DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. İSLAM SANATLARI TARİHİ KISA ÖZET KOLAYAOF İSLAM SANATLARI TARİHİ 2 Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 2 İSLAM SANATLARI TARİHİ İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE- SANAT………………….……………….…….…….……………………………………………..…….……..4 2. ÜNİTE-ERKEN DÖNEM İSLAM MİMARİSİ.......................................................................5 3. ÜNİTE-OSMANLI MİMARİSİ.........................................................................................11 4. ÜNİTE-HAT SANATI................................................................................................... 15 5.ÜNİTE- TEZHİP SANATI.................................................................................................21 6. ÜNİTE-MİNYATÜR SANATI…………………………………………………………………….…...…….……...25 7. ÜNİTE- CİLT VE EBRU SANATI ……………………………….……………………………..……………….…..26 8. ÜNİTE- TÜRK ÇİNİ SANATI …………………………………….……………………..……………..…..……....29 9. ÜNİTE- DİĞER SANATLAR …………………………………….…….………………………..……………….…..32 3 10. ÜNİTE- TÜRK DİN MÛSİKİSİ ………………………………………………………………………..…..……...33 Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 3 İSLAM SANATLARI TARİHİ 1. Ünite— Sanat TANIMI Sanat bir melekedir. Bir işi yapa yapa disiplinli bir eğitim sonunda geliştirilen ruha ait yaratma gücüdür. Sanat eserleri bu hüner ve kudretin ürünüdür. İnsanın yaratılışında var olan bu güç, ruhtan tabii olarak zorlamadan fiil haline gelir. Sanat eserlerinin yaratıcısı sanatkârdır. Sanatkâr yetiştiği toplumun sevinç ve dertlerini, bütün değerlerini nefsinde şiddetle duyan ve yaşayan insandır. Bu nedenle fertler kendilerini sanatkârda bulurlar. Sanat, uzun tarihî bir estetik tecrübeden sonra medeniyetlerin en son elde edilen meyvesidir. Bir toplumun ilk çöküş işaretleri de sanat alanında başlar. Sanatı yozlaşan toplumlarda maddî ve mânevî kültür değerleri de beraberinde yıkılır. Sanatın Doğuşu ve Gelişmesi Sanatın doğuşunda ve tarih boyunca serpilip gelişmesinde insanın yaratılışında var olan bu estetik zevkle beraber inançların da önemli rol oynadığı kabul edilmiştir. Din, sanatın üstünde onu besleyen bir kaynak olarak daima milletlerin tarihine, yaşayış tarzına, maddî mânevî kültür faaliyetlerine hükmetmiş, şekil ve yön vermiştir. Yeryüzünde tarihten günümüze ulaşmış göz kamaştırıcı âbideler, müze ve kütüphanelerde korunan sanat eserleri, eşyalar, din ile sanat arasındaki ilişkiyi, aynı zamanda yüksek dinî heyecan, inanç ve düşüncelerin maddî şekiller alabildiğini gösteren örneklerdir. Büyük bir titizlikle korunan, ilgi duyulan camiler, mescidler hıristiyan katedralleri hep inanmış insanların yaptığı dünya sanatının zenginlikleri arasında yer alır Sanatın doğuşunda din kadar milletlerin sanat, zevk ve hayat anlayışları da sanat eserlerinin üslûp kazanmasında belirleyici bir etken olmuştur. Aynı medeniyet çerçevesinde yer alan milletlerin müşterek dinî ve sosyal ihtiyaçlarına bağlı olarak biçimlendirdikleri, sanat eserlerinde üslûp ve teknik farklılıklar göze çarpar. Toprağa atılan tohum, şartlara ve iklime göre nasıl özündeki gizli şekli gerçekleştirirse milletler de ruhlarındaki özü sanat yoluyla ifadelendirir, kendi renklerini sanata yansıtırlar. Bu nedenlemedeniyetlerde zaman ve mekâna göre çeşitli usul ve malzemelerle şekillenen pek çok dinî ve millî sanat dalı vardır Sanat, Fert ve Toplum Dinî ve millî hislerle, büyük bir hayranlıkla seyrine doymadığımız, İstanbul Süleymaniye, Edirne Selimiye, Sultan Ahmed gibi toprağı vatan yapan mâbedler toplumun süreklilik şuurunu ayakta tutan, dinî hayatı daha içten ve daha feyizli yaşamamıza sebep olan birer sanat şaheserleridir. Sanatı toplumun medenî yükselişi için yapan Mimar Sinan, Mustafa Itrî, Dede Efendi, Şeyh Galib, Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisârî ve Mustafa Râkım gibi dâhi sanatkârlar en yüksek gönül titreşiminde ortaya koydukları eserleriyle asırlardır gönülleri titrettikleri ve yücelttikleri bir gerçektir. Bugün bestelenmiş gibi hâlâ coşkuyla söylenen bayram tekbiri, salât-ı ümmiye ruhun ilâhî güzellik karşısında duyduğu hayranlığın ifadesidir. Âşık Yûnus hâlâ aramızdadır. Her dost meclisinde onun şifalı ellerini bazan mûsiki, bazen şiir kalıpları içinde üstümüzde hissederiz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi gönül erleri ilâhî bir kaynaktan aldıkları hikmetli sözleri, şiir ve söz kalıplarına dökerek kitleleri arkalarından sürüklemişler, dirliği ve düzeni bozulmuş toplumlarda sanatlarıyla güçlü bir duygu, düşünce ve iman birliği sağlamış, nesilleri birbirine bağlamışlardır. Sanat eğitimi aynı zamanda ahlâk eğitimidir. Sanat eğitimi alan bir kimse bir taraftan kendi sanat ve anlama yeteneğini geliştirirken, bir taraftan da ruhî incelikler kazanarak güzelliğin özlemini çeker, kemale doğru yol alır. Tarihte bütün uygar toplumlar sanatın bu eğitici ve terbiye edici rolünden yararlanmışlardır. Günümüzde etki alanını daha da genişleten sanat, eğitim, moral, reklam ve politik propaganda aracı olarak ve ticarî amaçlarla ve daha pek çok alanda hızlı, ileri teknik iletişim vasıtaları ile kısa sürede bütün dünya insanlarını etkileyecek bir güce ulaşmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerin, sanatın bu gücünden yararlanarak dünya milletleri üzerinde kendi kültür ve sanatlarını üstün kılma çabası ve yarışı içinde oldukları görülür. Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 4 4 İSLAM SANATLARI TARİHİ Bu nedenle çağımızda güzel sanatlar eğitim ve öğretimi devlet eliyle programlanarak kurumsallaştırılmıştır. Bilgi, emek ve büyük servetler harcanarak müze ve kütüphaneler kurulmuş, şehirlerin tarihî dokuları büyük bir duyarlılıkla korunmuş, sanatla beraber yaşayan insanların sanat bilgisi, zevk ve anlayışları geliştirilmiş, böylece sanat ve sanatkâr toplumun sevgi ve ilgi odağı haline gelmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi, British, Louvre, Metropolitan, Pergamon gibi müze ve kütüphaneler sahip oldukları çok zengin koleksiyonlarla dünya tarihine, ulusların kültür ve sanatlarına açılan, bilime ışık tutan ve bilimi yönlendiren muhteşem kuruluşlardır. Devletler sahip oldukları bu kültür ve sanat çeşitliliği ve zenginliği ile güç kazanmakta, uluslararası kültür ve sanat yarışında öne geçmektedirler. Ayrıca müze, kütüphane ve tarihî çevreleriyle ilgi çeken şehirler de artan turizm gelirleriyle ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerin uzun zamandan beri eski uygarlıkların kültür ve sanatlarına karşı gösterdikleri aşırı ilgi ve sevgisi, dünya kültür ve sanatlarını koruma, tanıtma ve gelecek kuşaklara aktarma gibi hedeflerinin yanında, sanat eserleri aracılığı ile milletlerin ruh inceliklerini, duygu ve düşüncelerini öğrenmek ve bu uluslar üzerindeki politikalarını bu alanda yapılan bilimsel araştırmalara göre belirlemek ve böylece hâkimiyetlerini güçlendirmek amacına da yöneliktir. Milletlerin medenî seviyeleri ve üstünlükleri ortaya koydukları ve sahip oldukları sanat eserleriyle ölçülür. Çünkü bir dönemin maddî ve mânevî kültür değerleri en saf bir şekilde sanat eserlerine siner. Ancak millî özelliği olan sanat eserlerinin tesiri bütün dünyayı sarar ve o zaman sanat evrensel bir değer ve güç kazanır. Milletlerin hayatı, kökleri mâzide olan güzel sanatlarının canlı tutulmasına, öğretilmesine, sevilmesine ve korunmasına bağlıdır. Böylece uluslar ya varlıklarını devam ettirirler veya hâkim kültür içinde erir, tarih sahnesinden silinirler 2.Ünite – Erken Dönem İslam Mimarisi 5 Hz. Muhammed’in 632 yılında vefatından sonraki ilk yüzyıl içinde İslâm sanatı ilk eserlerini vermeye başlamıştır. 661 yılında halifeliğin Emevîler’e geçmesi üzerine merkez Medine’den Şam’a taşınmış, merkezin Şam’a taşınmasıyla da bu çevrede yaşayan Antik kültürün mirası ile bağdaşabilecek yapı faaliyeti başlamıştır. Burada doğan ve yerleşen üslûp, bütün Kuzey Afrika ve İspanya’yı etkilemiş, hatta Abbâsî üslûbunun geliştiği ileriki 300 yıl içinde bile İspanya’da, Bağdat’a karşı bilinçli bir şekilde uygulanmıştır. Erken İslâm mimarisinde cami tiplerinin geliştirilmesine büyük önem verildiği görülür. İlk camiler, basit çevre duvarlarına sahip, çoğunlukla üzerleri açık ibadet yerleridir. Hz. Muhammed’in bütün faaliyetlerinin merkezi olan ve daha sonra genişletilen ve Velîd zamanında (712) avlu etrafında sütunlar ve düz çatı ile örtülü hale getirilen Mescid-i Nebî ilk camilere de örnek olmuştur. 1. Emevî Devri Mimarisi: Çoğu Emevîler tarafından yaptırılmış olan ilk camiler ordugâh camileridir. Geniş alanları kaplayan bu camilerin erken tarihlileri arasında, Basra ve Kûfe camileri ile eski Kahire’de (Fustat) Amr Camii ve Kayrevan’da (Kuzey Afrika) Sîdî Ukbe Camii’nin ilk şekli hakkında bilgiler bugüne ulaşmıştır. Amr Camii 642’de yapılıp 673’te genişletilmiş, başlangıçta avlu ve mihrap yokken sonradan açık bir avlu ve sütunlara dayalı bir ana mekân meydana getirilmiştir. İlk yapılışı 702 yılına ve Halife Abdülmelik’e ait olan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ daha sonra 780’de yenilenmiş, değişiklikler geçirmiş, Haçlıların saray haline getirmesinden sonra Selâhaddin-i Eyyûbî tarafından geri alınarak tekrar cami haline getirilmiştir. Burada Justinyen devrinden kalma bazı kısımlarından yararlanılarak, dikine gelişme gösteren bir yapı inşa edilmiştir. Daha sonraki eklemelerle mihrap duvarında enine bir nefi bulunan ve kesişme yerinde bir de kubbesi olan geniş, sütunlu bir yapı haline getirilmiştir. Emevî mimarisinin en önemli yapısı ise Şam’da, Emevîyye Camii’dir. İlk camilerin basit planlarından tamamen ayrılan bu cami gerek mimari planı gerekse biçimiyle asırlarca İslâm dünyasının pek çok yerinde uygulanmıştır. Halife I. Velîd zamanında 705-715 yılları arasında tamamlanmış olan Şam Emevîyye Camii burada eskiden bulunan bir Roma tapınağı ile bir Bizans bazilikasının yerine inşa edilmiştir. Tamamen yeniden biçimlendirilmiş olan bu yapı, revaklı bir Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 5 İSLAM SANATLARI TARİHİ avlunun güneyinde yer alır. Caminin üç minaresi ve dört ana kapısı vardır. Altta yüksek, üstte daha alçak sütunlarla kemerler, iki katlı bir düzenle ana mekânı üç paralel nefe ayırır. Abdülmelik tarafından 691 yılında Kudüs hareminde yaptırılmış olan Kubbetü’s-sahre’dir. İslâm sanatının ilk anıtsal yapısı gözü ile bakılan bu eser, Hz. Muhammed’in Miraç gecesi bastığı ve Allah’a yükseldiği kabul edilen kutsal kaya üzerinde ikinci bir hac merkezi ziyaretgâh olarak yaptırılmıştır. Sekizgen yapının içinde ikinci bir sekizgeni sütun ve kemerler oluşturmakta, en içte de daireye geçilmektedir. Bunun üzerini 20 m. Çapında ve 20 m. yüksekliğinde kubbe örter. İçi zengin mozaik kaplamalıdır. IX. yüzyıl başlarında kubbe çökmüş, mozaikler dökülmüş ve onarım görmüştür. En esaslı onarım da Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve dışı mozaik yerine çinilerle kaplanmıştır. Emevî çöl sarayların bilinen ilk örnekleri arasında Halife Hişâm b. Abdülmelik devrinde 727 yılında yapılmış olan Kasrü’l-hayri’l-garbî, II. Velîd zamanında yapımına başlandığı tahmin edilen Kasrü’lMüşettâ, Hırbetü’l-mefcer Emevî sivil mimarisinin en ilgi çekici örneklerindendir. Kasrü’l-Müşettâ’nın muhteşem kabartmaları II. Abdülhamid tarafından Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’e hediye edilmiştir. Günümüzde Berlin Pergamon Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu kasırlar plan bakımından genelde ana avlu etrafında gelişmiş mimari bölümlerden ve bu iç mekânı içine alan tahkimatlı duvarlardan oluşmaktadır 2. Abbâsî Devri Mimarisi: İslâm dünyasında Emevîler’in yerine 750’de Abbâsîler’in yönetimi ele geçirmeleriyle siyasî, askerî, idarî, ilim ve sanat alanlarında çok büyük değişiklikler olmuştur. İslâm halifeliğinin başkenti Şam’dan Bağdat’a taşınmasıyla Sâsânî ve Mezopotamya sanat geleneklerinden devşirilen biçimlerle İslâm sanatı Orta Asya doğulu bir çehre kazanmıştır. Ayrıca Orta Asya’dan devşirilen Türk birliklerinin hilâfet ordusunun saflarına katılmasıyla İslâm sanatı Türk sanatı ile bütünleşmeye başlamıştır. Abbâsî mimarisinin getirdiği yenilikler arasında şehircilik anlayışı vardır. Bağdat başta olmak üzere, yeni şehirleşmeler dinî mimariyi ve sivil mimariyi yeni bir yönde geliştirmiştir. Hârûnürreşid’in ünlü Bağdat’ından bugün bir şey kalmamıştır. Halife Mansûr’un Bağdat şehri (762 – 766) daire şemalı ve dört ana girişli bir merkez olarak düşünülmüş, ortada saray ve cami, surlara doğru da mahalleler ve çarşılar yer almıştır İslâm sanatı içinde bilinen ilk türbe Kubbetü’ssuleybiyye’dir. Sonraki türbe mimarisinin gelişmesi Orta Asya Türkleri’yle başlayacaktır. Burada, 862 tarihli yapı, Dicle’nin batı kıyısında küçük bir tepecik üzerinde yükselir. İç içe iki sekizgen ve ortadaki sivriltilmiş bir kubbe ile örtülüdür. Müstansır, Mu‘tez ile Mühtedî burada gömülüdür. Emevîler’de olduğu gibi Abbâsîler’de de çöl sarayları ve kasırlar yapılmış olmakla birlikte bunlar daha çok yeni şehircilik anlayışı ile birlikte yürütülmüştür. Rakka ve Hırakla dairevî şema gösteren, yeni merkezler VIII. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan Ühaydır Sarayı Bağdat’ın 120 km. kadar güneyinde bulunan, surla çevrili bir çöl sarayı olarak bazı özelliklere sahiptir 3. İspanya ve Mağrip Sanatı: 711’de İspanya’ya geçen müslümanlar burada 1492’ye kadar hüküm sürdüler. Bu süre içinde gelişen sanat üslûpları çevreyi kuvvetle etkilemiş, Mağrip denilen Kuzey Afrika Endülüs adı verilen İspanya’da çeşitli sülâlelerin siyasî egemenlikleriyle sanat gelişmesini sürdürmüştür. Bütün Kuzey Afrika’da Kayrevan Sîdî Ukbe Camii’nin modeli esas alınmış, dinî mimaride ve camilerde çeşitli şekillerde bu şema ve form uygulanmıştır. İspanya’da Benî Ahmer Devleti’nin merkezi Gırnata (Granada) İslâm sanatının son önemli ürünlerini verecektir. Nasrîler olarak da tanınan Gırnata emîrlerinden kalan en önemli yapı XIV. yüzyıldan kalma Elhamra Sarayı’dır. Üç kısımdan meydana gelir: Meşver denilen kısım sultanın davalara baktığı ve tebaasını kabul ettiği yerdir. Bunun dışında taht salonu vardır. Harem kısmının merkezinde aslan heykelleriyle fıskıyeli havuzu bulunan avlu yer alır. Divan kısmı da havuzlu avlu esasına dayanır. Bütün saray, çeşitli köşklerden meydana gelmiştir. Plan, ihtiyaca göre meydana gelmiş, sağlamlıktan çok rahat ve gösterişli süslemeler tercih edilmiştir. 4. Mısır’da Erken İslâm Mimarisi: Mısır’da ilk bağımsız müslüman Türk devletinin kurucusu Tolunoğlu Ahmed, Sâmerrâ’da görevli bir Orta Asyalı Türk emîrinin oğludur. Kahire’den yüzyıl kadar önce elKolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 6 6 İSLAM SANATLARI TARİHİ Katayi adını verdiği şehri kuran Tolunoğlu Ahmed, sivri kemeri, süslemesi, gelenekleri ile Türk mimarisini de Mısır’a taşımıştır. Tolunoğlu Ahmed 868’de Mısır’a egemen olduktan sonra 870’te elKatayi şehrini kurmuş, 873’te su kemeri ve hastahane yaptırmıştır. Kısa süren parlak bir devrin temsilcisi olan camisi ise Mısır’ın İslâm devri anıtları içinde çok önemli bir yere sahiptir. Tolunoğlu Camii, 876-879 yılları arasında yapılmış tuğla bir yapıdır. Tuğla geleneği Sâmerrâ yolu ile ve Türkler’le Orta Asya’dan Mısır’a gelmiştir. Sivri kemerlerin kullanıldığı bu yapıda, köşeleri yuvarlatılmış pâyelerle avlunun kıble yönünde beş paralel nef meydana getirilmiş, diğer yanlar iki nefle teşkilâtlandırılmıştır. Sâmerrâ Mütevekkiliye Camii’nin yarı büyüklüğündeki yapının minaresi duvarların dışında, rampalarla çıkılan spiral bir kule şeklindedir. XIII. yüzyılda Memlük Sultanı Lâçin tarafından yaptırılan ekler ve onarımlar sırasında dıştan merdivenli kare bir kaide örülmüştür. XI ve XII. yüzyıllara ait olan Fâtımî türbelerinde kare plan tromplu kubbe ve mukarnas dolgular kullanılmıştır. Seb Abenat (yedi kızlar) adı ile tanınan türbeler açık türbe geleneğini devam ettirirler ve Mısır’daki ilk türbeler olarak görülürler. 1132 tarihli Seyyide Rukıyye Türbesi de aynı mimari unsurların kullanıldığı bir yapıdır. Şiî olan Fâtımîler’in İran’la kuvvetli bağları vardı. Bu mimari unsurlar da İran’da bu sırada Büyük Selçuklu mimarisinin olgunlaştırdığı geleneksel unsurlardır. Bedr el-Cemâlî tarafından XI. yüzyılda yaptırılan Kahire’nin ünlü sur kapılarının kardeş olan mimarları Urfalı idiler. TÜRK - İSLÂM MİMARİSİ Son zamanlardaki araştırma ve yayınlarla Türk mimarisinin Anadolu’daki gelişmesinin kökenlerinin İran’dan Doğu Türkistan’a kadar olan bölgede, Türkler’in meydana getirdiği ve geliştirdiği mimarinin esaslarıyla sıkı sıkıya bağlı olduğu artık iyice kabul edilmiştir. Anadolu Türk mimarisinin gelişmesini iyice kavrayabilmek için erken devir Türk mimarisinin Asya’daki gelişmesini göz önünde bulundurmak gerekir. 1. Karahanlılar Devri Mimarisi: Asya’da Türk-İslâm mimarisinin ilk eserleri Karahanlılar devrinde ortaya çıkar. Karahanlılar Göktürklere bağlı iken 840’tan sonra devlet kuran Karluk Türkleri’dir. 960 yıllarında müslüman olan Karahanlılar 999’da Buhara’yı alarak Sâmânoğulları Devleti’ne son vermişlerdir. İlk Karahanlı eserleri kerpiç yapılardır. Sonraları ise tuğla mimarisinin en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır. İlk kerpiç yapılarından Eski Dehistan Mezarlığı’nda Şir-Kebir adındaki büyük kubbeli yapı ştuk (alçı) kaplamalarıyla ve sağlamlığıyla dikkati çeker. Karahanlı camilerinden iki önemli örnek ise Anadolu Türk mimarisinde en olgun şekline kavuşacak olan “enine gelişmiş, mihrap önünde kubbeli cami” planıyla merkezi planlı cami formunun ilk örnekleri olarak ele alınabilecek plan olgunluğu gösteriyor. Kerpiç ve tuğlanın birlikte kullanıldığı Buhara yakınındaki Hazar Camii kare planlı bir yapıdır. Ortada tuğladan pâyelerin taşıdığı dört tuğla kemer, merkezî kubbeyi taşımaktadır. Köşelerde de birer kubbe yer alır. Aradaki boşluklar ise tonozlarla örtülmüştür. Bu ilgi çekici XI. yüzyıl yapısının yanı sıra, eski Merv yakınında XI. yüzyıl sonu ile XII. yüzyıl başlarından Talhatan Baba Camii tamamen tuğladan yapılmıştır. Enine dikdörtgen planın ortasında, mihrap önünde yapının bütün genişliğiyle bir kubbe yer almaktadır. Yanlara doğru ortada birer geniş pâyeye oturtulmuş olan bu kubbe tromplu bir kubbedir. Yan taraflarda ise tonozlar kullanılmıştır. İleriki gelişmelere esas olan bu iki plan tipinin bu olgunlukta karşımıza çıkması oldukça dikkat çekicidir. Diğer Karahanlı camilerinden ilk haliyle günümüze ulaşan eser yoktur. Buhara’da Mugak Attari Camii’nin portal cephesi pişmiş toprak zengin süslemeler arasında çini süslemenin de kullanıldığı erken bir örnektir 2. Gazneliler Devri Mimarisi: Daha önceleri Büyük Selçuklular’la başlatılan Türk mimarisinin Karahanlılar’da gördüğümüz parlak gelişmesi Gaznelilerle devam etmiştir. Hint ve İslâm dünyalarının buluşma yeri haline gelen Gazne, Sultan Mahmud zamanında en parlak devrini yaşamıştır. Onun Arûs-i Felek Camii kaynak bilgilerine göre XI. yüzyıl başında ağaç direkler üzerine zengin süslemeli düz çatılı bir yapı olarak yapılmıştır. Daha sonra Anadolu Selçukluları’nın “ağaç direkli” camilerinde kalem işi, çini mozaik gibi değişik malzemelerle benzer özelliklere rastlayacağız. Gazne’de önceleri kule zannedilen iki anıtsal yapının hava fotoğraflarının yardımı ile yıkılmış olan camilere ait minareler olduğu anlaşılmıştır. Sultan III. Mesud’a ait olduğu kitâbesinden anlaşılan ilk minare, taş kaide Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 7 7 İSLAM SANATLARI TARİHİ üstünde yıldız biçiminde yükselir. Üst yarısı silindir şeklinde iken yıkılmıştır. 1115 yılına tarihlenen bu yapıda içte spiral bir merdiven vardır. Şerefelerin ahşap olma ihtimali kuvvetlidir. Yıldız biçiminin her tarafı eşit karelere bölünmüş ve her kare içinde zengin tuğla süslemeler yer almıştır. Yazı, bitki dekoru ve geometrik süsleme değişik şekiller gösterir. Kitâbesinden Behram Şah’a (1117-1149) ait olduğu anlaşılan ikinci minare de bunun daha basit bir tekrarıdır. Gazneli minarelerinin böylece Karahanlı minarelerinden farklı olduğu görülmektedir. Bu da Türk mimarisinin araştırma ve yaratma kuvvetini gösteriyor. En önemli Gazneli Camii, şüphesiz Leşker-i Bâzâr Ulucamii’dir. Son yıllardaki kazılarla kalıntıları ortaya çıkarılan bu yapı sarayın sur duvarına bitişiktir 3. Büyük Selçuklular Devri Mimarisi ve Etkileri: Horasan’da 1040’ta kurulan Büyük Selçuklu Devleti, Alparslan ve Melikşah devirlerinde büyük bir imparatorluk haline geldi. 1157’de Sultan Sencer’in ölümünden sonra Irak, Kirman, Suriye Selçukluları ile devam eden imparatorluk, Atabekler’le Suriye ve Azerbaycan’da devamını bulmuş, XIII. yüzyılda da Anadolu’da Türkiye Selçukluları ile en parlak devrini yaşamıştır. İran’da Büyük Selçuklular’ın geliştirdiği plan ve mimari formlar yalnız İran’da değil Doğu İslâm dünyasında da devam etmiştir. Bunların en önemlilerinden biri, anıtsal cami mimarisidir. Bu tipin ilk örnekleri arasında İsfahan Mescid-i Cuması öne çıkar. 1072-1092 arasında Melikşah devrinde en önemli kısımlarıyla ortaya çıkan yapı sürekli eklemeler ve onarımlarla dört eyvan şemasına sahip geniş avlu etrafında tonoz ve kubbelerle örtülü geniş bir yapı halini almıştır. Mihrap önünde güney eyvanına bitişik olan anıtsal kubbe, 1080 yılında Melikşah’ın emriyle yapılmıştır. Dört yuvarlak pâyenin birleştirilmesinden meydana gelen demet pâyeler üzerine oturan büyük kubbe, üç dilimli tromplarla hafifçe sivrilerek tamamlanır. Selçuklu kubbelerinin geleneksel formunu meydana getiren bu kubbe diğer Selçuklu yapılarında da tekrarlanacak bir örnek oluşturmaktadır. Selçuklu mimarisinin İran’da en önemli camilerinden biri, bütün mimari yenilikleri ve araştırmaları tek bir yapı içinde toplayan Zevvâre Cuma Camii’dir. 1135 tarihli bu küçük ölçüde Selçuklu Camii yüzyıllar boyu Asya camilerinin planlarına öncülük etmiştir. Yandan girişli, tuğla minareli ve dört eyvanlı avlunun kıble yönünde mihrap önü kubbesi bulunan bu yapıda, 7,45 m. çapındaki kubbe artık plan içindeki yerini almıştır. Böylece Karahanlı ve Gazneli mimarisinde geniş ölçüde uygulanmış olan dört eyvanlı avlu şeması ilk defa cami mimarisinde eyvana bitiştirilen mihrap önü kubbesiyle birlikte bir bütünlük içinde ortaya çıkmış oluyor. İşte bu plan şeması İran ve Orta Asya camilerinin vazgeçilmez plan şeması olacaktır. Hemen aynı tarihlerdenkomşu Ardistan Mescid-i Cuması da aynı prensiplerle yapılmıştır Büyük Selçuklu mimarisinde minarelerde de bir üslûp birliği yaratılmıştır. Bir iki ender örnek dışında, zengin tuğla işçiliğiyle tuğladan silindirik ve ince uzun minare formu tekrarlanmıştır. En erken medreseler Gazneliler devrinde ortaya çıkmıştır. Ancak Büyük Selçuklular, Şiîliğe karşı Sünnîliğin geliştirilmesi ve devlet memuru yetiştirilmesi için medrese fikrine büyük önem verdiler. Melikşah zamanından kalma Hargirt ve Rey medreseleri günümüze gelebilmiştir. Kalıntılardan bunların dört eyvan şemasına bağlı avlulu büyük yapılar olduğu anlaşılmaktadır. Hargirt Medresesi’nin ayakta kalan eyvanının tuğla hamurundan çiçekli kitâbesi bugün Tahran Müzesi’ne kaldırılmıştır. Büyük Selçuklu medreselerinin daha Tuğrul Bey zamanında gelişmeye başladığı kaynaklardan bilinir 4. Timurlu Devri Mimarisi: İlhanlı devletlerinin dağılmasıyla Timur, 1369’dan sonra büyük bir Asya imparatorluğu kurmayı başarmıştır. Timurlu yapıları da mimaride önemli bir yenilik getirmemiş, daha çok süslemeleri ve büyük ölçüleriyle öne çıkmıştır. Bunlar arasında dikkati çeken Şâh-ı Zinde, Semerkant’ta Kusem b. Abbas’ın türbesi etrafında zamanla oluşan ve Timurlu mimarisinin bütün ihtişamını yansıtan yapılar topluluğudur. Bu yükseltilmiş kasnaklı, bir kısım yivlenmiş kubbeli yüksek yapılar, çeşitli ve zengin çini dekoru ile kaplıdır. Bunlar arasında Musa Paşa’nın türbesi en gösterişlilerindendir (1412). Timur’un Gur-i Mir adıyla bilinen türbesi bu formun en büyük ölçülere ulaşan bir örneğidir. Çift kubbe yapılarak daha da yükseltilen yapı 1404 tarihlidir. Timur’un hanımı Bibi Hanım adına yapılan cami aynı tarihte büyük ölçülere varan gösterişli bir yapıdır. Timurlu Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 8 8 İSLAM SANATLARI TARİHİ mimarisinde alışılmış formlara eklenen cephenin iki yanındaki veya portaldeki minareler burada da görülür 5. Safevî Devri Mimarisi: Bir Türk sülâlesi olan Safevîler, İran’da özellikle şehircilik alanında mimari yenilikler getirmiştir. Safevî devri mimarisinin en önemli örnekleri Şah I. Abbas döneminden kalmadır. İsfahan’da Meydân-ı Şâh adlı revaklarla çevrili alan, dükkânlarla birlikte bir Alay Köşkü ve üç önemli yapı ile dört yandan çevrilidir. Mescid-i Şâh (1612-1630) dört eyvanı ve kubbesiyle İslâm mimarisinin en güzel eserlerinden kabul edilmektedir. Zengin mozaik çini kaplamaları yanında cami-medrese fikri bakımından da bir geleneğin parçası olması bakımından önemlidir. 1710 tarihli Mâder-i Şâh Medresesi ile Erbil’de Şeyh Safî Külliyesi bu devrin önemli eserleri arasındadır. Sivil mimari de şehircilikle birlikte yürümüş, köşkler halinde saray pavyonları geniş ve düzenli bahçeler içinde yer almaya başlamıştır. 1600 tarihli Allahverdi Han Köprüsü ile Puli Hacu Köprüsü bu devrin önemli su mimarisi eserlerindendir. 6. Hindistan’da Türk Mimarisi: Hindistan’da ilk İslâmî yapılardan önemli eser kalmamıştır. İlk orijinal yapılar Delhi Türk sultanları tarafından yapılmıştır. Kutbüddin Aybeg 1193’te harabe halindeki bir tapınağı camiye çevirmiş, sonraları cepheleri, kitâbeleri ve detaylarıyla bir Selçuklu karakteri kazanmıştır. Bunun yanında yer alan ve Delhi’nin bugün bile bir sembolü haline gelen Kutub Minâr’ın inşasına ise 1199’da başlanmıştır. Hint-İslâm mimarisinin şaheserlerinden biri kabul edilir. 73 m. yüksekliğindeki minare yivlenmiş gövdesi ve beş katıyla dünyanın en yüksek minaresidir. 7. Mısır’da Türk Memlükleri Mimarisi: Mısır’da İslâm sanatının erken örneklerini veren Tolunoğulları ve Akşitler’den daha önce bahsedilmişti. Bundan sonra Fâtımîler Mısır’a uzun süre hâkim oldular. Onlara son veren Eyyûbîler ise Zengîler ve Büyük Selçuklu mimarisini Mısır’a getirdiler. 1250’de Türk Memlükleri devrinde ise Mısır ve özellikle Kahire, Türk mimarisi geleneklerine bağlı eselerle zenginleşmiştir. Türk Memlükleri geleneklere bağlı kalmışlar, Anadolu Türk mimarisi, Büyük Selçuklu ve Zengî sanatı, Türkistan, Semerkant ve Buhara çevrelerindeki yüksek kasnaklı türbelerle devamlı bağlantılar kurarak yeni, orijinal bir üslûp geliştirmişlerdir. Memlük devri mimarisi geniş ve çok fonksiyonlu külliyelerde ifadesini bulur. İlk orijinal eserler Baybars devrindedir. 1266-1269 yıllarında yapılan bu devrin tek bağımsız camisi Kahire’de Baybars Camii’dir. Kareye yakın büyük ölçüdeki yapı geniş bir avluyu çevreleyen neflerden meydana gelir. Kıble yönünde altı nef, karşıda iki, yanlarda üçer nef vardır. 1. Erken Devir Anadolu Türk-İslâm Mimarisi a) Artuklu Mimarisi: Anadolu’nun erken devir mimarisinde Artuklu cami ve medreseleri gelişmeleri bakımından önemli yapılardır. Camiler, sonraki gelişmeye fazla etkisi olmayan ve kapalı bir bölge mimarisi halinde kalan enine gelişen mihrap önü kubbeli ve avlulu tipi meydana getirmiş, ancak XIV. yüzyılda bu gelişme Batı Anadolu’da devam edebilmiştir. 1157 tarihli Silvan Ulucamii ile Anadolu cami mimarisinin muhteşem üslûbunun başladığı kabul edilir. Enine dikdörtgen bir alanı kaplayan ve son araştırmalara göre bir avlunun güneyinde yer alması gereken yapıda malzeme kesme taştır Medrese mimarisinde Anadolu’da iki tip gelişme göstermiştir. Bunlardan açık avlulu medrese tipinin erken örnekleri de Artuklu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. XII. yüzyıl başlarından Mardin’de Emînüddin Külliyesi’nin mâristan (hastahane) kısmı bugün haraptır, sadece hamamı, cami ve medresenin bir kısmı ayaktadır. Buna karşılık XII. yüzyıl üçüncüçeyreğinden Mardin Hatuniye Medresesi, en erken açık avlulu Anadolu medresesi olarak iki katlı eyvanlı, revaklı avlulu olgun bir forma sahiptir. Cami eyvanının ve türbenin taş mihrapları ilgi çekicidir. 1198 tarihli Diyarbakır Zinciriye Medresesi revaklı avlulu kesme taştan bir yapıdır. 1198- 1223 tarihleri arasında gerçekleştirilen Diyarbakır Mesudiye Medresesi ise iki katlı revaklı avlusu, büyük eyvanı ve özellikle taş işçiliği ile Ulucami külliyesine bitişik ve onu tamamlayan bir yapı halinde erken medreselerin en ilgi çekicilerindendir. b) Dânişmendli Mimarisi: Anadolu’nun ilk fâtihlerinden olan Dânişmendliler, XII. yüzyıl ortasında Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 9 9 İSLAM SANATLARI TARİHİ Tokat Yağıbasan ve Niksar Yağıbasan medreseleriyle Anadolu’ya yepyeni bir mimari form kazandırmışlardır. Ortada tromplu kubbenin örttüğü kapalı avlu etrafında eyvan ve hücrelerden meydana gelen bu yapılar bugün pekiyi durumda olmamakla beraber, Anadolu’nun en eski kapalı avlulu medrese şeklinin örnekleridir. Dânişmendliler’in 1145 tarihli Niksar Ulucamii kareye yakın plan veren ve pâyelerin taşıdığı tonozlarla örtülü bir yapıdır. Sadece bir bölümü örten kubbe belirli bir motif değildir. 1197 ve 1213 tarihli iki kitâbeye sahip olan Sivas Ulucamii ise kısa pâyelerin taşıdığı basık sivri kemerlerden dizilerin mihrap duvarına dik uzandığı, enine dikdörtgen geniş bir yapıdır. c) Mengücüklü Mimarisi: XII. yüzyılın sonlarına doğru Mengücüklüler, Divriği ve çevresinde anıtsal yapılarını ortaya koymuştur. Kale Camii 1180-1181 yılında Şehinşah b. Süleyman tarafından Meragalı usta Hasan b. Firuz’a yaptırılmıştır. Dikine üç nef halinde gelişen yapıda yanlarda dörder kubbe, ortada bir beşik tonoz örtüyü meydana getirmektedir. Bu eserde sanat heyecanı Büyük Selçuklu ve Karahanlılar’a kadar bağlanabilen çeşitli geometrik ve bitkisel süslemenin yer aldığı portallerde görülür Türkiye Selçukluları Mimarisi: XIII. yüzyıl Anadolu’da Selçuklu muhteşem üslûbunun yaratıldığı bir devirdir. Kesme taş anıtsal mimari ve yaratılan mekân etkisini zenginleştirençini mozaik mihrap ve kubbe içleri, geometrik ve bitkisel süslemeli ağaç minber ve kapı-pencere kanatları bu devrin mimarisine ayrı bir özellik kazandırır. Konya’da Alâeddin Camii muhteşem ağaç minberinden de anlaşıldığı gibi Sultan Mesud ve Kılıcarslan devrinden başlayıp, 1220’de Alâeddin Keykubad tarafından tamamlatılmış bir yapıdır. AnadoluSelçukluları’nın siyasî ve askerî faaliyetlerinin en yoğun devrineişaret eden bu süre içinde yapı, geniş ve iki ana bölümlü olarak ortaya çıkmıştır. Doğuda, çeşitli sütunlara dayalı düz damlı kısım, batıda ise mihrap önünde kubbenin yer aldığı bölüm vardır. 1223 yılında Alâeddin Keykubad’ın Niğde’de yaptırdığı Alâeddin Camii de üzerinde durulması gereken bir eserdir. Kesme taştan yapılmış olan bu eser, mihrap duvarına dikey üç neften meydana gelir. Mihrap duvarı önündeki yan yana üç bölüm üç kubbe ile diğer taraflar tonozlarla örtülüdür. Ortada avlu fikrini yaşatan açık kısım yer alır. Ana giriş doğu tarafında, yandadır. Süslemeleri, taş işçiliğinde figürlü kabartmaları ile yapının yüksekliğini aşar. İlk orijinal Anadolu Selçuklu minarelerinden biri olan kesme taştan silindir biçimindeki minarenin arkasında mahfile açılan ikinci giriş yer alır. Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığı Malatya Ulucamii ise kesme taş ve tuğla bir yapı olup 1224’te tamamlanmış, daha sonra onarımlargörmüştür. Mihrap önünde kubbe ve arkasında revaklı iç avluya açılan eyvan diğer taraflar tonozlarla örtülüdür. Bu yapı ve mimarı, Anadolu Türk ustalarının İran Büyük Selçuklu mimarisine yabancı olmadıklarını, fakat yepyeni bir yaratma heyecanı ile yeni denemeleri tercih ettiklerini gösteriyor. Yapıda, eyvan ve revaklardaki çini mozaik ve sırlı tuğlanın ayrı bir önemi vardır. Kayseri’de Alâeddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Huand Hatun Külliyesi (1238), cami, medrese, hamam ve kümbetiyle ilk Anadolu Selçuklu külliyesidir. 11. Anadolu’da XIV. Yüzyıl Beylikleri Mimarisi: Beylikler devri, mimarisi Osmanlı sanatının anıtsal üslûbunu hazırlamıştır. XIV. yüzyıl başında Selçuklu mimarisinin canlılığını kaybetmediğini gösteren eserler vardır. Yüzyılın sonlarına kadar da Selçuklu mimari üslûbu etkisini göstermekle beraber, beylikler döneminde yeni üslûp gelişmeleri kendini belli etmektedir. Etrafındaki diğer yapılardan ayrılmış ve önünde son cemaat yeri bulunan tek kubbeli kübik karakterde camiler bu gelişmenin başlangıcı olup, Konya’da XIII. yüzyıl mescidlerine bağlanabilir. Karamanoğulları, Selçuklu tahtının vârisi iddialarıyla Konya ve Karaman’da en çok eser bırakan beylik olmuştur. Aksaray Ulucamii ile Konya İplikçi Camii Karamanoğulları cami mimarisinin temsilcileridir. Aksaray’da Zinciriye, Ermenek’te Tol Medrese Selçuklu avlulu medreselerinin üslûbunu devam ettirir. Konya’da Hasbey ve Nasuh Bey dârülhuffazları küçük ölçüde fakat gösterişli cephelere sahip iki denemedir. Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayranî Kümbeti 1409’da son şeklini almıştır. Mevlânâ Türbesi gibi yivli bir tambur kısmıyla yükselen konik çatı dikkat çekici bir özelliğe sahiptir. Candaroğulları’nın Kastamonu’daki İbn Neccar Camii, 1353 tarihinde, İznik’teki Osmanlı camilerinin gelişmiş bir biçimi olarak tek kubbeli ve üç bölümlü son cemaat yeri bulunan planı benimsemiştir. Kasaba köyünde 1336 tarihli Mahmud Bey Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 10 10 İSLAM SANATLARI TARİHİ Camii ise Selçuklu ağaç direkli camiler geleneğini başarılı biçimde sürdüren ilgi çekici bir yapıdır. Ayaş’ta da Ahîler devrinden bu tipte yapılar göze çarpar. 1454’te İsmail Bey’in yaptırdığı külliyede ise cami, Osmanlılar’da bu devirde gelişmekte olan ters T veya zâviyeli tipin bir uygulamasıdır. 11 Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 11