1993 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Üroloji Anabilim

advertisement
1993
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
Üroloji Anabilim Dalı
DENEYSEL SIÇAN MODELİNDE SEROTONİN 5-HT3 RESEPTÖR
ANTAGONİSTİ ONDANSETRON İLE SELEKTİF SEROTONİN
GERİALIM İNHİBİTÖRÜ FLUOKSETİNİN EJAKÜLASYON
SÜRECİNE ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Kemal ÖZTÜRK
Ankara, 2008
1993
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
Üroloji Anabilim Dalı
DENEYSEL SIÇAN MODELİNDE SEROTONİN 5-HT3 RESEPTÖR
ANTAGONİSTİ ONDANSETRON İLE SELEKTİF SEROTONİN
GERİALIM İNHİBİTÖRÜ FLUOKSETİNİN EJAKÜLASYON
SÜRECİNE ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
Dr.Kemal ÖZTÜRK
Tez Danışmanları
Prof. Dr. Levent PEŞKİRCİOĞLU
Doç. Dr. Remzi ERDEM
Ankara, 2008
ÖZET
Deneysel Sıçan Modelinde Serotonin 5-HT3 Reseptör Antagonisti Ondansetron ile
Selektif Serotonin Gerialım İnhibitörü Fluoksetinin Ejakülasyon Sürecine Etkilerinin
Karşılaştırması
Prematür ejakülasyon (PE), minimal bir cinsel uyarı ile vajinal penetrasyondan hemen
önce veya çok kısa süre sonra istemsiz olarak gerçekleşen veya çok az kontrol edilebilen,
erkekte ve partnerinde sıkıntı yaratan, tekrarlayıcı veya kalıcı olabilen ejakülasyon olarak
tanımlanmaktadır. Birçok olguda hastalığın etyolojisinde organik ve psikojenik faktörler
birlikte yer almaktadır. Temel nörokimyasal faktörlerin dopamin ve serotonin olduğu
ortaya konmuştur. Dopamin seminal emisyon ve ejakülasyonu sağlarken, serotonin bu
süreçte inhibitör etki göstermektedir. PE’un serotonin 5-HT2C reseptör hiposensitivitesi
ve/veya 5-HT1A hipersensitivitesine bağlı olduğu ortaya konmuştur ve tedavide selektif
serotonin gerialım (reuptake) inhibitörleri (SSRI) kullanılmaktadır. Ondansetron,
serotonin 5-HT3 reseptör antogonisti bir ilaçtır ve kemoterapiye bağlı bulantı ve kusmanın
tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada amaç sıçanlarda yeni bir ejakülasyon modeli
oluşturularak fizyolojik şartlar altında, süreye bağlı olarak seminal vezikül basınçlarının
ölçülmesi ejakülasyonun fazlarının değerlendirilmesi ve bu parametreler yönünden
ondansetronun fluoksetin ile karşılaştırılmasıdır. Çalışmaya 18 adet genç erişkin erkek, 3
adet genç erişkin Wistar Albino dişi sıçan dahil edilmiştir. Erkek deney hayvanları rasgele
olarak 6'şarlı 3 gruba ayrıldı: 1. Kontrol grubu (1mL/kg/gün distile su, p.o. 15 gün ); 2.
Ondansetron grubu (1 mg/kg/gün ondansetron, p.o. 15 gün); 3. Fluoksetin grubu (1
mg/kg/gün fluoksetin, p.o. 15 gün) idi. Seminal vezikül basınçları intralüminal bir kateter
ile tedavi öncesinde ve sonrasında zamana karşı ölçülerek karşılaştırılmıştır. Fluoksetinin
bu basınçlarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede artışa yol açtığı
gözlenmiştir. Bu durum
fluoksetinin PE tedavisinde ejakülasyonu geciktirici etkisini
desteklemektedir. Ondansetron daha önce PE tedavisinde denenmemiş bir ajandır.
Ondansetron da fluoksetin gibi bu basınçlarda artışa yol açsa da bu artışın istatistiksel
olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır. Dolayısıyla bu bulgunun ileri çalışmalarla
desteklenmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Prematür ejakülasyon, ondansetron, fluoksetin, sıçan modeli
iii
ABSTRACT
Comparison of the Effects of Ondansetron, a 5-HT3 receptor antagonist and
Fluoxetine, a Selective Serotonine Re-uptake Inhibitor on Ejaculation in an
Experimental Rat Model
Premature ejaculation (PE) is defined as the ejaculation occuring on sexual stimulation just
prior to or very shortly after vaginal penetration. It is an involuantary or minimally
controlled event disturbing the male and his partner and it can be repetitive or permanent.
Organic and psychogenic factors co-exist in most of the cases. Dopamine and serotonine
are shown to be the essential neurochemical factors. Dopamine is responsible for seminal
emission and ejaculation, while serotonine plays an inhibitory role in this process. It is
demonstrated that PE occurs due to serotonine 5-HT2C receptor hyposensivity and/or 5HT1A hypersensitivity and can be treated by selective serotonine reuaptake inhibitors
(SSRI). Ondansetron is a serotonine 5-HT3 receptor antagonist and is effective in the
treatment of nausea and vomiting particularly caused by chemoterapy. The aim of this
study was to provide a new experimental ejaculation model in which realtime intraluminal
pressure of seminal vesicles are measured and ejaculatory phases can be evaluated under
physiological circumstances. A comparison between fluoxetine and ondansetrone in terms
of these parameters was also done. Eighteen young adult male and three young adult
female Wistar Albino rats were included in the study. Male rats were randomized into
three groups each containing 6 rats as, 1. Control group (1ml/kg/day, distilled water, p.o.,
15 days); 2. Ondansetron group (1mg/kg/day, ondansetron, p.o., 15 days); and 3.
Fluoxetine group (1mg/kg/day, fluoxetine, p.o., 15 days). Realtime intraluminal pressures
of seminal vesicles were measured before and after the treatment by means of a catheter
and it was demonstrated that fluoxetine caused a significant increase in pressure which can
explain its therapeutic role in PE. To our klowledge there is no data about ondansetron in
the treatment of in PE. Ondansetron caused a similar increase in seminal vesicle pressures
that however did not reach statistical significance. This finding deserves to be clarified
with further studies.
Key words: Premature ejaculation, ondansetrone, fluoxetine, rat model
iv
İÇİNDEKİLER
Sayfa
Özet.................................................................................................................................iii
Summary......................................................................................................................... iv
İçindekiler........................................................................................................................ v
Kısaltmalar ....................................................................................................................vii
Şekiller Dizini...............................................................................................................viii
Tablolar Dizin.................................................................................................................. x
1.Giriş ve Amaç...............................................................................................................1
2.Genel Bilgiler ...............................................................................................................3
2.1. Ejakülasyon fizyolojisi ve ejakülatın yapısı ........................................................3
2.2. Anatomi ...............................................................................................................5
2.3. Ejakülasyonun sinirsel kontrolü ..........................................................................6
2.3.1.Duyu yolları...............................................................................................7
2.3.2.Serebral kontrol .........................................................................................7
2.3.3.Spinal merkezler ........................................................................................8
2.4. Ejakülasyonun nörokimyasal kontrolü ................................................................9
2.4.1.Dopaminerjik kontrol ...............................................................................9
2.4.2.Serotoninerjik kontrol.............................................................................10
2.4.3.Gabaerjik kontrol....................................................................................13
2.4.4.Kolinerjik kontrol ...................................................................................13
2.4.5.Adrenerjik kontrol ..................................................................................13
2.5. Nitrik oksit..........................................................................................................14
2.6. 5-HT3 reseptörü ve Ondansetron ........................................................................14
2.7. Prematür ejakülasyon .........................................................................................15
2.7.1.Tarihçe ...................................................................................................15
2.7.2.Tanım.....................................................................................................16
2.7.3.Epidemiyoloji ........................................................................................16
2.7.4.Etyoloji ..................................................................................................17
2.7.5.Tanı........................................................................................................21
2.7.6.Tedavi ....................................................................................................21
2.7.7.PE ile ilgili deneysel yaklaşımlar ..........................................................24
v
3. Gereç ve Yöntem .......................................................................................................27
3.1. Deney Hayvanları ...............................................................................................27
3.2. Anestezi ..............................................................................................................27
3.3. Deney grupları ....................................................................................................28
3.4. Seminal veziküllere kateter yerleştirilmesi.........................................................28
3.5. Seminal vezikül basınçları, koitus sayısı ve süresi ölçümü................................30
3.6. Seminal vezikül ve vaz deferens preparatların hazırlanması..............................35
3.7. İzole organ banyosu sisteminde in vitro izometrik
gerim değişikliği deneyleri ................................................................................36
3.8. İlaçlar ..................................................................................................................37
3.8.1. In vivo uygulanan .....................................................................................37
3.8.2. In vitro uygulanan.....................................................................................37
3.9. Deneyler ............................................................................................................38
3.9.1. İzometrik gerim değişikliği deneyleri.....................................................38
3.10. İstatistiksel Analiz ...........................................................................................39
4. Bulgular .....................................................................................................................40
4.1. In vivo deneyler ................................................................................................40
4.2. In vitro deneyler ...............................................................................................43
5. Tartışma .....................................................................................................................50
6. Sonuç ve Öneriler ......................................................................................................58
7. Kaynaklar ..................................................................................................................59
vi
KISALTMALAR
PE: Prematür ejakülasyon
SSRİ: Selektif serotonin reuptake inhibitörleri
ED: Erektil disfonksiyon
IVELT: İntravajinal ejakülasyon latens süresi
MPOA: Medial preoptik alan
PVM: Paraventriküler nükleus
D: Dopamin
5-HT: 5- Hidoksitriptamin (Serotonin)
8-OH-DPAT: 8 hidroksil-2-(di-n-propilaminotetralin)
PCPA: P-klorofenilalanin
GABA: Gamma amino butirik asit
NO: Nitrik oksit
SNP: Sodyum nitroprussid
L-NMMA: N-monometil-L-arjinin
DSM-4: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
LH: Lüteinleştirici hormon
FSH: Follikül uyarıcı hormon
EMLA: Euthetic mixture of local anesthetics (% 2.5 lidokain/%2.5 prilokain kremi)
PEI : Postejakülatuvar ara
°C: Derece Celcius (santigrad)
i.p.: İntraperitonal
SF: Serum fizyolojik (%0.9'luk sodyum klorür çözeltisi)
nM: Nanomolar
M: Molar
μl: Mikrolitre
vii
ŞEKİLLER DİZİNİ
Sayfa
Şekil 2.1: Erkek üreme sisteminin kesitsel anatomisi ....................................................6
Şekil 2.2: Ejakülasyonda görev alan anatomik
yapıların inervasyonu ......................................................................................9
Şekil 2.3: Serotoninerjik nöronlarda serotonin
sentezi ve salıverilmesi..................................................................................10
Şekil 2.4: Sinaptik aralıkta 5-HT ve 5-HT nörotransmisyonu.......................................11
Şekil 2.5: Ondansetronun kimyasal yapısı ....................................................................15
Şekil 3.1: Deney hayvanlarının vivaryumdaki görünümü.............................................27
Şekil 3.2: Deney hayvanlarının sağ ve sol seminal vezikülleri .....................................29
Şekil 3.3: Seminal vezikül apeksine poliüretran kateter yerleştirilmesi........................29
Şekil 3.4: Seminal vezikül apeksine yerleştirilen kateterin tespiti ................................29
Şekil 3.5: Poliüretran kateterin karın duvarına tespiti ..................................................30
Şekil 3.6: Cilt altında ilerletilen poliüretran kateterin
ense bölgesine tespiti .....................................................................................30
Şekil 3.7: Biopac, MP100 basınç ölçüm cihazı .............................................................32
Şekil 3.8: İlk 5 dakikada dişi sıçan olmadan bazal
basınç değerinin ölçülmesi ..........................................................................32
Şekil 3.9: Basınç ölçümlerinin genel görüntüsü............................................................33
Şekil 3.10: Birinci 15 dakikada dişi varlığında arada
bariyer varken basınç ölçülmesi ..................................................................33
Şekil 3.11: İkinci 15 dakikada aradaki bariyer
kaldırılarak basınç ölçülmesi ......................................................................34
Şekil 3.12: Koitus sırasındaki basınç değişimleri..........................................................34
Şekil 3.13: Sıçan izole seminal vezikül dokularının izole
organ banyosu sistemi için hazırlanması .....................................................35
Şekil 3.14: Sıçan izole organ banyosu sistemi ve
seminal vezikül preparatı.............................................................................36
Şekil 4.1: Seminal vezikül içindeki bazal basınç ortalamaları ......................................40
viii
Şekil 4.2: Bariyer kaldırıldıktan sonra ilk
koitusa kadar geçen süre (Latans, sn)...........................................................41
Şekil 4.3: Ortalama koitus sayısı ...................................................................................41
Şekil 4.4: Ortalama koitus süresi...................................................................................42
Şekil 4.5: Koitus sırasında seminal veziküllerdeki
ortalama basınç değişiklikleri........................................................................43
Şekil 4.6: Kontrol, fluoksetin yada ondansetron gruplarında izole vaz deferens
dokusunda serotoninin konsantrasyon-kasılma eğrileri ...............................44
Şekil 4.7: Kontrol grubunda izole vaz deferens dokusunda serotonin
konsantrasyon-kasılma yanıtlarına serotonin reseptör antagonistlerinin
etkisi ..............................................................................................................45
Şekil 4.8: Fluoksetin grubunda izole vaz deferens dokusunda
serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi....................................................45
Şekil 4.9: Ondansetron grubunda izole vaz deferens dokusuna
serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi.....................................................46
Şekil 4.10: Sıçan izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin
konsantrasyon-kasılma yanıtlarına fluoksetin veya
ondansetron tedavisinin etkisi ......................................................................47
Şekil 4.11: Kontrol grubunda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrinle
oluşturulan konsantrasyon- kasılma yanıtlarına prazosin etkisi ...................47
Şekil 4.12: Fluoksetin grubunda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrinle
oluşturulan konsantrasyon- kasılma yanıtlarına prazosin etkisi ...................48
Şekil 4.13: Ondansetron grubunda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrinle
oluşturulan konsantrasyon- kasılma yanıtlarına prazosin etkisi ..................48
Şekil 4.14: Sıçan izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin
konsatrasyon-kasılma yanıtının prazosinle inhibisyonunda
fluoksetin veya ondansetron tedavisinin etkisi............................................49
ix
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 2.1: Normal antegrat ejakülasyon aşamaları ........................................................4
Tablo 2.2: Prematür ejakülasyon etyolojisi ...................................................................17
x
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Erkek cinsel disfonksiyonu, ejakülasyon sorunları, erektil disfonksiyon (ED) ve cinsel
istekte azalma olarak üç gruba ayrılır. Ejakülatuvar fonksiyon bozuklukları erkek cinsel
bozuklukları içinde en sık görülenidir. Ejakülatuvar fonksiyon bozuklukları prematür
ejakülasyon (PE), geç ejakülasyon, anejakülasyon ve retrograt ejakülasyonu kapsar. PE,
erken ejakülasyon ve hızlı ejakülasyon olarak da isimlendirilebilir. PE, vajinal
penetrasyondan önce veya çok kısa bir süre içinde, istenenden erken gerçekleşen ve
partnerlerin biri veya her ikisini birden rahatsız eden ejakülasyondur (1). Normal
intravajinal ejakülasyon latens süresi (intravaginal ejaculation latency time; IVELT) 7-14
dakikadır. Bu sürenin 2 dakikanın altında olması anlamlıdır. PE halen en yaygın erkek
cinsel disfonksiyonudur ve 18-59 yaş arası erkeklerde %30 oranında gözlenir. Cinsel
yönden aktif erkek toplumunda PE prevalansı % 4-39 oranındadır. Hastaların kendilerinin
bildirdiği PE oranı ABD’inde %26, Almanya’da %24 iken, Güneydoğu Asya ülkelerinde
%31, Orta Doğu ülkelerinde ise
%12 düzeyindedir (2,3). Adolesanlarda, deneyimsiz
erkeklerde ve uzun süre cinsel aktivitede bulunmamış erkeklerde PE normaldir ve
geçicidir. PE primer olabilir ve nörobiyolojik kaynaklıdır. Sekonder (edinilmiş) PE ise;
prostatit, üretrit, ilaçlar, spinal kord bölgesinin aşırı stimülasyonuna neden olabilecek
(medülla spinalis tümörleri, multipl skleroz), benign prostat hiperplazisi, stres, düşük veya
yüksek serum tiroksin seviyeleri ve düşük seminal magnezyum seviyeleri gibi nedenlere
bağlı olabilir. Hasta değerlendirmesinde PE, ED’den ayırt edilmelidir. PE ve ED bir arada
ise önce ED tedavi edilmelidir. Hedef hasta ve partner tatmininin sağlanmasıdır. Psikolojik
tedaviden farmakolojik tedavilere kadar değişik yaklaşımlar vardır, hayatı tehdit eden bir
sorun olmadığından tedavide güvenlik esastır. Farmakolojik tedavide antidepresanların
anorgazmi yapıcı ve ejakülasyonu geciktirici etkilerinden faydanılmaktadır, oral terapide
non-selektif serotonin gerialım (reuptake) inhibitörleri (SRİ) klorpramin, selektif serotonin
gerialım (reuptake) inhibitörleri (SSRİ; fluoksetin, paroksetin, sertralin) ve topikal
tedaviler (lidokain/prilokain kremler) kullanılmaktadır (4). Psikoseksüel davranış tedavileri
hastanın ejakülasyon üzerinde kontrolünü artırmasını ve cinsel uyarıdan tatmin olmasını
hedefler, 6-20 hafta süren egzersizlerle tek başlarına ve partneriyle birlikte ejakülasyonla
sonuçlanmayan relaksasyon uygulaması ve mastürbasyonu da içeren bir süreç sonrasında
hastalara önce pasif, sonra aktif koitus önerilir. Koitus sırasında ejakülasyon
hissedildiğinde partnerin hareketi durdurarak duyunun azaltılması sağlanır. Diğer bir
1
yöntem ise glansın sıkılarak ejakülasyonun durdurulmasının öğretilmesi ve sonra bunun
cinsel birleşme sırasında uygulanmasıdır.
Son yıllarda PE tedavisinde yeni farmakolojik ajanlar gündeme gelmiştir. Dapoksetin
hidroklorid serotonin transport inhibitörüdür. PE tedavisine spesifik olarak üretilen ilk ilaç
olan dapoksetin, norepinefrin ve dopamin üzerine fazla etki göstermeden selektif olarak
serotonin transportunu inhibe eder. Farmakolojik özelliklerinden dolayı sürekli kullanım
yerine ihtiyaç oldukça kullanmaya uygundur, ilişkiden 1-3 saat önce alınması
önerilmektedir. Yarılanma ömrü 30 dakikadır ve etkisi 1-2 saat içinde başlamaktadır.
Kanda doruk konsantrasyona 1 saatte ulaşmakta ve 24 saatin sonunda kanda sadece %5’i
kalmaktadır. Birikim özelliği yoktur, çabuk etki etmekte ve vücudu çabuk terk etmektedir.
Çalışmamızın amaçları:
•
Sıçanlarda seminal veziküle kalıcı kateter yerleştirilmesiyle, uyanık, serbest
hareketli sıçanlarda ejakülasyon sürecinin incelenmesine olanak veren yararlı bir
yöntem tanımlamak.
•
PE tedavisinde kullanılan fluoksetin (Prozac®) ile gastrointestinal kanalda, vagal
ve splanknik afferentler gibi parasempatik terminallerde, santral sinir sisteminde
nükleus traktus solitarius ve area postremada yoğun bir dağılımı olan 5-HT3
reseptörlerinin antagonisti ondansetronun (Zofer®) ejakülasyon sürecine etkisini
incelemek (in vivo deneyler).
•
İzole organ banyosu ile ejakülasyon sürecine katkıda bulunan dokulardan olan vaz
deferens ve seminal veziküllerin ejakülasyon süreci ile ilgili çeşitli uyaranlara
(kolinerjik, adrenerjik, serotoninerjik, nitrik oksit, vb.) verdikleri izometrik gerim
değişikliği (kasılma, gevşeme) yanıtlarını inceleyebilmek (in vitro deneyler) olarak
belirlenmiştir.
2
2. GENEL BİLGİLER
Prostat, bulboüretral bezler, seminal veziküller ve vaz deferensten gelen sperm taşıyan
sıvının diğer bir ifade ile ejakülatın, periüretral ve pelvik kasların ritmik kasılmaları ile
üretra measından atılmasına ejakülasyon denir.
2.1. Ejakülasyon Fizyolojisi ve Ejakülatın Yapısı
Normal antegrat ejakülasyonun üç temel evresi vardır. Bunlar; emisyon, ejeksiyon ve
orgazmdır (5) (Tablo 2.1). Ejakülasyon bozuklukları bu üç mekanızmanın herhangi birinde
bozulma sonucu olmaktadır. Emisyon, genital ve/veya serebral erotik stimulus tarafından
başlatılan sempatik spinal kord refleks olayıdır. Emisyon sempatik sinir sistemi (T10 – L2)
kontrolünde α adrenerjik reseptörler aracılığı ile sağlanır. Eksternal genitalyanın
stimülasyonu ile oluşan uyarılar pudendal sinir ile üst lomber spinal sempatik nükleusa
ulaşır. Hipogastrik sinir ile taşınan efferent sinyaller sekresyonları aktive eder ve spermin
distal epididim, vaz deferens, seminal veziküller ve prostattan prostatik üretraya doğru
giderek burada birikmesine neden olur. İnternal üretral sfinkterin kapanarak eş zamanlı
olarak eksternal üretral sfinkterin açılması, semenin bülboz üretraya doğru yönlenmesini
sağlar. Bu durum emisyon olarak adlandırılır. Sonraki aşama ejeksiyondur. Ejeksiyon
aksesuar
seks
bezlerinin,
bulbokavernöz
ve
iskiokavernöz
kontraksiyonunu içermektedir ve posterior üretra distansiyonu
kaslarının
bir
dizi
sonucu hissedilir.
Ejeksiyonun önemli derecede istemli kontrolü mevcuttur. Ejeksiyon hissi artıkça istemli
kontrol azalmakta ve ejakülasyon kaçınılmaz bir noktaya gelmektedir. Ejeksiyon S2-4
düzeyinde sinirsel kontrol ile gerçekleşir, retrograt akımı önlemek üzere mesane boynunun
kapanması, bulbokavernöz, iskiokavernöz ve diğer pelvik taban kaslarının ritmik
kontraksiyonu ve eksternal üriner sfinkterin relaksasyonu ile semenin basınçlı bir şekilde
üretradan çıkmasının kapsar. Üretral sfinkterin aralıklı kontraksiyonu proksimal üretradan
retrograt akımı engellemektedir (6). Orgazm, bulböz üretra ve aksesuar seks bezlerinin
kontraksiyonu ve veru montanumdan kalkan sensoriyal uyarı ve posterior üretra basınç
artışıyla oluşan pudendal sinir sensoriyal uyarının serebral merkezlere ilerlemesiyle
olmaktadır.
Ejakülat, spermatozoa, bulboüretral bezler (Cowper bezleri), prostat ve seminal
veziküllerin sekresyonlarından oluşur. Ejakülat, prostat sekresyonuyla vaz deferensin
3
ampulla içeriğinin birleşmesi, buna seminal vezikül sıvısının eklenmesi ve bu karışımın
üretradan atılmasıyla oluşmaktadır (7,8). Ejakülat volümünün %50-80’ini seminal vezikül
sıvısı, %15-30’unu prostat sıvısı ve küçük bir kısmını ise enzim ve plazminojen
aktivatörlerinden zengin olan bulboüretral bezlerin
salgısı oluşturmaktadır (9).
Spermatozoa, ejakülat volumünün % 0.1’inden azını oluşturmaktadır. Prostattan gelen asit
fosfataz, sitrik asit ve çinko, ejakülatın ilk fraksiyonlarında zengindir. Daha sonraki
fraksiyonlar ise seminal vezikülden gelen fruktozdan zengindir ve fruktoz konsantrasyonu
ejakülatın sonuna doğru gittikçe artmaktadır. Ejakülatın pH’sı, prostat kökenli asidik pH,
daha sonra gelen seminal vezikül kökenli alkali pH ile karıştıkça bazik tarafa doğru kayar.
Sonuç olarak, ejakülasyon birçok organın uyumlu çalışması sonucunda gerçekleşen
oldukça karmaşık bir fizyolojik olaydır.
Tablo 2.1. Normal antegrat ejakülasyon aşamaları
Emisyon
¾
Sempatik spinal kord refleks (T10 – L2 )
¾
İstemli kontrollü genital ve/veya serebral erotik stimulus
¾
Epididim ve vaz deferensin peristaltik kontraksiyonu
¾
Seminal vezikül ve prostat kontraksiyonu
¾
Spermatozoa ve seminal prostatik sıvının posterior üretraya atılması
¾
Posterior üretranın distansiyonu sonucu durdurulamaz ejakülasyon hissi
Ejeksiyon
¾
Parasempatik spinal kord refleks (S2-S4)
¾
Sınırlı istemli kontrol
¾
Bulbokavernöz-iskiokavernöz kaslarının ritmik kontraksiyonu
¾
Mesane boynunun kapanması
¾
Eksternal üriner sfinkterin gevşemesi
¾
Semenin basınclı bir şeklide üretradan çıkması
Orgazm
¾
Posterior üretrada basınç artışı ve bu basıncın boşaltımı
¾
Aksesuar seks bezleri ve bulböz üretra düz kaslarının kontraksiyonu
¾ Pudendal sinire ait sensoriyal uyarının serabral merkezlere ulaşması
4
2.2. Anatomi
Emisyon ve ejeksiyonu gerçekleştiren organlar duktus deferens, seminal vezikül, mesane
boynu, prostat, iskiokavernöz ve bulbokavernöz kaslardır (10,11) (Şekil 2.1).
Duktus deferens; anatomik olarak 5 bölgeden oluşan, 2–3 mm çapında, 30–35 cm
uzunluğunda bir kanaldır. Epididimin kuyruk bölümünden başlar ve seminal vezikül kanalı
ile birleşerek ejakülatuvar kanalı oluşturur ve prostatik üretraya açılır. Duktus deferensin
terminal kısmı olan ampulla, birikim havuzu görevi görür. Histolojik olarak içten dışa
mukoza, düz kas ve serozadan oluşur. Kas tabakası iç ve dışta longitudinal, ortada sirküler
olmak üzere üç tabakadır. İnferior hipogastrik pleksustan gelen adrenerjik lifler ile kontrol
altında fonksiyon gösteren duktus deferenste, bu lifler özellikle inguinal bölgede
yoğunlaşmıştır (10,12).
Seminal veziküller, mesanenin posterior yüzünde 5 cm uzunluğunda iki adet lobule kesedir
ve inferior bölgesine uzanarak aynı tarafın vaz deferensiyle birleşip, ejakülatuvar duktusu
oluşturur. Seminal veziküller gerek sekresyonları ve gerekse de kontraktil özellikleri ile
erkek fertilitesinde önemli rol oynayan organlardır ve yaklaşık 4 mL sekresyon
depolayabilme kapasitesine sahiptir. Ejakülat volümünün % 50-80’ini oluşturan ve
ortalama 2 mL olan seminal vezikül sekresyonu, spermatozoa gelişimi için oldukça önemli
olan fruktozdan zengindir. Seminal veziküller inflamasyon veya obstrüksiyon olmadıkça
rektal muayenede palpe edilemezler.
Ejakülatuvar kanal, 2 cm uzunluğunda, duktus deferens ve seminal vezikül kanallarının
birleşmesi ile oluşan bir yapıdır. Epitelin sekretuvar özellikte Goblet hücreleri bulunur
(12). Mesane boynunda detrüsör kas liflerinin dağılımı mesanenin geri kalan bölümünden
farklı bir özellik gösterir. Kas lifleri bu bölgede daha belirgin olarak üç tabakalı bir diziliş
gösterir. İçteki longitudinal tabaka radiyel bir dağılım gösterir ve üretranın iç longitudinal
kas tabakası ile devam eder. Ortadaki sirküler tabaka mesane boynunda preprostatik
sfinkteri (internal sfinkter) oluşturur. Dıştaki longitudinal lifler ise arka tarafta daha
kalındır. Ön tarafta ise daha zayıf bir yapı gösterir ve puboprostatik ligaman ile birleşirler
(10,13,14). Ayrıca mesane boynunu oluşturan kas lifleri, detrüsörün tersine sempatik
inervasyona sahiptir. Sinirsel lifler ortadaki sirküler tabakada daha yoğun olarak
bulunmaktadır (14).
5
Perineal çizgili kasların ritmik kontraksiyonları ejakülasyon sırasında ortaya çıkan bir seri
olaydan sorumludur. Ejakülasyonda rol oynayan perineal kaslar bulbokavernöz ve
iskiokavernöz kaslardır (10,12,14).
Bu kas dokularında, hızlı ve yavaş kontraksiyon
gösteren iki farklı özellikte kas lifi vardır. Hızlı kontraksiyon gösteren lifler orgazm
sırasında izlenen güçlü ritmik kontraksiyonları sağlayan esas kas lifleridir (15,16).
Seminal
vezikül
Şekil 2.1: Erkek üreme sisteminin kesitsel anatomisi.
2.3. Ejakülasyonun Sinirsel Kontrolü
Ejakülasyon, sinir sistemi içinde birbiriyle etkileşim halinde olan üç düzey tarafından
kontrol edilir Modülatör görevi yapan “supraspinal düzey”, iletileri taşıyan “spinal kord
düzeyi” ve sakral refleksin amplitüdünün duyusal olarak belirlendiği “infraspinal düzey”.
6
2.3.1. İnfraspinal Düzey ( Duyu Yolları )
Glans penis mukozası Krause-Finger cisimcikleri adı verilen özel sensoriyel reseptörler
içermektedir. Glans penise uygulanan tekrarlayıcı ve kümülatif uyarılar eksitasyon eşiğini
geçtiği zaman, spinal korda doğru afferent sinirlerle iletilmektedir. Penis gövdesi, perine,
testis, meme ucu, anal sfinkter gibi ekstragenital erojen organlardan ve glans penis
mukozasındaki Krause-Finger cisimciklerinden gelen afferent sensoriyel uyarılar birikici
özelliktedir. Bu uyarılar, afferentlerin birleşmesiyle oluşan pudendal sinir ve penisin dorsal
siniri içinde spinal kordun S4 düzeyine kadar uzanırlar.
2.3.2. Serebral Kontrol
Seminal emisyon ve ejakülasyon, medial preoptik alan (MPOA), anterior hipotalamustaki
paraventriküler nükleus (PVN), nükleus paragigantosellülaris, stria terminalis, amigdala ve
talamus tarafından kontrol edilmektedir (17). MPOA'nın elektriksel uyarımı sıçan ve
maymunlarda seminal emisyon ve ejakülasyon sağlamaktadır (18,19). MPOA’nın
elektriksel uyarımı sıçanlarda aynı zamanda, ürogenital refleksi uyarmakta ve insanlardaki
orgazmı taklit etmektedir. MPOA’ya yüksek dozlarda dopamin (D), D1/D2 reseptör agonist
karışımının (apomorfin) veya selektif D2 reseptör agonistinin mikroenjeksiyonu seminal
emisyon ve ejakülasyon oluşturmaktadır (20). Ejakülasyon sonrası refraktör dönemde
libido azalması, mezolimbik dopaminerjik yolaktaki ana terminal olan nükleus
akkümbensde dopamin salıverilmesinin azalması sonucu olmaktadır (21). Kızışmış dişi
sıçan mevcudiyetinde erkek sıçanda MPOA’dan dopamin salıverilmekte ve birleşme
sırasında bu salıverilme daha da artmaktadır (22). MPOA’daki hücre dışı dopamin
düzeyleri,
ilişkinin
evrelerini
düzenlemekte
ve
yüksek
düzeyler
ejakülasyonu
tetiklemektedir.
Liu ve ark. sıçanlarda hipotalamusa ait PVN’taki parvo hücrelerine ait nöronların
ereksiyonu,
magnosellüler
PVN
nöronlarının
ise
ejakülasyonu
düzenlediğini
göstermişlerdir (23).
Seksüel davranış üzerindeki kolinerjik etkilerde de MPOA’nın rolü önemlidir. Kolinerjik
agonist olan oksotremorin ve karbakol enjeksiyonları, erkek sıçanlarda seksüel davranışları
uyarmaktadır. Bu sıçanlarda ejeksiyon öncesi vajinal penetrasyon sayısı azalmaktadır.
7
Buna karşın skopolamin enjeksiyonu, ilişkiye giren ve ejakülasyon sağlayan sıçan
sayısında azalmaya sebep olmaktadır (24).
2.3.3. Spinal Merkezler
T10-L2 seviyelerinde bulunan spinal merkezler sempatik sinir sistemi tarafından kontrol
edilmektedir ve emisyon fazından sorumludur. S2-S4 seviyesinde bulunan ikinci bir merkez
somatik sinir sistemi kontrolündedir ve ejakülatın atılmasından, diğer bir ifade ile
ejeksiyon fazından sorumludur. Beyinden köken alan uyarılar spinal kordda anterolateral
olarak alt merkezlere doğru iletilir. Supraspinal düzeyden gelen inhibitör uyarılarla kontrol
altında tutulan spinal reflekslerce penil ereksiyon ve ejakülasyon oluşturulur. Mas ve
ark.’na göre erkek sıçanlarda spinal düzeydeki serotoninerjik reseptörlerin stimülasyonu
seminal emisyona yol açmakta ve penil ereksiyon refleksini inhibe etmektedir (25).
Lumbosakral spinal kord düzeyinde somatik ve otonom motor nöronlarla serotoninerjik
liflerin bağlantılı olması, erektil ve ejekülatuvar reflekslerin, serotoninerjik ilaçlarla
lumbosakral kord düzeyinde de etkilenebileceği görüşünü desteklemektedir (26).
Spinal kordun T10-L2 seviyesinden çıkan sempatik sinirler, torakolumbar paravertebral
sempatik ganglionlara ulaşır. Postsinaptik adrenerjik sinir lifleri, aortik bifurkasyon
üzerindeki süperior
hipogastrik pleksusa, buradan sakral parasempatik sinir liflerini
(pelvik sinir S2-S4) de içine alıp inferior hipogastrik (pelvik) pleksusu oluşturarak pelvik
organlara ulaşır. Bu organlar, mesane boynu, prostat, vaz deferens
ve seminal
veziküllerdir. Bu sinirlerin uyarılması mesane boynunda, prostat düz kaslarında, vaz
deferens, seminal veziküller ve ejakülat kanallarında kontraksiyona yol açar. Bu etki α1
adrenoreseptörler aracılığı ile olur. Nitekim vaz deferens ve mesane boynunda
noradrenalinin kontraksiyona yol açtığı, asetilkolin, isoproterenol, histamin ve serotoninin
ise bu etkilerinin az olduğu, ayrıca bu etkinin fentolamin ve fenoksibenzamin ile bloke
edilebileceği gösterilmiştir (27-29). Uç organların adventisyası içinde bir başka sinaptik
kavşak vardır ki buradan kalkan kısa adrenerjik sinir liflerinin her biri, bir düz kas
hücresini inerve eder (10,30). Ejakülasyon için lokal uyarılar penil dorsal sinir ile medulla
spinalise taşınır. Maymunlarda bu sinirin tam kesilmesi ejakülasyon refleksinin kaybına,
parsiyel ablasyonu ise ejakülasyon latensinin artmasına yol açmıştır (31,32). Şekil 2.2’de
ejakülasyonda görev alan anatomik yapıların inervasyonu görülmektedir.
8
Şekil 2.2: Ejakülasyonda görev alan anatomik yapıların inervasyonu.
Emisyon, ejeksiyon ve orgazm cinsel aktivitenin belli bir dönemini oluşturmakta ve
birbirini takip eden olaylar olarak ortaya çıkmaktadır. Emisyon ve ejeksiyon temel olarak
periferik sempatik aktivite etkisi ile gerçekleşirken, orgazm santral olarak ortaya çıkan ve
nöroendokrin sistemin etkisi altında gerçekleşen psişik bir olaydır. Sonuç olarak
ejakülasyon birçok organın uyumlu çalışmasını gerektiren oldukça karmaşık bir zincirdir.
2.4. Ejakülasyonun Nörokimyasal Kontrolü
Beyinle cinsellik arasında ilişkiyi ortaya koymak için birçok araştırma yapılmış ve temel
nörokimyasal maddelerin serotonin ve dopamin olduğu bulunmuştur (33).
2.4.1. Dopaminerjik Kontrol
Dopaminerjik ilaçların kemirici hayvanlarda seksüel davranışlar üzerindeki etkileri uzun
zamandır bilinmektedir. Kimura ve ark. özellikle anterior hipotalamustaki dopaminerjik
sistemin cinselliği artırıcı rol oynadığını bildirmişlerdir (34). Gessa ve Tagliamonte,
dopamin pozitif/serotonin negatif
hipotezini önermişlerdir (35). Bununla beraber
dopamin/serotonin dengesi daha kompleks bir olaydır ve antidepresanlardan SSRİ’nin
kullanımı sonucunda orgazma bağlı hiperseksüalite görülmesi görüşü desteklenmektedir.
Dopaminin seksüel cevabı düzenlemede olası rolü, dişi sıçan varlığında erkek sıçanlarda
9
MPOA’dan dopamin salıverilmesi ve cinsel ilişki esnasında artarak ejakülasyonu
tetiklemesidir (21). Buna ek olarak genital uyarı olmasa bile MPOA’nın elektriksel
uyarımı, sıçanlarda ürogenital refleksi uyararak, hipogastrik, pelvik ve motor pudendal
sinirleri etkilemekte ve orgazmda olduğu gibi perine kaslarının ritmik kontraksiyonuna
neden olmaktadır.
2.4.2. Serotoninerjik Kontrol
Dopamin, D2 reseptörleri aracılığı ile seminal emisyon ve ejakülasyonu sağlarken,
serotonin bu sürece inhibitör etki göstermektedir. Kanda 100 yıldan fazla süreden beri
varlığı bilinen, potent vazokonstriktör maddenin, 1940 yılında Erspamer tarafından
gastrointestinal sistemdeki enterokromafin hücrelerde tanımlanan ve enteramin adı verilen
endojen faktörle aynı olduğu bulunmuştur. Daha sonra bu faktörün 5 hidroksi triptamin
(5-HT) olduğu saptanmış ve vazokonstriktör maddeyle aynı olduğu ortaya konularak en
sonunda bu maddeye serotonin adı verilmiştir (36,37). Organizmadaki total serotoninin
%90’ı gastrointestinal sistemdeki enterokromafin hücrelerde bulunmaktadır (38). Ancak,
serotoninin organizmada çok yaygın ve çeşitli etkiler gösterdiği bildirilmiştir. Bunlar
vazokonstriksiyon/vazodilatasyon, düz kas kasılması (bronşlarda, barsakta, vb.), trombosit
aktivasyonu, veya santral etkiler olabilir. Ancak dolaşımdaki serotonin, kan beyin
bariyerini geçemediği için beyin dokusuna girememektedir, oysa triptofan adlı
aminoasitten triptofan hidroksilaz enzimi ile önce 5-hidroksitriptofana ondan da Laromatik amino asid dekarboksilaz enzimi ile 5-hidroksitriptamine (serotonin) dönüşerek
santral sinir sisteminde de sentezlenebilir (Şekil 2.3).
Şekil 2.3: Serotoninerjik nöronlarda serotonin sentezi ve salıverilmesi.
10
Beyindeki serotoninerjik sisteminin lokalizasyonu ilk defa 1960 yılında Flack–Hillarp’ın
çalışmalarıyla ortaya konmuştur. 1979’da Peroutka ve Synder, radyoligand bağlanma
teknolojisiyle değişik 5-HT reseptörleri olduğunu göstermişlerdir (39). Günümüzde
serotoninin 5-HT1A,B,D,E,F, 5-HT2A,2B,2C, 5-HT3, 5-HT4, 5-HT5A,5B, 5-HT6, 5-HT7 gibi çok
sayıda reseptörü olduğu bilinmektedir. Bu reseptörlerin birçoğunun görev ve
lokalizasyonlarının bilinmesine karşın bazıları bilinmemektedir. Serotonin, uyku, algılama,
duyusal fonksiyonlar, motor
aktivite, sıcaklık regülasyonu, ağrı duyusu, iştah, cinsel
davranış ve hormon salgılanması olmak üzere çok sayıda beyin fonksiyonunda görev
almaktadır.
Serotoninerjik
nöronlar
kendi
aktivitelerini
yönetmek
üzere
farklı
mekanizmalar kullanmaktadırlar. Değişik 5-HT reseptör alt tiplerinin cinsel fonksiyon
üzerine farklı etkileri vardır. Sinaptik aralıkta 5-HT’nin nörotransmisyon süreci,
somatodendritik 5-HT1A otoreseptörleri, presinaptik 5-HT1B,1D otoreseptörleri ve 5-HT
taşıyıcıları gerialım sistemi ile düzenlenmektedir (Şekil 2.4).
Şekil 2.4: Sinaptik aralıkta 5-HT ve 5-HT nörotransmisyonu, somatodendritik 5-HT1A otoreseptörleri.
Bu mekanizmalar sinaptik aralıkta
serotonin konsantrasyonunu azaltan negatif
geribesleme sistemleridir ve postsinaptik reseptörlerin aşırı uyarılmasını engellemektedir.
Selektif
5-HT1A
propilaminotetralin)
sıçanlarda
reseptör
agonisti
olan
8-OH-DPAT
(8-hidroksil-2-di-n-
verildiğinde sıçanlarda santral 5-HT düzeyleri düşmekte ve erkek
bir veya iki vajinal penetrasyondan sonra ejakülasyon olmaktadır (40).
Presinaptik akson veziküllerinden sinaptik aralığa 5-HT salıverildikçe 5-HT taşıyıcıları
11
bunları tekrar geri almakta ve 5-HT’yi sinaptik aralıktan uzaklaştırmaktadır, böylece
postsinaptik reseptörlerin aşırı uyarılması engellenmektedir. 5-HT taşıyıcıların SSRİ
ilaçlarla blokajı sonucu sinaptik aralıkta 5-HT artmakta, inhibitör özellikteki 5-HT1A
otoreseptörlerin aktivasyonu ile daha fazla serotonin salıverilmesi engellenmektedir.
Serebral serotoninerjik sistem, sıçan modellerinde erkek seksüel aktivitesi ve ejakülasyon
üzerinde etkilidir. Ejakülasyon sırasında erkek sıçanlarda anterior lateral hipotalamustan
serotonin salıverilmektedir (41). Tagliamonte ve ark., serotonin yapımını azaltıcı bir
madde olan P-klorofenilalaninin (PCPA) sıçanlarda saldırganlık, uykusuzluk ve aşırı cinsel
davranışlara yol açtığını bildirmiş ve serebral serotoninerjik sistemin erkek seksüel
aktivitesi üzerine inhibitör rolü olduğunu göstermişlerdir (42). Anterior lateral
hipotalamusa SSRİ mikroenjeksiyonu, hem cinsel ilişkiye başlamayı hem de ejakülasyonu
geciktirmiştir (41). Bu durum SSRİ grubu antidepresan ilaçların libido azalması ve
ejakülasyon/orgazm gecikmesi gibi yan etkileriyle paralellik göstermektedir. Kondo ve
Yamanouchi, serotoninerjik nöronlardaki bu inhibitör etkiyi median rafe nukleusunda
lokalize etmişlerdir (43). Lorrain ve ark., erkek sıçanlarda ejakülasyonu takiben MPOA ve
anterior lateral hipotalamusun her ikisinde birden hücre dışı 5-HT artışının, bunu izleyerek
olacak ejakülasyonu önlediğini ve ejakülasyonun refrakter periodundan sorumlu olduğunu
göstermişlerdir (41). Değişik serotonin reseptör alt tiplerinin cinsel fonksiyon üzerine
farklı etkileri vardır. Ahlenius ve Larssen, erkek sıçanlarda selektif agonistlerle 5-HT1A
reseptörlerinin aktivasyonunun, ejakülasyon zamanını kısalttığını göstermişlerdir (40).
Hillegaart ve ark., son zamanlarda bunu doğrulamış ve aynı zamanda 5-HT1B reseptörlerinin aktivasyonunun, erkek ratlarda ejakülasyonu inhibe ettiğini bildirmişlerdir (44).
Berendsen ve ark., 5-HT1A reseptörlerinin aktivasyonunun 5-HT2C reseptör aktivasyonuyla
bloke edildiğini göstermişlerdir (45). Son zamanlarda Rehman ve ark., farklı
lokalizasyondaki (beyin, rafe nukleusları, spinal kord ve otonom ganglion) 5-HT1A
reseptörlerinin sıçanlarda farklı yollarla cinsel davranışları etkilediklerini bildirmişlerdir
(46). Deney hayvanlardaki 5-HT2C ve 5-HT1A reseptör etkileşimine bakarak Waldinger ve
ark., erkeklerdeki ejakülasyonun 5-HT1A reseptörlerin hipersensivitesine ve\veya 5-HT2C
reseptörlerin hiposensivitesine bağlı olduğu hipotezini ileri sürmüşlerdir (47-49). Buna
göre postsinaptik serotonin reseptörlerin aktivasyonu, ejakülasyonda gecikmeye sebep
olmakta, bu da insanlarda SSRİ kullanılan çeşitli çalışmalarla desteklenmektedir. 5-HT2C
12
ve 5-HT1A agonist ve antagonistleriyle ejakülasyonun henüz aydınlanmamış farmakolojik
mekanizmaları üzerinde çalışmalar sürmektedir.
2.4.3. GABAerjik Kontrol
Sıçanlarda gamma-amino-butirikasit (GABA)’in seksüel fonksiyonlar üzerine inhibitör ve
regülatör rol oynadığı çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Erkek sıçanlarda ejakülasyon
sonrası dönemde GABA düzeylerinde artış gösterilmiştir. Bu da GABA’nın inhibitör
rolünü desteklemektedir. Anksiyete tedavisinde kullanılan benzodiazepinler GABAerjik
nörotransmisyonu artırmak suretiyle etki eder. Diazepam erkek sıçanlarda cinsel
davranışları inhibe etmektedir (24). GABA’nın iki alt reseptörü mevcuttur. GABAA
agonistleri cinsel davranış üzerine inhibitör etki etmekte, sıçanlarda sistemik veya lokal
olarak MPOA’ya verildiğinde cinsel ilişki sayısında azalma olmaktadır (50). GABAA
antagonistleri bunun tersine sistemik olarak uygulandığında cinsel davranış üzerine etki
etmemekte, fakat doğrudan MPOA’ya mikroenjeksiyon ile verildiğinde cinsel davranış
üzerinde artırıcı rol oynamakta ve ejakülasyon zamanını azaltmaktadır. GABAB
reseptörleri ise seksüel davranışın GABAerjik inhibisyonunda önemli rol oynarlar. Bir
GABAB agonisti olan baklofenin sistemik enjeksiyonu ereksiyon ve cinsel ilişki sayısını
azaltmaktadır (50,51).
2.4.4. Kolinerjik Kontrol
Kolinerjik reseptörler nikotinik ve muskarinik olmak üzere ikiye ayrılır. Nikotinik reseptör
agonistlerinden nikotin, karbakol veya fizostigmin gibi antikolinesteraz inhibitörlerinin
verilmesi sıçanlarda cinsel ilgiyi azaltmaktadır. İlginç olarak atropin veya skopolamin gibi
kolinerjik antagonistler de cinsel davranış üzerine inhibitör etki göstermektedir. Beyin
ventriküllerine skopolamin mikroenjeksiyonu cinsel ilişkiye başlamada gecikmeye ve
ejakülasyonda azalmaya sebep olmaktadır (50).
2.4.5. Adrenerjik Kontrol
Periferik ve santral sinir sisteminde adrenerjik reseptörlerin dağılımı seksüel fonksiyonlar
dahil birçok fonksiyon üzerinde önemli rol oynamaktadır. Noradrenalinin hem ereksiyonu,
hem de ejakülasyonu etkilemesine rağmen santral veya periferik nörotransmisyonda
hangisinin etkili olduğu bilinmemektedir. Cinsel fonksiyonları dengede tutmak için
kolinerjik ve adrenerjik dengenin sağlanması gerekmektedir. Alfa-1 adrenerjik reseptör
13
antagonisti
prazosinin hem sıçanlarda hem de insanlarda, ejakülasyon zamanını ve
ejakülasyon sonrası süreyi uzattığı gösterilmiştir.
2.5. Nitrik Oksit
Nitrik oksit (NO) beyinde önemli hücre içi habercilerden biridir. Melis ve ark., özellikle
penis ereksiyonu ve erkek cinsel davranışları ile ilgili olarak NO’nun beyinde spesifik bir
alanda etkili olduğunu bildirmişlerdir (52,53). NO prekürsörü olan L-Arjininin MPOA’ya
mikroenjeksiyonu ekstraselüler NO düzeylerinde önemli artışa sebep olmuş, erkek
sıçanlarda cinsel ilişki sıklığında artışa yol açmıştır. Sodyum nitroprussit, S-nitroglutatyon,
S-nitrozo-N-asetilsistein, S- nitrozo-N-asetilsistein-etil ester ve linsidomin gibi çeşitli
nitrik oksit (NO) donörlerinin izole insan seminal vezikül şeritlerinde adrenerjik geri alımı
azalttığı gösterilmiştir (54). NO sentetaz inhibitörü N-monometil-L-arginin (L-NMMA)
mikroenjeksiyonu ise, cinsel ilişki üzerinde inhibitör etki göstermiştir. NO’nun dopamin
salıverilmesini artırarak da cinsel ilişkiyi artırıcı rol olması olasıdır. Ferrari ve ark., spesifik
tip 5 fosfodiesteraz izoenzim inhibitörü olan sildenafilin, sıçanlarda davranışları modifiye
ettiğini göstermişlerdir (55).
2.6. 5-HT3 Reseptörleri ve Ondansetron
5-HT3 reseptörü ligand aracılı bir iyon kanalıdır ve bu özelliği ile tüm monoamin
nörotransmitter reseptörleri içinde benzersizdir. 5-HT3 reseptörlerin aktivasyonu
katyonların aracılık ettiği ve hızla desensitize olan bir depolarizasyon geliştirir. Bu
reseptörler gastrointestinal kanalda, vagal ve splanknik afferentler gibi parasempatik
terminallerde yerleşmiştir. Ayrıca santral sinir sisteminde nükleus traktus solitarius ve area
postremada yoğun bir 5-HT3 reseptör dağılımı vardır. Hem gastrointestinal kanaldaki hem
de santal sinir sistemindeki 5-HT3 reseptörleri kusma yanıtına katkıda bulunur.
Ondansetron (Şekil 2.5) 5-HT3 reseptör blokajını presinaptik kolinerjik inhibisyon yaparak
gerçekleştirir. Bu yüzden klinikte antiemetik olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır
(56).
Ondansetron, klinik kullanıma 1990 yılında giren, ilk serotonin 5-HT3 reseptör antagonisti
antiemetik ilaçtır. 5-HT3 reseptörlerini spesifik olarak bloke eder. Mide-barsak kanalından
çabuk absorbe edilir; oral biyoyararlanımı %60 kadardır. Karaciğerde metabolize edilerek
elimine edilir. Eliminasyon yarılanma ömrü ortalama 3.3 saat bulunmuştur. Yaklaşık %10
14
oranında böbreklerden değişmeden, büyük kısmı ise metabolit konjügatı şeklinde itrah
edilir. Antiemetik etkisine ilave olarak
midenin boşalma hızını artırır. Artma, bazal
boşalma hızı yavaşlamışsa daha belirgindir. Barsak transit süresini uzatır. Bu nedenle
konstipasyon yapabilir. Taşıt tutmasına bağlı emezise karşı etkisizdir. En sık görülen yan
etkileri başağrısı ve konstipasyondur. Seyrek olarak göğüs ağrısı ve aritmi yapabilir (57).
Son yıllardaki yayınlarda kan-beyin engelini kolaylıkla geçen ondansetronun anksiyolitik
özellik gösterdiği kanıtlanmıştır (58,59).
Şekil 2.5. Ondansetronun kimyasal yapısı.
2.7. Prematür Ejakülasyon
2.7.1. Tarihçe
PE çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Bu hastalıktan ilk defa Yunan mitolojisinde
bahsedilmiştir. Birinci ve 4. yüzyıllarda Hindu Sanskrit kültüründen gelen ve Hint cinsellik
kültürünün en eski yazılı kaynağı olan bir cinsel birleşme kılavuzu Kama Sutra’da PE’dan
bahsedilmektedir (60). Erken boşalma ilk kez Gross tarafından 1887’de tanımlanmış,
ejakülasyo prekoks ismi ise Abraham tarafından 1917’de konmuştur (61). 1800’lü yıllarda
verumontanum patolojisine bağlı olduğu düşünülmüş, 1940’larda tedavi olarak
koterizasyon önerilmiştir. Schapiro, PE etyolojisinin ne sadece somatik ne de psişik
olduğunu ileri sürmüş ve ejakülasyonu geciktirmek için topikal anestezik merhemlerin
kullanımını önermiştir (62). Anesteziklerin glans penisin duyarlılığını azaltmak için
kullanımı PE’da belki de en eski tedavi yöntemlerinden biridir. Yirminci yüzyılda PE
tedavisinde psikanalitik görüş hakim olmuştur. 1950’li yıllardan sonra hastalığın psikolojik
kökenli olduğu düşünülmüş, daha pasif, durgun, anksiyeteli, pregenital döneme takılmış
erkeklerde görüldüğü iddia edilmiştir. Bundan birkaç yıl sonra Semans, PE tedavisinde
“durma–başlama” tekniğini tarif etmiş, hastalığın organik-fonksiyonel bir patolojiye bağlı
olabileceğini iddia etmiştir (63). Yine benzer bir tedavi yöntemi olan “sıkma tekniği”
Masters ve Johnson, tarafından tarif edilmiştir (64). 1973’de klomipramin ile
15
ejakülasyonun geciktirilmesine dair yazılar yayımlanmış, SSRİ’nin tedaviye girişi ise PE
yaklaşım ve tedavisinde köklü değişiklere yol açmıştır (65). Paroksetinin ejakülasyonu
geciktirici etkisi ilk kez 1994’te çift kör bir çalışmada bildirilmiştir (66). Son on yılda
diğer SSRİ ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir.
2.7.2. Tanımı
PE erkek cinsel fonksiyon bozuklukları içinde en sık rastlanan ve tedavi olasılığı en yüksek
olan rahatsızlıktır. PE ile ilgili değişik tanımlamalar yapılmaktadır. Bugüne kadar PE için
evrensel olarak kabul edilen tanım ve tanı kriterleri net olmamakla beraber, bazı yazarlar
erkekte vajinal penetrasyonun başlangıcından sonra 1-7 dakika içerisinde ejakülasyon
olmasını PE olarak tanımlamaktadırlar (49). Bir başka tanımlama, cinsel birleşmelerin en
az %50’sinde kadın partnerin tatmininden önce ejakülasyon meydana gelmesi şeklindedir
(67). Bazı uzmanlar ise PE kriteri olarak ejakülasyondan önce 8 ile 15 arasında değişen
sürtünme (thrust) sayısına dayanan bir tanım ortaya koymuşlardır (68). DSM-4
(Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-4) ise PE’u, vajinal penetrasyon
öncesinde, sırasında veya hemen sonrasında minimal uyarı ile oluşan istemsiz sürekli veya
tekrarlayan ejakülasyon olarak tanımlamıştır (69).
2.7.3. Epidemiyoloji
PE cinsel olarak aktif erkeklerin %30–40 kadarını ve yaşamlarının belli bir noktasında
erkeklerin %75’ini etkilemesi nedeniyle erkeklerde en sık görülen cinsel fonksiyon
bozukluğudur (70-72). Diğer cinsel bulgularla karşılaştırıldığında PE genellikle bir
problem olarak algılanmaz ve sağlığı tehdit eden bir durum olmadığı için ihmal edilir. PE
yaşla ilişkili bir bulgudur ve ilginç şekilde, ergenlerde, genç yetişkinlerde ve cinsel
tecrübesi az diğer erkeklerde yaygın olduğuna inanılır. Prematür ejakülasyon şikayeti olan
hastaların diğerlerinden daha genç oldukları ve daha fazla anksiyete bulguları gösterdikleri
belirlenmiştir (73). PE, erektil disfonksiyonun aksine görülme sıklığı yaşla birlikte azalan
bir cinsel fonksiyon bozukluğudur. Kırk yaşın altındaki hastalar arasında prematür
ejakülasyon sıklığı %40’dan fazlayken, 70 yaşın üzerindeki hastalar arasında %l0’dan
azdır. Cinsel deneyim arttıkça, çoğu erkekler yeterli vajinal giriş ve cinsel ilişki yeteneği
kazanabilirler (31).
16
2.7.4. Etyoloji
Tarihsel olarak prematür ejakülasyonun etiyolojisini açıklayan çalışmalar bir dizi biyojenik
ve fizyolojik teoriyi içermektedir (Tablo 2.2). Bunların çoğu kanıta dayalı olmayıp
spekülatiftir. Fizyolojik teoriler erken seksüel deneyim ve seksüel kondisyon, heyecan,
seksüel teknik, seksüel aktivite ve psikodinamik açıklamaları içermektedir. Biyojenik
açıklamalar, evrimsel teoriler, penil duyarlılık, santral nörotransmitter düzeyleri ve reseptör
duyarlılığı, uyarılabilirlik derecesi, ejakülatuvar refleksin hızı ve seks hormonlarının
seviyeleri ile yapılmaktadır.
Tablo 2.2: Prematür ejakülasyon etyolojisi.
Psikojenik
¾
Anksiyete
¾
Erken yaşta cinsel deneyim
¾
Azalmış cinsel ilişki sıklığı
¾
Ejakülasyon kontrol tekniklerinin yetersiz olması
¾
Gelişimsel
¾
Psikodinamik teoriler
Biyolojik
¾
Peniste aşırı duyarlılık
¾
Aşırı uyarılabilen ejakülatuvar refleks
¾
Uyarılabilirlik
¾
Endokrinolojik (Anormal seks hormonu seviyeleri)
¾
Genetik yatkınlık
¾ 5-HT reseptör disfonksiyonu
Anksiyete- Anksiyete çok sayıda yazar tarafından PE’nin sebeplerinden biri olarak
bildirilmiş ve nedensel yönünü destekleyen az sayıda bilimsel kanıta rağmen PE’un en
olası nedeni olarak kabul görmüştür. Birçok yazar heyecanın sempatik sinir sistemini
aktive ettiğini ve sonuçta emisyon fazının erkenden oluşması nedeniyle ejakülatuvar eşiğin
düştüğünü belirtmiştir (64,74-77). Yüksek anksiyete düzeylerinin ve seksüel performans ve
seksüel yetersizlik hakkındaki kaygıların, erkeği uyarılma seviyelerini denetlemekten ve
ejakülasyondan önce gelen prodromal duyuları tanımaktan uzaklaştırdığı ve bunun PE
gelişmesine neden olduğu öne sürülmüştür (74,76,78). Buna karşın Straasberg ve ark.
PE’un hem latent periyodunu, hem de kontrol boyutlarını içeren çok değişkenli bir tanım
17
yapmış ve normal ejakülasyonu olan erkekler ile PE’lu erkekler arasında anksiyete
açısından fark bulunmadığını belirtmiştir (79).
Erken seksüel deneyim- Masters ve Johnson, anksiyete ve telaşla karakterize olan erken
seksüel deneyimlerin, takip eden dönemde erken ejakülasyona neden olduğunu iddia eden
birçok araştırmacının ilkidirler (64). Bununla beraber, bu hipotezi destekleyecek hiçbir
bilimsel kanıt olmadığı gibi, çalışmada primer ve sekonder PE’lu erkekler arasında hiçbir
ayırım yapılmamıştır. Çoğu araştırmacı pek çok erkeğin erken seksüel deneyimlerinde
anksiyete ve telaşın olduğunu gözardı etmiştir. Ayrıca sonradan normal ejakülatuvar
kontrol kazanmış
kontrol grubundaki erkeklerin, erken seksüel deneyimlerinin PE’lu
erkekler ile benzer olup olmadığı da araştırılmamıştır. Williams, sekonder PE’lu 4 erkeği
kapsayan küçük serisinde bazı erkeklerin, başlangıçta partnerlerinin ilgisiz olduğu gerekçesiyle kendilerini çabuk boşalmaya koşullandırdığını, daha sonra olumsuz koşulların
sürmemesine rağmen ejakü1asyonu kontrol edemediklerini iddia etmiştir (77). Sonuçta
ortaya çıkan seksüel anksiyete ve partnerin seksüel ilgisini yeniden sağlamasına ait
şüpheler, PE’un devam etmesine neden olabilir.
Seksüel ilişki sıklığı- Ejakülatuvar kontrol ile seksüel ilişki sıklığı arasındaki bağlantıyı
destekleyen kanıtlar karmaşıktır. Speiss ve ark., PE’lu erkeklerin kontrol grubundan daha
az sıklıkta seksüel ilişkide bulunduğunu bildirirken, Strassberg ve ark. herhangi bir ilişki
saptamamışlardır (80,81). Bu ilişkinin mekanizması henüz tanımlanmamasına rağmen
azalmış performans anksiyetesi, daha yüksek ejakülatuvar eşik ya da prodromal
ejakülatuvar duyuların daha erken ve yüksek kalitede fark edilmesi olası nedenler olabilir.
Evrimsel- Hong, PE’un evrimsel yönden doğal bir seçimin sonucu olduğunu, hızlı
ilişkinin daha fazla döllenmeyi ve bu şekilde PE’a ait genlerin daha fazla geçişini
sağladığını belirtmiştir (82).
Psikodinamik Teoriler- Abraham PE’un psikodinamik temelinden 1936’da bahseden ilk
kişidir ve PE’un bebeklik sırasında penis üzerine odaklanan ve ürinasyon keyfi ile ilişkili
abartılı önem duygusuna neden olan çözülmemiş narsizmin yetişkin bulgusu olduğunu öne
sürmüştür (83). Ancak bu hipotezinin bilimsel bir desteği yoktur ve başka yazarların
çalışmalarında bu hipotezi destekleyen bir kanıt gösterilememiştir (62). Kaplan ve ark.,
18
erkeğin öfkesi ve kadınlara yönelik düşmanlığı ile PE arasında bir bağ bulunduğunu ve
bunun sonucunda erkeklerin hem sembolik olarak kadını “kirlettiğini”, hem de bilinçaltına
yerleşik öfkenin bir sonucu olarak kadının seksüel zevkini inkar ettiğini belirtmiş ancak
sonradan bu teoriden vazgeçmiştir (75,78).
Penil Hipersensitivite- Birçok yazar PE’lu erkeklerde “aşırı duyarlı penis” olduğunu ve
bu erkeklerin normal ejakülatuvar düzeye sahip erkeklere göre ya ejakülatuvar eşiğe daha
çabuk ulaştıklarını veya daha düşük ejakülatuvar eşiğe sahip olduklarını belirtmiştir
(79,83,84). Yine birçok yazar penil duyarlılığın yaşlanmayla birlikte azaldığını
bildirmişlerdir (84-86). Bu, olasılıkla 30 yaşından itibaren hızlı iletimli periferal duyu aksonlarının kaybına, dermal atrofiye, miyelin kollajen infiltrasyonuna ve Paccini
cisimciklerinin dejenerasyonuna bağlıdır (87). Bazı araştırmacılar bu durumu, PE’un genç
erkeklerde daha sık görülmesinin nedeni olarak göstermişlerdir (74).
Aşırı Uyarılabilir Ejakülatuvar Refleks- Bazı yazarlar PE ile bozuk bulbokavernöz
refleks arasında bir ilişki olduğunu bildirmişlerdir. Örneğin, Gospodinoff, hızlı bir
bulbokavernöz refleksin, ejakülasyon kontrolünü öğrenme sürecini engelleyebileceğini öne
sürmüş ve primer PE’lu erkeklerin sekonder PE’lu ve kontrol grubundaki erkeklerden daha
kısa bulbokavernöz refleks latent süresine sahip olduğunu belirtmiştir (88). PE’un en
yaygın tedavilerinden biri olan sıkma tekniği, PE’un defektif ejakülatuvar reflekse bağlı
olduğu varsayımı üzerine kuruludur (63).
Uyarılabilirlik- Görsel-işitsel stimülasyon ile yapılan laboratuvar çalışmalarında PE’lu
erkeklerde kontrol grubuna göre daha fazla, daha sık veya daha hızlı bir uyarılma durumu
olduğu gösterilememiştir (80).
Anormal Seks Hormon Seviyeleri- Cohen, PE’lu erkeklerde serbest ve total testosteron,
lüteinleştirici hormon (LH) ve folikül uyarıcı hormon (FSH) seviyelerinin düşük olduğunu
bildirmiştir. Ayrıca PE’lu 12 erkeğin 4’ünde prolaktin seviyesinin yüksek bulunduğunu ve
PE’un hipotalamik-hipofizer bozukluk sonucu gelişebileceğini belirtmiştir (89). Yazar
daha sonra PE’un SSRİ grubu ilaçlar ile tedavisinin, ejakülasyon zamanını uzattığını, ek
olarak androjen ve LH seviyesini yükselttiğini bildirmiştir (90).
19
Genetik Eğilim- Erken boşalmaya ailesel eğilim ilk kez Schapiro tarafından bildirilmiştir
(62). Waldinger ve ark., primer PE’lu 14 erkeğin l0’unun birinci dereceden erkek
akrabasının 1 dakikadan kısa süren IVELT’e sahip PE’lu olduğunu belirtmiştir (91). Bu
çalışmaya göre, aile hikayesi olan erkeklerde PE sıklığı genel popülasyondan çok daha
yaygındır ve Schapiro’nun PE’un genetik kökenli olduğu iddiasını desteklemektedir.
5-HT Reseptör Sensitivitesi- Waldinger ve ark., insanda primer PE’nin 5-HT2C reseptörünün
hiposensitivitesi
ve/veya
5-HTlA
reseptörünün
hipersensitivitesi
ile
açıklanabileceğini iddia etmiştir (48). Bu yazarlar düşük 5-HT nörotransmisyonlu ve olası
5-HT2C reseptör hiposensitiviteli erkeklerin, genetik olarak düşük ejakülatuvar eşiğe sahip
olabileceğini ve minimal stimülasyon ile erektil eşiğe ulaşmadan erken boşalabileceklerini
öne sürmüştür. Genetik olarak yüksek ejakülatuvar eşiğe sahip erkekte ise seksüel
stimülasyon daha uzun ve daha yüksek seviyeli olacaktır ve daha fazla ejakülasyon
kontrolü sağlanabilecektir. Sonuçta, yüksek ejakülasyon eşiğine sahip erkekte, uzun süreli
seksüel stimülasyon altında tam ereksiyon sağlanmasına rağmen, gecikmiş ejakülasyon
veya anejakülasyon olabilecektir (49). SSRİ’ler 5-HT2C reseptörünü aktive ederek
ejakülasyon eşiğini yükseltecek ve böylece ejakülasyonu geciktirecektir. Ejakülasyondaki
bu gecikme SSRİ’nin dozuna, verilme sıklığına ve genetik olarak belirlenmiş ejakülasyon
eşiğine bağlı olarak birçok değişkenlik göstermektedir. PE ile ilişkili bir dizi fizyolojik
bozukluk da bilinmektedir. Üriner sistem enfeksiyonları, diyabet, opiat, trifluoperazin ve
sempatomimetik ilaç kullanımının yanı sıra PE ile birlikte görülen en belirgin problem
%30’a varan sıklıkla ED’dir. Erektil işlev bozukluğu ile ilişkili hipertansiyon, kardiyopati,
hiperkolesterolemi ve nöropati gibi faktörlerle PE arasında bir ilişki görülmemiştir.
Nadiren prostatit, üretrit gibi enfeksiyonlar ve T12-L2 düzeyindeki travmalar da PE nedeni
olabilmektedir (77,92,93). Screponi ve ark., PE’lu hastaların %56.5’inde prostat
enflamasyonunun bulunduğunu bildirmişlerdir (92).
20
2.7.5. Tanı
Daha çok incelenmiş olan erektil işlev bozukluğu gibi diğer cinsel sorunlarla
karşılaştırıldığında, PE bazı özgün özelliklere sahiptir. PE derecesi hastalar tarafından
teşhis edilen, bildirilen ve değerlendirilen, kültüre bağlı bir semptomdur. Olguların
çoğunda PE, birbiri ile etkileşerek semptomları şiddetlendiren psikojenik, fizyolojik ve
organik faktörlerin bir karışımının sonucudur. Bu nedenle, bulgulara göre PE tanısı
konmadan önce, PE’un, üriner enfeksiyon, hipogonadotropik hipogonadizm, psikoseksüel
faktörler ve kısalmış penis frenulumu gibi PE’da önemli rol oynadığı kanıtlanmış durumlar
ile oluşup oluşmadığını anlamak üzere tam idrar testi, hormon çalışması, psikoseksüel
danışmanlık, çiftin değerlendirilmesi ve fizik inceleme gibi bazı rutin yöntemler
uygulanmalıdır. Öyküde IVELT’in yanısıra, PE’un süresi ve sıklığı, ne zamanlar
görüldüğü, PE’a yol açan cinsel uyarı derecesi, önsevişme, mastürbasyon ve cinsel
birleşme gibi olayların etkisi sorgulanmalıdır. PE’un ED’dan ayırt edilmesi esastır. ED ile
birlikte ise ilk öne ED tedavi edilmelidir. Prostatit, PE’un organik bir nedeni olabilir. PE
tanısında, prostat salgılarının incelenmesi ve patojen kültürü, özellikle U. urealyticum
kültürü gibi bazı incelemelerin yapılması prostatit ve özellikle kronik prostatit varlığını
belirlemek için önerilmektedir (94). Ancak, şimdiye kadar PE’un, evrensel olarak kabul
edilen bir tanı kriteri yoktur. Evrensel olarak kabul kriterlerinin olmaması nedeniyle PE’da
tanının yanısıra tedavinin belirlenmesi sınırlıdır.
2.7.6. Tedavi
Prematür ejakülasyon tedavisi sistemik medikal tedavi, lokal tedavi ve psikoterapi
şeklindedir. Doktorların ve hastaların bizzat kendileri tarafından prematür ejakülasyon
tedavisinde değişik yöntemler kullanılmaktadır. Bunlar arasında bir cinsel deneyim
sırasında birden fazla orgazm olmaya çalışmak, kondom kullanmak, ilişki öncesi
mastürbasyon yapmak, glansa lokal anestezik ilaç uygulamak, alkol kullanmak, sedatifler,
fenotiyazinler ya da antidepresan ilaçlar kullanmak ve hasta veya partneri tarafından penisi
sıkma tekniği uygulaması sayılabilir. Bu uygulamaların sıklığı ve başarı oranları hakkında
yeterli bilgi bulunmamaktadır. PE tedavisinde esas hedef hasta ve partnerinin tatmininin
sağlanmasıdır. Herhangi bir girişimden önce tüm tedavi seçeneklerinin riskleri ve yararları
açklanmalıdır.
21
Günümüzde uygulanan tedavi yöntemleri şu şekildedir:
Selektif Serotonin Gerialım İnhibitörü (SSRİ) Antidepresanlar- 1973’de bir trisiklik
antidepresan olan klomipramin ile ejakülasyonun geciktirilmesine ait ilk yazı
yayımlanmıştır (65). Ancak, 1970’li ve 1980’li yıllarda prematür ejakülasyonun ilaç ile
tedavisi popüler bir yöntem değildi. SSRİ’nin tedaviye girişi, prematür ejakülasyona
yaklaşım ve tedavisinde köklü bir değişime neden olmuştur. Birçok antidepresanın bilenen
anorgazmi ve ejakülasyonu geciktirici yan etkileri PE tedavisinde kullanılmaktadır.
Plasebo kontrollü, randomize, çift-kör çalışmalar SSRİ grubu antidepresanların
ejakülasyon zamanını uzatmada etkili olduğunu göstermiştir (72,95). SSRİ arasında PE
tedavisinde yaygın olarak kullanılanlar, fluoksetin, paroksetin ve sertralindir. Ayrıca bir
trisiklik antidepresan olan klomipramin de PE tedavisinde kullanılmaktadır Günlük tedavi
paroksetin (20-40 mg), klomipramin (10-50 mg), sertralin (50-100 mg) ve fluoksetin (2040 mg) kullanılarak yapılabilir. SSRİ grubu antidepresanlar ile yapılan tedavilerde
yorgunluk, esneme, mide bulantısı, dalgınlık, libido azalması ve uykusuzluk gibi yan
etkiler ortaya çıkabilmekte, bu da hastanın tedaviye uyumunu olumsuz yönde
etkileyebilmektedir. Bu yan etkiler sıklıkla ilk haftada başlar ve 2-3 hafta içinde kademeli
olarak kaybolur.
Ejakülasyondaki gecikme bazen daha erken görülmesine karşılık,
genellikle bir veya ikinci haftada olur. Fluoksetin dışındaki SSRİ kullanımında çekilme
semptomlarından kaçınmak için ilaçların akut olarak değil 3-4 hafta içinde kademeli olarak
kesilmesi gerekmektedir. Tedaviye başlamadan önce tüm bu etkiler konusunda hastalar
bilgilendirilmelidir. SSRİ ile tedavinin sürekli mi yoksa sadece ilişkiden önce mi alınması
gerektiği
konusunda yorum yapmaya yetecek sayıda çalışma olmamasına rağmen
çoğunlukla tercih edilen uygulama bir süre sürekli tedavi verdikten sonra ilişki öncesi ilaç
önerilmesidir.
Alfa-adrenerjik Blokörler- Alfa-adrenerjik blokörlerin prematür ejakülasyon tedavisinde
kullanımı ile ilgili sınırlı sayıda çalışma vardır. Bir klinik çalışmada, non-selektif bir alfa
blokör olan fenoksibenzamin ile başarılı sonuçlar alınmıştır (96). Başka bir in vitro
çalışmada ise, fenoksibenzamin, prazosin, kloretilklomidin ve yohimbinin sıçan seminal
vezikülünde kontraksiyonları inhibe ettiği, bu nedenle prematür ejakülasyon tedavisinde
potansiyel etkileri olduğu savunulmaktadır (97).
22
Fosfodiesteraz İnhibitörleri- Son zamanlarda prematür ejakülasyon tedavisinde sildenafil
sitratın tek başına veya kombinasyon tedavisi şeklinde kullanımına ilişkin başarılı sonuçlar
bildirilmektedir. Fosfodiesteraz tip 5 enzim inhibitörleri NO seviyesini artırarak ve
ejakülasyon süresini uzatarak etki etmektedir (98,99). Sildenafil, sıkma tekniği,
klomipramin, sertralin ve paroksetinin kıyaslandığı bir çalışmada, sildenafil diğer tedavi
modalitelerine göre en etkili sonucu sağlarken, sıkma tekniği en az etkili yöntem olarak
bulunmuştur (99).
Topikal Tedavi- Schapiro, ejakülasyonu geciktirmede topikal merhem kullanımını
tanımlamıştır (62). Sıçanlarda penise topikal lokal anesteziklerin uygulanması penil
refleksin ortaya çıkışını hemen hemen ortadan kaldırmaktadır (100). %2 lidokain jel gibi
topikal anestetik ajanlar penil sensitiviteyi azaltarak ejakülasyon süresini uzatabilir. %2.5
lidokain/%2.5 prilokain kremin (Euthetic Mixture of Local Anesthetics= EMLA) cinsel
birleşmeden 30 dakika önce penis cildine uygulanmasının ve ardından kondom
kullanılmasının erkeklerin %80’inde ejakülasyon zamanını uzattığı gözlenmiştir (101). Bu
tür kremler kullanıldığında, penil veya vajinal hissizliği önlemek için vajinal penetrasyon
öncesi penisin sabunla yıkanması önerilmektedir. Kondom kullanımı ise vajinal
duyarlılığın azalmasını önlemek için gereklidir.
Psikojenik Tedavi ve Davranış Tedavisi- PE tedavisinde kalıcı başarı önemlidir. Bu
nedenle, medikal veya lokal tedaviler ile birlikte davranış tedavilerinin de yapılması
önerilmektedir. Seks terapisi ejakülasyon üzerinde daha fazla hasta kontrolü sağlamayı ve
seksüel uyarıdan tatmin olmayı amaçlar. Ejakülasyon zamanının hasta tarafından
hissedilmesi önemlidir. Böylece, tatmin ve kontrol duygusu geliştirilebilir. Bu amaçla
hastalar ve partnerlerine 6–20 haftalık egzersiz programı uygulanır. Bu yöntemde hastalar
ereksiyon veya ejakülasyon ile sonuçlanmayan, kendi kendine veya eşi ile birlikte
uygulayacağı uzamış (15 dakika) sistematik relaksasyon tekniklerini uygulamasını
öğrenirler. İlk önce eşler karşılıklı olarak mastürbasyon uygularlar. Bu süreç ejakülatuvar
kontrol sağlanıncaya kadar sürer. Daha sonra hastalara sırasıyla pasif ve aktif koitus
önerilir. Koitus sırasında ejakülasyon hissedildiğinde, partnerin hareketi durdurularak
ejakülasyon hissi azalana kadar pelvik kasların gevşemesi sağlanır. Bu teknikle oldukça
yüksek başarı oranlarına ulaşılmaktadır (63). Prematür ejakülasyonda uygulanan bir diğer
23
davranış tedavisi ise sıkma tekniğidir. Burada, ilk günler erkek supin pozisyonunda yani
pasif durumdadır ve partneri tarafından uyarılır. Ereksiyon geliştiğinde penis dorsumu ile
frenuluma parmaklarla 3–4 saniye süre ile basınç uygulanır ve 15–30 saniye sonra tekrar
stimülasyona başlanır. Bu uygulamalarda ejakülasyon olmadan 15–20 dakikalık bir süre
geçmesi amaçlanır. Daha sonraki aşamada cinsel birleşme sırasında aynı teknik
uygulanarak ejakülatuvar yanıtın kontrolü amaçlanır. Bu tedavilerin uzun dönem
başarısında partnerin tedaviye katılımı oldukça önemlidir (102).
Yeni Araştırmalar- Halen PE’a yönelik bazı yeni ilaçlar üzerinde araştırmalar devam
etmektedir. Bunlar arasında faz 3 çalışmaları tamamlanmış tek ajan olan dapoksetin
hidroklorür, PE tedavisine spesifik olarak üretilen ilk ilaçtır. Bir serotonin transport
inhibitörü olan dapoksetin, norepinefrin ve dopamin üzerine fazla etki göstermeden selektif
olarak serotonin transportunu inhibe eder. Ayrıca farmakolojik özellikleri nedeniyle sürekli
kullanım yerine ihtiyaç oldukça kullanımı da uygundur. İlişkiden 1-3 saat önce alınması
önerilmektedir. Faz 3 çalışmalarında 30-60 mg’lık kullanımların ortalama IVELT değerini
3 veya 4 kat uzattığı gösterilmiştir (103).
2.7.7. PE ile İlgili Günümüze Kadar Deneysel Yaklaşımlar
Deneysel açıdan bakıldığında ejakülasyonla ilgili çalışmalar mekanizmanın karmaşıklığı
nedeniyle oldukça zordur. Halen tüm unsurların hesaba katıldığı ölçülebilir bir PE modeli
yoktur. Litaratürdeki konuyla ilgili deney modelleri incelediğinde, deney hayvanlarında
ejakülasyon mekanizmasının ya anestezi altındayken ya da uyanık ve hareket eden
hayvanda ancak çiftleşme davranışlarından takip edilebildiği görülmektedir (97,104-109).
Buna karşılık nöral ve fizyolojik mekanizmaların aydınlatılması çok zordur ve invazif
girişimler sorun oluşturmaktadır. Deney hayvanlarında çiftleşme testi sırasında
ejakülasyon görülebilir. Sıçanlarda ejakülasyon uzamış derin itişler ile tanımlanır. Daha
sonra erkek, genital bölgesini tırmalar ve birkaç dakika süreyle seksüel davranışlarına ara
verir (postejakülatuvar ara, ejakülasyon sonrası çiftleşmenin tekrar başlamasına kadar
geçen süre, PEI). Bu durumda ejakülasyon davranışsal olarak tanımlanmıştır (110). Tavşan
ve sıçanlarda çiftleşme sırasında penetrasyonu takiben 100-300 mikro saniye süreli seminal
vezikül kasılmaları kaydedilmiştir. Büyük olasılıkla bu kasılmalar penis uyarısına bağlıdır
(111,112). Hayvanların cinsel davranışları hakkındaki çalışmaların çoğunda gözlemci, bir
24
kafes ya da başka bir küçük bölmede yapılan testlerde çiftleşmenin türe özgü tanımlayıcı
görünüşlerini gözlemlediğinde cinsel motivasyonun yüksek olduğunu varsayar. Çiftleşme
davranışı birbiri ile ilişkili fizyolojik bir süreçtir. Dolayısıyla, erkek çiftleşme davranışını
gözlemlemek erkek cinsel fonksiyonunu normal davranış ortamında değerlendirmenin en
kapsamlı şeklidir. Ancak erkek çiftleşme davranışlarını değerlendirmek zordur. Çünkü,
erkek çiftleşme davranışını etkileyen, örneğin motivasyon, erektil fonksiyon ve dişinin
davranışı gibi pek çok faktör vardır. Erkek sıçanlar çiftleşme öncesi davranış olarak
dişinin perineal bölgesini koklar ve inceler. Bu davranışı dişiyi inceleme, tanıma işlevidir
ve muhtemelen cinsel uyarılmayı destekler. Bu çiftleşme öncesi davranış olmadan dişi
tarafından yeterli cinsel uyarı alınmamış olacağından çiftleşme olmayabilir. Erkek sıçanlar
dişinin sırtına arkadan tırmanırlar ve pelvisleri ile itme hareketi yaparlar. Ancak her
tırmanmada penis içeri girmez. Penisin girişi ejakülasyon oluşmadan önce genital bölgeye
çok sayıda hafif dokunuşunu (200-400 msn) kapsayabilir. Dişinin lordozu (kavisli sırt
pozisyonu) olmadan erkeğin içeri girme imkanı azdır. Sıçanların çok hafif olan
penetrasyonları ilişkiyi görmeyi zorlaştırır. Bu yüzden ilişki penis girişi ile ilişkili iskelet
motor hareketlerini ifade eder. Ejakülasyon birkaç penetrasyondan sonra olur. Ejakülasyon
sırasında, erkek sıçanda penetrasyon süresinin daha uzun olduğu görülür, dişinin arkasını
ön ayakları ile daha kuvvetli kavrar ve ejakülasyondan hemen sonra birkaç saniye donar
kalır. PEI bazı sıçanlarda (Wistar, Sprague Dawley) birkaç dakikadır. Bu duyarsız dönem
sırasında erkek sıçanlar genital organlarını temizler ve az hareket ederler ve dişinin cinsel
uyarılarına ilgi göstermezler. Pek çok durumsal faktör çiftleşme davranışı ölçümlerini
etkilemektedir. Bunlar, dişinin kızgınlık durumu, günün zamanı, test kabının büyüklüğü,
erkek ve dişinin yarışmacılığıdır (110). Meisel ve Sachs, hipotetik kriter olarak test süresini
iki ejakülasyon ve bunları
takip eden post ejakülatuvar zaman, her ejakülasyon için
bekleme süresini 30 dakika ve her ejakülasyon sonrası aralığı 15 dakika olarak
önermişlerdir. Erkek sıçanlar aydınlık evreden çok karanlık evrede çiftleşme
eğilimindedirler (17). Zira sıçanlar da diğer pek çok kemirgen gibi noktürnal diğer bir
ifadeyle geceleri aktif hayvanlardır. Bizim çalışmamızda da deneylerin akşam 17:00’den
sonra başlatılmasına özen gösterilmiştir.
Seminal vezikül basıncı anestezi altındaki hayvanda sinir uyarılması sonucu ölçülebilir.
Seminal vezikül apeksine küçük bir kesi yapıldıktan sonra kateter yerleştirilir ve basınç
ölçere bağlanır (97,105-107). Bugüne kadar çalışmaların çoğunda bu yöntem
25
uygulanmıştır. Bir başka yöntem ise prostatik üretraya bir kateter yerleştirilerek, mesane,
vaz deferens ve seminal veziküller bağlanarak oklüde edilmesidir. Böylece yalın olarak
prostatik salgının hacmi ve hızı izlenebilmektedir. Periferik sinir uyarısı ile ejakülasyon
sağlanarak farmakolojik tedavi uygulanır (113). Elektroejakülasyon tekniği de deney
hayvanlarında ejakülasyon çalışmalarında kullanılabilir (114,115). Ancak, anestezi
altındaki hayvanlarda ejakülasyonun tüm komponentlerin incelenmesi mümkün değildir.
Çalışmamızın, objektif bulgu sağlamanın zor olduğu böyle bir konuda güvenilir, nesnel ve
tekrarlanabilir veri elde etmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla bildiğimiz kadarıyla bugüne
kadar yalnızca anestezi altındaki sıçanlarda ölçülebilen seminal vezikül basınçları
fizyolojik şartlarda, anestezi uygulanmamış bilinçli sıçanlarda ölçülebilmiştir. Ayrıca, yine
bugüne kadar yalnızca gözlem esasına dayalı ejakülasyon süreci, ölçülebilir parametreler
ile değerlendirilebilmiştir. Bu nedenle, koitus sayısı, ortalama koitus süresi, bazal ve koitus
anındaki intraveziküler basınç değişimlerini, koitusa kadar geçen süreyi (latans) ve tüm bu
ölçütlere uzun süreli fluoksetin veya ondansetron tedavilerinin etkilerini inceleyen bu
çalışmanın literatüre yenilik getiren deneysel bir model olduğunu düşünmekteyiz.
26
3. GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmadaki deneylere Başkent Üniversitesi Araştırma Kurulu ve Hayvan Deneyleri Etik
Kurulundan onay alındıktan sonra başlandı (Proje No: DA07/02, Araştırma Kurulu Onayı:
10.04.2007/398, Hayvan Deneyleri Etik Kurulu Onayı: 12.03.2007/14).
3.1. Deney Hayvanları
Deneysel hayvan modelinde ejakülasyon sürecini değerlendirmek için Başkent Üniversitesi
Deney Hayvanları ve Araştırma Merkezi’nden temin edilen, ortalama ağırlığı 288.3±20.4 g
(248-339 g) olan 24 adet yetişkin (14 aylık) erkek ve uyaran olarak 3 adet yetişkin (14
aylık) dişi Wistar albino sıçan kullanıldı. Bütün deney hayvanları vivaryumda 12 saatlik
gece/gündüz düzeninde, 20±2 oC oda sıcaklığında ve %50±10 nemli ortamda barındırıldı
(Şekil 3.1). Sıçanlar standart sıçan yemi ile beslendi. Deney hayvanlarına yem ve su
kısıtlaması uygulanmadı ancak yalnızca deney günlerinde anestezi uygulamasından önce 2
saat süreyle yem ve su verilmedi.
Şekil 3.1: Deney hayvanlarının vivaryumdaki görüntüsü.
3.2. Deneyler Sırasında Kullanılan Anestezi
Deneyler sırasında her türlü cerrahi girişim anestezi altında uygulandı. Bu amaçla deney
hayvanlarının cerrahi anestezi derinliğine ulaşması beklendi. Sedatif ve düz kas gevşetici
olarak ksilazin hidroklorür (Rompun %2, Bayer, Türkiye) 10 mg/kg (i.p.) dozda uygulandı.
27
Dissosiyatif anestetik olan ketamin hidroklorür (Alfamine %10, Ege Vet, Türkiye) 50-60
mg/kg (i.p.) dozda verildi.
3.3. Deney Grupları
Sıçanlar rastgele olarak aşağıdaki şekilde 3 gruba ayrıldı:
1. Kontrol Grubu: Bu gruptaki sıçanlarda anestezi altında supin pozisyonda yapılan 3 cm
abdominal orta hat insizyonunu takiben, seminal veziküller bulunarak apeks bölgesine 1
cm’lik kesi uygulandı. 0.8×1.4 mm çapında yaklaşık 15 cm boyunda poliüretan kateter
apeks bölgesine yerleştilerek (ayrıntılı açıklama için bkz. Bölüm 3.4) tespit edildi. İlk
(bazal) intraveziküler basınçlar ölçüldükten sonra 15 gün süreyle orogastrik yoldan 1
mL/kg/gün distile su verildi.
2. Ondansetron Grubu: Bu gruptaki sıçanlara yukarıda tanımlandığı şekilde seminal
veziküllere kateter yerleştirildikten sonra 15 gün süreyle orogastrik yoldan 1 mg/kg/gün
ondansetron (Zofer©) verildi.
3. Fluoksetin Grubu: Bu gruptaki sıçanlara yukarıdaki gibi seminal vezikül kateterleri
yerleştirildi ve sonra 15 gün süreyle orogastrik yoldan 1 mg/kg/gün fluoksetin (Prozac©)
verildi.
3.4. Seminal Veziküllere Kateter Yerleştirilmesi (In vivo Deney)
Anestezi altındaki deney hayvanları diseksiyon plağına alınarak uygun saha arıtım ve
örtümünü takiben süpin pozisyonda tespit edildi. Orta hat insizyonu ile abdomen açılarak
seminal veziküllere ulaşıldı (Şekil 3.2). Bu alanda bulunan çevre yağ dokusu ve bağ
dokusu temizlenerek seminal veziküller serbestlendi. Seminal vezikül doğurtularak
diseksiyon mikroskobu yardımı ile apeks bölgesine 0.5 cm’lik bir kesi yapıldı (Şekil 3.3).
Apeks bölgesinden 0.8×1.4 mm çapında, yaklaşık 15 cm boyunda poliüretan kateter
(Braun®-Venenkatheter) her iki seminal veziküle intralüminal olarak yerleştirildi ve 6/0
ipek ile bağlanarak tespit edildi (Şekil 3.4).
28
Seminal veziküller
Poliüretran kateter
Şekil 3.2: Deney hayvanlarında sağ ve sol
seminal veziküller.
Şekil 3.3: Seminal vezikül apeksine poliüretan
kateter yerleştirilmesi.
Seminal vezikül apeksi
Poliüretran
kateter
6/0 ipek bağlama
Şekil 3.4: Seminal vezikül apeksine poliüretan kateterin tespiti.
Daha sonra kateterin sıçanın hareketleri sırasında yerinden çıkmasını engellemek için
katetere “kıvrım” verilerek karın duvarına 4/0 ipek sütür ile tespit edildi (Şekil 3.5).
Periton içi, 2 mL serum fizyolojik (SF) ve gentamisin sülfat (10 mg/mL) ile yıkandı ve
katlar 4/0 polipropilen sütürle devamlı olarak kapatıldı. Perkütan sistostomi (Cystofix®,
Almanya) iğnesi ile cilt altından ilerleyen ve karın bölgesinden sıçanın ense bölgesine
kadar uzanan bir tünel açıldı. Bu tünelden ilerletilen kateter sıçanın ense bölgesinden
yüzeye çıkarılarak heparinli SF ile yıkandı ve 4/0 ipek ile cilde tespit edildi (Şekil 3.6).
29
Şekil 3.5: Poliüretan kateterin karın duvarına 4/0 ipek sütür ile tespiti.
20 G iğle ucundan
elde edilmiş tıpa
Şekil 3.6: Cilt altından ilerletilerek sıçanın ense bölgesinden yüzeye çıkarılan poliüretan kateterin cilde
tespit edildikten sonraki görüntüsü.
Aynı işlemler karşı taraf seminal veziküle ugulandı. Kateterlerin ucu 20 G iğne ucunun
küntleştirilmesi ve kısaltılmasıyla elde edilen tıpa ile kapatılarak postoperatif iyileşmeye
bırakıldı.
3.5. Koitus Öncesinde ve Sırasında Seminal Vezikül Basınçları, Koitus Sayısı ve
Süresinin Ölçümü
Seminal vezikül kateterleri yerleştirildikten sonra bütün sıçanlar üç gün boyunca iyileşme
dönemine bırakıldı. Postoperatif üçüncü günde tüm sıçanlarda, herhangi bir ilaç
verilmeden önce, uyaran olarak dişi sıçanların kullanıldığı, zamana karşı ilk (bazal) basınç
30
ve koitus süresi ölçümleri yapıldı. Bu ölçümler basınç transdüsırına bağlı bir bilgisayararacılı fizyolojik veri kayıt sistemi (MP 100, BioPac, Türkiye) kullanılarak yapıldı ve
kaydedildi (Şekil 3.7). Kemirgenlerin aydınlık evreden çok, karanlık evrede çiftleşme
eğiliminde olduğu bilinmektedir (17). Yapılan ön çalışmalarda deney hayvanları gündüz
vakitlerinde çiftleşmeyi kabul etmemişler, akşam 17:00’den
başlamışlardır. Bu
sonra çiftleşmeye
yüzden basınç ölçümlerinin hepsi bu saatten sonra yapıldı ve
çiftleşmeyi istemeyen dişi sıçanlar seksüel yönden aktif
kabul edilmeyip çalışmada
kullanılmadı. Bütün erkek sıçanlar seksüel yönden aktif kabul edildi. Çiftleşme
davranışları ve basınçların ölçümü tüm deney hayvanlarında
pleksiglas bir kutuda
(25×15×15 cm) gerçekleştirildi.
Seminal vezikül basınçları akşam 17:00’den sonra ölçüldü ve ölçüm süresi 35 dakika ile
sınırlandırıldı. Basınç ölçerin kalibrasyonu yapıldıktan sonra ilk 5 dakikada erkek sıçanın
kafese ve ortama adaptasyonu amacıyla beklendi. Bu sırada dişi sıçan olmadan bazal
basınç değerleri kaydedildi (Şekil 3.8). Daha sonra, birinci 15 dakikada dişi sıçan
varlığında görsel ve kokusal uyaranlar ile basınç değişimlerini ölçmek için aynı kafesin
içine dişi sıçan ile erkek sıçanı ayıran bir bariyer (kafes şeklinde, koku geçmesine ve rahat
görüşe izin veren, ançak teması engelleyen 20×15 cm boyunda çelik tel) konularak
basınçlar ölçüldü (Şekil 3.10). İkinci 15 dakikada ise bariyer kaldırılarak dişi ve erkek
sıçanların çiftleşmesine izin verildi ve bariyer kaldırıldıktan sonraki ilk koitusa kadar
geçen süre (latans, sn), koitus sayısı, ortalama koitus süresi, koitus sırasındaki ve bazal
ortalama intraveziküler basınç değerleri (mmHg), erkek sıçanın dişiye ilgi durumu, zamana
karşı ölçülerek kaydedildi (Şekil 3.11). Deney boyunca kaydedilen intraveziküler basınç
ölçümlerinin tümüyle izlenebilmesi için sıkıştırılmış trase Şekil 3.9’de görülmektedir. Bu
ilk ölçüm ve değerlendirmelerden sonra 15 gün boyunca dişi ve erkek sıçanlar ayrı
ortamlarda barındırılarak erkek sıçanlara ilaç uygulaması yapıldı. Bu süre boyunca
kateterlerin tıkanmasını önlemek için kateterler iki gün arayla heparinli serum fizyolojikle
yıkandı. İlaçların tamamı distile suda çözünerek hazırlandı. Onbeş gün süren ilaç
uygulamasından sonra 16. gün saat 17:00’den itibaren bütün erkek sıçanların seksüel
davranış parametreleri ve seminal vezikül basınçları aynı yöntemle tekrar ölçüldü. Yine,
bariyer kaldırıldıktan sonra ilk koitusa kadar geçen süre (latans, sn), koitus sayısı, ortalama
koitus süresi, koitus sırasındaki ve bazal intraveziküller basınç değerleri (mmHg) ve erkek
sıçanın dişiye ilgi durumu incelendi. İntraveziküler basınç ölçümü her hayvanda sağ
31
seminal veziküle takılı kateter aracılığıyla yapıldı. Sol seminal veziküle takılı kateter, sağ
seminal vezikül kateterinin çıkması ya da tıkanması halinde basınç ölçümlerinin
yapılabilmesi için yedek olarak bırakıldı.
Şekil 3.7: İntraveziküler basınç değişimlerinin kaydedildiği fizyolojik veri kayıt sistemi.
Basınç transdüsırı
Seminal
Kateter ile transdüsır
veziküle
arasındaki heparinli
yerleştirilen
SF ile dolu bağlantı
kateterin ucu
kateteri
Şekil 3.8: İlk 5 dakikadaki (dişi olmadan) bazal basınç değerlerinin ölçülmesi.
32
2 3 :2 8:5 2 c o , 2 3:2 8 :52
2 3 :32 :2 6 c o temiz len
2 3 :2 8 :4 0 c o te iz le
l n iy o r , 23 :2 8:4203 :3 2:4 3 c o temi
23 :2 7 :1 0 c o temiz len iy or , 2 3 :27 :1 0
23 :3 2:1 2 c o te miz le ni
2 3:2 5 :20 c o te miz le n iy o r , 23 :2 5:2 0
2 3 :3 0:2 0 c o temi, 2 3 :3 0 :2 0
2 3 :24 :4 3ilgi y ok temiz len iy o r , 2 3 :2 4 :4 3 2 3 :29 :5 1 c o te miz le n iy o r , 2 3 :2 9 :5 1
2 3:2 4 :20 c o te miz le niy o r , 2 3 :2 4:2 0 2 3 :28 :5 8 , 2 3 :2 8 :5 8
2 3:3 1 :56 c o te miz le n iy o
2 3 :24 :1 1 c o temiz len iy o r , 2 3 :24 :1 1 23 :2 8:4 8 c o te miz le ni, 2 3:2 8 :48
2 3 :3 2:3 3 c o te mi
2 3:2 4 :03 c o te miz le niy o r , 23 :2 4:0 3 2 3:2 8 :44 c o te miz le n iy o r , 2 3:2 8 :44
2 3 :23 :4 9 c o te miz le n iy o r , 2 3 :2 3 :4 9 23 :2 8:3 6 c o te miz le niy or , 2 3 :28 :3 6
2 3 :2 3 :4 2 c o te miz le n iy o r , 23 :2 3 :4 2 2 3 :28 :3 0 c o temiz len iy o r , 2 3 :28 :3 0
2 3:2 3 :13 c o te miz le niy o r , 23 :2 3:1 3
2 3 :2 8:2 5 c o temiz
te
len iy o r , 2 3 :28 :2 523 :3 2:5 5 dis i a
2 3 :22 :4 8 c o te miz le n iy o r , 2 3:2 2 :48 2 3:2 7 :32 c o te miz le niy o r , 23 :2 7:3 2 2 3 :3 2 :2 0 c o te miz le
2 3 :2 2:2 2 c o , 23 :2 2:2 2
23 :2 6 :5 9 c o te miz le niy o r , 23 :2 6:5 9
2 3:3 1 :51 c o te miz le n iy o e
23 :1 8 :1 0 ko klu y or , 2 3 :18 :1 0
2 3 :2 2:1 0 c o temiz len d i, 2 3 :22 :1 0 2 3 :2 6 :4 4 c o te miz le n iy o r , 2 3:2 6 :44
2 3 :31 :4 7 c o temiz len iy o ,
2 3 :1 6:1 9 temiz len iy o r , 2 3 :16 :1 9
23 :2 2:0 5 ilg i c o k y o gu n , 23 :2 2:0 5
2 3 :26 :3 8 c o te miz le n d i, 2 3:2 6 ::38
2 3:3 0 :44 c o te miz le n iy o r , 23 :3 0 :
2 3 :15 :4 9te miz le n iy o r , 2 3:1 5 :49
2 3:2 1 :57 b ar iy e r ka lkti , 2 3:2 1 :57 23 :2 6 :3 1 c o te miz le niy o r , 23 :2 6:3 1 2 3 :3 1 :1 3te miz le n iy o r , 2 3:3 1 :1
2 3:1 5 :22 s ilkin d i, 2 3 :1 5 :2 2
2 3 :21 :4 8 te miz le n iy o r , 2 3 :2 1 :4 8 2 3 :2 5:5 1 temiz len iy o r ilg i y o k, 2 3 :25
:2 :5
21
3 :3 0 :2 4 c o , 2 3 :3 0:2 4
23 :1 4 :1 4 te miz le niy or , 2 3 :1 4:1 4
2 3 :19 :1 3 te miz le n iy o r , 2 3 :1 9 :1 3 2 3:2 3 :25 c o te miz le n iy o r , 23 :2 3 :2 5 2 3 :2 8:1 4 temiz len iy o r ilg i y o k, 2 3 :28 :1 4
2 3 :13 :3 2 d is i ko n du ilg i c o k y o gu n , 23 :1 3 :3 2
2 3:2 1 :07 te miz le niy o r , 2 3 :2 1:0 7 2 3 :2 5:1 1 c o te miz le niy or , 2 3 :25 :1 1 2 3:2 92:50
3:3 0 :29 c o te miz le n iy o r , 23 :3 0 :2
2 3 :10 :4 2te miz le n iy o r , 2 3:1 0 :42
2 3 :15 :1 2ko kluy o r , 2 3:1 5 :12
2 3 :1 9:0 8 s ilkind i, 23 :1 9:0 8 23 :2 2:3 3 ko klu y or , 2 3 :22 :3 3
2 3:2 6 :25 c o , 2 3:2 62:25
3:2 9 :00 temiz len iy or , 2 3 :29 :0 0
1 .0 00 0 0 0
mmHg
Pressure
8 .6 72 5 2 6
- 6.6 7 25 2 6
- 14 .3 45 0 5 2
4 0 1 .0 0 0 00 0
HR
BPM
2 6 7 .3 3 3 33 3
1 3 3 .6 6 6 66 7
0 .0 00 0 0 0
minu te s
6.1 9 8 70
1 2 .3 97 4 1
1 8.5 9 61 1
24 .7 94 8 2
Şekil 3.9: Deney boyunca kaydedilen intraveziküller basınç ölçümlerinin tümüyle izlenebilmesi için
sıkıştırılmış trase.
Erkek sıçan
Bariyer
Dişi sıçan
Şekil 3.10: Görsel ve kokusal uyaranların seksüel davranışa etkilerinin değerlendirildiği birinci 15
dakikada dişi varlığında arada bariyer varken intraveziküler basınçların ölçülmesi.
33
Basınç transdüsırına
bağlı kateter
Erkek sıçan
Dişi sıçan
Şekil 3.11: İkinci 15 dakikada aradaki bariyerin kaldırılarak dişi sıçanla fiziksel temasa izin verilen
dönemde intraveziküler basınçların ölçülmesi.
Şekil 3.12’de sabit giden intraveziküler basınç değerlerinin koitus anındaki artışı net olarak
görülmektedir. Özellikle basınç trasesinde koitusun oluşturduğu genlik artışı dikkat
çekicidir. Deney hayvanların çiftleşmeye girmesi için dışarıdan herhangi bir müdahalede
bulunulmadı. Sessiz bir ortamda çiftleşme takip edildi, koitus sırasındaki basınç artışlarını
olası artefakttan ayırtetmek için işlem boyunca deney hayvanları gözlemlenerek koitus
süresi, sayısı, dişi ve erkek sıçanların davranışları kaydedildi.
23:31:47 c o temiz leniy o, 23:31:47
23:31:51c o temiz leniy oe, 23:31:51
4.130691
- 2.130691
mmHg
Pressure
1.000000
- 5.261382
Koitus
Koitus
401.000000
HR
BPM
267.333333
133.666667
0.000000
s ec onds
1476.32792
1478.12613
1479.92434
1481.72254
Şekil 3.12: Seminal vezikülden kaydedilen basınç değişimlerini gösteren örnek trasede koitus sırasında
oluşan intraveziküler basınç artışının tipik görüntüsü.
34
3.6. İzole Seminal Vezikül ve Vaz Deferens Preparatlarının Hazırlanması (In Vitro
Deney)
İlk cerrahiden 25 gün sonra tüm deney hayvanları ksilazin (10 mg/kg, i.p.) ve ketamin
(150 mg/kg, i.p.) anestezisi altında uygun saha arıtımını ve örtümünü takiben supin
pozisyonda tespit edildi. Abdomen orta hattan açılarak seminal veziküllere ve vaz
deferenslere ulaşıldı. Seminal vezikül ve vaz deferenslere zarar vermeden testislere kadar
çevre yağ ve bağ dokularından serbestlendi ve testisin hemen distalinden en bloc halinde
rezeke edilerek içinde soğuk Krebs-Henseleit solüsyonu [118 nanomolar (nM) sodyum
klorür, 4.7 nM potasyum klorür, 2.5 nM kalsiyum klorür, 25 nM sodyum bikarbonat, 1.2
nM magnezyum sülfat, KH2PO4 ve 11 nM glukoz içerir] bulunan diseksiyon plağına alındı.
İzole edilen her iki vaz deferens ve sağ seminal vezikül (basınç ölçümü yapılan seminal
vezikül) izometrik gerim değişikliği ölçümü için kullanıldı. Hazırlanan vaz deferens ve
sağ seminal vezikül preparatları proksimalden ve distalden tespit edilerek izole organ
sistemine nakledildi (Şekil 3.13).
İzole
seminal
vezikül
dokusu
Şekil 3.13: Sıçan izole seminal vezikül dokularının izole organ banyosu sistemi için hazırlanması (siyah ok).
Deney hayvanları yüksek doz anestezik uygulamasıyla beş ardışık gün boyunca (her gün 3
sıçan) sakrifiye edildi.
35
3.7. İzole Organ Banyosu Sisteminde In Vitro İzometrik Gerim Değişikliği Deneyleri
Ejakülasyon mekanizmasında düz kas fizyolojisi ve farmakolojisinin aydınlatılmasında en
çok kullanılan dokulardan olan vaz deferensler de izole organ banyosuna asıldı. Bir günde
iki erkek sıçan çalışmaya alındı ve 14 erkek sıçan üzerindeki çalışma 7 günde tamamlandı.
Deney hayvanlarından elde edilen izole seminal vezikül ve vaz deferens preparatları
bilgisayar-aracılı fizyolojik veri kayıt sistemine bağlı organ banyosu sisteminde (BioPac,
MP100, Türkiye) izometrik gerim değişiklikleri açısından incelendi.
İzole organ banyosu, bir ucu sabit, diğer ucu bir transdüsıra bağlı olan bir dokunun
(özellikle düz kas içeren) fizyolojik şartlar altında, çeşitli biyoaktif ajanlara verdiği
kasılma, gevşeme gibi izometrik gerim değişiklikleri yanıtlarını araştırmaya yönelik bir
sistemdir. Dokular %95 O2 + %5 CO2 gaz karışımı ile sürekli olarak havalandırılan, 37 °C
sıcaklığında Krebs–Henseleit solüsyonu ile dolu 10 mL’lik izole organ banyolarına
asılarak, kuvvet–yerdeğiştirme transdüsırları (FT03) aracılığı ile algılanan izometrik gerim
değişiklikleri bir fizyolojik veri toplama ve değerlendirme sisteminde analiz edilmek üzere
kaydedildi. En iyi yanıtların elde edilmesi amacıyla dokular 1 g dinlenme gerimi altında 1
saat süresince dinlendirildi. Bu sırada organ banyoları her 15 dakikada bir taze KrebsHenseleit solüsyonu ile yıkandı (Şekil 3.14).
İzole
Seminal
vezikül
dokusu
Şekil 3.14: Solda izole organ banyosu sistemi ve sağda organ banyosunda izole sıçan seminal vezikül
preparatı (siyah ok).
36
3.8. İlaçlar
3.8.1. In Vivo Uygulanan İlaçlar
Deney hayvanlarına in vivo uygulanan ilaçlar ve uygulama dozları aşağıdaki gibidir:
¾ Fluoksetin (Prozac kapsül, 20 mg, Lilly) Non selektif serotonin geri alım inhibitörü,
1 mg/kg/gün (p.o.)
¾ Ondansetron (Zofer tablet 4 mg, Adeka) 5-HT3 reseptör antagonisti, 1 mg/kg/gün
(p.o.)
3.8.2. In Vitro Uygulanan İlaçlar
İzole organ banyosu deneylerinde uygulanan ilaçlar ve uygulandıkları konsantrasyonlar
aşağıdaki gibidir:
¾ KCl: Potasyum klorür, depolarize edici ajan (80 mM)
¾ Serotonin: Serotoninerjik agonist (10-9-3×10-4 M)
¾ Ketanserin: Potent 5-HT 2 reseptör antagonisti, α1 adrenerjik reseptör antagonisti
(10-7 M)
¾ Klozapin: Non-selektif 5-HT 2A, 2C, 5-HT3, 5-HT6, 5-HT 7 antagonisti (10-7 M)
¾ Fenilefrin (FE): α 1 adrenerjik reseptör agonisti (10-9 - 3×10-4 M)
¾ BRL 155572 : Potent selektif 5-HT1D antagonisti (10-7 M)
¾ Prazosin: α 1 adrenerjik reseptör antagonisti (10-7 M)
¾ Asetilkolin: Kolinerjik agonist (10-7-3×10-4 M)
¾ Sodyum nitroprussit (SNP): NO donörü (10-8-10-3 M)
¾ Papaverin: Özgün olmayan düz kas gevşetici, fosfodiesteraz inhibitörü (10-9-10-7
M)
Tüm ilaçlar ve test maddeleri Sigma (St. Louis, USA) firmasından temin edildi. İlaçların
tamamı distile suda çözülerek hazırlandı. Yukarıda belirtilen konsantrasyonlar organ
banyosundaki son konsantrasyonları göstermektedir. Bu amaçla, ilaçlar banyolara
mikropipet aracılığı ile (µL düzeyinde) kümülatif olarak eklendi. İnhibitör ve antagonistler,
banyo ortamına agonistlerden 15-30 dakika önce eklenerek dokunun antagonistle inkübe
olması sağlandı. Farklı ilaç uygulamaları arasında banyolar 5 dakika ara ile 3 kez taze
Krebs-Henseleit solüsyonu ile yıkanarak önceki ilacın dokudan uzaklaştırılması sağlandı.
37
3.9. Deneyler
İzole vaz deferens ve seminal vezikül preparatlarında kolinerjik, adrenerjik ve
serotoninerjik kasılma ve gevşeme yanıtlarındaki değişiklikler gruplar arasında
karşılaştırıldı.
3.9.1. İzometrik Gerim Değişikliği Deneyleri
Bu deneylerden öncelikli beklentimiz ejakülasyon sürecine katkıda bulunan dokulardan
olan vaz deferenslerin ve in vivo deneylerde kateterin yerleştirildiği seminal veziküllerin
vücut dışında fakat fizyolojik koşulların olabileceğince sağlandığı izole organ banyosu
sisteminde, ejakülasyon süreci ile ilgili çeşitli uyaranlara (kolinerjik, serotoninerjik,
adrenerjik, nitrik oksit, vb.) verdikleri izometrik gerim değişikliği (kasılma, gevşeme)
yanıtlarını inceleyebilmekti. Böylece izole edilerek pek çok refleks ve/veya kompansatuvar
etkiden arındırılan bu dokularda, yukarıda belirtilen test maddelerinin net etkileri ortaya
konulabilecekti. Bu amaçla, deney hayvanlarından izole edilen sağ ve sol vaz deferens
preparatlarında serotonin, fenilefrin ve asetilkolin ile oluşan konsantrasyona bağlı yanıtlar
incelendi. Bu maddelerin ardışık olarak artırılan kümülatif konsantrasyonları (10-9-3×10-4
M) ile elde edilen konsantrasyon yanıt eğrileri açısından ondansetron, fluoksetin ve kontrol
grupları karşılaştırıldı. Dokuların bireysel farklılıklarından doğması olası yanıt
değişkenliğini önlemek amacı ile her kasılma yanıtı, deneyin başında o dokuda 80 mM
KCl ile oluşturulan standart kasılmaya göre oranlanarak normalize edildi. Daha sonra
agonistlerle elde edilen konsantrasyon-yanıt eğrilerinin muhtelif antagonistlerin varlığında
nasıl değiştiği incelendi. Bu amaçla, fenilefrin uygulaması, α1 adrenoreseptör antagonisti
prazosin, serotonin uygulamaları da potent 5-HT2 reseptör antagonisti ketanserin, 5HT2A,2C, 5-HT3, 5-HT6, 5-HT7 antagonisti klozapin ve potent 5-HT1D antagonisti BRL
155572 varlığında yenilendi. Benzer yaklaşımla, kateterin yerleştirildiği seminal vezikül
dokusundan hazırlanan preparatta da fenilefrin ile oluşturulan konsantrasyon-kasılma
yanıtları ve bu yanıtlara prazosinin etkisi incelendi.
Dokularda kolinerjik agonist asetilkolinle ne bazal, ne de gerim halindeki ön kasılma
uygulanmış preparatlarda belirgin bir yanıt elde edilemedi.
38
3.10. İstatistiksel Analiz
Çalışmadan elde edilen veriler ortalama ve ortalamanın standart hatası olarak belirtildi. Bu
verilere GraphPad Prism Versiyon 4.0 (GraphPad Software Inc., USA) paket programı
kullanılarak iki-yönlü varyans analizi uygulandı (116). Veriler intraveziküler basınç
değişimlerinin incelendiği in vivo deneylerde (1) İlaç uygulamalarına, (2) Uyaran
durumuna göre karşılaştırıldı. In vitro deneylerde ise iki yönlü varyans analizi ile (1) İlaç
uygulamalarının ve (2) Konsantrasyonun etkileri incelendi. In vivo deneylerin koitus ile
ilgili verileri (sayı, süre, latans, vb.) tek yönlü varyans analizi ile karşılaştırıldı. Varyans
analizi ile gruplar arasında farklılık tespit edilmesi durumunda farklılığın hangi gruplar
arasında olduğunu belirlemek üzere “post hoc” Bonferroni testi uygulandı. p< 0.05 değeri
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
39
4. BULGULAR
4.1. In Vivo Deneyler
Seminal vezikül içindeki basınç ortalamaları ve süreleri dişi sıçan yok iken, dişi sıçan var
ama arada bariyer var iken (görsel ve kokusal uyaran için) ve dişi sıçan varlığında aradaki
bariyer kaldırıldıktan sonra ölçüldü. Böylece, incelenen parametreler üzerinde görsel ve
kokusal uyaranların etkisi de değerlendirilmiş oldu. Seminal veziküllerdeki bazal (koitus
dışında kalan süredeki) basınç ortalamaları Şekil 4.1’de gösterilmiştir. Fluoksetin grubunda
dişi sıçan varlığında ortalama basınç değerlerinde ilaç aldıktan sonra düşme eğilimi
görülürken kontrol ve ondansetron gruplarında basınç ortalamalarında anlamlı bir
değişiklik görülmedi. Bazal basınç ortalamalarında gruplar arasındaki ve/veya süreçler
arasındaki değişikliklerin hiçbiri istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
diş i 0, bariyer 0
diş i +, bariyer +
O
N
D
A
N
S
E
T
R
O
N
-1
O
N
D
A
N
S
E
T
R
O
N
-2
FL
U
O
K
S
E
Tİ
N
-2
FL
U
O
K
S
E
Tİ
N
-1
diş i +, bariyer 0
K
O
N
TR
O
L2
K
O
N
TR
O
L1
Basınç Ortalaması (mmHg)
İntraseminal vezikül Bazal Basınç Ortalamaları
Gruplar
Şekil 4.1: Seminal vezikül içindeki bazal (koitus dışında kalan sürelerdeki) basınç ortalamaları. İlaç
tedavisi uygulanmadan önceki (1) ve tedavi döneminden sonraki (2) bazal basınç ortalamaları.
Sütunlar ortalama değerleri, çubuklar ortalamanın standart hatasını göstermektedir.
Bariyer kaldırıldıktan sonraki ilk koitusa kadar geçen süre latans (sn) olarak
değerlendirildi. Kontrol grubunda ilaç uygulanmamasına rağmen
latansta bir azalma
eğilimi görülürken, fluoksetin grubunda bir değişiklik olmadı, ondansetron grubunda ise
latansta bir uzama eğilimi gözlendi (Şekil 4.2). Ancak, bu değişiklikler de istatistiksel
olarak önemli bulunmadı.
40
Latans
700
Latans (sn)
600
500
400
328,39
300
148,53
200
69,45
100
34,96
86,245
30,68
AN
SE
TR
O
O
N
O
N
D
D
FL
U
AN
SE
TR
O
N2
N1
O
KS
ET
İN
-2
O
KS
ET
İN
-1
FL
U
KO
N
KO
N
TR
TR
O
L-
O
L-
1
2
0
Gruplar
Şekil 4.2: Bariyer kaldırıldıktan sonra ilk koitusa kadar geçen süre (Latans, sn). Latansın, ilaç tedavisi
uygulanmadan önceki (1) ve tedavi döneminden sonraki (2) durumu. Sütunlar ortalama değerleri,
çubuklar ortalamanın standart hatasını göstermektedir.
İlk ve tedavi dönemi sonrasındaki son ölçümlerde ortalama koitus sayısında bir fark
bulunamadı, fluoksetin ve ondansetron gruplarında ise istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamakla beraber koitus sayısında bir azalma eğilimi görüldü (Şekil 4.3).
Ortalama koitus sayısı
Ortalam a koitus sayısı
30
25
19,5
20
16,4
15
8,3
10
5
5
5
4,0
N2
TR
O
AN
SE
TR
O
N
O
D
N
O
D
AN
SE
KS
O
U
FL
O
U
FL
N1
İN
-2
ET
İN
-1
ET
KS
TR
N
KO
KO
N
TR
O
O
L-
L-
1
2
0
Gruplar
Sekil 4.3: Onbeş dakika içindeki ortalama koitus sayısı. İlaç tedavisi uygulanmadan önceki (1) ve tedavi
döneminden sonraki (2) ortalama koitus sayıları. Sütunlar ortalama değerleri, çubuklar
ortalamanın standart hatasını göstermektedir.
41
İncelenen bir başka değişken ortalama koitus süreleri idi. Ortalama koitus süresinin kontrol
grubunda bekleme (tedavi) döneminden sonra kısalması ilginçti (p< 0.05). Fluoksetin
grubunda bu değişken açısından hiçbir fark gelişmezken, ondansetron grubunda anlamsız
bulunmakla beraber bir artış eğilimi olduğu dikkat çekiciydi (Şekil 4.4).
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
6,25
5,77
*
3,94
3,52
2,43
O
N2
O
N
-1
ET
R
D
AN
S
NS
D
A
O
N
FL
U
O
N
E
O
KS
E
O
KS
FL
U
ET
R
Tİ
N
-1
Tİ
N
O
L2
O
N
TR
K
KO
N
TR
-2
2,36
O
L1
Ortalama süre (sn)
Ortalama koitus süresi
Gruplar
Şekil 4.4: Onbeş dakika içinde olan koitusların ortalama süresi. İlaç tedavisi uygulanmadan önceki (1) ve
tedavi döneminden sonraki (2) ortalama koitus süreleri. Sütunlar ortalama değerleri, çubuklar
ortalamanın standart hatasını göstermektedir. Parametrik test varsayımlarının gerçekleşmediği
hallerde nonparametrik testler uygulandı. * p< 0.05; kontrol-1’e göre.
Koitus sırasında kaydedilen ortalama seminal vezikül basınçlarında kontrol grubunda
herhangi bir değişiklik görülmezken, fluoksetin grubunda koitus sırasında intraveziküler
basınçların arttığı görüldü (Şekil 4.5). PE tedavisinde kullanılmakta olan ve “altın standart”
olarak bu çalışmaya da dahil edilen fluoksetinin bu etkisi çarpıcı bulundu (p< 0.05).
Ondansetron tedavisi de intraveziküler basınçlarda anlamsız da olsa bir artma eğilimi
yarattı.
42
25
20
*
14,86
15
12,81
10
6,18
5,50
4,17
5
2,52
N2
NS
E
DA
ON
ON
DA
NS
E
TR
O
TR
O
N1
İN
-2
ET
KS
UO
FL
FL
UO
KO
KS
NT
ET
RO
L-
LRO
NT
KO
İN
-1
2
0
1
Orta la m a B a s ınç D e ğiş im i (m m H g)
Koitus sırasında ortalama intravezikal basınç değişimi
Gruplar
Şekil 4.5: Koitus sırasında seminal veziküllerdeki ortalama basınç değişimleri. İlaç tedavisi uygulanmadan
önceki (1) ve tedavi döneminden sonraki (2) inraveziküller ortalama basınç değişimleri. Sütunlar
ortalama değerleri, çubuklar ortalamanın standart hatasını göstermektedir. Parametrik test
varsayımlarının gerçekleşmediği hallerde nonparametrik testler uygulandı.* p< 0.05; fluoksetin1’e göre.
4.2. In Vitro Deneyler
Çalışmanın birinci bölümünde in vivo deney düzeneğinde koitus ve ejakülasyon
mekanizmaları üzerindeki etkileri incelenen SSRİ fluoksetin ve 5-HT3 reseptör antagonisti
ondansetron ön-tedavilerinin izole seminal vezikül ve vaz deferens dokuları üzerindeki
etkilerini incelemeye yönelik in vitro deneyler çalışmanın ikinci bölümünü oluşturdu. Bu
bölümde, uzun süreli SSRİ ya da 5-HT3 reseptör antagonisti ön-tedavisinin ejakülasyon
fizyolojisinde rolü olan vaz deferens ve seminal vezikül dokularında önemli bir yanıt
değişikliğine yol açıp açmadığı ve eğer böyle bir yanıt değişkenliği oluşturuyorsa bunun
olası mekanizmalarının araştırılması hedeflendi. Sıçan izole vaz deferens dokusunda
öncelikle serotonin konsantrasyon- kasılma eğrileri elde edildi. Sonra bu yanıtlar üzerine
çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkileri incelendi. BRL 15557 (5-HT1D reseptör
antagonisti), klozapin (5-HT2A,
2C, 3,
5-HT6, 5-HT7 reseptör antagonisti) ve ketanserin (5-
HT2 reseptör antagonisti) kompetitif antagonizma yolu ile vaz deferens kasılmalarını sağa
kaydırdı. “Sağa kayma” doz-yanıt (konsantrasyon-yanıt) eğrisinin paralel olarak sağa
kaymasını ve aynı yanıtın elde edilmesi için gereken ilaç dozunun (konsantrasyonunun)
daha yüksek olması gerektiğini diğer bir ifade ile inhibisyon etkisini ifade etmektedir.
Maksimum etkiyi değiştirmeksizin oluşan bir sağa kayma kompetitif antagonizmanın
göstergesidir. Dolayısıyla, konrol grubunda elde edilen bu bulgu ile vaz deferens
43
dokusunun serotonine verdiği konsantrasyona bağımlı kasılma yanıtlarında, antagonistler
tarafından inhibe edilen serotonin reseptörlerinin rolü olduğu düşünüldü. Sıçan izole vaz
deferens dokusunda serotonin ile oluşan
konsantrasyona
bağımlı kasılma yanıtları
açısından fluoksetin ve ondansetron ön-tedavisi uygulanan gruplar ile kontrol grubu
arasında anlamlı bir fark bulunmadı (Şekil 4.6).
Submaksimal KCl kasılmasının yüzdesi
(%)
Sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin konsantrasyon-kasılma eğrileri
35
30
25
Kontrol
20
Fluoksetin
15
Ondansetron
10
5
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.6: Kontrol, fluoksetin ya da ondansetron ön-tedavisi uygulanan gruplarda sıçan izole vaz deferens
dokusunda serotonin konsantrasyon-kasılma eğrileri. Veriler ortalama ± ortalamanın standart
hatası olarak verilmiştir.
Sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin ile oluşan konsantrasyona bağımlı kasılma
yanıtları üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin (BRL 155572, klozapin ve
ketanserin) etkileri Şekil 4.7’de görülmektedir.
44
Sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin konsantrasyon-kasılma
eğrileri üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi
(Kontrol grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
90
80
70
60
Kontrol (5-HT)
50
BRL +
40
Klozapin +
30
Ketanserin +
20
10
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.7: Kontrol grubunda izole vaz deferens dokusunda serotonin ile oluşturulan konsantrasyon-kasılma
yanıtları üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi. Veriler ortalama ± ortalamanın
standart hatası olarak verilmiştir.
Fluoksetin ön-tedavisi alan grupta da ketanserin, klozapin ve BRL15572 ile kompetitif
antagonizma varlığında 5-HT ile benzer konsantrasyon kasılma eğrileri elde edilmiştir
(Şekil 4.8).
Sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin konsantrasyon-kasılma eğrileri
üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi
(Fluoksetin grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
90
80
70
60
Kontrol (5-HT)
50
BRL +
40
Klozapin +
30
Ketanserin +
20
10
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.8: Fluoksetin ön-tedavisi alan sıçanlarda izole vaz deferens dokusunda serotonin ile oluşturulan
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi.
Veriler ortalama ± ortalamanın standart hatası olarak verilmiştir.
Ondansetron ön-tedavisi alan grupta ise serotonin konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerinde
ketanserin ve klozapin ile benzer değişimler saptandı (Şekil 4.9). Bu grupta selektif 5-HT1D
antagonisti olan BRL 155572 uygulanamadı.
45
Sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin konsantrasyon-kasılma eğrileri
üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi
(Ondansetron grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
90
80
70
60
Kontrol (5-HT)
50
Klozapin +
40
Ketanserin +
30
20
10
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.9: Ondansetron ön-tedavisi alan sıçanlarda izole vaz deferens dokusunda serotonin ile oluşturulan
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerine çeşitli serotonin reseptör antagonistlerinin etkisi.
Veriler ortalama ± ortalamanın standart hatası olarak verilmiştir.
Çalışmanın in vitro kısmının bu bölümünde, in vivo deneylerde kateterin yerleştirildiği
seminal vezikül dokusunun adrenerjik yanıtları izole organ banyosu sisteminde incelendi.
Böylece ejakülasyon sürecinde rolü olan bu dokunun ön-tedavi uygulamalarından sonra
özellikle kasılabilirliğinin nasıl etkilendiği hakkında bilgi sağlanabilecekti. Ayrıca,
yerleştirilen kateterin dokunun kasılma fizyolojisine zarar verip vermediği de açığa
çıkarılacaktı. Sıçan izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin ile elde edilen
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerinde fluoksetin veya ondansetron ön-tedavilerinin
belirgin bir etkisi olmadı (Şekil 4.10). Ancak, her iki ön-tedavinin özellikle ondansetron ön
tedavisinin eğriyi sağa kaydırma eğiliminde olması dikkat çekicidir.
Daha sonra, tüm gruplarda fenilefrin kasılma yanıtlarına α1 adrenoreseptör antagonisti
prazosinin etkisi incelendi. Beklendiği gibi, prazosin tüm gruplarda fenilefrin ile oluşan
konsantrasyon-kasılma eğrilerini sağa kaydırdı. Ancak, kontrol grubunda prazosin
varlığında sağa kaymış eğrinin maksimum etki düzeyine ulaşması diğer bir ifade ile
kompetitif antagonizma gerçekleştiği halde (Şekil 4.11), fluoksetin veya ondansetron öntedavisi uygulanan gruplarda maksimum etkiye ulaşılamaması dikkat çekici bulundu (Şekil
4.12, 4.13).
46
Sıçan izole Seminal Vezikül dokusunda fenilefrin
konsantrasyon-kasılma yanıtı
Submaksimal KCl kasılma yüzdesi
%
180
160
140
120
Kontrol
100
fluoksetin
80
ondansetron
60
40
20
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.10: Sıçan izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin konsantrasyon-kasılma yanıtlarında fluoksetin
veya ondansetron ön-tedavilerinin etkisi. Veriler ortalama ± ortalamanın standart hatası olarak
verilmiştir.
Sıçan izole Seminal Vezikül dokusunda fenilefrin
konsantrasyon-kasılma yanıtının prazosinle inhibisyonu
(Kontrol Grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
160
140
120
100
PE
80
PE (prazosin +)
60
40
20
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [- log M]
Şekil 4.11: Kontrol grubunda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin ile oluşturulan
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerine prazosinin etkisi. Veriler ortalama ± ortalamanın
standart hatası olarak verilmiştir.
47
Sıçan izole Seminal Vezikül dokusunda fenilefrin
konsantrasyon-kasılma yanıtının prazosinle inhibisyonu
(Fluoksetin Grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
160
140
120
100
80
PE
60
PE + prazosin
40
20
0
-20
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.12: Fluoksetin grubunda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin ile oluşturulan
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerine prazosinin etkisi. Veriler ortalama ± ortalamanın
standart hatası olarak verilmiştir.
Sıçan izole Seminal Vezikül dokusunda fenilefrin
konsantrasyon-kasılma yanıtının prazosinle inhibisyonu
(Ondansetron Grubu)
Submaksimal KCl kasılmasının
yüzdesi (%)
180
160
140
120
100
PE
PE + prazosin
80
60
40
20
0
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-log M]
Şekil 4.13: Ondansetron grubunda sıçanlarda izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin ile oluşturulan
konsantrasyon-kasılma yanıtları üzerine prazosinin etkisi. Veriler ortalama ± ortalamanın
standart hatası olarak verilmiştir.
Nitekim, prazosin varlığında elde edilen fenilefrin konsantrasyon-kasılma eğrileri
yönünden deney grupları karşılaştırıldığında, fluoksetin veya ondansetron ön-tedavisi alan
gruplarda inhibisyonun daha belirgin olduğu gözlendi (Şekil 4.14).
48
Sıçan izole Seminal Vezikül dokusunda fenilefrin konsantrasyonkasılma yanıtının prazosinle inhibisyonu
Submaksimal KCl kasılması (%)
160
140
120
100
Kontrol
80
fluoksetin
60
ondansetron
40
20
0
-20
9
8,5
8
7,5
7
6,5
6
5,5
5
4,5
4
3,5
Konsantrasyon [-logM]
Şekil 4.14: Sıçan izole seminal vezikül dokusunda fenilefrin konsantrasyon-kasılma yanıtının prazosinle
inhibisyonunda fluoksetin veya ondansetron ön-tedavisinin etkisi. Veriler ortalama ±
ortalamanın standart hatası olarak verilmiştir .
49
5. TARTIŞMA
Prematür ejakülasyon, erkekleri en sık etkileyen cinsel işlev bozukluklarından birisi
olması nedeniyle son yıllarda yeni tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilmeye çalışılmakta ve
etyolojiye
yönelik
birçok
çalışma
ve
araştırma
yapılmaktadır.
Ejakülasyonun
nörofizyolojisi kısmen anlaşılmış bulunmaktadır. PE etyolojisinin daha çok aydınlatılması
gerekiyorsa da son 10 yıl içinde tamamen psikolojik olduğu inancı, yerini nörobiyolojik
kökenli olduğu görüşüne bırakmaktadır. Türkiye’de kliniklere başvuran cinsel aktif
erkeklerde prematür ejakülasyon oranı %36.5 olarak saptanmıştır. PE seksüel yönden aktif
erkeklerin %30-40’ını yaşamın bir döneminde etkilemektedir. Dünyada PE’lu erkek
sayısının 100 milyondan fazla olduğu tahmin edilmektedir. PE tedavisinde önceden altın
standart kabul edilen davranışçı yöntemlerin kullanılması ile %60-95 oranında başarılı
sonuçlar elde edildiği bildirilmesine rağmen, uzun süreli takipler hastaların çoğunda
problemin tedavi öncesi dönemdeki haline geri döndüğünü göstermektedir (117-119).
Psikolojik tedavinin uzun dönemde etkisiz olması, hastanın ve eşinin birbiriyle
uyumsuzluğundan kaynaklanan problemler, öncelikle Türkiye gibi seks terapisinin
yerleşmediği erkek egemen toplumlarda farmakolojik tedaviyi ön plana çıkarmaktadır.
Deneysel açıdan bakıldığında ejakülasyonla ilgili çalışmaların yapılması mekanizmanın
karmaşıklığı nedeniyle oldukça zordur. Halen tüm unsurların hesaba katıldığı ölçülebilir
bir PE modeli yoktur. Literatürde PE ile ilgili deneysel hayvan modellerinde ilgili
parametrelerin ya anestezi altındaki deney hayvanlarında ölçüldüğü ya da uyanık ve
hareket eden hayvanlarda çiftleşme davranışının incelendiği görülmektedir (97,104-109).
Buna karşılık nöral ve fizyolojik mekanizmaların aydınlatılması çok zordur ve invazif
girişimler de sorun yaratmaktadır.
Sıçanlarda ejakülasyon uzamış derin itişler olarak tanımlanır. Daha sonra erkek sıçan
genital bölgesini tırmalar ve birkaç dakika süreyle seksüel davranışlarına ara verir. Gerçek
ejakülasyon vajinada semen materyalinin bulunması ile kanıtlanırsa da bu pratik bir
yöntem değildir. Literatürdeki diğer bir yöntem ise anestezi altındaki sıçanda ejakülasyon
komponentlerinin incelenmesidir. Seminal veziküle kateter konularak anestezi altındaki
sıçanda değişik farmakolojik tedaviler uygulanabilir. Oysa ejakülasyon sürecinde santral
sinir sisteminin katkısı göz ardı edilemez. Özellikle, PE sorununun insanlarda yarattığı
olumsuzluk daha çok santral komponentler nedeniyledir. PE etyolojisinde Paccini
50
cisimciklerinin aşırı duyarlılığı gibi periferik nedenlerden çok anksiyete, stres gibi santral
nedenler öne çıkmaktadır. Bu yüzden, buradaki model anestezinin etkisini ekarte etmek
için sıçanların seminal veziküllerine kalıcı basınç kateteri yerleştirildi. Böylece, santral
sinir sisteminin ejakülasyon sürecine katkısını daha detaylı incelemeye olanak veren bir
deney modeli oluşturuldu. Terasaki, seminal veziküllere kateter koyarak seminal
veziküllerin günlük salgıladığı sekresyon miktarını ölçmüştür, fakat bu ölçüm fizyolojik
koşullar altında dişi sıçan varlığında yapılmamıştır (120). Ayrıca ejakülasyon sürecinde
intraveziküler basıncın, salgı miktarından daha doğru bir fizyolojik gösterge olduğu açıktır.
Çünkü, miktar az bile olsa düz kasların etkisiyle ejakülasyon için gerekli basınç
oluşturulabilir. Bu yüzden, buradaki çalışmada intraveziküler salgı miktarını değil seminal
vezikül içinde oluşan basınç ölçüldü. Sıçanlarda seminal vezikül basınçları önce herhangi
bir uyaran yokken (bazal) ölçüldü, daha sonra dişi sıçanın görsel ve kokusal uyarısının
basınçlar üzerindeki etkisi değerlendirildi, son olarak da dişi sıçanla fiziksel temasa izin
verilerek koitusun ve gerçekleşirse ejakülasyonun intraveziküler basınçları nasıl etkilediği
gösterildi. Böylece tüm aşamalarıyla fizyolojik bir çiftleşme modeli oluşturuldu. Deney
hayvanlarının bir kısmında yukarıda yapılan tanıma uygun olarak ejakülasyon saptandı.
Davranışsal olarak ejakülasyonun gerçekleştiği görülmekle birlikte, intravajinal semen
örneği elde edilmediği için kesin kanıt olarak kabul edilmedi. Ancak, ejakülasyon
davranışının geliştiği sıçanlarda eş zamanlı olarak intraveziküler basınçta saptanan ani
düşmeler bu gözlemi doğruladı. Yine de her sıçanda bu sürecin gelişmemesi ejakülasyonun
kendisinden çok, ejakülasyon sürecine odaklanılmasına neden oldu. Bu amaçla, sıçanlarda
ilk koitusa kadar gecen süre (latans), ortalama koitus sayısı, ortalama koitus süresi
değerlendirildi. Ayrıca, koitus dışında kalan dönemdeki (bazal) ve koitus anındaki
intraveziküler basınçlar ölçüldü. Bu çalışmada önerilen söz konusu yöntem bilindiği
kadarıyla literatürde yenidir. Bu model, sıçanlarda seminal veziküle kalıcı kateter
yerleştirilmesiyle,
uyanık,
serbest
hareketli
sıçanlarda
ejakülasyon
sürecinin
incelenmesine olanak veren yararlı bir yöntem olmaya adaydır.
Birçok ilaç, çeşitli reseptörler aracılığı ile ejakülasyon mekanizmasını etkilemektedir.
Sıçanlarda cinsel davranışı serotonin, dopamin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin
etkilediği bildirilmiştir. Dopaminin erkek sıçanlardaki cinsel davranış üzerine olan etkileri
bilinmektedir. 5-HT reseptör agonist ve antagonistleriyle ejakülasyonun henüz tam
aydınlanmamış farmakolojik mekanizmaları üzerinde çalışmalar sürmektedir. Deney
51
hayvanlarındaki 5-HT2C ve 5-HT1A reseptör etkileşimlerine dayanarak Waldinger ve ark.,
erkeklerdeki erken ejakülasyondan 5-HT2C reseptörlerinin hiposensitivitesini ve/veya 5HT1A reseptörlerinin hipersensitivitesini sorumlu tutan bir hipotez oluşturmuşlardır (4749). Buna göre postsinaptik 5-HT reseptörlerin aktivasyonu, ejakülasyonda gecikmeye
sebep olmakta, bu da insanda çeşitli SSRİ çalışmalarıyla desteklenmektedir. Bu
çalışmalarda 5-HT2C ve 5-HT1A reseptör alt tiplerinin insandaki ejakülasyondan da sorumlu
olup olmadığı kesin değildir, çünkü SSRİ tedavisi diğer çeşitli postsinaptik veya
presinaptik reseptör alt tiplerini de aktive etmektedir. Erkek sıçanlar üzerindeki
çalışmalarda da serotonin ve serotonin reseptörlerinin ejakülasyonla ilgili olduğu
gösterilmiştir. Örneğin, seçici olmayan 5-HT2C agonisti olan d-liserjik asit dietilamit ve
kipazin ile yapılan çalışmalarda 5-HT2C reseptörlerinin uyarılması ile ejakülasyonun
geciktirildiği gösterilmiştir (121). Yine, postsinaptik 5-HT1A reseptörlerinin selektif
agonisti 8-OH-DPAT ile aktivasyonu erkek sıçanlarda ejakülasyon süresinin kısalmasına
sebep olmaktadır (121). SSRİ uygulanması presinaptik membranda 5-HT taşıyıcıların aktif
blokajına bağlı olarak, sinapsta yüksek 5-HT düzeylerine yol açar (48). 5-HT düzeyleri
başlangıçta çok az miktarda artmakta, fakat 5-HT1A ve 5-HT1B/1D otoreseptörlerinin
desensitizasyonuna bağlı olarak sinaptik 5-HT düzeyleri önemli oranda artmaktadır.
Yüksek 5-HT düzeyleri daha sonra postsinaptik 5-HT2C ve 5-HT1A reseptörlerini aktive
etmektedir (48,122). Klomipramin ve SSRİ’nin akut uygulanması, erkek sıçanlarda cinsel
davranışları önemli oranda değiştirmemektedir (123). Bununla beraber, fluoksetin ve
paroksetinin kronik uygulanması, erkek sıçanlarda ejakülasyon zamanını önemli oranda
geciktirmektedir. Fluoksetin sinapslardaki serotonini artırarak, aynı reseptör aracılığıyla
ejakülasyonu uzatıyor gibi görünmektedir (124,125).
Çalışmanın in vivo kısmında intraveziküler bazal basınç ortalamaları arasında fark
görülmemiştir, bu da ölçümlerin güvenirliğini göstermektedir. Bir başka ifade ile
intraveziküler basınçların bazal düzeyleri önemli oranda değişmediğinden koitus anında
gözlenebilecek basınç değişiklikleri koitusun ya da varsa ejakülasyonun yarattığı fazik
etkiye bağlanabilir. Bu deneylerde, görsel ve kokusal uyaran varlığının veya dişi ile
doğrudan fiziksel temas olanağı bulunmasının seminal vezikülün bazal basıncında önemli
bir değişiklik yaratmadığı gösterildi. Gözlenen basınç değişiklikleri fazik idi ve doğrudan
görsel ya da kokusal uyaranın ya da koitusun etkisine bağlı değişikliklerdi. Ön-tedavi
öncesinde (1) dişi yokken; (2) görsel ve kokusal uyaran varken ve (3) dişi ile temas
52
mümkün iken yapılan ölçümlerde bazal basınçlar arasında önemli bir fark bulunmadı.
Ancak, anlamsız da olsa, fluoksetin ön-tedavisinden sonra sıçanlarda özellikle ikinci ve
üçüncü evrelerde bazal basınçlarda bir azalma eğiliminin olması dikkat çekiciydi. Aynı
düzeyde olmasa da ondansetron ön-tedavisi de benzer bir etki yaptı.
Bariyer kaldırıldıktan sonraki ilk koitusa kadar geçen süre latans (sn) olarak
değerlendirilmiştir. Tedavi öncesi kontrol grubunun latansının fluoksetin ve ondansetron
grubuna göre daha uzun olduğu görülmektedir. Tedavi sonrasında ise latanslarda kontrol
grubunda bir azalma olur iken fluoksetin grubunda değişiklik olmamış, ondansetron
grubunda ise artma eğilimi görülmüştür. Latanslardaki, bu değişikliklerin sıçanların
çiftleşme davranışını öğrenmesine bağlanabilir. Şöyle ki, deneylerin başında sıçanlara
uygulanan protokolün sıçanlarda bir öğrenme-bellek sürecine yol açması olasıdır. Bir
başka ifade ile, sıçan 15 gün önce kendisine uygulanan protokolü hatırlayarak önce dişi
sıçanın kafese konacağını ancak arada bariyer olacağını, ardından da dişi sıçan ile fiziksel
temas kurabileceğini öğrenmiş ve fizyolojisini ona göre adapte etmiş olabilir. Bu
spekülasyon doğruysa, kontrol grubundaki ikinci uygulamada gözlenen latans azalması
anlaşılabilir. Oysa, elde edilen veriler incelendiğinde fluoksetin ön-tedavisinin latanstaki
olası azalmayı engellediği, ondansetron ön-tedavisinin ise daha da artırdığı görülecektir.
Bu mekanizmanın doğrulanması halinde, koitus davranışının gecikmesi bakımından bu
bulgular çok anlamlıdır.
Frank ve ark., 14 gün boyunca fluoksetin uygulanmış erkek sıçanlarda çiftleşme
hareketlerini ve 3 ejakülasyonu fizyolojik koşullarda izlemişlerdir (126). Çiftleşmeye giren
ve 3 defa ejakülasyon oluşan hayvan
sayıları kontrol grubunda (ilaç almamış grup)
değişmezken, fluoksetin uygulanan grupta 3 defa ejakülasyon olan hayvan sayısında
azalma olduğu görülmüştür. Buradaki çalışmada ortalama koitus sayısı ile ilgili bulgular
incelendiğinde ilk ve tedavi dönemi sonrasındaki son ölçümlerde ortalama koitus sayıları
açısından fark bulunmadı, fluoksetin ve ondansetron gruplarında ise istatistiksel olarak
anlamlı bulunmamakla beraber, koitus sayısında bir azalma eğilimi görüldü. Bu durum,
elde edilen latans bulgularıyla birlikte değerlendirildiğinde SSRİ grubu ilaçların libido
azalması, orgazm ve ejakülasyonu geciktirici etkilerine bağlandı. Bu anlamda istatistiksel
olarak anlamlı olmamasına rağmen ondansetronun da fluoksetin gibi ortalama koitus
sayısını düşürmesi dikkat çekicidir.
53
Deney hayvanlarında ilk ve tedavi dönemi sonrasında yapılan son ölçümlerde ortalama
koitus süresi kontrol grubunda bir miktar azalırken fluoksetin grubunda bir değişiklik
olmamış, ondansetron grubunda ise istatistiksel olarak anlamsız
bir artma eğilimi
görülmüştür. Kontrol grubunda öğrenmenin etkisiyle koitus süresinin kısaldığı, fakat
fluoksetin grubunda koitus süresinin değişmediği ve ondansetron grubunda sürenin uzadığı
dikkate alınırsa bu ilaçların ejakülasyon sürecini etkilediği, koitus süresini ise uzattığı iddia
edilebilir. Diğer taraftan, sıçanlarda
çiftleşme davranışında birden çok faktör rol
oynadığından bunu kesin olarak söylemek zordur.
Ejakülasyonla ile ilgili çalışmalarda seminal vezikül basıncı
çiftleşme sırasında ve
anestezi altındaki hayvanda farmakolojik tedavi ile periferik sinir uyarılması yoluyla
ölçülebilir (105,106). Kim ve ark., fluoksetinin anestezi altında hipogastrik sinirin
uyarılması ile artan vaz deferens basınçlarını değiştirmediğini, seminal vezikül basınçlarını
ise doza bağımlı olarak düşürdüğünü bildirmişlerdir (107). Buradaki çalışmada koitus
sırasında kaydedilen ortalama intraveziküler basınçlarda kontrol grubunda herhangi bir
değişiklik görülmez iken, fluoksetin grubunda belirgin bir artış olduğu saptanmıştır. PE
tedavisinde kullanılmakta olan ve burada da “altın standart” olarak çalışmaya dahil edilen
fluoksetinin bu etkisi çarpıcıdır. Bu bulguların ışığında,
fluoksetinin seminal vezikül
basıncını yükselttiği ve daha yüksek basınçlarda ejakülasyona sebep olduğu düşünülebilir.
Böylece fluoksetinin ejakülasyon süresini uzattığı söylenebilir. İlginç olarak ondansetron
tedavisi de intraveziküler basınçlarda anlamsız da olsa bir artma eğilimi yaratmıştır, bu da
bize ondansetronun da ejakülasyon sürecine etkisi hakkında bir fikir verebilir. Ancak
ondansetronun bu etkisi için ileri çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.
Ejakülasyonun seminal kanalın düz kası gibi tüm ögeleri ayrı ayrı araştırılabilir. In vitro
vaz deferens kasılması, konuyla ilgili düz kas farmakolojisi için en çok kullanılan ögedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde hem kateterin düz kas dokusuna zarar verip vermediğini
anlamak için, hem de koitus ve ejakülasyon mekanizmaları üzerindeki etkileri incelenen
fluoksetin ve 5-HT3
reseptör antagonisti ondansetron
ön-tedavilerinin izole seminal
vezikül ve vaz deferens dokuları üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Busch
ve ark., sıçan izole vaz deferens dokusunda fluoksetin (10-5) uygulamasının norepinefrin
ile oluşan konsantrasyona bağımlı kasılma yanıtlarını potansiyalize ettiğini göstermişlerdir
54
(127). Yazarlar, bu potansiyalizasyonun prazosin ile değişmediğini de göstererek, etki
yerinin presinaptik bölge olduğunu iddia etmişler ve fluoksetinin nonselektif olarak
norepinefrin geri alımını da inhibe ettiğini belirtmişlerdir. Yazarlar, ayrıca fluoksetinin
serotonin ile oluşturulan kasılma yanıtlarını etkilemediğini, ancak muhtemelen kalsiyum
girişini azaltarak norepinefrinle oluşan maksimum yanıtı azalttığını bildirmişlerdir.
Buradaki çalışmanın izole organ banyosu sisteminde gerçekleştirilen bölümünde
ejakülasyon süreci ile ilgili en önemli nörotransmitter serotoninin sıçan izole vaz deferens
dokusunda konsantrasyona bağımlı kasılma yanıtları oluşturduğu saptandı. Fluoksetin veya
ondansetron ön-tedavileri bu yanıtı anlamlı olmamakla birlikte inhibe etti. Özellikle,
fluoksetinin bu etkisini açıklamak kolaydır. Zira, sinaptik aralıkta serotonin düzey artışına
neden olması yüzünden serotonin reseptörlerinde bir miktar down-regülasyon oluşturması
mümkündür. Ancak, ondansetronun sergilediği benzer etkiyi açıklamak bu aşamada
zordur.
Bu çalışmada sıçan izole vaz deferens dokusunda serotonin oluşturduğu konsantrasyona
bağımlı kasılma yanıtlarına aracılık eden olası serotonin reseptörlerini belirlemek amacıyla
yapılan deneylerde 5-HT2A,
2C,
5-HT3, 5-HT6 ve 5-HT7 reseptörlerinin özgül olmayan
antagonisti klozapinin serotonine bağlı kasılmaları düşük konsantrasyonlarda inhibe,
yüksek konsantrasyonlarda ise potansiyalize ettiği saptanmıştır. O halde, bu dokuda
serotoninin düşük konsantrasyonlarda yaptığı kasılmalardan yukarıda belirtilen reseptörler
sorumludur, oysa yüksek konsantrasyonlarda devreye başka reseptörlerin etkisi de
girmektedir. Aracılık eden reseptör olasılıklarını azaltmak amacıyla, aynı sistemde
yalnızca potent 5-HT2 reseptör antagonisti olduğu bilinen ketanserin uygulandı. Ketanserin
de klozapine benzer biçimde, serotoninin düşük konsantrasyonlarında inhibe edici, yüksek
konsantrasyonlarında ise potansiyalize edici bir etki sergiledi. Dolasıyla, sıçan izole vaz
deferens dokusunda serotoninin düşük konsantrasyonlarında neden olduğu kasılmalara
5-HT2 reseptörlerinin aracılık ettiği, yüksek konsantrasyondaki kasılmalara ise olasılıkla
5-HT2A, 2C, 5-HT3 , 5-HT6 ve 5-HT7 dışındaki reseptörlerinin aracılık ettiği düşünülebilir.
5-HT1D reseptörüne özgül bir antagonist olan BRL 155572 de benzer ama daha belirgin bir
etki sergiledi. Şöyle ki, serotonin ile oluşturulan kasılma yanıtlarını çok düşük
konsantrasyonlarda inhibe ederken, yüksek konsantrasyonlarda serotoninin etkisini
potansiyalize etti. Ancak, bu potansiyalizasyonun ketanserin ve klozapin ile oluşandan
daha düşük konsantrasyonlarda ortaya çıkması 5-HT1D reseptörlerinin etkisinin daha farklı
55
olmasına bağlanabilir. Ancak, buradaki çalışmada kullanılabilen serotonin reseptör
antagonistlerinin 5-HT1 ve 5-HT2 reseptörlerinin alt tipleri arasında seçicilik göstermemesi
mekanizmayı açıklamaya yönelik daha ayrıntılı öneriler yapmayı engellemektedir. Kim ve
ark., vaz deferenste 5-HT1A,1B, 5-HT2C reseptörleri olduğunu göstermişlerdir (128).
Fluoksetin ön-tedavisi uygulanan sıçanlarda ketanserin ve klozapin, serotonin ile oluşan
konsantrasyona bağımlı kasılmaları inhibe etti. Ancak kontrol grubunda gözlenen yüksek
serotoninin konsantrasyonlarındaki potansiyalizasyon bu grupta gerçekleşmedi. Bu bulgu,
bize yüksek serotonin konsantrasyonlarında 5-HT2A, 2C, 5-HT3 , 5-HT6 ve 5-HT7 blokajı ile
gerçekleşen potansiyalizasyonun, olasılıkla fluoksetin uygulamasına bağlı olarak gelişen
reseptör down-regülasyonu nedeniyle oluşmadığını düşündürmektedir. Oysa, BRL
155572’nin etkisinde kontrol ve fluoksetin grupları arasında bir fark gözlenmemesi, 5HT1D’lerin bu uygulamadan etkilenmediği göstermektedir.
Ondansetron ön-tedavisi uygulanan sıçanlarda serotonin ile elde edilen konsantrasyona
bağımlı kasılma yanıtlarının klozapin tarafından değiştirilmesi fluoksetin grubuna,
ketanserin tarafından değiştirilmesi ise kontrol grubuna benzemekteydi. Bu da, yine
anlamlı olmamakla beraber, uzun süreli 5-HT3 reseptör blokajının 5-HT3 reseptörlerinde
olası bir up-regülasyona yol açtığını ve sayısı artan bu reseptörlerinin klozapin ile bloke
olduğunu düşündürebilir.
Kim ve ark., tarafından ejakülatuvar yanıtın göstergesi olarak en önemli organ olduğu iddia
edilen seminal vezikül dokusu da izole organ banyosunda incelendi (128). Bu dokuda
fenilefrinle oluşturulan konsantrasyona bağımlı kasılma yanıtlarının kontrol, fluoksetin ve
ondansetron gruplarında farklı paternlerde olduğu saptandı. Fluoksetin ve özellikle de
ondansetron ön-tedavilerinin fenilefrin kasılmalarını inhibe ettiği görüldü. Ancak,
serotoninerjik sistemle ilgili bu ön-tedavilerin adrenerjik yanıtları değiştirmesi literatürle
çelişkili idi. Zira, Bush ve ark., özellikle fluoksetin ön-tedavisinin noradrenalin geri
alınımını da inhibe etmesi nedeniyle noradrenaline bağlı yanıtları potansiyalize ettiğini
belirtmişlerdir (127). Söz konusu çalışmanın tamamen izole organ banyosunda yapılan ve
ilaçların akut in vivo etkilerini inceleyen bir çalışma olması, öte yandan buradaki çalışmada
fluoksetin ve ondansetron için ex vivo etkilerinden söz edilmesi aradaki farkı açıklayabilir.
Çünkü, burada dokular, fluoksetin ve ondansetron ile sıçanlara uzun süreli bir ön-tedavi
uygulandıktan sonra izole organ banyosu sisteminde çalışılmıştır. Fluoksetin yalnızca
56
serotonin için değil noradrenalin için de bir geri alım inhibitörüdür, bu nedenle sinaptik
aralıkta biriken noradrenaline bağlı bir adrenerjik reseptör down-regülasyonu oluşmuş
olabilir. Sonuçta, sayıca azalan α1 adrenerjik reseptörlerin dışarıdan uygulanan fenilefrine
daha az kasılma yanıtı vermesi son derece anlaşılabilirdir. Ancak, burada açıklamakta
zorlanılan bulgu ondansetronun fenilefrin kasılmaları üzerindeki etkisidir. Burada aslında
istatistiksel olarak anlamlı bulunmayan bir eğilim farkından söz edildiğini vurgulamak
gerekir. Ayrıca, α1 adrenerjik reseptör antagonisti prazosin ile fenilefrin yanıtlarının
inhibisyonları incelendiğinde, fluoksetin ve ondansetron ön-tedavisi uygulanan gruplarda
gözlediğimiz inhibisyonun daha belirgin olması yine adrenerjik reseptörlerin down-regüle
olduğu yönündeki görüşümüzü desteklemektedir. Buradaki bulguların tamamen ve
yalnızca işlevsel kanıtlara dayanması nedeniyle reseptör sayılarına, afinitelerine,
regülasyonlarına yönelik önerilerin ileri çalışmalarla desteklenmesi gereken iddialar
olduğunu belirtmek gerekir.
57
6. SONUÇ ve ÖNERİLER
Prematür ejakülasyon, cinsel yönden aktif erkeklerin %35-40’ını etkileyen yaygın bir
hastalıktır. Etyolojisinin tam olarak anlaşılmamış olması tanı ve tedavisinde güçlüklere
neden olmaktadır. PE ile ilgili klinik çalışmalarda sonuçları değerlendirmek için
standardize ve geçerliliği kanıtlanmış araçlar yönünden genel bir eksiklik söz konusudur.
Deneysel açıdan baktığımızda ejakülasyon ile ilgili çalışmaların yapılması mekanizmanın
karmaşıklığı yönünden zordur. Serotonin reseptörleri ile ilgili deneyler ve seminal vezikül
basınçlarının ölçülmesi ancak ya anestezi altındaki hayvanlarda, ya da yalnızca gözlemsel
çalışmalarla mümkün olmaktadır. Buradaki çalışmada ise fizyolojik şartlar altında,
çifleşme sırasında seminal vezikül basınçları ölçüldüğü gibi ejakülasyon mekanizmasına
5-HT3 reseptörlerinin bir etkisinin olup olmadığı da araştırılmıştır. Bu çalışmanın bundan
sonraki çalışmalar için hem bir model olarak, hem de yeni farmakolojik tedavi
yöntemlerinin geliştirilmesi açısından faydalı olacağı düşünülmektedir.
58
7. KAYNAKLAR
1. Montague DK, Jarow J, Broderick GA, Dmochowski RR, Heaton JP, Lue TF, Nehra A,
Sharlip ID. AUA guideline on the pharmacologic management of prematurejaculation.
J Urol 172: 290-4, 2004.
2. Yavaşcaoğlu İ. Ejakülasyon prekoksun medikal tedavisi. Andoroloji Bülteni 15: 2125,2003.
3. Laumann EO, Paik A, Rosen RC. Sexual dysfunction in the United States: prevalence
and predictors. JAMA 281: 537-44, 1999.
4. Sharlip ID. Guidelines for the diagnosis and management of premature ejaculation. J
Sex Med 3 (Suppl 4): 309-17, 2006.
5. Lipshultz LI, McConnell J, Benson GS. Current concepts of the mechanisms of
ejaculation. Normal and abnormal states. J Reprod Med, 26: 499-507, 1981.
6. Yeates W, Pryor JP, Lipschultz L, editors.. Andrology London Butterworths.
10, Ejaculatory disturbances: 183, 1987.
7. Elıasson R, Lindholmer C, Hafez ESE, editör. Human semen and fertility regulation in
men St Louis CV Mosby. 5, Functions of male accessory genital organs:44, 1976.
8. Gil-vernet JM, Alvarez-Vıjande R, Gil-vernet R, et al. Ejaculation in men: a dynamic
endorectal ultrasonographical study. Br J Urol 73: 442-448, 1994
9. Mann T, Lutwak-Mann C. Male reproductive function and semen. Berlin SpringerVerlag. 7, Secretory function of the prostate, seminal vesicle, Cowper's gland and other
accessory organs of reproduction:l71,1981.
10. Vale J. Ejaculatory dysfunction. BJU Int Update 83: 557-563, 1999.
11. Schuster TG. Premature ejaculation. Urol Nurs 26: 245-9 (quiz 250), 2006.
12. Schlegel PN, Hardy MH. Male reproductive physiology. In Walsh PC, Retik AB,
Vaughan ED, Wein AJ (eds). Campbell's Urology, 8th edn, WB Saunders,
Philadelphia:1437-1476, 2002.
13. Vicdan K, Işık AZ. İn vitro fertiızasyon ve mikromanüplasyon uygulamalarında
laboratuar. Çağdaş Medikal, Ankara: 79-100, 1999.
14. Benson G. Erection, emission, and ejaculation: Physiologic mechanisms. In Lipshultz
LI, Howards SS(eds): Infertility in the male, Mosby, St Louis. 68: 155-172, 1997.
15. Carmichael MS, Warburton VI, Dixen J, Davidson JM. Relationships among
cardiovascular, muscular, and oxytocin responses during human sexual activity. Arch
Sex Behav 23: 59-79, 1994.
16. Carmichael MS, Humbert R, Dixen J, Palmisano G, Greenleaf W, Davidson JM.
Plasma oxytocin increases in the human sexual response. J Clin Endocrinol Metab
64: 27-31, 1987.
17. Meisel R, Sachs BD. The physıology of male sexual behaviour. İn Knobil E, Neill JD
(eds). The Physiology of Reproduction, 2nd ed. New York : Raven Press: 3, 1994.
18. Robinson BW, Mishkin M. Ejaculation evoked by stimulation of the preoptic area in
monkeys. Physiol Behay 1: 269, 1966.
19. Van Dis H, Larsson K. Seminal discharge foIlowing intracranial electrical stimulation.
Physiol Behay 23: 381-386, 1970.
20. Marson L, McKenna KE. Stimulation of the hypothalamus initiates the urethrogenital
reflex in male rats. Brain Res 638:103-108, 1994.
21. Hull EM, Du J, Lorrain DS, Matuszewich L. Extracellular dopamine in the medial
preoptic area: implications for sexual motivation and hormonal control of copulation.
J Neurosci 15: 7465-71, 1995.
59
22. Lorrain DS, Riolo JV, Matuszewich L, Hull EM. Lateral hypothalamic serotonin
inhibits nucleus accumbens dopamine: implications for sexual satiety. J Neurosci
19: 7648-52, 1999.
23. Liu YC, Salamone JD, Sachs BD. Impaired sexual response after lesions of the
paraventricular nucleus of the hypothalamus in male rats. Behav Neurosci, 111:
1361-7, 1997.
24. Bitran D, Hull EM. Pharmacological analysis of male rat sexual behavior. Neurosci
Biobehav Rev 11: 365-89, 1987.
25. Mas M, Zahradnik MA, Martino V, Davidson JM. Stimulation of spinal serotonergic
receptors facilitates seminal emission and suppresses penile erectile reflexes. Brain
Res 342: 128-34, 1985.
26. Yi T, François G, Oliver R, Andre C, Gerard B, Alain J. Evidence for synaptic
contacts between serotonergic fibers and somatic and autonomic motoneurons in the
rat lumbosacral spinal cord. Eur Urol (suppl . 2) 30:23, 1996.
27. Hedlund H, Andersson KE, Larsson B. Effect of drugs interacting with adrenoreceptors
and muscarinic receptors in the epididymal and prostatic parts of the isolated
human vaz deferens. J Autonom Pharmacol 5: 261-70,1985.
28. Benson GS, Wein AJ, Raezer DM, Corriere JN. Adrenergic and cholinergic stimulation
and blockade of the human bladder base. J Urol 116:174-5, 1976.
29. McLeod DG, Reynolds D, Demaree DG. Some pharmacologic characteristic of the
human vaz deferens. Invest Urol 10: 338-41, 1973.
30. Dominick JC. Male reproductive physiology and assisted reproductive technology
AUA update series. Lesson 21 ; Vol 18, 1999.
31. Murphy JB, Lipshultz LI. Abnormalities of ejaculation. Urol Clin North Am,
14: 583-96, 1987.
32. Herbert J. The role of the dorsal nerves of the penis in the sexual behaviour of the
male rhesus monkey. Physiol Behav, 10: 293-300, 1973.
33. McMahon CG, Abdo C, Incroccı L, Perelman M, Rowland D, Stuckey B, Waldinger
M, Cheng Z. Erkeklerde orgazm ve ejakülasyon bozuklukları . Seküsüel tıp
erkek ve kadınlarda seksüel fonksiyon bozuklukları (Lue, T. F., Basson R., Rosen, R.,
et al.).1'inci baskı. İstanbul medikal yayıncılık: 416, 2006.
34. Kimura Y, Kisaki N, Sakurada S, Tadano T. On the brain monoaminergic systems
relatint to ejaculation. II. Brain serotonin and ejaculation. Andrologia 9: 50-4,
1977.
35. Gessa GL, Tagliamonte A. Possible role of brain serotonin and dopamine in controlling
male sexual behavior. Adv Biochem Psychopharmacol 11: 217-28, 1974.
36. Erspamer V, Asero B. Identification of enteramine, the specific hormone of the
enterochromaffin cell system, as 5-hydroxytryptamine. Nature 169:800-1, 1952.
37. Rapport M. Serum vasoconstrictor (serotonin) V. Presence of creatine in the complex.
A proposed structure of the vasoconstrictor principle. J Biol Chem 180: 961,1949.
38. Bertacinni G, Cheippa S. Urinary excretion of 5-hydroxyindolacetic acid after removal
of the large intestine inman. Lancet 1: 880, 1960.
39. Peroutka SJ, Snyder SH. Multiple serotonin receptors: differential binding of (3H) 5hydroxytryptamine, (3H) lysergic acid diethylamide and (3H)spiroperidol.
Mol Pharmacol 16: 687-99, 1979.
40. Ahlenius S, Larsson K. Specific involvement of central 5-HT1A receptors in the
mediation of male rat ejaculatory behavior. Neurochem Res 22: 1065-70, 1997.
41. Lorrain DS, Matuszewich L, Friedman RD, Hull EM. Extracellular serotonin in the
lateral hypothalamic area is increased during the postejaculatory interval and impairs
copulation in male rats. J Neurosci 17: 9361-6, 1997.
60
42. Tagliamonte A, Tagliamonte P, Gessa GL, et al. Compulsive sexual activity induced
by p-chlorophenylalanine in normal and pinealectomized male rats. Science 166:
1433-5,1969.
43. Kondo Y, Yamanouchi K. Potentiation of ejaculatory activity by median raphe nucleus
lesions in male rats: effect of p-chlorophenylalanine. Endocr J 44: 873-9,1997.
44. Hillegaart V, Ahlenius S. Facilitation and inhibition of male rat ejaculatory behaviour
by the respective 5-HT1A and 5-HT1B receptor agonists 8-OH-DPAT and anpirtoline,
as evidenced by use of the corresponding new and selective receptor antagonists
NAD-299 and NAS-181. Br J Pharmacol 125: 1733-43, 1998.
45. Berendsen HH, Broekkamp CL. Behavioural evidence for functional interactions
between 5-HT-receptor subtypes in rats and mice. Br J Pharmacol 101: 667-73,
1990.
46. Rehman J, Kaynan A, Christ G, Valcic M, Maayani S, Melman A.. Modification of
sexual behavior of Long-Evans male rats by drugs acting on the 5-HT1A receptor.
Brain Res 821: 414-25, 1999.
47. Waldinger MD, Olivier B. Selective serotonin reuptake inhibitors (SSRIs) and
sexual side effects: differences in delaying ejaculation. In: E. Sacchetti E & P. Spano,
(eds.). Advances in Preclinical and Clinical Psychiatry, Vol I: Fluvoxamine:
established and emerging roles in psychiatric disorders. Milan, Haly: Excerpta
Medica:117-130, 2000.
48. Waldinger MD, Berendsen HH, Blok BF, Olivier B, Holstege G. Premature
ejaculation and serotonergic antidepressants-induced delayed ejaculation: the
involvement of the serotonergic system. Behav Brain Res 92: 111-8, 1998.
49. Waldinger MD. The neurobiological approach to premature ejaculation. J Urol
168: 2359-67, 2002.
50. Qureshi GA, Bednar I, Forsberg BG, Sodersten P. GABA inhibits sexual behaviour in
female rats. Neuroscience 27: 169-74, 1988.
51. Segraves RT. Effects of psychotropic drugs on human erection and ejaculation.
Arch Gen Psychiatry 46: 275-84, 1989.
52. Melis MR, Argiolas A. Nitric oxide synthase inhibitors prevent apomorphine- and
oxytocin-induced penile erection and yawning in male rats. Brain Res Bull 32:
71-4,1993.
53. Melis MR, Stancampiano R, Argiolas A. Nitric oxide synthase inhibitors prevent Nmethyl-D-aspartic acid-induced penile erection and yawning in male rats. Neurosci
Lett 179: 9-12, 1994.
54. Machtens S, Ckert S, Stief CG, Tsikas D, Frlich JC, Jonas U. Effects of various nitric
oxide-donating drugs on adrenergic tension of human seminal vesicles in vitro.
Urology 61: 479-83, 2003.
55. Giuliani D, Ottani A, Ferrari F. Influence of sildenafil on copulatory behaviour in
sluggish or normal ejaculator male rats: a central dopamine mediated effect?
Neuropharmacology 42: 562-7, 2002.
56. Brunton LL, Lazo JS, Parker KL. Goodman and Gilman's.The Pharmacologial Basis
of Therapeutics Eleven edition, Mac Grow-Hill componies: 300-301, 2006.
57. Kayaalp O. Ondansetron. Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbı Farmakoloji, 10'uncu
baskı (Hacettepe-Taş kıtapcılık):1573, 2002.
58. Pitsikas N, Borsini F. Different effects of tropisetron and ondansetron in learning and
memory paradigms. Pharmacol Biochem Behav 56: 571-6, 1997.
61
59. Delgado M, Caicoya AG, Greciano V, Benhamu B, Lopez-Rodriguez ML, FernandezAlfonso MS, Pozo MA, Manzanares J, Fuentes JA. Anxiolytic-like effect of a
serotonergic ligand with high affinity for 5-HT1A, 5-HT2A and 5-HT3 receptors. Eur J
Pharmacol 511: 9-19, 2005.
60. Astbury-Ward E. From Kama Sutra to dot. com: The history, myths and management
of premature ejaculation. Sex Relat Ther 17: 367-79, 2002.
61. Spector IP, Carey MP. Incidence and prevalence of the sexual dysfunctions: a
critical review of the empirical literature. Arch Sex Behav 19: 389-408, 1990.
62. Schapiro B. Premature ejaculation: A review of 1130 cases. J Urol 50: 374-79, 1943.
63. Semans, JH. Premature ejaculation: a new approach. South Med J 49: 353-8, 1956.
64. Masters W, Johnson V. Human sexual inadeguacy. Boston:Little Brown 92, 1970.
65. Eaton H. Clomipramine in the treatment of early ejaculation. J Int Med Res 1:
432,1973.
66. Waldinger MD, Hengeveld MW, Zwinderman AH. Paroxetine treatment of premature
ejaculation: a double-blind, randomized, placebo-controlled study. Am J Psychiatry
151: 1377-9, 1994.
67. Tüken M. Prematür ejakülasyonla hormonal değerler ve kronik prostatit indeksinin
ilişkisi. Uzmanlık tezi. Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, II. Üroloji
Kliniği, İstanbul:36, 2006.
68. Waldinger MD. Towards evidence-based drug treatment research on premature
ejaculation: a critical evaluation of methodology. Int J Impot Res15: 309-13, 2003.
69. American Psychiatry Associations: Diagnostic And Statistical Manual of Mental
Disorders. DSM-IV. 4th. Ed. Washington D.C.:American Psychiatric Association
509-11, 1994.
70. Frank E, Anderson C, Rubinstein D. Frequency of sexual dysfunction in "normal"
couples. N Engl J Med 299: 111-5, 1978.
71. Sehein M, Zyzanski S, Levine S, Medalie JH, Dickman RL, Alemagno SA. The
frequency of sexual problems among family practice patients. Fam Prac Res J
7: 122-34, 1988.
72. McMahon CG. Treatment of premature ejaculation with sertraline hydrochloride. Int J
Impot Res 10: 181-4 (discussion 185), 1998.
73. Corona G, Petrone L, Mannucci E, Jannini EA, Mansani R, Magini A, Giommi R, Forti
G, Maggi M. Psycho-biological correlates of rapid ejaculation in patients attending
an andrologic unit for sexual dysfunctions. Eur Urol 46: 615-22, 2004.
74. Zilbergeld B. New male sexuality. Bantam, Toronto, 1992.
75. Kaplan HS, Kohl RN, Pomeroy WB, Offit AK, Hogan B. Group treatment of
premature ejaculation. Arch Sex Behav, 3(5): 443-52,1974.
76. Zilbergeld B. Male sexuality. Bantam, Toronto, 1978.
77. Williams W. Secondary premature ejaculation. Aust N Z J Psychiatry 18: 33340,1984.
78. Kaplan HS. How to overcome prematüre ejacülation. Brunner/mazel, New York ,1989.
79. Strassberg DS, Mahoney JM, Schaugaard M, Hale VE.. The role of anxiety in
premature ejaculation: a psychophysiological model. Arch Sex Behav 19: 2517,1990.
80. Spiess WF, Geer JH, O'Donohue WT. Premature ejaculation: investigation of factors
in ejaculatory latency. J Abnorm Psychol 93: 242-5,1984.
81. Strassberg DS, Kelly MP, Carroll C, Kircher JC. The psychophysiological nature of
premature ejaculation. Arch Sex Behav 16: 327-36, 1987.
82. Hong LK. Survival of the fastest: On the origin of early ejaculation. J Sex Res 20:
109, 1984.
62
83. Ellis H. Studies in the Psychology of Sex, Random House New York, 1936.
84. Rowland DL, Greenleaf W, Mas M, Myers L, Davidson JM. Penile and finger sensory
thresholds in young, aging, and diabetic males. Arch Sex Behav 18: 1-12, 1989.
85. Edwards AE, Husted JR. Penile sensitivity, age, and sexual behavior. J Clin Psychol
32: 697-700, 1976.
86. Newman HF. Vibratory sensitivity of the penis. Fertil Steril 21: 791-3, 1970.
87. Paick JS, Jeong H, Park MS. Penile sensitivity in men with premature ejaculation. Int J
Impot Res 10: 247-50. 1998.
88. Gospodinoff M. Premature ejaculation: Clinical subgroups and etiology. J. Sex Marital
Ther 15:130, 1989.
89. Cohen PG. The association of premature ejaculation and hypogonadotropic
hypogonadism. J Sex Marital Ther 23: 208-11, 1997.
90. Cohen PG, Holbrook JM. Effects of fenfluramine on ejaculatory function, luteinizing
hormone and testosterone levels in men with hypogonadotropic hypogonadism and
premature ejaculation. Int Clin Psychopharmacol 14: 91-4, 1999.
91. Waldinger MD, Rietschel M, Nothen MM, Hengeveld MW, Olivier B. Familial
occurrence of primary premature ejaculation. Psychiatr Genet 8: 37-40, 1998.
92. Screponi E, Carosa E, Di Stasi SM, Pepe M, Carruba G, Jannini EA. Prevalence of
chronic prostatitis in men with premature ejaculation.Urology 58: 198-202, 2001.
93. Kuhr CS, Heiman J, Cardenas D, Bradley W, Berger RE. Premature emission after
spinal cord injury. J Urol 153: 429-31, 1995.
94. Brown AJ. Ciprofloxacin as cure of premature ejaculation. J Sex Marital Ther 26:
351-2, 2000.
95. Kara H, Aydin S, Yucel M, Agargun MY, Odabas O, Yilmaz Y. The efficacy of
fluoxetine in the treatment of premature ejaculation: a double-blind placebo controlled
study. J Urol 156: 1631-2, 1996.
96. Shilon M, Paz GF, Homonnai ZT. The use of phenoxybenzamine treatment in
premature ejaculation. Fertil Steril 42: 659-61, 1984.
97. Hsieh JT, Liu SP, Hsieh CH, Cheng JT. An in vivo evaluation of the therapeutic
potential of sympatholytic agents on premature ejaculation. BJU Int 84: 503-6,
1999.
98. Chen J, Mabjeesh NJ, Matzkin H, Greenstein A. et al. Efficacy of sildenafil as adjuvant
therapy to selective serotonin reuptake inhibitor in alleviating premature ejaculation.
Urology 61: 197-200, 2003.
99. Abdel-Hamid IA, El Naggar EA, El Gilany AH. Assessment of as needed use of
pharmacotherapy and the pause-squeeze technique in premature ejaculation. Int J
Impot Res 13: 41-5, 2001.
100. Stefanick ML, Smith ER, Davidson JM. Penile reflexes in intact rats following
anesthetization of the penis and ejaculation. Physiol Behav 31: 63-5, 1983.
101. Berkovitch M, Keresteci AG, Koren G. Efficacy of prilocaine-lidocaine cream in the
treatment of premature ejaculation. J Urol 154: 1360-1, 1995.
102. Kaplan HS. The new sex therapy- active treatment of sexual dysfunctions.
Brunner/Mazel Pub, New York, 1974.
103. Hellstrom WJ. Current and future pharmacotherapies of premature ejaculation. J Sex
Med 3 (Suppl 4): 332-41, 2006.
104. Waldinger MD, Olivier B. Animal models of premature and retarded ejaculation.
World J Urol 23: 115-8, 2005.
105. Hsieh JT, Chien CT, Liu SP, Chen CF, Lai MK. An experimental model to
evaluate the in vivo response of rat seminal vesicle to electrical stimulation. Neurosci
Lett 204: 215-7, 1996.
63
106. Hsieh JT, Chang HC, Law HS, Hsieh CH, Cheng JT . In vivo evaluation of
serotonergic agents and alpha-adrenergic blockers on premature ejaculation by
inhibiting the seminal vesicle pressure response to electrical nerve stimulation. Br J
Urol 82: 237-40, 1998.
107. Kim SW, Lee SH, Paick JS. In vivo rat model to measure hypogastric nerve
stimulation-induced seminal vesicle and vasal pressure responses simultaneously. Int
J Impot Res16: 427-32, 2004.
108. Pattij T, Olivier B, Waldinger MD. Animal models of ejaculatory behavior. Curr
Pharm Des 11: 4069-77, 2005.
109. Olivier B, Chan JS, Pattij T, de Jong TR, Oosting RS, Veening JG, Waldinger MD.
Psychopharmacology of male rat sexual behavior: modeling human sexual
dysfunctions? Int J Impot Res 18 (Suppl 1): 14-23, 2006.
110. McKenna K. Erkek çiftleşme davranışı. Seküsüel tıp erkek ve kadınlarda seksüel
fonksiyon bozuklukları (Lue, T. F., Basson R., Rosen, R., et al.). 1'inci baskı
İstanbul medikal yayıncılık: 265-266, 2006.
111. Contreras JL, Beyer C. A polygraphic analysis of mounting and ejaculation in the
New Zealand white rabbit. Physiol Behav 23: 939-43, 1979.
112. Beyer C, Contreras JL, Larsson K, Olmedo M, Morali G. Patterns of motor and
seminal vesicle activities during copulation in the male rat. Physiol Behav 29:
495-500, 1982.
113. Wang JM, McKenna KE, Lee C. Determination of prostatic secretion in rats: effect of
neurotransmitters and testosterone. Prostate 18: 289-301, 1991.
114. Tecirlioglu RT, Hayes ES, Trounson AO. Semen collection from mice:
electroejaculation. Reprod Fertil Dev 14: 363-71, 2002.
115. Snyder RL. Collection of mouse semen by electroejaculation. Anat Rec 155:
11-4, 1966.
116. Graphpad Software Inc., GraphPad Prism, Version 4.0, San Diego, CA, 2003.
117. Bancroft J, Coles L. Three years' experience in a sexual problems clinic. Br Med J
1: 1575, 1976.
118. Metz ME, Pryor JL, Nesvacil LJ, Abuzzahab F, Sr. Koznar J. Premature ejaculation:
a psychophysiological review. J Sex Marital Ther 23: 3-23, 1997.
119. De Amicis LA, Goldberg DC, LoPiccolo J, Friedman J, Davies L. Clinical follow-up
of couples treated for sexual dysfunction. Arch Sex Behav 14: 467-89, 1985.
120. Terasaki T. Effects of autonomic drugs on intraluminal pressure and excretion of rat
seminal vesicles in vivo. Tohoku J Exp Med 157: 373-9,1989.
121. Ahlenius S, Larsson K, Svensson L, Hjorth S, Carlsson A, Lindberg P, Wikstrom H,
Sanchez D, Arvidsson LE, Hacksell U, Nilsson JL. Effects of a new type of 5-HT
receptor agonist on male rat sexual behavior. Pharmacol Biochem Behav 15:
785-92, 1981.
122. Olivier B, Van Oorschot R, Waldinger MD. Serotonin, serotonergic receptors,
selective serotonin reuptake inhibitors and sexual behaviour. Int Clin
Psychopharmacol 13 (Suppl 6): 9-14, 1998.
123. Mos J, Mollet I, Tolboom JT, Waldinger MD, Olivier B. A comparison of the effects
of different serotonin reuptake blockers on sexual behaviour of the male rat. Eur
Neuropsychopharmacol 9: 123-35, 1999.
124. Vega Matuszcyk J, Larsson K, Eriksson E. The selective serotonin reuptake inhibitor
fluoxetine reduces sexual motivation in male rats. Pharmacol Biochem Behav
60: 527-32,1998.
64
125. Waldinger MD, van De Plas A, Pattij T, van Oorschot RV, Coolen LM, Veening
JG. Olivier B. The selective serotonin re-uptake inhibitör fluvoxamine and paroxetine
differ in sexual inhibitory effects after chronic treatment. Psychopharmacology 160:
283-9, 2002.
126. Frank JL, Hendricks SE, Olson CH. Multiple ejaculations and chronic fluoxetine:
effects on male rat copulatory behavior. Pharmacol Biochem Behav 66: 337-42,
2000.
127. Busch L, Wald M, Sterin-Borda L, Borda E. Fluoxetine modulates norepinephrine
contractile effect on rat vaz deferens. Pharmacol Res 41: 39-45, 2000.
128. Kim SW, Paick JS. Peripheral effects of serotonin on the contractile responses of rat
seminal vesicles and vasa deferentia. J Androl 25: 893-9, 2004.
65
Download