emperyalizm ve proleter devrimleri çağının devrimci önderi enver

advertisement
EMPERYALİZM VE PROLETER DEVRİMLERİ
ÇAĞININ DEVRİMCİ ÖNDERİ ENVER HOCA´NIN
YAŞAMI - MÜCADELESİ
VE
ARNAVUTLUK´TA Kİ POLİTİK GELİŞMELER
Enver Hoca, 16 Ekim 1908 tarihinde Cirokastra’da doğdu. Bu tarihlerde,
Arnavutluk son derece karışık bir durum 1912 yılında bağımsızlığını ilan
eden Arnavutluk, 1913’de büyük devletler tarafından tanındı. Fakat bu
rahat dönem uzun sürmedi ve I.Dünya Savaşı’nın başlaması ülkenin
İtalyanlar tarafından işgaline sebep oldu. Bu durum 1920 yılına kadar böyle
sürdü fakat 1920 yılına gelindiğinde bu istilacılar ülkeyi boşalttılar ve
Arnavutluk’un bağımsızlığı onaylandı. Ülke işgalcilerden kurtarılmıştı ama
Arnavutluk toprakları ciddi oranda azalma göstermişti.
1
Bu da Yugoslavya ve Yunanistan’ın yararınaydı. 1922 yılında Arnavutluk’un
başına Ahmet Zogo geçti. Zogo 1924 yılında demokratlar tarafından
devrilmesine karşın, tekrar karşı bir hareketle demokratları bu kez de
Zogo devirdi ve ülkede kendi diktatörlüğünü kurdu. Enver Hoca, bu
olaylara tepkisini göstermek amacıyla, henüz 16 yaşındayken, 1924 yılında
demokratik harekete katıldı. Korça Lisesinde düzenlene bir mitinge
katılmasından dolayı tutuklandı ve hapse atıldı.1927 yılında Arnavutluk ile
İtalya arasında imzalanan Tiran Antlaşması, iki ülke arasında ilişkilerin
düzelmesini sağladı ve İtalyanlar bu antlaşma sayesinde birçok ticari
ayrıcalıklar elde ettiler. Bununla beraber ülke içinde, İtalyanların etksi
giderek artmaya başladı ve bu durum demokratların tepkisine yol açtı.
Demokratlar, çeşitli gösteriler ve ayaklanmalara kalkıştılarsa da önemli bir
başarı gösteremediler. Fakat bu dönemde ülkede örgütlenme üzerinde
yaptıkları çalışmalar ileride meyvesini verecekti. 1930 yılında liseyi bitiren
Enver Hoca ve yüksek öğrenimi için Fransa’ya gitti. Mücadelesini
Fransa’da sürdürmeye başlayan Enver Hoca, Paris’te çeşitli yayın
organlarıyla ilişkiler kurarak, ülkesindeki haksızlıklara karşı çeşitli yazılar
yazmaya başladı. Enver Hoca Fransa’da burslu okuyordu ve bursunun
kesilmesi onu Belçika’ya gitmek durumunda bıraktı. Belçika’da hem
öğrenimine devam etti hem de Brüksel’de bulunan Arnavutluk
Konsolosluğunda görev aldı. Ama bu durum çok uzun sürmedi. Zogo
ajanları tarafından tespit edilmesi üzerine işinden kovularak Arnavutluk’a
geri dönmek zorunda kaldı.
1936 yılında Arnavutluk’a geri dönen Enver Hoca artık gerçek bir
komünisttive kendisini davasına adamıştı. Arnavutluk’a geldikten sonra
öğretmenliğe başlayan Enver Hoca önce Tiran sonra da kendi mezun
olduğu okul olan Korça Lisesinde görev aldı. Bu okullardaki görevi
boyunca da mücadelesini sürdürdü ve Korça Komünist Grubu’na katıldı.
Arnavutluk, 7 Nisan 1939 tarihinde, bir anda İtalyanlar tarafından işgale
uğradılar. Bu durum Ahmet Zogo’nun kaçmasına neden oldu. Faşist işgalin
arifesinde Enver Hoca, gruptaki diğer yoldaşlarıyla birlikte halk direnişini
örgütlemek için bütün gücüyle çalıştı. İşgalden sonrada bu yoldaki
çabalarını sürdürdü. Devrimci faaliyeti, faşist istilacıların gözünden
kaçmadı.
Onu
‘rejim aleyhtarı bir
unsur’ olduğu
gerekçesiyle
öğretmenlikten attılar. Korça Komünist Grubu önderliği onu Tiran’a
göndermeye karar verdi. Görevi, başkentte ve ülkenin diğer bölgelerinde
anti-faşist hareketi örgütleyerek, grubun faaliyetini sağlam bir temel
üzerine yaymaktı. Tiran’a gönderilen Enver Hoca burada Tiran kolunun
önderi oldu. Burada çok başarılı oldu. Tiran kolu önderliğine getirildi.
İşgale karşı direnen bütün komünist topluluklar 1941 yılına gelindiğinde,
2
Enver Hoca yönetimi altında toplandılar. Böylece işgale karşı direniş ciddi
anlamda başlamış oldu. 8 Eylül 1943 tarihinde, Arnavutluk ve İtalya
arasında imzalanan bir anlaşma sonrasında, Alman kuvvetleri ülkeye girdi.
Ancak Almanlar, partizanların baskılarına dayanamıp ülkeyi terketmek
zorunda kaldılar. Enver Hoca 1946 yılında Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Enver Hoca kırk sene boyunca Arnavutluk’un tek önderiydi. 11 Nisan 1985
tarihinde öldü ve Arnavutluk liderliği ile Arnavutluk Emek Partisi genel
sekreterliğine, Ramiz Alia seçildi.
ENVER HOCA DÖNEMİNDE ARNAVUTLUK
Ülke faşist istilacılardan kurtulduktan sonra, Enver Hoca halk
cumhuriyetini kurdu(11 Ocak 1946). 1912’den beri, sömüren sınıflara ve
işgalcilere karşı mücadele veren Arnavut halkı ilk defa uluslararası
sahneye bağımsızlığını ve egemenliğini kazanmış bir halk olarak çıktı.
UlusalKurtuluş Savaşı ve Sosyalist Halk Devrimi sömüren sınıfları
devirmekle ve kovmakla kalmadı, Arnavutluk’un yüce yurtseverlerinin
güzel rüyasını da gerçekleştirdi; Arnavutluk’a gerçek hürriyeti ve
bağımsızlığı kazandırdı; Arnavutluk’u ilerleme ve refah yoluna soktu.
Ulusal Kurtuluş Savaşı, iç ve dış düşmanlara karşı zaferle sonuçlandı;
çünkü işçi sınıfının devrimci öncüsü ve bütün emekçi kitlelerin güvenilir
önderi Arnavutluk Komünist Partisi, halkın mevcudiyetinin ve geleceğinin
tehlikede olduğu bir zamanda, halk saflarından doğdu. Partinin kurulması
ve ayaklanan halkın ve kurtuluş mücadelesinin başında yer alması,
Arnavutluk tarihinin kaderinde büyük bir dönüm noktası oldu. parti halka,
açık bir eylem programı sundu ve bunun tek doğru uygulama yolunu
gösterdi. Yugoslav komünistlerin büyük desteğiyle kurulan Arnavut
Komünist Partisi, yine bu destekle yasama ve yürütme yetkisini eline
alarak, Enver Hoca liderliğinde geçici bir hükümet oluşturmuştur. Diğer
Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden farklı olarak Arnavutluk’ta sosyalist
rejim, Sovyet yardımı olmadan kurulmuştur. 14 Mart 1946 tarihinde de Yeni
cumhuriyetin anayasası kabul edildi.
Paris Barış Konferansı’nın Toplanması ve Kuzey Epir Meselesi
Kuruluştan sonraki ilk önemli gelişme, Paris Barış Konferansı’nın
toplanmasıdır. Enver Hoca bu görüşmelere bizzat gitmiştir ve Paris’te
Arnavutluk’un meselesi Kuzey Epir sorunudur ve Enver Hoca savunmasını
şöyle yapmıştır:
3
“Arnavutluk’un toprak bütünlüğünü tehdit eden bu meselenin bu
konferansa getirilmesi doğru değildir. Sayı itibariyle küçük ve fakat ortak
davaya yaptığı hizmet ve fedakarlıklar bakımından büyük olan Arnavutluk,
buraya kendi sınırlarını tartışmak için gelmemiştir. Aksine kendi hak ve
taleplerini
dile
getirmek
için
gelmiş
bulunmaktadır.
Ulusal
topraklarımızdan yabancılara verilecek tek karış toprağımız yoktur. Bilakis
komşularımızdan alacaklıyız biz! Topraklarımıza dokunulmasına asla
müsade etmeyeceğiz…”
Enver Hoca Paris’ten ayrılırken tarih 16 Eylül 1946’ydı ve Arnavutluk’un bu
konferansa hesap vermek için gelmemiş olduğunu anlaşılmıştı. Aslında
amaç kendilerine zarar veren ya da verebilecek durumda olan
düşmanlarına bir uyarı yapmaktı. Sosyalist Cumhuriyet kurulur kurulmaz
Yugoslavya’nın yörüngesine girmişti. Hatta bir dönem, iç işleri bakanı Zoza
iki ülkenin birleşmesinden yanaydı. Arnavutluk’un Yugoslavya’ya olan
yakınlığının perde arkasında şüphesiz ki Yugoslavların, Arnavut Komünist
Partisine yardımları vardı. Bu sıralar Yugoslavya’nın başında Tito
bulunuyordu ve Tito’nun uyguladığı politika Onun 1948 yılında
Kominform’dan ihracına sebep oldu. Böylelikle Yugoslavya ile Arnavutluk
arasındaki ipler koptu ve iki ülke arası açıldı. Arnavutluk bundan sonra
SSCB cephesine yanaşacaktı ve SSCB lideri olan Joseph Stalin ile Enver
Hoca arasında iyi bir dostluk vardı. Bu gelişmelerin ışığında Yugoslavya ile
birleşme önerisinde israr eden ve bunu siyasi bir tutum haline getiren,
Zoza idam edildi. SSCB giderek Arnavutluk üzerindeki nüfuzunu
arttırıyordu. SSCB’nin bu durumu Stalin-Enver Hoca ilişkilerine paralel
gidiyordu. Enver Hoca’nın Marxizm ve Leninizme olan bağlılığı ilişkilerin
seyrini düzenleyen bir diğer etmen durumundaydı fakat Stalin’den sonra
SSCB’nin başına geçen Kruşçev’in politikaları iki devlet arasında ilişkilerin
kopmasına neden oldu. Kruşçev’in Stalinciliğe karşı tutumu Arnavutluk’un
müttefik pozisyondan kopmasına neden oldu.
Enver Hoca, Tito ve Kruşçev politikaları hakkındakki fikirleri şöyleydi;
“Titocu ve Kruşçevci modern revizyonizmin yayılmasına kadar çoğulculuk
denilen şey, radikal, sosyalist, sosyal demokrat ve benzeri bir çok sıfat
taşıyan böyle sahte demokrat partilerin baskıcı kapitalist iktidara katılımı
ile sınırlıydı. Lenin’in ve Stalin’in Sovyatler Birliği, Kruşçevci revizyonizm
tarafından yıkıldığında, Titoculuk Yugoslavya’da kapitalist bir rejimin
temellerini attığında, Arnavutluk Emek Partisi dışında diğer komünist
partileri soysuzlaşarak, burjuva-kapitalist toplumu yönetmek için sermaye
4
partileriyle yakın işbirliğine girmeye çalışan revizyonist, reformist partilere
dönüştüler, Fransa’nın, İtalya’nın, İspanya’nın, Belçika’nın vb. revizyonist
partileri tarafından şimdi bu açıkça ilan edilmektedir.”
Arnavutluk ile SSCB’nin ilişkilerinin kopması, Arnavutluk, kendisine yakın
gördüğü, revizyonist politikaların etkisinde kalmamış olan Çin Halk
Cumhuriyeti ile yakınlaşma yoluna gitti. Enver Hoca döneminde en çok bu
dönem göze çarpmaktadır. Arnavutluk ile Çin ilişkileri 1978 yılına kadar
sıkı bir şekilde devam etmiştir. Buna ek olarak Arnavutluk, o dönemde
Çin’in izlediği yolu izleyen tek halk cumhuriyetiydi. Bu dönemde Çin
tarafından bir çok ekonomik ve askeri yardımla desteklenen Arnavutluk
ekonomisini olumlu anlamda geliştirdi. Çin politikalarına takiben
uygulanan ekonomik programlarla ilk olarak topraklar kollektifleştirilmeye
çalışıldı. Ve bu politika gün geçtikçe bütün ülke topraklarına uygulanmaya
başlandı. Çin bir tarım toplumuydu ve tarım alanında Çin ile girişilecek
olası bir ortaklığın Arnavutluk’u tarım alanında ileriye götüreceği açıktı. Bu
dönemde tarımdaki gelişmelerin yanında VI. ekonomik planla sanayiye bir
anlamda öncelik tanındı. Çin ile girişilen bu ortaklık devam ederken Avrupa
ve Arnavuluk’un çevresi karışık bir vaziyete aldı. Arnavutluk bu dönemde
yavaş yavaş dış dünyaya açılmaya başladı ve Polonya ile ilişkilere
başlandı. Bu dönemde Polonya’ya ek olarak Yugoslavya ile de ilişkiler
düzelmeye başladı.SSCB politikalarına yönelik çok ağır ithamlarda
bulunmuştur:
“Sovyet revizyonistlerinin yağma hedeflerine ulaşmak için seçtikleri yol,
eskiden çarların ve diğer emperyalistlerin izledikleri yoldur, yani aldatma
ve silahlı şiddet yoludur. Rubleler ve tanklar, yalanlar ve şantaj, demagoji
ve tehditler elele vermiştir. Ancak, Kremlin’deki şefler yayılma planlarını
ne kadar ilerletirlerse, ülkelerindeki durumları ve peykleriyle olan ilişkileri
de o kadar güçleşir, askeri maceracılıkları ne kadar artarsa güçlükleri ve
çelişmeleri halletmek için silahlı saldırıya o kadar çok başvururlar. Hayatın
inkar edilmez gerçekleri, Partimizin, dönek Sovyet yönetiminin emperyalist
niteliğini
açıkça
teşhir
ederkenhaklı
olduğunu
ispat
etmiştir.
Çekoslovakya’nın işgaliSovyetler Birliğindeki yönetici kliğin tümüyle
çürüdüğünü ve yozlaştığını gösteren, onların gerçek emperyalist çehresini,
halkların hürriyet ve bağımsızlığının yeminli düşmanı olduğunu açığa
çıkaran bir örnektir.”
Bunun yanında Enver Hoca SSCB’nin Çin’e karşı yürüttüğü düşmanca
politikalara da zaman zaman değinmiş ve olası bir SSCB-Çin düşmanlığında
Çin’e taraf olacağının sinyallerini vermiştir. Arnavutluk’un Varşova
5
Paktı’ndan çekilmesi ve SSCB ile ilişkilerini tamamen koparması, Çin Halk
Cumhuriyeti’ne daha da yaklaşmasına sebep olmuştur. Enver Hoca,
sosyalizme ve davaya sadık kalmanın ancak Çin yanlısı bir politika
seyretmekle olacağını savunuyordu o dönemde. Böylesine iyi ilişkiler
içinde bulunan iki ülke ekonomik yardımlaşmanın yanısıra askeri alanda da
ilişkiye girilmesi kararında idi. Buna bağlı olarak, Mao Zidong’la Enver
Hoca arasında bazı anlaşmalar yapıldı. Arnavutluk, Çin’e bir deniz üssü
verecek ve bunun karşılığında da Çin, Arnavutluk’a bir füze üssü verecek
ve bunun yanında bir de ekonomik yardım yapacaktı. Bu dönemde Çin’den
Arnavutluk’a bir çok teknisyen gönderildi. Bu teknisyenler Arnavutluk’un
iktisadi gelişmesine katkıda bulundular. Arnavutluk ve Çin 1978 yılına
kadar ekonomik işbirliğini sürdürdü. Bu süre zarfında Çin Arnavut
sanayisinin ve tarımının gelişmesine katkıda bulundu, 436.000 ton buğday
gönderdi , yüzmilyonlarca yuan kredi ve yardım sağladı, 6.000 teknisyen
gönderdi. Bu yardımlar karşılığında ise Arnavutluk Çin’e 1.7 milyon tondan
fazla petrol, 1.3 milyon tondan fazla asvalt ve 2.7 milyon tonkrom madeni
ve krom konsantresi vb. verdi.
Mao’nun ölümünden sonra iki ülke ilişkileri farklı bir kılığa büründü. Enver
Hoca, Mao’nun ölümünden sonraki Çin idarecilerinin Maocu çizgiden
uzaklaştıklarını, emperyalist güçlere ve emperyalist hareketlerine göz
yumduklarını iddia ediyordu. Çinlileri ABD’ye yanaşmakla suçluyordu. Bu
gelişmeler üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler bozuldu ve Çin yapılan
anlaşmaları tek taraflı olarak kaldırdı. 7 Temmuz 1978 günü Çin Halk
Cumhuriyeti Arnavutluk’un Pekin’deki elçiliğine bir resmi nota vererek,
Çin’in Arnavutluk’a yaptığı ekonomik ve askeri yardımı durdurmayı, yardım
kredilerini kesmeyi ve gönderdiği tüm askeri ve ekonomik uzmanları geri
çekmeyi kararlaştırdığını bildirdi. Arnavutluk hükümetinin tepkisi ise
sadece sözle olmasına karşın, sert ve onur kırıcı oldu:
“Çin hükümetinin Arnavutluk ile ekonomik ve askeri işbirliği anlaşmalarını
tek yanlı kaldırması, iki ülke arasında resmen yapılmış anlaşmaları keyfi
biçimde çiğnemesi, sosyalist ekonomimiz için çok sayıda önemli projeleri
tamamlamadan bırakması, uzmanları geri çekmesi ve diğer deliller Çin
yönetiminin iyice belirlenmiş siyasi ve ideolojik çizgisini yansıtmaktadır.
Bunlar,
Çin
yönetiminin
Marxizm-Leninizm’den
ve
proleter
enternasyonalizmi ilkelerinden sapmasının, Amerikan emperyalizmine,
uluslararası sermayeye ve gericiliğe yakınlaşmasının ve onlarla işbirliğinin,
uluslararası alanda devrimci ve kurtuluş güçlerine yardım ve destekten el
çekmesinin, Çin’in bir emperyalist süper devlet haline gelme amaçlarının
bir sonucudur…
6
Şimdiki Çin yönetimi, kendi arzusuna göre ve kendisine özgü nedenlerden
dolayı Arnavutluk Emek Partisi’ni Kültür Devrimi’ni mahkum etmeye zorladı
ve zorlamaktadır. Arnavutluk Emek Partisi bu buyruğu hiçbir zaman kabul
etmeyecektir.”
Enver Hoca döneminde Arnavutluk kendisini emperyalist-kapitalist
dünyaya kapamış ve kendsiini soğuk savaşın etkilerinden korumaktı
diyebiliriz.Yaklaşık 40 senelik gelişimi gözlemlendiğinde çarpıcı sonuçlar
çıkmaktadır:
* Savaş öncesinde Arnavutluk’ta ortalama bir insan ömrü sadece 38 yıl
iken bu rakam 1970’li yıllara gelindiğinde 66 yıla ulaşmıştır.
* Sınai ve tarımsal üretim artmıştır ve buna bağlı olarak artan milli gelir
halka adaletli bir şekilde dağıtılmış, bu sayede halkın alım gücü ciddi
oranda yükselme göstermiştir.
* Devlet yardımlarıyla ve kredilerle, 185.000 daire ve ev inşa edilmiştir.
* Petrol üretimi %80, bakır üretimi ise %200 oranında artmıştır.(bu durum
krom, kömür vb. için de geçerlidir.)
* Yüksek öğrenim görmüş uzman sayısı 4245’ten (1960 verilerine göre)
14.000’e ulaşmıştır.
* Buğday üretimi 2 misline, mısır üretimi ise 2,2 misline ulaşmıştır.
* Eğitim alanında da bir çok gelişmeler olmuştur. Sekiz yıllık eğitim
köylerde dahi tam olarak uygulanmıştır. Öğretmen sayısı 1700 (kuruluşta)
23.000’e ulaşmıştır.
* 1938 yılına bakıldığında 17 sinema, 5 kütüphane, 2 müze ve yaklaşık
180.000 kitap mevcuttu. Bu sayılar * 1968 yılına gelindiğinde bir hayli
yükselmiştir: 1750 kültür evi, bir çok sinema (köylere hatta tarım
kooperatiflerine varıncaya dek), sadece bir yayınevinde(Mihal Duri)
yaklaşık 7 milyon kitap mevcuttu.
* 29.000 hektarlık sulanan toprak 240.000 hektarı aşmış, kuruluşta sadece
30 tane olan traktör sayısı 10.500’e ulaşmıştır.
* 1938’de bir yılda üretilen enerji 1970’li yıllara gelindiğinde sadece dört
günde üretilmekteydi. Bütün köylere elektrik getirildi.
* Bunlara ek olarak dünyada dolaylı ya da dolaysız tek vergi vermeyen halk
Arnavut halkıydı.
1980’li yıllara gelindiğinde Arnavutluk, bazı ülkelerle bir takım ticari
anlaşmalar imzaladı. Ilk ticari anlaşma ise 1980’de Yugoslavya ile
imzalandı. Bu gelişmeyi daha sonra Fransa (1983), Türkiye (1983) ve İtalya
(1984)yla yapılan anlaşmalar takip etti.
7
ENVER HOCA´NIN ÖLÜMÜNDEN SONRA ARNAVUTLUK
Arnavutluk Birleşik Komünist Partisi
Enver Hoca’nın Nisan 1985’te ölümü, Partinin ve devletin liberalbürokratikleşme sürecinin başlangıç noktası, bu da sonunda proletarya
diktatörlüğünün devrilmesine neden olmuştur. Ilk adım, sonu gelmeyen
tartışmalar, nutuklar ve övgüler oldu. 16 Eylül 1982’de Peza Konferansı’nın
yıldönümü toplantısında (faşist İtalyan işgalcilere karşı mücadele etmek
için din, bölge, görünüm farkı gözetmeksizin halkın örgütlenmesinin 60.
yıldönümü) Enver Hoca yoldaş "dava arkadaşı" Ramiz Alia’ya görevi
devretti. Bu andan itibaren Ramiz Alia halkın sorunlarını ve taleplerini
öğrenmek, partinin halkla olan ilişkisini ve kadroları değerlendirmek için
ülkenin bütün bölgelerini dolaşmaya başladı. En belirgin olgu, işçılerin ve
köylülerin Enver Hoca’ya büyük ilgisiydi. Ders öğrenilmişti ve Alia, Enver
övgüleriyle Arnavutluk’u dolaşarak Enver’in sadık bir takipçisi olduğunu ve
onun yerine geçmeyi hakettiğini göstermeye çalıştı. Sonraki yıllar
gösterecekti ki Alia bu yolla Partinin inançlı bir evladı olduğu ve Enver’in
yolundan gideceği konusunda halkın güvenini kazanmaya çalışıyordu.
Kooperatif çiftliklerindeki, işletmelerdeki ve devlet kuruluşlarındaki
sonsuz toplantılar, işgünlerinde düzenlenen kitlesel eylemler üretimi
etkiledi. Bunun yol açtığı kaos ve üretimdeki önemli düşüş giderek
ilerlemeye vezarar veren bir hâl aldı.
Sadık komünistler, fedakarlık yapmaya alışkın yaşlılar, öncü işçiler ve
köylüler ve sosyalizmin geleceği konusuna ilgili devrimci aydınlar, kötü
ünlü "kendi kendini finans" programına karşı çıktılar. Bu program, "kabuğu
kırma" ve ekonomiye "büyük bir sıçrama" programı olarak sunuldu. Ama
onların
protestolarına
kulak
verilmedi.
Partinin
ve
devletin
devrimcileştirilmesine devam etmek için gerekli tedbirleri almak yerine
Alia, "bayağılığa karşı kampanya" adı altında başka bir deneme balonu
uçurdu; bu yolla, durumundan hoşnut olmayan kariyeristleri kendi
etrafında birleştirmeyi amaçlıyordu. 1989’da Alia mahkeme kararlarına
rağmen sabotörler, saptırıcılar ve yabancı istihbarat servisi ajanlarına af
ilan etti. Bu durum, işçi ve köylülerden iktidarı alma talebiyle henüz
açıktan ortaya çıkamasalar da, karşı devrimci güçlere başka kampanyalar
başlatması için cesaret verdi. Bunların başında kariyeristler, şarlatanlar,
ikiyüzlüler, en imtiyazlı sosyal tabakalar (bunlar hazırladıkları yeni
sistemde kendi imtiyazlarını çoğaltmayı hedefliyordu), karakter bozukluğu
nedeniyle görevlerinden alınmış olan bürokratlar ve liberaller ve partiden
atılmış kişiler geliyordu. Alia "siyasi ve ekonomik reformlar" yoluyla
çalışmanın kesintiye uğramasına yol açtı ve halka et, süt, yumurta, yağ,
8
peynir, sebze ve hatta ekmek gibi temel gıda maddeleri tedariki her geçen
gün kötüleşti. İşgücü disiplinindeki yozlaşmanın sonucu olarak konut,
ulaşım, sosyal hizmetler ve hatta sıhhi tertibat önemli ölçüde geriledi.
Dönek Alia, halkın geniş kesimlerinin devrimci deneyimini değerlendirmek
yerine "uzun süren kuraklığı" suçladı ve "demokratiklerşme" sloganı
altında Partiyi ve halk iktidarını toptan çöküşün eşiğine getirdi. Parti
liderleri gereksiz toplantılarla uğraşıp kitlelerle bağlarını ve güvenlerini
yitirdiler. Basın yanlış bilginin ve oportunizmin beşiği haline geldi, Avrupa,
Japon, Amerikan, Kuzey Kore vb. "sosyalizmi"ni göklere çıkardı.
Bütün bunlar, bu açıktan revizyonist çizgiye muhalefetini ifade eden dürüst
komünistleri, işçileri ve köylüleri isyan ettirdi. Hatta istihbarat servisinin
bir bölümü de onlarla birlikte hareket etti, ama boşuna. Hoşnutsuzluğu
giderek artan halkın geniş kesimlerinin pasifliğe yönelmesi karşı devrimci
güçlere haksızlık ve ihmalin çok olduğu şehirlerde sokaklara çıkma fırsatı
verdi. Elçilik olayı en ciddi olay oldu; Sosyalist Arnavutluk’a ve dünyadaki
Arnavutlara karşı yürütülen ayrıntılı bir Batı planıydı. 2 Temmuz’da
uluslararası göz Kacanik Toplantısı’na çevrildi; şoven Sırp rejiminin ulusal
baskısı nedeniyle bu toplantı Federasyondan ayrılma yolunda olan
Kosovalılar için büyük önem taşıyordu. 5000’den fazla kişi ülkeyi
terketmeye teşvik edilerek yeni toplu göçler alevlendirildi. Elçilik
göçmenlerini kötü sözlerle mahkum eden Kadare Fransa’dan siyasi
sığınma talep etti. Tiran toplantısı karşı devrimcilere doğru sinyali verdi,
ve onlar bu avantajı kullanamadığı için Parti kendisini devrimcileştirmeye
başladı. Ama artık çok geçti; dejenerasyon çok ilerlemişti. Alia’nın
eylemleri, kendisinin daha sonra anılarında kabul ettiği şeyleri
amaçlıyordu: sosyalizmin tasfiyesi ve kapitalist sistemin restorasyonu. Asıl
güçler dengesi Şubat 1991’de Enver Hoca’nın Tiran meydanındaki heykeli
yıkıldığında gösterildi. Bu skandal vandalizm eylemine karşı halk öfkesini
Arnavutluk çapındaki kitlesel gösterilerde ortaya koydu; Alia hain olarak
mahkum edildi. Göstericiler tek ağızdan şunları haykırdı: "Başkan bir
haindir!", "Başkana idam!", "Yaşasın Enver Hoca!". Aslında halkın üçte
ikisinden fazlası sosyalizm yolunda yürümeye devam etmek istiyordu, ki bu
rakam aynı yıl 31 Mart’ta yapılan seçimlerde doğrulandı. Karşi devrim
geçici bir süre geri çekilmek zorunda kaldı, fakat 10. Kongre’de Alia AEP’i
tümden yoketme sinyali verdi.
Bu an, karşı devrimci güçlerin iktidara gelmek için harekete geçtiği andı.
Öte yandan AEP'in devrimci üye ve taraftarları Alia'yı Marksizm-Leninizm
döneği olarak mahkum etti. 23 kasım 1991’de (Adalet Bakanlığının
onayından 14 gün sonra) Milloshi kendisini Partinin lideri ilan ederek parti
ilkelerini ihlal etti. Gjirokastra bölgesi temsilcisi derhal bu eylemi "Partiye
9
karşı tehlikeli bir darbe" olarak kınadı ve bir karara varması için bir Girişim
Komitesi kurulmasını talep etti. Bu maceracı "birleşik bir parti"
bahanesiyle sistematik olarak Parti basınını, Partinin Mart 1992
seçimlerine katılmasını (nisbi temsil) ve tüm Parti işlerini sabote etti. 2
Mayıs’ta Kore’ye giderek dünya sosyalizminin (yani Kore´in, Küba, vb.)
varlığını kabul ettiğini belirten oportunist bir deklarasyon imzaladı ve
komünistlerin işlerine karışmanın ödülü olarak karşılığında arabalar, gıda
malzemeleri ve finansman elde etti. Milloshi Kore’ye gittikten sonra AKP
Merkezi , Girişim Komitesi´nin ilk toplantısında o ve "Kim Il Sung Onemli
bir Marksist-Leninisttir", "Kore gerçek sosyalizmi inşa ediyor" gibi
beyanları mahkum edildi. Gjirokastralı delegeler çoğunluk ile oy kullandı
ve şapkın ve sabotajcı faaliyetlerinden dolayı Milloshi tutumunu açıklamak
üzere Gjirokastra’ya çağrıldı. Bu andan itibaren Milloshi bu bölgedeki
bütün komünistlerle ilişkisini kopardı ve AKP Merkezi Örgütleme
Komitesi’ne de aynı tutumu takındı.
16 Temmuz 1992’de Tiran’daki ABD elçisi William Ryerson’un önerilerine
uygun olarak Parlamento faşist karakterde birçok karar çıkardı:
- AKP’nın yasaklanması
- Bütün komünistlerin işlerinden çıkarılması
- Tüm eski hizmetlilerin silahsızlandırılması
- Kurtuluş Günü’nün ulusal bayram olmaktan çıkarılması
- Halk Kahramanları’nın -Enver Hoca, Hüsni Kapo ve Müslim Peza- Ulusal
Şehitlik Mezarlığından çıkarılması
- Enver Hoca’nın eşi Necmiye Hoca ve daha sonra da oğlu Ülir Hoca’nın
tutuklanması
- Sosyalist Parti lideri Fatos Nano’nun gıda yardımında dolandırıcılık
suçlaması ile tutuklanması (bugüne kadar bu suçlama hala kanıtlanamadı)
- Alia’nın başlattığı yoldan devam ederek emperyalizme diz çökme
politikasının benimsenmesi, vb.
Siyasi muhaliflerin uydurma suçlamalarla yargılanması her alanda
gerçekleşti. Bütün ilerici aydınlar, özellikle gazeteciler hedef alındı. Birçok
10
komünist tutuklandı ve İtalyan ve Hitler işgalcilerininki kadar kötü
koşullarda tutularak işkence yapıldı. Birçoğu hücre cezasında öldü.
Berisha’nın polisleri tarafından uygulanan beyaz terör, Kosova’da Sırp
polislerinki kadar kötüydü. Ulusal ekonominin çökertilmesi en büyük
suçlardan biriydi ve ülkeyi bütünüyle Batılı emperyalist güçlere bağımlı
hale getirdi. Bu durum işsiz sayısını büyük oranlara çıkardı; 5.000’den fazla
Arnavut ekmek peşinde dünyanın yollarına döküldü. Daha acı bir durum da
gençliğin kaderiydi; 30.000 genç kız Batı Avrupa’da fuhuş yapmak üzere
mafyaya teslim edildi.
Alia ve Nano’nun küçük dükkanları ve işyerlerini ucuza özelleştirme
yoluyla küçük ve orta burjuvazi sınıfını yaratması gibi Berisha da en kirli
araçları kullanarak bir zengin burjuvazi sınıfı yarattı. Demokrat Parti’nin
programı altında adalet sistemi büyük darbeler aldı altı ay içinde yeni
Demokrat Parti hakimleri "eğitildi", fakat en basit davaları bile çözmekten
aciz olduklarını gösterdiler. Yolsuzluk, kaçakçılık ve diğer bütün kanun dışı
eylemler kısa sürede gelişti ve Batılı işadamlarının bile iştahını kabarttı.
Berisha’nın "en karlı bitkileri ekme" çağrısı halkı Cannabis gibi yüksek
karlı narkotik bitkiler yetiştirmeye teşvik etti. 50 yıldan fazla süredir bütün
gücüyle çalışıp özgürlük ve Arnavutluk’un inşası için mücadele edenler için
yaşam oldukça zorlaştı. Emekli aylıkları öyle saçma derecedeydi ki ekmek
ve kahve için bile yetmiyordu; doktor ve öğretmenlerin absurd maaşları da
hoşnutsuzluğa neden oluyordu. Gizli polis bir terörızm aygıtı haline geldi;
Berisha muhaliflerini suikastlar ve çocuk kaçırmalar yoluyla sindirirken
onları kullandı. Berisha’nın mahkum edilecek diğer eylemleri ulusal dilin
ihmal edillmesi, Kuzey ile Güney arasındaki uçurumun büyümesi, şehit ve
kahramanların küçük düşürülmesi, ordunun ve devletin zayıflatılması,
piramit şirketlerinin yaratılması, kültür, eğitim ve bilim kuruluşlarının
tahribatı ve gençliğin yozlaştırılmasıdır.
Bütün bunların sonucu olarak, faşist diktatörlüğe ağır bir darbe vuran 1997
ayaklanmaları gelişti. Batılı güçlerle işbirliği halindeki yeni burjuvazi,
hedeflerine tam olarak varamasa da bunları kullanmak istedi. Halkın antifaşist bilincinin gelişmesinde inkar edilmez rollerine karşın komünistler
bölünmüş ve karmaşa içınde olduklarından bu halk hareketinde önder rol
oynayamadılar. Ayaklanmalar kısa sürede ülkenin geleceği için hayırsız
sonuçlar doğuran anarşik bir harekete dejenere oldu. Berisha tehlikeli bir
iç savaş provoke etmeyi hedefliyordu, ama "ordu celik gibisaglam
olduğundan" bunu başaramadı (dönemin Savunma Bakanı Zhulali’nin
sözleri). Ordu, yeşil üniformalı ve kızıl kalpli askerlerden oluşuyordu, çünkü
halk ve vatan sevgisiyle eğitilmiş askerlerin yerine birden yenilerini
11
getirmek mümkün değildi. Haziran 1997 seçimleri, yeni müttefiki
Milloshi'nin Berisha’ya verdiği yardımlara rağmen Demokrat Parti için
büyük bir darbe oldu. Berisha Arnavutluk’u destabilize etmek için 14 Eylül
1998 darbesine kadar elinden gelen ne varsa yaptı. Drenica bölgesi
katliamlarla yerle bir edilirken Milloshi’nin Mart 98’de yaptığı bir açıklama
ile 'Sırplarla Kosovalıları anlaşmaya' çağırması, Milloshi'nin revizyonizm
yoluna girmiş olduğunun göstergesidir. Bu öyle bir yoldur ki bağımsızlık
savaşlarını ortadan kaldırmayı ve halkların emperyalist güçlere teslim
olmasını hedefler.
1997 olayları, 27 Mayıs 97’de Berisha’nın haydut ve kriminallerle işbirliği
halinde halkın oylarını çaldığını gösterdi. Berisha’nın Avrupalı destekçileri,
Arnavutluk’un neo-Nazi bir politikaya tümden teslimiyetini hedefliyordu
(Berisha liderliğindeki Demokrat Parti’nin politikası böylesi bir politikaydı).
Avrupa ve ABD’nin -kimi zaman çatışma kimi zaman da anlaşma içindekibu tutumu onların Arnavutluk’a büyük ilgi duyduğunu ve orada kimin
hakimiyet kuracağını kararlaştırmak için büyük bir mücadele verdiklerini
gösterdi. Berisha’nın faşist terörünün en karanlık yıllarında Batılı devletler
bu tür hükümeti övmekten bir dakika geri durmadılar, ki bu politika 1997
başlarında (ayaklanmanın ilk günleri) zirvesine vardı. O donem dedikleri
şuydu: "reformlarına devam etmesi gereken Arnavutluk’u destekliyoruz."
Sosyalist Parti’nin iktidara gelişiyle durum değişti; herşeyden önce iç
yaşamın defaşizizasyonu ile. Komünist Partiyi yasaklayan kanun kaldırıldı;
basın ve gazetecilere bazı tavizler verildi; ve gizli polisin faaliyetleri
engellendi. Ancak Nano hükümeti Berisha rejimine dokunmayarak
hükümetin hızlı bir şekilde düşmesi olasılığını devam ettirdi; BerishaRugova-Bukoshi darbesi halkın desteğine sahip olmadığından bu henüz
gerçekleşmedi.
Üki yıldan fazla bir süredir genç kriminaller tehlikeli çeteler kurarak
şehirlere korku saldılar ve büyük bir güvensizlik ortamı yarattılar.
Berisha’nın anti-ulusal polisi tarafından çökertilen ekonomi belini
doğrultmak bir yana düşmeye devam ederken halkın yeni burjuva
politikacılar sınıfına karşı duyduğu nefret artıyor. Halk hergün sosyalizmin
şanlı günlerini, özellikle Enver Hoca döneminde tarım, sanayi, eğitim ve
bilimde kaydedilen muazzam dönüşümleri yadediyor. Gerçekle bağı olan
hiç kimse bunu inkar edemez. "Our Time" adında bağımsız bir derginin
ulusun en çok sevdiği 10 kişiyi tesbit etmek için yaptığı bir ankete göre
Enver Hoca, Üsmail Kemali’nin ardından (1912’de bağımsızlığı ilan eden
kişi) ikinci sırada geliyor.
12
Eğitim, sağlık, çevre geçen on yılda büyük kayıplar verdi. Cehalet, bulaşıcı
hastalıklar, meyve ağaçlarının ve bağların yaygın bir şekilde yakılması
bugün görülen korkunç olgular. AIDS, sıtma, kolera, tüberküloz, çocuk
felci, kirli suların neden olduğu salgınlar, araba kazaları, rastgele
ateşlemeler Arnavut istatistiklerinde yeni bir sayfa oluşturuyor. Yüzlerce
kişi yaşam içın gerekli olan asgari besinden yoksun; pekçok kişi de ülke
dışında yoksullukan ölüyor. Bu kirli havada, ağaçsız ve çiçeksiz bir
ortamda suç, yoksulluk ve fuhuş büyürken, astronomik gelirlere sahip ve
vekilleri, diplomatları, bakanları ve polis şeflerini kapsayan bir egemen
sınıf görülüyor. Bu gerçeğe isyan eden sıradan insanlar soruyor: "Biz ve siz
kaybettiğimiz iktidarı ne zaman geri alacağız?"
Ancak komünist hareket bunun gerçekleşmesi için gereken seviyenin
altında ve Beşinci Kol bunda rolünü oynadı. Aç gözlü kariyer düşkünü
unsurlar sahte komünistlerin saflarımızdan temizlenmesine engel olurlar.
Ama zaman bizim tarafımızda. Kapitalizm yok olmaya mahkum ve
revizyonist kölelerini de birlikte götürecek. Partimiz gerçek bir M-L parti
haline geldiğinde, üyeleri özü ve sözü ile kitle önderleri haline geldiğinde,
sınıfları proletarya için yaşamlarını bile vermeye hazır hale geldiğinde bu
gerçekleşecektir.
Biz böyle bir parti inşa etmeyi hedefliyoruz ve Marx, Engels, Lenin, Stalin
ve Enver’in deneyimleri üzerine inşa edebileceğimiz için de kesinlikle
başaracağız.
13
Download