İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Bölümü TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ Ayhan AKOĞUL Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER Yüksek Lisans Tezi Malatya, Ağustos 2010 1 TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ Ayhan AKOĞUL Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Bölümü, 2009-2010 Eğitim ve Öğretim Yılı Yüksek Lisans Tezi Malatya, Ağustos 2010 2 KABUL VE ONAY Ayhan Akoğul tarafından hazırlanan “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramının Karşılaştırmalı Bir İncelemesi” başlıklı bu çalışma, …/…/…… tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı bulunarak jürimiz tarafından Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. Başkan: .......................................................................................................... Üye (Danışman) : ........................................................................................... Üye : ............................................................................................................... Üye : ............................................................................................................... Üye : ............................................................................................................... Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. ...../......./................ I BİLDİRİM Hazırladığım tezin tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder ve tezimin kâğıt, elektronik ortamda kopyalarının İnönü üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım. 0 Tezim tamamen her yerden erişime açılabilir. 0 Tezim sadece İnönü Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir. 0 Tezimin ……yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvurmadığım taktirde ,tezimin tamamı her yerden erişime açılabilir. II ONUR SÖZÜ Yrd. Doç Dr. Hayri Keser Danışmanlığında yüksek lisans tezi olarak hazırladığım “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramının Karşılaştırmalı Bir İncelemesi” başlıklı bu çalışmanın, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın tarafımdan yazıldığını ve yararlandığım bütün yapıtların hem metin içinde hem de kaynakçada yöntemine uygun biçimde gösterilenlerden oluştuğunu belirtir, bunu onurumla doğrularım. Ayhan AKOĞUL I ÖNSÖZ İfade özgürlüğü her dönemde yönetimler ile halkın arasında sorun olmuştur. İnsanlar bu özgürlüğün genişletilmesini isterken, yönetimler bunu çeşitli gerekçelerle sınırlama yoluna gitmişlerdir. İnsanlar düşündükleri şeyleri söylemek istemişler, yönetimlerde kendini koruma güdüsü içinde düşünülen her şeyin söylenemeyeceğini söylemişler ve buna bir sınır koymuşlardır. İnsanlar bu yasağı delmek için çeşitli yöntemler aramıştır. “Güneş balçıkla sıvanmaz” ifadesine rağmen, bazı yöneticiler yaptıkları hukuksuzlukları örtmek için ifade özgürlüğüne sınırlama getirmiştir. Basında sansürleme yoluna gitmiştir. Buna karşılık yanlışlıkları gören insanlar bunu bir şekilde dile getirmek istemişler, bazen bunun sonucunda bu insanlar haksız yere cezalandırılmış hatta öldürülmüşlerdir. Bunun aksine bazı art niyetli insanlar, bazı amaçlara ulaşmak için topluma yanlış bilgiler vermişler ve bu şekilde “çamur at izi kalsın” şeklinde kötü niyetli davranışlar sergileyebilmiştir. Bu insanlar çok güçlü medya organlarını da arkalarına aldığı zaman yanlış yönlendirme ile toplumu çok yanlış yönlere çekebilmekte, hatta toplumu isyana sevk edebilmektedir. Bu kadar önemli bir özgürlüğün tamamen serbest bırakılması veya tamamen sınırlandırılması bu anlamda sıkıntı yaratacaktır. Yukarda anlatılan durumlar değerlendirildiğinde bir tarafta toplumu yanlış yönlendirmek isteyen bir grup, diğer taraftan ise izlenen hukuksuzlukların ortaya çıkarılması arasında nasıl bir denge kurulacağı gibi bir sorun ortaya çıkmaktadır. İşte bu dengeyi sağlamak için Türk Anayasa Hukuku ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki ifade özgürlüğü kavramları arasındaki farkları karşılaştırılarak bu dengenin sağlanması yönünde yapılabilecek değişiklikleri incelemeye çalıştım. Bu bağlamda her iki kaynağın uygulayıcısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade özgürlüğü açısından verilen kararları karşılaştırarak bu dengenin nasıl olması gerektiği konusunda bir çalışma üzerine bu araştırmayı yaptım. Bu çalışmam da her türlü yardımı esirgemeyen ve ifade özgürlüğüme sonuna kadar hoşgörülü davranan tez danışmanım Yrd. Doç Dr. Hayri KESER’e teşekkür ederim. Ayhan AKOĞUL II TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ Yüksek Lisans Tezi; Yazan: Ayhan AKOĞUL İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Bölümü Haziran 2010 Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER ÖZET VE ANAHTAR SÖZCÜKLER İfade özgürlüğü insanların en fazla ihtiyaç duyduğu haklardandır ve demokratik toplumun temel haklarından biridir. Birçok AİHM kararında ifade özgürlüğünün sadece lehte kabul edilen ya da zararsız veya ilgilenmeye değmez görünen bilgi ve düşünceler değil ayrıca devletin ve nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan şok eden bilgi ve düşünceler içinde uygulanacağı belirtilmiştir. Bunlar demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Seçilmiş temsilciler demokratik bir toplumun işlemesinde özel bir rol oynarlar ve onların medya aracılığıyla sıklıkla kamuya yorumda bulunmaya davet edilmeleri kendilerinden beklenen bir şeydir. Bu açıklamalar yanlış olabilir. Resmi görüşe ve statükoya karşı olan bir kişi, kendisine siyasi arenada bir yer bulabilmelidir. Diğerleri bu açıklamaya karşı toleranslı olmaları gerekir. Çünkü bu söylenmez ise doğruları da bulamayız. İfade özgürlüğü herkes için önemli olduğuna göre halkın seçilmiş bir temsilcisi için öncelikli önemlidir. Bu nedenle ifade özgürlüğü seçilmiş temsilciler için daha önemlidir. Bu çalışmada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında belirtilen bu kararlarla, Anayasa Mahkemesi kararlarını karşılaştırmaya çalıştım. Anahtar Sözcükler; Anayasa, İnsan Hakları, İfade Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi III A RESEARCH OF CONCEPT OF THE FREEDOM OF EXPRESSİON AND COMPARISON OF THE JUDGEMENTS OF THE TURKISH CONSTITUTIONAL JUDICIARY WITH THOSE OF THE EUROPEAN COURT OF HUMAN RIGHTS Master Thesis; Author: Ayhan AKOGUL Inonu University, Graduate School of Social Sciences Department of Public Administration (June, 2010) ABSTRACT AND KEY WORDS Freedom of expression is the most needed right and it is one of the essential foundations of a democratic society. Many of decision of Europen Court of Human Rights consist the freedom of expression is aplicable not only to information or ideas that are favourably received or regarded as inoffensive or as a manner of indifference, but also to those that offend shock or disturb the state or any sector of the population. Such are demands of that pluralism, tolerance and open mindedness, without which there is no democratic society. Elective represantatives have a special role to play in the functioning of a democratic society and it is to be expected that they may frequently be called upon to give public comment through the media. This comment may be a wrong. A person opposed to official ideas and positions must be able to find a place in the political arena. Others must take tolerance this thought. Because if it cannot be told that, we can not find the true. While freedom of expression is important for everybody, it is especially important for an elected represantatives of the people. Therefore freedom of expression is more important for the Elective representatives. In this study, I tried to compare this decision of European Court of Human Rights and the Turkish Constitutional Court. Key Words: Constitution, Human rights, freedom of speech, European Human Rights Agreement, Constitutional Court, European Court of Human Rights. IV TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ Ayhan AKOĞUL ONUR SÖZÜ...........................................................................................................i ÖNSÖZ....................................................................................................................ii ÖZET VE ANAHTAR SÖZCÜKLER.................................................................iii ABSTRACT AND KEY WORDS.........................................................................iv İÇİNDEKİLER KISALTMALAR.....................................................................................................x BİRİNCİ KESİM ARAŞTIRMA HAKKINDA AÇIKLAMALAR 1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, DENENCELERİ, AMACI, YÖNTEMİ, BİLGİ DERLEME VE İŞLEME ARAÇLARI, KAVRAM TANIMLAMALARI, SUNUŞ SIRASI…….......................................................1 1.1. Araştırmanın Konusu ve Önemi......................................................................1 1.2.Araştırmanın Denenceleri ................................................................................1 1.3.Araştırmanın Amacı.........................................................................................2 1.4.Araştırmanın Yöntemi……………..................................................................3 V 1.5.Araştırmanın Bilgi Derleme ve İşleme Araçları………...................................3 1.6.Araştırmanın Kavramlarının Tanımlanması.....................................................3 1.7.Araştırmanın Sunuş Sırası................................................................................6 İKİNCİ KESİM TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI 2. İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI HAKKINDA GENEL BİLGİLER………................................................................................8 2.1. İnsan Hakları Kavramı ...............................................................................8 2.2. İfade Kavramı…………………………………….……………..…….…9 2.3. İfade Özgürlüğü Kavramı..........................................................................10 2.3.1. Bilgi Edinme ve Düşünme Özgürlüğü…………………………….13 2.3.2. Kanaat, Düşünce Özgürlüğü…………………………………….…16 2.3.3. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü………………..……….………...17 2.3.4. İfade Özgürlüğü Neden Olmalıdır………………...………………18 2.4. İfade Özgürlüğü ve Demokrasi………………...…………….…….……19 2.5. İfade Özgürlüğünün Önemi……………….…………………………..…21 3. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ve AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ …...……………………………...22 3.1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi..22 3.1.1. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi…………………....22 3.1.2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi…………………………..………23 VI 3.1.3. Türkiyenin AİHS’yi Kabulü ve AİHM’ye Başvuru Hakkı Tanınması24 3.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü………………...…24 3.2.1. Bilgi, Fikir ve Kanaatlere Ulaşma Özgürlüğü………………….....25 3.2.2. Kanaat Sahibi Olma Özgürlüğü…………………………………...27 3.2.3. Basın Özgürlüğü…………………………………………………...27 3.2.4. Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Özgürlüğü……………………...30 3.3.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması 31 3.3.1. Kamusal Menfaatlerin Korunması Amacıyla Sınırlanması…….…33 3.3..1.1. Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni………………………..33 3.3.1.2. Kamu Güvenliği, Toprak Bütünlüğü ve Suçun Önlenmesi 33 3.3.1.3. Genel Ahlakın Korunması……………………………..….34 3.3.1.4. Yargı Gücünün Otorite ve Tarafsızlığının Korunması……34 3.3.2. İfade Özgürlüğünün Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması Amacıyla Sınırlanması…………………………………………..34 3.3.3. Demokratik Toplumda Gerekli Olma……….…………………….…35 3.3.4. Kanunla Öngörülmüş Olma…………..…………………………...…36 4. TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE SINIRLARI37 4.1. 1961 Anayasasında İfade Özgürlüğü…………………………………..…38 4.2. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğü……………………………..............38 4.3. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğünün Sınırlanması…………………...39 VII 5. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE TÜRKİYE…………….41 5.1. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Taraf Olması…………..41 5.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Türk Hukukundaki Yeri…………...42 ÜÇÜNCÜ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRILMASI 6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KONUSUNDA ULAŞTIĞI SONUÇLAR………….…………….………………45 6.1. AİHM’nin Siyasi Parti Kapatma Davaları ve Siyasi İfade Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar…………………..….....45 6.1.1. Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğü İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları……………………………………………46 6.1.2. Laiklik İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları………………49 6.2. AİHM’nin Verdiği Diğer Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar…………………..55 7. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İLGİLİ VERDİĞİ KARARLAR VE BUNUN AİHM KARARLARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI………………………………………………………58 7.1. İfade Özgürlüğü İle İlgili Siyasi Partiler Hakkında Verilmiş Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları……………..58 7.1.1. Türkiye Sosyalist Türkiye Partisi Hakkında Verilen Kararlar…….59 7.1.2. Refah Partisi Kararı..……………………………………………....63 7.1.3. Türkiye Birleşik Komünist Partisi Hakkında Anayasa Mahkemesi ve VIII AİHM’nin Kararları………………………………………………68 7.1.4. HEP ve ÖZDEP Kararları ………………………………………...73 7.2. İfade Özgürlüğü ile İlgili Diğer Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları…………………………………………….74 7.2.1. Duruşmada Dinin Sorulmasına İlişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları……………………..75 7.2.2. Basın Özgürlüğü ile İlgili verilen Kararlar………….…….............76 7.2.3. Nüfus Cüzdanında Din İbaresinin Bulunması İle İlgili Karar…….77 7.2.4. Anayasa Mahkemesinin Verdiği Diğer Kararlar…..……………...81 DÖRDÜNCÜ KESİM GENEL DEĞERLENDİRME 8. BULGULAR, ÖNERİLER VE GENEL SONUÇ ....................................85 8.1. Bulgular ve Öneriler......................................................................85 8.2. Genel Sonuç..................................................................................89 KAYNAKÇA..........................................................................................................96 IX KISALTMALAR DİZELGESİ AİHM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHS Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AYM Anayasa Mahkemesi LDT Liberal Düşünce Topluluğu STP Sosyalist Türkiye Partisi CMK Ceza Muhakemesi Kanunu CMUK Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu TBKP Türkiye Birleşik Komünist Partisi ÖZDEP Özgürlük ve Demokrasi Partisi RP Refah Partisi SPK Siyasi Partiler Kanunu HEP Halkın Emek Partisi AKP Adalet ve Kalkınma Parti X BİRİNCİ KESİM: ARAŞTIRMA HAKKINDA AÇIKLAMALAR 1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, DENENCELERİ, AMACI, YÖNTEMİ, BİLGİ DERLEME VE İŞLEME ARAÇLARI, KAVRAM TANIMLARI, SUNUŞ SIRASI Bu bölümde, araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın denencesi, araştırmanın amacı ve araştırmanın yöntemi, kavram tanımları ve sunuş sırası açıklanarak, araştırma genel hatlarıyla tanıtılmıştır. 1.1. Araştırmanın Konusu ve Önemi Günümüzde ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazları arasına girmiştir. Ülkelerin demokratikliğine bakılırken ülkedeki ifade özgürlüğünün kapsamına bakılmaktadır. Hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri belirlilik ve açıklıktır. Ancak diğer taraftan ülke aleyhine ortaya çıkan çıkar gruplarının yanlış söylemlerinin önüne geçilmesi ve yanlış bilgilendirmenin önüne geçilmesi de gerekmektedir. Bu iki durum arasında dengenin nasıl sağlanacağı konusunda bu çalışmada bunlara bir çözüm bulma gayreti içinde olunmuştur. 1.2. Araştırmanın Denenceleri Bu araştırma aşağıdaki denencelere dayalı olarak hazırlanmıştır. Denence-1: 1982 Anayasasının ifade özgürlüğünü düzenleyen hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(AİHS) ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi karşılaştırıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın daha kapsamlı bir sınırlama getirdiği görülmüştür. Bu da ülkemizde ifade özgürlüğünün kapsamının daha dar 1 yorumlanmasına neden olarak, özgürlüğün daha fazla kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır. Denence-2: Anayasa’nın 25 ve 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ile ilgili Anayasa Mahkemesi(AYM)’nin verdiği kararlar ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’nin bu konudaki kararlarının karşılaştırılmasında Anayasa Mahkemesi tarafından alınan kararların daha az özgürlükçü olduğu görülmektedir. Yukarda belirtilen hakların gelişmesi için gerekli hakların özgürlükçü yorumlanmasında Anayasa Mahkemesine büyük bir görev düşmektedir. Denence-3: İfade özgürlüğünün kapsamının çok geniş tutulması ülkemizde bazı hassasiyetlerle ilgili sorunlar yaratabilecek yanlış bilgilendirmelere yol açacağından bunun sınırlandıran nedenlerin açıkça belirtilmesi ve bu konunun yorumunun tamamen yargı organlarına bırakılması yanlıştır. Bu konuda açık düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Denence-4: İfade özgürlüğünün baskı altında tutulduğu devletler otokratik devletlerdir. Otokrasiden demokrasiye geçilebilmesi için ifade hürriyetinin devletlerce halklarına daha fazla tanınması gerekmektedir. 1.3. Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın amacı da ana hatlarıyla Türk Anayasa Hukuku ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki ifade özgürlüğü kavramları arasındaki farkları karşılaştırılarak bu dengenin sağlanması yönünde yapılabilecek değişiklikleri incelemektir. Bu bağlamda her iki kaynağın uygulayıcısı olan AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade özgürlüğü açısından verilen kararları karşılaştırarak bu dengenin nasıl olması gerektiğini çözümlemeye çalışmaktır. 2 1.4. Araştırmanın Yöntemi Bu araştırmada tarihsel araştırma yöntemi ve betimsel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada ilgili yargısal kararlar araştırılarak bu kararlar arasında karşılaştırma yapılmıştır. 1.5. Bilgi Derleme ve İşleme Araçları Araştırmada konu ile ilgili Türk ve yabancı kişilerin yazdığı kitaplar ve makaleler incelenmiş, internet sayfaları taranmış, daha önceden konu ile ilgili var olan araştırmalar ve tezler gözden geçirilmiştir. Buna bağlı olarak Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın bu konudaki görüşleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları araştırılmıştır. Konu hakkında basın takip edilerek makalelerden yararlanılmıştır. 1.6. Araştırmada Kullanılan Kavramların Tanımları Anayasa Anayasa” kavramı maddî ve şeklî olmak üzere başlıca iki değişik anlamda tanımlanmaktadır. Maddî Anlamda Anayasa - Maddî anlamda anayasa, devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına o kuralın içeriğine, neyi düzenlediğine bakılarak karar verilir. Bir kural, içerik itibarıyla devletin temel organlarının kuruluşuyla veya işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal niteliktedir. Şeklî Anlamda Anayasa- “Şeklî anlamda anayasa, normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden, kanunlardan farklı ve daha zor bir usulle konulup değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın bulunduğu yere ve yapılış veya değiştiriliş şekline bakılarak karar verilir. Eğer bu kural normlar hiyerarşisinde en üst basamakta yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir usulle 3 değiştirilebiliyorsa o kural, içerik olarak neye ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır (Gözler, 2005:35). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa Konseyine üye olan devletler tarafından hazırlanan ve 1953 yılında yürürlüğe giren ve insan hak ve özgürlüklerinin tanınması ve korunması bakımından çok önemli bir belgeyi ifade eder (Yılmaz, 1996:35). Basın Toplum içinde düzenli olarak yayımlanan haber, bilgi ve öğelerinin, düşünce kanıların biçim ve koşullarının tümüdür (Danışman, 1982:1). Demokrasi “Üstün iktidarın halkta bulunduğu veya halk tarafından doğruda ya da özgür bir seçim sistemi içinde seçilmiş temsilcileri aracılığıyla kullanıldığı halk tarafından yönetimdir” (Türkiye Demokrasi Vakfı, 1992:9). Düşünce Plato’nun tanımına göre; “İçe dönük konuşma sanatı”, Aristoya göre; “Maddenin zihindeki algılanış biçimi” Derscartes’e göre ise;” Düşünüyorum öyleyse varım.”dır. Sosyolojik anlamda düşünce; “sosyal, kültürel simge sembol ve görüşler üzerinde akıl çalıştırma eylemidir”. Daha genel bir bakış açısına göre düşünce “ Bir sonuca varmak amacıyla bilgileri, kavramları incelemek, karşılaştırmak ve aralarındaki ilgilerden yararlanarak başka düşünceler üretme işlemidir.” (Kurucan,2007:17). Hak Hak kelimesi birçok alanda yaygın olarak kullanılmakta ve kullanıldığı alanlara göre farklı biçimlerde tanımlanabilmektedir. Yapılan alım satım nedeniyle bir haktan 4 bahsettiğimizde bununla karşı taraftan talep edeceğimiz ve karşı tarafında saygı göstermesi gereken bir menfaati kastederiz. Hukuken bir haktan bahsettiğimizde ise, “hukuk tarafından tanınan ve korunmasını isteme hususunda ferdin yetkili sayıldığı menfaati” (Ataay, 1980: 363) ifade ederiz. Bu kullanımları çoğaltmak mümkündür. Hak kelimesinin değişik alanlarda kullanımı sonucunda varacağımız yer hakkın “yetki”, “talep” ve “saygı gösterilme zorunluluğu” unsurlarından oluştuğudur (Erdoğan, 2001:117). Hürriyet ( Özgürlük) Bireyin başkasına zarar vermeden istediği gibi davranmasıdır (Yılmaz, 1996:67). Sözlüklerde hürriyet kelimesinin karşısında birkaç tanım bulmak mümkündür. Mesela zorlamanın yokluğu, tutuklu olmayan bir halin varlığı, bir eylemde bulunma veya bulunmama iktidarı gibi. Oysa hürriyet bir yaşama halidir ve duygusal alana aittir. Herkes için kabul edilen bir tanımının yapılamamasının sebebi budur (Öner,2005:13). Hürriyet sanki ışığa tutulmuş ışığı renklere bölen bir prizmadır. Herkes ona bakarak kendi açısından gördüğü rengi veya renkleri tasvir eder. Kimine göre hürriyet, bağımsızlık demektir. Her türlü zorlamadan, dış baskıdan uzak yaşamaktır. Kimine göre de hürriyet gizliliktir. Kişinin kendi küçük dünyasında başkalarının müdahalesi dışında yaşamasıdır. Bu nedenle hiçbir kelime yoktur ki hürriyet kelimesi kadar kendisine değişik anlamlar verilmiş olsun (Kapani, 1993:3). İfade Fikirlerin bilginin ve sanatsal tasvirlerin dille resimle ve geleneksel sanat yollarıyla iletilmesi olarak tanımlanabilir (Schauer, 2002: 130). Haber veren ve haber alanı gerektiren haberleşme iletişim anlamına gelebilir. Ayrıca ifade iletişimi kapsamaksızın belirli hareketleri açıklamak için kullanılır (Beydoğan, 2003:11). 5 İnsan Hakları Kavramı İnsan hakları, insanların sadece insan olmalarından kaynaklanan hak ve hürriyetleri ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Tüm insanların başkaca hiçbir ayrım gözetilmeksizin yalnızca insan olmaları nedeniyle, insanlık onurunun gereği olarak sahip oldukları hakların tamamını kapsayan bu terim, bu niteliği itibariyle gerçekleştirilmiş bir durumdan ziyade varılmak istenen bir ideali gösterir(Soysal,1987:190). Kişinin tek tek kişilerle ve iktidarla ilişkileri içinde kendi malı olarak elinde bulundurduğu, kurallarla yönetilen ayrıcalıklar (Mourgeon :9). 1.7. Araştırmanın Sunuş Sırası Araştırmanın sunuş sırası şöyledir: Araştırma dört kesim ve sekiz bölüm halinde sunulmuştur. Araştırmanın “Araştırma Hakkında Açıklamalar” başlıklı birinci kesimi bir bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın birinci bölümü “Araştırmanın Konusu, Önemi, Denenceleri, Amacı, Yöntemi, Bilgi Derleme Ve İşleme Araçları, Kavram Tanımlamaları, Sunuş Sırası” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde; araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın denenceleri, amacı, araştırmanın yöntemi, bilgi toplama ve işleme araçları, kavram tanımları ve araştırmanın sunuş sırası hakkında bilgiler verilmiştir. Araştırmanın “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramı” başlıklı ikinci kesimi dört bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın ikinci bölümü “İnsan Hakları Ve İfade Özgürlüğü Kavramı Hakkında Genel Bilgiler” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde; insan hakları ve ifade özgürlüğü kavramları hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. 6 Araştırmanın üçüncü bölümü “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde tez konusu hakkında ulusal ve uluslararası mevzuattaki düzenlenen konular incelenmiş ve bu alanın yargısal denetimini yapan AİHM ve Anayasa Mahkemesi hakkında açıklayıcı bilgiler yer almıştır. Araştırmanın dördüncü bölümü “Türk Anayasa Hukukunda İfade Özgürlüğü Ve Sınırları” başlığını taşımaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu konuda vermiş olduğu kararlar bu bölümde anlatılmıştır. Araştırmanın beşinci bölümü “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Türkiye” başlığını taşımaktadır. AİHM’nin vermiş olduğu kararlar bu bölümde tartışılmıştır. Araştırmanın “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramının Karşılaştırılması” başlıklı üçüncü kesimi iki bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın altıncı bölümü “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İfade Özgürlüğü Konusunda Ulaştığı Sonuçlar” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili ihlallerde ulaştığı sonuçlar ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Araştırmanın yedinci bölümü “Türk Anayasa Mahkemesinin İfade Özgürlüğü İle İlgili Verdiği Kararlar ve Bunun AİHM Kararları ile Karşılaştırılması ” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde her iki yargı organının verdiği kararlar tartışılmıştır. Araştırmanın “Genel Değerlendirme” başlıklı dördüncü kesimi bir bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın sekizinci bölümü “Bulgular, Öneriler ve Genel Sonuç” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, elde edilen bulgular için getirilen öneriler genel sonuç kısmında yer almıştır. Araştırmanın en sonunda “Kaynakça” ya yer verilmiştir. 7 İKİNCİ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI 2. İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI HAKKINDA GENEL BİLGİLER İnsan hakları ve ifade özgürlüğü kavramları hakkında çok değişik tanımlar yapılabilmektedir. Özellikle tanımların kapsamı bakımından çoğu yazar veya düşünür bu kavramlara farklı anlamlar yükleyebilmektedir. Bu da bu kavramların içeriklerinin doldurulması bakımından farklı bakış açılarının göz önüne alındığını göstermektedir. 2.1. İnsan Hakları Kavramı İnsan hakları kavramı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 2. maddesinde "Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir." şeklinde ifade edilmiştir(Özden, Serim,1997: 2 ). 1982 Anayasa’sının 12. maddesinde de, "Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir." şeklinde ifade edilmiştir ( T.C. Anayasası, 1997,37). Temel hak ve hürriyetler kavramı, insan haklarının yalnızca anayasalar tarafından düzenlenmiş olan kısmını ifade etmekte olup anayasa dışında kalan hak ve hürriyetleri kapsamaz (Kalabalık, 2004: 2). İnsan hakları kavramının yerine kullanılan kavramlardan bir diğeri olan kamu hürriyetleri ise, insan haklarının devlet tarafından tanınarak, hukuk kurallarıyla düzenlenmiş olan kısmını ifade etmektedir (Kapani, 1993: 14). 8 İnsan hakları toplumun yaşarken devletin baskısına karşı kendini güvencede hissedebilmesi için devlet tarafından güvence altına alınan haklardır. Devlet bu hakları insanlara vermekle kendini yükümlülük altına sokmaktadır. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, insan hakları kavramı yerine başka birçok kavram kullanılmakla beraber, bunların hiçbiri, insan hakları kavramını tam olarak karşılamamaktadır. "İnsan hakları aslında, insanın içinde bulunduğu somut tehlikelerden kaynaklanan bir özgürlük arayışı ve insan şeref ve haysiyetiyle özgürlük içinde yaşama isteğidir." (Ünal, 1995: 9). Bu tanımdan anlaşılacağı üzere insan hakları insanın özürlük içinde yaşama isteğidir. Burada insanın bu isteğini kimden talep edeceği konusunda sorun yaşanabilecektir. İnsan özgürce yaşama talebinin muhatabının devlet olması gerekmektedir. Zira insanların özgürlüğünü sağlayacak egemen bir kuvvet olarak devlet her zaman bunu sağlamaya yetkilidir. "Dünyanın her yerinde insan haklan davasının muhatabı, öncelikle devlettir yine bu nedenle insan haklarıyla ilgili iddia ve talepler her zaman devlete karşıdır" (Erdoğan, 2001: 125). Anayasalar, insan haklarını tanıyıp güvence altına alan ve devletin temel organlarını düzenleyen yasalardır. Bir anayasa devlet teşkilatını düzenlemesine rağmen insan haklarını tanıyıp güvence altına almıyorsa bu anayasa gerçek anlamda bir Anayasa değil olsa olsa "sözde" bir anayasadır. Eğer anayasa, insan haklarını düzenlemekle birlikte bu hakları devletin keyfi müdahalesine açık tutuyorsa bu anayasa da sözde bir anayasa olmaktan kurtulamayacaktır (Erdoğan, 2001: 125-126). Devlet insan haklarını koruma yükümlülüğünü, polis, icra ve mahkeme düzeni kurmak suretiyle yerine getirebilecektir (Erdoğan, 2001:126). 2.2. İfade Kavramı İfade denince ilk akla gelen dildir. İnsan kendisini dille ifade eder. Bunun dışında insanın kendini ifade etme yollarından birisi de sanattır. Ayrıca el kol hareketleri de 9 ifadenin bir başka şeklidir. Bunun dışında sanat, giyim, kuşam, davranış tarzı dahi ifade kavramının içine girmektedir. Sosyal bilimlerdeki bir çok kavram üzerinde olduğu gibi ifade kavramı üzerinde de bir fikir birliği bulunmamaktadır. Kavram üzerinde fikir birliğinin bulunmaması kavramın dinamik yapısından değil, mahkemeleri de ilgilendirmesinden kaynaklanmaktadır (Beydoğan, 2003:9). İnsanların ifadeleri farklı bir şekilde yorumlanabilmektedir. İnsanlar düşüncelerini farklı bir şekilde ifade etmektedir. Bu ifadelerin sakıncalı olup olmadığı mahkemeler tarafından denetlenmektedir. 2.3. İfade Özgürlüğü Kavramı Kişilerin iç alemindeki düşüncelerinin çeşitli vasıtalarla temarüz etmesi olarak belirtebiliriz. Bu vasıtalar söz, yazı, resim, işaret olabilmektedir. Hukuk alemi ancak dışa vurulan, başkalarının hürriyet alanını etkileyen faktörlerle ilgilenebilir. Düşünce dışa vurulmadığı sürece bir anlam ifade etmez (Keser,2002:187). Öğretide ifade özgürlüğü kavramı yerine "düşünce özgürlüğü" (Tanör, 1969: 15; Kuçuradi, 1998: 25), "düşün özgürlüğü" (Selçuk, 1999: 361), "fikir özgürlüğü" (Küçük, 2003: 9), "düşünce ve tartışma özgürlüğü" (Mili, 2004: 49), "ifade özgürlüğü" (Sunay, 2001: 5) terimleri başta olmak üzere daha birçok terim kullanılmaktadır. İfade özgürlüğü konusundaki bu terim çeşitliliği sadece öğretidekilerle sınırlı olmayıp mahkeme kararlarında da ifade özgürlüğü yerine kullanılan başka terimlere rastlamak mümkündür. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğüyle ilgili olarak vermiş olduğu bazı kararlarında; ikili bir ayrım yaparak, düşünmenin tamamen kişilerin iç dünyaları ile ilgili, düşüncenin ifade edilmesinin ise dış dünyaya yönelik olduğunu belirtilerek ifade özgürlüğünü "düşünce" ve "düşünceyi açıklama" özgürlüğü şeklinde iki ayrı hürriyet olarak isimlendirmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, düşünce özgürlüğü, düşünceyi açıklama özgürlüğü olmadığı gibi, ifade özgürlüğünü de düşünceyi açıklama özgürlüğüne indirgemek mümkün değildir (Can, 2003: 370). 10 Bu kavramın mevzuatta düzenleniş şekline bakarsak, öncelikle Anayasamızın Düşünceyi Açıklama Ve Yayma özgürlüğü başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. ”denilmektedir. (Kili, Gözübüyük, 2000:270) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğü başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrasında “Herkesin ifade özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” denilmektedir (Gemalmaz, 2000, 179). Buna göre ifade özgürlüğü herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma özgürlüğü olarak tanımlanabilir. Bu kavramlarının içeriğine baktığımızda bu maddelerin birbirine tamamen uyumlu olduğunu görmekteyiz. Anayasa maddesinin ifade özgürlüğünü daha kapsamlı şekilde düzenlediği görülmektedir. Zira Anayasa’da hem düşünce hem de kanaatlerini, söz yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama olarak öngörülmüştür. Oysa AİHS’de bu kısaca ifade özgürlüğü olarak belirtilmiştir. Anayasa’da bir konunun ayrıntılı düzenlenmesi çoğu zaman bu alanın Anayasa tarafından daha fazla sınırlandırıldığı anlamını taşımaktadır. Zira Anayasa’da belirtilen hükümler ayrıntılı düzenlenmemişse bu alanda daha fazla bir esnekliğin olduğu anlamı çıkmaktadır. Ancak Anayasanın bu maddesine bakıldığı zaman bu alanı daraltan değil daha da genişleten bir alanın olduğu görülmektedir. Ayrıca bu maddelere bakıldığı zaman Anayasa ile AİHS maddeleri arasında bir paralelliğin olduğu görülmektedir. Bu da Anayasa hazırlanırken yasa koyucunun bu ulusal üstü belgeyi göz önüne alarak bu maddeyi oluşturduğu sonucunu doğurmaktadır. 11 İfade özgürlüğü, diğer hak ve hürriyetlerin temeli olması itibariyle liberal demokrasilerin başlıca özelliklerinden biridir. İfade özgürlüğü, hem dar anlamda hem de geniş anlamda kullanılabilmektedir. Dar anlamda ifade özgürlüğü dendiğinde bundan kastedilen, insanların düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olması ve bunları serbestçe açıklayabilmeleridir (Dost, 2001: 11). Geniş anlamda ifade özgürlüğü ise, "Bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçıl yoldan açığa vurulmasının (izharının) veya dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir" (Erdoğan, 2003:37). İfade özgürlüğü, hem negatif hem de pozitif yönü olan bir hürriyettir. Kişilerin düşünce ve kanaatlerini serbestçe dışa vurmaları ifade özgürlüğünün pozitif yönünü, kişilerin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamamaları ise, bu özgürlüğün negatif yönünü oluşturmaktadır (Dost, 2001:12). İfade özgürlüğünün varlığıyla, devlet iktidarının sınırlı ve tarafsız olması doğru orantılıdır (Küçük, 2003:57). Devlet iktidarının sınırlı olmadığı bir ortamda, genel olarak hürriyet alanı dar tutulduğu gibi, devletin ideolojik olduğu bir ortamda da, toplum çoğunluğuna veya resmi söyleme aykırı olan düşüncelerin ifadesi imkansızlaşır (Sunay, 2001:18-19). İfade özgürlüğü, birçok unsur hürriyetten oluşan bölünmez bir bütündür (Küçük, 2003:13). Bu bakımdan onun tam anlamıyla sağlanabilmesi, unsur hürriyetlerin hepsinin bir arada bulunmasına bağlıdır. Unsur diye tabir ettiğimiz bu hürriyetler; "bilgi edinme ve düşünme özgürlüğü", "bir görüşe sahip olma (kanaat, düşünce) özgürlüğü" ve "düşünceyi açıklama özgürlüğüdür (Küçük, 2003: 13-14). AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun asli unsurlarından birini oluşturduğunu savunmaktadır. Mahkemeye göre, bu özgürlük demokratik toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biridir(Özdek,2004:240). Terminolojik olarak ister "düşünce özgürlüğü" ve "düşünceyi açıklama özgürlüğü" şeklinde ikili bir ayrım yaparak iki ayrı terim, isterse "düşün özgürlüğü", " düşünce 12 özgürlüğü" vs. şeklinde başka bir terim kullanalım, karşımıza çıkacak olan husus, ifade özgürlüğünün bünyesinde bir çok unsur özgürlüğü barındıran ve ancak bu unsur hürriyetlerin tümünün varlığı halinde gerçekleşecek bir hürriyet olduğudur (Küçük, 2003:13). Daha öncede belirtildiği gibi ifade özgürlüğü, birçok unsur özgürlüğü bünyesinde barındıran bir hürriyettir. Bu nedenle unsur hürriyetlerden herhangi birisinin yokluğu ya da önemli ölçüde kısıtlanması ifade özgürlüğünü zedeleyecektir (Tanör, 1969: 23). İfade özgürlüğünün olmazsa olmaz (sine qua non) üç unsur hürriyetten oluşan bir bütün olduğunu söylemek mümkündür (Erdem, 1998: 8-9 ). Bunlar: - Bilgi Edinme Ve Düşünme Özgürlüğü, - Bir Görüşe Sahip Olma (Kanaat, Düşünce) Özgürlüğü - Düşünceyi Açıklama Özgürlüğüdür. 2.3.1. Bilgi Edinme ve Düşünme Özgürlüğü Bilgi edinme insanın en doğal haklarındandır. Zira bilgi edinilmeden bilginin doğruluğu tartışılamaz. Bilgi edinme ihtiyacı nedeniyle bilgi edinme konusunda kanunlar çıkarılmış ve bilgi edinmenin önünde engel çıkaranlar için yaptırımlar getirilmiştir. Ancak bu hak sınırsız olarak tanınmamıştır. Devlet sırrı, ticari sır gibi sınırları belli olmayan sınırlamalar getirilmiştir. Bu sınırlamalar bu hakkın kullanılmasının engellenmesine neden olmaktadır. Devletler vatandaşlarını kendi görüşüne uymaya maruz tutmamalı ve belirli fikirlere sahip bireyleri ötekilere karşı kayırmamalıdır. Ayrıca devletin tek yanlı bilgi yayması, kanaat sahibi olma özgürlüğü önünde ciddi ve kabul edilemez bir engel oluşturabilir (Macovei,2005:9). İnsanın bilmek ve öğrenmek ihtiyacını karşılamakta olan bilgi edinme özgürlüğü (Sunay, 2001:50), aynı zamanda ifade özgürlüğünün ilk aşamasını oluşturmaktadır. 13 Kişilerin iç aleminde gerçekleşen düşüncelerin oluşabilmesi için bilgi kaynaklarına hür bir şekilde ulaşabilmeleri, bu bilgiler arasında istediklerini seçebilmeleri ve bunlardan serbestçe sonuçlar çıkararak diledikleri kanaatlere varabilmeleri gerekir (Gökçen, 2001: 223). Kişilerin bir konu üzerinde düşünce ve fikir sahibi olmaları bütünüyle kendi istem ve çabalarının sonucu değildir. Bu düşünce ve fikirlerin oluşumunda dış dünyadan alınan bilgilerin önemli bir payı vardır. Dış dünyadan alınan bu bilgilerin düşüncelerin hammaddesini oluşturduğunu söylemek mümkündür (Sunay, 2001: 49). İfade özgürlüğü kişilerin kendilerini geliştirebilmelerinde önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle düşünmeye ve düşünmeyi tahrike olan katkısı nedeniyle ifade özgürlüğünün bir parçası olan bilgi edinme özgürlüğü de insanının kendisini geliştirmesi açısından önemlidir. Düşünmenin hammaddesi olan bilgiye ulaşma özgürlüğünün sınırları aynı zamanda düşünme ve düşünme sonucunda oluşan düşünce ve kanaatler bakımından belirleyici bir özellik taşımaktadır. Bilgiye ulaşmaları önemli ölçüde kısıtlanmış toplumlarda kişilerin düşünme yetileri de buna paralel olarak zayıf kalacaktır (Kaboğlu, 1997:25). Kişilerin birbirleri hakkında veya toplumdaki olaylar hakkında bilgi almaları konusunda daha az kısıtlamaya gidilirken, devlet faaliyetleri söz konusu olduğunda bu kısıtlamaların daha geniş olduğu görülmektedir. Devlet faaliyetleri hakkında kişilerin bilgi edinebilmeleri, demokrasinin gerçekleşmesi için önemlidir. Bu bakımdan bilgi edinme özgürlüğü kapsamında idareden bilgi edinilmesi konusunun özel bir yeri vardır. Bir devlet kişilerin birbirleriyle haberleşmesini, kitle iletişim araçları vasıtasıyla bilgi edinmelerini serbest bırakmış olabilir. Ancak kendi faaliyetleri ile ilgili olarak bilgi ve belgeleri ilgili kişilere vermekten kaçınıyorsa bu devletin şeffaf ve demokratik bir devlet olduğu söylenemeyecektir. Böyle davranan bir devlet, kişilerin bu konuları düşünmelerine de bir sınırlama getirmiş demektir. Ayrıca bu türden bir kaçınma devletin kişileri bir suje olarak kabul etmemesinden kaynaklanan başka sorunları da ortaya çıkarabilecektir. Bundan dolayı demokrasinin 14 sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayabilmek için kişilerin gerçekleri olduğu gibi öğrenmelerinin önü açılmalıdır (Alacakaptan, 2000: 17). Kişilerin idareden bilgi alabilmeleri idarenin tüm işlemleri için geçerli değildir. İdarenin bir takım işlemleri vardır ki -uluslararası istihbarat çalışmaları gibi- bunların kişiler tarafından bilinmesi bir takım sakıncalı sonuçlar ortaya çıkarır (Küçük, 2003, 21). Bu durumda bilgi edinme hakkına yasayla bazı sınırlamalar getirilmesi gündeme gelebilir. Burada kişilerin bilgi edinme özgürlüğüyle kamusal çıkarların dengelenmesi gözetilmelidir. Ancak bu kısıtlama bakımından idareye geniş bir takdir payı bırakılmamalıdır. Bu alanda idareye geniş bir takdir payı bırakılması, bilgi vermeyi engelleyen "devlet sırrı" ve "gizlilik" gibi hususların geniş bir şekilde yorumlanarak bilgi edinme özgürlüğünün önemli ölçüde kısıtlanması tehlikesini beraberinde getirecektir (Küçük, 2003:22). İfade özgürlüğünün bünyesinde bulunan unsur özgürlüklerden bir diğeri de düşünme özgürlüğüdür. Düşünme, insan beyni tarafından yerine getirilen hem fiziki hem de felsefi bir faaliyettir (Küçük, 2003: 29). İnsanı diğer hayat formlarından ayıran düşünme, ifadenin kaynağını oluşturmaktadır (Trager ve Dickerson, 2003: 16). Düşünme özgürlüğünün, insanın iç dünyasında gerçekleşen bir faaliyet olması nedeniyle bu özgürlüğün sınırlandırılmasının mümkün olmadığı söylenebilir (Teziç, 1990: 32). Bu anlayış Anayasa Mahkemesinin bir kısım kararlarına da yansımıştır. Anayasa Mahkemesine göre, düşünme ve kanaat özgürlüğü, bir iç hürriyet olarak kaldığı sürece mutlak ve sınırsızdır. Kişinin iç alemi sadece kişiyi ilgilendiren bir alandır ve bu alana kanuni bir müdahalede bulunmak mümkün değildir. Düşünme özgürlüğü, ancak toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ilgi alanına girip sınırlamalara tabi olabilecektir. Düşünmeyi kişinin iç dünyasındaki bir beyin faaliyeti olarak ele aldığımızda buna doğrudan müdahale edilemeyeceği doğrudur. Fakat kişinin neyi ne kadar düşüneceğini belirleyenler de dış etkenlerdir. Bu açıdan düşünmenin kişinin iç dünyasıyla ilgili olduğu, bu nedenle de düşünmeye müdahale edilemeyeceği şeklindeki bu 15 anlayışa ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Çünkü düşünme, kişinin iç dünyasında gerçekleşen bir faaliyetse de onun dış dünyadan etkilenmeyeceği düşünülemez (Sunay, 2001: 6). Esasen kişinin iç dünyasında gerçekleşen ancak dış etkenlerle sıkı bir ilişki içinde olan düşünme özgürlüğü, haklı olarak belirtildiği gibi, ifade özgürlüğünün beynini oluşturur (Küçük, 2003:50). İfade özgürlüğü insan hakları içinde nasıl ayrıcalıklı bir yere sahipse, düşünme özgürlüğü de ifade özgürlüğü içinde önemli bir yere sahiptir ve bu hürriyet tam anlamıyla gerçekleşmediği takdirde ifade özgürlüğünü oluşturan diğer unsur hürriyetler de değersiz olacaklardır (Küçük, 2003: 50). 2.3.2. Kanaat, Düşünce Özgürlüğü Düşünce, elle tutulup gözle görülmeyen ancak hissedilen ve hem toplumun hem de bütün insanlığın hayatına yön veren, gelişimini derinden etkileyen ve renklendiren, insanın en değerli ürünüdür (Gökçen, 2001: 238). Düşünce özgürlüğü, felsefi, dini, siyasi, ekonomik vs. hangi alanda olursa olsun kişinin edindiği bilgiler arasından doğru olduğuna inandığı görüşleri seçebilmesi ve tercih edebilmesi olarak tanımlanabilir (Teziç,1990:33). Düşünce, kanaat ve inançlar dış dünyaya aktarılmadıkları sürece dış dünyada herhangi bir sonuç doğurmazlar (Teziç,1990:32). Düşünce özgürlüğünün kişinin iç dünyasıyla ilgili olması nedeniyle hukuki sınırlamaların dışında kalması gerektiği söylenebilir. Zaten bu konuda bir sınırlama yapılması mümkün olmayıp, düşünce özgürlüğünü sınırlamaya yönelik girişimler insan onurunu zedeleyici uygulamaları da beraberinde getirecektir (Can,2003:371). Ancak düşünce özgürlüğünün hukuki düzenlemelerle sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı ile hukuki düzenlemelere tabi tutulup tutulmayacağını birbirinden ayrı düşünmek gerekmektedir (Küçük,2003:52). Hukuk kuralları sadece sınırlayıcı nitelikte kurallardan ibaret değildirler. Bir kısmı da hakları güvenceye almayı amaçlarlar. Düşünce özgürlüğü, sınırlayıcı nitelikte hukuk kurallarıyla birlikte düşünüldüğünde, hukukun mutlak sınırlama alanı dışında kalmakta ve insan haklarının sert çekirdeğini oluşturmaktadır (Kaboğlu, 1997: 27). 16 Düşünce özgürlüğünün güvencede olabilmesinin diğer bir gerekliliği ise devletin farklı düşünce kanaat ve inançlar taşıyan kişilere karşı tarafsız olmasıdır. Bunun için de devletin kişilerin düşünce ve kanaatlerini öğrenme konusunda bir çaba içinde olmaması gerekir. "Kişilerin düşünce ve kanaatlerinin öğrenilmesi yönünde sergilenen çabalar bünyelerinde bireylerin farklı muamelelere tabi tutulabilmeleri tehlikesini taşımaktadır." (Küçük, 2003: 57 ). 2.3.3. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Düşünceyi açıklama özgürlüğü, kişinin kendi düşünce ve kanaatlerini dış dünyaya serbestçe aktarabilmesidir. Bu unsur, ifade özgürlüğünün dış dünyaya yansıyan boyutunu teşkil etmesi nedeniyle dış dünyada en çok yankı bulmakta ve kısıtlamalara konu olmaktadır (Küçük, 2003:66). Kişiler düşüncelerini açıklayarak tabir yerindeyse ürettiklerini pazara çıkarmaktadırlar (Erdoğan, 2003: 41). İfade özgürlüğünün tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için düşünceyi açıklama özgürlüğüyle tamamlanması gerekir. Düşüncelerin açıklanmadığı bir ortamda ifade özgürlüğü, dış dünya boyutundan yoksun içsel bir olgu olarak kalacaktır (Küçük, 2003:67). Düşüncenin açıklanması bir kararın zihin dışındaki uygulamasıdır (Sunay, 2001: 63). Kişiler, beşeri varoluşlarının bir gereği olarak, sahip oldukları düşünce ve kanaatlerini diğer insanlarla paylaşmak ve kendi görüşlerine taraftar bulmak isterler. Bu nedenle de sahip oldukları görüşlerini çeşitli şekillerde dışa vurular. Bu dışa vurum sözlü ve yazılı anlatım, sanatsal gösterim, kişisel görünüm ve görüntü tercihi, gösteri yürüyüşü, toplantı yapma ve örgütlenme şeklinde olabilir (Erdoğan, 2003: 37). İfade özgürlüğü, düşünce ve kanaatleri söz, yazı ya da başka araçlarla başkalarına aktarabilme ve onları kendi düşünce ve inançlarının doğruluğuna ikna edebilme ve kendi tercihleri doğrultusunda davranışlarda bulunabilmektir (Tanör, 1969: 27). Diğer tüm insan haklarında olduğu gibi ifade özgürlüğünün sağlanmasının muhatabı da devlettir. İfade özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından devletin hem negatif hem de pozitif yükümlülüğü vardır. Bu nedenle devlet, kişilerin düşünce ve görüşlerini ifade etmelerine 17 keyfi olarak müdahale etmemenin yanında düşüncelerini açıklayan kimseleri toplumdaki diğer kişi ve gruplardan gelecek baskı ve tehditlere karşı da korumalıdır (Erdoğan, 2003:39). İfade özgürlüğünün konusu olan düşünceler ve inançlar, hayatın din, ahlak, siyaset gibi çeşitli alanlarına yönelik olabilirler. Kişiler hayatın çeşitli alanlarına yönelik olarak ifade ettikleri görüşlerinde yeni fikir ve bilgileri topluma aktarabilecekleri gibi mevcut uygulamaları ve önceden ortaya sürülmüş fikirleri de eleştirebilirler. Bunlardan başka kendi görüşlerine taraftar toplamak için propaganda da yapabilirler. İfade özgürlüğünün içerik bakımından korunması daha doğrusu ifade özgürlüğünün önemi, sadece toplumun tümü tarafından benimsenen veya ifade edildiğinde yadırganmayacak fikirler için değildir. İfade özgürlüğünün önemi, egemen fikirlere ne kadar aykırı olursa olsun, herkesin yeni düşünceler ve bilgiler getirme hakkını korumasından kaynaklanmaktadır (Kuçuradi, 1998: 25). İfade özgürlüğünün konu bakımından zenginliği ve korunması, ifadede kullanılan araçlar için de söz konusudur. Düşünceleri sözle, yazıyla, resimle veya başka herhangi bir araçla açıklamak mümkündür. Kişiler düşüncelerini, tek başlarına ifade edebilecekleri gibi onun toplumda daha büyük yankı getirebilmesi için toplu bir şekilde de ifade edebilirler. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapmak ya da parti, sendika vs. çatısı altında örgütlenerek düşüncelerin açıklanması, toplu şekilde yapılan düşünce açıklamalarındandır (Küçük, 2003:73). Bunlardan başka, haksız bir uygulamaya karşı kamuoyuna çağrı niteliğinde olan ve sivil itaatsizlik olarak adlandırılan eylemler de bir düşünce açıklama aracı olarak kabul edilmelidir (Sunay, 2001: 12). 2.3.4. İfade Özgürlüğü Neden Olmalıdır İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak düşünen bir varlıktır. Ayrıca insanlar, yaratılışları gereği, diğer canlılardan farklı oldukları gibi kendi hemcinslerinden de farklı özelliklere sahiptirler. Görünüm olarak tek tip olmadıkları gibi düşünce olarak da standart özellik göstermezler. İnsanların diğer canlılardan farkı içindeki ruhu ve 18 beynidir. Diğer canlılarda da beyin vardır ancak bu beyni sadece yaşamak için kullanırlar. İnsanda ise beyin ve ruh birlikteliği ile çok farklı ürünler meydana gelebilmektedir. Bu da insan olmanın verdiği bir ayrıcalıktır. İfade özgürlüğünün gerekliliği ve gerçekleştirilmesi, her şeyden önce insanların düşünebilme yetenekleri ile diğer canlılardan, daha sonra ise farklı düşünebilip farklı görüşlere sahip olabilmeleri bakımından kendi hemcinslerinden ayrı olmalarından kaynaklanmaktadır. İfade özgürlüğünün gerçekleştirilmesi insan olmanın gereğidir. Tabiatı gereği farklı düşünebilen bir varlık olan insanın kendini dışa vurma ihtiyacı, onu insan kılan başlıca özelliklerden bir tanesi olup, sonuçları ve faydalarına bakılmaksızın sadece bu nedenle bile savunulmayı hak etmektedir (Özipek, 2003: 1-2). İfade özgürlüğünün gerekçeleri; gerçeği aramak, bireysel özerklik, demokrasi ve kendi kendini yönetme ve hoşgörüdür. Yargıç Holmes” Gerçekliğin en iyi testi düşüncenin piyasa rekabeti içinde kendisine kabul ettirme gücüdür.”demiştir. “Bir kimsenin hayatını kısaltsa bile sigara içmenin yanlış bir tarafı yoktur” ifadesi gerçeklik analizine neredeyse uymayan türden görüşlerdir. Yanlışlar az bir değere sahip olsa bile yinede nefes alacakları bir yer sağlamak için onlara bir ölçüde hoşgörü gereklidir. Çünkü yanlış olgusal değerlendirmelere ağır sorumluluk yüklemek, şevk kırıcı bir etki yaratacak ve doğru ifadelere de engel olunmasıyla sonuçlanacaktır. Şu veya bu şekilde hukuk düzeninde bir hata yapılmak zorundaysa, demokrasi açısından, politikacılar hakkındaki bazı yanlışlar bazı gerçeklerden vazgeçilmesinden daha iyidir (Sadurski, 2002:1-9 ). 2.4. İfade Özgürlüğü ve Demokrasi AİHM demokrasilerde fertlere fikirlerini açıkla imkânının verilmesini kişilerin ve toplumun ilerlemesinin temel şartı olarak değerlendirmektedir. Gerçekten düşünceyi açıklama özgürlüğü kısıtlandığında haber ve fikir akışı durur, toplum statik hale gelir. Bu durum her halükarda insan tabiatına aykırıdır. Çünkü istek ve inançlar tek tip değildir. Bu hakkın kısıtlanması memnuniyetsizliklerin artmasına ve toplumsal 19 kargaşaya sebep olur (Gökçen, 2001:332). Bu nedenle demokrasinin olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumda yeterince tanınması gerekmektedir. AİHM bir söylemin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi konusunda en fazla başvurduğu kavram demokrasi kavramıdır. AİHM ifade özgürlüğünü demokratik sistemin olmazsa olmazları arasında görmektedir. İfade özgürlüğü diğerlerinin haklarının korunması olarak mahkemece değerlendirilmektedir. Bazen mahkeme bu belirsiz kavram dolayısıyla yanlış kararlar verebilmektedir. Örneğin Groppera davasında Divan, 1990 Mart ayında, programların içeriğine veya eğilimine yönelik bir tür sansür uygulama anlamına gelmediği ölçüde, resmi makamların düşünceyi açıklama özgürlüğünün kullanımına müdahale etmeye ilişkin sahip oldukları takdir hakkını aşmadığına kanaatine varmıştır (Hugenholtz,2000:5). Demokrasilerde iktidarın kaynağı en üstün otorite olan halktır. Halkın doğru seçim yapabilmesi için fikirlerin halka ulaşması, hiç kimse tarafından engellenmemelidir. Demokrasi toplum için ortak iyiyi ortaya çıkarmaya çalışan bir rejimdir. Toplum için ortak iyinin bulunabilmesi amacıyla fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesi ve kamu otoriterlerinin beğenilmeyen icraatlarının eleştirebilmesi gerekir (Trager ve Dickerson, 2003:8). Bunların olmadığı yerde seçmenlerin bilgi alabilmeleri ve kendilerince doğru gördükleri tercihlere ulaşabilmeleri oldukça zorlaşacaktır. Böyle bir toplumda ise halk, yaşamını ve geleceğini ilgilendiren konular üzerinde fikir üretip bunları açığa vuramayacağından bu sistem demokrasi olarak nitelenemez (Ünal, 1995: 242). Demokratik sistemlerde ifade özgürlüğü yöneticilerin seçilmesi ve onların seçmenler tarafından denetlenmesi için gereklidir. Demokratik bir devlette yaşayan herkesin; yöneticilerin seçimi, eleştirilmesi veya diğer konularda aynı düşüncelere sahip olmaları mümkün değildir. Bu nedenle sadece çoğunluk tarafından paylaşılan, toplumun ortak iyiliğine olduğu düşünülen fikirlerin yanında toplumun çoğunluğu tarafından tasvip edilmeyen, hatta toplumun tepkisini çeken fikirlerin açıklanması da ifade özgürlüğünün kapsamında düşünülmelidir. Zaten ifade özgürlüğünün önemi de bu tür fikirlerin ifade 20 edilmesini korumak suretiyle serbest tartışma ortamını sağlamasındadır. Kişilerin benzer düşüncelere sahip oldukları, herkesin belirlenen "ortak iyi" doğrultusunda görüşlerini ifade ettiği kurgusal bir toplumda, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gereksiz görülecek hatta bu ortak iyiye ulaşma amaçlı düşüncelerin açıklanması teşvik edilecektir (Okumuş, 2007:63). Sonuç olarak, seçilmiş yöneticilerin hükmedici değil de halkın hizmetçisi olarak algılandığı demokrasilerde, yöneticileri seçme yetkisine sahip kişiler, kendi isteklerini yöneticilere ulaştırmak ve yöneticilerin beğenmedikleri uygulamalarını eleştirebilmek için ifade özgürlüğüne sahip olmalıdırlar. Yönetilenlerin yöneticileri eleştiremediği, onlara kendi isteklerini ulaştıramadığı bir toplumda yöneticilerin ne suretle işbaşına geldikleri de bir anlam ifade etmeyecektir. Demokrasilerde neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme yetkisi vatandaşlarda olduğundan, kamu politikalarının oluşumunda da halk belirleyici olmalıdır (Beydoğan, 2003: 58). 2.4. İfade Özgürlüğünün Önemi İfade özgürlüğü, kişilerin sırf insan olmaları nedeniyle sahip oldukları ve genel olarak insan hakları diye adlandırılan haklardan biridir. İnsanın maddi ve manevi varlığının geliştirmeye katkıda bulunması yönünden önemli bir yere sahip olup, bir çok hak ve özgürlüğün üzerine kurulu olduğu bir kaynak hürriyet niteliğindedir (Dost, 2001: 17). İfade özgürlüğü insan haklarının tasnifi bakımından negatif statü haklan kategorisine girmektedir. Anayasalarda ve uluslararası insan hakları belgelerinde kişisel ve siyasal haklar kategorisinde yer almaktadır. Bu nedenle ifade özgürlüğünün, devlete karışmama yükümlülüğü getiren negatif nitelikte bir hürriyet olduğu söylenebilir. Devlet bu negatif yükümlülüğünün bir gereği olarak, bu hakka kendisi müdahale etmeyecek ve başkalarının müdahale etmemesi içinde gerekli önlemleri alacaktır (Bıçak, 2003: 310). İfade özgürlüğünün niteliğiyle ilgili bir diğer husus ise onun karmaşık bir yapıda olmasıdır. Gerçekten ifade özgürlüğünün kullanılmasında eğitim özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü ve siyasi parti kurma özgürlüğü gibi önemli fonksiyon gören bir çok 21 hürriyet yer almaktadır (Sunay, 2001: 10). İfade özgürlüğünün içeriğinde de bu karmaşıklığa rastlamak mümkündür. Sosyal, siyasi, bilimsel vs. içerikli tüm ifadeler bu özgürlüğün kapsamındadır. Ancak hakaret, sövme, tehdit ve iftirayla suçu övücü ve şiddeti teşvik edici ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemelidir (Ünal, 1995:242). 3. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ve AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ Bu bölümde ifade özgürlüğü ile ilgili yasal metinler ve mahkemeler anlatılacaktır. Burada mahkeme kararlarına konu olan ifade özgürlüğünde mahkemelerin bağlı olduğu mevzuat incelenecektir. Avrupa Birliği ile oluşumu ile meydana gelen ve AİHS tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü kavramının uygulanacağı durumlar izah edilecektir. 3.1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa Birliği ne tam bir uluslararası örgüt ne de tam bir federal devlettir. Üye devletler belli konularda egemenliklerini birleştirerek farklı bir organizasyonun doğmasına neden olmuşlardır. AİHS ise bu örgütlenme de başta temel insan hakları, kişi özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi Sözleşme ile garanti altına alınan hak ve özgürlüklerin asgari standardını belirlemek üzere oluşturulan bir sistemdir. AİHM’de bu sistemin uygulayıcısı olan mahkemedir (Özcan,1999:35). 3.1.1. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa konseyi, 1961 yılında kabul ettiği ve 1965 yılında yürürlüğe giren "Avrupa Sosyal Yasası"yla ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına almıştır. Avrupa Sosyal Yasası hukuken bağlayıcı bir belge olmasına rağmen sivil ve siyasal haklarda olduğu 22 gibi etkin bir koruma mekanizması öngörmemektedir. Güvence altına aldığı sivil ve siyasal haklar konusunda etkili bir koruma sistemi öngörmesidir. Bu koruma sistemi içerisinde yargısal yetkiye sahip olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bulunmaktadır. Sözleşme devletlerin yanında bireylere de hak ihlallerinin giderilmesi için yargısal yetkiye sahip organlara başvuru hakkı tanımıştır. Bu bakımdan sözleşme kişiyi uluslararası hukukta hak sahibi yapmıştır (Dost, 2001: 2; Memiş, 2000: 135). 3.1.2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHS’yi diğer uluslararası insan hakları belgelerinden ayırt eden en önemli özellik, düzenlediği hak ve özgürlükleri etkili bir biçimde koruyacak mekanizmayı da öngörmüş olmasıdır. Bu koruma mekanizmasının bel kemiğini ise hukuken bağlayıcı karar alma yetkisine sahip İnsan Hakları Mahkemesi oluşturmaktadır (Erdoğan, 2001: 155).Mahkeme bünyesinde iki tane büyük kurul vardır. Bu kurullar on yedi hakimden oluşmaktadır. Büyük kurulun oluşumunda coğrafi denge ve hakimlerin geldiği yerin hukuk sistemleri dikkate alınmaktadır. Mahkemede idari işleri yerine getirmek için genel sekreter bulunur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kişinin hak ve hürriyetlerini totaliter anlayışlara karşı korumayı hedefleyen bir kuruluştur (Bıçak, 2002: 4). Sözleşmedeki hak ve hürriyetleri yargısal güvence altına alan mahkeme, sözleşmeyi önüne gelen davalar nedeniyle sürekli yorumlamakta ve sözleşmeye bir dinamiklik kazandırmaktadır. Bu dinamizm sözleşmeyi yaşayan bir belge haline getirmiştir. Mahkemenin davalar nedeniyle yapmakta olduğu yorumlar, sözleşmeyi, taraf devletlerdeki gelişmelere uyarlamayı da kolaylaştırıcı olmuştur. Mahkemenin önüne gelen davalarda sözleşmeyi yorumlaması, sözleşmenin metnini açıklığa kavuşturduğu gibi sözleşmedeki hak ve hürriyetlerin kapsamının belirlenmesinde ve sınırlarının çizilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan sözleşme metninin mahkeme kararlarından ayrı olarak yorumlanamayacağını (Macovei,2003:5). 23 söylemek mümkündür 3.1.3. Türkiyenin AİHS’yi Kabulü ve AİHM’ye Başvuru Hakkı Tanınması AİHS'nin 1. maddesi ile Sözleşmeyi imzalayan taraf devletler, Sözleşme ile tanınan bu hak ve özgürlükleri, kendi ülkelerinde sağlamak, güvence altına almak, korumak ve iç hukukunu Sözleşme ile uyumlu hale getirmek yükümlülüğü altına girmişlerdir. Ülkemiz AİHS'ni 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamış ve 10 Mart 1954 tarihinde onaylamıştır. Onay belgesinin 18 Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Komisyonu Genel Sekreterliğine tevdi edilmesi ile Türkiye Sözleşmeye taraf olmuştur. 21 Nisan 1987'de (o zamanki Komisyona) bireysel başvuru hakkını ve 27 Eylül 1989 tarihinde de Divanın (Mahkemenin) zorunlu yargı yetkisini tanımıştır. AİHS'nin 46. maddesinde AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu açıkça ifade edilmiştir. AİHM yerel yargı organlarına göre bir üst mahkeme niteliğinde olmadığından dolayı iç hukukta verilen kararları iptal etmemekte, yapılan işlem ya da eylemin veya mahkeme kararının Sözleşmenin veya ek protokollerin bir hükmünü ihlal edip etmediğini tespit etmekle yetinmektedir. AİHM'nin ihlalin tespitine ilişkin kararından sonra, bu kararın gereğinin nasıl yerine getirileceği taraf devlete kalmıştır. (Okumuş, 2007: 76) Antlaşmaların Türk Hukukundaki yerini doğrudan düzenleyen tek madde Anayasa’nın 90. maddesidir. Bu madde de bu antlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağıdır(Döner,2003:91). 3.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü İfade özgürlüğü genel olarak sözleşmenin 10/2. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: “ Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 24 Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir” ( Kapani,1987:142). Sözleşmenin 10/1. maddesi ifade özgürlüğünü "görüşlerini açıklayabilme, kanaat sahibi olabilme ve kamu otoritelerin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve fikir alıp verme" hürriyetlerinden oluşan bir bütün olarak ele almaktadır. Sözleşmenin 10. maddesi genel bir hüküm niteliğinde olup sözleşmenin özel hayat ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkını düzenleyen 8. maddesi, kanat özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesi ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11. maddeleriyle yakın ilişki içerisindedir. Mahkemenin ifade özgürlüğüyle ilgili olarak vermiş olduğu kararlarda bu maddelere de göndermeler bulunmaktadır (Okumuş, 2007: 81). 3.2.1. Bilgi, Fikir ve Kanaatlere Ulaşma Özgürlüğü Kısaca bilgi edinme özgürlüğü olarak adlandırılan bu özgürlük, ifade özgürlüğünün ilk basamağını oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için kişilerin serbest bir şekilde bilgiye ulaşabilmeleri gerekir. Günümüzde bilgi edinmenin en yaygın yolu, kitle iletişim araçlarıdır. Hatta edinilen bilgilerin neredeyse tümünün kitle iletişim aracılığıyla edinildiğini söylemek bir mübalağa olmayacaktır. Gerek kamuoyunun oluşumunda gerekse bilgi ve haberlerin daha geniş kitlelere ulaşmasında kitle iletişim araçlarının serbest bir şekilde bilgi ve haber akışını sağlamaları büyük önem taşımaktadır (Okumuş, 2007: 40). Kitle iletişim araçları tarafından yapılan yayınların içeriğinin devlet tarafından denetlendiği toplumlarda bilgi edinme özgürlüğü anlamsızlaşır. Yayınların devlet tarafından denetlenmesi kendisini iki şekilde gösterir. Bunlardan ilki, hangi haber ve 25 fikirlerin yayınlanmayacağına devletin karar vermesidir. "Sansür" ya da "negatif denetim" olarak adlandırılacak bu denetim biçimi, otoriter rejimlerin kullandığı bir denetim şeklidir. Diğer denetim biçimi ise hangi haber ve fikirlerin yayılacağına devletin karar verdiği pozitif denetim biçimidir ki bu denetim şekli de totaliter rejimlerin tipik bir uygulamasıdır. Kitle iletişim araçlarının topluma aktardığı bilgi, fikir ve haberler bunları alan kişiler bakımından bilgi edinme özgürlüğünün kapsamında olduğu kadar bu araçlarla fikir ve görüşlerini aktaranlar açısından da düşünceyi açıklama kapsamındadır. Bu bakımdan hür haber dolaşımının ve kitle iletişim araçlarının yayınlarının demokratik çoğulculuk esaslarıyla çelişecek şekilde engellenmesine neden olan her yasal düzenleme ve uygulama demokratik yapıyı zedeleyecektir (Alacakaptan, 2000: 17-18). Kişilerin hangi haber bilgi ve fikirlere ulaşacağını devletin belirlemesi halinde ifade özgürlüğünün sınırlarını belirleyen ölçüt devletin söylemine uygunluğu olacaktır (Arslan, 2003: 53). Şüphesiz devlet, kitle iletişim araçlarının ne şekilde kurulacağı ve hangi esaslara göre yayın yapacağı konusunda birtakım düzenlemeler yapma hakkına sahiptir. Ancak bu konudaki düzenlemeler kişilerin bilgi edinme hakkının kısıtlanmasına dönüşmemelidir. Bu alandaki faaliyetlerden yüksek oranda vergi alınması veya lisans ücretlerinin çok yüksek tutulması gibi durumlar bilgi edinme özgürlüğünün dolaylı yönden kısıtlanmasıdır. Sonuç olarak, düşünmenin hammaddesi olan bilginin kısıtlanması serbest tartışma ortamının ve buna bağlı olarak da sağlıklı fikirlerin oluşmasını olumsuz yönde etkileyecektir (Alacakaptan, 2000:18). Eğitim sadece anti demokratik sistemler için önemli bir kurum değildir. Demokratik sistemlerin de gelişip varlıklarını sürdürebilmeleri için eğitime vurgu yapmaları doğaldır. Ancak demokratik sistemlerdeki eğitim, totaliter sistemlerdeki eğitimden nitelik olarak farklıdır. Her şeyden önce demokratik sistemlerde eğitim, kişilere ideoloji aşılamanın bir aracı değildir. Zaten demokratik sistemlerin aşılayacağı bir ideolojileri de olamaz. Bu sistemler, demokrasinin bir gereği olan hoşgörü ve serbest tartışma ortamını oluşturabilmek için hukuki açıdan bütün ideolojilere karşı tarafsız bir tutum sergilemek durumundadırlar (Küçük, 2003: 41). Çünkü hoşgörü ve serbest 26 tartışma ortamından bahsedebilmek için insanların farklı fikir ve görüşleri serbestçe seçebilmeleri ve bunları açıklayabilmeleri gerekir. Birbiriyle aynı fikirleri paylaşan insanlar arasında serbest tartışma ve hoşgörüden ziyade bir "özdeşlik" meydana gelir. Böyle bir ortamda toplumdaki herkes aynı pencereden aynı yöne bakmakta ve bunun doğal sonucu olarak da aynı şeyleri görmektedir. Bu nedenle aralarında hoşgörüden ziyade aynı düşünceyi paylaşmaktan kaynaklanan bir yakınlık vardır. İnsanların birbirlerinden farklı fikirlere sahip olmasının en başta gelen şartı ise, farklı bilgi ve fikirlere ulaşmanın mümkün olmasıdır. Hammaddenin zengin bir çeşitlilikte olması bunlardan üretilen fikirlerin zenginliğini de beraberinde getirecektir. Bu nedenle demokratik ülkelerdeki eğitim, farklı görüşler hakkında bilgi edinmek bakımından gerekli özellikleri taşıyıcı nesnel bir eğitim olmalı ve kişilerin kendilerini geliştirebilmelerine yardımcı olmalıdır. Özetle eğitim, kişileri belli bir inanç, dünya görüşü ya da ideoloji doğrultusunda yetiştirmeye elverişli bir faaliyet olarak değil de; kişileri bilgilendirici, potansiyellerini geliştirici tarafsız bir kamu faaliyeti olarak ele alındığında sorunların çözülmesine ve ifade özgürlüğünün sağlanmasına yardımcı olacaktır (Erdoğan, 1997: 219). 3.2.2. Kanaat Sahibi Olma Özgürlüğü Kanaat sahibi olma özgürlüğü 10. maddede güvence altına alınan unsur hürriyetlerden bir diğeridir. Bu hürriyet maddede belirtilen diğer hürriyetlerden farklı olarak herhangi bir sınırlamaya tabi olmayıp mutlak anlamda korumaya sahiptir. Bakanlar komitesi kanaat özgürlüğünün bu özelliğini dikkate alarak bu hakka getirilecek sınırlamaların demokratik toplumun gerekleri ile bağdaşmayacağını belirtmiştir (Macovei, 2003: 9). 3.2.3. Basın Özgürlüğü Basın terimi, kullanılagelen anlamda, kitap, broşür, dergi ve özellikle gazeteleri kapsamaktadır (Danışman,1982:1). Yirminci yüzyılda demokratik toplum basın ilişkisi ele alındıktan sonra basın özgürlüğünün bir parçası daha çok düşünülmeye başlanmış ve 27 bunun içerisinde basının korunması, basın adına açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamına alınması ilkesi benimsenmiştir. Daha da önemlisi son dönemde basının demokratik hayat açısından ayrıcalıklı bir yerinin olduğunun altının çizilmesi basın özgürlüğünü ifade özgürlüğünden öte bir düzenleme olarak görme sonucunu doğurmuştur (Korkut, 2007:225). Sözleşmenin 10. maddesinde basın özgürlüğünden açıkça söz edilmemektedir. Ancak basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün en yaygın ve etkili kullanımlarından birisi olması nedeni ile özel bir yere sahiptir. Basın aracılığı ile ifade edilen fikirlerin geniş kitlelere ulaşmasının yanında kamuoyu oluşumunda da çok etkili olması kaçınılmazdır. Ayrıca basın fikirlerin ifadesine bir araç olmak dışında bilgilenme sürecini işletici toplumsal ve siyasal hayata bir güç ve denetim işlevini yerine getiren bir özelliğe sahiptir (Sunay, 2001: 130). Demokratik bir toplumda basın kamuyu ilgilendiren konularda haber vermek, yöneticilerin icraatlarının denetim ve eleştirisini yapmak veya bir konuda kamuoyu oluşturmak gibi önemli fonksiyonları ifa eder. Bunların yanı sıra basın halkın toplumsal sorunlarla ilgili olarak bilgi edinmesini bu konuları tartışmasını ve alınan siyasi kararları etkilemesine ve icraatların denetlenmesine de aracılık eder (İçel, 1998:97). Basın özgürlüğünün ifade özgürlüğü bakımından işgal ettiği bu özel konuma, AIHM vermiş olduğu kararlar ile vurgu yapmıştır. İnsan Hakları Mahkemesi basının rolünü, sadece bilgi ve fikirlerin açıklanmasında bir araç olarak görmemekte onun kişilerin bilgi edinme hakkı ile olan ilgisine de dikkat çekmektedir (Okumuş, 2007:95). Anayasa mahkemesi karalarında basın ile ilgili şu hususları dile getirmiştir. “-Hukukun üstün olduğu bir devlette basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve haysiyetini korunması gibi bazı sınırları var ise de ana görevi siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirlerini yaymaktır. 28 -Basın özgürlüğü topluma siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacılara kamuoyunu ilgilendiren konularda yorum yapma imkanı fırsatı verir. Basın, böylece herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir” (Özel,2003: 217). İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturur. Düşünce özgürlüğü 10. maddenin ikinci fıkrası sınırları içinde sadece lehte olduğu kabul edilen zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama ayrıca devlet veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, ona çarpıcı gelen veya rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Basın söz konusu olduğunda bu ilkeler özel bir önem kazanır. Bu ilkeler önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden ve aydınlatılmış bir halkın işbirliğini gerektiren adaletin dağıtılması alanına da aynı ölçüde uygulanır. Mahkemelerin boşlukta çalışmadıkları, genel kabul gören bir olgudur. Mahkemeler, uyuşmazlıkların çözümünde bir forum durumundadırlar. Ama bu demek değildir ki, uzmanlaşmış dergilerde, genel basında ya da halk arasında uyuşmazlıklar önceden tartışılamaz. Dahası, basın yayın organları adaletin usulüne göre dağıtılmasına tecavüz etmeyip, kamu yararının bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemelerin önüne gelmiş sorunlarla ilgili haber ve düşünceleri vermekle yükümlüdür. Sadece basın yayın kuruluştan bu tür haber ve düşünceleri vermekle görevli değildir. Halkın da bu haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır (Okumuş, 2007:96). Basının kendisinden beklenen faydaları sağlayabilmesi ile ilgili olarak değinilmesi gereken hususlardan bir tanesi de basın araçlarında "tekel" oluşumunun önlenmesi gerekliliğidir. Kamuyu ilgilendiren hususlarda açık bir tartışma ortamının oluşması için kişilerin farklı görüş ve fikirleri öğrenme hakkına sahip olmaları gereklidir. Bu hususun gerçekleşmesi için basın araçlarının tek elde toplanmaması konusunda gerekli önlemler alınmalıdır. Esas olarak basın sektöründe farklı adlarla bir çok yayın çıkması da halkın gerektiği gibi bilgilenmesi için yeterli değildir. Bir çok gazetenin, aynı içerikteki haberleri yayınlaması çok seslilik olarak değerlendirilemez. Bu bakımdan yayınların 29 sayı olarak çokluğundan ziyade farklı haber ve fikirlere yer verilmesi önem arz etmektedir. Avrupa Denetim organları, sınırlamaya ilişkin diğer şartlarda eksiklik bulunmaması kaydı ile basında tekelleşmeyi önleyecek tedbirler alınmasını sözleşmeye aykırı görmemektedirler (Gölcüklü ve Gözübüyük, 1998:323). 3.2.4. Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Özgürlüğü Radyo ve televizyon yayıncılığı özgürlüğü de tıpkı basın özgürlüğü gibi ifadede kullanılan araçla ilgilidir. Sözleşmenin 10/1. maddesinde ifade özgürlüğünün kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma özgürlüğüni de içerdiği belirtildikten sonra maddenin son fıkrasında "Bu madde devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmeciliğini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir" hükmüne yer vermiştir. Ancak bu düzenleme kendi içinde çelişkilidir (Dost, 2001: 46). Mahkeme, konuya ilişkin başka kararlarında da özel radyo ve televizyon istasyonlarının kurulmasını desteklemekle birlikte, bu alandaki devlet tekelini de belli şartlar altında sözleşmeyle bağdaştırmakta ve tartışma konusu yapmamaktadır. Sözleşmeye taraf devletlerin özel radyo veya televizyon istasyonları kurulması konusundaki izin taleplerini, bu konuda bir mevzuat bulunmaması nedeni ile reddetmesini ise sözleşmeye aykırı görmektedir. Autronic Ag/Isviçre davasında mahkeme, bir İsviçre şirketinin bir Rus televizyon uydusundan yapılan televizyon programı yayınlarını aynen alıp İsviçre'de yayınlamak için yaptığı özel çanak anten kurma izni talebinin, bu konuda bir düzenleme olmadığından bahisle İsviçre hükümeti tarafından reddedilmesini sözleşmeye aykırı bulmuştur. Mahkemenin bu kararı üzerine İsviçre makamları ilgili konuda gerekli düzenlemeyi yaparak özel televizyon şirketlerine bu hakkı tanımışlardır (Ünal, 1995: 253). 30 3.3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması İfade özgürlüğünün sınırlandırılabilecek bir hürriyet olması, onun gerçekleştirilebilmesi açısından bir gerekliliktir. Çünkü bir özgürlüğün sınırları belirlenmediği sürece onun gerçek anlamda bir değeri olmayacaktır (Beydoğan, 2003: 117). Diğer tüm özgürlükler için geçerli olan bu durum ifade özgürlüğü için de geçerli olup, ifade özgürlüğünün birey açısından pratik bir önem ifade edebilmesi için sınırlarının belirlenmesi gerekir (Dost, 2001:61). Diğer hürriyetlerin sınırlandırılmasında olduğu gibi ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasında da karşımıza hürriyet ve otorite çatışması çıkmaktadır. Gerçekten de bir taraftan ifade özgürlüğünün kişi ve toplum bakımından taşıdığı önem ve sağladığı faydalarla diğer taraftan toplumsal düzenin sağlanması arasındaki denge ifade özgürlüğünün sınırlarını belirleyecektir. İlk bakışta birbirlerine karşıt gibi duran bu farklı menfaatlerin dengelenmesi ifade özgürlüğünün sınırları bakımından önemlidir. Böyle bir dengeleme, hem bu özgürlüğün kötüye kullanımını önleyecek, hem de bu bu hürriyetten herkesin yararlanmasını sağlayacaktır (Erdem, 1998:24). Bu bakımdan ifade özgürlüğü zorunlu ve istisnai bir tedbir olarak sınırlanmalıdır. Yani devlet sınırlama yetkisini, kişi ve toplum açısından önemli fakat aynı zamanda sınırlı sayıdaki menfaatin ihlal edilmesi halinde kullanabilmelidir (Sunay, 2001: 74). Sözleşme sisteminde genellikle maddelerin ilk fıkralarında hak ve özgürlükler güvence altına alınmış, ikinci fıkrada ise hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamalar üzerinde durulmuştur. Sözleşmedeki özgürlükler bakımından genel sınırlama sebeplerine yer verilmemiş olup, özgürlükleri sınırlandırma nedenleri sayma suretiyle tek tek gösterilmiştir. Sözleşmenin hürriyetler konusunda genel sınırlama maddesine yer vermemiş olması hürriyetlere getirilen sınırlamaların dar yorumlanması gerektiği konusunda da yol gösterici olmaktadır (Çağlar, 1993: 259). 31 İnsan haklarına ilişkin tüm uluslararası belgelerle devletlerin kendilerinin yapmış oldukları anayasalarda yer alan hürriyetler, bir takım sınırlamalara tabi tutulmuşlardır. Esasen hürriyetlerin sınırsız olduklarını kabul etmek mümkün gözükmemektedir. Hatta denilebilir ki, hürriyetlerin sınırsız olduğunu iddia eden kimse, kendisi dışındakilerin hür olmadığı iddiasındadır. Sınırlama nedenlerinin belirlenmiş olması, ifade özgürlüğünün sınırlandırılması ile ilgili sorunları çözmeye yeterli değildir. Her ne kadar sınırlama nedenleri sayılı bir şekilde belirtilmişse de bunların soyut nitelikte olmaları sebebiyle içeriklerinin tam olarak tespiti yapılmamıştır. Yani sınırlama nedeni olarak sayılan bu kavramların içeriğinin belirlenmesi hususu, taraf devletlere bırakılmıştır. Bu kavramların içeriğinin belirlenmesi konusunda taraf devletler bir takdir hakkına sahiptirler. Ancak taraf devletlere tanınmış olan bu takdir payı, ifade özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesi kapsamında ülkelerinin şartlarını, sözleşme organlarına göre daha iyi bilmelerinden ve bu konudaki ihtiyaçları daha iyi tespit edebilecekleri düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Taraf devletlere bu şekilde bir takdir payı tanımak suretiyle sözleşmedeki özgürlüklerin korunması bakımından sözleşme organlarına denetleyici ve tamamlayıcı bir rol tevdi edilmiştir (Okumuş, 2007:106-111). Taraf devletlere kavramların içeriklerini doldurmak bakımından bir takdir payı verilmekle birlikte sözleşme organları, ifade özgürlüğüne getirilecek meşru sınırlamaları belirleyen kavramlara taraf devletlerin yüklemiş olduğu anlamla bağlı değildir (Dost, 2001: 23). İfade özgürlüğü ile ilgili çok somut kriterler getirilebilir mi? Mesela şunu söyleyen suç işlemiş olur diye bir yasa çıkarılabilir mi? Bunun için ifade özgürlüğü ile ilgili bir kanun çıkarılmalı ve bu kanun milyonlarca ve hatta daha fazlasından oluşmalıdır zira ifadenin sınırı yoktur. Burada kanun koyucunun yapacağı genel bir sınırlama sebebi koymak ve bunun yorumunu yargı organlarına bırakmaktır. Yargı organına tamamen serbesti tanımakta doğru değildir. Yargı organın serbesti içinde belli şekilde davranması sağlanması için sınırlamalara da sınır getirilmelidir. 32 3.3.1. Kamusal Menfaatlerin Korunması Amacıyla Sınırlanması Sözleşmenin 10/2. maddesine göre bu gruba giren sınırlandırma nedenleri; ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın korunması ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasıdır. Sözleşmede ifade özgürlüğünün sınırlandırma nedeni olarak gösterilen bu sebepler, soyut nitelikte kavramlardır. Bu kavramların belirginleştirilmesinde sözleşme organlarının yorumu belirleyici olmaktadır (Okumuş, 2007:113). 3.3.1.1. Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni Sözleşmenin 10/2. maddesinde belirtilen ve soyut bir kavram olan ulusal güvenlik, "devletin bağımsızlık ve bütünlüğüne yönelik dış ve iç tehdit ve tehlikelerden korunması" (Günday, 2002: 21) olarak tanımlanabilir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasının bir diğer nedeni olan kamu düzeni ise, anlam olarak ulusal güvenliğe göre daha dar bir kavramdır. Kamu düzeni kavramının, devletin dış güvenliği ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Belirtmek gerekir ki, ulusal güvenliği ilgilendiren her hususun kamu düzenini bozduğu söylenebilirse de kamu düzenini bozan her olgu, ayrıca ulusal güvenliği bozmayabilir (Tezcan, Erdem ve Sancakdar, 2004: 265). Kamu düzeni, toplumun dış ve maddi düzeni olup umuma açık yerlerdeki düzeni ifade eder (Günday, 2002: 246). Ulusal güvenlik gibi kapsamı kolayca belirlenecek bir kavram değildir. Somut olayın yeri zamanı ve niteliğine göre kapsamı belirlenmeye çalışılmalıdır. Bu bakımdan kamu düzeni nedeniyle ifade özgürlüğünün meşru bir şekilde sınırlanabilmesi için düşüncenin açıklanış şekli, zamanı ve yeri göz önüne alınmalıdır. (Sunay, 2001:85). 3.3.1.2. Kamu Güvenliği, Toprak Bütünlüğü ve Suçun Önlenmesi Bu gruptaki sınırlama nedenlerinden bazıları da kamu güvenliği, toprak bütünlüğü ve suçun önlenmesidir. Açıklanan düşüncelerin suça teşvik edici olması ya da devletin 33 toprak bütünlüğünün bozmaya yönelik olması durumunda bu amaçlarla ifade özgürlüğünün müdahale edilebilecektir. Demokratik toplumlarda suçu övme, suça teşvik ve tahrik niteliğindeki fikir açıklamaları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez (Sunay, 2001:88). 3.3.1.3. Genel Ahlakın Korunması Genel ahlakın korunması ile ilgili başvurular daha çok müstehcen yayınlar konusunda yoğunlaşmaktadır. Müstehcenlik ve toplumu ahlaki yönden çökerten durumların bu özgürlük kapsamında olması doğru değildir. Müstehcenlik içeren ifadeler bu özgürlük kapsamında korunmalı mıdır? Burada bu müstehcen yayının toplumun ahlak duygularıyla ve ahlaki yarısını zedeleyip zedelemediğine bakılmalıdır. Zira müstehcenlik içeren ifadeler sonucunda toplumda bir ahlaki çöküntünün yaşanmasına neden olabilir. Bu türden bir durumla karşılaşmamak için toplumun ahlaki değerlerine karşı bir saldırı içeren ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamına alınması doğru olmayacaktır. 3.3.1.4. Yargı Gücünün Otorite ve Tarafsızlığının Korunması Mahkeme, İfade özgürlüğünün yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının korunması nedeniyle sınırlandırılmasını bir çok kararında sözleşmeye aykırı bulmuştur. 3.3.2. İfade Özgürlüğünün Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması Amacıyla Sınırlanması Sözleşmenin 10/2 maddesinde belirtilen sınırlama nedenlerinden bir tanesi de başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıdır. Sözleşme bu nedene dayanılarak ifade özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda herhangi bir ayrım yapmamışsa da AİHM bu konuda vermiş olduğu kararlarında, ifade özgürlüğünün bu amaçla sınırlanmasını kamu görevlileri ve politikacılar açısından daha dar tutmuştur. Politikacıların ve kamu görevlilerinin daha fazla eleştiriye açık olmaları gerektiği şeklindeki bu içtihatlar, politik 34 konular ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesiyle ilgilidir. Özel yaşama saygı bakımından bu sıfattaki insanlar da toplumdaki diğer insanlarla eşit bir şekilde bu korunmadan yararlanmaktadırlar (Okumuş, 2007:122). 3.3.3. Demokratik Toplumda Gerekli Olma Fikirler piyasası denilen bir görüşe göre fikirler ortaya çıkarılmalı, doğrular yanlışları bertaraf etmelidir. Ancak doğrunun doğruluğunun anlaşılabilmesi için bunu ifade edebilmek gerekmektedir. İşte demokrasilerde bu hak tanınarak doğrulara ulaşma imkanı sağlanmaktadır. İfade özgürlüğü demek yıkmak demek değildir. Demokratik toplum düzeninin korunması için ifade özgürlüğüne bazı sınırlandırmalar getirilebilir. Burada önemli olan demokrasinin ve demokratik toplumun korunmasıdır. İfade özgürlüğü ancak demokratik toplumların korunması amacıyla sınırlandırılmalıdır. Aksi taktirde ifade özgürlüğünü serbestçe kullanımı sağlanmalıdır. İfade özgürlüğüne yapılan müdahaleler, demokratik toplum düzeninin korunması bakımından gerekli olmalıdır. Sözleşmenin 10/2 maddesindeki bu koşul, sözleşmede düzenlenen diğer haklar bakımından da söz konusudur. Ancak sözleşme bize demokratik toplumun gereklerinin ne olduğu konusunda herhangi bir şey söylememektedir. İfade özgürlüğünün sınırlamakta kullanılacak olan bu koşul da tıpkı diğer koşullar gibi öncelikle taraf devletlerin takdirine bırakılmıştır. Taraf devletlerin bu konudaki takdir yetkileri ise mutlak olmayıp AİHM'nin denetimine tabidir. Sözleşmenin bu kavramı tanımlamamış olmasının bir diğer nedeni de bağlayıcı tanımlardan uzak durarak hem insan haklarının dinamikliğine hizmet etmek, hem de sözleşme metnini daha uzun ömürlü kılmak olarak düşünülebilir (Okumuş, 2007:126). Yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gerekleri bakımından meşru olması için aynı zamanda ölçülülük ilkesinin de mevcut olması gerekmektedir. Ölçülülük ilkesi, amaç- araç dengesini ifade eder. İfade özgürlüğünün sınırlanması bakımından amaç, sözleşmenin 10/2. maddesinde belirtilen amaçlardır. Araç ise, bu amaçların gerçekleşebilmesi için ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahaledir. Yani ulusal 35 yasalarda yer alan yaptırımlardır. Hedeflenen amacın gerçekleşmesi ile seçilen aracın birbirleriyle orantılı olmaları gerekir. Hedeflenen amacın tazminat ödettirilerek gerçekleştirilme imkanı varsa, ilgiliye hapis ya da para cezası verilmesi halinde bu ilke ihlal edilmiş olacaktır. Ölçülülük ilkesi bakımından da sözleşme, taraf devletlere takdir payı tanımaktadır. Ancak bu takdir hakkı da denetime tabidir. Şener kararında mahkeme, müdahalenin ölçülü olup olmadığını değerlendirirken, verilen cezaların şiddetinin de dikkate alınması gerektiğini, hükümetlerin sahip oldukları hakim pozisyon nedeniyle kendilerine yapılan haksız eleştirilere cevap vermek için başka yollar varken cezai işlemlere başvurmaması gerektiğine işaret etmektedir. Mahkeme, yine ülkemizle ilgili olan Ekrem Pakdemirli kararında ise, başvuranın Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle mahkum edildiği tazminat miktarının yüksekliğini dikkate alarak, ifade özgürlüğüne yapılan bu müdahalenin ölçüsüz olduğunu dolayısıyla da demokratik toplumda gerekli olmadığını belirtmiştir (Okumuş, 2007:129). 3.3.4. Kanunla Öngörülmüş Olma İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olması için gerekli diğer koşul, yapılacak müdahalenin kanunla öngörülmüş olması gerekliliğidir. Sözleşmenin 9,10 ve 11. maddesinde düzenlenen hakların sınırlandırılmasıyla ilgili olarak "kanunca öngörülme" şartından bahsedilmişse de kanun kavramının tanımına ilişkin bir şey söylenmemektedir. Tıpkı diğer birçok kavramda olduğu gibi burada da sözleşme, kavramların yorumlanmasını ve somutlaştırılmasını önce taraf devletlere sonra da sözleşme organlarına bırakmış görünmektedir (Okumuş, 2007:132). Kanunilik şartının var sayılabilmesi için ifade özgürlüğüne müdahaleye esas teşkil eden kuralların ulaşılabilirlik ve açıklık şartlarını taşımaları yeterlidir. Bu şartlara sahip olmayan düzenlemelerin, adları ne olursa olsun, kanunilik şartı için yeterli olmaları mümkün değildir (Okumuş, 2007:134). 36 4. TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE SINIRLARI Bu bölümde Türk Anayasa Hukukunda ifade özgürlüğü ve sınırlarına değinilecektir. İlk anayasal belge olan 1876 Anayasasında ifade hürriyeti bilinçli bir şekilde Anayasa’ya konulmamıştır. 1876 Anayasasında basın özgürlüğü 12. maddede yer alır, ama onun asıl içeriğini oluşturması gereken fikir özgürlüğü Anayasada yoktur. Bu bir unutkanlık değildir. «Herkes kaalen ve kölemen beyanı efkârda azadedir...» hükmünü getiren, Mithat Paşa tasarısının 46. maddesi Anayasa koyucu tarafından üstü çizilerek metin dışı bırakılmıştır (İlal,1977). 1908 yılında ilan edilen ikinci meşrutiyetle ilan edilen ve yeniden yürürlüğe konulan Kanuni Esasi’de basınla ilgili 12. maddede” matbuat kanun dairesinde serbesttir, hiçbir vechile…tefti ve muayeneye tabi tutulamaz.”denilmektedir. 31 Mart harekatına kadar yürürlükte olan bu anayasa, sürekli ilan edilen sıkıyönetimle uygulanabilirlikten uzaklaşmıştır (Keser, 2002:194). 1921 Anayasası çok kısa bir Anayasa olduğundan bunda ifade özgürlüğü karşılığını bulmamıştır. 1924 Anayasasının 70. maddesi ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. 1924 Anayasasının 70. Maddesinde “Şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelam, neşir, seyahat, akit, sayüamel, temellük ve tasarruf, içtimai cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türklerin tabi hukukundandır.”denilmektedir (Kili, Gözübüyük, 2000:135). 77. maddesinde de basın yayının kanun çerçevesinde serbest olduğu belirtilmiştir. Bu maddede “Matbuat, kanun dairesinde serbesttir ve neşredilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir” denilmektedir (Kili, Gözübüyük, 2000:136). 37 4.1. 1961 Anayasasında İfade Özgürlüğü 1961 Anayasasının "Düşünce Özgürlüğü" başlıklı 20. maddesi şu şekildedir: "Herkes, düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir. Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz" denilmektedir (Kili, Gözübüyük, 2000:179). Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde vermiş olduğu kararlarda, düşünceyi bir iç hürriyet olarak kaldığı sürece, mutlak ve sınırsız olduğunu, dokunulamayacağını, müdahale edilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlanabileceğini belirtmiştir (Keser, 2002:187). Burada Anayasa Mahkemesinin yaklaşımının çok katı olduğu görülmektedir. Sınırsız olarak görünen düşünme özgürlüğü sınırlandırılmaya çalışılsa bile sınırlandırılamaz. Zira insanın kafasına girip bilgisayar gibi içindeki bilgilerin silinmesi ve yeni bilgiler yüklenmesi şu anki tıbbi imkânlarla imkânsız gibidir. Düşünceyi açıklamanın sınırı olmalıdır. Ancak sorun sınırın miktarı ile ilgilidir. Her düşünceyi sınırlamak toplumun gelişimine engel olacaktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin bu konuda 1961 Anayasası ile verdiği kararlar demokrasi açısından zayıf kararlardır. Kişinin iç aleminde kaldığı sürece mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat özgürlüğü toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına girer ve bazı sınırlamalara bağlanabilir. 4.2. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğü Anayasasının 25. maddesinde sözleşmenin 9. maddesinde olduğu gibi "düşünce ve kanaat hürriyeti", 26. maddede ise, sözleşmenin 10. maddesine paralel olarak, “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne” ilişkin esaslar belirlenmiştir. 1982 Anayasasının 26. maddesi son haliyle, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu 38 özgürlük resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” şeklinde ifade edilmiştir ( Kili, Gözübüyük, 2000:270). 4.3. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğünün Sınırlanması Anayasanın 26/2. maddesinde, Sözleşmenin 10/2. maddesine paralel şekilde, ifade özgürlüğünün hangi nedenlerle sınırlanacağı hükme bağlanmıştır. Bu madde de “Bu özgürlüklerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir” şeklinde ifade edilmiştir ( Kili, Gözübüyük, 2000:270). 1982 Anayasası ifade özgürlüğünü sınırlı bir özgürlük olarak düzenlemiştir. İfade özgürlüğünün sınırlandırılması, Anayasamız bakımından sadece 26. maddede sayılan nedenlere bağlı değildir. Anayasamız daha bir çok yerde ifade özgürlüğünü sınırlandıran hükümler içermektedir. İfade özgürlüğünün sınırlanması, AIHS açısından, sadece ifade özgürlüğünün kullanılış biçimine ilişkin olmasına rağmen Anayasamız, ifadeyi içerik olarak da sınırlamaktadır. Bu maddede düşüncelerin açıklanması konusunda sözleşmede benzeri olmayan bir dil şartı getirilmiştir. Anayasada, düşüncelerin açıklanması veya yayılmasında kanunla yasaklanmış olan dillerin kullanılamayacağı ve bu yasağa aykırı olarak yapılan yayınların toplanacağı öngörülmüştür. Bu kısıtlama bakımından resmi ya da özel alan ayrımı da yapılmamıştır. Oysa resmi makamlarla olan ilişkilerde resmi dilin kullanılması şart ise de, özel alanda hangi dilin kullanılacağı devlet müdahalesinin dışında kalması gereken bir konudur. Sözleşmenin 10/1. maddesinde ve AIHM kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlar ötesi olduğunun belirtilmesi karşısında, 39 Anayasadaki bu dil sınırlamasının ifade özgürlüğüne getirilmiş gereksiz bir sınırlama olduğu söylenebilir. Nitekim AB'ye uyum sürecinde yapılan anayasa değişikliği sırasında ifade özgürlüğüne getirilen dil kısıtlaması kaldırılmıştır (Okumuş, 2007:139). Bu maddenin 3 ve 4. fıkralarında yasa ile olumlu değişiklikler yapılmıştır. Ancak yine bu yasayla, ikinci fıkrada gösterilen sınırlama sebeplerine "Cumhuriyetin Temel Niteliklerinin Korunması" gibi geniş ölçüde ifade özgürlüğünü sınırlandırmaya yönelik belirsiz bir neden eklenmesi ise bu olumlu değişime gölge düşürmüştür. Sözleşmenin 10/2. maddesinde sınırlamanın sınırı olarak gösterilen demokratik toplum düzeninin gerekleri ölçütünün Anayasanın 13. maddesinde de öngörülmüş olması bizdeki uygulamanın da AİHM' dekine benzer olduğunu söylemek için yeterli değildir. AİHM demokratik toplumun unsurlarını; demokratik "çoğulculuk", "hoşgörü", "açık fikirlilik" ve "ölçülülük (orantısallık)" olarak belirlemiş olmasına karşın Anayasa Mahkemesi değişmez ve belli bir demokratik toplum anlayışı ortaya koyamamıştır. Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu bir kararında, demokratik toplum düzeniyle Anayasa'da belirtilen özgürlükçü demokrasi ve bunun gerekleriyle belirlenen hukuk düzeni anlaşılması gerektiğini söyleyerek evrensel ilkelerden uzak "milli bir demokrasi" tanımı yapmıştır. Anayasa Mahkemesi daha sonraki bazı kararlarında ise, "...Anayasamız özgürlüklere saygılı olunmasını istemekle yetinmemiş, bunların kullanılması sağlayacak önlemler alınmasını devletin temel amaç ve görevleri arasında saymak suretiyle özgürlükçü bir görüşü benimsemiştir" şeklinde değerlendirmelerde bulunarak, AIHM'nin yorumlarına yakın bir değerlendirme yapmıştır. (Okumuş, 2007:140). 4709 sayılı yasayla 13. maddedeki genel sınırlama nedenleri kaldırılmış ve sınırlamalarda uyulması gereken "öze dokunmama" ölçütü yeniden Anayasaya girmiştir. Ayrıca madde gerekçesinde belirtilen "ölçülülük ilkesi" de açıkça metne dahil edilmiştir. Anayasanın 15. maddesinde ise sözleşmenin 17. maddesiyle paralel şekilde hak ve özgürlüklerin durdurulmasından bahsedilmektedir. Bu maddeye göre, savaş ve seferberlik hallerinde, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, temel hak ve özgürlükler kısmen yahut tamamen durdurulabilir. Ayrıca hak ve 40 özgürlüklerin sınırlanması bakımından belirtilen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Bu maddeyle hak ve özgürlüklerin durdurulmasının sınırı, ölçülülük ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler olarak belirlenmiştir. Bu düzenlemeyle temel hak ve özgürlükleri sınırlamanın en son sınırı, dolaylı olarak AİHS çerçevesinde belirlenmektedir (Okumuş, 2007:134). 5. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE TÜRKİYE Bu bölümde genel olarak AİHS anlatılacak ve Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf olması anlatılacaktır. AIHS, Avrupa Konseyine üye devletlerin dışişleri bakanlarınca, 3 Kasım 1950'de imzalanmış ve 3 Kasım 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir (Özbey, 2008: 35). 5.1. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Taraf Olması Türkiye 1954 yılında sözleşmeyi onaylayarak sözleşmeye taraf olmuştur. Sözleşmenin onaylanmasına ilişkin kanun, 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı kanundur. Bu kanunun kabulünden sonra 18 Mart 1954'de onay belgesinin Avrupa konseyine sunulmasıyla sözleşme ülkemiz açısından da yürürlük kazanarak iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir (Özbey, 2008: 35). Türkiye'nin sözleşmeye bu kadar erken bir tarihte taraf olmasında, 1950 tarihinde tek parti iktidarından vazgeçilerek demokrasiye geçilmesinin payı büyüktür. Aynı dönemlerde NATO'ya da katılarak yüzünü batıya çeviren ülkemizde, sözleşmenin onaylanmasına ilişkin yasa mecliste herhangi bir görüşme yapılmaksızın kabul edilmiştir (Beydoğan, 2003:192). 41 Türkiye, AIHS'ye taraf olmakla sözleşmedeki tüm hak ve özgürlükleri hem kendi vatandaşlarına hem de yetki alanında bulunan tüm yabancılara tanımakla birlikte, sözleşme 1980'li yılların sonuna gelinceye kadar siyasal hayatta herhangi bir etki oluşturmamıştır. Bunda bireysel başvuru hakkının tanınmamış olmasının yanında, bu zaman sürecinde demokrasinin kesintilere uğramasının da önemli bir payı vardır (Okumuş, 2007,185). Avrupa Konseyi’nin, Haziran 1999’da yayınladığı istatistiklere göre, AİHM’nin önündeki 10.000 başvurudan 2.115 ‘i Türkiye aleyhine yapılan başvurulardır. Bu başvurulardan çoğu Türkiye aleyhine sonuçlanmıştır ( Çağlar 2002: 11). 5.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Türk Hukukundaki Yeri 1982 Anayasasının 90. maddesi uluslararası antlaşmaların hukukumuzdaki yerini düzenlemektedir. 1961 Anayasasındaki 65. maddenin tekrarı niteliğinde olan bu hükme göre, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş bulunan uluslararası antlaşmalar, kanun hükmündedir. Bu şekilde yürürlüğe girmiş olan antlaşmalara karşı, anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Kanun hükmünde sayılan bu antlaşmaların, bunun da ötesine geçilerek, anayasaya aykırılıklarının da iddia edilemeyeceğinin benimsenmesindeki amaç, Türkiye'nin devletler üstü nitelik taşıyan, dolayısıyla Anayasamızın bazı hükümleriyle çelişebilecek olan uluslararası kuruluşlara girmesini sağlamak ve ülkemizin kabul etmiş olduğu bu sözleşmelerden dolayı uluslararası sorumluluğuna meydan vermemektir (Özbudun, 1993:185). Uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırılığının iddia edilememesi, kanunların mı yoksa uluslararası sözleşmelerin mi daha üstün hukuk normları olduğu tartışmasını beraberinde getirmiştir. Uluslararası sözleşmelerin anayasaya aykırılığı ileri sürülemese de antlaşmalar aykırı kanun çıkarmak suretiyle, antlaşmaların iç hukuktaki etkilerini ortadan kaldırmak mümkündür (Özbudun, 1993: 186). 42 Anayasaya göre, uluslararası antlaşmaların hem kanun niteliğinde oldukları hem de bunlar için Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmanın mümkün olmaması sebebiyle, uluslararası antlaşmaların mı yoksa kanunların mı daha üstün hukuk normu oldukları yönündeki tartışmalar bitecek gibi görünmemektedir. Anayasa koyucu bu tartışmaları dikkate alarak yapmış olduğu düzenlemeyle bu hususa kısmi bir çözüm getirmiştir. 07/05/2004 tarih ve 5170 sayılı yasanın 7. maddesiyle Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların, aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır" hükmü eklenmiştir. Yapılan bu düzenleme ile en azından temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelerin, kanunlardan üstün normlar olduğu tescillenmiştir. Esasen kanunların yasama organınca değiştirilebileceği, ancak uluslararası sözleşmeler açısından bunun mümkün olmaması nedeniyle uluslararası sözleşme hükümlerinin, daha üstün olduğunu kabul etmek gerekecektir. Ancak, uluslararası sözleşmelerle kanunların çeliştiği durumlarda yargı organlarını bu ikilemden kurtarmanın yolu, kanunların uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmesidir. Bu açıklamalar ışığında bakıldığında AİHS hükümleri kanunlara eşit değerdedir. Ancak gerek sözleşme hükümlerine karşı anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaması, gerekse 5170 sayılı yasayla 90. maddeye eklenen fıkraya göre sözleşme hükümleri, uygulama açısından kanunlardan daha üstün kabul edilmelidir. Sözleşmedeki hükümlerin temel hak ve özgürlüklere ilişkin olması, bu konumunu güçlendirmektedir. Sözleşme hükümlerinin Anayasa karşısındaki konumu da, kanunların karşısındaki konumuna benzemektedir. Anayasamıza göre, sözleşmeler kanun hükmünde olup, 9. maddeye göre de kanunlar Anayasaya aykırı olamazlar. Ancak sözleşmeler bakımından bu kural geçerli değildir. Anayasanın 90. maddesine göre, sözleşmelerin Anayasaya aykırı olsalar bile iptalleri için Anayasa Mahkemesine dava açmak mümkün olmayacaktır. Bu durumda sözleşme Anayasaya aykırı olsa bile uygulanacaktır (Okumuş, 2007,187-189). İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü temeline dayalı Anayasa ile, insan hakları ve hukuku üstünlüğüne dayalı uluslar arası antlaşmalar arasında birbirine aykırılık değil 43 uyum söz konusu olur. Ancak Anayasalarda insan hakları ve hukukun üstünlüğüne aykırı hükümler var ise bunların insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan uluslar arası antlaşmalara aykırılığı ortaya çıkacaktır ki, bunu da düzeltmek kanun koyucuya ait olacaktır. Buna karşılık Anayasaya insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne aykırı uluslar arası antlaşmaların ise yapılmaması, yasama organınca denetlenmesi ya da hükümet tarafından antlaşma yapılmayıp yürürlüğe konmaması gerekir. Türk hukuku bakımından üzerinde tartışılması gereken konulardan bir diğeri de AİHM kararlarının iç hukukumuza olan etkileridir. Sözleşmenin 46. maddesine göre sözleşmeye taraf devletler, taraf oldukları davalarda mahkemenin vermiş olduğu kesinleşmiş kararlara uymakla yükümlülerdir. Bu yükümlülük, sözleşmeye taraf devletlerin AİHM'nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmelerinin doğal sonucudur (Memiş, 2000: 135). 44 ÜÇÜNCÜ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ KARŞILAŞTIRILMASI Bu kesimde yukarda ayrıntılarını anlattığımız ifade özgürlüğü kavramının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilişini ve sınırlandırılmasını ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. 6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KONUSUNDA ULAŞTIĞI SONUÇLAR Bu bölümde AİHM’nin ve AYM’nin Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda vermiş olunan kararları incelemesi sonucunda varmış olduğu sonuçlara değinilecektir. Demokratik parlamenter sistemler, parlamento üyelerine görevlerini gereği gibi yerine getirmelerini sağlamak amacıyla sorumsuzluk zırhını giydirmiştir. Bu hak sayesinde parlamenterler görevlerini daha rahat ifa edebilmektedir (Keser, 2002:189). Dolayısıyla parlamenterler kendilerini sınırlı hissetmeden düşüncelerini ifade edebilmektedir. Bu hakkın özelliği dokunulmazlık gibi geçici nitelikte olmamasıdır. Ancak bu sorumsuzluk parlamenterlerin karşısına dolayısıyla söylenen çıkabilmektedir. Bu sözler da bir kapatma davalarında anlamda bu hakkın etkisizleştirilmesi sonucunu doğurmaktadır. 6.1. AİHM’nin Siyasi Parti Kapatma Davaları ve Siyasi İfade Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar Aşağıda Türkiye’de kapatılan siyasi partilerin AİHM’ye başvurmaları sonucunda AİHM tarafından verilen kararlar sunulmaktadır. Bu kararlar incelendiğinde birkaç istisna hariç olmak üzere AİHM’nin siyasi partileri kapatma konusunda Türk devletinin genellikle sözleşmeye aykırı davrandığına karar verdiğini görmekteyiz. 45 Anayasa Mahkemesi Siyasi Partiler Kanununun kapatma ile ilgili maddelerini aşırı bir katılıkla yorumlayarak, siyasi parti özgürlüğünü demokratik bir toplumda zorunlu görülebilecek ölçünün ötesinde sınırlandırmıştır. AİHM içtihatlarıyla AYM içtihatları arasındaki en büyük çatışma devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ilkesine ilişkin kararlarda görülmektedir. Laiklik ilkesinin korunması konusunda AİHM ile AYM arasında bir uyum olduğu görülmektedir. AYM’nin aşağıda tartışılan kararlarının çoğu 2001 ve 2004 yılları öncesine aittir. 2001 Anayasa değişikliği Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması ve 2004 yılı değişikliği ile uluslararası mevzuatla iç hukukun çatışması halinde uluslararası mevzuatın uygulanacağına dair değişiklik artık AYM’nin bundan sonraki kapatma davalarında AİHM içtihatlarıyla ortaya çıkan kriterleri nazara alması zorunluluğunu doğurmaktadır (Özbudun, 2006: 135-136). Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıldığı zaman kapatma gerekçeleri genellikle devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ve laik devlet ilkesinin korunmasına ilişkin anayasal yasaklara aykırı hareket iddiasıyla verilmiştir. Bunları ayrı ayrı inceleyelim. 6.1.1. Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğü İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları AİHM kararlarının büyük bir çoğunluğunda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlara nazaran tahammüle daha fazla saygı gösterilmesi gerektiği eğilimi görünmektedir. AİHM ifadenin açıklanmasının tek başına toplumda infial uyandırıp uyandırmadığını incelemekte ve sadece düşüncenin açıklanmasının toplum genelinde bir infiale yol açmadığı değerlendirilmesi kanaatine gerektiğini varırsa bunun belirtmektedir. ifade Burada özgürlüğü AİHM’nin kapsamında yaklaşımına baktığımızda bazı kararlarında objektif davranmadığını görmekteyiz. Mesela İspanya’da Bask bölgesinde faaliyet gösteren Herri Batasuna Partisi İspanyol Mahkemelerince kapatıldıktan sonra, partinin AİHM’ye başvurusu sonucunda AİHM bu talebi 46 reddetmiştir. Ancak Türkiye’de aynı durumda olan partilerin kapatılmasını AİHS’ye aykırı bulmaktadır (www.abhaber.com). Siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. İnsanlara seçim hakkı tanıyabilmek için farklı siyasi görüşlerden olan siyasi partilere kendini ifade etme alanı tanınmalıdır. Bu görüşler yanlış veya zararlı da olabilir. Ancak bu zarar fiiliyata geçmediği sürece tahammül edilebilir olmalıdır. Zira bu görüşlerin yanlışlığının anlaşılabilmesi ancak uygulanması ile anlaşılabilecektir. Bunun için Anayasa Mahkemesinin parti tüzüğünden yola çıkarak partilerin kapatılmasına karar vermesi yanlış bir uygulamadır. AYM programlarında yer almayan farklı hedef ve niyetlerin var olma olasılığı karşısında bunun tutumlarla karşılaştırılarak kapatma cezasının verilebileceğine karar vermektedir. Oysa AİHM sadece programdaki ifadeleri kapatma nedeni saymamaktadır. AİHM bir partinin kapatılması için parti programı ile sahibinin eylemlerinin karşılaştırılması ve somut bir olayın varlığı halinde kapatmanın sözleşmeye uygun olacağı kanaatindedir. AİHM Sosyalist Türkiye Partisi (STP) hakkındaki kararında şu hususlara değinilmektedir. “Demokrasi bir ülkenin karşılaştığı sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki altında, bir siyasal grubu, sadece bir devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak tartışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin edecek çözümler bulma amacı ile siyasal yaşama katılmak istemesi nedeni ile endişe duymamalıdır. Bu bağlamda, parti programının incelenmesi sonucunda STP'nin niyetinin açık olduğu anlaşılmaktadır. Ancak siyasi bir partinin, programında alenen açıklananlardan farklı hedef ve niyetlerinin var olma olasılığı dışlanamaz. Bundan emin olmak için, bu programın içeriği ile, sahibinin eylemleri ve tutumlarını karşılaştırmak gerekir. Mevcut durumda Sosyalist Türkiye Partisi’nin programının herhangi bir somut eylemi ile yalanlanması olanağı yoktur, zira kurulur kurulmaz kapatılmış ve programın 47 uygulama zamanı bile bulamamıştır. Böylece sadece ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan bir davranış ile cezalandırılmış bulunmaktadır” (www.yargitay.gov.tr, Erişim Tarihi 01.08.2010). AİHM’nin Sosyalist Parti hakkında verdiği kararında, mahkemenin görüşüne göre böyle bir siyasal programın, Türk devletinin yürürlükteki ilkeleri ve yapılarıyla bağdaşmaz telakki edilmesi onu demokrasi kurallarıyla bağdaşmaz kılmaz. Farklı siyasal programların, hatta bir devletin şimdiki örgütleniş tarzının sorgulayanların önerilmesi ve tartışılması, demokrasinin kendisine zarar vermemesi şartıyla demokrasinin özüdür ( Özbudun, 2006: 117). Avrupa da siyasi parti kapatılmasının örnekleri son derece sınırlıdır. Alman Anayasa Mahkemesinin 1952 tarihinde Nazi eğilimli Sosyalist Devlet Partisini ve 1956 tarihinde Almanya Komünist Partisini kapatmasından bu yana son zamanlarda bu müeyyidenin uygulanmasına rastlanmamaktadır. İspanya’da 2004 yılında ayrılıkçı Batasuna Partisinin kapatılması bu konuda istisna oluşturmaktadır. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi kurulduğu 1962 yılından bu yana 24 partinin kapatılmasına karar vermiştir( Özbudun, 2006: 113). Bu konuda Türkiye’de bu kadar çok partinin kapatılmasında ülkemizde ayrılıkçı unsurların varlığı söylenebilir. Ancak belki de ayrılıkçı unsurların çokluğunun nedeni kapatma davaları dolayısıyla bu fikirlerin kendisine siyasi arenada yer bulamamasıdır. Anayasa Mahkemesinin kararlarının çoğunda ülkemizde azınlık olmadığı belirtilmektedir. Buna yönelik Demokrasi Partisinin kapatılması kararında; “kuruluşundan beri tekil devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu tarihsel niteliği Anayasalara yansımış olup, korunması konusunda güçlü yaptırımlar getirilmiştir. Özen ve duyarlılıkla korunan yapı, ulusal varlık nedeni olup başka çok uluslu ülkelerin koşulları ile bir tutulamaz. Gerçekte olmayan bir insan hakkı ileri sürülerek, devleti parçalamaya yönelik girişime azınlık bulunduğu bahanesi dayanak yapılamaz.” denilmektedir ( Özbudun, 2006: 115). Gerçekten sosyolojik bir varlık olan azınlıkların 48 siyasi partiler tarafından yapay olarak yaratılması mümkün olmadığı gibi, partilerce göz ardı edilmeleri de onların sosyolojik varlıklarına son vermez. Türk dilinden veya kültüründen başka dil ve kültürlerin korunmasının, geliştirilmesinin veya yayılmasının yasaklanması ise, Bülent Tanör’ün deyimiyle bir “kültür jenosidi”ni çağrıştırmaktadır (Özbudun, 2006: 119). AİHM, Anayasa Mahkemesince kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) hakkında kapatma gerekçelerini Sosyalist Partinin kapatılması olayındaki gerekçeleri belirterek sözleşmeye aykırı bulmuştur. Yine Anayasa Mahkemesi Türkiye Birleşik Komünist Partisi için verdiği 1990-1 esas ve 1991-1 karar numaralı kararında bu partinin isminin 1982 Anayasasının geçici 15. maddesinin koruma altına aldığı bir kanunla yasak olduğunu belirterek kapatmıştır. AİHM bu uygulamanın doğru olmadığını belirterek AİHS’nin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu kararla Anayasa Mahkemesinden yargılanmanın yenilenmesini isteyen davacının bu istemi oyçokluğu ile Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Burada Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin yeni bir delile dayanarak sözleşmenin ihlal edildiğini kanıtlayamadığı için yeni bir karar vermek zorunda hissetmemiştir. Oysa AİHM temyiz mahkemesi değildir. Sadece verilen kararların AİHS’ye aykırı olup olmadığını incelemektedir. Burada da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların AİHS’ye aykırı olup olmadığını incelemektedir. Burada verdiği kararda verilen kararın AİHS’ye aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi bu karar doğrultusunda karar vermesi gerekmekteyken buna uymayarak aleyhte karar vermesi doğru değildir. Çünkü AİHM kararlarının yargılanmanın yenilenmesi nedeni sayılabilmesi kararın verilmesi ile ortaya çıkan bir durumdur. Yeni delilin varlığının aranması doğru bir yaklaşım değildir. 6.1.2. Laiklik İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları Kuruluşundan bu yana Anayasa Mahkemesi laiklik ilkesine aykırılıktan dolayı beş partinin kapatılmasına karar vermiştir. Bunlar Milli Nizam Partisi (1971), Türkiye 49 Huzur Partisi (1983), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (1993), Refah Partisi (1998) ve Fazilet Partisidir (2001). Buna karşılık Anayasa Mahkemesi Demokratik Barış Hareketi Partisi kapatma davasında kapatma istemini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin ÖZDEP ile ilgili kapatma kararında, kapatma nedeni Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması talebidir. Burada AİHM bir siyasal projenin Türk Devletinin şimdiki ilke ve yapılarıyla bağdaşmaz oluşunun, onun demokratik kuralları ihlal ettiği anlamına gelmeyeceğini söylemektedir. AİHM’nin siyasi parti kapatmalarında Türkiye’yi haklı bulduğu tek dava Refah Partisi davasıdır. AYM 1998 tarihinde Refah Partisi hakkında laiklik ilkesine aykırı hareketlerin odak noktası haline gelmiş olması nedeniyle kapatma kararı vermiştir. Partinin AİHM’ye başvurması sonucunda AİHM’nin 2001 tarihinde verdiği kararında sözleşmenin ihlal edilmediğine karar verilmiştir. Büyük Daireye itiraz sonucunda büyük Daire de 2003 tarihinde ihlalin olmadığı yönünde karar vermiştir. AİHM kararında siyasi partilerin hangi hallerde kapatılacağını genel olarak ele almıştır. Mahkemeye göre bir siyasi parti, kanunlarda veya devletin hukuki ve Anayasal bir değişikliği iki şartla savunabilir: birincisi, bu amaç için kullanılan araçlar hukuki ve demokratik olmalıdır. İkincisi önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik değerlere bağdaşabilir olmalıdır. Şiddete teşvik eden demokrasinin tahribini amaçlayan bir siyasi parti sözleşmenin korumasını talep edemez. Daha sonra AİHM bir partinin kapatılması için varlığı kanıtlanmış olmak şartıyla demokrasiye karşı tehdidin yeterince yakın olduğuna dair inandırıcı delillerin mevcudiyeti, ilgili siyasi partinin liderlerinin ve üyelerinin davranış ve beyanlarının tüm olarak partiye izafe edilip edilemeyeceği ve siyasi partiye izafe edilebilecek davranış ve beyanların parti tarafından tasarlanan ve savunulan toplu modelinin bir “demokratik toplum” modeliyle bağdaşmaz olduğuna dair açık bir resim çizen bir bütün oluşturup oluşturmadığına bakılacağı koşullarını getirmiştir. Bu kriterleri Refah Partisi (RP)’nin olayına uygulayan AİHM bu kriterleri RP’nin sağlaması nedeniyle kapatılmasında AİHS’ye aykırı görmemiştir (Özbudun, 2006: 126-127). 50 Partilerin kapatılması konusunda AİHM ile AYM arasındaki yaklaşım farkının çok ciddi olduğu açıktır. İbrahim Kaboğlu’na göre AYM için partilerin kapatılması konusunda belirleyici olan “devletin bütünlüğü” , AİHM için belirleyici olan ise “demokrasi”dir. (Özbudun, 2006: 133). Burada her ikisi de bir devlet için önemlidir. Ancak demokrasi varsa zaten devlet bütünlüğü de olacağı için AİHM’nin kriteri daha uygundur. Anayasa Mahkemesi AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hakkında verdiği kararda, partilerin kapatılması ile ilgili AİHM kararlarında belirtilen hususları tespit etmiştir. Buna göre, - Siyasi Partiler İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM) tarafından dernekler kapsamında değerlendirilmektedir. Bu nedenle sözleşme sadece siyasi partilerin kurulmalarını değil, özgürce faaliyette bulunabilmelerini de koruma altına almıştır. Ancak bu özgürlük, sınırsız olmayıp nispi niteliktedir. - Bir siyasi partinin, “ırkçılığı, terörü, yabancı düşmanlığını, şiddeti, şiddet çağrısını teşvik etmesi veya hoşgörüsüzlüğe dayanması” halinde, AİHS’nin 11 nci maddesinin bir ve ikinci fıkrasındaki düzenlemelerden hareket ile kapatılması gündeme gelebilecektir. - Bir siyasi partinin kapatılması, örgütlenme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Bu nedenle bir siyasi parti hakkında uygulanacak kapatma yaptırımının AİHS’ye uygun olarak değerlendirilebilmesi, yani bu müdahalenin haklı sayılabilmesi için AİHM kararları ışığında konuya yaklaşılmalıdır. - Müdahalenin haklılığı, kapatma yaptırımını içeren yasanın, herkesçe erişilebilir, bilinebilir, anlaşılabilir, öngörülebilir, açık ve kesin ifadeler içeren ve ilan edilen bir yasa olmasını gerektirmektedir. - Kapatma yaptırımı, amaca uygun olmalı; yani AİHS’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan neden veya nedenlere dayanmalıdır. Kapatma yaptırımının, bir siyasi 51 partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması, bu yaptırımın inandırıcı ve zorlayıcı koşulların varlığı durumunda uygulanmasını gerektirmektedir. AİHS’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasındaki nedenlerin, kapatma yaptırımı söz konusu olduğunda, dar ve katı bir biçimde yorumlanması zorunludur (TBKP/Türkiye, ÖZDEP /Türkiye, HEP(Halkın Emek Partisi )/Türkiye, RP/Türkiye Kararları). - Kapatma yaptırımı ile birlikte siyasi yasaklamalar öngörülmesi için de, bu yasaklamaların, “ilgili ve yeterli” olması gerekmektedir (RP/Türkiye kararı). - Müdahalenin haklılığı için, uygulanan kapatma yaptırımı “demokratik toplum gereklerine uygun olmalıdır”. Burada kastedilen çoğulcu demokrasidir. Siyasi partiler hedeflerine şiddeti teşvik ederek değil, mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç edinmelidir (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye Kararları). Siyasi partiler devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için mücadele edebilmelidirler. Ancak bu mücadele için kullanılan araçlar herhalde hukuka uygun olmalı, demokratik araçlara dayanmalı, önerilen değişim temel demokratik ilkelere uyumlu olmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı). Bu çerçevede olaylar, ulusal mercilerce kabul edilebilir şekilde değerlendirilmiş olmalıdır (ÖZDEP/Türkiye Kararı). AİHM’a göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi konusunda iki koşulda kampanya yürütebilir: Bunlardan birincisi, kullanılan bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi ise, önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle bağdaşmalıdır. Bu kuraldan hareketle, sorumluları şiddete başvurmayı teşvik eden veya demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan “siyasi bir projeyi öneren” partinin, bu nitelikteki eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceği gibi, bu nedenle uygulanacak yaptırıma karşı da ilgili siyasi parti AİHS korumasından yararlanamaz (RP/Türkiye, Emek Partisi/Türkiye Kararları). 52 Kapatma yaptırımı boyutundaki müdahale, takip edilen meşru amaçla orantılı, uygun ve yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca cevap vermelidir, yani demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır (TBKP/Türkiye, Sosyalist parti/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları). Müdahalenin orantılılığı için, müdahalenin özü ve ağırlığına bakılmalı, kapatma yaptırımı en ciddi durumlarda uygulanmalı, radikal bir önlem niteliğinde olmamalıdır. Bu konuda tarihsel şartlardan kaynaklanan ihtiyaçlar dikkate alınmalıdır (RP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, TBKP/Türkiye Kararları). Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden aranılacak hususlar ise şunlardır; demokrasiye yönelen tehdidin varlığına ve yeterince yakın olduğuna ilişkin kanıtlar inandırıcı olmalı; siyasi parti lider ve üyelerinin konuşma ve eylemleri, partiye isnat edilebilmeli; isnat edilebilen eylem ve konuşmalar, “demokratik toplum “ kavramıyla çelişen parti tarafından algılanan ve savunulan toplum modelinin, sarih bir resmini çizen bir bütün oluşturmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden, ülkelerin takdir hakkı da bulunmaktadır. Takdir hakkı, AİHM tarafından somut olay bazında ve ilgili ülkedeki koşullar da gözetilerek değerlendirilmektedir (RP/Türkiye, Lingens/Avusturya Kararları). - Kuşkusuz hiç kimse, demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini zayıflatmak ya da yok etmek amacıyla sözleşme hükümlerine dayanamaz. Modern Avrupa tarihinde de görüldüğü üzere, siyasi partiler şeklinde örgütlenen totaliter hareketlerin, demokratik rejim içerisinde güçlendikten sonra demokrasiden kurtulmak isteyeceklerinin olasılık dâhilinde olduğu düşünülmelidir. Böyle bir durum ulusal makamlarca titizlikle tespit edildiğinde, kuşkusuz sözleşme ve demokrasinin standartlarıyla çelişen somut adımlar henüz atılmadan, ulusal makamlar bunları engelleme hakkına sahiptir. Bir devlet, medeni barışa, ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atılmadan önce, sözleşme hükümleriyle çelişen böyle bir uygulamayı makul biçimde engellemekle yetkilidir. Örneğin iktidardaki bir siyasi 53 partinin, planlarını gerçekleştirmek için yasama organından yasaları geçirmesini beklemek gerekmemektedir. Bu noktada uygun bir zamanlama seçilmelidir (RP/Türkiye Kararı). - Bir siyasi parti eylemlerinin kapatma yaptırımına konu olabilmesi, her şeyden önce bu eylemlerin niteliği ve siyasi partiye isnat edilebilirliği sorununu gündeme getirmektedir. Konu AİHS yönünden AİHM kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur. AİHM kararlarına göre; - Kapatma yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp, eylem de olmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Bir siyasi partinin tüzük ve programındaki aleni hedeflerinden farklı hedef ve niyetlerinin varlığı olasıdır. Bu nedenle programın içeriği ile sahibinin eylem ve tutumlarını karşılaştırmak gerekmektedir (TBKP/Türkiye Kararı). Türk toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar ortaya konulmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı) Eylemler aşırı uç ve terörist grupları teşvik etmeye yönelik olmalıdır (Sosyalist Parti/Türkiye Kararı). Yine Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmayan şeriatı yerleştirme amacıyla çoğulcu demokrasinin argümanlarından yararlanarak işlenen eylemler de kapatma yaptırımına dayanak olarak kullanılabilir (RP/Türkiye Kararı). - Siyasi parti, çoğulcu demokrasiyle çatışmayan hedeflerini, sadece yasal araçlarla elde etmeye çalışmalıdır. Demokratik ve çoksesli sistemin ortadan kaldırılması amaçlanmamalı, temel insan hakları ihlali teşvik edilmemelidir (ÖZDEP/Türkiye Kararı). - Bir genel başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır. Çünkü genel başkan partinin simgesel figürüdür. Genel başkanın siyasi veya hassas konularda açıkladığı düşüncelerin, kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı sürece, kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı şekilde yorumlanır ve partiye isnat edilebilir. Genel başkan için söylenenler, genel başkan yardımcıları içinde geçerlidir. Milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler de, partinin 54 amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin bir imajı yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda, bunlar da partiye isnat edilebilir. Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha etkilidirler. Bu tür eylem ve konuşmalardan parti kendini uzaklaştırmadığı sürece, bunlar da partiye isnat edilebilir (Refah Partisi/Türkiye Kararı). - Yukarıda belirtilen nitelikteki eylemlerden parti kaçınmamış, bu fiilleri işleyenler için disiplin işlemi yapmamış ve eleştirmemiş, göstermelik olarak disiplin soruşturması yapmış veya öngörülenden daha az bir disiplin yaptırımı uygulamış ise bu eylemler de partiye isnat edilebilir ( yukarda belirtilen tüm kriterler www.anayasa.gov.tr adresinin AKP kararından alınmıştır ). 6.2. AİHM’nin Verdiği Diğer Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar Bu bölümde AİHM’nin Türk Anayasa yargısınca ve diğer yargı organlarınca ifade özgürlüğü hakkında verilen kararlarındaki değerlendirmelere değinilecektir. İfade özgürlüğü AIHS'de mutlak bir hak olarak öngörülmemiş olup, bazı sınırlamalara tabi tutulmuştur. Ancak bu sınırlamalar istisnai olarak kullanılmalıdır. AIHM de vermiş olduğu kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlı bir hak olduğunu, ancak bu özgürlüğün sınırlandırılması konusundaki kuralların dar yorumlanması gerektiğini belirtmiştir. Gerek sözleşme gerekse mahkeme ifade özgürlüğünün sınırlandırılması bakımından taraf devletlerin bir takdir payına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak devletlere tanınmış bulunan bu takdir payı mahkemenin denetimine tabidir. Mahkemeye göre yanlışlar az bir değere sahip olsa da yine de nefes alacakları bir yer sağlamak için bir ölçüde hoşgörü gereklidir. Çünkü yanlış olgusal değerlendirmelere ağır sorumluluk yüklemek şevk kırıcı bir etki yaratacak ve doğru ifadelere de engel olunmasıyla sonuçlanacaktır. (Gomian, Harris, 1998:111) Mahkeme kararlarına göre kişiler, hükümetin icraatlarını eleştirebilme hakkına sahiptirler. Hatta hükümetlerin icraatları konusunda yapılacak olan eleştirinin sınırları, 55 özel kişiler veya politikacılara yöneltilecek eleştirinin sınırlarından daha geniştir. Demokratik bir toplumda hükümetlerin icraatları ya da ihmalleri yalnızca yasama ve yürütme organlarının değil, aynı zamanda kamunun da yakın denetimi altında olmalıdır. Hükümetlerin kendi icraatlarına yöneltilen eleştirilere karşı kendilerini başka türlü savunma imkanları varken cezalandırma yolunu seçmemeleri gerekir. Ancak eleştiriler şiddeti teşvik edici nitelikte ise, hükümetler kamu düzenini korumak için gerekli tedbirleri alma hakkına sahiptir (Gomian, Harris, 1998:103). Toplumsal konularda, toplumun bilgi sahibi olması ve bu konuların serbestçe tartışılabilmesi önemlidir. Bu bağlamda ortaya atılan fikirler, toplumun büyük bir kısmı tarafından tepki ile karşılansa bile bunların ifade edilmesi engellenmemelidir. Toplumun büyük bir kısmı tarafından benimsenen fikirlerin ifade edilebilmesi için bu fikirlerin ifadesine bir korunma sağlanmasına ihtiyaç yoktur. Önemli olan toplumun büyük bir kesimine ters gelen veya onları şaşırtan ya da rahatsız eden fikirlerin ifadesine koruma getirilmesidir. Mahkeme, ifade edilen fikirlerin toplumun bir kesimi tarafından yadırganmasını, onları rahatsız etmesini ifade özgürlüğüne müdahale edilebilmesi için haklı bir gerekçe olarak kabul etmemekle birlikte; Sözleşmenin nefret ve şiddetin yüceltilmesini de korumadığını belirtmektedir (Greer, 2006:267). Kişilerin toplumu ilgilendiren konulardaki fikirlerini serbestçe ifade edebilmeleri, toplumdaki fikir hayatına bir dinamiklik kazandırarak bu problemlerin çözümüne yardımcı olacaktır. Farklı fikirlere hoşgörü ile yaklaşılmaması durumunda problemlere farklı çözümler getirilmesi zorlaşacak ve toplumun çoğunluğu, kendisinden farklı düşünen azınlık üzerinde baskı kurabilecektir (Okumuş, 2007,264). İfade özgürlüğü için basının önemli bir yeri vardır. Basın özgürlüğü iki yönü ile birlikte düşünülmelidir. Bunlardan birincisi, basının toplumu ilgilendiren konulardaki bilgi ve fikirleri topluma aktarması diğeri ise toplumun bilgi alma hakkının korunmasıdır. Basının bu işlevlerini yerine getirebilmesi için basına getirilecek sınırlamalar üzerinde daha bir titizlikle durulmalıdır. Toplumu ilgilendiren konularda 56 basının aktarmış olduğu fikir ve haberler bir takım farklılıklara yol açma ihtimali taşısa bile basın özgürlüğü bu nedenle kısıtlanmamalıdır. Seçmenler tercihlerini yapmak için ihtiyaç duydukları bilgilere basın aracılığı ile ulaşırlar. Basının farklı görüşler hakkında toplumu serbestçe bilgilendiremediği bir ortamda, kişilerin siyasal tercihlerinin serbestçe oluştuğu kabul edilemez. Ayrıca seçmenler, yöneticilere kendi isteklerini iletmede ve yöneticilerin icraatları hakkında bilgi sahibi olma konusunda da basına ihtiyaç duymaktadırlar. Mahkeme olgular ile değer yargıları arasında dikkatle ayrım yapmanın gerekliliğine değinmiştir. Olgular ispatlanabilir, ancak değer yargıları ispata elverişli değildir. (Gomian, Haris, 1998:105). İfade özgürlüğü devlete negatif bir davranışta bulunma yükümlülüğü getiren bir özgürlüktür. Devlet kişilerin fikirlerini ifade etmelerine engel olmamalıdır. Ancak ifade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için devletin yalnızca negatif bir tutum içinde olması, yani fikir açıklamak isteyenleri engellememesi yeterli değildir. Ayrıca yetki alanındaki kişilerin bu özgürlükleri kullanabilmesi için gerekli tedbirleri de alması gerekmektedir. Bu bakımdan devlet, bu özgürlüğün kullanılmasının önündeki engelleri kaldırmak durumundadır. İfade özgürlüğünün kullanılması sonucu, başkalarından gelecek şiddetin önlenmesi ya da bu özgürlüğün kullanılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerdir (Okumuş, 2007,266). Mahkemeye göre, sözleşmenin 10/2 maddesinde belirtildiği üzere, taraf devletler milli güvenliğin korunması, kamu düzeninin sağlanması gibi kamusal amaçlarla ifade özgürlüğünü sınırlayabilirler. Ancak devletler bu konudaki takdir haklarını kullanırken amaç-araç dengesini gözetmek durumundadırlar. Ayrıca devletlerin bu tür kamusal amaçlarla ifade özgürlüğünü sınırlayabilmeleri için bu yönde zorlayıcı sosyal bir ihtiyacın bulunması gereklidir. İfade özgürlüğün sınırlandırılması konusunda belirleyici olan, ifade edilen fikirlerin ve ifade biçiminin şiddeti teşvik edici olup olmamasıdır. Bir ifade ancak, şiddeti teşvik edici ve kamu düzenini bozmaya elverişli olması nedeni ile sınırlandırabilecektir. (Okumuş,2007:267) 57 7. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İLGİLİ VERDİĞİ KARARLAR VE BUNUN AİHM KARARLARI İLE KARŞILAŞTIRILMASI Bu konuda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlara karşı AİHM tarafından verilen kararları karşılaştırmak için bazı davaları inceleyerek bir çözümleme yapmak gerekmektedir. Burada mahkemeler tarafından verilen kararları siyasi partiler için verilen kararlar ve diğer kararlar olarak ayrı ayrı anlatılacaktır. 7.1. İfade Özgürlüğü İle İlgili Siyasi Partiler Hakkında Verilmiş Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğüne yönelik kararları genellikle parti kapatma davaları ile ilgili kararlardır. Parti kapatma ile ilgili davalarda siyasetçilerin beyanları partinin temelli kapatılmasına veya bazı yaptırımların uygulanmasına neden olmaktadır. Burada şu sorun çıkmaktadır. İfade özgürlüğü parti kapatmalarda Anayasa Mahkemesi kararlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre daha mı özgürlükçü yorumlanmaktadır, yoksa daha dar mı yorumlanmaktadır. Burada bu kıstası inceleyebilmemiz için Anayasa Mahkemesinin parti kapatma ile ilgili kararlarına bakmak gerekmektedir. Türkiye’nin parti mezarlığına döndüğü nazara alındığında bu özgürlüğün Anayasa Mahkemesi tarafından daha az özgürlükçü yorumlanmadığı sonucunu çıkarabiliriz. Zira Anayasa Mahkemesi parti kapatma kararlarının çoğunda parti yöneticilerinin beyanlarını esas almıştır. Burada parti yöneticilerinin ifadeleri çoğu zaman Anayasaya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesince partiler kapatılmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların AİHM’ye götürülmesi sonucunda AİHM büyük çoğunlukla verilen bu kararları AİHS’ye aykırı bulmaktadır. Bu verilen kararları incelemeye başlayalım. 58 7.1.1. Türkiye Sosyalist Türkiye Partisi Hakkında Verilen Kararlar Türkiye Sosyalist Partisi hakkında Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu 1993-2 esas sayılı kararın sonuç kısmında partiyi kapatma gerekçesi şu şekilde ifade edilmektedir. “Sosyalist Türkiye Partisi, programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ulusal kurtuluş hareketi içinde gösterilen T.C. Devletinin vatandaşı Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını verme amacına yönelik durumuyla Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu bir konuma düşmüştür. Bu bağlamda yine programında yer alan "Kürt Ulusu'nun ve bütün etnik ve toplulukların kendi dil ve kültürel yapılarını koruyup gelişmeleri olanağını sağlar. Dillerin geliştirilmesi, zenginleştirmeleri çalışmalarında hiç bir dile ayrıcalık tanınamaz" biçimdeki düzenleme de Türk Ulusu'nun ortak kültür ve dilini dışlar nitelikte ve bölücülüğe yöneliktir. Bunlar yalnızca düşünce değil, yasaklanan sakıncalı eylemlere kışkırtma, katkı, destek ve bu niteliğiyle de bir tür eylemdir. Bütün bunlarla Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa'nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır. Yukarda belirtilen nedenlerle, Sosyalist Türkiye Partisi'nin Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmı'nda yer alan hükümlere aykırı davrandığı saptandığından aynı Yasa'nın 101. maddesinin (9) bendi gereğince kapatılması gerekir” (anayasa.gov.tr). Burada verilen kararın gerekçe kısmında ülkemizde yaşayan insanların ayrıştırmak istendiğinden bahisle kapatma kararı verilmiştir. Bu karara karşı AİHM’ye giden parti yetkilileri hakkında AİHM aşağıda anlatılan şekilde parti kapatmayı AİHS’ye aykırı bulmuştur. AİHM’nin vermiş olduğu bu kararında; AİHM, isiyasi partilere ilişkin kapatma davalarını dernek kurma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmektedir. 59 Fikirlerin korunması ve ifade özgürlüğü AİHS'nin 11. maddesinde öngörülen dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir. Siyasal Partilerin demokrasinin layıkıyla işlemesinde ve çoğulculuğun korunmasındaki önemli rolleri dikkate alındığında bu hükmün öncelikle uygulanacağı açıktır. AİHM'ye göre çoğulculuk olmaksızın demokrasi olmaz. Bu nedenle, AİHS'nin 10. maddesinde öngörülen ifade özgürlüğünün, 2. fıkrası uyarınca, sadece açıklanan bilgi ve fikirlere taraftar olunduğunda, rahatsız etmediğinde ya da farklı olmadığında değil, aynı zamanda; taciz eden, şok eden, rahatsız eden bir nitelik taşıdığında da söz konusudur. Siyasi partiler faaliyetlerini kollektif olarak ifade özgürlüğünün uygulanması üzerine oluşturduklarından, AİHS'nin 10. ve 11. maddelerinin güvencesi altındadırlar. Bu noktada AİHM, bir siyasi partinin bir yasada ya da Devletin yasal ve anayasal yapılarında değişiklik yapmayı iki koşulla önerebileceğini düşünmektedir: Birincisi bu amaçla kullanılan araçlar yasal ve demokratik olmalıdır; ikincisi önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik ilkelerle uyuşmalıdır. AİHM, liderleri şiddeti teşvik eden, demokrasiye saygı duymayan demokrasiyi, demokraside tanınan hak ve özgürlükleri yok etmeyi amaçlayan bir siyasi partinin, bu gerekçelerle kendisine karşı uygulanan cezalara karşı Sözleşmenin korumasını ileri süremeyeceğini düşünmektedir. Ayrıca, AİHS'nin 11 § 2 maddesi uyarınca, demokratik bir toplumda "gerekli" olup olmadığı yani "sosyal bir ihtiyaca" cevap verip vermediği ve izlenen meşru amaç ile arasında bir orantının olup olmadığı konusu da önem taşımaktadır. AİHM, yerel mahkemelerin görevini ikame etme gibi bir sorumluluk üstlenmediğini fakat alınan kararların ve yapılan müdahalelerin ifade özgürlüğünü güvence altına alan 11. maddeye yönelik bir kısıtlama getirilip getirilmediğinin denetim altına alındığını eklemektedir. Davalı hükümetin içtenlikle, özenle ve mantıklı bir şekilde yetkisini kullanıp kullanmadığı ve davanın bütünü ışığında müdahalenin "izlenen yasal amaç için" yapılıp yapılmadığının belirlenmesi ve yetkililer tarafından öne sürülen gerekçelerin "yeterli" olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Mahkemenin ulusal yetkililerin kuralları AİHS'nin 11. maddesine uygun olarak yerine getirdiklerinden emin olması gerekmektedir AİHM, STP'nin siyasi faaliyetlerine başlamadan kapatıldığını ve bu önlemin sadece parti 60 programından dolayı alındığını hatırlatmaktadır. AİHM, söz konusu müdahalenin gerekliliğini incelemek için ulusal yetkililerin aldıkları önlemler üzerinde dayanak oluşturacaktır. AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin Sosyalist Türkiye Partisi'nin Kürtlerin gelecekte kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkını talep ettiğini ve "bağımsızlık savaşı" yapma hakkını tanıdığını belirttiğini ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi, parti programında Kürt ve Türk Milletlerini ayırarak, Türk Milletinin ve Devletinin bölünmez bütünlüğü aleyhine Türkiye sınırları dahilinde azınlıkların oluşumunu savunduğu gerekçesiyle kendi kaderini tayin hakkının ve özellikle bağımsız bölge fikrinin yasaklanmasını haklı görmüştür. AİHM'nin görüşüne göre bu tip bir programın Türk Devletinin mevcut prensipleri ve yapısı ile uyumlu olmaması demokrasi ile de çelişkili olması anlamına gelmez; Mevcut bir devletin yapısını sorgulasa dahi farklı politik programların teklif edilmesi ve tartışılması, demokrasinin kendisine zarar vermemesi şartıyla demokratik sistemin vazgeçilmez öğeleridir. Sonuç olarak, AİHM, örgütlenme özgürlüğünün yalnızca inandırıcı ve zorlayıcı sebeplerle kısıtlanabileceğinden, AİHS'nin 11. maddesinde öngörülen istisnalar, siyasal partiler söz konusu olduğunda dar bir yorumu zorunlu kıldığını belirtmektedir. Bu nedenle taraf devletler, AİHS'nin 11 - 2 maddesinde öngörülen zorunluluğun varlığının tespiti konusunda; hem yasalar, hem de bu yasaların uygulanması için alınan kararlar buna bağımsız yargı organlarının kararlan da dahil- üzerinde sıkı bir Avrupa denetimi olan, sınırlı bir takdir marjına sahiptirler. AİHM'ye göre, demokrasinin temel özelliklerinden biri bir ülkenin karşılaştığı sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki altında, bir siyasal grubu, sadece bir devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak tartışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin edecek çözümler bulma amacı ile siyasal 61 yaşama katılmak istemesi nedeni ile endişe duymamalıdır. Bu bağlamda, parti programının incelenmesi sonucunda STP'nin niyetinin açık olduğu anlaşılmaktadır. Ancak siyasi bir partinin, programında alenen açıklananlardan farklı hedef ve niyetlerinin var olma olasılığı dışlanamaz. Bundan emin olmak için, bu programın içeriği ile, sahibinin eylemleri ve tutumlarını karşılaştırmak gerekir. Mevcut durumda Sosyalist Türkiye Partisi’nin programının herhangi bir somut eylemi ile yalanlanması olanağı yoktur, zira kurulur kurulmaz kapatılmış ve programı uygulama zamanı bile bulamamıştır. Böylece sadece ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan bir davranış ile cezalandırılmış bulunmaktadır. Tüm bunlar karşısında, STP'nin derhal ve nihai olarak kapatılması gibi radikal bir tedbir, hedeflenen amaca göre orantısızdır ve demokratik bir toplumda gerekli değildir. Sonuç olarak bu tedbir AİHS'nin 11. maddesini ihlal edildiği şeklinde karar verilmiştir (www.yargitay.gov.tr) . AYM yukarda ki kararında programlarında yer almayan farklı hedef ve niyetlerin var olma olasılığı karşısında bunun tutumlarla karşılaştırılarak kapatma cezasının verilebileceğine karar vermiştir. Oysa AİHM sadece programdaki ifadeleri kapatma nedeni saymamaktadır. AİHM bir patinin kapatılması için parti programı ile parti kuruculularının eylemlerinin karşılaştırılması ve somut bir olayın varlığı halinde kapatmanın sözleşmeye uygun olacağı kanaatindedir. AİHM bu kararındaki en can alıcı yorumu ise şudur: “ Mahkemenin görüşüne göre böyle bir siyasal programın, Türk devletinin yürürlükteki ilkeleri ve yapılarıyla bağdaşmaz telakki edilmesi onu demokrasi kurallarıyla bağdaşmaz kılmaz. Farklı siyasal programların, hatta bir devletin şimdiki örgütleniş tarzının sorgulayanların önerilmesi ve tartışılması, demokrasinin demokrasinin özüdür.” 62 kendisine zarar vermemesi şartıyla 7.1.2. Refah Partisi kararı Refah partisi kararına geçmeden önce, bu partinin genel başkanı Necmettin Erbakan’ın Bingöl’de yaptığı bir konuşması sonucunda DGM tarafından verilen cezanın AİHM tarafından incelenmesi sonucunda sözleşmenin ihlal edildiğine dair kararına bir göz atalım. Bu kararda AİHM, temel bir unsur olarak demokratik bir toplumda siyasi bir mücadelenin özgürce yapılması gerektiğinin altını çizerek, siyasi içerikli konuşma bağlamında ifade özgürlüğüne büyük önem vermekte ve zorunlu nedenler olmadıkça siyasi bir konuşmaya kısıtlama getirilmemesi gerektiğini kaydetmektedir. Öyle ya da böyle getirilen geniş sınırlamalar hiç kuşkusuz ilgili Devlet’te ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesine etki etmektedir. Bununla birlikte, siyasi mücadele özgürlüğü mutlak bir yapıda değildir. Sözleşmeci Devlet bazı «kısıtlamalar» veya «yaptırımlar» uygulayabilir, AİHM’ye bu uygulamaların 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığını belirlemek düşmektedir. Mevcut dava özellikle ulusal merciler tarafından «nefrete dayalı konuşmalar» olarak nitelendirilen beyanları nedeniyle başvurana müeyyide uygulanmış olmasıyla öne çıkmaktadır. Buna ilişkin olarak AİHM, hoşgörünün, herkesin onuruna ve saygınlığına eşit oranda saygı gösterilmesinin demokratik ve çoğulcu bir toplumun temelini oluşturduğunu hatırlatmaktadır. İlke olarak, demokratik toplumlarda «formaliteleri», «koşulları», «kısıtlamaları», veya «müeyyideleri» izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanması ve hatta bunların önlenmesi gerekli görülmektedir. AİHM’nin JersildDanimarka kararında not ettiği üzere bireylere ve gruplara hakarete ve nefrete dayalı bir söylemi oluşturan somut ifadeler AİHS’nin 10. maddesinin güvencesinden yararlanamaz. Başvuran halka açık yaptığı konuşmasında özellikle nefrete ve dini hoşgörüsüzlüğe teşvik etmekten suçlu bulunmuş, ilk derece mahkemesi ilgilinin yaptığı konuşmanın bazı bölümlerinden alıntılar yapmıştır. Davacı Nemettin ERBAKAN bu konuşmasında şunları dile getirmiştir. 63 “(…) Artık bu ülkede 12 tane parti yok, 2 tane parti var. Hak ve batıl, hakkı temsil eden Bingöllü kardeşimin imanını temsil eder. Onun kendi partisi, bu partinin adı Refah Partisidir. Peki, öbür parti hangisi? Diğerleri, Diğerleri ne demek diğerleri? Refah Partisinin dışındakilerin hepsi batıldır, hepsi bir tek parti sayılır. Çünkü bunlar gavur aşığı. Bunlar bağımsız değil Batıya bağlı, geliyorlar iş başına, talimatı oradan alıyor, bizim halkımızı eziyor. Bunların hepsi faizci, hepsi sömürücü, hepsi ezici ve de üstelik biz İslam alemini bırakacağız, Hristiyanlarla beraber olacağız. Kanunlarımızı gavurlar yapacak, bizleri onlar idare edecek (…)” O dönemde Bingöl İli’nde hakim olan durumu ve halkın köktendinci bir terör örgütünün eylemlerinin mağduru olduğu hususunu dikkate alan Devlet Güvenlik Mahkemesi ilgilinin özellikle «inananlar» ve «inanmayanlar» arasında bir ayrıma giderek siyasi tartışma özgürlüğünün kabul edilebilir sınırlarını aştığı sonucuna varmıştır. Yargıtay, Erbakan’ın «kendi partisi dışındaki tüm partileri batıl, gavur aşığı olarak nitelendiren, faize dayalı bir sistemi savunan nitelendirmesiyle «bu partilerin Kuran’a göre Allah’a harp ilan ettikleri» görüşünü savunduğunu belirtmiştir. Tanınmış bir siyasetçi tarafından halka açık bir toplantıda dile getirilen bu görüşler –şayet gerçekten dile getirilmişler ise- dini değerler çerçevesinde şekillenmiş bir toplumsal bakış açısını ifşa etmekte ve böylelikle farklı grupların karşı karşıya geldiği günümüz toplumlarını oluşturan çoğulculuk anlayışıyla bağdaşır görünmemektedir. Gerçekten de, dini bir terminoloji kullanan konuşmacı bilhassa toplumun özünde bulunan bu çeşitliliği «inananlar» ve «inanmayanlar» arasındaki basit bir bölünmeye indirgeyerek dine dayalı politik bir çizgi oluşturma çağrısı yapmaktadır. Bingöl’de bu konuşmaların yapıldığı sırada bölge halkının köktendinci hareketlerin yol açtığı elem verici pek çok eylemin mağduru olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Her türden hoşgörüsüzlüğe karşı mücadele insan haklarının bütünleyici bir parçası olduğundan, siyasetçilerin halka yönelik konuşmalarında hoşgörüsüzlüğü beslemekten kaçınmaları büyük önem arz etmektedir. Başvuran yaptığı konuşmada yalnızca dine dayalı olarak nefreti teşvikten yargılanmamış, konuşmasının kimi bölümlerinin ırka dayalı nefret ve düşmanlığı tahrik ettiği vurgulanmıştır. AİHM, Türk hukukunda kanıtların kabul edilebilirliğiyle ilgili 64 olarak ulusal mahkemelerin belirledikleri kıstaslar hakkında değerlendirmede bulunmakla görevli olmamakla birlikte mevcut halde başvuranın iddianamede yer alan hususların tamamından sorumlu tutulmasının güç olduğunu kaydetmektedir Aynı şekilde başvuruda yer alan olaylar dikkate alındığında, başvuran hakkında soruşturmanın açıldığı tarihte, dava konusu konuşmanın toplum açısından «güncel bir risk» ve «yakın tehlike» oluşturduğu hususu AİHM açısından kesin değildir. Bu bağlamda, Hükümetten farklı olarak, mezkur konuşmanın yapıldığı iddia edilen tarih ile ceza soruşturması başlatılması arasında geçen dört yıl beş aylık süreyi, soruşturmanın içeriğinin başvuran açısından taşıdığı önem de dikkate alındığında, göz önünde bulundurulması gereken bir unsur olarak değerlendirmektedir. Bu husus, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin sözü edilen konuşmanın yapıldığı Bingöl’de hüküm süren durum hakkında sonuçlar çıkarmış olması çerçevesinde önem taşımaktadır. Sonuç olarak, başvuran hakkında yürütülen soruşturmaların zorunluluk oluşturduğuna ilişkin gerekçeler, başvuranın ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin «demokratik bir toplum için gereklilik» arz ettiği konusunda ikna edici olamamaktadır. Özellikle, suç unsurunu teşkil eden konuşmanın ardından dört yıl beş ay sonra bir siyasetçi hakkında sürdürülen cezai soruşturma demokratik bir toplumun menfaati ve siyasi mücadele özgürlüğü göz önünde bulundurulduğunda öngörülen meşru amaçlarla orantılı bulunmamaktadır. Bu nedenle, AİHS’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir (www.yargitay.gov.tr). Burada Necmettin Erbakan’ın konuşmasını AİHM ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiş, özellikle soruşturmanın açıldığı tarihin çok geç olması nedeniyle, mahkeme kararında belirtilen tehlike unsurunun gerçekleşmediği ileri sürülmüştür. Güncel bir riskinde olmadığı göz önüne alındığında burada Necmettin Erbakan’ın ifadelerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Burada dikkat çeken husus başkanı olduğu Refah Partisinin kapatılması dolayısıyla verilen Anayasa Mahkemesi kararına karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden partinin talepleri, AİHM tarafından kabul edilmemekle birlikte, şahıs olarak Erbakan’ın taleplerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesidir. AİHM demokratik bir toplumda siyasi bir mücadelenin özgürce yapılması gerektiğini belirtmektedir. Siyasi 65 içerikli konuşmalarda ifade özgürlüğüne büyük önem vermekte ve zorunlu nedenler olmadıkça siyasi bir konuşmaya kısıtlama getirilmemesi gerektiğini belirtmektedir. AİHM, hoşgörünün, herkesin onuruna ve saygınlığına eşit oranda saygı gösterilmesinin demokratik ve çoğulcu bir toplumun temelini oluşturduğunu, izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanması ve hatta bunların önlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Öte yandan, AİHM bireylere ve gruplara hakarete ve nefrete dayalı bir söylemi oluşturan somut ifadeleri AİHS’nin 10. maddesinin güvencesinden yararlandırmamaktadır. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Necmettin Erbakan’ın bu ifadelerini hakarete ve nefrete dayalı bir ifade olarak değerlendirmemiştir. Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvuru laiklik ilkesine aykırı fiillerin odağı olduğu gerekçesiyle Refah Partisi'nin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, 16 Ocak 1998'de "laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı" olduğu gerekçesiyle RP'nin kapatılmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, laikliğin demokrasinin ayrılmaz bir parçası olduğunu kaydetmiştir. Anayasa Mahkemesi, demokratik düzene son vermeye yönelik eylemler içerisinde olan ve ifade özgürlüğünü bu amacı gerçekleştirmek için çağrıda bulunmak için kullanan bir siyasi partinin, Anayasaya ve insan haklarını korumaya yönelik uluslar üstü kurallar uyarınca, kapatılması gerektiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, ayrıca Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'in milletvekilliklerinin düşürülmesine karar vermiştir. Mahkeme, bu kişilerin, eylemleriyle ve beyanlarıyla RP'nin kapatılmasına yol açtığına karar vermiş ve bu kişilerin, beş yıl süreyle, siyasi parti kurucu üyesi, üyesi, genel başkanı veya denetçisi olamayacağını hükme bağlamıştır (www.belgenet.com). Anayasa Mahkemesi üyeleri Hakim Haşim Kılıç ve Sacit Adalı muhalefet şerhi yazarak Refah Partisi'nin kapatılmasının AİHS'ye ve AİHM'nin parti kapatılmasına ilişkin içtihatlarına uygun olmadığını belirtmişlerdir. 66 AİHM'e başvuranlar, RP'nin kapatılmasının ve liderleri Necmettin Erbakan, Şevket Kazan ve Ahmet Tekdal'ın başka bir partide benzer bir görev almalarının yasaklanmasıyla sözleşmenin 11. maddesiyle teminat altına alınan dernek kurma ve toplantı özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ve diğer bazı maddelerinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bu davada mahkeme, iç hukuka ilişkin uyuşmazlığın, bir siyasi partinin faaliyetlerinin anayasallığıyla ilgili olduğunu ve Anayasa Mahkemesi'nin yetki alanına giren parti kapatılması davasında böyle bir müdahalenin "yasayla öngörülüp görülmediğine" ilişkin sorunla en yakından ilgili olan yazılı hukuk metninin Türk Anayasası olduğunun altını çizmiştir. Sonuç olarak müdahalenin "kanunla öngörülmüş" olduğu kabul edilmiştir. AİHM, laiklik ilkesinin Türkiye'deki demokratik sistem açısından taşıdığı önemi dikkate almış; partinin kapatılmasıyla, sözleşmenin 11. maddesinde sayılan meşru amaçlardan birkaçının ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin korunması, kargaşa ve suçun önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlandığını kabul etmiştir. Bu karara karşı Büyük Daireye başvuran parti yetkililerini Büyük Daire haklı bulmamıştır. Büyük Daire kararında, Refah Partisi liderlerinin hükümet belgelerinde, siyasal silah olarak güç ve şiddet çağrısında bulunmadıkları doğru olmakla birlikte, kendilerine muhalif politikacılara karşı güç kullanma imkanını onaylayarak bundan kamu önünde söz eden Refah üyeleriyle aralarına mesafe koymak için acil pratik tedbirler almamışlardır. Dolayısıyla Refah liderleri, iktidarı ele geçirmek ve korumak için şiddet yöntemlerine başvurulması imkanına ilişkin bu beyanların müphemliğini ortadan kaldırmamışlardır.” Bu nedenle Büyük Dairede RP’nin kapatılmasını hukuka uygun bulmuştur. (Özbudun, 2006: 130). 67 7.1.3. Türkiye Birleşik Komünist Partisi Hakkında Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin Kararları Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına karar verilen bu partinin AİHM’ye başvurusu sonucunda parti haklı bulunmuş, partinin yargılanmanın yenilenmesi için Anayasa Mahkemesine başvurusu Anayasa Mahkemesince oyçokluğu ile reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi ilk olarak verilen kararında, Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin Anayasa’nın 6., 10., 14. ve 68. maddeleriyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun (SPK) 78. maddesine aykırı olarak sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini kurmayı, Anayasa’nın 2., 3., 14. 68. maddeleriyle 2820 sayılı SPK’nın 78. ve 81. maddelerine aykırı olarak Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçladığı, aynı Yasa’nın 96. maddesine aykırı olarak kullanılmasına yasal olanak bulunmayan bir adla kurulduğu ve kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğunu, bu nedenle SPK’nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar verilmiştir (www.anayasa.gov.tr). Bu karar yaklaşık 35 sayfadır. Kapatılma gerekçesi; bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik kurması ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçladığı, kullanılmasına yasal olanak bulunmayan bir adla kurulduğu ve kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğudur. Burada kararın doğruluğunu tartışmadan bu karar hakkında AİHM’ye gidilmesi sonucunda AİHM tarafından verilen 30.01.1998 tarihli karara bakmakta fayda vardır. Anayasa Mahkemesinin bu parti hakkında vermiş olduğu kararda sözleşmenin 11. ve 10. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu kararda şu hususlara değinilmiştir. Hükümet, müdahalenin bir takım meşru hedeflerinin bulunduğunu belirtmiştir. Bunlar; ulusal güvenliği sağlama, halkın güvenliği ve ülkenin bütünlüğü ile diğerlerinin hak ve özgürlüklerini korumadır. AİHM, Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye Birleşik Kominist Partisi (TBKP)’nin kapatılmasında dayanak olarak alınan esaslar arasında ayrım yapmıştır. Müdahalenin partinin adında “komünist” kelimesinin 68 bulunmasından kaynaklandığı göz önüne alındığında, Komisyon’a göre, bu müdahalenin 11. maddeye dayanılarak herhangi bir meşru amaç tarafından haklılaştırılması mümkün değildir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi de TBKP’nin demokratik kurumlara saygı göstermeyeceği veya bir diktatörlük kurmaya teşebbüs edeceğine ilişkin herhangi bir kanıt olmadığını fark etmiştir. Diğer yandan, TBKP’nin kapatılması, programında Türk ve Kürtler arasında ayrım yapmasına bağlanmış ve Komisyon bunu ülke bütünlüğünün bu suretle ulus güvenliğinin sağlanması amacına bağlanabileceğini ve bunun, TBKP’nin terörist bir örgüt olduğu veya terörizmi desteklediği için değil ve fakat bu partinin açıkça ayrı bir Kürt ulusunun yaratılmasını gerçekleştirmeye çalıştığı ve sonuç olarak Türkiye Devleti ülkesinin yeniden dağıtılması sonucunu doğurma olasılığının bulunmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Divan, 11. maddenin, özerk anlamına ve özel uygulama alanına karşın, görülmekte olan davada, 10. madde ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Düşüncenin korunması ve bunu açıklama özgürlüğü 11. maddede öngörülen toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir. Siyasal Partilerin demokrasinin layıkıyla işlemesinde ve çoğulculuğun korunmasındaki önemli rolleri dikkate alındığında bu hükmün öncelikle uygulanacağı açıktır. Divanın, kararlarında defalarca belirtmiş olduğu gibi, çoğulculuk olmaksızın demokrasi olmaz. Bu nedenle, 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğü, 2. fıkra uyarınca, sadece açıklanan bilgi ve fikirlere taraftar olunduğunda, rahatsız etmediğinde ya da farklı olmadığında değil, aynı zamanda; taciz eden, şoke eden, rahatsız eden bir nitelik taşıdığında da söz konusudur. Siyasal parti, faaliyetlerinin kollektif olarak ifade özgürlüğünün uygulamasını oluşturduğu için bunların, Siyasal partilerin, ifade özgürlüğüne sahip olması onlara, Sözleşmenin 10 ve 11. maddelerini dayanak olarak alabilmeleri imkanını doğurmuştur. Divan, devleti çoğulculuğun nihai koruyucusu olarak nitelendirmiştir. Siyasal alanda, bu sorumluluk devlet için diğerleri yanında, 1. No’lu protokolün 3. maddesi uyarınca kamuoyunun özgürce ifade edilmesinin sağlandığı koşullarda makul sürelerle, gizli oyla serbest seçimler düzenleme sorumluluğu getirir. Sözleşmenin 8,9,10 ve 11. maddelerinde öngörülen hakların kullanılmasına yönelik müdahaleler, “demokratik bir toplumda gerekli” olma ölçütü 69 ışığında bir değerlendirmeye tabi olmaktadırlar. Bu haklardan birine müdahaleyi haklı kılacak tek zorunluluk “demokratik toplum”dan kaynaklananlardır. Demokrasi sözleşme tarafından tasarlanan yegane politik modeldir ve sadece o sözleşmeyle bağdaşabilir… Sonuç olarak, örgütlenme özgürlüğü yalnızca inandırıcı ve zorlayıcı sebeplerle kısıtlanabileceğinden, 11. maddede öngörülen istisnalar, siyasal partiler söz konusu olduğunda dar bir yorumu zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle taraf devletler, 11. maddenin 2. fıkrasında öngörülen zorunluluğun varlığının tespiti konusunda; hem yasalar, hem de bu yasaların uygulanması için alınan kararlar üzerinde sıkı bir Avrupa denetimine olan, sınırlı bir takdir marjına sahiptirler. Bir partinin tümüyle kapatılması ve yöneticilerinin gelecekte benzer faaliyetleri yürütmesinin yasaklanması söz konusu olduğu zaman bu denetim daha da gereklidir denilerek TBKP’nin kapatılmasını sözleşmeye aykırı bulmuştur ( www.yargitay.gov.tr). Burada AİHM bir partinin kapatılmasını çok zorunlu hallerde başvurulacak bir yol olduğunu belirtmiştir. Demokratik toplumda çoğulculuk ilkesinin geçerli olması gerektiğini ve partilerin kapatılmasında ülkede var olan yasa ve hatta Anayasaların değil AİHS’nin göz önüne alınması gerektiğini söylemektedir. AİHM’nin bu kararı nedeniyle davacı parti yargılanmanın yenilenmesi istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurmuş Anayasa Mahkemesi bu talebi oy çokluğu ile reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında red gerekçesi aşağıdaki şekilde izah edilmiştir. “Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan yargılanmanın yenilenmesine ilişkin düzenleme, hükmün esasını değiştirecek nitelikteki olguların hükmün kesinleşmesinden sonra ortaya çıkması durumunda, yeniden yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan kaldırabilen olağanüstü Kanun yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği olarak yasa koyucu yargılamanın yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. ila 323. maddelerinde etraflı biçimde düzenlemiştir. Bu hükümlerden yargılamanın yenilenmesi isteminin dört aşamada incelenip 70 karara bağlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama nedenlerinin ve bunların dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup olmadığının incelenip karara bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde delillerin toplanması, bu işlem tamamlandıktan sonra istemin esassız olup olmadığının karara bağlanması, istem esassız olması noktasından reddedilmemiş ise yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verilmesi şeklindedir. Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenlerinden biri olan "Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması" hali eklenmiştir. Ayrıca, yargılamanın yenilenmesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebileceği belirtilmiştir. Bu düzenleme, anılan ihlal kararının başka bir nedene gerek olmaksızın yargılamanın yenilenmesinin kabule değer olduğuna karar verilmesi için yeterli olduğunu göstermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, TBKP'nin kapatılmasına esas alınan olguları değerlendirerek, kapatma kararının Sözleşme'nin 11. maddesindeki dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna karar vermiş ve bu ihlal kararı yargılanmanın yenilenmesi isteminin nedeni olarak ileri sürülmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunun 321. maddesi uyarınca yargılanmanın yenilenmesi isteminin kabul edilebilmesi için ilk hükmün verilmesinde esas alınan olgularla birlikte yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun bulunduğunun hükmün kesinleşmesinden sonra saptanması gerekir. Söz konusu ihlal kararında ise yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün esasını etkileyecek nitelikte olan maddi bir olgunun varlığına değil, kapatılmaya esas alınan mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapıldığı düşüncesine dayanılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu, mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapılarak hüküm kurulmasını temyiz nedeni olarak kabul etmekle birlikte yargılanmanın yenilenmesini gerektirecek bir neden olarak görmemektedir. Bu nedenle yargılanmanın yenilenmesi isteminin Ceza Muhakemesi Kanunun 321.maddesi uyarınca esassızlık nedeniyle reddine karar vermiştir” (www.anayasa.gov.tr). 71 Karara bir çok üyenin muhalefet şerhi koyması bu kararın doğruluğu konusunda şüphe uyandırmaktadır. Karara imza atan ülkemizdeki en önemli şahısları yüce divan sıfatı ile yargılayacak, partileri kapatacak ve kararı kesin olan hakimler, AİHM kararlarının yargılanmanın yenilenmesinin istenebilmesi için yeni bir delilin sübut bulmuş olması koşulunu aramaktadır. Oysa AİHM’ye başvuru için hiçbir şekilde yeni delile dayanmak zorunluluğu yoktur. AİHM’nin görevi yeni delilleri değerlendirmek değildir. AİHM sadece AİHS’nin ihlal edilip edilmediği konusunda araştırma yapmaktadır. Sözleşmenin ihlal edildiği sonucuna ulaşırsa yaptırımlar uygulamaktadır. Yani burada Anayasa Mahkemesinin yaklaşımı yanlıştır. Aksi düşünülecek olursa hiçbir karara karşı AİHM’ye gidilemeyecektir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin verdiği karara katılmak mümkün değildir. Karara muhalefet şerhi koyan Anayasa Mahkemesi üyelerinin muhalefet şerhi şu şekildedir. “ Çoğunluk kararında iddiaların yeterince doğrulanamaması, yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun bulunmadığı istemin esassızlığı nedeniyle reddine dayanak yapılmış ise de, Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK)'nun 311. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde düzenlenen yargılamanın yenilenmesi nedeni açısından istemde ileri sürülen iddia ve maddi olgu bizatihi "AİHM'nin ihlal kararı"dır. Bu iddianın doğrulanamaması gibi bir durum söz konusu edilemeyecektir. Öte yandan, CMK.'nun 321. maddesinde, iddianın daha önce verilmiş olan hükme etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirme yalnızca "311 inci maddenin birinci fıkrasının (a) (sahte belge) ve (b) (yalan tanıklık veya bilirkişilik) bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) (sahte belge)bendinde yazılı haller" için öngörülmüş bulunmaktadır. CMK.'nun 321. maddesi, AİHM'nin ihlal kararına dayalı yenileme nedeni açısından, ihlal kararının önceki hükmün yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı şeklindeki bir değerlendirmeyle istemin reddine karar verilmesine olanak sağlayacak bir düzenleme içermemektedir. Açıklanan nedenlerle, Kanunda öngörülen şekil ve esaslara uygun 72 olarak yapıldığı anlaşılan yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulüne karar verilmesi gerekirken, "esassız olması nedeniyle reddine" karar verilmiş olması nedeniyle çoğunluk görüşüne katılmadık” (www.anayasa.gov.tr). Bu karara karşı Anayasa Mahkemesinin dört üyesi karşı oy kullanarak yukarda ki gerekçelerle karara katılmamıştır. Oy çokluğunun kararına bakıldığı zaman bu kararın doyurucu gerekçeden yoksun olduğu görülmektedir. Burada sorun AİHM kararlarının tek başına yargılanmanın yenilenmesi sebebi sayılıp sayılamayacağıdır. Yeni bir olgu yok ise yargılamanın yenilenmesi yolunun açık olup olmadığıdır. Oysa yeni olgunun varlığı zaten bir yargılanmanın yenilenmesi nedenidir. Bu kabul edilirse yasalarda AİHM kararlarının yargılanmanın yenilenmesi nedeni sayılmasının hiçbir önemi kalmayacaktır. Yasa da düzenleme yapılırken aslında hiçbir nedene bağlı kalmaksızın AİHM’nin vermiş olduğu kararların sırf AİHS’ye aykırı olmasının yargılanmanın yenilenmesi nedeni sayıldığı görülmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçesine katılmak mümkün değildir. Bu karara muhalefet şerhi koyan üyelerin gerekçeleri hukuki anlamda daha doyurucudur. 7.1.4. HEP ve ÖZDEP Kararları AİHM, HEP davasında da Türkiye'nin AİHS'nin örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir Mahkeme bu davada da HEP'e uygulanan yaptırımın bir "zorunlu sosyal gereksinimi karışlayıp karşılamadığına bakmıştır. Mahkeme HEP'in savunduğu kendi kaderini tayin hakkı veya anadille ilgili haklar konusundaki görüşlerinin demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını belirtmiştir. Yalnızca bu ilkeleri savunduğu nedeniyle bir siyasal grubun o ülkede terörü desteklediği iddia edilecek olursa, bu tür önemli sosyal sorunlar demokratik tartışma ortamının dışına çıkacaktır. Bu ise bu tür sorunların silahlı terör örgütlerin tekeline geçmesine neden olacaktır. Oysa, AİHM'ne göre, bu Sözleşmenin 11. maddesinin ve bu maddenin dayandığı demokratik ilkelerin reddi demektir Mahkeme bu tür önerilerin hükümetin politikasıyla veya halkın çoğunluğunun görüşleriyle çelişebileceğinin; ancak 73 demokrasinin işleyişinin farklı düşüncedeki politikacıların bu tür genel sorunlara çözüm bulmak için bu sorunları kamu önünde tartışmalarını sağlayacağını ileri sürmüştür. Mahkeme Anayasa Mahkemesi kararının da HEP'in Türkiye'de demokratik rejimin yok olmasını amaçladığım saptayamadığını belirtmiştir (www.setav.org ). AIHM, Anayasa Mahkemesinin kapattığı partilerden biri olan ÖZDEP hakkında da Türkiye aleyhine karar vermiştir. AİHM Türkiye'nin Sözleşmenin 11. maddesini ihlal ettiğini saptamıştır. Bu kararda da AIHM ÖZDEP’in programında yazılanların partinin esas amacını gizleyebileceğini kabul etmektedir. Ancak Mahkemeye göre bu görüşü destekleyecek parti eylemleri ortaya konmadıkça, partinin resmi söyleminin samimi olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kötü niyet ispatlanmadığından ÖZDEP düşünceyi ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırılmış olmaktadır. Demokrasi düşünceyi açıklama özgürlüğü üzerinde yeşeren ve büyüyen bir şeydir. Bu açıdan bakıldığında Mahkemeye göre, bir siyasi partinin Devletin nüfusunun bir bölümünün konumunu kamu önünde tartışmak istemesini ve bu bölümün sorunlarına herkesi tatmin edecek çözümler bulmaya çalışmasını engellemek haklı olamaz (www.yargitay.gov.tr). 7.2. İfade Özgürlüğü ile İlgili Diğer Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Yukarda siyasi partiler ve siyasilerle ilgili ifade özgürlüğüne ilişkin kararlardan sonra burada ifade özgürlüğünün diğer durumlarında verilen kararlara değinilmeye çalışılacaktır. Burada nüfus cüzdanında din ibaresinin bulunması, mahkemelerdeki duruşmalarda dinin sorulması, basın yayın özgürlüğü gibi konulara değinilecektir. Anayasa Mahkemesinin kişilerin dini inançlarının devlet tarafından öğrenilmesi konusunda vermiş olduğu her iki karar arasında çelişkiler göze çarpmaktadır. Mahkemenin nüfus kayıtlarında din ibaresinin yer almasıyla ilgili kararında, kişilerin dini inançlarının devlet tarafından öğrenilmesinin devletin, ulusun demografik yapısını 74 öğrenmek için başvurduğu "ilginç bir anket" gibi ele aldığı görülmektedir. Tanıklara dinlerinin sorulmasıyla ilgili kararda ise Mahkeme, bireysel hakların korunmasına ilişkin daha tutarlı değerlendirilmelerde bulunmuştur (Okumuş, 2007: 52). 7.2.1. Duruşmada Dinin Sorulmasına İlişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Anayasa Mahkemesinin, Ceza Muhakemesi Kanununun tanığa sorulacak sorular başlıklı maddesinde geçen dini ibaresinin iptaline yönelik 1995-25 Esas sayılı kararında, Anayasa’nın herkese, vicdan, dinî inanç ve kanaat özgürlüğü sağlayan 24. maddesinin üçüncü fıkrasında, kimsenin ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı açıklığı yer almaktadır. Kaynağını lâiklik ilkesinden alan ve onun gerçekleştirilmesi için sağlanması zorunlu olan bu özgürlüğün, sınırlanamaz ve durdurulamaz olma özelliği nedeniyle diğer hak ve özgürlükler arasında öne çıkarak özel bir konuma ve öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Gerçekten, “Temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı Anayasa’nın 15. maddesinde, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ya da olağanüstü durumlarda bile, kişilerin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaması ve bunlardan dolayı suçlanamaması, bu özgürlüklere, kişilerin yalnızca iç dünyalarında kalmaları dışa yansıtılmamaları konusunda sınırsız olma özelliği kazandırmıştır. Bu nedenle bu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde hüküm kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi burada doğru bir değerlendirme yaparak kişilerin dininin açıklanma zorunluluğu getirilmesini Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Anayasa Mahkemesinin bu davada vermiş olduğu kararına göre, devlette egemen ve etkin güç dinsel kurallar değil akıl ve bilimdir. Kişinin inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ya da hukukun yerine geçerek kanuni düzenlemelerin kaynağını oluşturması düşünülemez. Bu nedenle tanığa dininin sorulması, kamusal ilişkilerde dinin belirleyici bir rol oynaması olasılığına yol açabilir. 75 Laik bir devlette, dinin, her türlü etki ve el atmanın dışında bırakılabilmesi için onun sadece kişilerin iç dünyasına ilişkin bir olgu olarak kalması gerekir. Söz konusu yasa maddesi kişileri dinlerini açıklamaya zorladığı için anayasaya aykırıdır. (Okumuş, 2007:52). Bu karar hukuk devleti ve demokrasi açsından olumlu bir karardır. Zira insanları istenmeyen bazı durumlar ile karşılaştırmak ve bazı durumları açıklamak istemediği halde açıklamaya zorlamak hukuk devleti ile bağdaşmaz. 7.2.2. Basın Özgürlüğü ile İlgili Verilen Kararlar Basın özgürlüğü konusunda Anayasa Mahkemesi ve AİHM ‘nin verdiği kararlar arasında çok büyük görüş farklılığı olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesi basın özgürlüğü konusunda daha katı bir tutum sergilerken AİHM daha özgürlükçü davranmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 1996-48 esas sayılı dosyasında Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali istenen Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 33. maddesinin iptaline karar verilmemiştir. Bu kararda; “İtiraz konusu kuralı içeren 33. maddede, 3984 sayılı Yasa'nın daha önceki maddelerinde düzenlenen yükümlülükler, yayın ilkeleri ile izin koşullarına aykırı davranan özel radyo ve televizyon kuruluşlarına Üst Kurul'ca yaptırım uygulanması öngörülmektedir. Yasa'da hukuka aykırılığı kabul edilen eylemlere karşı uygulanmasına izin verilen bu yaptırımlar idari niteliktedir. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" başlıklı 38. maddesinin sekizinci fıkrasında, "İdare, kişi özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz" denilerek idarenin yaptırım uygulayabileceği ancak bunun kişi özgürlüklerini kısıtlayıcı nitelikte olamayacağı vurgulanmıştır. Dava konusu yaptırım da idarenin yetki alanı içindeki yaptırımlardan biridir. Ceza yaptırımları gibi idari yaptırımlar da kuşkusuz, kişi hak ve özgürlükleriyle yakından ilgilidir. Yasa ile ya da onun açıkça verdiği yetkiye dayanarak idarenin uyguladığı yaptırımların bir tür ceza olması ve bu amaçla uygulanması ve Mahkeme'nin 76 suça değil, cezaya ilişkin kurala itiraz etmesi nedeniyle konunun Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklere ilişkin 13., 22., 26., 28. ve 29. maddeleriyle bir ilgisi bulunmamaktadır. 33. maddenin itiraz konusu ikinci fıkrasıyla, tekrarlanması durumunda, ihlalin ağırlığına göre izin uygulamasının bir yıla kadar durdurulması konusunda üst kurul yetkili kılınmıştır. Tanınan bu yetkinin, Yasa'nın kimi kurallarıyla hukuka aykırılıkları kabul edilen eylemlere uygulanacak yaptırımın bunların ağırlığına göre kişiselleştirilmesi amacını taşıması ve idari yargı yolu ile denetlenmesinin olanaklı bulunması karşısında, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayacak kadar geniş olduğu yolundaki sav geçerli görülmemiştir. Bu nedenle itirazın reddine karar verilmiştir.”(www.anayasa.gov.tr) Bu kararda Anayasa Mahkemesi basının özgürlüğünü daraltan ve idareye çok geniş yetkiler tanıyan bu maddeyi iptal etmemiştir. Bu maddeyle ilgili AİHM’nin önüne gidecek kararların çoğu ülkemiz aleyhine sonuçlanacaktır. Zira AİHM basının gerçekleri ortaya çıkarmak konusunda özel bir görev üstlendiğini kabul etmektedir. Bu kanuna dayanarak verilen bir cezaya karşı açılan davada Danıştay 13. Dairesinin 2005-556 Esas sayılı davasında davacı taraf basın özgürlüğünü savunmuş, yerel mahkeme basın özgürlüğü nedeniyle ve AİHM kararlarını göz önüne alarak davanın kabulüne karar vermiştir. Ancak Danıştay yargı organlarını işlerini yapmalarını engelleyecek şekilde basın özgürlüğünün olamayacağından bahisle kararı bozmuştur. 7.2.3. Nüfus Cüzdanında Din İbaresinin Bulunması İle İlgili Karar Ülkemizde kişilerin dini inançlarının kamu makamları tarafından öğrenilmesi ve sahip oldukları düşünce inanç ve kanaatlerinden dolayı birtakım farklı muamelelere tabi tutulmaları Anayasa Mahkemesi kararlarına konu olmuştur. Nüfus kayıtlarında kişinin mensup olduğu dinin yazılmasını düzenleyen 1583 sayılı Nüfus Kanunun 43. maddesinin, kişileri dini inançlarını açıklamaya zorladığı için Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla açılan davada; Anayasa Mahkemesi, nüfus kayıtlarında yer alan din hanesi, 77 kişilik tanıtımına ilişkin bilgilerdendir. Nüfus kütüğündeki din kaydı ve diğer bilgiler ulusun demografik yapısının kamu yararını ilgilendirmesi nedeniyle şahsi hal bilgisi olarak nüfus kayıtlarına geçirilmektedir. Devletin vatandaşlarının özelliklerini bilme isteği kamu düzeni ve kamu yararı ile siyasi, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara dayanır. Bu nedenle demografik bilgi olarak seçilen din kaydının, nüfus kütüğünde yer almasını düzenleyen Nüfus Kanununun 43. maddesi, kişileri inançlarını açıklamaya zorlamadığı için anayasaya aykırı değildir (Okumuş, 2007:51). Bu kararında Anayasa Mahkemesi şu görüşlere yer vermiştir. “ Nüfus Yasası’nın 43. maddesinin, Yasa’nın tümüyle birlikte incelendiğinde, Anayasa’nın 24. maddesinde ifadesini bulan dinî inanç ve kanaatlerin zorla açıklanmaması ve dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kişinin kınanmaması ve suçlanmaması ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı açıklıkla anlaşılmaktadır. Burada dinî inanç ve kanaatler yönünden herhangi bir zorlama olmadığı gibi, bir kınama ve suçlama da söz konusu değildir. Öte yandan Medenî Yasa’nın 266. maddesindeki “Reşit dinini seçmekte hürdür.” açıklığından kalkarak kişi kütükte yazılı olan dinini değiştirmek isterse Nüfus Yasası’nın 47. maddesine göre, ilgili Kurumdan alacağı bir belge ile Nüfus Müdürlüklerine başvurabilmekte, mahallin en büyük idare âmirinin emri ile aile kütüğünde gerekli düzeltme yapılabilmektedir. Bunun dışında kişi aile kütüğünde yazılı dini tamamen sildirmek isterse, ya da din olarak kabulü olanaksız bir düşünceyi din olarak yazdırmak isterse o zaman Nüfus Yasası’nın 46. maddesine göre ilgili yargı kuruluşuna başvurarak gerekli kararı almakta ve alınan bu karar İdarece aile kütüğüne işlenmektedir. Sonuç olarak, söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir hüküm içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasa’nın öngördüğü anlamda dinî inanç ve kanaatlerinin değil, sadece kişinin özgün durumu yönünden kamu yararı, kamu düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak göz önünde bulundurulmak üzere dinînin ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki, bu kuralın da zorlayıcı bir niteliği ve zorlama ile bir ilişkisi bulunmamaktadır.”şeklinde (www.anayasa.gov.tr). 78 karar vermiştir Buna göre Anayasa Mahkemesi nüfuz cüzdanına din ibaresinin yazılmasını Anayasaya aykırı görmemiştir. Bu karara muhalefet şerhi koyan başkan Yekta Güngör Özden şerhte muhalefet gerekçesini şu cümlelerle izah etmektedir. “ …Anayasa’nın 24. maddesinin üçüncü fıkrası, kimsenin dinsel inanç ve kanısını açıklamaya zorlanamayacağını öngörmektedir. Çocuğunun her yasal işleminde dayanak olan, özellikle okul, askerlik işlemlerinde zorunluluğu yadsınmaz nüfus belgesini almak durumunda bulunanlar için bildirim zorunluluğu, tam bir “zorlama”dır. Hangi dinden olduğunu -olacağını değil- bildirmedikçe aile nüfus kütüğüne yazılamama durumu, bildirmeye zorlamaktan başka bir şey değildir. Bu da Anayasa’nın 24. maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırıdır. Toplumsal tepkiden kaçınarak 18 yaşı bitirinceye değin dinsel bağı olmadığını açıklamak ya da hangi dinden olursa olsun onu açıklamamak hak ve özgürlüğünü taşımamak, hukuk devleti yapısı ve düzeni içinde savunulacak bir durum değildir. Yurttaşlık bağı, dinsel temele oturtulamaz ve inanç öğesiyle belirlenip tanımlanamaz. Ulus yapısı içinde yurttaş olarak birleşmek, birey niteliğiyle insan-vatandaş ölçüsü dışında seçime bağlı, değişebilir özellikleri gereksiz kılar. Nüfus Yasası’nın 43. maddesinin iptali istenen sözcüğü, Anayasa’nın öngördüğü açıklamama hakkını kullandırmayarak, bu özgürlüğü engelleyip kaldırmaktadır… ”şeklinde muhalefet şerhi koymuştur (www.anayasa.gov.tr). Yine Bu karara muhalefet şerhi koyan mahkeme üyeleri Selçuk Tüzün, A. Necdet SEZER ve Mustafa BUMİN şerhte muhalefet gerekçesini şu cümlelerle izah etmektedir. “Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik bir hukuk devleti olduğu, 24. maddesinde de, kimsenin dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı hükme bağlanmıştır. Dinî inanç özgürlüğünün korunabilmesi, bireylerin sahip olduğu dinsel kanaatlerini açıklamaya zorlanmamaları ile olanaklıdır. Nüfus kütüğünde de olsa, bir kişiden mensup olduğu dininin açıklanmasının istenmesi, dinsel inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması demektir. Kişilerin temel hak ve özgürlüklerinden olan dini inanç ve kanaat özgürlüğünü zedeleyecek düzenlemeler, 79 Cumhuriyetin temel niteliklerini de ortadan kaldırır. Bu özgürlüğün zedelendiği ülkede Anayasa’nın 2. maddesinde sözü edilen “demokratik ve lâik bir hukuk Devleti’nden söz edilemez. 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “... dini...” sözcüğü, kişilerin dini inanç ve kanaatlerini ilgilendiren ve iç dünyalarında kalması gereken bir durumun açıklanmasını ve üçüncü kişilerin bilgisine sunulmasını zorunlu kıldığından Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “lâik devlet” ilkesine de aykırı düşer…”şeklinde muhalefet şerhi konulmuştur. Bu karara karşı AİHM’ye gidilmesi sonucunda AİHM bunu sözleşmeye aykırı bulmuştur. AİHM bu kararında, “AİHM, olayların meydana geldiği dönemde uygulamada olan ulusal mevzuata göre başvuranın, her Türk vatandaşı gibi, üzerinde din ibaresi bulunan bir nüfus cüzdanı taşımak zorunda kaldığını gözlemlemektedir. Bu resmi belge hamilinin kimlik bilgilerini öğrenmek için talep eden her idari makama, özel şirkete ya da herhangi bir formalite icabı başka mercilere sunulması gerekmektedir. AİHM dinini ya da mezhebini açığa vurma özgürlüğünün aynı zamanda negatif bir yanı olduğu, yani bir bireyin din ya da mezhebini açığa vurmama ve böylesi bir inanca sahip olup olmadığını belli edecek davranışlarda bulunmak zorunda kalmama hakkı bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Bu nedenle, Devlet yetkililerinin ne bireyin vicdan özgürlüğü alanına müdahale etme, ne dini inançlarını araştırma ve ne de ilahiyatla ilgili düşüncelerini açığa vurmaya zorlama gibi bir hakkı olamaz. Öte yandan, nüfus cüzdanının (okul kaydı, kimlik kontrolü, askerlik hizmeti, v.s. gibi durumlarda) sıkça kullanıldığı göz önüne alındığında, nüfus cüzdanı gibi resmi belgelerde dini inançların belirtilmesi idari makamlarla olan ilişkilerde ayrımcı davranışlara yol açabilir. AİHM, bu nedenle ulusal mahkemelerin başvuranın mezhebiyle ilgili değerlendirme yaparken İslam dini alanını ilgilendiren işlerde yetkili bir makamın tavsiyesini esas almasının Devletin nötr ve tarafsız olma yükümlülüğü ile bağdaşmadığı kanaatine varmaktadır…Her ne olursa olsun, bir nüfus cüzdanı dine ayrılmış bir hane içeriyorsa, bu haneyi boş bırakmak kaçınılmaz olarak belirli bir çağrışım yaratacaktır. Dinle ilgili hanesi boş bırakılan bir nüfus cüzdanı 80 taşıyan kimseler, kendi iradeleri dışında ve kamu görevlilerinin müdahale riski altında, nüfus cüzdanlarında dini inançları yazılı kişilerden ayırt edileceklerdir. Diğer taraftan, nüfus cüzdanı üzerinde hiçbir ibare olmamasını talep etme yaklaşımı bireyin derin inançları ile yakından bağlantılıdır. Bunun sonucu olarak AİHM, bireyin en mahrem yönlerinden birinin hâlâ ifşa edildiği kanaatine varmaktadır. Böylesi bir durum, hiç şüphesiz dini inanç ve düşüncelerin ifşa edilmeme özgürlüğü kavramına aykırı düşmektedir” denilmektedir. Bu karara göre ülkemizin bu konuda sözleşmeye aykırı davrandığı belirlenmiştir. 7.2.4. Anayasa Mahkemesinin Verdiği Diğer Kararlar Anayasa mahkemesi ifade özgürlüğü ile ilgili sadece söz, beyan ve siyasi partiler hakkında karar vermemiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca insanların kendini farklı şekilde ifade edebilmeleri ile ilgili kararlar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararlarında daha çok ideolojik devlet fikrinin yattığı görülmektedir. Demokratikleşme ve özgürleşmenin önündeki en büyük engel ideolojik devlettir. Devlet ve kurumlarına herhangi bir ideolojinin hâkim olması demek, o ideolojiyi paylaşmayanların gözünde devletin meşruiyetini kaybetmesi demektir. Dahası devlet gücünün kullanılarak bir ideolojinin tüm topluma dayatılması, o ideolojiyi paylaşmayanların nezdinde özgürlük ve eşitlik duygusunu zedeler. Bu yüzden ideolojik devletin baskıcı olması, özgürlük ve eşitlik duygusunu zedelemesi ve devletin meşruiyetini sorgulanır hale getirmesi kaçınılmazdır. Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda devletin; ideolojiler, yaşam biçimleri, inançlar, kimlikler vb. konularda yansız olması gerekir. Devlet bir ideolojinin hâkim olacağı ve topluma kendi egemenliğini dayatacağı bir aygıt değildir; herkesin yaşamla ilgili kendi inanç ve değerlerine göre özgürce yaşayabilmesi için gerekli tedbirleri almakla mükellef bir aygıttır. Bu yüzden, devletin destekleyip koruyacağı değerler, herkesin benimseyeceği özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi ve ulusal kimlik gibi ortak değerlerdir (www.yenisafak.com.tr, Erişim Tarihi: 29.08.2010). 81 Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlardan en fazla göze çarpan türban konusunda verdiği kararlardır. Türban insanların kendisini elbiseleri ifade ettiği bir ifade çeşididir. Bunu ifade hürriyeti kapsamına alabileceğimiz gibi, inanç özgürlüğü kapsamına da alabiliriz. Anayasa Mahkemesi, yüksek öğretim öğrencilerinin türban takmasına izin veren 3511 sayılı yasanın 2. maddesiyle 2547 sayılı yasaya eklenen ek 16. madde ile ilgili olarak yapılan iptal başvurusunu değerlendirdiği kararında; yüksek öğretim kurumlarında giyilen başörtüsü ve türbanın dini inanca dayandırılmasının çağın gereklerine aykırılık teşkil ettiğini, dini çağ dışı bir kurum olarak tanıtan başörtüsü kullanımında, belli bir biçim ve zorunluluğun vicdan ve dini inanç özgürlüğüyle uyuşmadığını, dini olsun ya da olmasın çağdaşlığa aykırı devrim yasalarıyla öngörülen düzenleme ile çelişen giysilerin hoş karşılanmayacağını belirterek söz konusu hükmün anayasaya aykırılığına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili olarak üniversitelere türban serbestisi getiren 3670 sayılı yasa ile 2547 sayılı yasaya eklenen ek 17. maddenin Anayasaya aykırılığı ile ilgili kararında, iptal başvurusuna konu yasanın Anayasaya aykırı olmadığını, ancak üniversitelerde türban takmanın Anayasaya aykırılığının devam ettiğini söyleyerek yasama yetkisini kısıtlayıcı ilginç bir karara imza atmıştır. Bu karar hakkında AİHM’ye başvuran bir şahsın talebini AİHM ifade özgürlüğü kapsamında görmemiş ve reddetmiştir (Okumuş, 2007: 53). Anayasa Mahkemesi kırk üçüncü açılış yıldönümünde konuşan başkan Mustafa Bumin “Anayasadaki laik düzenlemeler kaldıkça türbanlı kızların yükseköğretime öğrenci, resmi dairelere kamu görevlisi olarak girmelerini sağlayacak tüm yasal düzenlemeler Anayasaya aykırı olacaktır. Hatta bu konuda Anayasaya kural konulsa bile bu kez Anayasanın bu yeni hükmü AİHS’ne uygun olmayacaktır” demiştir(Özenç,2006:104). Anayasa Mahkemesi ifade hürriyeti ile ilgili 1963 tarihli kararlarında şu düşüncelere yer verilmiştir. 82 “Düşünce ve kanaat özgürlüğü insanların en tabii haklarındandır. Herkes istediği gibi düşünmekte, istediği fikre inanmakta serbesttir. Kişinin iç alemi kanunun her çeşit müdahalesinin dışındadır. Ancak kişinin iç aleminde kaldığı sürece mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat özgürlüğü, toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına girer ve toplumsal yaşayışın gerektirdiği bazı kayıtlamalara bağlanabilir. İnsanların toplum halinde yaşayabilmeleri ancak toplum hayatının bazı esaslara ve kurallara bağlanması ile mümkündür. Bu zaruret insanın iç hayatı bakımından mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat özgürlüğünün, söz yazı, resim vesaire gibi çeşitli vasıtalarla açığa vurulurken toplumsal yaşayışın sürekliliği (devam ve bekası) sağlanmak için belli esaslara ve kurallara bağlanmak suretiyle kayıtlanmasını zorunlu kılar. Bahsi geçen kayıtlama vatandaşın hakkında herhangi bir kanaat beslemesini men edici mahiyet taşımamaktadır. Esasen kanaat besleme kişinin iç alemini ilgilendirdiği cihetle bir kayıtlanmaya tabi tutulamaz. Bu kanaatin söz, yazı, resim vesaire gibi vasıtalarla açığa vurulmasıdır ki bazı kayıtlamalara tabi kılınmıştır” Anayasa Mahkemesinin bu kararına göre; - Basın yoluyla veya herhangi bir propaganda vasıtasıyla, - Umumi veya umuma açık olan mahalde ve birden ziyade kimseler huzurunda, - Toplantı yeri veya toplantıya katılanların adedi veya toplantının konusu ve gayesi itibariyle özel mahiyeti haiz olmayan bir toplantıda yapılan açıklamaları cezalandıran ya da sınırlayan bir yasa özgürlüğün özüne dokunmayacaktır; çünkü herkes düşünmekte ya da az sayıda kişiyle, dostlarıyla «evde söyleşi sırasında» açıklama yapmakta serbesttir. Böylece düşünceleri açıklama özgürlüğünün dokunulmaz özü «düşünmek» olgusuna indirgenmektedir. (İlal,1986:65) Burada Anayasa Mahkemesinin kararlarını çok katı olduğu görülmektedir. Kendi içinde kaldığı sürece düşüncenin ve ifadenin serbest olduğunu belirtmiştir. Oysa zaten dışa vurulmayan ifadenin kimse için ne bir yararı ne de bir zararı vardır. Aslında böyle bir özgürlüğün pratikte bir faydası da yoktur. Zira insanlar başkası veya devlet istemese 83 de istediği gibi düşünecektir. İnsanların iç alemine girip fikirlerini değiştirmek imkansızdır. Bunun için Anayasa Mahkemesinin bu konuda ki kararlarına katılmak mümkün değildir. Demokratik bir toplumda tüm bireylerin veya an azından büyük bir çoğunluğunun “fikirlerine katılmamakla birlikte fikirlerini sonuna kadar savunma hakkını destekliyorum” şeklinde bir ifadeyi benimsemesi gerekmektedir. Bunu mahkemelerdeki hakimler, üniversitedeki hocalar ve toplumun diğer kesimleri benimserse daha mutlu ve müreffeh bir toplumun oluşmasına katkıda bulunacaklardır. Yargıçlar bu şekilde düşünürlerse daha adil kararlar çıkacak, öğretim üyeleri bu şekilde düşünerek farklı düşüncelerle yeniliklerin meydana çıkmasına katkıda bulunacaklardır. 84 DÖRDÜNCÜ KESİM: GENEL DEĞERLENDİRME 8. BULGULAR, ÖNERİLER VE GENEL SONUÇ 8.1. Bulgular ve Öneriler Bulgu 1. Anayasa Mahkemesi Siyasi Partiler Kanununun kapatma ile ilgili maddelerini aşırı bir katılıkla yorumlayarak, siyasi parti özgürlüğünü demokratik bir toplumda zorunlu görülebilecek ölçünün ötesinde sınırlandırmıştır. Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili verdiği kararların hukukilikten çok siyasi mülahazalarla alındığı görülmektedir. Bu nedenle AYM Anayasa’da belirlenen ifade özgürlüğünü çok dar yorumlamaktadır. Öneri 1. 2001 Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması ve 2004 yılı değişikliği ile uluslararası mevzuatla iç hukukun çatışması halinde uluslararası mevzuatın uygulanacağına dair değişiklik artık AYM’nin bundan sonraki kapatma davalarında AİHM içtihatlarıyla ortaya çıkan kriterleri nazara alması zorunluluğunu doğurmaktadır. Anayasa Mahkemesi verdiği bu değişiklikler nazara alınarak daha demokratik bir yaklaşım sergilemelidir. Bulgu 2. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde çok demokratik bir yol izlenmemektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıldığı zaman kendilerini seçen Cumhurbaşkanı ile özdeş kararlar verdikleri görülmektedir. Kararların çoğunun oy çokluğu ile alınması ve karara katılmayan üyelerin genelde aynı olması iki farklı veya başka bir deyişle kendisini seçen Cumhurbaşkanına göre davranma eğilimini göstermektedir. Öneri 2. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi ile ilgili daha demokratik bir yol izlenmeli, ve üyelerin siyasi görüşlerden arınmış ve adil bir şekilde karar veren mekanizma oluşturması için çalışma yapılmalıdır. İfade özgürlüğü ile ilgili kararlarda da 85 bu ayrım görüldüğünden Anayasa Mahkemesi tarafından daha iyi seçilmiş üyelerle bu alanda meydana gelen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile ilgili yaşanan karar karşıtlıklarının önüne geçilebilecektir. Bulgu 3. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bakıldığı zaman her ikisinin de birbirine benzer hükümler içerdiği görülmesine rağmen uygulamada mahkemelerin verdiği kararlar arasında çok büyük farklılık vardır. Bu da Türkiye de bu özgürlüğün yorumunun çok dar yapıldığı anlamını çıkarmamıza neden olmaktadır. Öneri 3. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında belirtilen ilkelere gönderme yapmak suretiyle bu özgürlüğün kapsamını genişletmelidir. Bulgu 4. İfade özgürlüğü konusunda Anayasa da yapılan değişiklikler sonucunda bazı sorunlar giderilmiş olmasına rağmen bazı konularda değişiklik yapılmasında faydalar vardır. Yargıda bu işin uygulanmasını sağlayan hakim ve savcıların birçoğu AİHM’nin kararlarından habersizdirler. Öneri 4. Yargıda AİHM kararları ile ilgili düzenleme yapılmalı, mahkemeler tarafından bu kararlara uygun karar verilmesi sağlanması için düzenlemeler yapılmalıdır. Yargıçlar ve savcılar ve avukatların bu konuda eğitilmeleri gerekmektedir. Bulgu 5. İfade özgürlüğü kötü niyetli insanlarca toplumu farklı yönlere sevk etmek için kullanılabilmektedir. Özelikle büyük medya grubu sahipleri kendi çıkarlarını koruyabilmek için basını yanlış yönlendirmek suretiyle toplum yanlış bilgilendirmelerle çıkar elde edebilme yoluna gidebilmektedir. Öneri 5. İfade özgürlüğünün kötü niyetli şahıslar tarafından kullanılmasını önlemek için yasal düzenlemeler yapılmalı bu şahısların bu amaçlarına ulaşamamaları sağlanmalıdır. Ayrıca medya sektöründe tekelleşmenin önüne geçilmesi için rekabet kurulu gibi üst kurulların bu hususu denetlemeleri sağlanmalıdır. 86 Bulgu 6. Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarına bakıldığı zaman bu özgürlüğün daha çok parti kapatma davaları ile ilgili olduğu görülmektedir. Fikirler yanlış dahi olsa bunun ileri sürülmesinin yasaklanması o düşüncenin yanlışlığının kanıtlanmasına engel olacaktır. Öneri 6. Partiler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Her partinin aynı görüşü benimsediği veya benimsemeye zorlandığı durumlarda demokrasiden bahsedilemez. Anayasa Mahkemesi çoğu kararında parti yöneticilerinin söz ve beyanlarına dayanarak partileri kapatmaktadır. Bunun sonucunda kapatılan parti farklı isim altında yeniden kurularak daha güçlenmiş bir şekilde geri dönmektedir. Bu nedenle kapatmanın çözüm olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kapatma davalarında ifade özgürlüğünü yorumlarken daha geniş düşünmeli ve toplumda meydana gelen güvensizliklerin önüne geçmelidir. Bulgu 7. İfade özgürlüğünü sınırlayan nedenler somut, sonuçları öngörülebilir değildir. Öneri 7. İfade özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemeler anlaşılabilir ve sonuçları öngörülebilir olmalıdır. Yasa koyucu bu düzenlemeleri yaparken belirsizlik doğuracak ve farklı şekilde anlaşılabilecek düzenlemelerden kaçınmalıdır. Ancak belirtmek gerekir ki; yasanın açık ve anlaşılır olması amacına uygun bir şekilde uygulanabilmesi için yeterli değildir. Bu yasayı yorumlayanlar da yasanın amacına uygun hareket etmek durumundadırlar. Bulgu 8. İfade özgürlüğünün gerçekleştirilebilmesi için yapılması gerekenlerden bir diğeri ise ülkemizdeki hakim ve savcıların AIHM'nin uygulamaları hakkında daha çok bilgi sahibi olmalarının sağlanmasıdır. Bu nedenle ülkemizdeki uygulamalarla AİHM içtihatları arasında bir çelişki bulunması doğaldır. Ancak bu eğitim sürecinden sonra AİHM içtihatlarının mahkeme kararlarına yansımaya başladığı görülmüştür. Ülkemizin hukuk düzeni, batı kaynaklı olmasına rağmen hakim ve savcıların sistemli bir şekilde yurt dışına gönderilerek buradaki uygulamalar hakkında fikir sahibi olmalarının 87 sağlanmaması da bu konudaki diğer bir eksikliktir. Böyle bir uygulama yapılmadığından ülkemizdeki uygulamalar evrensel uygulamalardan uzaklaşmıştır. Öneri 8. Hakim, savcı ve avukatlar diğer ülkelerdeki uygulamaları öğrenmek üzere yurt dışına gönderilmeli ve orada gerekli eğitimleri almaları sağlanmalıdır. Bulgu 9. Türkiye hakkındaki davaların aleyhe sonuçlanması ülkemizdeki yargı bağımsızlığı ile de yakından ilgilidir. Ülkemizdeki uygulamaların AIHM uygulamaları ile uyumlu olabilmesi için yargı bağımsızlığının da sağlanması şarttır. Öneri 9. Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması için ülkede yıllardır konuşulan yargı reformunun yapılması gerekmektedir. Bu reformlara hakimlerin seçiminde ve yükseltilmesinde daha objektif kriterlerin getirilmesi gerekmektedir. Bulgu 10. Anayasa Mahkemesi siyasi parti kapatma davalarında çoğu zaman devletin bütünlüğü esasının ihlal edildiğinden bahisle kapatma kararı vermektedir. Bu konuda kendisine objektif kriterler belirlememiştir. AİHM kararları bu konuda daha demokratiktir ve objektif kriterler benimsemiştir. Öneri 10. Anayasa Mahkemesi siyasi parti kapatma davalarında daha çok demokratik ve ılımlı olmalı, kapatma kararlarında objektif kriterler belirlemelidir. Bulgu 11. AİHM’nin bazı kararlarında objektif davranmadığını görmekteyiz. Mesela İspanya’da Bask bölgesinde faaliyet gösteren Herri Batasuna Partisi İspanyol Mahkemelerince kapatıldıktan sonra, partinin AİHM’ye başvurusu sonucunda AİHM bu talebi reddetmiştir. Ancak Türkiye’de aynı durumda olan partilerin kapatılmasını AİHS’ye aykırı bulmaktadır. Öneri 11. AİHM her olaya aynı uygulamaları sunarak daha objektif kararlar vermelidir. 88 8.2. Genel Sonuç AİHM’nin ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarına bakıldığı zaman bunların çoğunda ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız ve ilgilenmeye değmez görülen haber düşünceler için değil ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan şaşırtıcı ve onları rahatsız eden haber ve düşünceleri kapsamına aldığı belirtilmektedir. Burada çıkarılacak sonuç ifade özgürlüğünün sınırları çizilirken geniş düşünülmesidir. Sadece zararsız olan düşüncelerin açıklanmasında zaten büyük bir sakınca yoktur. Asıl sorunlu olan doğru ancak bazı çevreleri rahatsız eden ifadelerdir. Düşüncenin özgürce anlatılamadığı bir toplumda ilerleme söz konusu olamaz. Toplumda fikir ve ifade özgürlüğünü savunan insanların çoğu kendi gibi olanların özgürlüğünü savunmaktadır. Mesela dindar bir insan dini konularda ifade özgürlüğünün olmasını sonuna kadar savunmaktadır. Ancak dini bazı hususların konuşulması istendiğinde bunun doğru olmayacağını savunmaktadır. Veya milliyetçi kesimlerde ifade özgürlüğünü savunan kişiler kendi ırkları ile yapılan eleştirilere tahammül edememektedir. İfade özgürlüğünün en can alıcı noktası buradadır. Bir tarafın savunduğu bir şeyi diğer tarafın karşı çıkmasına tahammül etmektir. Demokrasi denilen sihirli cümlenin asıl işlevi burada ortaya çıkmaktadır. Demokraside insanların bu karşı görüşlere tahammülü artmaktadır. İnsanlar birbirlerine tahammül etmeyi öğrendiklerinde bu sorunun büyük bir kısmı çözülecektir. İfade özgürlüğü bu aşamada sorunların çözümü anlamında faydalı olmaya başlayacaktır. İfadenin gerçek hayatta karşılaştığı sorunları anlayabilmek için farklı fikirlere sahip topluluklarda şöyle bir deneme yapabiliriz. Fikirlerini bildiğimiz bir topluluktan bir şahsa düşündüğü fikrin tam zıttı bir şey söylenirse karşı tarafın tavrını ölçebiliriz. Burada bu fikre karşı kendi görüşünü sonuna kadar savunabileceği gibi bunu yapmayarak kaba kuvvete başvurmak suretiyle kendini savunabilir. Demokrasinin en önemli koşulu tahammüldür. Birbirlerine tahammül edemeyen toplumlar birlikte 89 yaşayamazlar. Toplumsal akıl denilen ifade ancak konuşma ve tartışma ile meydana çıkar. Bunun için ifade özgürlüğünün çok büyük bir önemi vardır. Mesela dünyanın yuvarlak olduğu savunan Galile fikrini otoriteden korktuğu için söyleyemeseydi belki de biz halen dünyanın düz ve hatta bir öküzün kafası üzerinde olduğunu savunacaktık. Ayrıca kafasında uçma fikri olan Hezarfen Ahmet Çelebi bu fikrini söylememiş ve fiiliyata dökmemiş olsaydı bu konuda ilerleme kaydedilemeyecekti. İlerlemeler hep bir fikrin ileri sürülmesi ve bu fikir üzerine yapılan çalışmalarla sağlanmıştır. Fikir ortaya çıkarılmaz ve geliştirilmezse ilerleme de olmaz. Ancak ne gariptir ki bu fikri söyleyen insanlar o zamanın idareleri tarafından otoriteye baş kaldırıyor diye idam veya farklı cezalara çarptırılmıştır. Mesela Galileo’dan hapisten kurtulabilmesi için dünya dönüyor lafını geri alması istendi. Gelileo Galile ise "Siz ne derseniz deyin Dünya dönüyor "demiş ve idam edilmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi farklı bir şey düşündüğü için tehlikeli görülmüş ve Cezayir'e sürgün edilmiştir. Otoriteler halkı idare edebilmek için kendi fikirleri dışındaki fikirlerin yanlış olduğunu hissetmişlerdir. baskılarını Bunu ispatlayamayınca ispatlamak zorunda artırmış kendi fikirlerini savunmayanlara isyankar, asi sıfatını takmışlardır. Ancak otoritelerin cezalandırdıkları bu kişiler şu an bir çığır açtıkları için hayır ile yad edilmektedir. İşte demokrasinin özelliği her şeyi en iyi bilen bir iktidarın varlığını reddetmesidir. Demokraside her şeyi en iyi bilen yoktur. Toplum kendilerini yönetenler hakkında kararı kendisi vermektedir. Yanlış fikirlere sahip insanlarda bu fikirlerini açıklamakta toplumu bunların doğruluğunu kendi vicdan terazisinde tartarak çözüm bulmaktadır. Toplumumuzun düşman hobisi var. Her devleti kendisine düşman olarak görüyor. Bunun için açıklanan her fikrin düşmanlarca ülkemize sokulduğu aslında bu fikirlerin yanlış olduğu ileri sürülmektedir. Herkesi düşman gören, düşman bulamayınca kendi kendini düşman eden bir toplumun gelişmesi imkânsızdır. İnsanların öncelikle kendileri ve çevreleri ile barışık olması ve tahammül sahibi olması gerekir. Bu tahammül yoksa demokrasi ve insan haklarının gelişmesi de imkansızdır. Hatta bazı demokrasilerde demokrasi adı altında demokrasinin anlamının tam zıttı uygulamalar 90 sergilemişlerdir. Demokrasinin asıl amacı insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir rejim kurmaktır. Toplumun demokrasi isteğine karşı gelemeyen bazı otoriteler demokrasi adı altında kendi tahakkümlerini sürdürmek için yasalar çıkarmışlardır. Bilginin ve iletişimin artmasıyla toplum kendilerinin bu şekilde kandırıldığının farkına varmış ve bu yönetimlerden bu hakları istemeye başlamışlardır. Bunun yerine getirmeyen otoritelere karşı uluslararası korumayı öngören AİHM gibi mercilere başvurmuşlardır. Bunun sonucunda çıkan kararları uygulamak zorunda olan devlet yasalarda ve Anayasalarında değişiklikler yapmak yoluna gitmiş ve bu şekilde hak özgürlüklerin genişlemesi sağlanmıştır. İfade özgürlüğü konusunda en fazla sorun yaşayan siyasi partiler, basın ve üniversitede ki akademik görevlilerdir. Zira bu sorundan en fazla sorun yaşayan ve fikirlerini ileri sürmek için ve bazen bazı gruplarca sakıncalı bulunan görüşleri ileri süren bunlardır. Bunlarda ülkenin gelişmesi için en önemli gruplardır. Bu gruplardakiler görüşlerini yeterince özgür bir şekilde ifade edemezlerse gelişmede olmaz. Siyasi partilerin hepsinin aynı fikirde olduğu ve yeni projelerinin olmadığı yerlerde siyasi, sosyal ve ekonomik anlamında ilerleme olmaz. Kapatılan partilere bakıldığı zaman Türkiye’nin siyasi parti mezarlığına döndüğünü görmekteyiz. Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda kapatılması için açılan davaların neredeyse büyük bir çoğunluğunda kapatma kararı vermiştir. Hatta bazı partilerin kuruluş aşamasında sırf parti tüzüğü Anayasaya uygun değil diye kapatma kararı vermiştir. AİHM bu kararların bazılarını AİHS’ye uygun bulmadığı halde Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları yargılanmanın yenilenmesi nedeni olduğu halde bu kararları uygulamamıştır. Burada da kendi bildiğini uygulayarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin standartlarına uymamıştır. Parti kapatma ile ilgili davalarda siyasetçilerin beyanları partinin temelli kapatılmasına veya bazı yaptırımların uygulanmasına neden olmaktadır. Burada şu sorun çıkmaktadır. İfade özgürlüğü parti kapatmalarda Anayasa Mahkemesi kararlarında 91 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre daha mı geniş yorumlanmaktadır. Yoksa daha dar mı yorumlanmaktadır. Burada bu kıstası inceleyebilmemiz için Anayasa Mahkemesinin parti kapatmalar ile ilgili kararlarına bakmak gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi parti kapatma kararlarının çoğunda parti yöneticilerinin beyanlarını esas almıştır. Burada parti yöneticilerinin ifadeleri çoğu zaman Anayasa ya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesince partiler kapatılmıştır. AİHM bir siyasal projenin Türk Devletinin şimdiki ilke ve yapılarıyla bağdaşmaz oluşunun, onun demokratik kuralları ihlal ettiği anlamına gelmeyeceğini söylemektedir. Kararlara bakıldığı zaman Anayasa Mahkemesinin bu özgürlüğü daha dar yorumladığı sonucu çıkmaktadır. Mahkemelerin görevi yerindelik denetimi yapmak değil hukukilik denetimi yapmaktır. Mahkemeler Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere bir çok kararında hukukilik yerine yerindelik denetimi yapmaktadır. Ayrıca mahkemelerin görevi önleyicilik değildir. Önleyici tedbirler almak idarenin görevidir. Mahkemenin görevi olay olduktan sonra hukuka aykırılıkları tespit ve cezalandırmaktır. Bunun için Anayasa Mahkemesi çoğu kararında önleyici faktörü kendi üzerine almış ve hiçbir somut olay olmadan olabileceği nazara alarak karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin yapısına bakıldığı zaman çok demokratik bir yapıda olmadığı görülecektir. Bu mahkeme TBMM’yi Anayasaya aykırı davranmaması için denetlemektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi çoğu zaman görevi dahilinde olmayan kararların verilmesine de neden olmaktadır. Anayasa Mahkemesini denetleyen bir kurul veya merci olmadığı gibi kararlarının temyiz mercii de yoktur. Ayrıca Anayasayla kendisine sadece Anayasa değişikliklerin şekil yönünden denetleme yetkisi verildiği halde bazen bu yetkisini aşarak bu değişiklikleri esastan inceleme yoluna da gidebilmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi demokratik değildir. Zira üyelerin tamamını Cumhurbaşkanı seçmektedir. Cumhurbaşkanını da şu ana kadar TBMM seçmekte idi. Burada dikkat edilirse bir Anayasa değişikliği hakkında sadece bir kişinin seçmiş olduğu üyeler toplumun geniş bir kesimin ve hatta çok büyük bir 92 çoğunluğunun temsil ettiği kararı iptal edebilmektedir. Bu da antidemokratik bir yapıyı çağrıştırmaktadır. Türkiye’deki partilerin programlarına bakıldığı zaman hepsinin tek kalıptan çıkmış gibi olduğu görülmektedir. Bunun nedeni ülkemizdeki farklı görüşlere tahammülün azlığı ve mahkemelerimizin bu görüşlerin açıklanmasına karşı çıkıp bu partileri kapatmalarıdır. Demokrasinin özelliği hoşgörü ve farklı görüşlere açıklıktır. Demokrasinin tam olarak yerleşmesi için insanların şiddete başvurmadan yaptıkları fikir açıklamasını toplumda büyük bir infial uyandırmayacaksa yasaklamamak gerekmektedir. Yasaklanan fikirler devamlı cazibe kazanmaktadır. Zira yasaklanınca kapalı bir kutu olan şey insanlar tarafından merak edilmekte ve bunun denenmesi yoluna gidilebilmektedir. İnsanlar bunu denedikten sonra işe yaramaz bir fikir ve görüş olduğunu anladıklarında bu görüşten vazgeçebilmektedirler. Ancak bu fikirler yasaklanırsa bunların denenmesi mümkün olamayacağından bu görüşlere olan rağbet artacak bazen korkutucu seviyeye gelebilecektir. Bu fikirlerin çoğu bazı ülkelerde denenmiş ve iyi olmadığı anlaşılarak daha doğru olanlar aranmış ve bulunmaktadır. Ancak bunların denenmesi bazı ülkelerde iktidar değişikliğine neden olduğu halde bazı ülkelerde iktidar değiştirilmeden veya kısa bir sürelik değişiklik ile anlaşılmıştır. Bunun için yasakçı bir anlayışla partileri yasaklamak yanlıştır. İnsanların fikirlerini açıklamasına izin verilmelidir. Eğer buna izin verilmezse insanlar fikirlerini söz ile anlatmak yerine daha farklı ve şiddetli yollara başvurabilir. Kalem her zaman silahtan daha etkilidir. Zira silah veya şiddette ikna yoktur. Ancak kalemde ikna vardır. Silah zoruyla benimsetilen işlerin kalben kabul edilmesi çok zordur. Ancak ikna yoluyla insanlara verilecek bilgilerle insanların bilinçlendirilmesi her zaman daha iyidir. Baskıcı devletler ikiyüzlü insanlar doğurur. Bir toplumun en büyük problemlerinden biri ikiyüzlülüktür. İkiyüzlü insanların olduğu yerde adaletten bahsedilemez. Haktan bahsedilemez. Zira ikiyüzlü olan insanın amacı diğer yüzüyle menfaat teminidir. Menfaatin hüküm sürdüğü bir ülkede gelişme ve ilerleme olmaz. Zira insanlar toplum menfaati yerine kendi menfaatlerini üstün görürlerse hiçbir 93 hukuksuzluktan kaçınmayacaklardır. Bunun için aslında olmadığı halde milliyetçi, dindar, komünist, cumhuriyetçi, vb. insanlar çıkacaktır. Bu insanlar kendi çıkar ve menfaatleri için elinden geleni ardına koymayacak ve toplumda çözülmeler ve güvensizlik oluşmasına neden olacaktır. İşte ikiyüzlü insanlar yaratmamak için ülkedeki ifade özgürlüğünü daha geniş yorumlamak gerekmektedir. Milletvekillerine yasama sorumsuzluğu adı altında meclis altında ifade ettikleri sözlerden sorumlu olmamaları imtiyazı tanınmıştır. Ancak bu özgürlük tamamen sınırsız değildir. Kapatma davalarında çoğu milletvekili kullandığı ifadeler nedeniyle siyaset yapmaktan geçici bir süre yasaklanmaktadır. Yukarda AİHM kararlarında ifade özgürlüğü konusunda sadece zararsız düşüncelerin değil, toplumun bir bölümünün aleyhine olan ve şok eden bilgi ve düşünceleri de kapsadığı belirtilmiştir. Normal vatandaşa tanınan bu hakkın milletvekillerine daha geniş bir şekilde tanınması toplumun gelişmesinin yararınadır. Özgürlüklerin genişletilmesinde devamlı Türkiye’nin ve halkının demokratik bir olgunluğa gelmediği için erken olduğu söylenmektedir. İnsanlarımızın demokratik yönetimi hak edecek kadar eğitim almadığı savunulmaktadır. Benjamin Franklin’in düşüncesine göre güvenliğini özgürlüğüne feda eden ülkeler hem güvenliğini hem de özgürlüğünü kaybederler. Ülkemizde en fazla sorun yaşanan haklardan birisi ifade özgürlüğü kavramıdır. Yukarda bahsedilen bu seviyeye ulaşmadığımız için ifade özgürlüğünün geniş kapsamlı düşünülmemesi gerektiği çoğu düşünürce ifade edilmektedir. Peki ülke demokratik olgunluğa nasıl ulaşacaktır? İnsanlardan kaçarak yasaklayarak demokratik bir olgunluğun oluşması mümkün müdür? Öncelikle ifade özgürlüğü diğer özgürlüklerin kaynağı niteliğinde bir haktır. İnsanlar düşüncelerinin özgürce ifade edebildiklerinde diğer haklarında verilmesini talep edebilecektir. Bunun için gelişimin sağlanabilmesi için demokratik olgunluğun oluşmasını beklemek değil ifade özgürlüğü hakkının daha geniş kullanılmasını sağlamak gerekmektedir. Bir çocuk düşünelim devamlı baskı altında ve kendini ifade edecek bir alan bulamıyor. Beden olarak büyüyor ancak ruh olarak devamlı çocuk durumunda. Zira ruhun gelişmesi için 94 kendisine imkan tanınmamıştır. Bu bireyden topluma büyük bir fayda dokunmayacağı gibi kendisine de bir fayda dokunmayacaktır. Bir çocuğu büyütmek nasılsa bir hakkı büyütmek ve uygulanmasını sağlamak da birbirine benzemektedir. Çocuğa uygulanan baskı onun toplumdan soyutlanmasına neden olacak ve kendisine ve topluma faydasız bir insanın yetişmesine neden olacaktır. Haklarda bu şekildedir. Baskı altında tutulduğu zaman gelişmezler. Gelişmediklerinde demokratik bir olgunluğun oluşması da beklenmeyecektir. Biraz serbesti her zaman iyidir. Yapılan şeyler doğru olmayabilir. Yanlışlarda yapılabilir. Ancak yapılan yanlışlar insanlara daha doğru davranmayı öğretecek ve ilerleme bu şekilde sağlanabilecektir. Bunun için insanımız yeterince eğitimli değil, ülkemiz batılı anlamda demokratik olgunluğa ulaşmadı gibi bahanelerin arkasına sığınarak özgürlüklerin daraltılması doğru değildir. Bu nedenle ülkemizde ve dünyada gelişmeler yaşanmaktadır.12.09.2010 tarihinde ülkemizde yapılan referandumla daha demokratik bir ülkeye geçiş için adımlar atılmıştır. Bu tez referandum tarihinden daha öncesinden yazıldığı için bu referandum sonucu yapılan değişiklikler işlenememiştir. 95 KAYNAKÇA ALACAKAPTAN, Uğur (2000), “Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları, Çağdaş Batı Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar”, Ankara Barosu Hukuk Kurultayı -2000, Ankara, s. 65-68. ARSLAN, Zehrettin (2003), “İfade Özgürlüğünün Sınırlarını Yeniden Düşünmek: ‘Açık ve Mevcut Tehlike’nin Tehlikeleri”, Teorik Ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, (Editör: B. B. Özipek), Ankara: LDT Yayınları,s.25-32. ATAAY, Aytekin (1963), Medeni Hukukun Genel Teorisi, Temel Bilgiler- Genel Kavramlar, İstanbul. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, Der. Vahit Bıçak (2002), Ankara: LDT Yayınları. BEYDOĞAN, T. Ayhan (2003), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türk Hukukunda Siyasi İfade Hürriyeti, Ankara: LDT Yayınları. BIÇAK, Vahit (2003), “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Işığında İfade Özgürlüğü”, Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Editör: B. B. Özipek, Ankara: LDT Yayınları, s. 275-311. CAN, Osman (2003), “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar Açısından Neler Değişti?”, Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Editör: B. B. Özipek, Ankara: LDT Yayınları, s. 369-415. ÇAĞLAR, Bakır (1993), “Kıta Avrupa’sında Yeni Kurumsallaşma Denemeleri, Hukuk ve Demokrasi”, Anayasa Yargısı Dergisi, s.45-54. 96 ÇAĞLAR, Bakır (2002), İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukukunda Türkiye, Ankara: Tübitak Yayınları. DANIŞMAN, Ahmet (1982), Basın Özgürlüğü Nün Sağlanması Önlemleri, Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yayınları. DOST, Süleyman (2001), Avrupa İnsan Hakları Yargısında İfade Özgürlüğü ve Türkiye, Isparta: Fakülte Kitabevi. DÖNER, Ayhan (2003), İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve Avrupa Sistemi, Ankara: Seçkin Yayınları. ERDEM, Fazıl Hüsnü (1998), “Düşünce Özgürlüğü ve Demokrasi” Ankara Barosu Dergisi, Yıl 55, Sayı 1998/1. ERDOĞAN, Mustafa ( 1997), Rejim Sorunu, Ankara: Vadi Yayınları. ERDOĞAN, Mustafa (2001), Anayasal Demokrasi, 4. Baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi. ERDOĞAN, Mustafa (2003), “Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü: Özgürlükçü Bir Perspektif”, Teorik Ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, (Editör: B. B.Özipek), Ankara: LDT Yayınları,s.108-114. GOMİAN, Donna; HARRİS, David (1998), Düşünce İnanç Vicdan Ve İfade Özgürlüğü, ( Çev. Orhan Kemal Cengiz), İstanbul: Belge Yayıncılık. GÖKÇEN, Ahmet (2001), Halkı kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, LDT Yayınları. GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz ve A. Şeref Gözübüyük (1998), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Uygulaması, Ankara: Turhan Kitabevi. 97 GÖZLER, Kemal (2001), "Anayasa Değişikliğinin Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlandırılması Bakımından Getirdikleri ve Götürdükleri: Anayasanın 13'üncü Maddesinin Yeni Şekli Hakkında Bir İnceleme", Ankara Barosu Dergisi, Yıl 59, Sayı 2001/4, s. 45-49. GREER, Steven (2006), The Europen Convention On Human Rights,ABD: Cambridge University Press. GÜNDAY, Metin (2002), İdare Hukuku, 6. Aynı Basım, Ankara: İmaj Yayıncılık. HUGENHOLTZ, P.Bernt (2000), Copyright And Freedom Of Expression In Europe, Oxford : Oxford University Press İÇEL, Kayıhan (1998), Kitle Haberleşme Hukuku, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları. İLAL, Ersan (1986), “Düşünceleri Açıklama Özgürlüğü, Yığınsal İletişim Araçları Ve Anayasa Mahkemesi Kararları”, Anayasa Yargısı Dergisi, c.3, Ankara, s. 61-72. KABOĞLU, İbrahim (1997), Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü, İstanbul: TÜGİK Yayınları. KALABALIK, Halil (2004), İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, İstanbul: Değişim Yayınları. KAPANİ, Münci (1987), İnsan Haklarının Uluslararası Boyutu, Ankara: Bilgi Yayınevi. KAPANİ, Münci (1993), Kamu Hürriyetleri, Ankara: Yetkin Yayınları. 98 KESER, Hayri (2002), “Türk Anayasa Sisteminde Düşünceyi Açıklama Hürriyeti ve Sınırları” , Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 10, Sayı 3-4, s.181204. KORKUT, Levent (2007), İfade Özgürlüğü İlkeler Ve Türkiye, İstanbul: İletişim Yayınları. KUÇURADİ, İonna (1998), “Düşünce Özgürlüğü: Nedir Acaba?”, Düşünce Özgürlüğü, Haz:Hayrettin Ökçesiz, İstanbul: Afa Yayınevi, s. 17-26. KURUCAN, Ahmet ( 2007), İslam’da Düşünce Özgürlüğü, İstanbul: Zaman Kitap. KÜÇÜK, Adnan (2003), İfade Özgürlüğünün Unsurları, Ankara: Liberal Düşünce Topluluğu(LDT) Yayınları. MACOVEİ, Monica (2005), İfade Özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Klavuz, Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları. MEMİŞ, Emin (2000), “İnsan Hakları Avrupa Standardı ve İç Hukuk Etkileşimi Analizleri” Anayasa Yargısı Dergisi, c. 17, Ankara s. 130-172. MİLL, J, S. (2004), Hürriyet Üstüne, (Çev.:M. Osman Dostel-Ömer Çaha), Ankara: Liberte Yayınları. MOURGEN, Jacques, İnsan Hakları, (Çev.: Ayşen Ekmekçi - Alev Türker), İletişim Yayınları. OKUMUŞ, Ali (2007), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türkiye’de İfade Hürriyeti, Ankara: Adalet Yayınları. ÖNER, Necati (2005), İnsan Hürriyeti, Ankara: Vadi Yayınları. 99 ÖZBEY, Özcan (2008), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru Yöntemleri, Ankara: Adalet Yayınları. ÖZBUDUN, Ergun (2005), Siyasi Partiler ve Demokrasi, Ankara: Ankara Barosu Yayınları. ÖZBUDUN, Ergun (1993), Türk Anayasa Hukuku, 3.Baskı, Ankara: Yetkin Yayınları. ÖZCAN, Mehmet (1999), Avrupa Birliğinde Fikri ve Sınai Haklar, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. ÖZDEK, Yasemin (2004), Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara: TODAİE Yayınları. ÖZDEN, Y.G, SERİM, H.B. (1997), İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklerine İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Bu Sözleşmelere Yer Veren Anayasa Mahkemesi Kararları, Ankara : TAKAV Yayınları. ÖZEL, Cevat (2003), Kitle İletişim Araçları Ve Kişilik Haklarının Korunması, İstanbul: Arion Yayınevi. ÖZENÇ, Berke (2006), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve İnanç Özgürlüğü, İstanbul: Kitap Yayınevi. SADURSKİ, Wojciech (2002), İfade Özgürlüğünün Sınırları, Ankara: LDT Yayınları. SCHAUER, F.rederick (2002), İfade Özgürlüğü, Felsefi Bir İnceleme, Ankara: LDT Yayınları. SELÇUK, Sami (1999), Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, 5. Baskı, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. 100 SOYSAL, Mümtaz (1987), 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 7. Bası, Ankara, Gerçek Yayınları. SUNAY, Reyhan (2001), Avrupa Sözleşmesinde Ve Türk Anayasasında İfade Özgürlüğünün Muhtevası ve Sınırları, Ankara: LDT Yayınları. TANÖR, Bülent (1969), Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, İstanbul: Öncü Kitabevi. T.C. Anayasası, (1997), Ankara: Seçkin Yayınları. TEZCAN, Durmuş, ERDEM, Mehmet Ruhan, SANCAKDAR, Orhan (2004), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Uygulaması, Ankara: Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Yayınları. TEZİÇ, Erdoğan (1991), Anayasa Hukuku, İstanbul: Beta Yayınları. TRAGER, R. ve D. L. DİCKERSON (2003), 21. Yüzyılda İfade Hürriyeti,Çev.: A. Nuri Yurdusev, Ankara: LDT Yayınları. Demokrasi Nedir? (1992), Ankara: Türkiye Demokrasi Vakfı Yayını. ÜNAL, Şeref (1995), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ankara: TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları. YILMAZ, Ejder (1996), Hukuk Sözlüğü, Ankara: Yetkin Yayınları. 101 İNTERNET KAYNAKLARI http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg3/ersen.pdf-Erişim Tarihi:15.08.2010 ( 1963 -16,17 sayılı kararların bulunduğu sayfa). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21 56&content= Erişim Tarihi:17.08.2010 (1993-2 esas sayılı Sosyalist Türkiye Partisi Kararı). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=12 52&content= Erişim Tarihi:17.07.2010 ( 1995-25 esas sayılı tanığa sorulacak sorularda dininin sorulmasına dair karar). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=12 88&content= Erişim Tarihi:21.07.2010 ( 1996-48 Esas sayılı Radyo Televizyon yayıncılığı ile ilgili karar). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21 65&content=erbakan-=Erişim Tarihi:17.08.2010(1998-1 esas sayılı Refah Partisi Kararı). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21 50&content= Erişim Tarihi:11.05.2010 (1990-1 esas sayılı Türkiye Birleşik Komünist Partisi Kapatma kararı). http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=26 11&content=ak parti - Erişim Tarihi:11.06.2010 (2008-1 esas sayılı Ak Parti kararı). http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=3721- Erişim Tarihi: 08.08.2010( AİHM’nin İspanya Herri BATASUNA Kararı ). http://www.belgenet.com/dava/rpdava_g01.html- Erişim Tarihi: 18.08.2010 Partisi Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararı ). 102 ( Refah http://www.setav.org/ups/dosya/44242.pdf - Erişim Tarihi: 18.07.2010 ( Halkın Emek Partisi AİHM Kararı ). http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/133_1996_752_951.pdf Erişim Tarihi: 18.05.2010 ( Türkiye Birleşik Komünist Partisi AİHM Kararı ). http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/26482_95.pdf - Erişim Tarihi: 13.05.2010 (Sosyalist Türkiye Partisi AİHM Kararı). http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/59405_00.pdf - Erişim Tarihi: 24.05.2010 (Necmettin Erbakan AİHM kararı). http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/21924-05.pdf - Erişim Tarihi: 24.05.2010 (Nüfus Cüzdanına Din Hanesi Azılması ile ilgili Sinan Işık AİHM kararı). http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/23885_94.pdf - Erişim Tarihi: 29.08.2010 (ÖZDEP AİHM Kararı). http://yenisafak.com.tr/Yorum/?i=271763&t=03.08.2010 - Erişim Tarihi: 29.08.2010 103