İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Bölümü

advertisement
İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Yönetimi Bölümü
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ
Ayhan AKOĞUL
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER
Yüksek Lisans Tezi
Malatya, Ağustos 2010
1
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ
Ayhan AKOĞUL
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER
İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu
Yönetimi Bölümü, 2009-2010 Eğitim ve Öğretim
Yılı Yüksek Lisans Tezi
Malatya, Ağustos 2010
2
KABUL VE ONAY
Ayhan Akoğul tarafından hazırlanan “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramının Karşılaştırmalı Bir
İncelemesi” başlıklı bu çalışma, …/…/…… tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda
başarılı bulunarak jürimiz tarafından Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Başkan: ..........................................................................................................
Üye (Danışman) : ...........................................................................................
Üye : ...............................................................................................................
Üye : ...............................................................................................................
Üye : ...............................................................................................................
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
...../......./................
I
BİLDİRİM
Hazırladığım tezin tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak
gösterdiğimi taahhüt eder ve tezimin kâğıt, elektronik ortamda kopyalarının İnönü
üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda
saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.
0 Tezim tamamen her yerden erişime açılabilir.
0 Tezim sadece İnönü Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir.
0
Tezimin ……yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda
uzatma
için başvurmadığım taktirde ,tezimin tamamı her yerden erişime açılabilir.
II
ONUR SÖZÜ
Yrd. Doç Dr. Hayri Keser Danışmanlığında yüksek lisans tezi olarak hazırladığım
“Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü
Kavramının Karşılaştırmalı Bir İncelemesi” başlıklı bu çalışmanın, bilimsel ahlak ve
geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın tarafımdan yazıldığını ve
yararlandığım bütün yapıtların hem metin içinde hem de kaynakçada yöntemine uygun
biçimde gösterilenlerden oluştuğunu belirtir, bunu onurumla doğrularım.
Ayhan AKOĞUL
I
ÖNSÖZ
İfade özgürlüğü her dönemde yönetimler ile halkın arasında sorun olmuştur. İnsanlar
bu özgürlüğün genişletilmesini isterken, yönetimler bunu çeşitli gerekçelerle sınırlama
yoluna gitmişlerdir. İnsanlar düşündükleri şeyleri söylemek istemişler, yönetimlerde kendini
koruma güdüsü içinde düşünülen her şeyin söylenemeyeceğini söylemişler ve buna bir sınır
koymuşlardır. İnsanlar bu yasağı delmek için çeşitli yöntemler aramıştır. “Güneş balçıkla
sıvanmaz” ifadesine rağmen, bazı yöneticiler yaptıkları hukuksuzlukları örtmek için ifade
özgürlüğüne sınırlama getirmiştir. Basında sansürleme yoluna gitmiştir. Buna karşılık
yanlışlıkları gören insanlar bunu bir şekilde dile getirmek istemişler, bazen bunun
sonucunda bu insanlar haksız yere cezalandırılmış hatta öldürülmüşlerdir. Bunun aksine bazı
art niyetli insanlar, bazı amaçlara ulaşmak için topluma yanlış bilgiler vermişler ve bu
şekilde “çamur at izi kalsın” şeklinde kötü niyetli davranışlar sergileyebilmiştir. Bu insanlar
çok güçlü medya organlarını da arkalarına aldığı zaman yanlış yönlendirme ile toplumu çok
yanlış yönlere çekebilmekte, hatta toplumu isyana sevk edebilmektedir.
Bu kadar önemli bir özgürlüğün tamamen serbest bırakılması veya tamamen
sınırlandırılması
bu
anlamda
sıkıntı
yaratacaktır.
Yukarda
anlatılan
durumlar
değerlendirildiğinde bir tarafta toplumu yanlış yönlendirmek isteyen bir grup, diğer taraftan
ise izlenen hukuksuzlukların ortaya çıkarılması arasında nasıl bir denge kurulacağı gibi bir
sorun ortaya çıkmaktadır.
İşte bu dengeyi sağlamak için Türk Anayasa Hukuku ile Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesindeki ifade özgürlüğü kavramları arasındaki farkları karşılaştırılarak bu dengenin
sağlanması yönünde yapılabilecek değişiklikleri incelemeye çalıştım. Bu bağlamda her iki
kaynağın uygulayıcısı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi
kararlarında ifade özgürlüğü açısından verilen kararları karşılaştırarak bu dengenin nasıl
olması gerektiği konusunda bir çalışma üzerine bu araştırmayı yaptım.
Bu çalışmam da her türlü yardımı esirgemeyen ve ifade özgürlüğüme sonuna kadar
hoşgörülü davranan tez danışmanım Yrd. Doç Dr. Hayri KESER’e teşekkür ederim.
Ayhan AKOĞUL
II
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN HAKLARI
SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ
KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ
Yüksek Lisans Tezi; Yazan: Ayhan AKOĞUL
İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Kamu Yönetimi Bölümü
Haziran 2010
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hayri KESER
ÖZET VE ANAHTAR SÖZCÜKLER
İfade özgürlüğü insanların en fazla ihtiyaç duyduğu haklardandır ve
demokratik toplumun temel haklarından biridir. Birçok AİHM kararında ifade özgürlüğünün
sadece lehte kabul edilen ya da zararsız veya ilgilenmeye değmez görünen bilgi ve
düşünceler değil ayrıca devletin ve nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan şok eden bilgi ve
düşünceler içinde uygulanacağı belirtilmiştir. Bunlar demokratik toplumun olmazsa olmaz
unsurlarından olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir.
Seçilmiş temsilciler demokratik bir toplumun işlemesinde özel bir rol oynarlar ve
onların medya aracılığıyla sıklıkla kamuya yorumda bulunmaya davet edilmeleri
kendilerinden beklenen bir şeydir. Bu açıklamalar yanlış olabilir. Resmi görüşe ve statükoya
karşı olan bir kişi, kendisine siyasi arenada bir yer bulabilmelidir. Diğerleri bu açıklamaya
karşı toleranslı olmaları gerekir. Çünkü bu söylenmez ise doğruları da bulamayız. İfade
özgürlüğü herkes için önemli olduğuna göre halkın seçilmiş bir temsilcisi için öncelikli
önemlidir. Bu nedenle ifade özgürlüğü seçilmiş temsilciler için daha önemlidir. Bu
çalışmada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında belirtilen bu kararlarla, Anayasa
Mahkemesi kararlarını karşılaştırmaya çalıştım.
Anahtar Sözcükler; Anayasa, İnsan Hakları, İfade Özgürlüğü, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
III
A RESEARCH OF CONCEPT OF THE FREEDOM OF EXPRESSİON
AND COMPARISON OF THE JUDGEMENTS OF THE TURKISH
CONSTITUTIONAL JUDICIARY WITH THOSE OF THE EUROPEAN COURT
OF HUMAN RIGHTS
Master Thesis; Author: Ayhan AKOGUL
Inonu University, Graduate School of Social Sciences
Department of Public Administration
(June, 2010)
ABSTRACT AND KEY WORDS
Freedom of expression is the most needed right and it is one of the essential
foundations of a democratic society. Many of decision of Europen Court of Human
Rights consist the freedom of expression is aplicable not only to information or ideas
that are favourably received or regarded as inoffensive or as a manner of indifference,
but also to those that offend shock or disturb the state or any sector of the population.
Such are demands of that pluralism, tolerance and open mindedness, without which
there is no democratic society.
Elective represantatives have a special role to play in the functioning of a
democratic society and it is to be expected that they may frequently be called upon to
give public comment through the media. This comment may be a wrong. A person
opposed to official ideas and positions must be able to find a place in the political arena.
Others must take tolerance this thought. Because if it cannot be told that, we can not find
the true. While freedom of expression is important for everybody, it is especially
important for an elected represantatives of the people. Therefore freedom of expression
is more important for the Elective representatives. In this study, I tried to compare this
decision of European Court of Human Rights and the Turkish Constitutional Court.
Key Words: Constitution, Human rights, freedom of speech, European Human
Rights Agreement, Constitutional Court, European Court of Human Rights.
IV
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KAVRAMININ KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEMESİ
Ayhan AKOĞUL
ONUR SÖZÜ...........................................................................................................i
ÖNSÖZ....................................................................................................................ii
ÖZET VE ANAHTAR SÖZCÜKLER.................................................................iii
ABSTRACT AND KEY WORDS.........................................................................iv
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR.....................................................................................................x
BİRİNCİ KESİM
ARAŞTIRMA HAKKINDA AÇIKLAMALAR
1. ARAŞTIRMANIN
KONUSU,
ÖNEMİ,
DENENCELERİ,
AMACI,
YÖNTEMİ, BİLGİ DERLEME VE İŞLEME ARAÇLARI, KAVRAM
TANIMLAMALARI, SUNUŞ SIRASI…….......................................................1
1.1. Araştırmanın Konusu ve Önemi......................................................................1
1.2.Araştırmanın Denenceleri ................................................................................1
1.3.Araştırmanın Amacı.........................................................................................2
1.4.Araştırmanın Yöntemi……………..................................................................3
V
1.5.Araştırmanın Bilgi Derleme ve İşleme Araçları………...................................3
1.6.Araştırmanın Kavramlarının Tanımlanması.....................................................3
1.7.Araştırmanın Sunuş Sırası................................................................................6
İKİNCİ KESİM
TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI
2. İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI HAKKINDA
GENEL BİLGİLER………................................................................................8
2.1. İnsan Hakları Kavramı ...............................................................................8
2.2. İfade Kavramı…………………………………….……………..…….…9
2.3. İfade Özgürlüğü Kavramı..........................................................................10
2.3.1. Bilgi Edinme ve Düşünme Özgürlüğü…………………………….13
2.3.2. Kanaat, Düşünce Özgürlüğü…………………………………….…16
2.3.3. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü………………..……….………...17
2.3.4. İfade Özgürlüğü Neden Olmalıdır………………...………………18
2.4. İfade Özgürlüğü ve Demokrasi………………...…………….…….……19
2.5. İfade Özgürlüğünün Önemi……………….…………………………..…21
3. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
ve AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ …...……………………………...22
3.1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi..22
3.1.1. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi…………………....22
3.1.2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi…………………………..………23
VI
3.1.3. Türkiyenin AİHS’yi Kabulü ve AİHM’ye Başvuru Hakkı Tanınması24
3.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü………………...…24
3.2.1. Bilgi, Fikir ve Kanaatlere Ulaşma Özgürlüğü………………….....25
3.2.2. Kanaat Sahibi Olma Özgürlüğü…………………………………...27
3.2.3. Basın Özgürlüğü…………………………………………………...27
3.2.4. Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Özgürlüğü……………………...30
3.3.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması 31
3.3.1. Kamusal Menfaatlerin Korunması Amacıyla Sınırlanması…….…33
3.3..1.1. Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni………………………..33
3.3.1.2. Kamu Güvenliği, Toprak Bütünlüğü ve Suçun Önlenmesi 33
3.3.1.3. Genel Ahlakın Korunması……………………………..….34
3.3.1.4. Yargı Gücünün Otorite ve Tarafsızlığının Korunması……34
3.3.2. İfade Özgürlüğünün Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması
Amacıyla Sınırlanması…………………………………………..34
3.3.3. Demokratik Toplumda Gerekli Olma……….…………………….…35
3.3.4. Kanunla Öngörülmüş Olma…………..…………………………...…36
4.
TÜRK
ANAYASA
HUKUKUNDA
İFADE
ÖZGÜRLÜĞÜ
VE
SINIRLARI37
4.1. 1961 Anayasasında İfade Özgürlüğü…………………………………..…38
4.2. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğü……………………………..............38
4.3. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğünün Sınırlanması…………………...39
VII
5. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE TÜRKİYE…………….41
5.1. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Taraf Olması…………..41
5.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Türk Hukukundaki Yeri…………...42
ÜÇÜNCÜ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA
İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KAVRAMININ KARŞILAŞTIRILMASI
6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KONUSUNDA ULAŞTIĞI SONUÇLAR………….…………….………………45
6.1. AİHM’nin Siyasi Parti Kapatma Davaları ve Siyasi İfade Özgürlüğü
Konusunda Verdiği Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar…………………..….....45
6.1.1. Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğü İlkesi Gereğince
Verilen Kapatma Kararları……………………………………………46
6.1.2. Laiklik İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları………………49
6.2. AİHM’nin Verdiği Diğer Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar…………………..55
7. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İLGİLİ
VERDİĞİ
KARARLAR
VE
BUNUN
AİHM
KARARLARI
İLE
KARŞILAŞTIRILMASI………………………………………………………58
7.1. İfade Özgürlüğü İle İlgili Siyasi Partiler Hakkında Verilmiş Anayasa
Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları……………..58
7.1.1. Türkiye Sosyalist Türkiye Partisi Hakkında Verilen Kararlar…….59
7.1.2. Refah Partisi Kararı..……………………………………………....63
7.1.3. Türkiye Birleşik Komünist Partisi Hakkında Anayasa Mahkemesi ve
VIII
AİHM’nin Kararları………………………………………………68
7.1.4. HEP ve ÖZDEP Kararları ………………………………………...73
7.2. İfade Özgürlüğü ile İlgili Diğer Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararları…………………………………………….74
7.2.1. Duruşmada Dinin Sorulmasına İlişkin Anayasa Mahkemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları……………………..75
7.2.2. Basın Özgürlüğü ile İlgili verilen Kararlar………….…….............76
7.2.3. Nüfus Cüzdanında Din İbaresinin Bulunması İle İlgili Karar…….77
7.2.4. Anayasa Mahkemesinin Verdiği Diğer Kararlar…..……………...81
DÖRDÜNCÜ KESİM
GENEL DEĞERLENDİRME
8.
BULGULAR, ÖNERİLER VE GENEL SONUÇ ....................................85
8.1.
Bulgular ve Öneriler......................................................................85
8.2.
Genel Sonuç..................................................................................89
KAYNAKÇA..........................................................................................................96
IX
KISALTMALAR DİZELGESİ
AİHM
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHS
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
AYM
Anayasa Mahkemesi
LDT
Liberal Düşünce Topluluğu
STP
Sosyalist Türkiye Partisi
CMK
Ceza Muhakemesi Kanunu
CMUK
Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu
TBKP
Türkiye Birleşik Komünist Partisi
ÖZDEP
Özgürlük ve Demokrasi Partisi
RP
Refah Partisi
SPK
Siyasi Partiler Kanunu
HEP
Halkın Emek Partisi
AKP
Adalet ve Kalkınma Parti
X
BİRİNCİ KESİM: ARAŞTIRMA HAKKINDA AÇIKLAMALAR
1. ARAŞTIRMANIN KONUSU, ÖNEMİ, DENENCELERİ, AMACI, YÖNTEMİ,
BİLGİ DERLEME VE İŞLEME ARAÇLARI, KAVRAM TANIMLARI, SUNUŞ
SIRASI
Bu bölümde, araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın denencesi, araştırmanın
amacı ve araştırmanın yöntemi, kavram tanımları ve sunuş sırası açıklanarak, araştırma
genel hatlarıyla tanıtılmıştır.
1.1. Araştırmanın Konusu ve Önemi
Günümüzde ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazları arasına girmiştir.
Ülkelerin demokratikliğine bakılırken ülkedeki ifade özgürlüğünün kapsamına
bakılmaktadır.
Hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri belirlilik ve açıklıktır. Ancak diğer
taraftan ülke aleyhine ortaya çıkan çıkar gruplarının yanlış söylemlerinin önüne
geçilmesi ve yanlış bilgilendirmenin önüne geçilmesi de gerekmektedir. Bu iki durum
arasında dengenin nasıl sağlanacağı konusunda bu çalışmada bunlara bir çözüm bulma
gayreti içinde olunmuştur.
1.2. Araştırmanın Denenceleri
Bu araştırma aşağıdaki denencelere dayalı olarak hazırlanmıştır.
Denence-1:
1982 Anayasasının ifade özgürlüğünü düzenleyen hükümleri ile
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(AİHS) ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi
karşılaştırıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın daha kapsamlı bir sınırlama
getirdiği görülmüştür. Bu da ülkemizde ifade özgürlüğünün kapsamının daha dar
1
yorumlanmasına neden olarak, özgürlüğün daha fazla kısıtlanması sonucunu
doğurmaktadır.
Denence-2: Anayasa’nın 25 ve 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ile
ilgili Anayasa Mahkemesi(AYM)’nin verdiği kararlar ile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi(AİHM)’nin
bu
konudaki
kararlarının
karşılaştırılmasında
Anayasa
Mahkemesi tarafından alınan kararların daha az özgürlükçü olduğu görülmektedir.
Yukarda belirtilen hakların gelişmesi için gerekli hakların özgürlükçü yorumlanmasında
Anayasa Mahkemesine büyük bir görev düşmektedir.
Denence-3: İfade özgürlüğünün kapsamının çok geniş tutulması ülkemizde bazı
hassasiyetlerle ilgili sorunlar yaratabilecek yanlış bilgilendirmelere yol açacağından
bunun sınırlandıran nedenlerin açıkça belirtilmesi ve bu konunun yorumunun tamamen
yargı organlarına bırakılması yanlıştır. Bu konuda açık düzenlemeler yapılması
gerekmektedir.
Denence-4: İfade özgürlüğünün baskı altında tutulduğu devletler otokratik
devletlerdir. Otokrasiden demokrasiye geçilebilmesi için ifade hürriyetinin devletlerce
halklarına daha fazla tanınması gerekmektedir.
1.3. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı da ana hatlarıyla Türk Anayasa Hukuku ile Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesindeki ifade özgürlüğü kavramları arasındaki farkları karşılaştırılarak
bu dengenin sağlanması yönünde yapılabilecek değişiklikleri incelemektir. Bu bağlamda
her iki kaynağın uygulayıcısı olan AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ifade
özgürlüğü açısından verilen kararları karşılaştırarak bu dengenin nasıl olması gerektiğini
çözümlemeye çalışmaktır.
2
1.4. Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırmada tarihsel araştırma yöntemi ve betimsel araştırma yöntemi
kullanılmıştır. Araştırmada ilgili yargısal kararlar araştırılarak bu kararlar arasında
karşılaştırma yapılmıştır.
1.5. Bilgi Derleme ve İşleme Araçları
Araştırmada konu ile ilgili Türk ve yabancı kişilerin yazdığı kitaplar ve makaleler
incelenmiş, internet sayfaları taranmış, daha önceden konu ile ilgili var olan araştırmalar
ve tezler gözden geçirilmiştir. Buna bağlı olarak Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın bu
konudaki görüşleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları araştırılmıştır.
Konu hakkında basın takip edilerek makalelerden yararlanılmıştır.
1.6. Araştırmada Kullanılan Kavramların Tanımları
Anayasa
Anayasa” kavramı maddî ve şeklî olmak üzere başlıca iki değişik anlamda
tanımlanmaktadır.
Maddî Anlamda Anayasa - Maddî anlamda anayasa, devletin temel organlarının
kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır.
Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına o kuralın içeriğine, neyi
düzenlediğine bakılarak karar verilir. Bir kural, içerik itibarıyla devletin temel
organlarının kuruluşuyla veya işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal niteliktedir.
Şeklî Anlamda Anayasa- “Şeklî anlamda anayasa, normlar hiyerarşisinde en üst
sırayı işgal eden, kanunlardan farklı ve daha zor bir usulle konulup değiştirilebilen
hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda bir kuralın anayasa
kuralı olup olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın bulunduğu yere ve
yapılış veya değiştiriliş şekline bakılarak karar verilir. Eğer bu kural normlar
hiyerarşisinde en üst basamakta yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir usulle
3
değiştirilebiliyorsa o kural, içerik olarak neye ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır
(Gözler, 2005:35).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Avrupa Konseyine üye olan devletler tarafından hazırlanan ve 1953 yılında
yürürlüğe giren ve insan hak ve özgürlüklerinin tanınması ve korunması bakımından çok
önemli bir belgeyi ifade eder (Yılmaz, 1996:35).
Basın
Toplum içinde düzenli olarak yayımlanan haber, bilgi ve öğelerinin, düşünce
kanıların biçim ve koşullarının tümüdür (Danışman, 1982:1).
Demokrasi
“Üstün iktidarın halkta bulunduğu veya halk tarafından doğruda ya da özgür bir
seçim sistemi içinde seçilmiş temsilcileri aracılığıyla kullanıldığı halk tarafından
yönetimdir” (Türkiye Demokrasi Vakfı, 1992:9).
Düşünce
Plato’nun tanımına göre; “İçe dönük konuşma sanatı”, Aristoya göre; “Maddenin
zihindeki algılanış biçimi” Derscartes’e göre ise;” Düşünüyorum öyleyse varım.”dır.
Sosyolojik anlamda düşünce; “sosyal, kültürel simge sembol ve görüşler üzerinde akıl
çalıştırma eylemidir”. Daha genel bir bakış açısına göre düşünce “ Bir sonuca varmak
amacıyla bilgileri, kavramları incelemek, karşılaştırmak ve aralarındaki ilgilerden
yararlanarak başka düşünceler üretme işlemidir.” (Kurucan,2007:17).
Hak
Hak kelimesi birçok alanda yaygın olarak kullanılmakta ve kullanıldığı alanlara
göre farklı biçimlerde tanımlanabilmektedir. Yapılan alım satım nedeniyle bir haktan
4
bahsettiğimizde bununla karşı taraftan talep edeceğimiz ve karşı tarafında saygı
göstermesi gereken bir menfaati kastederiz. Hukuken bir haktan bahsettiğimizde ise,
“hukuk tarafından tanınan ve korunmasını isteme hususunda ferdin yetkili sayıldığı
menfaati” (Ataay, 1980: 363) ifade ederiz. Bu kullanımları çoğaltmak mümkündür. Hak
kelimesinin değişik alanlarda kullanımı sonucunda varacağımız yer hakkın “yetki”,
“talep” ve “saygı gösterilme zorunluluğu” unsurlarından oluştuğudur (Erdoğan,
2001:117).
Hürriyet ( Özgürlük)
Bireyin başkasına zarar vermeden istediği gibi davranmasıdır (Yılmaz, 1996:67).
Sözlüklerde hürriyet kelimesinin karşısında birkaç tanım bulmak mümkündür.
Mesela zorlamanın yokluğu, tutuklu olmayan bir halin varlığı, bir eylemde bulunma
veya bulunmama iktidarı gibi. Oysa hürriyet bir yaşama halidir ve duygusal alana aittir.
Herkes için kabul edilen bir tanımının yapılamamasının sebebi budur (Öner,2005:13).
Hürriyet sanki ışığa tutulmuş ışığı renklere bölen bir prizmadır. Herkes ona
bakarak kendi açısından gördüğü rengi veya renkleri tasvir eder. Kimine göre hürriyet,
bağımsızlık demektir. Her türlü zorlamadan, dış baskıdan uzak yaşamaktır. Kimine göre
de hürriyet gizliliktir. Kişinin kendi küçük dünyasında başkalarının müdahalesi dışında
yaşamasıdır. Bu nedenle hiçbir kelime yoktur ki hürriyet kelimesi kadar kendisine
değişik anlamlar verilmiş olsun (Kapani, 1993:3).
İfade
Fikirlerin bilginin ve sanatsal tasvirlerin dille resimle ve geleneksel sanat yollarıyla
iletilmesi olarak tanımlanabilir (Schauer, 2002: 130).
Haber veren ve haber alanı gerektiren haberleşme iletişim anlamına gelebilir.
Ayrıca ifade iletişimi kapsamaksızın belirli hareketleri açıklamak için kullanılır
(Beydoğan, 2003:11).
5
İnsan Hakları Kavramı
İnsan hakları, insanların sadece insan olmalarından kaynaklanan hak ve hürriyetleri
ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Tüm insanların başkaca hiçbir ayrım
gözetilmeksizin yalnızca insan olmaları nedeniyle, insanlık onurunun gereği olarak sahip
oldukları hakların tamamını kapsayan bu terim, bu niteliği itibariyle gerçekleştirilmiş bir
durumdan ziyade varılmak istenen bir ideali gösterir(Soysal,1987:190).
Kişinin tek tek kişilerle ve iktidarla ilişkileri içinde kendi malı olarak elinde
bulundurduğu, kurallarla yönetilen ayrıcalıklar (Mourgeon :9).
1.7. Araştırmanın Sunuş Sırası
Araştırmanın sunuş sırası şöyledir:
Araştırma dört kesim ve sekiz bölüm halinde sunulmuştur.
Araştırmanın “Araştırma Hakkında Açıklamalar” başlıklı birinci kesimi bir
bölümden oluşmaktadır.
Araştırmanın birinci bölümü “Araştırmanın Konusu, Önemi, Denenceleri, Amacı,
Yöntemi, Bilgi Derleme Ve İşleme Araçları, Kavram Tanımlamaları, Sunuş Sırası”
başlığını taşımaktadır.
Bu bölümde; araştırmanın konusu ve önemi, araştırmanın
denenceleri, amacı, araştırmanın yöntemi, bilgi toplama ve işleme araçları, kavram
tanımları ve araştırmanın sunuş sırası hakkında bilgiler verilmiştir.
Araştırmanın
“Türk
Anayasa
Hukukunda
Ve
Avrupa
İnsan
Hakları
Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü Kavramı” başlıklı ikinci kesimi dört bölümden
oluşmaktadır.
Araştırmanın ikinci bölümü “İnsan Hakları Ve İfade Özgürlüğü Kavramı Hakkında
Genel Bilgiler” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde; insan hakları ve ifade özgürlüğü
kavramları hakkında açıklamalarda bulunulmuştur.
6
Araştırmanın üçüncü bölümü “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğü” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde tez konusu
hakkında ulusal ve uluslararası mevzuattaki düzenlenen konular incelenmiş ve bu alanın
yargısal denetimini yapan AİHM ve Anayasa Mahkemesi hakkında açıklayıcı bilgiler
yer almıştır.
Araştırmanın dördüncü bölümü “Türk Anayasa Hukukunda İfade Özgürlüğü Ve
Sınırları” başlığını taşımaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu konuda vermiş olduğu
kararlar bu bölümde anlatılmıştır.
Araştırmanın beşinci bölümü “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Türkiye”
başlığını taşımaktadır. AİHM’nin vermiş olduğu kararlar bu bölümde tartışılmıştır.
Araştırmanın “Türk Anayasa Hukukunda Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde
İfade Özgürlüğü Kavramının Karşılaştırılması” başlıklı üçüncü kesimi iki bölümden
oluşmaktadır.
Araştırmanın altıncı bölümü “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İfade
Özgürlüğü Konusunda Ulaştığı Sonuçlar” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili ihlallerde ulaştığı sonuçlar
ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
Araştırmanın yedinci bölümü “Türk Anayasa Mahkemesinin İfade Özgürlüğü İle
İlgili Verdiği Kararlar ve Bunun AİHM Kararları ile Karşılaştırılması ” başlığını
taşımaktadır. Bu bölümde her iki yargı organının verdiği kararlar tartışılmıştır.
Araştırmanın “Genel Değerlendirme” başlıklı dördüncü kesimi bir bölümden
oluşmaktadır. Araştırmanın sekizinci bölümü “Bulgular, Öneriler ve Genel Sonuç”
başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, elde edilen bulgular için getirilen öneriler genel
sonuç kısmında yer almıştır. Araştırmanın en sonunda “Kaynakça” ya yer verilmiştir.
7
İKİNCİ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA
İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KAVRAMI
2. İNSAN HAKLARI VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMI HAKKINDA
GENEL BİLGİLER
İnsan hakları ve ifade özgürlüğü kavramları hakkında çok değişik tanımlar
yapılabilmektedir. Özellikle tanımların kapsamı bakımından çoğu yazar veya düşünür bu
kavramlara farklı anlamlar yükleyebilmektedir. Bu da bu kavramların içeriklerinin
doldurulması bakımından farklı bakış açılarının göz önüne alındığını göstermektedir.
2.1. İnsan Hakları Kavramı
İnsan hakları kavramı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 2. maddesinde "Herkes,
ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken,
mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan
bütün
haklardan
ve
bütün
özgürlüklerden
yararlanabilir."
şeklinde
ifade
edilmiştir(Özden, Serim,1997: 2 ). 1982 Anayasa’sının 12. maddesinde de, "Herkes,
kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere
sahiptir." şeklinde ifade edilmiştir ( T.C. Anayasası, 1997,37).
Temel hak ve hürriyetler kavramı, insan haklarının yalnızca anayasalar tarafından
düzenlenmiş olan kısmını ifade etmekte olup anayasa dışında kalan hak ve hürriyetleri
kapsamaz (Kalabalık, 2004: 2).
İnsan hakları kavramının yerine kullanılan kavramlardan bir diğeri olan kamu
hürriyetleri ise, insan haklarının devlet tarafından tanınarak, hukuk kurallarıyla düzenlenmiş olan kısmını ifade etmektedir (Kapani, 1993: 14).
8
İnsan hakları toplumun yaşarken devletin baskısına karşı kendini güvencede
hissedebilmesi için devlet tarafından güvence altına alınan haklardır. Devlet bu hakları
insanlara vermekle kendini yükümlülük altına sokmaktadır. Bu açıklamalardan da
anlaşılacağı üzere, insan hakları kavramı yerine başka birçok kavram kullanılmakla beraber, bunların hiçbiri, insan hakları kavramını tam olarak karşılamamaktadır.
"İnsan hakları aslında, insanın içinde bulunduğu somut tehlikelerden kaynaklanan
bir özgürlük arayışı ve insan şeref ve haysiyetiyle özgürlük içinde yaşama isteğidir."
(Ünal, 1995: 9). Bu tanımdan anlaşılacağı üzere insan hakları insanın özürlük içinde
yaşama isteğidir. Burada insanın bu isteğini kimden talep edeceği konusunda sorun
yaşanabilecektir.
İnsan özgürce yaşama talebinin
muhatabının devlet
olması
gerekmektedir. Zira insanların özgürlüğünü sağlayacak egemen bir kuvvet olarak devlet
her zaman bunu sağlamaya yetkilidir. "Dünyanın her yerinde insan haklan davasının muhatabı, öncelikle devlettir yine bu nedenle insan haklarıyla ilgili iddia ve talepler her
zaman devlete karşıdır" (Erdoğan, 2001: 125).
Anayasalar, insan haklarını tanıyıp güvence altına alan ve devletin temel
organlarını düzenleyen yasalardır. Bir anayasa devlet teşkilatını düzenlemesine rağmen
insan haklarını tanıyıp güvence altına almıyorsa bu anayasa gerçek anlamda bir Anayasa
değil olsa olsa "sözde" bir anayasadır. Eğer anayasa, insan haklarını düzenlemekle
birlikte bu hakları devletin keyfi müdahalesine açık tutuyorsa bu anayasa da sözde bir
anayasa olmaktan kurtulamayacaktır (Erdoğan, 2001: 125-126).
Devlet insan haklarını koruma yükümlülüğünü, polis, icra ve mahkeme düzeni
kurmak suretiyle yerine getirebilecektir (Erdoğan, 2001:126).
2.2. İfade Kavramı
İfade denince ilk akla gelen dildir. İnsan kendisini dille ifade eder. Bunun dışında
insanın kendini ifade etme yollarından birisi de sanattır. Ayrıca el kol hareketleri de
9
ifadenin bir başka şeklidir. Bunun dışında sanat, giyim, kuşam, davranış tarzı dahi ifade
kavramının içine girmektedir.
Sosyal bilimlerdeki bir çok kavram üzerinde olduğu gibi ifade kavramı üzerinde de
bir fikir birliği bulunmamaktadır. Kavram üzerinde fikir birliğinin bulunmaması kavramın
dinamik yapısından değil, mahkemeleri de ilgilendirmesinden kaynaklanmaktadır
(Beydoğan, 2003:9). İnsanların ifadeleri farklı bir şekilde yorumlanabilmektedir.
İnsanlar düşüncelerini farklı bir şekilde ifade etmektedir. Bu ifadelerin sakıncalı olup
olmadığı mahkemeler tarafından denetlenmektedir.
2.3. İfade Özgürlüğü Kavramı
Kişilerin iç alemindeki düşüncelerinin çeşitli vasıtalarla temarüz etmesi olarak
belirtebiliriz. Bu vasıtalar söz, yazı, resim, işaret olabilmektedir. Hukuk alemi ancak
dışa vurulan, başkalarının hürriyet alanını etkileyen faktörlerle ilgilenebilir. Düşünce
dışa vurulmadığı sürece bir anlam ifade etmez (Keser,2002:187).
Öğretide ifade özgürlüğü kavramı yerine "düşünce özgürlüğü" (Tanör, 1969: 15;
Kuçuradi, 1998: 25), "düşün özgürlüğü" (Selçuk, 1999: 361), "fikir özgürlüğü" (Küçük,
2003: 9), "düşünce ve tartışma özgürlüğü" (Mili, 2004: 49), "ifade özgürlüğü" (Sunay,
2001: 5) terimleri başta olmak üzere daha birçok terim kullanılmaktadır. İfade özgürlüğü
konusundaki bu terim çeşitliliği sadece öğretidekilerle sınırlı olmayıp mahkeme
kararlarında da ifade özgürlüğü yerine kullanılan başka terimlere rastlamak mümkündür.
Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğüyle ilgili olarak vermiş olduğu bazı kararlarında;
ikili bir ayrım yaparak, düşünmenin tamamen kişilerin iç dünyaları ile ilgili, düşüncenin
ifade edilmesinin ise dış dünyaya yönelik olduğunu belirtilerek ifade özgürlüğünü
"düşünce" ve "düşünceyi açıklama" özgürlüğü şeklinde iki ayrı hürriyet olarak
isimlendirmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, düşünce özgürlüğü, düşünceyi açıklama
özgürlüğü olmadığı gibi, ifade özgürlüğünü de düşünceyi açıklama özgürlüğüne
indirgemek mümkün değildir (Can, 2003: 370).
10
Bu kavramın mevzuatta düzenleniş şekline bakarsak, öncelikle Anayasamızın
Düşünceyi Açıklama Ve Yayma özgürlüğü başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu
fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin
sistemine bağlanmasına engel değildir. ”denilmektedir. (Kili, Gözübüyük, 2000:270)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğü başlıklı 10. maddesinin 1.
fıkrasında “Herkesin ifade özgürlüğü hakkı vardır. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma
ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” denilmektedir
(Gemalmaz, 2000, 179).
Buna göre ifade özgürlüğü herkesin düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma
özgürlüğü olarak tanımlanabilir. Bu kavramlarının içeriğine baktığımızda bu maddelerin
birbirine tamamen uyumlu olduğunu görmekteyiz. Anayasa maddesinin ifade
özgürlüğünü daha kapsamlı şekilde düzenlediği görülmektedir. Zira Anayasa’da hem
düşünce hem de kanaatlerini, söz yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklama olarak öngörülmüştür. Oysa AİHS’de bu kısaca ifade özgürlüğü olarak
belirtilmiştir. Anayasa’da bir konunun ayrıntılı düzenlenmesi çoğu zaman bu alanın
Anayasa tarafından daha fazla sınırlandırıldığı anlamını taşımaktadır. Zira Anayasa’da
belirtilen hükümler ayrıntılı düzenlenmemişse bu alanda daha fazla bir esnekliğin
olduğu anlamı çıkmaktadır. Ancak Anayasanın bu maddesine bakıldığı zaman bu alanı
daraltan değil daha da genişleten bir alanın olduğu görülmektedir.
Ayrıca bu maddelere bakıldığı zaman Anayasa ile AİHS maddeleri arasında bir
paralelliğin olduğu görülmektedir. Bu da Anayasa hazırlanırken yasa koyucunun bu
ulusal üstü belgeyi göz önüne alarak bu maddeyi oluşturduğu sonucunu doğurmaktadır.
11
İfade özgürlüğü, diğer hak ve hürriyetlerin temeli olması itibariyle liberal
demokrasilerin başlıca özelliklerinden biridir. İfade özgürlüğü, hem dar anlamda hem de
geniş anlamda kullanılabilmektedir. Dar anlamda ifade özgürlüğü dendiğinde bundan
kastedilen, insanların düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olması ve bunları serbestçe
açıklayabilmeleridir (Dost, 2001: 11). Geniş anlamda ifade özgürlüğü ise, "Bir düşünce,
inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçıl yoldan açığa vurulmasının (izharının) veya
dış dünyada ifade edilmesinin serbest olması demektir" (Erdoğan, 2003:37).
İfade özgürlüğü, hem negatif hem de pozitif yönü olan bir hürriyettir. Kişilerin
düşünce ve kanaatlerini serbestçe dışa vurmaları ifade özgürlüğünün pozitif yönünü,
kişilerin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamamaları ise, bu özgürlüğün negatif
yönünü oluşturmaktadır (Dost, 2001:12).
İfade özgürlüğünün varlığıyla, devlet iktidarının sınırlı ve tarafsız olması doğru
orantılıdır (Küçük, 2003:57). Devlet iktidarının sınırlı olmadığı bir ortamda, genel olarak
hürriyet alanı dar tutulduğu gibi, devletin ideolojik olduğu bir ortamda da, toplum
çoğunluğuna veya resmi söyleme aykırı olan
düşüncelerin
ifadesi
imkansızlaşır
(Sunay, 2001:18-19).
İfade özgürlüğü, birçok unsur hürriyetten oluşan bölünmez bir bütündür (Küçük,
2003:13). Bu bakımdan onun tam anlamıyla sağlanabilmesi, unsur hürriyetlerin hepsinin
bir arada bulunmasına bağlıdır. Unsur diye tabir ettiğimiz bu hürriyetler; "bilgi edinme
ve düşünme özgürlüğü", "bir görüşe sahip olma (kanaat, düşünce) özgürlüğü" ve
"düşünceyi açıklama özgürlüğüdür (Küçük, 2003: 13-14).
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun asli unsurlarından birini
oluşturduğunu savunmaktadır. Mahkemeye göre, bu özgürlük demokratik toplumun
ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biridir(Özdek,2004:240).
Terminolojik olarak ister "düşünce özgürlüğü" ve "düşünceyi açıklama özgürlüğü"
şeklinde ikili bir ayrım yaparak iki ayrı terim, isterse "düşün özgürlüğü", " düşünce
12
özgürlüğü" vs. şeklinde başka bir terim kullanalım, karşımıza çıkacak olan husus, ifade
özgürlüğünün bünyesinde bir çok unsur özgürlüğü barındıran ve ancak bu unsur
hürriyetlerin tümünün varlığı halinde gerçekleşecek bir hürriyet olduğudur (Küçük,
2003:13).
Daha öncede belirtildiği gibi ifade özgürlüğü, birçok unsur özgürlüğü bünyesinde
barındıran bir hürriyettir. Bu nedenle unsur hürriyetlerden herhangi birisinin yokluğu ya
da önemli ölçüde kısıtlanması ifade özgürlüğünü zedeleyecektir (Tanör, 1969: 23). İfade
özgürlüğünün olmazsa olmaz (sine qua non) üç unsur hürriyetten oluşan bir bütün olduğunu söylemek mümkündür (Erdem, 1998: 8-9 ). Bunlar:
- Bilgi Edinme Ve Düşünme Özgürlüğü,
- Bir Görüşe Sahip Olma (Kanaat, Düşünce) Özgürlüğü
- Düşünceyi Açıklama Özgürlüğüdür.
2.3.1. Bilgi Edinme ve Düşünme Özgürlüğü
Bilgi edinme insanın en doğal haklarındandır. Zira bilgi edinilmeden bilginin
doğruluğu tartışılamaz. Bilgi edinme ihtiyacı nedeniyle bilgi edinme konusunda
kanunlar çıkarılmış ve bilgi edinmenin önünde engel çıkaranlar için yaptırımlar
getirilmiştir. Ancak bu hak sınırsız olarak tanınmamıştır. Devlet sırrı, ticari sır gibi
sınırları belli olmayan sınırlamalar getirilmiştir.
Bu
sınırlamalar
bu
hakkın
kullanılmasının engellenmesine neden olmaktadır.
Devletler vatandaşlarını kendi görüşüne uymaya maruz tutmamalı ve belirli
fikirlere sahip bireyleri ötekilere karşı kayırmamalıdır. Ayrıca devletin tek yanlı bilgi
yayması, kanaat sahibi olma özgürlüğü önünde ciddi ve kabul edilemez bir engel
oluşturabilir (Macovei,2005:9).
İnsanın bilmek ve öğrenmek ihtiyacını karşılamakta olan bilgi edinme özgürlüğü
(Sunay, 2001:50), aynı zamanda ifade özgürlüğünün ilk aşamasını oluşturmaktadır.
13
Kişilerin iç aleminde gerçekleşen düşüncelerin oluşabilmesi için bilgi kaynaklarına hür
bir şekilde ulaşabilmeleri, bu bilgiler arasında istediklerini seçebilmeleri ve bunlardan
serbestçe sonuçlar çıkararak diledikleri kanaatlere varabilmeleri gerekir (Gökçen, 2001:
223). Kişilerin bir konu üzerinde düşünce ve fikir sahibi olmaları bütünüyle kendi istem
ve çabalarının sonucu değildir. Bu düşünce ve fikirlerin oluşumunda dış dünyadan
alınan bilgilerin önemli bir payı vardır. Dış dünyadan alınan bu bilgilerin düşüncelerin
hammaddesini oluşturduğunu söylemek mümkündür (Sunay, 2001: 49).
İfade özgürlüğü kişilerin kendilerini geliştirebilmelerinde önemli bir yere sahiptir.
Bu nedenle düşünmeye ve düşünmeyi tahrike olan katkısı nedeniyle ifade özgürlüğünün
bir parçası olan bilgi edinme özgürlüğü de insanının kendisini geliştirmesi açısından
önemlidir. Düşünmenin hammaddesi olan bilgiye ulaşma özgürlüğünün sınırları aynı zamanda düşünme ve düşünme sonucunda oluşan düşünce ve kanaatler bakımından
belirleyici bir özellik taşımaktadır. Bilgiye ulaşmaları önemli ölçüde kısıtlanmış
toplumlarda kişilerin düşünme yetileri de buna paralel olarak zayıf kalacaktır (Kaboğlu,
1997:25).
Kişilerin birbirleri hakkında veya toplumdaki olaylar hakkında bilgi almaları
konusunda daha az kısıtlamaya gidilirken, devlet faaliyetleri söz konusu olduğunda bu
kısıtlamaların daha geniş olduğu görülmektedir. Devlet faaliyetleri hakkında kişilerin
bilgi edinebilmeleri, demokrasinin gerçekleşmesi için önemlidir. Bu bakımdan bilgi
edinme özgürlüğü kapsamında idareden bilgi edinilmesi konusunun özel bir yeri vardır.
Bir devlet kişilerin birbirleriyle haberleşmesini, kitle iletişim araçları vasıtasıyla bilgi
edinmelerini serbest bırakmış olabilir. Ancak kendi faaliyetleri ile ilgili olarak bilgi ve
belgeleri ilgili kişilere vermekten kaçınıyorsa bu devletin şeffaf ve demokratik bir devlet
olduğu söylenemeyecektir. Böyle davranan bir
devlet, kişilerin bu konuları
düşünmelerine de bir sınırlama getirmiş demektir. Ayrıca bu türden bir kaçınma devletin
kişileri bir suje olarak kabul etmemesinden kaynaklanan başka sorunları da ortaya
çıkarabilecektir.
Bundan
dolayı
demokrasinin
14
sağlıklı
bir
şekilde
işlemesini
sağlayabilmek için kişilerin gerçekleri olduğu gibi öğrenmelerinin önü açılmalıdır
(Alacakaptan, 2000: 17).
Kişilerin idareden bilgi alabilmeleri idarenin tüm işlemleri için geçerli değildir.
İdarenin bir takım işlemleri vardır ki -uluslararası istihbarat çalışmaları gibi- bunların
kişiler tarafından bilinmesi bir takım sakıncalı sonuçlar ortaya çıkarır (Küçük, 2003, 21).
Bu durumda bilgi edinme hakkına yasayla bazı sınırlamalar getirilmesi gündeme gelebilir. Burada kişilerin bilgi edinme özgürlüğüyle kamusal çıkarların dengelenmesi
gözetilmelidir. Ancak bu kısıtlama bakımından idareye geniş bir takdir payı
bırakılmamalıdır. Bu alanda idareye geniş bir takdir payı bırakılması, bilgi vermeyi
engelleyen "devlet sırrı" ve "gizlilik" gibi hususların geniş bir şekilde yorumlanarak bilgi
edinme özgürlüğünün önemli ölçüde kısıtlanması tehlikesini beraberinde getirecektir
(Küçük, 2003:22).
İfade özgürlüğünün bünyesinde bulunan unsur özgürlüklerden bir diğeri de
düşünme özgürlüğüdür. Düşünme, insan beyni tarafından yerine getirilen hem fiziki hem
de felsefi bir faaliyettir (Küçük, 2003: 29). İnsanı diğer hayat formlarından ayıran
düşünme, ifadenin kaynağını oluşturmaktadır (Trager ve Dickerson, 2003: 16).
Düşünme özgürlüğünün, insanın iç dünyasında gerçekleşen bir faaliyet olması
nedeniyle bu özgürlüğün sınırlandırılmasının mümkün olmadığı söylenebilir (Teziç,
1990: 32). Bu anlayış Anayasa Mahkemesinin bir kısım kararlarına da yansımıştır.
Anayasa Mahkemesine göre, düşünme ve kanaat özgürlüğü, bir iç hürriyet olarak kaldığı
sürece mutlak ve sınırsızdır. Kişinin iç alemi sadece kişiyi ilgilendiren bir alandır ve bu
alana kanuni bir müdahalede bulunmak mümkün değildir. Düşünme özgürlüğü, ancak
toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ilgi alanına girip sınırlamalara tabi
olabilecektir. Düşünmeyi kişinin iç dünyasındaki bir beyin faaliyeti olarak ele aldığımızda buna doğrudan müdahale edilemeyeceği doğrudur. Fakat kişinin neyi ne kadar
düşüneceğini belirleyenler de dış etkenlerdir. Bu açıdan düşünmenin kişinin iç dünyasıyla ilgili olduğu, bu nedenle de düşünmeye müdahale edilemeyeceği şeklindeki bu
15
anlayışa ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Çünkü düşünme, kişinin iç dünyasında gerçekleşen
bir faaliyetse de onun dış dünyadan etkilenmeyeceği düşünülemez (Sunay, 2001: 6).
Esasen kişinin iç dünyasında gerçekleşen ancak dış etkenlerle sıkı bir ilişki içinde
olan düşünme özgürlüğü, haklı olarak belirtildiği gibi, ifade özgürlüğünün beynini
oluşturur (Küçük, 2003:50). İfade özgürlüğü insan hakları içinde nasıl ayrıcalıklı bir yere
sahipse, düşünme özgürlüğü de ifade özgürlüğü içinde önemli bir yere sahiptir ve bu
hürriyet tam anlamıyla gerçekleşmediği takdirde ifade özgürlüğünü oluşturan diğer unsur
hürriyetler de değersiz olacaklardır (Küçük, 2003: 50).
2.3.2. Kanaat, Düşünce Özgürlüğü
Düşünce, elle tutulup gözle görülmeyen ancak hissedilen ve hem toplumun hem de
bütün insanlığın hayatına yön veren, gelişimini derinden etkileyen ve renklendiren,
insanın en değerli ürünüdür (Gökçen, 2001: 238). Düşünce özgürlüğü, felsefi, dini, siyasi, ekonomik vs. hangi alanda olursa olsun kişinin edindiği bilgiler arasından doğru
olduğuna inandığı görüşleri seçebilmesi ve tercih edebilmesi olarak tanımlanabilir
(Teziç,1990:33).
Düşünce, kanaat ve inançlar dış dünyaya aktarılmadıkları sürece dış dünyada
herhangi bir sonuç doğurmazlar (Teziç,1990:32). Düşünce özgürlüğünün kişinin iç
dünyasıyla ilgili olması nedeniyle hukuki sınırlamaların dışında kalması gerektiği
söylenebilir. Zaten bu konuda bir sınırlama yapılması mümkün olmayıp, düşünce
özgürlüğünü sınırlamaya yönelik girişimler insan onurunu zedeleyici uygulamaları da
beraberinde getirecektir (Can,2003:371). Ancak düşünce özgürlüğünün hukuki
düzenlemelerle sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı ile hukuki düzenlemelere tabi
tutulup tutulmayacağını birbirinden ayrı düşünmek gerekmektedir (Küçük,2003:52).
Hukuk kuralları sadece sınırlayıcı nitelikte kurallardan ibaret değildirler. Bir kısmı da
hakları güvenceye almayı amaçlarlar. Düşünce özgürlüğü, sınırlayıcı nitelikte hukuk
kurallarıyla birlikte düşünüldüğünde, hukukun mutlak sınırlama alanı dışında kalmakta
ve insan haklarının sert çekirdeğini oluşturmaktadır (Kaboğlu, 1997: 27).
16
Düşünce özgürlüğünün güvencede olabilmesinin diğer bir gerekliliği ise devletin
farklı düşünce kanaat ve inançlar taşıyan kişilere karşı tarafsız olmasıdır. Bunun için de
devletin kişilerin düşünce ve kanaatlerini öğrenme konusunda bir çaba içinde olmaması
gerekir. "Kişilerin düşünce ve kanaatlerinin öğrenilmesi yönünde sergilenen çabalar
bünyelerinde bireylerin farklı muamelelere tabi tutulabilmeleri tehlikesini taşımaktadır."
(Küçük, 2003: 57 ).
2.3.3. Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü
Düşünceyi açıklama özgürlüğü, kişinin kendi düşünce ve kanaatlerini dış dünyaya
serbestçe aktarabilmesidir. Bu unsur, ifade özgürlüğünün dış dünyaya yansıyan
boyutunu teşkil etmesi nedeniyle dış dünyada en çok yankı bulmakta ve kısıtlamalara
konu olmaktadır (Küçük, 2003:66). Kişiler düşüncelerini açıklayarak tabir yerindeyse
ürettiklerini pazara çıkarmaktadırlar (Erdoğan, 2003: 41). İfade özgürlüğünün tam
anlamıyla gerçekleşebilmesi için düşünceyi açıklama özgürlüğüyle tamamlanması
gerekir. Düşüncelerin açıklanmadığı bir ortamda ifade özgürlüğü, dış dünya boyutundan
yoksun içsel bir olgu olarak kalacaktır (Küçük, 2003:67).
Düşüncenin açıklanması bir kararın zihin dışındaki uygulamasıdır (Sunay, 2001:
63). Kişiler, beşeri varoluşlarının bir gereği olarak, sahip oldukları düşünce ve
kanaatlerini diğer insanlarla paylaşmak ve kendi görüşlerine taraftar bulmak isterler. Bu
nedenle de sahip oldukları görüşlerini çeşitli şekillerde dışa vurular. Bu dışa vurum
sözlü ve yazılı anlatım, sanatsal gösterim, kişisel görünüm ve görüntü tercihi, gösteri
yürüyüşü, toplantı yapma ve örgütlenme şeklinde olabilir (Erdoğan, 2003: 37).
İfade özgürlüğü, düşünce ve kanaatleri söz, yazı ya da başka araçlarla başkalarına
aktarabilme ve onları kendi düşünce ve inançlarının doğruluğuna ikna edebilme ve kendi
tercihleri doğrultusunda davranışlarda bulunabilmektir (Tanör, 1969: 27). Diğer tüm
insan haklarında olduğu gibi ifade özgürlüğünün sağlanmasının muhatabı da devlettir.
İfade özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından devletin hem negatif hem de pozitif
yükümlülüğü vardır. Bu nedenle devlet, kişilerin düşünce ve görüşlerini ifade etmelerine
17
keyfi olarak müdahale etmemenin yanında düşüncelerini açıklayan kimseleri toplumdaki
diğer kişi ve gruplardan gelecek baskı ve tehditlere karşı da korumalıdır (Erdoğan,
2003:39).
İfade özgürlüğünün konusu olan düşünceler ve inançlar, hayatın din, ahlak, siyaset
gibi çeşitli alanlarına yönelik olabilirler. Kişiler hayatın çeşitli alanlarına yönelik olarak
ifade ettikleri görüşlerinde yeni fikir ve bilgileri topluma aktarabilecekleri gibi mevcut
uygulamaları ve önceden ortaya sürülmüş fikirleri de eleştirebilirler. Bunlardan başka
kendi görüşlerine taraftar toplamak için propaganda da yapabilirler. İfade özgürlüğünün
içerik bakımından korunması daha doğrusu ifade özgürlüğünün önemi, sadece toplumun
tümü tarafından benimsenen veya ifade edildiğinde yadırganmayacak fikirler için
değildir. İfade özgürlüğünün önemi, egemen fikirlere ne kadar aykırı olursa olsun, herkesin yeni düşünceler ve bilgiler getirme hakkını korumasından kaynaklanmaktadır
(Kuçuradi, 1998: 25).
İfade özgürlüğünün konu bakımından zenginliği ve korunması, ifadede kullanılan
araçlar için de söz konusudur. Düşünceleri sözle, yazıyla, resimle veya başka herhangi bir
araçla açıklamak mümkündür. Kişiler düşüncelerini, tek başlarına ifade edebilecekleri
gibi onun toplumda daha büyük yankı getirebilmesi için toplu bir şekilde de ifade
edebilirler. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yapmak ya da parti, sendika vs. çatısı altında
örgütlenerek
düşüncelerin
açıklanması,
toplu
şekilde
yapılan
düşünce
açıklamalarındandır (Küçük, 2003:73). Bunlardan başka, haksız bir uygulamaya karşı
kamuoyuna çağrı niteliğinde olan ve sivil itaatsizlik olarak adlandırılan eylemler de bir
düşünce açıklama aracı olarak kabul edilmelidir (Sunay, 2001: 12).
2.3.4. İfade Özgürlüğü Neden Olmalıdır
İnsanlar diğer canlılardan farklı olarak düşünen bir varlıktır. Ayrıca insanlar,
yaratılışları gereği, diğer canlılardan farklı oldukları gibi kendi hemcinslerinden de farklı
özelliklere sahiptirler. Görünüm olarak tek tip olmadıkları gibi düşünce olarak da
standart özellik göstermezler. İnsanların diğer canlılardan farkı içindeki ruhu ve
18
beynidir. Diğer canlılarda da beyin vardır ancak bu beyni sadece yaşamak için
kullanırlar. İnsanda ise beyin ve ruh birlikteliği ile çok farklı ürünler meydana
gelebilmektedir. Bu da insan olmanın verdiği bir ayrıcalıktır. İfade özgürlüğünün
gerekliliği ve gerçekleştirilmesi, her şeyden önce insanların düşünebilme yetenekleri ile
diğer canlılardan, daha sonra ise farklı düşünebilip farklı görüşlere sahip olabilmeleri
bakımından kendi hemcinslerinden ayrı olmalarından kaynaklanmaktadır. İfade
özgürlüğünün gerçekleştirilmesi insan olmanın gereğidir. Tabiatı gereği farklı
düşünebilen bir varlık olan insanın kendini dışa vurma ihtiyacı, onu insan kılan başlıca
özelliklerden bir tanesi olup, sonuçları ve faydalarına bakılmaksızın sadece bu nedenle
bile savunulmayı hak etmektedir (Özipek, 2003: 1-2).
İfade özgürlüğünün gerekçeleri; gerçeği aramak, bireysel özerklik, demokrasi ve
kendi kendini yönetme ve hoşgörüdür. Yargıç Holmes” Gerçekliğin en iyi testi
düşüncenin piyasa rekabeti içinde kendisine kabul ettirme gücüdür.”demiştir. “Bir
kimsenin hayatını kısaltsa bile sigara içmenin yanlış bir tarafı yoktur” ifadesi gerçeklik
analizine neredeyse uymayan türden görüşlerdir. Yanlışlar az bir değere sahip olsa bile
yinede nefes alacakları bir yer sağlamak için onlara bir ölçüde hoşgörü gereklidir.
Çünkü yanlış olgusal değerlendirmelere ağır sorumluluk yüklemek, şevk kırıcı bir etki
yaratacak ve doğru ifadelere de engel olunmasıyla sonuçlanacaktır. Şu veya bu şekilde
hukuk düzeninde bir hata yapılmak zorundaysa, demokrasi açısından, politikacılar
hakkındaki bazı yanlışlar bazı gerçeklerden vazgeçilmesinden daha iyidir (Sadurski,
2002:1-9 ).
2.4. İfade Özgürlüğü ve Demokrasi
AİHM demokrasilerde fertlere fikirlerini açıkla imkânının verilmesini kişilerin ve
toplumun ilerlemesinin temel şartı olarak değerlendirmektedir. Gerçekten düşünceyi
açıklama özgürlüğü kısıtlandığında haber ve fikir akışı durur, toplum statik hale gelir.
Bu durum her halükarda insan tabiatına aykırıdır. Çünkü istek ve inançlar tek tip
değildir. Bu hakkın kısıtlanması memnuniyetsizliklerin artmasına ve toplumsal
19
kargaşaya sebep olur (Gökçen, 2001:332). Bu nedenle demokrasinin olmazsa olmazı
olan ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumda yeterince tanınması gerekmektedir.
AİHM bir söylemin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi konusunda en
fazla başvurduğu kavram demokrasi kavramıdır. AİHM ifade özgürlüğünü demokratik
sistemin olmazsa olmazları arasında görmektedir. İfade özgürlüğü diğerlerinin
haklarının korunması olarak mahkemece değerlendirilmektedir. Bazen mahkeme bu
belirsiz kavram dolayısıyla yanlış kararlar verebilmektedir. Örneğin Groppera davasında
Divan, 1990 Mart ayında, programların içeriğine veya eğilimine yönelik bir tür sansür
uygulama anlamına gelmediği ölçüde, resmi makamların düşünceyi açıklama
özgürlüğünün kullanımına müdahale etmeye ilişkin sahip oldukları takdir hakkını
aşmadığına kanaatine varmıştır (Hugenholtz,2000:5).
Demokrasilerde iktidarın kaynağı en üstün otorite olan halktır. Halkın doğru seçim
yapabilmesi için fikirlerin halka ulaşması, hiç kimse tarafından engellenmemelidir.
Demokrasi toplum için ortak iyiyi ortaya çıkarmaya çalışan bir rejimdir. Toplum için
ortak iyinin bulunabilmesi amacıyla fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesi ve kamu otoriterlerinin beğenilmeyen icraatlarının eleştirebilmesi gerekir (Trager ve Dickerson,
2003:8). Bunların olmadığı yerde seçmenlerin bilgi alabilmeleri ve kendilerince doğru
gördükleri tercihlere ulaşabilmeleri oldukça zorlaşacaktır. Böyle bir toplumda ise halk,
yaşamını ve geleceğini ilgilendiren konular üzerinde fikir üretip bunları açığa vuramayacağından bu sistem demokrasi olarak nitelenemez (Ünal, 1995: 242).
Demokratik sistemlerde ifade özgürlüğü yöneticilerin seçilmesi ve onların
seçmenler tarafından denetlenmesi için gereklidir. Demokratik bir devlette yaşayan
herkesin; yöneticilerin seçimi, eleştirilmesi veya diğer konularda aynı düşüncelere sahip
olmaları mümkün değildir. Bu nedenle sadece çoğunluk tarafından paylaşılan, toplumun
ortak iyiliğine olduğu düşünülen fikirlerin yanında toplumun çoğunluğu tarafından tasvip
edilmeyen, hatta toplumun tepkisini çeken fikirlerin açıklanması da ifade özgürlüğünün
kapsamında düşünülmelidir. Zaten ifade özgürlüğünün önemi de bu tür fikirlerin ifade
20
edilmesini korumak suretiyle serbest tartışma ortamını sağlamasındadır. Kişilerin benzer
düşüncelere sahip oldukları, herkesin belirlenen "ortak iyi" doğrultusunda görüşlerini
ifade ettiği kurgusal bir toplumda, ifade özgürlüğünün kısıtlanması gereksiz görülecek
hatta bu ortak iyiye ulaşma amaçlı düşüncelerin açıklanması teşvik edilecektir (Okumuş,
2007:63).
Sonuç olarak, seçilmiş yöneticilerin hükmedici değil de halkın hizmetçisi olarak
algılandığı demokrasilerde, yöneticileri seçme yetkisine sahip kişiler, kendi isteklerini
yöneticilere ulaştırmak ve yöneticilerin beğenmedikleri uygulamalarını eleştirebilmek
için ifade özgürlüğüne sahip olmalıdırlar. Yönetilenlerin yöneticileri eleştiremediği,
onlara kendi isteklerini ulaştıramadığı bir toplumda yöneticilerin ne suretle işbaşına
geldikleri de bir anlam ifade etmeyecektir. Demokrasilerde neyin doğru neyin yanlış
olduğuna karar verme yetkisi vatandaşlarda olduğundan, kamu politikalarının
oluşumunda da halk belirleyici olmalıdır (Beydoğan, 2003: 58).
2.4. İfade Özgürlüğünün Önemi
İfade özgürlüğü, kişilerin sırf insan olmaları nedeniyle sahip oldukları ve genel
olarak insan hakları diye adlandırılan haklardan biridir. İnsanın maddi ve manevi
varlığının geliştirmeye katkıda bulunması yönünden önemli bir yere sahip olup, bir çok
hak ve özgürlüğün üzerine kurulu olduğu bir kaynak hürriyet niteliğindedir (Dost, 2001:
17). İfade özgürlüğü insan haklarının tasnifi bakımından negatif statü haklan kategorisine
girmektedir. Anayasalarda ve uluslararası insan hakları belgelerinde kişisel ve siyasal
haklar kategorisinde yer almaktadır. Bu nedenle ifade özgürlüğünün, devlete karışmama
yükümlülüğü getiren negatif nitelikte bir hürriyet olduğu söylenebilir. Devlet bu negatif
yükümlülüğünün bir gereği olarak, bu hakka kendisi müdahale etmeyecek ve
başkalarının müdahale etmemesi içinde gerekli önlemleri alacaktır (Bıçak, 2003: 310).
İfade özgürlüğünün niteliğiyle ilgili bir diğer husus ise onun karmaşık bir yapıda
olmasıdır. Gerçekten ifade özgürlüğünün kullanılmasında eğitim özgürlüğü, bilim ve
sanat özgürlüğü ve siyasi parti kurma özgürlüğü gibi önemli fonksiyon gören bir çok
21
hürriyet yer almaktadır (Sunay, 2001: 10). İfade özgürlüğünün içeriğinde de bu
karmaşıklığa rastlamak mümkündür. Sosyal, siyasi, bilimsel vs. içerikli tüm ifadeler bu
özgürlüğün kapsamındadır. Ancak hakaret, sövme, tehdit ve iftirayla suçu övücü ve
şiddeti teşvik edici ifadeler, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemelidir (Ünal,
1995:242).
3. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ve
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
Bu bölümde ifade özgürlüğü ile ilgili yasal metinler ve mahkemeler anlatılacaktır.
Burada mahkeme kararlarına konu olan ifade özgürlüğünde mahkemelerin bağlı olduğu
mevzuat incelenecektir. Avrupa Birliği ile oluşumu ile meydana gelen ve AİHS
tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü kavramının uygulanacağı durumlar izah
edilecektir.
3.1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Avrupa Birliği ne tam bir uluslararası örgüt ne de tam bir federal devlettir. Üye
devletler belli konularda egemenliklerini birleştirerek farklı bir organizasyonun
doğmasına neden olmuşlardır. AİHS ise bu örgütlenme de başta temel insan hakları, kişi
özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi Sözleşme ile garanti altına alınan hak ve
özgürlüklerin asgari standardını belirlemek üzere oluşturulan bir sistemdir. AİHM’de bu
sistemin uygulayıcısı olan mahkemedir (Özcan,1999:35).
3.1.1. Genel Olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Avrupa konseyi, 1961 yılında kabul ettiği ve 1965 yılında yürürlüğe giren "Avrupa
Sosyal Yasası"yla ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına almıştır. Avrupa Sosyal
Yasası hukuken bağlayıcı bir belge olmasına rağmen sivil ve siyasal haklarda olduğu
22
gibi etkin bir koruma mekanizması öngörmemektedir. Güvence altına aldığı sivil ve
siyasal haklar konusunda etkili bir koruma sistemi öngörmesidir. Bu koruma sistemi
içerisinde yargısal yetkiye sahip olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bulunmaktadır.
Sözleşme devletlerin yanında bireylere de hak ihlallerinin giderilmesi için yargısal
yetkiye sahip organlara başvuru hakkı tanımıştır. Bu bakımdan sözleşme kişiyi
uluslararası hukukta hak sahibi yapmıştır (Dost, 2001: 2; Memiş, 2000: 135).
3.1.2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AİHS’yi diğer uluslararası insan hakları belgelerinden ayırt eden en önemli
özellik, düzenlediği hak ve özgürlükleri etkili bir biçimde koruyacak mekanizmayı da
öngörmüş olmasıdır. Bu koruma mekanizmasının bel kemiğini ise hukuken bağlayıcı
karar alma yetkisine sahip İnsan Hakları Mahkemesi oluşturmaktadır (Erdoğan, 2001:
155).Mahkeme bünyesinde iki tane büyük kurul vardır. Bu kurullar on yedi hakimden
oluşmaktadır. Büyük kurulun oluşumunda coğrafi denge ve hakimlerin geldiği yerin
hukuk sistemleri dikkate alınmaktadır. Mahkemede idari işleri yerine getirmek için genel
sekreter bulunur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kişinin hak ve hürriyetlerini totaliter
anlayışlara karşı korumayı hedefleyen bir kuruluştur (Bıçak, 2002: 4).
Sözleşmedeki hak ve hürriyetleri yargısal güvence altına alan mahkeme,
sözleşmeyi önüne gelen davalar nedeniyle sürekli yorumlamakta ve sözleşmeye bir
dinamiklik kazandırmaktadır. Bu dinamizm sözleşmeyi yaşayan bir belge haline
getirmiştir. Mahkemenin davalar nedeniyle yapmakta olduğu yorumlar, sözleşmeyi, taraf
devletlerdeki gelişmelere uyarlamayı da kolaylaştırıcı olmuştur. Mahkemenin önüne
gelen davalarda sözleşmeyi yorumlaması, sözleşmenin metnini açıklığa kavuşturduğu
gibi sözleşmedeki hak ve hürriyetlerin kapsamının belirlenmesinde ve sınırlarının
çizilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan sözleşme metninin mahkeme
kararlarından
ayrı
olarak
yorumlanamayacağını
(Macovei,2003:5).
23
söylemek
mümkündür
3.1.3. Türkiyenin AİHS’yi Kabulü ve AİHM’ye Başvuru Hakkı Tanınması
AİHS'nin 1. maddesi ile Sözleşmeyi imzalayan taraf devletler, Sözleşme ile
tanınan bu hak ve özgürlükleri, kendi ülkelerinde sağlamak, güvence altına almak,
korumak ve iç hukukunu Sözleşme ile uyumlu hale getirmek yükümlülüğü altına
girmişlerdir. Ülkemiz AİHS'ni 4 Kasım 1950 tarihinde imzalamış ve 10 Mart 1954
tarihinde onaylamıştır. Onay belgesinin 18 Mayıs 1954 tarihinde Avrupa Komisyonu
Genel Sekreterliğine tevdi edilmesi ile Türkiye Sözleşmeye taraf olmuştur. 21 Nisan
1987'de (o zamanki Komisyona) bireysel başvuru hakkını ve 27 Eylül 1989 tarihinde de
Divanın (Mahkemenin) zorunlu yargı yetkisini tanımıştır. AİHS'nin 46. maddesinde
AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu açıkça ifade edilmiştir. AİHM yerel yargı
organlarına göre bir üst mahkeme niteliğinde olmadığından dolayı iç hukukta verilen
kararları iptal etmemekte, yapılan işlem ya da eylemin veya mahkeme kararının
Sözleşmenin veya ek protokollerin bir hükmünü ihlal edip etmediğini tespit etmekle
yetinmektedir. AİHM'nin ihlalin tespitine ilişkin kararından sonra, bu kararın gereğinin
nasıl yerine getirileceği taraf devlete kalmıştır. (Okumuş, 2007: 76)
Antlaşmaların Türk Hukukundaki yerini doğrudan düzenleyen tek madde
Anayasa’nın 90. maddesidir. Bu madde de bu antlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve
Anayasaya
aykırılık
iddiasıyla
Anayasa
Mahkemesine
başvurulamayacağıdır(Döner,2003:91).
3.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü
İfade özgürlüğü genel olarak sözleşmenin 10/2. maddesinde şu şekilde
düzenlenmiştir:
“ Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat
özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo,
televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
24
Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün
veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim
koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir” ( Kapani,1987:142).
Sözleşmenin 10/1. maddesi ifade özgürlüğünü "görüşlerini açıklayabilme, kanaat
sahibi olabilme ve kamu otoritelerin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın
bilgi ve fikir alıp verme" hürriyetlerinden oluşan bir bütün olarak ele almaktadır.
Sözleşmenin 10. maddesi genel bir hüküm niteliğinde olup sözleşmenin özel hayat ve
aile hayatına saygı gösterilmesi hakkını düzenleyen 8. maddesi, kanat özgürlüğünü
düzenleyen 9. maddesi ve örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen 11. maddeleriyle yakın
ilişki içerisindedir. Mahkemenin ifade özgürlüğüyle ilgili olarak vermiş olduğu kararlarda
bu maddelere de göndermeler bulunmaktadır (Okumuş, 2007: 81).
3.2.1. Bilgi, Fikir ve Kanaatlere Ulaşma Özgürlüğü
Kısaca bilgi edinme özgürlüğü olarak adlandırılan bu özgürlük, ifade özgürlüğünün
ilk basamağını oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için kişilerin serbest
bir şekilde bilgiye ulaşabilmeleri gerekir.
Günümüzde bilgi edinmenin en yaygın yolu, kitle iletişim araçlarıdır. Hatta edinilen
bilgilerin neredeyse tümünün kitle iletişim aracılığıyla edinildiğini söylemek bir
mübalağa olmayacaktır. Gerek kamuoyunun oluşumunda gerekse bilgi ve haberlerin
daha geniş kitlelere ulaşmasında kitle iletişim araçlarının serbest bir şekilde bilgi ve
haber akışını sağlamaları büyük önem taşımaktadır (Okumuş, 2007: 40).
Kitle iletişim araçları tarafından yapılan yayınların içeriğinin devlet tarafından
denetlendiği toplumlarda bilgi edinme özgürlüğü anlamsızlaşır. Yayınların devlet
tarafından denetlenmesi kendisini iki şekilde gösterir. Bunlardan ilki, hangi haber ve
25
fikirlerin yayınlanmayacağına devletin karar vermesidir. "Sansür" ya da "negatif
denetim" olarak adlandırılacak bu denetim biçimi, otoriter rejimlerin kullandığı bir
denetim şeklidir. Diğer denetim biçimi ise hangi haber ve fikirlerin yayılacağına devletin
karar verdiği pozitif denetim biçimidir ki bu denetim şekli de totaliter rejimlerin tipik bir
uygulamasıdır. Kitle iletişim araçlarının topluma aktardığı bilgi, fikir ve haberler bunları
alan kişiler bakımından bilgi edinme özgürlüğünün kapsamında olduğu kadar bu
araçlarla fikir ve görüşlerini aktaranlar açısından da düşünceyi açıklama kapsamındadır.
Bu bakımdan hür haber dolaşımının ve kitle iletişim araçlarının yayınlarının demokratik
çoğulculuk esaslarıyla çelişecek şekilde engellenmesine neden olan her yasal düzenleme
ve uygulama demokratik yapıyı zedeleyecektir (Alacakaptan, 2000: 17-18). Kişilerin
hangi haber bilgi ve fikirlere ulaşacağını devletin belirlemesi halinde ifade özgürlüğünün
sınırlarını belirleyen ölçüt devletin söylemine uygunluğu olacaktır (Arslan, 2003: 53).
Şüphesiz devlet, kitle iletişim araçlarının ne şekilde kurulacağı ve hangi esaslara
göre yayın yapacağı konusunda birtakım düzenlemeler yapma hakkına sahiptir. Ancak bu
konudaki düzenlemeler kişilerin bilgi edinme hakkının kısıtlanmasına dönüşmemelidir.
Bu alandaki faaliyetlerden yüksek oranda vergi alınması veya lisans ücretlerinin çok
yüksek tutulması gibi durumlar
bilgi edinme özgürlüğünün dolaylı
yönden
kısıtlanmasıdır. Sonuç olarak, düşünmenin hammaddesi olan bilginin kısıtlanması
serbest tartışma ortamının ve buna bağlı olarak da sağlıklı fikirlerin oluşmasını olumsuz
yönde etkileyecektir (Alacakaptan, 2000:18).
Eğitim sadece anti demokratik sistemler için önemli bir kurum değildir.
Demokratik sistemlerin de gelişip varlıklarını sürdürebilmeleri için eğitime vurgu
yapmaları doğaldır. Ancak demokratik sistemlerdeki eğitim, totaliter sistemlerdeki
eğitimden nitelik olarak farklıdır. Her şeyden önce demokratik sistemlerde eğitim,
kişilere ideoloji aşılamanın bir aracı değildir. Zaten demokratik sistemlerin aşılayacağı
bir ideolojileri de olamaz. Bu sistemler, demokrasinin bir gereği olan hoşgörü ve serbest
tartışma ortamını oluşturabilmek için hukuki açıdan bütün ideolojilere karşı tarafsız bir
tutum sergilemek durumundadırlar (Küçük, 2003: 41). Çünkü hoşgörü ve serbest
26
tartışma ortamından bahsedebilmek için insanların farklı fikir ve görüşleri serbestçe
seçebilmeleri ve bunları açıklayabilmeleri gerekir. Birbiriyle aynı fikirleri paylaşan
insanlar arasında serbest tartışma ve hoşgörüden ziyade bir "özdeşlik" meydana gelir.
Böyle bir ortamda toplumdaki herkes aynı pencereden aynı yöne bakmakta ve bunun
doğal sonucu olarak da aynı şeyleri görmektedir. Bu nedenle aralarında hoşgörüden
ziyade aynı düşünceyi paylaşmaktan kaynaklanan bir yakınlık vardır. İnsanların
birbirlerinden farklı fikirlere sahip olmasının en başta gelen şartı ise, farklı bilgi ve fikirlere ulaşmanın mümkün olmasıdır. Hammaddenin zengin bir çeşitlilikte olması
bunlardan üretilen fikirlerin zenginliğini de beraberinde getirecektir. Bu nedenle
demokratik ülkelerdeki eğitim, farklı görüşler hakkında bilgi edinmek bakımından gerekli
özellikleri taşıyıcı nesnel bir eğitim olmalı ve kişilerin kendilerini geliştirebilmelerine
yardımcı olmalıdır. Özetle eğitim, kişileri belli bir inanç, dünya görüşü ya da ideoloji
doğrultusunda yetiştirmeye elverişli bir faaliyet olarak değil de; kişileri bilgilendirici,
potansiyellerini geliştirici tarafsız bir kamu faaliyeti olarak ele alındığında sorunların
çözülmesine ve ifade özgürlüğünün sağlanmasına yardımcı olacaktır (Erdoğan, 1997:
219).
3.2.2. Kanaat Sahibi Olma Özgürlüğü
Kanaat sahibi olma özgürlüğü 10. maddede güvence altına alınan unsur
hürriyetlerden bir diğeridir. Bu hürriyet maddede belirtilen diğer hürriyetlerden farklı
olarak herhangi bir sınırlamaya tabi olmayıp mutlak anlamda korumaya sahiptir.
Bakanlar komitesi kanaat özgürlüğünün bu özelliğini dikkate alarak bu hakka getirilecek
sınırlamaların demokratik toplumun gerekleri ile bağdaşmayacağını belirtmiştir
(Macovei, 2003: 9).
3.2.3. Basın Özgürlüğü
Basın terimi, kullanılagelen anlamda, kitap, broşür, dergi ve özellikle gazeteleri
kapsamaktadır (Danışman,1982:1). Yirminci yüzyılda demokratik toplum basın ilişkisi
ele alındıktan sonra basın özgürlüğünün bir parçası daha çok düşünülmeye başlanmış ve
27
bunun içerisinde basının korunması, basın adına açıklamaların ifade özgürlüğü
kapsamına alınması ilkesi benimsenmiştir. Daha da önemlisi son dönemde basının
demokratik hayat açısından ayrıcalıklı bir yerinin olduğunun altının çizilmesi basın
özgürlüğünü ifade özgürlüğünden öte bir düzenleme olarak görme sonucunu
doğurmuştur (Korkut, 2007:225).
Sözleşmenin 10. maddesinde basın özgürlüğünden açıkça söz edilmemektedir.
Ancak basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün en yaygın ve etkili kullanımlarından birisi
olması nedeni ile özel bir yere sahiptir. Basın aracılığı ile ifade edilen fikirlerin geniş
kitlelere ulaşmasının yanında kamuoyu oluşumunda da çok etkili olması kaçınılmazdır.
Ayrıca basın fikirlerin ifadesine bir araç olmak dışında bilgilenme sürecini işletici
toplumsal ve siyasal hayata bir güç ve denetim işlevini yerine getiren bir özelliğe
sahiptir (Sunay, 2001: 130). Demokratik bir toplumda basın kamuyu ilgilendiren
konularda haber vermek, yöneticilerin icraatlarının denetim ve eleştirisini yapmak veya
bir konuda kamuoyu oluşturmak gibi önemli fonksiyonları ifa eder. Bunların yanı sıra
basın halkın toplumsal sorunlarla ilgili olarak bilgi edinmesini bu konuları tartışmasını
ve alınan siyasi kararları etkilemesine ve icraatların denetlenmesine de aracılık eder
(İçel, 1998:97).
Basın özgürlüğünün ifade özgürlüğü bakımından işgal ettiği bu özel konuma,
AIHM vermiş olduğu kararlar ile vurgu yapmıştır. İnsan Hakları Mahkemesi basının
rolünü, sadece bilgi ve fikirlerin açıklanmasında bir araç olarak görmemekte onun
kişilerin bilgi edinme hakkı ile olan ilgisine de dikkat çekmektedir (Okumuş, 2007:95).
Anayasa mahkemesi karalarında basın ile ilgili şu hususları dile getirmiştir.
“-Hukukun üstün olduğu bir devlette basının çok önemli bir yere sahip olduğu
hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve
başkalarının şeref ve haysiyetini korunması gibi bazı sınırları var ise de ana görevi siyasi
sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirlerini yaymaktır.
28
-Basın özgürlüğü topluma siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme
imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacılara kamuoyunu
ilgilendiren konularda yorum yapma imkanı fırsatı verir. Basın, böylece herkesin serbest
tartışmaya katılmasını sağlar ki bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir”
(Özel,2003: 217).
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturur.
Düşünce özgürlüğü 10. maddenin ikinci fıkrası sınırları içinde sadece lehte olduğu kabul
edilen zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama
ayrıca devlet veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, ona çarpıcı gelen veya
rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Basın söz konusu olduğunda bu
ilkeler özel bir önem kazanır. Bu ilkeler önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden
ve aydınlatılmış bir halkın işbirliğini gerektiren adaletin dağıtılması alanına da aynı
ölçüde uygulanır. Mahkemelerin boşlukta çalışmadıkları, genel kabul gören bir olgudur.
Mahkemeler, uyuşmazlıkların çözümünde bir forum durumundadırlar. Ama bu demek
değildir ki, uzmanlaşmış dergilerde, genel basında ya da halk arasında uyuşmazlıklar
önceden tartışılamaz. Dahası, basın yayın organları adaletin usulüne göre dağıtılmasına
tecavüz etmeyip, kamu yararının bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemelerin
önüne gelmiş sorunlarla ilgili haber ve düşünceleri vermekle yükümlüdür. Sadece basın
yayın kuruluştan bu tür haber ve düşünceleri vermekle görevli değildir. Halkın da bu
haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır (Okumuş, 2007:96).
Basının kendisinden beklenen faydaları sağlayabilmesi ile ilgili olarak değinilmesi
gereken hususlardan bir tanesi de basın araçlarında "tekel" oluşumunun önlenmesi
gerekliliğidir. Kamuyu ilgilendiren hususlarda açık bir tartışma ortamının oluşması için
kişilerin farklı görüş ve fikirleri öğrenme hakkına sahip olmaları gereklidir. Bu hususun
gerçekleşmesi için basın araçlarının tek elde toplanmaması konusunda gerekli önlemler
alınmalıdır. Esas olarak basın sektöründe farklı adlarla bir çok yayın çıkması da halkın
gerektiği gibi bilgilenmesi için yeterli değildir. Bir çok gazetenin, aynı içerikteki
haberleri yayınlaması çok seslilik olarak değerlendirilemez. Bu bakımdan yayınların
29
sayı olarak çokluğundan ziyade farklı haber ve fikirlere yer verilmesi önem arz
etmektedir. Avrupa Denetim organları, sınırlamaya ilişkin diğer şartlarda eksiklik
bulunmaması kaydı ile basında tekelleşmeyi önleyecek tedbirler alınmasını sözleşmeye
aykırı görmemektedirler (Gölcüklü ve Gözübüyük, 1998:323).
3.2.4. Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Özgürlüğü
Radyo ve televizyon yayıncılığı özgürlüğü de tıpkı basın özgürlüğü gibi ifadede
kullanılan araçla ilgilidir. Sözleşmenin 10/1. maddesinde ifade özgürlüğünün kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma
özgürlüğüni de içerdiği belirtildikten sonra maddenin son fıkrasında "Bu madde
devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmeciliğini bir izin rejimine bağlı tutmalarına
engel değildir" hükmüne yer vermiştir. Ancak bu düzenleme kendi içinde çelişkilidir
(Dost, 2001: 46).
Mahkeme, konuya ilişkin başka kararlarında da özel radyo ve televizyon
istasyonlarının kurulmasını desteklemekle birlikte, bu alandaki devlet tekelini de belli
şartlar altında sözleşmeyle bağdaştırmakta ve tartışma konusu yapmamaktadır.
Sözleşmeye taraf devletlerin özel radyo veya televizyon istasyonları kurulması
konusundaki izin taleplerini, bu konuda bir mevzuat bulunmaması nedeni ile
reddetmesini ise sözleşmeye aykırı görmektedir. Autronic Ag/Isviçre davasında
mahkeme, bir İsviçre şirketinin bir Rus televizyon uydusundan yapılan televizyon
programı yayınlarını aynen alıp İsviçre'de yayınlamak için yaptığı özel çanak anten
kurma izni talebinin, bu konuda bir düzenleme olmadığından bahisle İsviçre hükümeti
tarafından reddedilmesini sözleşmeye aykırı bulmuştur. Mahkemenin bu kararı üzerine
İsviçre makamları ilgili konuda gerekli düzenlemeyi yaparak özel televizyon şirketlerine
bu hakkı tanımışlardır (Ünal, 1995: 253).
30
3.3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde İfade Özgürlüğünün
Sınırlandırılması
İfade
özgürlüğünün
sınırlandırılabilecek
bir
hürriyet
olması,
onun
gerçekleştirilebilmesi açısından bir gerekliliktir. Çünkü bir özgürlüğün sınırları
belirlenmediği sürece onun gerçek anlamda bir değeri olmayacaktır (Beydoğan, 2003:
117). Diğer tüm özgürlükler için geçerli olan bu durum ifade özgürlüğü için de geçerli
olup, ifade özgürlüğünün birey açısından pratik bir önem ifade edebilmesi için
sınırlarının belirlenmesi gerekir (Dost, 2001:61).
Diğer
hürriyetlerin
sınırlandırılmasında
olduğu
gibi
ifade
özgürlüğünün
sınırlandırılmasında da karşımıza hürriyet ve otorite çatışması çıkmaktadır. Gerçekten de
bir taraftan ifade özgürlüğünün kişi ve toplum bakımından taşıdığı önem ve sağladığı
faydalarla diğer taraftan toplumsal düzenin sağlanması arasındaki denge ifade
özgürlüğünün sınırlarını belirleyecektir. İlk bakışta birbirlerine karşıt gibi duran bu
farklı menfaatlerin dengelenmesi ifade özgürlüğünün sınırları bakımından önemlidir.
Böyle bir dengeleme, hem bu özgürlüğün kötüye kullanımını önleyecek, hem de bu bu
hürriyetten herkesin yararlanmasını sağlayacaktır (Erdem, 1998:24). Bu bakımdan ifade
özgürlüğü zorunlu ve istisnai bir tedbir olarak sınırlanmalıdır. Yani devlet sınırlama
yetkisini, kişi ve toplum açısından önemli fakat aynı zamanda sınırlı sayıdaki menfaatin
ihlal edilmesi halinde kullanabilmelidir (Sunay, 2001: 74).
Sözleşme sisteminde genellikle maddelerin ilk fıkralarında hak ve özgürlükler
güvence altına alınmış, ikinci fıkrada ise hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamalar
üzerinde
durulmuştur.
Sözleşmedeki
özgürlükler
bakımından
genel
sınırlama
sebeplerine yer verilmemiş olup, özgürlükleri sınırlandırma nedenleri sayma suretiyle
tek tek gösterilmiştir. Sözleşmenin hürriyetler konusunda genel sınırlama maddesine yer
vermemiş olması hürriyetlere getirilen sınırlamaların dar yorumlanması gerektiği
konusunda da yol gösterici olmaktadır (Çağlar, 1993: 259).
31
İnsan haklarına ilişkin tüm uluslararası belgelerle devletlerin kendilerinin yapmış
oldukları anayasalarda yer alan hürriyetler, bir takım sınırlamalara tabi tutulmuşlardır.
Esasen hürriyetlerin sınırsız olduklarını kabul etmek mümkün gözükmemektedir. Hatta
denilebilir ki, hürriyetlerin sınırsız olduğunu iddia eden kimse, kendisi dışındakilerin hür
olmadığı iddiasındadır. Sınırlama nedenlerinin belirlenmiş olması, ifade özgürlüğünün
sınırlandırılması ile ilgili sorunları çözmeye yeterli değildir. Her ne kadar sınırlama
nedenleri sayılı bir şekilde belirtilmişse de bunların soyut nitelikte olmaları sebebiyle
içeriklerinin tam olarak tespiti yapılmamıştır. Yani sınırlama nedeni olarak sayılan bu
kavramların içeriğinin belirlenmesi hususu, taraf devletlere bırakılmıştır. Bu kavramların
içeriğinin belirlenmesi konusunda taraf devletler bir takdir hakkına sahiptirler. Ancak
taraf devletlere tanınmış olan bu takdir payı, ifade özgürlüğünün sınırlarının
belirlenmesi kapsamında ülkelerinin şartlarını, sözleşme organlarına göre daha iyi
bilmelerinden ve bu konudaki ihtiyaçları daha iyi tespit edebilecekleri düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Taraf devletlere bu şekilde bir takdir payı tanımak suretiyle
sözleşmedeki özgürlüklerin korunması bakımından sözleşme organlarına denetleyici ve
tamamlayıcı bir rol tevdi edilmiştir (Okumuş, 2007:106-111).
Taraf devletlere kavramların içeriklerini doldurmak bakımından bir takdir payı
verilmekle birlikte sözleşme organları, ifade özgürlüğüne getirilecek meşru sınırlamaları
belirleyen kavramlara taraf devletlerin yüklemiş olduğu anlamla bağlı değildir (Dost,
2001: 23).
İfade özgürlüğü ile ilgili çok somut kriterler getirilebilir mi? Mesela şunu söyleyen
suç işlemiş olur diye bir yasa çıkarılabilir mi? Bunun için ifade özgürlüğü ile ilgili bir
kanun çıkarılmalı ve bu kanun milyonlarca ve hatta daha fazlasından oluşmalıdır zira
ifadenin sınırı yoktur. Burada kanun koyucunun yapacağı genel bir sınırlama sebebi
koymak ve bunun yorumunu yargı organlarına bırakmaktır. Yargı organına tamamen
serbesti tanımakta doğru değildir. Yargı organın serbesti içinde belli şekilde davranması
sağlanması için sınırlamalara da sınır getirilmelidir.
32
3.3.1. Kamusal Menfaatlerin Korunması Amacıyla Sınırlanması
Sözleşmenin 10/2. maddesine göre bu gruba giren sınırlandırma nedenleri; ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin
sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın korunması ve yargı
gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasıdır. Sözleşmede ifade özgürlüğünün
sınırlandırma nedeni olarak gösterilen bu sebepler, soyut nitelikte kavramlardır. Bu
kavramların belirginleştirilmesinde sözleşme organlarının yorumu belirleyici olmaktadır
(Okumuş, 2007:113).
3.3.1.1. Ulusal Güvenlik ve Kamu Düzeni
Sözleşmenin 10/2. maddesinde belirtilen ve soyut bir kavram olan ulusal güvenlik,
"devletin bağımsızlık ve bütünlüğüne yönelik dış ve iç tehdit ve tehlikelerden
korunması" (Günday, 2002: 21) olarak tanımlanabilir.
İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasının bir diğer nedeni olan kamu düzeni ise,
anlam olarak ulusal güvenliğe göre daha dar bir kavramdır. Kamu düzeni kavramının,
devletin dış güvenliği ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Belirtmek gerekir ki,
ulusal güvenliği ilgilendiren her hususun kamu düzenini bozduğu söylenebilirse de
kamu düzenini bozan her olgu, ayrıca ulusal güvenliği bozmayabilir (Tezcan, Erdem ve
Sancakdar, 2004: 265). Kamu düzeni, toplumun dış ve maddi düzeni olup umuma açık
yerlerdeki düzeni ifade eder (Günday, 2002: 246). Ulusal güvenlik gibi kapsamı kolayca
belirlenecek bir kavram değildir. Somut olayın yeri zamanı ve niteliğine göre kapsamı
belirlenmeye çalışılmalıdır. Bu bakımdan kamu düzeni nedeniyle ifade özgürlüğünün
meşru bir şekilde sınırlanabilmesi için düşüncenin açıklanış şekli, zamanı ve yeri göz
önüne alınmalıdır. (Sunay, 2001:85).
3.3.1.2. Kamu Güvenliği, Toprak Bütünlüğü ve Suçun Önlenmesi
Bu gruptaki sınırlama nedenlerinden bazıları da kamu güvenliği, toprak bütünlüğü
ve suçun önlenmesidir. Açıklanan düşüncelerin suça teşvik edici olması ya da devletin
33
toprak bütünlüğünün bozmaya yönelik olması durumunda bu amaçlarla ifade
özgürlüğünün müdahale edilebilecektir. Demokratik toplumlarda suçu övme, suça teşvik
ve tahrik niteliğindeki fikir açıklamaları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez
(Sunay, 2001:88).
3.3.1.3. Genel Ahlakın Korunması
Genel ahlakın korunması ile ilgili başvurular daha çok müstehcen yayınlar
konusunda yoğunlaşmaktadır. Müstehcenlik ve toplumu ahlaki yönden çökerten
durumların bu özgürlük kapsamında olması doğru değildir.
Müstehcenlik içeren ifadeler bu özgürlük kapsamında korunmalı mıdır? Burada bu
müstehcen yayının toplumun ahlak duygularıyla ve ahlaki yarısını zedeleyip
zedelemediğine bakılmalıdır. Zira müstehcenlik içeren ifadeler sonucunda toplumda bir
ahlaki çöküntünün yaşanmasına neden olabilir. Bu türden bir durumla karşılaşmamak
için toplumun ahlaki değerlerine karşı bir saldırı içeren ifadelerin ifade özgürlüğü
kapsamına alınması doğru olmayacaktır.
3.3.1.4. Yargı Gücünün Otorite ve Tarafsızlığının Korunması
Mahkeme, İfade özgürlüğünün yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının korunması
nedeniyle sınırlandırılmasını bir çok kararında sözleşmeye aykırı bulmuştur.
3.3.2. İfade Özgürlüğünün Başkalarının Şöhret ve Haklarının Korunması
Amacıyla Sınırlanması
Sözleşmenin 10/2 maddesinde belirtilen sınırlama nedenlerinden bir tanesi de
başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıdır. Sözleşme bu nedene dayanılarak ifade
özgürlüğünün sınırlandırılması konusunda herhangi bir ayrım yapmamışsa da AİHM bu
konuda vermiş olduğu kararlarında, ifade özgürlüğünün bu amaçla sınırlanmasını kamu
görevlileri ve politikacılar açısından daha dar tutmuştur. Politikacıların ve kamu
görevlilerinin daha fazla eleştiriye açık olmaları gerektiği şeklindeki bu içtihatlar, politik
34
konular ve kamu hizmetlerinin yerine getirilmesiyle ilgilidir. Özel yaşama saygı
bakımından bu sıfattaki insanlar da toplumdaki diğer insanlarla eşit bir şekilde bu
korunmadan yararlanmaktadırlar (Okumuş, 2007:122).
3.3.3. Demokratik Toplumda Gerekli Olma
Fikirler piyasası denilen bir görüşe göre fikirler ortaya çıkarılmalı, doğrular
yanlışları bertaraf etmelidir. Ancak doğrunun doğruluğunun anlaşılabilmesi için bunu
ifade edebilmek gerekmektedir. İşte demokrasilerde bu hak tanınarak doğrulara ulaşma
imkanı sağlanmaktadır. İfade özgürlüğü demek yıkmak demek değildir. Demokratik
toplum düzeninin korunması için ifade özgürlüğüne bazı sınırlandırmalar getirilebilir.
Burada önemli olan demokrasinin ve demokratik toplumun korunmasıdır. İfade
özgürlüğü ancak demokratik toplumların korunması amacıyla sınırlandırılmalıdır. Aksi
taktirde ifade özgürlüğünü serbestçe kullanımı sağlanmalıdır.
İfade özgürlüğüne yapılan müdahaleler, demokratik toplum düzeninin korunması
bakımından gerekli olmalıdır. Sözleşmenin 10/2 maddesindeki bu koşul, sözleşmede
düzenlenen diğer haklar bakımından da söz konusudur. Ancak sözleşme bize demokratik
toplumun gereklerinin ne olduğu konusunda herhangi bir şey söylememektedir. İfade
özgürlüğünün sınırlamakta kullanılacak olan bu koşul da tıpkı diğer koşullar gibi
öncelikle taraf devletlerin takdirine bırakılmıştır. Taraf devletlerin bu konudaki takdir
yetkileri ise mutlak olmayıp AİHM'nin denetimine tabidir. Sözleşmenin bu kavramı
tanımlamamış olmasının bir diğer nedeni de bağlayıcı tanımlardan uzak durarak hem
insan haklarının dinamikliğine hizmet etmek, hem de sözleşme metnini daha uzun
ömürlü kılmak olarak düşünülebilir (Okumuş, 2007:126).
Yapılan müdahalenin, demokratik toplum düzeninin gerekleri bakımından meşru
olması için aynı zamanda ölçülülük ilkesinin de mevcut olması gerekmektedir.
Ölçülülük ilkesi, amaç- araç dengesini ifade eder. İfade özgürlüğünün sınırlanması
bakımından amaç, sözleşmenin 10/2. maddesinde belirtilen amaçlardır. Araç ise, bu
amaçların gerçekleşebilmesi için ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahaledir. Yani ulusal
35
yasalarda yer alan yaptırımlardır. Hedeflenen amacın gerçekleşmesi ile seçilen aracın
birbirleriyle orantılı olmaları gerekir. Hedeflenen amacın tazminat ödettirilerek
gerçekleştirilme imkanı varsa, ilgiliye hapis ya da para cezası verilmesi halinde bu ilke
ihlal edilmiş olacaktır. Ölçülülük ilkesi bakımından da sözleşme, taraf devletlere takdir
payı tanımaktadır. Ancak bu takdir hakkı da denetime tabidir. Şener kararında mahkeme,
müdahalenin ölçülü olup olmadığını değerlendirirken, verilen cezaların şiddetinin de
dikkate alınması gerektiğini, hükümetlerin sahip oldukları hakim pozisyon nedeniyle
kendilerine yapılan haksız eleştirilere cevap vermek için başka yollar varken cezai
işlemlere başvurmaması gerektiğine işaret etmektedir. Mahkeme, yine ülkemizle ilgili
olan Ekrem Pakdemirli kararında ise, başvuranın Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle
mahkum edildiği tazminat miktarının yüksekliğini dikkate alarak, ifade özgürlüğüne
yapılan bu müdahalenin ölçüsüz olduğunu dolayısıyla da demokratik toplumda gerekli
olmadığını belirtmiştir (Okumuş, 2007:129).
3.3.4. Kanunla Öngörülmüş Olma
İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olması için gerekli diğer koşul,
yapılacak müdahalenin kanunla öngörülmüş olması gerekliliğidir. Sözleşmenin 9,10 ve
11. maddesinde düzenlenen hakların sınırlandırılmasıyla ilgili olarak "kanunca
öngörülme" şartından bahsedilmişse de kanun kavramının tanımına ilişkin bir şey
söylenmemektedir. Tıpkı diğer birçok kavramda olduğu gibi burada da sözleşme,
kavramların yorumlanmasını ve somutlaştırılmasını önce taraf devletlere sonra da
sözleşme organlarına bırakmış görünmektedir (Okumuş, 2007:132).
Kanunilik şartının var sayılabilmesi için ifade özgürlüğüne müdahaleye esas teşkil
eden kuralların ulaşılabilirlik ve açıklık şartlarını taşımaları yeterlidir. Bu şartlara sahip
olmayan düzenlemelerin, adları ne olursa olsun, kanunilik şartı için yeterli olmaları
mümkün değildir (Okumuş, 2007:134).
36
4. TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE SINIRLARI
Bu bölümde Türk Anayasa Hukukunda ifade özgürlüğü ve sınırlarına
değinilecektir.
İlk anayasal belge olan 1876 Anayasasında ifade hürriyeti bilinçli bir şekilde
Anayasa’ya konulmamıştır. 1876 Anayasasında basın özgürlüğü 12. maddede yer alır,
ama onun asıl içeriğini oluşturması gereken fikir özgürlüğü Anayasada yoktur. Bu bir
unutkanlık değildir. «Herkes kaalen ve kölemen beyanı efkârda azadedir...» hükmünü
getiren, Mithat Paşa tasarısının 46. maddesi Anayasa koyucu tarafından üstü çizilerek
metin dışı bırakılmıştır (İlal,1977).
1908 yılında ilan edilen ikinci meşrutiyetle ilan edilen ve yeniden yürürlüğe
konulan Kanuni Esasi’de basınla ilgili 12. maddede” matbuat kanun dairesinde
serbesttir, hiçbir vechile…tefti ve muayeneye tabi tutulamaz.”denilmektedir. 31 Mart
harekatına kadar yürürlükte olan bu anayasa, sürekli ilan edilen sıkıyönetimle
uygulanabilirlikten uzaklaşmıştır (Keser, 2002:194).
1921 Anayasası çok kısa bir Anayasa olduğundan bunda ifade özgürlüğü
karşılığını bulmamıştır.
1924 Anayasasının 70. maddesi ifade özgürlüğünü düzenlemektedir. 1924
Anayasasının 70. Maddesinde “Şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelam, neşir, seyahat,
akit, sayüamel, temellük ve tasarruf, içtimai cemiyet, şirket hak ve hürriyetleri Türklerin
tabi hukukundandır.”denilmektedir (Kili, Gözübüyük, 2000:135). 77. maddesinde de
basın yayının kanun çerçevesinde serbest olduğu belirtilmiştir. Bu maddede “Matbuat,
kanun dairesinde serbesttir ve neşredilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir”
denilmektedir (Kili, Gözübüyük, 2000:136).
37
4.1. 1961 Anayasasında İfade Özgürlüğü
1961 Anayasasının "Düşünce Özgürlüğü" başlıklı 20. maddesi şu şekildedir:
"Herkes, düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim ile veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir.
Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz" denilmektedir (Kili,
Gözübüyük, 2000:179).
Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası döneminde vermiş olduğu kararlarda,
düşünceyi bir iç hürriyet olarak kaldığı sürece, mutlak ve sınırsız olduğunu,
dokunulamayacağını, müdahale edilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak düşünceyi açıklama
özgürlüğünün sınırlanabileceğini belirtmiştir (Keser, 2002:187). Burada Anayasa
Mahkemesinin yaklaşımının çok katı olduğu görülmektedir. Sınırsız olarak görünen
düşünme özgürlüğü sınırlandırılmaya çalışılsa bile sınırlandırılamaz. Zira insanın
kafasına girip bilgisayar gibi içindeki bilgilerin silinmesi ve yeni bilgiler yüklenmesi şu
anki tıbbi imkânlarla imkânsız gibidir. Düşünceyi açıklamanın sınırı olmalıdır. Ancak
sorun sınırın miktarı ile ilgilidir. Her düşünceyi sınırlamak toplumun gelişimine engel
olacaktır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin bu konuda 1961 Anayasası ile verdiği
kararlar demokrasi açısından zayıf kararlardır.
Kişinin iç aleminde kaldığı sürece mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat
özgürlüğü toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun ve kanunun sahasına
girer ve bazı sınırlamalara bağlanabilir.
4.2. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğü
Anayasasının 25. maddesinde sözleşmenin 9. maddesinde olduğu gibi "düşünce ve
kanaat hürriyeti", 26. maddede ise, sözleşmenin 10. maddesine paralel olarak,
“düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne” ilişkin esaslar belirlenmiştir. 1982
Anayasasının 26. maddesi son haliyle, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim
veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu
38
özgürlük resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek
serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla
yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” şeklinde ifade edilmiştir
( Kili, Gözübüyük, 2000:270).
4.3. 1982 Anayasasında İfade Özgürlüğünün Sınırlanması
Anayasanın 26/2. maddesinde, Sözleşmenin 10/2. maddesine paralel şekilde, ifade
özgürlüğünün hangi nedenlerle sınırlanacağı hükme bağlanmıştır. Bu madde de “Bu
özgürlüklerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin
temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması,
suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş
bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir” şeklinde ifade
edilmiştir ( Kili, Gözübüyük, 2000:270).
1982 Anayasası ifade özgürlüğünü sınırlı bir özgürlük olarak düzenlemiştir. İfade
özgürlüğünün sınırlandırılması, Anayasamız bakımından sadece 26. maddede sayılan
nedenlere bağlı değildir. Anayasamız daha bir çok yerde ifade özgürlüğünü sınırlandıran
hükümler içermektedir. İfade özgürlüğünün sınırlanması, AIHS açısından, sadece ifade
özgürlüğünün kullanılış biçimine ilişkin olmasına rağmen Anayasamız, ifadeyi içerik
olarak da sınırlamaktadır. Bu maddede düşüncelerin açıklanması konusunda sözleşmede
benzeri olmayan bir dil şartı getirilmiştir. Anayasada, düşüncelerin açıklanması veya
yayılmasında kanunla yasaklanmış olan dillerin kullanılamayacağı ve bu yasağa aykırı
olarak yapılan yayınların toplanacağı öngörülmüştür. Bu kısıtlama bakımından resmi ya
da özel alan ayrımı da yapılmamıştır. Oysa resmi makamlarla olan ilişkilerde resmi dilin
kullanılması şart ise de, özel alanda hangi dilin kullanılacağı devlet müdahalesinin
dışında kalması gereken bir konudur. Sözleşmenin 10/1. maddesinde ve AIHM
kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlar ötesi olduğunun belirtilmesi karşısında,
39
Anayasadaki bu dil sınırlamasının ifade özgürlüğüne getirilmiş gereksiz bir sınırlama
olduğu söylenebilir. Nitekim AB'ye uyum sürecinde yapılan anayasa değişikliği
sırasında ifade özgürlüğüne getirilen dil kısıtlaması kaldırılmıştır (Okumuş, 2007:139).
Bu maddenin 3 ve 4. fıkralarında yasa ile olumlu değişiklikler yapılmıştır. Ancak
yine bu yasayla, ikinci fıkrada gösterilen sınırlama sebeplerine "Cumhuriyetin Temel
Niteliklerinin Korunması" gibi geniş ölçüde ifade özgürlüğünü sınırlandırmaya yönelik
belirsiz bir neden eklenmesi ise bu olumlu değişime gölge düşürmüştür. Sözleşmenin
10/2. maddesinde sınırlamanın sınırı olarak gösterilen demokratik toplum düzeninin
gerekleri ölçütünün Anayasanın 13. maddesinde de öngörülmüş olması bizdeki
uygulamanın da AİHM' dekine benzer olduğunu söylemek için yeterli değildir. AİHM
demokratik toplumun unsurlarını; demokratik "çoğulculuk", "hoşgörü", "açık fikirlilik"
ve "ölçülülük (orantısallık)" olarak belirlemiş olmasına karşın Anayasa Mahkemesi
değişmez ve belli bir demokratik toplum anlayışı ortaya koyamamıştır. Anayasa
Mahkemesi vermiş olduğu bir kararında, demokratik toplum düzeniyle Anayasa'da
belirtilen özgürlükçü demokrasi ve bunun gerekleriyle belirlenen hukuk düzeni
anlaşılması gerektiğini söyleyerek evrensel ilkelerden uzak "milli bir demokrasi" tanımı
yapmıştır. Anayasa Mahkemesi daha sonraki bazı kararlarında ise, "...Anayasamız
özgürlüklere saygılı olunmasını istemekle yetinmemiş, bunların kullanılması sağlayacak
önlemler alınmasını devletin temel amaç ve görevleri arasında saymak suretiyle
özgürlükçü
bir görüşü benimsemiştir" şeklinde değerlendirmelerde
bulunarak,
AIHM'nin yorumlarına yakın bir değerlendirme yapmıştır. (Okumuş, 2007:140).
4709 sayılı yasayla 13. maddedeki genel sınırlama nedenleri kaldırılmış ve
sınırlamalarda uyulması gereken "öze dokunmama" ölçütü yeniden Anayasaya girmiştir.
Ayrıca madde gerekçesinde belirtilen "ölçülülük ilkesi" de açıkça metne dahil edilmiştir.
Anayasanın 15. maddesinde ise sözleşmenin 17. maddesiyle paralel şekilde hak ve
özgürlüklerin durdurulmasından bahsedilmektedir. Bu maddeye göre, savaş ve
seferberlik hallerinde, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek
kaydıyla, temel hak ve özgürlükler kısmen yahut tamamen durdurulabilir. Ayrıca hak ve
40
özgürlüklerin sınırlanması bakımından belirtilen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
Bu maddeyle hak ve özgürlüklerin durdurulmasının sınırı, ölçülülük ve uluslararası
hukuktan doğan yükümlülükler olarak belirlenmiştir. Bu düzenlemeyle temel hak ve
özgürlükleri
sınırlamanın
en
son
sınırı,
dolaylı
olarak
AİHS
çerçevesinde
belirlenmektedir (Okumuş, 2007:134).
5. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE TÜRKİYE
Bu bölümde genel olarak AİHS anlatılacak ve Türkiye’nin bu sözleşmeye taraf
olması anlatılacaktır.
AIHS, Avrupa Konseyine üye devletlerin dışişleri bakanlarınca, 3 Kasım 1950'de
imzalanmış ve 3 Kasım 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir (Özbey, 2008: 35).
5.1. Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Taraf Olması
Türkiye 1954 yılında sözleşmeyi onaylayarak sözleşmeye taraf olmuştur.
Sözleşmenin onaylanmasına ilişkin kanun, 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı kanundur.
Bu kanunun kabulünden sonra 18 Mart 1954'de onay belgesinin Avrupa konseyine
sunulmasıyla sözleşme ülkemiz açısından da yürürlük kazanarak iç hukukumuzun bir
parçası haline gelmiştir (Özbey, 2008: 35).
Türkiye'nin sözleşmeye bu kadar erken bir tarihte taraf olmasında, 1950 tarihinde
tek parti iktidarından vazgeçilerek demokrasiye geçilmesinin payı büyüktür. Aynı
dönemlerde NATO'ya da katılarak yüzünü batıya çeviren ülkemizde, sözleşmenin
onaylanmasına ilişkin yasa mecliste herhangi bir görüşme yapılmaksızın kabul edilmiştir
(Beydoğan, 2003:192).
41
Türkiye, AIHS'ye taraf olmakla sözleşmedeki tüm hak ve özgürlükleri hem kendi
vatandaşlarına hem de yetki alanında bulunan tüm yabancılara tanımakla birlikte,
sözleşme 1980'li yılların sonuna gelinceye kadar siyasal hayatta herhangi bir etki
oluşturmamıştır. Bunda bireysel başvuru hakkının tanınmamış olmasının yanında, bu
zaman sürecinde demokrasinin kesintilere uğramasının da önemli bir payı vardır
(Okumuş, 2007,185).
Avrupa Konseyi’nin, Haziran 1999’da yayınladığı istatistiklere göre, AİHM’nin
önündeki 10.000 başvurudan 2.115 ‘i Türkiye aleyhine yapılan başvurulardır. Bu
başvurulardan çoğu Türkiye aleyhine sonuçlanmıştır ( Çağlar 2002: 11).
5.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Türk Hukukundaki Yeri
1982 Anayasasının 90. maddesi uluslararası antlaşmaların hukukumuzdaki yerini
düzenlemektedir. 1961 Anayasasındaki 65. maddenin tekrarı niteliğinde olan bu hükme
göre, usulüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş bulunan uluslararası antlaşmalar, kanun
hükmündedir. Bu şekilde yürürlüğe girmiş olan antlaşmalara karşı, anayasaya aykırılık
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Kanun hükmünde sayılan bu
antlaşmaların, bunun da ötesine geçilerek, anayasaya aykırılıklarının da iddia
edilemeyeceğinin benimsenmesindeki amaç, Türkiye'nin devletler üstü nitelik taşıyan,
dolayısıyla Anayasamızın bazı hükümleriyle çelişebilecek olan uluslararası kuruluşlara
girmesini sağlamak ve ülkemizin kabul etmiş olduğu bu sözleşmelerden dolayı
uluslararası sorumluluğuna meydan vermemektir (Özbudun, 1993:185).
Uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırılığının iddia edilememesi, kanunların
mı yoksa uluslararası sözleşmelerin mi daha üstün hukuk normları olduğu tartışmasını
beraberinde getirmiştir. Uluslararası sözleşmelerin anayasaya aykırılığı ileri sürülemese
de antlaşmalar aykırı kanun çıkarmak suretiyle, antlaşmaların iç hukuktaki etkilerini
ortadan kaldırmak mümkündür (Özbudun, 1993: 186).
42
Anayasaya göre, uluslararası antlaşmaların hem kanun niteliğinde oldukları hem
de bunlar için Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmanın mümkün olmaması
sebebiyle, uluslararası antlaşmaların mı yoksa kanunların mı daha üstün hukuk normu
oldukları yönündeki tartışmalar bitecek gibi görünmemektedir. Anayasa koyucu bu
tartışmaları dikkate alarak yapmış olduğu düzenlemeyle bu hususa kısmi bir çözüm
getirmiştir. 07/05/2004 tarih ve 5170 sayılı yasanın 7. maddesiyle Anayasanın 90.
maddesinin son fıkrasına "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların, aynı konuda farklı hükümler içermesi
nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır"
hükmü eklenmiştir. Yapılan bu düzenleme ile en azından temel hak ve özgürlüklere
ilişkin sözleşmelerin, kanunlardan üstün normlar olduğu tescillenmiştir. Esasen
kanunların yasama organınca değiştirilebileceği, ancak uluslararası sözleşmeler
açısından bunun mümkün olmaması nedeniyle uluslararası sözleşme hükümlerinin, daha
üstün olduğunu kabul etmek gerekecektir. Ancak, uluslararası sözleşmelerle kanunların
çeliştiği durumlarda yargı organlarını bu ikilemden kurtarmanın yolu, kanunların
uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmesidir. Bu açıklamalar ışığında bakıldığında
AİHS hükümleri kanunlara eşit değerdedir. Ancak gerek sözleşme hükümlerine karşı
anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaması, gerekse 5170 sayılı yasayla 90.
maddeye eklenen fıkraya göre sözleşme hükümleri, uygulama açısından kanunlardan
daha üstün kabul edilmelidir. Sözleşmedeki hükümlerin temel hak ve özgürlüklere
ilişkin olması, bu konumunu güçlendirmektedir. Sözleşme hükümlerinin Anayasa
karşısındaki
konumu
da,
kanunların
karşısındaki
konumuna
benzemektedir.
Anayasamıza göre, sözleşmeler kanun hükmünde olup, 9. maddeye göre de kanunlar
Anayasaya aykırı olamazlar. Ancak sözleşmeler bakımından bu kural geçerli değildir.
Anayasanın 90. maddesine göre, sözleşmelerin Anayasaya aykırı olsalar bile iptalleri
için Anayasa Mahkemesine dava açmak mümkün olmayacaktır. Bu durumda sözleşme
Anayasaya aykırı olsa bile uygulanacaktır (Okumuş, 2007,187-189).
İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü temeline dayalı Anayasa ile, insan hakları ve
hukuku üstünlüğüne dayalı uluslar arası antlaşmalar arasında birbirine aykırılık değil
43
uyum söz konusu olur. Ancak Anayasalarda insan hakları ve hukukun üstünlüğüne
aykırı hükümler var ise bunların insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan
uluslar arası antlaşmalara aykırılığı ortaya çıkacaktır ki, bunu da düzeltmek kanun
koyucuya ait olacaktır. Buna karşılık Anayasaya insan haklarına ve hukukun
üstünlüğüne aykırı uluslar arası antlaşmaların ise yapılmaması, yasama organınca
denetlenmesi ya da hükümet tarafından antlaşma yapılmayıp yürürlüğe konmaması
gerekir.
Türk hukuku bakımından üzerinde tartışılması gereken konulardan bir diğeri de
AİHM kararlarının iç hukukumuza olan etkileridir. Sözleşmenin 46. maddesine göre
sözleşmeye taraf devletler, taraf oldukları davalarda mahkemenin vermiş olduğu
kesinleşmiş kararlara uymakla yükümlülerdir. Bu yükümlülük, sözleşmeye taraf
devletlerin AİHM'nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmelerinin doğal sonucudur
(Memiş, 2000: 135).
44
ÜÇÜNCÜ KESİM: TÜRK ANAYASA HUKUKUNDA VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİNDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMININ
KARŞILAŞTIRILMASI
Bu kesimde yukarda ayrıntılarını anlattığımız ifade özgürlüğü kavramının Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilişini ve
sınırlandırılmasını ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.
6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
KONUSUNDA ULAŞTIĞI SONUÇLAR
Bu bölümde AİHM’nin ve AYM’nin Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda
vermiş olunan kararları incelemesi sonucunda varmış olduğu sonuçlara değinilecektir.
Demokratik parlamenter sistemler, parlamento üyelerine görevlerini gereği gibi
yerine getirmelerini sağlamak amacıyla sorumsuzluk zırhını giydirmiştir. Bu hak
sayesinde parlamenterler görevlerini daha rahat ifa edebilmektedir (Keser, 2002:189).
Dolayısıyla
parlamenterler
kendilerini
sınırlı
hissetmeden
düşüncelerini
ifade
edebilmektedir. Bu hakkın özelliği dokunulmazlık gibi geçici nitelikte olmamasıdır.
Ancak
bu
sorumsuzluk
parlamenterlerin
karşısına
dolayısıyla
söylenen
çıkabilmektedir.
Bu
sözler
da
bir
kapatma
davalarında
anlamda
bu
hakkın
etkisizleştirilmesi sonucunu doğurmaktadır.
6.1. AİHM’nin Siyasi Parti Kapatma Davaları ve Siyasi İfade
Özgürlüğü Konusunda Verdiği Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar
Aşağıda Türkiye’de kapatılan siyasi partilerin AİHM’ye başvurmaları sonucunda
AİHM tarafından verilen kararlar sunulmaktadır. Bu kararlar incelendiğinde birkaç
istisna hariç olmak üzere AİHM’nin siyasi partileri kapatma konusunda Türk devletinin
genellikle sözleşmeye aykırı davrandığına karar verdiğini görmekteyiz.
45
Anayasa Mahkemesi Siyasi Partiler Kanununun kapatma ile ilgili maddelerini aşırı
bir katılıkla yorumlayarak, siyasi parti özgürlüğünü demokratik bir toplumda zorunlu
görülebilecek ölçünün ötesinde sınırlandırmıştır. AİHM içtihatlarıyla AYM içtihatları
arasındaki en büyük çatışma devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü ilkesine
ilişkin kararlarda görülmektedir. Laiklik ilkesinin korunması konusunda AİHM ile AYM
arasında bir uyum olduğu görülmektedir. AYM’nin aşağıda tartışılan kararlarının çoğu
2001 ve 2004 yılları öncesine aittir. 2001 Anayasa değişikliği Anayasa’nın geçici 15.
maddesinin kaldırılması ve 2004 yılı değişikliği ile uluslararası mevzuatla iç hukukun
çatışması halinde uluslararası mevzuatın uygulanacağına dair değişiklik artık AYM’nin
bundan sonraki kapatma davalarında AİHM içtihatlarıyla ortaya çıkan kriterleri nazara
alması zorunluluğunu doğurmaktadır (Özbudun, 2006: 135-136).
Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıldığı zaman kapatma gerekçeleri genellikle
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ve laik devlet ilkesinin
korunmasına ilişkin anayasal yasaklara aykırı hareket iddiasıyla verilmiştir. Bunları ayrı
ayrı inceleyelim.
6.1.1. Devletin Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bütünlüğü İlkesi Gereğince
Verilen Kapatma Kararları
AİHM kararlarının büyük bir çoğunluğunda Anayasa Mahkemesi tarafından
verilen kararlara nazaran tahammüle daha fazla saygı gösterilmesi gerektiği eğilimi
görünmektedir. AİHM ifadenin açıklanmasının tek başına toplumda infial uyandırıp
uyandırmadığını incelemekte ve sadece düşüncenin açıklanmasının toplum genelinde bir
infiale
yol
açmadığı
değerlendirilmesi
kanaatine
gerektiğini
varırsa
bunun
belirtmektedir.
ifade
Burada
özgürlüğü
AİHM’nin
kapsamında
yaklaşımına
baktığımızda bazı kararlarında objektif davranmadığını görmekteyiz. Mesela İspanya’da
Bask bölgesinde faaliyet gösteren Herri Batasuna Partisi İspanyol Mahkemelerince
kapatıldıktan sonra, partinin AİHM’ye başvurusu sonucunda AİHM bu talebi
46
reddetmiştir. Ancak Türkiye’de aynı durumda olan partilerin kapatılmasını AİHS’ye
aykırı bulmaktadır (www.abhaber.com).
Siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. İnsanlara seçim hakkı
tanıyabilmek için farklı siyasi görüşlerden olan siyasi partilere kendini ifade etme alanı
tanınmalıdır.
Bu görüşler yanlış veya zararlı da olabilir. Ancak bu zarar fiiliyata
geçmediği sürece tahammül edilebilir olmalıdır. Zira bu görüşlerin yanlışlığının
anlaşılabilmesi ancak uygulanması ile anlaşılabilecektir.
Bunun için Anayasa
Mahkemesinin parti tüzüğünden yola çıkarak partilerin kapatılmasına karar vermesi
yanlış bir uygulamadır. AYM programlarında yer almayan farklı hedef ve niyetlerin var
olma olasılığı karşısında bunun tutumlarla karşılaştırılarak kapatma cezasının
verilebileceğine karar vermektedir. Oysa AİHM sadece programdaki ifadeleri kapatma
nedeni saymamaktadır. AİHM bir partinin kapatılması için parti programı ile sahibinin
eylemlerinin karşılaştırılması ve somut bir olayın varlığı halinde kapatmanın sözleşmeye
uygun olacağı kanaatindedir.
AİHM Sosyalist Türkiye Partisi (STP) hakkındaki kararında şu hususlara
değinilmektedir.
“Demokrasi bir ülkenin karşılaştığı sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete
başvurmaksızın, diyalogla çözmesidir. Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki
altında, bir siyasal grubu, sadece bir devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak
tartışmak istemesi ve demokratik kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin edecek
çözümler bulma amacı ile siyasal yaşama katılmak istemesi nedeni ile endişe
duymamalıdır. Bu bağlamda, parti programının incelenmesi sonucunda STP'nin
niyetinin açık olduğu anlaşılmaktadır. Ancak siyasi bir partinin, programında alenen
açıklananlardan farklı hedef ve niyetlerinin var olma olasılığı dışlanamaz. Bundan emin
olmak için, bu programın içeriği ile, sahibinin eylemleri ve tutumlarını karşılaştırmak
gerekir. Mevcut durumda Sosyalist Türkiye Partisi’nin programının herhangi bir somut
eylemi ile yalanlanması olanağı yoktur, zira kurulur kurulmaz kapatılmış ve programın
47
uygulama
zamanı
bile
bulamamıştır.
Böylece
sadece
ifade
özgürlüğünün
kullanılmasından kaynaklanan bir davranış ile cezalandırılmış bulunmaktadır”
(www.yargitay.gov.tr, Erişim Tarihi 01.08.2010).
AİHM’nin Sosyalist Parti hakkında verdiği kararında, mahkemenin görüşüne göre
böyle bir siyasal programın, Türk devletinin yürürlükteki ilkeleri ve yapılarıyla
bağdaşmaz telakki edilmesi onu demokrasi kurallarıyla bağdaşmaz kılmaz. Farklı
siyasal programların, hatta bir devletin şimdiki örgütleniş tarzının sorgulayanların
önerilmesi
ve
tartışılması,
demokrasinin
kendisine
zarar
vermemesi şartıyla
demokrasinin özüdür ( Özbudun, 2006: 117).
Avrupa da siyasi parti kapatılmasının örnekleri son derece sınırlıdır. Alman
Anayasa Mahkemesinin 1952 tarihinde Nazi eğilimli Sosyalist Devlet Partisini ve 1956
tarihinde Almanya Komünist Partisini kapatmasından bu yana son zamanlarda bu
müeyyidenin uygulanmasına rastlanmamaktadır. İspanya’da 2004 yılında ayrılıkçı
Batasuna Partisinin kapatılması bu konuda istisna oluşturmaktadır. Buna karşılık
Anayasa Mahkemesi kurulduğu 1962 yılından bu yana 24 partinin kapatılmasına karar
vermiştir( Özbudun, 2006: 113).
Bu konuda Türkiye’de bu kadar çok partinin kapatılmasında ülkemizde ayrılıkçı
unsurların varlığı söylenebilir. Ancak belki de ayrılıkçı unsurların çokluğunun nedeni
kapatma davaları dolayısıyla bu fikirlerin kendisine siyasi arenada yer bulamamasıdır.
Anayasa Mahkemesinin kararlarının çoğunda ülkemizde azınlık olmadığı
belirtilmektedir.
Buna
yönelik
Demokrasi
Partisinin
kapatılması
kararında;
“kuruluşundan beri tekil devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu tarihsel niteliği
Anayasalara yansımış olup, korunması konusunda güçlü yaptırımlar getirilmiştir. Özen
ve duyarlılıkla korunan yapı, ulusal varlık nedeni olup başka çok uluslu ülkelerin
koşulları ile bir tutulamaz. Gerçekte olmayan bir insan hakkı ileri sürülerek, devleti
parçalamaya yönelik girişime azınlık bulunduğu bahanesi dayanak yapılamaz.”
denilmektedir ( Özbudun, 2006: 115). Gerçekten sosyolojik bir varlık olan azınlıkların
48
siyasi partiler tarafından yapay olarak yaratılması mümkün olmadığı gibi, partilerce göz
ardı edilmeleri de onların sosyolojik varlıklarına son vermez. Türk dilinden veya
kültüründen başka dil ve kültürlerin korunmasının, geliştirilmesinin veya yayılmasının
yasaklanması ise, Bülent Tanör’ün deyimiyle bir “kültür jenosidi”ni çağrıştırmaktadır
(Özbudun, 2006: 119).
AİHM, Anayasa Mahkemesince kapatılan Özgürlük ve Demokrasi Partisi
(ÖZDEP) hakkında kapatma gerekçelerini Sosyalist Partinin kapatılması olayındaki
gerekçeleri belirterek sözleşmeye aykırı bulmuştur.
Yine Anayasa Mahkemesi Türkiye Birleşik Komünist Partisi için verdiği 1990-1
esas ve 1991-1 karar numaralı kararında bu partinin isminin 1982 Anayasasının geçici
15. maddesinin koruma altına aldığı bir kanunla yasak olduğunu belirterek kapatmıştır.
AİHM bu uygulamanın doğru olmadığını belirterek AİHS’nin ihlal edildiği sonucuna
varmıştır. Bu kararla Anayasa Mahkemesinden yargılanmanın yenilenmesini isteyen
davacının bu istemi oyçokluğu ile Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.
Burada Anayasa Mahkemesi, AİHM’nin yeni bir delile dayanarak sözleşmenin ihlal
edildiğini kanıtlayamadığı için yeni bir karar vermek zorunda hissetmemiştir. Oysa
AİHM temyiz mahkemesi değildir. Sadece verilen kararların AİHS’ye aykırı olup
olmadığını incelemektedir. Burada da Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların
AİHS’ye aykırı olup olmadığını incelemektedir. Burada verdiği kararda verilen kararın
AİHS’ye aykırı olduğuna karar vermiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi bu karar
doğrultusunda karar vermesi gerekmekteyken buna uymayarak aleyhte karar vermesi
doğru değildir.
Çünkü AİHM kararlarının yargılanmanın yenilenmesi nedeni
sayılabilmesi kararın verilmesi ile ortaya çıkan bir durumdur. Yeni delilin varlığının
aranması doğru bir yaklaşım değildir.
6.1.2. Laiklik İlkesi Gereğince Verilen Kapatma Kararları
Kuruluşundan bu yana Anayasa Mahkemesi laiklik ilkesine aykırılıktan dolayı beş
partinin kapatılmasına karar vermiştir. Bunlar Milli Nizam Partisi (1971), Türkiye
49
Huzur Partisi (1983), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (1993), Refah Partisi (1998) ve
Fazilet Partisidir (2001). Buna karşılık Anayasa Mahkemesi Demokratik Barış Hareketi
Partisi kapatma davasında kapatma istemini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin
ÖZDEP ile ilgili kapatma kararında, kapatma nedeni Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
kaldırılması talebidir. Burada AİHM bir siyasal projenin Türk Devletinin şimdiki ilke
ve yapılarıyla bağdaşmaz oluşunun, onun demokratik kuralları ihlal ettiği anlamına
gelmeyeceğini söylemektedir.
AİHM’nin siyasi parti kapatmalarında Türkiye’yi haklı bulduğu tek dava Refah
Partisi davasıdır. AYM 1998 tarihinde Refah Partisi hakkında laiklik ilkesine aykırı
hareketlerin odak noktası haline gelmiş olması nedeniyle kapatma kararı vermiştir.
Partinin AİHM’ye başvurması sonucunda AİHM’nin 2001 tarihinde verdiği kararında
sözleşmenin ihlal edilmediğine karar verilmiştir. Büyük Daireye itiraz sonucunda büyük
Daire de 2003 tarihinde ihlalin olmadığı yönünde karar vermiştir. AİHM kararında
siyasi partilerin hangi hallerde kapatılacağını genel olarak ele almıştır. Mahkemeye göre
bir siyasi parti, kanunlarda veya devletin hukuki ve Anayasal bir değişikliği iki şartla
savunabilir: birincisi, bu amaç için kullanılan araçlar hukuki ve demokratik olmalıdır.
İkincisi önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik değerlere bağdaşabilir olmalıdır.
Şiddete teşvik eden demokrasinin tahribini amaçlayan bir siyasi parti sözleşmenin
korumasını talep edemez. Daha sonra AİHM
bir partinin kapatılması için varlığı
kanıtlanmış olmak şartıyla demokrasiye karşı tehdidin yeterince yakın olduğuna dair
inandırıcı delillerin mevcudiyeti, ilgili siyasi partinin liderlerinin ve üyelerinin davranış
ve beyanlarının tüm olarak partiye izafe edilip edilemeyeceği ve siyasi partiye izafe
edilebilecek davranış ve beyanların parti tarafından tasarlanan ve savunulan toplu
modelinin bir “demokratik toplum” modeliyle bağdaşmaz olduğuna dair açık bir resim
çizen bir bütün oluşturup oluşturmadığına bakılacağı koşullarını getirmiştir. Bu kriterleri
Refah Partisi (RP)’nin olayına uygulayan AİHM bu kriterleri RP’nin sağlaması
nedeniyle kapatılmasında AİHS’ye aykırı görmemiştir (Özbudun, 2006: 126-127).
50
Partilerin kapatılması konusunda AİHM ile AYM arasındaki yaklaşım farkının çok
ciddi olduğu açıktır. İbrahim Kaboğlu’na göre AYM için partilerin kapatılması
konusunda belirleyici olan “devletin bütünlüğü” , AİHM için belirleyici olan ise
“demokrasi”dir. (Özbudun, 2006: 133). Burada her ikisi de bir devlet için önemlidir.
Ancak demokrasi varsa zaten devlet bütünlüğü de olacağı için AİHM’nin kriteri daha
uygundur.
Anayasa Mahkemesi AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) hakkında verdiği kararda,
partilerin kapatılması ile ilgili AİHM kararlarında belirtilen hususları tespit etmiştir.
Buna göre,
- Siyasi Partiler İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM) tarafından dernekler
kapsamında değerlendirilmektedir. Bu nedenle sözleşme sadece siyasi partilerin
kurulmalarını değil, özgürce faaliyette bulunabilmelerini de koruma altına almıştır.
Ancak bu özgürlük, sınırsız olmayıp nispi niteliktedir.
- Bir siyasi partinin, “ırkçılığı, terörü, yabancı düşmanlığını, şiddeti, şiddet
çağrısını teşvik etmesi veya hoşgörüsüzlüğe dayanması” halinde, AİHS’nin 11 nci
maddesinin bir ve ikinci fıkrasındaki düzenlemelerden hareket ile kapatılması gündeme
gelebilecektir.
- Bir siyasi partinin kapatılması, örgütlenme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir.
Bu nedenle bir siyasi parti hakkında uygulanacak kapatma yaptırımının AİHS’ye uygun
olarak değerlendirilebilmesi, yani bu müdahalenin haklı sayılabilmesi için AİHM
kararları ışığında konuya yaklaşılmalıdır.
- Müdahalenin haklılığı, kapatma yaptırımını içeren yasanın, herkesçe erişilebilir,
bilinebilir, anlaşılabilir, öngörülebilir, açık ve kesin ifadeler içeren ve ilan edilen bir yasa
olmasını gerektirmektedir.
- Kapatma yaptırımı, amaca uygun olmalı; yani AİHS’nin 11. maddesinin ikinci
fıkrasında sayılan neden veya nedenlere dayanmalıdır. Kapatma yaptırımının, bir siyasi
51
partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması, bu yaptırımın inandırıcı ve zorlayıcı
koşulların varlığı durumunda uygulanmasını gerektirmektedir. AİHS’nin 11. maddesinin
ikinci fıkrasındaki nedenlerin, kapatma yaptırımı söz konusu olduğunda, dar ve katı bir
biçimde yorumlanması zorunludur (TBKP/Türkiye, ÖZDEP
/Türkiye, HEP(Halkın
Emek Partisi )/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).
- Kapatma yaptırımı ile birlikte siyasi yasaklamalar öngörülmesi için de, bu
yasaklamaların, “ilgili ve yeterli” olması gerekmektedir (RP/Türkiye kararı).
- Müdahalenin haklılığı için, uygulanan kapatma yaptırımı “demokratik toplum
gereklerine uygun olmalıdır”. Burada kastedilen çoğulcu demokrasidir. Siyasi partiler
hedeflerine şiddeti teşvik ederek değil, mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç
edinmelidir (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye Kararları). Siyasi partiler
devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için mücadele edebilmelidirler.
Ancak bu mücadele için kullanılan araçlar herhalde hukuka uygun olmalı, demokratik
araçlara dayanmalı, önerilen değişim temel demokratik ilkelere uyumlu olmalıdır
(TBKP/Türkiye Kararı). Bu çerçevede olaylar, ulusal mercilerce kabul edilebilir şekilde
değerlendirilmiş olmalıdır (ÖZDEP/Türkiye Kararı).
AİHM’a göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının
değiştirilmesi konusunda iki koşulda kampanya yürütebilir: Bunlardan birincisi,
kullanılan bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi ise,
önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle bağdaşmalıdır. Bu kuraldan
hareketle, sorumluları şiddete başvurmayı teşvik eden veya demokrasinin bir veya
birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de demokrasinin
tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan “siyasi bir projeyi öneren” partinin, bu nitelikteki
eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceği gibi, bu nedenle uygulanacak yaptırıma
karşı da ilgili siyasi parti AİHS korumasından yararlanamaz (RP/Türkiye, Emek
Partisi/Türkiye Kararları).
52
Kapatma yaptırımı boyutundaki müdahale, takip edilen meşru amaçla orantılı,
uygun ve yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca cevap vermelidir, yani demokratik bir
toplumda gerekli olmalıdır (TBKP/Türkiye, Sosyalist parti/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye,
HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).
Müdahalenin orantılılığı için, müdahalenin özü ve ağırlığına bakılmalı, kapatma
yaptırımı en ciddi durumlarda uygulanmalı, radikal bir önlem niteliğinde olmamalıdır.
Bu konuda tarihsel şartlardan kaynaklanan ihtiyaçlar dikkate alınmalıdır (RP/Türkiye,
ÖZDEP/Türkiye, TBKP/Türkiye Kararları).
Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden aranılacak hususlar ise şunlardır;
demokrasiye yönelen tehdidin varlığına ve yeterince yakın olduğuna ilişkin kanıtlar
inandırıcı olmalı; siyasi parti lider ve üyelerinin konuşma ve eylemleri, partiye isnat
edilebilmeli; isnat edilebilen eylem ve konuşmalar, “demokratik toplum “ kavramıyla
çelişen parti tarafından algılanan ve savunulan toplum modelinin, sarih bir resmini çizen
bir bütün oluşturmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden,
ülkelerin takdir hakkı da bulunmaktadır. Takdir hakkı, AİHM tarafından somut olay
bazında ve ilgili ülkedeki koşullar da gözetilerek değerlendirilmektedir (RP/Türkiye,
Lingens/Avusturya Kararları).
- Kuşkusuz hiç kimse, demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini
zayıflatmak ya da yok etmek amacıyla sözleşme hükümlerine dayanamaz. Modern
Avrupa tarihinde de görüldüğü üzere, siyasi partiler şeklinde örgütlenen totaliter
hareketlerin, demokratik rejim içerisinde güçlendikten sonra demokrasiden kurtulmak
isteyeceklerinin olasılık dâhilinde olduğu düşünülmelidir. Böyle bir durum ulusal
makamlarca titizlikle tespit edildiğinde, kuşkusuz sözleşme ve demokrasinin
standartlarıyla çelişen somut adımlar henüz atılmadan, ulusal makamlar bunları
engelleme hakkına sahiptir. Bir devlet, medeni barışa, ülkenin demokratik rejimine zarar
verebilecek somut adımlar atılmadan önce, sözleşme hükümleriyle çelişen böyle bir
uygulamayı makul biçimde engellemekle yetkilidir. Örneğin iktidardaki bir siyasi
53
partinin, planlarını gerçekleştirmek için yasama organından yasaları geçirmesini
beklemek gerekmemektedir. Bu noktada uygun bir zamanlama seçilmelidir (RP/Türkiye
Kararı).
- Bir siyasi parti eylemlerinin kapatma yaptırımına konu olabilmesi, her şeyden
önce bu eylemlerin niteliği ve siyasi partiye isnat edilebilirliği sorununu gündeme
getirmektedir. Konu AİHS yönünden AİHM kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur.
AİHM kararlarına göre;
- Kapatma yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp,
eylem de olmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Bir siyasi partinin tüzük ve programındaki aleni
hedeflerinden farklı hedef ve niyetlerinin varlığı olasıdır. Bu nedenle programın içeriği
ile sahibinin eylem ve tutumlarını karşılaştırmak gerekmektedir (TBKP/Türkiye Kararı).
Türk toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar
ortaya konulmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı) Eylemler aşırı uç ve terörist grupları teşvik
etmeye yönelik olmalıdır (Sosyalist Parti/Türkiye Kararı). Yine Avrupa kamu düzeniyle
bağdaşmayan şeriatı yerleştirme amacıyla çoğulcu demokrasinin argümanlarından
yararlanarak işlenen eylemler de kapatma yaptırımına dayanak olarak kullanılabilir
(RP/Türkiye Kararı).
- Siyasi parti, çoğulcu demokrasiyle çatışmayan hedeflerini, sadece yasal araçlarla
elde etmeye çalışmalıdır. Demokratik ve çoksesli sistemin ortadan kaldırılması
amaçlanmamalı, temel insan hakları ihlali teşvik edilmemelidir (ÖZDEP/Türkiye
Kararı).
- Bir genel başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır.
Çünkü genel başkan partinin simgesel figürüdür. Genel başkanın siyasi veya hassas
konularda açıkladığı düşüncelerin, kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı sürece,
kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı şekilde yorumlanır ve
partiye isnat edilebilir. Genel başkan için söylenenler, genel başkan yardımcıları içinde
geçerlidir. Milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler de, partinin
54
amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin bir imajı
yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda, bunlar da partiye isnat
edilebilir. Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha
etkilidirler. Bu tür eylem ve konuşmalardan parti kendini uzaklaştırmadığı sürece, bunlar
da partiye isnat edilebilir (Refah Partisi/Türkiye Kararı).
- Yukarıda belirtilen nitelikteki eylemlerden parti kaçınmamış, bu fiilleri işleyenler
için disiplin işlemi yapmamış ve eleştirmemiş, göstermelik olarak disiplin soruşturması
yapmış veya öngörülenden daha az bir disiplin yaptırımı uygulamış ise bu eylemler de
partiye isnat edilebilir ( yukarda belirtilen tüm kriterler www.anayasa.gov.tr adresinin
AKP kararından alınmıştır ).
6.2. AİHM’nin Verdiği Diğer Kararlarda Ulaştığı Sonuçlar
Bu bölümde AİHM’nin Türk Anayasa yargısınca ve diğer yargı organlarınca ifade
özgürlüğü hakkında verilen kararlarındaki değerlendirmelere değinilecektir. İfade
özgürlüğü AIHS'de mutlak bir hak olarak öngörülmemiş olup, bazı sınırlamalara tabi
tutulmuştur. Ancak bu sınırlamalar istisnai olarak kullanılmalıdır. AIHM de vermiş
olduğu kararlarında ifade özgürlüğünün sınırlı bir hak olduğunu, ancak bu özgürlüğün
sınırlandırılması konusundaki kuralların dar yorumlanması gerektiğini belirtmiştir.
Gerek sözleşme gerekse mahkeme ifade özgürlüğünün sınırlandırılması bakımından
taraf devletlerin bir takdir payına sahip olduklarını kabul etmektedir. Ancak devletlere
tanınmış bulunan bu takdir payı mahkemenin denetimine tabidir.
Mahkemeye göre yanlışlar az bir değere sahip olsa da yine de nefes alacakları bir
yer sağlamak için bir ölçüde hoşgörü gereklidir. Çünkü yanlış olgusal değerlendirmelere
ağır sorumluluk yüklemek şevk kırıcı bir etki yaratacak ve doğru ifadelere de engel
olunmasıyla sonuçlanacaktır. (Gomian, Harris, 1998:111)
Mahkeme kararlarına göre kişiler, hükümetin icraatlarını eleştirebilme hakkına
sahiptirler. Hatta hükümetlerin icraatları konusunda yapılacak olan eleştirinin sınırları,
55
özel kişiler veya politikacılara yöneltilecek eleştirinin sınırlarından daha geniştir.
Demokratik bir toplumda hükümetlerin icraatları ya da ihmalleri yalnızca yasama ve
yürütme organlarının değil, aynı zamanda kamunun da yakın denetimi altında olmalıdır.
Hükümetlerin kendi icraatlarına yöneltilen eleştirilere karşı kendilerini başka türlü
savunma imkanları varken cezalandırma yolunu seçmemeleri gerekir. Ancak eleştiriler
şiddeti teşvik edici nitelikte ise, hükümetler kamu düzenini korumak için gerekli
tedbirleri alma hakkına sahiptir (Gomian, Harris, 1998:103).
Toplumsal konularda, toplumun bilgi sahibi olması ve bu konuların serbestçe
tartışılabilmesi önemlidir. Bu bağlamda ortaya atılan fikirler, toplumun büyük bir kısmı
tarafından tepki ile karşılansa bile bunların ifade edilmesi engellenmemelidir. Toplumun
büyük bir kısmı tarafından benimsenen fikirlerin ifade edilebilmesi için bu fikirlerin
ifadesine bir korunma sağlanmasına ihtiyaç yoktur. Önemli olan toplumun büyük bir
kesimine ters gelen veya onları şaşırtan ya da rahatsız eden fikirlerin ifadesine koruma
getirilmesidir. Mahkeme, ifade edilen fikirlerin toplumun bir kesimi tarafından
yadırganmasını, onları rahatsız etmesini ifade özgürlüğüne müdahale edilebilmesi için
haklı bir gerekçe olarak kabul etmemekle birlikte; Sözleşmenin nefret ve şiddetin
yüceltilmesini de korumadığını belirtmektedir (Greer, 2006:267).
Kişilerin toplumu ilgilendiren konulardaki fikirlerini serbestçe ifade edebilmeleri,
toplumdaki fikir hayatına bir dinamiklik kazandırarak bu problemlerin çözümüne
yardımcı olacaktır. Farklı fikirlere hoşgörü ile yaklaşılmaması durumunda problemlere
farklı çözümler getirilmesi zorlaşacak ve toplumun çoğunluğu, kendisinden farklı
düşünen azınlık üzerinde baskı kurabilecektir (Okumuş, 2007,264).
İfade özgürlüğü için basının önemli bir yeri vardır. Basın özgürlüğü iki yönü ile
birlikte düşünülmelidir. Bunlardan birincisi, basının toplumu ilgilendiren konulardaki
bilgi ve fikirleri topluma aktarması diğeri ise toplumun bilgi alma hakkının
korunmasıdır. Basının bu işlevlerini yerine getirebilmesi için basına getirilecek
sınırlamalar üzerinde daha bir titizlikle durulmalıdır. Toplumu ilgilendiren konularda
56
basının aktarmış olduğu fikir ve haberler bir takım farklılıklara yol açma ihtimali taşısa
bile basın özgürlüğü bu nedenle kısıtlanmamalıdır. Seçmenler tercihlerini yapmak için
ihtiyaç duydukları bilgilere basın aracılığı ile ulaşırlar. Basının farklı görüşler hakkında
toplumu serbestçe bilgilendiremediği bir ortamda, kişilerin siyasal tercihlerinin serbestçe
oluştuğu kabul edilemez. Ayrıca seçmenler, yöneticilere kendi isteklerini iletmede ve
yöneticilerin icraatları hakkında bilgi sahibi olma konusunda da basına ihtiyaç
duymaktadırlar. Mahkeme olgular ile değer yargıları arasında dikkatle ayrım yapmanın
gerekliliğine değinmiştir. Olgular ispatlanabilir, ancak değer yargıları ispata elverişli
değildir. (Gomian, Haris, 1998:105).
İfade özgürlüğü devlete negatif bir davranışta bulunma yükümlülüğü getiren bir
özgürlüktür. Devlet kişilerin fikirlerini ifade etmelerine engel olmamalıdır. Ancak ifade
özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için devletin yalnızca negatif bir tutum içinde olması,
yani fikir açıklamak isteyenleri engellememesi yeterli değildir. Ayrıca yetki alanındaki
kişilerin bu özgürlükleri kullanabilmesi için gerekli tedbirleri de alması gerekmektedir.
Bu bakımdan devlet, bu özgürlüğün kullanılmasının önündeki engelleri kaldırmak
durumundadır. İfade özgürlüğünün kullanılması sonucu, başkalarından gelecek şiddetin
önlenmesi ya da bu özgürlüğün kullanılması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması
devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerdir (Okumuş, 2007,266).
Mahkemeye göre, sözleşmenin 10/2 maddesinde belirtildiği üzere, taraf devletler
milli güvenliğin korunması, kamu düzeninin sağlanması gibi kamusal amaçlarla ifade
özgürlüğünü sınırlayabilirler. Ancak devletler bu konudaki takdir haklarını kullanırken
amaç-araç dengesini gözetmek durumundadırlar. Ayrıca devletlerin bu tür kamusal
amaçlarla ifade özgürlüğünü sınırlayabilmeleri için bu yönde zorlayıcı sosyal bir
ihtiyacın bulunması gereklidir. İfade özgürlüğün sınırlandırılması konusunda belirleyici
olan, ifade edilen fikirlerin ve ifade biçiminin şiddeti teşvik edici olup olmamasıdır. Bir
ifade ancak, şiddeti teşvik edici ve kamu düzenini bozmaya elverişli olması nedeni ile
sınırlandırabilecektir. (Okumuş,2007:267)
57
7. TÜRK ANAYASA MAHKEMESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE İLGİLİ
VERDİĞİ
KARARLAR
VE
BUNUN
AİHM
KARARLARI
İLE
KARŞILAŞTIRILMASI
Bu konuda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlara karşı AİHM
tarafından verilen kararları karşılaştırmak için bazı davaları inceleyerek bir çözümleme
yapmak gerekmektedir. Burada mahkemeler tarafından verilen kararları siyasi partiler
için verilen kararlar ve diğer kararlar olarak ayrı ayrı anlatılacaktır.
7.1. İfade Özgürlüğü İle İlgili Siyasi Partiler Hakkında Verilmiş Anayasa
Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğüne yönelik kararları genellikle parti
kapatma davaları ile ilgili kararlardır. Parti kapatma ile ilgili davalarda siyasetçilerin
beyanları partinin temelli kapatılmasına veya bazı yaptırımların uygulanmasına neden
olmaktadır. Burada şu sorun çıkmaktadır. İfade özgürlüğü parti kapatmalarda Anayasa
Mahkemesi kararlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre daha mı özgürlükçü
yorumlanmaktadır, yoksa daha dar mı yorumlanmaktadır. Burada bu kıstası
inceleyebilmemiz için Anayasa Mahkemesinin parti kapatma ile ilgili kararlarına
bakmak gerekmektedir. Türkiye’nin parti mezarlığına döndüğü nazara alındığında bu
özgürlüğün Anayasa Mahkemesi tarafından daha az özgürlükçü yorumlanmadığı
sonucunu çıkarabiliriz. Zira Anayasa Mahkemesi parti kapatma kararlarının çoğunda
parti yöneticilerinin beyanlarını esas almıştır. Burada parti yöneticilerinin ifadeleri çoğu
zaman Anayasaya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesince partiler kapatılmıştır.
Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararların AİHM’ye götürülmesi
sonucunda AİHM büyük çoğunlukla verilen bu kararları AİHS’ye aykırı bulmaktadır.
Bu verilen kararları incelemeye başlayalım.
58
7.1.1. Türkiye Sosyalist Türkiye Partisi Hakkında Verilen Kararlar
Türkiye Sosyalist Partisi hakkında Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu 1993-2
esas sayılı kararın sonuç kısmında partiyi kapatma gerekçesi şu şekilde ifade
edilmektedir.
“Sosyalist Türkiye Partisi, programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve
siyasal yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve
azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün
vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve
Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ulusal kurtuluş hareketi içinde gösterilen T.C.
Devletinin vatandaşı Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını
verme amacına yönelik durumuyla Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozucu bir konuma düşmüştür. Bu bağlamda yine programında yer alan "Kürt Ulusu'nun
ve bütün etnik ve toplulukların kendi dil ve kültürel yapılarını koruyup gelişmeleri
olanağını sağlar. Dillerin geliştirilmesi, zenginleştirmeleri çalışmalarında hiç bir dile
ayrıcalık tanınamaz" biçimdeki düzenleme de Türk Ulusu'nun ortak kültür ve dilini
dışlar nitelikte ve bölücülüğe yöneliktir. Bunlar yalnızca düşünce değil, yasaklanan
sakıncalı eylemlere kışkırtma, katkı, destek ve bu niteliğiyle de bir tür eylemdir. Bütün
bunlarla Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa'nın 81.
maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır. Yukarda belirtilen nedenlerle,
Sosyalist Türkiye Partisi'nin Siyasî Partiler Yasası'nın Dördüncü Kısmı'nda yer alan
hükümlere aykırı davrandığı saptandığından aynı Yasa'nın 101. maddesinin (9) bendi
gereğince kapatılması gerekir” (anayasa.gov.tr).
Burada verilen kararın gerekçe kısmında ülkemizde yaşayan insanların ayrıştırmak
istendiğinden bahisle kapatma kararı verilmiştir. Bu karara karşı AİHM’ye giden parti
yetkilileri hakkında AİHM aşağıda anlatılan şekilde parti kapatmayı AİHS’ye aykırı
bulmuştur. AİHM’nin vermiş olduğu bu kararında; AİHM, isiyasi partilere ilişkin
kapatma davalarını dernek kurma özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmektedir.
59
Fikirlerin korunması ve ifade özgürlüğü AİHS'nin 11. maddesinde öngörülen dernek
kurma ve toplantı özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir. Siyasal Partilerin
demokrasinin layıkıyla işlemesinde ve çoğulculuğun korunmasındaki önemli rolleri
dikkate alındığında bu hükmün öncelikle uygulanacağı açıktır. AİHM'ye göre
çoğulculuk olmaksızın demokrasi olmaz. Bu nedenle, AİHS'nin 10. maddesinde
öngörülen ifade özgürlüğünün, 2. fıkrası uyarınca, sadece açıklanan bilgi ve fikirlere
taraftar olunduğunda, rahatsız etmediğinde ya da farklı olmadığında değil, aynı
zamanda; taciz eden, şok eden, rahatsız eden bir nitelik taşıdığında da söz konusudur.
Siyasi partiler faaliyetlerini kollektif olarak ifade özgürlüğünün uygulanması üzerine
oluşturduklarından, AİHS'nin 10. ve 11. maddelerinin güvencesi altındadırlar. Bu
noktada AİHM, bir siyasi partinin bir yasada ya da Devletin yasal ve anayasal
yapılarında değişiklik yapmayı iki koşulla önerebileceğini düşünmektedir: Birincisi bu
amaçla kullanılan araçlar yasal ve demokratik olmalıdır; ikincisi önerilen değişikliğin
kendisi temel demokratik ilkelerle uyuşmalıdır. AİHM, liderleri şiddeti teşvik eden,
demokrasiye saygı duymayan demokrasiyi, demokraside tanınan hak ve özgürlükleri
yok etmeyi amaçlayan bir siyasi partinin, bu gerekçelerle kendisine karşı uygulanan
cezalara karşı Sözleşmenin korumasını ileri süremeyeceğini düşünmektedir. Ayrıca,
AİHS'nin 11 § 2 maddesi uyarınca, demokratik bir toplumda "gerekli" olup olmadığı
yani "sosyal bir ihtiyaca" cevap verip vermediği ve izlenen meşru amaç ile arasında bir
orantının olup olmadığı konusu da önem taşımaktadır. AİHM, yerel mahkemelerin
görevini ikame etme gibi bir sorumluluk üstlenmediğini fakat alınan kararların ve
yapılan müdahalelerin ifade özgürlüğünü güvence altına alan 11. maddeye yönelik bir
kısıtlama getirilip getirilmediğinin denetim altına alındığını eklemektedir. Davalı
hükümetin içtenlikle, özenle ve mantıklı bir şekilde yetkisini kullanıp kullanmadığı ve
davanın bütünü ışığında müdahalenin "izlenen yasal amaç için" yapılıp yapılmadığının
belirlenmesi ve yetkililer tarafından öne sürülen gerekçelerin "yeterli" olup olmadığının
araştırılması gerekmektedir. Mahkemenin ulusal yetkililerin kuralları AİHS'nin 11.
maddesine uygun olarak yerine getirdiklerinden emin olması gerekmektedir AİHM,
STP'nin siyasi faaliyetlerine başlamadan kapatıldığını ve bu önlemin sadece parti
60
programından dolayı alındığını hatırlatmaktadır. AİHM, söz konusu müdahalenin
gerekliliğini incelemek için ulusal yetkililerin aldıkları önlemler üzerinde dayanak
oluşturacaktır.
AİHM, Anayasa Mahkemesi'nin Sosyalist Türkiye Partisi'nin Kürtlerin gelecekte
kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkını talep ettiğini ve "bağımsızlık savaşı" yapma
hakkını tanıdığını belirttiğini ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi, parti programında
Kürt ve Türk Milletlerini ayırarak, Türk Milletinin ve Devletinin bölünmez bütünlüğü
aleyhine Türkiye sınırları dahilinde azınlıkların oluşumunu savunduğu gerekçesiyle
kendi kaderini tayin hakkının ve özellikle bağımsız bölge fikrinin yasaklanmasını haklı
görmüştür.
AİHM'nin görüşüne göre bu tip bir programın Türk Devletinin mevcut prensipleri
ve yapısı ile uyumlu olmaması demokrasi ile de çelişkili olması anlamına gelmez;
Mevcut bir devletin yapısını sorgulasa dahi farklı politik programların teklif edilmesi ve
tartışılması, demokrasinin kendisine zarar vermemesi şartıyla demokratik sistemin
vazgeçilmez öğeleridir.
Sonuç olarak, AİHM, örgütlenme özgürlüğünün yalnızca inandırıcı ve zorlayıcı
sebeplerle kısıtlanabileceğinden, AİHS'nin 11. maddesinde öngörülen istisnalar, siyasal
partiler söz konusu olduğunda dar bir yorumu zorunlu kıldığını belirtmektedir. Bu
nedenle taraf devletler, AİHS'nin 11 - 2 maddesinde öngörülen zorunluluğun varlığının
tespiti konusunda; hem yasalar, hem de bu yasaların uygulanması için alınan kararlar
buna bağımsız yargı organlarının kararlan da dahil- üzerinde sıkı bir Avrupa denetimi
olan, sınırlı bir takdir marjına sahiptirler.
AİHM'ye göre, demokrasinin temel özelliklerinden biri bir ülkenin karşılaştığı
sorunları, taciz edici olsalar da, şiddete başvurmaksızın, diyalogla çözmesidir.
Demokrasi ifade özgürlüğü ile beslenir. Bu ilişki altında, bir siyasal grubu, sadece bir
devletin bir kısım halkının kaderini aleni olarak tartışmak istemesi ve demokratik
kurallara saygı içinde, tüm ilgilileri tatmin edecek çözümler bulma amacı ile siyasal
61
yaşama katılmak istemesi nedeni ile endişe duymamalıdır. Bu bağlamda, parti
programının incelenmesi sonucunda STP'nin niyetinin açık olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak siyasi bir partinin, programında alenen açıklananlardan farklı hedef ve
niyetlerinin var olma olasılığı dışlanamaz. Bundan emin olmak için, bu programın
içeriği ile, sahibinin eylemleri ve tutumlarını karşılaştırmak gerekir. Mevcut durumda
Sosyalist Türkiye Partisi’nin programının herhangi bir somut eylemi ile yalanlanması
olanağı yoktur, zira kurulur kurulmaz kapatılmış ve programı uygulama zamanı bile
bulamamıştır. Böylece sadece ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan bir
davranış ile cezalandırılmış bulunmaktadır.
Tüm bunlar karşısında, STP'nin derhal ve nihai olarak kapatılması gibi radikal bir
tedbir, hedeflenen amaca göre orantısızdır ve demokratik bir toplumda gerekli değildir.
Sonuç olarak bu tedbir AİHS'nin 11. maddesini ihlal edildiği şeklinde karar verilmiştir
(www.yargitay.gov.tr) .
AYM yukarda ki kararında programlarında yer almayan farklı hedef ve niyetlerin
var olma olasılığı karşısında bunun tutumlarla karşılaştırılarak kapatma cezasının
verilebileceğine karar vermiştir. Oysa AİHM sadece programdaki ifadeleri kapatma
nedeni saymamaktadır.
AİHM bir patinin kapatılması için parti programı ile parti
kuruculularının eylemlerinin karşılaştırılması ve somut bir olayın varlığı halinde
kapatmanın sözleşmeye uygun olacağı kanaatindedir.
AİHM bu kararındaki en can alıcı yorumu ise şudur: “ Mahkemenin görüşüne göre
böyle bir siyasal programın, Türk devletinin yürürlükteki ilkeleri ve yapılarıyla
bağdaşmaz telakki edilmesi onu demokrasi kurallarıyla bağdaşmaz kılmaz. Farklı
siyasal programların, hatta bir devletin şimdiki örgütleniş tarzının sorgulayanların
önerilmesi
ve
tartışılması,
demokrasinin
demokrasinin özüdür.”
62
kendisine
zarar
vermemesi şartıyla
7.1.2. Refah Partisi kararı
Refah partisi kararına geçmeden önce, bu partinin genel başkanı Necmettin
Erbakan’ın Bingöl’de yaptığı bir konuşması sonucunda DGM tarafından verilen cezanın
AİHM tarafından incelenmesi sonucunda sözleşmenin ihlal edildiğine dair kararına bir
göz atalım.
Bu kararda AİHM, temel bir unsur olarak demokratik bir toplumda siyasi bir
mücadelenin özgürce yapılması gerektiğinin altını çizerek, siyasi içerikli konuşma
bağlamında ifade özgürlüğüne büyük önem vermekte ve zorunlu nedenler olmadıkça
siyasi bir konuşmaya kısıtlama getirilmemesi gerektiğini kaydetmektedir. Öyle ya da
böyle getirilen geniş sınırlamalar hiç kuşkusuz ilgili Devlet’te ifade özgürlüğüne saygı
gösterilmesine etki etmektedir. Bununla birlikte, siyasi mücadele özgürlüğü mutlak bir
yapıda değildir. Sözleşmeci Devlet bazı «kısıtlamalar» veya «yaptırımlar» uygulayabilir,
AİHM’ye bu uygulamaların 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğü ile bağdaşıp
bağdaşmadığını belirlemek düşmektedir. Mevcut dava özellikle ulusal merciler
tarafından «nefrete dayalı konuşmalar» olarak nitelendirilen beyanları nedeniyle
başvurana müeyyide uygulanmış olmasıyla öne çıkmaktadır. Buna ilişkin olarak AİHM,
hoşgörünün, herkesin onuruna ve saygınlığına eşit oranda saygı gösterilmesinin
demokratik ve çoğulcu bir toplumun temelini oluşturduğunu hatırlatmaktadır. İlke
olarak, demokratik toplumlarda «formaliteleri», «koşulları», «kısıtlamaları», veya
«müeyyideleri» izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil
olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım
uygulanması ve hatta bunların önlenmesi gerekli görülmektedir. AİHM’nin JersildDanimarka kararında not ettiği üzere bireylere ve gruplara hakarete ve nefrete dayalı bir
söylemi
oluşturan
somut
ifadeler
AİHS’nin
10.
maddesinin
güvencesinden
yararlanamaz. Başvuran halka açık yaptığı konuşmasında özellikle nefrete ve dini
hoşgörüsüzlüğe teşvik etmekten suçlu bulunmuş, ilk derece mahkemesi ilgilinin yaptığı
konuşmanın bazı bölümlerinden alıntılar yapmıştır. Davacı Nemettin ERBAKAN bu
konuşmasında şunları dile getirmiştir.
63
“(…) Artık bu ülkede 12 tane parti yok, 2 tane parti var. Hak ve batıl, hakkı temsil
eden Bingöllü kardeşimin imanını temsil eder. Onun kendi partisi, bu partinin adı Refah
Partisidir. Peki, öbür parti hangisi? Diğerleri, Diğerleri ne demek diğerleri? Refah
Partisinin dışındakilerin hepsi batıldır, hepsi bir tek parti sayılır. Çünkü bunlar gavur
aşığı. Bunlar bağımsız değil Batıya bağlı, geliyorlar iş başına, talimatı oradan alıyor,
bizim halkımızı eziyor. Bunların hepsi faizci, hepsi sömürücü, hepsi ezici ve de üstelik
biz İslam alemini bırakacağız, Hristiyanlarla beraber olacağız. Kanunlarımızı gavurlar
yapacak, bizleri onlar idare edecek (…)”
O dönemde Bingöl İli’nde hakim olan durumu ve halkın köktendinci bir terör
örgütünün eylemlerinin mağduru olduğu hususunu dikkate alan Devlet Güvenlik
Mahkemesi ilgilinin özellikle «inananlar» ve «inanmayanlar» arasında bir ayrıma
giderek siyasi tartışma özgürlüğünün kabul edilebilir sınırlarını aştığı sonucuna
varmıştır. Yargıtay, Erbakan’ın «kendi partisi dışındaki tüm partileri batıl, gavur aşığı
olarak nitelendiren, faize dayalı bir sistemi savunan nitelendirmesiyle «bu partilerin
Kuran’a göre Allah’a harp ilan ettikleri» görüşünü savunduğunu belirtmiştir. Tanınmış
bir siyasetçi tarafından halka açık bir toplantıda dile getirilen bu görüşler –şayet
gerçekten dile getirilmişler ise- dini değerler çerçevesinde şekillenmiş bir toplumsal
bakış açısını ifşa etmekte ve böylelikle farklı grupların karşı karşıya geldiği günümüz
toplumlarını oluşturan çoğulculuk anlayışıyla bağdaşır görünmemektedir. Gerçekten de,
dini bir terminoloji kullanan konuşmacı bilhassa toplumun özünde bulunan bu çeşitliliği
«inananlar» ve «inanmayanlar» arasındaki basit bir bölünmeye indirgeyerek dine dayalı
politik bir çizgi oluşturma çağrısı yapmaktadır.
Bingöl’de bu konuşmaların yapıldığı
sırada bölge halkının köktendinci hareketlerin yol açtığı elem verici pek çok eylemin
mağduru olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Her türden hoşgörüsüzlüğe karşı
mücadele insan haklarının bütünleyici bir parçası olduğundan, siyasetçilerin halka
yönelik konuşmalarında hoşgörüsüzlüğü beslemekten kaçınmaları büyük önem arz
etmektedir. Başvuran yaptığı konuşmada yalnızca dine dayalı olarak nefreti teşvikten
yargılanmamış, konuşmasının kimi bölümlerinin ırka dayalı nefret ve düşmanlığı tahrik
ettiği vurgulanmıştır. AİHM, Türk hukukunda kanıtların kabul edilebilirliğiyle ilgili
64
olarak
ulusal
mahkemelerin
belirledikleri kıstaslar
hakkında
değerlendirmede
bulunmakla görevli olmamakla birlikte mevcut halde başvuranın iddianamede yer alan
hususların tamamından sorumlu tutulmasının güç olduğunu kaydetmektedir Aynı
şekilde başvuruda
yer
alan olaylar
dikkate alındığında,
başvuran hakkında
soruşturmanın açıldığı tarihte, dava konusu konuşmanın toplum açısından «güncel bir
risk» ve «yakın tehlike» oluşturduğu hususu AİHM açısından kesin değildir. Bu
bağlamda, Hükümetten farklı olarak, mezkur konuşmanın yapıldığı iddia edilen tarih ile
ceza soruşturması başlatılması arasında geçen dört yıl beş aylık süreyi, soruşturmanın
içeriğinin başvuran açısından taşıdığı önem de dikkate alındığında, göz önünde
bulundurulması gereken bir unsur olarak değerlendirmektedir. Bu husus, Devlet
Güvenlik Mahkemesi’nin sözü edilen konuşmanın yapıldığı Bingöl’de hüküm süren
durum hakkında sonuçlar çıkarmış olması çerçevesinde önem taşımaktadır. Sonuç
olarak, başvuran hakkında yürütülen soruşturmaların zorunluluk oluşturduğuna ilişkin
gerekçeler, başvuranın ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin «demokratik bir toplum
için gereklilik» arz ettiği konusunda ikna edici olamamaktadır. Özellikle, suç unsurunu
teşkil eden konuşmanın ardından dört yıl beş ay sonra bir siyasetçi hakkında sürdürülen
cezai soruşturma demokratik bir toplumun menfaati ve siyasi mücadele özgürlüğü göz
önünde bulundurulduğunda öngörülen meşru amaçlarla orantılı bulunmamaktadır. Bu
nedenle, AİHS’nin 10. maddesi ihlal edilmiştir (www.yargitay.gov.tr).
Burada Necmettin Erbakan’ın konuşmasını AİHM ifade özgürlüğü kapsamında
değerlendirmiş, özellikle soruşturmanın açıldığı tarihin çok geç olması nedeniyle,
mahkeme kararında belirtilen tehlike unsurunun gerçekleşmediği ileri sürülmüştür.
Güncel bir riskinde olmadığı göz önüne alındığında burada Necmettin Erbakan’ın
ifadelerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Burada dikkat çeken husus başkanı olduğu Refah Partisinin kapatılması dolayısıyla
verilen Anayasa Mahkemesi kararına karşı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden
partinin talepleri, AİHM tarafından kabul edilmemekle birlikte, şahıs olarak Erbakan’ın
taleplerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesidir. AİHM demokratik bir
toplumda siyasi bir mücadelenin özgürce yapılması gerektiğini belirtmektedir. Siyasi
65
içerikli konuşmalarda ifade özgürlüğüne büyük önem vermekte ve zorunlu nedenler
olmadıkça siyasi bir konuşmaya kısıtlama getirilmemesi gerektiğini belirtmektedir.
AİHM, hoşgörünün, herkesin onuruna ve saygınlığına eşit oranda saygı gösterilmesinin
demokratik ve çoğulcu bir toplumun temelini oluşturduğunu, izlenen meşru amaçla
orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta
meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanması ve hatta bunların önlenmesi
gerektiğini belirtmektedir. Öte yandan, AİHM bireylere ve gruplara hakarete ve nefrete
dayalı bir söylemi oluşturan somut ifadeleri AİHS’nin 10. maddesinin güvencesinden
yararlandırmamaktadır. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Necmettin
Erbakan’ın bu ifadelerini hakarete ve nefrete dayalı bir ifade olarak değerlendirmemiştir.
Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvuru laiklik ilkesine
aykırı
fiillerin
odağı
olduğu
gerekçesiyle
Refah
Partisi'nin
kapatılmasıyla
sonuçlanmıştır. Anayasa Mahkemesi, 16 Ocak 1998'de "laiklik ilkesine aykırı
eylemlerin odağı" olduğu gerekçesiyle RP'nin kapatılmasına karar vermiştir. Anayasa
Mahkemesi, laikliğin demokrasinin ayrılmaz bir parçası olduğunu kaydetmiştir.
Anayasa Mahkemesi, demokratik düzene son vermeye yönelik eylemler içerisinde olan
ve ifade özgürlüğünü bu amacı gerçekleştirmek için çağrıda bulunmak için kullanan bir
siyasi partinin, Anayasaya ve insan haklarını korumaya yönelik uluslar üstü kurallar
uyarınca, kapatılması gerektiğine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, ayrıca
Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin
Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'in milletvekilliklerinin düşürülmesine karar vermiştir.
Mahkeme, bu kişilerin, eylemleriyle ve beyanlarıyla RP'nin kapatılmasına yol açtığına
karar vermiş ve bu kişilerin, beş yıl süreyle, siyasi parti kurucu üyesi, üyesi, genel
başkanı veya denetçisi olamayacağını hükme bağlamıştır (www.belgenet.com).
Anayasa Mahkemesi üyeleri Hakim Haşim Kılıç ve Sacit Adalı muhalefet şerhi
yazarak Refah Partisi'nin kapatılmasının AİHS'ye ve AİHM'nin parti kapatılmasına
ilişkin içtihatlarına uygun olmadığını belirtmişlerdir.
66
AİHM'e başvuranlar, RP'nin kapatılmasının ve liderleri Necmettin Erbakan,
Şevket Kazan ve Ahmet Tekdal'ın başka bir partide benzer bir görev almalarının
yasaklanmasıyla sözleşmenin 11. maddesiyle teminat altına alınan dernek kurma ve
toplantı özgürlüğü haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca
sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü ve diğer bazı maddelerinin de
ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
Bu davada mahkeme, iç hukuka ilişkin uyuşmazlığın, bir siyasi partinin
faaliyetlerinin anayasallığıyla ilgili olduğunu ve Anayasa Mahkemesi'nin yetki alanına
giren parti kapatılması davasında böyle bir müdahalenin "yasayla öngörülüp
görülmediğine" ilişkin sorunla en yakından ilgili olan yazılı hukuk metninin Türk
Anayasası olduğunun altını çizmiştir. Sonuç olarak müdahalenin "kanunla öngörülmüş"
olduğu kabul edilmiştir.
AİHM, laiklik ilkesinin Türkiye'deki demokratik sistem açısından taşıdığı önemi
dikkate almış; partinin kapatılmasıyla, sözleşmenin 11. maddesinde sayılan meşru
amaçlardan birkaçının ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin korunması, kargaşa ve
suçun önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlandığını kabul
etmiştir.
Bu karara karşı Büyük Daireye başvuran parti yetkililerini Büyük Daire haklı
bulmamıştır. Büyük Daire kararında, Refah Partisi liderlerinin hükümet belgelerinde,
siyasal silah olarak güç ve şiddet çağrısında bulunmadıkları doğru olmakla birlikte,
kendilerine muhalif politikacılara karşı güç kullanma imkanını onaylayarak bundan
kamu önünde söz eden Refah üyeleriyle aralarına mesafe koymak için acil pratik
tedbirler almamışlardır. Dolayısıyla Refah liderleri, iktidarı ele geçirmek ve korumak
için şiddet yöntemlerine başvurulması imkanına ilişkin bu beyanların müphemliğini
ortadan kaldırmamışlardır.” Bu nedenle Büyük Dairede RP’nin kapatılmasını hukuka
uygun bulmuştur. (Özbudun, 2006: 130).
67
7.1.3. Türkiye Birleşik Komünist Partisi Hakkında Anayasa Mahkemesi ve
AİHM’nin Kararları
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına karar verilen bu partinin AİHM’ye
başvurusu sonucunda parti haklı bulunmuş, partinin yargılanmanın yenilenmesi için
Anayasa Mahkemesine başvurusu Anayasa Mahkemesince oyçokluğu ile reddedilmiştir.
Anayasa Mahkemesi ilk olarak verilen kararında, Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin
Anayasa’nın 6., 10., 14. ve 68. maddeleriyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun
(SPK) 78. maddesine aykırı olarak sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde
egemenliğini kurmayı, Anayasa’nın 2., 3., 14. 68. maddeleriyle 2820 sayılı SPK’nın 78.
ve 81. maddelerine aykırı olarak Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı amaçladığı, aynı Yasa’nın 96. maddesine aykırı olarak kullanılmasına yasal
olanak bulunmayan bir adla kurulduğu ve kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğunu,
bu nedenle SPK’nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince kapatılmasına karar verilmiştir
(www.anayasa.gov.tr).
Bu karar yaklaşık 35 sayfadır. Kapatılma gerekçesi; bir sınıfın diğer sınıflar
üzerinde egemenlik kurması ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı amaçladığı, kullanılmasına yasal olanak bulunmayan bir adla kurulduğu ve
kapatılan bir siyasi partinin devamı olduğudur. Burada kararın doğruluğunu tartışmadan
bu karar hakkında AİHM’ye gidilmesi sonucunda AİHM tarafından verilen 30.01.1998
tarihli karara bakmakta fayda vardır. Anayasa Mahkemesinin bu parti hakkında vermiş
olduğu kararda sözleşmenin 11. ve 10. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Bu kararda şu hususlara değinilmiştir.
Hükümet, müdahalenin bir takım meşru hedeflerinin bulunduğunu belirtmiştir.
Bunlar; ulusal güvenliği sağlama, halkın güvenliği ve ülkenin bütünlüğü ile diğerlerinin
hak ve özgürlüklerini korumadır. AİHM, Anayasa Mahkemesi tarafından Türkiye
Birleşik Kominist Partisi (TBKP)’nin kapatılmasında dayanak olarak alınan esaslar
arasında ayrım yapmıştır. Müdahalenin partinin adında “komünist” kelimesinin
68
bulunmasından kaynaklandığı göz önüne alındığında, Komisyon’a göre, bu müdahalenin
11. maddeye dayanılarak herhangi bir meşru amaç tarafından haklılaştırılması mümkün
değildir. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi de TBKP’nin demokratik kurumlara saygı
göstermeyeceği veya bir diktatörlük kurmaya teşebbüs edeceğine ilişkin herhangi bir
kanıt olmadığını fark etmiştir. Diğer yandan, TBKP’nin kapatılması, programında Türk
ve Kürtler arasında ayrım yapmasına bağlanmış ve Komisyon bunu ülke bütünlüğünün
bu suretle ulus güvenliğinin sağlanması amacına bağlanabileceğini ve bunun, TBKP’nin
terörist bir örgüt olduğu veya terörizmi desteklediği için değil ve fakat bu partinin açıkça
ayrı bir Kürt ulusunun yaratılmasını gerçekleştirmeye çalıştığı ve sonuç olarak Türkiye
Devleti ülkesinin yeniden dağıtılması sonucunu doğurma olasılığının bulunmasından
kaynaklandığını belirtmiştir. Divan, 11. maddenin, özerk anlamına ve özel uygulama
alanına karşın, görülmekte olan davada, 10. madde ışığında değerlendirilmesi
gerektiğini belirtmiştir. Düşüncenin korunması ve bunu açıklama özgürlüğü 11.
maddede öngörülen toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün önemli unsurlarından biridir.
Siyasal Partilerin demokrasinin layıkıyla işlemesinde ve çoğulculuğun korunmasındaki
önemli rolleri dikkate alındığında bu hükmün öncelikle uygulanacağı açıktır.
Divanın, kararlarında defalarca belirtmiş olduğu gibi, çoğulculuk olmaksızın
demokrasi olmaz. Bu nedenle, 10. maddede öngörülen ifade özgürlüğü, 2. fıkra
uyarınca, sadece açıklanan bilgi ve fikirlere taraftar olunduğunda, rahatsız etmediğinde
ya da farklı olmadığında değil, aynı zamanda; taciz eden, şoke eden, rahatsız eden bir
nitelik taşıdığında da söz konusudur. Siyasal parti, faaliyetlerinin kollektif olarak ifade
özgürlüğünün uygulamasını oluşturduğu için bunların, Siyasal partilerin, ifade
özgürlüğüne sahip olması onlara, Sözleşmenin 10 ve 11. maddelerini dayanak olarak
alabilmeleri imkanını doğurmuştur. Divan, devleti çoğulculuğun nihai koruyucusu
olarak nitelendirmiştir. Siyasal alanda, bu sorumluluk devlet için diğerleri yanında, 1.
No’lu protokolün 3. maddesi uyarınca kamuoyunun özgürce ifade edilmesinin
sağlandığı koşullarda makul sürelerle, gizli oyla serbest seçimler düzenleme
sorumluluğu getirir. Sözleşmenin 8,9,10 ve 11. maddelerinde öngörülen hakların
kullanılmasına yönelik müdahaleler, “demokratik bir toplumda gerekli” olma ölçütü
69
ışığında bir değerlendirmeye tabi olmaktadırlar. Bu haklardan birine müdahaleyi haklı
kılacak tek zorunluluk “demokratik toplum”dan kaynaklananlardır. Demokrasi sözleşme
tarafından tasarlanan yegane politik modeldir ve sadece o sözleşmeyle bağdaşabilir…
Sonuç olarak, örgütlenme özgürlüğü yalnızca inandırıcı ve zorlayıcı sebeplerle
kısıtlanabileceğinden, 11. maddede öngörülen istisnalar, siyasal partiler söz konusu
olduğunda dar bir yorumu zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle taraf devletler, 11. maddenin
2. fıkrasında öngörülen zorunluluğun varlığının tespiti konusunda; hem yasalar, hem de
bu yasaların uygulanması için alınan kararlar üzerinde sıkı bir Avrupa denetimine olan,
sınırlı bir takdir marjına sahiptirler. Bir partinin tümüyle kapatılması ve yöneticilerinin
gelecekte benzer faaliyetleri yürütmesinin yasaklanması söz konusu olduğu zaman bu
denetim daha da gereklidir denilerek TBKP’nin kapatılmasını sözleşmeye aykırı
bulmuştur ( www.yargitay.gov.tr).
Burada AİHM bir partinin kapatılmasını çok zorunlu hallerde başvurulacak bir yol
olduğunu belirtmiştir. Demokratik toplumda çoğulculuk ilkesinin geçerli olması
gerektiğini ve partilerin kapatılmasında ülkede var olan yasa ve hatta Anayasaların değil
AİHS’nin göz önüne alınması gerektiğini söylemektedir.
AİHM’nin bu kararı nedeniyle davacı parti yargılanmanın yenilenmesi istemiyle
Anayasa Mahkemesine başvurmuş Anayasa Mahkemesi bu talebi oy çokluğu ile
reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında red gerekçesi aşağıdaki şekilde izah
edilmiştir.
“Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan yargılanmanın yenilenmesine ilişkin
düzenleme, hükmün esasını değiştirecek nitelikteki olguların hükmün kesinleşmesinden
sonra ortaya çıkması durumunda, yeniden yapılacak yargılama ile kesin hükmü ortadan
kaldırabilen olağanüstü Kanun yollarından birisidir. Bu niteliğinin gereği olarak yasa
koyucu yargılamanın yenilenmesi usulünü 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun
311. ila 323. maddelerinde etraflı biçimde düzenlemiştir. Bu hükümlerden yargılamanın
yenilenmesi
isteminin
dört
aşamada
incelenip
70
karara
bağlanması
gerektiği
anlaşılmaktadır. Bu aşamalar, yasada sayılan yargılama nedenlerinin ve bunların
dayandığı delilleri içeren istemin kabule değer olup olmadığının incelenip karara
bağlanması, istem kabule değer bulunduğu takdirde delillerin toplanması, bu işlem
tamamlandıktan sonra istemin esassız olup olmadığının karara bağlanması, istem esassız
olması noktasından reddedilmemiş ise yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın
açılmasına karar verilmesi şeklindedir. Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi
nedenlerinden biri olan "Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve
hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması" hali eklenmiştir. Ayrıca, yargılamanın yenilenmesinin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde
istenebileceği belirtilmiştir. Bu düzenleme, anılan ihlal kararının başka bir nedene gerek
olmaksızın yargılamanın yenilenmesinin kabule değer olduğuna karar verilmesi için
yeterli olduğunu göstermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, TBKP'nin
kapatılmasına esas alınan olguları değerlendirerek, kapatma kararının Sözleşme'nin 11.
maddesindeki dernek kurma ve toplantı özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna karar
vermiş ve bu ihlal kararı yargılanmanın yenilenmesi isteminin nedeni olarak ileri
sürülmüştür. Ceza Muhakemesi Kanunun 321. maddesi uyarınca yargılanmanın
yenilenmesi isteminin kabul edilebilmesi için ilk hükmün verilmesinde esas alınan
olgularla birlikte yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi bir olgunun
bulunduğunun hükmün kesinleşmesinden sonra saptanması gerekir. Söz konusu ihlal
kararında ise yargılama sonrasında ortaya çıkan ve kesin hükmün esasını etkileyecek
nitelikte olan maddi bir olgunun varlığına değil, kapatılmaya esas alınan mevcut
olguların değerlendirilmesinde hata yapıldığı düşüncesine dayanılmaktadır. Ceza
Muhakemesi Kanunu, mevcut olguların değerlendirilmesinde hata yapılarak hüküm
kurulmasını temyiz nedeni olarak kabul etmekle birlikte yargılanmanın yenilenmesini
gerektirecek bir neden olarak görmemektedir. Bu nedenle yargılanmanın yenilenmesi
isteminin Ceza Muhakemesi Kanunun 321.maddesi uyarınca esassızlık nedeniyle
reddine karar vermiştir” (www.anayasa.gov.tr).
71
Karara bir çok üyenin muhalefet şerhi koyması bu kararın doğruluğu konusunda
şüphe uyandırmaktadır. Karara imza atan ülkemizdeki en önemli şahısları yüce divan
sıfatı ile yargılayacak, partileri kapatacak ve kararı kesin olan hakimler, AİHM
kararlarının yargılanmanın yenilenmesinin istenebilmesi için yeni bir delilin sübut
bulmuş olması koşulunu aramaktadır. Oysa AİHM’ye başvuru için hiçbir şekilde yeni
delile dayanmak zorunluluğu yoktur. AİHM’nin görevi yeni delilleri değerlendirmek
değildir. AİHM sadece AİHS’nin ihlal edilip edilmediği konusunda araştırma
yapmaktadır. Sözleşmenin ihlal edildiği sonucuna ulaşırsa yaptırımlar uygulamaktadır.
Yani burada Anayasa Mahkemesinin yaklaşımı yanlıştır. Aksi düşünülecek olursa hiçbir
karara karşı AİHM’ye gidilemeyecektir.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin verdiği karara katılmak mümkün değildir.
Karara muhalefet şerhi koyan Anayasa Mahkemesi üyelerinin muhalefet şerhi şu
şekildedir.
“ Çoğunluk kararında iddiaların yeterince doğrulanamaması, yargılama sonrasında
ortaya çıkan ve kesin hükmün yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte maddi
bir olgunun bulunmadığı istemin esassızlığı nedeniyle reddine dayanak yapılmış ise de,
Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK)'nun 311. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde
düzenlenen yargılamanın yenilenmesi nedeni açısından istemde ileri sürülen iddia ve
maddi olgu bizatihi "AİHM'nin ihlal kararı"dır. Bu iddianın doğrulanamaması gibi bir
durum söz konusu edilemeyecektir. Öte yandan, CMK.'nun 321. maddesinde, iddianın
daha önce verilmiş olan hükme etkisinin olup olmadığı yönündeki değerlendirme
yalnızca "311 inci maddenin birinci fıkrasının (a) (sahte belge) ve (b) (yalan tanıklık
veya bilirkişilik) bentleri ile 314 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) (sahte
belge)bendinde yazılı haller" için öngörülmüş bulunmaktadır. CMK.'nun 321. maddesi,
AİHM'nin ihlal kararına dayalı yenileme nedeni açısından, ihlal kararının önceki
hükmün yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı şeklindeki bir
değerlendirmeyle istemin reddine karar verilmesine olanak sağlayacak bir düzenleme
içermemektedir. Açıklanan nedenlerle, Kanunda öngörülen şekil ve esaslara uygun
72
olarak yapıldığı anlaşılan yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulüne karar verilmesi
gerekirken, "esassız olması nedeniyle reddine" karar verilmiş olması nedeniyle çoğunluk
görüşüne katılmadık” (www.anayasa.gov.tr).
Bu karara karşı Anayasa Mahkemesinin dört üyesi karşı oy kullanarak yukarda ki
gerekçelerle karara katılmamıştır. Oy çokluğunun kararına bakıldığı zaman bu kararın
doyurucu gerekçeden yoksun olduğu görülmektedir. Burada sorun AİHM kararlarının
tek başına yargılanmanın yenilenmesi sebebi sayılıp sayılamayacağıdır. Yeni bir olgu
yok ise yargılamanın yenilenmesi yolunun açık olup olmadığıdır. Oysa yeni olgunun
varlığı zaten bir yargılanmanın yenilenmesi nedenidir. Bu kabul edilirse yasalarda
AİHM kararlarının yargılanmanın yenilenmesi nedeni sayılmasının hiçbir önemi
kalmayacaktır. Yasa da düzenleme yapılırken aslında hiçbir nedene bağlı kalmaksızın
AİHM’nin vermiş olduğu kararların sırf AİHS’ye aykırı olmasının yargılanmanın
yenilenmesi nedeni sayıldığı görülmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin bu
gerekçesine katılmak mümkün değildir. Bu karara muhalefet şerhi koyan üyelerin
gerekçeleri hukuki anlamda daha doyurucudur.
7.1.4. HEP ve ÖZDEP Kararları
AİHM, HEP davasında da Türkiye'nin AİHS'nin örgütlenme özgürlüğünü
düzenleyen 11. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir Mahkeme bu davada da HEP'e
uygulanan yaptırımın bir "zorunlu sosyal gereksinimi karışlayıp karşılamadığına
bakmıştır. Mahkeme HEP'in savunduğu kendi kaderini tayin hakkı veya anadille ilgili
haklar konusundaki görüşlerinin demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını
belirtmiştir. Yalnızca bu ilkeleri savunduğu nedeniyle bir siyasal grubun o ülkede terörü
desteklediği iddia edilecek olursa, bu tür önemli sosyal sorunlar demokratik tartışma
ortamının dışına çıkacaktır. Bu ise bu tür sorunların silahlı terör örgütlerin tekeline
geçmesine neden olacaktır. Oysa, AİHM'ne göre, bu Sözleşmenin 11. maddesinin ve bu
maddenin dayandığı demokratik ilkelerin reddi demektir Mahkeme bu tür önerilerin
hükümetin politikasıyla veya halkın çoğunluğunun görüşleriyle çelişebileceğinin; ancak
73
demokrasinin işleyişinin farklı düşüncedeki politikacıların bu tür genel sorunlara çözüm
bulmak için bu sorunları kamu önünde tartışmalarını sağlayacağını ileri sürmüştür.
Mahkeme Anayasa Mahkemesi kararının da HEP'in Türkiye'de demokratik rejimin yok
olmasını amaçladığım saptayamadığını belirtmiştir (www.setav.org ).
AIHM, Anayasa Mahkemesinin kapattığı partilerden biri olan ÖZDEP hakkında
da Türkiye aleyhine karar vermiştir. AİHM Türkiye'nin Sözleşmenin 11. maddesini ihlal
ettiğini saptamıştır. Bu kararda da AIHM ÖZDEP’in programında yazılanların partinin
esas amacını gizleyebileceğini kabul etmektedir. Ancak Mahkemeye göre bu görüşü
destekleyecek parti eylemleri ortaya konmadıkça, partinin resmi söyleminin samimi
olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kötü niyet ispatlanmadığından ÖZDEP
düşünceyi ifade özgürlüğünü kullanması nedeniyle cezalandırılmış olmaktadır.
Demokrasi düşünceyi açıklama özgürlüğü üzerinde yeşeren ve büyüyen bir şeydir. Bu
açıdan bakıldığında Mahkemeye göre, bir siyasi partinin Devletin nüfusunun bir
bölümünün konumunu kamu önünde tartışmak istemesini ve bu bölümün sorunlarına
herkesi tatmin edecek çözümler bulmaya çalışmasını engellemek haklı olamaz
(www.yargitay.gov.tr).
7.2. İfade Özgürlüğü ile İlgili Diğer Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi Kararları
Yukarda siyasi partiler ve siyasilerle ilgili ifade özgürlüğüne ilişkin kararlardan
sonra burada ifade özgürlüğünün diğer durumlarında verilen kararlara değinilmeye
çalışılacaktır. Burada nüfus cüzdanında din ibaresinin bulunması, mahkemelerdeki
duruşmalarda dinin sorulması, basın yayın özgürlüğü gibi konulara değinilecektir.
Anayasa Mahkemesinin kişilerin dini inançlarının devlet tarafından öğrenilmesi
konusunda vermiş olduğu her iki karar arasında çelişkiler göze çarpmaktadır.
Mahkemenin nüfus kayıtlarında din ibaresinin yer almasıyla ilgili kararında, kişilerin
dini inançlarının devlet tarafından öğrenilmesinin devletin, ulusun demografik yapısını
74
öğrenmek için başvurduğu "ilginç bir anket" gibi ele aldığı görülmektedir. Tanıklara
dinlerinin sorulmasıyla ilgili kararda ise Mahkeme, bireysel hakların korunmasına
ilişkin daha tutarlı değerlendirilmelerde bulunmuştur (Okumuş, 2007: 52).
7.2.1. Duruşmada Dinin Sorulmasına İlişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
Anayasa Mahkemesinin, Ceza Muhakemesi Kanununun tanığa sorulacak sorular
başlıklı maddesinde geçen dini ibaresinin iptaline yönelik 1995-25 Esas sayılı kararında,
Anayasa’nın herkese, vicdan, dinî inanç ve kanaat özgürlüğü sağlayan 24. maddesinin
üçüncü fıkrasında, kimsenin ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamayacağı ve suçlanamayacağı açıklığı yer almaktadır. Kaynağını lâiklik
ilkesinden alan ve onun gerçekleştirilmesi için sağlanması zorunlu olan bu özgürlüğün,
sınırlanamaz ve durdurulamaz olma özelliği nedeniyle diğer hak ve özgürlükler arasında
öne çıkarak özel bir konuma ve öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Gerçekten, “Temel
hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı Anayasa’nın 15.
maddesinde, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ya da olağanüstü durumlarda bile, kişilerin
din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaması ve bunlardan dolayı
suçlanamaması, bu özgürlüklere, kişilerin yalnızca iç dünyalarında kalmaları dışa
yansıtılmamaları konusunda sınırsız olma özelliği kazandırmıştır. Bu nedenle bu
maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde hüküm kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi
burada doğru bir değerlendirme yaparak kişilerin dininin açıklanma zorunluluğu
getirilmesini Anayasa’ya aykırı bulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin bu davada vermiş olduğu kararına göre, devlette egemen
ve etkin güç dinsel kurallar değil akıl ve bilimdir. Kişinin inanç dünyasının düzenleyicisi
olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ya da hukukun yerine geçerek kanuni
düzenlemelerin kaynağını oluşturması düşünülemez. Bu nedenle tanığa dininin
sorulması, kamusal ilişkilerde dinin belirleyici bir rol oynaması olasılığına yol açabilir.
75
Laik bir devlette, dinin, her türlü etki ve el atmanın dışında bırakılabilmesi için onun
sadece kişilerin iç dünyasına ilişkin bir olgu olarak kalması gerekir. Söz konusu yasa
maddesi kişileri dinlerini açıklamaya zorladığı için anayasaya aykırıdır. (Okumuş,
2007:52).
Bu karar hukuk devleti ve demokrasi açsından olumlu bir karardır. Zira insanları
istenmeyen bazı durumlar ile karşılaştırmak ve bazı durumları açıklamak istemediği
halde açıklamaya zorlamak hukuk devleti ile bağdaşmaz.
7.2.2. Basın Özgürlüğü ile İlgili Verilen Kararlar
Basın özgürlüğü konusunda Anayasa Mahkemesi ve AİHM ‘nin verdiği kararlar
arasında çok büyük görüş farklılığı olduğu görülmektedir. Anayasa Mahkemesi basın
özgürlüğü konusunda daha katı bir tutum sergilerken AİHM daha özgürlükçü
davranmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 1996-48 esas sayılı dosyasında Anayasaya
aykırılığı nedeniyle iptali istenen Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunun 33. maddesinin iptaline karar verilmemiştir. Bu kararda;
“İtiraz konusu kuralı içeren 33. maddede, 3984 sayılı Yasa'nın daha önceki
maddelerinde düzenlenen yükümlülükler, yayın ilkeleri ile izin koşullarına aykırı
davranan özel radyo ve televizyon kuruluşlarına Üst Kurul'ca yaptırım uygulanması
öngörülmektedir. Yasa'da hukuka aykırılığı kabul edilen eylemlere karşı uygulanmasına
izin verilen bu yaptırımlar idari niteliktedir. Anayasa'nın "Suç ve cezalara ilişkin esaslar"
başlıklı 38. maddesinin sekizinci fıkrasında, "İdare, kişi özgürlüğünün kısıtlanması
sonucunu
doğuran
bir
müeyyide
uygulayamaz"
denilerek
idarenin
yaptırım
uygulayabileceği ancak bunun kişi özgürlüklerini kısıtlayıcı nitelikte olamayacağı
vurgulanmıştır. Dava konusu yaptırım da idarenin yetki alanı içindeki yaptırımlardan
biridir. Ceza yaptırımları gibi idari yaptırımlar da kuşkusuz, kişi hak ve özgürlükleriyle
yakından ilgilidir. Yasa ile ya da onun açıkça verdiği yetkiye dayanarak idarenin
uyguladığı yaptırımların bir tür ceza olması ve bu amaçla uygulanması ve Mahkeme'nin
76
suça değil, cezaya ilişkin kurala itiraz etmesi nedeniyle konunun Anayasa'nın temel hak
ve özgürlüklere ilişkin 13., 22., 26., 28. ve 29. maddeleriyle bir ilgisi bulunmamaktadır.
33. maddenin itiraz konusu ikinci fıkrasıyla, tekrarlanması durumunda, ihlalin
ağırlığına göre izin uygulamasının bir yıla kadar durdurulması konusunda üst kurul
yetkili kılınmıştır. Tanınan bu yetkinin, Yasa'nın kimi kurallarıyla hukuka aykırılıkları
kabul
edilen
eylemlere
uygulanacak
yaptırımın
bunların
ağırlığına
göre
kişiselleştirilmesi amacını taşıması ve idari yargı yolu ile denetlenmesinin olanaklı
bulunması karşısında, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayacak kadar
geniş olduğu yolundaki sav geçerli görülmemiştir. Bu nedenle itirazın reddine karar
verilmiştir.”(www.anayasa.gov.tr)
Bu kararda Anayasa Mahkemesi basının özgürlüğünü daraltan ve idareye çok
geniş yetkiler tanıyan bu maddeyi iptal etmemiştir. Bu maddeyle ilgili AİHM’nin önüne
gidecek kararların çoğu ülkemiz aleyhine sonuçlanacaktır. Zira AİHM basının gerçekleri
ortaya çıkarmak konusunda özel bir görev üstlendiğini kabul etmektedir.
Bu kanuna dayanarak verilen bir cezaya karşı açılan davada Danıştay 13.
Dairesinin 2005-556 Esas sayılı davasında davacı taraf basın özgürlüğünü savunmuş,
yerel mahkeme basın özgürlüğü nedeniyle ve AİHM kararlarını göz önüne alarak
davanın kabulüne karar vermiştir. Ancak Danıştay yargı organlarını işlerini yapmalarını
engelleyecek şekilde basın özgürlüğünün olamayacağından bahisle kararı bozmuştur.
7.2.3. Nüfus Cüzdanında Din İbaresinin Bulunması İle İlgili Karar
Ülkemizde kişilerin dini inançlarının kamu makamları tarafından öğrenilmesi ve
sahip oldukları düşünce inanç ve kanaatlerinden dolayı birtakım farklı muamelelere tabi
tutulmaları Anayasa Mahkemesi kararlarına konu olmuştur. Nüfus kayıtlarında kişinin
mensup olduğu dinin yazılmasını düzenleyen 1583 sayılı Nüfus Kanunun 43.
maddesinin, kişileri dini inançlarını açıklamaya zorladığı için Anayasaya aykırı olduğu
iddiasıyla açılan davada; Anayasa Mahkemesi, nüfus kayıtlarında yer alan din hanesi,
77
kişilik tanıtımına ilişkin bilgilerdendir. Nüfus kütüğündeki din kaydı ve diğer bilgiler
ulusun demografik yapısının kamu yararını ilgilendirmesi nedeniyle şahsi hal bilgisi
olarak nüfus kayıtlarına geçirilmektedir. Devletin vatandaşlarının özelliklerini bilme
isteği kamu düzeni ve kamu yararı ile siyasi, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlara dayanır. Bu
nedenle demografik bilgi olarak seçilen din kaydının, nüfus kütüğünde yer almasını
düzenleyen Nüfus Kanununun 43. maddesi, kişileri inançlarını açıklamaya zorlamadığı
için anayasaya aykırı değildir (Okumuş, 2007:51).
Bu kararında Anayasa Mahkemesi şu görüşlere yer vermiştir.
“ Nüfus Yasası’nın 43. maddesinin, Yasa’nın tümüyle birlikte incelendiğinde,
Anayasa’nın 24. maddesinde ifadesini bulan dinî inanç ve kanaatlerin zorla
açıklanmaması ve dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kişinin kınanmaması ve
suçlanmaması ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı açıklıkla anlaşılmaktadır. Burada dinî
inanç ve kanaatler yönünden herhangi bir zorlama olmadığı gibi, bir kınama ve suçlama
da söz konusu değildir. Öte yandan Medenî Yasa’nın 266. maddesindeki “Reşit dinini
seçmekte hürdür.” açıklığından kalkarak kişi kütükte yazılı olan dinini değiştirmek
isterse Nüfus Yasası’nın 47. maddesine göre, ilgili Kurumdan alacağı bir belge ile Nüfus
Müdürlüklerine başvurabilmekte, mahallin en büyük idare âmirinin emri ile aile
kütüğünde gerekli düzeltme yapılabilmektedir. Bunun dışında kişi aile kütüğünde yazılı
dini tamamen sildirmek isterse, ya da din olarak kabulü olanaksız bir düşünceyi din
olarak yazdırmak isterse o zaman Nüfus Yasası’nın 46. maddesine göre ilgili yargı
kuruluşuna başvurarak gerekli kararı almakta ve alınan bu karar İdarece aile kütüğüne
işlenmektedir. Sonuç olarak, söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir hüküm
içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasa’nın öngördüğü anlamda dinî
inanç ve kanaatlerinin değil, sadece kişinin özgün durumu yönünden kamu yararı, kamu
düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak göz önünde bulundurulmak üzere dinînin
ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki, bu kuralın da zorlayıcı bir niteliği
ve
zorlama
ile
bir
ilişkisi
bulunmamaktadır.”şeklinde
(www.anayasa.gov.tr).
78
karar
vermiştir
Buna göre Anayasa Mahkemesi nüfuz cüzdanına din ibaresinin yazılmasını
Anayasaya aykırı görmemiştir. Bu karara muhalefet şerhi koyan başkan Yekta Güngör
Özden şerhte muhalefet gerekçesini şu cümlelerle izah etmektedir.
“ …Anayasa’nın 24. maddesinin üçüncü fıkrası, kimsenin dinsel inanç ve kanısını
açıklamaya zorlanamayacağını öngörmektedir. Çocuğunun her yasal işleminde dayanak
olan, özellikle okul, askerlik işlemlerinde zorunluluğu yadsınmaz nüfus belgesini almak
durumunda bulunanlar için bildirim zorunluluğu, tam bir “zorlama”dır. Hangi dinden
olduğunu -olacağını değil- bildirmedikçe aile nüfus kütüğüne yazılamama durumu,
bildirmeye zorlamaktan başka bir şey değildir. Bu da Anayasa’nın 24. maddesinin
üçüncü fıkrasına açıkça aykırıdır. Toplumsal tepkiden kaçınarak 18 yaşı bitirinceye
değin dinsel bağı olmadığını açıklamak ya da hangi dinden olursa olsun onu
açıklamamak hak ve özgürlüğünü taşımamak, hukuk devleti yapısı ve düzeni içinde
savunulacak bir durum değildir. Yurttaşlık bağı, dinsel temele oturtulamaz ve inanç
öğesiyle belirlenip tanımlanamaz. Ulus yapısı içinde yurttaş olarak birleşmek, birey
niteliğiyle insan-vatandaş ölçüsü dışında seçime bağlı, değişebilir özellikleri gereksiz
kılar. Nüfus Yasası’nın 43. maddesinin iptali istenen sözcüğü, Anayasa’nın öngördüğü
açıklamama hakkını kullandırmayarak, bu özgürlüğü engelleyip kaldırmaktadır…
”şeklinde muhalefet şerhi koymuştur (www.anayasa.gov.tr).
Yine Bu karara muhalefet şerhi koyan mahkeme üyeleri Selçuk Tüzün, A. Necdet
SEZER ve Mustafa BUMİN şerhte muhalefet gerekçesini şu cümlelerle izah etmektedir.
“Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik bir hukuk devleti
olduğu, 24. maddesinde de, kimsenin dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamayacağı hükme bağlanmıştır. Dinî inanç özgürlüğünün korunabilmesi,
bireylerin sahip olduğu dinsel kanaatlerini açıklamaya zorlanmamaları ile olanaklıdır.
Nüfus kütüğünde de olsa, bir kişiden mensup olduğu dininin açıklanmasının istenmesi,
dinsel inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması demektir. Kişilerin temel hak ve
özgürlüklerinden olan dini inanç ve kanaat özgürlüğünü zedeleyecek düzenlemeler,
79
Cumhuriyetin temel niteliklerini de ortadan kaldırır. Bu özgürlüğün zedelendiği ülkede
Anayasa’nın 2. maddesinde sözü edilen “demokratik ve lâik bir hukuk Devleti’nden söz
edilemez. 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 43. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “...
dini...” sözcüğü, kişilerin dini inanç ve kanaatlerini ilgilendiren ve iç dünyalarında
kalması gereken bir durumun açıklanmasını ve üçüncü kişilerin bilgisine sunulmasını
zorunlu kıldığından Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “lâik devlet” ilkesine de aykırı
düşer…”şeklinde muhalefet şerhi konulmuştur.
Bu karara karşı AİHM’ye gidilmesi sonucunda AİHM bunu sözleşmeye aykırı
bulmuştur. AİHM bu kararında,
“AİHM, olayların meydana geldiği dönemde uygulamada olan ulusal mevzuata
göre başvuranın, her Türk vatandaşı gibi, üzerinde din ibaresi bulunan bir nüfus cüzdanı
taşımak zorunda kaldığını gözlemlemektedir. Bu resmi belge hamilinin kimlik bilgilerini
öğrenmek için talep eden her idari makama, özel şirkete ya da herhangi bir formalite
icabı başka mercilere sunulması gerekmektedir. AİHM dinini ya da mezhebini açığa
vurma özgürlüğünün aynı zamanda negatif bir yanı olduğu, yani bir bireyin din ya da
mezhebini açığa vurmama ve böylesi bir inanca sahip olup olmadığını belli edecek
davranışlarda bulunmak zorunda kalmama hakkı bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Bu
nedenle, Devlet yetkililerinin ne bireyin vicdan özgürlüğü alanına müdahale etme, ne
dini inançlarını araştırma ve ne de ilahiyatla ilgili düşüncelerini açığa vurmaya zorlama
gibi bir hakkı olamaz. Öte yandan, nüfus cüzdanının (okul kaydı, kimlik kontrolü,
askerlik hizmeti, v.s. gibi durumlarda) sıkça kullanıldığı göz önüne alındığında, nüfus
cüzdanı gibi resmi belgelerde dini inançların belirtilmesi idari makamlarla olan
ilişkilerde ayrımcı davranışlara yol açabilir. AİHM, bu nedenle ulusal mahkemelerin
başvuranın mezhebiyle ilgili değerlendirme yaparken İslam dini alanını ilgilendiren
işlerde yetkili bir makamın tavsiyesini esas almasının Devletin nötr ve tarafsız olma
yükümlülüğü ile bağdaşmadığı kanaatine varmaktadır…Her ne olursa olsun, bir nüfus
cüzdanı dine ayrılmış bir hane içeriyorsa, bu haneyi boş bırakmak kaçınılmaz olarak
belirli bir çağrışım yaratacaktır. Dinle ilgili hanesi boş bırakılan bir nüfus cüzdanı
80
taşıyan kimseler, kendi iradeleri dışında ve kamu görevlilerinin müdahale riski altında,
nüfus cüzdanlarında dini inançları yazılı kişilerden ayırt edileceklerdir. Diğer taraftan,
nüfus cüzdanı üzerinde hiçbir ibare olmamasını talep etme yaklaşımı bireyin derin
inançları ile yakından bağlantılıdır. Bunun sonucu olarak AİHM, bireyin en mahrem
yönlerinden birinin hâlâ ifşa edildiği kanaatine varmaktadır. Böylesi bir durum, hiç
şüphesiz dini inanç ve düşüncelerin ifşa edilmeme özgürlüğü kavramına aykırı
düşmektedir” denilmektedir. Bu karara göre ülkemizin bu konuda sözleşmeye aykırı
davrandığı belirlenmiştir.
7.2.4. Anayasa Mahkemesinin Verdiği Diğer Kararlar
Anayasa mahkemesi ifade özgürlüğü ile ilgili sadece söz, beyan ve siyasi partiler
hakkında karar vermemiştir. Anayasa Mahkemesi ayrıca insanların kendini farklı şekilde
ifade edebilmeleri ile ilgili kararlar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararlarında
daha çok ideolojik devlet fikrinin yattığı görülmektedir. Demokratikleşme ve
özgürleşmenin önündeki en büyük engel ideolojik devlettir. Devlet ve kurumlarına
herhangi bir ideolojinin hâkim olması demek, o ideolojiyi paylaşmayanların gözünde
devletin meşruiyetini kaybetmesi demektir. Dahası devlet gücünün kullanılarak bir
ideolojinin tüm topluma dayatılması, o ideolojiyi paylaşmayanların nezdinde özgürlük
ve eşitlik duygusunu zedeler. Bu yüzden ideolojik devletin baskıcı olması, özgürlük ve
eşitlik duygusunu zedelemesi ve devletin meşruiyetini sorgulanır hale getirmesi
kaçınılmazdır. Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda devletin; ideolojiler, yaşam
biçimleri, inançlar, kimlikler vb. konularda yansız olması gerekir. Devlet bir ideolojinin
hâkim olacağı ve topluma kendi egemenliğini dayatacağı bir aygıt değildir; herkesin
yaşamla ilgili kendi inanç ve değerlerine göre özgürce yaşayabilmesi için gerekli
tedbirleri almakla mükellef bir aygıttır. Bu yüzden, devletin destekleyip koruyacağı
değerler, herkesin benimseyeceği özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi ve ulusal kimlik
gibi ortak değerlerdir (www.yenisafak.com.tr, Erişim Tarihi: 29.08.2010).
81
Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlardan en fazla göze çarpan türban konusunda
verdiği kararlardır. Türban insanların kendisini elbiseleri ifade ettiği bir ifade çeşididir.
Bunu ifade hürriyeti kapsamına alabileceğimiz gibi, inanç özgürlüğü kapsamına da
alabiliriz. Anayasa Mahkemesi, yüksek öğretim öğrencilerinin türban takmasına izin
veren 3511 sayılı yasanın 2. maddesiyle 2547 sayılı yasaya eklenen ek 16. madde ile
ilgili olarak yapılan iptal başvurusunu değerlendirdiği kararında; yüksek öğretim
kurumlarında giyilen başörtüsü ve türbanın dini inanca dayandırılmasının çağın
gereklerine aykırılık teşkil ettiğini, dini çağ dışı bir kurum olarak tanıtan başörtüsü
kullanımında, belli bir biçim ve zorunluluğun vicdan ve dini inanç özgürlüğüyle
uyuşmadığını, dini olsun ya da olmasın çağdaşlığa aykırı devrim yasalarıyla öngörülen
düzenleme ile çelişen giysilerin hoş karşılanmayacağını belirterek söz konusu hükmün
anayasaya aykırılığına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi aynı konu ile ilgili olarak
üniversitelere türban serbestisi getiren 3670 sayılı yasa ile 2547 sayılı yasaya eklenen ek
17. maddenin Anayasaya aykırılığı ile ilgili kararında, iptal başvurusuna konu yasanın
Anayasaya aykırı olmadığını, ancak üniversitelerde türban takmanın Anayasaya
aykırılığının devam ettiğini söyleyerek yasama yetkisini kısıtlayıcı ilginç bir karara imza
atmıştır. Bu karar hakkında AİHM’ye başvuran bir şahsın talebini AİHM ifade
özgürlüğü kapsamında görmemiş ve reddetmiştir (Okumuş, 2007: 53).
Anayasa Mahkemesi kırk üçüncü açılış yıldönümünde konuşan başkan Mustafa
Bumin “Anayasadaki laik düzenlemeler kaldıkça türbanlı kızların yükseköğretime
öğrenci, resmi dairelere kamu görevlisi olarak girmelerini sağlayacak tüm yasal
düzenlemeler Anayasaya aykırı olacaktır. Hatta bu konuda Anayasaya kural konulsa bile
bu
kez
Anayasanın
bu
yeni
hükmü
AİHS’ne
uygun
olmayacaktır”
demiştir(Özenç,2006:104).
Anayasa Mahkemesi ifade hürriyeti ile ilgili 1963 tarihli kararlarında şu
düşüncelere yer verilmiştir.
82
“Düşünce ve kanaat özgürlüğü insanların en tabii haklarındandır. Herkes istediği
gibi düşünmekte, istediği fikre inanmakta serbesttir. Kişinin iç alemi kanunun her çeşit
müdahalesinin dışındadır. Ancak kişinin iç aleminde kaldığı sürece mutlak ve sınırsız
olan düşünce ve kanaat özgürlüğü, toplum hayatını ilgilendirdiği andan itibaren hukukun
ve kanunun sahasına girer ve toplumsal yaşayışın gerektirdiği bazı kayıtlamalara
bağlanabilir. İnsanların toplum halinde yaşayabilmeleri ancak toplum hayatının bazı
esaslara ve kurallara bağlanması ile mümkündür. Bu zaruret insanın iç hayatı
bakımından mutlak ve sınırsız olan düşünce ve kanaat özgürlüğünün, söz yazı, resim
vesaire gibi çeşitli vasıtalarla açığa vurulurken toplumsal yaşayışın sürekliliği (devam ve
bekası) sağlanmak için belli esaslara ve kurallara bağlanmak suretiyle kayıtlanmasını
zorunlu kılar. Bahsi geçen kayıtlama vatandaşın hakkında herhangi bir kanaat
beslemesini men edici mahiyet taşımamaktadır. Esasen kanaat besleme kişinin iç
alemini ilgilendirdiği cihetle bir kayıtlanmaya tabi tutulamaz. Bu kanaatin söz, yazı,
resim vesaire gibi vasıtalarla açığa vurulmasıdır ki bazı kayıtlamalara tabi kılınmıştır”
Anayasa Mahkemesinin bu kararına göre;
- Basın yoluyla veya herhangi bir propaganda vasıtasıyla,
- Umumi veya umuma açık olan mahalde ve birden ziyade kimseler huzurunda,
- Toplantı yeri veya toplantıya katılanların adedi veya toplantının konusu ve gayesi
itibariyle özel mahiyeti haiz olmayan bir toplantıda yapılan açıklamaları cezalandıran ya
da sınırlayan bir yasa özgürlüğün özüne dokunmayacaktır; çünkü herkes düşünmekte ya
da az sayıda kişiyle, dostlarıyla «evde söyleşi sırasında» açıklama yapmakta serbesttir.
Böylece düşünceleri açıklama özgürlüğünün dokunulmaz özü «düşünmek» olgusuna
indirgenmektedir. (İlal,1986:65)
Burada Anayasa Mahkemesinin kararlarını çok katı olduğu görülmektedir. Kendi
içinde kaldığı sürece düşüncenin ve ifadenin serbest olduğunu belirtmiştir. Oysa zaten
dışa vurulmayan ifadenin kimse için ne bir yararı ne de bir zararı vardır. Aslında böyle
bir özgürlüğün pratikte bir faydası da yoktur. Zira insanlar başkası veya devlet istemese
83
de istediği gibi düşünecektir. İnsanların iç alemine girip fikirlerini değiştirmek
imkansızdır. Bunun için Anayasa Mahkemesinin bu konuda ki kararlarına katılmak
mümkün değildir. Demokratik bir toplumda tüm bireylerin veya an azından büyük bir
çoğunluğunun “fikirlerine katılmamakla birlikte fikirlerini sonuna kadar savunma
hakkını destekliyorum” şeklinde bir ifadeyi benimsemesi gerekmektedir. Bunu
mahkemelerdeki hakimler, üniversitedeki hocalar ve toplumun diğer kesimleri
benimserse daha mutlu ve müreffeh bir toplumun oluşmasına katkıda bulunacaklardır.
Yargıçlar bu şekilde düşünürlerse daha adil kararlar çıkacak, öğretim üyeleri bu şekilde
düşünerek farklı düşüncelerle yeniliklerin meydana çıkmasına katkıda bulunacaklardır.
84
DÖRDÜNCÜ KESİM: GENEL DEĞERLENDİRME
8. BULGULAR, ÖNERİLER VE GENEL SONUÇ
8.1. Bulgular ve Öneriler
Bulgu 1. Anayasa Mahkemesi Siyasi Partiler Kanununun kapatma ile ilgili
maddelerini aşırı bir katılıkla yorumlayarak, siyasi parti özgürlüğünü demokratik bir
toplumda
zorunlu
görülebilecek
ölçünün
ötesinde
sınırlandırmıştır.
Anayasa
Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili verdiği kararların hukukilikten çok siyasi
mülahazalarla alındığı görülmektedir. Bu nedenle AYM Anayasa’da belirlenen ifade
özgürlüğünü çok dar yorumlamaktadır.
Öneri 1. 2001 Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın geçici 15. maddesinin
kaldırılması ve 2004 yılı değişikliği ile uluslararası mevzuatla iç hukukun çatışması
halinde uluslararası mevzuatın uygulanacağına dair değişiklik artık AYM’nin bundan
sonraki kapatma davalarında AİHM içtihatlarıyla ortaya çıkan kriterleri nazara alması
zorunluluğunu doğurmaktadır. Anayasa Mahkemesi verdiği bu değişiklikler nazara
alınarak daha demokratik bir yaklaşım sergilemelidir.
Bulgu 2. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde çok demokratik bir yol
izlenmemektedir. Anayasa Mahkemesi kararlarına bakıldığı zaman kendilerini seçen
Cumhurbaşkanı ile özdeş kararlar verdikleri görülmektedir. Kararların çoğunun oy
çokluğu ile alınması ve karara katılmayan üyelerin genelde aynı olması iki farklı veya
başka bir deyişle kendisini seçen Cumhurbaşkanına göre davranma eğilimini
göstermektedir.
Öneri 2. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi ile ilgili daha demokratik bir yol
izlenmeli, ve üyelerin siyasi görüşlerden arınmış ve adil bir şekilde karar veren
mekanizma oluşturması için çalışma yapılmalıdır. İfade özgürlüğü ile ilgili kararlarda da
85
bu ayrım görüldüğünden Anayasa Mahkemesi tarafından daha iyi seçilmiş üyelerle bu
alanda meydana gelen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile ilgili yaşanan karar
karşıtlıklarının önüne geçilebilecektir.
Bulgu 3. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine
bakıldığı zaman her ikisinin de birbirine benzer hükümler içerdiği görülmesine rağmen
uygulamada mahkemelerin verdiği kararlar arasında çok büyük farklılık vardır. Bu da
Türkiye de bu özgürlüğün yorumunun çok dar yapıldığı anlamını çıkarmamıza neden
olmaktadır.
Öneri 3. Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında
belirtilen ilkelere gönderme yapmak suretiyle bu özgürlüğün kapsamını genişletmelidir.
Bulgu 4. İfade özgürlüğü konusunda Anayasa da yapılan değişiklikler sonucunda
bazı sorunlar giderilmiş olmasına rağmen bazı konularda değişiklik yapılmasında
faydalar vardır. Yargıda bu işin uygulanmasını sağlayan hakim ve savcıların birçoğu
AİHM’nin kararlarından habersizdirler.
Öneri 4. Yargıda AİHM kararları ile ilgili düzenleme yapılmalı, mahkemeler
tarafından bu kararlara uygun karar verilmesi sağlanması için düzenlemeler yapılmalıdır.
Yargıçlar ve savcılar ve avukatların bu konuda eğitilmeleri gerekmektedir.
Bulgu 5. İfade özgürlüğü kötü niyetli insanlarca toplumu farklı yönlere sevk etmek
için kullanılabilmektedir. Özelikle büyük medya grubu sahipleri kendi çıkarlarını
koruyabilmek için basını yanlış yönlendirmek suretiyle toplum yanlış bilgilendirmelerle
çıkar elde edebilme yoluna gidebilmektedir.
Öneri 5. İfade özgürlüğünün kötü niyetli şahıslar tarafından kullanılmasını
önlemek için yasal düzenlemeler yapılmalı bu şahısların bu amaçlarına ulaşamamaları
sağlanmalıdır. Ayrıca medya sektöründe tekelleşmenin önüne geçilmesi için rekabet
kurulu gibi üst kurulların bu hususu denetlemeleri sağlanmalıdır.
86
Bulgu 6. Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarına bakıldığı
zaman bu özgürlüğün daha çok parti kapatma davaları ile ilgili olduğu görülmektedir.
Fikirler yanlış dahi olsa bunun ileri sürülmesinin yasaklanması o düşüncenin
yanlışlığının kanıtlanmasına engel olacaktır.
Öneri 6. Partiler demokrasinin olmazsa olmazıdır. Her partinin aynı görüşü
benimsediği veya benimsemeye zorlandığı durumlarda demokrasiden bahsedilemez.
Anayasa Mahkemesi çoğu kararında parti yöneticilerinin söz ve beyanlarına dayanarak
partileri kapatmaktadır. Bunun sonucunda kapatılan parti farklı isim altında yeniden
kurularak daha güçlenmiş bir şekilde geri dönmektedir. Bu nedenle kapatmanın çözüm
olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kapatma davalarında ifade
özgürlüğünü yorumlarken daha geniş düşünmeli ve toplumda meydana gelen
güvensizliklerin önüne geçmelidir.
Bulgu 7. İfade özgürlüğünü sınırlayan nedenler somut, sonuçları öngörülebilir
değildir.
Öneri 7. İfade özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemeler anlaşılabilir ve sonuçları
öngörülebilir olmalıdır. Yasa koyucu bu düzenlemeleri yaparken belirsizlik doğuracak
ve farklı şekilde anlaşılabilecek düzenlemelerden kaçınmalıdır. Ancak belirtmek gerekir
ki; yasanın açık ve anlaşılır olması amacına uygun bir şekilde uygulanabilmesi için
yeterli değildir. Bu yasayı yorumlayanlar da yasanın amacına uygun hareket etmek
durumundadırlar.
Bulgu 8. İfade özgürlüğünün gerçekleştirilebilmesi için yapılması gerekenlerden
bir diğeri ise ülkemizdeki hakim ve savcıların AIHM'nin uygulamaları hakkında daha
çok bilgi sahibi olmalarının sağlanmasıdır. Bu nedenle ülkemizdeki uygulamalarla
AİHM içtihatları arasında bir çelişki bulunması doğaldır. Ancak bu eğitim sürecinden
sonra AİHM içtihatlarının mahkeme kararlarına yansımaya başladığı görülmüştür.
Ülkemizin hukuk düzeni, batı kaynaklı olmasına rağmen hakim ve savcıların sistemli bir
şekilde yurt dışına gönderilerek buradaki uygulamalar hakkında fikir sahibi olmalarının
87
sağlanmaması da bu konudaki diğer bir eksikliktir. Böyle bir uygulama yapılmadığından
ülkemizdeki uygulamalar evrensel uygulamalardan uzaklaşmıştır.
Öneri 8. Hakim, savcı ve avukatlar diğer ülkelerdeki uygulamaları öğrenmek üzere
yurt dışına gönderilmeli ve orada gerekli eğitimleri almaları sağlanmalıdır.
Bulgu 9. Türkiye hakkındaki davaların aleyhe sonuçlanması ülkemizdeki yargı
bağımsızlığı ile de yakından ilgilidir. Ülkemizdeki uygulamaların AIHM uygulamaları
ile uyumlu olabilmesi için yargı bağımsızlığının da sağlanması şarttır.
Öneri 9. Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması için ülkede
yıllardır konuşulan yargı reformunun yapılması gerekmektedir. Bu reformlara
hakimlerin seçiminde ve yükseltilmesinde daha objektif kriterlerin getirilmesi
gerekmektedir.
Bulgu 10. Anayasa Mahkemesi siyasi parti kapatma davalarında çoğu zaman
devletin bütünlüğü esasının ihlal edildiğinden bahisle kapatma kararı vermektedir. Bu
konuda kendisine objektif kriterler belirlememiştir. AİHM kararları bu konuda daha
demokratiktir ve objektif kriterler benimsemiştir.
Öneri 10. Anayasa Mahkemesi siyasi parti kapatma davalarında daha çok
demokratik ve ılımlı olmalı, kapatma kararlarında objektif kriterler belirlemelidir.
Bulgu 11. AİHM’nin bazı kararlarında objektif davranmadığını görmekteyiz.
Mesela İspanya’da Bask bölgesinde faaliyet gösteren Herri Batasuna Partisi İspanyol
Mahkemelerince kapatıldıktan sonra, partinin AİHM’ye başvurusu sonucunda AİHM bu
talebi reddetmiştir. Ancak Türkiye’de aynı durumda olan partilerin kapatılmasını
AİHS’ye aykırı bulmaktadır.
Öneri 11. AİHM her olaya aynı uygulamaları sunarak daha objektif kararlar
vermelidir.
88
8.2. Genel Sonuç
AİHM’nin ifade özgürlüğü ile ilgili kararlarına bakıldığı zaman bunların çoğunda
ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız ve ilgilenmeye değmez
görülen haber düşünceler için değil ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün
aleyhinde olan şaşırtıcı ve onları rahatsız eden haber ve düşünceleri kapsamına aldığı
belirtilmektedir.
Burada çıkarılacak sonuç ifade özgürlüğünün sınırları çizilirken geniş
düşünülmesidir. Sadece zararsız olan düşüncelerin açıklanmasında zaten büyük bir
sakınca yoktur. Asıl sorunlu olan doğru ancak bazı çevreleri rahatsız eden ifadelerdir.
Düşüncenin özgürce anlatılamadığı bir toplumda ilerleme söz konusu olamaz.
Toplumda fikir ve ifade özgürlüğünü savunan insanların çoğu kendi gibi olanların
özgürlüğünü savunmaktadır. Mesela dindar bir insan dini konularda ifade özgürlüğünün
olmasını sonuna kadar savunmaktadır. Ancak dini bazı hususların konuşulması
istendiğinde bunun doğru olmayacağını savunmaktadır. Veya milliyetçi kesimlerde ifade
özgürlüğünü
savunan kişiler
kendi ırkları ile
yapılan eleştirilere tahammül
edememektedir. İfade özgürlüğünün en can alıcı noktası buradadır. Bir tarafın
savunduğu bir şeyi diğer tarafın karşı çıkmasına tahammül etmektir. Demokrasi denilen
sihirli cümlenin asıl işlevi burada ortaya çıkmaktadır. Demokraside insanların bu karşı
görüşlere tahammülü artmaktadır. İnsanlar birbirlerine tahammül etmeyi öğrendiklerinde
bu sorunun büyük bir kısmı çözülecektir. İfade özgürlüğü bu aşamada sorunların
çözümü anlamında faydalı olmaya başlayacaktır.
İfadenin gerçek hayatta karşılaştığı sorunları anlayabilmek için farklı fikirlere
sahip topluluklarda şöyle bir deneme yapabiliriz. Fikirlerini bildiğimiz bir topluluktan
bir şahsa düşündüğü fikrin tam zıttı bir şey söylenirse karşı tarafın tavrını ölçebiliriz.
Burada bu fikre karşı kendi görüşünü sonuna kadar savunabileceği gibi bunu
yapmayarak kaba kuvvete başvurmak suretiyle kendini savunabilir. Demokrasinin en
önemli koşulu tahammüldür. Birbirlerine tahammül edemeyen toplumlar birlikte
89
yaşayamazlar. Toplumsal akıl denilen ifade ancak konuşma ve tartışma ile meydana
çıkar. Bunun için ifade özgürlüğünün çok büyük bir önemi vardır. Mesela dünyanın
yuvarlak olduğu savunan Galile fikrini otoriteden korktuğu için söyleyemeseydi belki de
biz halen dünyanın düz ve hatta bir öküzün kafası üzerinde olduğunu savunacaktık.
Ayrıca kafasında uçma fikri olan Hezarfen Ahmet Çelebi bu fikrini söylememiş
ve fiiliyata dökmemiş olsaydı bu konuda ilerleme kaydedilemeyecekti. İlerlemeler hep
bir fikrin ileri sürülmesi ve bu fikir üzerine yapılan çalışmalarla sağlanmıştır. Fikir
ortaya çıkarılmaz ve geliştirilmezse ilerleme de olmaz. Ancak ne gariptir ki bu fikri
söyleyen insanlar o zamanın idareleri tarafından otoriteye baş kaldırıyor diye idam veya
farklı cezalara çarptırılmıştır. Mesela Galileo’dan hapisten kurtulabilmesi için dünya
dönüyor lafını geri alması istendi. Gelileo Galile ise "Siz ne derseniz deyin Dünya
dönüyor "demiş ve idam edilmiştir. Hezarfen Ahmet Çelebi farklı bir şey düşündüğü
için tehlikeli görülmüş ve Cezayir'e sürgün edilmiştir. Otoriteler halkı idare edebilmek
için kendi fikirleri dışındaki fikirlerin
yanlış olduğunu
hissetmişlerdir.
baskılarını
Bunu
ispatlayamayınca
ispatlamak zorunda
artırmış
kendi
fikirlerini
savunmayanlara isyankar, asi sıfatını takmışlardır. Ancak otoritelerin cezalandırdıkları
bu kişiler şu an bir çığır açtıkları için hayır ile yad edilmektedir. İşte demokrasinin
özelliği her şeyi en iyi bilen bir iktidarın varlığını reddetmesidir. Demokraside her şeyi
en iyi bilen yoktur. Toplum kendilerini yönetenler hakkında kararı kendisi vermektedir.
Yanlış fikirlere sahip insanlarda bu fikirlerini açıklamakta toplumu bunların
doğruluğunu kendi vicdan terazisinde tartarak çözüm bulmaktadır.
Toplumumuzun düşman hobisi var. Her devleti kendisine düşman olarak
görüyor. Bunun için açıklanan her fikrin düşmanlarca ülkemize sokulduğu aslında bu
fikirlerin yanlış olduğu ileri sürülmektedir. Herkesi düşman gören, düşman bulamayınca
kendi kendini düşman eden bir toplumun gelişmesi imkânsızdır. İnsanların öncelikle
kendileri ve çevreleri ile barışık olması ve tahammül sahibi olması gerekir. Bu
tahammül yoksa demokrasi ve insan haklarının gelişmesi de imkansızdır. Hatta bazı
demokrasilerde demokrasi adı altında demokrasinin anlamının tam zıttı uygulamalar
90
sergilemişlerdir. Demokrasinin asıl amacı insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir rejim
kurmaktır. Toplumun demokrasi isteğine karşı gelemeyen bazı otoriteler demokrasi adı
altında kendi tahakkümlerini sürdürmek için yasalar çıkarmışlardır. Bilginin ve
iletişimin artmasıyla toplum kendilerinin bu şekilde kandırıldığının farkına varmış ve bu
yönetimlerden bu hakları istemeye başlamışlardır. Bunun yerine getirmeyen otoritelere
karşı uluslararası korumayı öngören AİHM gibi mercilere başvurmuşlardır. Bunun
sonucunda çıkan kararları uygulamak zorunda olan devlet yasalarda ve Anayasalarında
değişiklikler yapmak yoluna gitmiş ve bu şekilde hak özgürlüklerin genişlemesi
sağlanmıştır.
İfade özgürlüğü konusunda en fazla sorun yaşayan siyasi partiler, basın ve
üniversitede ki akademik görevlilerdir. Zira bu sorundan en fazla sorun yaşayan ve
fikirlerini ileri sürmek için ve bazen bazı gruplarca sakıncalı bulunan görüşleri ileri
süren bunlardır. Bunlarda ülkenin gelişmesi için en önemli gruplardır. Bu gruplardakiler
görüşlerini yeterince özgür bir şekilde ifade edemezlerse gelişmede olmaz. Siyasi
partilerin hepsinin aynı fikirde olduğu ve yeni projelerinin olmadığı yerlerde siyasi,
sosyal ve ekonomik anlamında ilerleme olmaz.
Kapatılan partilere bakıldığı zaman Türkiye’nin siyasi parti mezarlığına
döndüğünü görmekteyiz. Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarda kapatılması için açılan
davaların neredeyse büyük bir çoğunluğunda kapatma kararı vermiştir. Hatta bazı
partilerin kuruluş aşamasında sırf parti tüzüğü Anayasaya uygun değil diye kapatma
kararı vermiştir. AİHM bu kararların bazılarını AİHS’ye uygun bulmadığı halde
Anayasa Mahkemesi, AİHM kararları yargılanmanın yenilenmesi nedeni olduğu halde
bu kararları uygulamamıştır. Burada da kendi bildiğini uygulayarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin standartlarına uymamıştır.
Parti kapatma ile ilgili davalarda siyasetçilerin beyanları partinin temelli
kapatılmasına veya bazı yaptırımların uygulanmasına neden olmaktadır. Burada şu
sorun çıkmaktadır. İfade özgürlüğü parti kapatmalarda Anayasa Mahkemesi kararlarında
91
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre daha mı geniş yorumlanmaktadır. Yoksa daha
dar mı yorumlanmaktadır. Burada bu kıstası inceleyebilmemiz için Anayasa
Mahkemesinin parti kapatmalar ile ilgili kararlarına bakmak gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesi parti kapatma kararlarının çoğunda parti yöneticilerinin beyanlarını esas
almıştır. Burada parti yöneticilerinin ifadeleri çoğu zaman Anayasa ya aykırı bulunarak
Anayasa Mahkemesince partiler kapatılmıştır. AİHM bir siyasal projenin Türk
Devletinin şimdiki ilke ve yapılarıyla bağdaşmaz oluşunun, onun demokratik kuralları
ihlal ettiği anlamına gelmeyeceğini söylemektedir. Kararlara bakıldığı zaman Anayasa
Mahkemesinin bu özgürlüğü daha dar yorumladığı sonucu çıkmaktadır.
Mahkemelerin görevi yerindelik denetimi yapmak değil hukukilik denetimi
yapmaktır. Mahkemeler Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere bir çok kararında
hukukilik yerine yerindelik denetimi yapmaktadır. Ayrıca mahkemelerin görevi
önleyicilik değildir. Önleyici tedbirler almak idarenin görevidir. Mahkemenin görevi
olay olduktan sonra hukuka aykırılıkları tespit ve cezalandırmaktır. Bunun için Anayasa
Mahkemesi çoğu kararında önleyici faktörü kendi üzerine almış ve hiçbir somut olay
olmadan olabileceği nazara alarak karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesinin yapısına bakıldığı zaman çok demokratik bir yapıda
olmadığı görülecektir. Bu mahkeme TBMM’yi Anayasaya aykırı davranmaması için
denetlemektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi çoğu zaman görevi dahilinde olmayan
kararların verilmesine de neden olmaktadır. Anayasa Mahkemesini denetleyen bir kurul
veya merci olmadığı gibi kararlarının temyiz mercii de yoktur. Ayrıca Anayasayla
kendisine sadece Anayasa değişikliklerin şekil yönünden denetleme yetkisi verildiği
halde bazen bu yetkisini aşarak bu değişiklikleri esastan inceleme yoluna da
gidebilmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi demokratik değildir.
Zira üyelerin tamamını Cumhurbaşkanı seçmektedir. Cumhurbaşkanını da şu ana kadar
TBMM seçmekte idi. Burada dikkat edilirse bir Anayasa değişikliği hakkında sadece bir
kişinin seçmiş olduğu üyeler toplumun geniş bir kesimin ve hatta çok büyük bir
92
çoğunluğunun temsil ettiği kararı iptal edebilmektedir. Bu da antidemokratik bir yapıyı
çağrıştırmaktadır.
Türkiye’deki partilerin programlarına bakıldığı zaman hepsinin tek kalıptan çıkmış
gibi olduğu görülmektedir. Bunun nedeni ülkemizdeki farklı görüşlere tahammülün
azlığı ve mahkemelerimizin bu görüşlerin açıklanmasına karşı çıkıp bu partileri
kapatmalarıdır.
Demokrasinin özelliği hoşgörü
ve
farklı görüşlere açıklıktır.
Demokrasinin tam olarak yerleşmesi için insanların şiddete başvurmadan yaptıkları fikir
açıklamasını
toplumda
büyük
bir
infial
uyandırmayacaksa
yasaklamamak
gerekmektedir. Yasaklanan fikirler devamlı cazibe kazanmaktadır. Zira yasaklanınca
kapalı bir kutu olan şey insanlar tarafından merak edilmekte ve bunun denenmesi yoluna
gidilebilmektedir. İnsanlar bunu denedikten sonra işe yaramaz bir fikir ve görüş
olduğunu anladıklarında bu görüşten vazgeçebilmektedirler. Ancak bu fikirler
yasaklanırsa bunların denenmesi mümkün olamayacağından bu görüşlere olan rağbet
artacak bazen korkutucu seviyeye gelebilecektir. Bu fikirlerin çoğu bazı ülkelerde
denenmiş ve iyi olmadığı anlaşılarak daha doğru olanlar aranmış ve bulunmaktadır.
Ancak bunların denenmesi bazı ülkelerde iktidar değişikliğine neden olduğu halde bazı
ülkelerde iktidar değiştirilmeden veya kısa bir sürelik değişiklik ile anlaşılmıştır. Bunun
için yasakçı bir anlayışla partileri yasaklamak yanlıştır. İnsanların fikirlerini
açıklamasına izin verilmelidir. Eğer buna izin verilmezse insanlar fikirlerini söz ile
anlatmak yerine daha farklı ve şiddetli yollara başvurabilir. Kalem her zaman silahtan
daha etkilidir. Zira silah veya şiddette ikna yoktur. Ancak kalemde ikna vardır. Silah
zoruyla benimsetilen işlerin kalben kabul edilmesi çok zordur. Ancak ikna yoluyla
insanlara verilecek bilgilerle insanların bilinçlendirilmesi her zaman daha iyidir.
Baskıcı
devletler
ikiyüzlü
insanlar
doğurur.
Bir
toplumun
en
büyük
problemlerinden biri ikiyüzlülüktür. İkiyüzlü insanların olduğu yerde adaletten
bahsedilemez. Haktan bahsedilemez. Zira ikiyüzlü olan insanın amacı diğer yüzüyle
menfaat teminidir. Menfaatin hüküm sürdüğü bir ülkede gelişme ve ilerleme olmaz. Zira
insanlar toplum menfaati yerine kendi menfaatlerini üstün görürlerse hiçbir
93
hukuksuzluktan kaçınmayacaklardır. Bunun için aslında olmadığı halde milliyetçi,
dindar, komünist, cumhuriyetçi, vb. insanlar çıkacaktır. Bu insanlar kendi çıkar ve
menfaatleri için elinden geleni ardına koymayacak ve toplumda çözülmeler ve
güvensizlik oluşmasına neden olacaktır. İşte ikiyüzlü insanlar yaratmamak için ülkedeki
ifade özgürlüğünü daha geniş yorumlamak gerekmektedir.
Milletvekillerine yasama sorumsuzluğu adı altında meclis altında ifade ettikleri
sözlerden sorumlu olmamaları imtiyazı tanınmıştır. Ancak bu özgürlük tamamen sınırsız
değildir. Kapatma davalarında çoğu milletvekili kullandığı ifadeler nedeniyle siyaset
yapmaktan geçici bir süre yasaklanmaktadır. Yukarda AİHM kararlarında ifade
özgürlüğü konusunda sadece zararsız düşüncelerin değil, toplumun bir bölümünün
aleyhine olan ve şok eden bilgi ve düşünceleri de kapsadığı belirtilmiştir. Normal
vatandaşa tanınan bu hakkın milletvekillerine daha geniş bir şekilde tanınması toplumun
gelişmesinin yararınadır.
Özgürlüklerin genişletilmesinde devamlı Türkiye’nin ve halkının demokratik bir
olgunluğa gelmediği için erken olduğu söylenmektedir. İnsanlarımızın demokratik
yönetimi hak edecek kadar eğitim almadığı savunulmaktadır. Benjamin Franklin’in
düşüncesine göre güvenliğini özgürlüğüne feda eden ülkeler hem güvenliğini hem de
özgürlüğünü kaybederler. Ülkemizde en fazla sorun yaşanan haklardan birisi ifade
özgürlüğü kavramıdır. Yukarda bahsedilen bu seviyeye ulaşmadığımız için ifade
özgürlüğünün geniş kapsamlı düşünülmemesi gerektiği çoğu düşünürce ifade
edilmektedir. Peki ülke demokratik olgunluğa nasıl ulaşacaktır? İnsanlardan kaçarak
yasaklayarak demokratik bir olgunluğun oluşması mümkün müdür? Öncelikle ifade
özgürlüğü diğer özgürlüklerin kaynağı niteliğinde bir haktır. İnsanlar düşüncelerinin
özgürce ifade edebildiklerinde diğer haklarında verilmesini talep edebilecektir. Bunun
için gelişimin sağlanabilmesi için demokratik olgunluğun oluşmasını beklemek değil
ifade özgürlüğü hakkının daha geniş kullanılmasını sağlamak gerekmektedir. Bir çocuk
düşünelim devamlı baskı altında ve kendini ifade edecek bir alan bulamıyor. Beden
olarak büyüyor ancak ruh olarak devamlı çocuk durumunda. Zira ruhun gelişmesi için
94
kendisine imkan tanınmamıştır. Bu bireyden topluma büyük bir fayda dokunmayacağı
gibi kendisine de bir fayda dokunmayacaktır. Bir çocuğu büyütmek nasılsa bir hakkı
büyütmek ve uygulanmasını sağlamak da birbirine benzemektedir. Çocuğa uygulanan
baskı onun toplumdan soyutlanmasına neden olacak ve kendisine ve topluma faydasız
bir insanın yetişmesine neden olacaktır. Haklarda bu şekildedir. Baskı altında tutulduğu
zaman gelişmezler. Gelişmediklerinde demokratik bir olgunluğun oluşması da
beklenmeyecektir. Biraz serbesti her zaman iyidir. Yapılan şeyler doğru olmayabilir.
Yanlışlarda yapılabilir. Ancak yapılan yanlışlar insanlara daha doğru davranmayı
öğretecek ve ilerleme bu şekilde sağlanabilecektir. Bunun için insanımız yeterince
eğitimli değil, ülkemiz batılı anlamda demokratik olgunluğa ulaşmadı gibi bahanelerin
arkasına sığınarak özgürlüklerin daraltılması doğru değildir.
Bu nedenle ülkemizde ve dünyada gelişmeler yaşanmaktadır.12.09.2010 tarihinde
ülkemizde yapılan referandumla daha demokratik bir ülkeye geçiş için adımlar atılmıştır.
Bu tez referandum tarihinden daha öncesinden yazıldığı için bu referandum sonucu
yapılan değişiklikler işlenememiştir.
95
KAYNAKÇA
ALACAKAPTAN, Uğur (2000), “Fikir ve Düşünce Özgürlüğü ve Tehlike Suçları,
Çağdaş Batı Hukukunda Bu Konudaki Düşünce ve Uygulamalar”, Ankara Barosu
Hukuk Kurultayı -2000, Ankara, s. 65-68.
ARSLAN, Zehrettin (2003), “İfade Özgürlüğünün Sınırlarını Yeniden Düşünmek:
‘Açık ve Mevcut Tehlike’nin Tehlikeleri”, Teorik Ve Pratik Boyutlarıyla İfade
Hürriyeti, (Editör: B. B. Özipek), Ankara: LDT Yayınları,s.25-32.
ATAAY, Aytekin (1963), Medeni Hukukun Genel Teorisi, Temel Bilgiler- Genel
Kavramlar, İstanbul.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, Der. Vahit
Bıçak (2002), Ankara: LDT Yayınları.
BEYDOĞAN, T. Ayhan (2003), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türk
Hukukunda Siyasi İfade Hürriyeti, Ankara: LDT Yayınları.
BIÇAK, Vahit (2003), “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Işığında İfade
Özgürlüğü”, Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Editör: B. B. Özipek,
Ankara: LDT Yayınları, s. 275-311.
CAN, Osman (2003), “Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü: Anayasal Sınırlar
Açısından Neler Değişti?”, Teorik ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, Editör: B. B.
Özipek, Ankara: LDT Yayınları, s. 369-415.
ÇAĞLAR, Bakır (1993), “Kıta Avrupa’sında Yeni Kurumsallaşma Denemeleri,
Hukuk ve Demokrasi”, Anayasa Yargısı Dergisi, s.45-54.
96
ÇAĞLAR, Bakır (2002), İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Hukukunda Türkiye,
Ankara: Tübitak Yayınları.
DANIŞMAN, Ahmet (1982), Basın Özgürlüğü Nün Sağlanması Önlemleri,
Ankara: Ankara Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Yayınları.
DOST, Süleyman (2001), Avrupa İnsan Hakları Yargısında İfade Özgürlüğü ve
Türkiye, Isparta: Fakülte Kitabevi.
DÖNER, Ayhan (2003), İnsan Haklarının Uluslararası Alanda Korunması ve
Avrupa Sistemi, Ankara: Seçkin Yayınları.
ERDEM, Fazıl Hüsnü (1998), “Düşünce Özgürlüğü ve Demokrasi” Ankara
Barosu Dergisi, Yıl 55, Sayı 1998/1.
ERDOĞAN, Mustafa ( 1997), Rejim Sorunu, Ankara: Vadi Yayınları.
ERDOĞAN, Mustafa (2001), Anayasal Demokrasi, 4. Baskı, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
ERDOĞAN,
Mustafa
(2003),
“Demokratik
Toplumda
İfade
Özgürlüğü:
Özgürlükçü Bir Perspektif”, Teorik Ve Pratik Boyutlarıyla İfade Hürriyeti, (Editör: B.
B.Özipek), Ankara: LDT Yayınları,s.108-114.
GOMİAN, Donna; HARRİS, David (1998), Düşünce İnanç Vicdan Ve İfade
Özgürlüğü, ( Çev. Orhan Kemal Cengiz), İstanbul: Belge Yayıncılık.
GÖKÇEN, Ahmet (2001), Halkı kin ve Düşmanlığa Açıkça Tahrik Cürmü, LDT
Yayınları.
GÖLCÜKLÜ, A. Feyyaz ve A. Şeref Gözübüyük (1998), Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi Ve Uygulaması, Ankara: Turhan Kitabevi.
97
GÖZLER, Kemal (2001), "Anayasa Değişikliğinin Temel Hak ve Hürriyetlerin
Sınırlandırılması Bakımından Getirdikleri ve Götürdükleri: Anayasanın 13'üncü
Maddesinin Yeni Şekli Hakkında Bir İnceleme", Ankara Barosu Dergisi, Yıl 59, Sayı
2001/4, s. 45-49.
GREER, Steven (2006), The Europen Convention On Human Rights,ABD:
Cambridge University Press.
GÜNDAY, Metin (2002), İdare Hukuku, 6. Aynı Basım, Ankara: İmaj
Yayıncılık.
HUGENHOLTZ, P.Bernt (2000), Copyright And Freedom Of Expression In
Europe, Oxford : Oxford University Press
İÇEL, Kayıhan (1998), Kitle Haberleşme Hukuku, 4. Baskı, İstanbul: Beta
Yayınları.
İLAL, Ersan (1986), “Düşünceleri Açıklama Özgürlüğü, Yığınsal İletişim Araçları
Ve Anayasa Mahkemesi Kararları”, Anayasa Yargısı Dergisi, c.3, Ankara, s. 61-72.
KABOĞLU, İbrahim (1997), Türkiye’de Düşünce Özgürlüğü, İstanbul: TÜGİK
Yayınları.
KALABALIK, Halil (2004), İnsan Hakları Hukuku Ders Notları, İstanbul:
Değişim Yayınları.
KAPANİ, Münci (1987), İnsan Haklarının Uluslararası Boyutu, Ankara: Bilgi
Yayınevi.
KAPANİ, Münci (1993), Kamu Hürriyetleri, Ankara: Yetkin Yayınları.
98
KESER, Hayri (2002), “Türk Anayasa Sisteminde Düşünceyi Açıklama Hürriyeti
ve Sınırları” , Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 10, Sayı 3-4, s.181204.
KORKUT, Levent (2007), İfade Özgürlüğü İlkeler Ve Türkiye, İstanbul: İletişim
Yayınları.
KUÇURADİ, İonna (1998), “Düşünce Özgürlüğü: Nedir Acaba?”, Düşünce
Özgürlüğü, Haz:Hayrettin Ökçesiz, İstanbul: Afa Yayınevi, s. 17-26.
KURUCAN, Ahmet ( 2007), İslam’da Düşünce Özgürlüğü, İstanbul: Zaman
Kitap.
KÜÇÜK, Adnan (2003), İfade Özgürlüğünün Unsurları, Ankara: Liberal
Düşünce Topluluğu(LDT) Yayınları.
MACOVEİ,
Monica
(2005),
İfade
Özgürlüğü
Avrupa
İnsan
Hakları
Sözleşmesinin 10. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Klavuz, Ankara: Türkiye Barolar
Birliği Yayınları.
MEMİŞ, Emin (2000), “İnsan Hakları Avrupa Standardı ve İç Hukuk Etkileşimi
Analizleri” Anayasa Yargısı Dergisi, c. 17, Ankara s. 130-172.
MİLL, J, S. (2004), Hürriyet Üstüne, (Çev.:M. Osman Dostel-Ömer Çaha),
Ankara: Liberte Yayınları.
MOURGEN, Jacques, İnsan Hakları, (Çev.: Ayşen Ekmekçi - Alev Türker),
İletişim Yayınları.
OKUMUŞ, Ali (2007), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında
Türkiye’de İfade Hürriyeti, Ankara: Adalet Yayınları.
ÖNER, Necati (2005), İnsan Hürriyeti, Ankara: Vadi Yayınları.
99
ÖZBEY, Özcan (2008), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru
Yöntemleri, Ankara: Adalet Yayınları.
ÖZBUDUN, Ergun (2005), Siyasi Partiler ve Demokrasi, Ankara: Ankara Barosu
Yayınları.
ÖZBUDUN, Ergun (1993), Türk Anayasa Hukuku, 3.Baskı, Ankara: Yetkin
Yayınları.
ÖZCAN, Mehmet (1999), Avrupa Birliğinde Fikri ve Sınai Haklar, Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.
ÖZDEK, Yasemin (2004), Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye, Ankara:
TODAİE Yayınları.
ÖZDEN, Y.G, SERİM, H.B. (1997), İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklerine
İlişkin Uluslararası Sözleşmeler ve Bu Sözleşmelere Yer Veren Anayasa Mahkemesi
Kararları, Ankara : TAKAV Yayınları.
ÖZEL, Cevat (2003), Kitle İletişim Araçları Ve Kişilik Haklarının Korunması,
İstanbul: Arion Yayınevi.
ÖZENÇ, Berke (2006), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve İnanç Özgürlüğü,
İstanbul: Kitap Yayınevi.
SADURSKİ, Wojciech (2002), İfade Özgürlüğünün Sınırları, Ankara: LDT
Yayınları.
SCHAUER, F.rederick (2002), İfade Özgürlüğü, Felsefi Bir İnceleme, Ankara:
LDT Yayınları.
SELÇUK, Sami (1999), Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, 5. Baskı,
Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
100
SOYSAL, Mümtaz (1987), 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 7. Bası, Ankara,
Gerçek Yayınları.
SUNAY, Reyhan (2001), Avrupa Sözleşmesinde Ve Türk Anayasasında İfade
Özgürlüğünün Muhtevası ve Sınırları, Ankara: LDT Yayınları.
TANÖR, Bülent (1969), Siyasi Düşünce Hürriyeti ve 1961 Anayasası, İstanbul:
Öncü Kitabevi.
T.C. Anayasası, (1997), Ankara: Seçkin Yayınları.
TEZCAN, Durmuş, ERDEM, Mehmet Ruhan, SANCAKDAR, Orhan (2004),
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ve Uygulaması, Ankara: Adalet Bakanlığı Eğitim
Dairesi Başkanlığı Yayınları.
TEZİÇ, Erdoğan (1991), Anayasa Hukuku, İstanbul: Beta Yayınları.
TRAGER, R. ve D. L. DİCKERSON (2003), 21. Yüzyılda İfade Hürriyeti,Çev.:
A. Nuri Yurdusev, Ankara: LDT Yayınları.
Demokrasi Nedir? (1992), Ankara: Türkiye Demokrasi Vakfı Yayını.
ÜNAL, Şeref (1995), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ankara: TBMM Kültür
Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları.
YILMAZ, Ejder (1996), Hukuk Sözlüğü, Ankara: Yetkin Yayınları.
101
İNTERNET KAYNAKLARI
http://www.anayasa.gov.tr/files/pdf/anayasa_yargisi/anyarg3/ersen.pdf-Erişim
Tarihi:15.08.2010 ( 1963 -16,17 sayılı kararların bulunduğu sayfa).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21
56&content= Erişim Tarihi:17.08.2010 (1993-2 esas sayılı Sosyalist Türkiye Partisi
Kararı).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=12
52&content= Erişim Tarihi:17.07.2010 ( 1995-25 esas sayılı tanığa sorulacak sorularda
dininin sorulmasına dair karar).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=12
88&content= Erişim Tarihi:21.07.2010 ( 1996-48 Esas sayılı Radyo Televizyon
yayıncılığı ile ilgili karar).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21
65&content=erbakan-=Erişim Tarihi:17.08.2010(1998-1 esas sayılı Refah Partisi
Kararı).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=21
50&content= Erişim Tarihi:11.05.2010 (1990-1 esas sayılı Türkiye Birleşik Komünist
Partisi Kapatma kararı).
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=26
11&content=ak parti - Erişim Tarihi:11.06.2010 (2008-1 esas sayılı Ak Parti kararı).
http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=3721- Erişim Tarihi: 08.08.2010( AİHM’nin
İspanya Herri BATASUNA Kararı ).
http://www.belgenet.com/dava/rpdava_g01.html- Erişim Tarihi: 18.08.2010
Partisi Anayasa Mahkemesi ve AİHM Kararı ).
102
( Refah
http://www.setav.org/ups/dosya/44242.pdf - Erişim Tarihi: 18.07.2010 ( Halkın Emek
Partisi AİHM Kararı ).
http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/133_1996_752_951.pdf
Erişim Tarihi: 18.05.2010 ( Türkiye Birleşik Komünist Partisi AİHM Kararı ).
http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/26482_95.pdf - Erişim Tarihi: 13.05.2010
(Sosyalist Türkiye Partisi AİHM Kararı).
http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/59405_00.pdf - Erişim Tarihi: 24.05.2010
(Necmettin Erbakan AİHM kararı).
http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/21924-05.pdf
- Erişim Tarihi: 24.05.2010
(Nüfus Cüzdanına Din Hanesi Azılması ile ilgili Sinan Işık AİHM kararı).
http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/23885_94.pdf - Erişim Tarihi: 29.08.2010
(ÖZDEP AİHM Kararı).
http://yenisafak.com.tr/Yorum/?i=271763&t=03.08.2010 - Erişim Tarihi: 29.08.2010
103
Download