ODA ODA ARALIK 2013 | SAYI 5 TMMOB MİMARLAR ODASI MERSİN ŞUBESİ Soli Pompeiopolis Müzeler TMMOB MİMARLAR ODASI MERSİN ŞUBESİ ARALIK 2013 | SAYI 5 ISSN 2146-815X 05 ODA’DAN ISSN 2146-815X ARALIK 2013 | SAYI 5 Kapak fotoğrafı: Mezitli Belediyesi Arşivi Oda ve Mimarlık TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi tarafından üç ayda bir yayımlanır. Yerel Süreli Yayın Birbirini tamamlayan iki kavram... Mimarlığı bir sanat dalı veya meslek olarak nitelendirirsek Mimarlar Odası, mimarlığın gelişmesini ve ilerlemesini sağlayan bir kurumdur. Aynı zamanda kamu kurumu niteliğinde kentin, çevrenin sorunlarıyla ilgilendiği gibi asıl konusu olan mimarlığın ilerlemesi, meslektaşların haklarının korunması ve mimarlığın saygınlığının devam etmesini sağlamaya çalışmaktadır. SAHİBİ TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi adına Sevgi Emekli SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Sinan Tütüncü YAYIN SEKRETERİ Sevgi Emekli YAYIN KURULU (Alfabetik sıra ile) Esra Şahin Burat, H. Oya Saf, Meltem Uçar, Sabri Konak, Sevgi Emekli, Sinan Tütüncü DOSYA EDİTÖRÜ Esra Şahin Burat GRAFİK TASARIM Ebru Laçin GRAFİK UYGULAMA Seçkin Özge Biber YAPIM Mimarlık Vakfı İktisadi İşletmesi Karaköy, Kemankeş Cad. No: 31 Beyoğlu 34425 İst. Telefon: (0212) 244 86 87 BASKI Biltur Basım Yayın ve Hizmet A.Ş. Dudullu Org. San. Bölgesi 1. Cad. No: 16 Ümraniye İst. Telefon: (0216) 444 44 03 İLETİŞİM ADRESİ ODA Dergisi TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi Limonluk Mahallesi 2413 Sok. No: 2 Yenişehir - Mersin Telefon: (0324) 327 99 33 - 328 92 47 Fax: (0324) 328 92 47 e-Posta: odadergisi@mo.org.tr - odadergisi@gmail.com MAKALE YAZIM KURALLARI ODA dergisinde yayımlanacak yazıların içeriği, değerlendirme şekli ve yazım kuralları aşağıda verilmektedir. İçerik: Dergi, her sayı için Yayın Kurulu tarafından belirlenen ve Mersin bölgesini konu alan bir “dosya” konusunun yanı sıra, “kültürel ve doğal çevre”, “Mersin’den proje”, “Mersin’den yapı”, “Cumhuriyet Dönemi Mersin yapısı”, “röportaj” ve “öğrenci sayfaları” konu başlıkları altında katkılara açıktır. Yayım dili Türkçedir. Yazıların değerlendirilmesi: ODA dergisine katkı koymak isteyen yazarlar, yazı metinlerini bilgisayar ortamında, TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi adresine cd içerisinde veya odadergisi@mo.org.tr/ odadergisi@gmail.com adreslerine e-posta ile iletebilir. Yazıların dergide yayımlanıp yayımlanmayacağına ve derginin hangi sayısında yayımlanacağına Yayın Kurulu karar verir. Değerlendirme sonuçları yazarlara e-posta yolu ile iletilir. Yazıdaki görüşler yazarlara aittir, Yayın Komitesi’ni hiç bir koşulda bağlamaz. Yazım kuralları: ODA Dergisi’ne gönderilecek yazılar için bir sayfa sınırlaması yoktur. Gerekli kısaltma ve uzatmalar yazarla iletişim içinde yapılabilir. Yazı metni ve görsel malzemeler aşağıda belirtilen düzende teslim edilmelidir. Yazı metni: Yazı metni Word dokumanı (*.doc veya *.docx) olmalıdır. Yazım karakteri Times New Roman, kullanılacak punto boyutu ana başlıklar için 12, alt başlıklar ve metin için 11’dir. Paragraf ayrımları bir satır boşluk bırakılarak yapılmalıdır. Yazılar en fazla 100 kelimelik bir özet ile birlikte gönderilmelidir. Görsel malzeme: Görsel malzemenin sayısı 15’i aşmamalıdır. Bunlar 300dpi çözünürlükte, JPG veya TIFF formatında ve sıkıştırma yapılmadan ayrıca gönderilmelidir. Tüm görsel malzemeler numaralandırılmalı ve alt başlıkları ayrı bir Word dosyası halinde teslim edilmelidir. Yazar tarafından iletilen her görsel malzeme için telif hakkının gözetilmesi, telif sahibinin izninin alınması ve yazıda bunun belirtilmesi yazarın sorumluğundadır. Notlar: Notlar sonnot şeklinde verilmeli, yazı içerisinde üst simge ile numaralandırılmalıdır. Not içinde kaynak gösteriminde kaynak kitap ise: Soyad, kısaltılmış Ad., “Kitabın Adı”, yayıncı, şehir, yıl. düzeni geçerlidir. (Örnek: Uzun, H., Fındık, F., Salman, S., “Malzeme Biliminin Temelleri”, Değişim Yayınları Kitabevi, İstanbul, 2003.) Kaynak makale ise: Soyad, kısaltılmış Ad., “Makalenin Adı”, yayın Adı, Sayı:, sayfa no, ay-yıl. düzeni geçerlidir. (Örnek: Atakök, G. ve Kurt, M., “Parametrik Yaklaşımları Temel Alan CAD Modellerinin Birbirine Dönüşümü”, Makine Market, Sayı: 59, 96-101, Ağustos 2002). Aynı kaynak tekrar gösterildiğinde “Soyad, yıl, sayfa numarası” şeklinde belirtilmedir. Son dönemde Mimarlar Odasının işlevsizleştirilmesi, etkisizleştirilmesi için yoğun bir çaba sarfedilmektedir. Odaya üyelerin ilgilerinin azaltılmasına, maddi ve manevi katkı sağlamalarının engellemesine çalışılmaktadır. Bizler mesleğimiz, meslek onurumuz için yaşadığımız kentin, çevremizin geleceği için ‘ODA’mıza sahip çıkmalıyız. Mimarlar Odamızın gelişimi ve bu gelişim içerisinde yaşadığı zorlukları irdeleyip mimarlar odamızın ve Oda dergimizin kalıcı olması ve hizmetlerine devam etmesi için tüm üyelerin dayanışma içerisinde olacağına inanıyoruz. Geçmişi incelemek, geleceğe yön vermektir. Dergimiz bu sayısında, antik bir kent ile tarihsel gelişim içerisinde antik kentler ve medeniyetlerin eserlerinin sergilendiği müzeler incelenecektir. Kentimizin kuruluş tarihinin çok eski olmamasına karşın, bulunduğu bölge çok büyük tarihi eserler barındırmaktadır. Bölgemizde büyük uygarlıklar yaşamış, çok önemli tarihi değerler bırakmışlardır. Bunlardan bir tanesi Soli Pompeiopolis Antik Kenti’dir. Dosya konularımızdan bir tanesi bir güneş kenti olan bu antik kenttir. Mezitli Belediyesi’nin organizasyonuyla yapılan etkinlikle bu tarihi kent tanıtılmakta ve incelenmektedir. Diğer dosya konumuz ise, birçok kentte bulunmasına karşın kamuoyunun çok fazla ilgi göstermediği, ancak incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken mekanlar olan müzelerdir. Mersin müzesi ve müzeler geniş kapsamda incelenmektedir. ODA’mızın daha etkili olabilmesi, birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde devam edebilmesi için meslektaşlarımızın odaya sahip çıkmasını bekliyoruz. Sinan Tütüncü Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 1 ‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER ‹Ç‹NDEK‹LER HABERLER 3 Liman Kentlerinde Değişimi Yönetmek: Sempozyum Sonuç Bildirgesi, 12 Mart 2013 6 Çocuk Resim Yarışmasının Beşincisi Düzenlendi 9 Mimarlar Odası Basın Açıklaması: TMMOB Mimarlar Odası 43. Dönem Genel Kurulu Sonuç Bildirisi 9 Nisan 2013 12 Eskişehir Gezisi / Hüseyin Yavuz 13 Müftü Deresi / Sabri Konak 14 Kayseri Yapı Fuarı / Tolga Oğuz 15 Mesleğimize, Haklarımıza Sahip Çıkıyoruz! TMMOB Mimarlar Odası Basın Açıklaması 16 “TOKİ, Tevfik Sırrı Gür Stadı Alanı’nı AVM ve Rezidans Yapmak İstiyor” 06.06.2013 Tarihli Basın Açıklaması / Sinan Tütüncü 18 4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı Sempozyumu: Neo-Liberalizm Sonrası Mekânsal Müdahale Biçimleri ve Yansımaları 19 Mimar Sinan Büyük Ödülü 20 Sanart II. Türkiye Estetik Kongresi “Değişen Coğrafyalar, Değişen Paradigmalar” 22 Atatürk Parkı Basın Açıklaması 23 Kentin Mekânsal Öyküleri Sinema ve Mimarlık Atölyesi II, 13-20 Kasım 2013, Mersin ÜRÜN TANITIM 24 Grafit Takviyeli Teknopor YARIŞMA 25 Mersin Sağlık Platformu (MESAP) Hizmet Binası Mimari Proje Yarışması 39 41 45 47 49 53 56 DOSYA 1: MÜZELER Berlin Yahudi Müzesi / Feray Maden Kent Müzeleri ve Küreselleşme / Ayşe Nur Şenel Kültür Endüstrisi Gururla Sunar! “Tüketilen Müze” Yakında Aklınıza Gelebilecek Her Yerde... / Pınar Kılıç Çalğıcı Antik Çağ’da Müze Kavramı / Remzi Yağcı Mersin’in Hakiki Sahibi Olmak: Mersin Kent Arşivi ve Müzesi / Tülin Selvi Ünlü Explora; Roma’da Bir Çocuk Müzesi / Meltem Uçar 58 59 61 66 71 75 79 DOSYA 2: SOLİ POMPEİOPOLİS Mezitli Belediyesi’nden Soli Pompeiopolis Kazıları / Remzi Yağcı “Güneş Kenti” Soli Pompeiopolis: Antik Kent Yerleşim Planının Yönelimi ve Bağlamsal İlişkileri Üzerine / Esra Şahin Burat Soli Pompeiopolis Sütunlu Caddesi Güney Ucu Restorasyon (Anastylosis) Projesi / Özge Başağaç Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın Kentle Bütünleşmesi Bir Kent Park Önerisi / Yasemin Sarıkaya Levent Antik Kentler, Doğu Akdeniz ve Mersin’in Depremselliği / Selim İnan ÖĞRENCİ 85 Gaziantep Kale ve Kent Tarihi Müzesi / M. Yasin Uğur 88 Gaziantep Arkeoloji Müzesi / Emel Ay 92 Gaziantep El Zanaatları Müzesi / Işıl Ömür ÜYELERDEN 94 Sanatın Eylem Alanı Olarak Sanat Sokağının Hamamönü Örneği Üzerinden İncelenmesi ve Sanatın Kamusal Mekân Kalitesine Etkilerine Hamamönü Sanat Sokağı Üzerinden Bakmak / Okan Karakaş 2 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 HABERLER Liman Kentlerinde Değişimi Yönetmek: Sempozyum Sonuç Bildirgesi, 12 Mart 2013 12 Mart 2013 tarihinde Mimarlar Odası Mersin Şubesi Konferans Salonu’nda “Liman Kentlerinde Değişimi Yönetmek” konulu panel gerçekleştirildi. Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, İl Emniyet Müdürü Arif Öksüz, MDTO Başkanı Cihat Lokmanoğlu, Mimarlar Odası Mersin Şubesi Başkanı Sinan Tütüncü ile Akdeniz ve Mezitli ilçe belediye başkanları katıldı. Mersin Deniz Ticaret Odası, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin Üniversitesi, Mimarlar Odası Mersin Şubesi ile Şehir Plancıları Odası Mersin İl Temsilciliği ortaklığında organize edildi. Londra, Liverpool, Beyrut, Barselona, Hamburg ve Amsterdam limanlarının ve bu liman şehirlerinin değişim hikâyeleri anlatıldı. Açılış konuşmasını yapan MDTO Başkanı Cihat Lokmanoğlu, “Mersin’in, tarihsel gelişimine bakıldığında kentin kaderini bir ‘iskelenin’ değiştirdiğinin görülebileceğini belirterek, “Sahip olduğu iskele ve sonrasında limanı Mersin’i, küçük bir balıkçı kasabasından Akdeniz’in önemli bir liman kentine ve ticaret merkezine dönüştürmüştür. Liman kentleri genellikle diğer kentlere nazaran daha dinamik bir ekonomik yapıya sahiptirler ve bulundukları kente ve ülke ekonomisine ciddi katkılar sağlarlar. Ancak onları birbirinden farklılaştıran, deniz kültürleri, deniz ticaretine bağlı olarak gelişen yaşam biçimleri, ticari faaliyetler etrafında oluşan sosyal ve kentsel ortamları ile imajlarıdır. Mersin bu açıdan büyük sıkıntıları, problemleri olan bir kenttir. Hızlı gelişmeye bağlı olarak uygun bir planlamaya ihtiyaç duyulduğu açıktır” dedi. Lokmanoğlu, “Bu panelin amacı, Mersin’in kıyı kullanım kalitesi, fiziki gelişimi ve limanın genişleme ihtiyacı gibi çözüme muhtaç konularının tartışılmasına zemin hazırlamak ve bu konudaki karar alıcıların dikkatlerini çekebilmektir” diye konuştu. Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu “bilgi için ilgi şar t Mersin Limanı’yla ilgili gelişimin aynı zamanda Mersin kentinin gelişim öyküsü” olduğunu belir terek “Yani Mersin Limanı demek Mersin demektir. Limana bağlı süreç onu tanımlar ve betimlerken, aslında Mersin’in gelişimini başlangıcından bugüne anlatmak demektir. Sadece bu ekonomik değil, kültürel, sosyal, toplumsal bir bütün olarak, bir kent öyküsünün tanıklığını ifade etmektir. Bütün bu ilişkiler ve bu bütün ilişkileri belirleyen öyküler o iskeleden başlayan ve bugüne gelen ve geleceğe de devam edecek ilişkiler demektir” ifadelerini kullandı. Küresel döngü acımasızca gerçekleşiyor. Sadece var olanla değil güçlendiricileri de var olan zenginliğin içine katmak gerektiğini vurgulayan Güzeloğlu, “Lojistiği, bağlantıları ve bununla ilgili alt yapıların sağlanması, rekabetçiliğe açık bir işletme anlayışı ile bunu planlayarak, güçlü bir şekilde korunması ve benzerleridir. Türkiye ve Mersin gibi gerçekten lojistik ve stratejik öneme sahip olan coğrafyalarda sadece buna sahip olmak yetmiyor. Bunu ihmal ettiğiniz zaman ya da bunu eksik bıraktığınız zaman karşılaştırmalı üstünlüğünüz ve sizi öne çıkar tacak şeyler avantaj olmaktan ve üstünlük sağlamaktan geri kalıyor. Unutmayın ki küresel döngü çok hızlı ve acımasızca gerçekleşiyor. Öne çıkmak yetmiyor orada durmak gerekiyor. Orada durabilmek maliyet ve rekabet ilişkisinde ve verimliliğin ve sürdürülebilirliğin gerçekleşmesinde yatıyor” dedi. Mersin Limanı’nın sadece liman kavramının doğrudan ve dolaylı net istihdamının yaklaşık 20 bin kişi olduğuna dikkat çeken Güzeloğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mersin Limanı’nda yaratılan bir Euro değerinin ekonomik geri dönüşü 1.2 Euro. Bu değerlendirmeler ile bir bütün olarak baktığınızda Mersin Limanı küresel ölçekte büyüme ölçeğiyle dünya liman büyüme or talaması üzerindedir. Önde olmak önemli değil orada durmak ve kalıcı olmak mesele. Şimdi bu öndelik limana bağlı bir öndelik mi? Hayır. Kente dayalı bir öndelik ve önderliktir. Tabii ki Mersin’in bu ekonomik büyüklüğü içerisinde tarım, sanayi, ticaret var. Ama temel olarak taşıyıcı yük amiral gemisi olarak hizmetler sektörü, ticaret ve limandır. Onun için limanın geleceğe dönük bütün perspektiflerini, projeleri, bununla ilgili kentin ilişkileri hayati derecede önemli” diyerek panele geçildi. Büyüyen ve gelişen Mersin ve Limanı’nın geleceğine katkısı olur umuduyla gerçekleştirilen panelin 1. Oturumu Prof. Dr. Tamer Gök başkanlığında; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Arzu Kocabaş, Lübnan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Trablus Belediyesi Kültürel Miras ve Tarihi Eserleri Koruma Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Halid Tadmori, Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fikret Zorlu, Mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Hasan Topal gerçekleştirdi. Doç. Dr. Arzu Kocabaş Liverpool ve Londra Limanlarındaki değişim öykülerini anlatırken, Prof. Dr. Halid Tadmori Beyrut’un savaş sonrası imarını, Yrd. Doç. Dr. Fikret Zorlu Barselona 22@ Bölgesi Kentsel Dönüşümü Deneyimi üzerinden Mersin çıkarımlarını, Hasan Topal ise Hamburg ve Amsterdam örnekleriyle liman alanlarındaki dönüşümü sundular. Öğleden sonraki 2. oturuma ise Doç. Dr. Arzu Kocabaş başkanlığında; ODTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nil Uzun, İstanODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 3 HABERLER bul Mimarlar Odası BK. Şubesi’nden Mücella Yapıcı, Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nida Naycı ve Şehir Plancısı M. Remzi Sönmez konuşmacı olarak katıldılar. Bu oturumda Yrd. Doç. Dr. Nida Naycı “Kıyılarda yükseklik kontrolü ve Görsel Koruma Alanlarına” dikkat çekerek “Kıyı kullanım hakkı kimin? Mersin’in hem ticaret kenti hem plaj kent olma özelliğini birlikte gerçekleştirme ve yönetmeyi başarabilecek mi?” sorularına cevap arandı. M. Remzi Sönmez ise İskenderun Limanı Bölgesi sanayi ve enerji sektörü gelişme stratejileri çalışmalarını anlattı. 4 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Panelin ardından gerçekleştirilen forumu Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ruşen Keleş yönetti. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, Şehir Plancıları Odası Mersin İl Temsilcisi Ali Cenap Yoloğlu, Mimarlar Odası Mersin Şubesi eski başkanlarından ve Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Sabri Konak ve Mersin Liman İşletmesi Genel Müdürü İsmail Hakkı Tas’ın katılımıyla gerçekleşen forumun kapanış ve panele ilişkin değerlendirmesini Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cana Bilsel yaptı. HABERLER Değişim ve dönüşüm, toplumsal ve mekânsal oluşumlar olan kentlerin doğasında bulunur. Dünyaya açık olmaları ve çok kültürlülükleriyle bilinen liman kentleri, tarih boyunca değişime ve dönüşüme açık olmuştur. Bu değişim ve dönüşümü belirleyenler öncelikle kentlilerdir. Kentin geleceğini biçimlendirecek olan değişimin toplumun faydasına, sürdürülebilir bir kentsel gelişme olabilmesi için kentlilerin katılımıyla oluşturulacak bir gelecek vizyonunun bulunması gereklidir. I Liman kentlerinde kentin varoluşunu ve gelişmesini belirleyen limanıdır. Liman ile kentin, kent ile kıyının, kent ile denizin ilişkileri liman kentleri için yaşamsal önem taşır. Bu kentlerde gelişmenin sürdürülebilir olması için: • Kent ile limanın ekonomik, lojistik, işlevsel, mekânsal, görsel ilişkilerinin güçlendirilmesi, bu ilişkilerin yeni, yaratıcı biçimlerinin araştırılması, • Liman kentinin başka kentlerle ilişkilerinde enter-modal ulaşımın (denizyolu, demiryolu, karayolu, hava yolu) geliştirilmesi, • Kentlilerin ulaşabileceği çok modlu ulaşım altyapısının geliştirilmesi (deniz ulaşım biçimlerinin güçlendirilmesi, raylı toplu taşınım, bisiklet yolları vd.), • Herkesin kıyıya erişimi sağlanarak, kentlilerin denizle barışmasının teşvik edilmesi, • Kentte yaşayanların çevre deneyimlerinin zenginleştirilmesi, yaşam kalitesinin arttırılması, • Sağlıklı bir toplumsal ve bireysel yaşam için gerekli olan kentsel çevrenin oluşturulması, • Farklı toplum gruplarının kent mekânlarını ortak kullanımına olanak verecek kamusal mekânların oluşturulması, • Bu anlamda kıyı alanlarının herkesin erişimine açık kamusal alanlar olarak korunması, düzenlenmesi, niteliklerinin artırılması için kent yönetimleri gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmalıdırlar. II Liman kentleri kara ile denizin buluştuğu kıyı alanlarında kurulmuş ve gelişmişlerdir. Ekolojik açıdan hassas kıyılar ve sulak alanlar kentin gelişme alanı içerisinde bulunur. Bu nitelikleri göz önünde bulundurularak liman kentlerinin doğal çevreyle ve özel olarak kıyı alanlarıyla olan ilişkilerinde: • Koruma-kullanma dengesinin gözetilmesi, • Doğayla barışık, sürdürülebilir kent ve yaşam çevrelerinin oluşturulması, • Kentsel gelişmede tarım alanlarının korunması, kent ve tarımın sürdürülebilir birlikteliğinin araştırılması, • Kıyı alanlarının bütünleşik bir planlama anlayışıyla, bölge ölçeğinden mikro ölçeğe bütünleşik bir yaklaşımla planlanması ve yönetilmesi gerek yerel ölçekte gerekse ülke ölçeğinde yönetimlerin sorumluluğudur. III Yaşanabilir ve sürdürülebilir bir kentsel ortam ve kent toplumu için, • “Kent hakkı”nın gözetilmesi, • Kentsel proje üretme / kentsel dönüşüm süreçlerinde katılımcı ve şeffaf politikaların benimsenmesi, • Kentte yaşayanların kentin geleceğine demokratik katılımının yöntem ve araçlarının oluşturulması, katılımcı yönetişim modellerinin uygulamaya koyulması, • Kentlilerin kentin geleceğinde söz sahibi olmasının sağlanması, kenti sahiplenmelerinin teşvik edilmesi, • Toplum grupları arasında ayrışmanın değil, paylaşımın olduğu bir kent ortamı için kullanım ve mekânlar yaratılması, • Kentsel dönüşüm projelerinde, sosyal politikaların benimsenmesi ve buna yönelik araçların oluşturulması kentleri ve kentlerde değişimi yönetmenin koşuludur. Bu bağlamda, bir liman kenti olan Mersin’in gündeminde olan aşağıdaki konuların da ele alınacağı bütüncül yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır: • Mersin’e kruvaziyer gemilerin gelmesini sağlamak üzere büyük yatırım gerektirmeyen tedbirler ile düzenleme yapılmalıdır, • Mersin liman sahasında limanla ilgili olmayan kurum ve kuruluşların mevcudiyeti nedeniyle genişleyemeyen liman sahasının, mevcut kurumlara alternatif bölgeler belirlenmesi ile liman sahasına bitişik sahaların limanın genişlemesine imkân verecek şekilde imar planları değişikliği yapılması sağlanmalıdır. • Mersin limanı ve serbest bölge otoban bağlantı yolları genel trafikle müşterek kullanılması nedeniyle tıkanma ve gecikmelere neden olmaktadır; bu nedenle liman ve serbest bölge otoban bağlantılarında özel ulaşım düzenlemeleri yapılmalıdır. Sonuç olarak doğayla uyumlu, paylaşımcı, katılımcı, yenilikçi ve yaratıcı, kültürel mirasa saygılı sürdürülebilir bir kentsel değişim ve yönetim mümkündür. Bu değişimin ekonomik, toplumsal ve mekânsal boyutlarıyla bütüncül ve katılımcı bir anlayışla yönetmek önemlidir. Mersin Deniz Ticaret Odası TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi Şehir Plancıları Odası Mersin Temsilciliği Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 5 HABERLER Çocuk Resim Yarışmasının Beşincisi Düzenlendi İ.Ö.O. öğrencisi Ayşegül Arslan oldu. Mansiyon ödüllerini ise Pirireis İ.Ö.O. öğrencisi Ayşe Sıla Turan ve Necati Bolkan Ortaokulu öğrencisi Berna Demir aldılar. Özel kategoride de mansiyon ödüllerine Namık Kemal İ.Ö.O. özel alt sınıf öğrencileri Sezer Özmen ve Merve Sayidi ile Hüseyin Polat Özel Eğitim İş Uygulama Merkezi Okulu’ndan Gökhan Eren, Zafer Metin, Selma Kurum ve Özgür Keni layık görüldü. Yarışmanın ödül töreni Mimarlar Odası Mersin Şubesi Konferans Salonu’nda yapıldı. Programa Mimarlar Odası Mersin Şube Başkanı Sinan Tütüncü, İl Milli Eğitim Şube Müdürü Mesut Kartal, Trafik Şube Müdürü Mehmet Diyaaddin Özer, Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürü İhsan Dağ, okul öğrencileri, idareciler ve öğretmenler katıldı. Birinci olan öğrencilere notebook, ikinci olan öğrencilere tablet, üçüncü olan öğrencilere fotoğraf makinesi verilirken, mansiyon ödülü kazanan öğrencilere de boyama seti hediye edildi. Mimarlar Odası Mersin Şubesi tarafından, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün katkılarıyla düzenlenen resim yarışmasının 2013 yılı ayağı tamamlandı. Geleneksel hale getirilen ve bu yıl 5.’si düzenlenen yarışmanın teması, Haziran ayında Mersin’de yapılacak Akdeniz Oyunları nedeniyle ‘Çocuk ve Spor’ oldu. Merkezde bulunan dör t ilçedeki ilköğretim okulu öğrencilerinin katıldığı yarışmada üç kategoride toplam 196 resim yer aldı. Jüri üyelerinin değerlendirmesi sonucu birinci kategoride (3 ve 4. sınıflar): Pirireis İ.Ö.O. öğrencisi Buse Karabacak birinci, Viranşehir 75. Yıl Or taokulu öğrencisi Cennet Ceren Kocaoğlu ikinci, Özel Toros İ.Ö.O. öğrencisi Nilsu Özer üçüncü oldu. Birinci kategori mansiyon ödülünü ise Kocatepe İ.Ö.O. öğrencisi Resul Şanlı aldı. İkinci kategoride ise (5, 6, 7 ve 8. sınıflar): birinci Viranşehir 75. Yıl Ortaokulu öğrencisi Tolunay Deniz Çiçek, ikinci Özel Toros İ.Ö.O. öğrencisi Eylül Demirel, üçüncü Necati Bolkan 6 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 HABERLER TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi Beşinci Çocuk Resim Yarışması Sinan TÜTÜNCÜ Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı bu yıl da büyük bir coşku ve sevinç içerisinde kutladık. Bu coşkunun yıllar boyunca artarak devam etmesi ve tüm çocukların bu coşkuya ortak olması en büyük dilek ve arzumuzdur. Çocuklarımıza armağan olan, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, çocuklarımızın etkinliklere katılımlarının sağlamak ve bayram coşkusunu günün önemini de hissederek daha iyi yaşamaları için 2009 yılında çocuk ve resim yarışmalarına başladık. Beşincisini gerçekleştirdiğimiz yarışmanın konusunu Akdeniz Oyunları’nın yapılmasından dolayı “Çocuk ve Spor” olarak belirleyip, resim yarışmasını tamamladık. Bu yıl Akdeniz Oyunları’nın Mersin’de yapılmasından dolayı dört ilçemizdeki tüm ilköğretim okullarında yarışmayı düzenledik. Önceki yıllarda sadece Yenişehir ilçesinde yarışmayı düzenliyorduk. Bundan sonraki yıllarda da kent genelinde resim yarışması düzenleyerek tüm çocuklarımızın yarışmaya katılmasını sağlayacağız. Bilindiği gibi resim, görülenlerin, özlemlerin, duygu ve düşüncelerin bir kural içerisinde anlatımıdır. Sözle ifade edilemeyen birçok şey resimle ifade edilmektedir. Çocuklarımız sınırsız hayal güçleriyle çevreye bakışlarını, özlemlerini, hayallerini kâğıda dökmekte, düşünce ve tasarım yetenekleri gelişmeye başlamaktadırlar. Resim yapan kişiler daha araştırmacı daha gözlemci olmakta, çevresindeki olayları, mekânları, yaşadıkları ortamları daha çok inceler hale gelmekte ve olumsuzlukları sorgulamaya başlamaktadırlar. Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın daha katılımcı, daha yaratıcı, olaylara eleştirisel yaklaşımlarda bulunabilen, kendilerini isteklerini daha iyi ifade eden bireyler olarak yetişmeleri Mimarlar Odası olarak hedeflerimizden biridir. Bu sayede çocuklarımız hem kendilerinin hem de ülkemizin kalkınmasını ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurmuş olduğu Cumhuriyetimizin daha emin ellerde ileriye gitmesine yardımcı olacaktır. Yarışmaya katılan tüm çocuklarımıza ve onları yüreklendirerek yarışmaya katılmalarını sağlayan idareci ve öğretmenlerimize teşekkür ediyorum. Çocuklarımızın başarılarının devamını ve topluma yararlı insanlar olarak yetişmelerinin sağlanmasını temenni ediyorum. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 7 HABERLER Çocuk ve Sanat Hasan GÜL Mersin İl Milli Eğitim Müdürü Çocukların entelektüel, duygusal ve estetik süreçlerinin gelişmesinde etkin bir rol oynayan sanatın, yaşamın bir parçası olarak desteklenmesi ve yaygınlaştırılması hem eğitimin hem de sosyal hayatın önemli bir parçasıdır. kü resim yapmak aynı zamanda çocukta ruhsal sağaltım sağlamaktadır. Sanatın çok yönlü yapısıyla birlikte gelişen çocuklar evrensel değerleri daha çabuk kazanır. Bu yönüyle sanat bir ruhsal etkinliktir. Sanat, konuşulmayan bir dildir. O dilden sadece sanatı anlayabilen ya da yaşayabilenler anlar. Çocukta küçük yaşlardan itibaren desteklenen sanat ve sanat etkinlikleri, kendini ifade etmeye çalışan bireylerin parolası haline gelir ki böyle bir toplumda kendini gerçekleştirme çabaları olumsuz bir nitelik kazanmaz. Öğrenme sürecinde özgürlüğün tadını çıkaran çocuklar daha yaratıcı ve nitelikli düşünürler. Bu çocuklar hata bile yaptıklarında sürece olumlu bakarlar ve alternatif yöntemler geliştirerek yollarına devam ederler. Sanat okul öncesi yaşta başlaması gereken uzun bir yolculuktur. Çünkü sanat bilinçli bir eğitimin ürünüdür aynı zamanda. Sanatın en eski dalı olan resim, mağara döneminden uzay çağına kadar süren o büyük maceranın bir parçası olarak varlığını ve etkinliğini ilk günkü kadar güçlü bir ifadeyle devam ettiriyor. Çünkü resim ve çizim konsantrasyonu hem bireyde hem de sanat anlayışında bir disiplin anlayışı kazanarak bugüne gelmiştir. Bu disiplinin yeni nesillere geçmesi için desteklenmesi gerekiyor. TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin açmış olduğu yarışma; bu anlamda büyük bir misyonu üstlenerek, öğrencilerimizin sanat gelişimini desteklemektedir. Sanat, çocuğun akademik performansını, onun öğrenme sürecini destekleyerek, güven duygusu kazandırır. Sanat çocukta güven ve kabulün en üst noktasıdır. Çocuk kazandığı güven sonucu, kendini, kişiliğini ve or taya koyduğu ürünün kabulünü görür, kendini hayatın önünde bir engel olarak görmez. Böylece hayallerine doğru daha çok yol alır. Çocuk doğal olarak yaratıcı fikirlerle dolu olarak dünyayı keşfetmeye hazırdır. Resim bu keşiflerin en keyifli olanıdır. Çün- 8 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Sanatla uğraşanlar, mükemmeli ararlar; ancak asla mükemmeli yakaladıklarını düşünmezler ve mükemmel olduklarını kabul etmezler. Sanatla uğraşan çocuklar, mütevazi olmayı mükemmellikle eş değer görerek, kişilikleri olumlu olarak etkilenecektir. TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin geleneksel olarak düzenlediği bu yarışma; daha yaratıcı, bağımsız ve üretici bireyler yetiştirmemize yardımcı olacaktır. Aslında çocuklar kendilerini daha iyi hissetmek için resim yapar. Bu durum, sonuçları itibariyle resmin en doruk noktasını göstermektedir. İnsanlar resim yaparken mutlu oluyorsa o halde mutluğu da bize vaat eden bu önemli etkinlik desteklenmelidir. Katılım payı çok yüksek olan bu etkinliğin değer olarak büyümesine neden olan kriterlerin, insanların ihtiyaçlarından kaynaklanıyor olması, bu surecin paylaşılmasını aktifleştirmektedir. Çünkü fiziki ihtiyaçlar gibi ruhsal ihtiyaçlarda önceliklidir. TMMOB Mimarlar Odası Mersin Şubesi’nin bu etkinliğini böylece destekliyor ve önceliklerimiz arasında olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu etkinliğin her yıl tekrarlanması dileğiyle bu yarışmaya katılan bütün öğrencileri ve TMMOB’yi kutluyorum. HABERLER Mimarlar Odası Basın Açıklaması: TMMOB Mimarlar Odası 43. Dönem Genel Kurulu Sonuç Bildirisi 9 Nisan 2013 TMMOB Mimarlar Odası 43. Dönem Seçimsiz Genel Kurulu 6-7 Nisan 2013 tarihlerinde delegeleriyle Antalya’da toplanmış; güncel gelişmeler değerlendirilerek ülke gündeminin kente, mimarlığa, meslek örgütüne, meslektaşlara etkileri kapsamlı bir şekilde değerlendirilmiş ve çözüm önerileri ortaya konmuştur. Bu değerlendirmeler ışığında dünya, bölge ve ülke sorunlarımızla, meslek, meslektaş ve meslek Odamızla ilgili öncelikli konulardaki görüşler “Genel Kurul Sonuç Bildirisi” ve aynı zamanda bu toplantının Mimarlar Odası tarafından geleneksel olarak her yıl Nisan ayında yapılmakta olan Mimar Sinan’ı anma etkinliklerine denk gelmesi nedeni ile “Sinan Bildirisi” olarak yayımlanmaktadır: Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan geniş bir coğrafyada dünya mirasına çok sayıda anıtsal eser kazandıran Koca Sinan’ı ölümünün 425. yılında saygıyla andığımız, dünyamız, bölgemiz ve ülkemiz açısından derin kaygılar duyduğumuz bugünlerde bölgemiz, sorunların kesiştiği merkez haline gelmiştir. Ülkemiz ise, küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda hızla bu sorunların içerisine sürüklenmektedir. Tarihsel bir “kırılma” süreci içinde bulunduğumuz bu dönemde, toplumun “barış” umutlarını ve demokratik taleplerini temel alması gereken Anayasa değişiklik tartışmaları; “otoriter” bir yönetimin pazarlanmasının aracı haline getirilirken; ülkemizde ve bölgemizde yıllardır yaşanmakta olan kaos, şiddet ve insan yaşamı hiçe sayılmaktadır. Gelinen aşamada artık yeni can kayıplarının olmaması için bütün kesimlerin barıştan yana tavır alması hayati öneme sahiptir. Bu nedenle barış girişimleri çok değerlidir. Bizler mimar ve meslek örgütü olarak barışın ve yaşamın yanında açık tavrımızı her zaman koymuş ve koymaya devam etmekteyiz. Toplumun “Anayasa” üzerinden zapturapt altına almaya çalışıldığı bu süreçte, ekonomik perspektif “kentsel dönüşüm”e dayandırılmakta ve insani, bilimsel ve mesleki tüm birikimler yok sayılarak; “3. Köprü”, “Atatürk Orman Çiftliği”, “Su Havzaları”, “HES”, “Altın Madenleri”, “Kıyı Yasası”, “2B”, “TOKİ”, “Kentsel Dönüşüm” gibi uygulamalarla; Cumhuriyet dönemi mimari mirasımız, doğal, tarihî, kültürel değerlerimiz “ranta” feda edilmektedir. Bizler, ülkemizin “demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü” bir Anayasaya kavuşması için, 1982 Anayasasının mutlaka değişmesi gerektiğini savunuyoruz. Ancak, gündemde olan, demokra- tik ve kamusal hakları, kent, çevre ve kültürel kaynakların yok edilmesini ve bunlarla ilgili işlenen suçları Anayasal güvenceye kavuşturmayı, Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmayı ve “otoriter” bir rejimi hedefleyen “Yağmanın Anayasasını” reddediyoruz. Diğer taraftan, mesleğimiz ve Örgütümüz de, bu süreçte oluşturulan gündemlerle ağır saldırılara maruz kalmaktadır. Meslek alanımızla doğrudan ilgili olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna dair 644, 648 ve 653 sayılı KHK’ler ile başlatılan süreç; başta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, Büyükşehir Belediye Kanunu olmak üzere doğal ve yapılı çevreye yönelik yasalarda öngördüğü ve gerçekleştirdiği değişikliklerle, ülkemizdeki imar faaliyetleri ve yapı üretim sürecinin, demokratik katılım mekanizmaları olmaksızın, yerel yönetimleri de işlevsizleştirecek şekilde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlandığı ve adeta Bakanlığın “Türkiye Belediye Başkanlığı”na dönüştürüldüğü bir kurguyu dayatmaktadır. Kentlerimizin planlı ve sağlıklı gelişimi, kentsel yaşamın niteliğinin yükseltilmesi, tarihî ve doğal çevre yağmasının durdurulması gibi amaçlarla “Şehircilik Bakanlığı” kurulması önerisini yıllardır Mimarlar Odası tarafından gündeme getirilmekte ve çaba gösterilmektedir. Doğal olarak ilk bakışta, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nın kurulması olumlu bir gelişme olarak algılanabilir. Ancak, Bakanlığın kuruluş süreci, amaçları, teşkilat yapısı ve yetkileri değerlendirildiğinde geçmişi dahi aratan “çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuz” açıkça anlaşılmaktadır. Kanun Hükmünde Kararnameler ile “kent ve doğayı rant aracı olarak gören” bir anlayışın tüm alanlara egemen olmasının önündeki engellerin kaldırılması ve bu alanlara ilişkin yetkilerin iktidarın elinde toplanması için TMMOB ve bağlı Odaların, Yerel Yönetimlerin “asli işlerine” ait yetkilerinin gasp edilmesi, “özerk ve kamusal kimliklerinin” yok edilmesi, TOKİ’nin Bakanlığa bağlanması ve bilirkişilik müessesesinin Bakanlığın emrine verilmesi yönünde yapılan düzenlemeler, sıklıkla dillendirilen “ileri demokrasi” söylemleriyle bağdaşmamaktadır. Mimarlar Odası olarak “rantçı ve otoriter” bir anlayışla KHK’ler ve yeni yönetmelik düzenlemeleriyle, Meslek Odalarının “kamusal ve özerk” kimliklerini yok sayan ve bunlara karşı organize bir şekilde yürütülen “işlevsizleştirme, yetkisizleştirme ve yok etme” politikalarını şiddetle kınıyoruz. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 9 HABERLER Türkiye, yeryüzünün en köklü uygarlık birikimlerine sahip olmasına rağmen, özellikle kentleşme ve yapılaşma sürecini bu niteliğine yakışmayan bir kimlik erozyonu içinde yaşanması, ülkemizde, yerleşim ve gelişme alanlarındaki mimarlıktan yoksun biçimlenmeler ve kullanımların yarattığı mekânsal yozlaşmalar, toplumsal ve kültürel erozyonlar karşısında “kalıcı, sürdürülebilir, kimlikli ve çağdaş” bir çevrenin yur t düzeyinde temel imar ve kentleşme hedefi olmasının sağlanması; Türkiye’mizin de kendine özgü koşulları ile evrenselliği yaşamasını içerecek nitelikte bir “planlama - kentleşme ve konut politikası”nın oluşturulması gerektiğini vurgulamaktayız. Yaklaşık bir yıl sonra yapılacak olan yerel seçimlerle, kentlerin toplum adına sahibi olan yerel yönetimler yeniden seçilecektir. Bu dönemde demokrasinin beşiği olarak kabul edilen belediyelerin uygulamaları, kente müdahaleleri, merkezin yerel yönetimler üzerinde baskısı, kamusal özerklik gibi mimarlık ve şehircilikle ilgili konuları değerlendirme olanağı bulunmaktadır. Yerel seçimlerde “yağma ve otoriter anlayıştan yana” olanların teşhir edilmesi ve “demokratik yerelleşme ve sağlıklı kentleşme” anlayışlarının teşvik edilmesi kamusal sorumluluklarımız arasında önemli bir yere sahiptir. Genel Kurulda yapılan ortak değerlendirmelere bağlı olarak gündemde yer alan kapsamlı sorunların üye ve örgütsel seferberliğe dayalı bir “Dayanışma Süreci” ile aşılabileceği belirtilerek; Oda’nın Anayasal güvence altında olan yetki ve sorumluluklarının gereğini kararlı bir şekilde yerine getirmeye devam edeceği vurgulanmıştır. Mimarlar Odası Genel Kurulu, bu değerlendirmelerin ışığında olağanüstü koşullardan geçtiğimiz bu dönemde; başta meslektaşlarımız olmak üzere bütün duyarlı kesimleri savaşa ve anti-demokratik süreçlere karşı tavır almaya; meslek örgütlerimizin, üniversitelerimizin, yerel yönetimlerin “kamusal özerk” kimliklerini korumaya, doğa-kent-kültür yağmasına dur demeye çağırmaktadır. Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde! Biz Bu Filmi Daha Önce Defalarca Görmüştük Semih L. TEMİZKAN Mersin Şube Delegesi Korkarım defalarca daha görmeye de adayız. ceden izlediğimiz benzer filmlerin yeni versiyonları ile karşımızda olacağını bizlere bir kez daha göstermişti. Önce bir tanımlama yapmam gerek bu yazının özüne ilişkin. Ve Genel Kurul karar verdi. Bu yazı TMMOB Mimarlar Odası Seçimsiz Genel Kurulu sonrasında izlenimleri içermekle birlikte bilimsel bir makale değildir. Komisyonlarda çalışmak isteyen herkes üye olabilir, sınır getirilemez. Hatta değişiklik yapılması istenilen yönetmeliklerimizden de çokça söz etmeyeceğim. Belki birkaç cümlecik. Mimarlar Odası’nın demokratik gelenekleri böylesi sınırlandırmaların hep karşısında olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu yazıda daha çok usul tartışacağım, birazda küçük anektodlar, söyleyebildiklerimiz ya da ne söyleyeceğimizi bilemediklerimizden. Herhangi bir itirazım yok bu karara. AMA... Genel Kurulumuzun gerçekleştiği tarihle eş zamanlı olarak ÇÖZÜM SÜRECİ?, AKİL İNSANLAR?, vb. kavramlar gündemimizi işgal etmeye başlamış ve bizlerde modaya uyarak kendi meslek grubumuzda akil insanlar seçme, bulma ya da atama çabası içerisine girmiştik. Açılış ve rutin konuşmalar sonrasında gündemde işlenecek konular ve yönetmeliklerle ilgili çalışma komisyonlarının oluşturulması süreci genel kurulumuzda usul tartışmaları ya da usul bahanesi ile çalışmanın ötelenebilmesi, hatta bir başka bahara ertelenebilmesinin çabası içerisine girilmiş, “komisyonlar kaç kişiyle sınırlandırılsın yada sınırlandırmak ne demek, isteyen herkes komisyonda çalışsın” söylemleri daha ön10 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Eğer fikirleri en geniş ortamlarda tartıştırmak istiyorsanız, ki komisyon üye sayısının sınırlarına karşı durulmasının temel savı bu idi, o halde komisyon kurmaya ne gerek var, genel kurul komisyon gibi çalışsın. Demokratik ama pratik olmayan bir yöntem. Eğer fikirleri önceki tartışmalardan da çıkarımlar yaparak hızla çözüme ulaştırmak istiyorsanız, işte o zaman güncel söylemlerde olduğu gibi tartışılacak konular hakkında fikir sahibi, o konuda emek harcamış akillerinizi belirleyip çalışmalarına olanak tanırsınız. HABERLER O akiller de genel kurula üzerinde uzlaşma sağlanabilecek bir çalışma sunar. Hem demokratik hem de pratik bir çözüm. İşte tam da burada çok sesli olsun, en geniş tartışma ortamı olsun, kim çalışmak istiyorsa çalışsın, fikrini söylesin ve hatta komisyon tüm tartışmaları izledikten sonra çalışmaya başlasın gibi söylemler demokratikliği koruyor görünse de pratiklikten uzaklaştırmıyor mu? Kaldı ki, komisyonun çok sesli olmasını savunurken, aslında düşüncelerinin arka planında A görüşünü benimseyenlerle B görüşünü benimseyenlerin sayısal olarak dengelenebilmesi yada bir tarafın komisyonda daha fazla ağırlıkta olmasını sağlayacak şekilde sınırsız sayıda üye verilmesinin önünü açmak, demokrasi adı altında demokrasinin kötüye kullanımı değil midir diye düşünmekteyim açıkçası. Bir ara fuayede kahvelerimizi yudumlarken düşüncelerine değer verdiğim, sohbetinden keyif aldığım bir meslektaşımla bu düşünce ve kuşkularımı paylaştığımda, BU TÜR YÖNTEMLERİN BAZI ŞEYLERİ ENGELEYEBİLMEK ADINA UYGULANABİLDİĞİ ve AMACA ULAŞMAK ADINA BÖYLE BİR YAKLAŞIMIN DA ANLAYIŞLA KARŞILANMASI GEREKTİĞİ ifadesi, bu konudaki endişelerimi de haklı kılıyor bana kalırsa. İşte tam da bu nedendendir bu metnin ilk satırında “biz bu filmi daha önce görmüştük” ifadesini kullanmışlığım… Bir şeylerin olup olmamasını sağlamak adına çeşitli yöntemlerle GÖRECE BAŞARILI yada BAŞARISIZ olmanız pekala mümkündür bizim genel kurullarımızda. Örnek 1995 Ürgüp Olağanüstü Genel Kurulu Mimarlık Meslek Yasası tartışmaları, cumartesi gece yarısı geneli üzerinde tartışmalar tamamlanmış maddelere geçilmesi oylanmış ve kabul edilmiş. Ama ne hikmetse yapılan usul itirazları sonucunda oylama iptal edilmiş ve genel kurul tatil edilmişti. Bu arada gece yarısı oylamasında yasa taslağına olumsuz bakan grupların acil olarak yakın bölgelerden topladık- ları sayısal erk pazar sabahı erken saatte kurulun toplantı salonunda hazır edilip henüz delegelerin diğer önemli bir kısmı salona ulaşmamışken olan delege sayısı ile alelacele oylama yenilenmiş, bir gece önce 120 fazla oy ile kabul edilen taslak 4 oy ile reddedilmiş ve görece başarı sonrasında dönemin genel başkanı kürsüden görevi bıraktığını ifade etmişti. Amaca ulaşmak adına ne kadar demokratik ve anlaşılabilir bir yöntem değil mi? Bir başka anlaşılabilir yöntem de tartışmaları yeterince uzatmak, oylama zamanına çeşitli sebeplerle katılımcı sayısını azaltıp, amaç doğrultusunda oy verecekleri salonda hazır bekletip sonuca ulaşmak. Örnek için uzağa gitmeye gerek yok. İşte bu genel kurulda örgütlenme tartışmaları için kurulan 19 üyeli komisyon kendi içinde uzlaşamamış, dolayısı ile karar üretme sürecine yeterince değerlendirme yapılacak bir metin elde edememiş, konu genel kurulda sayısal değerler üzerinde ve usul tartışmaları ile olabildiğince sündürülmüş ve birçok delegenin uçuş saati gelmiş, yolu uzun olanlar geri dönüş için otobüslerine gitmiş ve hatta otel odalarının terk edilmesi adına saat 12.00’yi kaçırmadan eşya toplamaya giden delegelerin de salonu terk etmiş olduğu bir ortamda yapılan oylama ile 2/3 çoğunluğu 19 oy ile sağlayamayan örgütlenme konusu bir başka bahara bırakılmış ve filmin yeni versiyonlarının hazırlıklarına da başlanmıştır artık. Bu tür yaklaşımları çeşitlendirmek mümkün. Bir yönetmelik nasıl çıkartılmaz, yada nasıl kadükleştirilir, veya temsiliyette demokratik katılımcılığı ve çok sesliliği savunanlar sayısal dengenin kendi çıkarlarına uymadığı ortamları reddettirmek, hatta ve hatta var olan çok sesliliği şikayet ederek sayısallığın statükosunu hazırlayanların tecrübeleri ve yöntemleri bizlere ışık tutmaya ve benim bir türlü başaramadığım karnından konuşabilenlerin düşüncelerinin arka planındaki hesap kitabı sürdükçe... BİZ BU FİLMLERİ GÖRMEYE DAHA ÇOK DEVAM EDERİZ. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 11 HABERLER Eskişehir Gezisi Hüseyin YAVUZ Mersin Sanayicileri ve İşadamları Derneği (MESİAD) tarafından düzenlenen Eskişehir’deki temaslar için Büyükşehir Belediyesi, Merkez İlçe Belediyeleri, DSİ, Mersin TMMOB Odaları, Esnaf Sanatkarlar Odası, Deniz Ticaret Odası, Dernekler, Basın ve çeşitli kurumlardan oluşan Mersin Heyeti, kentte yapılan çalışmalar incelendi ve Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’le görüşme yaptı. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin misafiri olarak rehber eşliğinde yapılan kent turunda kentte yapılan düzenlemeler ve projelerin detayları anlatıldı. Yapılan teknik gezide Mersin için öngörülen Müftü Deresi ve çevresinin rekreatif olarak düzenlenmesine örnek olabilecek Porsuk Çayı turu yapıldı. Proje yerinde incelenerek detayların değerlendirilmesi yapıldı. Porsuk Çayı gezisinden sonra rehber eşliğinde kent turu yapıldı. Kısa gezimizde Eskişehir tarihinde önemli değerlere sahip olan ve günümüzde renovasyon çalışmaları yapılan tarihi mekânlar incelendi. Daha sonra Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı Uzmanı Fırat Bilgili, Mersin Heyeti’ne Porsuk Çayı üzerinde yapılan çalışmaları anlatan teknik bir sunum yaptı. Fırat Bilgili, yaptığı sunumda proje uygulamasının 3 yıl sürdüğünü belirterek; “2004’te başladığımız çalışmalar 2007 yılında bitti. Fakat proje kentin gelişimine paralel olarak büyüyor. Bugün gelinen noktada, Porsuk Çayı’nı toplu ulaşımda kullanmayı planlıyoruz. Projeye başlamadan önce 241.043 metrekare olan yeşil alan miktarı, projenin bitimiyle 1.445.181 metrekare oldu. Ayrıca, proje öncesi üzeri betonla kapatılması düşünülen Porsuk Çayı’na yapılan düzenleme sonrası, Eskişehir’e gelen turist sayısında müthiş bir artış oldu” diye konuştu. Sunumun ardından Mersin Heyeti’yle biraraya gelen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Porsuk Projesi’nin tek bir projeden oluşmadığını, doğayla kenti barıştırma, doğal afetleri önleme, toplu taşıma (hafif raylı sistem) projelerinin birleşmesinden oluştuğunu belir terek; “Öncelikle zorluğumuz, Porsuk yatağındaki 2,5 metre derinliğindeki bir milyar tonun üzerindeki balçık tabakayı temizlemekti. Balçığın üstünden 40 cm derinliği vardı suyun. Proje ile tüm balçık temizlenerek asıl yatak or taya çıkarıldı. Ardından depreme karşı tüm köp- 12 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 rüleri yeniledik. Bugün Porsuk Çayı’nın 9 km’sinde toplu ulaşım yapılabiliyor. Projeyle kentin sosyal hayatı canlandı. Ayrıca ekonomik hayata büyük katkısı oldu. İstihdam artarken, kente gelen turist sayısında müthiş bir ar tış yaşandı ve yeni oteller açıldı. Eskişehir marka kent haline geldi” diye konuştu. Hititlere, Friglere dayanan tarihinde pek çok medeniyeti barındıran Eskişehir gelişen şehircilik anlayışı ve uygulamalarının yanı sıra iki üniversitesi, kültürel alt yapısı ile sanat yapıları, havacılık merkezi, planlı sanayisi, yer altı zenginlikleri ve sosyal yaşam seçenekleriyle kenti gelişmiş Avrupa kentleri seviyesine yaklaştırmıştır. Porsuk Çayı’nın düzenlenmesi tek başına bir proje olarak kentin tamamına yayılan ve yapılan diğer düzenlemeler ile bütünleşmiş ve kent turizminin önemli örneklerinden biri haline gelmiştir. Müftü Deresi’nin aynı kapasiteye sahip olması ve denize açılmasının da bir artı olabileceği düşünülmektedir. HABERLER Müftü Deresi Sabri KONAK Mimarlar Odası MYK Üyesi Son günlerde birden bire kimi çevrelerde Müftü Deresi sevdası ortaya çıkıverdi. Birden bire yeniden keşfedilen Müftü Deresi’nin Venedik gibi bir şey olabileceği düşünülüyor. Böyle bir şey olunca çok da gereksinimimiz olan, kente sürekli gelen, ya da bugüne kadar gelmeyen ama Müftü Deresi Venedik gibi bir şey olunca bir anda Mersin’in farkına varıp, Venedik’ten daha da iyisi varmış, hem de Venedik gibi diyerek kopup gelecek olan turistler sayesinde bir anda kent bir zenginleşecek, bir zenginleşecek ki hiç sormayın. Yıllardır olamadık ama bu yatırım sayesinde bir anda turizm kenti olacağız. Üstelik örneği de var, Eskişehir gibi. Bu kadar kolay. Ama anlaşılamayan şey bu değil. Neden Venedik gibi olan Eskişehir’i örnek alıyoruz. Biraz daha büyük düşünsek olmaz mı? Müftü Deresi’ni biraz uzatsak da Kızılırmağa, Göksu Irmağına hatta Tuz Gölüne bağlasak yeni bir Haliç elde ederiz. Buradan çıkacak olan kazı toprağını da sahilin 100 metre karşısına döksek bir boğaz elde etmiş, yeni bir İstanbul ortaya çıkarmış olurduk. Ama üzerine yapacağımız köprülerde İstanbul’dakileri değil de New York’dakini örnek alırdık. Ne de olsa daha büyük düşünmek gerekir. İstanbul uzak bir yer olduğu için, İstanbul niyetine herkes Mersin’e gelirdi. Mevcut gökdelenimizin altından bir miktar toprak alsak, gökdelen eğilir, Böylece Pisa kulesinden çok daha yüksek bir hem de onun gibi eğik bir kulemiz olurdu. Ama anlaşılan arkadaşlarımızın ufukları dar. Eskişehir’den öteye gidemiyorlar. Şaka bir yana ama bu durum aslında sorgulama geleneği olmayan her toplumda rastlanan tipik bir kopyacılık hastalığıdır. Bir şekilde başka bir yerde yapılanın görülmesi ve kopyalanması, bu ülkede çokça görülen bir durumdur. Hemen kopyalanır. Kopyalanır, çünkü kolay olan budur. Tarih boyunca hemen tüm yerleşmeler, su kenarında kurulmuştur. Çünkü su temel yaşam kaynağıdır. Bu nedenle özellikle su kenarında kurulur kentler. Tam da bu nedenle su ile doğal olarak ilişkisi gelişir kentin. Suyu kullanır kentin biçimlenmesinde. Örneğin Avrupa’daki çoğu kent, su temalı biçimlenmiştir. Paris, Londra, Prag, Budapeşte gibi. Bu kentlerin köprüleri meşhurdur. Venedik, Amsterdam gibi kentler ile Venediğe öykünerek kurulan Petersburg gibi kentler ise nerede ise su kenarında değil; su üzerinde kurulmuştur, doğal yapıları nedeni ile. Anadolu’da da vardır su kenarı kentleri. Amasya ya da Eskişehir gibi. Doğal olarak bir nehrin iki tarafında kurulan kentler, iç dolaşımı sağlamak için köprüler de içerir. Mersin de bir su kenarında kurulmuştur. Deniz kenarında. Ama Müftü Deresi’nin kenarında değil. Hatta Müftü Deresi’nin oldukça uzağında.Tam da bu nedenle kentin, kentlinin anılarında Müftü Deresi yoktur. Olmadığı için de dere kenarı biçimlenmesi yukarıda örneklendirdiğimiz kentlerdeki gibi biçimlenmemiştir. Örneğin bu derenin kenarında yer alan hemen hiçbir yapı, dere cepheli değildir. Dere kenarı da dere ile ilişkili değildir. Ayrıca dere kenarı ile dere yatağı arasındaki kot farkı da derenin yaşanmasına engeldir. Yaşamadığımız, yapılarımızı cephelendirmediğimiz, anılarımızda yer almayan bir dere;Venedik gibi bir şey olduğunda kent yaşamına gerçekten katılabilecek mi? Bu mümkün mü? Yine de yapmaya kara verdik. Nasıl yapılacak? Derenin denize kavuştuğu nokta ile örneğin Yumuktepe arasındaki kot farkı, yaklaşık olarak 6,00 metre. Bunun anlamı ise Yumuktepe civarında derenin su yüksekliğini de söylenildiği gibi tekne dolaşımı için 2,00 metre gibi kabul edersek, yaklaşık olarak 8,00 metre civarında kazı yapılmasının zorunlu olduğudur.Yumuktepe civarında zaten dere yatağı ile tabii zemin arazında yaklaşık 7,00 metre kot farkı vardır. Yani doğal zemin ile yeni oluşacak su yatağının üst kotu arasında yaklaşık olarak 13,00 metre kot farkı olacaktır. Peki, nasıl olacak da su kenarı ile ilişkisi olamayan bir derede yüzen tekneler çok çekici olacak. Bir tünelde tekne keyfi olabilir mi? Diyelim ki setler halinde yapıldı. Yaklaşık her noktasında dere yatağı ile kenarı arasında 6,00 metre kot farkı olan bir dere, çeperi ile görsel ilişki sağlayamazken, derenin kendisi nasıl bir cazibe merkezi olacak? Başka bir kentin, ya da kentlerin özellikleri hemen taklit edilebilecek bir şey değildir. Kaldı ki çok övdüğümüz Eskişehir örneğinde zaten kent ile ilişkili olan Porsuk Çayı’nın düzenlenmesi, temizlenmesi kentsel yaşama katılması son derece başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir; ama aynı proje içerisinde yer alan yeni biçimlenmelerin Avrupa’nın çeşitli kentlerinden alınmış olması, taklit objelerin kullanılması bu projenin en zayıf tarafıdır. Doğru olan, kent düşleri kuranların başka gerçekliklerden değil, kendi doğrularından beslenmeleridir. Zordur; ama imkânsız değildir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 13 HABERLER Kayseri Yapı Fuarı Tolga OĞUZ Sekreter Üye Mesleğimizin gelişimi ve yapı teknolojilerini yakından takip etmemizi sağlayan yapı fuarlarından biri olan ve 14-17 Mart 2013 tarihleri arasında bu yıl 11’incisi düzenlenen Kayseri Yapı ve İnşaat Teknolojileri Fuarı’na, Mimarlar Odası Mersin Şubesi olarak katılımımız sağlanmıştır. 16 Mart cumartesi günü 20 kişilik mimarlar grubuyla fuarın düzenlendiği Kayseri Dünya Ticaret Merkezi’ne ulaştık. Oldukça verimli geçen fuar ziyaretimizin ardından Kayseri’nin zengin ve kendine özgü yöresel mutfağını ziyareti de bize oldukça keyifli anlar yaşattı. Bahar havasında yola çıktığımız Mersin’e geri dönüş yolunda kar yağışı ile karşılaşmakta işin ilginç yanlarından biriydi. Katılım sağlayan tüm meslektaşlarımıza teşekkür ederiz. 14 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 HABERLER Mesleğimize, Haklarımıza Sahip Çıkıyoruz! TMMOB Mimarlar Odası Basın Açıklaması Merkezi idare tarafından gündeme getirilen yasa taslakları ile yürürlüğe konulan yasa ve yönetmelikler; bir yandan ülkemizdeki tüm yapılı ve doğal çevreyi olumsuz etkileyecek; doğal, kültürel, tarihi ve mimari mirasımızın neredeyse yok olmasına neden olacak değişiklikler içerirken; bir yandan da meslek alanımızı, mesleğin uygulama biçimini değiştiren ve doğrudan etkileyen kabul edilmesi olanaksız değişiklikler içermektedir. Bunlardan en sonuncusu olan; Mevzuat Hazırlama Usûl ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe aykırı olarak hiçbir Meslek Odasından görüş alınmadan hazırlanarak, 1 Haziran 2013 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan “Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile bir yandan yapılı ve doğal çevrenin planlama süreçlerine aykırı biçimde yoğun yapılaşmasının önü açılmaya çalışılmakta, antidemokratik bir yaklaşımla yerel yönetimlerin yetkileri budanarak, yetkiler merkezi idareye aktarılmakta; diğer yandan mesleki haklarımızın gasp edilmesinin yolu açılmakta; mesleki haklarımız hiçe sayılmaktadır. Bugüne kadar torba yasa taslaklarıyla gündeme gelen hemen türlü değişiklik önerisinin bu yönetmelikle hayata geçirilmesinin amaçlandığı görülmekte ve yönetmelikte yapılan değişikliklerle ülkemiz coğrafyası, yerel özellikleri ve kültürel çeşitliliği dikkate alınmaksızın yerel idarelerin yapacağı düzenlemeler tek tipleştirilmek suretiyle, kimliksiz, tek tip yapılaşmanın yolu açılmaktadır. Yönetmelikle getirilen düzenlemelerle yerel yönetimin planlama, yapılaşma konularında karar alma mekanizması, demokratik karar alma süreçlerini hiçe sayarak, belediye başkanını atamasıyla yetki kullanacak bürokratlara bırakılmaktadır. Yapılaşmaya yönelik değişikliklerle, planlama süreçleri göz ardı edilerek sadece yönetmelik düzenlemeleriyle doğal, tarihi, çevrenin, kıyıların, yeşil alanların, tarım, orman ve mera alanlarının yoğun yapılaşmasının yolu açılmakta ve bugüne kadar plana, mevzuata aykırı olarak gerçekleştirilen yapılaşmaya af yolu açılmaktadır. Meslek Odaları dışlanarak, yerel yönetim ve odaların eşgüdümlü çalışmalarının yolu kapatılmak suretiyle Odalarımızca bugüne kadar gerçekleştirilen sayısız tespitler sonucunda idarelere bildirilen ve yasal işlem başlatılan yetkisiz - sahte ûnvan kullanımının denetimsiz bir biçimde artmasının yolu açılarak gerek meslek mensupları gerekse halkın mağdur edilmesinin yolu açılmaktadır. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, 4117 sayılı Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına Dair Bern Sözleşmesi’nin Kabulüne Dair Kanun ile Anayasamıza aykırı olarak; “mimari projeler” in eser olarak kabulü, idarelerde kurulacak “estetik kurul” kararına bırakılmaktadır. “Bu komisyon tarafından özgün fikir ifade etmediğine karar verilen mimarlık eser ve projelerinin değişikliklerinin ilk müellif dışında farklı bir müellif tarafından hazırlanması halinde bütün sorumluluk değişiklik projesini yaptıranlar ve projeyi hazırlayanlarda olmak üzere idarelerce ayrıca ilk müellifin görüşü aranmaz” denilerek meslek mensuplarının müelliflik hakları hukuka aykırı olarak ortadan kaldırılmaktadır. İdarelerin yapı ruhsatı düzenlenmesi sırasında, müelliflerin 5846 sayılı yasadan kaynaklanan haklarını gözetme sorumluluğu kaldırılarak, proje müelliflerinin haklarının gasp edilmesinin yolu açılmaktadır. Sicil durum belgesi zorunluluğunun kaldırılmasından sonra, idarelerce Odamıza iletilen Yapı Ruhsatlarının incelenmesi sonucunda, yüzlerce yetkisiz unvan kullanımı, sahte mimar tespit edilerek ilgili idarelere ve Bakanlığa bildirilmiş ve yasal işlem yapılması talep edilmiş; üyelerimizin hak kayıplarının önüne geçilmesi amacıyla yoğun bir çalışma yürütülmüş ve halen yürütülmeye devam edilmektedir. Yapılan yönetmelik değişiklikleriyle, mimar ve mühendislerin mesleki haklarının iyileştirilmesine yönelik herhangi bir düzenleme getirilmezken, meslek mensuplarının çok büyük bir çoğunluğunun esnek ve güvencesiz çalışma ortamına zemin hazırlanmakta; mimar ve mühendisler işsizlik ile karşı karşıya gelmektedir. Kamu yararı ilkesine aykırı olarak; insana, doğaya, tarihe, kültüre ait değerlerin yok olmasının yolunu açan; ülke kaynaklarını denetimsiz şekilde insan unsuru ile ilişkilendirilmeyecek “marka şehir”lere heba eden; yerinden yönetim kuruluşlarını demokratik esaslara aykırı olarak merkezi idarenin emrine amade eden; kentsel mekânın oluşumunda demokratik katılımı yok sayarak yetki ve kararı merkezi idareye bırakan; tarihsel geçmişe, dünyadaki gelişmelere, evrensel meslek kuram ve kurallarına ve hatta benimsenmiş serbest rekabet ilkesine aykırı olarak, ülke mühendis ve mimarlarını yok sayan; mimarların telif haklarını yok eden düzenlemelerin en kısa sürede geri çekilerek; bu tür düzenlemelerin tüm taraflarla birlikte, ülke gerçeğine ve meslek mensuplarının sorunlarına cevap veren ve bakanlık, yerel yönetimler, üniversiteler, meslek odaları gibi tüm tarafların demokratik katılımını esas alan çalışmalar sonucunda gerçekleştirilmesi gerektiği; Değerli kamuoyumuza saygıyla duyurulur. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 15 HABERLER “TOKİ, Tevfik Sırrı Gür Stadı Alanı’nı AVM ve Rezidans Yapmak İstiyor” 06.06.2013 Tarihli Basın Açıklaması Sinan TÜTÜNCÜ Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Mimarlar Odası Genel Merkezi öncülüğünde başlatılmış olan Taksim Gezi Parkı direnişiyle, ezilen sessiz çoğunluk hakkını savunmaya başlamıştır. Gezi Parkı’nda başlayan direniş, sadece kentin az sayıdaki yeşil alanlarından birinin yok edilmesine değil, “Ben karar verdim, yapılacak!” zihniyetine, Cumhuriyet’le hesaplaşmak için bir yandan Cumhuriyetin ürettiklerini yok ederken, diğer yandan Topçu Kışlası adı altında kamu alanlarının sadece getirim ve gelir kaynağı olarak kullanılmasına karşı duyulan bir tepki olmuştur. Kamu alanlarının, parkların, insanların özgürce dolaşacağı, yaşam kalitesini artıran alanların ranta kurban edilmesi senaryosu yalnızca Gezi Parkı’nda değil, ülkenin her yerinde uygulamaya konmaktadır. Bu senaryo Adana 5 Ocak stadyumundan sonra Mersinde de Tevfik Sırrı Gür stadyumu için başlatılmak isteniyor. Akdeniz Oyunları sonrasında Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nun yıkılması ve yerine AVM ve rezidans yapılması gündemdedir. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nun yerine, yapı yoğunluğu - 3 olacak şekilde alışveriş merkezi ve rezidans inşa edilmesi ve bunun için plan tadilatı yapılması konusunda Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Yenişehir Belediyesi’nden görüş istemiştir. Her iki belediyemizde bu alanın 1/25000’lik planlarda “spor alanı” olarak işaretlendiğini ve kentin bu böl16 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 gesinin spor alanı olarak kalması gerektiği yönünde görüş bildirmişlerdir. Buna rağmen TOKİ, kendisine verilmiş olan plan yapma diktatörlüğü ile bu alanı dönüşüm içerisine alabilmektedir. 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun 1. ve 4. maddelerinde TOKİ’nin çalışma amaç ve yöntemi belirtilmiştir. Tevfik Sırrı Gür Stadyumu için hazırlanan plan, öncelikle bu maddelere aykırıdır. Planı hazırlanan bölge toplu konut veya gecekondu alanı değildir. Mersin Büyükşehir Belediyesi 1/25000 ölçekli nazım imar planında spor alanıdır. Buna rağmen plan bütünlüğünü bozan bir ticaret kullanımı öngörülmesi, TOKİ’nin kendisine kanunla verilen yetkiyi aşması ve kanun dışına çıkmasıdır. Tevfik Sırrı Gür Stadı ve çevresindeki alan, Mersin için tarihi, kültürel, sosyal ve doğal değerleriyle çok büyük önem taşımaktadır. Ancak anlaşıldığı kadarıyla TOKİ tarafından sadece ticari bir kaynak olarak görülmektedir. Mülkiyeti hazinede olan ve Gençlik Spor İl Müdürlüğü’ne tahsisli olan bu alan, yeni stadyumun yapılması karşılığında TOKİ ile takas edilmiştir. TOKİ, yeni stadyumun maliyetini karşılamak için kentin geleceğini hiçe saymakta ve kentin nefes alan tek bölgesini sadece ticari amaç ve rant sağlamak için yapı yığınına çevirmekte bir sakınca görmemektedir. Stadyumun bulunduğu alan Müftü Deresi deltasıdır. Derenin yatağı, yakın tarihte bir taşkın sonrası doğal olarak değiş- HABERLER tiğinden bugünkü yatağında akmaktadır. Stadyumun batısındaki cadde derenin eski yatağıdır. Gelecekte ortaya çıkabilecek aşırı bir yağışta sel altında kalma riski en yüksek bölge stadyum alanıdır. Derenin deltasında yüksek katlı bir ticari yapılaşma önermek, bu binaları kullanacak nüfusun can güvenliğini önemsememek anlamına gelmektedir. İkinci bir Samsun olayının Mersin’de de yaşanmaması için yaşanan felaketlerden dersler çıkartılmalı, dere yatağı ve deltasına inşaat yapılmamalıdır. Stadyum’un bulunduğu alan aynı zamanda kentin en önemli rüzgâr kanallarından biridir. Yaz aylarında Mersin’de serin rüzgâr akımı hayati önem taşımaktayken, son yıllarda kıyıdaki yüksek yapılaşma nedeni ile şehrin rüzgâr ve temiz hava alması büyük oranda engellenmiştir. Müftü Deresi vadisi, kent içinde boş kalan ve rüzgâr akımına izin veren tek koridordur. Stadyum alanında yapılacak yüksek katlı bir yapılaşma, denizin önünü bir duvar gibi kapatacak, rüzgâr ve temiz hava akımını kesecektir. veriş merkezi yapmak, kent halkının ihtiyacını ve imar kanununu hiçe saymaktadır. Kentte yeni ticaret alanları ve alışveriş merkezleri yapılması için talep var ise yeni gelişen bölgelere yatırım yapılması daha uygun olacaktır. Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nun yıkılması ve yerine bir yapı yığını inşa edilmesi projesi herhangi bir kamu yararı içermemekte, kamu hakkını ticari amaç uğruna heba etmektedir. Mimarlar Odası ve Mersin Halkı olarak, bu bölgenin spor alanı olarak korunması veya bir kent parkına dönüştürülerek halkın özgürce kullanımına sunulması gerektiğini savunuyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün Mersin’imizi ziyaretinde söylediği “Mersin’liler! Mersin’e sahip çıkınız” sözünde ifade ettiği gibi kentimize sahip çıkmalı, kentin son yeşil alanlarından birini de ticari çıkar ve rant uğruna heba ettirmemeli ve bunun için mücadelemizi sürdürmeliyiz. Saygılarımızla, Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Önerilen plan ile mevcut durumda kamu kullanımına ait olan bir alan, kamu kullanımından çıkartılarak ticari kullanıma tahsis edilecektir. Diğer ticari kullanımlar gibi alışveriş merkezleri de sadece müşterilerine açıktır, kent halkının serbest dolaşımına açık kamusal alan değildir. Burada yapılmak istenen, kamu malını ticari kişilere kiralamak ve satmaktadır. Kamuya açık nadir alanlardan biri olan dere ağzının ticari kazanç uğruna yapı yığınıyla doldurulması kent halkına verilecek en büyük zararlardan biridir. TOKİ tarafından hazırlanan planda yoğunluk 3 olarak öngörülmektedir. Arazinin büyüklüğünün yaklaşık 40.000 m 2 olduğu dikkate alındığında, toplam 120.000 m2 emsale dâhil yapı alanı or taya çıkacaktır. Diğer alanlarla birlikte toplam inşaat alanı 200.000 m2’yi bulacaktır. Bunun için de çok büyük bir bina kütlesi gerekmektedir. Yapının kaç katlı olacağı ise TOKİ’nin ve yatırımcıların insafına kalmıştır. Söz konusu alan, hâlihazırda trafik sorunu yaşamakta ve İsmet İnönü Bulvarı dışında bir erişim yolu bulunmamaktadır. İstenen yoğun ticari yapılaşma gerçekleşirse İnönü Bulvarı’ndaki trafik yükü katlanarak artacak ve daha sorunlu hale gelecektir. Bu ölçekte bir proje önerilirken, kentin bütünü üzerinde yapacağı etki bilimsel olarak irdelenmeli, kentte boş bir alan görünce hemen “buraya AVM ve rezidans yapalım” mantalitesinden vazgeçilmelidir. Kentimizde nüfus başına düşen yeşil alan miktarı standartların çok altındadır ve bu nedenle yeşil alan miktarının acilen arttırılması gerekmektedir. Kent içinde yaşayanlar için Atatürk Parkı ve sahildeki Kültür Park dışında bir alternatif yoktur. Stadyumun bulunduğu yer ise bir kent parkı düzenlemesi için en uygun bölgedir. Bu alanda bir alış- ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 17 HABERLER 4. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı Sempozyumu: Neo-liberalizm Sonrası Mekânsal Müdahale Biçimleri ve Yansımaları Mersin Üniversitesi 28-30 Kasım 2013 2000’li yıllarda Türkiye’de merkezi yönetimin kentsel dönüşüm projeleri başta olmak üzere kentsel mekâna aşırı müdahaleci tavrı ve bu yönde geliştirdiği araçlar, 1980’lerde yerelleşme ve merkezin planlama başta olmak üzere pek çok alanda yetki ve sorumluluğu yerelliklere devretmeye başlaması eğilimi ile belirgin bir biçimde çelişmekte, toplumsal-iktisadi dizge bakımından neo-liberal anlayışın ötesine geçmektedir. Kurallarını merkezi yönetimin koyduğu ve doğrudan mekânı şekillendirmeye yönelik yasal düzenlemelerin ve uygulamaların gerçekleştirildiği ve özellikle mekâna dayalı siyasalarda aşırı müdahaleci bir tutum sergilendiği görülmektedir. Bu süreçte kent, yeni bir toplumsal yapının gerçekleştirilmesinde ve mevcut güç yapısının yeniden şekillenmesinde araç olarak kullanılmaktadır. Neoliberalizm sonrası veya yeni bir evresi olarak tanımlanabilecek bu dönemin ayrıntılı olarak tanımlanması, çözümlenmesi ve ortaya çıkan sosyo-mekânsal, ekonomik ve çevresel maliyetlerinin belirlenmesi son derece önemlidir. Ancak daha da önemlisi, neoliberalizmin bu evresinde mekânsal müdahale biçimlerinin nasıl olması gerektiğinin irdelenmesi, diğer bir deyişle seçenek politika ve yaklaşımların da tartışılması gereklidir. Eleştirel bir söylemin ötesine geçerek, mekâna farklı yaklaşım biçimlerinin ve değişik müdahale tarzlarının somutlaştırılması zorunlu hale gelmektedir. 18 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Oturum Konuları Devletin mekâna müdahale biçimleri ve araçları: Kentsel dönüşüm, özelleştirme v.b., Büyük ölçekli bölgesel projeler, büyük ölçekli kentsel projeler, büyük ölçekli etkinlikler, Yeni müdahale biçimlerinin toplumsal ve iktisadi sonuçları, Kültürel mirasın korunmasına yönelik politikalardaki değişim, Çevre politikaları ve büyük enerji yatırımları: HES, nükleer santraller v.b., Yerel yönetimlerin yeniden kurgulanması (mekânsal, idari ve hukuki açıdan), Sektörel politikalardaki değişim: Konut, sanayi, ulaşım, teknoloji v.b., Neoliberal kentsel politikalara tepkiler:Yeni kentsel hareketler, Ne olmalı, nasıl yapmalı? Seçenek yaklaşım, politika ve uygulamalar. Önemli Tarihler Sempozyum tarihi - 28, 29, 30 Kasım 2013 Bildiri özetlerinin gönderilmesi için son tarih - 14 Haziran 2013 Değerlendirme sonuçlarının duyurulması - 12 Temmuz 2013 Kabul edilen bildirilerin tam metinlerinin gönderilmesi - 11 Ekim 2013 Kayıt, başvuru ve daha fazla bilgi için: https://kbam.metu.edu.tr/ HABERLER Mimar Sinan Büyük Ödülü Mimarlar Odası’nın, Mimar Sinan anısına düzenlediği Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri kapsamında verilen en büyük ödül, tüm meslek hayatı boyunca verdiği eserleri ve mimarlığa geçen hizmetleri nedeniyle bir mimara veya or tak çalışan mimarlara verilen “Mimar Sinan Büyük Ödülü”dür. Mimarlar Odası 2008 yılında, Sinan Ödülü alan değerli mimar/ların üretimlerini derlemek ve mimarlık kamuoyuna sunmak amacıyla SİNAN ÖDÜLLÜ MİMARLAR PROGRAMI’nı düzenlemeye başladı. Program, bu kapsamda mimarın etkinliğinin ve üretimlerinin değerlendirildiği bir panel, üretimlerinden oluşan bir sergi ve tümünü kapsayan bir kitabın yayımlanmasını kapsıyor. Program daha önce, 2008-2010 döneminde Ziya Tanalı, 2010-2012 döneminde Mehmet Konuralp için düzenlenmişti. Sinan Ödüllü Mimarlar Programı 2012-2014 döneminde, Mimar Sinan Büyük Ödülü sahibi ERKUT ŞAHİNBAŞ için düzenleniyor. Seçici Kurul, Şahinbaş’ı şu sözlerle gündeme taşımıştı: “Gerek mimarlık alanındaki uygulamaları, gerek eğitimci kişiliği ve sivil toplum örgütlerindeki katkıları ile mimarlık ortamına çok boyutlu katkı sağlayan, uluslararası ortamda ve farklı coğrafyalarda gerçekleştirdiği projelerle Türkiye mimarlığını başarılı biçimde temsil eden, mütevazı kişiliği ve titiz kalite anlayışı ile kendisinden sonra gelen kuşaklara örnek olan, sergi ve yayınlarla uygulamalarını ve düşüncelerini mimarlık ortamı ile paylaşan, Sayın Erkut Şahinbaş’a Mimar Sinan Büyük Ödülü verilmiştir.” NOTLAR 1. Bu haber http://www.arkitera.com/etkinlik/index/detay/sinan-odullumimarlar-programi-2012-2014--erkut-sahinbas-mimarligi/1276 adresinden alınmıştır. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 19 HABERLER Sanart II. Türkiye Estetik Kongresi “Değişen Coğrafyalar, Değişen Paradigmalar” Mersin Üniversitesi, Mersin Büyükşehir Belediyesi Kongre Merkezi 24-26 Ekim 2013 SANART II. Türkiye Estetik Kongresi, SANART Görsel Kültür ve Estetik Derneği, Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından 24-26 Ekim 2013 tarihleri arasında Mersin’de gerçekleştirilecektir. Kongre estetik ile ilgili tüm disiplinlere, düşün, sanat ve tasarım alanlarına açıktır. Estetiğin felsefi, sanatsal, kültürel, toplumsal, politik ve diğer tüm boyutlarıyla tartışılacağı bu etkinliğin Türkiye’de güncel estetik araştırmalarını bir araya getiren bir platform oluşturması hedeflenmektedir. Kongrenin teması “Değişen Coğrafyalar, Değişen Paradigmalar” olarak belirlenmiştir. Küresel ölçekte ekonomi ve siyasi coğrafyada ortaya çıkan değişim ile teknoloji alanındaki hızlı gelişmeler, toplumların ve bireylerin var olma biçimlerinde kökten bir değişimi de beraberinde getirmektedir. Binyıl dönümünden bu yana “bilgi çağı” olarak adlandırılan bu yeni dönemde, “yeni dünya düzeni”ne koşut olarak ortaya çıkan toplumsal ve kültürel oluşumları toplumbilimciler, “ağ toplumu”, “tüketim toplumu”, “tüketim kültürü” vb. nitelemelerle kavramsallaştırmaktadır. Dünyada bir yandan ana akım söylem “pazar” ve “tüketim”, “erk” ve “güç” yarışına odaklanırken, öte yandan küresel ısınma ve büyük çaplı doğal/insan kaynaklı afetler ile dünyanın geleceğine ilişkin felâket senaryoları karşısında çevreci bilincin yaygınlaşması uluslararası çevre politikalarını belirlemektedir. Tüm bu gelişmeler sanat, tasarım, mimarlık pratiklerini ve mekânı biçimlendiren süreçleri doğrudan etkiler ve dönüştürürken sanatın, çevre tasarımı ve estetik kuramlarının yeni paradigmalarını da belirlemektedir. Bu kongrede, küresel ölçekteki bu değişimin farklı yüzleriyle “Değişen Coğrafyalar, Değişen Paradigmalar” teması çevresinde tartışılması amaçlanmaktadır. Kongrede tartışılması önerilen konular, sanat ve estetik, kültür medya ve estetik, politika ve estetik, çevre ve estetik, değişen coğrafyalarda sanat ve estetik başlıkları altında ayrıntılandırılmıştır: Politika ve Estetik Erk ve sanat, Erk ve mimarlık, İktidar ve kültür-sanat politikaları, Sanat ve muhafazakârlık, Apolitikleşen sanat, Kamusal sanat ve kamusal mekânda sanat, Politika ve kamusal mekân. Çevre ve Estetik Doğa ve sanat, Algı ve çevre estetiği, Ekolojik mimarlık, çevre tasarımı ve ekolojik sanat, Kentsel başkalaşım ve kent estetiği, Başkalaşan dünyada kimlik arayışları. Değişen Coğrafyalarda Sanat ve Estetik Merkez-çevre ilişkileri, sanat ve mimarlık, Kentler arası rekabette sanat, mimarlık ve estetik, Savaş, sanat, mimarlık ve değişen çevreler, Akdeniz coğrafyasında sanat ve estetik. Danışma Kurulu Jale Erzen, Ali Cengizkan, Kıymet Giray, Tamer Gök, Berika İpekbayrak, Bedriye Işık, Ahter Kıral, Cihat Lokmanoğlu, Yasemin Lümalı, Güven Arif Sargın, Teoman Sungur, Fazıl Tütüner, Zuhal Ulusoy, Mehmet Ali Uysal, Candan Ülkü, Çetin Veysal, Selma Yağcı, Filiz Yenişehirlioğlu Bilim Kurulu Sanat ve estetik kuramlarında yeni paradigmalar, Görsel kültür ve estetik. Ayşe Azman, Ulaş Bayraktar, Cânâ Bilsel, Serra Durugönül, Senem Duruel, Sevil Enginsoy Ekinci, Elvan Altan Ergut, Jale Erzen, Şeref Erol, Kıymet Giray, Taşkıner Ketenci, Güven Arif Sargın, Zeynep Sayın, Nurseren Tor, Belgin Turan Özkaya, Halil Turan, Zuhal Ulusoy, Candan Ülkü, Çetin Veysal, Filiz Yenişehirlioğlu Kültür, Medya ve Estetik Sanat Kurulu Yeni dünya düzeninde tüketim kültürü, sanat ve mimarlık, Bilgi çağında ağ toplumu, medya ve estetik, Simulatif evrende görüntü estetiği, Sanal dünyada tasarım ve değişen estetik. Mehmet Aksoy, Cânâ Bilsel, Juan Botella Lucas, Ali Dirier, Senem Duruel, Mehmet Erdener, Jale Erzen, Ödül Işıtman, Kemal İskender, İrfan Önürmen, Denizhan Özer, Ayhan Sonyürek, Nurseren Tor, Mehmet Ali Uysal, Tuncay Yüce Sanat ve Estetik 20 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 HABERLER Düzenleme Kurulu Kongre Koordinatörleri Cânâ Bilsel ve Nurseren Tor Kongre Düzenleme Burak Belge, Züleyha Sara Belge, Arif Bağcıvan, Cânâ Bilsel, Orçun Çadırcı, İpek Durukan, Şeref Erol, Aslıhan Günhan, Mustafa Kibarkaya,Yasmina Lokmanoğlu, Veli Mert, Nida Naycı, Özgün Özçakır, Yasemin Sarıkaya Levent, Hayriye Oya Saf, Tülin Selvi Ünlü, Ebru Şahin, Nurseren Tor, Meltem Uçar, Tolga Ünlü, Savaş Yıldırım, Fikret Zorlu, Gizem Aydın, İpek Mehmetoğlu, Damla Temiz Sergi Düzenleme Orçun Çadırcı, Murat Çelik, Can Küçüktepepınar, Veli Mert, Kaan Seven, Gülcan Şenyuvalı, Özgür Tosun, Zeki Umay, Özge Usluca, Ayşe Yüce, Tuncay Yüce, Mustafa Yüksel Kongreye Katılım ri, özgeçmişleri ile birlikte son beş yılda yapmış oldukları beş eser ve kongre konusuna uygun olarak hazırlayacakları eserin bir ön çalışmasının (eskiz, maket fotoğrafı, sinopsis vb.) basıma uygun olarak taranmış formatta (jpeg formatında ve 300 dpi çözünürlükte) sanartestetikkongresi@gmail.com adresine e-mail ile göndermeleri gerekmektedir. Bu öneriler düzenleme kurulu tarafından alındığında e-mail ile “alındı” bildirimi yapılacaktır. Sergide yer alacak olan eserler Sanat Kurulu tarafından yapılacak seçme sonucunda belirlenecektir. Seçilen eserlerin ön çalışmalarının Bildiri Özetleri ve Ön Çalışmalar kitapçığında yer alabilmesi için kongre katılım ücretinin yatırılması ve kaydolunması gerekmektedir. Sergi Mekânları Kongreye katılan sanatçıların eserleri Mersin Kongre Merkezi Sergi Sarayı, Devlet Resim Heykel Müzesi Galerisi, İçel Sanat Kulübü ve diğer sergi mekânları ile kamusal mekânlarda sergilenecek, sergilerin açılışı kongre başlangıcında yapılacaktır. Katılımcılar, kongreye bildiri veya yapıtlarıyla katılabilirler. Bildiri ile Katılım Kongreye bildiriyle katılmak isteyenlerin, 300 sözcükten oluşan bildiri özetleriyle birlikte kısa özgeçmişlerini sanartestetikkongresi@gmail. com adresine göndermeleri gerekmektedir. Bildiri özetleri düzenleme kurulu tarafından alındığında e-mail ile “alındı” bildirimi yapılacaktır. Kongre Takvimi Kongreye katılım çağrısı 07 Haziran 2013 Bildiri Özetlerinin ve eser ön çalışmalarının teslimi için son tarih 04 Ağustos 2013 Eser Değerlendirme Toplantısı 14-24 Ağustos 2013 Seçilen eserlerin ilanı 29 Ağustos 2013 Seçilen bildirilerin ilanı 29 Ağustos 2013 Program için tıklayın - Program ileri bir tarihte ilan edilecektir... Bildirilerin kongre programı ve bildiri özetleri kitabında yer alabilmesi için kongre katılım ücretinin yatırılması ve kaydolunması gerekmektedir. Katılım Ücreti Kongrede sunulan bildiriler arasından seçilenler II. Estetik Kongresi Bildiriler kitabında yayımlanacaktır. Katılımcıların bildirilerinin tam metinlerini, bilgisayar çıktısı ve elektronik (CD) olarak kongre sırasında kayıt masasına teslim etmeleri gerekmektedir. 150 TL (Özet Kitapçığı ve Bildiriler Kitabı, çay-kahve ve öğle yemekleri dahil) 100 TL (Özet Kitapçığı ve Bildiriler Kitabı, çay-kahve dahil) Ödemeyle ilgili bilgi daha sonra duyurulacaktır. Eserle Katılım Kongreye eserle katılım her türlü sanat alanına açıktır. Eserleriyle katılmak isteyenlerin, hangi alanda eser sergileyeceklerini belirtmele- Seçilen eserlerin ve bildirilerin kongre programında ve “Bildiri Özetleri ve Ön Çalışmalar” kitapçığında yer alabilmesi için kongre katılım ücretinin yatırılması ve kaydolunması gerekmektedir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 21 HABERLER Atatürk Parkı Basın Açıklaması Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu değil, kıyıda kalıcı bir betonarme bina yapılmasınadır. Bu yapı deniz dolgusu alanı üzerinde bulunmaktadır. Bu durum kent için çok kritik bir öneme sahiptir. Şöyle ki kıyıda kamu tarafından herhangi alanın imar planında yapılaşmaya açılması, tapuda kullanım alanı olarak tescil edilmesi ve ruhsata konu bir yapı yapılması durumunda Mersin genelinde bundan sonra kıyıda yapılaşmanın önü açılacaktır. Bundan sonra tüm kamu kurumları hatta özel şahıslar kıyıda yapı yapmak isteyecek ve plan tadilatları için Belediye’ye baskı yapacaktır. Son günlerde basında ve kamuoyunda, Atatürk Parkı dolgu alanı üzerinde inşaat faaliyetlerinin yürütüldüğü konusunda tartışmalar gündeme gelmiştir. Odamızca özellikle Atatürk Parkı üzerinde artan yapılaşmanın nedenleri araştırılmış, başlatılan inşaatların temel dayanağının Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayına dayandığı anlaşılmıştır. Şöyle ki, Atatürk Parkını kapsayan imar planları incelendiğinde Kıyı Kenar Çizgisinin denize doğru 150 metre kaydırıldığı, bu işlemin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onandığı anlaşılmıştır. Bu işleme göre bundan sonra Atatürk Parkının üzerinde yapılaşmanın önü açılmıştır. Çünkü Atatürk Parkı artık dolgu alanı ve kıyı olmaktan çıkarılmıştır. Bu işlemin en kısa zamanda iptal edilerek Atatürk Parkının dolgu alanı ve park özelliğinin korunması sağlanmalıdır. Basında da gündeme gelen ve inşaatı süren Trafik Şube Müdürlüğü hizmet binası ise bu örneklerden biridir. Bu bina kıyıda yapılaşmanın önünü açan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kararının bir uygulaması olarak görülmektedir. Benzer şekilde Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi de kent için olumsuz bir örnek oluşturmaktadır. Bundan sonra bu yapılaşmanın devam etmemesi için Odamız, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Mersin Büyükşehir Belediyesi nezdinde gerekli girişimlerde bulunmuş, yapılan onay işlemlerinin belgelerini talep etmiştir. Gelecek yazılara göre en kısa zamanda Kıyı Kenar Çizgisinin tekrar eski yerine alınması talep edilecektir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu yanlış kararı Büyükşehir Belediyesi’nin kıyıda yapılaşmaya izin veren planlar hazırlamasına olanak vermektedir. Büyükşehir Belediyesi ise kıyıdaki yeşil alanları korumak yerine her geçen gün plan tadilatları ile kamu binaları yapılmasına izin vermektedir. Bundan sonra Atatürk Parkı üzerinde her türlü inşaatların yapılması gündeme gelmekte, belediyeler bu konuda kamunun alanlarını koruma konusunda herhangi bir hassasiyet göstermemektedir. Bilindiği üzere Trafik Şube Müdürlüğü mevcut hizmet binası dolgu alanı üzerinde yer aldığından geçici yapı olarak kullanılmaktadır. Kentin güvenliği için bu tür hizmet binalarına ihtiyaç bulunmaktadır ve Odamızın temel itirazı bu hizmet binasına 22 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 1990’lı yıllarda Mersin kenti kıyısında Adnan Menderes Bulvarı’nın ve yeşil alan dolgusunun yapılmasını müteakiben kıyıda dolgu alanı üzerinde çok sayıda kaçak yapı yapılmıştır. Bu kaçak yapıların ilk örnekleri kamu kurumları tarafından yapılmış, bütün kentte olumsuz örnek olmuş ve kıyı tamamen yapılarla ve duvarla çevrili bahçe alanları ile kapatılmıştır. Mimarlar Odasının o dönemde açmış olduğu davalar sonucu dolgu alanlarındaki bu yapılara yıkım kararı çıkmış ve bunun üzerine 2000 yılında dönemin Valisi Akif Tığ tarafından Kıyı Kanunu’na aykırı bütün yapılar yıkılarak kıyı kesimi kentin kullanımına açılmış Atatürk Parkı ve Adnan Menderes kenarındaki sahil bandı kaçak yapılaşmadan kurtarılmıştır. Odamızın temel amaçlarından biri kentin düzenli gelişmesi, kamusal alanların, mimari mirasının, kentsel kimliğinin korunarak gelecek nesillere aktarılması için hukuka uygun işlem yapılmasını sağlamaktır. Kentin ekonomik ve sosyal gelişimi, kamu hizmetlerinin etkin sunumu için gerekli yatırımlara olumlu destek olmak, kentin fiziki yapısına olumsuz etkileri olabilecek yatırım kararlarını olumlu yönde değiştirmektir. Bu amaçla mesleki bilgiyi paylaşmak, kente ve kentliye sahip çıkmak en önemli görevlerimizdir. Mevcut durumda İl Emniyet Müdürlüğü Trafik Şube Müdürlüğü’nün yeni bir binaya ihtiyacı olduğu açıktır. Bu yapının en kısa zamanda yapılması bütün kentin yararına bir hizmet olacaktır. Kamuoyuyla birlikte Odamızın endişesi dolgu alanı üzerinde bulunan ve bütün kentin kullanımına ait yeşil alanların yapılaşmaya açılmasıdır. Bundan sonra kıyıda izinli veya izinsiz yapılaşmanın önlenmesi mümkün olmayabilir. Bilindiği üzere kamu kurumlarının kararları ve uygulamaları toplumun bütün kesimlerince örnek veya emsal alınmaktadır. Büyükşehir Belediyesi’nin ve Maliye Bakanlığı’nın denetiminde olan dolgu alanında yapılaşmaya izin verilmesi durumunda bundan sonra Belediyelere gelecek taleplerin red edilmesi olanaklı olmayacaktır. Konunun önemi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, İl Emniyet Müdürlüğü’ne ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yazılı olarak bildirilmiştir. Bu konuda ilgili mercilerin vereceği cevaplara göre Kıyı Kenar Çizgisinin değiştirilmesi işlemi ile imar planı değişikliği işlemlerinin takipçisi olacağımızı bilgilerinize sunarız. HABERLER Kentin Mekânsal Öyküleri Sinema ve Mimarlık Atölyesi II, 13-20 Kasım 2013, Mersin lerin yanı sıra film gösterimleri ve Ekümenopolis filminin yönetmeni İmre Azem ile bir söyleşi ve atölye buluşması düzenleniyor. Etkinlik Programı Film Gösterimi, “Ekümenopolis”: 12 Kasım 2013, Mersin Üniversitesi Çiftlikköy Kampusu Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi B Salonu 14:00 Yönetmen İmre Azem (“Ekümenopolis”, “Agoraphobia”) ile Söyleşi: 14 Kasım 2013, Mersin Üniversitesi Çiftlikköy Kampusu Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi B Salonu14:00 Atölye Çalışmaları: 13-20 Kasım 2013 Atölye Filmlerinin Galası ve Kapanış Töreni: 20 Kasım 2013, Mimarlar Odası Mersin Şubesi 16:00 Atölye Yürütücüleri (A’dan Z’ye): Esra Şahin Burat (Mimarlık Fakültesi) Galip Deniz Altınay (İletişim Fakültesi) Hakan Altun (İletişim Fakültesi) Hakan Erkılıç (İletişim Fakültesi) Recep Ünal (İletişim Fakültesi) Mimarlık Seti Yeniden Kuruluyor. Mimarlar Odası Mersin Şubesi, Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Kentin Mekânsal Öyküleri Sinema ve Mimarlık Atölyesi, 13-20 Kasım tarihleri arasında Mersin’de yapılıyor. Bu yıl “Mekânsız Kentlerin Saklı Öyküleri” teması çerçevesinde yürütülecek olan çalışmada, yaşanan mekânlar yerine yapı yığınları üreten ve birer uçsuz şantiye alanı haline getirilen şehirlerin durumu ele alınıyor. Çalışma kapsamında Mimarlık ve İletişim Fakülteleri öğrencilerinden oluşan atölye grupları, Mersin’de belirlenen beş ayrı çalışma sahasında, mekânsız kentleşmeye karşın birer yaşam alanı olmayı başaran ve öyle kalmak için direnç gösteren yer ve öyküleri keşfedecek, bu öyküleri sinema yoluyla gözlemleyip yorumlayacaklar. Mersin kentini odağına alan ve kentin güncel mekânsal konu ve sorunlarını irdeleyen çalışmada, atölye- Senem Duruel Erkılıç (İletişim Fakültesi) Serkan Çiftci (İletişim Fakültesi) Sinan Burat (Mimarlık Fakültesi) Tuncay Yüce (Güzel Sanatlar Fakültesi) Ulaş Bayraktar (İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) Kurgu Sorumlusu: Servet Can Dönmez Düzenleme Kurulu: Esra Şahin Burat (Mimarlık Fakültesi, Mimarlar Odası Mersin Şubesi 2. Başkanı) Hakan Erkılıç (İletişim Fakültesi) Sinan Tütüncü (Mimarlar Odası Mersin Şubesi Başkanı) Tahir Özüölmez (letişim Fakültesi) Sinan Burat (Mimarlık Fakültesi) ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 23 ÜRÜN TANITIM Grafit Takviyeli Teknopor Teknopanel, patenti Basf ’a ait olan Neopor hammaddesi ile üretmekte olduğu Grafit Takviyeli Teknopor (EPS) imalatına 2011 yılında başlamıştır. Yalıtım performansını önemli ölçüde artıran grafit içerdiğinden dolayı Gümüş - Gri rengindedir. Grafit molekülleri Teknopor ile ısı teması sırasında çok büyük önem taşır. Bunlar sayesinde ısı ve güneş yayını yansıtılıp yalıtılan malzemenin ısıyla minimum teması sağlanmaktadır. Yine grafit molekülleri sayesinde, son derece ısı yalıtımı ve ses yalıtımı haricinde radyasyondan koruma da sağlamaktadır. Grafit, kızılötesi ışınlarını da yansıtma özelliğine sahip olduğundan Güneş’ten gelen radyasyonu yayınlarından aile ve ev ortamını korur, sağlıklı yaşam koşulları sağlar. Özellikle yalıtım malzemelerinin kalınlığının azaltılması gereken durumlarda (renovasyon amaçlı yapı çalışmalarında,iç mekân izolasyonunda) geleneksel EPS panellerinden daha ince kullanılarak aynı yalıtım performası yakalanabilmektedir.Malzeme yaşlanma etkilerine ve çürümeye karşı dirençlidir. Buhar geçirme,yüksek su geçirmeme ve düşük nem tutma özelliklerine sahiptir. Kolayca kesilebilen, güneş ışığında parlamayan ve her hava koşulunda hızlıca döşenebilen bir malzemedir. Grafit Takviyeli Teknopor (EPS)’in, örneğin 16 kg/m3’lük bir yoğunlukta 0,031 W/(m.K) ısı iletkenliğine sahip olduğu görülmektedir. Aynı yoğunlukta geleneksel EPS’nin ısı iletkenliği ise 0,035 W/(m.K)’dır. Teknopanel Takviyeli Teknopor (EPS) malzemesi sayesinde binanın ısıtma ve soğutma masraflarını %70 ile düşürme imkânına sahip olunmaktadır. TS EN ISO 9001:2008 SN: 01 100 901872 24 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 YARIŞMA Mersin Sağlık Platformu (MESAP) Hizmet Binası Mimari Proje Yarışması Mersin Tabip Odası, Mersin Eczacı Odası, Mersin Diş Hekimleri Odası ve Mersin Veteriner Hekimler Odası’nın oluşturduğu Mersin Sağlık Platformu (MESAP), kurumun ihtiyaç duyduğu özel ve ortak mekânları içerecek olan hizmet binasının mimari projesinin elde edilmesi amacıyla Mimarlar Odası Mersin Şubesi koordinatörlüğünde bir mimari proje yarışması düzenlemiştir. Yarışma şartnamesinde tasarlanacak yapının kentin iklimini, coğrafi özelliklerini ve sosyal yapısını dikkate alması, MESAP’ın kurumsal niteliğini simgesel olarak ifade edebilmesi, bulunduğu yerde özgün bir referans oluşturması, uygun malzeme ve teknoloji olanaklarından yararlanması, gelecekte değişebilecek kullanım ihtiyaçlarına uyum sağlayabilmesi, sürdürülebilirlik değerlerine duyarlı olması, uygun konfor, güvenlik ve iklimlendirme çözümleri sunması, depremsellik ve zemin özelliklerini dikkate alması ve engelli erişimine uygun olması istenmiş, ayrıca katılımcı ekip üyelerinden en az bir tanesinin Mimarlar Odası Mersin Şubesi’ne kayıtlı olması şartı konmuştur. Yarışmaya 19 proje katılmış, 3 ödül ve 3 mansiyon verilmiştir. Danışman Jüri Üyeleri Sinan Tütüncü, Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Yrd. Doç. Dr. Fikret Zorlu, Mersin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Galip Kırıcı, Mersin Tabip Odası, Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Şimşek, Mersin Eczacı Odası, Yönetim Kurulu Başkanı Abdurrahman Doğulu, Mersin Diş Hekimleri Odası, Yönetim Kurulu Başkanı M. Kemal İlcay, Mersin Veteriner Hekimler Odası, Yönetim Kurulu Başkanı Asıl Jüri Üyeleri Yakup Hazan, Y. Mimar ve Restorasyon Uzmanı, ODTÜ (Jüri Başkanı) Alişan Çırakoğlu, Y. Mimar, ODTÜ İlker Özdel, Y. Mimar, Dokuz Eylül Üniversitesi Devrim Çimen, Dr. Mimar, Kentsel Tasarım Uzmanı, ODTÜ Yrd. Doç. Dr. Esra Şahin Burat, Y. Mimar, ODTÜ, Mimarlar Odası Mersin Şubesi 2. Başkanı Yedek Jüri Üyeleri Rahmi Uysalkan, Y. Mimar, ODTÜ (Katılmadı) Yrd. Doç. Dr. Meltem Uçar, Mimar Sinan Üniversitesi, Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Raportörler Abdurrahman Öztürk, Mimar, Mersin Üniversitesi Zeynep Aykın, Mimar, Mimar Sinan Üniversitesi ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 25 YARIŞMA Birincilik Ödülü Benan Dönmez (Mersin Üniversitesi), Okan Karakaş (Mersin Üniversitesi) Jüri Raporundan Projede meslek odalarının ve sosyal tesislerin ayrı kütlelerde çözülmesi ve bu iki kütlenin gölgelendirilmiş bir sokakla birleştirilmesi olumlu bulunmuştur. Sosyal kullanım alanlarını içeren kütlenin ze- 26 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 min katla kurduğu ilişki başarılıdır ve farklı zaman dilimlerinde bağımsız kullanılabilme olanağı vermektedir. Meslek odalarının kullanım alanları için düşünülen kütlenin esnek bir şekilde çözülmesi ve programda istenen büyüklüklere uyularak değişen gereksinimleri karşılama olanağı vermesi olumlu karşılanmıştır. Bodrum katta tertip edilen çok amaçlı salonun yeri eleştirilmiştir. Yapının geçirgen yapısı, gerek iklim koşulları açısından gerekse kütle olarak başarılı bulunmuştur, ancak yapıyı sarmalayan ahşap kabuğun yönelime göre değişiklik göstermemesi eleştirilmiştir. Proje oybirliği ile 1.Ödüle değer bulunmuştur. YARIŞMA ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 27 YARIŞMA 28 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 YARIŞMA ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 29 YARIŞMA İkincilik Ödülü Mehmet Rauf Akkaya (Selçuk Üniversitesi), Tayfun Yüksek (M.S.G.S.Ü) Jüri Raporundan Yapıdaki net ve prizmatik kütlenin çeşitli büyülük, şeffaflık ve malzeme özelliklerine sahip hacimlere bölünerek programda belirtilen kullanım- 30 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 ların gerektirdiği farklı mekânsal nitelikleri sağlamış olması olumlu bulunmuştur. Her meslek odasına bağımsız açık, yarı açık ve kapalı alanların tahsis edilmesi ve bunların güneşe yönelimle ilişkilendirilerek tasarlanması başarılıdır. Ancak zeminde yapıyı çevreleyen açık alanların kullanım ve yönelim özellikleri aynı hassasiyetle ele alınmamıştır.Yapı formunun araziden bağımsız olarak ele alınmasıyla ortaya çıkan açık alanlar tanımsız ve rastlantısal olarak değerlendirilmiştir. Yapının hacimsel organizasyonunda gösterilen başarı saçak ve cephe tasarımına yansımamıştır. Proje oybirliği ile 2. Ödüle değer bulunmuştur. YARIŞMA ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 31 YARIŞMA 32 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 YARIŞMA Üçüncülük Ödülü Emrah Bal (M.S.G.S.Ü) Jüri Raporundan Monolitik bir yapı kütlesinin içinde ışığa ve kullanıma bağlı olarak planda ve kesitte oluşturulan boşluk-doluluk ilişkileri başarılı bulunmuştur. Ancak yapı geometrisinin arsanın geometrisinden aynen üretilmiş olması, arazi-yapı ilişkisinin ele alınışı ve yapı formunun belirlenişi açısından uygun bir yaklaşım olarak değerlendirilmemiş, sonuçta ortaya çıkan formun yol açtığı atıl ve kullanışsız mekânlar eleştirilmiştir. Meslek odalarının ortak kullandığı sosyal alanların zeminde açık ve yarı açık alanlarla kurduğu ilişki olumludur, ancak lokal ve bahçesinin batı yönüne açılması uygun görülmemiştir. Yönelime ve işleve göre farklılaştırılan cephelerin tasarımı başarılı bulunmuş, saçaklarla kurulan ilişki sorgulanmıştır. Bodrumda yer alan çok amaçlı salonun strüktürel kurgusu net değildir. Proje oybirliği ile 3. Ödüle değer bulunmuştur. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 33 YARIŞMA 34 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 YARIŞMA ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 35 YARIŞMA 36 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 YARIŞMA Mansiyonlar 1. Mansiyon Sibel Atik (Yıldız Teknik Üniversitesi) Yardımcılar: Fatma Yalçın (Mersin Üniversitesi), Hüseyin Yavuz (Mersin Üniversitesi), Simona Corina Morvai. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 37 YARIŞMA 2. Mansiyon Heysem Sühan Beyaztaş (Yeditepe Üniversitesi), Kerem Ercoşkun (İTU), Erdem Dokuzer (Çukurova Üniversitesi). Yardımcılar: Pelin Kadıoğlu (Yeditepe Üniversitesi), Gufran Baykal (Çukurova Üniversitesi). 3. Mansiyon Buğra Akarsu (Mersin Üniversitesi), Fatih Karagöz (Mersin Üniversitesi). 38 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 DOSYA Müzeler ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 39 DOSYA Müzeler • Berlin Yahudi Müzesi / Feray Maden • Kent Müzeleri ve Küreselleşme / Ayşe Nur Şenel • Kültür Endüstrisi Gururla Sunar! “Tüketilen Müze” Yakında Aklınıza Gelebilecek Her Yerde... / Pınar Kılıç Çalğıcı • “Antik Çağ’da Müze Kavramı” / Remzi Yağcı • Mersin’in Hakiki Sahibi Olmak: Mersin Kent Arşivi ve Müzesi / Tülin Selvi Ünlü • Explora; Roma’da Bir Çocuk Müzesi / Meltem Uçar 40 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 DOSYA Berlin Yahudi Müzesi Feray MADEN Araştırma Görevlisi Y. Mimar, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Özet Kullandığı radikal formlarla mimarlığın sınırlarına dikkat çeken Daniel Libeskind, çok disiplinli mimarisi ve radikal yaklaşımları ile mimarlık kuram ve pratiğini etkileyen mimarların başında gelmektedir. Bellek ve tarihin ‘izleri’ üzerinde şekillenen projeleri ve çoğunlukla da müze yapıları ile karşımıza çıkan Libeskind, mimarisini çizgiler, açılar, kesişen geometriler ve boşluklar etrafında kurgulamaktadır. Çoğunlukla karmaşık ve çok katmanlı olan projeleri arasında en dikkat çeken örnek kuşkusuz Berlin Müzesi’ne ek olarak yapılan Yahudi Müzesi yapısıdır. Bu yazıda Yahudi Müzesi, tasarım prensipleri, simgesel göndermeleri, tarih ve bellek kavramlarının yapı üzerindeki etkisi açısından tartışılacaktır. Mimarisini çizgiler, açılar, kesişen geometriler ve boşluklar etrafında kurgulayan Daniel Libeskind, çok disiplinli mimarisi ve radikal yaklaşımları ile kuşkusuz mimarlık kuram ve pratiğini etkileyen mimarların başında gelmektedir. Bellek ve tarihin ‘izleri’ üzerinde şekillenen projeleri ve çoğunlukla da müze yapıları ile karşımıza çıkan Libeskind, 1989 yılında kazandığı Berlin Yahudi Müzesi yarışmasıyla mimarlık pratiğinde aktif olarak yer almaya başlamıştır (Resim 1). ‘Tarih’ ve ‘bellek’ kavramları üzerinde yoğunlaşan Libeskind, projesini çevreden aldığı birtakım izler, göstergeler, göndermeler ve simgeler üzerine kurgulayarak yapıyı kent ve kentin tarihiyle bütünleştirmektedir. Libeskind’in kendi ifadesiyle: “proje, tarihin izlerini Berlin’le, Berlin’i ise silinmiş olmasına rağmen gizlenmemesi, inkâr edilmemesi ve unutulmaması gereken tarihi ile birleştirme çabasındadır” (Libeskind, 1992, 66). Bu nedenle yapıyı bulunduğu çevreden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Ancak, bu izler ve göndermeler yapıya simgesel anlamlar yüklemekte ve bu nedenle de yapının temsilî bir yapı olarak nitelendirilmesine neden olmaktadır. Çünkü Libeskind, projenin kavramsal şemasını, savaş öncesi Berlin haritası üzerinde önemli tarihsel olayların gerçekleştiği yerler ile önemli Yahudi kişilerin yaşadığı yerleri birleştirerek oluşturmuştur (Resim 2). Libeskind’in birleştirdiği bu referans noktaları çarpıtılmış bir Davud yıldızını göstermektedir. Berlin kentinde yok olan tarihsel bilinci yeniden ortaya çıkarmayı amaçlayan ve bu nedenle temsilî isimler ve yerler kullanan Libeskind’in yapısının kavramsal olarak temsilî bir yapı olduğunu, ancak biçimsel olarak temsilî olup olmadığının ise tartışılması gerektiğini söyleyebiliriz. Resim 1. Berlin Yahudi Müzesi proje maketi (Fotoğraf: Feray Maden, 2007). Yahudi Müzesi, Libeskind’in mesleki yaşamında bir dönüm noktası olmuş ve 1980’lerin sonu ile 1990’lı yılların başının en tartışılan binası haline gelmiştir. Tartışmaların kuşkusuz en büyük nedeni Berlin Müzesi’ne ek olarak yapılan ve simgesel göndermeler üzerine kurulu olduğu iddia edilen Yahudi Müzesi’nin temsilî bir yapı olup olmadığı sorunuydu. Bu soruna ek olarak Yahudi tarihinin Alman tarihinden ayrılıp ayrılamayacağı da aynı anda tartışılıyordu. Libeskind, Berlinli Yahudilerin tarihinin, Yahudi olmayan Berlinlilerin tarihinden ayırmanın mümkün olmadığını, çünkü tarihin o kentte yaşamış olanlar ve yaşamaya devam eden insanlar tarafından şekillendiğini savunuyordu (Libeskind, 1999, 15). Bu nedenle, ‘bu müze, geleceği temsil etmeliydi, sadece geçmişi değil; başlangıcı, sadece sonu değil’ (Libeskind, 2000, 25). Resim 2. Çarpıtılmış Davud yıldızının Berlin hava fotoğrafı üzerine kavramsal çizimi (Libeskind’in çizimi yazar tarafından Berlin kent haritası üzerine çakıştırılmıştır). Libeskind, yapısının plan şemasını ‘çizgi’ler üzerine kurgulamış ve projeyi “Between the Lines” (Çizgiler Arası/Satır Arası) olarak adlandırmıştır. Libeskind, isimlendirmenin nedenini ise şöyle anlatmaktadır: “Çünkü bu, iki ayrı düşünme, örgütlenme ve ilişki çizgisi etrafına kurulan bir projedir. Biri düz ama pek çok parODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 41 DOSYA çaya ayrılmış bir çizgi, diğeri eğri ama belirsiz devam eden bir çizgi. Bu iki çizgi, sınırlı fakat belli bir diyalog üzerinden mimarî ve programlı olarak gelişir. Dolayısıyla aynı zamanda dağılırlar, birbirinden koparlar ve ayrılmış görünürler. Bu sayede, bu müzenin ve mimarinin içersinden geçen bir boşluğu, süreksiz bir boşluğu açığa çıkarırlar (Libeskind, 1997, 34) (Resim 3). Dışa kapalı olarak inşa edilen, ancak beklenmedik noktalarda yer alan iç dinamikleriyle insanda şaşkınlık uyandıran Yahudi Müzesi, başlangıçtan sona kadar âdeta bir yitişin öyküsünü anlatmaktadır. Bu öykü, Libeskind’in kuşkusuz en radikal yaklaşımlarından biri olan müze girişi ile başlamaktadır, çünkü müzenin giriş kapısı yoktur. Müzeye ancak Barok üslûbunda inşa edilmiş eski mahkeme yapısı, şimdiki Berlin Müzesi olan Kollegienhaus’a girdikten sonra ulaşılabilmektedir (Resim 4). Libeskind’in de hedeflediği gibi, bu giriş tarihe bir giriştir ve bu sayede, ziyaretçiler yalnızca Berlinli Yahudilerin tarihini değil kentin tarihini de deneyimleyebileceklerdir: “Çünkü, Yahudi tarihine ve Berlin tarihine geleneksel bir kapı ile girebilmek mümkün değildir. Berlin’deki Yahudi tarihini ve Berlin’in geleceğini anlayabilmek için fazlasıyla karmaşık bir rota izlemek zorundasınız. Berlin tarihinin derinliklerine, onun Barok dönemine gitmek ve bu nedenle, öncelikle Barok binaya girmek zorundasınız” (Libeskind, 2004, 98). Resim 3. Yahudi Müzesi kat planı (Libeskind, 1997, 38). Plan üzerindeki kırık çizgi Berlin’in kırılan tarihini göstermektedir. Boşluklar ise belleğin izlerini taşımaktadır, çünkü kurgulanan boşluklar birtakım isimlere, tarihlere veya yerlere işaret etmektedir. Libeskind, plan şemasında yer alan çizgi ve boşluklarla ilgili olarak şunları ifade etmiştir : “Berlin Müzesi içersindeki Yahudi Müzesi’nin zikzakları gerçekte ziyaretçiler tarafından asla görülemeyecektir ; fakat müzeye gelen ziyaretçi, o boşluğun dosdoğru ilerleyen düz çizgisini deneyimleyecek, boşluğu boşluk köprüleri üzerinden deneyimleyecektir, ama asla bütünüyle zikzakın kendisini değil” (Libeskind, 1996, 11). Libeskind’in bu ifadesi, zikzak bir plan şeması ve bu zikzakı kesen boşluklardan oluşan Yahudi Müzesi’nin ancak deneyimlenerek algılanacak bir yapı olduğunu ve ancak o zaman yapının kendi ifadesini bulduğunu göstermektedir. Buna bir kanıt olarak da, 1999 yılında sergisiz olarak ziyaretçilere açılan ve kendisi bir sergi haline dönüşen boş müzenin ayda 10.000’e yakın ziyaretçiye ev sahipliği yapması gösterilebilir (Stead, 2000, 3). Barok yapıya giriş kadar, Barok yapı içerisinden müzeye geçiş de oldukça ilginçtir. Kollegienhaus içerisinden küçük bir boşlukla yeraltına (Resim 5), Libeskind’in deyimiyle ‘tarihin derinliklerine’ inilmekte ve bir anda yeraltında birbiriyle kesişen pasajlar arasında kaybolunmaktadır (Resim 6). Pasajın sonunda neyin beklediğini bilmeden, çarpıtılmış beyaz duvarlar ve tamamiyle siyah olan eğik zemin ve tavan döşemesi arasında siyah ve beyazın kontrastında yönsüzlük duygusuna kapılınmakta, bu geçişin şaşkınlığını atamadan her pasaj sonunda yeni bir yönsüzlük ve tereddüt yaşanmaktadır. Bu pasajların sonunda Libeskind’in adlandırdığı gibi, Stair of Continuity (Sonsuzluk Merdiveni) (Resim 7), E.T.A. Hoffmann Garden (E.T.A. Hoffmann Bahçesi, ya da diğer ismiyle Garden of Exile and Emigration (Sürgün ve Göç Bahçesi) (Resim 8) ve Holocaust Tower’a (Soykırım Kulesi) (Resim 9) ulaşılmaktadır. Pasajlar arasında ilerlerken Libeskind’in plan şemasını oluşturan ve zikzakı kesen boşluklardan bazılarını deneyimleyebilme olanağı da bulunmaktadır (Resim 10). Resim 5. Berlin Müzesi’nden Yahudi Müzesi’ne giriş (Maden, 2007). Resim 4. Yahudi Müzesi, Lindenstrasse’den görünüm. (Solda müze girişi, Kollegienhaus) (Maden, 2007). 42 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Resim 6. Yeraltı Pasajları (Maden, 2007). DOSYA Resim 7. Sonsuzluk Merdiveni (Maden, 2007). Resim 10. Boşluklar (Maden, 2007). ‘Merdiven’ ile her biri birbirinden farklı olan yapının asıl sergi mekânlarına geçilmektedir (Resim 11). Farklı açılarda kesişen ve her birinde farklı açıklıkların bulunduğu bu sergi mekânlarında ilerlerken, yine plan kurgusunu oluşturan boşluklara rastlanmaktadır. Ancak, buradaki boşluklar diğerlerinden farklıdır; yalnızca boşluk köprülerinden geçişte yer alan küçük pencerelerle görülebilmekte, ama ulaşılamamaktadır (Resim 12). Libeskind’in plan kurgusunu oluşturan bu boşluklar kadar bir diğer önemli öğe de cephe kurgusunu oluşturan ve hemen her biri farklı boyut ve şekillerde tasarlanmış olan pencerelerdir (‘boşluk’ demek daha yerinde olacaktır). Bu pencereler, geleneksel tanımlamaları reddederek farklı bir kimliğe bürünmüşlerdir (Resim 13). Resim 8. Sürgün ve Göç Bahçesi (Maden, 2007). Resim 9. Soykırım Kulesi (Maden, 2007). Resim 11. Sergi Mekânları (Maden, 2007). ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 43 DOSYA ettiği tarih anlayışına açıklık getirmek gerekmektedir. Çünkü Libeskind burada ne modernler gibi tarihi bir kenara bırakmayı, ne de postmodernler gibi seçmeciliğe dayanan eklektik bir tarih kullanımını kastetmektedir (Güzer, 1996). Libeskind, klasikleşmiş geleneksel mimariyi koruma peşinde değil, aksine, mimarlık tarihini ve en önemlisi, tarihsel belleği muhafaza etme peşindedir. Bu nedenle Libeskind’in binalarında geleneksel biçimlere rastlamayız. Libeskind’i diğer mimarlardan ayıran en önemli özellik kuşkusuz mimarlık tarihinin yanı sıra insanlık tarihini de sorgulamasıdır. Libeskind’in tarihsel belleği korumak adına gerçekleştirdiği yaklaşımla postmodernlerin sergilediği yaklaşım birbirinden bütünüyle farklıdır; çünkü Libeskind mimarlığının bir sürekliliği vardır. Bu mimarlık ekonomik pazara ya da güncel biçimlemeye bağlı değildir. Aksine, köklerini derin bir alana dağıtır (Libeskind, 2002, 79). Libeskind’in biçimselliğe indirgenmiş tarih anlayışını reddetmesine karşı postmodernler, modern mimarlığın sınırlarından kurtulmak adına “ ‘her şey olur sloganı’ ile tam bir serbestliğe ve eklektisizme varan bir mimarî tarz sergilemiş”lerdir (Tunataş, 1996 içinde, Kubat, 124). Bu noktada, Libeskind’in konu ile ilgili şu sözlerini hatırlamak yerinde olacaktır: Resim 12. Boşluk Köprüsü (sağ duvarda boşluğa bakan pencere yer almaktadır) (Maden, 2007). “‘Modernler’ artık (bu bağlamda, daha çok Avrupalı mimarlar) geleneğin bir tercih sorunu olmadığına ve asla dışarıdan dayatılan bir ‘modernlik’ olamayacağına inanıyorlar. Diğer tarafta ‘Eskiler’ (ironik bir biçimde daha çok Amerikalılar tarafından temsil edildi) bilinçli olarak tarihin yeniden canlandırılmasına inanıyor ve modern mimarlığı ‘ulusal’ kimlikten yoksun, önemsiz bir üslûp olarak kabul ediyorlar. Her iki kamp da kanımca gerçekte olup bitenleri yalnızca kısmî olarak ve naifçe basite indirgemektedir” (Libeskind, 1997, 151). Gerek ‘Rasyonalizm’ ve ‘Pürizmi’ beraberinde getiren modernizm, gerekse ‘Eklektisizm’ ve ‘Klasisizmi’ beraberinde getiren postmodernizm tartışmaları bize tarih anlayışının ve beraberinde getirdiği temsiliyet sorunsalının nasıl yorumlandığını ve bu konuda nasıl çözümler üretildiğini göstermektedir. Bu noktadan hareketle Libeskind mimarisinin temsilî olup olmadığı sorununa geri dönersek, şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Libeskind, tarihsel belleği korumak adına, yapılarını çevresinden aldığı birtakım tarihsel referanslarla ve kendine özgü biçimlerle şekillendirirken bazı simgesel öğeleri kullanmaktadır ki, bu da o yapıya temsilî bir anlam yüklemektedir. Sonuç olarak bir değerlendirme yapmak gerekirse, Barok yapının içinden girişi, yeraltı pasajları, iç boşluklar ve cephe boşlukları, kesişen yüzeyleri, çarpıtılmış duvarları, mekân geçişleri ile sürgün ve soykırım temalarının işlendiği Yahudi Müzesi, yüklediği anlamlar nedeniyle temsilî bir yapı olarak karşımıza çıkmakta, ancak diğer taraftan da modern mimarinin yalnızca işlevsel bir araca indirgediği çizili mimarinin eleştirisi olarak da temsilî bir yapı oluşturmanın epey uzağında yer almaktadır. Resim 13. Pencere boşlukları (Maden, 2007). Gerek cephe kurgusuyla gerek iç dinamikleriyle alışageldiğimiz müze mimarlığı kavramını yerle bir eden Libeskind’e göre müzeler, “sadece belli koleksiyonlara ve belli programlara ev sahipliği yapmak için değil, aynı zamanda kentleri yeniden canlandırmak amacıyla inşa edilirler (Libeskind, 1999, 16). Bu nedenle, müzeler objelerin sergilendiği birer ‘kutu’ olarak algılanmamalıdır. Kamusal bir söyleve sahip olan ve kamusal bir çekim merkezi olan müzeler,“geçmişin izlerini taşımanın yanı sıra geleceğe ait referanslar vermekle” de yükümlüdür (Libeskind, 2005). Bu nedenle Libeskind, ‘tarih’ ve ‘bellek’ konuları üzerinde durulması gerektiğini vurgulamaktadır. Libeskind’e göre anlamlı mimarlık üretmek tarihi alaya almak değil, onu anlamaya çalışmaktır; onu silmek değil, onunla uğraşmaktır (Maden, 2008). Bu noktada Libeskind’in söz 44 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 KAYNAKLAR 1. Güzer, C. A., ed. “70 Sonrası Mimarlık: Tartışmalar”, ISBN: 975-96041-1-6, Mimarlar Derneği Yayını, Ankara, 1996. 2. Libeskind, D., “Erweiterung des Berlin Museums mit der Abteilung Jüdisches Museum”, ed. K. Feireiss, ISBN: 0471236225, Ernst and Sohn, Berlin, 1992. 3. Libeskind, D., “A Conversation Between the Lines with Daniel Libeskind”, El Croquis, Sayı: 80, 6-29, 1996. 4. Libeskind, D., “Radix-Matrix: Architecture and Writings”, ISBN: 379131727X, PrestelVerlag, Münich ve New York, 1997. 5. Libeskind, D., “Jewish Museum Berlin”, ISBN: 9057012529, Taylor & Francis/ Routledge, Berlin, 1999. 6. Libeskind, D., “The Space of Encounter”, ISBN: 078930483X, Universe Publishing, New York, 2000. 7. Libeskind, D., “Mimarlık ve Anı”, çev. B. Çimen,Yapı, Sayı: 252/11, 78-80, 2002. 8. Libeskind, D., “Breaking Ground: Adventures Life and Architecture”, ISBN: B001HB2XZ6, Riverhead Books, New York, 2004. 9. Libeskind, D., “Konferans Notları”, Arkitera Mimarlık Merkezi, ARKIMEET: Daniel Libeskind Mimarlık Konferansı, İstanbul: Harbiye Askeri Müze Kültür Sitesi Konferans Salonu, 29 Kasım 2005. 10. Maden, F., “Between Deconstructivist Architecture and Hyper-Hıstoricism: Daniel Libeskind and Turkish Architects”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İzmir, 2008. 11. Stead, N., “The Ruins of History: Allegories of Destruction in Daniel Libeskind’s Jewish Museum”, Open Museum Journal, Sayı: 2: 8, 1-17, 2000. 12. Tunataş, O., der.“Mimari Akımlar I ve II”, ISBN: 975743836-7,YemYayın, İstanbul, 1996. DOSYA Kent Müzeleri ve Küreselleşme1 Ayşe Nur ŞENEL Araştırma Görevlisi, Doktora Öğrencisi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Kent müzesi, müzecilik alanında son on yıllık süreçte tartışılmaya başlanan yeni bir konudur. Bu tar tışmalarda müzenin kentsel çevreyle ve kent yaşamıyla ilişkisi, kenttoplum-müze ilişkisi ve değişen kent ve toplum öne çıkan konulardır. Bu bağlamda değişen kent, küreselleşme kavramı etrafında ele alınmaktadır. Literatürde küreselleşmenin bugünün kentlerine ve toplumlarına etkisi üzerine çeşitli görüşler sunulmaktadır. Kimi yaklaşımlarda küreselleşme olumsuz bir normalleşme ve homojenleşme süreci olarak ele alınırken, bazı görüşler de küreselleşmenin geliştirici bir heterojenleşme süreci olduğu yönündedir. Her ne kadar küreselleşme ile ilgili çeşitli görüşler öne sürülse de, küreselleşme, kent ve kent müzesi ilişkisi hakkında or tak bir yaklaşım ön plana çıkmaktadır : kent müzesi geçmişin, bugünün ve geleceğin analog etkileşimini sergilemelidir. Homojenleşme Süreci Olarak Küreselleşme Moskova Kent Müzesi müdür yardımcısı Tatiana Gorbacheva (2006: 52), müzelerin ar tık objelerle tarihi dönemlerin canlandırıldığı yerler olmaktan çok, kültürel miras kavramının daha bütüncül yorumlandığı ve yere ait olma kavramının tar tışıldığı ve aktarıldığı platformlar olduğunu belir tir. Aidiyet olgusunun geçmiş, bugün ve gelecek ile doğrudan ilgili olduğunu savunan Gorbacheva (2006: 52), kent müzesinin “kentin ve kentlinin geçmiş, bugün ve gelecekteki gelişimini” yansıtması gerektiğini öne sürmektedir. Bunun yanısıra, Gorbacheva (2006: 53) “müzenin yaşadığımız çevreyi korumak, şiddete karşı çıkmak, kent yaşamına uyum sağlamada aracı olmak ve kültürel çeşitliliği savunmak” gibi sosyal görevleri de olduğunu belirtir. Gorbacheva’ya göre özellikle kültürel çeşitliliği savunmak, küreselleşme çağında daha da önem kazanmaktadır. Kentsel yaşam, özellikle büyükşehirlerdeki yaşam, küreselleşmenin hızlı etkisine maruz kalmaktadır. İletişimin, dünya modasının ve özellikle kitle kültürünün küresel ağları büyük şehirlerdeki kültürel çeşitliliğin sürdürülmesini doğrudan tehdit etmektedir. Yeni nesil göçmenler ya da kalıcı etnik diasporalar bilinçli bir şekilde kendi kültürel geleneklerini korumaktadırlar. Kent müzelerinin görevi de bu insanların kendilerini ifade etmelerine yardım etmek ve onların kültürel eserlerini müze koleksiyonlarında korumaktır (Gorbacheva, 2006: 53). Jeopolitik uzmanı Georges Prévélakis de Gorbacheva gibi küreselleşmeyi kültürel çeşitlilik için bir tehlike olarak görmektedir. Prévélakis’e göre (2008: 20) “küreselleşmenin birbirini izleyen destabilizasyon dalgaları, yeni koşullara uyum sağlayan yeni istikrar biçimleri geliştirme ihtiyacı yaratmaktadır.” Prévélakis (2008: 17), Jean Gottmann’dan aldığı “ikonografi” terimini küreselleşmenin yıkıcı etkilerine karşı toplum bireylerini birbirine ve yere bağlayan bir meşru müdafaa mekanizması olarak açıklar. Bu noktada Prévélakis (2008: 23), kent müzelerinin “ikonografik keşfin forumları, ikonografik üretimin potası ve ikonografik dağılımın odak noktası” olduğunu belirtir ve kent müzelerinin kent ikonografisi oluşturmaya yönelik görevlerini şu şekilde açıklar : Kent müzelerinin amaçları, kent tarihinin çeşitli parçalarını, onların asli birlikteliğini gösterecek şekilde yerin ruhuna bağlı olarak bir araya getirmektir. Bunlar kentin özerk yaşam öyküsünü yeniden kurmalıdır. Kent müzeleri, kentin politik bir bütün olarak var olduğu tarihi dönemlerin önemini ve kentin krallar, imparatorlar ve milletler gibi diğer politik aktörlerle olan mücadelesini vurgulamalıdır. Aynı zamanda kent müzeleri kentin diğer kentlerle olan ilişkisini, yani dünya ile bağlantısını göstermelidir (Prévélakis, 2008: 23-24). Prévélakis (2008: 24-25) özet olarak, kentin özerk dinamikleri ve diğer kentlerle kurulan ilişkisi doğrultusunda değişimini yansıtan kent ikonografisinin, küreselleşme ideolojisine karşıt olarak, aidiyet ve yere özgü olmak gibi kavramları reddetmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Heterojenleşme Süreci Olarak Küreselleşme Londra Müzesi müdürü Jack Lohman (2006: 15), yaşadığımız dönemi “derin kültürel geçişlerin olduğu, çok-kültürlü dünyanın çetrefilliğinin bizi zorlu sorunlarla yüz yüze getirdiği bir zaman dilimi” olarak yorumlar. Lohman’a göre (2006: 17) yirmi birinci yüzyılda hızla kendini hissettiren ve bu döneme damgasını vuracak olan, gitgide artan çeşitlilik ve takibinde gelen çekişmelerin dünya üzerinde dokunulmamış bir alan bırakmayacak olmasıdır. Lohman (2006: 18) küreselleşmenin bu kapsayıcı yönünün territoryalizmi sorgulamaya, kolektivizm ve müşterek gerçekliği benimsemeye yönlendirdiğini ve dünya kültürlerini bir araya getirdiğini savunur. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 45 DOSYA Kültürel çeşitliliğin tüm insanlığın ortak mirası olduğunu belirten Lohman (2006: 18-19), bu mirasa saygı göstermenin ve kurulacak kültürlerarası diyalogun ilerlemeyi ve barışı sağlayacağını savunur. Kültürel çeşitliliği ve kültürlerarası diyalogu “küresel zenginlik” olarak yorumlayan Lohman (2006: 19), kent müzelerini bunu temin edecek önemli kültürel kurumlar olarak görür. Lohman’a göre (2008: 63) kent müzesi elindeki bilgiyi kısıtlı bir şekilde sunmaktan ziyade, kentin dünü ve bugünü arasındaki bağı kurmalı, bir bakıma kentin sürekli değişim gücünü kentlilere hissettirmelidir. Kentin değişen, dönüşen canlı mevcudiyetiyle oluşan bugünün yapılı çevresinin tarih ile ilişkisini önemseyen Lohman (2008: 66), yeni kentsel yerleşimlerin karakterinin çok daha değişken olmasından dolayı müzelerin yeni ulusal ve kentsel kimlik üretimine özgün katkılar sağlaması gerektiğini savunur. Bu konuya yönelik verdiği örneklerden biri Pekin Başkent Müzesi’dir. Lohman’a göre (2008: 66) bu müze “yerel geleneği enternasyonal bir estetikle sunarak, eskiye dair olan şeyleri tamamen modern bir şekilde” dile getirmiştir. Bu noktada Lohman’ın argümanının Roland Robertson’ın (1995: 28) “global ve lokal olanın karışımı” ve “global görünümün lokal koşullara adaptasyonu” olarak açıkladığı “glokalizasyon” kavramına yakın olduğu söylenebilir. Sonuç Küreselleşme ile ilgili çeşitli yaklaşımlar görülmektedir. Robertson’ın (1995: 26) belirttiği gibi küreselleşme teorisinde iki ana yaklaşım mevcuttur; biri küreselleşmenin homojenleşme, bir diğeri ise buna zıt olarak heterojenleşme süreci olduğu yönündedir. Frederic Jameson (1998: 64), ilk yaklaşımın küreselleşmeyi, “kültürün standartlaşması, yerel farklılıkların kaybolması ve dünya üzerindeki tüm insanların yığınlaşması” olarak yorumladığını belirtir. Diğer yaklaşım ise küreselleşmeyi, “dünya üzerindeki bütün farklı kültürlerin hoşgörülü bir bağ ile bir araya gelip oluşturduğu engin kültürel çoğulculuğun kutsanması” olarak ele almaktadır (Jameson, 1998: 56-57). 46 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Küreselleşme ile ilgili bu iki farklı görüş kent müzeleri çerçevesinde de görülmektedir. Gorbacheva ve Prévélakis küreselleşmeyi bir standartlaştırma süreci olarak değerlendirir ve kent müzelerinin rolünün bu normalleşmeye karşı kent ikonografisini ve kentin kültürel çeşitliliğini korumak olduğunu belirtir. Buna zıt olarak, Lohman küreselleşmeyi farklı kültürlerin diyalog kurmasını sağlayan bir zenginlik olarak yorumlar. Dolayısıyla, Lohman’a göre, kent müzeleri yerel kültürlerin küresel estetikle bütünleşerek kültürel çoğulculuğun oluşturulduğu kurumlardır. Her ne kadar kent müzesinin küreselleşme ile ilişkisi doğrultusunda farklı fikirler öne sürülse de, kent müzesi ve kent-kentli ilişkisi bakımından ortak noktalar göze çarpmaktadır. Kent müzesi kente dair olanı ve kente ait olmayı yansıtmalı ve kentin geçmişi, bugünü ve geleceği arasında köprü kurmalıdır. Kent müzeleri geçmişte kimlerin, nasıl yerlerde yaşadığının sergilendiği alanlar olmaktan öte, bugün kimlerin kente ait olduğunun, ne gibi küresel etkilerle kentlerde nasıl değişimler yaşandığının aktarıldığı ve kentlerin geleceğinin nasıl şekilleneceğinin tartışıldığı platformlar olmalıdır. REFERANSLAR 1. Gorbacheva, T., “The City Museum and its Values”, Museum International 231, 58(3), 50-54, 2006. 2. Jameson, F., “Notes on Globalization as a Philosophical Issue”, The Cultures of Globalization, F. Jameson ve M. Miyoshi (Ed.), 54-77, Duke University Press, Durham, London, 1998. 3. Lohman, J., “City Museums: do we have a role in shaping the global community?”, Museum International 231, 58(3), 15-20, 2006. 4. Lohman, J., “The Prospect of a City Museum”, City Museums and City Development, I. Jones, R. R. Macdonald et al. (Ed.), 60-74, Lanham, New York ve Toronto; Plymouth, AltaMira, 2008. 5. Prévélakis, G., “City Museums and the Geopolitics of Globalization”, City Museums and City Development, I. Jones, R. R. Macdonald et al. (Ed.), 16-26, Lanham, New York ve Toronto; Plymouth, AltaMira, 2008. 6. Robertson, R.,“Glocalization:Time-Space and Homogeneity-Heterogeneity”, Global Modernities, M. Featherstone, S. Lash ve R. Robertson (Ed.), 25-44, Sage, London, California, New Delhi, 1995. NOT 1. Bu yazı daha önce yayınlanmış olan “City Museums and Globalization” başlıklı makalenin kısaltılmış çevirisidir. Ayşe Nur Şenel, “City Museums and Globalization,” İdeal Kent, Kent Araştırmaları Dergisi, Sayı: 8 (Ocak 2013): 74-85. DOSYA Kültür Endüstrisi Gururla Sunar! “Tüketilen Müze” Yakında Aklınıza Gelebilecek Her Yerde... Pınar KILIÇ ÇALĞICI Araştırma Görevlisi, Doktora Öğrencisi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Özet Önceleri sadece müze duvarlarının arasında yaşanılan müze deneyimi 20. yüzyılda ilgi kaybetmiştir. Kültür endüstrisinin merkezindeki müze kurumu küreselleşme sürecinde köklü değişimler yaşamıştır. Küreselleşme, bilgi çağı ve tüketim toplumuna dönüşümün getirdiği toplumsal değişimler, müzeleri kaybettikleri ilgiyi kazanmak ve kamuya açılmak için yeni arayışlara yöneltmiştir. Bu yeni arayışların devamı olarak günümüzde büyük şirket ve bankalar kamusal yüzlerini özellikle sanat müzeleri aracılığıyla göstermeye başlarken, sanat müzeleri de kentin ekonomisine, kent kimliğinin inşasına ve kentin markalaşmasında kullanılmaya başladılar. Bu makale sanat müzelerin kuruluşundan bu yana arşivleme, koruma ve sergileme işlevlerine ilaveten kentin cazibe merkezine dönüşme yarışında gerçekleştirdikleri kültürel ve sosyal faaliyetlere eleştirel bir bakış getirmektedir. Gündelik Hayatın Durumu Modern üretim koşullarının hâkim olduğu toplumlarda gündelik hayat büyük bir gösteriye dönüşmüştür ve yaşanmış olan her şey sadece birer temsilden ibarettir. Bu koşullarda gündelik hayattaki her şey ve herkes gösterinin bir parçası ve aktörü olmuştur artık. “The Society of the Spectacle”1 (La Société du spectacle) adlı kitabında Debord, yaşadığı topluma situasyonist bir eleştiri sunarak gösteri teorisini bu düşüncelerle açıklar. Debord’a göre, gündelik hayat içinde gösteri bir imajlar bütünü değil, bireyler arasında imajların sürekli dolaşımı ile yönetilen ilişkiler bütünüdür. Debord gösteri toplumundan bahsetmeden önce, Goffman, toplumdaki performansların gündelik hayatı şekillendirdiğinden bahsetmiştir2. Goffman, gündelik hayatımızda belirli gözlemciler önünde bulunduğumuz zamanlarda sergilediğimiz ve gözlemciler üzerinde etkisi olan tüm faaliyetlerimizi birer performans olarak tanımlar ve her birimizin hayatlarımızın belirli bölümlerini aile, dostlar ve iş arkadaşlarından oluşan seyirciler karşısında oynayan aktörler olduğumuzu söyler. Aslında hiçbirimiz bu performansın farkında değilizdir ve Goffman’a göre bu farkında olmayışla birlikte gündelik hayat daimi bir performansa dönüşür. Gündelik hayatta bireyin mekânına ve bölgelerine bağlı değişen tüm performansları vitrin bölgesi ve kulis bölgesinde ayrı ayrı sergilenir. Vitrin bölgesinde birey bulunduğu mekânsal pratiğe dair gündelik performansını sergilerken, kulis bölgesinde bireyin kendiliğine dair bastırılan ve saklanmak istenilen gerçekleri seyirciden uzak tutulur. Goffman’a benzer şekilde Lefebvre3 de, insanların mekânsal pratikler içinde kendilerine biçilmiş rollerini gündelik hayatlarında sahnelediğini söyler. Bireyin ailesinde, işinde, evinde, okulunda süregelen gündelik hayatı adeta performanslarını sergiledikleri yerler haline dönüş- müştür. Performans alanında yürüttüğü çalışmalarla, performans alanının ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkışını sağlayan Schechner, performansı ritüeller, toplumsal bir araya gelişler, bilgi, gelenek ve göreneklerin alışverişiyle oluşan ya da bu alışverişin bir parçası olan iletişimsel bir davranış olarak tanımlar4. Gündelik hayatta bireyler, gruplar halinde davranışlarını ritüelleştirirler ve kendilerini sergilerler. Böylece gündelik hayatta her bir araya geliş bir performans oluşturmaya başlar. Gündelik hayata dair tüm bu teorileri karşılaştırdığımızda, gündelik hayatın bir koreografi bütününde sergilendiği fikrinin öne çıktığını görebiliriz. Bununla birlikte mekânsal üretim sürecinde toplumsal ilişkiler, sahne önü ve sahne arkası diyalektiğinde kurulan bir sentezle biteviye yeniden üretilmektedir. Yeniden üretiliş sürecinde tüm dünya kentlerinin vatandaşları çok sayıda ürün, imaj ve hizmet bombardımanına tabi tutulurlar. Böylece gündelik hayatın gösterisi vatandaşları finansal sınırlar içinde yaşayan birer tüketiciye dönüştürür. Gündelik Hayatın Gösteri Kültürü Uygarlık, doğaya egemen olarak düzenli bir sosyal yaşama elde etme durumudur5. Gündelik hayatın gösteriye dönüştüğü tüm toplumlarda kapitalizm yeni bir uygarlık kavramı tanımlar. Bu yeni uygarlığın kültürü gösteri kültürüdür. Gösteri kültüründe tüketim önemli bir bileşen haline gelmiştir. Öyle ki, tüketim sadece ihtiyaç kabul edilen yeme, içme, giyim gibi gündelik yaşama ait maddi ürünleri içermez6. Gelişen teknoloji yeni tüketim biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlar. Bu yeni tüketim biçimleri sadece kullanım değerine dayalı ekonomik süreçler ile birlikte sosyal ve kültürel süreçleri de içerir. Gösteri kültürünün egemen olduğu kapitalist toplumlarda ürünler ve hizmetler sosyal statüyü belirten birer sembole dönüşür7. Gösteri kültürünün merkezinde ise dönüşüm yatmaktadır; yaşam stillerinin dönüşümü, yaşam alanlarının dönüşümü, kimliğin ve hatta bedenin dönüşümü. Gösteri kültürünün merkezinde yer alan dönüşüm girdabında gündelik hayata dair tüketimle sanata dair tüketim iç içe girmiştir8. Tüketime dayalı gösteri kültürünü, Frankfurt okulu eleştirmenleri kültür endüstrisi kavramı ile eleştirmişlerdir. Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ın ileri sürdüğü kültür endüstrisi eleştirisinin merkezinde Marx’ın meta fetişizmi ve yabancılaşma teorisi yatmaktadır. Adorno ve Horkheimer, Marx’ın meta fetişizmini kültür fetişizmi olarak yeniden tarifler. Adorno ve Horkheimer’a göre, modernizasyon projesinin sonuçlarından biri de kültürün standartlaşmasına dayalı homojen bir toplum yaratmaktır. Kültürün standartlaşması kitle kültürünü doğurur. Adorno ve Horkheimer, kültür üzerindeki bu dönüşüm süreçleriODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 47 DOSYA ni kültür endüstrisi olarak tanımlarlar9. Kültür endüstrisi, sanatı sosyal ve politik bağlarından kopartır, sanatı bir hizmete, sanat ürününü de marketlerde satılan bir metaya dönüştürür10. Kültür endüstrisinin merkezinde yer alan müze kurumu da bu dönüşümden nasibini alır. Öyle ki artık müzeye gidebilmek için kredi kartı sahibi olmak zorunluluğa dönüşür11. Müzeler de artık sadece sergi amaçlı kullanılmamaya başlamıştır. Müzeler ziyaretçilerine birbirinden farklı kokteyl, yemek servisleri, canlı müzik performansları içeren yeni konseptler sunmaktadır12. Bu noktada şu soruyu sormak önem kazanmaktadır : Önceleri ritüellerin aracı olarak kabul edilen sanat, nasıl oldu da müzlerin mekânı olan müzede kendine finansal bir etkinlik alanı tanımladı? Müzlerin Mekânından Sanat Bankacılığına Antik dönemde bilim ve sanata adanmış mekânlara museion yani ilham perilerini mekânı denilmektedir. Museion, felsefe ve düşüncenin üretildiği bilimsel tar tışmaların yapıldığı okul niteliğindedir. Müze kurumunun tarih sahnesine çıkışı MÖ 4. yüzyılda kurulan İskenderiye müzesi ile olmuştur 13. 15. yüzyılda sanat burjuva sınıfının himayesine girmiştir, 1563 yılında Acedemia del Designo (Tasarım akademisi, Floransa) kurulmuş ve sanat ile zanaat birbirinden ayrılmıştır. Sanat ruhani ve maddi olmayan şeylerle ifade edilirken, zanaat işlevsel ve maddi olarak kabul edilmeye başlamıştır. 17. yüzyılda modernitenin doğuşuyla birlikte zanaatkârların ürünlerini tasarlama ve yapma aşamaları süreçlere ayrılmış, zanaatkâr ile ürünü arasına temsil sistemleri, çizimler, projeler girmiş ve bu temsil sistemleri evrenselleşmiştir14. 18. yüzyılda kraliyet koleksiyonlarının halka açılmasıyla birlikte müzeler kurumsallaşmaya başlamıştır15. 1759 yılında British Museum kurulmuş, 1789 yılında Medici ailesi koleksiyonlarını kamusallaştırmış, 1793 yılında Louvre sarayının büyük galerisi müzeye çevrilmiştir. Tüm bunların yapılmasındaki temel amaç sanat ve kültürü halka açmak anlayışıdır. 18. yüzyılda modern endüstrileşmenin başlamasıyla modern sanat da icat edilir. Zanaatkârların atölyede öğrenmesi gereken bilim ve sanat gibi konular fabrikalarda mühendislik mesleklerinin bünyesinde yeniden örgütlenir. 19. yüzyılda zanaatkârlığa özlemle Ar ts & Craft, Ar t Nouveau ve Bahaus gibi tasarım hareketleri or taya çıkar ama bunlar sanatın endüstrileşmesinde rol oynarlar16. 20. yüzyılda sanatın rasyonelleştirilmesini savunan tasarım hareketlerinin temelinde mühendisliğe duyulan hayranlık yatmaya başlar. Sanat eserlerinin büyüleyiciliğinin yerini modern sanayi ürünlerinin ve makinelerin etkileyiciliği almaya başlar. Sanat or tamında ideal güzellik makinede temsil edilir. Böylece müze ve galeri mekânlarının biçim ve içerikleri de sorgulanmaya başlar. Makine estetiğinin etkisindeki sanat endüstrileşmiş, gündelikleşmiş ve sanatın niteli değil maddi değeri önem kazanmaya başlamıştır. Müzlerin mekânı olarak kabul edilen müze, 1960’lı yıllarda bilginin ve iktidarın örgütlendiği kurumsal bir disiplin aracı olarak görülmeye başlar. Ayrıca, önceleri sadece müze duvarlarının içinde yaşanılan keşfetme deneyimi, gündelik hayatın gösteri kültürünün müzelere yansıması sonucu giderek ilgi kaybetmeye başlamıştır. 1980’li yıllara gelindiğinde ise serbest piyasa ekonomisi etkisi altındaki sanat özelleşme sürecine girmiştir17. Bu süreçte şirketler sanat müzeleri aracılığıyla çağdaş sanatı kurumsal bir tanıtım aracına dönüştürmüştür18. Küreselleşme süreci ile birlikte müze kurumu köklü değişimler yaşamıştır. Böylece kültür endüstrisinin merkezinde yer alan müze kurumu hem demokratikleşmeye hem de ticarileşmeye başlamıştır. Küreselleşme, bilgi çağı ve tüketim toplumuna dönüşümün getirdiği toplumsal değişimler, müzelerinin kaybettikleri ilgiyi kazanmak ve kamuya açılmak için yeni arayışlara yönelmesini zorunlu kılmıştır. 48 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Bu yeni arayışların devamı olarak günümüzde büyük şirket ve çeşitli bankalar kamusal yüzlerini özellikle sanat müzeleri aracılığıyla göstermeye başlarken, sanat müzeleri de kentin ekonomisine, kent kimliğinin inşasına ve kentin markalaşmasında kullanılmaya başlamıştır. Sanatın finansallaşması günümüzde öyle hissedilir oldu ki artık bankalar sanat bankacılığı yapmakta, müşterilerine sanat karşılığı borç vermekte, sigorta yapmakta ve sanat danışmanlığı yapmaktadır19. Sonuç Günümüzde müzeler tüketim toplumuna sunulan birer ürün haline dönüşürken, ziyaretçilerine yeni tüketim alanları sunmaktadır. Bu tüketim alanları dâhilinde günümüzde pek çok sanat müzesi restoran, bar ve mağazalar açmaktadır. Öyle ki müze mağazaları müze sınırları dışına çıkıp alışveriş merkezlerinde şubeler açmaktadır20. Toplumsal değişimler etkisinde müze, mekânsal olarak dönüşürken, sanatın niteliği ve hedef kitlesi de değişmektedir. Günümüzde bienal, fuar, müzayede, galeri ve hatta alışveriş merkezi gibi mekânların etkinlik alanını tanımlamak zorlaşmaktadır. Hepsinin etkinlik alanları finans temel alanını paylaşarak birbirine geçmiştir21. Öyle ki kaçırdığınız bir sergiye bir alışveriş merkezinde denk gelebilirsiniz22. Andy Warhol’un yıllar önce söylediği gibi belki de bütün büyük mağazalar müze, bütün büyük müzeler de mağaza olmuştur bile. NOTLAR 1. Debord, G., “The Society of the Spectacle”, ISBN: 0942299809, Zone Books, New York, 1994. 2. Goffman, E., “The Presentation of Self in Everyday Life”, ISBN: 0140135715, Anchor Books, Doubleday, 1959. 3. Lefebvre, H., “The Production of Space”, ISBN: 0631181776, Blackwell Publishers, Oxford, 1991. 4. Schechner, R., “Performance & the Social Sciences: Introduction”, The Drama Review: TDR, Sayı:17(3), 3-4, 1973. 5. Williams, R., “Keywords: A Vocabulary of Culture and Society”, ISBN: 0195204697, Oxford University, New York, 1983. 6. Featherstone, M., “Consumer Culture and Postmodernism”, ISBN: 1412910145, Sage, London, 2007. 7. Baudrillard, J., “The Consumer Society: Myths and Structures”, ISBN: 0761956921, Sage, London, 2004. 8. Douglas, M. ve Isherwood,B., “The World of Goods”, ISBN: 0415130476, Basic Books, New York, 1979. 9. Horkheimer, M. ve Adorno, T. W., “Dialectic of Enlightenment: Philosophical Fragments”, ISBN: 0804736332, Routledge, London, 1991. 10. Artun, A. “Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi Estetik Modernizmin Tasfiyesi”, ISBN:9789750509476, İletişim yayınları, İstanbul, 2011. 11. İş Bankası ve TÜRSAB-MTM İş Ortaklığı’nın T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile gerçekleştirdiği işbirliği sonucunda bir İş Bankası kredi kartı Müzekart özelliği kazandı. Detaylı bilgi için. Bkz. http://www.dha.com.tr/ is-bankasi-maximum-kart-simdi-muzekart_429365.html 12. http://www.milliyet.com.tr/yenibireglencenlayisi/melisazli/pazar/yazardetay/24.02.2013/1672702/default.html 13. Artun, A., “Müze Ve Modernlik-Tarih Sahneleri Sanat Müzeleri 1”, ISBN:9789750504433, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. 14. Artun, 2011. 15. Yücel, D., “Yeni Medya Sanatı Ve Yeni Müze”, ISBN: 9786054233748, İstanbul Kültür Üniversitesi, İstanbul, 2012. 16. Artun, 2011. 17. Yücel, 2012. 18. Stallabrass, J.,“Sanat A. Ş: Çağdaş Sanat Ve Bienaller”, ISBN: 9789750506994, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. 19. Artun, 2011 20. http://www.istanbulmodern.org/tr/basin/basin-bultenleri/magazada-zenginsecenekler_502.html 21. Artun, 2011 22. http://www.kanyon.com.tr/#/tr/alisveris-1/diger-47/sanatgezgini-182 DOSYA Antik Çağ’da Müze Kavramı Remzi YAĞCI Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Müzecilik Bölümü Kökeni Grekçe (Mouseion)’dan gelen Müze kavramı yüzyıllar içinde birçok farklı anlamda kullanılmıştır. Klasik dönemlerde Mouseion sözcüğünün etimolojisinin mitolojik bir temeli vardır. Bu temel Batı kültüründeki Müze kavramı üzerinde oldukça etkili olmuştur. Zeus ve Mnemosyne’nin dokuz güzel kızına, Mousalara; epik şiir ve hitabet (Kalliope), lirik şiir (Euterpe), erotik şiir (Erato), komedi ve pastoral şiir (Thalia), tarih (Kleio), trajedi (Melpomene), müzik ve dans (Terpsikhore), uyum ve ilahi sanatlar (Polymnia) ve astronomi (Urania)’ye adanmış esin tapınakları olarak görülürler (Young Lee 1997, 387; Atagök 2008, 1119; Brush 2000, 74; Findlen 2012, 24). Esin perileri olarak bilinen bu tanrıçalar aynı zamanda sözü edilen sanatların koruyucusu ve hamisidir. Bu dönemde esin perilerinin Mouseion kavramı ile ilişkisi, başlangıçta orada çalışan insanlara özgür düşünme zamanı ve ortamı sağlamasıdır ki Mouseionda bilim adamları özgürce dolaşabilir, tartışabilir, hayal kurabilir (esinlenebilir) ve istedikleri eserleri yeniden okuyabilirlerdi. Müzelerin gelişmesi ile ilgili bazı uzmanlar, İskenderiye’deki bu kurumu nostalji ile anarak, Müze ve bilimsel araştırmanın iç içe yaşadığı o günlerin altını çizerler. Antik çağda insanlar müzeleri ya da Mousaların mekânlarını güzelliği aramak, fikirlerini diğerleri ile paylaşmak, doğa olaylarını deney yoluyla öğrenmek, asıl olarak kafa dağıtma yoluyla daha derin düşünmek ve öğrenmek için kullanmışlardır. İskenderiye’de o dönemde yaşayan hicivci Phleiuslu Timon müze topluluğunu oluşturan alim elit kesim için şunları söyler: “Nüfusu son derece kalabalık olan Mısır’da dünyadan uzak yaşayan ve Musaların tavuk kümesinde hiç durmadan bir şeyler tartışan bir sürü kitap kurdu besleniyor” (Macleod 2006, 85). 18 yüzyılda ise bu eylemler üniversite-müzelerde yapılmıştır ve müzeler artık koruma rolünü de üstlenmiştir. Pausanias’a (1.25.2) göre ilk Müze-Kütüphane’nin Atina’da felsefe, mantık, etik, retorik ve matematik öğretilen bir akademi ya da Akropolis’in karşısındaki Mousaious adlı bir kişinin şarkı söylediği, orada öldüğü ve gömüldüğü ‘Mouseion’ tepesi olduğu düşünülmektedir. ‘Müze kavramı’ ise daha çok Aristoteles öğretisine bağdaştırılır. Çünkü Aristoteles’e göre, insan dünyada olanları ancak doğal dünyayı gözlemleyerek öğrenebilirdi. Aristoteles’in Atina’daki Lykeum’unun Mousalara adanmış bir tapınağı, kütüphanesi ve toplum üzerinde etkisi vardı (Erskine 1995, 46, not 11). Aristoteles’in Lykeum’u hocası olduğu I. Ptolemaios’un İskenderiye Mouseionu’nun kuruluşunda ve mimarisinde örnek oluşturmuştur. Aristoteles derslerini gezinerek verdiği için bu felsefe akımının anıldığı ‘peripatetik’ ortam, yani bahçe içindeki gezinti yolları (peripatos), İskenderiye Mouseion’unda yeniden yaratılmıştır. İskenderiye Müzesi kadar adı bilinmese de, Aristoteles’in okulu Lyceum yakınlarındaki Mouseion Aristoteles’in kitaplarının durduğu ve öğrencilerinin çalışabildikleri ünlü bir eğitim ve bilim merkezidir. Bu ikili eğitim ve kültür sistemi İskenderiye’deki yapının öncüsüdür (Rodenbeck 2001/2002, 526). İskenderiye. Kaynak: http://lemurianmouseion.wordpress.com/ Antik dönemde ‘mouseion’lar saray yapılarının bir parçasıydı. Mouseion’u kuruluşundan yaklaşık 300 yıl sonra gören Strabon (17.1.8), yapıyı kısaca şöyle anlatır: “Müze ve Kütüphane görkemli yapı ve bahçelerden oluşan bir yerleşkeydi. Ayrıca içinde bir ‘peripatos’, bir ‘exedra’ ve Mouseion üyesi bilginlere ait yemek odası olan büyük bir ‘oikos’u vardı, bilginler Mouseion’u ortak kullanıyorlardı. Daha önce krallar tarafından atanan Mouseion rahibini şimdi Sezar atamaktadır”. Vitruvius De architectura, Libri decem’de (5.11.2) exedra ve oecus’a açıklık getirirken, bunların Museum binasının mimari parçaları olduğunu, oturma sıraları olan üç portikonun içinde yer alan geniş Exedra’da retorikçiler, filozoflar ve çalışmaktan zevk alan herkesin tartışabildiğinden söz etmektedir. Suidas da Exedra’yı Mouseion’dan ayrı tutar ve bilginlerin neredeyse Mouseion ile Exedra çevresinde yaşadıklarını belirtmektedir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 49 DOSYA Müzenin en geleneksel ve öncü tipi Mousa’lara adanmış kutsal yer olsa da, çok daha geniş bir kapsamda ele alınmaktaydı ve en eski kullanımlarında bile Musaeum sözcüğü bir toplumun tüm kültürel kaynaklarının sınıflandığı ve toplandığı yapı kompleksi hatta zaman ve mekâna bağlı olmayan eser anlamına da gelmekteydi. Örneğin Plinius’un Naturalis Historiae adlı kitabı bir Musaeum olarak adlandırılır. Benzer biçimde Rönesans döneminin ansiklopedicilik çalışmaları aslında birer Müzecilik denemesidir. siyon ile dünyada ve tarihteki yerlerini ve en önemlisi de çok dikkatle seçilmiş nesnelerle Atina ile olan ilişkilerini yerel halka ve ziyaretçilere göstermektedir (Shaya 2005, 436-437). Müze-tapınak metaforu, Lindos Tapınağı dışında da kullanılabilir. Tapınağı müze olarak görmek orada bulunan nesnelere gerçeklik kazandırır ve toplumların bu nesneleri fikirlerini ve ilgilerini göstermek için nasıl kullandıklarını ve bu nesneler aracılığıyla kimliklerini nasıl düzenlediklerini, onayladıklarını ve dışarıya yansıttıklarını gösterme biçimidir. Latincedeki ‘Musæum’ sözcüğü, İskenderiye’de felsefe ve araştırma merkezini, farklı alanlardaki bilim insanlarının çalıştıkları, seminer verdikleri ve içinde yaşadıkları Helenistik dönem kurumsal, merkezi, akademik bir yapıyı ifade etmektedir. Bu merkezde kütüphane, botanik bahçeleri, zooloji koleksiyonları, gezinti yolları, çalışma odaları ve yaşam mekânları mimari bir bütünlük içinde yer almaktaydı. Bir diğer anlamda topluma hizmet veren (bono publico) araştırma merkezi, bir akademi olarak da tanımlanabilir. Bu merkezdeki araştırmacıların ve bilim insanlarının konuları sanat, bilim ve edebiyatla ilişkilidir. ‘Musæum’un Batı dillerindeki anlamı da öncelikle ve en ideal ve romantik biçimde yukarıda sözü edilen İskenderiye Musæum’unu örnek almaktadır. Diğer bir deyişle, ‘Musæum’ un anlamı, Batı dillerinde kendi içinde ayrışsa, devre göre ve yerel olarak güncellense de, yine de örneğin Fransızca’da ‘muséum’dan kavram olarak doğrudan Helenistik İskenderiye Musæum’u anlaşılmaktadır. Aynı kökenden gelen ‘musée’ ise aynı anlamı taşısa bile daha yereldir ve günümüzdeki anlamına yaklaşmaktadır (tartışmalar için bkz. Young Lee 1997, 386-388). Batıda geleneksel, özgün anlamı bir ideal model olarak ‘Musæum’ daima hatırlanmıştır. Örneğin, devrim sonrası Fransa’da kurulmak istenen ‘muséum’, galeri, saray, okul, tapınak ya da sergi odalarından (cabinet) farklıdır buna karşılık yalnızca esin perilerine adanmış bir tapınak da değildir. Ancak bilim ve kültür merkezi olan İskenderiye Mouseion’unu örnek alınarak tasarlanmış bir kamu kurumu olduğu söylenebilir (Young Lee 1997, 412). Her ne kadar İskenderiye Mouseion’u etimolojik olarak müze kavramının temeli olarak görülse de, Helenistik dönemde günümüzdeki anlamıyla eserlerin korunduğu kurumsal bir oluşum var mıydı? Bu soruya yanıt olarak Antikçağ’da eserlerin korunduğu ve yüzyıllar boyu saklandığı müzeye en yakın kurum olarak akla tapınaklar gelmektedir. Koruma, sınıflama, tanımlama, kayıt etme (envanter) ve sergileme gibi etkinlikler için antik dönem tapınakları ile Müzeler arasında bağlantılar kurulup kurulayamayacağı sıklıkla tartışılan bir konu olmuş, ancak birçok araştırmacı antik dönem tapınaklarının aynı zamanda bir müze işlevi gördüğünü kanıtlamaya çalışırken yeterli somut arkeolojik ya da tarihsel veri ortaya koyamamıştır. Günümüzdeki modern müzeleri,Yunan ve Romalılar farklı biçimde adlandırmıştır. Antik çağda estetik, tarihsel, dinsel ve büyü ile ilgili önemi olan koleksiyonlar vardı. Örneğin Yunan tapınaklarında altın, gümüş, tunç nesneler, adak sunuları, heykel, heykelcik, resimler ve hatta acil durumlar için saklanan külçeler vardı. Resim koleksiyonları pinakotheke (resim galerisi)’de sergilenirdi. Bu terim Atina akropolisinde Propylaea’nın batı kanadında konuşlanmış olan ve içinde resimlerin sergilendiği yapı için kullanılmıştır. Resimler ‘duvar resmi’ tekniğinde doğrudan duvar üzerine, duvarı bir ressam sehpası gibi kullanarak yapılmışlardır (Pausanias Bk. I. XXII. 6). Romalılar bu terimi özel bir ev içinde resim, heykel ve diğer sanat eserlerinin bulunduğu bir oda için kullanmışlardır. Sayıca az da olsa bu konuda yapılmış birkaç araştırma, tapınak-müze benzetmesinin geçerliliğini ortaya koyar niteliktedir. Örneğin, Lindos Athena Tapınağı tarihsel kayıtları ve MÖ 99 yılında tapınağa dikilen steldeki eser listesinin incelenmesi, bu Yunan tapınağının nasıl kamusal bir müze işlevi gördüğünü kanıtlar niteliktedir (Shaya 2005, 423-42). Lindos tapınağı kutsal-tarihsel bir mekândı ve Lindosluların yaklaşan Roma hegemonyasına karşı tarihsel ve o günkü Lindos kimliğini temsil etmek gibi önemli bir işleve sahipti. Stelde övünçle bahsedilen tapınağa armağan edilen kırk beş parça eser ve bu eserleri bağışlayanların Lindoslular için özel bir anlam taşıdığı açıktır. Bağışlanan eserler arasında Lindos’un kolonilerinden, örneğin Gela ve Soli’den gelen armağanlar ve Helen tarihinin ünlü kral ve kahramanlarından gelen armağanlar (örn. İskender’in silahları, Paris’in deri başlığı) dikkati çekmektedir (Shaya 2005, 424-425). Koleksiyona eserleri verenlerin ünlü olması ve koleksiyondaki eserlerin ‘eski eser’ olarak değeri Lindos’un saygınlığını yansıtmaktadır. Tapınağın önüne dikilen stel nesnelerin seçimi, düzenlenmesi ve tanımlanmasının ardındaki siyasi etkenleri de gözler önüne serer. Diğer bir deyişle, Lindos Tapınağı Steli Lindos’un kamusal yüzünü yansıtır. Politik güçlerinin azaldığı bugünlerde Lindoslular bu kolek50 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Daha sonraki dönemlerde, Romalılar resim ve heykellerini -ki bunlar genelde yağma sonucu elde edilen eserlerdir- forumlarda, halka açık bahçelerde, tapınak, tiyatro ve hamamlarda sergilerlerdi. Romalı generaller ve devlet adamları ve zengin vatandaşlar bu eserleri kopyalarını taşradaki evleri için yaptırırlardı. Örneğin Yunan kültürüne büyük bir tutkusu olduğu için lakabı “Küçük Yunanlı” olan İmparator Hadrianus, Tivoli’deki villasının yakınına seyahatlerinde gördüğü yerlerin benzerlerini yeniden kurdurmuştu. Örneğin Atina’daki Akademi ve Lykeum, Teselya’daki Vale Tempe ( ), Mısır deltasındaki Canopus-Serapeum (Alexander and Alexander 2008, 4-5). Bir anlamda Hadrianus günümüzdekilere benzer bir Açık Hava Müzesi oluşturmuştu. Hadrianus’ın gezileri sırasında en ilgi duyduğu yer Atina’ydı. Burayı üç kez ziyaret etti. Atina’ya yaptırdıkları bu kente sevgisini ve Yunan kültürüne hayranlığının bir göstergesidir. Atina’ya büyük bir kitaplık, yepyeni bir forum ve muhteşem bir mermer kapı yaptırmıştı. Antinous ile İskenderiye Müzesini ve oradayken İskender ve Pompey’in mezarlarını da ziyaret etmişti (Baker 2012, 299). Batı’nın model aldığı İskenderiye Musaeum modeli, üzerine çok az çalışılmış olsa da Anadolu’da da birçok örnekle temsil edilmektedir. Örneğin İskenderiye’dekine eşdeğer sayılabilecek bir diğer bilim merkezi de Bergama’da kurulmuştu. Ptolamaios Hanedanına karşılık Bergama’da kurulan Attalos Hanedanı özellikle I. Attalos (İÖ 269197) ve onun izinden giden Eumenes (İÖ 197-159) ve II. Attalos (İÖ 220-138) sanat ve kültürle ilgili yapısal anlamda İskenderiye ile karşılaştırılabilecek denli önemli yatırımlar yapmışlardır. Bergama’da da İskenderiye’deki gibi kralın servetiyle desteklenen sanatçılar ve bilim heyetleri oluşturulmuştur (Demiriş 2007, 113-114). Bergama’da I. Attalos ve ardılları, Atinalı yöneticiler de İÖ II. yüzyılda Atina’da resim ve heykeller sergilemişlerdir. Yine Batı Anadolu’da Magnesia ad Meandrum’da 1987’de yapılan Gymnasion kazılarında açığa çıkarılan Hamam-Gymnasium yapısıyla ilişkili bir yapı Apodyterion/Museion? olarak nitelendirilmiş ve bu tür yapılara ilişkin yazılı kaynaklara değinilmiştir (Bingöl 1988, 46-47). Ephesos’ta Çifte Kilise’de bulunan tıp dalındaki yarışmaların Museion’a bağlı tabipler odasınca düzenlendiğini gösteren dokuz yazıt ve benzeri birçok yazıt (Bingöl 1988, 47, not 5-6) Mouseion’ların Antik Çağ’da Anadolu’da birer eğitim ve bilim kurumu olduğunu gösterir niteliktedir. Efes’teki iki yapı Olympieion/Mouseion ve Mouseion/Serapeion (http://www.oeai.at/index. php/392.html) da Mouseion’ların özellikle Batı Anadolu’daki yaygın varlığına ilişkin somut kanıt olarak görülebilir. DOSYA Efsanevi bir geçmişi olan İskenderiye Mouseion’unu, Müze kavramı için tek başına bir başlangıç noktası olarak almak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Müzenin temelini oluşturan koleksiyonculuk fikri aslında Doğu’ya özgüdür ve kutsal bir geçmişi vardır. Amaç farklı olsa da, doğunun toplama merakı Nuh’a kadar götürülebilir. Kutsal kitaba göre,Tanrı’nın yarattığı canlılara adlarını veren ve onları sınıflandıran Adem’den sonra Nuh’a onları toplamak düşmüştü (Elsner and Cardinal, 1). Her canlıdan erkek ve dişi olmak üzere iki tane (Genesis 6.19-20) almak zorundaydı. Saklama, koruma, günahlardan kurtulma ve yeni bir yaşam için toplama mekânı ise daha sonra Ağrı’ya oturan, ağaçtan (gopher) yaptığı ve kendi adıyla anılan Nuh’un gemisidir (teba). Çoğu bilim adamı korkunç sel mitini ve Nuh’un gemisi hikâyesinin kökenine ilişkin verileri Mezopotamya Atra-Hasis-Utnapistim, Gılgamış Destanı mitolojisi ile ilişkilendirir. Mezopotamya adeta mitlerin, kutsal kitapların ve gerçeklerin doğum yeridir. Mimari olarak Mezapotamya’da da Müze yapıları, İskenderiye’de olduğu gibi saray yapıları içinde yer alır. Bunun için en belirgin örnek II. Nabukadnezar dönemine aittir (Wiseman 1991: 57, 65, 112, Pl. Ib, II). Bilindiği gibi II. Nabukanezar, Medli karısı Amytis’e dağlık ülkesini hatırlatması için Babil’in Asma Bahçelerini yaptırmıştır (Wiseman 1991: Pl. II). Bazı klasik kaynaklar ise bu ünlü bahçeleri Semiramis ile ilişkilendirmektedir (Berossus). Nabukadnezar’ın Kuzey sarayı henüz tam olarak kazılmasa da kalıntıların altında Nabukadnezar ve haleflerinin Müze olarak kullandıkları yerde birçok eski eser bulunmuştur (Oates 1986,152). Bulunan eserler arasında ünlü aslan heykeli (Oates 1986: Res. 103), Mari Valilerinin heykelleri, Assurbanipal (res. 82) ve ikiz kardeşi Şamaş- şuma- ukin’in stelleri, 8. yüzyıl Mari Valisi Şamaş-resha-usur’un (ki Mezopotamya’da arıcılığı başlatmıştır) steli, Hitit hava tanrısının bazalt steli ve III. Ur’a kadar inen birçok parça ve yazıt sayılabilir. Bu bölgede bulunan bazı kil tabletler ayrıca burada bir kraliyet kütüphanesinin varlığını göstermektedir. Müzenin Persler zamanında da var olduğu, I. Darius’un bir stelinin orada bulunmasından anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle saray-tapınak-bahçe-müze külliyesi İskenderiye Mouseion’undan üç yüzyıl önce (İÖ 6. yüzyıl) Mezopotamya’da zaten kurulmuştu. Bu yapı topluluğu Antik Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Babil’in Asma Bahçelerini de içine almaktaydı. Nabukadnezar dönemi müzecilik ve arkeoloji faaliyetleri ayrıntılı olarak kayıtlardan izlenebilir. Örneğin Nabukadnezar ve Nabonidus’un ikisi de eski temeller ve plan üzerinde tapınaklar inşa etmiş ya da restorasyon yapmışlardır (Wiseman 1991, 65). Nabukadnezar Kuzey Sarayı’nın içindeki Müzeyi zenginleştirirken Nabonidus’un benzer çabaları da Müzeye yeni eserler kazandırmıştı. Müzede bulunan otuz dört eserden dokuzu Nobopolassar’ın ya da Nabukadnezar’ın ilk hükümdarlıklarında yağma sonucu elde edilmiştir. Diğer on üç parça ise şehri inşa ederken kazı faaliyetleri sırasında, dört tanesi büyük olasılıkla Nabonidus, beş tanesi de I. Darius tarafından bulunmuş ve müzeye eklenmişti (Unger 1931, 224-228). Ayrıca Yeni Assur Dönemi’nde Ninive’deki 7. yüzyıl Assurbanipal’in kütüphanesi bu kurumların Doğu’daki geleneğinin ne kadar eskilere dayandığının en çarpıcı ve bilinen örneklerindendir. British Museum koleksiyonuna giren 30.943 tabletten oluşan Ninive’deki Assurbanipal’in kütüphanesi, kütüphanelerle ilişkili Mouseonların öncülerinin Mezopotamya’da olduğunu göstermektedir. İÖ 612’de Babil, İskit ve Med koalisyonunca yıkılmadan önce kehanet, büyü, farklı tanrılara ilahiler, tıp, astronomi, destan ve edebiyat ile ilgili tabletler ve olasılıkla deri, parşömen ve balmumu üzerine yazılı belgelerden oluşan kütüphanesinde toplayan Assurbanipal, bir kral olarak entelektüel ve tutkulu koleksiyoner kişiliğini de yansıtmaktadır (Polastron 2007, 2-3). Babilonya’da yalnızca soylular değil Babil’in sıradan vatandaşları bile Mezopotamya höyüklerindeki zenginliğin farkındaydı. Nabukadnezar’dan bin yıl önce yazılmış bir özel mektup toplama ve arkeoloji merakını gözler önüne sermektedir. “Sana daha önce hiç değerli bir şey istemek için yazmadım. Fakat bana babalık etmek istiyorsan bana başıma takabileceğim boncuk dizisi gönder. Mührünle mühürle ve bu ulağa bana getirmesi için ver. Eğer sende yoksa bunların bulunduğu yerleri kaz ve bana gönder. Çok istiyorum.” (Oates 1987, 162). Antik Çağ’da Müze kavramına yeniden dönecek olursak, yukarıda değinilen Lindos Tapınağı envanterini hatırlatan, koleksiyondaki eserlerin kayıtlarının tutulmasına dair bir diğer örnek Lindos’dan dört yüzyıl önce Mezopotamya’da (İÖ 530) görülmektedir. Son Yeni Babil Kralı Nabonidus’un kızı Ennigaldi-Nanna’nın küratörü olduğu Ur kentindeki müzeye ait olduğu belirlenen, üç farklı dilde yazılmış silindir biçimli pişmiş toprak etiket, şimdiye kadar bilinen bir müzeye ait en eski arkeolojik kayıt olarak kabul edilmektedir ve buna bağlı olarak Ennigaldi-Nanna da en eski müze küratörü sayılabilir (Leon 1995, 36-37). Babil’in Asma Bahçeleri ve ‘Museum’ (Kaynak: Wiseman 1985, Lev. Ib; en.wikipedia. org) Ennigaldi-Nanna Müzesi ve üç dilde yazılmış pişmiş toprak Müze etiketi (Kaynak: wikipedia.org) Yukarıda ayrıntılı olarak değinilen İskenderiye Mouseion’u ve Mezopotamya’daki saray-bahçe-müze-kütüphane külliyeleri, Antik ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 51 DOSYA Çağ’da Müze kavramının modern müze kavramından farklı olarak, ama günümüz müze işlevlerini kısmen de olsa içerecek biçimde, bu yapıların birer eğitim ve bilim merkezi olduklarını or taya koymaktadır. Mouseion’da yaşamış ve çalışmış olan bilim adamlarından örneğin Matemetik bölümünün başı Euklid, ünlü ‘Geometri’ kitabını burada yazmıştı. Mühendisliğin babası sayılan Arşimed, Pergeli Appolonius, dünyanın yuvarlak olduğunu öne süren ve çevresini doğruya yakın biçimde hesaplayan Eratosthenes, bu akademide yaşayıp çalışan, kütüphaneyi, üstü kapalı galerileri, seminer salonlarını, laboratuarları, botanik ve zooloji bahçelerini kullananlardan sadece birkaçıydı. Eski Ahit’i Yunanca’ya çevirmek için İskenderiye’de toplanan ve bire bir aynı çeviri metni yaptıkları varsayılan ünlü Septuaginta, yetmiş çevirmenin çevirileri, Batı için model olmuş ve özellikle Rönesans döneminde birçok çeviri grubu oluşturulmuştur (Burke-Po-chia Hsia 2012, 8). Ayrıca burada Pers, İbrani, Mısır ve Assurca kaynaklarının çevirilerinin de yapılmasının, bu dönemde Helenistik dil ve gramer çalışmaları için teşvik edici bir etkisi vardır (Demiriş 2007, 112). Tek tanrılı dinlerin baskısı ile yıkılan İskenderiye Kütüphanesi, Batı’da ideal olarak yaşamayı sürdürmüş ancak eğitim ve bilim merkezleri, bilgi kaynağı kütüphaneler ve değerli eşyaları saklama ve depolama işi kilise ve manastırlara düşmüştür. 16. yüzyılda (Rönesans) Batı’da ‘Müze kavramı’ içinde değerlendirilebilecek iki tip sergi mekânı ortaya çıkar. Bunlar galeri (İtalyanca galleria) ve kabinettir (İtalyanca gabinetto ya da Almanca Wunderkammer). Galeri denince, içinde heykel ve resim sergileri düzenlenen, uzun ve büyük salonlar, kabinet ve ‘wunderkammer’ denince de içinde doldurulmuş hayvan, ender bitki, madalyon ve heykelcik vb. küçük sanat eserlerinin sergilendiği kare biçimli odalar akla gelmekteydi. 16. yüzyılda İtalya’da Latince bir terim olan ‘musaeum’a örneğin tapınak, grotto, galeri, çalışma, kütüphane ve kitap gibi ek anlamlar da yüklenmiştir (Young Lee 1997, 385 vd. Findlen 2012, 5). Her ikisi de günümüzdeki Müze kavramına örnek oluşturmuştur. ‘Muséum’ kavramı yukarıda ifade edildiği gibi Latince anlamına yakındır. Buna göre ilk kullanımındaki sanatsallık ve kutsallıkla iç içe olan saf, ideal Müze kavramı, Batılı anlamda kurumsallaşırken, kutsallık (tapınak) kavramından giderek uzaklaşarak bilimsel, edebi, sanatsal ve tarihsel olmak üzere çoklu bir kimlik kazanır. ‘Wunderkammer’ 52 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Batının evrensel çekiciliği nedeniyle örnek aldığı Helenistik Dönemin ünlü İskenderiye Mouseion’u ideali, Batı’da özellikle Aydınlanma Çağı ve sonrasında yeniden hatırlanmış, devrim Fransa’sında kamu hizmeti verecek Musaeumların oluşturması amacına odaklanılmıştır. İnsanlığın tüm bilgisinin yanı sıra estetik ve kültürel değerlerini de bir araya toplayıp, koruyup, sınıflayıp, teşhir etmeyi amaçlayan evrensel boyutlu müze kütüphane yapılarının en ünlülerinden biri, Londra’da bulunan British Museum’dur. Modern Müzelerin atası sayılabilecek British Museum, İskenderiye Müzesini taklit ederek 1753 yılında sadece bilim insanlarını değil halkı da eğitmek amacıyla kamu hizmeti vermek için kuruldu. Amacı tüm insan bilgisini bir mekânda toplamaktı. British Museum ve en az bir o kadar eşsiz eserleri barındıran British Library’in ayrılmasına 1973’te karar verildi. Ayrılma işlemi 1998’de tamamlandı (www.britishmuseum.uk, www.bl.uk) Diğer bir deyişle, 2000’li yıllarda aynı amaca hizmet eden iki ayrı kurumdular. Görüldüğü gibi müzelerin toplum içindeki rolleri değişse de, mouseion miti hâlâ devam ediyor. KAYNAKLAR 1. Alexander, E. P., Alexander, M., “Museums in Motion” (2nd edition), Alta Mira Press, Lanham, 2008 2. Atagök,T., “Müzecilik”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi,YEM Yay. 2, 1119-1123, 2008. 3. Blank, H., “Antikçağ’da Kitap” (Çev. Z. A. Yılmazer), Dost Kitabevi Yay., Ankara, 2000. 4. Baker, S., “Eski Roma” (Çev. E. Duru), Say Yay., İstanbul, 2012. 5. Bingöl, O., Magnesia and Meandrum (1987), X. Kazı Sonuçları Toplantısı II, 43-52, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1988. 6. Brush, P., “The Alexandrian Library As It Once Was”, American Libraries, 74, Nisan 2000. 7. Burke, P., Hsia, R. P., “Erken Modern Avrupa’da Kültürel Çeviri” (Çev, F.B. Aydar), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2012. 8. Carbonell, B. M., (Ed.), “Introduction”, Museum Studies: An Anthology of Contexts (2nd edition), Wiley-Blackwell, Oxford, 2012. 9. Demiriş, B., “Antik Çağda Dil ve Gramer”, Doğu-Batı 40, 103-121, ŞubatMart-Nisan 2007. 10. Elsner, J., Cardinal, R., “The Cultures of Collecting”, Reaktion Books, London. 11. Erskine, A., “Culture and Power in Ptolemaic Egypt: The Museum and Library of Alexandria”, Greece & Rome XLII, 38-48, Nisan 1995. 12. Findlen, P., “The Museum: Its Classical Etymology and Renaissance Genealogy”, Museum Studies: An Anthology of Contexts (2nd edition), 23-45, Wiley-Blackwell, Oxford, 2012. 13. León, V., Uppity Women of Ancient Times, Conari Press, 1995. 14. Macleod, R., “İskenderiye Kütüphanesi Antik Dünya’nın Öğrenim Merkezi” (Çev. E. Böke), Dost Kitabevi, Ankara, 2006. 15. Oates, J., Babylon (revised edition), Thames and Hudson, London, 1986. 16. Polastron, L. X., Books on Fire: The Tumultuous Story of the World’s Great Libraries, Thames and Hudson, London, 2007. 17. Rodenbeck, J., “Literary Alexandria”, Massachusetts Review 42,4 Egypt, 524-572, Kış 2001-2002. 18. Shaya, J., “The Greek Temple as Museum: The Case of the Legendary Treasure of Athena from Lindos”, American Journal of Archaeology 109, 423-442, 2005. 19. Unger, E., Babylon: die heilige Stadt nach der Beschreibung der Babylonier, Berlin, 1931. 20. Wiseman, D. J., Nebuchadrezzar and Babylon, Oxford University Press, 1983. 21. Young Lee, P., “The Musaeum of Alexandria and the Formation of the Muséum in Eighteenth-Century France”, Art Bulletin LXXIX, 3, 385-412, Eylül 1997. DOSYA Mersin’in Hakiki Sahibi Olmak1: Mersin Kent Arşivi ve Müzesi Tülin Selvi ÜNLÜ Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi Hayır yanlış okumadınız. Başlıkta “Mersin Kent Arşivi ve Müzesi” yazıyor. Ama, “Mersin’de bir kent müzesi var da benim mi haberim yok?” diye düşünüyorsanız, işte o zaman yanıldınız! Hayır, Mersin’de bir kent müzesi yok. Yakın zamanda olabilecek gibi de görünmüyor ne yazık ki!2 Modern dönemde, ortaya çıkışı, gelişimi, çok kültürlü yapısı ile Doğu Akdeniz’deki liman kentleri ile benzerlikleri olan, ancak pek çok yönüyle onlardan farklılaşan kendine özgü yapısı ile Mersin, kendini anlatacak bir müzeye şiddetle ihtiyaç duyuyor oysa ki. Çünkü bugün Mersin, 1990’ların sonunda gözlerini açtıklarında gördüklerine inanamayan ve 1950, belki 1960’ların sonuna dek gördükleri güzel rüyayı hayal meyal hatırlayan insanlar şehri. Üstelik işin kötüsü, 1960 öncesi yaşadıklarına ilişkin hatırladıkları öylesine güzel ki, zaman zaman onlar da hafızalarından şüphe ediyorlar. Peki neden Mersin’in bir kent müzesi yok? Bu sorunun yanıtı çok çeşitli, karmaşık ve oldukça uzun. Aslında, uzun yıllardır Mersinliler kent müzesini düşünüyor, dönem dönem de tartışıyorlar. Hatta, bu nedenle biraz da yıpranmış ve içi boşalmış bir konu haline gelmiş durumda kent müzesi konusu. Bu konunun kentin gündemine girmesi ve sonunda da kentin belleğini oluşturacak bir arşiv, belgelik ve müzenin kurulması ile sonuçlanması için ne yapılmalı? Bunun için önce “kent müzesinin” ne olduğuna bir bakmak gerekiyor sanırım. Aslında, “kent” de “müze” de bildiğimiz kelimeler. Ama acaba birlikte ne ifade ediyorlar? Kentte, insanlar var ve onu var eden de bu insanlar, yani kentliler: gençler, yaşlılar, çocuklar. Başka? Yapılar var. Beğendiğimiz, beğenmediğimiz, geçmişin bir parçası olan ya da bugüne ait yapılar. Olaylar var, dünden bugüne yaşadığımız olaylar. Geçmişte bu kentte yaşamış olanların tanık olduğu, duyduğu, anlattığı olaylar... Sokaklar, meydanlar, sinemalar, parklar... O halde bir kent müzesinde neler olacağı az çok belirdi diyebiliriz. Peki, kentin bütün insanları, olayları, yapıları, sokakları, sinemalarını nasıl sığdıracağız bir müzeye? “Kent müzesi” bize hizmet etmeye işte tam da burada başlıyor. Çünkü bu noktada, yapacağımız seçim dönüp kente yeniden bakmayı, kentin kimliğini düşünmeyi, ortak hafızayı oluşturan bileşenleri tartışmayı gerektiriyor. İşte bu nedenle, belki de bir kent müzesine en çok ihtiyacı olan şehirlerden biri Mersin. Şimdi elimizdekilere bir bakalım; yakın tarihini hayal meyal hatırlayan bir kuşakla, genç yaşına rağmen hafızasını yitirmek üzere olan bir kent ve bu hafizayı yeniden canlandırarak geleceğe taşımak isteyen bir ortak bilinç. Bu tabloda geriye yalnızca, Mersin’i ifade eden bir kent arşivi ve müzesinin içeriğini, kuruluş yöntemini ve sürdürülebilirlik modelini tartışmak kalıyor. Peki bunu kim yapacak, nasıl yapacak? Ne yazık ki ülkemizde, bu tür girişimlerde önderlik etmesi gereken kurumların bu duyarlılığın çok uzağında olduğu görülüyor. Kent arşivi ve müzesini kurmuş kentler arasında, bu duruma istisna oluşturan kentler var elbette.3 Özellikle son yıllarda kurulmaya başlayan kent müzeleri, kent arşivi, kentsel belgelik gibi kuruluşlar, kentlerin yaşam kültürü ve tarihine ilişkin önemli bir ihtiyacın göstergeleri olarak ortaya çıkmaya başlamış durumda. Çünkü kentlerin, fiziki ve sosyal gelişimine ilişkin olarak derlenen her türlü yazılı, görsel malzeme ile üç boyutlu materyalin paylaşıma açılması, kentlerin hafızası için olduğu kadar toplumsal belleğin sürdürülebilmesi için de oldukça önemli bir gereksinim. Zira kent müzeleri ile kentlilerin geçmişleriyle kurduğu bağ, bir ortaklık ve hemşerilik bilinci geliştirebilmenin temel şartlarından biri. Bu nedenle, kent müzeleri, yalnızca geçmişin sararmış fotoğrafları ya da tavan arasından çıkan tozlu eşyaların sergilendiği bir “eski ev” olmanın ötesinde, geliştirdiği “ortak geçmiş” bilinciyle, kentlerin geleceğine sahip çıkma inisiyatifinin de oluşumunda önemli bir role sahip. Peki nasıl kuracağız kent müzesini? Kentin ortak hafızasına sahip çıkması gereken elbette o kentte yaşayanlar. Dolayısıyla, bir kent arşivi ve müzesinin kurulması talebinin de kentlilerin ortak iradesi ile belirmesi gerekiyor. Ancak, aynı zamanda bu işin örgütlü ve kurumsal bir kimlikle gerçekleştirilebilmesi, sürdürülebilir bir modelle hayata geçirilebilmesi için yerel yönetimlerin bu işi sahiplenmesi önem taşıyor. Üstelik aslında bu sorumluluk yasal olarak da belediyelerin görevleri arasında.4 Kentin özellikle mekânsal gelişimine ilişkin rolleri ve bu doğrultuda sahip oldukları bilgi ve dokümanlar göz önünde bulundurulduğunda, yerel yönetimlerin, bir kent arşivi ve müzesinin oluşturulmasında öncü görev üstlenmesinin ne denli gerekli olduğu açıkça görülüyor. Ancak elbette yalnızca yerel yönetimler değil, kentteki farklı kurum ve kuruluşların işbirliği, yerelin doğru ve çoğulcu biçimde temsili için önemli. Bunların yanı sıra, gerçekçi ve sürdürülebilir bir finans modelinin kurgulanmasına gereksinim var. Bu bağlamda, yer, personel, finansmaODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 53 DOSYA nın sağlanması ve sürdürülebilir bir projenin başlatılması, bunun için de Mersin özelinde öncelikle Büyükşehir Belediyesi ve belki Mersin Üniversitesi’nin ortaklığında bir öncü girişim ile başarılı örneklerin incelenmesi, kent müzesini kurmuş kentlerin deneyimlerine başvurulması önem taşıyor.5 Sonuç olarak, ister yerel yönetim, ister kentin toplumsal belleğine sahip çıkmayı kendine görev sayan başka bir kurum, kuruluş, kişi ya da kentin bu bileşenlerinin hepsi birden, Mersin’de, yalnızca kentin değil, kentlilerin de tarihini içeren, yani yalnızca somut tarihi ve kültürel varlıkları değil aynı zamanda soyut kültür mirasını da kapsayan, tasarımı, sergileme teknikleri ile klasik müzecilik anlayışının ötesine geçen, değişen sergiler, düzenlenen etkinlikler ile bir kez gezilip tüketilecek bir müze olmayan bir kent arşivi ve müzesinin bir an önce hayata geçirilmesi için çaba ve irade göstermelidir. Bunun için atılması gereken ilk adım ise, kentin tüm taraflarının katılımı ile bu arşiv ve müzenin her yönüyle (içeriği, kuruluş, yönetim ve sürdürme modelleri ve bu doğrultuda kentte nerede yer alacağı gibi konuların tümünün) tartışılacağı bir “Kent Müzesi Sempozyumu” gerçekleştirmektir. Böylece, kentin asıl sahipleri olması gereken sivil iradenin, aktif olarak süreçte yer alması, kendini ifade eden unsurların kurulacak kent müzesinde temsil edilmesini sağlaması mümkün olacak ve “Mersin Kent Arşivi ve Müzesi”, kentte yaşayan herkesin müzesi olabilecektir. Ancak böyle bir kent müzesi, kenti bütünlüğü içinde tanıtabilecek, ortak deneyim, beklenti ve yaşanmışlık duygusu yaratacak, yerel tarihin farklı okumalarını barındıracak, geçmişi kutsayan bir yaklaşıma esir düşmeden ve salt turistik bir mekân olmadan bir kentsel kültür odağı olarak şekillenebilecek, hatta kentin geleceğine ilişkin tartışmalar için bir paylaşım düzlemi ve mekânı olarak işlev görebilecektir. Ve Mersin, böylece yakın geçmişini yeniden hatırlayacak, geleceğine ilişkin yeni fikirler için bir ortak paylaşım deneyimi yaşayabilecek, kendini ve kentini tanıyacak, böylece yaşadığı şehri sahiplenecek ve kendini onun bir parçası hissedebilecektir. NOTLAR 1. Mustafa Kemal Atatürk, İzmir İktisat Kongresi’nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin’e yapmış, 17 Mart 1923 Cumartesi günü geldiği Mersin’de, Hükümet Konağı ve Gümrük Meydanı’ndaki Belediye binasının ardından ziyaret ettiği Millet Bahçesi’nde (bugünkü Cumhuriyet Meydanı) Mersinlilere yap- tığı konuşmasını, “Bu memleketin hakiki sahibi olunuz!” sözleriyle noktalamıştır (Kaynak: Gündüz Artan, “76. Yıldönümünde Atatürk’ün Mersin’i Ziyareti”, Mersin, 1999). 2. Bu yazı yazar tarafından, 2008 yılında Mersin’de yayın yapan bir yerel dergi için kaleme alınmış ve söz konusu derginin 2008 yılı Mayıs ayı sayısında yayımlanmış halinin gözden geçirilmiş ve revize edilmiş biçimidir. Aradan geçen 5 yıl gibi bir süreye karşın Mersin’de kent müzesi konusunda herhangi bir gelişme olmadığı için yazının tekrar yayımlanmasında bir sakınca görülmemiştir. 3. İzmir, Bursa, Kayseri, Gaziantep, Samsun, Mardin, Kastamonu, Edirne, Çanakkale, Antalya, Adana gibi kent müzelerini kurmuş şehirlerin yanı sıra İnegöl, Safranbolu, Beypazarı, Ödemiş gibi ilçeler de dahi kurulan kent müzeleri söz konusudur. Bu müzelerin kendisi kadar, kuruluş aşamasında sürdürülen çalışmalar da bir tarih ve kimliğe yönelik bilinçlenme süreci olarak bu yerleşimler için başlıbaşına bir deneyim ve ortak çalışma kültürü sağlamıştır. 4. 23 Temmuz 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası’nın, Büyükşehir Belediyesinin Görev, Yetki ve Sorumlulukları başlıklı Üçüncü Bölümü’nün, Büyükşehir, ilçe ve ilk kademe belediyelerinin görev ve sorumluluklarına ilişkin 7. maddesinin “m” ve “n” fıkraları şöyledir; m) Büyükşehirin bütünlüğüne hizmet eden sosyal donatılar, bölge parkları, hayvanat bahçeleri, hayvan barınakları, kütüphane, müze, spor, dinlence, eğlence ve benzeri yerleri yapmak, yaptırmak, işletmek veya işlettirmek; gerektiğinde amatör spor kulüplerine malzeme vermek ve gerekli desteği sağlamak, amatör takımlar arasında spor müsabakaları düzenlemek, yurt içi ve yurt dışı müsabakalarda üstün başarı gösteren veya derece alan sporculara belediye meclis kararıyla ödül vermek. n) Gerektiğinde sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri için bina ve tesisler yapmak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bu hizmetlerle ilgili bina ve tesislerin her türlü bakımını, onarımını yapmak ve gerekli malzeme desteğini sağlamak. 5. Bu kapsamda, 2008 yılı Kasım ayında Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi tarafından İzmir’de açılmış olan Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi ziyaret edilmiş, kuruluş modeli, finansman olanakları, personel istihdamı, çalışma konuları vb. pek çok konuda bilgi alınmıştır. İncelemelerde, İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal ve Kültürel İşler Daire Başkanlığı’na bağlı bir müdürlük olarak kurulan arşiv ve müzenin her türlü ekipman, personel ve finansmanının İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılandığı görülmüştür. Ayrıca, tamamen İzmir Büyükşehir Belediye Bütçesi’nden ayrılan bir pay ile sürdürülen müze ve arşivin, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde alınan karar ile 10.01.2004 tarihinde kurulduğunda 4 olan personel sayısının dört yıl içinde 30’a ulaştığı, müzenin yalnızca sergi ve arşiv faaliyetleri yürütmediği, aynı zamanda İzmir’e ilişkin yayınlar yaptığı görülmüştür. Yine Mersin Üniversitesi Akdeniz Kent Araştırmaları Merkezi tarafından her üç yılda bir gerçekleştirilen ve dördüncüsü 2011 yılında yapılan “Tarih İçinde Mersin Kolokyumları” kapsamında, kent müzesi oturumları yapılmış, konunun uzmanlar ve kentlilerce tartışılması sağlanmış, kamuoyu oluşturmak üzere yerel gazete, dergi ve televizyonlarda konuyla ilgili yazılar ve yayınlara katkı sağlanmıştır. İzmir’de, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Priştina’nın çabalarıyla kurulmuş “Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi”, kentin eski itfaye binasında 2004 yılında açıldı. Arşivleme, belgeleme, sözlü tarih çalışmalarının sürdürüldüğü birimlerin yanısıra kütüphane ve toplantı salonlarından oluşan müze binasının girişinde sergi salonu ve iç avlusu değişen sergiler ve etkinlikler için kullanılıyor. (Kaynak: Kişisel Arşiv) 54 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 DOSYA Çanakkale Kent Müzesi. (Kaynak: https://www.facebook.com/SamsunKentMuzesi) İnegöl Kent Müzesi, İnegöl Belediyesi’nin desteği ile düzenlenen çok sayıda etkinlik ile kentin tarihine sahip çıkmaya çalışıyor. (Kaynak: Kişisel Arşiv) Gaziantep Kent Müzesi. (Kaynak: http://www.cekulvakfi.org.tr/proje/kent-muzeleri-ve-arsivleri) Çanakkale Kent Müzesi. (Kaynak: http://www.cekulvakfi.org.tr/proje/kent-muzeleri-ve-arsivleri) Kastamonu Kent Müzesi. (Kaynak: http://www.cekulvakfi.org.tr/proje/kent-muzeleri-ve-arsivleri) Mardin Kent Müzesi. (Kaynak: http://www.cekulvakfi.org.tr/proje/kent-muzeleri-ve-arsivleri) Bursa Kent Müzesi. (Kaynak: http://www.cekulvakfi.org.tr/proje/kent-muzeleri-ve-arsivleri) ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 55 DOSYA Explora; Roma’da Bir Çocuk Müzesi Meltem UÇAR Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü Müzeler genelde bilinen anlamıyla, sanatsal, kültürel ve bilimsel eserleri toplayan, belgeleyen, koruyan ve sergileyen yerlerdir. Günümüzde ise müzeler, bu işlevlerin yanında farklı açılımları da içermektedir. Müzeler, günlük hayatın yaşayan parçaları olmak amacını da taşıyarak, ziyaretçilerin estetik beğenisini arttırmayı ve eğlendirerek eğitimini geliştirmeyi amaç edinen, araştırma ve eğitim ortamları olarak da tanımlanmaktadır. Farklı müze türleri arasında çocuk müzeleri, eğitim açısından özel mekânlar haline gelmektedir. Roma’da bulunan Explora Çocuk Müzesi (Explora il Museum dei Bambini di Roma), müzelerin çocukların eğitimindeki gelişmekte olan yeri üzerine bir örnek oluşturmaktadır. Müzecilikte yeni yaklaşımları yansıtan Explora, kuruluş amaçları, hedef kitlesi, içeriği, sergileme yöntemleri ve finansal kaynakları konuları üzerinden aşağıda anlatılmaktadır. Explora, ‘yaparak öğrenmek’ yaklaşımı ile kurulmuş bir çocuk müzesidir. 2011 yılında kurulmuştur. İtalya’daki özel, kâr amacı gütmeyen İtalyanlar tarafından kurulmuş olan ilk çocuk müzesidir. Explora, Avrupa’daki 300 çocuk müzesinin yer aldığı iletişim ağı içerisinde yer almaktadır. Avrupa Çocuk Müzeleri’ni temsil eden bir kuruluş olan “Hands on! Europe” ve ACM “Association of Children Museums” üyesidir. Explora tarihi kent merkezinde yer almaktadır. Müze daha önce tramvay deposu olarak kullanılmakta olan alanın dönüştürülmesi ile oluşturulmuştur. Mevcut depo yapısı yenilenerek sergi alanına dönüştürülmüştür. 10.000 m²’lik bir alana sahiptir. Bu alanın 7.000 m²’si müzenin kullanımına tahsis edilmiştir. 3000 m² kapalı alanı, 4000 m² açık alanı vardır. Kapalı alanın yaklaşık 2200 m²’si sergi alanı, 80 m²’si satış birimi, kütüphane ve bilet ofisi, 250 m²’si restoran, 150 m²’si ofisler olarak tasarlanmıştır. Ayrıca çocukların kurabiye vb. yiyecekleri pişirebilecekleri bir mutfak birimi bulunmaktadır. Giriş, sergi alanları ve Resim 1. Sergi alanına dönüştürülen depo binası. 56 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Resim 2. Sergi alanına giriş. mutfak, açık alanı çevreleyecek biçimde farklı binalarda tasarlanmıştır. Explora’nın misyonu, çocukların merak duyarak ve eğlenerek öğrenme isteğini desteklemek, çocuklara ve ailelerine birlikte öğrenme imkânı vermek, öğretmenlere yaparak öğrenme deneyimi sağlamak, çevreye dikkat çekmek ve saygı oluşturmak olarak belirlenmiştir. 0-12 yaş arası çocuklar, okullar ve çocukların aileleri hedef gruplardır. Explora sadece çocuklara açık bir müzedir, yanında çocuk olmayan yetişkinler müzeye girememektedir. Bununla birlikte çocukların içeri girebilmesi için yanlarında bir yetişkinin olması istenmektedir. Böylece çocuklarla ebeveynlerin birlikte zaman geçirmesi ve birlikte öğrenmeleri istenmektedir. Sergilerin yer aldığı yapı, galeri katı ile iki katlı olarak düzenlenmiştir. Zemin katta kalıcı sergiler (süpermarket, banka, itfaiye aracı ve diğerleri) yer almaktadır. Birinci katta ise geçici sergiler, çalışma alanları ve 3 yaş altı çocuklar için bölüm yer almaktadır. Resim 3. Sergi alanı. DOSYA Resim 4. Üç yaş ve altı çocuklar bölümü. Resim 6. Sergi alanı. Explora, interaktif sergilerle çocukların çevre, iletişim, ekonomi, yeni teknolojiler, bilim ve kültür konularını keşfetmelerini sağlamaktadır. Sergi alanında sabit sergiler 4 ana temaya göre düzenlenmiştir: 1- Ben: kendini ve insan bedenini tanımak teması ile düzenlenmiştir. 2- Çevre: atık, geri dönüşüm ve güneşten enerji elde etmek kavramlarını anlamak teması ile düzenlenmiştir. Sergi binasının üst örtüsüne yerleştirilen güneş panelleri ile güneşten enerji elde etme yöntemi gösterilmektedir. Ayrıca, çocukların atık kâğıtları geri dönüştürerek tekrar kâğıt elde ettikleri bir sergi bulunmaktadır. 3- Toplum: Süpermarkette alışveriş yapmak, itfaiyeye ziyaret düzenlemek, suyla oynamak gibi günlük yaşamı deneyimlemek teması çerçevesinde düzenlenmiştir. 4- İletişim: TV stüdyosu, banka, postane gibi yerleri deneyimlemek teması ile düzenlenmiştir. Sabit sergilerin yanı sıra altı ayda bir değişen geçici sergiler de düzenlenmektedir. Ayrıca, “Weekend Workshops” (ailelerin bir arada yapabileceği etkinlikler), “School Visits” (okullar için etkinlikler), “Campus” (okulların kapalı olduğu zamanlarda tüm günlük etkinlikler), “A night at Explora” (geceyi Explora’da geçirmek) ve “Birthday Parties” (doğumgünü kutlamaları) gibi etkinlikler düzenlenmektedir. Böylece farklı etkinlikler ve sergilerle, müzenin bütün yıl boyunca, gece ve gündüz aktif olarak kullanımı sağlanmaktadır. Çocukların yaparak ve deneyimleyerek öğrenmesi (hands on) yaklaşımı çerçevesinde düzenlenen sergi alanlarında açık sergi düzeni kullanılmıştır. Her oyun ve sergi için uygun yaş grupları önerilmektedir. Bu öneriler, her oyunun/serginin üzerinde yer alan bilgi levhaları ile belirtilmektedir. Resim 5. Sergi alanı. Resim 7. Sergi alanı. Müzedeki turlar belli bir sıra içinde ve rehber eşliğinde yürütülmemektedir. Çocuklar istedikleri sergi ve alanda, istedikleri sıra ile ve istedikleri sürece oynayabilmektedirler. Müzede görevli rehberler çocuklara müze ve sergiler hakkında bilgi vererek destek olmaktadır. Mutfak bölümünde çocukların kurabiye v.b yiyecekleri pişirmeleri sağlanmaktadır. Böylece çocukların beslenme konusunda bilgi edinmeleri amaçlanmaktadır. Ayrıca günlük partilerde ve okul etkinliklerinde de mutfak kullanılmaktadır. Maliyeti 3.500.000 Euro olan Explora özel ve kamusal kurum ve kuruluşlarca desteklenerek kurulmuştur ve müzenin gelişimi için destekler devam etmektedir. Müze, Belediye tarafından sağlanan alanda kurulmuştur.Yılda ortalama 100.000 kişi Explora’yı ziyaret etmektedir. Ziyaretçilerin %60’ını çocuklar, %40’ını yetişkinler oluşturmaktadır. Müzeyi ziyaret eden okulların %70’ ini ilköğretim, %25’ini okul öncesi, %5’ini ise orta öğretim düzeyindeki öğrenciler oluşturmaktadır. Ziyaretçilerden sağlanan gelirler Explora’nın devamlılığına ve gelişmesine destek sağlamaktadır. Ayrıca, birçok Avrupa Birliği Projesinde yer alarak müzeye kaynak sağlanmaktadır. Projelerle, hem müzenin ihtiyaçları karşılanırken hem de araştırma alanındaki aktif rolü ortaya çıkartılmaktadır. NOTLAR 1. Bu yazı, Explora Çocuk Müzesi’nin Haziran 2012 tarihinde web sayfasına yer alan verilere (http://www.mdbr.it) ve Mayıs 2012 tarihinde müzeye yapılan ziyaret sırasında yetkililerle yapılan görüşme sonucu elde edilen bilgilere ve gözlemlere dayanmaktadır. 2. Fotoğraflar Meltem Uçar tarafından çekilmiştir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 57 DOSYA Soli Pompeiopolis • Mezitli Belediyesi’nden • Soli Pompeiopolis Kazıları / Remzi Yağcı • “Güneş Kenti” Soli Pompeiopolis: Antik Kent Yerleşim Planının Yönelimi ve Bağlamsal İlişkileri Üzerine / Esra Şahin Burat • Soli Pompeiopolis Sütunlu Caddesi Güney Ucu Restorasyon (Anastylosis) Projesi / Özge Başağaç • Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın Kentle Bütünleşmesi Bir Kent Park Önerisi / Yasemin Sarıkaya Levent • Antik Kentler, Doğu Akdeniz ve Mersin’in Depremselliği / Selim İnan Bu sayımızın ikinci dosya konusunu Soli Pompeiopolis Antik Kenti oluşturuyor. 1999’dan bu yana arkeolojik kazı çalışmalarının devam ettiği antik kentin geçmişine, güncel durumuna ve geleceğine dair pek çok farklı boyutta konunun ele alındığı dosyada, 4. Soli Güneş Festivali kapsamında 19 Haziran 2013 tarihinde Mezitli’de gerçekleştirilen “Kentler, Limanlar ve Depremler” başlıklı panelde sunulan bildirilerden üretilen bilimsel makalelerin yanı sıra, festivali ve paneli düzenleyen Mezitli Belediyesi’nden yöneticilerin panelde yaptıkları açılış konuşmalarına yer veriliyor. Soli Pompeiopolis Antik Kentinin tarihi ve arkeolojik kazı süreci ile ilgili detaylara http://www.soli-pompeiopolis.com/ adresinden, Soli Pompeiopolis Belgeseli’ne http://vimeo.com/67803907 adresinden ulaşılabilir. 58 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 DOSYA Mezitli Belediyesi’nden Soli Güneş Festivali Hakkında Bilgilendirme Mezitli Belediyesi tarafından, tarihsel ve toplumsal sorumlulukla ilçe sınırları içerisinde bulunan Soli Pompeiopolis Antik Kenti ve Limanı’nı yeniden canlandırıp geleceğe taşımak, tarihi ve kültürel mirası dünya insanlarına tanıtmak amacıyla dört yıldan bu yana Soli Güneş Festivali düzenlenmektedir. Geleneksel hale getirilen bu festivalde bir yandan kentimizin yeterince kullanılamayan büyük turizm potansiyeli olan Soli’ye dikkat çekilirken, diğer yandan da doğa ile barışık ve çevreci yeni bir dünya görüşü olan Güneş Uygarlığının kentimizden başlayıp, güneşli her coğrafyaya yayılması için alternatif enerji kaynaklarından özellikle güneş enerjisinin kullanımının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Dünya Güneş Günü olan 21 Haziran gününü kapsayacak şekilde planlanan festival, bugüne kadar birçok değerli sanatçıya ev sahipliği yapmıştır. Festival kapsamında düzenlenen Güneş enerjisi ve sistemleri ile Soli tarihi konulu paneller festivale bilimsel bir bakış açısı kazandırmaktadır. Bunun yanı sıra festival süresi boyunca düzenlenen gündüz etkinlikleri, stantlar, oyun alanları ve konserlerle de kentte tüm yaşayanların katkı koyacağı ve birlikte olacağı faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Mezitli Belediyesi Başkanı Uğur Yıldırım’ın Konuşması Soli Güneş Festivalimizin dördüncüsünü 19-20-21 Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirdik. Bu festivalde “Kentler, Limanlar ve Depremler” konusunu gündeme aldık. Kentler dedik, nasıl bir kentte yaşayabiliriz hakkında konuşalım istedik. Zaman zaman kentsel dönüşüm diyoruz, sokağa çıktığımızda çoğu kişinin kentsel dönüşüm hakkında bilgi sahibi olmadıklarını gördük. Limanlar dedik, Soli Pompeiopolis Antik Limanı; çağının en önemli liman kentlerinden, ne yazık ki o liman bugün yok olmak üzere. Böyle bir liman kentinde olup da limanlar hakkında bilgi sahibi olmamak o da bizim eksiğimiz olur diye düşündük. Bu nedenle kendi alanlarında uzman akademisyen arkadaşlarımızı, konuyla ilgili bizleri bilgilendirmeleri için festivalimize davet ettik ve çok değerli arkadaşlarımızla festival panelini gerçekleştirdik. Soli Pompeiopolis Antik Kenti’nin biran önce gün ışığına çıkarılması bizim için çok önemli. 1999 yılından beri kazı çalışmaları devam ediyor. Şunu samimiyetle belirtmeme izin veriniz, göreve geldiğimiz günden bugüne Soli Antik Liman Kenti için elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz Soli Pompeiopolis sütunlarının yanından geçen yolun trafiğe kapatılması, Sn. Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu’nun katkılarıyla liman çanağındaki tecavüzlü yapının kaldırılması, restorasyon çalışmaları ile sütünlu caddenin güney ucundaki 14 sütunun ayağa kaldırılması çok önemli gelişmeler. Yine son dört yıldır gerçekleştirdiği- miz festival ve panellerle de Soli Antik Kenti’nin önemini vurgulamaya çalışıyoruz. Soli kazılarına gerekli ilginin gösterilmediğini düşünüyorum. Kültür Bakanlığı’nın kısıtlı bütçesiyle çalışmalara devam edilmeye çalışılıyor. Belediyemiz dışında elini taşın altına koyan kurum ve kişiler gerçekten yok. Bütüncül, paylaşımcı ve çok katılımlı bir planlamayla Soli Antik Liman Kentinin hak ettiği değeri alarak Dünya mirasına sunulması, bu gerçekleşirken de Soli Antik Kentini insanlarla buluşturmanın önünde engel olmadan yapılması gerektiği vurguluyoruz. Doğru bir kültür turizmi planlamasıyla yönettiğiniz zaman, bu değerleri geleceğe taşırken bir yandan da ekonomik değer üreterek kültür mirasına yatırımı teşvik edersiniz. İlçemizin en önemli kültürel miraslarından olan Soli Pompeiopolis’i korumak ve yaşatmak adına arkeolojik park veya açık hava müzesi halinde insanların buluştuğu bir alan olarak korunması hedefimiz. Umuyoruz ki bunu da başaracağız. Bu yolda bizlere eşlik eden herkese başta kazı başkanımız Sn. Prof. Dr. Remzi Yağcı ve ekibine ve bize güvenen, desteğini ve ilgisini esirgemeyen tüm Mezitlili hemsehrilerime teşekkür ederim. Mezitli Belediyesi Başkan Yardımcısı Enver Küçükalıç’ın Konuşması Sütunlu Cadde’nin güney ucu restorasyon projesinin Kültür Bakanlığı tarafından başlatılmış olması 2011 yılının en önemli gelişmesidir. Restorasyon projesi karşılıklı yedişer sütundan toplam 14 adet sütunu kapsamaktadır ve bu çalışmalar 2012 yılında tamamlanmıştır. İlerleyen zamanlarda hedefimiz toplamda 200 sütunun ayağa kaldırarak bu eşi bulunmaz tarihi ve kültürel değeri ‘Güneş Kenti’ adına yakışır hale getirmektir. Kentimizdeki arkeolojik sit alanında sadece bunların ayağa kaldırılması da yetmiyor, tarihi limanla olan bağlantısının da sağlanması gerekiyor. Liman bağlantısının sağlanması için kamulaştırmaların yapılması gereklidir. Bütün bu çalışmalar tamamlandığında çok önemli bir tarihi kentimizi gün ışığına çıkarmış olacağız. Elimizden gelen tüm teknik desteği bu anlamda seferber ediyoruz. Güneş Kenti derken bir yandan da 360 günü güneşli geçen kentimizde yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan güneşten ve güneş enerjisinden daha fazla nasıl yararlanılır, bununla ilgili bilimsel çalışmalar da yapıyoruz. Dört yıldan bu yana düzenlediğimiz Soli Güneş Festivali ile yapılan çalışmalara sosyal ve kültürel farklı bir boyut getirerek farkındalık yarattığımıza inanıyorum. Bugün sadece Mezitli’de ve Mersin’de değil, ülkemizde de Soli Güneş Festivali ile arkeolojik sit alanı içerisindeki Soli Pompeiopolis Antik Kent ve Tarihi Liman Kenti bilinmektedir. Hedefimiz bu eşsiz dünya mirasını açık hava müzesiyle (Arkeopark) taçlandırmak ki bunu da başarmak için var gücümüzle çalışmaya devam ediyoruz. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 59 DOSYA 60 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 DOSYA Soli Pompeiopolis Kazıları Remzi YAĞCI Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Müzecilik Bölümü Mersin’in yaklaşık 11 km. batısında, bugünkü Mezitli İlçesi sınırları içinde Viranşehir mahallesinde yer alan Soli Pompeiopolis merkeze en yakın ören yerlerinden birisidir. 1999 yılında başlatılan arkeolojik kazılara göre: İÖ 2. binden beri Doğu Akdeniz’in önemli liman kentleri arasındadır. Roma döneminde 200 sütunu olan kuzey güney doğrultusundaki Sütunlu Cadde (cardo maximus) ve çevresindeki anıtsal mimari kalıntılar: Soli Höyüğe yaslanan tiyatro, liman, hamam, Aratos’un anıt mezarı, günümüzde yalnızca limanın doğusunda kalıntıları görülen surlar ve toprak üzerindeki diğer kalıntılar anıtsal Roma Dönemi’ni yansıtmaktadır. Antoninus Pius Dönemi’nde kentin kuruluşunun 209. yıl dönümünde basılan anı sikkesine göre Soli Pompeiopolis, İÖ 66/65 yılında Büyük Pompeius (Pompeius Magnus, İÖ 106-48) tarafından kurulur. Strabon, 14.5.8 (671); Plutarch, (Pompeius, 28); Dio (36, 37); Pomponius Mela’ya (13, 7I) göre, Büyük Pompeius korsanlardan geriye kalanlardan bağışlanmaya layık, önemli olanlarını ve görev süreleri biten askerleri buraya yerleştirir ve kentin adını “Pompeiopolis” olarak değiştirir. Diogenes Laertios’a göre, Soli adının kökeni (Solon 1.51), burada bir zamanlar yöneticilik yapmış olan Solon’dan kaynaklanmaktadır (İÖ 630-560). Solon, Kilikia’da kurduğu bu kente hem adını verir hem de buraya Atinalıları yerleştirir. Batı dillerine “soloikismos” türetimi ile giren Soli (Grekçe Soloi) sözdizimsel dil yanlışı, dilin aykırı kullanımı anlamına gelen bir gramer terimine kaynaklık etmektedir. Bu anlamda ününü Solon ile gelen Atinalıların zamanla dili bozarak aykırı konuşan halkına borçludur. Soli adını ilk kullanan Hesiodos’ tur. Hesiodos’a göre, Troia’nın düşmesinden sonra Argos’un kurucusu Amphiaraus’un oğlu kahin Amphilokhos, Apollon tarafından Soli’de öldürülmüş ve gömülmüştür. Helenistik Çağ, Soli’nin en parlak dönemlerinden biridir. Büyük İskender İÖ 333’te Soli’yi Issos’ta Perslere karşı kazandığı zafer öncesi hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirmiş ve Tarsus’ta neredeyse ölümüne neden olabilecek ateşli bir hastalıktan kurtulduğu için Soli’de Asklepios’a kurbanlar sunmuştur. Ayrıca ordusuyla geçit düzenleyip, meşale koşusu, müzik gösterileri ve spor yarışmaları yaptırmıştır (Anabasis 2.5.7). İskender Soli halkını Perslere karşı eğilimlerinden dolayı 200 gümüş talanton para ile cezalandırmış ve kente halk egemenliğine dayalı bir yönetim bağışlamıştır. Helenistik Dö- nemde Soli’nin ünlüleri arasında, babası Tarsus’tan göç etmiş olan stoacı filozof Khyrsippos, güldürü şairi Philemon ve nazım tarzında yazılmış olan “Phainomena” adlı yapıtın yazarı Aratos vardır (Strabon 14. 5. 8). Soli, İÖ 70’lerde Armenia kralı Tigranes’in saldırısına uğrar ve halkı, onun yeni kurduğu başkenti Tigranokerta’nın bayındırlığında çalıştırılmak üzere göçe zorlanır. Soli halkı bu sürgünden sonra ancak İÖ 68’de yeniden yurtlarına dönebilmiştir. İÖ 67 yılı Soli tarihi için bir dönüm noktası ve yeni bir başlangıçtır. Pompeius tarafından yapılan düzenlemelerle Ovalık Kilikia (Cilicia Campestris/Pedias) artık Roma’nın egemenliği ve koruyuculuğu altına girmiştir. İÖ 66/65 yılında Pompei’nin adını alan ve onun görev süreleri biten askerleri ve korsanları yerleştirdiği bir Roma kenti olarak yeniden kurulan Pompeiopolis’e bu tarihten sonra serbest şehir (civitas libera) ünvanı verilmiştir. Soli Pompeiopolis 19. yy.’da özellikle İngiliz ve Fransız gezginlerin ilgisini çekmiştir. Bu gezginlerin plan ve gravürleri, kentin tarihi ve arkeolojisi ile ilgili yayınlarında, anı ve günlüklerinde yerlerini alır. Burada anılmaya değer olanlar: Charles Robert Cockerell (1810-17), F.Beaufort (1811) John MacDonald Kinneir (1813-14), W.M. Leake (1824), J. A. Cramer (1832), L. De Laborde (1838), V. Langlois (1852-53), W. Barker (1853), W. Bartlett (1834-35, 1842-45 ve 1853) Charles Texier (1862), P. Trémaux (1863), E. J. Davis (1875),V. Cuinet (1890), G. Alishan (1899)’ın notları ve içinde yer alan çizimlerdir. Pompeiopolis’in planlarından en hatasızı 1/500 yard ölçekli, İngiliz Amiral F. Beaufort’unkidir. Limanın kuzey doğusunda limana bakan tiyatrosu ve onun yaslandığı Soli Höyük kuzeyinde limana bitişik Sütunlu Cadde ve şehri çevreleyen sur ile kuleler planda açıkça görülür. F. Beaufort 1817: Karmania, 249 London. Soli Pompeiopolis’i en son ziyaret eden ünlülerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür. 21 Mayıs 1938’de Mersin Valisi Ruknettin Nasuhioğlu ve Belediye Başkanı Mithat Toroğlu’nu refakatinde gittiği Pompeiopolis Sütunlu Caddesi Atatürk’ün ziyaret ettiği en son ören yeridir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 61 DOSYA Soli Höyük’te 15-13. yüzyıllara ait Luvice kişi adlarının olduğu yazılı belgeler vardır. İÖ 15. yüzyıl Muwazi mühür baskısı, İÖ 14. yüzyıl kent beyi Targasna’ya ait kulp baskısı ile İÖ 13. yüzyıl Parnapi adlı bir askerin mühür baskısının bulunduğu yakma küp mezar Geç Tunç Çağı’nda Soli’de güçlü sınıfsal bir yapının olduğunu gösterir. Bu tabakalara özgü buluntular arasında en tipik olanları tek renkli yiv işaretli kaba kaplar, ip baskılılar, kafes bezemeliler, dalga bezemeliler, Kıbrıs üretimi beyaz astarlı süt kapları ile kırmızı parlak perdahlı kült kapları (matara, kol ve şişe biçimli) bulunmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Soli Pompeiopolis gezisi. 21 Mayıs 1938. Soli Pompeiopolis, arkeoloji literatürüne 1889’da Berlin’e Soli’den götürüldüğü iddia edilen ve şimdi Staalichen Museen koleksiyonundaki Orta Tunç Çağı silah definesi ile bu silahlar arasında bulunan Eski Hitit hiyeroglifli damga mühür örnekleriyle girer. Arkeolojik Kazılar Soli Pompeiopolis’de ilk sistemli arkeolojik kazılar Prof. Dr. Remzi Yağcı’nın başkanlığında, 1999-2003 yılları arasında Mersin Üniversitesi, 2004 yılından beri de Dokuz Eylül Üniversitesi’nin bir projesi olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ile yürütülmektedir. Kazılar iki alanda sürdürülmektedir: Hitit İmparatorluk Dönemi pişmiş toprak şişeler. Kıbrıs beyaz astarlı süt kapları. Ayrıca iki yüzü balta ve orak biçiminde işlenmiş kumtaşı maden kalıbı Soli’de Geç Tunç Çağı’nda maden üretiminin varlığını gösterir. Soli’nin İÖ 2. bindeki adının Ellipra ya da Ura olabileceği hakkında görüşler öne sürülür. Soli Höyük Strabon’un da (14. 5. 8) belirttiği gibi, Soli Pompeiopolis coğrafi özelliklerine göre ikiye ayrılan Ovalık Kilikia-Kilikia Pedias (Latince Campestris) ile Dağlık Kilikia-Kilikia Trakheia (Latince Aspera) arasında bir sınır oluşturmaktadır. Soli Höyük’te başlatılan kazılar sonucu elde edilen arkeolojik veriler, kentin İÖ 2. binden beri etkin bir liman kenti olduğunu göstermektedir. İÖ 66/65’te bir Roma kenti olarak yeniden kurulan Pompeiopolis’in tiyatrosu Soli Höyük’ün kuzeybatısına yaslanır. Soli Höyük. Geç Tunç Çağı İÖ 2. binin ikinci yarısında Hitit İmparatorluk Döneminde Çukurova Kizzuwatna bölgesi içine girer. Kizzuwatna’nın batı, Tarhuntassa’nın Doğu sınırında yer alan Soli Höyük Soli Höyük kazamatlı sur duvarları ile İÖ 15. yüzyılda güçlü bir savunma sistemine sahiptir. İÖ 13. yy. Parnapi mühür baskısı. Demir Devri Soli Höyük Demir Devri seramikleri Tarsus ile paralel ve kendine özgü zengin örneklerle temsil edilmektedir. Çoğunluğu Geç ve Orta Demir Devrine tarihlenmektedir. Metoplu ya da metopsuz içiçe tek merkezli çemberler, yatay paralel ince-kalın bandlı tek renkli (mor, siyah, kahverengi) ya da iki renkli (kırmızı üzeri siyah) bu örneklerden bazıları yerli üretimdir ve Kıbrıs ile ilişkilidir. Arkaik Dönem Yazılı kaynaklara göre Soli’nin Rodos Lidoslular tarafından kolonize edildiği Arkaik Dönemin başlıca buluntu grubunu, Höyüğün batı ve doğu yamacı açmalarında bulunan mimari terra cottalar oluşturmaktadır. Arkaik Dönem yapıları. Su duvarları. 62 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Karşılıklı sfenks, erkek figürlü kabartmalı levhalar, lotus-palmet kabartmalı tepe (mahya) kiremiti, volütlü palmet desenli antefiks parçaları, meander kabartmalı sima parçaları, çörten vb. Kilikia’da ilktir ve Soli akropolünde yerleşik Grek kolonistlerin (apoikia) varlığını ve aynı zamanda Grek kolonizasyonun doğu sınırını göstermektedir. DOSYA Pompeiopolis’in Tiyatro’dan Görünümü (yaklaşık 1862-1868). P. Tremaux, National Gallery Of Canada (no.33344.14). Mimari terra cottalı Arkaik yapı canlandırma. Ayrıca İÖ 7. yüzyıl Kuşlu Kaseler, Yaban Keçisi Stili oinokhoe parçaları, İÖ 6. yy. dalga bezemeli örnekler, Ionia Kaseleri, Doğu Grek lebesleri, Korinth Seramiği parçaları, Rodos-Lindos kolonisi olarak bilinen Soli’ nin İÖ 7-6. yüzyılda Grek dünyası ile olan yakın ilişkilerini kanıtlamaktadır. Sütunlu Cadde Yaklaşık 350 m. uzunluğunda kentin ana eksenini oluşturan ve Doğu geleneğini yansıtan Pompeiopolis Sütunlu Caddesi’nin günümüzde 33 sütunu kısmen ayakta kalabilmiştir. Caddede görünürdeki bütün mimari parçalar (sütun kaidesi, sütun tamburu, sütun başlığı, friz ve korniş) deprem nedeniyle yıkılarak çevreye dağılmış durumdadır. Fikellura krater parçası ve sfenks betimlemeli mimari terracotta Klasik Dönem Pompeiopolis Güney ucu restorasyon alanı Klasik Dönem daha az örnekle temsil edilmektedir. Kırmızı Figür tekniğinde yapılmış çıplak bir kadın karşısında elinde kutu ve keten tutan Eros betimlemeli seramik parçası ile Dionysos- Menad betimlemeli örnekler İÖ 5-4. yüzyıl buluntularıdır. İÖ 5. yy. Soli Sikkesi. Dionysos-Menad. Helenistik Dönem Özellikle Roma tiyatrosunun altında yoğun küllü bir dolgu tabakası içinde, firnisli ve rulet-palmet baskılı kaplar, kalıp yapımı (Megara) kaseler, Batı Yamacı seramiği, ayrıca pişmiş toprak kandiller, Rodos, Knidos, Thasos, Kıbrıs mühürlü amphora kulpları, unguentarium, piramidal ve disk biçimli dokuma ağırlıkları, Tanagra tipi pişmiş toprak figürin başları, Helenistik Dönem’in önemli buluntuları arasında sayılabilir. Oturan bir tanrıçaya (Kybele?) ait bir kalıbın bulunması Soli’de bu tip figürinlerin üretiminin yapıldığı göstermektedir. Sütunlu Cadde’nin benzerlerine Kilikia’da Diokaisarea, HieropolisKastabala ve Anazarbus’ta, Suriye’de Apemeia ve Palmyra’da rastlanır. Doğuya özgü konsollar üzerindeki yazıtlar, Roma imparatorlarına ve imparator ailesinden kişilere, yüksek memur ve ileri gelenlere ithaf edilir. Yekpare ya da açılan bir niş ile tambura eklenmiş olarak bu konsollar iki tiptedir. 2003 yılında Sütunlu Cadde’de açığa çıkarılan Tanrıça Nemesis Heykeli, konsol heykelleri için şimdilik tek örnektir. Sütunlu Cadde kazılarında 2000’den başlayarak gömülmüş durumda diğer mimari parçalarla birlikte bulunan üçlü heykeller grubu: Şarap Tanrısı Dionysos-PanPanter, Sağlık Tanrısı Asklepios-Telesphoros-Hygieia ile yerel üsluptaki Nemesis ve bir benzeri Pireus’ta olan asker-imparator Balbinus (238) halen Mersin Müzesi’nde sergilenmektedir. Yine Adana Müzesi’ndeki Pompeiopolis’ten bulunan stilistik olarak Trajanus Decius (249-51) portresi ile paralellik gösteren bir Kilikia yönetici heykeli, kronolojik olarak diğer heykeller gibi Severuslar dönemi ve sonrasına tarihlenmektedir. Roma Dönemi Soli Höyük’te en geç buluntular höyüğü büyük ölçüde tahrip etmiş Roma dönemine ait savunma kulesi platformları, Soli’de belediye başkanlığı yapanlarla ile ilişkili yazıtlı kırık bir blok, terra sigillatalar ve höyüğün batı yamacına yaslanan kent tiyatrosundan oluşmaktadır. Höyüğün güneyinde üzeri mozaik döşeli Bizans Dönemi villa tipi bir yapı vardır. Sağlık Tanrısı Asklepios Başı. Dionysos-Pan-Panter Apollon Heykelciği. Heykel Grubu. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 63 DOSYA Soli Pompeiopolis yazıt yönünden de zengindir. Pompeiopolis Sütunlu Caddesi’nde en eski yazıt, Augustus Dönemine tarihlenir. Hadrianus ve Commodus’a adanan konsol yazıtları da vardır. Diğer konsollar üzerinde okunabilenler, rahip M. Aurelius Artemidoros, konsül Armenius Peregrinus (olasılıkla 244 yılı konsülü) ve kente yararı dokunan biri kadın üç kişiye aittir. Bu yazıtlar, Augustus Döneminden başlayarak 3. yüzyıla uzanan bir zaman dilimine yayılırlar. silikatlar üretir. Bu maddeler su altında karbondioksit yokluğunda harcın agrega ile katı bir kütle haline dönüşmesini sağlar. Soli Pompeiopolis Doğu Akdeniz’in en büyük limanlarından biridir. Doğu limanları, Roma İmparatorluğu için özellikle tahıl, zeytinyağı ticareti, askeri güvenlik, ayrıca kereste ve maden kaynaklarına ulaşım açısından önem taşımaktadır. Soli Pompeiopolis sütun başlıkları Korinth düzenindedir. Bitkisel bezemeli olanlarının yanı sıra figürlerle süslenmiş olanları da vardır. Figürlü olanlar Yunan-Roma Pantheonu’nun örneklerini sergilemektedir: Zeus, Athena, Aphrodite, Artemis, Pan, Satyr, Dioskurlar... Sütun başlıklarının tarihlenmesi çoğunlukla Severuslar (193-235) dönemine ve genel olarak 2-3. yüzyıllara verilmektedir. 130 yılında Pompeiopolis’i ziyaret eden İmparator Hadrianus, başka yerlerde olduğu gibi burada da yapı faaliyetlerine öncülük etmiştir. 2. yüzyıl Pompeiopolis Limanı (C. Brandon) NAUTICAL ARCHAEOLOGY, 39.2, 392.2 Sütunlu cadde figürlü ve Korinth sütun başlıkları. Erken Bizans Dönemi’nde (525) bölgede görülen büyük depremler, Roma-Bizans Pompeiopolisi’nin sonunu getirir. Sütunlu Cadde ve Milli Egemenlik Caddesi’ndeki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan mimari bugün için ibret vericidir. Sütunlu Cadde’de opus sectileli taban döşemeleri, apsisi iki sütun arasına yerleştirilmiş küçük kilise ile altın takı koleksiyonu Erken Bizans Döneminin en önemli buluntularıdır. 525 depremi öncesine tarihlenirler. Liman Pompeiopolis limanına son biçimi Hadrianus Döneminde verilir. 143/144 yıllarında kentin Pompeiopolis olarak kuruluşunun (İÖ 66/65) 209’uncu yıldönümünde basılmış Antoninus Pius sikkesi üzerinde son hali görülür. Bu sikkede limanın içinde uzanmış tanrısal figürün yerel bir ırmak tanrısını temsil eden bir tanrı, liman ile ilgili Portunus, Okeanos ya da her üçünü temsil eden bir tanrı olduğu düşünülür. Sikkeye yakından bakılırsa, Pompeiopolis limanı iki katlıdır. Batı dalga kıranının ucunda deniz feneri, doğu dalgakıranın ucunda ise elinde asa tutan bir diğer tanrı heykeli görülür. Liman çatısı üzerinde düzenli aralıklarla yerleştirilmiş küp benzeri nesneler ile ilk iki küp arasında ateş flaması yer alır. Bunların limanın aydınlatılmasında kullanıldığı sanılmaktadır. Antoninus Pius Sikkesi 143/144 (Nau. Arch. 2010, 395). Liman dalgakıranlarının uzunluğu 320 metre, dalgakıran açıklığı ise 180 metredir. 1. yy. sonunda başlayıp 2. yy. ortasında inşası tamamlanan Pompeiopolis limanın yapımında Napoli-Puteoli körfezi çevresinde bulunan ve Roma Dönemi Akdeniz limanlarında yaygın olarak kullanılan volkanik külün (pozzolana harcı) varlığı ROMACONS (Roma Deniz Betonları) projesi ile saptanmıştır. Alüminyum silikatlar açısından zengin olan bu kül, su içinde kireç ile tepkimeye girerek bir dizi hidratlı kalsiyum alüminat ve 64 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Milli Egemenlik Caddesi büyük bizans yapısı 2012. Sorunlar 1. 300 dönümlük I. derece arkeolojik sit alanını olarak koruma altına alınan Soli Pompeiopolis yüksek rant nedeniyle yapılaşma tehdidi altındadır. 2. I. derece arkeolojik sit alanının çevresindeki III. derece sit alanı olan bölgeler parsel bazında kazılara göre imar izni aldığından ve koruma bölgeleri oluşturulmadığından yapılaşma tehdidi ile karşı karşıyadır. 3. Kamulaştırma çalışmalarına başlanmasına karşın 1999 dan beri ilerleme sağlanamamıştır. 4. 1999 yılından beri büyük ölçüde Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği ve Mezitli Belediyesi desteğiyle sürdürülen kazılar Mersin kent ölçeğine göre yeterli destek bulmamıştır. Bunun tarih, arkeoloji ve koruma bilinci ile ilişkili olduğu düşünülebilir. 5. Soli Pompeiopolis arkeolojik sit alanı olarak yukarıda belirtilen sorunları görmezden gelinen, şimdiki durumda gerçek kimliğine değil yalnızca çevresindeki modern yerleşime alt yapı gereksinimlerine göre tarihi çevreye aykırı olarak yeniden biçimlendirilmeye (yol, atık su istasyonu vb.) çalışılan bir ören yeridir. Bu anlamda kültür mirası yok sayılmaktadır. 6. Soli Pompeiopolis hali hazırda kazıların yürütüldüğü iki alan dışında özel mülkiyet içinde olduğundan I. derece arkeolojik sit değil I. derece arkeolojik tarım alanıdır. 7. Sit alanında uygulanmayan mahkeme kararları vardır. DOSYA Olumlu Gelişmeler 1. Sütunlu Caddenin güney ucu Mezitli Belediyesi ve Özel İdarenin desteği ile restore edilmiştir. Ancak restorasyonların sürmesi için geniş kapsamlı yeni kazıların yapılması gereklidir. 2. Limandaki kaçak tesisler yıkılarak halka açılmıştır. 3. Sütunlu Cadde yanındaki modern yol ile çevreye aykırı elektrik direkleri kaldırılmıştır. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 65 DOSYA “Güneş Kenti” Soli Pompeiopolis: Antik Kent Yerleşim Planının Yönelimi ve Bağlamsal İlişkileri Üzerine Esra ŞAHİN BURAT Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü, Mimarlar Odası Mersin Şubesi Yönetim Kurulu 2. Başkanı Bu araştırma ilk olarak, “Soli Pompeiopolis Neden Bir Güneş Kentidir?” başlığı altında, 4. Soli Güneş Festivali kapsamında düzenlenen “Kentler, Limanlar ve Depremler” panelinde sunulmuştur. Mezitli Belediyesi tarafından düzenlenen 19 Haziran 2013 tarihli panelde sunulan ve burada aktarılan veriler, halen devam etmekte olan bir çalışmanın kısmi bulgularıdır, araştırmanın tüm içeriğini ve kesin sonuçlarını yansıtmamaktadır. Günümüzde Mersin’in Mezitli ilçesinin Viranşehir Mahallesi sınırları içinde yer alan Soli Pompeiopolis antik kenti ile ilgili yaygın olarak kabul görmüş kanıya göre kentin ismi “sol,” yani Latince “güneş” kelimesinden gelmektedir. Bu nedenle Soli, güncel kullanımda “güneş şehri” olarak anılmaktadır. Ancak bu kanı doğru değildir ve şehrin isminin Latince “sol” (güneş) kelimesi ile bir ilişkisi yoktur. Roma devrinden önce, Antik Yunan döneminde şehrin ismi Soloi’dir ve bu ismin kaynağı Grekçede güneş anlamına gelen helios kelimesi değildir. Antik dönem yazarları kentin isminin, kenti kurduğu rivayet edilen Atinalı şair ve devlet adamı Solon’dan geldiğini bildirmekteyse de, bu konuda kesin bir yargıya varılamamıştır.1 Bunun da ötesinde, kentin Hitit dönemi ile ilgili bulgular artmakta ve “Soli” isminin kaynağının da bu döneme tarihlenmesi yönünde görüşler öne sürülmektedir.2 Özetle, mevcut bilimsel çalışmalarda Soli isminin kaynağı kesin olarak tespit edilememiştir. Bu bilgiler ışığında Soli Pompeiopolis, isminden dolayı bir “güneş kenti” değildir. Ortalama yıllık güneşli gün sayısının 300 olduğu kabul edilen, yani yılın yüzde 83’ünü güneşli geçiren bir yer olması, Soli’nin bir “güneş kenti” olarak anılması için yeterli bir sebep olarak görülebilir. Ne var ki bu özellik Akdeniz sahilindeki pek çok diğer yerleşim için de geçerlidir; bu açıdan Soli’ye ait özel bir durum değildir. Bu çalışmada, Soli Pompeiopolis’in bir güneş kenti olarak tanımlanmasına gerçek anlamda olanak sağlayacak ve mevcut literatürde inceleme konusu olmamış nitelikleri irdelenecektir. Mezitli Belediyesi tarafından her yıl Haziran ayında düzenlenen Soli Güneş Festivali ismini, 21 Haziran tarihine denk gelen Güneş Günü’nden almakta ve yılın bu en uzun gününü çeşitli kültürel ve bilimsel etkinliklerle kutlamaktadır. “Yaz gündönümü” olarak bilinen 21 Haziran’da, tüm kuzey yarımkürede yılın en uzun günü ve en kısa gecesi yaşanır. Güneş, gökyüzünde ulaşabileceği en yüksek noktaya, doğarken ve batarken de en kuzey noktasına ulaşır. İngilizcede “solstice” olarak bilinen gündönümleri, Latince “solstitium” kelimesinden gelir. Bu ise “güneşin durması” demektir. Çünkü bu tarihte güneşin doğduğu ve battığı nokta “durur,” bundan sonra güneş geri dönmeye, yani günler kısalmaya başlar. 21 Haziran, kuzey yarım kürede gölgelerin en kısa olduğu gündür. Aynı zamanda yaz mevsiminin ortasıdır ve ardından gelecek olan ürün hasadının habercisidir. Pek çok medeniyette güneşin yer ile birleştiği bir bereket ve üretkenlik dönemi olarak algılanmış ve festivallerle kutlanmıştır. Bilindiği üzere bir yılda iki adet gündönümü vardır. 21 Haziranda yaz dönümü kutlanırken, 21 Aralıkta ise kış gündönümü 66 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 kutlanır. Bu tarihte yılın en kısa günü ve en uzun gecesi yaşanır. Güneş, gökyüzündeki en alçak noktasına, doğarken ve batarken de en güney noktaya ulaşır. Kuzey yarımkürede gölgelerin en uzun olduğu gündür. Güneşin gökyüzünde giderek azalan varoluşunun son bulduğu andır. Bu tarihten sonra günler tekrar uzamaya başlar ve bu nedenle kış gündönümü yeniden doğuşun simgesi olmuştur (Noel örneğinde olduğu gibi). Bütün bu özelliklerinden dolayı yaz ve kış gündönümlerine sadece günümüzde değil, tüm insanlık tarihinde büyük önem atfedilmiş, Mezitli’de olduğu gibi festivallerle kutlanmıştır. Eski Mısır’da, antik Yunan ve Roma’da, Slavlarda, Çin’de, Amerikan yerlilerinde, Maya ve Azteklerde yaz ve kış gün dönümlerinin çeşitli şekillerde kutlandığı bilinmektedir. Bu çalışmada, Soli Güneş Festivali’nin konusu olan Güneş Günü’nü de dikkate alarak, Soli Pompeiopolis antik kentinin güneşin gökyüzündeki hareketleriyle ilişkisine dair bazı tespit ve araştırmalar sunulmaktadır. Tarihi kaynaklar ve buluntular bizlere gösteriyor ki Soli, MÖ 2. binyıldan beri Doğu Akdeniz’de etkin bir liman kentidir. MÖ 13-15. yüzyıllarda güçlü bir savunma sistemine ve sosyal organizasyona sahip bir Hitit yerleşimidir. Demir Devri, arkaik ve klasik dönemlerde de burada yerleşim devam etmiş, kent, özellikle Helenistik devirde parlak bir dönem yaşamıştır. Daha sonra MÖ 60’li yıllarda bir Roma kenti olarak yeniden kurulmuş, Roma döneminde ihtişamlı bir liman kentine dönüşmüştür. Mevcut durumda kalıntılarını görülen yapılar bu dönemde inşa edilmiştir. Klasik Roma mimarlığının en belirgin başarısı, çok iyi organize edilmiş bir kentsel sistem oluşturmada oynadığı roldür. Üç kıtaya yayılan imparatorlukta yüzlerce şehir kurulmuş veya yeniden inşa edilmiştir. Oluşturulan bu ortak kentsel sistem sayesinde, işlevsel, görsel ve sembolik anlamda bir bütünlük ve uyum sağlanabilmiştir. Roma kentsel sistemi temelde, tapınak, tiyatro, idari yapılar, gimnasium, hamam gibi belli başlı kamusal yapıların, süreklilik ve akışkanlık gösteren bir bütünlük içerisinde birbirine bağlanması olarak tarif edilebilir. Bu bağlantıları kurmada en önemli araçlar ise cadde ve meydanlardır. Caddeler, hem kent içindeki fiziksel sürekliliği sağlayarak sistemin bütünlük ve uyumunu sağlamış, hem de kamusal faaliyetlerin merkezi olmuştur. Birer iletişim, etkileşim, paylaşım ve alışveriş mekânı olarak, kentsel yaşamın günlük ritüelleri için arka plan oluşturmuşlardır. Aynı zamanda, kullandıkları ortak tasarım ilkeleri ve mimari dil sayesinde tüm Roma kentleri arasında görsel ve simgesel bir bağ kurulmasını sağlamışlardır. Sıralı sütunlar, kemer ve anıtsal kapılarla tanımlanmış, meydanlarla genişletilmiş, çeşme ve anıtlarla bezenmiş caddeler, şehir hayatına güç veren ve onun zenginliğini somut hale getirip görünür kılan öğeler olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında Soli Pompeiopolis sütunlu caddesi kayda değer bir örnek oluşturmaktadır. Diğer Roma dönemi kentlerinde olduğu gibi Soli’de de ana cadde (sütunlu yol olarak isimlendirilen cardo maximus) mekânları birbirine belli bir düzen içinde bağlayan bir omurga görevi görmüş, günlük hayati çerçevelemiş ve diğer Roma kentleriyle görsel, işlevsel ve simgesel bağ kurmuştur. DOSYA Roma kentlerinin yerleşim planlarını incelediğimizde, özellikle ana caddelerin ve parsellerin düzeninde bazı ortak tasarım ilkelerine bağlı kalındığını görürüz. Yeni kurulan Roma kolonileri her zaman bu ilkelere göre kurulmuş, önceden var olan ve sonradan ele geçirilerek bir Roma kentine dönüştürülen yerlerde ise yerleşim düzeni Roma standartlarına göre yeniden düzenlenmiştir. Ordugâh düzeninden esinlenmiş bu ortak kent yerleşim düzenini şöyle özetleyebiliriz: Çevresi duvarlarla tanımlanmış, genelde kareye yakın bir kent sınır vardır. Bu sınırın içinde birbirini dik olarak kesen yollardan oluşan ızgara planlı bir yol ağı mevcuttur. Bu yol ağının merkezini birbirini dik olarak kesen iki ana cadde oluşturur. Bunlardan kuzey-güney yönelimli olana cardo, doğu-batı yönelimli olana ise decumanus denmiştir. Bu iki ana caddenin şehir duvarlarına ulaştığı noktalarda anıtsal kapılar vardır. Şehrin dünyaya açılan kapıları olan bu geçitlerden, iki ana caddenin kesiştiği yere ulaşılır. Bu kesişim genelde kentin idari, ticari, dini ve sosyal merkezidir. Önemli kamusal yapılar ya bu ana caddelerin üzerinde ya da kesişim noktalarına yakın şekilde yerleştirilmiştir. Bir Roma kentinin kuruluşu veya eski bir kentin Bir Roma kenti olarak yeniden kuruluşu, törensel bir olaydır. Kentin ana arterlerinin belirlenmesi, araziye oturtulması ve kadastral planların hazırlanması, kökleri çok eskiye dayanan kuruluş törenleri ile gerçekleştirilmekteydi. Antik yazarlar tarafından betimlenen bu kuruluş törenleri, doğa olaylarının gözlemlenmesi, kentin sınır çizgisinin toprağın sabanla sürülerek işaretlenmesi gibi olayları içermekteydi. Törenlerin önemli bir parçası ise augur denen bir kâhin/rahip tarafından gökyüzünün imgesinin yerde yeniden üretilmesi ve buna uygun olarak kentin ana omurgasının yöneliminin belirlemesiydi. MS 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı yazar Frontinus, bu işlemi söyle tarif eder: “(Sınır çizme sanatının kökenine göre) kâhinler bir çizgiyle yeryüzünü ikiye böler... Ve kuzeyden inen başka bir çizgiyle tekrar böler. Atalarımız arazi ölçme sanatını işte bu köklerden almıştır. Önce iki sokak belirlenir, bir tanesi doğudan, ki buna decumanus denir, diğeri kuzeyden, ki buna cardus denir.”3 Roma şehirlerinde kâinatın biçimsel düzeni, bir düzlemde kesişen bu iki koordinatla ifade ediliyordu. Cardo üzerinde yürüyen bir Romalı, güneşin, yürüdüğü doğrultulunun çevresinde döndüğünü, decumanus üzerindeyken ise güneşin hareketinin izini sürdüğünü biliyordu.4 Bu iki ana arterin ve ızgara planın yönelimi kabaca kuzey-güney ve doğu-batı uzanımlı olsa da, yerleşimin tam açısı çeşitli etkenlere bağlı olarak belirleniyordu. Örneğin bazen önemli bir peyzaj öğesi veya önceden var olan önemli bir yol, ana yolları ve ızgara planın yönünü belirleyebiliyordu. Ancak asıl istenen, geleneksel ritüeller doğrultusunda kentin yerleşimini önemli gökyüzü olaylarına göre yönlendirmekti. Yapılan araştırmalar, Roma kentlerinin topoğrafya üzerinde yerleşiminin ve ana caddelerin yöneliminin pusulanın ana yönlerine ve güneşin hareketine göre belirlendiğini göstermiştir. İtalya’da bulunan 38 Roma kenti üzerinde yapılan bir araştırma, yönelimlerin özellikle güneydoğuya (±f 10 derece), yaz ve kış gündönümlerine ve önemli festival tarihlerinde güneşin doğduğu yöne yapıldığını ölçümlerle göstermiştir.5 Yaz gündönümü, kış gündönümü ve ekinoks (gece-gündüz eşitliği) gibi belli gökyüzü hareketlerinin zamanları, olağan birer takvim birimi olmanın ötesinde, önemli tarımsal, üretimsel, sosyal ve dini faaliyetler için birer işaret ve dönüm noktası olmuş, bu nedenle geleneksel olarak festival, ayin ve törenlerle kutlanmıştır. Kentlerin ana caddeleri de bu önemli tarihlerde güneşle aynı hizaya getirilmiş, böylece kentler, hem zaman hem de mekânda evrenin düzeninin bir parçası haline getirilmiştir. Yerleşiminin tasarımı ile kozmik düzeni temsil eden ve yeniden üreterek sürdüren her kent, diğer Roma kentleri ile fiziksel ve kavramsal düzeyde güçlü bir bağ kurmuştur. Resim 1. Soli Pompeiopolis antik kentinin pusulanın ana yönlerine göre yerleşimi. Bu tespitler ışığında MÖ 60’lı yıllarda bir Roma kenti olarak yeniden kurulan Soli Pompeiopolis’e baktığımızda, kuzeyden güneye şehri kateden cardo maximus, bugün sütunlu yol olarak bilinen caddedir. Sütunlu yol, Roma kentlerinin genel yerleşim ilkelerine uygun olarak, kuzeygüney doğrultulu bir yoldur. Ayrıca, kuzeyden 30 derecelik bir açı yapar (Resim 1). Böylece yolun doğrultusu güneydoğuya yakındır. Yukarıda belirtildiği üzere bu doğrultu, İtalya’daki diğer Roma kentlerinde yaygın olarak gözlemlenmiştir. Ancak açının neden 30 derece olduğunu sorgularsak, bunun yanıtını bulabilmek için başka kriterleri dikkate almak gerekir. Önemli bir peyzaj öğesi veya önceden var olan önemli bir yolun, planın yer ve yönünü belirleyebildiğini ifade etmiştik. Soli’de sütunlu yolun önemli bir peyzaj öğesi veya önceden var olan bir yol ile hizalanmış olabileceği öne sürülebilir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir ayrıntı, sütunlu yolun limanla aynı aksa oturmadığıdır. Her ne kadar 1817 tarihli Beaufort planında6 öyle çizilmiş olsa da, sütunlu yolun aksı, limanın aksının 20 metre doğusundadır (Resim 2). Resim 2. Soli Pompeiopolis, sütunlu yol (cardo maximus) ve limanın yerleşimi. (Brandon, C. et al., “Geology, Materials, and the Design of the Roman Harbour of Soli Pompeiopolis”, sayfa 393). Liman yatağının simetrisi göz önüne alındığında bu kaydırma çok akla yatkın görünmese de, bunun bilinçli bir karar olduğu açıktır. İngiliz, Amerikalı ve Kanadalı araştırmacıların sürdürdüğü Romacons projesinde yapılan incelemelerde batı mendireğinin yakınında dere alüvyonu tespit edilmiştir. Bu bilgi ışığında araştırmacılar, antik dönemde Liparis olarak bilinen Mezitli deresinin, Roma döneminde sütunlu yolun yakınından veya altından denize dökülmüş olabileceğini, liman ağzının aynı zamanda dere ağzı olduğunu ileri sürmüşlerdir.7 Mersin’in coğrafya ve peyzajının değişkenliği göz önüne alındığında bu varsayımın doğru olabileceği düşünülebilir. Mersin civarında denize dökülen nehirler tarih ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 67 DOSYA boyunca yataklarını değiştirmişlerdir. Bu yüzden derenin denize döküldüğü deltalarda kurulan limanlar, alüvyon birikimi problemi ile karşılaşmışlardır. Örneğin Müftü (Efrenk) deresinin de yatağı, geçen yüzyıl içerisinde yaşanan bir sel ve taşkın ile değişmiştir. Mevcut durumda Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nun batısında yer alan cadde, derenin eski yatağıdır (Resim 3). Benzer bir durumda,Toros Dağları’ndan beslenen ve güneye doğru menderesler yaparak inen Mezitli (Liparis) deresinin de o dönemde Soli’den denize döküldüğü, antik limanın aynı zamanda dere ağzı olduğu, ancak bir taşkınla yatağının değiştiğini ve kıvrılarak bugünkü Babil tarafına yöneldiği öne sürülebilir (Resim 4). Resim 3. Müftü (Efrenk) deresinin mevcut durumu. Resim 4. Mezitli (Liparis) deresinin mevcut durumu. Resim 5. Soli Pompeiopolis, sütunlu yolun 21 Haziran yaz gündönümünde güneşin hareketiyle ilişkisi. 68 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Resim 6. Soli Pompeiopolis, sütunlu yolun 21 Aralık kış gündönümünde güneşin hareketiyle ilişkisi. Bu varsayım doğrultusunda, kentin kuruluş döneminde sütunlu yolun yerini belirleyen önemli peyzaj öğesinin Mezitli deresi olduğu düşünülebilir. Ancak bu durumda Soli Pompeiopolis’in cardo’sunun yer seçimini açıklamış olsak da, yolun yönelimini ve 30 derecelik açının sebebini açıklamış olmuyoruz. Bunun için, Roma kentlerinin ana arterlerinin astronomik olaylara göre belirlendiği tezini dikkate alarak bir inceleme yapmak yerinde olacaktır. Sütunlu yolun bulunduğu paralel ve meridyende, gündönümlerine ve ekinoksların yer ve yönlerine bakarsak: 21 Mart ve 23 Eylüle denk gelen ekinokslarda güneşin doğuş ve batış yönlerinin, sütunlu yolun yönelimi ile doğrudan bir ilişki içinde olmadığı görülmektedir. Ancak yaz ve kış gündönümlerini ele aldığımıza, sütunlu yolun yönelimi ile çok yakın bir ilişki saptamak mümkündür. (Resim 5), yaz gündönümünde güneşin doğuş ve batış yönlerini ve saatlerini göstermektedir. Buna göre sütunlu yolun yönelimi, yaz gündönümü tarihinde, yani 21 Haziranda, güneşin doğuş açısına dik bir şekilde konumlanmıştır. 21 Aralık kış gündönümünde ise sütunlu yol, güneşin batış yönüne dik olarak konumlanmıştır (Resim 6). (Buradaki açıların kesin bir şekilde tespit edilebilmesi için hassas ölçümlerin yapılması gereklidir.) Resim 7. Soli Pompeiopolis, sütunlu yolun 21 Haziran gündoğumu ve 21 Aralık günbatımında güneşle ilişkisi. DOSYA Resim 8. Soli Pompeiopolis, Francis Beaufort planı (Karamania, or a brief description of the South Coast of Asia-Minor and of the Remains of Antiquity, 1817) üzerinde muhtemel bir decumanus’un gösterimi. Bu iki tespiti birlikte değerlendirdiğimizde, yaz ve kış gündönümlerinde sütunlu yola dik bir doğrultu oluştuğunu görürüz (Resim 7). Tabii bu hemen akla, Roma kentlerinin diğer ana aksı olan doğu-batı uzanımlı decumanus’u getirir. Soli’de, diğer Roma kentlerinde olduğu gibi cardo’yu dik olarak kesen bir caddenin varlığına dair bazı iz ve işaretler vardır. Örneğin Beaufort planında batı sur duvarında bir kapı gösterilmiştir. Bu kapının decumanus’un ucu olduğunu varsayarsak, doğuda tiyatroya ulasan bir yol çizgisi oluşturulabilir (Resim 8). Soli’de yürütülen arkeolojik çalışmalar kapsamında böyle bir yolun varlığına ve tiyatroya ulaştığına dair bazı öneriler getirilmiştir (Resim 9). Ancak bu konuda kesin bilgiyi yapılacak kazılar verecektir. Sonuç olarak, her Roma kentinde olduğu gibi burada da kesişen iki ana yol varsa, bunlardan doğu-batı yönlü olanı, yaz ve kış gündönümleriyle ilişkilidir.Yani bir kişi decumanus üstünde yürürken, 21 Haziran sabahı gün doğumunda ve 21 Aralık gün batımında güneşle aynı doğrultuda hareket etmektedir. olojik çalışmalar burada çağlar boyunca katmanlaşmış bir kullanım olduğunu göstermiştir. Çok sayıdaki buluntu da bu kullanımların niteliğine dair ipuçları vermiş, buranın önemli bir yer olduğunu göstermiştir. Özellikle Hitit dönemine ait buluntular, höyüğe atfedilen öneme işaret etmektedir.8 Bu, Hitit kültüründe dağ ve tepelere verilen önemi örnekleyen bir durumdur. Yerin göğe yükselen hali olarak dağ ve tepeler, Hititler için kutsal peyzaj öğeleridir. Yer tanrılarının cisimleşmiş halleridir. Hitit inancının diğer önemli öğesi ise gökyüzü güçlerinin cisimleşmiş ifadesi olarak görülen güneştir. Hitit inancı, insanların, hayvan ve bitkilerin ortaya çıkışını, refahını ve sürdürülebilirliğini yer ve gök güçlerinin birleşmesinin bir sonucu olarak tanımlamıştır. Bu güçlerin ifadesi olan güneş ve dağın bir araya gelmesi, birbiri ile hizalanması, aynı doğrultuya getirilmesi işte bu kozmik birleşmenin somut bir ifadesidir. Hitit kentleri ve yapıları, bu birleşmeyi görünür kılmak üzere planlanmıştır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Hititlerde önemli yapıların yöneliminin bilinenin aksine tesadüfî olmadığını göstermiştir. Hitit inanış ve gelenekleri çerçevesinde çok belirgin bazı yönelim dizileri olduğu, gökyüzü olaylarının, özellikle de yaz ve kış dönümlerinin önemli referanslar oluşturduğu gözlemlenmiştir. Hititler gökyüzü hareketleri ile yakın topografya arasında bağ kurmuşlar, daha açık bir ifadeyle, kentteki belirgin yönelimleri hem gökyüzü ile, hem de yakın ve uzak peyzaj öğeleri ile ilişkilendirmişlerdir. 2011 yılında yapılan bir çalışma göstermiştir ki,9 Hattuşa’nın kuzeydoğusundaki Yazılıkaya’da, kutsal alanın anıtsal kapısı, 21 Haziran yaz gündönümünde güneşin batışına doğru yönlendirilmiştir (Resim 12). Hattuşa’nın ana tapınağının aksı ise akropole yönlenmiştir. 21 Aralık kış gün doğumunda güneş, tapınağın içinden bu yöne bakıldığında, akropolün ucunda yer alan küçük bir burnun üstünden doğar. Resim 10. Soli Pompeiopolis, limandan sütunlu yol ve kuzeydeki dağlara bakış, William Henry Bartlett gravürü, Londra, 1836. Resim 9. Soli Pompeiopolis, liman, sütunlu yol ve doğu-batı uzanımlı bir yolu gösteren üç boyutlu canlandırma (Yagci, R., Kaya, F. H., “Soli/Pompeiopolis 2011 Kazıları,” ANMED 2010-12 Kazı Raporları, sayfa 105, resim 9). Burada önemli bir nokta, bu doğu-batı yönelimli aksın tiyatro ve höyük ile ilişkisidir. Kuzey-güney aksı, yani sütunlu yol ve devamında liman, deniz ve dağlar arasında bir bağlantı kurmaktayken (Resim 10), doğu-batı aksı ise Soli Höyük ile batıda denize inen dağlar arasında bir bağlantı kurar. Bu ikinci bağlantıyı 1860’larda Pierre Tremaux tarafından resmedilmiş bir görüntü belirgin bir şekilde ifade etmektedir (Resim 11). Höyük, Mezitli’nin sahil topografyası içinde oldukça dikkat çeken bir öğedir. Kilometrelerce uzayan düz bir sahil şeridi içerisinde yerden yükselen bu tepeye, kentin tarihi boyunca önem atfedilmiş olacak ki, arke- Resim 11. Soli Pompeiopolis, tiyatrodan sütunlu yol ve batıdaki dağlara bakış, Pierre Tremaux, 1860’lar. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 69 DOSYA Bu çerçeveden bakıldığında Soli’ye dönersek, höyük, dağlar, nehir, deniz ve güneş, cardo ve decumanus’un yönelimleri sayesinde oldukça planlı bir şekilde ilişkilendirilmiştir (Resim 13). Cardo, kuzeydeki Torosları ve oradan gelen suyu (Mezitli / Liparis deresini) denize bağlamış, iki koldan oluşan limanın mimarisi bu kucaklaşmayı somut bir şekilde ifade etmiştir. Decumanus, yaz ve kış gündönümlerine göre hizalanarak, höyüğü ve batıda denize inen dağları güneşin hareketi ile birleştirmiştir. Kentin ana yolları, yeryüzünün ve gökyüzünün zıt güçleriResim 12. Yazılıkaya, kutsal alan anıtsal ni çakıştıran ve dengede tutan kapısının 21 Haziran yaz gündönümünde birer araç olarak görev yapmış, batan güneşle hizalanması (García, A. C. bu sayede yaşayanların çevre G., Belmonte, J. A., “Thinking Hattusha: (kâinat) farkındalığını canlı tutAstronomy and Landscape in the Hittite Lands,” sayfa 5, resim 4a). manın ötesinde, pek çok antik yerleşimde olduğu gibi kâinatın düzenine uyumlu bir varoluşla kentlilerin refah ve huzurunu garanti etmeyi hedeflemiştir. Bir liman, kesişim ve sınır10 kenti olmanın temel anlamları çerçevesinde Soli, dağ / ova, su / toprak, yer / güneş gibi tüm yönlerden gelen yakın ve uzak güçlerin ve unsurların buluştuğu ve etkileştiği bir yer olmuştur. cardo decumanus Resim 13. Soli Pompeiopolis, ana caddelerin (cardo maximus ve decumanus) bağlamsal yerleşimi. Günümüzde aynı coğrafyada güneşle olan ilişkimiz, binaların çatısındaki güneş enerjisi kullanan su ısıtıcıları ile sınırlı kalmaktadır. Mimar- 70 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 lık, kentsel tasarım ve şehir planlama pratiklerimiz güneşin hareketini, yakın ve uzak peyzaj öğelerini, kısacası yer ve gök güçlerini dikkate almamaktadır. Cadde ve sokaklarımız, meydanlarımız, güneşe, nehre, denize, dağlara göre düzenlenmemekte, en temel mimari yönelim prensipleri göz ardı edilmektedir. Bu durum ekonomik, fizyolojik ve görsel açılardan sorun yaratmanın da ötesinde, kent yaşamını evrenin düzeninden koparmakta, onun işleyişine dair farkındalığımızı ve onun bir parçası olduğumuz gerçeğini gölgelemektedir. Soli Pompeiopolis antik kentinde yapılması hedeflenen arkeopark ve çevre düzenlemesinin, antik kentin bağlamsal öğelerle güçlü ilişikler kuran boyutunu göz ardı etmemesi ve kentin geçmişinde etkin bir şekilde kurulmuş olan güneş, dağ ve denizle olan ilişkileri yeniden görünür kılacak ve canlandıracak bir yaklaşımla ele alınması yerinde olacaktır. NOTLAR 1. Noussia-Fantuzzi, M., “Solon the Athenian, the Poetic Fragments”, Brill, Leiden, 2010, sayfa 301. 2. Yağci, R., “The Importance of Soli in the Archaeology of Cilicia in the Second Millenium B.C.”, Jean, E., Dinçol, A.M., Durugönül, S. (Der.), La Cilicie: espaces et pouvoirs locaux (2e millénaire av.J.-C. - 4e siècle ap.J.-C.). Actes de la table ronde internationale d’Istanbul, 2-5 novembre 1999, 159-160, Paris, 2001. 3. Frontinus, S. J., “De limitibus”. 4. Rykwert, J., “The Idea of a Town:The Anthropology of Urban Form in Rome, Italy, and The Ancient World”, MIT Press, Cambridge, 1999. 5. Magli, G., “On the Orientation of Roman Towns in Italy”, Oxford Journal of Archaeology, Cilt:27, Sayı: 1, 63–71, Şubat 2008. 6. Beaufort, F., “Karamania, or a brief description of the South Coast of AsiaMinor and of the Remains of Antiquity”, 1817. 7. Brandon, C., Hohlfelder, R. L., Oleson, J. P., Rauh, N., “Geology, Materials, and the Design of the Roman Harbour of Soli Pompeiopolis, Turkey: the ROMACONS field campaign of August 2009”, International Journal of Nautical Archaeology, Cilt: 39, Sayı: 2, 390-398, Eylül 2010. 8. Yağcı, R., “A Grave at Soli Höyük from the Hittite Imperial Period”, Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu’na 65. Yaş Armağanı, Suna - İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, Antalya, 2008; Yağcı, R., “Hittites at Soli (Cilicia)”, Studi Micenei Ed Egeo-Anatolici, Cilt: 50, 797-814, Istituto di Studi Sulle Civilità Dell’Egeo e Del Vicino Oriente, 2008. 9. García, A. C. G., Belmonte, J. A., “Thinking Hattusha: Astronomy and Landscape in the Hittite Lands”, Journal for the History of Astronomy, Cilt: 42, Sayı: 4, 461-494, Kasım 2011. 10. Strabon’a göre Soli, Dağlık Kilikya ile Ovalık Kilikya arasında konumlanmış, bu iki coğrafi bölge arasında sınır oluşturmuştur (XIV, 5, 1, 8). DOSYA Soli Pompeiopolis Sütunlu Caddesi Güney Ucu Restorasyon (Anastylosis) Projesi Özge BAŞAĞAÇ Y. Mimar / Restorasyon Uzmanı Resim 1. Soli Pompeiopolis arkeolojik sit alanı 1. ve 3. dereceden tescilli olup merkezde Sütunlu Cadde (mavi) ve çalışma alanı (kırmızı) yer almaktadır. Mevcut Durum Çalışma alanı Mersin ili, Mezitli ilçesi sınırlarında, Viranşehir mevkiinde yer alan Soli Pompeiopolis antik kentinde bulunmaktadır. (Resim 1) Tanımlanan bölge Sütunlu Cadde’nin en güney ucunda, caddenin antik limana kavuştuğu noktada 30m’ye 30 m’lik bölümdür. Uzmanlarca yürütülen çalışmalara göre Soli Pompeiopolis MÖ 2000’den beri Doğu Akdeniz’in önemli liman kentlerinden birisidir. Kentin ana eksenini oluşturan ve güney uçtaki liman ile kuzey uçtaki şehir kapısını birbirine bağlayan Sütunlu Cadde ise arkeolojik verilere göre MÖ 70’li yıllardan MS 6. yy’a kadar varlığını sürdürmüştür. Caddenin etaplar halinde inşa edildiği ve bu sürecin MS 3. yy dolaylarında sonlandığı bilinmektedir. Caddenin tarihlemesinde stilistik inceleme, epigrafik araştırmalar ve arkeolojik kazı verileri gibi farklı yöntemler kullanılmıştır.1 Özgününde Sütunlu Cadde 360m uzunluğunda, 15m genişliğindedir ancak portikoların arkasındaki dükkanlar ile cadde genişliği 30m’ye çıkmaktadır. 1999 yılından bu yana yürütülen mimari çalışmalarda 360 metrelik caddenin 240 metrelik kısmında 1/50 ölçeğinde belgeleme çizimleri yapılmıştır. Bunun yanında yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda caddenin yaklaşık %20’si açığa çıkarılmıştır. Günümüzde antik kent artık şehir merkezinde yer almaktadır. Kuzey- güney yönünde gelişen Sütunlu Cadde, doğuda ve güneyde otoyollar ile, batı ve kuzey yönlerinde ise büyük ölçekli meyve bahçeleri içeren parsellerle çevrelenmiştir. (Resim 2) ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 71 DOSYA sinde ise duvarları temel seviyesinin birkaç sıra üstüne kadar yıkılmış durumda olan dükkanlar yer almaktadır. Dükkanların her biri portikoya komşu bir oda ve onun arkasına denk gelen ikinci bir mekândan oluşmaktadır. Çalışma alanında dağınık durumda bulunan 150’den fazla mimari eleman tespit edilmiştir. (Resim 4) Bunlar stilobat sırası altına rastlayan temel ya da basamak blokları, stilobatlar, sütun kaideleri, bazılarının üzerinde konsol bulunan düz, yivli ya da dolu yivli sütun tamburları, sütun başlıkları, kemer taşları ya da geison gibi üst yapı elemanlarıdır. Resim 2. Sütunlu Cadde’nin güneyinden kuzeye doğru bakış. Doğuda otoyol, kuzeyde ve batıda portakal bahçeleri görülmektedir. Resim 4. Caddenin doğu ve batı portikosu arasına dağılmış durumda bulunan mimari elemanlar. Caddenin özgün 200 sütunu zaman içinde kaybolmuş ve geriye yalnızca 33 tanesi kalmıştır. Çalışma alanında caddenin batı sütun sırasının 5 sütunu (ve bunları taşıyan stilobat sıraları) in situ olarak korunmuştur. Sütunların 4’ü tamken sonuncu sütunun sadece kaide ve birinci tamburu günümüze ulaşmıştır. 1. ve 3. sütun başlıklarının üzerinde konsollar ve üst yapıya ait kemer blokları izlenebilmektedir. Kemer bloklarının bir kısmı da sütun sırasının hemen arkasında bulunan mozaikli taban üzerine düşmüştür. (Resim 3) Sorunlar Bu arkeolojik alanın şehir içinde, kentsel gelişim bölgesinde yer alması en büyük sorunudur. Koruma çalışmalarının temelini ve aciliyetini de bu sebep oluşturmaktadır. Sütunlu Cadde, Soli’nin en kolay ulaşılabilen parçasıdır. Olumlu açıdan bakıldığında, ziyaretçilerin zorlanmadan caddeyi gezmelerinin mümkün olduğu saptanmıştır. Ancak motorlu araçların sebep olduğu titreşimler ve çıkan egzoz gazları tarihi yapılara zarar vermektedir. Titreşimlerin çatlaklara yol açtığı, varolan deformasyonları artırdığı gözlenmiştir. Egzoz gazları ise kireçtaşı blokların yüzeyinde birikerek yine malzeme bozulmalarına yol açmaktadır. Ayrıca caddede dağınık durumda bulunan mimari elemanlar insan eliyle yapılan tahribatlara da maruz kalmaktadır. Cadde içinde biriken yağmur suları neme sebep olmaktadır. Nem de bitki gelişimi, derzlerin boşalması, sıvaların ayrışması gibi pek çok soruna yol açmaktadır. Kuruma-ıslanma döngüsü özellikle pişmiş toprak elemanların tamamen bozulup ayrışmasına neden olmuştur. Restitüsyon Yazılı ve görsel kaynaklar ile arkeolojik araştırmalar ve veriler açısından değerlendirildiğinde sütunlu caddenin en iyi bilinen döneminin MS 2.-3. yy olduğu saptanmaktadır. Bu nedenle restitüsyon çalışmaları caddenin belirtilen dönemine odaklanmıştır. Daha erken ve daha geç dönemlere ilişkin arkeolojik ya da yazılı veriler mevcuttur ancak bunların miktarı mimari olarak sağlıklı bir restitüsyon çalışması yapmaya yeterli değildir. Soli Pompeiopolis kent planı için 1999-2007 yılları arasında yürütülen rölöve çalışmaları ve yazılı-görsel kaynaklar esas alınmıştır. Kentin 19. yy’da üretilmiş planları sütunlu caddenin rölöve çizimleri ile çakıştırılıp ölçeklendirilmiş ve Soli Pompeiopolis’in kent planının restitüsyonu oluşturulmuştur. Resim 3. Sütunlu Cadde güney ucu, batı kanadında in situ durumda korunan sütunlar. Caddenin doğu kanadına bakıldığında portikonun tamamiyle bozulduğu gözlenmektedir. Bu alanda yalnızca stilobat sırasını taşıyan ve özünde harçlı bir taban olan temel izlenebilmektedir. Portiko temelinin hemen geri72 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Caddeye ait en eski görsel kayıt Kaptan Beaufort’a aittir.2 1817 yılında basılan “Karamania” adlı eserinde kente ait ayrıntılı yazılı ve görsel notlar yer almıştır. Beaufort’un Soli Pompeiopolis ile ilgili en önemli çalışması 1/500 yard ölçeğindeki ayrıntılı kent planıdır (Resim 5). Bu planda liman, merkezde kuzey-güney yönünde uzanan sütunlu cadde, höyük/ tiyatro, önemli yapıların kalıntıları ve şehri çevreleyen surlar görülmektedir. Kaptan ayrıca bir de Kilikya haritası oluşturmuştur. DOSYA Kent planı restitüsyon önerisine göre, kentin en güneyinde liman yer alır. Yapının birbirine parallel kolları iki uçta yarım daireler şeklinde birbirine kavuşmaktadır. Limanın kuzey dilimi içerisinde, simetri ekseni üzerinde büyük bir pedestal betimlenmiştir. Farklı kaynaklarda bu pedestalin anıtsal boyutta bir heykeli taşımış olabileceği belirtilmektedir.5 Limanın kuzey ucu sütunlu cadde ile birleşmektedir. Birleşim noktasında dikdörtgen planlı bir geçiş yapısı olduğu hem Beaufort hem de Tremaux çizimlerinde fark edilmektedir. Ayrıca daha geç dönemlerde alanı inceleyen araştırmacılar da böyle bir yapının izleri olabilecek mimari elemanlardan bahsetmişlerdir.6 Bugün caddenin en güney ucunda tespit edilen pilaster/anta? tamburları ve başlıkları da bu görüşü doğrulamaktadır. (Resim 8) Resim 5. Beaufort’un 1812 yılında hazırladığı, 1817 yılında yayımladığı Soli Pompeiopolis haritası (BEAUFORT, 1818; 259- 65). Resim 8. Soli Pompeiopolis restitüsyon planı ve ana ekseni oluşturan Sütunlu Cadde. Resim 6. Tremaux’un planı (Dagron, age; Planche XIII). Pierre Trémaux 1854’te kentin bugüne kadar oluşturulmuş en ayrıntılı haritasını hazırlamış ve 1863’te yayımlamıştır (Resim 6).3 Beaufort haritasına ek olarak burada hamamın, şehir surunun güneydoğu kanadına bitişik bir çeşmenin, Aratus’un mezarının ve farklı yapıların planları da çizilmiştir. Restitüsyon önerisi MS 2./3. yy kentini temsil ettiği için 19. yy planlarında görülen kilise, şapel gibi geç dönem yapıları bu önerinin dışında tutulmuştur. Kuzey-güney aksını tanımlayan Sütunlu Cadde’ye karşılık, doğu-batı aksında uzanan ikincil yollar olması da muhtemeldir. Bu caddeler de surlar üzerindeki şehir kapılarından başlayıp hamam/ gymnasium, tiyatro/ höyük, tapınak gibi önemli yapıları birbirine bağlayarak tam karşı yöndeki şehir kapıları ile kavuşmaktadır.7 Bu caddelerin kendilerine dair bir iz yoktur ancak bahsedilen yapıların konumları ve hizalanış biçimleri8 böyle yolların varlığına işaret etmektedir. Caddenin güney ucu için hazırlanan Restitüsyon önerisinde in situ elemanların yanında önerilen tüm mimari ögelerin güvenilirlik dereceleri belirtilmiştir. Yerleri tespit edilebilen mimari elemanlar kodları ve tipleri ile tanımlanmıştır. (Resim 9 ve Resim 10). Resim 7. Sissouan’ın Planı (ALISHAN, 1899; 417). 1899’da Sissouan kentin bir belgelemesini yapar. Ancak planı Beaufort’unkinin bir kopyasıdır (Resim 7).4 Soli Pompeiopolis Kilikya şehirleri ile olduğu kadar Suriye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Roma kentleri ile de benzerlikler sergilemektedir. Resim 9. Sütunlu Cadde Batı Portikosu Restitüsyonu. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 73 DOSYA Alana giriş için çelik profil ve ahşap kaplama ile yeni bir rampa oluşturulması önerilmiştir. Bu rampa geçici bir strüktür olarak düşünülmüştür. Temelsiz inşa edilmesi ve hareket edebilir konumda olması esastır. İleride kaldırılacak, arkeolojik araştırma kazılarının sonuçlarına göre yeni bir giriş düzenlenecektir. Alanda dağınık olarak bulunan ancak özgün yerleri saptanan mimari elemanlar restorasyon projesinde gösterildiği şekliyle ayağa kaldırılmışlardır. Sadece yapısal çatlaklara müdahale edilmiştir. Bu elemanlarda tümleme gerektiği zaman yine özgün malzeme olan yerel kireçtaşı kullanılmıştır. Resim 10. Sütunlu Cadde Doğu Portikosu Restitüsyonu. Restorasyon Soli Pompeiopolis Sütunlu Caddesi’nin güney ucu için hazırlanan restorasyon projesi temel restorasyon kurallarını ve anastylosis ilkelerini izlemektedir. Alanda mevcut olan özgün mimari elemanların özgün yerlerinde kullanılarak ayağa kaldırılmaları esas amacı oluşturmaktadır. Sadece yapısal sebepler ortaya çıktığında tümleme yapılması, bunun dışında bezemeler ve diğer görsel ögelerin olduğu gibi bırakılması öngörülmüştür. Proje kararlarında önerilen bütün müdahaleler geri alınabilir niteliktedir. Kullanılması önerilen yapım tekniği ve malzemeler alanın mevcudu ile uyumludur. Daha önce Yunanistan’da Atina Akropolü, Türkiye’de ise Sagalassos, Patara, Kerkenes, Kaunos gibi farklı arkeolojik alanlarda uygulanan bu yöntemlerin uzun bir zaman sürecinde olumlu sonuçlar verdiği, beklenmedik yan etkilere sahip olmadığı da kanıtlanmıştır. Yeni parça özgün parçaya cam elyafı çubuklar ve epoksi/ taş tozu karışımı ile sabitlenmiş ve parçanın yüzeyi özgün malzeme ile aynı biçimde taraklanarak bitirilmiştir. Sütunlu Cadde’nin restorasyon projesine koşut olarak, Soli kentinin genel sunumuna yönelik çalışmalar da hız kazanmıştır. Yerel yönetimlerin kamulaştırma çabaları da devam etmektedir. Restitüsyon kent planında önerilen izler doğrultusunda izleme rotaları oluşturulması ve bu hatlar boyunca kamulaştırmanın yapılması için bir taslak protokol hazırlanmıştır. Soli Pompeiopolis Sütunlu Caddesi Güney Ucu Rölöve-RestitüsyonRestorasyon projeleri kazı başkanı Sayın Prof. Dr. Remzi Yağcı danışmanlığında T.C. Kültür Bakanlığı için 2007-2009 yılları arasında hazırlanmıştır. Uygulama projesi için gereken kaynak Mezitli Belediyesi kontrollüğünde, Mersin İl Özel İdaresi’nden 2011 yılında sağlanmış ve uygulama 2012 yılında tamamlanmıştır. (Resim 13) Proje, özgün mimari düzenin eutynteria (temel) seviyesinden sütun başlığı ve sadece bir tek noktada da kemer seviyesine kadar yeniden oluşturulmasını amaçlamaktadır. Hangi elemanların ne oranda tümleneceği restitüsyon projesinde tespit edilen güvenilirlik derecelerine dayanmaktadır. (Resim 11 ve Resim 12) Resim 13. Sütunlu Cadde Güney Ucu Restorasyon Uygulaması. Resim 11. Sütunlu Cadde Batı Portikosu Restorasyonu. Resim 12. Sütunlu Cadde Doğu Portikosu Restorasyonu. Restorasyon projesine destek sağlamak için restitüsyon projesinden faydalanılmıştır. Alanda mevcut in situ mimari elemanlar yine oldukları konumda korunmuşlardır. Özgün konumlarından sapmış durumda bulunanlar eski konumlarına getirilmişlerdir. Yapısal çatlaklara cam elyafı çubuklar ile dikiş atılmıştır. 74 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 KAYNAKLAR 1. ALISHAN, L., “Sissouan ou L’Armeno- cilicie”, Venise- San Lazarre, 1899. 2. BEAUFORT, F., “Karamania”, London, 1812. 3. BOYCE, A. A., “The Harbor of Pompeiopolis: A Study in Roman Ports and Dated Coins”, American Journal of Archaeology 62, sy. 67 - 78, 1958. 4. GOUGH, Michael & Mary, Soli Pompeiopolis Yayınlanmamış Araştırma Notları, Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü, 1949-50. 5. Soli Pompeiopolis Kazı Raporları, 1999-2007. 6. TREMAUX, P., “Exploration Archeologique en Asie Mineure”, Paris, 1863. NOTLAR 1. Soli Pompeiopolis Kazı Raporları, 1999-2007. 2. BEAUFORT, 1818 ; 259- 65. 3. TREMAUX, 1863 ; 76. 4. ALISHAN, 1899; 417. 5. BOYCE, 1958; 67. 6. GOUGH, 1949-50. 7. MS 2./3. yy. örnekleri olarak sıralayacağımız Palmyra, Apamea, Jerash, gibi pekçok kentte sütunlu caddeler kuzey-güney ve doğu-batı akslarında uzanmaktadır. 8. Günümüzde Roma hamamının sadece yıkık bir kubbesi ve yığma tuğla duvarlarından biri yerinde izlenebilmektedir. DOSYA Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın Kentle Bütünleşmesi - Bir Kent Park Önerisi Yasemin SARIKAYA LEVENT1 Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Soli Pompeiopolis ile ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde doktora çalışmalarımı sürdürürken tanıştım. Kentsel yerleşmeler içerisinde kalan arkeolojik alanların problemleri ve planlama disiplini içerisinde nasıl ele alınması gerektiği konusunu çalışmak istiyordum, ama çalışma alanı konusunda kararsızdım. Mersin’e yaptığım ziyaretlerin birisinde Soli’yi gezdim; eğitimim bittiğinde görev alacağım Mersin kentinde bu çalışmayı yürütebileceğim en iyi örneklerden birisiydi. Böylece her Mersin ziyaretimde Soli’ye de gider oldum, Soli ile ilgili bilgi, belgeleri topladım. Doktora çalışmalarımın son döneminde Mersin’e yerleştim, balkonuma çıkınca Soli’yi görüyordum. Tüm bu süreçte Soli’nin nasıl kentten kopuk olduğunu ve gitgide nasıl yalnızlaştığını gözlemledim. Yaptığım doktora çalışmasında koruma altına alındığı 1970’lerin sonundan 2008 yılına kadar Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı ve çevresindeki kentsel gelişme sürecini ve değişimleri inceledim; koruma kararlarını ve planlarını, imar planlarını ve uygulamalarını araştırdım; koruma-planlama süreçlerine ilişkin sorunları tespit ettim ve arkeolojik alanlarla iç içe geçmiş kentsel yerleşmelerde plan hazırlarken nelere dikkat edilmesi gerektiğine dair öneriler üzerinde durdum1. Doktora çalışmam bittikten sonra da Soli Pompeiopolis ile ilgili çalışmalarım devam etti. 2008 Mersin Sempozyumu’nda Soli Pompeiopolis ve çevresi koruma ve planlama süreçlerini ele alan doktora çalışmamın bir özetini sundum2, 2009 yılında Planlama Dergisi Mersin özel sayısında ise makale olarak yayınladım3. Daha sonra “Ne yapılmalı da Soli Pompeiopolis kentle, kentliyle bütünleşebilmeli?” sorusunu sormaya başladım. Aslında bu soru doktora çalışmamın başından beri hep aklımdaydı. Kent içinde kendi haline bırakılmış, kentten koparılmış Soli’in kentle bütünleşmesi hep istediğim bir durumdu. Soli Pompeiopolis’e ilişkin önceki çalışmalarımda değinmediğim bu konuya ilişkin önerilerimi bir başka makalede ele aldım4. 4. Soli Güneş Festivali kapsamında düzenlenen panelde sunmak üzere hazırlanan bu çalışmada ise Soli’ye ilişkin yürütmüş olduğum çalışmaları kısaca özetlemekte ve Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanının nasıl kullanılabileceğine dair -başından beri hep hayal ettiğim şekliyle Soli’ye ilişkin- kent parkı önerisini ana hatları ile paylaşmaktayım. yaklaşımla sit alanının kentsel sistemle bütünleşmesi adına hem arkeolojik eserlerin sergilendiği hem de kentlinin nefes aldığı ve kentsel sistemin denize açıldığı bir kentsel park olarak değerlendirilmesi için neler yapılabileceğinin tartışılmasıdır. Çalışma kapsamında öncelikle kentsel gelişmenin Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı üzerindeki etkisi değerlendirilecek, daha sonra günümüzde sit alanının karşı karşıya kaldığı problemler ve sunduğu olanaklar kısaca ele alınacaktır. Çalışmanın son bölümünde ise Soli Pompeiopolis’in, içerisinde arkeolojik eserlerin de sergilendiği kentsel bir park olarak nasıl kullanılabileceğine ilişkin bir öneri sunulacaktır. Kilikya bölgesindeki önemli liman yerleşmelerinden birisi olan Soli Pompeiopolis’in özellikle Roma Dönemi’ne ait ihtişamlı yaşamı 6. yüzyıl başındaki depremlerle yerle bir olmuştu. Bu yıkımın ardından terk edilen ve yüzyıllarca bir daha yerleşilmeyen Soli Pompeiopolis, günümüzde modern yerleşmenin içerisinde sıkışıp kalmış, birçok önemli arkeolojik eseri ve yanı sıra bilgiyi barındıran, ancak içerdiği bu önem ile ters orantılı bir şekilde pek de ilgili görmeyen arkeolojik alanlarından birisidir. Son yıllarda Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın korunması, değerlendirilmesi ve tanıtılması amacıyla farklı kişi ve kurumlarca bilimsel araştırma ve kazılar, restorasyon çalışmaları, çevre düzenlemesine ilişkin uygulamalar, Soli Güneş Festivali gibi çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Bu çalışmalar tekil olarak çok önemli olsalar da bütüncül bir plan ve program çerçevesinde bir arada ele alınarak işletilmeleri Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın daha etkin bir şekilde korunmasını ve kent ile bütünleşmesini sağlayacaktır. Bu çalışmanın amacı, üst ölçekli bir 1970’li yıllarda Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanını içeren bölge, bugünkü ismi ile Viranşehir Mahallesi, kırsal bir yerleşmedir. Ağırlıklı olarak tarımsal faaliyetlerin yürütüldüğü bölgede tarla ve portakal bahçelerinin içinde bir iki katlı evler bulunmaktadır. Alanın Mersin-Silifke Asfaltı’na bağlantısı Viranşehir Plaj Yolu’nun sonunda, Antik Liman çevresinde günübirlik turizme hizmet veren plaj, motel, lokanta ve büfeler vardır. 1980’lerde Mezitli Deresi’nin sahil yakın bölümlerinde batı kısımda başlayan ifraz yöntemi ile küçük parseller üretilerek ikinci konut inşa edilmeye başlanmıştır. 1980’lerde başlayan bu ikinci konut gelişimi bölgedeki ilk kentsel gelişme işaretleri olarak değerlendirilebilir. Önceleri yazlık olarak kullanılan bu siteler, 1990’larda yeni yerleşim alanlarının açılmasıyla birlikte yaz-kış kullanılır hale gelmiştir. 2000’lerde artan inşaat faaliyetleri sonucunda günümüzde Soli Pompeiopolis’in bulunduğu Viranşehir Mahallesi’nin neredeyse tamamı yapılaşmıştır7 (Şekil 1). Kentsel Gelişme Baskısı Altında Soli Pompeiopolis 1961 senesinde modern limanın kurulması, aynı dönemlerde Çukurova Bölgesindeki tarımsal üretimde çeşitlilik ve verimliliğin artması, 1970’lerin başında Akdeniz Gübre Sanayi, ÇİMSA Çimento Sanayi, Anadolu Cam Sanayi gibi büyük sanayi sitelerinin kurulması, 1980’lerde ise Serbest Bölgenin kurulması Mersin’in Çukurova ve Orta Doğu bölgesinde bir odak haline gelmesine neden olmuştur. Artan ekonomik faaliyetler ve bunun beraberinde ortaya çıkan yeni iş olanakları Mersin kentinin yoğun bir biçimde göç almasına ve nüfusta hızlı bir artışa neden olmuştur5. DİE verilerine göre 1960 ile 1990 yılları arasında Mersin nüfusu, her on senede ikiye katlanarak, 68.485 kişiden 422.357 kişiye yükselmiştir6. Mersin’deki kentsel gelişmenin hızlandığı bu dönemin başlarında Mezitli, kentsel gelişme dinamiklerinden henüz etkilenmemiş bir yerleşmedir. Mezitli yerleşmesinin merkezi bugün Eski Mezitli olarak bilenen bölgede yer almaktadır. 1968’de Mezitli’nin ilçe olması ile birlikte yerleşme büyümeye başlamış; önceden kuzeyde Eski Mezitli bölgesinde bulunan merkez güneye, Mersin-Silifke Asfaltı’na doğru kaymaya başlamıştır. Aynı dönemde Mersin kentindeki yerleşim sistemi de gelişmenin etkisiyle batıya yönelmiştir. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 75 DOSYA Şekil 1. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı ve çevresi hava fotoğrafı (Kaynak: Bilimsel Kazı Ekibi). Şekil 2. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı’nın genel görüntüsü, 2008 (Kişisel Arşiv). Şekil 3. Soli Pompeiopolis Sütunlu Yol ve çevredeki konut dokusu, 2008 (Kişisel Arşiv). Bu süreç içerisinde Mezitli İlçesi hızla kentsel sisteme dahil olurken, sınırları içinde bulunan Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı kentsel sistemin ve kent yaşamının bir parçası olamamıştır. Mersin’deki kentsel gelişmenin batı yönünde ilerlemesi ve Mezitli İlçesindeki konut gelişimi sonucunda Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı modern yerleşmenin or tasında kalmasına neden olmuştur. Günümüzde Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı yüksek katlı binalarla çevrilmiş yoğunlukla tarım alanı olarak kullanılan ve kentsel gelişme baskısı altında olan önemli bir arkeolojik alandır (Şekil 2-3). Soli Pompeiopolis’e İlişkin Problemler ve Olanaklar Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanının ilk tespit ve tescil kararının alındığı 1978 senesinden günümüze kadar geçen sürede bölgedeki kentsel gelişme plan kararları ve imar uygulamaları ile dü76 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 zenlenmiş ve kontrol edilmiş; farklı tarihlerde alınan koruma kararları da alandaki arkeolojik eserlerin günümüze kadar gelmesinde etkin rol üstlenmiştir 8. Ancak birbirinden farklı zamanlarda, farklı plan müellifleri tarafından hazırlanan 1/1.000 ölçekli uygulama imar planı ve 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı imar planı birbirine komşu iki alana ilişkin farklı, hatta yer yer birbiri ile çelişen imar kararları üretmiştir. 1992 tarihinde onaylanan 1/1.000 ölçekli koruma amaçlı imar planında sadece sit alanına odaklanılmış; sit alanı dışında kalan bölge için hazırlanan ve 1986 tarihinde onaylanan nazım imar planı ve uygulama imar planı ile bir bağlantı kurulmamıştır. Bunun sonucunda kentsel gelişme ve koruma çalışmaları birbirinden ayrı sürdürülmüş ve kentsel gelişmenin arkeolojik sit alanları üzerindeki dolaylı da olsa olumsuz etkileri tam anlamı ile or tadan kaldırılamamıştır. Koruma ve planlama çalışmalarının bir arada işletilememesi sonucunda Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı dahil olduğu yerleşme sisteminden yalıtılması arkeolojik sit DOSYA alanına ve alanın bütünlüğüne doğrudan ya da dolaylı olarak zarar vermiştir. Bu zararın önüne geçilememesi sonucunda arkeolojik sit alanı kentsel yapılı çevre ile bütünleşememiş, yerel halk tarafından değeri tam olarak anlaşılamamıştır. Çoğu zaman arkeolojik sit alanı kentsel gelişme önünde bir engel gibi görülmüş, alınan planlama kararları koruma alanını yok saymış, koruma kararları yetersiz kalmış ve bütün bunların sonucunda arkeolojik sit alanı tahrip edilmiş ya da dışlanmıştır. Günümüzde Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanının yaşadığı problemleri özetleyecek olursak; 1. Sütunlu Yol ve Soli Höyük hariç Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı özel mülkiyettedir. Alanın özel mülkiyette olması koruma çalışmalarını zorlaştırmaktadır. Her ne kadar tedbirler alınsa ve denetimler yapılsa da bu alanlarda arkeolojik eserlere zarar verebilecek kaçak yapılaşma, kaçak tarımsal faaliyet, kaçak kazılar gibi uygulamalara rastlanmaktadır. 2. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanında devam eden tarımsal faaliyetler yeraltı ve yer üstündeki arkeolojik eserlere zarar verdiği gibi, bu kullanım şekli çevredeki kentsel doku ile uyumsuzluk sergilemekte, olası turizm gelişimini engellemekte ve en temelde alan içerisinde ve çevresinde güvenlik problemleri yaratmaktadır. 3. Sit alanın büyük bölümünün özel mülkiyette olması ve halen tarımsal faaliyetlerin sürüyor olması nedeniyle Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı tam olarak algılanamamaktadır ve bu nedenle de tanımsız bir alandır. 4. Son yıllarda bazı çalışmalar yapılıyor olsa da Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanında bilgilendirme ve tanıtım çalışmalarının hala yeterli düzeyde olmaması nedeniyle gerek alan çevresinde yaşayan gerekse Mersin genelinde birçok kişi, Soli Pompeiopolis’de bulunan arkeolojik eserlerden ve bunların içerdiği değerlerden habersizdir. 5. Arkeolojik Sit Alanında tanımlı gezi güzergâhları yoktur. Alandaki arkeolojik eserlere ilişkin bilgilendirme ve yönlendirme tabelaları bulunmamaktadır. Bunun sonucunda alanda Sütunlu Yol dışında diğer eserler algılanamamakta, Antik Liman, Soli Höyük, Roma Hamamı kalıntıları çok az bilinmektedir. 6. Sit alanı çevresindeki kentsel gelişme ise iki temel probleme neden olmaktadır; öncelikle Arkeolojik Sit Alanı yüksek katlı yapılar ile çevrilmiş olması nedeniyle algılanamamakta, diğer yandan kentsel gelişim özellikle sit alanındaki mülk sahiplerinde bir beklenti oluşturmakta ve bu da bir baskı unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu problemlere rağmen Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı en temelde içerdiği iki değerden ötürü çok önemlidir. Soli Pompeiopolis’in önemi öncelikli olarak içerdiği bilgi değerinden kaynaklanmaktadır. Soli Höyük ve Sütunlu Yol’da düzenli olarak sürdürülen kazılar ve Antik Liman bölgesinde yürütülen bilimsel araştırmalar bölge tarihinin aydınlatılması açısından önemlidir. Soli Antik Limanı, Kilikya bölgesindeki antik limanlar içerisinde en iyi korunan ve bütünlüğü bozulmamış limanlardan birisidir9, 10. Ayrıca, Soli Höyük’te sürdürülen kazı çalışmaları sonucu erişilen Hitit Dönemi’ne ait birçok önemli bilgiyi bölgenin az bilenen prehistorik tarihine ışık tutmaktadır11, 12. İçerdiği bilgi değerinin yanı sıra Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanının bulunduğu kentsel sistemde önemli bir kullanım değeri vardır. Yoğun bir yerleşme düzenine sahip olan Viranşehir Mahallesindeki çevre ve yaşam kalitesinin arttırılmasına katkıda bulunacak, konut yerleşimi ile sahil kullanımının bağlantısını sağlayan büyük bir açık alan, bir nefes alma noktası niteliğindedir. Günümüzde farklı problemlerle karşı karşıya olmasına ve tarım alanı olarak kullanılıyor olmasına rağmen, yapılacak olan düzenlemeler ve kazı çalışmaları sonucunda Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı hem konumu hem de barındırdığı tarihi ve kültürel zenginlik bakımından Mezitli İlçesi ve Mersin kentine birçok imkân sunacak potansiyele sahiptir. 1. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanında sürdürülen kazılar bölge tarihinin aydınlatılması açısından önemlidir. 2. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı bölge turizmi için önemli noktalardan birisidir. 3. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Alanında bulunan arkeolojik eserlerin düzenlenmesi ve ziyarete açılması, tarih ve koruma bilincinin geliştirilmesine olanak sağlayacaktır. 4. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı 1. derece arkeolojik sit alanı olması nedeni ile yapılaşmanın olmadığı geniş bir açık şeklindedir. Bu özelliği ile yoğun kentsel doku içerisinde bir nefes alma noktasıdır niteliği barındırmaktadır. 5. Soli Pompeiopolis Antik Limanı (Pompeiopolis Parkının bulunduğu bölüm), Sahil Yolu boyunca devam eden kıyı kullanımının genişlediği ve denize açıldığı önemli bir kamusal alandır. Soli Pompeiopolis Kent Parkı Önerisi İçerdiği değerler ve sunduğu olanaklar göz önünde bulundurulduğunda, Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanında gerekli düzenlemeler ve kamulaştırma çalışmaları yapılarak alanın bir Kent Parkı olarak halkın kullanımına sunulması kentsel yaşam kalitesinin arttırılması için gereklidir. Ancak, salt bir yeşil alan olmanın ötesinde alanda bulunan arkeolojik eserlerin in-situ (yerinde) sergilendiği, kazı çalışmalarının takip edilebildiği, modern bir kazı evi ve müze içeren bir Arkeoloji Parkı olarak da ele alınması gerek arkeolojik eserlerin koruması gerekse koruma bilincinin oluşturulması ve yaygınlaştırılması açısından önemlidir. Bu düzenleme aynı zamanda bölgedeki ekonomik gelişmeyi canlandırmak ve farklı ekonomik faaliyetlerin alanda yer seçmesi için itici bir güç olacaktır13. Şekil 4. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanında uygulanacak bir Kent Parkı projesinin olası etapları. Geniş bir alanı kapsaması, kazı çalışmalarının uzun zaman gerektirmesi, özel mülkiyetin fazlalığı ve kamulaştırma işlemlerinin zaman alacağı düODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 77 DOSYA şünüldüğünde böylesi bir projenin etaplar halinde işletilmesi gerekecektir (Şekil 4). İlk aşamada çalışmaları başlamış olan “Sütunlu Yol Restorasyon ve Yayalaştırma Projesi” tamamlanabilir. Bu düzenleme Kent Parkı’nın ana omurgasını oluşturacaktır – Mezitli’nin denize açıldığı yol. Diğer arkeolojik çalışmalar ve ardından yapılacak olan düzenlemeler bu ana omurgaya eklemlenecek parçalar şeklinde ele alınabilir: İkinci etapta Antik Liman’da uygulaması başlayan düzenlemelerin Sütunlu Yol ile bütünleştirilmesi ve üçüncü etapta Soli Höyük’te sürdürülen kazı çalışmaları ile dördüncü etapta Roma Hamamı kalıntılarının gezi güzergâhlarının oluşturularak sisteme dahil edilmesi Kent Parkı’nı zenginleştirecektir. Alanda çıkan eserlerin sergilenmesi amacı ile Soli Müzesi’nin yapılması, modern bir Kazı Evinin faaliyete geçmesi ve Kent Parkı’nda yürütülecek tematik çalışmalar ve toplantılar ile halkın kazı sürecine de katılması bilinç ve sahiplenme düzeyini arttıracak. Birçok kentin büyük kent parkları vardır; Londra’da Hyde Park, New York’da Central Park, Berlin’de Tiergarten gibi. Sadece dünyada değil, fazla sayıda olmasa da ülkemizde de kent parkları vardır; mesela Bursa’daki Kültürpark, İzmir’deki Fuar Alanı gibi. Bu büyük kent parkları yüksek yoğunluktaki kent dokularında kentlinin nefes aldığı noktalardır. Ayrıca bu tür büyük açık alanlar deprem gibi afet durumlarında acil durum hizmetlerinin sağlanması amacıyla büyük çadırların kurulması ve halkın güvenli bir şekilde toplanması açısından önemlidir. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı, büyük ölçekli bir kent parkı olabilecek niteliktedir. Öte yandan kent içinde kalan arkeolojik eserlerin sergilendiği farklı uygulamalar, kentle nasıl bütünleştiklerine dair farklı örnekler vardır; İngiltere’deki duvar kalıntıları, Fransa’daki Orange Antik Tiyatrosu ya da Lyon Antik Tiyatrosu, Hırvatistan’daki Narona Arkeoloji Müzesi, Ankara’daki Augustus Tapınağı gibi. Özellikle kent içinde kalan arkeolojik eserlerin sergilenmesinde güncel bir yöntem olara kullanılan yerinde sergileme yöntemi kullanılarak, düzenlenecek olan büyük ölçekli kent parkının aynı zamanda bir arkeoloji parkı olarak ele alınması ise arkeolojik eserlerin korunması ve sergilenmesi açısından önemli bir fırsattır. Böylesi bir uygulama, diğer birçok kentimize de örnek teşkil edecektir. 78 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 NOTLAR 1. Sarıkaya Levent, Y., Conservation of Archaeological Sites in Urban Areas in Turkey: Soli Pompeiopolis as a Case Study, Yayınlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ Şehir ve Bölge planlama Bölümü, Ankara, 2008. 2. Sarıkaya Levent, Y., “Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanı ve Çevresindeki Koruma - Planlama Süreçlerinin Değerlendirilmesi”, Mersin Sempozyumu Bildiriler Cilt 1, 19-22 Kasım 2008, Mersin, 1042-1054, 2009. 3. Sarıkaya Levent, Y., “Koruma - Planlama Süreçleri Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Soli Pompeiopolis Örneği”, Planlama, 2009/3-4, sayı: 47, 43-61, 2010. 4. Sarıkaya Levent, Y., “Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit Alanının Kente Katılımı Üzerine Bir Tartışma”, Mersin’den Mimarlık, Planlama, Tasarım Yazıları – Tamer Gök’e Armağan, Yasemin Sarıkaya Levent ve Meltem Uçar (der.), Mersin Üniversitesi Yayınları, Mersin, 113-134, 2013. 5. Eraydın, A., “A Gateway Region that Looks for New Opportunities in Economic Development: The Assets and Problems of the Region and the City of Mersin”, 31st Annual IUFA Conference: The Problems of Urban Growth: Preserving while Developing, June 9-15 2001, Mersin, 2002. 6. DİE, “2000 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri – İçel”, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara, 2002. 7. Kentsel gelişmeye ilişkin detaylı bilgi ve dönemsel yapılaşma haritaları için bakınız Sarıkaya Levent, 2008. 8. Soli Pompeiopolis Arkeolojik Sit alanı ve çevresine ilişkin koruma ve planlama kararlarının dökümü, detayları ve yorumları için bakınız Sarıkaya Levent, 2008. 9. Vann, R. L., “A Survey of Classical Harbors in Cilicia (Turkey)”, 93rd Annual Meeting of the Archaeological Institute of America Source, American Journal of Archaeology, 96(2): 337, 1992. 10. Vann, R. L., “Street and Harbor: The Urban Axis of Soli Pompeiopolis (Rough Cilicia)”, 94th Annual Meeting of the Archaeological Institute of America Source, American Journal of Archaeology, 97(2): 341-342, 1994. 11. Yağcı, R., “Soli Pompeiopolis 2002”, ANMED - Excavation Reports, 2003-1: 34-37, 2003. 12. Yağcı, R., “Soli/Pompeiopolis Antik Liman Kenti Kazıları 2003”, ANMED Excavation Reports, 2004-2: 55-57, (2004). 13. Öneriye ilişkin detaylar için bakınız Sarıkaya Levent, 2013. DOSYA Antik Kentler, Doğu Akdeniz ve Mersin’in Depremselliği Selim İNAN Prof. Dr., Mersin Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü Özet Anadolu’da tarihsel dönemlerden beri yer alan ve kurulan antik kentlerin çok büyük bir bölümü depremler nedeniyle yıkılmış ya da tarihten silinmiştir. Örneğin, Biga Yarımadasında Truva (Troia), hemen güneyinde Bergama’da yer alan Pergamon, Kütahya yakınlarında yer alan Aizona, Kuşadası yakınlarında Priene, Sıgacıkta Teos, İzmir yakınlarında Smynra ve Efes, Denizli’de Hieropolis, İsparta- Burdur arasında Sagalossos, Bodrum’da Halikarnassos, Datça’da Knidos, Fethiye Dalyan’da Kaunos, Fethiye-Kaş arasında Letoon, Finike’de Lymnra, Antalya yakınlarında Olimpos ve Perge, Silifke kuzeyinde Olba ve Kanlıdivane, Mersin’de Soli Pompeiopolis ile Osmaniye yakınlarında Anazarba ve Castabala antik kentlerinin tamamı depremler nedeni ile yıkılmış ya da zarar görmüşlerdir. Bu yazıda tarihsel dönemlerde bu kadar etkin ve yıkıcı özelliğe sahip olan depremler ile verdiği hasarların nedenlerini ve bunlara karşı alınacak olan önlemler ile Mersin ve yakın yöresinin deprem etkinliği hakkında bilgiler sunulacaktır. Yeryuvarında meydana gelen depremlerin büyük bir bölümü (%95’i) tektonik hareketlerden, çok az bir bölümü (%5’i) de volkanik aktiviteler, yer içindeki büyük çöküntüler ve nükleer patlatmalardan kaynaklanmaktadır. Ülkemiz ve yakın coğrafyasında yer alan bölgelerde oluşan depremlerin nedenini tektonik hareketler oluşturmakta olup, aktif fay kuşaklarına bağlı olarak gelişirler. Genel olarak bir bölgenin depremselliği, o bölgede yer alan aktif fay kuşaklarının konumuna, bölgenin aktif fay kuşaklarına olan uzaklığına, oluşacak depremin büyüklüğüne, depremlerin tekrarlanma sayılarına (sıklıklarına) ve bölgenin jeolojik özelliklerine (kaya ve zemin özellikleri vb.) bağlı olarak değişim gösterirler. Mersin, Tarsus ve Adana’yı içerisine alan Kilikya bölgesi (Çukurova), doğuda Maraş ile Antakya arasında uzanan Doğu Anadolu Fay Sistemi ve onun bir kolunu oluşturan Karataş ile Osmaniye arasında uzanan Karataş-Osmaniye Fay Zonunun; kuzey doğuda Gülek ile Karaisalı arasında uzanan KarsantıKaraisalı Fay Zonunun; kuzeyde Çamardı ile Gülek arasında uzanan Orta Anadolu Fay Sisteminin güney parçasını oluşturan Ecemiş Fay Zonunun; Kuzeybatıda Gülek ile Anamur arasında uzanan Namrun Fay Zonu ile batıda da Mut ve Ovacık faylarının denetimi altındadır. Çukurova bölgesi ve özellikle Karataş-Mersin-Erdemli arasındaki sahil bandı genellikle gevşek tutturulmuş delta çökelleri ile alüvyonlardan, kuzey kesimler ise daha sert, sıkı tutturulmuş sağlam kayaçlardan oluşmaktadır. Mersin kenti ve yakın yöresinde son yüzyıl içersinde yıkıcı özellikte magnetüdü 6 ve daha büyük bir deprem kaydedilmemiştir. Tüm bu veriler değerlendirildiğinde, Mersin ve yakın yöresindeki fayların gelecekte önemli bir deprem üretme (6 ve daha büyük) potansiyeline sahip olmadığı söylenebilir. Ancak, Adana ve yakın yöresinde meydana gelebilecek mağnetüdü 6.5 ve üzerinde bir depremde Tarsus- Mersin-Erdemli arasında gevşek zemin üzerinde çok katlı yapılanma nedeniyle büyük hasarlar oluşacaktır. Bu nedenle yeni bir imar planı hazırlanmalı, çok katlı bina yapımından bir an önce vazgeçilmeli ve eski yapılmış binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekmektedir. Giriş Yeryüzünde hissedilen ve doğal nedenlere bağlı olarak gelişen yersarsıntıları deprem olarak bilinir. Genelde dünya ölçeğinde özelde de Türkiye ölçeğinde her yıl çeşitli büyüklükte yüz binlerce deprem meydana gelmekte ve bunların bazıları çok büyük hasarlara neden olmaktadır. Örneğin sadece 2004 yılında meydana gelen Güney Asya Depreminde yaklaşık 270 bin kişi yaşamını yitirmiş ve yüz binlerce bina yıkılmıştır. Türkiye’de son yüzyıl içersinde meydana gelen depremlerde 18 bini 1999 yılında meydana gelen Kocaeli ve Düzce depremlerinde olmak üzere yaklaşık 70 binden fazla insan yaşamını yitirmiş ve yine çok sayıda bina yıkılmıştır. Bu denli can ve mal kaybına neden olan depremlere karşı önlem alınabilmesi için birinci öncelik deprem olgusunun iyi bilinmesi ve tanınması, ikinci olarak ta yaşanılan bölgenin (çevrenin) jeolojik özellikleri ile yapı kalitesinin çok iyi araştırılması gereklidir. Bu çalışmada öncelikle deprem nedenleri, Dünya’nın ve Türkiye’nin depremselliği anlatılacak ve daha sonrada bu verilerin ışığında Mersin ve yakın yöresinin depremselliği irdelenecektir. Depremlerin Nedenleri Son yüzyıl içersinde dünyada oluşan depremlerin incelenmesi ile bunların oluşumlarına göre, volkanik patlamalara bağlı olarak gelişen depremler, çöküntü depremleri, nükleer patlamalara bağlı olarak gelişen depremler ve tektonik kökenli depremler olmak üzere 4 gruba ayrıldığı görülmektedir. Volkanik kökenli depremler çoğunlukla Pasifik Okyanusu ve yakın yöresinde oluşmakta, şiddetli volkanik patlamalara bağlı olarak oluşan yersarsıntıları şeklinde hissedilmektedir. Çöküntü depremleri ise yeraltında bulunan büyük mağaraların tavan kesimlerinin çökmesi ile oluşmakta yerel alanlarda etkili olmaktadırlar. Üçüncü gruba giren, deprem çeşidi ise, yeraltında ya da okyanuslarda gerçekleştirilen nükleer patlatmalara bağlı olarak gelişmekte ve yine yerel alanları etkilemektedir. Dünyada meydana gelen depremlerin %95 ile Türkiye’de meydana gelen depremlerin tamamının kökenini ise Tektonik hareketler oluşturmaktadır. Bu nedenle bu bölümde tektonik kökenli depremlerin özellikleri üzerinde durulacaktır. Dünyamız gaz ve sıvılardan oluşan Atmosfer ve Hidrosfer katmanları ile çevrelenmiş yaklaşık 6370 km. yarıçapında bir küre şeklindedir. Bu küre aynı bir soğan kabuğu gibi içten dışa doğru farklı fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip çekirdek, manto ve litosfer olmak üzere bir takım katmanlardan oluşur. 70-100 km kalınlığa sahip olan litosferin en üst kesimini ise de 8-40 km kalınlıkta kabuk oluşturur. En dış katmanı oluştuODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 79 DOSYA ran Litosfer, birbirinden farklı yönlere hareket eden bir takım parçalara bölünmüş olup, daha altta yer alan yumuşak manto malzemesinden oluşan Astenosfer üzerinde tıpkı denize atılmış tahta parçaları şeklinde hareket etmektedir (Şekil 1). Kayaçlar içindeki kayma (yer değiştirme) hareketinin meydana geldiği durumlarda oluşan yapıya da Fay adı verilmektedir. Faylanma ile kayalar iki bloğa ayrılır. Bu blokların birbirine göre hareketlerine göre de faylara çeşitli isimler verilir. Bloklar yatay yönde hareketli iseler doğrultu atımlı faylar (Kocaeli Depremini oluşturan fay benzeri), düşey yönde hareketli iseler eğim atımlı faylar (Dinar Depremini oluşturan fay benzeri) meydana gelir (Şekil 3). Dünyanın ve Türkiye’nin Depremselliği Genelde Dünyamız ve özelde ülkemiz çok fazla ve sık aralıklarla oluşan depremlerle sarsılmaktadır. Son yüzyıl içersinde(aletsel dönemde) dünya ölçeğinde görülen depremlerin istatiksel çalışmaları sonucunda, or taya çıkarılan deprem sıklığı Çizelge 1’de verilmiştir. Büyüklük (Richter ölçeğine göre) Yılda tekrarlanma sayısı 8 ve yukarı.............................................................................................1 adet Şekil 1. Yeryuvarının en üst bölümünü oluşturan kabuk, litosfer ve Astenosferin ilişkilerini gösteren blok diyagramı (Press ve Siever, 1999). 7 - 7.9.........................................................................................................18 adet 6 - 6.9.........................................................................................................120 adet 5 - 5.9.........................................................................................................800 adet 4 - 4.9.........................................................................................................6200 adet 3 - 3.9.........................................................................................................49000 adet 2 - 2.9.........................................................................................................Günde 1000 1 - 1.9.........................................................................................................Günde 8000 Çizelge 1. Dünyada son yüzyıl içersinde oluşan depremlerin büyüklük ve sayıları. Şekil 2. Yeryuvarında tanımlanmış litosfer levhaları ve kıta - okyanus sınır ilişkileri. Şekil 4. Dünyada son yüzyılda meydana gelen deprem odaklarının dağılımları (Kırmızı daireler deprem odaklarını göstermektedir). Şekil 3. Çeşitli hareketlere bağlı olarak gelişen fay çeşitleri. Levha (plate) adı verilen bu litosfer parçalarının milyonlarca yıldır devam eden hareketleri, bugünkü kıtaların ve okyanusların oluşmasına ve Yerkabuğunun şeklinin sürekli değişmesine neden olmaktadır (Şekil 2). Dünya genelinde ortalama 100 km. kalınlığa sahip 7 adet büyük ölçekte (Pasifik, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Asya, Afrika, Antartika ve Hint-Avustralya Levhaları gibi) ve 20 kadar küçük ölçekte (Nazka, Somali, Anadolu Levhaları vb.) levhaları bulunmaktadır. Çeşitli hızlara sahip (en yavaş yılda 2 en hızlı yılda 8 cm) levha hareketleri özellikle levha sınırları boyunca kayaların sıkışmasına, gerilmesine, kaymasına ve şiddetlice deforme olmasına yol açmakta ve sonuçta kayaları kırmaktadırlar. 80 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Çizelge 1’in incelenmesinden dünyamızın oldukça fazla miktarda ve değişik büyüklüklerdeki depremlerin denetiminde kaldığı görülmektedir. Son yüzyıl içersinde meydana gelen depremlerin odak yerleri bir dünya haritası üzerine işaretlendiğinde, depremlerin %95’inin iki kuşakta yoğunlaştığı açık bir şekilde görülmektedir (Şekil.4). Bunlardan ilki depremlerin %80’inin oluştuğu Pasifik Çevresi Deprem Kuşağı, ikincisi ise yine depremlerin %15’inin oluştuğu Akdeniz-Asya Deprem Kuşağıdır. Her iki kuşakta, litosfer levalarının birbirini ittiği, sıkıştırdığı ve çarpıştığı yerlere karşılık gelmektedir (Şekil 2). Bu olay depremlerin oluşumunun litosfer levhalarının hareketleri ile yakından ilgili olduğunu kanıtlamaktadır. Akdeniz- Asya Deprem kuşağı içerisinde kalan Türkiye ve yakın yöresi de (batıda Yunanistan, doğuda İran, Irak vb.) oldukça sık aralıklarla ve yıkıcı depremlerle sarsılmaktadır. Türkiye’de son yüzyıl içerisinde meydana gelen yıkıcı depremlerin bir kısmı aşağıdaki Çizelge 2’de verilmiştir. DOSYA Yer Malazgirt Hakkari Erzincan Hendek Ladik Bolu Varto Gediz Bingöl Lice Çaldıran Erzurum Erzincan Ceyhan Kocaeli Düzce Van Tarih 24.04.1903 06.05.1930 26.12.1939 20.06.1943 26.11.1943 01.02.1944 19.08.1966 28.03.1970 22.05.1971 06.09.1975 24.11.1976 30.10.1983 13.03.1992 27.06.1998 17.08.1999 12.11.1999 23.10.2011 Büyüklük 6.7 7.2 7.9 6.6 7.2 7.2 6.9 7.2 6.7 6.9 7.2 6.8 6.8 6.3 7.4 7.2 7.2 Ölü sayısı 2626 2514 32962 336 2824 3959 2394 1086 878 2385 3840 1155 653 145 17840 894 641 Yaralı 1489 1260 700 3339 497 1142 3850 1041 43953 4948 1200 Çizelge 2. Son yüzyıl içersinde Türkiye’de meydana gelen yıkıcı depremlerin yerleri, büyüklükleri ve hasar durumları Çizelge 2’ de görüldüğü üzere, oldukça yıkıcı depremlere sahne olan ülkemiz, levha hareketlerinin son derece yoğun olduğu bir jeotektonik konuma sahiptir. Bu depremlerin kökeninde ise, Türkiye’nin, kuzeyde Asya Levhası, güneyde de Arabistan Levhası tarafından kuzey-güney yönünde sıkıştırması yatmaktadır. Yaklaşık 11 milyon yıl önce başlayan bu sıkışmayı, önce kısalıp kalınlaşmakla karşılayan Anadolu Levhası, daha fazla dayanamamış, sonuçta iki fay boyunca kırılarak batıya doğru hareket etmeye başlamıştır (Şekil 5). Batıya doğru olan bu hareketi kuzeyde Kuzey Anadolu Fayı (Kocaeli ve Düzce Depremlerini oluşturan) ve doğu ve güneyde ise Doğu Anadolu Fayı (Bingöl depremini oluşturan) sağlamıştır. Şekil 6. Türkiye’deki aktif faylar (kırmızı çizgiler) ve 1900-2012 yılları arasında meydana gelen deprem odaklarının (kırmızı, mavi ve yeşil daireler) dağılımlarını gösteren harita (AFAD 2012, deprem.gov.tr). 1900-2012 yılları arasında oluşan depremlerin yerlerini gösteren Şekil 6 ‘da, deprem odaklarının Batı Anadolu, Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu’da yoğunlaştığı ve genellikle aktif fayların üzerine düştüğü görülmektedir. Özet olarak, Türkiye’de or talama her yıl 1.5 adet or ta büyüklükte, her iki yılda bir adet de büyük ölçekte yıkıcı deprem oluşmaktadır. Bunlara ek olarak bir yılda büyüklüğü 4 den daha az yüzlerce deprem kayıt edilmektedir. Ayrıca tarihsel ve aletsel kayıtlara bakıldığında, Türkiye’de, 1900-1999 yılları arasında, büyüklüğü 5 ile 8 arasında değişen 145 adet deprem olmuş ve yaklaşık olarak 100 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Diğer bir önemli noktada, Türkiye nüfusunun %95’i, sanayi kuruluşlarının %75’i, yapılan ve yapılması planlanan barajların %42’si, birinci ve ikinci derece deprem bölgeleri içinde yer almaktadır(İnan, 2003). Tüm bu veriler ülkemizin büyük bir deprem potansiyeline sahip olduğunu göstermekte ve geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük depremlerin oluşması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımızda durmaktadır. Mersin ve Yakın Yöresinin Depremselliği Önceki bölümlerde anlatılmaya çalışılan bilgiler doğrultusunda, bir bölgenin depremselliği, o bölgedeki, büyük mağara sistemlerine; aktif fayların varlığına ve bu faylara olan uzaklığa; bölgenin jeolojik özelliklerine (kaya ve zemin özelliklerine) ve tarihsel dönemlerden beri tekrarlanan deprem periyoduna bağlıdır. Şekil 5. Türkiye ve yakın yöresindeki levha hareketleri ile bu hareketlere bağlı olarak oluşan büyük ölçekli aktif faylar (Oklar levhaların hareket yönlerini göstermektedir). Dünyanın sayılı kırık hatları içersinde yer alan Kuzey Anadolu Fayı, sağ yanal doğrultu atımlı bir fay olup, doğuda Karlıova ile batıda Ege denizi arasında yaklaşık 1150 km. uzunluğa sahiptir (Ketin, 1988, Le Pichon ve diğ., 2001). Doğuda Karlıova güneyde Hatay arasında uzanan Doğu Anadolu Fayı ise sol yanal doğrultu atımlı fay karakteri sergilemekte ve Türkiye sınırları içersinde yaklaşık 550 km uzunluktadır. Bu büyük ölçekli fayların dışında, aynı sistem içersinde oluşmuş, Güneydoğu Anadolu’da Bitlis Bindirme Zonu (Lice depremini oluşturan), Çamardı ile Pozantı arasına uzanan Ecemiş Fayı; Koçhisar ile Niğde batısı arasında uzanan Tuz Gölü Fayı ile, Batı Anadolu Bölgesinde, uzunlukları 50-150 km. arasında değişen çok sayıda düşey atımlı normal faylar (Gediz, Büyük Menderes, Edremit, Gökova vb.) yer almakta ve önemli depremler üretmektedirler (Barka ve Rellinger, 1997), (Şekil 6.) Genelde Türkiye ve yakın yöresinde aktif (faal) durumda volkanlar ile çok büyük mağara sistemleri olmadığından, Mersin için bir tehlike oluşturmaları söz konusu değildir. Mersin ve yakın yöresi için en önemli tehlikeyi, bölgedeki aktif faylar ile bu faylara olan uzaklıklar oluşturmaktadır. Mersin ve yakın yöresini etkileyebilecek önemli faylardan birisi güneyde Lut Gölü ile kuzeyde Kahraman Maraş arasında yaklaşık 1000 km uzunluğa sahip Ölü Deniz Fay Sistemidir (Şekil 7). Afrika ve Arabistan Levhalarının sınırın oluşturan ve sol yanal doğrultu atımlı fay özelliğinde olan bu fay sisteminde son 20 milyon yıldan beri toplam 100 km.’lik bir atım ölçülmüştür. Son yüzyıl içersinde düşük düzeyde bir sismik hareketlilik sergileyen (Jackson and MC Kenzie 1988) bu fay üzerinde özellikle tarihsel dönemler içersinde büyük depremler gözlenmiştir. Örneğin Antakya 115 yılında meydana gelen depremde 260.000, Türkiye-Suriye sınırında 533 yılındaki depremde 130.00, Antakya-Suriye sınırında 847 yılındaki depremde 70.000, HalepSuriye sınırındaki 1138 yılındaki depremde 230.000, Kilikya (Adana) bölgesinde 1268 yılında meydana gelen depremde ise 60.000 ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 81 DOSYA kişinin yaşamını yitirdiği katologlarda belir tilmektedir (Ambraseys and Barazangi, 1989). Şekil 7. Mersin ve yakın yöresinde yer alan aktif fay sistemleri. Bunların dışında 1822 yılının Ağustos ayı içersinde ve 1871 yılının Nisan ayı içersinde Antakya ve yakın yöresinde meydana gelen depremlerde Antakya kentinde çok büyük hasarlar saptanmıştır (Ambraseys and Barazangi, 1989). Bu nedenle bu bölgede oluşabilecek 7 ve üzerinde büyüklüğe sahip bir depremde Mersin ilinin doğu bölümünün etkileneceği söylenebilir. Mersin ve yakın yöresini etkileyebilecek diğer önemli fay sistemi Doğu Anadolu Fayıdır. Yaklaşık 600 km uzanıma sahip ve sol yanal doğrulta atımlı fay özelliği sergileyen Doğu Anadolu Fayı, Kahraman Maraş civarında Ölü Deniz Fayı ile kesişir (Şekil 8). Doğu Anadolu Fayı Türkoğlu yakınında güney batıya doğru uzanarak Karataş - Yumurtalık Fay Zonunu oluşturur. Doğu Anadolu Fayının güneybatı bölümünde 1952 yılında 5.7 büyüklüğünde Adana; 1979 yılında 5.3 büyüklüğünde Misis; 1986 yılında 5.1 büyüklüğünde Kozan; 1989 yılında 5.0 büyüklüğünde Gaziantep; 1991 yılında 4.9 büyüklüğünde İskenderun; 1994 yılında 5.2 büyüklüğündeki Kadirli-Adana; 1995 yılında 5.0 büyüklüğünde Adana-Ceyhan; 1998 yılında 4.1 büyüklüğünde İskenderun; 1998 yılında 6.2 büyüklüğündeki Adana-Ceyhan ve 2001 yılında 4.9 büyüklüğündeki Osmaniye depremleri bu fay zonunun aktif olduğunu kanıtlamakta ve gelecek yıllarda önemli deprem üretme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Özellikle 1998 Adana-Ceyhan depremi Mersin ilinin doğu bölümünde hissedilmiş ve bazı binalarda çatlamalara neden olduğu bildirilmiştir. Bu bölüm içersinde yer alan ve Gülek ile Karataş arasında uzanan Karasantı-Karataş Fay Zonuda sol yanal doğrultu atımlı fay özelliğinde olup, önemli ölçüde deprem potansiyeline sahiptir. Doğu Anadolu Fay Sisteminin güney uzantını oluşturan 90 km uzunluğunda Gölbaşı-Türkoğlu ve 145 km uzunluğunda Türkoğlu-Antakya fayları (Şaroğlu ve Arpat, 1972; Şaroğlu ve diğ. 1992) son yüzyıl içersinde önemli bir deprem üretmemiş olup, bu bölümde yoğun bir enerji birikimi söz konusudur. Mersin ve yakın yöresini etkiyebilecek başka bir fay sistemi ise Kuzeyde Hafik (Sivas) ile Güneyde Anamur (Mersin) arasında yaklaşık 700 km lik bir uzanıma sahip olan Orta Anadolu Fay Sistemidir (Koçyiğit ve Beyhan, 1998). Çok sayıda segmentten (parçadan) oluşan (Sivas, Kızılırmak (İnan, 1993), Yeşilhisar, Çamardı segmentleri vb) Or ta Anadolu Fay sisteminin, Çamardı ile Gülek Boğazı arasında uzanan bölümü Ecemiş Fay Zonu (Yetiş, 1978) olarak tanımlanmış olup, zayıf bir sismik son yüzyıl içersinde düşük bir sismik aktivite sergilemesine karşın 1717 ve 1835 yıllarında Ecemiş yakınlarında iki adet deprem yıkıcı özellikte deprem ürettiği bildirilmektedir. Or ta Anadolu Fay Sisteminin Gülek Boğazı ile Anamur arasında uzanan bölümüde Namrun Fay Zonu olarak tanımlanmış ve son yıllarda üzerinde önemli çalışmalar yapılmıştır 82 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 (Koçyiğit ve Beyhan 1998; İnan ve Ekingen 2007). Mersin ve yakın yöresini en fazla etkileyebilecek olan Namrun Fay Zonu batıda, Gülek Boğazından başlar, güneybatıya doğru sırasıyla, Namrun (Çamlıyayla), Arslanköy, Sorgun Kuzeyi, Kur tsuyu Deresi, Göksu Irmağı, ve Demirözü’nden geçerek Anamur kuzeyinde son bulur (Şekil 8). Doğrultusu boyunca bir iki yerde atlamalar yapar. Ayrıca Namrun Fayı ile Mersin-Anamur kıyı şeridi arasında kalan bölgede daha küçük ölçekli çok sayıda kırıklar da yer almaktadır (Şekil 8). Bunların dışında Mut civarında Mut Fayı ile Ovacık-Silifke arasında uzanan Ovacık Fayı önemli kırık hatlarına karşılık gelmektedir (Şaroğlu ve diğ. 1992). 1900 yılından günümüze kadar Mersin ve yakın yöresinde meydana gelen büyüklükleri 3 ten fazla olan depremlerin Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü verilerine göre istatistik çalışması yapılmış ve buna göre Mersin Kenti ve yakın yöresinde son yüzyıl içersinde, 3-3.9 büyüklüğünde 36 adet, 4-4.9 büyüklüğünde 16 adet ve 5-5.9 büyüklüğünde 3 adet olmak üzere toplam 55 adet deprem kayıt edilmiştir. Büyüklüğü 4 ve daha fazla olan depremlerin haritadaki yerleri ise Şekil 8’da verilmiş olup, bunların faylara yakınlığı dikkate çekmektedir. Şekil 8. Mersin ve yakın yöresinde önemli faylar ve son yüzyıl içersindeki deprem odaklarının dağılımları. Bunların dışında Akdeniz içersinde ve Kıbrıs’tan geçen önemli bir kırık hattı (Kıbrıs Yayı) daha bulunmakta olup, Akdeniz’de meydana gelen depremlerin kaynağını oluşturmaktadır. Afrika ve Anadolu Levhalarının sınırını oluşturan bu yayda tarihsel ve aletsel dönemler içersinde 6 ve daha büyük ölçekli depremler kaydedilmiştir (Ambraseys and Barazangi, 1989). Özet olarak, Ecemiş Fayı; kuzeyde yer alan ve Ecemiş Fayının batıya devamını oluşturan Namrun Fayı ile Mut Fayı; güneyde yer alan Ovacık Fayı; Silifke ile Mersin kıyı şeridi ile Namrun Fayı arasında yer alan çok sayıda küçük ölçekli faylar ile Tarsus kuzeydoğusunda ve doğusunda uzanan fayların deprem üreten aktif faylara karşılık gelmektedir. Ancak son yüzyılda oluşan depremlerin 5.5’ten küçük ve çoğunlukla 3-4 büyüklüğü yoğunlaşması ve fayların parçalı-küçük olması bu fayların, Kuzey Anadolu’da olduğu kadar büyük ölçekli ve yıkıcı deprem üretmeleri beklenmemelidir. Depremsellik açısından diğer önemli bir neden de bölgedeki kaya birimleri ile zemin özellikleridir. Deprem bir sismik dalga olayıdır. Sismik dalgaların genlikleri içinden geçtiği kaya birimlerine özelliklerine göre artar veya azalır, bu da depremin şiddetini etkiler (Şekil 9). Şekil 9’da görüleceği üzere aynı büyüklükteki bir depremde salam ve temel kayaçlarda deprem dalgalarının genlikleri düşük, gevşek ve suya doygun zeminlerde deprem dalgalarının genlikleri artmakta ve bu şekilde daha fazla hasara neden olmaktadır. DOSYA la çok daha fazla etkilenmekte ve en büyük hasarlar burada gözlenmektedir. Bu nedenle gevşek zeminler (sulu zemin, alüvyon vb.) üzerine mümkün olduğu kadar az katlı (maksimum 4 kat) ve sağlam bina yapılmalıdır. Bununla ilgili çok kötü örnekler hem Kocaeli hem de Düzce depremlerinde yaşanmış, onbinlerce bina sırf bu nedenle yıkılmış ve binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Şekil 9. Deprem dalgaları ile kaya birimlerinin ilişkileri. Mersin ile Tarsus arasının kaya birimleri ile zeminlerini gösteren jeolojik harita Şekil 10’da ve Mersin ile Anamur arasındaki kaya birimleri ile zemin özelliklerini gösteren harita da Şekil 11’de verilmektedir. Tüm bunlar acı bir gerçek olarak karşımızda dururken, Erdemli-MersinTarsus kıyı şeridinde 14-20 katlı binalar kondurulmuş, daha sağlam olan kuzey kesimlerde ise tam tersine tek veya iki katlı evler yapılmıştır. Bu yapılanma deprem açısından tehlike arz etmesinin yanı sıra, denizden gelen esinti ve hava akımlarının kesilmesine ve Mersin kenti için çirkin bir görünüme sahip olmasını beraberinde getirmektedir. Bu şekilde özellikle 6 ve 6’ya yakın bir büyüklükte meydana gelebilecek bir deprem (burada çok görülmemesine karşın), Erdemli-Mersin-Tarsus sahil bandı ve yerleşim alanlarında çok büyük hasarlara (çok sayıda insanın ölümüne ve binlerce binanın yıkılmasına vb.) neden olabilir. Ayrıca, Adana ve yakın yöresinde (Ceyhan,Yumurtalık, Karsantı, Karaisalı vb.) meydana gelebilecek 7 veya daha büyük ölçekli bir deprem ile Kıbrıs yayı üzerinde gelişebilecek (Akdeniz içersinde) bir deprem bu sahil şeridinde oldukça yıkıcı hasarlar oluşturabilir (Bina ve zemin özelliklerinin kötü olması nedeniyle). Son yıllarda Soli / Pompeiopolis antik kentinde sütunlu Cadde üzerinde yapılan çalışmalarda çok sayıda anıtsal kapıların tek taraflı ve tabana doğru devrildiği ortaya çıkarılmış ve bunun deprem nedeni ile olabileceği vurgulanmıştır (Şekil 12). 2012 yılı içersinde Nekropol alanında yapılan kazı çalışmalarında ise alanı çevreleyen duvarların kuzeydoğu yönünde ve kiremit dizisi yada domino taşları şeklinde yığıldığı saptanmış ve bununda aynı yılda meydana gelen depremler nedeniyle oluştuğu belirtilmiştir (Şekil 13). Yine burada özellikle mezar içlerinde yapılan kazı çalışmalarında denizel nitelikle çakıltaşlarının ve bunların arasında çok az da olsa deniz kabuklarının saptanması bölgenin aynı zamanda tsunami felaketinde uğrama olasılığını kuvvetlendirmektedir. Şekil 10. Mersin-Tarsus arasının jeoloji haritası (Şenol, 1998). Şekil 12. Soli Pompeiopolis Antik kenti Sütunlu Cadde. Şekil 11. Anamur Mersin arasının jeoloji haritası (1/500 bin ölçekli Türkiye Jeoloji Haritasından sadeleştirilerek alınmıştır). Şekil 10 ve 11 dikkatle incelendiğinde Anamur-Slifke-Erdemli-Mersin-Tarsus arasında yer alan kıyı şeridi ile yerleşim yerlerinin (Anamur, Silifke Erdemli, Çeşmeli, Kargıpınarı, Tece, Davultepe, Mezitli, Mersin Merkez, Karaduvar, Kazanlı, Tarsus vb), genelde gevşek ve sıkı tutturulmamış zeminler üzerinde yer aldığı görülmektedir. Kuzey kesimleri ise (Gülnar, Mut, Güzeloluk, Arslanköy, Çamlıyayla, Gözne vb.) daha sert ve sağlam kayaçlar üzerine kurulmuştur. Deprem sırasında gevşek zeminler, sağlam zemin ve kayalara oran- Şekil 13. Soli Pompeiopolis Antik Kenti Nekropol alanında yer alan duvarların bir yöne (Kuzeydoğuya) doğru kiremit dizisi (domino taşları gibi) yıkılması. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 83 DOSYA Sonuçlar Türkiye ve yakın yöresi tarihsel dönemlerden beri yoğun bir deprem aktivitesi içersindedir. Özellikle Batı ve Güneybatı Anadolu kıyılarında yer alan çoğu antik kentler depremler nedeniyle yıkılmış ya da yok olmuşlardır. Türkiye’de meydana gelen depremlerin ana nedeni tektonik hareketler sonucunda oluşan aktif fay kuşakları oluşturmaktadır. (Örneğin Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı, Ege Fayları ile Doğu Anadolu Fayları vb.). Tarihsel veriler dikketle incelendiğinde Türkiye ve yakın yöresininde gelecek yıllarda yine depremlerle karşı karşıya geleceği kesindir. Soli / Pompeiopolis Antik kentinde yapılan saha gözlemleri ile tarihsel kayıtlar bu kentinde olasılıkla 526 ya da 527 yılında meydana gelen bir deprem ve tsunami sonucunda yıkıldığına işaret etmektedir. Bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Buraya kadar verilen bilgilerin ışığında, Mersin ve yakın yöresinde gözlenen depremlerin aktif faylara (Ecemiş Fayı, Namrun Fayı, Mut Fayı, Ovacık Fayı, Karsantı-Karaisalı Fayı vb.) bağlı olarak geliştiği, bu faylarında son yüzyıl içersinde 5.5’tan büyük deprem üretmedikleri dikkate alındığında, gelecek yıllar içinde büyük ölçekli (6’dan büyük) bir deprem potansiyeli taşımadığı söylenebilir. Bununla birlikte, Antakya ve Adana yakın yöresi (Örneğin, Karsantı, Karaisalı, Yumurtalık, Pozantı güneyi-Gülek Boğazı vb.) ile Akdeniz’de meydana gelebilecek büyük ölçekli bir depremde (6.5’den büyük) Erdemli-Mersin-Tarsus arasında gevşek zemin üzerine çok katlı yapılanması nedeniyle büyük hasarlara neden olabilecektir. Bu nedenle bu bölgelerde bir an önce yeni bir imar planı hazırlanmalı, çok katlı bina yapımından biran önce vazgeçilmeli ve eski yapılmış binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekmektedir. KAYNAKLAR 1. Ambraseys, N. N., Barazangi, M., “The 1959 earthquake in the Bekea Valley: Implications for earthquake hazard assessment in the eastern Mediterranean region” J. Geophys. Res., 94, 4007-4013, 1989. 2. Arpat, E., Şaroğlu, F., “The East Anatolian Fault System: Thoughts on Its Development”, MTA Bull., 78, 33-39, 1972. 3. Barka, A. A., Reilinger, R., “Active Tectonics of The Mediterranean Region: Deduced from GPS, Neotectonic and Seismicity Data”, Annali di Geophysica XI, 3, 587-610, 1997. 4. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, web sayfası (www.koeri.bound.edu.tr) 84 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 5. Bullen, K. E., “An introduction to the theory of seismology”, Cambridge University Press, 1963. 6. Barka, A.A., “The North anatolian fault Zone”, Annales Tectonicae, Special Issue, Suppl. To Vol. VI, 164-195, 1992. 7. Demirtaş, R.,Yılmaz, R., “Türkiye’nin Sismotektoniği”, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, 91 sayfa, Ankara, 1996. 8. İnan, S., “Kızılırmak Fay Zonunun Yapısal ve Morfotektonik Özellikleri”, Türk. Jeol. Kur. Bülteni, 8, 321-328, 1993. 9. İnan, S., “Sivas’ın Depremselliği”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 277-285, Sivas, 2003. 10. İnan, S., Ekingen, S., “Namrun Fay Zonu’nun Jeolojik-Morfotektonik Özellikleri: Orta Anadolu Fay Sistemi’nin Güneybatı Bölümü (Orta Toroslar-Türkiye)”, Yerbilimler, 28 (3)147-158, 2007. 11. İnan, S., “Mersin’ın Depremselliği”, Mersin Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Mersin, 2008. 12. Jackson, J., McKenzie, D.P., “The Reationship Between Plate Motion and Seimic Moment Tensor and Rates of Active Deformation in the Mediterranean and Middle-East”, Geophys. J.R. astr.Soc., 93, 45-73, 1988. 13. Ketin, İ., Genel Jeoloji, Yer Bilimlerine Giriş, İTÜ Vakfı, Yayın no:22, İstanbul, 1988. 14. Koçyiğit, A., Beyhan, A., “A New Intracontinenthal Transcurrent Structure: the Central Anatolian Fault Zone, Turkey”, Tectonophysics, 284, 317-336, 1998. 15. Le Pichon, X., Şengör, A.M.C., Demirbağ, E., Rangin, C., İmren, B., Armijo, R., Görür, N., Çağatay, N., Mercier, B., Meyer, B., Saatçılar, B., Tok, B., “The Active Main Marmara Fault”, Earth and Planet. Sci. Lett., 192, 595-616, 2001. 16. Press, F. ve Siever, R., Understanding Earth. W.H. Freeman and Company, 1999. 17. Richter, C.F., “An Instrument Earthquake Magnitude Scale”, Bull. Seism. Soc. Amer., 25, 1-32, 1935. 18. Şenol, M., “Mersin Bölgesinin Jeolojisi”, MTA Genel Müdürlüğü Raporu (yayınlanmamış), 1998. 19. Şaroğlu, F., Emre, Ö., Kuşçu, İ., Türkiye Diri Fay Haritası, MTA, yayını, Ankara, 1992. 20. Tüysüz, O., Yeryuvarının İç Yapısı, Depremler ve Türkiye, İ.T.Ü. Ders notları, İstanbul, 1999. 21. Yetiş, C., “A New Observation on The Age of The Ecemiş Fault Zone”, Intenational Symposium on th Geology of Taurus Belt, Proceedings, 159-164, Ankara, 1984. 22. Yağcı, R. ve Hakan Kaya, F.H., SoliPompeiopolis 2012 Kazıları 23. www. deprem.gov.tr ÖĞRENCİ Gaziantep Kale ve Kent Tarihi Müzesi M. Yasin UĞUR Öğrenci, Mersin Üniversitesi, Mimarlık Bölümü 2012-2013 yılı bahar döneminde Mersin Üniversitesi Mimarlık Bölümü Mimari Tasarım IV dersi kapsamında Gaziantep kent merkezinde olması öngörülen bir müze tasarımı hedeflenmiştir. Müze projesi kapsamında, öğrencilerin üçer kişilik gruplar halinde ortak problem tanımı ve konsept geliştirmelerine ve daha sonra seçecekleri “kale ve kent tarihi müzesi”, “el zanaatları müzesi” ve “arkeoloji müzesi”nden birini ortak belirlenen konsept çerçevesinde bireysel olarak tasarlaması hedeflenmiştir. Tasarlanacak olan bu üç müze alanının birbirlerine uzaklığı 50-100 metre arasındadır. Proje alanı, Gaziantep’in eski kent merkezi ile yeni kent yerleşiminin kesiştiği alanda bulunmaktadır. Yapılması planlanan üç müzenin, proje alanlarının yakın bulunana şehrin önemli meydanlarından biri olan Demokrasi Meydanı’yla birlikte çalışması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda hem insanların müzeden müzeye geçişini sağlamak, hem de meydanla birlikte çalışmasını sağlamak amacıyla üç müzede de ortak kullanım amaçlı meydanlar tasarlanması temel yaklaşım olarak belirlenmiştir. Müzenin konsepti Türkiye’de müzelerde bulunan bir eksikliği göz önünde bulundurarak müzede verilecek olan eğitime dayanmıştır. Yılın bazı aylarında belirli periyotlarla uzun süreli eğitimler veya günlük ziyaretçilere sinevizyon ve dersliklerde kısa süreli bilgiler aktarılması hedeflenmiştir. Tasarım konusu olarak seçilen “Gaziantep Kale ve Kent Tarihi Müzesi” arazisinin Demokrasi Meydanı ve Gaziantep Kalesi arasında bulunmasından dolayı kale siluetini bozacağı düşüncesi ile bu sorunun çözülmesine yönelik bir tasarım yapılmıştır. Gaziantep Kale ve Kent Tarihi Müzesi’nin bazı mekânları Gaziantep Kalesi siluetini bozmamak için yeraltında tasarlanmıştır. Projede Demokrasi Meydanı’ndan insanları projede bulunan meydana geçişini sağlayıp ve bu meydana bakan müze girişinden ziyaretçilerin müzeye erişimi sağlanmıştır. Gaziantep kale ve kent tarihi müzesi zemin kat,-1,-2,-3 katlar olmak üzere dört kattan oluşmaktadır. Mekânlar ışık ihtiyacına göre katlara dağılmıştır. Projede kullanıcıların alt katlara inişi ve çıkışı ayrı çekirdeklerden sağlanmaktadır. Alt katlara inilODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 85 ÖĞRENCİ dikçe daha eski tarihli eserlerin sergilenmesi ve tekrar üst katlara çıkarken daha yeni tarihli eserlerin sergilenmesi ve böylelikle insanların alt katlara inildikçe tarihte geriye gidip sonra günümüze gelmiş gibi hissetmeleri amaçlanmıştır. Zemin katta ziyaretçilerin binaya girdikleri zaman geçici sergi alanını gezdikten sonra galeri boşluğuna bakan bir merdivenle alt kata inmeleri amaçlanmıştır. Bir alt kata bu galeri boşluğuna bakan merdivenlerin yanında asansörlerle de inilmesi tasarlanmıştır. Alt katlara indikçe ışığı daha çok alabilmek için galeri boşluğu daraltılmıştır. Ziyaretçilerin indiği ve çıktığı farklı galeri boşlukları tasarlanmıştır; bu galeriler sadece en alt katta birbirine bağlanmıştır. Normal katlarda galerileri birbirinden ayıran ve her iki tarafa da hizmet veren servis birimleri mevcuttur. Alt katlara inildikçe artan ışık ihtiyacından dolayı bazı 86 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 derslik ve yönetim odalarına ışık almak amaçlı gömük bahçeler tasarlanmıştır. Ziyaretçilerin tekrar yukarı çıkarken tarihsel olarak günümüze daha yakın eserleri görüp günümüze geldiklerini hissetmeleri amaçlanmıştır. Projede müze binasının batı kısmından yani kaleye bakan cepheden çıkış tasarlanmış ve çıkışta kafe ve restoran birimleri tasarlanmıştır. Böylece insanların kale manzarası eşliğinde dinlenmeleri ve bir sonraki müze olan “El Zanaatları Müzesi”ne yönlendirilmeleri amaçlanmıştır. Projenin zemin üstünde bulunan bölümü, ışığı daha yüksek oranda alabilmek için tamamen cam ve çelikten tasarlanmıştır. Sıfır kotu altında kalan kısım daha dayanıklı bir malzeme oldugundan dolayı betonarme olarak düşünülmüştür. ÖĞRENCİ ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 87 ÖĞRENCİ Gaziantep Arkeoloji Müzesi Emel AY Öğrenci, Mersin Üniversitesi, Mimarlık Bölümü +1.50 Kot planı. Vaziyet planı. +8.50 Kot planı. Vaziyet planı. Yer: Gaziantep Alan:10000 m2 +13.00 Kot planı. Ziyaretçi Profili: Yerel Halk ve Turistik Gruplar Birimler: Kalıcı Sergi Alanı, Geçici Sergi Alanı, Konferans Salonu, Çok Amaçlı Salon, Arşiv ve Kütüphane. +17.00 Kot planı. -1.30 Kot planı. 88 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 +25.50 Kot planı. ÖĞRENCİ AA kesiti 1. Müze girişi - kalıcı sergi 2. Kütüphane + arşiv 3. Geçici sergi salonu 4. Geçici sergi salonu 5. Kalıcı sergi salonu 6. Kalıcı sergi salonu 7. Ana müze BB kesiti 1. Kütüphane 2. Kalıcı sergi salonu 3. Geçici sergi salonu 4. Kalıcı sergi salonu 5. Kalıcı sergi salonu 6. Kafe Gaziantep kent tarihi olarak çok eski dönemlere ev sahipliği yapmış bir şehir. Bu dönemlere ait izler kalıntı olarak değil şehrin her alanında canlı, yaşayan ve işleyen sosyal yaşantının parçası olarak korunuyor. Kentsel ölçekte oluşturduğumuz “kültür yolu” ve tarihi çevresini kapsayan ringin içinde tasarladığımız üç müzeden biri olan arkeoloji müzesini, bu alanda bulunan stadın yerine düşündüğümüz fuar alanını karşılayan müze olarak işlevlendirdik. Konsept olarak arkeolojik katmanlaşmadan esinlenerek katmanlaşmanın doğal oluşumunu simgeleyen farklı kotlarda eğrisel zeminler ve kütleler tasarladım. Kütleler arasında kullanılabilir açık alanlar oluşturup bu alanlarda yine sergileme devamlılığını sağlayan geçişler tasarladım. Kesitte açık alanlarda gezen insanlar artık serginin bir parçası olacak ve kesitte dışarıdan gözlenebilen hareket, katmanlar arasında canlı yaşamını simgeleyecek. Kütlelerde geçişler üç ana sirkülasyon ve ıslak hacimlerin bulunduğu kulelerden sağlanıyor. Ayrıca kütleler kendi içinde farklı kotlarda yükseklikler içerdiği için iç mekânda merdivenlerle ulaşım sağlanıyor. Kütlelerdeki eğimler hareketi kısıtlamıyor. Dış tarafta eğimin fazla olduğu orta hacimde iç mekânda döşeme düz olarak devam ediyor. Bu yüzeyi cam olarak düşündüm. Arkeolojik buluntular ve kalıntılar eğrisel ve düz zemin arasında kalan cam döşeme altında zeminde sergileniyor. Ayrıca asansör ve merdivenler açık alanlara da çıkıyor. Kütleler arasında yürünebilecek olarak tasarlanan açık alanlarda bazı noktalarda birbirine yürüyen merdivenlerle bağlanıyor. Müze zemin kotundan daha aşağıda olduğu için müze girişi küçük gömülü avludan sağlanıyor. Bir kısmı gömülü olan kütlelerin zemin kotundan rampayla açık sergi alanından mevcut ana müze binasına kesintisiz bağlantı olacak şekilde tasarladım. Bu şekilde ana müze binasının 4. katı açık alan sergisiyle birleşiyor. Geniş açıklığın bulunduğu açık alanlarda büyük sütunlar sergileniyor ve her iki yanda bulunan daha küçük kütlelerde yapılan geçici sergilerden buraya bakı noktaları mevcut. Yarı açık alanlarda sürekli değişen yükseklik rampa ve merdivenlerin iç içe geçerek oluşturduğu sistemle katman mantığını detaylarda da kullandım. Ön görünüş. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 89 ÖĞRENCİ Yan görünüş. Açık alanda ulaşım ana müze binasına kadar mümkün. Bu alanda sütunlar büyük kalıntılar sergileniyor ve ana müze binasının bir kısmıyla birleşip ortak çalışıyor. Taşıyıcı sistemi betonarme sistem olarak tasarladım.Yapının işlevi sergileme olduğu için, yapının taşıyıcı elemanlarını da görünür bir şekilde tasarladım. 90 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Cephe tasarımında betonarme yüzeyin üstünde küçük yır tıklar oluşturarak ışığı daha kontrollü bir şekilde almayı hedefledim. Tüm kütlelerde dikey olan yır tıklar kullandım. Bununla birlikte, or tadaki kütlede o hacimdeki sergileme biçiminin farklı olması ve oradaki farklılığın dışarıdan gözlemlenebilmesi için yatay açıklıklar kullandım. ÖGRENCİ ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 91 ÖĞRENCİ Gaziantep El Zanaatları Müzesi Işıl ÖMÜR Öğrenci, Mersin Üniversitesi, Mimarlık Bölümü Gaziantep kenti tarihi ve coğrafi bakımdan ele alındığında kültür, tarih ve ulaşım yollarının kesişiminde yer almaktadır. Birçok kültüre ev sahipliği yapmış olan bu kent her nefeste, insanlara açık hava müzesi ruhunu yansıtmaktadır. Tarihin yanında saygıyla var olan Antep’te yerel değerlerin, el sanatlarının sergileneceği sanat müzesi tasarımı, üçüncü sınıf ikinci dönem projesi olarak öngörülmüştür. Proje çalışmasının analiz aşamasında kentsel ölçekte de tespit çalışmaları yapılmış ve analizlerin sonucuna bağlı olarak proje kapsamında kentsel ölçekte de yaklaşımlar geliştirilmiştir. Zanaat müzesi projesinin kentsel deneyim odağında bir kültür durağı olarak varolması kararı alınmıştır. Proje kapsamında müze, kent içinde klasikleşmiş algıdan arındırılarak kentle birlikte var olan farklı bir açıyla ele alınmıştır. Hızın ve hareketin insan yaşamının anlamını sönümlediği, tüketimin hızla yaygınlaştığı bir döneme tanıklık eden nesiller olarak, manevi duyarlılığı arttırmak, sanatı yaşama entegre etmek, yavaş şehir “slowcity” konseptini canlandırmak projenin amacı olmuştur. Proje alanı Antep’in merkezinde bulunmaktadır ve alan kentsel ölçekte kararlar alınarak çevresiyle birlikte düşünülmüştür. Arazinin yeşil kuşak, Alleben Deresi ve önemli ulaşım akslarının kesişiminde olması önemli tasarım girdisi olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda yavaş şehir felsefesini benimseyen tasarım, insanı hızdan kurtarıp durmasını, sanatla iç içe bir sos92 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 yal hayat sürmesini amaçlamaktadır. Kültür durağı konsepti bu noktada devreye girmekte ve kenti, kentliyi sanata dâhil etmektedir. Proje alışılagelmiş anlayışın dışında bir yaklaşımla müzelerin kapılarını tüm kente açmayı, sanatı ve kültürel değerleri Antep sokaklarına çıkarmayı amaçlamaktadır. ‘’Her şeyi Alelacele Tüketmekten Yorulduk Robotlaştık’’ Alan analizleri sonucu şehirdeki hızın ve insanı önemsemeyen düzenlemelerin zamanı tükettiği, nitelikli mekânların insanlara sunulmadığı gözlemlendi. Kentte kültür yolu projesiyle gelen tarih, kent merkezinde yok olmakta ve yerini yalnızlaşmış, sanatı duvarlar arasına hapsederek insanlardan mahrum eden birkaç müzeye bırakmıştı. Bu analizler sonucunda küreselleşme olgusuyla birlikte sığlaşan, eserlerin sadece toplanıp korunmasını amaçlayan müze olgusunu kırarak kentsel deneyim odağındaki mekânlar anlayışı benimsendi. Kentlinin yaşamsal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamayı hedef alan müze projesi, sergileme eylemiyle sosyal etkinlikleri iç içe çözmeyi amaçlıyor. Yeşil kuşağı kent içine alarak kentte insanların nefes alacakları kültür durakları önerildi. Bu durakların aksında ilerleyerek büyük kültür durağı olarak tanımlanabilecek müzelere ulaşılması tasarlandı. Bulunduğu konuma göre farklı işlevler yüklenen bu noktalar geçici, kalıcı sergi mekânlarını, halka açık atölyeleri, kitap okuma noktalarını ba- ÖĞRENCİ rındırıyor içinde. Devamında ise büyük kültür durağı olarak görülebilecek müze yapısı bulunuyor. lece sanatın, üretim aracı olarak halkın yaşamına farklı bir yönden katılması sağlandı. Müzede kamusal mekânlar (konferans salonu, çok amaçlı salon, kafe, kütüphane ve bir adet uygulama atölyesi) zemin kotunda konumlandırılarak kent odağında geçirgen, insanları içine çeken sosyal alanlar yaratıldı. Proje alanının yanından geçen dere projeye dâhil edilerek, su ve peyzajla kent içinde dinginlik hissi yeniden yorumlandı. Sergi alanları ise üst katlarda tasarlandı ve atölyeler sergi aksına saplanarak dönüşümlü mekânlar oluşturuldu. Atölyelerden üretimin ve sanatın sesleri çıkarken, çalışmaların sergilendiği sergi duvarlarında yöreselin yeniden yorumlanması sağlandı. Ayrıca, Antep yemek kültürü de ön planda tutularak mutfak müzesi ve restoranın bulunduğu kütle dere içinde konumlandırıldı. Müze bünyesinde el sanatları pazarı da tasarlandı. Böy- Proje amaçlarından biri de yöreye özgü el sanatlarını klasikleşmiş kullanım ve sergileme biçiminden çıkararak zincirleri kırmak olarak belirlendi. Bakırcılık, gümüş işlemeciliği, müzik aletleri yapımı, aba dokumacılığı, kuyumculuk, sedef işlemeciliği, kutnuculuk, kilimcilik müzede sergilenen el zanaatları... Müze ve sanat anlayışının yeniden yorumu, çağdaş tekniklerle yapılan sergilemeler başka bir sanat anlayışı getirecek. Müzedeki kamusal mekânlar, eklentiler de halkın buluştuğu, keyifle kahvelerini içip sohbet ettikleri insan odaklı hayatı yaşama geçirmiş olacak. Tarihe, kültüre, sanata duyulan ilgi de böylece kendiliğinden ve koşulsuz olarak oluşacaktır. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 93 ÜYELERDEN Sanatın Eylem Alanı Olarak Sanat Sokağının Hamamönü Örneği Üzerinden İncelenmesi ve Sanatın Kamusal Mekân Kalitesine Etkilerine Hamamönü Sanat Sokağı Üzerinden Bakmak Okan KARAKAŞ Mimar Özet Son yüzyılda oldukça belirginlik kazanan sanatın kamusal alana taşınması ve sanatın kamusal mekânda sergilenmesi, üretilmesi gibi birçok etkinlik durumunu ortaya çıkarmıştır. Bunların ışığında ortaya çıkan kamusal sanat kullanıcı ihtiyaçlarına cevap vermenin yanı sıra, insanları o mekânı yaşamaya teşvik edecek estetik kalitesi yüksek çevreler yaratmak da oldukça önem taşımaktadır. Kamusal sanatın kullanımı, söz konusu yaşam alanlarında kişilerin hoşnutluk düzeyini arttırma ve estetik kaliteyi yükseltme anlamında önem taşımakla beraber, çevre ölçekte birtakım kentsel değişimlere neden olmaktadır. Sanatın sergilenme, üretim alanı olarak ortaya çıkan sanat sokağı belirli bir bölgede mekânsal olarak yerleşmiş çevresine referans veren ve kullanıcının buraya gelerek bir şekilde sanatsal etkileşimde bulunduğu mekânlardır. Ülkemizde son yıllarda hızlı bir şekilde ortaya çıkan sanat sokağının kalitesinin tartışılması ve bu tartışmayı Hamamönü sanat sokağı üzerinden yapmak çalışmanın temel amacıdır. Hamamönünün geçirdiği dönüşüm, sanat sokağının kentsel makroformdaki yeri, kullanıcı profilleri, sokağın kullanım biçimi gibi sorular ışığında sanat sokağının kamusal mekân kalitesi tartışılmıştır. Anahtar sözcükler: Sanatın kamusal mekân etkisi, kalite, sanat sokağı, kamusal sanat. Altındağ-Hamamönü Tarihi Şekil 1. Hamamönü (Ankara) Google Earth görünümü. 94 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Hamamönü bölgesi, Ankara’nın geçmişine ışık tutan eski evleri bünyesinde barındırıyor. Eski Ankara, yani Altındağ. Ankara’yı Ankara yapan bütün değerlerin Altındağ ilçesinde oluşu burayı önemli bir bölge haline getiriyor. Altındağ’ın bilinen tarihi Paleolitik çağlara kadar uzanıyor. MÖ Hitit, Lidya, Pars, Galat ve Roma uygarlıklarının izlerini taşıyan Altındağ’da, Bizans, Selçuklu ve Osmanlıların da izlerini görmek mümkündür. Hamamönü, adını Oğuz Türklerinin Bayındır Boyu beylerinden Karacabey’in yaptırdığı çifte hamamdan almıştır. Hemen yan tarafındaki park Mehmet Akif Ersoy Parkı olarak adlandırılır. Parkın içinde İstiklal Marşı’nın yazıldığı ev de bulunmaktadır. Hamamönü Mahallesi’nin çevresinde Mehmet Akif Ersoy Evi, Taceddin Sultan Camii, Mehmet Akif Ersoy Parkı, Hacı Musa Camii ve Karacabey Tarihi Hamamı yer almaktadır. Hamamönüne bakıldığında çoğunluğu tarihi Ankara evlerinin yenilenmesiyle ortaya çıkan bir doku mevcuttur. Bu evler çeşitli şekillerde işlevlendirilmiş bir kısmı konut, kafe ve sanatçı atölyelerine dönüştürülmüşleridir. Ankara evlerinin, yaygın olarak evlerde yapılan sof üretimi (yıkama, kurutma, yünü iplik haline getirme ve dokuma) eylemlerini barındırabilecek avlu/taşlık, sofa, oda gibi çeşitli mekânlara sahip olduğu tespit edilmiştir. Sokaklarda incelenen eski Ankara evleri de birçok açıdan değişik olmakla birlikte, bu özelliklere sahip, en az iki katlı, çok odalı, avlulu ve sofa/ sedirgâhlı yapılardır. ÜYELERDEN Şekil 2. Hamamönü dönüşümden önceki hali. Şekil 3. Hamamönü dönüşümden sonraki hali. Hamamönü Sanat Sokağının Kentsel Makroformdaki Yeri-Kullanıcı Profili Şekil 4. Hamamönü Sanat sokağının etrafındaki kentsel açık alanlar. Sanat sokağı konumu itibariyle çoğunlukla kamusal kullanımın olduğu hastane, park, cami, kafelerin bulunduğu, kentsel dönüşümle beraber yayalaştırılmış bir dokuda yer almaktadır. Bu açıdan Hamamönü Ankara ölçeğinde kentli için yayalaştırılmış ender noktalardan birisidir. Hamamönü’ndeki kullanıcı profillerini incelediğimizde, Hamamönü etrafındaki üniversite öğrencileri, ziyarete gelen turistler, çevredeki hastanelere gelen kullanıcılar olarak göze çarpmaktadır. Kamusal Sanatın Tanımı ve Eylem Alanı Olarak Sanat Sokağı Kamusal sanat, sokaklar parklar, meydanlar, bina cepheleri, kamusal yapıların ortak kullanım alanları gibi mekânlarda yapılan sanat işidir. Artistik ve kentsel değerin korunması, geliştirilmesi ve kentsel mekânda kişiler arası iletişimin ve insan çevre etkileşiminin olumlu hale getirilmesinde kullanılan bir araçtır. ‘’Kamusal sanatın mekân hissi ve mekân kimliğinin oluşturulmasında kentsel yenileme projelerinin bir parçası olarak planlamaya dâhil edilmesi, tanımlanabilir kentsel mekân oluşturulmasına yardımcı olur. Bu sayede, ziyaretçilerin hafızalarında gezip gördükleri kente dair daha ka- lıcı bir etki bırakılabilir. Hisleri uyandıran, duyguları canlandıran ve dikkat çeken bir unsur olarak sanat eseri, kişilerin mekânla ilişki kurmasını ve o mekânı tanımlayabilmelerini sağlar’’ (Bayram B, 2004). ‘’Kamusal mekânların yeni yaşam çevrelerinde gözlemlenen önemli sorunlarından biri, kullanıcıların yaratılan çevrelerden duydukları hoşnutsuzluktur. Böyle bir durumda, sadece zorunlu aktiviteler gerçekleşecek, insanlar çevrelerine ve kamusal mekânlara yabancılaşacaklardır. Böyle bir çevrede, kullanıcı kendisini çevresi ile bir bütün olarak algılayamaz ve giderek etrafında olup bitenlere karşı kayıtsızlaşmaya başlar’’ (Atabek, E, 2002). Kamusal sanatı, kamusalla özel arasındaki etkileşimde ele alan Rendell (2000)’a göre sanat: ‘’Bir araya geldiklerinde sosyal bir yapı olarak kamuyu oluşturan bireysel sanatçıların, ilgi alanlarıyla özel dünyalarından elde ettikleri bir olgudur.Yani sanat, ‘özel’ çalışmaların ‘kamusal’ bir alanda sergilenmesini içeren, hem kamusal hem de kişisel öğelerin kamusal mekânlarda sunulduğu sübjektif ve özel bir aktivite olarak tanımlanabilir. Kamusal sanatın özellikle altını çizdiği ise, teorinin ‘içeri’ dünyasıyla, pratiğin ‘dışarı’ dünyası arasındaki özel ve kamusal hatlardır’’ (Rendell, J, 2000). ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 95 ÜYELERDEN Kamusal Sanatın Hamamönü Sanat Sokağı Üzerinden İncelenmesi ‘’Aslında kamusal sanatla ilgili anlaşılması gereken en önemli konu, bunun geleneksel ya da galeri türü sanattan farklı bir sanat biçimi olmasından kaynaklanır. Galeri sanatının ve kamusal sanatın kişide uyandırdığı etkiler aslında sezgiseldir. Kamusal sanat, galeri sanatının aksine halk için yapılmalıdır; çünkü onun hitap edeceği kesim halktır. İnsanlar galeriye gitmemeyi seçebilirler, fakat yaşamlarını sürdürmek için kentsel kamusal mekânları kullanmak durumundadırlar. Kamusal mekânda yer alan bir sanat objesi veya plazaların ilk giriş kapılarında sergilenen sanat eserlerinden vatandaşlar şu veya bu şekilde etkilenmektedirler’’ (Lipton, 2003). Hamamönü sanat sokağına baktığımızda buradaki sanatsal aktiviteler, resim, heykel, fotoğraf, geleneksel Türk sanatları gibi klasik sanat türleri vardır. Bu anlamda sanatın üretimi ve mekânın kullanımı belli ölçülerde sınırlanmıştır. Kamusal sanatın temelinde var olan çoğulcu yapısı buradaki sanat sokağında bireysel sanatın üretilmesine dönmektedir. Buradaki sanat atölyeleri sadece işin öğrenildiği bir mekân haline dönüşmüştür. Hamamönü sanat sokağının problemi kendisinin sanatın malzemesi olamama durumudur. “Doğallık: Doğal olan çevreler veya doğallığın yapılmış öğelerden üstün olduğu yerler; Bakım: Bakılan ve ilgilenilen çevreler; Açıklık ve tanımlanmış mekân: Tanımlanmış açık mekânın panorama ve keyifli öğelerin manzaraları ile harmanlanması; Tarihsel önem/içerik: Uygun birliktelikleri teşvik eden çevreler; Düzen: Organizasyon anlamında, tutarlılık, uygunluk, okunabilirlik, belirginliği içermektedir’’ (Nasar J. L,1998) Aynı şekilde kentsel mekân parametreleri ilgili olarak ‘Kamusal Mekânlar için Proje Şirketi’’ dört başlık üzerinde çalışmışlardır. ‘’Amerika Birleşik Devletleri merkezli “Kamusal Mekânlar için Proje Şirketi” PPS (Project for Public Places Inc.) teknik yardım, araştırma, eğitim, planlama ve tasarım önerileri sunan çok etkili kâr amacı gütmeyen bir kuruluştur. 1000’in üzerindeki kamusal mekân projesi tecrübesi bulmuştur ki, onlara göre başarılı kamusal mekânların dört ana işlevi yerine getirmelidir. Bunlar; -Erişim ve Bağlantılar -Amaç ve Aktiviteler -Rahatlık ve İmaj -Sosyalleşme’’ (İnceoğlu M, 2009) Nasar’ın bahsettiği kentsel mekân kalitesi parametreleri olan Doğallık, Bakım, Açıklık ve Tanımlanmış Mekân,Tarihsel Önem/İçerik, Düzen başlıklarından Hamamönü Sanat Sokağı’nı incelersek, Doğallık: Doğallığın kendiliğinden oluşma durumunun sanat sokağını yarattığı söylenemez. Hamamönü sanat sokağının şimdiki durumuna baktığımızda Hamamönü’nün kentsel dönüşümle beraber ortaya çıkmış bir hali vardır. Mevcut dokunun yeniden iyileştirilmesi ve buradaki tarihi Ankara evlerinin yeniden sanat atölyeleri ile işlevlendirilmesi soncu bugünkü halini almıştır. Zamanla beraber yıpranmış, tahrip olmuş Hamamönü dokusunun yeniden eski haline döndürülmesi ve doğal bir görünüm kazandırılması istenmiştir. Bu doğal görünme çabası sanat sokağı üzerinden çok da başarılı bir şekilde okunmamaktadır. Şekil 5. Hamamönü Sanat Sokağı işlevsel gösterimi. Hamamönü sanat sokağında, klasik sanat olarak nitelendirebilineceğimiz resim, seramik, heykel sanatları vardır. Bunların yanında Türk-İslam kültürünü yansıtacak geleneksel Türk sanatları atölyesi de bulunmaktadır. Hamamönü sanat sokağının sahip olduğu potansiyellerle kentsel mekân kalitesinin ne olduğunu anlayabiliriz. Bu anlamda kentsel mekânda kalite nedir ve bunun parametreleri nelerdir bunlara bakmamız gerekir. Kentsel Mekânda Kalite ve Parametreleri Kentsel mekânın kalitesi hayatımızın da kalitesini etkilemektedir. Bir kentin kullanıcıları olarak hepimiz hangi yaşta olursak olalım ya da nerede yaşarsak yaşayalım kapıdan dışarıya her adım atışımızda kentsel mekânı kullanırız. ‘’Nasar, izleyenlerin ve kullanıcıların; sanatı, edebiyatı ve müziği tecrübe etme veya etmeme tercihinde bulunabilirken, kentsel mekânlarda ve tasarımında böyle bir tercihin bulunmadığını belirtmektedir. Günlük aktivitelerinde insanların kentin kamu mekânlarında bulunmalarını ve kentin şeklinin ve görünüşünün onu yaşayanları aynı zamanda da daha geniş halk kitlelerini tatmin etmesi gerekliliği üzerinde durmaktadır. Nasar tarafından kaliteler son derece genelleştirilmiş tercihler serisine dönüştürülmüştür’’. 96 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Bakım: Hamamönü sanat sokağının mevcut durumu, önceki mevcut dokuya oranla oldukça bakımlı bir haldedir. Kullanıcı için steril bir mekânsal ortam sağlamaktadır. Bu anlamda kullanıcının rahatlıkla kullanabildiği, gelebildiği bir mekân olmuştur. Tarihsel önem/içerik: Hamamönü tarihsel bağlamda oldukça önemli bir konuma sahip ve uzun bir geçmişi vardır, Tarihi Ankara evlerinin bulunduğu bu alan dönüşümle beraber eski dokunun canlandırılması amaçlanmıştır. Günümüzde Ankara kenti için bu tarihi dokunun yeniden ortaya çıkarılması ve sürdürülmesi önemli bir süreçtir. Hamamönü kullanıcısı için kentin bu noktası önemli bir yaya noktasıdır, kentten bir şekilde izole edilmiş hissi veren bu tarihsel alan, kullanıcıya hissettirdiği mekân psikolojisi açısından büyük bir öneme sahiptir diyebiliriz. Tarihsel içerik açısından Hamamönü sanat sokağının öncesinde bu mevcut dokuda herhangi bir sanat aktivitesinin yapıldığı ya da sokaklaşmış, meydanlaşmış bir sanat eylem alanı bulunmamaktadır. Bu bağlamda sanat sokağının tarihsel bir bağlantısallığın mekâna yansıma ya da mekân-sanat ilişkisi arasındaki güçlü bağı ortaya çıkarma gibi bir durumu olamamıştır. Avrupa kentlerinde kendiliğinden oluşmuş, günümüze kadar gelmiş olan meydanlar, sokaklar, tarihsel süreç açısından oldukça önemlidir çünkü kendiliğinden oluşmuş bu kentlerde kamusal mekânın kullanımı ve tarihle olan etkileşim oldukça göze çarpıcıdır, Hamamönü sanat sokağında ise bu tam tersini barındırmaktadır, oldukça yapay kalan sokak ÜYELERDEN üzerine sanat işlevinin giydirilmesi ile oluşan, adına sanat sokağı denilerek ortaya çıkan kamusal mekândır. Açıklık ve tanımlanmış mekân: Hamamönü sanat sokağı mevcut doku içindeki konumuna baktığımızda köşe parsel üzerine konumlanmış birkaç yapı ve onun tanımladığı yarı açık mekândan ortaya çıkmış bir sokaktır. Hamamönü sanat sokağı mekân kurgusunda sanat atölyelerinin açıldığı ve eserlerin sergilendiği bir yer haline gelmiştir. Mekâna herhangi bir şekilde karakterini veren bir sanat objesi ya da bir imge olarak mekânı görünür kılacak yapısal bir eleman bulunmamaktadır. Hamamönü sanat sokağının kalitesini tanımlamak için kullanılan parametreler biraz daha derinleştirilerek sanatın kamusal mekân kalitesine etkilerinin neler olduğunu ortaya koymak ve bu etkileri belirli başlıklar altınca incelenmiştir. Sanatın Kamusal Mekân Kalitesine Etkilerine Hamamönü Sanat Sokağı Üzerinden Bakmak: Çalışma kapsamında sanatsal faaliyetlerin, kamusal mekân kalitesine etkileri, • Kimlik • Toplumsal iletişim • Kültürel süreklilik • Estetik beğeni ve • Ekonomik fayda boyutlarında ele alınacaktır. (Bayram B, 2004) Bu kriterler çevresinde sanat sokağının mekânsal kalitesinin tartışılması ve bu kriterlerin hangilerini yaratıp yaratmadığı incelenmesi amaçlanmıştır. Kimlik ‘’Sanatın kamusal açık alanlarda ilgi ve heyecan deneyimine yol açtığı ve yerleşime bir kimlik kazandırdığı söylenebilir’’(Carr, S., Francıs, M., Rivling, L. G. ve Stone, A. M,1992). ‘’Kamusal mekân tasarımları uzun vadeli düşünmelidir. Kentin binaları ve açık alanları kullanıcıların vizyonunu yansıtmalı ve şehre tek olduğu hissini vermelidir. Amerika’nın Milpilas, Oakland ve Berkeley gibi bazı şehirleri, sanatın yaşam standardını geliştirdiği, prestijini artırdığı, şehrin imajını yansıttığı ve ekonomik karla sonuçlanan iş dünyasını cesaretlendirdiğinin farkında olarak sanat için ayrılan yüzdelik dilimi maksimum seviyelerde tutmaya çalışmaktadırlar’’(Longini, S. J, 2006). ‘’Jane Jacobs’un belirttiği gibi, şehir diyince akla ilk gelen unsur sokaklardır. Sokaklar ilginç görünüyorsa şehir de ilginç, sönük görünüyorsa şehir de sönük görünür’’ (Lipton, S, 2003). Şekil 6. Hamamönü sanat sokağı yakın çevresi Düzen: Sanat sokağının mevcut bağlamda okunabilirliği oldukça zayıftır. Köşe parsel üzerine konumlanan sanat sokağı bir sokak gibi işlemekten ziyade, geri çekilmiş, avlulaşan bir düzene sahiptir. Sokağı ancak mevcutta bulunan bir tabelayla algılayabiliyor olmamız ve buraya ilk defa gelen kullanıcı için sokağın bellekte yer edişi oldukça zayıftır. ‘’Kamusal alanlar, sanat sayesinde farklı ve özel bir şahsiyete, aktiviteye ve kültüre kavuşurlar. Sanat eseri mekânsal duyguyu uyandırır, mekânın sosyal teorisini yansıtır ve mekânı sembolize eden bir sitil oluşturur. Kamusal mekânda sanat genellikle mekâna karakter kazandırmak, onu ilginç kılmak veya güzellik katmak için yapılır. St. Louis Kemeri’nde veya New York Özgürlük Anıtı’nda olduğu gibi, sanat eseri bir sembol olur ve insanlar onun sayesinde mekânı hatırlarlar. Bu tanımlama da mekânı ayırt edilebilir kılmaktadır’’ (Bayram B, 2004). Kentlinin buluşma noktaları olan kamusal alanlar sanat sayesinde özel bir kimliğe kavuşabilir. Bu bağlamda inceleme konusu olan sanat sokakları mekânsal olarak kentin bir nirengi noktası haline gelebilir. Çoğu kentte bir heykel kenti sembolize edebilirken sanat sokağı gibi mekânsal düzenlemeler kente bir kimlik kazandırabilirler. Kamusal mekân olarak sanat sokağı kent için ilgi çekici bir hale gelme çabası içinde olabilir. Hamamönü sanat sokağına baktığımızda kent için kimlik yaratma biçimi çok da mümkün değildir. Sokağın dönüşümün tarihi bir kimliği atfetme çabası mekânın önceden belirlenmiş bir kimlik karakter içine sokmuştur, temelde burada yapılan sanat, yada sanat yapıtı bu karakteri vermemektedir. Toplumsal İletişim Şekil 7. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). ‘’Sanatın toplumsal katkısı, içinde bulunduğumuz çevrenin sanatı anlama biçimimizi değiştirdiği gibi, sanatın da çevremizdeki dünyaya bakma seklini değiştirmesi ile gerçekleşmektedir’’ (Aydınlı S, 1993). ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 97 ÜYELERDEN “Özellikle kamusal mekânlarda izleyici etkileşimli olarak gerçeklesen sanat aktiviteleri (festivaller, karnavallar, etkinlikler, vb.) toplumsal iletişim çerçevesinde oldukça önem kazanmaktadır. Bu tür aktiviteler, kişileri bir araya getirerek bir sinerji ortamı oluşmasını sağlar ve sanatın aracı olduğu belli amaçlarda, onların birbirlerini görmelerini, etkileşimde bulunmalarını ve birlikte çalışarak paylaşımlarının artmasını sağlamaktadır” (Bayram B, 2004). Kamusal mekânların insanlar arasındaki iletişimi artırmak daha çok karşılaşma ve buluşmalarını sağlamaktadır. Hamamönü sanat sokağı kullanım açısından bakıldığında özellikle Ramazan ayında yoğun bir kullanıma sahip olmaktadır. Yılın bir ayına denk gelen bu süreçte sergiler, gösteriler, etkinlikler oldukça yoğunluk gösterir. Bu anlamda sanat sokağı bu ayda toplumsal iletişimi insanların bir araya gelmesini olanaklı kılmaktadır. Şekil 8. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Sanat sokağının yılın diğer aylarında bu kadar yoğun bir süreç geçirmemektedir. Sergiler dışında topluca bir araya gelinen bir etkinlik olmamaktadır. Sokağın bu durumu kamu mekânını kullanan bireylerin bir araya getirmekte yetersiz kaldığı durumunu ortaya çıkmaktadır. Kültürel Süreklilik “Bugün 21. yy. kamusal mekânı, en büyük eleştiriyi kamusal yaşamın yok oluşundan ve kamusal mekânın eski kullanım canlılığını ve dinamiğini yitirmesinden almaktadır. Buna da bazı kültürel olayların eskiye oranla azalması ve önemsenmemesi neden olabilir. Oysaki kültür, insanın kendini evinde hissetmesini sağlayacak bir dünya ortaya koymasıdır. İnsanlar arası her çeşit karşılık ve etkileşimlere her türlü yapıp yaratmalara, alışkanlıklara, bütün manevi ve maddesel yapıt vermelere olanak sağlamaktadır. Bu şekilde toplumun kamusal mekâna sahip çıkması ve onu yaşatmasında oluşan kültürel ortam büyük rol oynar” (Uygur, N, 1996). “Her toplum, kendi tarihine sahiptir ve dolayısıyla her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Bu demek değildir ki, bazı değerler farklı kültürler tarafından kullanılmaz; ancak her kültür, fiziksel ve sosyal çevreden etkilenen insanın geçmiş çabalarının bir sonucudur. İnsanlar, bilinçsiz bir şekilde, farkında olmadan, kendi kültürleriyle ilişki kurarlar; o kültürün mensubu olurlar; toplumsal olmanın sonucu olarak uygun davranışlarda bulunurlar” (Aydınlı, S, 1993). Hamamönü sanat sokağı dönüşümle birlikte tarihi Ankara evlerinin yeniden restore edilerek her biri sanat atölyesine dönüştürülmüştür. Kültürün toplumsal belleği yaratması üzerinden düşünürsek sanat sokağının oluşturan tarihi Ankara evlerinin izini taşıması açısından bir şekilde kültürel kimliğin mimari olarak izlerini taşımaktadır. Şekil 9. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Estetik Beğeni “Bireyin yaratıcı eğilimi olarak kabul edebileceğimiz bir içgüdü, çeşitliliği ve tanımı ne şekilde olursa olsun, güzel dediğimiz şeyi istemektedir. İnsan psikolojisinin bir beğenme veya beğenmeme, bir seçme eğilimi vardır. Bu beğenide akıl bazen rol oynar, bazen oynamaz. Sanat eseri güzel sıfatını taşıyan eser olarak kabul edilegelmiştir” (Kuban, D,1973). Bu nedenle kamusal mekânlardaki sanat kullanımı, estetik ihtiyaca yönelik kuvvetli bir etkendir. Sanatın bireye kazandırmış olduğu en önemli ölçüt çevresine ve nesnelere karşı estetik bakış açısının olgunlaştırmasıdır. Bu bağlamda bireyin bulunduğu mekâna yaklaşımı ve sanat ürettiği mekânı daha farklı bir şekilde algılamasına yol açmaktadır. “Sanat, onu oluşturan çeşitli bileşenleri ile kültürün doğrudan ve dolaysız bir yansımasıdır ; toplumsal yapı ve gelişmede yadsınamaz bir yeri vardır. Kültür kendini sanat olgusu ile, giderek de onun somutlaşmış simgeleri ile açığa çıkarır. Sanat bir bakıma, kültürün yararlanılabilir, kullanılabilir hale dönüşmüş seklidir” (Şenliyer N,1995). Sanat sokağının içinde bulunan geleneksel Türk sanatlarının üretildiği atölyeler ebru, hüsn-ü hat tezhip gibi sanatlarla kültürel süreklilik bir şekilde sağlanmaya çalışılmıştır. Hamamönü sanat sokağı genel yapısı ile geleneksel Türk kimliğini yansıtmaya çalışan bir yapıya bürünmüştür. Mekânı hissettirdiği en önemli şey yapıların ölçeği itibariyle kentten bir şekilde izole edildiğiniz hissidir. 98 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Şekil 10. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). ÜYELERDEN Şekil 11. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Şekil 12. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). “Berylne (1974) sanatın insanlara sağladığı yararların neler olabileceğini tartışarak, estetik deneyimin dört temel işlevini saptamıştır. Bunlar, 1) Memnuniyet sağlama: Neşe veren ve haz duygusu uyandıran bir çevre motive edici ve yapıcı, yaratıcı etkilerle yorumlanan davranışlara neden olabilmektedir. 2) Bilgi verme: Çevrenin yeniden biçimlendirilmesi, biçimin değiştirilebilmesi ve simge haline getirilmesine ilişkin yöntemler hakkında bilgi vermek. 3) Bilgi işleme kapasitesini uygulama alanına sokma: Duyusal veriyi saklamaya, görsel birikim sağlamaya ve gerektiğinde onu kullanmaya yönelik bir kapasiteye sahip olan bir birey deneyimlerini daha farklı formlara yeniden kolaylıkla uyarlayabilmektedir. 4) Kişilik geliştirme ve kimlik duygusuna sahip olabilme: Çevre ile kişiliğin gelişmesi arasında dinamik bir ilişkinin varlığı, her kültür grubunun içinde bulunduğu fiziksel dünyasını kendine özgü bir şekilde yorumladığı bilinmektedir” (Aydınlı, S, 1993). Yapılan görüşmelerde sanat sokağının kullanıcıları sokağın faaliyete geçmesiyle birlikte kendilerinin ilgi duydukları sanatların eğitimlerini almak için geldiklerini ve zamanla bu sanatta yeterli düzeye geldiklerini söylemişlerdir. Bu anlamda sanat sokağının bir kullanıcı olarak oldukça pozitif bulduklarını söylemektedirler. “Çevre, mimari gösterimin bir aracı ve mimarın mesajını ileten bir platform olarak iki farklı pencereden estetik yorumla bir sanat eseri olarak görülebilir ki, kasıtlı bir iletişim hareketi değilken, ikincisi kasıtlıdır. Bir şehrin veya bir toplumun kültürünün anlatımı olarak değerlendirildiğinde, şehir tasarımının bütün ürünleri birer sanat eseri olma özelliğindedir. Çünkü sanat eseri, sanatçının kendi toplum görüşlerini kente dair tüm verileri kullanarak anlatma isteğinden doğar” (Lang, 1994). Kişiler bazı mekânları memnunluk verici olarak nitelendirebilirken, bazı mekânlarda hoşnutsuzluk duyabilmektedirler. Bu bakış açıları, kişilerin mekânlar ve insanlarla ilgili pozitif ve negatif hayat deneyimleri tarafından şekillenir. Kentsel çevre, kullanıcılar üzerinde bir alışkanlık yaratır ve alışık olunmayan bir durum ya da nesneyle karşılaşıldığında rahatsız edici olarak nitelendirilebilir. Ancak değişim, kişileri keşfe yönelttiğinden ve heyecan uyandırdığından ilgi çekicidir. Ekonomik Fayda “Arts & Business Quarterly’e göre sanat, toplumların ekonomik güçlenmelerini canlandırır, çalışanların vasıflı ve motive olmalarını sağlar, sivil toplumun gelişimine katkıda bulunur, iş dünyasında kuvvetli reklam gücüne sahiptir, pozitif görüşün hâkim olduğu iyi bir toplum geleceği sağlar.” Şekil 13. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Sanatsal üretimin kamusal mekânlarda uygulanma biçimlerindeki çeşitlilik, onun aynı zamanda yer aldığı mekân üzerindeki etki çemberini de genişletmektedir. Bu çemberin içinde yer alan ekonomik fayda kamusal mekânın kullanım potansiyellerini artırmakta ve zenginleştirmektedir. “Sanatçıların içinde bulundukları çağa ait değerleri, kendi içsel vizyonlarıyla dış dünyayı yansıttıkları üretimin kamusal mekânlar aracılığıyla geniş bir izleyiciye ulaşması sağlanır. Herkesin paylaştığı çok yönlü bir yatırım olan kamusal sanat, aynı zamanda ekonomik gelişmeyi de destekleyerek, özel yatırımları teşvik eder ve kentlere bir kimlik katar” (Bayram B, 2004). Kentsel dönüşümle beraber yapılan yenileme çalışmaları Hamamönü’nün adının daha fazla duyulması ve burayı ziyaret edenlerin sayısında ciddi bir artış olmuştur. Dönüşümden önce var olan kafeler dönüşümle beraber sayılarını artırmışlar ve ekonomik kalkınmalarının artığını söylemişlerdir. Sanat sokağının sanatçılara ve kursiyerlere sağladığı mekânsal avantajla birlikte ilgi duydukları sanatları öğrenebildiklerini ve ürettikleri eserleri gelen ziyaretçilere satabildiklerini söylemektedirler. Sonuç Hamamönü ve çevresi Ankara bağlamında gündelik yaşam kullanımında önemli bir yer temsil etmektedir. Mevcut dokunun dönüşümünden önceki terk edilmişliği ile dönüşümden sonraki hali ve kullanımı arasında ciddi farklar vardır. Hamamönündeki mekânsal dönüşüm önemli avantajlar sağlamıştır. Bunların başında alanın tümüyle yayalaştırılmasıdır. Bu sayede Ankara’nın kent ölçeğinde nadir olarak yayalaştırılmış noktalarından birisi haline gelmiştir. Hamamönü, ikinci olarak tarihi dokunun yeniden canlandırılması ve kente kazandırılma girişimi olmuştur. ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 | 99 ÜYELERDEN Bu çalışmada sanatın kamusal mekân kalitesine sanat sokağı üzerinden bakarken ortaya konulan ölçütler üzerinden geleneksel kimlik, toplumsal iletişim, kültürel süreklilik, estetik beğeni ve ekonomik fayda gibi kriterlerin bir kısmını sağlarken bir kısmını da sağlayamamaktadır. Bunlar içinden kimlik yaratma çabası gerek geleneksel Türk sanatları atölyesinde üretilen sanat türleri, gerekse mekânın tarihi Ankara evlerinden oluşması imaj olarak bir kimlik yaratma çabası içindedir. Toplumsal iletişim sınırlı olarak kalmakta ve özellikle ramazan aylarında iletişim yüzeyi genişlemektedir. Kültürel süreklilik açısından belli bir kültürel biçimin sahip olunan geleneklerin sergilenmesi performe edilmesi açısından sanat sokağı kullanıcısına mekân sağlayabilmektedir. Estetik beğeni olarak yine bir geleneksellik etkisi altında kalmaktadır. En son ekonomik fayda olarak kullanıcıların ve atölye sahiplerinin belirli bir kazanç içinde oldukları görülmüştür. Şekil 14. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Sanat sokağının gelecekteki durumuyla ilgili olarak sayılan ölçütlerin iyileştirilmesi ve sanat eyleminin Hamamönü ölçeğinde sadece sanat sokağından ibaret kalmadan alanın tümünde böyle bir sanatsal dönüşümden bahsedilmelidir. Kentin bu noktasının sanat açısından kente kazandırılması için bu mekânsal yüzeyin genişletilmesi ve sanatın Hamamönü’nün bütün sokaklarına taşması ve açık bir sanat bölgesi haline getirilmesi mümkün kılınabilmelidir. İyileştirilmiş ve yayalaştırılmış bir yer olarak Hamamönü’nün bu avantajı iyi bir şekilde değerlendirilerek çevre lokasyonda sanatla olan entegrasyonu artırılmalıdır, bu potansiyelleri bir yandan barındırırken sanatla yüz yüze geldiği noktada karşı karşıya kalınan yapaylaşma durumu yeni sanat biçimlerinin denenmesi ve açık kamusal sanat biçimleri (enstalasyon, video, grafitti) ortaya konulmalı ve teşvik edilmelidir. Şekil 15. Hamamönü Sanat Sokağı (O. Karakaş arşivi). Hamamönü gündelik yaşam içindeki kullanımına baktığımızda üniversite öğrenciler, alanı ziyarete gelen turistler ve çevredeki hastaneleri kullanan kullanıcılardan oluşmaktadır. Bu bağlamda kullanıcı potansiyelleri oldukça çeşitlenmektedir. Kullanıcının Hamamönü’yle kurduğu ilişki mekânın ölçeği olarak da oldukça farklıdır. Özellikle kullanıcı Hamamönü’ne girdiğinde kendini şehirden izole edilmiş hisseder çünkü binaların vermiş olduğu ölçek kullanıcıya bunu yaşatır. Ankara’ya baktığımızda özellikle Cumhuriyetle birlikte yeniden inşa edilmeye başlanmıştır, mevcutta var olan bir doku üzerine inşadan ziyade yeniden kentleşme sürecine girmiştir. Bu bağlamda Hamamönü’nün şimdiki durumu ile bugün kentleşen Ankara arasındaki ölçek farkı ciddi bir şekilde hissedilmektedir ve bu sınır oldukça keskin olmaktadır. Bunların ışığında Hamamönü sanat sokağı bir bütün olarak bakıldığında sanatın icra edilmesi için ona mekân sağlamanın ötesine geçemeyen bir gerçekliğe sahiptir. Sanat sokağı konumu, doku içindeki pozisyonu, içinde yürütülen sanat faaliyetlerinin biçimi, kullanıcı profili ve kullanma biçimleri açısından oldukça yapay kalma özelliğine sahiptir. Dönüşümden önce sanat sokağının bulunduğu alan üzerinde sanatsal aktivitelerin yer almaması kentli için buranın zihinde çok da kalıcı olmamasını ortaya çıkarmıştır. Sanat sokağının kentin sanat çeperini açacak genişletecek bir biçime bürünememesi, temelde sokağın kendisinin sanatın malzemesi olamaması durumu mevcuttur. Sanatın bireyi özgür kılma düşüncesi, duygu ve düşüncenin açığa çıkarılması karşısında sanat sokağının takındığı tavrın tarihselci yapısı ve bunun yanında yeniye dair hiçbir fiziksel olanı barındırmaması sanat sokağının imajını ve imgesini aklımızda bulanıklaştırmaktadır. 100 | ODA | ARALIK 2013 | SAYI 5 Sanat, kentli, kent, mimarlık kesişimlerinde önemli bir yere sahip olan sanat sokağı oluşturulurken yaratacağı potansiyeller, o yere özgü, onu tanımlayan, onu anlamlı kılan birçok özelliğiyle beraber ele alınmalıdır, fakat bu durumu yaratırken sanatın o özgün duruşunu sergilemeli ve yapay olma durumu ile karşı karşıya kalmamalıdır. KAYNAKLAR 1. Bayram B., “Kamusal Mekân Kalitesinin Yükseltilmesinde Yöntemler ve Kamusal Sanatın Rolü”, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2004. 2. Atabek, E., Kamusal Mekânlarda Kalite, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Kullanıcı Görüşlerine Dayalı Kalite Değerlendirmesi, Yüksek Lisans Tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2002. 3. Rendell, J., “Public Art: Between Public and Private, Advances in Art and Urban Futures Volume 1, Locality, Regeneration and Diversities”, ed. Sarah Bennet and John Butler, Intellect Books, Cromwell Press, Wiltshire, 2000. 4. Lipton, S., “From rags to riches: the case for better public spaces”, Creating Better Streets and Public Spaces, ICA, London, 2003. 5. Nasar J. L., “The Evaluative Image of the City”, Sage Publications, Thousand Oaks, CA, 1998. 6. Nasar J. L., “Environmental aesthetics: Theory, Research, and Applications”, Cambridge University Press, Cambridge, 1988. 7. Carr, S., Francis, M., Rivling, L. G. ve Stone, A. M., “Public Spaces”, Cambridge Univ. Press, Cambridge, 1992. 8. Longini, S. J., “Public Art Contributes to City’s Prestige, Defines its Image”, Oakland Tribune, 2006. 9. Aydınlı, S., “Mimarlıkta Estetik Değerler”, TÜ Mimarlık Fakültesi Baskı Atölyesi, İstanbul, 1993. 10. Uygur, N., “Kültür Kuramı”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996. 11. Senliyer, N., “Yaya Mekânlarında Sanat Objelerinin Çevre Yaşam Kalitesine Etkisi: Paris’ten bir MA Örnegi”, Mimari ve Kentsel Çevrede Kalite Arayışları Sempozyumu, 5-6-7 Haziran, s. 133-139, TÜ yayınları, TÜ, İstanbul, 1995. 12. Kuban, D., “Mimarlık Kavramları”, İTÜ Matbaası, İstanbul, 1973. 13. Newsom G., “The Role of the Arts in the Economic and Cultural Vitality of San Francisco”, Art for the City, A City for the Arts, SFGOV press, San Francisco, 2004.