2006-2013 YILLARI ARASINDA KLİNİĞİMİZDE SERT DAMAK

advertisement
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
2006-2013 YILLARI ARASINDA KLİNİĞİMİZDE SERT DAMAK
NEOPLAZMI TANISI İLE TAKİP EDİLEN HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Dr. Günay KHALİLOVA
KBB ANABİLİM DALI
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. T. Babür KÜÇÜK
ANKARA
2015
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
2006-2013 YILLARI ARASINDA KLİNİĞİMİZDE SERT DAMAK
NEOPLAZMI TANISI İLE TAKİP EDİLEN HASTALARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Dr. Günay KHALİLOVA
KBB ANABİLİM DALI
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. T. Babür KÜÇÜK
ANKARA
2015
i
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimine başladığım ilk günden itibaren bana her konuda
engin bilgisi, tecrübesi ile yol gösteren, asistanlık eğitimi boyunca yaptığımız
her işi sorgulamayı öğreten saygıdeğer hocam ve tez danışmanım Prof. Dr.
Tarık Babür KÜÇÜK’e,
Asistanlık eğitimim boyunca baba şefkatini benden ve tüm ekip
arkadaşlarımdan esirgemeyen Anabilim Dalı başkanımız Prof. Dr. Muharrem
GERÇEKER’e,
Engin bilgi ve deneyimlerinden ders aldığım değerli hocalarım, Prof. Dr.
Mehmet Tevfik AKTÜRK’e, Prof. Dr. Metin Nuri AKİNER’e, Prof. Dr. Gürsel
DURSUN’a, Prof. Dr. İrfan YORULMAZ’a, Prof. Dr. Rauf Yücel
ANADOLU’ya, Prof. Dr. Cem MEÇO’ya, Doç. Dr. Ozan Bağış ÖZGÜRSOY’a
Uzmanlık eğitimi boyunca ve tez çalışmam sırasında yardımlarını
esirgemeyen, değerli hocalarım Doç. Dr. Mustafa Kürşat GÖKCAN’a ve Yrd.
Doç. Dr. Süha BETON’a,
Eğitime başladığım ilk günden itibaren bana arkadaşlıktan öte ağabey,
abla olan saygıdeğer asistan arkadaşlarım Esin Özlem KANTARCIOĞLU’na,
Mehmet Nuri ELGÖRMÜŞ’e, Yüce İSLAMOĞLU’na
Beraber çalışmaktan mutluluk duyduğum araştırma görevlisi
arkadaşlarıma, uzmanımız Zahide Çiler TEZCANER’e, kliniğimizde görevli
tüm hemşire ve personelimize,
Bana tüm kalbiyle inanan; bitmek bilmeyen sabrı ile zor günlerimde
bana destek olan, sevgili eşim Elnur KHALİLOV’a,
Doğduğum günden itibaren bugüne kadar bana her konuda destek
olan, gerek lisans gerekse lisansüstü eğitimimde beni cesaretlendirip
başarmamı sağlayan, beni hayata hazırlayan ve uzakta olmama rağmen
sevgisini her zaman yanı başımdalarmış gibi hissettiğim annem İlhamiyye
ABBASOVA, babam Refayil TAĞIYEV, ablam Gulbeniz ABBASOVA ve
kardeşim Babek ABBASOV’a,
Tüm kalbimle sonsuz saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunarım.
ii
İÇİNDEKİLER
KABUL VE ONAY
i
ÖNSÖZ
ii
İÇİNDEKİLER
iii
TABLOLAR DİZİNİ
iv
ŞEKİLLER DİZİNİ
v
GRAFİKLER DİZİNİ
vi
GİRİŞ
1
GENEL BİLGİLER
2
GEREÇ VE YÖNTEM
29
BULGULAR
31
TARTIŞMA
48
SONUÇLAR
60
ÖZET
62
SUMMARY
63
KAYNAKLAR
64
iii
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 2.1. Oral kavite tümörleri
11
Tablo 2.2. Amerikan Kanser Ortak Komitesi
TNM Evreleme Sistemi (Oral Kavite Tümörleri )
Tablo 2.3. Maksiller Sinüs Primer Tümörü için
TNM Sınıflaması (T)
Tablo 4.1. Olguların Yaş Gruplarına Göre
Dağılımı
Tablo 4.2. Benign vakaların patolojiye göre
dağılımı
2
23
33
37
Tablo 4.3. Malign vakaların patolojiye göre
dağılımı
Tablo 4.4. Malign vakaların yapılan ameliyata
göre dağılımı.
40
41
Tablo 4.5. Hastaların izlem süresi
43
Tablo 4.6. Genel sağkalım süresi
43
Tablo 4.7. Genel sağkalım tablosu
44
Tablo 4.8. Hastalığa bağlı sağkalım
45
Tablo 4.9. Hastalığa bağlı sağkalım tablosu
46
iv
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 2.1. Sert damak embriyolojisi
3
Şekil 2.2. Sert damak kemik anatomisi
6
Şekil 2.3. Oral kavite anatomisi
7
Şekil 4.1. Sol sert damakta kitle. (Patolojik tanı: pleomorfik adenom)
35
Şekil 4.2. Şekil 4.1. ‘deki hastanın maksillofasial BT görüntüsü
35
(axial kesit)
Şekil 4.3. Sol sert damakta kitle (Patolojik tanı: pleomorfik adenom)
36
Şekil 4.4. Sol sert damakta kitle (Patolojik tanı: Mukoepidermoid
karsinom)
Şekil 4.5. Mukoepidermoid karsinom nedeni ile opere edilen
hastanın postoperatif 6. aydaki MR görüntüsü
36
39
Şekil 4.6. İnferior maksillektomi postoperatif 50.ay MR görüntüsü.
(Patolojik tanı: yassı hücreli karsinom)
Şekil 5.1. Şekil 4.1.’deki hastanın kitle eksizyonu sonrası
intraoperatif görüntüsü
39
48
Şekil 5.2. Sol sert damak kitlesinin eksizyon sınırlarının
işaretlenmesi. (Patolojik tanı: Mukoepidermoid karsinom)
54
Şekil 5.3. Şekil 5.2’teki hastanın kitle eksizyonu sonrası intraoperatif
görüntüsü
55
Şekil 5.4. Sağ total Maksillektomi materyali. (Patolojik tanı:
Andiferansiye Pleomorfik Sarkom)
57
Şekil 5.5. Total maksillektomi sonrası intraoperatif görüntü.
(Patolojik tanı: Andiferansiye Pleomorfik Sarkom)
58
Şekil 5.6. Total maksillektomi sonrası hastanın postoperatif 49.ay
maksillofasial BT görüntüsü. (Patolojik tanı: Adenoid kistik karsinom)
59
v
GRAFİKLER DİZİNİ
Grafik 4.1. Vakaların benign malign dağılımı
31
Grafik 4.2. Benign olguların cinsiyete göre dağılımı
32
Grafik 4.3. Malign olguların cinsiyete göre dağılımı
32
Grafik 4.4. AÜTF ve dış merkezlerde preoperatif alınan
biyopsilerde yanlış ve doğru sonuç oranları
34
Grafik 4.5. Hastaların T evresine göre dağılımı
38
Grafik 4.6. Hastaların N evresine göre dağılımı
38
Grafik 4.7. Genel sağkalım
45
Grafik 4.8. Hastalığa bağlı sağkalım
47
vi
1.GİRİŞ
Sert damağın primer tümörleri nadir görülür ve bu tümörlerden malign
olanlarla daha sık karşılaşılır. Sert damakta yassı hücreli karsinom ve minör
tükürük bezi kaynaklı malign tümörler genellikle aynı sıklıkta görülür. Sert
damak kökenli gibi görünen bazı tümörlerin gerçekte daha büyük olabileceği
akılda tutulmalıdır. Çünkü sert damak aynı zamanda maksiller sinüsün
tabanını oluşturur ve sert damağın orta büyüklükteki submukozal bir tümörü
aslında maksiller sinüs kaynaklı büyük bir tümörün, sadece görünen kısmı
olabilir.
Sert damak neoplazmlarının insidansı az olduğu için, literatürde bu
konu ile ilgili yeterli retrospektif ve prospektif çalışma bulunmamaktadır. Bu
çalışmadaki amacımız, sert damak primer ve sekonder neoplazmı nedeni ile
kliniğimize başvuran hastaların tanı ve tedavi sonuçlarını incelemek, baş
boyun cerrahisinde başarısı yüksek olan kliniğimizdeki verileri kullanarak,
dünya literatürü ile kıyaslamak ve bu alanda yapılacak yeni çalışmalar için
veri bazında katkıda bulunmaktır.
1
2.GENEL BİLGİLER
2.1. Fizyoloji
Oral kavite konuşmada büyük önem taşır. Damak, dil, dudak
hareketlerinin
faaliyetleri
sonucunda
ses artikülasyonu
tamamlanarak
konuşma elde edilir 1. Konuşma, yüksek serebral merkezler ile solunum
fonksiyonu, çene eklemi ve yüzdeki bazı anatomik yapıların işbirliği sonucu
ortaya çıkan nöromuskuler bir işlem olarak tanımlanabilir. Sert damak
anterior nazal tavanı oral kaviteden ayırır ve ağız çatısını oluşturur, yutma ve
konuşma fiziolojisinde önemli rol üstlenir.
2.2 Embriyoloji
İntrauterin hayatın 4. haftasında emriyo yassı bir disk şeklindedir. Daha
sonra öne eğilir. Beyin büyümeye başlar ve kalbi iter. Kalp beyinden
uzaklaşarak aralarından bir çukurcuk oluşur; buna stomediım, ilk ilkel ağız
ismi verilir. Aynı dönemde burun deliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan
olfaktil plakodların görünmesi ile embriyonun kraniyal parçasında çeşitli
mekanizmal çıkıntılar belirginleşir. Tam ortada görülen çıkıntıya nazofrontal
bölüm denir. Embriyonel gelişme ilerledikçe stomediumun altında üst çene
tomurcukları gelişir ve nazofrontal çıkıntılara doğru büyürler.
5. haftada; nazal plakodlar oluşur (erken burun delikleri ). Lateral ve
medial nazal tomurcuklar oluşur ve frontal tomurcuk frontonazal tomurcuğa
dönüşür. Yanlarda gözler oluşur.
6. haftada; yüzün yan bölümleri gelişir, yüz genişler. Gözler yanlardan
öne döner. Oral pit yanlara genişler ve bir yarık görünümü kazanır. Üst
dudak, bir medial (filtrum) ve iki nazal tomurcuktan oluşur. Medial nazal ve
maksiller tomurcuk arasındaki epitelyum duvarı (nazal fin) delinir ve tomurcuk
bağ dokuları kaynaşarak üst dudağı ortaya çıkarır.
7. haftada; gözlerin öne dönmesi ile burnun kapladığı alan daralır ve
burun delikleri ortaya yaklaşır. Bu dönemde gözler ve burun delikleri aynı
düzlemdedir.
8. ve 10. haftalarda ise damak; medial palatinal tomurcuk (primer
damak – erken premaksilla) lateral palatinal tomurcuk (sağ ve sol damak
2
rafları) gelişir. Damak rafları mediale doğru gelişir. Dil nazal kaviteyi
dolduracak kadar büyüktür ve dile temas sağlanınca rafların gelişim yönü
aşağı döner, zamanla raflar dili ileri iter. Raflar dilin özerinde öne kayarlar ve
buna palatal raf yükselmesi denir. Raflar son konumunu aldığında dil genişler
ve rafların altında kalır. Rafların birbirine değimi ile mediale haraket sona erer
ve palatal raf kapanması gerçekleşir. Kapanmayı kaynaşma (füzyon) takip
eder. Kaynaşma ve birleşme 10. Haftada tamamlanır (Şekil 2.1.) 2,3.
Şekil 2.1. Sert damak embriyolojisi
‘Cochard, Larry R. Netter's atlas of human embryology. 2012’ den
alınmıştır.
3
2.3 Histoloji
Oral mukoza stratifiye skuamöz epitelle döşelidir. Bukkal mukoza, dil ve
sert damak; yağ, damar ve sinir yapıları içeren konnektif bağ dokusu içeren
submukozal tabaka içerir. Submukoza, oral mukozayı kemik ve kastan ayırır.
Sert damak bölgesinde mukoza kemiğe çok yakın olup periosta sıkı bir
biçimde yapışarak yekpare mukoperiostiumu oluşturur ve arka bölümde çok
sayıda minör tükürük bezi barındırır. Bu nedenle sert damak bölgesinde
oluşan tümörler erken dönemde kemik invazyonu oluştururlar 4. Epitelde;
keratinosit hücreleri, langerhans hücreleri, merkel hücreleri, inflamatuar
hücreler, lenfosit ve melanosit bulunur. Lamina propriada minör tükrük bezleri
bulunur.
2.4. Anatomi
Amerikan Kanser Ortak Komitesinin (American Joint Committee On
Cancer) (AJCC)’e göre oral kavite; dudak cilt vermillion bileşkesinden
başlayarak sert ve yumuşak damak bileşkesine, aşağıda circumvallate
papillaya kadar olan bölgedir. AJCC oral kavite mukozasını 8 alt bölgeye
ayırmaktadır 5 .
1)
Dudak mukozası: Dudak cilt ve vermillion bileşkesinden
başlar, alt ve üst dudakla komissür ile birleşirler.
2)
Bukkal mukoza: Yanak, dudak içi, alveolar ridge,
pterigomandibuler raphe mukozasına uzanır. Oral vestibülün lateral
duvarını döşer. Periparotid, submental, submandibuler lenf nodlarına
drene olurlar.
3)
Alt alveolar bölge: Mandibulanın alveolar proçesini örter.
Posteriorda assendan ramus mandibulaya uzanır. Ağız tabanı
mukozası ile birleşir.
4)
Üst alveolar bölge: Maksillanın alveolar proçesini döşer.
Üst gingivobukkal boşlukta sert damak mukozası ile birleşir. Posterior
sınırı pterigopalatin arktır. Drenaj yerleri üst derin juguler lenf nodları
ve retrofarengeal lenf nodlarıdır.
4
5)
maksillanın
Retromolar
gingiva:
tuberositasına
kadar
Son
molar
diş
olan
mandibulanın
apeksinden
assendan
ramusunu örter. Üst derin lenf nodlarına drene olurlar. Lenfatikleri
azdır, juguler ve retrofarengeal lenf nodlarına drene olurlar.
6)
Ağız tabanı: Mylohyoid kas, hyoglossus kaslarının üzerini
örten semilunar şeklinde bir alandır. Alt alveolar ridgeden dil altına
kadar uzanır. Posteriordaki sınırı tonsil anterior plikanın tabanıdır. Dil
frenilumu ile ikiye bölünür. Submandibuler ve sublingual tükrük
bezlerinin ostiumlarını içerir.
7)
Sert damak: Üst alveolar ridge ve maksiller kemiğin
palatin proçesini örten mukozal membranla kaplı alandır.
8)
Oral dil (dilin 2/3 kısmı): Anteriordan circumvallate
papillaya kadar uzanır.
2.4.1. Sert damak anatomisi
Sert damak, üst alveolar ridge ve maksiller kemiğin palatin proçesini
örten mukozal membranla kaplı alandır. Ön kısmı üst alveolar ark ile
çevrilidir6. Sert damağın 2/3 ön kısmını her 2 maksiller kemiğin palatinal
çıkıntısı, 1/3 arka kısmını ise palatinal kemiğin horizontal çıkıntısı yapar
(Şekil 2.2.). Bu yapıların orta birleşmesinde embriyoloijk olarak sorun olursa,
komplet veya inkomplet, izole veya dudak yarığı ile birlikte olan damak
yarıkları veya maksiller kistler karşımız çıkabilir. Bu gelişimsel bozukluğun en
basit şekli ‘bifid uvula’dır. Sert damak mukozasının bir diğer önemi ise, alt
dudakta olduğu gibi mukoza altında bol miktarda minör tükrük bezinin
olmasıdır. Bu nedenle sert damakta bir şişlik, kitle görüldüğünde bunun minör
tükrük bezlerinden kaynaklanabileceği unutulmamalıdır. Kesici dişleri taşıyan
ve premaksilla olarak da adlandırılan ön kısım primer damak adını alır. Bu
bölüm insisiv foramenin önündeki kısımdır. Buranın arka kısmı palatin
kemiğin horizontal tabakası tarafından oluşturulur ve sekonder damak
adlandırılır6.
Sert damak ve yumuşak damak birleşim hattının posterior ve lateralinde
bulunan major ve minör palatin foramenlerden majör ve minör palatin damar
5
ve sinirleri geçer. Majör palatin arter anteriorda insiziv foramende nazopalatin
arterle (sfenopalatin arterin posterior septal dalından ayrılır) birleşir. İnsiziv
foramen maksiller kesicilerin posteriorundadır. Ve ayrıca nasopalatin sinir de
buradan geçer. Bu foramenler tümörün direkt olarak sert damaktan
anteriorda nazal kaviteye ve posteriorda pterigopalatin fossa yoluyla kafa
tabanına veya her iki bölgeye de yayılması için potansiyel yollar oluştururlar
(Şekil2.3.).
Sert damağın lenfatik ağı ağız içinin diğer yörelerine göre çok daha
zayıfdır6 Sert damağın posterior kısmının lenfatik drenajı seviye II’ye (üst
jugulodigastrik bölgeye), retrofarengeal lenf nodlarına veya her ikisine olur;
damağın anterior kısmının lenfatikleri ise seviye IB’ye (submandibüler
bölgeye) dökülür 7.
Şekil 2.2. Sert damak kemik anatomisi
( Johan Fagan MBChB. Open Access of Ototlaryngology Head &Neck
Surgery )
6
Şekil 2.3. Oral Kavite anatomisi
( Frank H. Netter. Atlas Of Human Anatomy. 4th edition. )
2.5. Oral kavitenin neoplazmları.
Oral kavite ve orofarinks’in tümör ve tümör benzeri durumlarını manifest
hale geçiren birçok faktör vardır. Bu bölümde sözkonusu faktörlerden sadece
sert damakla ilgili faktörleri ele alaçağız.
2.5.1. Oral kavite benign neoplazmları.
Oral kavitede görülen nispeten sık görülen benign neoplazmlar
papilloma, granüler hücreli tümör, nörofibroma, lipoma, hemanjioma,
pleomorfik adenoma ve tükürük bezi kaynaklı diğer benign tümörler, ve
ameloblastomadır.
Sert damakta daha sık görülen benign tümörler minör tükürük bezi
kaynaklı tümörlerdir. Minör tükrük bezleri çoğunlukla muköz asinilerden
oluşur. Tükrük bezi tümörlerinin gelişimini açıklamak için ileri sürülen
7
multisellüler teoride her bir tümör tipinin tükürük bezi içindeki belirli bir hücre
grubundan geliştiği ileri sürülmektedir. Bu teoriye göre Whartin tümörü ve
onkositik tümörlerin çizgili kanal hücrelerinden, asinik hücreli tümörlerin asini
hücrelerinden, mikst tümörün ise birleştirici kanal ve miyoepitel hücrelerinden
geliştiği düşünülmektedir 8. Diferansiye olmuş tükürük bezi hücrelerinin mitoz
ve
rejenerasyon
kabiliyetlerini
koruduklarının
gözlenmesi
bu
teoriyi
desteklemektedir 9,10.
Diğer bir teori olan bisellüler rezerv hücre teorisinde, değişik tipteki
tükürük bezi tümörlerinin kökeninin salgı veya birleştirici kanalların bazal
hücrelerine kadar takipedilebileceğini varsayılmaktadır. Teoriye göre bu
hücreler, diğer epitel hücrelerine dönüşebilecek potansiyele sahip rezerv
hücre özelliğine sahiptir
11
ve tükürük bezi tümörleri heterojen bir grup gibi
gözükse de aslında tüm tümörlerin bu plüripotent hücrenin birinden köken
aldığı düşünülmektedir. Bu modele göre pleomorfik adenom ve onkositik
tümörü
içine
alan
adenomatoid
tümörler
birleştirici
kanalın
rezerv
hücrelerinden, yassı hücreli karsinom ve mukoepidermoid karsinom gibi
epidermoid tümörler ise salgı kanalının rezerv hücrelerinden köken
almaktatdır.
Son zamanlarda yapılan bir çok çalışmada moleküler düzeydeki bazı
bulguların rezerv hücre teorisini desteklediği bildirilmektetdir
12
. Pleomorfik
adenom, benign tümörlerin %84’nü, tüm tükrük bezi tümörlerinin ise %45’ini
oluşturmaktatdır
13
. Minör tükrük bezlerinde köken alan pleomorfik adeomlar
en sık damakta görülür 4,14 .(Tablo 2.1).
2.5.1.1. Pleomorfik adenom.
Klinik olarak pleomorfik adenom, ağrısız ve yavaş büyüyen kitle ile
karakterizedir. Patolojik açıdan pleomorfik adenomlar tek, sert ve yuvarlak
tümörlerdir, beyazımsı griden açık sarıya kadar değişen renklerde görülebilir.
Minör
tükürük
kapsülsüzdür
bezlerinde
görülen
pleomorfik
adenomlar
genellikle
15
. Histolojik incelemede tümör fibrokartilajenöz, miksokondroid
veya kondroid bir zemin üzerinde kanallar, kümeler, kordonlar ve ya hücre
8
tabakaları formlarındaki epitelyum hücreler ve plazmasitoid veya iğ şeklindeki
miyoepitelyal hücrelerden oluşur. Pleomorfik adenom içindeki karakteristik
miksoid veya kondroid stromanın oluşumundan miyoepitel hücreleri sorumlu
tutulmaktatdır. Skuamöz metaplazi, kalsifikasyon, kondrinizasyon, ossifik
hücreler ve stromanın palizat görünümü gibi histopatolojik değişikliklere bu
tümör tipinde sıklıkla rastlanır. Pleomorfik adenomda lipomatöz
17
16
ve osseöz
değişiklikler de bildirilmiştir. Pleomorfik adenomlar üzerindeki moleküler
çalışmalarda 9p21 kromozomu üzerinde bulunan 2 tümör supresör protein
olan p14 (ARF) ve p16 (INK4a)’da değişiklikler olduğu gösterilmiştir
değişikliklerin ve p53, p63 ve p73 mutasyonları
19
18
. Bu
gibi kromozomal
anomalilerin tümörün sadece epitelyal ve geçiş (transitional) kısımlardan
görülmesi
bu
alanların
malign
transformasyon
eğilimi
olduğunu
düşündürmektedir. Minör tükürük bezi kaynaklı pleomorfik adenomların en
sık görüldüğü bölge sert damak olarak bildirilmiştir 4,14,20.
2.5.1.2. Onkositik papiller kistadenom
Bu tümörlerin çoğu larenkste görülür. Ancak nazofarenks, damak,
bukkal mukoza, aksesuar gözyaşı kanallarında da görülen vakalar
bildirilmiştir. Onkositik papiller kistadenom patolojik incelemede pedinküllü de
olabilen düzgün yüzeyli yuvarlak kist görünümündedir. Mikroskobik olarak
Whartin tümörüne benzer, ancak bu tümörlerde lenfoid stroma yoktur. Bazen
patologlar tarafından ‘lenfoid matriksi olmayan Whartin tümörü’ olarak ta
adlandırılırlar. Bu tümörlerin gerçekten tümör olup olmadığı tartışmalıdır.
Mevcut tükürük bezi kanallarının hiperplazisi veya metaplazisini de gösteriyor
olsa tedavileri cerrahi eksizyondur 7.
2.5.1.3. Miyoepitelyoma
Miyoepitelyoma tükürük bezindeki duktus ve asini epitel hücrelerinin
altında yerleşen miyoepitelyal hücrelerden köken alır. Miyoepitelyomalar iyi
sınırlanmış, düzgün yüzeyli kitlelerdir. Mikroskobik incelemede ince bir kapsül
görülür, ancak damakta oluşan miyoepitelyomaların kapsülü yoktur. Hücreler
benign karakterlidir ve nadiren mitoz görülür. Hücreler iğ veya poligonal
9
şekilde veya plazmasitoiddir. Ağrısız, yavaş büyüyen kitle ile ortaya
çıktığından pleomorfik adenomla karışabilir. Görülme sıklığı açısından
cinsiyetler arasında fark yoktur. Majör ve minör tükürük bezlerinde görülebilir.
Histolojik olarak plazmasitomlardan ve iğ hücrelerin görüldüğü nörilemmoma,
fibrom, menejiom ve leiomiyomdan ayırt edilmesi gerekir. Lokal agresif
olabileceğine dair bilgiler olsa da tümörlerin çoğu benign seyreder, tedavisi
cerrahi eksizyondur 7.
2.5.1.4. Papilloma
Oral kavite ve orofarinkste en sık görülen skuamöz epitel kaynaklı klinik
antitelerden birisi skuamöz papillomadır . Skuamöz papillomalar HPV-6 ve
HPV-11 virus subtipleri ile ilişkilidir
21
. Oral kavite papillomları diğer baş-
boyun bölgelerindekilerden daha az rekürrens oranlarına sahiptir
22
. Tedavisi
cerrahi eksizyon veya CO2 lazer ile ablasyondur.
2.5.1.5. Nörofibroma
Nörofibroma periferik sinirlerin en sık neoplazmıdır. Bu lezyon Schwann
hücrelerinden ve perinöral fibroblastlardan köken alır. Nadir olarak
malignleşip sarkoma dönüşebilir 7.
2.4.1.6. Hemanjioma
Hemanjioma, baş ve boyunda yaygın olarak görülür. Oral kavite
hemanjiomları bunların %14’ünü oluşturur
23
. Oral kavitede en sık dudakta
görülürler.
2.4.2. Oral kavite malign neoplazmları.
Benign oral kavite tümörlerinin sık görülmesi, malign lezyonların
tanısında
zaman
zaman
gecikmelere
neden
olabilir.
Oral
kavite
neoplazmlarından ağırlıklı olarak sert damakta görülen primer malign
tümörler veya sert damakta kitle ile karşımıza gelen sinonazal tümörler
içerisinde en sık karşılaşılan lezyonlar minör tükürük bezi kaynaklı
tümörlerdir24. İkinci sıklıkta yassı hücreli karsinom yer alır. Nekrotizan
10
siyalometaplazi ve folliküler lenfoid hiperplazi sert damak kanseri ile çok
karışabilen benign nitelikteki iki önemli lezyondur 6.
Damaktaki mukozal melanomlar nonülsere pigmente şekilde karşımıza
çıkarlar. Kaposi sarkomu intraoral en sık damakta görülür
25
. Damakta daha
nispeten az görülen maligniteler osteosarkomlar, lenfomalardır (Tablo 2.1).
Tablo 2.1. Oral Kavite Tümörleri
 YHK
 Tükürük bezi kaynaklı tümörler

Malign
o Adenoid kistik karsinom
o Mukoepidermoid karsinom
o Asinik hücreli karsinom
o Salivary duktal karsinom
o Karsinoma
ex
pleomorfik
adenoma

Benign
o Pleomorfik adenoma
o Warthin tümörü
o Mukosel
 Sarkomlar

Osteosarkom

Rhabdomyosarkom

Fibrosarkom

Liposarkom
 Lenfoma
 Mukozal melanoma
 Sinir kaynaklı tümörler
 Metastatik lezyonlar
* YHK : Yassı hücreli karsinom
11
2.4.2.1. Yassı hücreli karsinom
Yassı hücreli karsinomlar (YHK) baş boyun bölgesinde en sık görülen
tümörlerdir. Baş boyun bölgesinde görülen malign tümörlerin %90’dan
fazlasını YHK oluşturur
4,26
. Sert damakta minör tükürük bezi tümörlerinden
sonra ikinci sıklıkta görülür.
Oral kavite kanserlerinde erken evrede radyoterapi ve cerrahinin eşit
düzeyde başarılı olduğu gösterilse de, oral kanserlerin tedavisinde tüm
evrelerde cerrahi, temel ve başlangıç tedavi yöntemi olarak kabul edilir 4. İleri
evre tümörlerde ise tedavi seçeneği amelyat ve adjuvan radyoterapi
şeklindedir. Kemoterapi sadece palyasyon amaçlı kullanılır 27.
YHK, çok katlı skuamöz epitelin malign neoplazmı olup lokal destrüktif
büyüme ve metastaz yapma eğilimindedir
6
. YHK genelde oral kaviteyi
döşeyen çok katlı yassı epitelden displazi ile başlar, neoplazik hücreler bazal
membranı aşıp subepitelyal alana invaze olduğunda malign bir tümör olarak
gelişir. Klinik olarak ilk bulgu genellikle ağrısız ülserlerdir ve tanı anında en
sık ülsere ekzofitik lezyon şeklinde görülmektedir
28
.
YHK oral kavitede görülen birkaç varyantı daha mevcuttur. Sarkomatöz
yassı hücreli karsinom (iğsi hücreli karsinom), iğ şeklindeki hücreler ve yassı
hücreler kafes gibi iç içe geçmiş heterojen görüntü verirler. YHK’un bu
varyantının daha agresif seyrettiği ve metastaz oranının %37 olduğu
bildirilmiştir 7.
YHK’un oral kavitede görülen bir diğer varyantı verrüköz karsinomdur.
İlk kez Ackerman tarafından tanımlanan verrüköz karsinom özel makroskobik
ve
mikroskobik
belirtileri
olan
iyi
differansiye
skuamöz
hücreli
bir
karsinomdur29,30.
Genellikle ileri yaş erkeklerde görülür, tütün çiğneme ve HPV 16/18 ile
ilişkilidir. Tedavisi geniş eksizyondur ve cerrahi ile 5 yıllık sağkalım % 90’ları
bulur. Nüks hemen her zaman lokaldir, hastaların az bir kısmında revizyon
cerrahi gerekir. Boyun metastazı yapma eğilimi olmadığı için elektif boyun
diseksiyonu gerekli deyil 4.
12
2.4.2.2. Adenoid kistik karsinom
Adenoid kistik karsinom minör tükrük bezi tümörleri içinde ve
submandibüler bezde en sık görülen malignitedir
31
. Spiro, adenoid kistik
karsinomnın minör tükrük bezi tümörlerinin %71’ni oluşturduğunu belirtmiştir.
Kribriform, tübüler veya solid olmak üzere üç ayrı histolojik tipten
oluştuğu halde, aynı tümörde değişik histolojik yapılar birlikte bulunabilir.
Kribriform patternde bez yapısı vardır ve en iyi prognoza sahiptir. Solid
patern daha epitelyal bir yapıya ve daha kötü bir prognoza sahiptir
32
. Tübüler
patern klinik prognoz açısından diğer iki patern arasında yer alır.
Eibling ve arkadaşları, 3mm’den daha büyük çaplı sınır tutulumlarının
rekürren hastalıkla bağlantılı olduğunu bulmuşlardır
33
. Spiro ve arkadaşları
adenoid kistik karsinomlu 184 hasta üzerinde yaptıkları çalışmada prognozun
histolojik derecelendirmeden daha çok klinik evre ile ilgili olduğunu bildirdiler.
Bu otörlere göre her ne kadar sağkalım oranları anlamlı olarak değişkenlik
göstermese de, yüksek ve orta dereceli tümörlerde (tübüler, solid), düşük
dereceli tümörlere (kribriform) göre erken lokal nüks insidansı daha
yüksektir34.
Adenoid kistik karsinom vakalarında sıklıkla geç lokal nüks ve uzak
metastaz görülür35. Yavaş büyüme, nörotropizm, lokal nüks ve uzak
metastaz özellikleri ile bilinen bir tümör olan adenoid kistik karsinomun
nörotropik yapısından dolayı, cerrahi ve radyoterapi sonrası genellikle kafa
tabanında
nükslere
neden
olduğu
bilinmektedir.
Van
Der Wal
ve
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada primer tümör teşhisinden ortalama 36,8
ay sonra %54 hastada uzak metastaz olduğu gösterilmiştir. Bu hastalar
nükslerin teşhisini takiben 3 yıl yaşamışlar 36.
Unmeda
ve
arkadaşları
retrospektif
çalışmalarında
T
evresine
bakılmaksızın 5 yıldan daha uzun süre takip edilen hastaların %70’inde
pulmoner metastaz geliştiğini saptamışlardır37. Adenoid kistik karsinom’da
yapılan immünohistokimyasal çalışmalarda %54 hastanın epidermal büyüme
faktör reseptörü (EGFR) pozitif olarak boyanmıştır
38
. Epidermal büyüme
13
faktör reseptörünü inhibe eden ajanların bu hastalarda kullanımı ile nüks
veya uzak metastaz riskinin azalacağı düşünülmektedir
39
.
2.4.2.3. Mukoepidermoid karsinom
Tükürük bezi mukoepidermoid karsinomunun klinik olarak sessizden
agresife kadar değişen bir davranışı vardır. Mukoepidermoid kanserler
histolojik olarak düşük, orta ve yüksek dereceli olarak klasifiye edilirler
40,41
.
Yüksek derece daha kötü prognoz ile bağlantılıdır. Düşük dereceli tümörlerde
musin salgılayan hücreler daha fazla görülürken, yüksek derecelilerde
epitelyal hücreler predominanttır 42.
Nescimento ve ark göre I, II ve III derece mukoepidermoid karsinom için
5 yıllık sağkalım sırasıyla %95, %72 ve %0’dır
43
. Auclair ve arkadaşları 143
minör tükrük bezi mukoepidermoid karsinomunu en az 5 yıl takip etmişlerdir.
Bukkal mukoza ve damak %69 ile tümörlerin en sık görüldükleri alanlar
olmuştur. Düşük dereceli tümör yüzünden hiçbir hasta ölmezken, yüksek
dereceli tümörlü hastaların yaklaşık %69’u kaybedilmiştir 44.
2.4.2.4. Polimorf düşük dereceli adenokarsinom
Polimorf düşük dereceli adenokarsinom tükürük bezi kanserleri
içerisinde daha sessiz seyreden bir malignitedir. Bukkal ve palatal mukozanın
minör tükürük bezlerinden kaynaklanmakta olub, perinöral yayılım eğilimine
göre adenoid kistik karsinom ile karıştırılabilir.
Lucarini ve ark. Yayınladıkları altı vakanın beşinde bu kanserlere
başlangıçta adenoid kistik karsinom tanısı konulduğunu yayınlamışlardır
45
.
Takip süresinin kısa olmasına rağmen ve %50 hastanın adenoid kistik
karsinom tanısıyla postoperatif radyoterapi görmesi sonucu hastaların
hiçbirinde nüks saptanmamıştır.
Batsakis
ve
ark.
69
hastada
terminal
duktus
karsinomunu
yayınlamışlardır. Onlara göre damak ve bukkal mukoza en sık tutulan bölge
olmuştur. Cerrahi eksizyon sonrası lokal nüks %12, servikal metastaz %10
olmuş ve bir hastada ölüm meydana gelmiştir 46.
14
Evans ve Luna M. D. Anderson Kanser Merkezinden yayınladığı
araştırmada 10 yıllık takipte hastaların %32’ sinde lokal nüks, %15’ inde
servikal metastaz, %12’ sinde kontrol edilemeyen hastalıktan ötürü ölüm
görülmüştür
47
. Pozitif ya da şüpheli cerrahi sınırlar ve papiller büyüme
paternleri bu kanserlerde kötü prognoz göstericileridir.
2.5. EPİDEMİYOLOJİ, İNSİDANS, PREVALANS VE MORTALİTE
Dünyanın birçok yerinde baş boyun kanserlerinin sıklığının artması
bilinmektedir. Dünya genelinde baş boyun kanserleri, meme ve kolorektal
kanserlerden sonra 3. sırada görülürler. 22.4 milyon hastanın %7’sini
oluştururlar. Yaklaşık 1,6 milyon baş boyun kanseri hastasından 707.100’ü
oral kavite, 248.800’ü orohipofarengeal kanser tanısı almaktadır 48.
Amerika Birleşik Devletlerinde baş boyun kanserleri, tüm kanserlerin
yaklaşık %3’ünü oluştururlar (cilt bazal hücreli ve yassı hücreli kanserleri
hariç)
49
. Amerika Birleşik Devletlerinde baş boyun kanserlerinin büyük
çoğunluğunu üst solunum yolu ve sindirim sisteminin YHK’leri oluşturur 50. Ve
her yıl kanser oranlarında artış görülmektedir. Baş boyun kanserleri ülkeden
ülkeye değişiklik göstermektedir. Güney ve Doğu Avrupa’da baş boyun
tümörlerin %40’ı larengeal kanserdir; Çin’de %55’i, Güneydoğu Asya’da
%70’i nazofarengeal kanserdir
51
. Hindistan gibi Asya ülkelerinde ters sigara
içimi alışkanlığı nedeni ile tüm oral kanserlerin yaklaşık %40’ı damak
kaynaklı olarak görülmektedir 6.
Birleşik
devletlerde,
farengeal
kanser
ve
oral
kavite
hastalarının 1/3’ü, larengeal kanser hastalarının 1/5’i kadındır
kanser
49
. Erkeklerde
kadınlara göre iki kat daha sık görülür. Oral kavite kanser insidansının,
1980’li yılların ortalarından 1999 yılına kadar erkeklerde 15.2/100.000’e
kadar düştüğü gösterilmiştir. Beyaz ve siyah ırk kadınlarda insidans nerdeyse
eşitken, siyah erkeklerde insidans beyazlara göre %30 daha fazladır
52
.
Teşhis yaşı yaklaşık 60 iken, genç hastalarda (40 yaş altı) görülme oranı
gittikçe artmıştır
52-54
. Genç hastalarda 5 yıllık sağkalım oranı %63,7; 65 yaş
üstü yaşlı hastalarda sağkalım oranı %47,6 oranında gösterilmiş olup, genç
hastalarda yaşa bağlı kötü prognoz ilişkisi gösterilememiştir. 1973 ile 1984
15
yılları arasında yapılan bir çalışmada, 40 yaş altı genç hastalarda %60’lık
insidans artışı ve 40 yaş altı genç hastalarda 5 yıllık sağkalım oranının yaşlı
hastalara göre daha yüksek olduğu gösterilmiştir 55.
Her yıl 2 milyondan fazla kişi kanserden ölmektedir. Oral ve farengeal
kanserler yaklaşık 10 bin ölüme sebep olmaktadır (tüm ölümlerin %0,4’ü).
Birleşik devletlerde, tüm kanserler içerisinde baş boyun kanserlerinden ölüm
oranı %2’den azdır
49
. Etnik, kültürel, çevresel faktörlere göre ölüm oranları
değişmektedir.
2.6. ETYOLOJİ
2.6.1. Sigara ve Alkol
Baş boyun YHK’leri, %90 oranında sigara ve alkol kullanımına ikincil
gelişir
56,57
. Sigara, puro, pipo, tütün kullanımı, pasif sigara içiciliği, alkol
kullanımı Hindistan’da bettel nuts, Türkiye'de Maraş otu kullanımı en sık
suçlanan çevresel risk faktörleridir.
Hindistan ve Güneydoğu Asya’daki bettel nut (Areca catechu ağacının
meyvesi) çiğneme alışkanlığının oral mukoza ve dişlerde yıkıma sebep
olarak karsinojenik etkisi olduğu, bettel nut çiğneyenlerde kanser riskinde 2.8
kat, sigara kullanan ve bettel nut çiğneyenlerde de 10.1 kat artış
gösterilmiştir58.
Sigara kanserin tek sebebi değildir. Alkol de diğer önemli bir risk
faktörüdür. Alkol karsinogenezisi indükler. Kanser oluşumu üzerinde %75
etkilidir. Alkolun sigara ile birlikte kullanımı baş boyun yassı epitel hücreli
kanserlerinde riski arttırır. Araştırmacılar tarafından etanolün ana kanser
yapıcı etken olduğunu düşünülmüştür.
59,60
. Sigara içenler ve içmeyenler
arasında erkeklerde 1,9 kat, kadınlarda 3 kat fark vardır. Sigara ve alkolun
birlikte kullanımında kanser riski 35 kat artmaktadır
59
. Fakat diğer oral kavite
malignitelerinden farklı olarak, sert damak malignitelerinde alkol kullanımı ile
bir paralellik bulunamamıştır 6.
16
Erkeklerde kadınlardan daha sık görülmektedir. 1950 yıllarında oran
5/1 iken günümüzde 2/1 olmuştur. Bu da kadınlarda artan sigara ve alkol
kullanımı ile açıklanabilir 61.
2.6.2. Genetik Yatkınlık
Esas risk faktörleri sigara, pipo, tütün, puro ve alkol olmakla beraber;
kanser, sigara ve alkol kullananların tamamında değil, popülasyonun bir
kısmında
gelişmektedir.
Bu
da
genetik
faktörlerin
rol
oynadığını
düşündürmektedir. Genetik olaylar da etyolojide aynı ölçüde etkilidir.
Soygeçmişinde birinci derece akrabalarında kanser öyküsü olan hastalarda
%3-8 oranında artmış yatkınlık gösterilmiştir
62,63
. Yassı epitel hücreli baş
boyun kanserli hastalarda genetik yatkınlık kanıtlanmıştır
64
.
Yaşlanmış hücrelerdeki biyokimyasal-biyofiziksel süreçler (nükleer,
enzimatik, metabolik, immünolojik); kimyasal, viral, hormonal, beslenme
alışkanlığı ile değişmektedir. Apopitozis growth veya supresör genler ile
proglanmaktadır. Hücre siklusundaki azalamış veya artmış ekspresyonlar
neoplaziye sebep olur. Karsinojenik-metabolik sistem, DNA onarım sistemi,
hücre siklusu kontrolü, apopitozis sistemi sigara ile indüklenmiş kanserlerde
etkilenen sistemlerdir. Örneğin p53 proteini sağlam hücrelerde tümör
supresör proteini olarak çalışır. DNA hasarı olmuş hücrede ise hücre
siklusunu G1’de duraklatır
65
. Alkol ve sigara kullanımı ile meydana gelen
gen mutasyonu sonucu mutasyonel p53 proteini kodlanır ve hücre siklus
döngüsü bozulur
66
. p53 proteini yassı epitel hücreli oral kavite kanserli
hücrelerde tespit edilebilir. Bu biomarkerların kullanılmasıyla; kanseri primer
önleme, erken teşhis, ikincil önleme stratejilerinde önemli gelişmeler oldu.
Oral kavite tümörlerinin bazı sendromlar (örneğin; Li-Fraumeni sendromu) ile
birliktelikleri gösterilmiştir 67.
2.6.3. Enfeksiyon
Kanserojen etkisi kesin kanıtlanmış olan enfeksiyöz ajanlar; Ebstein
Bar Virüsü (EBV), Human Papilloma Virüs (HPV)’tür 68,69.
EBV bir çok nazofarengeal karsinomda tespit edilmiştir 70,71.
17
HPV (tip 16 ve 18) orofarengeal karsinomnın %50’de tespit edilmiş
olmasına rağmen
72,73
HPV oral kavite kanserlerinde tek başına etkili değildir
74
. HPV, kanserojenik etkisini onkoproteinlerinin tümör supresör proteinlere
bağlanması
sonucu,
DNA
tamir
mekanizmasında
ve
hücre
siklus
döngüsünde hasar yapmasıyla gösterir 75.
Herpes Simplex Virüsü (HSV) oral kavite kanserlerinde risk faktörü
gösterilmesine rağmen bu konuda yeterli çalışma yoktur
76
.
2.6.4. Beslenme Alışkanlıkları
Taze sebze, meyve, kepekli ekmek, E vitamini, C vitamini tüketiminin
kanserden koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir. Yüksek yağlı, düşük lifli
beslenme karsinogenezde rol alır. Kötü ağız hijyeni, uygunsuz protez
kullanımı nedeniyle iyi beslenememe de kanserde risk faktörü olabilir. Ancak
bu indirekt ilişkiyi açıklayacak çalışma henüz yoktur
77,78
.
2.6.5. İmmün Yetmezlik
Human Immunodeficiency Virus (HIV) gibi enfeksiyöz nedenler ile
immün sistemin baskılanması durumları diğer etyolojik faktörlerdir. HIV
enfeksiyonu ile oral kavitede Kaposi sarkomu arasında kuvvetli bir bağlantı
olduğu gösterilmiştir 79.
Plummer-Vinson sendromu, uzun süreli uygunsuz diş protezlerinin
kullanımının sebep olduğu travma, kötü ağız hijyeni, sifiliz diğer etyolojik
sebepler arasında sayılmaktadırlar.
2.6.6. Meslek
Baş, boyun tümörlerinin etyolojisinde mesleki faktörlerin rolü belirgin
değil. Fakat sinonazal bölgedeki tümörler için ise bazı meslekler major risk
faktörü sayılır. Metal işçileri, marangoz, deri tekstil çalışanları en önemli
gösterilmiş risk grubudur 80.
2.6.7. Radyasyon Maruziyeti
Dudak kanseri ile ultraviole radyasyon arasında ilişki bilinmektedir.
Ancak damak kanseri ile ilişkisi kurulamamıştır. Gamma ışını tiroid kanseri,
18
baş boyun sarkomu, tükrük bezi tümörlerinde etkilidir. Baş boyun tümörlerinin
tedavisinde kullanılan radyasyonun karsinomda değil sarkomlarda etkili
olduğu gösterilmiştir 81,82.
2.6.8. Premalign Lezyonlar
Premalign lezyonlar lökoplaki, eritroplaki, oral submukozal fibrozis ve
oral liken planus olmak üzere sınıflandırılırlar.
Lökoplaki, beyaz yama anlamına gelen bir terim olan klinik
görünümünün ismidir. Patolojik isimlendirme değildir. Epiteldeki keratin
tabakanın artması nedeniyle beyaz plak görünümü olmaktadır. Basit
hiperkeratozis, epitelyal displazi, erken invaziv karsinomya kadar değişen
klinik aralığı vardır. Oral lökoplaki lezyonları anormal hücre oryantasyonu ve
proliferasyon göstermektedirler. Cerrahi eksizyon ile tedavi edilirler. Ancak
diffüz ve mutlifokal olmaları nedeniyle eksizyonları zordur. Lökoplaki
karsinomları düz, granüler, nodüler görülebilir. Lökoplazik alan displazi
içeriyorsa malignleşme riski 7 kat artar. Lezyonların %4-18’i invaziv karsinom
progresyon gösterir 83,84.
Eritroplaki, kırmızı yama anlamına gelir. Epitelyal kalınlıkta azalma veya
keratinize tabakanın eksikliği ile meydana gelir. Bağ dokusundaki damarların
görülmesine izin verir. Kırmızı alanlar malign değişiklikle daha çok ilişkilidir.
Lökoplakiye göre malignite riski daha yüksektir
85
. Shafer ve arkadaşalarının
yaptığı çalışmada eritroplazik lezyonların %91’inin ağır displazi, karsinom in
situ ve invaziv karsinom odağı içerdiği gösterilmiştir 86.
Submukozal fibrozis, tütün çiğneyenlerde, ağız hijyeni bozuk olanlarda,
diş problemi olanlarda sık görülür.
Oral liken planusun etyolojisi bilinmemektedir. Kadınlarda daha sık
görülür, atrofik ve eroziv lezyonlar şeklinde görülür ve eroziv tipte karsinom
gelişme riski yüksektir. Malignleşme riskinin on yıl içinde %1 olduğu
düşünülmektedir 87.
19
Verrüköz hiperplazi, malign olmayan, verrüköz karsinom benzemekle
beraber karsinomdan farklı bir lezyondur.
2.7. GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
Görüntüleme yöntemleri fizik muayenenin yerini alamaz, ancak
yumuşak doku yayılımını ve kemik invazyonunu belirlemede oldukça
faydalıdır. Primer tümörün büyüklüğü, kemik invazyonu, perinöral yayılımı,
bölgesel metastazları, uzak metastazları değerlendirmede kullanılır.
Tedavi öncesinde evreleme için bigisayarlı tomoğrafi (BT) ve/veya
manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemeleri yapılmalıdır. Kontrastlı
BT ile mukozal, submukozal tutulum, kas tutulumu, mandibula kemik
invazyonu incelenir; MRG ile de perinöral invazyon değerlendirilir. Tümör
büyüklüğünün, yaygınlığının ve kas tutulumunun değerlendirilmesinde MRG
BT’e göre daha iyidir. 88.
Aynı zamanda bölgesel lenf nodu metastaz taramasında da radyolojik
incelemeler kullanılır. Lenf nodu metastaz değerlendirilmesinde, klinik
muayenede %20-28 oranında hata payı varken, bu oran MRG’de %16, BT’de
%7,5-28 olarak bulunmuştur. Bu konuda yapılan bir çalışmada metastatik
lenf nodlarının değerlendirilmesinde BT, MRG’e göre üstün bulunmuştur
89
.
Pozitron emisyon tomografisi (PET BT) ile lenf nodu metastazı tespiti ise
%70-100 arasındadır. PET ileri evre hastalıklarda uzak metastaz tayininde de
kullanılır 90.
2.8. ÇOKLU PRİMER TÜMÖR (SEKONDER PRİMER TÜMÖR)
İlk tümör tanısı konulduğu anda veya ilk 6 ay içerisinde saptanan,
diğer tümörlere eşzamanlı tümör veya primer simultane tümör denir. İkinci
tümör ilk tümörden 6 aydan daha geç saptanırsa da metakron tümör denir
91
.
İkinci primer tümörlerin çoğunluğu metakron tümörlerdir ve ilk tümörün
saptanmasından yaklaşık ilk 2 yıl içerisinde görülürler.
Yapılan çalışmalarda sigaranın sekonder primer tümör riskini arttırdığı,
bu tümörlerin daha çok oral ve orofarengeal bölgede görüldüğü bildirilmiştir.
20
Bu risk hastanın yaşından, cinsiyetinden, hastalığın evresinden, tedavinin
yönteminden
bağımsızdır.
Larson
ve
arkadaşları
tarafından
yapılan
çalışmada, çoğu ikinci primer kanserlerin tanı konulduktan sonraki ilk 1,5
yılda ortaya çıktığı gösterilmiştir
92
. Bunlar; ilk tümör evre 1-2 iken iyi veya
orta diferansiye tümörlerde gelişirler.
Oral kavite tümörlerinde ikinci primer tümörün görülme yeri sıklıkla
servikal özefagus bölgesidir. Bu yüzden ilk tanı anında, panendoskopi
yöntemiyle baş boyun sisteminin geniş olarak taranması gereklidir 93.
Görüntüleme yöntemi olarak akciğer grafisi ile de akciğerdeki
metastazlar ve ikincil primer tümörler değerlendirilir 94.
2.9. EVRELEME
TNM
klasifikasyonu
kullanılmaktadır.
belirlemede,
Bu
tedavi
1987
sınıflama
sonuçlarını
yılından
tedavini
beri
dünya
genelinde
planlanmasında,
prognozu
değerlendirmede
kullanılır.
Anatomik
büyüklük (T), lenf nodu tutulumu (N), uzak metastaz (M) ile gösterilir.
TNM evreleme sistemi Amerikan Kanser Ortak Komitesi-American
Joint Committe on Cancer (AJCC) tarafından yapılmıştır.
Patolojik evreleme, TNM sınıflandırılmasında pTNM olarak ifade edilir.
Patolojik klasifikasyon ile prognoz ve sonuçlar hakkında bilgi verilir. Önemi,
çıkarılan patolojilerin %30’u gerçek tümör büyüklüğünden daha farklı
kategorize olmasıdır 90.
Tablo 2.2. Amerikan Kanser Ortak Komitesi TNM Evreleme Sistemi (Oral
Kavite Tümörleri )
Primer Tümör
T0
Primeri tespit edilemeyen tümör
Tx
Primer tümör bulgusu yok
Tis
Karsinom in situ
21
T1
2 cm den küçük tümörler
T2
2-4 cm arası tümörler
T3
4 cm den büyük tümörler
T4a
Komşu dokularda (kortikal kemik, dil derin
kasları, maksiller sinüs) veya yüz cildinde
invazyon
T4b
Mastikatör boşluk, pterygoid plate veya kafa
tabanı invazyonu veya internal karotid arterin
tümör tarafından çevrelenmesi
Regional lenfadenopati
Nx
Tespit edilemeyen lenfadenopati
N0
Metastaz bulgusu yok
N1
Tümörle aynı tarafta 3 cm den küçük
lenfadenopati
N2a
Tümörle aynı tarafta 3 ile 6 cm arası
lenfadenopati
N2b
Tümörle aynı tarafta 6 cm de küçük multipl
lenfadenopati
N2c
Bilateral veya kontrlateral 6 cm den küçük
lenfadenopatiler
N3
6 cm den büyük lenfadenopati varlığı
Uzak Metastaz
Mx
Tespit edilemeyen uzak metastaz
M0
Uzak metastaz yok
M1
Uzak metastaz var
TNM staging
Evre 0
Tis
N0
M0
Evre 1
T1
N0
M0
22
Evre 2
T2
N0
M0
Evre 3
T3
N0
M0
T1-3
N1
M0
T4a
N0
M0
T4a
N1
M0
Herhangi bir T
N3
M0
T4b
Herhangi bir N
M0
Herhangi bir T
Herhangi bir N
M0
Evre 4a
Evre 4b
Evre 4c
*(American Joint Comittee on Cancer: American Joint Committee on Cancer
staging Manual, ed 6, Chicago, 2002.)
Tablo 2.3. Maksiller Sinüs Primer Tümör için TNM Sınıflaması (T)
Tx
Primer tümör belirlenemiyor
T0
Primer tümör bulgusu yok
T1
Kemiği tutmayan mukozada sınırlı tümör
T2
Arka maksiller duvar haricinde kemik destrüksiyonu yapmış,
ancak maksiller sinüs dışına taşmamış tümör (Sert damak veya
orta meatus uzanımı mevcut)
T3
Maksiller sinüs arka duvarı, ciltaltı doku, orbita tabanı veya iç
duvarı, pterigoid fossa, etmoid sinüse yayılmış tümör
T4a
Anterior orbital yapılar, yanak cildi, pterigoid plate,
infratemporal fossa, kribriform plate, sfenoid veya frontal sinüs
tutulumu
T4b
Orbital apex, dura, beyin, orta kranial fossa, V2 haricinde diğer
kranial sinirler, nazofarinks, klivus tutulumu
*(American Joint Comittee on Cancer: American Joint Committee on Cancer
staging Manual, ed 6, Chicago, 2002.)
23
2.10. TEDAVİ
Sert damak neoplazmlarının tedavisi cerrahidir. Malign sert damak
kitlelerinin tedavisinde radyoterapi de önemli rol oynar.
2.10.1. Cerrahi Tedavi
Sert damak benign ve malign neoplazmları genelde transoral
eksizyonla tedavi edilir. Sert damağın superfisyal T1-T2 tümörlerinde cerrahi,
transoral mukoperiostal rezeksiyon şeklinde uygulanır. Bu rezeksiyonda
cerrahi sınırın 1 cm olması gerekir. Bu durumlarda primer kapatmaya gerek
kalmaz, doku sekonder iyileşmeye bırakılır 6.
Maksilla antrumuna giren ve üst alveolar arkı tutan tümörlerde cerrahi,
rinotomi lateral veya midfasial degloving ulaşımı ile parsiyel maksillektomidir.
İleri dereceli tümörlerde rezeksiyon total maksillektomi şeklinde genişletilir.
Rezeke edilmesi planlanan bölgeye göre preoperatif geçici protez hazırlanır.
Protezin tutturulabilmesi için sağlam dirençli dişlere gereksinim vardır. Aksi
taktirde kalan palatal kemik ve maksillaya protezin tutunacağı vidaların tespit
edilmesi gerekir
Total sert damak rezeksiyonunda obturotor protezin
tutunabileceği doku kalmadığından rekonstrüksiyonda başka alternatife
gereksinim vardır. Bu durumda oral nazal boşluğu ayırmak için en uygun
yöntem serbest vaskülarize flep, tercihen radial ön kol flebi uygulanmaktadır 6.
Son yıllarda preoperatif görüntüleme yöntemleri, intraoperatif klavuz
sistemleri,
endoskopik
enstrumentasyon
hemostatik
malzemelerdeki
gelişmeler sayesinde paranazal sinüs kaynaklı tümörlerin cerrahi tedavisinde
endoskopik yöntemler tercih edilmektedir. Maksiller sinüs kaynaklı tümörlerin
intranazal komponenti de endoskopik yolla eksize edilebilir. Sert damak
tümörlerinin, özellikle sinonazal tümörlerin sert damak invazyonu olanlarının
salim cerrahi sınırlar ile, tek parça halinde eksizyonu oldukça zordur. Ayrıca
eksize edilen materyalin patologlar tarafından oryantasyonu cerrahi sınırları
değerlendirmedeki diğer zorluğu oluşturmaktadır. Bu sebepten sert damak
kitlelerinin eksizyonu sırasında intraoperatif donuk kesit patoloji kesitleri ile
cerrahi sınır kontrolü yapılmalıdır.
24
2.10.2. Boyuna Yaklaşım
Sert damak malign neoplazmlarında rejyonel lenfatiklerin tedavisine
karar vermeden önce hastaların klinik adenopatilerinin olup olmamasına göre
ayrımlarının yapılması gerekir. Klinik ve radyolojik olarak boyunda metastatik
olduğu düşünülen lenf nodu varlığında hastalara boyun diseksiyonu
yapılması önerilir. Tartışmalı olan durum, klinik veya radyolojik olarak
rejyonel metastaz belirtisi olmayan vakalardır.
Minör tükürük bezi tümörlerinde lokal hastalık kontrolü sağlanmış
vakaların küçük bir grubundan boyun nüksü görülürken, uzak metastatik
hastalık gelişme olasılığı daha yüksektir. Sert damağın minör tükürük bezi
kaynaklı tümörlerinde %12 gibi bir insidansla uzak metastaz görülmektedir
95
.
Elektif boyun diseksiyonu, 4cm üzerindeki tümörler, yassı hücreli
karsinom, adenokarsinom, undiferansiye karsinom ve yüksek dereceli
mukoepidermoid karsinomlarda önerilmektedir 7.
2.10.3. Radyoterapi
Radyoterapinini majör ve minör tükürük bezi tümörlerinde postoperatif
lokorejyonel kontrolü artırdığı gösterilmiştir. Özellikle sinonazal tümörlerin
sert damak invazyonu olan hastalarda postoperatif radyoterapi bir çok
araştırmacılar
tarafından
tercih
edilmektedir.
Bazı
çalışmalarda
radyoterapinin lokal kontrolü arttırdığı fakat sağkalım üzerinde bir etkisi
olmadığı bildirilmiştir 96.
2.10.4. Kemoterapi
Minör tükürük bezi malignitelerinde kemoterapi primer olarak nükslerde,
metastatik veya cerrahi sınırı aşmış hastalarda palyasyon amacı ile kullanılır.
Metastatik hastalık tükürük bezi malignitelerinde sık görülen durumdur.
Servikal metastazlar kapsamlı boyun diseksiyonu ve postoperatif radyoterapi
ile tedavi edilmektedir. Akciğer ve beyine olan uzak metastazlar uygun ise
cerrahi ve postoperatif radyokemoterapi kombinasyonu ile tedavi edilirler.
25
Tükürük bezi karsinomu metastazı olan hastalar kurtarma tedavilerinden
sonra uzun süre hayatta kalırlar.
2.11 Sağkalım
Lokorejyonel
kontrolün
temel
ilkesi
klinik
olarak
rutin
takibin
yapılmasıdır. Takip muayeneleri tipik olarak ilk yıl içerisinde 2 – 3 ayda bir,
sonraki iki yıl 3 – 4 ayda bir ve sonraki iki yıl 4 – 6 ayda bir yapılmalı;
beşincici yıldan sonra yıllık olmak üzere yapılması gerekir 4. Hastaların uzun
süre takibi gereklidir. Çünkü çoğu hastada erken dönemde nüks görülmez.
Malign tümörlerin takibinde her yıl akciğer radyografileri çektirilir. Fakat bu
yaklaşım
asemptomatik
metastazların
yeterince
tedavi
edilememesi
yönünden sorgulanmaktadır 36.
2.12. Rehabilitasyon
Cerrahi sonrası rehabilitasyondaki ana amaç; primer yara iyileşmesinin
sağlanması, fasyal konturun korunması ve rekonstrüksiyonu, oral ve nazal
kavitelerin
birbirinden
ayrılması
sağlanarak
konuşma
ve
yutma
fonksiyonlarının korunmasıdır. Bu vakalarda fonksiyonel kaygılar daima
estetik kaygıların önüne geçmelidir. İnferior maksillektomi yapılan hastalarda
rehabilitasyon dental protezlerle sağlanmaktadır. Daha geniş defektlerde
temporal kas flepleri, mikrovasküler flepler ya da pediküllü myokütanoz
serbest flepler kullanılabilir 97.
2.13. Yeni Geliştirilen Terapötikler
2.13.1. Epidermal growth faktör reseptörleri
Epidermal growth faktör reseptörlerinin (EGFR) fazla salgılanması
meme, over, prostat, mesane, akciğer, beyin ve pankreas kanseri ile ilişkili
olduğu
gösterilmiştir
98-100
.
EGFR,
normal
hücrelerin
fonksiyonlarını
sürdürmesinde etkili olmakla beraber tümör hücrelerinin büyümesini tetikler.
Sinyal iletim yolu; tümör hücre büyümesi, bölünmesi, progresyonu ve
metastazında görevlidir
101
. Yapılan araştırmalarda, baş boyun YHK
26
hastalarında EGFR overekspresyonu %90 oranında bulunmuş ve kötü
prognoz ile ilişkisi
100,102
ve EGFR’i bloke eden veya suprese eden tedavi
yöntemlerinin tümör proliferasyonunu inhibe ettiği gösterilmiştir
103
. EGFR,
sinyal yollarını etkileyerek hücre siklus progresyonunu, anjiogenezisi,
apopitozisi inhibe eder ve tümör hücre motilitesini arttırarak tümör
104,105
hücrelerinin metastaz yapmasına katkıda bulunur
. Anti EGFR
tedavisinin kemoterapi veya radyoterapi ile birlikte verilmesi sinerjik antitümör
etki yaparak tümör büyümesini inhibe eder
106,107
. EGFR blokerleri: anti
EGFR monoklonal antibody, tirozin kinaz inhibitörleri, ligand konjugatları ve
antisense oligonükleotidleri içermektedir 108.
(Monoklonal Anti-EGFR antibody: Cetuximab
109
. EGFR tirozin kinaz
inhibitörleri: Gefitinib, erlotinib.)
2.13.2. Vasküler endotelyal growth faktör
Solid tümörlerin büyümesinde ve tümörlerin metastaz yapmasında
anjiogenez önemlidir. Vaksüler endotelyal growth faktör reseptörü anjiogenez
regülasyonunda önemli rol alır
ile
lenfanjiogenezle
110
ilişkilidir
. Endotel hücre proliferasyonu, kemotaksis
ve
kanser
tedavisinde
endotelyal
growth
hedef
alınan
biyomarkerlardandır 111.
Monoklonal
anti
vasküler
faktör
antibody:
Bevacizumab 112.
Vasküler endotelyal growth faktör reseptör tirozin kinaz inhibitörü:
ZD6474 113.
2.13.3. Gen replasman tedavisi
Baş boyun YHK hastaların %45-70 oranında p53 mutasyonu görülür.
P53 proteini DNA hasarlı hücrelerde apopitoziste uyarılır. Alkol ve sigara
kullanımı p53 mutasyonuna sebep olur
114,115
.
2.13.4. Farnesyl transferaz inhibitörler
Oral kavite kanserlerinin %27’sinde H-ras gen mutasyonu gösterilmiştir.
FTİ mutant ras gen ekspresyonunun inhibisyonunda rol alırlar
116
.
27
2.13.5. Transforming Growth faktör α antisense gen terapi
Baş boyun YHK’lerinde ekspresyonu artar. Hücre proliferasyonunu
uyarır. Tümör büyümesi inhibisyonu ve apopitoziste kullanılabilir
117
.
13 cis retinoik asit de tedavide denenen ajanlar arasındadır. Hücre
proliferasyonun düzenlenmesi, diferansiyasyon ve apopitoziste sinerjik etkisi
vardır 118.
28
3. GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma tek merkezli ve retrospektif bir çalışmadır, çalışma için
Ankara Üniversitesi Etik Kurulu’ndan 05 – 199 – 15 karar numarası ile
23.03.2015 tarihinde onay alınmıştır.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
Kliniğinde 2006 – 2013 yılları arasında sert damak neoplazmı nedeni ile takip
ve tedavi edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Veriler, dosya bilgileri araştırılarak ve ulaşılabilen hastalarla telefon ile
irtibat kurularak toplanmıştır. Çalışmaya alınan 43 hastanın anamnezleri; yaş
ve cinsiyet dağılımı, başvuru şikayetleri, şikayetleri başladıktan sonra doktora
başvurduğu tarihe kadarki geçen süre, genel muayeneleri ve kulak burun
boğaz
muayene
sonuçları,
uygulanan
tedavi
ve
takip
sonuçları
değerlendirilmiştir.
Hastaların özgeçmişlerinde, tanı aldıkları kronik hastalıklar, kanser
öyküleri, uygulanan tedavi şekilleri, geçirmiş oldukları ameliyatlar tespit
edilmiştir.
Tümörün yaygınlığının değerlendirilmesi amacıyla her hastanın nazal
endoskopik muayenesi rutin olarak yapılmış, hastaların genel, kulak burun
boğaz fizik muayeneleri değerlendirilmiştir.
Sert damak malign neoplazmı olan hastaların TNM sistemine göre
(American Joint Commite on Cancer – Cancer Staging Manual 2002)
evrelendirmesi yapılmıştır (Tablo 2.2).
Sinonazal kaynaklı, sert damağı
invaze eden tümörler için maksiller sinüs primer tümör için T sınıflaması
kullanılmıştır (Tablo 2.3) .
Patoloji sonuçları, operasyon öncesi lezyondan alınan biyopsi ve
operasyon sonrasi nihai histopatoloji raporu olarak 2 grupta incelenmiş,
biyopsi sonuçları ve operasyon sonrası nihai patolojiler arasındaki farklılıklar
ve benzerlikler kaydedilmiştir
29
Preoperatif evreleme amacıyla yapılmış olan; orofarenks, boyun
manyetik rezonans görüntülmesi (MRG), boyun tomografisi (BT), boyun
ultrasonografisi (USG), pozitron emisyon tomografisi (PET) gibi diğer
istenilen görüntüleme yöntemleri değerlendirilmiştir.
Olguların içinde boyun yumuşak dokularına invazyon, perinöral
invazyon, vasküler invazyon, cerrahi sınır pozitifliği, pozitif lenf nodu, uzak
metastaz riskinin yüksek olduğu düşünülen vakalar adjuvan radyoterapi;
postop kemoterapi sonuçları karşılaştırılmıştır.
Vakaların dosyaları geriye dönük taranarak,
 Demografik bilgiler,
 Vakalara yapılan cerrahi müdahele çeşitleri,
 Boyun metastazlarının varlığı,
 Postop RT/KT verilmiş olması,
 Nüks eden vakalarda nüks bölgesi ve operasyon sonrası nüks
süresi,
 Uzak metastaz varlığı,
 İkinci malignensi varlığı,
 Postoperatif sağkalımı,
 Postoperatif takiplerde kullanılan görüntüleme yöntemleri,
 Postoperatif takip süreleri gibi faktörler detaylı incelenmiş ve
yukarıdaki
parametreler
karşılaştırılarak
literatür
eşliğinde
değerlendirilmiştir.
Değerlendirilmeye alınan hasta verileri non-parametrik ve parametrik
testler
kullanılarak
istatistiksel
olarak
karşılaştırıldı,
istatistiksel
hesaplamalarda SPSS 15 ( Statistical Package for the Social Sciences )
paket programı kullanıldı. Hastaların ortalama sağkalım süreleri ‘Kaplan –
Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistik
veriler kullanıldı.
30
4. BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen 43 vakanın 15’i benign (%35) ve 28’i (%65)
malign olup, malign benign oranı 1.9/1 olarak tespit edilmiştir (Grafik 4.1.).
Çalışmaya dahil edilen 15 benign vakanın 10’u kadın (%66,7) ve 5’i
erkek (%33,3) olup, kadın erkek oranı 2/1 olarak,
28 malign vakanın 18’i kadın (%64), ve 10’u erkek (% 36) olup, kadın
erkek oranı 1,8/1 olarak tespit edilmiştir. Olguların benign malign ayrımı
grafik 4.1’de ve cinsiyete göre dağılımı grafik 4.2’de ve grafik 4.3’de
verilmiştir.
Benign olguların yaş ortalaması 36,7 (min. 15 – max. 60, median 33
yaş, std. sapma 15,1 yaş), malign olguların yaş ortalaması 52,1 (23-79,
median 47 yaş, std. sapma 16,13 yaş) olarak saptanmıştır.
Yaş gruplarına göre olguların dağılımı tablo 4.1’de verilmiştir.
Grafik 4.1. Vakaların benign malign dağılımı
31
Grafik 4.2. Benign olguların cinsiyete göre dağılımı
Grafik 4.3. Malign olguların cinsiyete göre dağılımı
32
Tablo 4.1. Olguların Yaş Gruplarına Göre Dağılımı
Yaş grubu
Benign
Malign
10-20
3
0
21-30
1
1
31-40
6
5
41-50
0
9
51-60
5
4
61-70
0
4
71<
0
5
Toplam
15
28
Hastaların şikayetlerinin başlaması ile tedavi için müracaat etmeleri
arasında geçen süre, 1 ile 36 ay arasında değişmekte olup, ortalama başvuru
süresi 8,5 ay ( median 6 ay, std. sapma 7,5 ay ) olarak bulunmuştur. Başvuru
sırasındaki şikayetleri; en sıktan en aza doğru damakta kitle, ağız içerisinde
yara ve burun tıkanıklığı idi.
Malign sert damak kitlesi olan 19 hastadan AÜTF KBB kliniğinde, 8
hastadan dış merkezde preoperatif biyopsi alınmış, AÜTF KBB kliniğinde
alınan biyopsilerden 2’de, dış merkezde alınan biyopsilerden de 2’de patoloji
sonucu postoperatif patolojiden farklı olmuştur. AÜTF Patoloji bölümünde
yanlış tanı daha az görülmüştür (Yanlış tanı: AÜTF Patoloji - %10,5; dış
merkez - %25 ). (Grafik 4.4.).
Sert damak benign neoplazmı olan vakalardan fibröz displazi’li bir
hastaya degloving yöntemi ile kitle eksizyonu; myoepitelyoma tanısı ile bir
hastaya CO2 lazer ile kitle eksizyonu; diğer tüm hastalara salim cerrahi sınır
bırakılarak kitle eksizyonu operasyonu yapılmıştır.
33
Grafik 4.4. AÜTF ve dış merkezlerde preoperatif alınan biyopsilerde
yanlış ve doğru sonuç oranları.
* AÜTF – Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Postoperatif patoloji sonucu 4 hastada pleomorfik adenoma (Şekil 4.1 –
4.3.), 2 hastada myoepitelyoma, bir hastada yassı hücreli papilloma, bir
hastada hiperkeratotik papilloma, bir hastada bazal hücreli adenoma, bir
hastada fibroz displazi, bir hastada fibroepitelyal polip, bir hastada müköz
bez hiperplazisi, bir hastada lenfanjioma olarak rapor edilmiştir. Hastalar
ortalama 32 ay takip edilmiş ve nüks izlenmemiştir. Cerrahi eksizyon öncesi
benign pleomorfik adenom tanısı olan bir hastanın postoperatif patoloji
sonucu adenoid kistiik karsinom olarak rapor edilmesi üzerine hastaya
reoperasyon ile cerrahi sınır genişletilmiş, RT ve KT ile tedaviye devam
edilmiştir. Benign vakaların patolojiye göre dağılımı Tablo 4.2.’e verilmiştir.
Malign sert damak neoplazmı tanısı alan tüm hastalara preoperatif
evreleme amaçlı maksillofasial BT, 24 hastaya aynı zamanda orofasial MR,
11 hastaya boyun USG ve 10 hastaya PET BT tetkiki yapılmıştır.
34
Şekil 4.1. Sol sert damakta kitle. (Patolojik tanı: pleomorfik adenom)
*(AÜTF KBB Kliniği)
Şekil 4.2. Şekil 4.1. ‘deki hastanın maksillofasial BT görüntüsü (axial kesit)
*(kırmızı ok - kitle lezyon; AÜTF KBB Kliniği)
35
Şekil 4.3. Sol sert damakta kitle (Patolojik tanı: pleomorfik adenom)
*( AÜTF KBB Kliniği)
Şekil 4.4. Sol sert damakta kitle (Patolojik tanı: Mukoepidermoid
karsinom)
*( AÜTF KBB Kliniği)
36
Tablo 4.2. Benign vakaların patolojiye göre dağılımı
Patoloji
Vaka sayısı (n)
Yüzde %
Pleomorfik adeom
4
26,7
Myoepitelyoma
2
13,2
Yassı hücreli papilloma
2
13,2
Hiperkeratotik papilloma
1
6,7
Bazal hücreli adenoma
1
6,7
Fibroz displazi
1
6,7
Fibroepitelyal polip
1
6,7
Müköz bez hiperplazisi
1
6,7
Lenfanjioma
1
6,7
Ülsere granulasyon
1
6,7
Toplam
15
100
Hastaların %14’i (4) T1, %50’i (14) T2, %25’ı (7) T3, %11’i (3) T4 olarak
değerlendirilmiştir (Grafik 4.5.). Hastaların %92’i N0 (25), %4’ü (1) N1 ve
%4’ü N2 (1) olarak değerlendirilmiş, bir hastanın N evresi ile ilgili bilgiye
ulaşılamamıştır. (Grafik 4.6.).
37
Grafik 4.5. Hastaların T evresine göre dağılımı
Grafik 4.6. Hastaların N evresine göre dağılımı
Postoperatif hastalar BT, MR, PAAG ve boyun USG ile takip edilmiştir
(Şekil 4.5 – 4.6.).
38
Şekil 4.5. Mukoepidermoid karsinom nedeni ile opere edilen hastanın
postoperatif 6. aydaki MR görüntüsü
*( kırmızı ok – maksillektomi defekti; AÜTF KBB kliniği)
Şekil 4.6. İnferior maksillektomi postoperatif 50.ay MR görüntüsü. (Patolojik
tanı: yassı hücreli karsinom)
*(kırmızı ok – maksillektomi defekti; AÜTF KBB kliniği)
39
Malign damak neoplazmı olan hastalarda postoperatif patoloji sonucu 9
hastada adenoid kistik karsinom, 6 hastada yassı hücreli karsinom, 4
hastada sarkom, 2 hastada verrüköz hücreli karsinom, 2 hastada
mukoepidermoid karsinom (Şekil 4.4.), 1 hastada sebase karsinom, 1
hastada İğsi hücreli karsinom, 1 hastada malign melanoma ve 1 hastada
lenfoma, 1 hastada malign mikst tümör olarak rapor edilmiştir. Malign damak
neoplazili hastaların patoloji sonuçları Tablo 4.3.’te verilmiştir.
Tablo 4.3. Malign vakaların patolojiye göre dağılımı
Patoloji
Vaka sayısı (n)
Yüzde %
Adenokistik karsinom
9
32,1
YHK
6
21,4
Sarkom
4
14,3
Mukoepidermoid karsinom
2
7,1
Verrüköz karsinom
2
7.1
Sebase Karsinom
1
3,6
İğsi hücreli karsinom
1
3,6
Malign mikst tümör
1
3,6
Lenfoma
1
3,6
Malign melanoma
1
3,6
Toplam
28
100
*YHK – Yassı hücreli karsinom
Malign neoplazmlı hastalardan lenfoma tanısı alan bir hasta takip ve
tedavi için tıbbi onkoloji bölümüne sevk edilmiştir. Hasta takipleri için
kliniğimize gelmediği için tedavi sonrası verilerine ulaşılamadı.
Malign neoplamı olan 14 hastaya inferior maksillektomi, 3 hastaya
inferior maksillektomi ve eş zamanlı endoskopik cerrahi yöntemi ile kitle
40
eksizyonu, 5 hastaya total maksillektomi ve 5 hastaya kitle eksizyonu
operasyonu uygulanmıştır.
Yassı hücreli karsinom tanılı bir hastaya, undiferansiye pleomorfik
sarkom nedeni ile bir hastaya, adenoid kistik karsinom tanısı olan ve
boyunda metastaz şüphesi olan bir hastaya, toplam 3 hastaya eşzamanlı
boyun diseksiyonu operasyonu yapılmıştır (Tablo 4.4.).
Tablo 4.4. Malign vakaların yapılan ameliyata göre dağılımı.
Yapılan ameliyat
Vaka sayı (n)
Yüzde (%)
İnferior maksillektomi
12
44,4
Kitle eksizyonu
5
18,4
Total maksillektomi
4
15
İnferior maksillektomi + EEC
3
11,1
İnferior maksillektomi +FBD
2
7,4
Total maksillektomi + FBD
1
3,7
Toplam
27
100
* EEC – endoskopik endonazal cerrahi
İntraoperatif tüm hastalarda cerrahi sınırlardan donuk kesit patoloji
çalışılarak sınır güvenliği kontrol edilmiş, gerektiğinde cerrahi sınırlar
genişletilmiştir.
Cerrahi tedaviye tabi tutulan 27 hastadan 19’na adjuvan rayoterapi
uygulanmış, 5 hastaya eşzamanlı kemoterapi uygulanmıştır. Radyoterapi ile
beraber kemoterapi almayan 2 hastanın takibinde akciğer metastazı
saptanması üzerine palyatif kemoradyoterapi uygulanmıştır. 2 hastanın
postoperatif takip bilgilerine ulaşılamadığı için kemoradyoterapi alıp almadığı
belirlenememiştir. Erken dönemde nüks saptanan bir hastaya revizyon
41
cerrahisi önerilmiş, hasta kabul etmediği için kemoradyoterapi uygulanmıştır.
6 hastaya postoperatif radyoterapi veya kemoterapi uygulanmamıştır.
Adenoid kistik karsinom tanısı alan 9 hastadan 7’nin nükssüz yaşadığı,
ortalama takip sürelerinin ortalama 48,88 ay (min. 13 – max. 96 ay, median
56 ay, std. sapma 25,3 ay) olduğu tespit edildi. Bir hastanın takibinin 60’cı
ayında akciğer metastazından öldüğü, bir hastanın (adenoid kistik karsinom
ex pleomorfik adenoma) takibinin 13’cü ayında lokal nüks nedeni ile
tedavisinin dış merkezde devam ettiği bilgisine ulaşıldı.
Minör tükürük bezi kaynaklı malign tümörü olan 3 hastanın (2 hastada
mukoepidermoid karsinom, bir hastada malign mikst tümör) nükssüz yaşadığı
ve ortalama takip sürelerinin 56 ay olduğu (30 -96 ay) görüldü. Minör tükürük
bezi kaynaklı nadir görülen sebase karsinom tanısı alan bir hastanın takibinin
19’cu ayında akciğer metastazı nedeni ile öldüğü bilgisine ulaşıldı.
Yassı hücreli karsinom tanısı alan hastaların ortalama takip sürelerinin
ortalama 36,8 ay (min. 4 – max. 64 ay, median 32,5 ay, std. sapma 22 ,2 ay)
olduğu,
6 hastadan 4’ünün nükssüz yaşadığı tespit edildi. Bir hastanın
takibinin 4’cü ayında mide perforasyonu, bir hastanın ise takibinin 60’cı
ayında meme karsinomu nedeni ile öldüğü bilgisine ulaşıldı.
Verrüköz karsinom tanısı alan 2 hastanın nükssüz yaşadığı ve takip
sürelerinin ortalama takip süresinin 29 ay olduğu görüldü.
İğsi hücreli karsinom tanısı alan bir hastanın takibinin 11’ci ayından
primer nüks nedeni ile öldüğü bilgisine ulaşıldı.
Pleomorfik sarkom tanısı alan bir hastanın takibinin 24’cü ayında,
kondroblastik osteosarkom tanısı alan bir hastanın takibinin 80’ci ayında
nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı.
Malign melanom tanısı alan bir hastanın, fibroblastik osteosarkom tanısı
alan bir hastanın ve undiferansiye pleomorfik sarkom tanısı alan bir hastanın
takip bilgilerine ulaşılamadı.
42
Hastaların genel sağkalım süreleri ve hastalığa bağlı sağkalım süreleri
‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi. Hastalığa
bağlı sağkalım sürelerinin değerlendirilmesinde verilerine ulaşılamayan ve
damak malignitesi nedeni ile ölmeyen hastalar değerlendirmeye alınmadı.
Tüm hastaların ortalama izlem süresi 43,08 ay (min. 4 – max. 96 ay,
median izleme süresi 35 ay, std. sapma 25,9 ay ) olarak hesaplandı ( Tablo
4.5.). Mortalite 5/24 oranında görüldü.
Tablo 4.5. Hastaların izlem süresi.
Vaka sayı (n)
24
Ortalama
43,0833
Medyan
35,0000
Std. sapma
25,90437
Minimum
12,00
Maximum
96,00
Verilerine ulaşılan hastaların ortalama sağkalım süresi 76,799 ± 7,221
ay (%95 GA: 62,647 – 90,952) olarak bulundu (Tablo 4.6.). 5.yılda kümülatif
sağkalım hızı %89,9 ± %6,8 olarak bulundu (Tablo 4.7.).
Tablo 4.6. Genel sağkalım süresi
Ortalama sağkalım
Sağkalım
76,799
Std. hata
7,221
%95 Güven Aralığı (GA)
Üst Sınır
Alt Sınır
62,647
90,952
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
43
Tablo 4.7. Genel sağkalım tablosu
İzleme
süresi
(ay)
Tahmin
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
4,000
12,000
13,000
14,000
19,000
24,000
28,000
28,000
30,000
30,000
31,000
34,000
36,000
42,000
43,000
57,000
60,000
60,000
64,000
67,000
72,000
74,000
96,000
96,000
İzleme
sonucu
Std.
Hata
Exitus
Exitus
Yaşıyor
Yaşıyor
Exitus
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Exitus
Yaşıyor
Yaşıyor
Exitus
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Yaşıyor
Ölüm olasılığı
Tahmin
,958
,917
.
.
,871
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
,762
.
.
,610
.
.
.
.
Std.
Hata
,041
,056
.
.
,070
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
,119
.
.
,166
.
.
.
.
Kümülatif İzlemede
sağkalım ki hasta
oranı
sayısı (N)
Std.
Tahmin
Hata
1
23
2
22
2
21
2
20
3
19
3
18
3
17
3
16
3
15
3
14
3
13
3
12
3
11
3
10
3
9
3
8
4
7
4
6
4
5
5
4
5
3
5
2
5
1
5
0
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
44
Grafik 4.7. Genel sağkalım
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
Hastaların hastalığa bağlı sağkalım süresi ortalama 83,068 ± 6,713 ay
(%95 GA: 69,911 – 96,226 ) olarak bulundu (Tablo 4.8.). 5.yılda hastalığa
bağlı kümülatif sağkalım hızı %90,4 ± %6,5 olarak bulundu (Tablo 4.9.).
Hastalığa bağlı mortalite oranı 3/22 olarak bulundu.
Tablo 4.8. Hastalığa bağlı sağkalım
Ortalama sağkalım
Sağkalım
83,068
Std. hata
6,713
%95 Güven Aralığı
Üst Sınır
Alt Sınır
69,911
96,226
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
45
Tablo 4.9. Hastalığa bağlı sağkalım tablosu
İzleme
süresi
(ay)
Tahmin
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
12,000
13,000
14,000
19,000
24,000
28,000
28,000
30,000
30,000
31,000
34,000
36,000
42,000
43,000
57,000
60,000
64,000
67,000
72,000
74,000
96,000
96,000
İzleme
sonucu
Std.
Hata
2,00
1,00
1,00
2,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
1,00
2,00
1,00
1,00
1,00
1,00
Ölüm olasılığı
Tahmin
,955
.
.
,904
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
,723
.
.
.
.
Std.
Hata
,044
.
.
,065
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
,170
.
.
.
.
Kümülatif
sağkalım
oranı
İzlemede
ki hasta
sayısı (N)
Tahmin
Std. Hata
1
1
1
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
3
3
3
3
3
21
20
19
18
17
16
15
14
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
46
Grafik 4.8. Hastalığa bağlı sağkalım
* ‘Kaplan – Meier survival curve analysis’ yöntemi ile değerlendirildi
47
5.TARTIŞMA
Sert damak’ta en sık görülen benign neoplazmlar minör tükürük bezi
kaynaklı pleomorfik adenomlardır. Çalışmamızda tüm benign vakaların
%26,7’i (4 hasta) pleomorfik adenom olarak tespit edildi. Yapılan diğer
çalışmalarda hem minör tükürük bezi kaynaklı, hem da major tükürük bezi
kaynaklı benign tümörler içerisinde en sık pleomorfik adenom görüldüğü ve
oral kavite içerisinde en sık sert damakta oluştuğu bildirilmiştir
119
. Hastalar
sert damakta ağrısız, düzgün yüzeyli kitle şikayeti ile başvururlar. Bazı
hastalarda kitle üzerindeki mukozada ülserasyon görüle bilir (Şekil 4.1 ve
Şekil 4.3). BT’de sert damak kemik yapısını ekpanse eden düzgün konturlu
kitle olarak görülür (Şekil 4.2.). Tedavisi salim cerrahi sınırlar ile eksizyondur .
Şekil 5.1. Şekil 4.1.’deki hastanın kitle eksizyonu sonrası intraoperatif
görüntüsü
*(AÜTF KBB Kliniği)
Pleomorfik adenomun ayrıca malign transformasyon eğilimi olduğu da
bilinmektedir. Çalışmamızda dış merkezde bir yıl önce pleomorfik adenom
tanısı alan bir hastada kitleye cerrahi eksizyon yapıldı. Ameliyat sonrası
patoloji sonucu adenoid kistik karsinom ex pleomorfik adenoma olarak rapor
edilmesi üzerine hastaya revizyon cerrahisi uygulandı. Pleomorfik adenomun
malign transformasyonu nadirdir ve en sık uzun süredir var olan tümörlerde
48
görülür. Tanıdan sonrakı ilk 5 yıl içinde pleomorfik adenomun malign
transformasyon gösterme riski %1,5 iken süre 15 yılı aştığında risk %10
olmaktadır
120
. Karsinom ex pleomorfik adenoma’nın minör tükürük bezi
kaynaklı tümörlerde görülme sıklığı %17,5’tir ve en sık damak bölgesinde
görülür (%63)121.
Myoepitelyoma tükürük bezi tümörleri içerisinde nadir görülür. Genelde
parotis veya yumuşak damağın minör tükürük bezinden gelişir. Tüm tükürük
bezi tümörlerinin %1’den azını oluşturur
122
. Sert damakta daha nadir görülür
123
. Çalışmamızda 2 vakanın histopatoloji sonucu myoepitelyoma olarak
tespit edildi.
Sert damak benign lezyonlarının tedavisi salim cerrahi sınırlar ile
eksizyonudur. Bizim klinikte de tüm benign vakalarda izlenen lezyon cerrahi
olarak eksize edilmiştir (Şekil 5.1.). Ortalama 32 ay ( 1 – 96 ay ) takip edilen
hastalarda nüks izlenmemiştir.
Oral kavitedenin diğer bölgelerinde en sık görülen malignite yassı
hücreli karsinom olmasına karşın sert damakta en sık görülen malignite
minör tükürük bezi kaynaklı tümörlerdir. Uyku Aydil ve arkadaşlarının yaptığı
bir çalışmada minör tükürük bezi kaynaklı malignitelerin görülme sıklığı %43
olmuştur24. Çalışmamızda minör tükürük bezi kaynaklı malign tümörler
benzer oranda, %46,4 (13/28) olarak saptanmıştır.
Adenoid kistik karsinom minör tükrük bezi tümörleri içinde en sık
görülen malignitedir
31
. Spiro, adenoid kistik karsinomnın minör tükrük bezi
tümörlerinin %71’ni oluşturduğunu belirtmiştir
35
. Oral kavitede damak en sık
görülen yerdir. Adenoid kistik karsinomnın primer tedavisi cerrahidir. Salim
cerrahi sınır sağlamak önemlidir. Adenoid kistik karsinom vakalarında
perinöral invazyon sık görülür. Bu sebepten adenoid kistik karsinomlu
hastalara tedavinin kürabl olabilmesi için postroperatif radyoterapi verilmesi
sağkalım üzerine pozitif etkilidir
124
. Çalışmamızda adenoid kistik karsinom
tanısı alan 9 hastadan 7’de perinöral invazyon görülmüş, sadece 2 hastada
perinöral invazyon izlenmemiştir. Sadece bir hastada preoperatif boyunda
metastaz şübhesi nedeni ile boyun diseksiyonu yapılmış, patoloji sonucunda
boyunda metastaz görülmemiştir. Sert damak kaynaklı tümörlerde nodal
49
metastaz daha çok retrofarengeal bölgeye olduğu için elektif boyun
diseksiyonu önerilmiyor
27
. Adenoid kistik karsinomlu tüm hastalara
postoperatif radyoterapi düzenlenmiştir. Yapılan çalışmalarda minör tükürük
bezi kaynaklı yüksek grade tümörlerde, cerrahi sınır yakın olan ve PNİ olan
vakalarda cerrahi sonrası adjuvan RT’nin hastalıksız sağkalım ve lokal
kontrol üzerine pozitif etkisi gösterilmiştir
125
. Sistemik kemoterapi sadece ileri
evre hastalarda, ve uzak metastaz olgularında palyatif amaçlı önerilmektedir
125
. Çalışmamızda adenoid kistik karsinom tanısı alan hastalardan 3
hastataya RT ile beraber postoperatif KT uygulanmış. Sadece bir hastaya
uzak organ metastazı ve lokal nüks nedeni ile palyatif kemoterapi
uygulanmıştır. Adenoid kistik karsinom tanısı alan 9 hastadan 7’nin nükssüz
yaşadığı, ortalama takip sürelerinin 48,88 ay (17 – 96 ay) olduğu tespit edildi.
Bir hastanın takibinin 60’cı ayında akciğer metastazından öldüğü, bir
hastanın (adenoid kistik karsinom ex pleomorfik adenoma) takibinin 13’cü
ayında lokal nüks nedeni ile tedavisinin dış merkezde devam ettiği bilgisine
ulaşıldı.
Düşük grade minör tükürük bezi kaynaklı tümörlerde, PNİ yokluğunda
ve cerrahi sınır güvenliği sağlanan vakalarda adjuvan RT önerilmemektedir
125
. Çalışmamızda düşük grade mukoepidermoid karsinom tanısı alan bir
hastada ve malign mikst tümör tanısı alan bir hastaya sadece cerrahi tedavi
uygulanmış, yüksek grade mukoepidermoid karsinom tanısı alan bir hastaya
cerrahi tedavi sonrası adjuvan RT uygulanmıştır. Her üç hastanın nükssüz
yaşadığı ve ortalama takip sürelerinin ortalama 56 ay olduğu (30 -96 ay)
bilgisine ulaşıldı.
Sert damakta yassı hücreli karsinom görülme sıklığı oral kavitenin diğer
bölgeleri ile kıyaslandığında daha azdır. Çalışmamızda 6 hasta yassı hücreli
karsinom tanısı almış, hastalardan dördüne inferior maksillektomi, iki hastaya
total maksillektomi operasyonu uygulanmış, ayrıca bir hastaya boyun
metastazı nedeni ile eşzamanlı bilateral seviye I – III boyun diseksiyonu, bir
hastaya ise tek taraflı seviye I – III boyun diseksiyonu uygulanmıştır.
Hastalarda dördüne postoperatif RT uygulanmıştır. Bir hastaya eşzamanlı KT
50
uygulanmış. Bir hastaya ise postoperatif sadece KT uygulanmıştır.
Hastalardan biri takibinin dördüncü ayında mide peforasyonu nedeniyle, bir
hasta ise takibinin 60. ayında meme kanseri nedeni ile ölmüştür. Diğer 4
hasta nükssüz takip edilmekte olup, ortalama takip sürelerinin 36,8 ay (28 –
64 ay) olduğu bilgisine ulaşıldı. Oral kavite tümörlerinde okkült boyun
metastazı görülme sıklığı yüksek olduğu için N0 boyunlarda elektif boyun
diseksiyonu
genelde
önerilmektedir
126
.
Brown
ve
arkadaşlarının
çalışmasında maksiller alveol ve sert damak YHK’da boyun okkült metastaz
riskininin diğer oral kavite tümörleri ile benzer olduğu gösterilmiş ve N0
boyunlara elektif boyun diseksiyonu önerilmiştir
127
. Morris ve arkadaşlarının
yaptığı bir diğer çalışmada sert damak ve/veya alveolar proçeste YHK tanısı
alan(139 hasta), N0 boyun olgularında elektif boyun diseksiyonu yapılmayan
hastalarda boyun nüksünün görülme sıklığı %29,5 olmuştur. Bu sonuca göre
sert damak ve alveolar proçes YHK tanısı alan hastalara elektif boyun
diseksiyonu önerilmiştir 128.
Verrüköz karsinom YHK’un daha az görülen bir varyasyonudur. Oral
kavite ve larinkste daha sık görülür. Vejetan lokal büyüme eğiliminde olan bu
malignitenin rejyonel ve uzak metastaz eğilimi nadirdir
cerrahi sınırlar ile eksizyondur
30,129
. Tedavisi salim
130
. Çalışmamızda sert damakta verrüköz
karsinom tanısı alan iki hastadan birine kitle eksizyonu (T1), diğerine inferior
maksillektomi operasyonu uygulanmış (T2). Hastalara postoperatif RT ve KT
uygulanmamıştır. Hastaların 28 ve 30. ay takiplerinde nüks izlenmemiştir.
Sert damakta daha az görülen maligniteler sarkomlar, malign melanom,
lenfoma, sebase hücreli kasrinoma ve İğsi hücreli karsinomlardır.
Osteosarkomlar maksiller kemikten gelişen nadir tümörler olduğu için
bu hastalıklarla ilgili prospektif çalışmalar yapılamamıştır. Panda ve
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 26 yıllık retrospektif taramada maksiller
kemikte 12 osteosarkom vakasının sonuçları tartışılmıştır. Hastaların çoğu (9
hasta) primer kitlenin eksizyonu ve adjuvan RT ile tedavi edilmiştir. Kafa
tabanı invazyonu olan ve cerrahi olarak eksize edilemeyen vakalara
postoperatif palyasyon amaçlı KT uygulanmıştır. Araştırma sonucunda
51
Kaplan – Meier yöntemi ile hesaplanan 5 yıllık sağkalım sıfıra yakın
olmuştur131. Çalışmamızda osteosarkom tanısı alan iki hastanın sonuçlarına
ulaşılmıştır.
Hastalardan
birine
inferior
maksillektomi,
diğerine
total
maksillektomi operasyonu uygulanmıştır. Her iki hastaya postoperatif RT
uygulanmıştır. Hastalardan birinin takip bilgilerine ulaşılamadı, diğer hastanın
takibinin 80. ayında nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı. Ayrıca undiferansiye
pleomorfik sarkom tanısı alan, tedavi amaçlı total maksillektomi ve FBD
yapılan ve postoperatif RT önerilen bir hastanın takip bilgilerine ulaşılamadı.
Pleomorfik sarkom tanısı alan bir hastaya kitle eksizyonu ve RT
uygulanmıştır. Takibinin 24. ayında nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı.
İğsi hücreli karsinom YHK’un nadir görülen bir varyantıdır. Agresif
seyreder, patolojik olarak sarkomdan differansasyonu gereklidir, bazı
çalışmalarda sarkamatoid karsinom olarak ta bilinir. Oral kavitede daha çok
bukkal mukozada görülür, sert damakta görülme sıklığı daha nadirdir
132
.
Çalışmamızda bir hasta İğsi hücreli karsinom tanısı almış, hastaya inferior
maksillektomi operasyonu yapılmış, postoperatif RT ve KT uygulanmıştır.
Hasta takibinin 11 ayında lokal nüks nedeni ile kaybedilmiştir.
Sebase hücreli karsinomlar tükürük bezi kaynaklı nadir görülen, agressif
seyreden malign tümörlerdir. Kızıl ve arkadaşlarının Türkiye’de yaptığı
demografik bir çalışmada sebase karsinom %2 sıklıkta ve parotiste görülmüş,
minör tükürük bezlerinde görülmemiştir
133
. Tian ve arkadaşlarının Çinden
yapılan bir çalışmasında tükürük bezi kaynaklı tümörler içerisinde sebase
karsinomnın görülme sıklığı %0,22 olarak gösterilmiştir. Bunlardan yalnız bir
vakada
gingiva
kaynaklı sebase
karsinom
vakası gösterilmiştir
134
.
Çalışmamızda sert damak kaynaklı agressif seyreden sebase karsinom
tanısı alan sadece bir hasta izlenmiştir. Hastaya sağ total ve sol subtotal
maksillektomi operasyonu
yapılmış, postoperatif cerrahi sınır yakınlığı
nedeni ile RT ve KT düzenlenmiştir. Hasta takibinin 19. ayında akciğer
metastazı nedeni ile kaybedilmiştir.
Mukozal malign melanomlar nadir görülür (%1,3). Prognozu oldukça
kötüdür
135
. Çalışmamızda sert damakta malign melanom (Breslow evre 3 )
52
tanısı alan bir hasta tespit edildi. Hastaya kitle eksizyonu yapılmış. Fakat
hasta kontrole gelmediği ve dosyada iletişim bilgileri olmadığı için hastanın
takip bilgilerine ulaşılamadı.
Lenfoma hariç, malign sert damak kitlelerinin primer tedavisi cerrahidir.
Yapılan cerrahi seçimi tümör boyutuna ve lokalizasyonuna göre belirlenir.
İnferior maksillektomi genelde Ohngren hattından inferiorda gelişen tümör
vakalarında uygulanır. Uzak metastaz varlığı, infraorbital sınır tutulumu ve
orbita invazyonu transoral inferior maksillektomi için kontrendikasyon
oluşturur.
Cerrahi
teknikten
kısaca
bahsedersek;
anteriorda
gingivobukkal
bölgeden insizyon yapılır. Mukoza periostiumla beraber yukarıda infraorbital
sinire kadar eleve edilir, (bu aşamada infraorbital sinirin korunması
önemlidir), elevasyona posteriorda maksiller kemik posterioru ve inferiorda
pterigoid plate’e kadar devam edilir. Medialde elevasyon apertura piriformise
kadar devam edilir. Mukoza elevasyonunun sınırlarına kitlenin büyüklüğüne
göre karar verilir. Salim cerrahi sınırlar ile kitlenin invaze ettiği maksiller
kemik eksize edilir
136
. İnferior maksillektomi sırasında posterior kısmın
eksizyonu sırasında pterigoid plate osteotom yardımıyla kırılmaktadır. Bu
aşamada cerrahi spesmende posterior cerrahi sınır gerçek cerrahi sınırı
yansıtmayabilir.
Ayrıca
değerlendirilmesindeki
çıkan
zorlukları
spesmenin
göz
önünde
patologlar
tarafından
bulundurursak,
cerrahi
sınırlardan emin olmanın tek yolu intraoperatif donuk kesit patoloji
çalışmaktır. Çalışmamızda primer hastalığın tedavisi amacı ile 16 hastaya
inferior maksillektomi (Şekil 5.2 – 5.3.), bunlardan 3 hastaya inferior
maksillektomi ile beraber endoskopik endonazal cerrahi, 5 hastaya total
maksillektomi operasyonu, beş hastaya ise kitle eksizyonu operasyonu
uygulanmıştır. Toplam 3 hastaya FBD yapılmıştır. Ameliyat edilen tüm
hastalarda intraoperatif cerrahi sınırlardan donuk kesit patoloji çalışılarak
sınır güvenliği kontrol edilmiş, negatif cerrahi sınırlara ulaşılıncaya kadar
operasyona devam edilmiştir. 16 hastada postoperatif ana spesmenin patoloji
sonucunda cerrahi sınırlarda pozitiflik izlenmiştir. Tüm hastaların yekun
53
patolojisi ile ameliyat raporunda not edilen donuk kesit patolojiler
karşılaştırılmış, 10 hastada donuk kesit patoloji çalışılmayan bölgede cerrahi
sınır pozitifliği görüldüğü için revizyon cerrahi uygulanmıştır. Revizyon cerrahi
sırasında tekrar donuk kesit patoloji kullanılarak cerrahi sınır kontrolü
yapılmıştır.
Şekil 5.2. Sol sert damak kitlesinin eksizyon sınırlarının işaretlenmesi.
(Patolojik tanı: Mukoepidermoid karsinom)
54
Şekil 5.3. Şekil 5.2’teki hastanın kitle eksizyonu sonrası intraoperatif
görüntüsü
*(beyaz ok – maksiler sinüs içerisi, siyah ok – üst alveolar proçes;
AÜTF KBB kliniği)
Hastanın
morbiditesi
hayat
yüksek
kalitesi
bir
açısından
cerrahidir.
Bazı
total
maksillektomi
vakalarda
sadece
ameliyatı
inferior
maksillektomi ile hastalığın intranazal bölge invazyonunu kontrol altına almak
kolay olmuyor. Çalışmamızda bu vakalardan üçüne inferior maksillektomi ile
beraber endoskopik endonazal cerrahi uygulanmıştır. Kısaca bu vakalarda
bahsedecek olursak; İlk vaka malign mikst tümör tanısı alan 42 yaşında
kadın hasta olmuştur. Klinik ve radyolojik T3N0M0 tümörü olan hastaya
inferior maksillektomi operasyonu uygulanmış, kitlenin intranazal uzantısı
endoskopik yolla eksize edilmiş, cerrahi sınır güvenliği donuk kesit patoloji ile
kontrol edilmiştir. Postoperatif ana spemende cerrahi sınır pozitif gelmesine
karşın ameliyat raporu ile karşılaştırıldığında cerrahi sınırın negatif olduğu
kanaatine varılmıştır.
Hastaya postoperatif RT veya KT önerilmemiştir.
Hastanın takibinin 96. ayında nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı.
55
İkinci vaka mukoepidermoid karsinom tanısı alan radyolojik olarak
T2N0M0 tümörü olan erkek hastaya aynı şekilde inferior maksillektomi ve
endoskopik endonazal cerrahi uygulanmıştır. Donuk kesit patolojide cerrahi
sınır güvenliği sağlandığı için ve hastalık patolojik olarak low grade olarak
değerlendirildiği için hastaya postoperatif RT veya KT uygulanmamıştır. Bu
vakanın takibinin 30. ayında nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı.
Üçüncü vakada adenoid kistik karsinom tanısı alan, radyolojik olarak
T3N0M0 tümörü olan 42 yaşında kadın hastaya aynı şekilde inferior
maksillektomi ve endoskopik endonazal cerrahi uygulanmıştır. Donuk kesit
patolojide cerrahi sınır güvenliği sağlanmıştır. Postoperatif RT uygulanmıştır.
Hastanın takibinin 14. ayında nükssüz yaşadığı bilgisine ulaşıldı. Bu
vakaların ışığında fonksiyonel endoskopik cerrahi becerilerimizi de kullanarak
inferior maksillektomi ve endoskopik endonazal cerrahi kombinasyonunun;
cerrahi başarısı yüksek, morbiditesi düşük bir yöntem olarak seçilmiş
vakalarda kullanılabilir olduğu düşüncesindeyiz.
56
Şekil
5.4.
Sağ
total
Maksillektomi
materyali.
(Patolojik
tanı:
Andiferansiye Pleomorfik Sarkom)
*(beyaz ok – maksilla ön duvarı, siyah ok – sert damak, kırmızı ok –
nazal kavite lateral duvarı; AÜTF KBB kliniği)
57
Şekil 5.5. Total maksillektomi sonrası intraoperatif görüntü. (Patolojik
tanı: Andiferansiye Pleomorfik Sarkom)
*(Andiferansiye Pleomorfik Sarkom – AÜTF KBB kliniği)
58
Şekil 5.6. Total maksillektomi sonrası hastanın postoperatif 49.ay
maksillofasial BT görüntüsü. (Patolojik tanı: Adenoid kistik karsinom)
*(kırmızı ok – maksillektomi defekti; AÜTF KBB kliniği)
59
Sonuçlar
Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn- i Sina Hastanesi
KBB kliniğinde, 2006 – 2013 yılları arasında sert damak neoplazmı nedeni ile
takip ve tedavi edilen hastaların taranması hedeflenmiştir. Kayıtlarına
ulaşılan, 43 olgunun dosyaları geriye dönük olarak tarandı. Çalışmaya dahil
edilen vakalardan 15’i benign (%35) ve 28’i (%65) malign olup, malign benign
oranı 1.8/1 olarak tespit edildi. Benign vakalarda kadın/erkek oranı 2/1,
malign vakalarda 1,8/1 olarak görüldü.
Benign neoplazmlarde en çok görülen histoplatolojik tanı pleomorfik
adenom oldu. Tüm benign vakalar cerrahi olarak tedavi edildi. Ortalama
olarak 32 ay takip edilen hastalarda nüks izlenmedi.
Malign neoplazmlarda en çok görülen histopatolojik tanı adenoid kistik
karsinom oldu.
Malign neoplamı olan 14 hastaya inferior maksillektomi, 3 hastaya
inferior maksillektomi ve eş zamanlı endoskopik cerrahi yöntemi ile kitle
eksizyonu, 5 hastaya total maksillektomi ve 5 hastaya kitle eksizyonu
operasyonu uygulandığı görüldü. Seçilmiş vakalarda inferior maksillektomi ile
endoskopik endonazal cerrahinin kombine kullanılmasının cerrahi sınır
güvenliği açısından yararlı olabileceği kanaatine varıldı.
Sert damak malign neoplazmı olan hastalarda İntraoperatif donuk kesit
patoloji çalışılmasının cerrahi sınır güvenliğinin sağlanmasında önemli rolü
olduğu görüldü.
Hastaların ortalama sağkalım süreleri ‘Kaplan – Meier survival curve
analysis’ yöntemi ile değerlendirildi. Verilerine ulaşılamayan ve damak
malignitesi nedeni ile ölmeyen hastalar değerlendirilmeye alınmadı.
Tüm hastaların ortalama izlem süresi 43,08 ay (min. 4 – max. 96 ay,
median izleme süresi 35 ay, std. sapma 25,9 ay ) olarak hesaplandı ( Tablo
4.5.). Mortalite 5/24 oranında görüldü.
60
Verilerine ulaşılan hastaların ortalama sağkalım süresi 76,799 ± 7,221
ay (%95 CI: 62,647 – 90,952) olarak bulundu (Tablo 4.6.). 5.yılda kümülatif
sağkalım hızı %89,9 ± %6,8 olarak bulundu (Tablo 4.7.).
Hastaların hastalığa bağlı sağkalım süresi ortalama 83,068 ± 6,713 ay
(%95 CI: 69,911 – 96,226 ) olarak bulundu (Tablo 4.8.). 5.yılda hastalığa
bağlı kümülatif sağkalım hızı %90,4 ± %6,5 olarak bulundu (Tablo 4.9.).
Hastalığa bağlı mortalite oranı 3/22 olarak bulundu.
Sert damak neoplazmalarının insidansı az olduğu için yapılan
çalışmalar kısıtlıdır. Bizim çalışmamızın veri bazında literatüre katkı
sağlayacağını düşünüyoruz.
Anahtar kelimeler: oral kavite, sert damak neoplazmları, pleomorfik
adenom, minör tükürük bezi tümörleri, maksillektomi
61
ÖZET
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn- i Sina Hastanesi KBB kliniğinde,
2006 – 2013 yılları arasında sert damak neoplazilsi nedeni ile takip ve tedavi
edilen, dosyaları geriye dönük olarak taranmıştır.
Çalışmamızda hastaların demografik bilgileri, histopatolojik tanıları,
tedavi seçenekleri ve tedavi sonrası takipleri incelendiğinde veriler dünya
literatürleriyle uyumlu bulunmuştur.
Seçilecek tedavi yönteminin hastaya ve tümöre göre belirlenmesi
önerilmekle beraber, kliniğimizin yaklaşımı operabl hastalarda cerrahidir.
Anahtar kelimeler: oral kavite, sert damak neoplazmları, pleomorfik
adenom, minör tükürük bezi tümörleri; maksillektom
62
SUMMARY
The Outcome of Patients Treated and Followed Because Of Hard Palate
Neoplasms To Our Clinic Between 2006-2013
Retrospective results of 32 patients who has been treated and
followed with a diagnosis of hard palate neoplasms in Ankara University
Medical Faculty Ibn-i Sina Hospital Ear, Nose and Throat Department was
considered between 2006-2013 years.
In our study we invastigated demographic data of the patients,
histopathological diagnosis, treatment options and post-treatment follow-up.
The data were consistent with the world literature.
We suggest the selection of treatment method according to the patient
and tumor. In our clinic we do surgery to patients who are operable.
Key Words: Oral cavity, hard palate neoplasms, pleomorfic adenoma,
minör salivary gland tumors; maxillectomy
63
KAYNAKLAR:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
Muharrem Gerçeker, İrfan Yorulmaz, Ural A. Ses ve konuşma.Voice and speech.
K.B.B. ve Baş Boyun Cerrahisi Dergisi. 2000;8 (1):71-78.
Jugessur A, Murray JC. Orofacial clefting: recent insights into a complex trait.
Current opinion in genetics & development. 2005;15(3):270-278.
Cochard LR. Netter's atlas of human embryology. Elsevier Health Sciences; 2012.
Köybaşıoğlu A. Oral Kavite Tümörleri. In: Gerçeker M, ed. Kulak Burun Boğaz
Hastalıkları ve Baş Boyun Cerrahisi. Ankara: MN MEDİKAL & NOBEL TIP KİTAPEVİ;
2014:633 - 655.
Greene FL. AJCC cancer staging manual. Vol 1: Springer Science & Business Media;
2002.
Başerer N. Oral Kavite Kanserleri In: Engin K, L E, eds. Baş-Boyun Kanserleri İstanbul:
Nobel Matbaacılık; 2003:237 - 270.
Wein RO, Weber RS. Oral Kavitenin Malign Tümörleri. In: Cummings CW, ed. Koç
PDC, trans. Cummings Otolaringoloji Baş ve Boyun Cerrahisi. Vol 2. 4. baskı ed:
Güneş Tıp Kitapevleri; 2007:1578 - 1590
Dardick I. Mounting evidence against current histogenetic concepts for salivary
gland tumorigenesis. European journal of morphology. 1998;36:257-261.
Dardick I, Burford-Mason AP. Current status of histogenetic and morphogenetic
concepts of salivary gland tumorigenesis. Critical Reviews in Oral Biology &
Medicine. 1993;4(5):639-677.
Dardick I, Byard RW, Carnegie JA. A review of the proliferative capacity of major
salivary glands and the relationship to current concepts of neoplasia in salivary
glands. Oral surgery, oral medicine, oral pathology. 1990;69(1):53-67.
Batsakis JG, Regezi JA. The pathology of head and neck tumors: salivary glands, part
1. Head & neck surgery. 1978;1(1):59-68.
Levin RJ, Bradley MK. Neuroectodermal antigens persist in benign and malignant
salivary gland tumor cultures. Archives of Otolaryngology–Head & Neck Surgery.
1996;122(5):551-558.
Spiro RH. Salivary neoplasms: Overview of a 35‐year experience with 2,807
patients. Head & neck surgery. 1986;8(3):177-184.
Jansisyanont P, Blanchaert Jr R, Ord RA. Intraoral minor salivary gland neoplasm: a
single institution experience of 80 cases. International journal of oral and
maxillofacial surgery. 2002;31(3):257-261.
Webb A, Eveson J. Pleomorphic adenomas of the major salivary glands: a study of
the capsular form in relation to surgical management. Clinical Otolaryngology &
Allied Sciences. 2001;26(2):134-142.
Korkmaz H, Adsay N, Jacobs J, Lucas D. Lipomatous pleomorphic adenoma of
parotid gland. Histopathology. 2002;40(5):487-488.
Shigeishi H, Hayashi K, Takata T, Kuniyasu H, Ishikawa T, Yasui W. Pleomorphic
adenoma of the parotid gland with extensive bone formation. Pathology
international. 2001;51(11):883-886.
Weber A, Langhanki L, Schütz A, Wittekind C, Bootz F, Tannapfel A. Alterations of
the INK4a‐ARF gene locus in pleomorphic adenoma of the parotid gland. The
Journal of pathology. 2002;198(3):326-334.
Ohtaké S, Cheng J, Ida H, et al. Precancerous foci in pleomorphic adenoma of the
salivary gland: recognition of focal carcinoma and atypical tumor cells by P53
immunohistochemistry. Journal of oral pathology & medicine. 2002;31(10):590-597.
64
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
Yih W-Y, Kratochvil FJ, Stewart JC. Intraoral minor salivary gland neoplasms: review
of 213 cases. Journal of oral and maxillofacial surgery. 2005;63(6):805-810.
Ward KA, Napier SS, Winter PC, Maw RD, Dinsmore WW. Detection of human
papilloma virus DNA sequences in oral squamous cell papillomas by the polymerase
chain reaction. Oral Surgery, Oral Medicine, Oral Pathology, Oral Radiology, and
Endodontology. 1995;80(1):63-66.
Sakakura A, Yamamoto Y, Takasaki T, Makimoto K, Nakamura M, Takahashi H.
Recurrent laryngeal papillomatosis developing into laryngeal carcinoma with
human papilloma virus (HPV) type 18: a case report. The Journal of Laryngology &
Otology. 1996;110(01):75-77.
Bouquot J, Nikai H. Lesions of the oral cavity. Diagnostic surgical pathology of the
head and neck. 1st ed. Philadelphia: WB Saunders Company. 2001.
Aydil U, Kızıl Y, Bakkal FK, Köybaşıoğlu A, Uslu S. Neoplasms of the hard palate.
Journal of oral and maxillofacial surgery: official journal of the American Association
of Oral and Maxillofacial Surgeons. 2014;72(3):619-626.
Jindal JR, Campbell BH, Ward TO, Almagro US. Kaposi's sarcoma of the oral cavity in
a non‐aids patient: Case report and review of the literature. Head & neck.
1995;17(1):64-68.
Nance WMKaM. Classification, Clinical Features and Molecular Genetic Models. In:
Olshan AF, ed. Epidemiology, Pathogenesis, and Prevention of Head and Neck
Canser. New York: Springer Science + Business Media; 2010:1-2.
Jameson MJ, Levine PA, Köybaşıoğlu ÇDA, Çelenk DF. Oral Kavite Tümörleri. In:
Johnson BJBaJT, Korkut ÇePDN, eds. Baş ve Boyun Cerrahisi - Otolarengoloji. Vol 4:
Güneş Tıp Kitapevleri; 2011:1562-1563.
Falaki F, Dalirsani Z, Pakfetrat A, et al. Clinical and histopathological analysis of oral
squamous cell carcinoma of young patients in Mashhad, Iran: a retrospective study
and review of literatures. Med Oral Patol Oral Cir Bucal. 2011;16(4):e473-477.
Maurizi M, Cadoni G, Ottaviani F, Rabitti C, Almadori G. Verrucous squamous cell
carcinoma of the larynx: diagnostic and therapeutic considerations. European
archives of oto-rhino-laryngology. 1996;253(3):130-135.
Koch BB, Trask DK, Hoffman HT, et al. National survey of head and neck verrucous
carcinoma. Cancer. 2001;92(1):110-120.
Jayaram G, Dashini M. Evaluation of fine needle aspiration cytology of salivary
glands: an analysis of 141 cases. MALAYSIAN JOURNAL OF PATHOLOGY.
2001;23(2):93-100.
Prott F-J, Micke O, Haverkamp U, Willich N, Schüller P, Pötter R. Results of fast
neutron therapy of adenoid cystic carcinoma of the salivary glands. Anticancer
research. 1999;20(5C):3743-3749.
Eibling DE, Johnson JT, McCoy Jr JP, et al. Flow cytometric evaluation of adenoid
cystic carcinoma: correlation with histologic subtype and survival. The American
journal of surgery. 1991;162(4):367-372.
Spiro RH, Huvos AG. Stage means more than grade in adenoid cystic carcinoma. The
American journal of surgery. 1992;164(6):623-628.
H Spiro R. Distant metastasis in adenoid cystic carcinoma of salivary origin. The
American journal of surgery. 1997;174(5):495-498.
van der Wal JE, Becking AG, Snow GB, van der Waal I. Distant metastases of
adenoid cystic carcinoma of the salivary glands and the value of diagnostic
examinations during follow‐up. Head & neck. 2002;24(8):779-783.
Umeda M, Nishimatsu N, Masago H, et al. Tumor-doubling time and onset of
pulmonary metastasis from adenoid cystic carcinoma of the salivary gland. Oral
65
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
48.
49.
50.
51.
52.
53.
54.
Surgery, Oral Medicine, Oral Pathology, Oral Radiology, and Endodontology.
1999;88(4):473-478.
Vered M, Braunstein E, Buchner A. Immunohistochemical study of epidermal
growth factor receptor in adenoid cystic carcinoma of salivary gland origin. Head &
neck. 2002;24(7):632-636.
Govindaraj S, Cohen M, Genden EM, Costantino PD, Urken ML. The use of acellular
dermis in the prevention of Frey's syndrome. The Laryngoscope.
2001;111(11):1993-1998.
Batsakis J, Luna M. Histopathologic grading of salivary gland neoplasms: I.
Mucoepidermoid carcinomas. The Annals of otology, rhinology, and laryngology.
1990;99(10 Pt 1):835-838.
Guzzo M, Andreola S, Sirizzotti G, Cantu G. Mucoepidermoid carcinoma of the
salivary glands: clinicopathologic review of 108 patients treated at the National
Cancer Institute of Milan. Annals of surgical oncology. 2002;9(7):688-695.
Peel RL, Seethala RR. Pathology of salivary gland disease. Salivary gland disorders:
Springer; 2007:33-104.
Nascimento AG, Amaral ALP, Prado LAF, Kligerman J, Silveira TRP. Mucoepidermoid
carcinoma of salivary glands: a clinicopathologic study of 46 cases. Head & neck
surgery. 1986;8(6):409-417.
Auclair PL, Goode RK, Ellis GL. Mucoepidermoid carcinoma of intraoral salivary
glands evaluation and application of grading criteria in 143 cases. Cancer.
1992;69(8):2021-2030.
Lucarini JW, Sciubba JJ, Khettry U, Nasser I. Terminal duct carcinoma: recognition of
a low-grade salivary adenocarcinoma. Archives of Otolaryngology–Head & Neck
Surgery. 1994;120(9):1010-1015.
Batsakis J, Luna M. Low-grade and high-grade adenocarcinomas of the salivary duct
system. The Annals of otology, rhinology, and laryngology. 1989;98(2):162-163.
Evans HL, Luna MA. Polymorphous low-grade adenocarcinoma: a study of 40 cases
with long-term follow up and an evaluation of the importance of papillary areas.
The American journal of surgical pathology. 2000;24(10):1319-1328.
Mallia RJ, Narayanan S, Madhavan J, et al. Diffuse reflection spectroscopy: an
alternative to autofluorescence spectroscopy in tongue cancer detection. Applied
spectroscopy. Apr 2010;64(4):409-418.
Jwo SC. Removal of a self-knotted feeding jejunostomy tube in a patient with
tongue base cancer. International journal of oral and maxillofacial surgery. Sep
2010;39(9):922-924.
Nakashima T, Nakamura K, Shiratsuchi H, et al. [Clinical outcome of partial
glossectomy or brachytherapy in early-stage tongue cancer]. Nihon Jibiinkoka
Gakkai kaiho. May 2010;113(5):456-462.
Lee SY, Cho NH, Choi EC, et al. Relevance of human papilloma virus (HPV) infection
to carcinogenesis of oral tongue cancer. International journal of oral and
maxillofacial surgery. Jul 2010;39(7):678-683.
Shim SJ, Cha J, Koom WS, et al. Clinical outcomes for T1-2N0-1 oral tongue cancer
patients underwent surgery with and without postoperative radiotherapy.
Radiation oncology. 2010;5:43.
Ching CT, Sun TP, Huang SH, et al. A preliminary study of the use of bioimpedance
in the screening of squamous tongue cancer. International journal of nanomedicine.
2010;5:213-220.
Zhang B, Huang HZ, Pan CB, Xu JH, Wang JG, Chen WL. Aesthetic and functional
radical surgery in young patients with stage one or two tongue cancer: a
66
55.
56.
57.
58.
59.
60.
61.
62.
63.
64.
65.
66.
67.
68.
69.
70.
71.
72.
preliminary report. Journal of cranio-maxillo-facial surgery : official publication of
the European Association for Cranio-Maxillo-Facial Surgery. Apr 2011;39(3):209214.
Prince S, Bailey B. Squamous carcinoma of the tongue: review. British journal of oral
& maxillofacial surgery. 1999;37(3):164-174.
Martinez-Hernandez NJ, Galbis-Caravajal JM, Figueroa-Almanzar S. [Air travel
pneumothorax as a first sign of metastasis of cancer of the tongue]. Archivos de
bronconeumologia. Sep 2010;46(9):494-495.
Yang ZH, Chen WL, Huang HZ, Pan CB, Li JS. Quality of life of patients with tongue
cancer 1 year after surgery. Journal of oral and maxillofacial surgery : official
journal of the American Association of Oral and Maxillofacial Surgeons. Sep
2010;68(9):2164-2168.
Jussawalla D, Deshpande V. Evaluation of cancer risk in tobacco chewers and
smokers: an epidemiologic assessment. Cancer. 1971;28(1):244-252.
Ross N, Gross E. Oral findings based on an automated multiphasic health screening
program. Journal of oral medicine. 1971;26(1):21.
Axéll T. A preliminary report on prevalences of oral mucosal lesions in a Swedish
population. Community dentistry and oral epidemiology. 2006;3(3):143-145.
Blot WJ, McLaughlin JK, Winn DM, et al. Smoking and drinking in relation to oral
and pharyngeal cancer. Cancer research. 1988;48(11):3282-3287.
Goldgar DE, Easton DF, Cannon-Albright LA, Skolnick MH. Systematic populationbased assessment of cancer risk in first-degree relatives of cancer probands.
Journal of the National Cancer Institute. 1994;86(21):1600-1608.
Foulkes WD, Brunet JS, Kowalski LP, Narod SA, Franco EL. Family history of cancer is
a risk factor for squamous cell carcinoma of the head and neck in Brazil: A
case‐control study. International Journal of Cancer. 2006;63(6):769-773.
Sturgis EM, Wei Q. Genetic susceptibility-molecular epidemiology of head and neck
cancer. Current opinion in oncology. 2002;14(3):310-317.
Johnson N, Warnakulasuriy S, Tavassoli M. Hereditary and environmental risk
factors; clinical and laboratory risk matters for head and neck, especially oral,
cancer and precancer. European journal of cancer prevention: the official journal of
the European Cancer Prevention Organisation (ECP). 1996;5(1):5.
Langdon J, Partridge M. Expression of the tumour suppressor gene p53 in oral
cancer. British Journal of Oral and Maxillofacial Surgery. 1992;30(4):214-220.
Evans SC, Lozano G. The Li-Fraumeni syndrome: an inherited susceptibility to
cancer. Molecular medicine today. 1997;3(9):390-395.
Adams V, Schmid S, Zariwala M, et al. Prevalence of human papilloma virus DNA in
head and neck cancers carrying wild-type or mutant p53 tumor suppressor genes.
Anticancer research. 1999;19(1A):1-6.
Pearson GR. Epstein‐Barr virus and nasopharyngeal carcinoma. Journal of Cellular
Biochemistry. 1993;53(S17F):150-154.
Henle W, Henle G, Ho H-C, et al. Antibodies to Epstein-Barr virus in nasopharyngeal
carcinoma, other head and neck neoplasms, and control groups. Journal of the
National Cancer Institute. 1970;44(1):225-231.
Chien Y-C, Chen J-Y, Liu M-Y, et al. Serologic markers of Epstein–Barr virus infection
and nasopharyngeal carcinoma in Taiwanese men. New England Journal of
Medicine. 2001;345(26):1877-1882.
Mork J, Lie AK, Glattre E, et al. Human papillomavirus infection as a risk factor for
squamous-cell carcinoma of the head and neck. New England Journal of Medicine.
2001;344(15):1125-1131.
67
73.
74.
75.
76.
77.
78.
79.
80.
81.
82.
83.
84.
85.
86.
87.
88.
89.
90.
91.
92.
Schwartz SM, Daling JR, Madeleine MM, et al. Oral cancer risk in relation to sexual
history and evidence of human papillomavirus infection. Journal of the National
Cancer Institute. 1998;90(21):1626-1636.
Gillison ML, Koch WM, Capone RB, et al. Evidence for a causal association between
human papillomavirus and a subset of head and neck cancers. Journal of the
National Cancer Institute. 2000;92(9):709-720.
Woods KV, Shillitoe EJ, Spitz MR, Schantz SP, Adler‐Storthz K. Analysis of human
papillomavirus DNA in oral squamous cell carcinomas. Journal of oral pathology &
medicine. 1993;22(3):101-108.
Maden C, Beckmann AM, Thomas DB, et al. Human papillomaviruses, herpes
simplex viruses, and the risk of oral cancer in men. American journal of
epidemiology. 1992;135(10):1093-1102.
McLaughlin JK, Gridley G, Block G, et al. Dietary factors in oral and pharyngeal
cancer. Journal of the National Cancer Institute. 1988;80(15):1237-1243.
Gridley G, McLaughlin JK, Block G, Blot WJ, Gluch M, Fraumeni JF. Vitamin
supplement use and reduced risk of oral and pharyngeal cancer. American journal
of epidemiology. 1992;135(10):1083-1092.
Munck K, Goldberg AN. HIV and head and neck cancer. Current Opinion in
Otolaryngology & Head and Neck Surgery. 2002;10(2):85-90.
Mannetje At, Kogevinas M, Luce D, et al. Sinonasal cancer, occupation, and tobacco
smoking in European women and men. American journal of industrial medicine.
1999;36(1):101-107.
Saku T, Hayashi Y, Takahara O, et al. Salivary gland tumors among atomic bomb
survivors, 1950‐1987. Cancer. 2000;79(8):1465-1475.
Preston-Martin S, Thomas DC, White SC, Cohen D. Prior Exposure to Medical and
Dental X-rays Related to Tumors of the Parotid Gland1. Journal of the National
Cancer Institute. 1988;80(12):943-949.
Alvi A, Myers E, Johnson J. Cancer of the oral cavity. Cancer of the head and neck.
Philadelphia: Saunders. 1996:321-360.
Kannan S, Balaram P, Radhakrishna Pillai M, et al. Ultrastructural variations and
assessment of malignant transformation risk in oral leukoplakia. PathologyResearch and Practice. 1993;189(10):1169-1180.
Kramer I, El-Labban N, Lee K. The clinical features and risk of malignant
transformation in sublingual keratosis. British dental journal. 1978;144(6):171.
Frame JW. The management of oral premalignant lesions. The British journal of oral
& maxillofacial surgery. 1992;30(2):71.
Cawson R, Odell E. Oral Pathology and medicine. Churchill Livingstone, London.
2002.
Smoker WR. The oral cavity. Head and neck imaging. 2003;2.
Yousem D, Som P, Hackney D, Schwaibold F, Hendrix R. Central nodal necrosis and
extracapsular neoplastic spread in cervical lymph nodes: MR imaging versus CT.
Radiology. 1992;182(3):753-759.
Werning JW. Oral cancer: diagnosis, management, and rehabilitation. Thieme;
2007.
Travis LB. The epidemiology of second primary cancers. Cancer Epidemiology
Biomarkers & Prevention. 2006;15(11):2020-2026.
Larson J, Adams G, Fattah HA. Survival statistics for multiple primaries in head and
neck cancer. Otolaryngology--head and neck surgery: official journal of American
Academy of Otolaryngology-Head and Neck Surgery. 1990;103(1):14.
68
93.
94.
95.
96.
97.
98.
99.
100.
101.
102.
103.
104.
105.
106.
107.
108.
109.
Weber R, Duffey D. Head and neck cancer. Sabiston Textbook of Surgery 16th ed
Townsend CM (ed). Saunders Philadelphia. 2001.
Haughey BH, Gates G, Arfken C, Harvey J. Meta-analysis of second malignant
tumors in head and neck cancer: the case for an endoscopic screening protocol. The
Annals of otology, rhinology, and laryngology. 1992;101(2 Pt 1):105.
Chung CK, Johns ME, Cantrell RW, Constable WC. Radiotherapy in the management
of primary malignancies of the hard palate. The Laryngoscope. 1980;90(4):576-584.
Katz TS, Mendenhall WM, Morris CG, Amdur RJ, Hinerman RW, Villaret DB.
Malignant tumors of the nasal cavity and paranasal sinuses. Head & neck.
2002;24(9):821-829.
Bailey BJ, Johnson JT, Newlands SD. Head & neck surgery--otolaryngology. Vol 1:
Lippincott Williams & Wilkins; 2006.
Salomon DS, Brandt R, Ciardiello F, Normanno N. Epidermal growth factor-related
peptides and their receptors in human malignancies. Critical reviews in
oncology/hematology. 1995;19(3):183.
Gullick W. Prevalence of aberrant expression of the epidermal growth factor
receptor in human cancers. British medical bulletin. 1991;47(1):87-98.
Ke LD, Adler‐Storthz K, Clayman GL, Yung AW, Chen Z. Differential expression of
epidermal growth factor receptor in human head and neck cancers. Head & neck.
1998;20(4):320-327.
Shin DM, Ro JY, Hong WK, Hittelman WN. Dysregulation of epidermal growth factor
receptor expression in premalignant lesions during head and neck tumorigenesis.
Cancer research. 1994;54(12):3153-3159.
Grandis JR, Melhem MF, Barnes EL, Tweardy DJ. Quantitative immunohistochemical
analysis of transforming growth factor‐α and epidermal growth factor receptor in
patients with squamous cell carcinoma of the head and neck. Cancer.
1996;78(6):1284-1292.
Modjtahedi H, Affleck K, Stubberfield C, Dean C. EGFR blockade by tyrosine kinase
inhibitor or monoclonal antibody inhibits growth, directs terminal differentiation
and induces apoptosis in the human squamous cell carcinoma HN5. International
journal of oncology. 1998;13(2):335.
Nagane M, Coufal F, Lin H, Bögler O, Cavenee WK, Huang HS. A common mutant
epidermal growth factor receptor confers enhanced tumorigenicity on human
glioblastoma cells by increasing proliferation and reducing apoptosis. Cancer
research. 1996;56(21):5079-5086.
Perrotte P, Matsumoto T, Inoue K, et al. Anti-epidermal growth factor receptor
antibody C225 inhibits angiogenesis in human transitional cell carcinoma growing
orthotopically in nude mice. Clinical Cancer Research. 1999;5(2):257-264.
Huang S-M, Bock JM, Harari PM. Epidermal growth factor receptor blockade with
C225 modulates proliferation, apoptosis, and radiosensitivity in squamous cell
carcinomas of the head and neck. Cancer research. 1999;59(8):1935-1940.
Sartor CI. Biological modifiers as potential radiosensitizers: targeting the epidermal
growth factor receptor family. Paper presented at: Seminars in oncology2000.
He Y, Zeng Q, Drenning SD, et al. Inhibition of human squamous cell carcinoma
growth in vivo by epidermal growth factor receptor antisense RNA transcribed from
the U6 promoter. Journal of the National Cancer Institute. 1998;90(14):1080-1087.
Kim ES, Khuri FR, Herbst RS. Epidermal growth factor receptor biology (IMC-C225).
Current opinion in oncology. 2001;13(6):506-513.
69
110.
111.
112.
113.
114.
115.
116.
117.
118.
119.
120.
121.
122.
123.
124.
125.
126.
127.
Fischer-Colbrie J, Witt A, Heinzl H, et al. EGFR and steroid receptors in ovarian
carcinoma: comparison with prognostic parameters and outcome of patients.
Anticancer research. 1997;17(1B):613-619.
Millauer B, Longhi MP, Plate KH, et al. Dominant-negative inhibition of Flk-1
suppresses the growth of many tumor types in vivo. Cancer research.
1996;56(7):1615-1620.
Johnson DH, Fehrenbacher L, Novotny WF, et al. Randomized phase II trial
comparing bevacizumab plus carboplatin and paclitaxel with carboplatin and
paclitaxel alone in previously untreated locally advanced or metastatic non-smallcell lung cancer. Journal of Clinical Oncology. 2004;22(11):2184-2191.
Basser R, Hurwitz H, Barge A, et al. Phase I pharmacokinetic and biological study of
the angiogenesis inhibitor, ZD6474, in patients with solid tumors. Paper presented
at: Proc Am Soc Clin Oncol2001.
Boyle JO, Hakim J, Koch W, et al. The incidence of p53 mutations increases with
progression of head and neck cancer. Cancer research. 1993;53(19):4477-4480.
Brennan JA, Boyle JO, Koch WM, et al. Association between cigarette smoking and
mutation of the p53 gene in squamous-cell carcinoma of the head and neck. New
England Journal of Medicine. 1995;332(11):712-717.
Moasser MM, Sepp-Lorenzino L, Kohl NE, et al. Farnesyl transferase inhibitors cause
enhanced mitotic sensitivity to taxol and epothilones. Proceedings of the National
Academy of Sciences. 1998;95(4):1369-1374.
Endo S, Zeng Q, Burke N, et al. TGF-alpha antisense gene therapy inhibits head and
neck squamous cell carcinoma growth in vivo. Gene therapy. 2000;7(22):1906.
Recchia F, Lalli A, Lombardo M, et al. Ifosfamide, cisplatin, and 13‐Cis retinoic acid
for patients with advanced or recurrent squamous cell carcinoma of the head and
neck. Cancer. 2001;92(4):814-821.
ÖZTÜRK K, YAMAN H, TOY H, ARBAĞ H, KÖROĞLU D, ÖZER B. SERT DAMAK
PLEOMORFİK ADENOMU.
Seifert G. Histopathology of malignant salivary gland tumours. European Journal of
Cancer Part B: Oral Oncology. 1992;28(1):49-56.
Sedassari BT, da Silva Lascane NA, Tobouti PL, Pigatti FM, Franco MI, de Sousa SC.
Carcinoma Ex Pleomorphic Adenoma of the Palate Composed of Invasive
Micropapillary Salivary Duct Carcinoma and Adenoid Cystic Carcinoma
Components: An Unusual Case With Immunohistochemical Approach. Medicine.
2014;93(27):e146.
Kim H-S, Lee WM, Choi SM. Myoepitheliomas of the soft palate: helical CT findings
in two patients. Korean Journal of Radiology. 2007;8(6):552-555.
Sethi D, Ahluvalia C, Khatri A, Khetarpal S. Palatal plasmacytoid myoepithelioma.
Advanced biomedical research. 2012;1.
Nascimento AG, Amaral ALP, Prado LAF, Kligerman J, Silveira TRP. Adenoid cystic
carcinoma of salivary glands. A study of 61 cases with clinicopathologic correlation.
Cancer. 1986;57(2):312-319.
Adelstein DJ, Koyfman SA, El-Naggar AK, Hanna EY. Biology and management of
salivary gland cancers. Paper presented at: Seminars in radiation oncology2012.
Montes DM, Carlson ER, Fernandes R, et al. Oral maxillary squamous carcinoma: An
indication for neck dissection in the clinically negative neck. Head & neck.
2011;33(11):1581-1585.
Brown JS, Bekiroglu F, Shaw RJ, Woolgar JA, Rogers SN. Management of the neck
and regional recurrence in squamous cell carcinoma of the maxillary alveolus and
70
128.
129.
130.
131.
132.
133.
134.
135.
136.
hard palate compared with other sites in the oral cavity. Head & neck.
2013;35(2):265-269.
Morris LG, Patel SG, Shah JP, Ganly I. High rates of regional failure in squamous cell
carcinoma of the hard palate and maxillary alveolus. Head & neck. 2011;33(6):824830.
Oliveira DT, de Moraes RV, Fiamengui Filho JF, Neto JF, Landman G, Kowalski LP.
Oral verrucous carcinoma: a retrospective study in São Paulo Region, Brazil. Clinical
oral investigations. 2006;10(3):205-209.
Kang C-J, Chang JT-C, Chen T-M, Chen I-H, Liao C-T. Surgical treatment of oral
verrucous carcinoma. choice. 2003;1:2.
Panda N, Jain A, Reddy CEE. Osteosarcoma and chondrosarcoma of the maxilla.
British Journal of Oral and Maxillofacial Surgery. 2003;41(5):329-333.
Sarma A, Das R, Sharma J, Kataki A. Spindle cell carcinoma of the head and neck: A
clinicopathological and immunohistochemical study of 40 Cases. 2012.
Kızıl Y, Aydil U, Ekinci Ö, et al. Salivary gland tumors in Turkey: demographic
features and histopathological distribution of 510 patients. Indian Journal of
Otolaryngology and Head & Neck Surgery. 2013;65(1):112-120.
Tian Z, Li L, Wang L, Hu Y, Li J. Salivary gland neoplasms in oral and maxillofacial
regions: a 23-year retrospective study of 6982 cases in an eastern Chinese
population. International journal of oral and maxillofacial surgery. 2010;39(3):235242.
Kerr EH, Hameed O, Lewis JS, Bartolucci AA, Wang D, Said-Al-Naief N. Head and
Neck Mucosal Malignant Melanoma Clinicopathologic Correlation With
Contemporary Review of Prognostic Indicators. International journal of surgical
pathology. 2012;20(1):37-46.
Donald PJ. Transoral İnferior Maxillectomy. In: Ferris RL, ed. Master Techniques in
Otolaryngology - Head and Neck Surgery. Vol 12014:53 - 63.
71
Download