KARAKOÇ VE DİĞERLERİ/TÜRKİYE DAVASI (Başvuru No: 27692/95, 28138/95, 28498/95) Strazburg 15 Ekim 2002 OLAYLAR: Sırasıyla 1959, 1952 ve 1964 doğumlu olan başvuranlar Diyarbakır'da ikamet etmektedirler. Karakoç, işçi ve Türk Harb-İş Sendikası temsilcisidir. Alpaslan, DİSK-Genel iş Sendikası yöneticilerindendir ve Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Akyol, Medya Güneşi adlı bir gazetenin temsilcisidir. 27 Mayıs 1993'te başvuranlar ve çeşitli sendika, dernek ve gazetelerin temsilcisi olan yirmi bir kişi bir araya gelerek Hükümetin güneydoğudaki politikalarını protesto eden bir basın açıklamasında bulunmuşlardır. Karakoç ve Alpaslan sözkonusu beyana DİSK-Genel İş ve Türk Harb-İş yöneticileri olarak, Akyol ise Medya Güneşi gazetesi temsilcisi olarak imza atmışlardır. Başvuranlar sözkonusu açıklama ile bölücülük propagandası yaptıkları gerekçesiyle 16 Eylül 1993'te Diyarbakır DGM Savcısı tarafından sorgulanmışlar, savcının tutuklama talebi DGM hâkimi tarafından delil yetersizliği nedeniyle aynı gün reddedilmiştir. Savcı, 17 Eylül 1993'te mahkemenin 16 Eylül 1993 tarihli kararına itirazda bulunmuştur. Savcının itirazı üzerine DGM hakimi O. Karadeniz başkanlığında toplanan Albay T. Gözen ve hakim C. S. Ural'dan oluşan mahkeme heyeti, başvuranların tutuklanmalarına karar vermiştir. Savcı, 24 Eylül 1993 tarihinde hazırladığı iddianame ile, Terörle Mücadele Yasasının 8/l. maddesine dayanarak başvuranlar ve sözkonusu beyana imza atanlar hakkında bölücülük propagandası yaptıkları gerekçesiyle ceza davası açmıştır. 20 Ekim 1993 tarihli duruşmada başvuranların avukatları DGM bünyesinde bulunan hakimler O. Karadeniz ve C. S. Ural'ı reddetmiş, adıgeçenlerin daha önce 17 Eylül 1993 tarihinde başvuranların tutuklanması hakkındaki kararda görüş bildirdiklerini iddia etmişlerdir. Mahkeme, 10 Kasım 1993 tarihli karar ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yargılama usullerine ilişkin 2845 sayılı Yasanın 26. maddesine dayanarak hakimler hakkında yapılan itirazı reddetmiştir. 23 Şubat 1994 tarihli duruşmada başvuranların tahliye talepleri reddedilmiştir. Başvuranlar 30 Mart 1994'te tahliye edilmişlerdir. Hakim O. Karadeniz, Hakim Binbaşı M. Yüce ve Hakim C. S. Ural'dan oluşan DGM heyeti 13 Nisan 1994 tarihli kararıyla Türk ulusunun bölünmez bütünlüğünü ve devletini hedef alan bölücü propaganda yapmak ve halk arasında ayrımcılık yaratmak suçlarından başvuranların her birini yirmi ay hapis cezası ve 208.333.000 TL para cezasına çarptırmıştır. Başvuranlar 17 Mayıs 1994'te Yargıtay'a başvurmuşlardır. Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını 14 Aralık 1994'te onamıştır. HUKUK AÇISINDAN : I. AİHS'NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLMESİNE İLİŞKİN : Başvuranlar 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesine göre mahkum edilmeleri ile AİHS'nin 10. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedirler. Mahkemeye göre başvuranların mahkumiyeti, açıkça ifade özgürlüğüne yapılmış bir müdahale anlamına gelmektedir. A. "Kanunlar Tarafından Öngörülme" : Sözkonusu davada, başvuranların mahkum edilmesinin Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesi uyarınca bir yasal dayanağı olduğu ve AİHS'nin 10/2. fıkrası kapsamında "kanunlar tarafından öngörülme" şartını karşıladığına ilişkin bir ihtilaf mevcut değildir. B. "Meşru amaç" : Taraflara göre yapılan müdahale ulusal birlik ve güvenlikle ülke bütünlüğünün korunması ve asayiş bozukluğunun ve suçun engellenmesi amaçlarını taşımaktadır. AİHM farklı bir bakış açısını kabul edecek bir neden bulamamaktadır. C. "Demokratik Bir Toplum için Zaruret" : 1. Tarafların görüşleri: Hükümete göre, Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesinde yapılan değişikliklerin ardından Devlet Güvenlik Mahkemesi davayı re'sen ele almış ve başvuranlara uygulanacak cezaların değişmesi neticesinde mahkumiyet kararını tekrar gözden geçirmiştir. Başvuranlar, çoğulcu demokratik bir sistemde sendikaların kendilerine ülkenin sosyal ve politik meseleleriyle ilgili olarak görüş bildirmelerine imkân tanıdığını belirtmekte, sözkonusu bildiride Kürt kökenli vatandaşlara yapılan ekonomik ve idari baskılara ilişkin düşünceleri dile getirdiklerini, anılan beyana imza atan diğer şahısların kamu düzenini bozma, bölücülük yapma veya buna benzer niyetlerinin asla olmadığını ileri sürmektedirler. Başvuranlar ayrıca, haklarında verilen mahkumiyet kararları ile düşünce ve ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunu ileri sürmektedirler 2. AİHM'nin değerlendirmesi: Mahkeme bu anlamda temel prensiplerle ilgili içtihatları hatırlatmaktadır. (Bkz. 23 Nisan 1992 tarihli Castells-İspanya kararları, seri:A no:236, 46; Zana kararı, s.2547-2548, 51; Fressoz ve RoireFransa kararı no:29183/95, 45, AİHM 1999-I;Ceylan-Türkiye no:23556/94, 32, AİHM 1999-IV; ÖztürkTürkiye no:22479/93, 64, AİHM 1999-VI; son olarak, Seher Karataş-Türkiye kararı no:33179/96, 37, 9 Temmuz 2002). (i) İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden birini ve toplumun, ilerlemesi ve her bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir, maddenin 2. paragrafı uyarınca, bu kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren "bilgiler" ve "fikirler" için değil, aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Bunlar, "demokratik bir toplumun" olmazsa olmazı çokseslilik, tolerans ve hoşgörünün gerekleridir. 10. maddede belirtilen şekilde bu özgürlük, ancak dikkatle tespit edilmesi ve harfiyen uyulması gereken bazı istisnalara tabidir. (ii) 10. maddenin 2. fıkrasında belirtilen anlamda "zaruri" sıfatı "acil bir sosyal ihtiyaç" anlamındadır. Akit Devletler anılan ihtiyacın mevcut olup olmadığının değerlendirilmesi konusunda belli bir marja sahiptir. Ancak yasalar ve bağımsız mahkemeler tarafından verilen kararlar aracılığıyla uygulanan bu marj Avrupa denetimi ile iç içe olmalıdır. Mahkeme bu sebeple, bir "sınırlamanın" Sözleşme'nin 10. maddesinin güvencesinde olan ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda nihai kararı verme yetkisini haizdir. (iii) Denetim yetkisinin uygulanmasında Mahkeme müdahaleyi, suçlanan ifadeler ve bunların ifade edildiği bağlam da dahil olmak üzere, davanın bütünü içinde incelemelidir. İlk olarak müdahalenin "meşru amaçlar ile orantılı" olup olmadığı ve anılan müdahalenin meşruiyeti için ulusal otoriteler tarafından gösterilen gerekçelerin "ilgili ve yeterli" olup olmadığı tespit edilmelidir. Mahkeme bunu yaparken, ulusal otoritelerin 10. madde kapsamındaki ilkelere uygun davrandığı ve müdahalenin olayla ilgili bulguların kabul edilebilir bir değerlendirmesine dayalı oldukları konusunda olumlu kanaate varmalıdır. AİHM, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla hazırlanan bir basın bildirisi nedeniyle yapılan müdahalelerde basının, bir siyasi demokrasinin düzgün şekilde işlemesinin sağlanmasına ilişkin temel görevinin de dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir, (diğer kararların yanı sıra bkz., 8 Temmuz 1986 tarihli Lingens - Avusturya kararı, A Serisi, No. 103. s. 26/41; ve yukarıda anılan Fressoz ve Roite kararı, 45). Basının anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra, halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna, siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının öğrenilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır (bkz. yukarıda anılan Lingens kararı, s. 26/42). Bu konuda AİHM, söz konusu basın açıklamasında yer alan eleştirilerin hedefinin Hükümet tarafından yürütülen politikalar olduğunu belirtmiştir. Basın açıklamasını yapanlara göre Hükümet "köy yıkmaktan", "katliam ve yargısız infazlardan" ve "keyfi gözaltılar"dan suçludur. Buna benzer somut olayların mağduru olan kişilerin isimlerinin zikredilmesi ile bu sert eleştirilerin yabana atılmayacak nitelikte olduğu kanıtlanmaktadır. Basın açıklamasına imza atanlar, kamuoyunun menfaati için olayları gündeme getirmişler ve bireysel hakların bekçisi olan basını demokratik görevleri yerine getirmeye davet etmişlerdir. AİHM, teröre karşı yapılan mücadelenin zorluklarını küçümsememektedir. Bu bağlamda Mahkeme, basın temsilcisi ve sendika yöneticileri olarak görüşlerini bildiren başvuranların Türk siyasi yaşamındaki etkin görevleri çerçevesinde ne halkı şiddete ve ayaklanmaya teşvik ettiklerini, ne de orduyu hedef gösterdiklerini belirtmiştir (Bkz, Zana-Türkiye davası, 57-56; Sürek-Türkiye (n:1), 62-65, ve Sürek (no:3), 40-42). Aksine, temel hakların ihlaline neden olacak somut olaylardan kamuoyunu haberdar etme görevini yerine getirmişlerdir. Ayrıca, AİHM, başvuranlara verilen 83.333.333 TL'lık para ve 10 ay ağır hapis cezalarının ağırlığını hatırlatarak, başvuranların cezaları her ne kadar DGM'nin 16 Kasım 1995 tarihli kararı ile ertelenmiş olsa da başvuranların kendilerine karşı açılan dava nedeniyle değişik tarihlerde özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını hatırlatmıştır. Sonuç olarak, başvuranlara verilen mahkumiyet kararı meşru amaçlarla orantısız olup demokratik bir toplum için gereklilik teşkil etmemektedir. Bu durumda AİHS'nin 10. maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS'NİN 6/1. MADDESİNİN İLHAL EDİLMESİNE İLİŞKİN : Başvuranlar AİHS'nin 6/1. maddesi uyarınca, şikâyetlerinin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından görülmediğini ileri sürmüşlerdir. Başvuranlar, Diyarbakır DGM'nin bünyesinde asker kökenli bir hakimin bulunması ve gözaltına ilişkin 17 Eylül 1993 tarihli tutuklama kararına imza atan hakimlerin daha sonra aleyhlerinde açılan kamu davasında da görüş bildirmeleri nedeniyle bu mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını iddia etmişlerdir. Başvuranlar bu konuda, Incal-Türkiye davasına atıfta bulunmuşlardır (9 Haziran 1998 tarihli karar). Hükümet, tutuklama kararının esasa ilişkin bir karar ile aynı olmadığını, bu kararın yargılamanın bir aşamasında ek bir önlem olarak verildiğini ve benzer bir önlem alan hakimlerin sanığın tutuklanmasını gerekçelendirmek için delillerin yeterli olup olmadığını incelemeleri gerektiğini belirtmiştir. AİHM, AİHS'nin 6/1 maddesine göre bir mahkemenin "bağımsız" olup olmadığına karar verilebilmesi için; üyelerinin atanma şeklinin, görev sürelerinin, dış baskılara karşı korunmalarının ve bağımsızlık görünümü sergileyip sergilemediklerinin dikkate alınması gerektiği görüşünü tekrarlamıştır (Bkz. diğer birçok makamlar arasında, 25.02.1997 tarihli Findlay İngiltere'ye karşı hükmü, Raporlar 1997-1, s. 281. prg.73 ve anılan Incal Kararı, s.1571, 65). AİHS'nin 6/l maddesi uyarınca "tarafsızlık" konusunda karar verilirken uygulanacak iki kriter vardır: Birincisi; belli bir davada belli bir yargıcın kişisel kanaatinin kararı belirleyip belirlemediğinin, ikincisi ise; hakimin yasal konumunun, tarafsızlığı konusundaki şüpheleri uzak tutmak için yeterli garantiyi verip vermediğinin araştırılmasıdır, (Bkz. 20.05.1998 tarihli Gautrin ve diğerleri Fransa'ya karşı kararı (Raporlar 1998-111, s. 1030-1031/58). Sözkonusu davada ikinci kriterin uygulanması gerektiği konusunda tartışma yoktur. Bir makamın bağımsızlıktan yoksun oluşundan endişe duymak için yasal bir sebebin var olup olmadığına karar verilirken, bu makamın tarafsız olmadığını iddia edenlerin dayandığı nokta önemlidir. AİHM, başvuranların mahkemenin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığına dair endişelerinin iki nedene bağlı olduğunu belirtmiştir: (1) Diyarbakır DGM hakimleri tutuklama kararını vermeleri ile birlikte dava esasına ilişkin görüşlerini zaten açıklamışlardır. Aynı hakimler daha sonra başvuranlar aleyhinde açılan davanın esası hakkında değerlendirmede bulunmuşlardır. (2) Mahkeme heyetindeki hakimlerden biri askeri makamlara bağlıdır. Bu bağlamda sorunun iki açıdan incelenmesi gerekmektedir: 1. Diyarbakır DGM'nin başvuranlar hakkında verdiği tutuklama kararıyla ilgili olarak : Bu koşullarda, AİHM, tutuklama kararını veren hakim heyetinin davanın esasını da karara bağlaması nedeniyle başvuranların endişe duyduklarını belirtmiştir. AİHM, Türk Ceza Kanununun 104. maddesine göre, tutuklama kararı verecek olan hakim(ler)in, suçun işlendiğine dair kuvvetli emareler bulunduğuna kanaat getirmeleri gerektiğini belirtmiştir. DGM tarafından verilen tutuklama kararının davanın esasına ilişkin kararla aynı olmadığı bir gerçektir. Hakimlerin kuvvetli emarelerin varlığını tespit etmek için, ilk olarak savcı tarafından hazırlanan iddianamenin gerçek veriler üzerinde kurulduğundan emin olmaları gerekmektedir. Bazı koşullarda, davanın karar aşamasında değişik bir sonuç alınmaktadır. Bu açıdan AİHM, askeri hakimin varlığına ayrı bir önem vermektedir: DGM bünyesinde görev alan O. Karadeniz (mahkeme başkanı), askeri hakim T. Gözen ve C.D. Ural, 17 Eylül 1993 tarihinde, henüz başvuranlar hakkında kamu davası açılmadan tutuklama kararını vermişlerdir. Bu karara göre, söz konusu konuşmada suç işlendiğine dair kuvvetli emareler bulunduğu gerekçesiyle başvuranların tutuklanmasına karar verilmiştir. AİHM, adıgeçen hakimlerin başvuranların mahkumiyet kararlarına da imza attıklarını ve tutuklama kararının gerekçeleri ile 13 Nisan 1994 tarihli kararın gerekçeleri arasında herhangi bir fark bulunmadığını belirtmiştir. Halbuki hakimlerin görevi, suça ilişkin kuvvetli emarelerin bulunup bulunmadığının tespiti sırasında kendilerine sunulan delilleri değerlendirmektir. Bu konuda hakimlerin değerlendirmeleri ile davanın sonuçlandırılması arasında çok ince bir fark oluşmuştur. Ayrıca, aynı mahkeme başkanı, O Karadeniz, 16 Kasım 1995 tarihli erteleme kararı ile de başvuranları mahkum etmiştir. AİHM, yukarıda anılan unsurların, başvuranların Diyarbakır DGM'nin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olmadığına dair endişelerini doğruladığı sonucuna varmıştır. 2. Diyarbakır DGM bünyesinde görev alan askeri hakim hakkında : AİHM, 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar - Türkiye kararındaki şikâyetlerin benzerlerinin ileri sürüldüğünü hatırlatmıştır. AİHM, DGM'de görev alan askeri hakimlerin statüsünün bağımsızlık ve tarafsızlıkları konusunda tartışma yarattığı sonucuna varmış ve bu hakimlerin orduda görevli olmaları nedeniyle amirlerinden emir aldıklarını, askeri disipline tabi olduklarını ve atamalarına ilişkin kararların büyük ölçüde idari yetkililer ve ordu tarafından alındığını vurgulamıştır. AİHM, Türk yasalarının AİHS'ne uygun biçimde değiştirildiğini belirtmiştir (Bkz, Sadak ve diğerleri-Türkiye davası, no: 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, 34 ve 38). Ancak görevinin konuyla ilgili koşulların değerlendirilmesiyle sınırlı olduğunu ifade etmiş ve olay tarihinden itibaren bazı değişikliklerin yapılması nedeniyle mevcut davadaki şikâyetlerin geçerliliğini yitirmediği sonucuna varmıştır. AİHM, görevinin Diyarbakır DGM'nin işleyiş şeklinin başvuranların adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini, özellikle de tarafsız olarak incelendiğinde başvuranların kendilerini yargılayan mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin haklı bir endişelerinin olup olmadığını tespit etmek olduğunu belirtmektedir. (Bkz. yukarıda anılan Incal Kararı, 70; ve yukarıda anılan Çıraklar kararı, 38). Bu konuda, AİHM, başvuranlar gibi sivil olan Sn. Incal'ın ve Çıraklar'ın davalarında varılan sonuca varılmaması için herhangi bir neden görmemiştir. Devletin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliği zedelemeye yönelik propaganda yapmak suçundan DGM'de yargılanan başvuranların, askeri hakim bir üyesi bulunan bir heyet tarafından yargılanma konusunda endişe içinde olmaları anlaşılır bir husustur. Bu itibarla, DGM'nin yargılama sırasında davanın özü ile herhangi bir ilişkisi olmayan hususlardan gereksiz yere etkilenebileceğini düşünmek için yeterli sebepleri mevcuttur. Bir başka deyişle, başvuranların mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin korkularının haklı sebebe dayandığı kabul edilebilir. Yukarıda anılan nedenlerden dolayı AİHM, AİHS'nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği kararına varmıştır. III. AİHS'NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI ÜZERİNE : AlHS'nin 41. maddesinde yer alan unsurlar : A. Tazminat: Alpaslan, verilen mahkumiyet kararı ile gelir kaybına uğradığı gerekçesiyle 11.567,- Amerikan Doları (USD) talep etmektedir. Bu iddiasına dayanak olarak Kasım 1994 ve Ocak 1996 tarihleri arasında 506.683.204 TL. gelir kaybına uğradığını gösteren belgeleri ibraz etmiş, bu miktarın 11.567,USD ye karşılık geldiğini ifade etmiştir. Başvuran ayrıca manevi tazminat olarak 15.000,-USD talep etmektedir. Karakoç, verilen mahkumiyet kararı ile gelir kaybına uğradığı gerekçesiyle 13.693,- USD talep etmektedir. Bu meyanda Türk Harb-İş genel sekreteri ile yapılan sözleşmeye dayanarak mahkum olduğu yedi ay boyunca 43.788.541,- TL. gelir kaybına uğradığını belirtmiştir. Karakoç sözleşmesinin l Haziran 1995 tarihinde tek taraflı olarak feshedildiğini ekleyerek manevi tazminat olarak 20.00,- USD talep etmektedir. Akyol, olayların meydana geldiği dönemde çalışmadığını dile getirerek manevi tazminatın miktarı konusundaki takdiri AİHM'ye bırakmış, manevi tazminat miktarı olarak 15.000,-USD talep etmiştir. Hükümete göre talep edilen miktarlar aşırı ve gerçekçi değildir. AİHM, AİHS'nin 41. maddesine dayanarak başvuranların her birine uğramış oldukları manevi zararın tazminine ilişkin 7.500,- Euro (EURO) ödenmesini kararlaştırmıştır. B. Masraf ve harcamalar: Başvuranlar Türk makamları ve Sözleşme kurumları önünde temsil edilirken yaptıkları masraf ve harcamalar için 6.200,- USD avukatlık ücreti olarak ise 160.000.000,- TL.talep etmişlerdir. Hükümet, bu miktarları aşırı olarak nitelendirmektedir. Masraf ve harcamalara ilişkin olarak Avrupa Konseyinin adli yardım miktarı olan 564,06,-Euro (3.700,- FF) düşülerek başvuranlara 6.000,- Euro ödenmesini kararlaştırmıştır. C. Temerrüt Faizi: AİHM, belirtilen sürenin bitiminden ödeme tarihine kadar geçecek süre için, yukarıda anılan meblağlara Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı basit faize tabi tutulacağını ve bunlara %3 'lük bir artış uygulanacağını belirtmektedir. BU SEBEPLERDEN DOLAYI MAHKEME OYBİRLİĞİYLE, 1. AİHS'nin 10. maddesinin ihlal edildiğine; 2. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin yapılan şikâyet uyarınca AİHS'nin 6/l maddesinin ihlal edildiğine ; 3. a) Savunmacı Hükümetin başvuranlara AİHS'nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek KDV, pul, harç ve masraflar nedeniyle kesinti yapılmaksızın, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden TL'sına çevrilmek üzere; i) Başvuranların herbirine manevi tazminat olarak 7.500,- (yedi bin beşyüz) Euro ödenmesine, ii) Avrupa Konseyi tarafından verilen 564.06,- (beşyüzaltmışdört Euro altı santim) Euro'luk adli yardım miktarı düşülmek ve doğrudan veya dolaylı her türlü vergiden muaf olmak üzere, masraf ve harcamalar için 6.000,- (altıbin) Euro'nun davalı Devlet tarafından ödenmesine; b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin bitiminden ödeme tarihine kadar geçecek süre için Avrupa Merkez Bankasının belirlemiş olduğu yıllık % 3'lük faizin ödenmesine; 4. Adil tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM'nin iç tüzüğünün 77/2 ve 3. maddelerine uygun olarak 15 Ekim 2002 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.