Ortadoğu ve Petrol Savaşları KAYNAK : https://saklitarih.wordpress

advertisement
Ortadoğu ve Petrol Savaşları
KAYNAK : https://saklitarih.wordpress.com/2015/07/26/ortadogu-ve-petrol-savaslari/
Osmanlı haritalarına baktığınızda Arap yarımadasının ortasını boş olarak görürsünüz.
Nedeni ise gayet basittir; petrol henüz hayatımızın en önemli unsuru haline gelmemiştir.
Petrol Ortadoğu’da binlerce yıl öncesinden varlığı biliniyordu. Toprağın yüzeyinde zift
olarak göletler halinde bulunuyordu. Hatta Hz. Nuh’un gemisini zift ile sıvadığı kutsal
kitaplara geçmiştir. 17. yüzyılda Bakû’yu ziyaret eden Evliya Çelebi bile, “Bakû kalesinin
çevresindeki 500 kadar kuyudan asidi arıtılmış siyah ve beyaz yağlar çıkarılıyor” diye
yazmıştı. Tabii, o zamanlar petrol öncelikle yakacak olarak; tıbbi tedavilerde, ya da askeri
amaçlarla kullanılıyormuş. İngiliz sanayisi buharlı makineden, 1892’de Alman mühendis
Rudolf Diesel tarafından bulunmuş dizel motora geçtiği yılda petrol önemli bir hale geldi.
1847’de Nobel Kardeşler tarafından Bakü’de açtığı ilk kuyu ile petrol hayatımıza girdi.
Başta sokak lambalarının yakılması için kullanılan kerosen ve parafin çıkarılıyordu. Dizel
motorun icadı ile önce sanayiye sonra ulaşım alanına girdi. 1861 yılında günümüze
güncellenmiş varil başına fiyatı 118 dolara kadar çıkmıştı. İnanılmaz servetler kazanıldı.
Nobel Kardeşlerin malikânesi bugün bile Bakû’nün en güzel evidir. 1879 yılında “Nobel
Kardeşler Petrol Kumpanyası” ismiyle kendi şirketlerini kurmuşlar. Daha sonraki yıllarda
başarıdan başarıya koşan şirket, bir dönem, Bakû’de çıkan petrolün yarısını üretir hale
gelmişti.
1901 yılında dünyada petrol tüketimi yılda 15 milyon varil civarında idi. Çoğunluğu
Bakû’den çıkıyordu. Azerbaycan paylaşılınca, yeni petrol alanları aranmaya başlandı. En
yakın yer ise Ortadoğu idi. Yüzlerce İngiliz, Alman ve Amerikalı ajan petrol alanları
araştırmaya başladı. Bunlar içinde en başarılısı İngiliz ajan ve arkeolog olarak Ortadoğu’ya
gitti.
Gertrude Bell isimli Oxford tarih bölümü mezunu seyyah ve İngiliz ajanı bir kadın, 1899
yılında Kudüs’e yaptığı ziyaretten sonra Araplara karşı büyük bir sevgi ve ilgi duymaya
başladı. Arap çöllerinde seyahatler yaptı ve batılılara çöl hayatını anlatan yazılar yazdı.
Araplar ona “Çölün Kızı” ve “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” isimlerini verdiler. Ortadoğu’yu karış
karış gezdi. Özellikle kuzey Irak bölgesindeki petrol yatakları ile ilgilendi. Hiç evlenmemiş
olan ve yalnızca bir kez nişanlanan Bell, nişanlısını Çanakkale Savaşları sırasında kaybetti.
Bu yüzden Osmanlılardan nefret etti. Yalnızlık ve sağlığının bozulması sebebiyle bunalıma
giren Bell, 12 Temmuz 1926 yılında yüksek dozda uyku hapı alarak intihar etti ve Bağdat’ın
Bab el-Sharji ilçesinde, İngiliz mezarlığında toprağa verildi.
1919 yılındaki Gertrude Bell, Paris Konferansı’na delege olarak katıldı ve Irak devletinin
sınırlarının belirlenmesi için çalışmıştı. Irak sınırlarını çizen kişi olarak bilinmektedir.
Ortadoğu’da devletlerin sınırları ve yedi kız kardeşler olarak anılan batılı şirketlere petrol
kuyularını paylaştıran kişi Üsküdar doğumlu ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı Kalust
Sarkis Gülbenkyan’dir. Osmanlı İmparatorluğu’nun petrol kaynaklarını ve özellikle de
Mezopotamya’daki petrol rezervlerini ele alan bir raporu padişah II. Abdülhamit ‘e
sunulmak üzere hazırlamıştır. Bu çerçevede, 1912’de Irak petrol yataklarını işletmek
üzere, Royal Dutch Shell’in % 25, Alman yatırımcıların toplam % 25, Türkiye Milli
Bankası’nın % 35 ve Kalust Gülbenkyan’ın da % 15 hissesine sahip olacağı Turkish
Petroleum Company (T.P.C.) kurulmuştur. 1913-14’de Anglo-Persian Oil Company’nin
ortaklığa dahil olmasıyla hisselerde yeni ayarlamalar yapılmış, Gülbenkyan’ın hissesi % 5’e
indirilmiştir. ‘Mr. Five Percent’ (Bay Yüzde Beş) lakabı o dönemden kalmadır. I.Dünya
savaşını kaybeden Osmanlı, dağıldıktan ve T.P.C. gayri faal olduktan sonra, Ortadoğu’nun
İngilizler ve Amerikalılar arasında paylaşımında sorun çıkınca Gülbenkyan çağrıldı ve
Ortadoğu’da petrol alanlarını, oraları kontrol eden kabileleri ve Osmanlıyı çok iyi tanıyan
kişi sadece oydu.
A.B.D. şirketlerinin devreye girmesiyle Gülbenkyan bir kez daha taraflar arasında
arabuluculuk yaparak, Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell Group, Compagnie
Française des Pétroles ve Near East Development Corporation (Amerikan petrol
şirketlerinden oluşan bir konsorsiyum) arasında Red Line Agreement (Kırmızı Çizgi
Anlaşması) olarak bilinen anlaşmanın 1928’de akdedilmesini sağlamış, Osmanlı
İmparatorluğu’nun eski toprakları üzerinde anlaşma taraflarının söz sahibi olacağı petrol
yatakları arasındaki kırmızı çizgileri bizzat çizmiştir. Yüzde beşlik payını Turkish Petroleum
Company’nin yerine yeni kurulan Iraq Petroleum Company bünyesinde de muhafaza
etmiştir. II. Dünya savaşı başlaması ile sermaye oyunları ile Gülbenkyan ortaklıktan
çıkarıldığında, şirketlere karşı Gülbenkyan Paris’te dava açmış ve sekiz kamyon belgeyi
mahkemeye sunmuştu. Gülbenkyan bu davayı kaybettikten sonra hayata küstü ve II.
Dünya Savaşına girmeyen Portekiz’e yerleşti, sanata ve ermeni vakıflarına yardımlarda
bulundu. 1955 te vefat etmiştir.
Ortadoğu’nun tarihinde sınırları belirleyen savaşlar ve milletler değil, petrol alanları ve
bunları kontrol eden kabile reisleridir. Osmanlı haritalarında çöl alanı olarak boş
gösterilen sönük kalmış Necd bölgesinde çok sayıda küçük kabile reisi vardı. 1765’de ölen
Muhammed İbn Suud isminde küçük bir kabile reisi vardı. Küçük bir vaha olan Diriyah’ta
ana ticaret yolunu kontrol ediyordu. Muhammed bin Abdülvahhap (1703-1766) isminde
Vahhabi inancının kurucusu bir vaiz bölgeye geldiğinde İbn Suud hemen bu Sünni Vahhabi
(araplar “Muvahhidun” derler) görüşünü benimsedi.Koruma ve parasal destek verdi.
Muhammed bin Abdülvahhap, Muhammed İbn Suud’tan -Vahhabi olmayan Müslümanlarinanmayanlara karşı cihat etmesini, kendisinin din lideri, İbn Suud’un Arabistan lideri
olacağını söyledi. İbn Suud’ta hemen yemin etti.
Vahhabilik (Selefilik) görüşünün en önemli unsuru kolay anlaşılır ve yoruma kapalı olması
idi. Bu nedenle yerel Müslüman kabile mensuplarınca kolaylıkla kabul edildi. Fazlaca
basitleştirilmiş “tevhit” anlayışına ve ayetleri olduğu gibi kabul ediyordu. Bu çerçevede
Sufi zikri, Şii matemi ve fakihleri, Osmanlı veli anlayışını ret ediyor. Şeriatı yorumsuz ve
tartışmasız kabulü ile ayetlerin dışında hiçbir fikri veya ulemayı kabul etmiyordu. Türbeler
yıkıldı, kutsal sayılan nesneler “batıl” diye yasaklandı. Bu vizyonu paylaşmayan özellikle
Sufiler ve Şiiler ile Vahhabi olmayan her Müslüman kılıçtan geçirildi. Sünni-Vahhabi
yorumu Muhammed İbn Suud tarafından desteklendi ve yayılması sağlandı.
1818 yılında Mısır Hidivi (Kavalalı) Mehmed Ali Paşa, padişah ve halifeden gelen emir ile
Mekke’yi eline geçiren Vahhabileri yenerek, Mekke’den çıkarır ve çöldeki Necid bölgesine
geri gönderir. İngilizler bunu bir fırsat bilerek, Suudiler ile Basra Bölgesi petrol alanları
karşılığında silah ve ordu ile desteklemek istediklerini belittiler ve Suudi varisi Şeyh
Abdülaziz (1880-1953) Osmanlıya karşı I. Dünya Savaşı sonrası İngiliz silah ve subayları
yardımı ile ilk ordusunu kurdu. İdari merkez olan Hasa/Ahsa’yı ele geçirir (1913). Sonra,
1921-1926 arasında Ha’il, Mekke, Cidde ve Asir’i ele geçirerek topraklarını genişletti ve
1926’da Hicaz kralı, 1932’de Suudi Arabistan kralı ilan edildi. Ülkede Vahhabiliği kabul
etmeyen herkes ya sürgün edildi ya da öldürüldü. Vahhabilikte ulema ve yoruma dayalı
görüşlerin şansı yoktu.
1936’da ilk petrol yatağının bulundu ama II. Dünya Savaşı petrol çıkarma işini engelledi,
sonrasında kuyu açma çalışması hızlandı. Suudi Arabistan’ın jeopolitik rolü, topraklarında
petrol bulunmasıyla hemen değişti. Ülkedeki petrol arama haklarını – İngiliz değil – daha
sonra ARAMCO adını alacak olan Amerikalı bir firma kazandı. ARAMCO, petrol
sahalarında arama yapabilmek için ABD hükümetinden yardım aldı. 14 Şubat 1945
tarihinde Roosevelt ile Suudi Arabistan’ın yöneticisi İbn Suud buluştu. O zamanlar
dikkatlerden kaçan ama bugün son derece meşhur olan buluşmanın adresi, Kızıldeniz’deki
bir Amerikan savaş gemisiydi. Roosevelt’in ağır hasta olması (ki iki ay sonra hayatını
kaybetti) ve İbn Suud’un Batı kültürü ve teknolojisine dair önceden hiçbir tecrübesinin
bulunmamasına rağmen, iki lider de karşılıklı saygı çerçevesinde samimi şekilde temas
kurmayı başardı. Oysa dönemin Büyük Britanya Başbakanı Winston Churchill’in,
Roosevelt – İbn Suud buluşmasının hemen ardından bir görüşme ayarlayarak Suudi
Arabistan-ABD yakınlaşmasını bozma girişimi tam anlamıyla ters tepti. Çünkü İbn Suud,
Churchill’i “küstah” bulmuştu.
Roosevelt ile İbn Suud arasındaki beş saatlik görüşmenin büyük bölümü – her iki liderin
de birbirinden epey farklı düşündüğü – Siyonizm ve Filistin meselesine ayrılırken, elde
edilen uzun vadeli gerçek netice başka bir konu hakkındaydı. Varılan de facto (fiili)
anlaşma uyarınca Suudi Arabistan, dünya petrol üretim politikalarını ABD lehine koordine
ve kontrol etmeyi kabul ederken, buna karşılık Birleşik Devletler de Suudi Arabistan’a
askeri güvenlik konusunda uzun süreli güvenceler sunuyordu.
Mısır’dan Suudi Arabistan’a, Nasır’ın baskısından kaçan yoksul işçiler, Afgani Muhammed
Abduh, Hasan el Benna, Seyyid Kutub’un oluşturduğu “Müslüman Kardeşler” görüşlerini;
Pan-İslamizm, Lâik yaşam tarzı, Milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslami Sosyalizm, Batılı
demokrasi anlayışların sert bastırıldığı Mıssır yerine, bu ülkede kendilerini Vahhabiliğe
yakın buldu. Suudi Arabistan artık “Arap Birliğinin” başkanı olmak istiyordu.
Vahhabi görüşü tüm dünyaya Suudilerin maddi desteği ile; “Dünya İslam Ligi” kurulduktan
sonra, Vahhabilik süratle dünyada yayılmaya başladı.
Hasan el
Benna ve Müslüman Kardeşler’in amblemi
Vahhabi doktrini; Müslüman Kardeşler, Cemaat-i İslami, Hamas ve İslami Cihat gibi
grupları önemli ölçüde etkiledi. Suudiler, İslam’ın geleceği konusunda Vahhabilik ile sert
taviz vermez ve hoşgörüsüz uç noktalardaki “İslami köktencilik” anlayışını özellikle
körükledi ve böylece “Yeni Pan-İslamizm” doğmuş oldu. Kral Abdülaziz, İngiliz Kraliçesi
tarafından şövalye ilan edildi. Suudi Devletinde Kralın bu batılı tavrı çok tepki çekti.
Suudi Arabistan içinde gelişen ve ilk kuruluşta Suudi kavmi için özgürlük savaşı veren,
kendilerine “kutsal savaşçılar” diyen “İhvan Örgütü” (“kardeşler” anlamında– ama
“müslüman kardeşler” değil) 1929 yılında al-Salba şehrinde ayaklanma çıkardı.
Ayaklanma kanlı bastırıldı. Ama İhvan görüşü yok edilemedi. İhvan örgütünü alt
edemeyen Suudiler, para desteği vererek örgütü (başından kovmak için) diğer ülkerelere
göndermeye ve parasal teşvik ile kontrol altına almaya, gittiği ülkede daimi kalması için
çalışmıştır. Afganistan bunun başlangıcı oldu.
1979 yılında Sovyetler Afganistan’ı işgal ettiğinde, yüz yıldır beslenen Suudi Devletinin
kurucusu “kutsal savaşçılardan” oluşan İhvan örgütünden kurtulmak istediler. Suudi
ailesinden, Usame bin Ladin liderliğinde on binden fazlasını Afganistan’a gönderdiler.
Pakistan bu örgüte isthbarat, ABD ise teknik ve para ile destek verdi. Böylece Suudi
Arabaistan’ın iç istikrarı garantiye alınacaktı.
1991 tarihinde SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından
Sovyetler dağıldı. Bağımsız kalan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki petrol ve doğalgaz
Amerika’nın dikkati çekti ve Afganistan üzerinden petrol ve doğalgaz hattı projeleri çizildi.
Bunun için Sovyetlere karşı başarılı mücadele eden İhvan örgütünün uzantısı El-Kaide’nin
Afganistan’dan çıkarılması gerekiyordu.
2001 yılında ABD’nin beklediği fırsat (!) geldi. Dört yolcu uçağı Amerikan’ın sembollerine
(Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon) El-Kaide tarafından saldırıya uğradı. ABD, önce
Afganistan’ı ve sonra Irak’ı işgal etti. Her iki ülkedeki işgali sonrasında başarısız olan ABD
ordusu, önce Afganistan’dan, sonra Irak’tan çekilmek zorunda kaldı. Bu arada El-Kaide
lideri Usame bin Ladin öldürülmüştü.
Afganistan’da savaşan ve tüm dünyada yaşayan yoksul ve hayatından nefret eden
Vahhabi (Selefi) cihatçı görüşleri benimsemiş kişiler yavaş yavaş ülkelerine dönmeye
başladı. Başından zor attığı terör örgütünün geri gelme ihtimali Suudi Arabistan’ı çok
korkuttu. Savaşmaya alışmış bu kişileri ülkesine istemiyordu ve onlara yeni savaş alanları
gerekliydi.
Eve dönüş, 2010 yılında “serbest bir devrim” şeklinde, tüm Arap ülkelerinde “Arap Baharı”
ismi ile patlak verdi. Suudi Arabistan’dan tarafından ülkeden çıkarılan İhvan (Selefi) örgüt
üyeleri ve bunların cihatçı anlayışı, Arap ülkelerinde artık destanlar yazıyordu. Bu kişilere
özel Afganistan’dan sonra yeni savaş alanları bulunmuştu. Soğuk savaş sonrası tek
kutuplu kalan dünya siyasası içinde yeni düşman Cihatçı İslami görüşler olacaktı.
2003 yılında Türkiye’de ise Pan-İslamizm yani “ılımlı islam” olarak adlandırılan, aslında
“ihvan görüşü” taşıyan kişilerin seçim sandığında başarılı olması (demokratik yolla), diğer
Arap ülkelerinde sevinçli bir heyecan yarattı.
Barışçı gösteri ve batı kaynaklı diyalog arayışı çabaları tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da
taraftar buldu.
1967 yılında kurulan ve 1998 yılında “Adalet ve Kalkınma Partisi” olarak adını değiştiren
Fas Partisi, 2011 parlamento seçimlerinden birinci parti olarak (107 parlamenter) çıktı ve
hükümeti kurma görevi 29 Kasım 2011’de Fas Kralı VI. Muhammed tarafından parti lideri
Abdelilah Benkirane’ye verildi.
Tunus’ta halkın aşırı pahalılık yaşaması ile meydana gelen isyanı sonucu 17 Aralık 2010
günü, 23 yıllık devlet liderini devirdi. Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Tunus’u terk
etti. Politik polis ve RCD iktidar partisi dağıtıldı, siyasi suçlular serbest bırakıldı.
28 Aralık 2010 günü Cezayir’de halk ayaklandı. 19 yıllık olağanüstü halin kaldırılması
sağlandı.
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in 25 Ocak 2011 yılında popüler ayaklanmalarla devrilmesi
sonrasında yapılan bütün meşru seçimleri, yıllarca yasaklı olan Müslüman Kardeşler’in
Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) kazandı.
21 Ocak 2011 yılında Suudi Arabistan’da küçük çaplı “ihvan” destekli ayaklanmalar çıktı.
Suudi Kralı Abdullah tarafından ekonomik imtiyazlar verildi, 2011 yerel seçimlerine
sadece erkekler kabul edildi.
14 Şubat 2011 yılında Bahreyn’de ayaklanmalar çıktı. Suudi ordusu müdahale ederek
ülkede krallığı kurtardı. Kral Hamad ibn Isa Al Khalifa tarafından ekonomik imtiyazlar
verildi, politik suçlular serbest bırakıldı, bazı başkanlar kovuldu.
Suudi İhvan örgütü ile Mısırlı Müslüman Kardeşler örgütü, Mısır’da rejimi değiştirme
konusunda fikri birliktelik halinde idi. Terör korkusu ile % 50 katılımlı bir seçimde % 25 oy
alarak başa geçen Mursi yönetimi, General Sisi yönetimindeki askeri darbe ile 2013 yında
devrildi. Musri daha sonra yargılanıp idama mahkum olacaktı. Darbe yöneticilerine
Suudilerin parasal desteği (yirmi milyar dolar) devam edecekti. Suudiler, Nasır sonrası
ülkelerine kaçan Müslüman Kardeşlere yardım etmiş, desteklemişti. Şimdi ise tam tersini
yapıyor, darbecilere para yağdırıyordu. Bu tavır değişikliği diğer ülkelerdeki ihvan ve
müslüman kardeşler sempatizanları üzerinde şok yarattı.
Arap Baharından çok korkan Suudi Arabistan, diğer Arap ülkelerindeki ayaklanmalardan
kaçan ihvan savaşçılarının çıktığı yurduna dönmesini istemiyordu. Savaşçı cihatçılara
iştigal olacak bir devlet gerekiyordu. Afganistan’da savaş sona ermiş, Arap baharında
ülkeler çok zarar görmüştü. “Kutsal Savaşçılar” (İhvan örgütünün Suudi askerleri) 1999
yılında kurulan IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) olarak iç karışıklık içindeki Suriye’deki Rakka
şehrinde meydana çıktı.
Örgüt kuruluşundan itibaren pek çok kez ismini değiştirdi. İlk kurulduğu yıllarda ismi
“Cemaat el-Tevhid vel-Cihad”dı. Ekim 2004’te “Tanzim Kaidat el-Cihad fî Bilâd elRafidayn” ya da daha çok bilinen “Irak El-Kaidesi” adını aldı. Ocak 2006’da birkaç küçük
grupla birleşerek “Mücahidîn Şûrâ Konseyi” adını, Ekim 2006’da da “Irak İslam Devleti”
adını aldı. Nisan 2013’te adı “Irak ve Şam İslam Devleti” olarak değiştirildi. Temmuz
2014’ten bu yana Ebu Bekir el-Bağdadi’nin sözcüsü Adnani’nin Hilafeti ilan etmesi ile ismi
“İslam Devleti” olarak kaldı. “Irak ve Levant İslam Devleti” olan örgüt İngilizce’de “ISIS”,
“ISIL” kısaltmasıyla anılıyordu. Yani, “Islamic State of Irak and Syria”nın (Irak ve Suriye
İslam Devleti) ile “Islamic State of Iraq and the Levant”ın (Irak ve Levant İslam Devleti)
kısaltmasıdır.
Örgütün lideri El Bağdadi’nin yükselişi, Irak’taki El Kaide’nin liderleri öldürüldükten sonra
başladı, örgütün başına geçti. O dönem örgüt çok zayıflamıştı. Suriye’de 2011’de isyan
başlayınca örgüt yeniden dirildi. Aynı zamanda ABD ordusunun 2011 sonunda Irak’tan
çekilmesiyle oluşan boşluk da ona ve örgütüne yaradı. 2011’de 800 olan militan sayısı,
2012’de 2 bin 500’e, 2013’te 10 bine ulaştı. El-Bağdadi’nin ABD bombardımanında elleri
ve ayaklarının koptuğu söylense de bu doğrulanmadı ve o günden sonra basın önüne hiç
çıkmadı. El Kaide lideri Eymen El Zevahiri 2013 yazında El Bağdadi’ye mektup yazarak,
IŞİD’in lağvedilip El Nusra Cephesi’ne katılmasını emretti. Bağdadi ise Zevahiri’ye baş
kaldırdı. IŞİD, Suriye’de hem rejime, hem Özgür Suriye Ordusu’na hem de El Nusra’ya
karşı savaşıyor. Lübnan’da Şiilere karşı intihar saldırıları düzenliyor ve Irak’ta Maliki
hükümetine karşı silahlı isyanın başını çekiyordu. Diğer örgütleri de kendi Vahhabi (Selefi)
görüşü içinde birleştirmeye başardı. Suriye ve Irak içinde sert ve acımasız savaş yöntemi
ile kısa sürede toprakları işgal etti. İki milyar dolar maddi desteğe ve sınırsız silaha sahip
oldu. Amerika bundan istifade 1970 lerde başlattığı alternatif tepki merkezi, yada bugün
“Kürt Kolidoru” adı verilen projesini uygulama imkanı buldu. Doğuda Barzani, batıda ise
PYD nin başta eski kantonları dışındaki topraklar önce Bağdadi askerleri ile
insansızlaştırılıyor, sonra bu İŞİD’ in çekildiği boş alanlara Kürt kökenli aileler
yerleştiriliyordu.
Ortadoğu’nun parçalanma planı 2012-2020
İran kendine uygulanan ambargo 2015 Temmuz ayında ABD-İran anlaşması ile kalktı.
Türkiye ile ABD İncirlik üssünün IŞİD’e karşı koalisyon ülkelerine açma karşılığında, IŞİD
üyelerine sınırlarını kapadı. Sınıra yaralı örgüt üyesi taşıyan grubu içeri sokmayan askerler
ile çıkan çatışmada bir Türk askeri öldü. Bundan sonra Türkiye IŞİD sığınaklarını havadan
ve karadan bombaladı.
2014 yılında planlanan Türkmenistan- Afganistan- Pakistan- Hindistan petrol/Doğalgaz
hattı inşaatına başlandı. ABD’nin aynı amaçla Afganistan’a girdiğini ve sonra hayal
kırıklığına uğradığını düşürsek projeye destek veren Rusya sevinç çığlıkları atıyordur.
Projeye işlem danışmanı olan Asya Kalkınma Bankası, birkaç gün once Hindistan’ın ‘GAIL’
şirketi, ‘Türkmengaz’ devlet şirketi, Afganistan’ın ‘Afghan Gas’ şirketi ve Pakistan’ın ‘İnter
State Gas Systems (Privated) Limited’ şirketinin kurdukları işletim şirketinin katılımın eşit
paylarının temelinde projesinin gerçekleştirilmesi ile uğraşacağını bildirdi.
Türkmenistan’ın, boru hattını inşa etmeye başlamak için ortaklarına formaliteleri daha
hızlı bir şekilde tamamlamak teklifinde bulunduğunu, uzunluğu 1735 kilometre ve
tahminen maaliyeti 7,9 milyar dolar olan projenin desteklediğini söyleyen Rusya, bu işten
çok memnundur.
Rusyanın Afgan petrol hattı hamlesine karşılık ABD de İran’nı batının yanına çekmek
istiyordu. Aslında ABD_İsrail’in çekincesii olan İran’ın nükleer programını ABD biraz
gevşetti. ABD açısından Basra körfezinin stratejik değerinin Kürt petrol hattı (MusulLazkiye hattı/Türkiye’nin Ceyhan hattına alternatif olarak) ön plana çıkmaktadır. İran –
ABD anlaşmasının temel nedeni budur. Böylece Rusya’nın TAPI planının İran bölümü
bozuldu.
Suudi Arabistan’dan kovulan “İhvan üyelerinin” tekrar geri dönmesini ve ülke içinde
karışıklık çıkarmasını engellemek için Suudiler, Ortadoğu’daki terörü önce desteklemiş,
sonra
yok
etmek
için
koalisyon
güçlerine
katılmıştır.
Ortadoğu’nun kanlı tarihi petro-dolarlar ile yazılmıştır. Bu topraklarda hayatından
memnun olmayan kabileleri yanına alan sınırları yeniden çizer. Savaşlarda mutlaka Şii ve
Sünni ekseninde din kaynaklı yapılır.
Ünlü Suudi Petrol bakanı Zeki Yamani’nin şu sözleri konuyu özetler; “Ortadoğu ineğe
benzer, başı burada süt veren memeleri Amerika’dadır. Bu böyle oldukça Ortadoğu’da
kan ve gözyaşı dinmez.”
(26 Temmuz 2015)
[status publish]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category güvenlik]
[tags SU & ENERJİ & DOĞALGAZ DOSYASI, Ortadoğu, Petrol, Savaş]
Download