•1 NİSAN 1983 RÖPOI fi BİLAL Başlarken SMANLI Ermenileri üzeri­ ne yurt dışında çok yayın O yapılmıştır. Bugün de yapı­ lıyor. Dünya kitaplıklarını doldu­ ran bu yayınlar, çoğunlukla tek yanlıdır. Bilimsellikten uzaktır. Tarihsel gerçekleri çarpıtmakta­ dır. Bu bakımdan Osmanlı yöneti­ mi altındaki Ermeni azınlığı tari­ hini belgesel ve objektif olarak ele alma gereği duyuldu. Bu amaçla arşiv kaynaklarına inildi. İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivlerine gidildi. İngiltere, ge­ çen yüzyıl sonlarında yaratılmış olan “Ermeni sorunu”na adama­ kıllı bulaşmış ülkelerden biriydi. Bu yüzden İngiliz resmî belgeleri ilginçtir. Osmanlı tarihi, altı yüzyılı aşar ve Osmanlı Devleti, kurulduğu günden beri topraklarında bir Er­ , meni azınlığı barındırmıştır. Ama bu azınlık ancak geçen yüzyılın son çeyreğinde politika gündemi­ ne getirilmiştir. 1877-78 OsmanlıRus savaşından sonra yabancı devletler Osmanlı Ermenilerine resmen el atmışlardır. Ondan son­ radır ki, Osmanlı topraklarında ciddî Ermeni kıpırdanışları ve ayaklanmaları görülmüştür. O ta­ rihlerden imparatorluğun çöküşü­ ne kadar, yani yaklaşık yarım yüzyıl, Osmanlı Ermenileri politi­ ka gündeminde kalmışlardır. Altı yüzyıllık Osmanlı tarihinin asıl bu son 50 yılı, Ermeni konusu bakı­ mından önemlidir ve tartışmalı­ dır. Bu nedenle arşiv araştırmala­ rımız özellikle bu dönem üzerinde yoğunlaştırıldı. Yalnız bu bölüm­ de Islahat Fermanı dönemine (1856-1876) de yer verildi. Ingiltere Osmanlı topraklarında görevli konsoloslarını Hıristiyan halk l ı ŞİM ŞİR KİM DİR? Bilâl Şimşir, 1933 yılında doğdu, 1967 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Kaktlltesi'nin Diplomasi Şubesi'nden mezun oldu. Aym fakültede Diplomasi Kürsüsü asistanı kaldı. 1960 başında Dışişleri Bakanlığı'na geçti. Paris, Şam, Londra, Lahey'de sürekli görevlerde, Viyana, Roma ve Pa­ ris’te geçicigörevlerde bulundu. Başkâtiplik, elçilik müsteşarlığı, başkonsolosluk, maslahatgüzarlık görevleri üstlendi. Merkezde şube müdürlüğü, dai­ re reis yardımcılığı ve genel müdürlük görevlerine yükseldi. 1981 yılmda genel müdürlüğe atandı. Da­ ha sonra bakanlıklardaki düzenleme çerçevesinde, öteki genel müdür arkadaşlarıyla birlikte elçi paye­ siyle genel müdür yardımcılığına atandı. Şimşir, aynı zamanda tarihçidir, Türk Tarih Kurumu’nun 36 asil üyesinden biridir. Tarih alanında 16 cilt kitap ve pek çok bilimsel makaleleri yayın­ lanmıştır. Kitaplarından başlıcaları: — Ingiliz Belgelerinde Atatürk (3 cilt), — Ege Sorunu (2 cilt), — Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi, — Fransız Belgelerine Göte Midhat Paşa’nın So­ nu, — İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de “Kürt Soru­ nu” , — Rumeli’den Türk Göçleri (2 cilt) Milliyet Yayınlan arasında da Şimşirim "Sakar­ ya’dan İzmir'e” ve “Malta Sürgünleri” adlannda il ki kitabı yayınlanmıştır. Şimşir'in son çıkan kitabı "İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenileri’'dir. konusunda araştırma yapmakla görevlendirmişti «Hıristiyanlar, Türklerin varını yoğunu satın alıyor» I • SLAHAT Fermam, Kınm Savaşının son yıllarında hazırlandı. Bu savaşa son yeren Paris Barış Antlaşmasının imzalanmasından bir ay kadar önce, 28 Şubat 1856 günü, BabI­ âli'de törenle okunup ilan edildi. Törende bütün bakanlar, yüksek görevliler, şeyhülislam, patrikler, hahambaşı ve çeşitli cemaatlerin ileri gelenleri de bulundular. Fer­ man okunduktan sonra, Paris Antlaşması'nı hazırlamakta olan devletlere de bildirildi ve 30 Mart 1856 günü imzalanan Paris Barış Aııtlaşmasi'nda değerlendirildi. Antlaşmaya Osmanlı Hıristiyanlanyla ilgili şu tumturaklı madde eklendi (Madde 9): “ Tebaasının refah ve mutlu­ luğunu başlıca iş bilen padişah, ırk ve din aynmı gözetmeksizin, tebaasının durumunu düzeltmek için bir ferman vermekle, im­ paratorluktaki Hıristiyan halk konusunda da yüksek ve cömert düşüncelerini açıkladıkları gibi, bu yoldaki düşüncelerinin yeni bir delilini göstermiş olmak için bu fermam, kendiliğinden, ant­ laşmayı hazırlayan devletlere göndermeyi uygun bulmuşlardır. Antlaşmayı imzalayan devletler, bu fermanın yüksek değerini kabul ederler. Bu fermamn padi­ şahın ne kendi tebaası ile olan İlişkilerine ne de Osmanlı devletihin iç yönetimine, antlaşmayı imzalayan devletlere teker teker ya da toplu olarak karışmak için bir hak ve yetki vermeyeceği doğaldır.” Bu madde, hesapça, Rusya'­ nın ilerde Hıristiyan azınlıklar adına Osmanlı devletinin içişleri­ ne karışmasını önlemek amacıyla antlaşmaya konmuştu. Mademki padişah hiçbir aynm gözetme­ den tüm tebaasının refah ve mutluluğunu düşünüyordu ve mademki bir de ferman vermişti. Öyleyse yabancı bir devletin padişahın Hıristiyan tebaası adına Osmanlı içişlerine kanşpıasına gerek kalmayacaktı şrtak. Osmanlı devletinin toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve egemenliğine saygı gösterileceği </e hiçbir devletin Osmanlı içiş­ lerine karışmayacağı antlaşmada açıkça belirtilmişti. Görünüşe göre, Osmanlı devletinin içiş­ lerine yabancıların karışması dönemi artık kapanacaktı. Osıtıanlı yöneticileri öyle umuyor­ lardı. I İngiltere'nin yorumu farklı idi Ama İngiltere, Paris antlaş­ masının Osmanlı Hıristiyanlat%na ilişkin hükmünü başka türlü yorumladı. İngiliz görüşüne göre, gerçi padişah, tebaası arasinda hiçbir ayrım gözetmeye­ ceğine, Müslüman olsun olmasın lierkese eşit davranacağına söz vçrmişti. Ama acaba bu sözünü tutacak mıydı? Hıristiyan-Müslüman tebaa eşitliği getiren, daha doğrusu bu eşitliği bir kez daha vurgulayan padişah fer­ mam acaba uygulanıyor muydu, ya da nasıl uygulanıyordu? İn­ giltere bunları sorup soruştur­ maya, öğrenmeye kendisini yet­ kili görüyordu. Osmanlı ülkesin­ deki İngiliz diplomatları, Os­ manlI Hıristiyanlanna kanat ger­ mekle, bu yolda gerekli girişim­ lerde bulunmakla görevliydiler. Bunu, Osmanlı içişlerine karış­ mak için değil, sözde Babıali’ye ve yerel Osmanlı makamlarına yardımcı olmak için yapıyorlardı ve yapacaklardı! İngiltere, Osinanlı Hıristiyanlan üzerinde “ koruyuculuk” rolünden vazgeç­ mek şöyle dursun, asıl bundan sonra bu görevi üstlenecekti. Paris Barış Antlaşması,Osmanlı Hıristiyanlan üzerinde yabancı koruyuculuğuna son vermemiş­ tir. Tam tersine, bu koruyuculu­ ğu genişletmişti. O zamana ka­ dar yalnız Rusya’mn koruyucu­ luğu vardı. Ondan sonra ise Paris Antlaşması’nı, imzalayan bütün devletlerin koruyuculuk dönemi açılıyordu. Antlaşmayı, Rusya ve Osmanlı devletinden başka, İzmir Konsolosu Charles Blunt raporunda bölgesinde durumun Hıristiyanlar lehine geliştiğini de belirtmişti Ingiltere, Osmanlı Ermenilerinin koruyucusu rolündeki Rusya'ya karşı çıkıyor ve Ingiltere Dışişleri Bakanı Lord J. Russel, “ Artık biz de aynı role soyunuyoruz" diyordu... Bu durumu belgeleyen yukarıdaki karikatür, “ Kim gerileye­ cek?..” lejandını taşıyordu... İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya da imzalamışlardı. Bun­ lar da artık Osmanlı Hıristiyanlan konusunda yetkiliydiler. İngiltere bu görüşteydi. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord J . Russel bu konuda şöyle yazıyordu: tebaası üzerinde bir tek devletin koruyuculuğu yerine beş devletin ortak koruyuculuğunu (collective protoctorate) getirmeyi öngör­ müştür.” “ 1774 Küçük Kaynarca Ant­ laşmasından 1856 Paris antlaş­ masına kadar, BabIali’nin Rus­ ya’ya karşı yükümlülükleri, Tür­ kiye’nin iç yönetimini engelleyegelmişti. Ardarda yapılan antlaş­ malar ve sözleşmelerle, kimi si­ lahlı saldırılarla kimi de sözümona koruma yoluyla, Türk impa­ ratorluğunda yaşayan Hıristiyan lar, Osmanlı tebaası olduktan kadar Rus çannın da tebaası durumuna getirilmişlerdi... Si­ vastopol kuşatması ve Paris Antlaşması hükümleri, Osmanlı Hıristiyanlan üzerindeki Rusya’­ mn tekelci koruyuculuğunu daha geniş kapsamh bir yükümlülüğe dönüştürmüştür. 1856 ParisAntlaşması, Babıâli’nin Hıristiyan Kısacası, İngiliz bakan, “ 80 yıldır yalmz Rusya, Osmanh Hıristiyanlanmn koruyucusu rotündeydi. Şimdi biz de aynı role sıvanıyoruz” diyordu. Bu görüş­ le İngiltere, Islahat Fermanı dö­ neminde (1856-1876) Osmanh Hıristiyanlan üzerine eğildi. Pa­ ris Antlaşması’nda Osmanh Er­ menilerinin adı geçmiyordu. Ge­ nel olarak Osmanh Hıristiyanlan, padişahın Hıristiyan tebaası anılmıştı. İngiltere bu antlaşma­ ya dayanarak, Ermeni, Rum vb. gibi aynm yapmaksızın, padişa­ hın tüm Hıristiyan tebaasının durumlanm inceden inceye araş­ tırmaya koyuldu. Osmanh topraklannda görevli İngiliz konsoloslanna 20-25 soruyu içeren ay- İngiliz konsoloslarına sorular rıntılı genelgeler, yönergeler gönderildi. Şöyle sorular soruldu ve bunlann araştmhp yanıtlanması istendi: Konsolosluğun görev çevre­ sinde genel durum neydi? Hıris­ tiyan ve Müslüman halklann karşılıklı durumlan niceydi? Bu kitleler çoğunlukla hangi işlerle u ğ r a ş ıy o r la r d ı, neyle geçiniyorlardı? Hıristiyanlar mal mülk edinmede, iş tutmada güç­ lüklerle karşılaşıyorlar mıydı? Özgürce ticaret yapabiliyorlar mıydı? Bu açılardan Müslüman­ larla aralarında eşitlik var mıydı? Mahkemelerde Hıristiyanların tanıklığı geçerli miydi? Son yıl­ larda Hıristiyanların durumlan iyiye mi, kötüye mi gidiyordu? Hıristiyanlar Osmanh ordusun­ da <-,kerlik yapmayı mı, bedel ödemeyi mi yeğliyorlardı? Kilise yapabiliyorlar mıydı? Yeni kilise yapımında engelle karşılaşıyorlar mıydı? Ayinlerinde özgür müydüler? Hıristiyanlara karşı baskı yapıhyor muydu? Yapılıyorsa bunu Osmanh yetkilileri mi, bağnaz Müslüman halk mı, yoksa öteki mezheplerden olan Hıristiyanlar mı yapıyordu? Hıristiyanlar yerel meclislerde tem­ sil ediliyorlar mıydı? vs. vs. Sorular, sorular birbirini izliyor­ du. Aynca Osmanh Hıristiyanlanmn durumlanm iyileştirmek için ne gibi önlemler alınabileceği soruluyor ve konsoloslardan öne­ riler isteniyordu. Bu gibi soruşturmalardan, araştırmalardan alınan sonuçlar ilginçtir. İngiliz konsoloslannın raporlan, Islahat Fermam döne­ minde Osmanh İmparatorluğu­ nun Hıristiyan ve Müslüman halklannın karşılıklı durumlanna oldukça ışık tutuyordu. Bir­ kaç örnek verelim. Kırk yıldan beri Türkiye’de görev yapan, ül­ kenin iç durumunu çok iyi tara­ yan İzmir'deki İngiliz konsolosu Charles Blunt, 28 Temmuz 1860 günlü raporunda şunlan yazı­ yordu: “ Yetersiz yönetim sistemine ve aşar vergisi toplanmasındaki yolsuzluklara karşın, vilayetin genel durumu günden güne iyiye gitmektedir. Ancak bu iyileşme genellikle Hıristiyanların yararır,a oluyor. Hıristiyanlar —tabi­ rim hoş görülsün— Türklerin va­ rım yoğunu satın alıyorlar.” YARIN: ÖLÜM ORANI DÜŞÜK OLAN HIRİSTİYAN 2 NİSAN 1983 RÖPG Tarım giderek Hıristiyanların etine geçiyordu OsmanlIlar Anadolu'nun bazı yerlerinde giderek çözülüyordu. 1877'de Britanya Akademisi Sergisinde sergilenen bu gravürde Türkler bir dev yılanla boğuşan atlete benzetilmiş ve "Kim kazanacak?" sorusu sorulmuştur... HIRİSTİYAN NÜFUS, Ö lü M ORANLARI DÜŞÜK OLDUĞU İÇİN HIZLA ARTIYORDU O B iu n t’un belirttiğine göre H iristi yanların durumundaki genel iyileşme Tanzimatla başla­ mıştı. 1893 Gülhane Hatt-ı Hü­ mayunu ile Osmanlı Hıristiyanları can ve mal güvenliğine ka­ vuşmuşlar ve tarım alanına da el atmışlardı. O zamana kadar da­ ha çok Türklerin elinde bulunan tarım kolu, giderek Hıristiyan­ ların eline geçmeğe başlamıştı, ölüm oranlarının az olması yü­ zünden Hıristiyan nüfus artmak­ taydı. Dışardan da Anadolu'ya Hıristiyan göçmenler doluşmaya başlamıştı. Buna karşılık Türk nüfusu gittikçe azalıyordu. Türk gençleri, birbirini izleyen savaş­ larda eriyordu. Türklerin elinde­ ki çiftlikler, tarlalar verimden düşüyordu. Türk çiftçisi gittikçe geriliyordu. Türk gençleri askere gidiyorlardı. Padişahın Hıristi­ yan tebaası ise askerlik hiz­ metinden bağışlanıyordu. Ço­ cukları askere alman Türk ailelerin topraklan işletilemeden kalıyordu. Askerlik hizmeti çok uzun sürüyordu. 1839 yılında beş yıllık zorunlu askerlik görevi konmuştu. Savaş zamanında bu beş yıllık askerlik daha da uza­ yıp gidiyordu. Yıllar sonra terhis olup köyüne dönen Türk gençle­ ri, bozulmuş çiftlikler, boş kal­ mış tarlalar, yoksullaşmış ve borç içine düşmüş bir aile bulu­ yorlardı. Bu gençler, epeyce yaşlanmış da olduklarından, as­ kere gitmeden önceki işlerinden soğuyorlardı. Yeniden işe sarıl­ ma coşkusunu ya da gücünü kendilerinde pek bulamıyorlardı artık. Eski düzenlerini küremi­ yorlardı. Babadan, dededen kal­ ma topraklan üçe beşe bakma­ dan elden çıkarıyorlardı. İngiliz Konsolosu “Elden çıkarılan Türk topraklanılın alıcıları her zaman ya Ermenilerdir, ya da Kumlar" diyordu. K o n so lo s İzmir'de Türk nüfusu 80 binden, 41 bine düşmüştü Konsolos Blunt rakamlar da veriyordu: 1830 - 1860 yıllan arasında İzmir’in Türk nüfusu 80 binden 41 bine düşmüştü. Buna karşılık aym 30 yıllık dönemde kentin Rum nüfusu 20 binden 75 bine yükselmişti. İzmir'de aynca 6000 Ermeni yaşıyordu. Ege yö­ resinde Hıristiyan nüfusunun hızla çoğaldığı, Türk nüfusunun ise hızla azaldığı gözle de görü­ lebiliyordu. İngiliz Konsolosu, “ Hıristiyan - Müslüman karışımı herhangi bir kasabaya ya da kö­ ye gidiniz. Türk mahallesindein cin topatar, ıpıssız sokaklarda tek Türk çocuğu göremezsiniz, Hıristiyan mahallesinin sokak­ ları ise cıvıl cıvıl çocuk doludur” diyordu. Kıyı bölgeleri hızla Hıristi­ yanların eline geçmişti. Hıristiyanlar, yayılma bölgelerini içer­ lere doğru g enişletiyorlard ı. Ama Anadolu içleri yine Türktü. Buralarda topraklar Türklerin elinden henüz çıkmamıştı. Türk halkı Anadolu içlerinde yine ta­ rımla uğraşıyordu. Buralarda Hıristiyanlar tarımı henüz elleri­ ne geçirememişlerdi. Ama zana­ attan ve ticareti ellerinde tutu­ yorlardı. Müslümanlardan daha iyi yaşıyorlardı. Daha varlıklıydılar. Konsolos Blunt, “Şunu ke­ sinkes söyleyebilirim k i." diyor­ du “Hıristiyanlar Türklerden çok daha iyi durumdadırlar.” Yalnız Ege yöresinde değil, Anadolu’nun öteki bölgelerinde de durum az çok aynıydı: Ana­ dolu’nun her köşesinde Osmanlı Hıristiyanlan hem Türklerden daha iyi durumda idiler, hem de g ittik çe zenginleşiyorlardı. Türkler ise günden güne yoksul düşüyorlardı. Trabzon'daki İngiliz Konsolosu Palgrave, 1868 yılında Londra'ya şunları rapor ediyordu: “ Bugünkü d u ru m d a (1868'de), muvazzaf olsun, ihti­ yat olsun, bütün askerlik yükü yalnız ve yalnız Müslüman hal­ kın omuzlanndadır. Gerçi Hıristiyanlar Hazine’ye küçük ye önemsiz bir bedel ödemektedir­ ler. Ama bu, onların askere git­ memekle elde ettikleri avantaj­ lara oranla bir hiçtir. Askerlik bedeli adamakıllı yüklü olsa bile, yine de Müslüman tebaanın za­ vallı omuzlarındaki muazzam yükün altında düştüğü yoksullu­ ğu hiçbir zaman dengeleyemez. Şurası iyice bilinmeli ki, Müslüman nüfusun Hıristiyanİare oranla hızla azalmasının, buna karşılık Hıristiyan nüfusun gittikçe artmasının gerçek nede- #Türk gençleri birbirini izleyen savaşlarda eriyor, Hıristiyan tebaa ise askerlik hizmetinden bağışlanıyordu # İngiliz Konsolosu Blunt, «Üçe beşe bakmadan elden çıkarılan Türk topraklarının alıcıları ya Ermeniler ya Rumlar» diyor temsilcilerinin başkanı, aynı zamanda Osmanlı Hariciye Nazırı olan Karatodori Paşa idi... ni budur... İmparatorluğun üre­ tici olmayan tüm unsurlarını Müslümanlar oluşturuyorlar. Bu, apaçık bir adaletsizliktir...” Konsolos Palgrave raporunu şöyle sürdürüyor: “Müslüman halk, sorumsuz merkezî İstanbul hükümetinde kesinkes temsil edilmiyor. P a­ dişahın Müslüman tebaasının başkentte derdini anlatabileceği hiç kimsesi yoktur. Buna karşı­ lık Hıristiyanlar, İmparatorlu­ ğun her tarafına yayılmış bütün yabancı konsolosluklara, ajanslıklara, kimi de İstanbul’daki el­ çiliklere başvurup haklarım ara­ y ab iliy o rlar. H ıristiyan ların dertleri cankulağıyla dinleniyor. Üstelik hiçbir şikâyetleri ol­ madığı zaman da onlar adına ha­ yalî şikâyetler uyduruluyor. Bunun kahredici sonucu ola­ rak da bütün malî baskılarla ye­ rel ve kişisel baskılar Mttslümanlara yapıhyor, Hıristiyanlara değil. Çünkü Müslümanın feryadına kulak asan yok. Hıristiyanın ise bin tane sözcüsü ve avukatı var. Müslüman bir suç mu işle­ miş? Hemen ve sert biçimde ce­ zaya çarptırılıyor. Aynı suçu iş­ leyen Hıristiyan ise şöyle böyle cezalandırılır ya da büsbütün bağışlanır. Çünkü işin içinde bir Hıristiyan olunca yabancı kon­ soloslar ve temsilciler ona kanat gererler ve adaletin eli-kolu bağ­ lanır.” Ingiltere’nin Trabzon Konso­ losu Palgrave, bunları 1868 yılında yazıyordu. Daha önce Anadolu içlerinde uzun incele­ meler yapmıştı. Bu anlattıkları yalnız Trabzon yöresinde ya da kıyılarda böyle değildi. Anadolu içlerinde de durumun aym oldu- j ğunu belirtiyordu. Anadolu’nun her tarafında Müslüman eziliyor, Hıristiyan ise korunup kayırdıyordu. Konsolos, bu göze batıcı eşitsizliği örneklerle de gösteri­ yordu. Şöyle diyordu: “ Anadolu’nun ta göbeğinde, Müslüman bağnazlığının mer­ kezleri sayılan yerlerde de Hıristiyanlar, debdebeli evleri, şık giysileri, takıp takıştırdıkları gösterişli süsleri ve mücevherleri ile servet ve refah düzeylerini apaçık sergiliyorlar. Onlarrn bu durumu, uzaklarda çok konuşu­ lan sözde baskı iddialarıyla hiç bağdaşmıyor. Müslüman halk bakımından ise durum, acıkb bi­ çimde bunun tam tersidir.” Ingiliz Konsolosu raporunun sonunda şunları vurguluyordu: “Türkiye’deki Hıristiyanların M üslüm anlara k ıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik daha çalışkan ve daha kı­ demli olmalarına yormak yanlış­ tır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından Müslü­ manlar, şaşmaz biçimde, Rum ve Ermeni hemşerilerinden kesin­ likle bir gömlek üstündürler. Ama ne var ki, Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmektedirler. Hıristiyanlar ise, Osmanlı İmparatorluğun­ daki ayrıcalıklı durumlarını sür­ dürerek son yüzyıldan beri sü­ rekli olarak zenginleşmişlerdir. Zenginleşmeleri de çok su götü­ rür spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da tefecilikle olmuş­ tu r." Bu sözlerin altları çizilse yeri­ dir. Çünkü Ingiliz, kimi Ermenilerin kof öğürmelerine parmak basmıştır. Bugün bile öyle bağ­ naz Ermeni yazarları çıkıyor ki, bunlar, “ Ermeniler Türklerden daha varlıklıydı, çünkü daha yetenekliydiler, daha çalışkandı­ lar” diyebiliyorlar. Bunu da Türkleri küçük düşürmek ama­ cıyla yapıyorlar. “Türk yetenek­ sizdir, miskindir” demeye getiri­ yorlar. Anadolu Türk’ünün yok­ sulluk ve Osmanlı Ermenisi’nin zenginlik nedenlerini Ingiliz Konsolosu güzelce özetlemiştir. “Tek omuza yüklenmektir bu” , diyordu Ingiliz Konsolosu. “Osmanlı Devleti, kendi ağır yü­ künün tümünü yalnız Müslümanın omuzuna yüklemiştir. Bu yük, Müslüman ve Hıristiyan tebaanın om uzlarına eşitçe bölüştürülmeli. Yoksa bu İmpa­ ratorluk aittin sene belini doğrultamaz” diye ekliyordu. Sonra sözünü şöyle düğümlüyordu: “ Bugün görülen odur ki, Os­ manlI H üküm eti, H ıristiyan tebaa yararına Müslüman tebaasını ezmek gibi ağır bir suç­ lama altındadır. Ben, bu suçla­ mayı üzülerek doğrulamak duru­ mundayım.” Evet, kısaca, durum buydu. Osmanlı Hıristiyanlan, genellik­ le Türklerden çok daha iyi du­ rumdaydılar. Bir değil, beş büyük devletin koruyucu kanadı altın­ daydılar. Askere gitmiyorlardı. A yrıcalıklı durumlarından yararlanarak ticareti, küçük za­ naattan zaten ele geçirmişlerdi. Tanzimat döneminden başlaya­ rak tanmı da ele geçiriyorlardı. A nadolu’da H ıristiyan nüfus günden güne artıyordu. Dışar­ dan da Anadolu'ya Hıristiyan göçmenler akın ediyordu. Türk­ lerin tarlasını, bozulan çiftliğini, bütün varını yoğunu satın alı­ yorlardı. Osmanlı Ermenisi köy­ de ağa, kasabada eşraf, kentte zengin iş adamı olmuştu. Baş­ kentte sırmalı paşa oluyordu. Türk köylüsünün korkulu rüyası o mültezimlerin çoğu Ermeniydi, Rumdu. Durmadan yakınan da yine Padişahın H ıristiyan tebaasıydı. Herkes onlara kulak veriyordu. Antlaşmalar onlar içindi. Y abancı konsoloslar, hatta elçiler onlara arka çıkıyor­ du. Osmanlı Hıristiyanlarının yakınmaları Avrupa basınına kat kat abartılarak yansıtılıyor­ du. Ve uzaktan davulun sesi bir başka türlü duyuluyordu. r YARIN:--------------— Osmanlı Ermenisi ezilmemiş, kayırılm ıştır 3 NİSAN 1983 RÖPORTAJ Y erlerinden olm am ak kaygısı ile Osmanlı yöneticisi H ıristiyan’ın bir dediğini iki etm iyordu 1870‘H yıllarda Erzurum'da sermayenin dörtte üçü Ermenllerde İdi. Gravür o tarihlerde Erzurum'un genel görünümünü yansıtmaktadır. İstanbul'daki Ermeni Patriği Vartabeçyan Nerses II (üstte) Ingiliz Büyükelçisine “Cemaatim pek heyecanlıdır, İstenirse bir ayaklanma çıkarabilir" diyordu. Osmanlı Erm enisi P ezilmemiş kayrılm ıştır ADİŞAHIN Türk • Müs­ lüman tebaasına gelince, onun hiç sesi sedası çık­ mıyordu. Osmanlınm gözünde o, "kabaTürk” idi. Soylu Osmanlı, ondan apayrı sayıyordu kendi­ sini. O “kaba Türk” idi İmpara­ torluğun tüm yükünü omuzlayan, küreyi omuzlayan Atlas gibi. Askerlikse askerlik, gazilikse gazilik, şehitlikse şehitlik ve vergiyse vergi. Hepsini o yükle­ niyordu. “Ama kan kusup kızılcık yedim” diyordu. "K ol kırılır yen içinde kalır” diyordu. Onun için derdini dışa sergile­ mek ayıptı. Hükümeti yabancıya jurnal etmek yurtseverliğe, din­ darlığa sığmazdı. Derdini an­ latsa anlatsa yine Osmanlıya anlatabilirdi belki. Ama sesine kulak asan olur muydu ki? Osmanlı yöneticisinin kendi der­ di başından aşkındı. Rum, Ermeni yakınmaları, yabancı konsolosların karşısına gelip di­ kilmeleri yetmezmiş gibi, bir de kaba Türk’ü mü dinleyecekti Osmanlı yöneticisi! Yöneticiler, yerlerinden olmak kaygısıyla, Hıristiyamn bir dediğini iki etmemek için çırpınıyorlardı. Kaba T ü rk ’e gelince, vur abalıya!... •Osmanlı Ermenisi ezilmemiş kayrılmıştır Kaba Türk’ün tarihi henüz ya­ zılmamıştır. Adına ister kaba Türk, ister yoksul Türk densin, isterse Türk halkı. Yazılsın onun da tarih i. K a rşıla ştırılsın Osmanlı Ermenisiyle. Kimmiş ezilen, kayrılan o zaman görülür. İngiliz belgelerinde bu konuda epeyce aydınlatıcı bilgi vardır. Onlardan anlaşılıyor ki, Osmanlı Ermenisi, ezilmek şöyle dursun, korunmuş, kayrılmıştır. Hattâ Türk komşusunu sömürmüştür. Ermeniler yalnız esnaf, yalnız tüccar değildi. Aynı zamanda mültezimdi. Ermeni mültezimi Türk köylüsüne aman vermiyor­ du. Köylüden toplanan aşar vergisinin yarısı Osmanlı Hazin esi’ne girdiyse, y a rısı da Ermeni ve Rum mülteziminin >1869'da Erzurum'daki İngiliz konsolosu, sermayenin dörtte üçünün Ermenilerde olduğunu saptamıştı •İstanbul'daki Ermeni Patriği İngiliz Büyükelçisi'ne, «Cemaatim pek heyecanlıdır, istenirse bir ayaklanm a çıkarılabilir» demişti kesesine girmişti. Gerçi Ermeni köylüsünün de derdi yok, değildi. Kilise örgütü de Ermeni köylüsünü soyuyor­ du. Erm eni ağ ası. Erm eni mültezimi kendi soydaşını da eziyordu. Osmanlınm sözüm ona baskısı en sonda geliyordu. Ermeni köylüsü dertsiz değildi, ama onun sıkıntısı, Türk köylü­ sünün yanında devede kulak ka­ lıyordu. Bununla birlikte, bütün yabancı konsoloslar, Ermenilerin ne gibi dertleri bulunduğunu araştırıyorlardı. Konsolosların hizmetinde birçok Ermeni çalışı­ yordu. Onların da yardımıyla neredeyse her Ermeninin kişisel sorunlarına kadar inüiyor, ve bunlar abartılarak rapor edili­ yordu. Kimi konsoloslar habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyorlardı. Bir örnek: 1875 yılında Erzu­ rum’da Zohrab adında bir İngiliz konsolosu vardı. Ermeni kö­ kenliydi. 22 Temmuz 1875 günlü raporunda bir kız kaçırma olayı anlatıyordu. Erzurum’a elli mil uzaklıktaki Hınıs’a bağlı, 20 hane Ermeninin ve 60 hane Müslüman’ın yaşadığı Khurt kö­ yünde, bir Ermeni kızı, pınardan su almak için evden çıkmış ve bir komşu Müslüman delikanlısıyla kaçmıştı. (Konsolos, kaçırılmış­ tır diyor) Sonra kız bulunmuş. E rzurum ’a g etirilm iş. B irk aç gün bir ailenin yanında bırakıl­ mış: Düşünmesine fırsat veril­ miş. Ondan sonra Erzurum Vila­ yet Meclisi’nin önüne çıkarılmış­ tı. Kız, içinde Ermeni üyeler de bulunan Vilayet Meclisi önünde, Müslüman olamak ve komşu Müslüman delikanlıyla evlen­ mek istediğini bildirmişti. Resmî makamlarca artık yapılacak bir işlem k alm am ıştı. Konsolos Zohrab bunları anlattıktan son­ ra, akıl almaz bir genellemeyle, Osmanlı yönetimine veryansın ediyordu. “ Isla h a t Ferm anı kâğıt üzerinde kalıyor, uygulan­ mıyor. Hıristiyan çocuklar aile­ lerinden çalınıyor ve zorla Müs­ lüman yapılıyor. Osmanlı İmpa­ ratorluğunda artık Hıristiyanla­ rın güvenliği kalmadı; A v ru p alI­ la r d a tehlikede” diyordu. Oysa o tarihlerde Hıristiyan misyonerler Anadolu'da kol geziyorlar, in­ sanlara din değiştirtmek için uğramadıkları köy, çalmadıkları kapı bırakmıyorlardı. •Sermayenin dörtte üçü Ermeni azınlığın elindeydi 1869 yılında Ingiltere’nin E r­ zurum Konsolosu bulunan T ay­ lor, o yöredeki Ermeni azınlığı konusunda ilginç bilgiler topla­ mıştı. Küçük bir azınlık olmaları­ na karşın Ermeniler, Erzurum bölgesinde hemen hemen bütün ticareti ve tarımı ellerine geçir­ mişlerdi. Kasabalarda alış-veriş işleriyle sermayenin dörtte üçü Ermeni azınlığının elindeydi. Y i­ ne de Ermeniler haksızlıktan yakmıyorlar ve Rusya’ya eğilim gösteriyorlardı. Konsolos Taylor şöyle yazıyordu: “Bu yörenin her köşesinde Ermeniler, Türk hükümetinden acı acı yakınıyorlar. Aynı zaman­ da hiç sakınmadan Rusya’yı övüp göklere çıkarıyorlar... Da­ ha önce de belirtildiği gibi, E r­ menilerin bu tutumu, kiliseleri­ nin düşmanlık öğretilerinden ileri geliyor. Erzurum vilayetinde ya­ şayanlar, özellikle sınır boylarmdakiler, Diyarbakır ve Harput Ermenilerinden daha çok bu duyguları paylaşıyorlar. Erzu­ rum’da varlıklı Ermeniler arasın­ da, böyle duygulan az çok içten paylaşmayan bir tek kişi bulun­ duğunu sanmıyorum. Çünkü, Türk tebaası oldukları halde bu Ermeniler Rus pasaportu almış­ lardır. Elden geldiğince gizliden gizliye yürütülen Rus pasaportu ticareti bu yörede pek yaygındır. Benim görev çevremde bu sözde “Rusların” bulunmadığı bir tek kasaba yoktur.” Boşuna dememiş atalarımız: “Hacı sandığımızın haçı koltu­ ğunda çıktı.” Padişahın “sadık tebaası” sanılan Osmanlı Erme­ nisi meğer cebinde Rus pasapor­ tu taşıyormuş! El altından yürü­ tülen Rus pasaportu ticareti Doğu Anadolu’da almış yürü­ müş. Dışı Osmanlı, içi Rus, bir yığın insan türemiş ve bu "Ruslar” her kasabamıza sızmış. Konsolos Taylor’un anlattığı­ na göre, Erzurum’daki Rus konsolosu, Ermenilerin çarpık duygularını sürekli körüklüyormuş. Yerel Osmanlı makamlarıy- la ilişkilerinde bu Rus konsolo­ sun çalımından geçilmiyormuş. Bu Rus ajanı, iddialı gösterişle­ riyle cahil Ermenileri öyle etkile­ miş, öyle inandırmış ki, varsa yoksa Rusya imiş. Ermenilere olsa olsa Rusya arka çıkabilir­ miş. Bu düşünceye kendini kap­ tıran paralı Ermeniler, üçe-beşe bakmadan, birer Rus pasaportu ediniyorlarmış. Ceplerine Rus pasaportu koyunca artık kendile­ rini Rus kanadı altında ve güven­ cede samyorlarmış. İngiliz Kon­ solosu şöyle diyor: "B u gibi düşünceleri körükle­ mek, aynı zamanda var olan sıkıntıları abartmak ve hayali yakınmalar uydurmak, Rus hü­ kümetinin ve dolayısıyle Rus ajanlarının izlediği bir politika­ dır. özellikle Rusya’ya komşu doğu ülkelerinde, hoşnutsuzluk­ ları canlı tutmak Rusya'nın izle­ diği politikaya uygun düşmekte­ dir.” ★ Ingiliz konsolosu bu satırları 1869 yılında Erzurum’dan yazı­ yordu, Anadolu’nun doğu ucun­ da Ermeni hoşnutsuzluğu sürekli canlı tutulmak isteniyordu. Ara­ dan beş-altı yıl geçti geçmedi, derken Osmanlı imparatorluğu­ nun bambaşka bir yöresi, Rumeli kanadı karıştı. 1875'te Bosna-Hersek, arkasından Bulgar ayaklanmaları patlak verdi. Ayaklanan Balkan Hıristiyanları Avrupa’da büyük sempati top­ ladılar.Avrupa basının zembe- reği boşandı. Osmanlı yönetimi yerin dibine batırılıyordu. Ayak­ lanan Balkan Hıristiyanları gök­ lere çıkarılıyordu."Zavallı” Os­ manlI Hıristiyanları adına Avru­ pa ve Rusya çalkalanıyordu. Bu hava içinde Osmanlı Ermenileri­ nin hoşnutsuzluklan da körükle­ niyordu. Eylül 1876’da İstan­ bul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir H. Elliot, “ Ermeniler arasında bir hoşnutsuzluk hareketi var” diyordu. Bu hoşnutsuzluğun gi­ derek önem kazanabileceğine de­ ğiniyordu."Bu harekete Rus ajanlarının entrikalarının neden olduğunu” ekliyordu. Anlaşılan Ermeniler, Balkan Hıristiyanlarına özendirilmek is­ teniyordu. özenmeye başlamış­ lardı bile. Bulgarlar ve BosnaHersekliler için Avrupa harekete geçmişti. 1876 sonunda İstan­ bul'da önemli bir konferans toplanacaktı. “Tersane Konfe­ ransı” diye tarihe geçecek bu konferansta, belki Balkan Hıristiyanlarına bağımsızlık ya da özerklik verilecekti. Ermeniler ise unutuluyorlardı. Ayaklanma­ dıkları için mi? Ermenilerin kafası kurcalanmaya başlamış­ tı İstanbul Ermeni Patriği Ner­ ses, dayanamadı. Tersane konfe­ ransı arifesinde İngiliz Büyükel­ çisine çıktı. “Cemaatim pek heyecanlıdır” dedi. Ve şunları ekledi: “Avrupa devletlerinin sempa­ tisini kazanmak için ayaklanma çıkarmak gerekiyorsa (Ermeniler arasında da) böyle bir hareket yaratmak hiç de güç olmayacak­ tır." —YARIN:------------------------ERZURUM ERMENİLERİ RUS’TAN FAZLA RUS KESİLDİLER 4 NİSAN 1983 RÖPORTAJ ....... .......................— O frgg L'MELİ'nin bozgunu, g l Anadolu'nun salgını, İstanbul’un yangını” de­ miş atalarımız, 1877-78 OsmanlıRus savaşı, Rumeli'nin görülme­ miş bir bozgunu oldu. Bu bozgun, OsmanlIların gelmiş geçmiş bütün felâketlerini bastır­ dı. Ulusal bir felâket haline geldi. Rus panislavistleri Balkanlar'da Bulgarlar'a bir yurt açabilmek için oralardaki Türk halk kitlele­ rini söküp atmayı önceden plan­ lamışlardı. Bunun sonucu, sa­ vaş , halk kitlelerine indirilmiş ve yedi ay içinde 400.000 Türk kılıçtan geçirilmişti. Kılıç artığı 1 milyon kadar Rumeli Türk'ü de perperişan Trakya'ya, İstanbul’a ve B atı Anadolu'ya sığınmıştı. Doğu Anadolu’nun Rus işgaline düşmesi de o yörenin Türk-Müslüman halkı için pek acıklı olmuştu. Osmanlı Ermenileri için ise 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı bir felâket değil, fırsat oldu. Anadolü'nun kimi ücra yerlerinde E r­ iteni çeteleri, eli silah tutan Tirklerin cepheye gitmiş olmala­ rım fırsat bilip komşu Türk-Müslüman köylerine saldırdılar, ö r ­ neğin M araş’m Zeytun yöresin­ de, Babek adındaki bir eşkiyanın 200 kişilik Ermeni çetesi, komşu Tiirk köylerini ve Yürük oymak­ larını vurup yağma etti. Epeyce insanın canına kıydı. Ermeni tüccara gün doğuyor Rusların Doğu Anadolu'ya girişleriyle o bölgenin Ermeni tüccarına ve esnafına gün doğdu. Erzurum'daki İngiliz Konsolosu Trotter’in anlattıklarına göre, Doğu Anadolu Ermenileri Rus işgali sırasmda pek kârlı iş yapmışlar, hele alkollü içki satı­ şından bol para kazanmışlardı. Rus işgali sırasında Ermeni ticaretinin nasıl canlandığı gözle görülebiliyordu. Trabzon-Erzurum yolu boyunca Ermeni dük­ kânları kapılarım açmış, arı kovanı gibi çalışıyorlardı. Yük taşıma ücretleri iki kat artmıştı. Her yerde eski ve bakımsız Ermeni evleri onarılmış, Ermeni sokakları şenlenmişti. Ermeniler, Ruslar’ı evlerinde barındırı­ yorlardı. İşleri yolundaydı. Rus işgalinde acıklı bir yoksulluk içinde inleyen Türk komşularına nispet yaparcasına kazançlarını gösterişle sergiliyorlardı. Doğu Anadolu Ermenileri iş­ galci Ruslar'la iş yapmakla kal­ madılar. Rus işgal kuvvetlerinin hizmetine de girdiler. İşgalci Rusların arasında Ermeni asıllı subaylar da vardı. Kars'ta Tüm­ general Lazareff, Erzurum’da Binbaşı Kamsaragan gibi. Bun­ lar, kimi yerli Ermeniler'i Ruslar­ la işbirliğine çektiler. Binbaşı Kamsaragan daha önce Erzu­ rum’da Rus Konsolosu olarak bulunmuştu. Rus işgalinde E r­ zurum polis şefi oldu. Kendisi gibi bir Ermeni olan yardımcısı Teğmen Nikolosoff üe birlikte, birçok Ermeni’yi Rus polis hizmetine aldı. Ellerine biraz yetki ve silah verilen bu işbirlikçi Erzurum Ermenileri, ilk iş ola­ rak, Müslüman komşularına ezi­ yet ettiler. Rus’tan fazla Rus kesildiler. İngiltere’nin Erzurum Konsolosu Trotter: “ Hiç kuşku yok ki, Rus işgali sırasında yerel polis örgütüne alınan birçok Ermeni, fırsattan yararlanarak Müslümanlara ezi­ yet etmişlerdir. Rus viskonsolosvekili de bunu doğruladı ” diyor­ du Tohumlar atılıyor Bölgedeki Ermeni-Müslüman gerginliğinin kökünde işte bu yatar. Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal edince yerli Ermeniler’den bir bölümünü işbirliğine çekmiş­ ler. Ellerine silah verilen bu işbirlikçi Ermeniler, silahları­ nı önce Müslüman komşularına çevirmişlerdir. Böylece bölgede Ermeni-Müslüman sürtüşmesi tohumlan atılmıştır. Bu hava, Ayastefanos Antlaşması’na Ermeniler’le ilgili özel bir madde konması için gerekçe, ya da .....- ................... 1 İM ........ İstanbul'daki Ingiliz Büyükelçisi Slr H.Layard, Sultan Abdülhamid'i köşeye sıkıştırarak BabIâli'nin Osmanlı, Ermenileri leyhinde reformlar yapmasını istedi, aksi halde İngiliz donanmasının, Türk karasularına gireceğini bildirdi. R uslar’ın Doğu A nadolu’yu işgali ile Erm eniler işgalcilerin hizm etine girdiler Erzurum Ermenileri Rus’tan fazla Rus kesildiler ^ E rz u ru m 'd a k i İngiliz Konsolosu, Ermeniler'İn Türkler'e eziyet ettiklerini açıklıyor, Ruslarda bunu doğruluyordu ^ A y a s t e fa n o s antlaşm ası (3 Mart 1878) nın bir maddesi ile Ermeni adı ilk kez bir antlaşm aya girdi, Ermeniler uluslararası politika gündemine getirildiler bahane olmuştur. Ermeni adı böylece ilk kez bir uluslararası antlaşmaya girmiştir. Ayastefa­ nos Antlaşması İngiltere’yi hare­ kete geçirecek, bu kez Berlin Antlaşması’na Ermenilerle ilgili bir madde eklenecekti. Ondan sonra yeni yeni gelişmeler birbi­ rini izleyecekti... 1877-78 Osmanlı-Rus savaşıy­ la birlikte İstanbul’daki Ermeni aydınlarıyla kilisesi kökten tu­ tum değiştirmişlerdir Savaşın ilk döneminde İstanbul Ermenüeri padişaha bağlı görünüyorlardı. İstanbul Ermeni Patriği Nerses, birkaç kez, padişaha bağlı bir Osmanlı yurtsever olduğunu açıklamıştı. Hatta Osmanlı E r­ menileri, gönüllü asker yazılmayı bile düşündüler. Padişahın bir çağrısına uyarak Ermeni Meclisi 7 Aralık 1877 günü Patrik Nerses’in başkanlığında toplandı ve Ermenilerin gönüllü asker yazdarak Osmanlı yurdunu sa­ vunmaya katılmalarına oybirli­ ğiyle karar verdi. Ama savaşın gelişmesiyle birlikte bu kararın­ dan döndü. Osman Paşa’nın Plevne’cte teslim olduğu duyulun­ ca Ermeni Meclisi yeniden top­ landı ve gönüllü asker verme kararım değiştirdi. Ruslar Balkan sıradağlarım aşıp Trakya’ya doğru yürümeye başlayınca. Ermeni kilisesiyle aydınlan Osmanlı devletine büs­ bütün sırt çevirdiler. Ellerini Rusya’ya uzattılar.Osmanlı-Türk egemenliğinin artık sonu geldi, gelecek, sandılar. Ermeni kilise­ siyle aydınlarının tarihsel bir yanılgısıydı bu. Osmanlı devleti, 3 Mart 1878 günü General Ignatieff’in Osmanlı Hariciye Nazırı Savlet Paşa'ya (yukarda) dikte ettiği Ayastefanes (Yeşilköy) anlaşmasındaki 16'ncı madde ile Ermeni adı ilk kez bir antlaşmaya girdi ve Ermeniler ilk kez politika gündeminegetirilmlş oldular. Bu Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası idi. her şeye karşın, daha elli yıl yaşayacaktı. Ermeni önderleri yalnız bu bakımdan yanılmadı­ lar. Daha ilerisini de hiç düşüne­ mediler. Osmanlı devleti tarihe karıştıktan sonra da Anadolu’da bağımsız ve egemen bir Türk devleti olacaktı. Geçmişte oldu­ ğu gibi ilerde de Türklerle Ermeniler, aynı devlet içinde, bir arada yaşayabilirler, diyebilen ileri görüşlü bir Ermeni önderi çıkmadı. Tersine, Patrik Nerses ile Ermeni Meclisi, pek kısa görüşlü bir tutum içine girdiler. İşgalci Ruslarla gizli ilişkiler kurdular. Rus orduları Edirne’ye girince, Patrik Nerses, üç kişilik bir Ermeni heyetini Rus orduları Başkomutam Grandük Nikola ile görüşmekle görevlendirdi. Ocak 1878’de, kılıç artığı onbinlerce Rumeli Türk göçmeni, kar, buz, balçık, çamur içinde, buta-çıka, düşe-kalka, Trakya’da yol alma­ ya, canlarını İstanbul’a, Anado­ lu’ya atmaya çalışıyorlardı. Boz­ guna uğramış Rumeli boşalıyor, perişan Türk kitleleri Avrupa’­ dan ön asy a’ya dönüyorlardı. Tam o günlerde, sırtlarında sırınalı Osmanlı üniforması taşı­ yan Steafan Aslanyan Paşa ile Ohannes Nuryan Efendi Edirne’­ ye gittiler. Orada Kevork Rusçukluyan ile buluşarak, Ermeni Patrikliği’nin ve Ermeni Meclisi’nin delegeleri olarak, Grandük Nikola’mn huzuruna çıktılar. Os­ manlI Ermenileri’ninRus Çan’na hağlılığını bildirdiler ve Ruslardan lütuf dilediler. Grandük ile Rusya’nın İstanbul eski büyük­ elçisi panslavist General Ignatieff kendilerine söz verdiler: Ha­ sırlanmakta olsn barış antlaşma­ sına Osmanlı Ermenileri'yle ilgili özel bir madde konacaktı. Gerçek ten, 3 Mart 1878 günü General İgnatieff'in Osmanlı Dışişleri Bakam Safvet Paşa’ya dikte ettiği Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’na Ermeniler’le ilgili su madde eklendi: “ Madde lb — Ermenistan'da (Doğu Anadolu’da) Rus işgalin­ de bulunan ve Türkiye’ye geri verilecek olan toprakların Rus askerince boşaltılması, oralarda, iki devletin (Türkiye ile Rusya’­ nın) iyi ilişkilerine zararlı karı­ şıklıklara yol açabileceğinden,Babıâli, Ermenilerin yaşadığı vila­ yetlerde yerel durumun gerektir­ diği iyileştirmeleri ve reformları zaman yitirmeden gerçekleştir­ meyi ve Kürtler ile Çerkezler’e karşı Ermenilerin güvenliğini sağlamayı üzerine alır.” Ermeniler, uluslararası politika gündeminde Bu madde ile, Ermeni adı ilk kez bir antlaşmaya girmiş oldu. Ermeniler, uluslararası politika gündemine getiriliyorlardı artık. Osmanlı Ermenileri tarihinde bu bir dönüm noktasıydı. İstanbul Ermenileri, hele Rus yanlısı Ermeniler, pek sevindiler. Ama bir şey) unutuyorlardı: Bu antlaşmayı Osmanlı devletine dikte eden panslavist General İgnatieff, Slav çıkarlarından başka bir şoy düşünmüyordu. Gerçi Rusya ilerde Ermeniler’i diline dolay acaktı. Ama bunu Ermeniler'i düşündüğü için yap­ mayacaktı. ★ Ayastefanos Antlaşması, İn­ giltere’yi telâşlandırdı ve kamçı­ ladı. Rus-îngiliz rekabeti yeni­ den kızıştı. Antlaşma, Kars, Ardahan ve Batum ’un Rusya’ya katdmasını öngörüyordu. Bu, İngiltere’nin "hayatî” çıkarları­ na” ters düşüyordu. Rusların daha Kars ve Erzurum’a girdik­ leri günlerde, İstanbul’daki İngi­ liz Büyükelçisi Sir Henry Layard, Londra’nın dikkatini bu yöne çekti. Rusya'nın Kars, Ardahan ve Batum ’u toprakları­ na katmasının, İngiltere’nin “ha­ yatî çıkarlarına” şu bakımlardan ters düştüğünü uzun uzun anlat­ tı: (1) Orta Asya ve Hindistan Müslümanlarının gözünde Rus­ ya, gittikçe genişleyen ve önüne durulmaz bir devlet olarak bü­ yük nüfuz kazanacaktı ve Büyük Britanya İmparatorluğunun Asya'daki nüfuzunu sarsabile­ cekti. (2) Rusya bundan böyle Ana­ dolu ve İran içlerine doğru kolaylıkla yayılabilecekti. (3) Bu yayılma İngiltere’nin Hindistan'a giden en kestirme yolunu kapatacaktı. İngiltere, bir gün herhangi bir nedenle Süveyş kanalının kendisine ka­ patılabileceğini düşünerek Hin­ distan’a giden bir ikinci yolu açık tutmak zorundaydı. Bu yol Doğu Anadolu’dan geçiyordu ve en kısa yoldu. (4) Rus yayılması İngiliz tica­ retini baltalayacaktı. Bütün bu nedenlerle İngiltere, Doğu Anadolu topraklarının Rusya’nın eline geçmesini engel­ lemeye çalışmalıydı. Ingütere, Ayastefanos Antlaş­ ması’ nı değiştirtmek ve İngiliz çıkarlarıyla bağdaştırmak ama­ cıyla, vakit yitirmeden Rusya ile gizli görüşmelere girdi. Bu gö­ rüşmeler sonunda 30 Mayıs 1878 günü gizli bir Rus-İngiliz anlaş­ ması imzalandı. Rusya, Ayaste­ fanos Antlaşmasının Balkanlar’ls ilgili hükümlerinde değişiklik yapmaya razı oldu. Ama Doğu Anadolu’ya ilişkin hükümlerini değiştirmeye yanaşmadı. Yani Kars, Ardahan ve Batum'dan vazgeşmek niyetinde değildi. Doğu Anadolu, Asya’da İngilizRus çatışmasının düğüm nokta­ larından biri durumuna geldi. YÂRIN:-------------------------- ERMENİLER GÜVENCEYE ALINMI5 BİR YÖNETİM İSTİYORDU RÖPORTAJ 6 NİSAN 1983 R M E N İL E R İ Balkan Hıristiyanlarıyla karşı* taştırmak. Erman! mili­ tanlara pek çekici görünüyor­ du. Etkin bir propaganda silahıydı bu. ilk bakışta Avrupa­ lIları da etkileyebilecek gibi gö­ rünüyordu. Ermenilerin Balkan Hıristiyanlarmdan nesi eksik?.. Onlara da neden özerklik veril­ mez, denebilecekti. Ne var ki, bu düşünce temelden sakattı. Çün­ kü, Balkan Hıristiyanları, Ru­ meli’nin her yerinde değilse bile, belli bölgelerde topluca yaşıyor­ lar, o bölgede nüfus çoğunluğunu oluşturuyorlardı, örneğin Tuna vilâyetinin doğu bölgelerinde Türkler, Batı bölgelerinde Bulgarlar çoğunluktaydı, BosnaHersek, Doğu Rumeli vilâyeti vb. gibi yerlerde de birer Hı­ ristiyan nüfus yoğunluğu vardı. Anadolu’nun ise, hiçbir yerinde bir Ermeni yoğunluğu ya da ço­ ğunluğu yoktu. Hiçbir vilâyette, hiçbir sancakta Ermeniler ço­ ğunlukta değildi. Kimi zaman amaçlı olarak “Ermeni vilâyetle­ ri” denen Erzurum, Van, Bitlis gibi Doğu vilâyetlerinde de E r­ menilerin Müslümanlara oram beşte bir kadardı. Gerçi E r­ meniler, küçümsenecek bir azın­ lık değildi. Ama her tarafa dağılmışlardı ve Müslümanlarla içiçe yaşıyorlardı. Böyle bir nü­ fus yapısı üstüne bir Ermeni prensliği kurmayı ummak, düş görmekti. X IX yüzyıl Avrupa sında moda olan milliyetler pren­ sibine de ters düşüyordu. Bu bir. E Türklerin özyurdu Sonra, Anadolu, türklerin öz yurduydu. En azından dokuz yüzyıldan beri Türkler Ana­ dolu’da öylesine derin kök sal­ mışlardı ki, onlan buradan söküp atmak söz konusu olamazdı. Hele Rumeli’den sonra Ana­ dolu’dan da Türkleri atmayı düşünmek, hiç akıl harcı değildi. Türkleri söküp atmadan ya da yoketmeden Anadolu’da bir E r­ meni prensliği ya da devleti kur­ mayı düşünmek ciddî olamazdı. Ama Ermeni liderler bunu ciddî ciddî düşünüyorlardı ve Berlin kongresinden sonra Ermeniler arasındaki tartışmalar sürüp gi­ diyordu. Rus yanlısı Osmanlı Ermenileri, Berlin antlaşmasını acı acı eleştirirken, İngiliz yanlısı E r­ meniler antlaşmayı övüyorlardı. İstanbul’da çıkan İngiliz yanlısı Ermeni gazetesi Lira kir, Berlin antlaşmasını Osmanlı Ermenilerine şirin göstermek için sürekli yaym yapıyordu. Eski Patrik Hınmyan ile birlikte Berlin'e Anadolu T ürklerin özyurdu idi İngiliz belgelerinde Türkleri OSMANLI ERMENİLERİ atmayı Bilâl Şimşir Türk Tarih Kurumu lErmeniler 1879'da yayınladıkları bir broşürde «Eylem, eylem yine eylem, Türkiye'de eylem, A vrupa'da eylem, durmadan eylem» diyorlardı (Ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'ye göre: «Anadolu'da Ermenilere özerklik vermek 'pek vahim ' sonuçlar doğururdu» gönderilmiş olan Nurias Çeras, 1879’da bir de broşür yayınladı. Soydaşlarına şöyle seslendi: "Berlin kongresi, Ayestefanos Antlaşmasının X V I. maddesi yerine 61. maddeyi koymakla kalmadı; yani maddenin sıra nu­ marasını değiştirmekle yetinme­ di. İlerde kuracağımız ulusal bi­ nanın (Ermeni devletinin) temel­ lerini de attı. Türk-İngiliz anlaşması (Kıb­ rıs anlaşması) da bizim için ayrı bir nimet oldu. Gerçi Avrupa bize özerklik vermedi, ama bize öyle bir mad­ de bağışladı ki, bu bizi, erişmek için yanıp tutuştuğumuz amaçl­ ınıza ulaştıracaktır. Babıâli, Ermenilerin yaşadığı yerlerde gereken reformları yap­ maya söz verdi: Bu reformlar, bir gün idari özerkliğe dönüşecek­ tir... Cesaretimizi yitirmeyelim; bize bahşedilen nimetlerden en büyük yaran sağlamaya çalışa­ lım. Avrupa elimize silahlan ver­ di; paslanmadan bu silahlan kul­ lanalım.” Babıâli, Ermenistan’da (Do­ ğu Anadolu’da) reform yapmaya söz verdi; bu reformlar ger­ çekleşmezse, eyleme geçmek ge­ rekir. Babıâli, Ermenileri Kürtlere ve Çerkezlere karşı korumaya söz verdi. Kürtier ve Çerkezler cezalandmlmadan kalırlarsa eyle­ me geçmek gerekir.” “ Babıâli, gereken reformlan yapmaya, büyük devletler de bu reformlann yapılışını gözetleme­ ye söz verdiler. Büyük devletler bu gözetlemeyi yapmazlarsa ya da yetersiz yaparlarsa eyleme geçmek gerek. Ulusumuz umutsuzluğa ka­ pılmasın; bir yandan Ermenis­ tan’da, öte yandan da Avrupa'da çalışmak gerek. Berlin kongresiyle bir altın madeni elde ettik. Bu maden ocağını çalıştırmak ve altım çı­ karmak bize düşer.” Eylem, eylem, eylem % İşte, Nurias Çeras’m broşü­ ründen bir parça. Broşürün E r­ menilere mesajı açıktır: Eylem, eylem, yine eylem deniyor. Tür­ kiye’de eylem, Avrupa’da eylem. Durmadan eylem. Sözde ılımlı ya da Batı yanlısı Ermenilerin gö­ rüşü buydu. Rus yanksı E r­ meniler silaha sarılmak gerek derken, Batı yanlısı Ermeniler eylem, eylem diye haykırıyor­ lardı. Her iki kanadın ilk amacı Ermeni özerkliği idi. Yollan biraz değişikti. Aşırılar amaca kestirmeden, ılımlılar ise biraz uzunca yoldan ulaşmak istiyor­ lardı. Her iki kanat da sakin E r­ menileri kışkırtıyorlardı. Ermenilere özerklik vermek vahim sonuçlar doğurdu Kısacası, Lord Salisbury, E r­ meni özerkliği düşüncesini bir kenara itiyordu. Anadolu’da E r­ menilere özerklik vermek, “pek vahim” sonuçlar doğurur diyor­ du. Hiç değilse o tarihte, Ermeni liderlerinin özerklik istekleriyle, İngiltere’nin politikası aynlıyordu. İngiltere, Doğu Anadolu’da Ermeni özerkliği değil, bir çeşit İngiliz protektorası kurmak pe­ şindeydi. Bölgenin kontrolünü doğrudan ele geçirmeyi düşünü­ yordu. Gerçi Salisbury, bu ama­ cını açığa vurmuyordu. Ama Babıâli’ye empoze etmek istediği “reformlar” . Doğu Anadolu’da İngiliz protektorasına yolaçabilecek nitelikteydi, ilk ağızda Lord Salisbury, dört ana maddede toplanan şu reform paketini or­ taya koyuyordu: 1) Doğu Anadolu’da yeni bir jandarma kuvveti kurulacaktı. Ayn bir ordu gibi olacak bu yeni ve bağımsız kuvvet, Avrupalı (yani İngiliz) subaylarca örgütle­ necekti. Bu kuvvetin komutanı da Avrupalı olacaktı. Bölgede yaşayan Ermenileri korumak için böyle bir kuvvet gerekli sayılı­ yordu. Ama jandarma, tek başı­ na yetersiz kalırdı. 2) Lord Salisbury’nin projesi­ ne göre; Doğu Anadolu’da yeni bir adliye örgütü oluşturula­ caktı. Gerekli görülecek her vi­ lâyette yeni birer yüksek mah­ keme kurulacaktı. Bu mahkeme­ lerinin her birinin başında — Mı­ sır’da olduğu gibi— birer Av­ rupalI yargıç bulunacaktı. Böl­ gedeki bütün mahkemelerin ka­ rarlan, bu Avrupalı (ya da In­ giliz) yüksek yargıcın onayından geçecekti. Onun onayı alınmadan hiçbir Osmanlı mahkemesinin hiçbir kararı kesinleşmeyecekti. Başka bir deyimle, bu Avrupalı ya da İngiliz yüksek yargıçlar, bölgedeki Osmanlı yargı organlannı kontrolleri altına alacaklar, onların bütün kararlarını veto edebileceklerdi. Osmanlı mahke­ melerinin “adaletsiz” kararlarına karşı Ermeniler ancak böyle ko­ runabilirdi. Ama bu da yetmez­ di. İngiliz projesinin arkası var­ dı. 3) Doğu Anadolu’da vergi sis­ tem i kökten d eğ iştirilecek ti. Aşar Vergisi kaldırılacak, yerine, Ingilizlerin Hindistan’da uygula­ dıkları vergi sistemine benzer bir düzen kurulacak; maktu bir vergi konacak ve bu vergi, para olarak ödenebileceği gibi, mal olarak da ödenebilecekti. Doğu Anadolu'da kötü Osmanlı vergi sistemi, ancak yetkili Avrupalı uzm anlarca d eğ iştirileb ilird i. Anadolu'dan düşünmek hiç akıl harcı değildi Onun için her vilâyete birer Av­ rupalI vergi alımcısı (Revenue Collector) atanacaktı. Olağan­ üstü yetkilerle donatılmış bir “süper defterdar” niteliğindeki bu Avrupalı ya da İngiliz “ver­ gici” , hem vilâyetin vergi siste­ mini kökten değiştirecek, hem de vilâyetin tüm gelirlerini denetimi altına alacaktı. Vilâyette top­ lanacak bütün gelirler, bu Av­ rupalI uzmandan soru lacak, onun onayından geçecekti. Böylece, Anadolu Ermenisi Osmanlı vergi sistemi altında ezilmekten kurtulacaktı. 4)Son olarak Lord Salisbury, valiye de değiniyordu. Üç mad­ dede sıraladığı yukardaki re­ formların etkin ve dürüst bi­ çimde uygulanabilmesinde va­ linin kişiliği önem taşıyordu. Ama Salisbury, vali konusunda biraz kapalı konuşuyordu. Böl­ gede Jandarma Komutanı Av­ rupalI olacak, yüksek yargıçlar ve defterdarlar da Avrupalı ola­ cak dedikten sonra, vali de Av­ rupalI olacak diyecek gibiydi, ama bunu demiyordu. Yalnız şunu söylüyordu: Doğu Ana­ dolu’ya atanacak valilerin seçi­ minde İngiliz büyükelçisi padi­ şaha yol gösterecek ve yardımcı olacaktı. Yani padişah, vali se­ çerken, İngiliz büyükelçisine da­ nışacaktı. Sonra padişah, atanan valiyi istediği gibi değiştire­ meyecekti. Vali, en az beş yıl görevi başında kalacaktı. Aym biçimde Doğu Anadolu’ya atana­ cak Avrupalı yüksek yargıçlarla Avrupalı defterdarlar da uzun süre yerlerinde kalacaklardı. Disraeli başkanlığındaki İngi­ liz muhafazakâr hükümetinin, Ağustos 1878’de Doğu Anadolu için hazırladığı reform projesinin ana çizgüeri işte bunlardı. Bu proje, ayrıntılı gerekçeleriyle bir­ likte, bir notaya döküldü ve 20 Ağustos 1878 günü Sadrazam Safvet Paşa’ya sunuldu. VADIM’ İngiliz elçisi, «Padişah ın lacı gider» diyordu 7 NİSAN 1983 • İNGİLİZ BÜYÜKELÇİSİ LAYARD, «DOĞU A N A D O LU 'D A REFORMLAR YAPILMAZSA, ERMENİLER AYAKLANIR» DİYORDU a ORULAR, zihinleri kur­ calıyordu. Herhalde sütten ağzı yanmış olan Babıâli yoğurdu üfleyerek içmek zorundaydı. Babıâli, Osmanlı egemenlik haklarını İngilizlere kaptırma­ mak için çaba harcıyordu. 24 Ekim 1878’de İngiliz notasına karşılık verdi. Doğu illerimizde özel bir jandarma kuvveti kur­ mayı, bunun AvrupalI subaylar­ ca örgütlenmesini, jandarma ör­ gütünün merkezî bir idare organı olmasım ve burada Avrupalı subaylar da görevlendirilmeyi, bazı mahkemelerde Avrupalı müfettişler kullanmayı düşün­ düğünü bildirdi. Ancak Babıâli, inisyatifi elinde tutmak, ipin ucunu İngiltere’ye kaptırmamak niyetindeydi. Avrupalı uzman­ ların birer Osmanlı görevlisi gibi, padişahın buyruğu altında iş görmelerini öngörüyordu. Re­ formlar yapabilmek için İngil­ tere’den borç para almayı da dü­ şünüyordu. Sonra Babıâli, 1879 yılında doğu Adanolu’ya ıslahat ko­ misyonları da gönderdi. Ermeni ve Türk üyelerden oluşan bu ko­ misyonlar, Erzurum, Van, Di­ yarbakır yörelerinde araştırma­ lar yaptılar. Halkın dertlerini, isteklerini belirlemeye çalıştılar. Kendi inisyatifiyle reform lar yapmaya çalıştığını göstermek istiyordu Babıâli. S rö po rtaj "Padişah tacı tahtı gider" Ama bu çabalar Ingilizleri ta t­ min etmedi. Reform konusunda tngüiz baskılan giderek arttı. Ingiliz Büyükelçisi Layard, re­ formlar yapılmazsa, padişahın tacı tahtı gider diye tehditler sa ­ vurdu. Yoksa, “Anadolu Bulga­ ristan’a benzer” diyordu. Yani Ingüizler’in istediği reformlar yapılmazsa Ermeniler de Bulgarlar gibi ayaklanırlar, bunun sonunda Anadolu da parçalanır demeye getiriyordu. O günlerde Bulgaristan’ı hatırlatmak BabI­ âli’nin kanayan yarasına tuz basmak gibiydi. Tuna vilayetin­ de bir Bulgaristan prensliği ku­ rulması ve bu yerlerin Osmanlı Imparatorluğu’ndan kopmasının üzerinden henüz bir yıl bile geç­ memişti. Ingiliz büyükelçisinin bu gibi dokunaklı sözleri BabI­ âli’yi daha da kuşkulandırıyor, dikkatli olmaya itiyordu. İngiliz baskıları da günden güne ar­ tıyordu. Daha sonra Ingiltere, diplomatik baskıdan silâhlı teh­ dide kadar üeri gidecek, bir ara İngiliz Akdeniz filosuna Türk sularına doğru yürüme emri ve­ rilecekti. Bu baskılar, 1880 ba­ harında muhafazakâr hükümetin iktidardan düşmesine kadar sü­ recekti. O tarihte Ingiltere’de liberal Gladstone hükümeti başa geçecek ve Türkiye bakımından gelen gideni aratacaktı. Bu arada Ermeniler özerklik isteklerini sürdürüyorlardı. İn­ giltere Doğu Anadolu’da bir çe­ şit protektorayı amaçlayan re­ formlar konusunda baskı yapar­ ken, Ermeniler özerklik diye di­ reniyorlardı. Kimi ingilizlere gö­ re Ermenilerin özerklik emelleri hem “aptalca” hem de “tehlike­ li” bir düşünceydi. 1878 yılında Doğu Anadolu’da uzun bir ince­ leme gezisi yapan Ingiliz Ge­ nerali Baker Paşa bu konuda şunları yazıyordu: “Birçok ileri gelen Ermeni ile yaptığım konuşmalardan şunu anladım ki, Ermeniler gelecek için büyük emeller beslemekte­ dirler. Bu emelleri uygulanabilir olmadıktan başka kendileri için de tehlikelidir. Ermeni özerkliği plânının ne kadar aptalca bir şey olduğunu anlayabilmek için bu ülkeyi tanımak gerek. Erme­ niler her yerde azınlıktadırlar. Genel olarak nüfusun üçte biriyle beşte birini oluştu ru yorlar. Özerklik onları Kürtlerin insafı­ na terkedecektir. p zaman du­ rumları şimdikinden on kat daha kötü olacaktır. Sonra özerklik kışkırtmaları Türk makamlarını 1878 yılında OsmanlI sultanı adına (ortada) Doğu Anadolu’da bir denetleme gezisine çıkan Ingiliz Generali Baker Paşa (solda) gezi sonundaki notlarında Hıristiyanların, MOslümanlardan çok daha iyi durumda olduklarını yazmıştı. ^ Z ^ k J S Z ^ - osm ıniuar arasında bir samimiyet doğ- ,__... -o ,,,™ ^oJokelçlliû yapan Sir A u s t e n ! ^ E * ? 5® F ^ Z n îr il inu, ^ Layard: ((İngiltere'nin istedikleri olmazsa, padişahın tacı gider» Kimi İngilizlere göre, Ermenilerin özerklik emelleri hem "aptalaca", hem de "tehlikeli" bir düşünce idi D. Anadolu'da bir gezi yapan İngiliz Generali Baker Paşa, "Hıristiyanlar, Müslümanlardan çok daha iyi durumda" diye yazıyordu kuşkulandırıyor. Bütün araştır­ malarım şunu kanıtlıyor ki, bu vilâyetlerin yönetilişi pek iyi ol­ mamakla birlikte, Hıristiyanlar Müslümanlar’dan çok daha iyi durumdadırlar.” İngiliz Büyükelçisi, Ermeni patriğinden usanmıştı Ermeni kilisesiyle militanlan bunlan pek düşünmeden ateşli bir kampanyaya giriştüer. Ber­ lin Antlaşması ’ndan sonraki dönemde yabancı elçilikleri bir dilekçe yağmuruna tuttular. Av­ rupa'nın dikkatini Ermeniler üzerine çekmeye çalıştılar. Osmantı yönetiminin dayanılmaz olduğu, E rm en iler’in ancak özerk bir yönetimle kurtulabile­ ceklerini ileri sürdüler. Kimi za­ man ufak tefek olaylan kat kat büyüterek anlatıyorlardı. Kimi zaman hiç yoktan yakınma ko­ nulan uyduruyorlardı. Kumkapı Ermeni Patriği Nerses, “ar­ zuhalci başı” gibi durmadan yabancı elçilik lere dilekçeler, telgraflar yağdırıyordu. Olaylan abartıyor, çarpıtıyordu. İngiliz Büyükelçisi Layard bile patriğin bu tutumundan usanmaya baş­ lamış gibiydi. 30 Haziran 1878 günlü bir yazısında “araştırma­ larla kanıtlanmıştır ki” diyordu, “ Patriğin bu tür telgraftan, ge­ nellikle pek abartılmış sözler içe­ rir.” İngiliz asker konsolosları 1879 yılında Ingiltere, Anado­ lu’nun başlıca kentlerine birer asker-konsolos atadı. Sivas’a Albay Wilson, Erzurum’a Bin­ başı Trotter, Van’a Yüzbaşı C layton, K a y se ri’ye Yüzbaşı Cooper vb. gönderildiler. Mes­ lekten asker olan bu kimselerin konsolos olarak atanmalan yeni bir uygulamaydı. Pek alışılmış değildi. Asker-konsoloslann gö­ revleri, ana çizgileriyle şöyle be­ lirtilmişti: “ Anadolu ahalisinin çeşitli sınıflan üzerinde araştır­ malar yapmak” , “Yerel Türk yöneticilerine öğütler vermek” , “ Yerel Osmanlı m akam ları katında girişimlerde bulun­ mak” , “ Anadolu'da yapılacak reformlann uygulanmasını gö­ zetlemek ve bu uygulamanın hakkıyla yapılm asını s a ğ la ­ m ak...” Sivas’a Başkonsolos olarak atanan Albay Wilson, bu görevle yetinmemiş kendisini O rta Anadolu’da bir çeşit “özel Ko­ miser” olarak görmüş, olağanüs­ tü siyasal yetkiler istemişti. Bu konuda Büyükelçi Layard ile sürtüşmeye girmişti. Büyükelçi, siyasal yetki konusunu zaman­ sız buluyordu. “ Anadolu’da gö­ revlendirilen Majesteleri Konso­ loslarına siyasal yetkiler tanın­ ması için direteceğimiz zaman gelecektir" diyordu. İngiliz asker-konsoloslarınm Anadolu'ya gelişleri Osmanlı Ermenilerini şöyle bir dalgalandır­ dı. Militan Ermeniler, halkı kış­ kırtmak için bunu bir fırsat say­ dılar. Köylere varıncaya kadar Ermeni kitleleri kışkırtılıp mey­ danlara döküldüler. Ingiliz Kon'soloslan sanki Anadolu'yu yö­ netmeye geliyorlarmış gibi bir hava yaratıldı. Gelenler sanki Ermenilerin “ kurtarıcılarıydı” . Kimi Ingiliz konsoloslarının tutumları, da Ermeni kaynaşma­ larım kamçıladı. Bunlar, köy köy Anadolu’yu dolaşmaya koyuldu­ lar. Gidecekleri yerlere önceden haberler uçtu. Her yerde karşıla­ ma törenleri düzenlenmesi bek­ lendi. Ingiltere’nin Van viskonsolosu Yüzbaşı Clayton, 31 Tem­ muz 1879 günü Muş’a varışım şöyle rapor ediyordu: “ Ertesi gün (31 Temmuzda) Muş'un dört saat uzağında bir Ermeni heyeti beni karşıladı. Piskoposun evinde kalmam için beni resmen davet etti. Piskopos'u Erzurum’da görmüş ve da­ vetini zaten kabul etmiştim. Muş’a bir saat kala Piskopos’un yardımcısıyla ileri gelen Ermenilerden oluşan kalabalık bir kitle beni karşılamaya geldi. Kente yaklaşırken Muş Ermeni­ lerinin yandan çoğu beni karşıla­ dı. Çeşitli okullann çocuktan, ki­ lise ayin elbiseleriyle süslenerek sıra sıra dizilmişlerdi. Biraz iler­ de bir süvari albayı, birliğiyle bana eşlik etti. Hepsi beni Pisko­ pos un evine kadar götürdüler.” Kadını-erkek, çoluk-çocuk Muş Ermenileri işi gücü bırakıp yollara dökülmüşlerdi. Yirmi yirmibeş kilometre ötelere kadar temsilciler salmışlardı. Alâ-i valâ ile Ingiliz muavin konsolo­ sunu karşılıyorlardı! Muş Ermeni piskoposu Jean, kırık-dökiik bir Fransızca ile, bir de ateşli karşılama nutku çek­ mişti. Ingiliz muavin konsolosu­ na, bir krala ya da prense sesle­ nir gibi “ Majeste” , "A ltes” diye seslendi. Olup bitenleri sessizce seyreden Osmanlı süvari albayı­ nın önünde, hiç sakınmadan, İngiliz viskonsolosuna şöyle ses­ lendi: “Ekselans, IzdıTap dolu bir yürekle ko­ nuşuyorum. Bu halk, benim aracılığımla ve derin bir say­ gıyla gelişinizi selamlayıp al­ kışlıyor. Gelişiniz bizim için bir gurur kaynağıdır. Milletimiz, uzun zamandır, konkunç kötülükler, baskılar ve felâk etler altında boğulm ak­ tadır. Altı yüzyıldan beri bu zor­ banın boyunduruğu altında inli­ yoruz. Bu vatanda mutluluk yok; her tarafta hıçkırıklar, göz yaşları ve sefalet var... Siz Altes, bahtsızların koruyucususunuz. Bu halk, içine gömülmüş ol­ duğu mezar kasvetini ve sessizli­ ğini artık görmeyecek. Siz, Ma­ jesteleri, bize özgürlük bahşede­ ceksiniz; her tarafa özgürlük yayacaksınız. Umudumuz gizsi­ niz. Saygıdeğer Efendimiz size ta­ pan bu halkı seviniz ve onu se­ faletten kurtarınız.” Ermeni sorunu işte böyle böyle filizlendi. O gün yortu giy­ sileri içinde Ingiliz viskonsolosunu karşılayan ve Ermeni pis­ koposunun bu ateşli söylevini dinleyen Ermeni çocuklarından bir bölümü, onbeş yıl sonra silahlı birer komitacı olup çıka­ cak ve bölgeyi kana bulayacak­ lardı. Ermeni militanlan rüzgâr ekiyorlardı, fırtına biçeceklerdi. ★ Ingiliz asker-konsolosları Anadolu’da reform yaptıracaklar­ dı. Başlıca görevleri yapılacak reformlann uygulanışını gözetle­ m ekti. Bu uygulamanın “hakkıyla” yapılmasını sağla­ maktı. Peki, bu konsoloslar “reform” denince ne anlıyorlar­ dı? Bu konuda kafalannda neler vardı? Van Viskonsolosu Yüz­ başı Clayton, 29 Kasım 1879 günlü raporunda özetle şunları yazıyor: “Doğu Anadolu'da huzur ve refah sağlanınca dışardan bura­ ya Ermeniler akın edeceklerdir. Nüfusları artan Ermeniler Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmaya çalışacaklardır. Ama böyle bir bağımsız Ermeni devle­ ti, Rusya’nın güneye yayılması­ na engel olabileceğinden, Ruslar bunu yaşatmazlardı. Rusya, ya Ermenilerin sürekli huzursuzluk içinde kalmalarını ve bir gün Rusya’dan yardım isteyebilecek duruma düşmelerini yeğleyecek­ ti; ya da kurulacak Ermeni dev­ letini yutmak için yollar araya­ caktı. Yutmak, iki biçimde ola­ bilirdi: Ya yeni devlet içinde anarşi ve kargaşa yaratarak E r­ menilerin Rus pençesine düşmesi yoluyla; ya da yeni devletle Rus­ ya’nın dostluk ve ittifak kurma­ sı yoluyla olabilirdi. Her iki yolla da Rusya bu yeni Ermeni dev­ letini yutabilirdi. Buna fırsat vermemek için In g ilte re , Doğu A nadolu’da yapdacak reformlara öyle bir yön vermeliydi ki, bağımsız Ermeni devleti ya hiç kurulmamalı, ya da kurulursa Rusya’ya yem olmayacak biçimde kurulmalıy­ dı." Ingiliz konsolosu, Anadolu üzerinde ya bir Ingiliz protektorası, ya da uluslararası bir protektora kurulması gerektiğini, reformları da bu yöne doğru çek­ mek gerekeceğini üeri sürüyor­ du. Yabancı protektorası altında Ermeniler, Türkiye üzerinde söz sahibi hatta birinci derecede söz sahibi olacaklard ı. “ Anadolu Devleti’nin liderleri” durumuna geçeceklerdi. Ama Ingiliz Konsolosu, Os­ manlI Devletinin yıkılacağı inan­ andaydı. öyleyse reformlarlngiliz veya Avrupa protektorası altmda bir Ermeni devleti kurul­ masına doğru yönlendirilmeliy­ di. tngilizin düşüncesine göre bu söyle olacaktı: önce, Ermeniler, İngiliz veya Avrupa protektorası altında ser­ pilecekler, güçleneceklerdi ve si­ yasal bakımdan hazırlanacak­ lardı. Sonra, dışardan Doğu Anadolu’ya Ermeni nüfusu geti­ rilecekti. Böylece bölgede Erme­ ni nüfusu artacaktı. Ama ne ka­ dar artarsa artsın Ermeniler yine azınlıkta kalacaklardı. Bunun için, ikinci adım olarak, Türk nüfus Doğu Anadolu’dan peyder pey uzaklaştırılacaktı. Geriye Kürtler ve Süryaniler kalacaktı. Süryanilerle Ermeniler, mezhep ayrılıklarını bir yana bırakıp kaynaştırılacaktı. Kürtler ise “Si­ lah zoruyla hizaya getirilecekler” Ermenilerle birlikte yaşamaya zorlanacaklardı. Bütün bunlar, Osm anlı yönetim i altınd a, reformlann uygulaması olarak, y ap ılacak tı Zamanı gelip Osmanlı Devleti çökünce de Ermenilere ayn bir devlet kurdunılacaktı. Ama bu iğreti dev­ let kendi kendine yaşayamayaca­ ğı için, bunun üzerinde ‘güçlü bir İngiliz protektorası” kurula­ caktı. Ingiliz görüşüne göre, Rus­ ya'nın güneye doğru yayılması ancak böyle önlenebiliıtli. Yani, Doğu Anadolu’da güçlü bir Ingi­ liz protektorası kurularak Rus yayılmasına bir set çekilebilirdi. Bütün reform yolları Ingiliz protektorasma çıkıyordu. İngiliz Konsolosu Clayton, görüşlerini düğümlüyor ve; “Düşünülecek ikinci nokta, bu programı gerçekleştirmek için uygulanacak reformların özelli­ ğidir” diyordu. Bu program, Konsolos Emılius Clayton’un kendi kafasından çıkmış kişisel düşünceler değüdi. O zamanki Ingiliz politikası doğ­ rultusunda kaleme alınmış bir program dı. Bunun unsurları Lord Salisbury’nin 8 Ağustos 1878 tarihli yönergesinde de var­ dı. Yalnız Salısbury biraz kapalı konuşurken, Konsolos Clayton daha açık-seçik yazabilmişti. Babıâli, bu îngüiz reform programını ilaç değil, zehir ola­ rak görmüş ve içmekten yan çiz­ miş ise, suçlanmamalıdır. Rume­ li'den sonra Anadolu'nun da el­ den gitmesine varacağı besbelli olan böyle bir programı hiçbir Osmanlı Hükümeti isteyerek ka­ bul edemezdi. Anadolu'nun ezici Müslüman çoğunluğunu küçük Ermeni azınlığına feda etmesini Müslümanların halifesi sayılan padişahtan kimse bekleyemezdi. — YARIN: Ermeni-ingiliz oyunlarını bozan Kâmil Paşa görevden atılıyor 8 NİSAN 1983 RÖPORTAJ Kâmil Paşa, Ermeni OSMANLI . İngiliz oyunlarım tRMtNİLIRl bozduğu için valilik görevinden atıldı İnailiı belgelerinde | SOSİS %Maraş'm bir kaza merkezi otan Zeytun'da Ermeniier ayaklanmayı , deneyince Halep Valisi Kâmil Paşa işi oluruna bırakmadı... O N GlLtZ Büyükelçisi Layard, 12 Haziran 1879 günhi raporunda bir nok­ taya parmak basıyordu: "Babiâli, dikkatli, akılb ve ileri görüşlü davranmazsa, yakında Anadolu’­ da, son savaşa neden olan Bulgar sorununa benzer bir Ermeni so­ runuyla karşı karşıya kalacakta” diyor ve ekliyordu: “B ir Ermeni ulusu yaratmak için aynı entri­ kalar bu kez Anadolu’da çevrili­ yor. Hristiyan yaygarasına ve Avrupa müdahalesine neden ola­ bilecek bir durum oluşturulmak isteniyor." Bulgar ayaklanması, 1876 ba­ harında, Rodoplann kuzey ete­ ğinde, Filibe sancağına bağh dört köyde patlak vermiş ve bastırıl­ mıştı. Bu köylerin toplam nüfusu dört bini bulmuyordu, ama Av­ rupa’da ve Rusya’da, “ Türkler 100.000 Bulgan kılıçtan geçirdi” diye büyük bir yaygara koparıl­ mıştı. Tozdan dumandan ferman okunmayan böyle yoğun bir pro­ paganda havası içinde Rusya, Osmanlı 1mpara torluğu' na savaş açmış ve sonunda bir Bulgar Prensliği kurulmuştu. Ne var ki, Bulgar devletinin yaratılması 400.000 kadar masum Rumeli Türkü’nün canına mal olmuştu. Bir milyon kadar Rumeli Türk’ü de yurtlarından koparılıp atılmış­ tı. Şimdi, üç yıl sonra, 1879’da aynı kanlı oyunlar Anadolu’da tezgâhlanmak isteniyordu. Açık açık yazılıyordu: “Doğu Anado­ lu’dan Türkler atılmalı, Ermenilere yer açılmak, dışardan buraya Ermeni nüfus ithal edilmeli" de­ niyordu. Bu oyunu tezgahlama­ ya çalışan aktörler çoktu ve çeşit­ liydi _Ama söylemek gerekir ki. Sir Henry Layard’a doğrudan bağlı İngiliz konsolosları arasın­ da da entrikacı tipte olanlar var­ dı. Bunlardan biri Halep’teki İn­ giliz Konsolosu P.Henderson idi. “ Zeytun olayı” nda Henderson'un tutumu, Bulgar ayaklanma­ sında Rusya 'ran Filibe Konsolo­ İ )BABIÂLİ’NİN HALEP VALİSİNİ DA ŞIMARTMIŞTI AZLETMESİ ERMENİLERİ DAHA I nnefi »i RUSYA’NIN ERMENİ yÇIKARLARINI ın s n u n n ım DÜŞÜNDÜĞÜ YOKTU. HER İKİ TARAF ERMENİLERİ GİBİ Rl IPİYON ' KULLANIYORDU su Nayden Geroffun oynadığı ro­ lü pek hatırlatıyordu. Biraz aça­ lım. «Zeytun olayı» Zeytun, Maraş sancağına bağ­ lı küçük bir kaza merkeziydi. Anadolu'da Ermenilerin çoğun­ lukta olduğu birkaç küçük kasa­ badan biriydi Kasabada 30 Müslüman, 1000 kadar Hıristi­ yan köyüne karşılık 22 Müslü­ man köyü vardı. Toros dağları­ nın sarp tepeleri arasına gizlen­ miş olan Zeytun, oldum olası bir eşlaya yatağıydı. Zeytun Ermenileri arasında her zaman sabıka­ lı Ermeni eşkıyaları yuvalanmış­ tı. Ermenilerin çoğunlukta ve si­ lâhlı olduğu bu dağ kasabası, kış­ kırtmalara pek elverişli bir yerdi. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sı­ rasında Zeytun Ermenileri, Babek adında sabıkalı bir eşkıyanın elebaşılığı altında, civar Türk köylerine silahlı soygunlar dü­ zenlemişlerdi. Bozdoğan Yürük­ lerine saldırıları sırasında 7 kişiyi öldürmüşler, birçok insanı da ya­ ralamışlardı. Berlin antlaşmasın­ dan sonra Zeytun’da dışardan kışkırtıcı ajanlar uğramıştı. Bun­ lar, o yörede "D eli Papaz” diye bilinen Furnus papazı ve sabıkalı eşkiyalarla birlikte, Zeytun Ermenilerini ayaklanmaya kışkırt­ mışlardı. Bir sabah Zeytun kay­ makamı gözlerini açınca kasaba camiini ve hükümet binalarım alevler içinde görmüş ve Maraş’a kaçmıştı. Bulgar ayaklanmasına benzer bir olayın tekrarlanmak istediği­ ni sezen Halep Valisi Kâmil Pa­ şa, işi oluruna bırakmayıp, he­ men harekete geçmiş ve yanına bir miktar asker alarak Zeytun’a gelmiştir. Zeytun Ermenilerin­ den 1200 kadar silah toplamış, 200 kişiyi tutuklamış ve kocalan dağa kaçan sekiz Ermeni eşkıya­ sının kanlarım (hepsi sekiz kadın) alıp Halep'e dönmüştür. Kamil Paşa’mn bu enerjik davranışı Halep’teki İngiliz Kon­ solosu P.Henderson'u çileden çı­ karmıştır. Konsolos, Zeytun eşkıyalanyla doğrudan işbirliğine girişmiştir. Onlarla mektuplaş­ malara giriştikten başka toplan­ tılar da yapmıştır. Ermenilerin İngiliz himayesinde olduğunu, tutuklanan bütün Ermenileri ser­ best bıraktıracağım söylemiştir. Valiye karşı ateş püskürmeye başlamıştır. Vali, tutuklulan ser­ best bırakmayınca İngiliz Kon­ solosu büsbütün çileden çıkmış­ tır. Doğrudan Lord Salisbury'ye gönderdiği raporlarla Vali Kamil Paşa’yı yerin dibine batırmış ve derhal görevden alınmasını ısrar­ la istemiştir. Büyükelçi Layard, Salisbury’ye gönderdiği gizli ra­ porunda, Kamil Paşa’yı “ son de­ rece dürüst, adil ve yetenekli” bir kişi olarak nitelendiriyor, “Türk valilerinin en iyisidir” diyordu. Ama Konsolosun sürekli entri­ kaları ve Londra'nın talimatı üzerine, Kamil Paşa’mn görev­ den alınmasını istedi. Osmanlı hükümetine inanılmaz baskılar yapıldı. Ve Mart 1879’da Kâmil Paşa, Halep valiliğinden azledil­ di. İlerde dört kez Sadrazamlığa gelecek olan Kamil Paşa, sırf E r­ meni ve İngiliz oyunlarım bozdu­ ğu için görevinden atılmıştı. E r­ menilerin gözünde İngiliz Konso­ losunun ve İngiltere'nin prestiji yükselmiş, Osmanlı Valisi’nin otoritesi ise beş paralık olmuştu. Bu, Ermenileri daha da şımartacaktı. Böylece, ilerde daha kanlı Ermeni olaylarının tohumlan atılmıştı. Tutuldular bırakılıyor Kamil Paşa’mn azledilmesin­ den sonra, Nisan 1879’da, Zeytun'a bir araştırma komisyonu gönderildi. Komisyon, Mazhar Paşa ile Nurian Efendi'den olu­ şuyordu. Nurian Efendi, Şurai Devlet üyesi bir Osmanlı Ermenişiydi. Ermenilerin Çar'a bağlılıklanm bildirmek üzere Rus B aşku m and anı G ran d ü k Nikola’mn karargahına gönderi­ len Ermeni heyeti içinde görev al­ mış bir kişiydi. Ingiliz Konsolosu bu kez Mazhar Paşa’mn da gö­ revden alınması için ısrar etmeye başladı. İngiliz Büyükelçiliği, Henderson’un raporları üzerine, Mazhar Paşa’mn derhal görev­ den alınması için resmen girişim­ de bulundu. Sadrazam, “B ir tek konsolosun İddiaları veya vetosu üzerine her Osmanb görevlisi azledilirse, bunun sonu nereye varır” diyordu. Ingiliz baskıla­ rıyla sonunda bütün Zeytun Ermenilere bağışlandı, tutuklular serbest bırakıldı. Babıalinin oto­ ritesi bir kez daha zedelenip sar­ sıldı. İngiliz baskısıyla bir Osmanb Valisi görevden aknmıştı. Os­ manb mahkemelerinin kararlan bozdurulmuş ve kank eşkıyalann hepsi serbest bıraktırılmıştı. Babek adb eşkıya da serbest bı­ rakılanlar arasındaydı. İlerde bunlar yeniden sahneye çıkacak­ lardı. Yıllar önce Halep’te görev yapan Skene adb bir başka İngi­ liz konsolosu, Ermenileri yakın­ dan incelemiş ve hükmünü ver­ mişti: “ Ermeniier, korumasız ka­ lınca pek aşağılık oluyorlar, ama gereksiz yere korununca hemen küstahlaşıveriyorlar' ’ demişti. Şimdi, Kamil Paşa’mn Halep va­ liliğinden atılması üzerine, E rm e niler arasında küstahlaşma ve şı­ marma ve açıkça görülmeye baş­ lanmıştı. Osmanb makamlarının saygınkğı çiğnenmişti. Ermeniler arasında inanılmaz düşünce­ ler yayıbyordu: “ İngiliz konso­ losları Türkiye’yi yönetmeye gel­ diler” . “ Bulgarları Ruslar kurtar­ dı, Ermenileri de tngilizler kur taracak” deniyordu. Ingiliz kon­ soloslarına verilen Ermeni dilek­ çelerinde şöyle satırlar göze çar­ pıyordu: “ Sör, siz bizim kurtarı­ cımız, şefimiz, bahamızsınız. Siz, dayandığımız sağlam duvarsı­ nız” . Bir Türk atasözü, “ İnsana dayanma ölür, duvara dayanma yıkılır” diyordu. Ama Osmanb Ermenileri bunu unutmuş görü- Kâmil Paşa nüyorlardı. Babıâli'ye sırtlarım çeviriyorlar ve yabancılara daya­ nıyorlardı. Ermeniier karakter değiştirmişti 1879 yıb ortalarında Osmanb Ermenilerinin önemli bir bölümü, Doğu Anadolu’yu Ingiliz protektorası gibi ve kendilerini de Ingi­ liz protektorası altında görmeye b a şla m ış la rd ı. H ey h ey ler gelmişti Ermenilere. Âdeta ka­ rakter değiştirmişlerdi. O kadar ki, Ermenilerde görülen değişme tngilizleri bile şaşırtıyordu. Ingi­ liz Konsolosu Trotter, “Son sa•Ştan (1877-78 savaşından) beri Ermeniier hepten değişti. Onlan eskiden tanıyanlar şimdi şaşırıp kalıyorlar. Ama yazık ki Ermeni­ lerin genel eğilimi hükümet oto­ ritesine kafa tutma biçiminde gö­ rülüyor” diyor ve bunun Ermeniler için tehlikeli olabileceğini belirtiyordu. Bir başka raporun­ da da Trotter, “ Ermenilerin bu kavgacı tutumları kendilerine bü­ yük zararlar verebilir” diyordu. ö te yandan Lord Saüsbury, özerklik elde etmek için Osmanb Ermenileri arasında gizli bir ha­ rekât başladığım haber almıştı. Bunu İstanbul Büyükelçisine bil­ diriyor ve Ermenilerin Rusya’ya karşı tutumlarının ne olduğunu soruyordu. İngiliz yetkilileri, Ermeniler üzerindeki Rus etkisini izliyorlardı. Ermeniier, Rusya’ya mı yoksa Ingiltere’ye mi eğilim gösteriyorlardı? Sorun buydu. Ingiliz Büyükelçisi Layard, Nisan 1880'de Londra’ya özetle şunları rapor etti: Katolikler bir yana bırakıkrsa, Anadolu’daki tüm Hıristiyanlar, himaye için yüzlerini İngiltere’ye çevirmiş­ lerdi. Babıali ile Ingiltere arasın­ da imzalanmış olan Kıbns Ant­ laşması, Osmanb Ermenilerini pek umutlandırmıştı. Doğu Ana­ dolu’da reformların hemen yapı­ lacağım ummuşlardı. Bu aşın umutlan gerçekleşmeyince, düş kınkkğına uğramaya başlamış­ lardı. Rusya, Osmanb Ermeni­ lerinin bu düş kırıldığından us­ taca yararlanıyordu. Ermeniier, Ingiltere’den umduklarım bula­ mayınca yüzlerini Rusya'ya çevi­ receklerdi. Kısacası, Osmanb Ermenileri, Doğu Anadolu üzerindeki Ingiliz-Rus nüfuz rekabetinde bir fak­ tördü. Daha doğrusu bir piyon­ du. Ne Ingiltere'nin ne de Rus­ ya'nın Ermeni çıkarlarım düşün­ dükleri yoktu. Her iki taraf, E r­ menileri bir piyon gibi kullanmak istiyor ve kullanıyordu. Ermeni­ lere büyük umutlar verilmişti. Kasten ve sürekli körüklenen bu aşın umutlann hiçbir zaman ger­ çekleşmeyeceği biliniyordu. Umutlan gerçekleşmeyince Ermeniler, ilerde, daha aşın hare­ ketlere ve silahk ayaklanmalara kalkışacaklardı. Bu hareketler Ermeni umutlanın körükleyen­ lerce acımasızca sömürülecekti. Başka bir deyimle, büyük devlet­ ler, kendi emperyalist yayılma emellerini doyurmak için Ermeni­ leri maşa olarak kullanıyorlardı. Ermeni ileri gelenleri de bü­ yük devletlerin bu çirkin oyunu­ na, bilerek ya da bilmeyerek, alet olmuşlar ve Osmanb Ermeni toplumunu ve onların T ü rk komşulanm felakete doğru sü­ rüklemişlerdir. Batı'dan pompa­ lanan dar görüşlü bir milliyetçi­ lik anlayışıyla Ermeni toplumu gittikçe fanatikleştirilm iştir. Yüzyıllarca bir arada banş içinde yaşayagelmiş olan Ermeni ve Türk toplumlannın karşıkkk hoşgörülü, ortak yaşam biçimle­ ri, tarihleri, kültürleri, Batı kaynakb dar milliyetçilik mabedinde kurban edilecekti. — B in i— Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi