KA3AKCTAH P E C IIY K IH K A C hl B IJIIM 5K0HE F biJIbIM M H H H C TP JIin II1ET TIJI^EP 5K9HE ICKEPJIIK KAPbEPA YHHBEPCHTETI «KA3AKCTAH-2050 CTPATErHflCbl 2K0HE JIATMH 0JIIIIBHIHE 0T Y Y^EPICI» x ajib iK ap ajib iK FbiJibiMH-TaîKİpHÖeJiİK CHMno3HyMbi MAIEPHAJI/JAPbl 6-8 MaycbiM, 2013 îkmji 'k'k'k'klcJc'k'k'k'k'kJc'k'k'k'kJcJc’k ’k'k'k'k'kJe'k'kJc'k'kJc'k'k'k'k «KAZAKİSTAN-2050 STRATEJİSİ VE LATİN ALFABESİNE GEÇİŞ SÜRECİ» Uluslararası İlmî-Çalışmalar Sempozyumu MATERYALLARI 6-8 Haziran, 2013 yıl -krk'k'k’k'k'k'k'k'k'k'k’k'k'k'k'k'k'krk'krk'kicic'k'k'k'k'kic'k'k'k'k MATEPHAJIbl MeJKayHapoflHoro H aynııo-npaK Tim ecK oro CHMno3HyMa «CTPATErHfl KA3AXCTAH-2050 H IIPOLJECC I1EPEX()M HA JIATHHCKHH AJKDABHT» 6-8 hiohh , 2013 ro^a •k'krk'k'k'k'k'k’k'kic'k’k'kicie'k'k'k'k'kierk'k’k'k'k’k'k'k'k'k'k'k'k MATERIALS International Scientific-Practical Symposium «STRATEGY OF KAZAKHSTAN-2050 THE TRANSITION TO THE LATİN ALPHABET» June 6-8, 2013 XVIII A nM aTbi, 2013 KA3AIÇCTAH PECnYEJIHKACM BIJIIM 2K0HE FHJIMM MHHHCTPJIITI IUET TIJI;;EP 5K0HE ICKEPJIIK KAPLEPA yHHBEPCHTETI «KA3AKCTAH-2050 CTPATEIHHCbl 2KOHE JIATLIH 0JIIÎIBIİIHE 0TY Y^EPICI» XajlblKapaJIMK FMJIfelMH-TSÎKİpHÖejlİK CHMnOÎHyMbl MATEPHAJI^APLI 6 -8 M a y c u M , 2013 jkw ji «KAZAKİSTAN-2050 STRATEJİSİ VE LATİN ALFABESİNE GEÇİŞ SÜRECİ» Uluslararası İlmî-Çalışmalar Sempozyumu MATERYALLARİ 6-8 Haziran, 2013 yıl MATEPHAJIM M eîK ayH ap oaH oro HayHHo-npaKTHHecKoro cHMno3Hyıvfa «CTPATErHH KA3AXCTAH-2050 H IIPOHECC nEPEXO^A HA JIATHHCKHH AJIO>ABHT» 6-8 hiohh, 2013 roAa MATERIALS International Scientific-Practical Symposium «STRATEGY OF KAZAKHSTAN-2050 THE TRANSITION TO THE LATIN ALPHABET» June 6-8, 2013 XVIII KA3AIÇCTAH PECIiyBJIHKACM BIJIIM 3KBHE FWJIIJM M H H H C T P JIin IIIET TIJm EP 5K0HE ICKEPJIIK KAPBEPA YHHBEPCHTETI MHHHCTEPCTBO 0E P A 30B A H H H H HAYKH P E d lY E JIH K H KA3AXCTAH YHHBEPCHTET HHOCTPAHHBIX H3BIKOB H JiEJIOBOH KAPbEPBI KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ BİLİM VE İLİM BAKANLIĞI YABANCI DİLLER VE MESLEKİ KARİYER ÜNİVERSİTESİ MINISTRY OF EDUCATION AND SCIENCE OF THE REPUBLIC OF KAZAKHSTAN THE UNIVERSITY OF FOREIGN LANGUAGES & PROFESSINAL CAREER FblJILIMH-nEAArorMKAJIblK VKYPHAJI HAYHHO-nE^ArorHHECKHH >KYPHAJI İLMİ-PEDAGOJİK DERGİ SCIENTIFIC-PEDAGOGICAL JOURNAL «KA3 A K C TA H -2050 CTPATET HMCbl 2K0 HE J iA T b iH a j i m s H i H E e x y y ^ e p i c i » aTTHi xajibiK apa-nibiK rbiJiBiMH-TaîKİpHÖeJiİK cHM no3HyM bi MATEPHAJIMPM 6-8 MaycbiM, 2013 îk b iji XVI I I A jimh i i . i , I 0 U KAV İNAKÇA l.S.Abjalov, Kazakistandağı siyasi islanının koğamnın ruhani önırindegi ornı, kazırgi alemdegi İslam damy barısı men bolaşağı, Kazak üniversiteti, Almatı 20112. 2.Ataş Berik Muratulı(2013), Dini ekstremizm men terörizmin aldınalu şarttan, Almatı 2013. 3.Ş .R ıcbekov —A. D ilysenbayeva, O rtalık ay.iyadağı İslam radikalizm i ideologiyasınm erekşelikteri, Alm atı 2012. 4.A.Sultangaliyeva, İslam vı kazakistan, istoriya etniçnost i obşestva, Almatı 1998. 5.M.Etkin , Vehhabizm i fundamantalizm: termini-ctraşilki, Tsantrafhaya A ziya i Kavkaz, 2000. ö.S.Hizmetli, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Zararlı Dini Akımlar ve Misyonerlik, Almatı, 2006. 7.A.Kasımcanov, Ruhani tamırlar (Manevi Damarlar), Almatı 1994. PejHtMe floKTop, npo<j>eccop X h 3mctjih C. P eKmopyHuaepcumema HnocmpanHbix JTjbiKoe u JJeııoeoü Kapbepbi e. Amtambi e-m ail: sabrihizrnetli@ hotm ail.ru Cmambfi nocomifena o6ıi{eü penuzuosuoü cumyaifuu, pa38opavueaıoıyeücn a IfenmpajibHOU Asuu MeDtcdy maKiLMu (pwıoco(pCKiiMU menenuHMU kcik MycyjibMancKan oöıifiota u padıiKcvibiibiMu peJlUZU03HblMu qepoedHUHMU U OÖpndaMU. Summary GENERAL CONDITIONS OF RELIGION AND RADICAL TENDENCIES IN TURKIC COMMUNITIES OF CENTRAL ASIA D oktor, professor H izm etli..S. Rektor o f the U niversity o f Foreign Languages an d P rofession al Career e-m ail: sabrihizm etli@ hotm ail.ru Article is d evo d ed to gen tral religious situation unfolding in G entral A sia between the ph ilosoph ical currents such as the Muslim community an d radical religious beliefs and rituals. YAK 94:574 AHMED YESEVÎ’NİN TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNDEKİ YERİ VE HOŞGÖRÜ A NLAYIŞINA K A T K IL A R I Prof. Dr. Ali Rafet Özkan T.C. Kastamonu Üniversitesi Rektor Yard, Türkiye e-m ail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr /. Giriş G erçek entelektüeli olam ayan toplum lunu ve m edeniyetlerin uzun ömürlü olması düşünülemez. Z ira m edeniyetleri oluşturan kurum ve kuruluşlar, yetiştirdikleri entelektüellerin görü ş ve yaklaşım larına dayalı olarak biçimlenirler. İslâm M edeniyeti nin yetiştird iğ i büyük düşünür ve eğitim cilerin arasında H oca A hm ed Yesevî'nin ayrı bir y e r i vardır. Yesevî ’nin etki cilanı sadece eserleriyle sınırlı değildir. Onun yetiştirdiği birçok düşünür ve eğitim ci, İslâm âlem i ve Türk illerinde so sya l y a p ıy ı etkilem iş ve yü z y ıla r boyunca eserleri ve görüşleriyle kitleleri yönlendirm iştir. Ahmed Yesevî, İslâmiyet’i yeni benimseyen ve İslam medeniyetinin gelişmesi ve yayılmasında aktif rol oynayacak olan Türklerin Batı’ya akın etmeye başladıkları bir dönemde orta A sya’da doğdu ve Türk illerindeki İslâmlaştırma hareketinde görüşleri ve yaşayışıyla aktif rol oynadı. Yesevî tarikatının da kurucusu olan Ahmed Yesevî, yazılı 20 eserleriyle, dilden dile aktarılan menkıbeleriyle ve eğitime yönelik tarikat yöntemleriyle asırlar boyunca Doğu Türkistan, Volga boylan, Azerbaycan ve A nadolu’daki Müslüman Türkün hayatında önemli etkiler bıraktı.17 Hoca Ahmed Yesevî, bütün Türk yurtlarının manevî hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve “Pir-i Türkistan”, “Hazreti Türkistan” namları ile anılan bir mürşid-i kâmildir. Sûfî bir şair ve tasavvufta içtihat sahibi bir mürşit olarak kendi adıyla anılan Yesevîye tarikatının esaslarını belirlemiş ve günümüzde yaygın olarak yaşatılan Nakşibendiyye geleneği ile Kübreviyye, Çiştiyye gibi kısmen etkinliği azalmış tasavvuf! yolları da çeşitli şekillerde etkilemiştir. Onun menkıbeleri Kaşgar’dan M ostar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyanın kültür ikliminde yayılıp nakledilmiştir. Bu makalede Ahmed Yesevî’nin hayatı, ilmi ve edebi şahsiyeti, tasavvuf anlayışının ana ilkeleri, Türk düşünce tarihindeki yeri ve hoşgörü anlayışına katkıları üzerinde durulacaktır. II. Hayatı (1093-1166) Sûfî, şair, tarikat kurucusu sıfatları ile Türklerin manevî hayatları üzerinde asırlarca tesirli olmuş Hoca Ahmed Yesevî, Batı Türkistan’da Sayram kasabasında 490/1093 senesinde dünyaya gelir. Babası şeyh İbrahim, Hz. Ali soyundan gelen gönül ehli bir zattır. Küçük yaşta annesini ve babası kaybeden Yesevî’yi, ablası himayesine alır. İki kardeş kısa süre sonra Sayram’dan ayrılarak, yine Batı Türkistan’da bulunan Yesi şehrine yerleşirler. Bu asırda orada Arslan Baba isimli mürşit bir zat yaşamaktadır. Ahmed Sevevî, ilk tahsilini burada Arslan Baba nezaretinde görür. Onun üzerinde ilk manevî zuhurat görülmeye başlayınca, bu ilk merhale için irşadın tamamlandığı anlaşılır. Hazreyi Yesevî, ilim ve irfanda daha derinlere talip olarakMaveraünnehir diyarının ünlü İslâm merkezi olan Buhara’ya gelir. O, burada bir yandan İslâmî ilimleri tekmil ederken, diğer yandan manevî terbiyesini ikmal için 504/1109’da büyük mürşit Yusuf-i Hemedanî’ye intisap eder. Bu büyük mürşidin irşadı ile manevî terbiyesini tamamlayan Ahmed Yesevî, mürşidinin vefatının radmdan sırasıyla posta geçen birinci ve ikinci halifelerin ardında üçüncü halife olarak irşat makamına geçer. Ancak bir süre sonra mürşidinden aldığı manevî işaret üzerine, makamını dördüncü halife olan Abdülhalık-ı Gücdüvanî’ye bırakarak tekrar Yesi’ye döner ve burada ömrünün sonuna kadar irşada devam eder ve 562/1166’da ölür. O bölgede “Hace” unvanı Hazreti Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in neslinden gelen alim ve arif kimselere verilmektedir. Ahmed Yesevî de “Hace” unvanı ile anılarak Hace Ahmed Ysevî olur. Onun irşat usulü, K ur’an ve Sünnete samimiyetle riayetkâr aşk yoludur. Ona göre aşk da iman gibi İlahî bir lütuftur. Nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi, aşk yolunda mürşit nezaretinde ilerlerken yapılan zikir ve sohbet, riayet edilen edep ve ölümden sonraki hayata hazırlıkla gerçekleştirilir. O, İslâmî esaslardan asla taviz vermeksizin bu esasları, Türk örfüyle birleştirmek suretiyle ile ortaya koyduğu kendine has usulünü kullanarak Batı Türkistan’da köylerde veya göçebe yaşayan Türk topluluklarına hitap etmiş, onlardan büyük bir ilgi, kabul ve itibar görmüştür. Ahmed Yesevî, tasavvuf! hakikatleri, edep sahibi olmayı ve güzel ahlâkı, “Divan-ı hikmet” adlı eserinde hitap ettiği kitlenin anlayabileceği bir seviyede manzum ve Türkçe olarak ifade etmiştir. Bu eseri ile zamanları ve mekânları aşmış, bütün Türkistan’a mal olarak “Hace-i Türkistan” veya “Pir-i Türkistan” adları ile anılır olmuş ve Türk tasavvuf edebiyatının kurucularından sayılmıştır. Geçimini kaşık imalatıyla sağlayan Ahmed Yesevî, “marifeti olmayanın kerameti de olmaz” düsturuyla kendisine bağlananları bir meslek sahibi olmaya ve bu meslekte en 17 Bkz. Fuat Köprülü, Tiirk Edebiyatı,3. Baskı, İstanbul 1981, s. 193. 21 ileri mertebeye yükseltmeye teşvik etmiş, ancak bu süreçte kaynağını İlâhi aşktan alan muhabbet ve merhamet halinin kazanılmasını da şart koşmaktadır. Böylece bu pir-i aziz, İslam ile yeni karşılaşan geniş ve kalabalık Türk topluluklarının bu dini severek kabul etmelerine ve İslam ’ın engin gönül boyutundan nasip almalarına vesile olmuştur. III. İlmî ve Edebî Şahsiyeti Hoca Ahmed Yesevî’nin etrafında toplananlar, İslamiyet’e yeni girmiş olmalarına rağmen samimi ve güçlü bir bağla bağlanan göçebe Türkler idi. O, onlara dervişlik ve tasavvuf adabını telkin etti. Pir-i Türkistan namıyla 9 asırdır şöhretini sürdürmekte olan Ahmed Yesevî’nin, nüfuzu, düşünceleri ve etkisi sadece Türkistan’da kalmamış, bütün Türk illerinin ortak manevî bir önderi olarak kimliğini hâlâ devam ettirmekte, türbesi bütün Türk illerinin ortak mukaddes mekânı olarak kabul edilmektedir. Bu hususiyet, onun İlmî ve edebî şahsiyetinin yanı sıra, tasavvuf! eğitim ve irşadındaki büyük başarısı ile fikir ve düşüncelerindeki evrensellik ve entelektüellikte aranmalıdır. Bu özelliğiyle o, Türk-İslam şuurunun iki büyük mimarından biri olarak tarihe geçmiştir. Diğeri ise İmam M âturi’dir.18 Ahmed Yesevî, Arapça ve Farsça’ya vukufıyetine rağmen“hikmetlerini” Türkçe ifade etmiş ve yaşadığı toplumla bütünleşmiş çok yönlü bir şahsiyettir. Ona göre cemiyete düşünceleriyle yön verenler, yaşayışlarıyla da örnek olmalıdır. Onun günümüz dünyasında bile etkin olan irşadı, eseri “Divan-ı Hikmet” üzerinden ve yetiştirerek dünyanın dört bir yanında irşatla vazifelendirdiği talebeleri vasıtasıyla olmak üzere iki kaynaktan yürütülmüştür. Rivayetlere göre Ahmed Yesevî dergâhında yetiştirildikten sonra Hint kıtasından İdil boylarına, Çin settinden Tuna kıyılarını kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşat vazifesiyle gönderilen dermişlerin sayısı doksan dokuz bindir.19 Kanaatimizce bu rakam kesretten (çokluktan) kinayedir. Önemli bir çokluk ifade etmekte ve Yesevî irşadının büyüklüğünü işaret etmektedir. Divan-ı Hikmet, önce yazma nüshalar şeklinde, daha sonra ise basma tekniği ile çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla geçen ikiyüz yıl içinde onyedi kez Taşket’te, dokuz kez İstanbul’da, beş kez Kazan’da ve birer kere de Buhara ve Kagan’da matbu olarak yayınlanmıştır. IV. Türk Kültür Tarihindeki Yeri Hoca Ahmed Yesevî’nin Batı Türkistan’da Türk topluluklarını irşat ile meşgul olduğu yıllar, Büyük Selçukluların çözüldüğü ve Anadolu Selçuklularının kurulduğu yıllardır. M averaünneir ve Horasan’da sabit ve güçlü bir siyasi otorite yoktur. Harzemşahlar henüz siyasî boşluğu dolduramamıştır ve siyasal güç sık sık bölge devletleri arasında el değiştirmektedir. Bu sırada Türkistan’dan A nadolu’ya olan Türkmen göçü devam etmektedir. Yesevî Hazretleri bu göçe de kayıtsız değildir. Kendi bölgesindeki Türk topluluklarını İslâm ’ın zahir ve batın boyutları ile m üşerref kıldığı gibi, himmet ve gayretini A nadolu’da yeni filizlenen Türk kökenli bu siyasî ve sosyal oluşumdan, bu medeniyet hamlesinden de esirgemez. Bu diyara, kendi boyası ile boyadığı halifelerini ve dervişlerini yollar. Bunların en meşhurları; Hacı Bektaş Veli ve Sarı Saltuktur. Çocukluk yıllarında Hacı Bektaş Veli’nin manevî terbiyesi Lokman-ı Parende tarafından yürütülür. Daha sonra Hacı Bektaş Velinin irşadına Hoca Ahmed Yesvî devam eder. Bu süreçte Hacı Bektaş V eli’de birçok kerametler zuhur eder, nihayet manevî terbiyesi tamamlanır ve Hace Ahmed Yesevî, onu diyar-ı Rum ’a giderek orada irşat ve hizmet etmekle görevlendirir. Maiyetine 300 Yesevî dervişini verir, kendisine de hilafet remzi ve emanetleri olarak taç, hırka, sofra ve seccade verir ve beline de tahtadan bir kılıç kuşatır. Spnra yanmakta olan ocaktan bir köz odun alarak diyar-ı Rum ’a doğru fırlatır. 18 Bkz. İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed Y esevî ve Türk Kültür tarihindeki Yeri”, Ahmed Yesevî Hayatı-Eserleri- F'ıkirleri ve Tesirleri, İstanbul 1996, s.64. (61-84) 19 Bkz. Hayati Bice, “Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevî”, Mostar, Mart 2007, sayı 25, s. 61 (58-62). 22 Közün düştüğü yer Hacı Bektaş V eli’nin makamı olacaktır. Hacı Bektaş Veli ve maiyetindeki Yesevî dervişanı epeyce yol kat ettikten sonrş. Anadolu’ya varır ve burada biraz dolaştıktan sonra Sulucakarahöyük’te yerleşirler. Bu mahalde ilk zaviyesini kuran İlacı Bektaş, hizmet ve irşada olanca gayretiyle devam eder. Çevrede bulunan yerli Rumlar, istila amaçlı gelen M oğollar İslam’la m üşerref olurlar. Burada daha evvel gelmiş ve gelmekte olan Türkler de manevî feyz ve terbiye ile bezenerek ruhen zenginleşirler. ilacı Bektaş Veli 669/1271’de vefat eder, ocağı ise bütün feyz ve bereketi ile zaman ve mekânları aşarak devam eder.20 Hoca Ahmed Yesevî’nin diyar-ı Rum ’a olan himmeti, Hacı Bektaş Veli İle sınırlı kalmaz, Sarı Saltuk unvanlı Muhammed Buharî adlı bir başka halifesi ile birlikte 700 dervişini de daha önce gidenlere yardımcı olmak üzere bu diyarlara gönderir. Sarı Saltık’a tahta kılıç kuşatırken kendisine şu emri de tebliğ eder. “ Saltuk M uhammed’im, Hacı Bektaş ocağına var ve ona söyle seni Rum eli’ye göndersin, orda fetih ve irşada devam et, nam ve nasip sahibi ol”. Bu emir harfiyen yerine getirilir. Hacı Bektaş ocağında bir müddet misafir edilen sarı Saltuk ve dervişleri önce Sinop’a götürülür, oradan da Tuna boylarına gönderilir. Sarı Saltuk, Rum eli’de büyük bir üne kavuşur. 13. asrın ikinci yarısında bir çok fetihler yapar ve kerametler gösterir. O civarda İslam ’ın sevilerek yayılmasında büyük hizmeti geçer. O devrin Rumeli halkının her grubu, Sarı Saltuk’ta kendilerinden bir şeyler bulur ve onu yürekten benimserler. Vefatının yaklaştığını hissedince oğullarına, yedi adet tabut yapmalarını ve her birini Rumeli diyarının her bir köşesine defnetmelerini vasiyet eder. Böylece birbirinden uzak yedi yerde makamı olur, ama kendisinin nerede defnedildiği de bilinmez. Silistre’de bir tekkesi olan Sarı Saltuk’un Babadağı’ndaki makamı, Beyazid-i Veli tarafından yaptırılan bir külliye ile ihya edilmiştir.21 Hoca Ahmed Y esevî’nin düşüncelerini paylaşan gönül erleri, onun verdiği feyz ile yol alarak, yeni gönüllere yerleşmişlerdir. Yesevî dervişleri, ülkeden ülkeye onun düşüncelerini taşımış, kargaşa ve dağınıklığın hüküm sürdüğü bir dönemde birlik ve dirliğin sağlanmasında önemli görevler üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Türk yurdu olmasında Yesevî dervişlerinin ve dolayısıyla da Yesevî’nin payı büyüktür. Moğol istilâsında ve istiladan sonraki dönemlerde Orta Asya’dan ayrılarak Anadolu’ya gelen dervişler, Anadolu’da Türk birliğinin sağlanmasında öncü ve önemli görevler yüklenmişlerdir. Bu dervişler, Ahmed Yesevî’nin öğretilerini vardıkları yeni yerlerde yaymışlardır. Böylece Hoca Ahmed Yesevî’nin feyz ve bereketi kendinden sonra da devam eder. Nitekim bu feyz, 715/1317’de bu aleme teşrif eden Hace Bahaüddin Nakşibend üzerinde de zuhur etmiştir. O, devrindeki Yesevî dervişlerinden feyz almıştır. Şah-ı Nakşibend’in kurduğu büyük irşat yolu, bir bakıma Yesevîyenin devamı sayılmış, ve bir müddet sonra da Yesevîye, Nakşibendi yolunun içinde eriyerek hayatiyetini onda sürdürmüştür. Kısaca söylemek gerekirse Anadolu, bundan dokuz asır önce Türkistan’da uyanan bir çerağın aydınlığı ile bir İslam yurduna dönüşmüştür. Aynı çerağ, bugün İslma yurdu olmaktan uzaklaşmış olan fakat İslâm medeniyetine ait canlı hatıralar ve yaşayan izler taşıyan Rumeli’yi de aydınlatmıştır. Anadolu ve Rumeli, İslâm ile tanışmadan önceki binlerce yıllık mazilerinde tamamen farklı temellere dayanan medeniyetlerin ve bunların oluşturdukları kültürlerin vatanları idiler. Ancak Hace Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk ve Şah-ı Nakşibend ve diğer azizanın uyandırdığı çerağlar, bu diyarları iki yüzyıl içerisinde dönüştürerek İslam medeniyetine ait değerlerin doğduğu ve bu değerlerden neşet eden kültürün yaşandığı yeni bir vatan haline getirmişlerdir. Bu gün bu 20 Bkz. Saadettin Ökten, “Y e si’den Sulucakarahöyük’e”, Mostar, Mart 2007, sayı 25, s. 20-21. 21 Bkz. Ökten, a.g.m., s. 23. 23 topraklarda yaşayanlar, böyle muhteşem bir mirasın varisleri ve bu derece büyük bir emanetin taşıyıcılarıdır. V. Hoşgörü Anlayışına Katkısı Öncelikle hoşgörü kavramını tanımlayarak konuya başlamak istiyoruz. “Hoşgörü”, sözlüklerde her şeyi anlayışla karşılamak, olabildiği kadar hoş görme hali şeklinde tanımlanmaktadır. Günümüzde müsamaha ve tolerans kavramları da hoşgörü anlamında kullanılmaktadır. Ancak aralarında nüans olduğunu söylemeliyiz. M üsamaha ve toleransta, görmemezlikten gelmek, katlanmak ve tahammül etmek gibi anlam lar vardır. Hoşgörü ise, bu anlamaların da ötesinde hoşnut olmak, iyi bulmak gibi anlamları da muhtevidir. Yani Hoşgörü, daha yüksek bir ruh halini ve üstün ahlâk tavrını da ihtiva etmektedir. Tasavvufta katlanmak ve şikayet etmemek anlamındaki “sabır” ve seve seve kabullenmek, hoş görmek demek olan “rıza” kavramları da hoşgörüyle bağlantılıdır. Bilhassa “rıza” kavramı, hoşgörünün karşılığındadır. Tasavvuftaki hoşgörünün kaynağı Allah sevgisidir. “Yaradılanı severiz, yaradandan ötürü” sözü bunu ifade etmektedir. Allah’ı seven kimse, ayırım yapmaksızın bütün insanları sevebilmelidir. Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in hoşgörüsünü en iyi özümseyip yaşatanlar bilhassa tasavvuf mensupları olmuştur. “ Sûfî”, tasavvuf esaslarını hayat kaidesi haline getirmiş olgun insan demektir. Tasavvufun öncülerinden Cüneyd-i Bağdâdî, sûfîyi şöyle tanımlamaktadır: “ Sûfî, yeryüzüne benzer, ona her türlü kötü şey atılır, ama ondan ancak güzel şeyler biter. O güneş gibidir, her şeyi ısıtır. Bulut gibidir, her yeri gölgelendirir. Yağmur gibidir, her şeyi sular”22 İslamiyet, hoşgörüye diğer dinlerden daha fazla yer ve önem veren bir dindir. Selamet ve adalet üzere olan İslamiyet, hoşgörüyü ahlakî esaslardan biri olarak kabul etmektedir. Nitekim K ur’an-ı Kerim’de birçok ayette ve Peygamber efendimizin hadislerinde hoşgörüye temas edilmektedir. Dinde zorlama olmayışı, hoşgörünün en güzel ve belirgin ifadesidir. A llah’ın en güzel bir surette yarattığı insan, bu ölçüler içerisinde kendi değerini bilmeli, A llah’a kul, Hz. Peygamber’e de layık bir ümmet olma bilinci içerisinde din, dil, ırk ve düşünce farkı gözetmeksizin herkesin hakkına riayet etmelidir. İslam’ı berrak bir şekilde yaşama gayesi güden tasavvuf anlayışında da hoşgörünün önemli bir yeri vardır. Cenab-ı Allah insanı en güzel bir surette yaratmış ve varlık âleminde en yüce yeri insana vermiştir. Bunun için insan, mükellefiyet şuuru içerisinde Allah’a iyi bir kul ve Resulüne de ümmet olabilmek için Hz. Peygam ber’in ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Bütün münasebetlerinde Peygamber Efendimizin model kişiliğini örnek almalıdır. Dinimizin bu geniş hoşgörü anlayışı bilhassa İslam iyet’ten sonra kurulan Türk devletlerinde, sosyal hayatın ve adaletin temel unsurlarından biri olmuş, bünyesinde yer alan çeşitli din ve ırktan insanın bir arada, ahenk ve huzur içinde yaşamalarını, hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınmasını mümkün kılmıştır. Aynı şekillerde çeşitli tarikatların yüzyıllarca bir arada yaşamalarında hoşgörü anlayışının büyük katkısı olmuştur. Türk milleti de bu tarzdaki bir din ve tasavvuf anlayışına sahip kişilerin öncülüğüyle İslam ’ı kabul etmiştir. Orta Asya’da ve A nadolu’da kültür ve maneviyat önderleri, böyle bir anlayışın ve inanışın rehberliğini yapmıştır. Bilindiği gibi Ahmed Yesevî, Orta Asya Türklerinin İslamiyet’i benimsemesinde en büyük hizmeti verenlerden biri olmuştur. Onun hoşgörülü ve şefkatli yaklaşımı göçebe Türk boylarına bu dini sevdiren âmil olmuştur. Onu yetiştiren Hocası ve mürşidi Y usuf Hemedânî (ö.535/1140), şöyle tavsif edilir: “kalbi bütün mahlukât için muhabbetle dolu idi. Hıristiyanların, ateşperestlerin evlerine giderek, onlara İslam’ın büyüklüğünü anlatır, her şeye sabır ve 22 Kuşeyrî, Risale, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul 1978, s. 393. 24 tahammül eder, ağzından hiçbir fena söz çıkmazdı. Ehl-i kıbleden kimseyi tekfir ettiği görülmemişti”. Yesevîlik de, “kendisini herkesten alçak görmek, herkesi kendinden faziletli bilmek”23. Bu anlayışı benimseyen insan kaçınılmaz olarak hoşgörülü olacaktır. Başka dinlerden olanı bile incitmemek gerektiğini, bunun bir peygamber tavrı olduğunu dile getiren Ahmed Yesevî’nin şu ifadeleri hoşgörünün en güzel örnekleridir: Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen Hudâ bîz3ardır, katı yürekli gönül incitenden Allah şâhit, öyle kula hazırdır siccîn Bilginlerden duyup bu sözü söylemedim işte24 Hoşgörülü olabilmek için mütevazı olmak gerekir. İslam’ın ahlakî bir kusur olarak gördüğü ve benimsemedi kibir, hoşgörünün önündeki en büyük engeldir. Kibirli insanlar hoşgörülü olamazlar. Kendi nefsini aciz görmek ve kibri yok etmek için mücadele tasavvuf anlayışında önemlidir. Nitekim tasavvufta Allah giden yolun iki adım olduğu kanaati hâkimdir. Birinci adımda insana her türlü kötülüğü emreden nefsin üzerine basılmakta, ikinci adımda ila A llah’a ulaşılmaktadır. Bu iki adım öyle sanıldığı kadar kolay da değildir, büyük bir mücadele gerektirmekte ve insanlar bir ömür bu mücadeleyi sürdürmek durumunda kalmaktadır. Ahmed Yesevî bu hususta şöyle demektedir: Gördüğüm herkesin kulu oldum Toprak gibi yol üstünde yolu oldum Aşıkların yanıp sönen külü oldum Merhem olup yer altına girdim işte Ahmed Yesevî’nin Ahîlik müessesi üzerinde de etkisi olduğunu söylemek mümkündür. A nadolu’da Yesevîliğin yerleşmesi ve devamını Türk sosyal yapısında güzel bir ahlâk kuruluşu olan Ahi Evran teşkilatlarında görülmektedir. Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında milletimizin dinî, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında söz sahibi kuruluşların başında Ahîlik kurumu gelir. Birer meslekî-tasavvufî kurum olan Ahi zaviyeleri, bütün A nadolu’ya yayılmış ve hemen her sınıftan insanı sinesinde barındırmıştır. Kardeşlik demek olan Ahîlik, “kalbi A llah’a, kapısı yetmiş iki millete açık olan, mürüvvet ve merhamet üzere olup cömertliği esas olan kimsedir”25. Anadolu’nun ihtiyacına göre mürşit erenler tarafından Taşkent, Buhara, Semerkant gibi Asya’nın ilim, kültür ve sanat merkezlerinden getirilen alp erenler düzenli ve planlı bir şekilde istihdam ediliyorlardı. Ahi A vran’ın sahip olduğu esnaf loncaları vasıtasıyla da ehli tarik, sanat sahibi binlerce sanatkar yetiştirilmiştir.26 Sonuç olarak İslamiyet özünden gelen ve tasavvufla berraklaşan hoşgörü anlayışının Ahmed Yesevî’nin hikmetleri vasıtasıyla Selçuklu ve Osmanlı sosyal hayatında önemli bir yer tuttuğunu, asırlar boyunca Türk devletleri bünyesinde yer alan çeşitli etnik ve inanç unsurlarının ahenk içerisinde bir arada yaşamasını mümkün kılan unsurlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar son zamanlarda Ahmed Yesevî’nin Türk İslam’ı olarak tanımlanmaya çalışılan bir dini formu oluşturduğu iddia edilse de bu kanaatlere katılmak mümkün değildir. Kanaatimizce o, hiçbir ırka dayalı İslam anlayışını ikame temek istememiş, bilakis İslam’ı berrak bir şekilde yaşama gayesindeki tasavvuf anlayışını yansıtmıştır. Höylece İslam’ın ırklar ve çağlar üstü bir yapıda yaşamasına katkı sağlamıştır. Din, hiçbir milletin fikir dünyasına sıkıştırılacak kadar dar kapsamlı değildir. Aksine bütün milletlerin tefekkür dünyasını şekillendirilecek bir kuşatıcılığa sahiptir. " Fuat Köprülü, Türk Edebiualında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1966, s. 56. 1,1 Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 277. 1 Kefik Soykut, Orta Yol Ahîlik, İstanbul 1971, s. 89. Bkz. İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed Y esevî ve Türk Kültür tarihindeki Yeri”, Ahmed Yesevî Hayatı-Eserleri- I'¡kirleri ve Tesirleri .İstanbul 1996, s.78. (61-84). 25 Yesevi A ta’nın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerleri ve tesir ettiği geniş coğrafyayı görmüş olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyduğumuzu da belirtmek isteriz. Sayram’dan dünyaya yayılan bu güzel hizmet ışığının, tekrar doğduğu yerlere vefa borcu olarak da olsa dönmesi gerekmektedir. Çünkü uzun yıllar Rus esaretinde kalan ve inançlarından koparılmak için her türlü yöntemin denendiği Türkistan coğrafyasına doğru dini anlayışını ve yaşayışını öğretmek için bilhassa Türk halkına büyük ^örev düşmektedir. Zira her türlü baskı ve zulme maruz kalan bu necip insanlar dinlerini terk etmeseler de m aalesef bilgi eksikliği yaşamıştır. Hal böyle olunca Vahhabilik, Selefılik vb. gibi zararlı İslami akımlar Türkistan coğrafyasında yoğun bir propaganda faaliyeti yürütmekte ve insanların zihinlerini bulandırmaktadır. Bunun için Türkiye’ye ve Türk insanına büyük görevler düşmektedir. Hamasetle değil, mesuliyet şuuruyla hizmet edilmesinde büyük yarlar vardır. T yh İh AXMEfl H CCAyH /lIH TYPIK OHLUblJl^blK TAPHXblHAAFbl 5KEPI 5KOHE TOJIEPAHTTblK niKIPİHE YJ1ECI npo(J>., flOK. Ahh Pa<})eT ©3KaH TypKUM PecnyöJiUKacbi, KacmciMony ynusepcumemİHİff peKmopbi e-mail :Ozkanar@kastamonu.edu.tr AxMed Jlccayu, Mcaisatt uttxsapManapbiMen, miriden mime 3icemKİ3İJizeH9ijzİMenepİMeH Dtedne öiıİMze öagbtmmansaH dinu ceKma MemodmaptiMeH sacbtpuap oolim LllbUbic TypKİcmaH, Bonea jtcazanaynapbi, A3ep6aiiMcan x a n e AuadoJibidasbiMycbuuuaH Typixmin eMİpinde MatjbiJdbi acepnep Kfcuidbipdbi. Eyjı Mancanada AxMed flccayudiff e.Mİpi, ijıiui Mcane mapöue.nİK mymacbi, conbuibtx, mycİHİeİHİtı Hezİ3zi npum\unmepi, TypİK oûıubutdbiy mapuxbiudazbi M epi W3He monepaHmmbtx, mycİHİzine yneci Jtcawibt aümbinadbi. PejiOMe MECTO X.A.flCABH B TyPELJKOH H/JEAJIHCTHHECKOH HCTOPHH H MbICJIH O TOJIEPAHTHOCTH npo(})., flOK. Ajih Packer 03KaH Pexmop ynueepcumema KacmaMony, TypifUft e-mail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr AxMea ilcaBH, c nncbMeHHbix paöoT, snoc, nepcaanHLix o t H3biKa k *3biKy h 06 pa30BaTenbHbix MerojOB KyjibTa Ha npoT«)KeHHH bckob, ocTaBwi 3HaHHTejibHoe bjihshhc b >KH3HHTypoK-MycyjibMaH, KOTopwe jkhjim b Boctohhom TypKecTaHe, OKpyjKHocTH Boiirn, A iep 6 aiizuKaHe h b AHaTO/iHH. 3 ra craTba cocpeAOToncHa >kh3hh AxMera JIcaBH, ero HayKHbiM h jiHTepaTypHbiM npoHJBeaeHHSM, 0CH0BHbiMnpHHiiHnaMcycJ)H3Ma, o ero BKnaaa b TypeuKyıo Haea/iHcnmecıcyıo HCTopmo h noHHrae o TOJiepaH'I'HOCTH. Summary THE ROLE OF A. YASAVI IN TURKISH IDEOLOGICAL HISTORY AND CONCEPT OF TOLERANCE Prof. Dr. Ali Rafet ÖZKAN T.C. Kastamonu Üniversitesi Rektör Yard,Türkiye e-mail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr Ahmet Yasavi left a significant impact in the lives o f Muslim Turks, who lived in East Turkestan, on the banks o f the Volga River, Azerbaijan and Anatolia. This article tells about the o f Ahmet Yasavi his scientific and literary works, the basic principles of Sufism, its contribution to the Turkish history and the concept o f tolerance. 26