0.8 tona çıktıktan sonra azalma başlayacak; 2080’de ise etki sıfırlandıktan sonra yavaş yavaş normale dönebilecek. Almanya, 2020’de yenilenebilir enerji oranını toplam enerji kullanımı içinde %20 oranına, 2050 yılında da %60 oranına ulaştıracak. Ayrıca, 2050’de enerji tüketimini de 2008’e oranla %50 azaltmayı hedeflemekteler. Yenilenebilir enerji unsurlarının mimari estetikle bütünleştiği “aktif” binaların, bu hedeflere ulaşılabilmesi için önemli bir rol üstlendikleri açık. “Aktif” binalar, mimari tasarımdan ödün vermeksizin yenilenebilir enerji aygıtlarını bünyesinde bulundurabiliyor. Bu binalar, çok yeni olmakla birlikte şimdiden veri üretmeye başladılar bile. Başı çeken öncü binalardan elde edilen sonuçlar olumlu çıkarsa, yenilenebilir enerjilerin mimari estetikle buluştuğu örnekler giderek artacak. Öte yandan, bu ilk örnekler beklentileri karşılamazsa yakın gelecekteki yeşil mimarlık gündemimiz yeni arayışlarla biçimlenecek.