İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Aydınlanma Döneminin en önemli insan hakları temsilcisi Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau’dur. Pers İmparatoru Kiros’un Yeni Babil İmparatorluğu’nu fethetmesinden sonra üzerinde niyetlerini yazılı olarak açıkladığı MÖ 539 tarihli Kiros Silindiri, Hintli Büyük Asoka’nın MÖ 272-MÖ 231 arasında yazılan Asoka Fermanları ve MÖ 622’de Müslümanları, Yahudileri ve Paganları da içine alacak şekilde Yathrib kentinin (daha sonra ismi Medine olan) önde gelen aşiret ve aileleri arasında resmî bir antlaşma olarak Muhammed Bin Abdullah tarafından hazırlanan Medine Sözleşmesi’dir. 1215 tarihli Magna Carta’nın hem İngiliz hukuk tarihi için hem de günümüzde uluslararası hukuk ve anayasa hukuku açısından önemi büyüktür. İnsan hakları düşüncesinin, Eski Yunan uygarlığına kadar giden bir geçmişi vardır. 1215 yılında İngiltere kralının yetkilerini sınırlayan Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Bildirgesi) ilan edildi. Sofistlerin çağındaki büyük düşünürlerden Sokrates, Platon ve Aristoteles, insanın önemini ve değerini kavramış kişilerdi. Sokrates, insanın önce kendisini tanıması gerektiğini savunmaktaydı. “Kendini bil!” ilkesini herkesin ilke edinmesi gerektiğine inanmaktaydı. Çünkü ona göre, insan önce kendi değerinin, yeteneklerinin, haklarının ne olduğunu bilmeye çalışmalıydı. YENİ ÇAĞ’DA İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ Avrupa’da, 14. ve 16. yüzyıllar arası Rönesansla, yani yeniden doğuşla birlikte insan tekrar Eski Çağ’daki değerine ulaştı. Matbaa ve pusulanın bulunması sonucu insanlar, hem bilgilerini yaydılar hem de deniz aşırı ülkeleri keşfettiler. İletişim ve bilginin çoğalması sonucu, insan değerli bir varlık oldu. Rönesans Dönemi, insanı temel amaç yapan Hümanizmin (insancılık) çıktığı dönemdir. Martin Luther, Avrupa Hristiyanlığında reformlara öncülük etmiştir. 1776 yılında yapılan Virginia İnsan Hakları Bildirisi’nde görmek mümkündür. Bu bildiride yer alan, “Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi, Aydınlanma Döneminin temele koyduğu hümanizm düşüncesi doğrultusunda, insanın bir amaç ve değer görmesi ilkesini hedeflemişti. İnsanların doğuştan itibaren eşit oldukları düşüncesini savunması sonucu, soylu ve asillerin de diğer insanlardan farklı olmadıklarını ortaya koydu. Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi genelde şu ilkeleri içermekteydi: İnsanlar, yasa önünde eşit ve özgür doğarlar; özgür ve eşit olmayı tüm yaşamları boyunca sürdürürler. Her siyasi topluluğun (devletin) amacı, insanın doğuştan getirdiği ve zaman içinde de değişmez olan temel haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. Özgürlük diğerlerine zarar vermeden her şeyi yapmak demektir. Bir insanın doğal haklarını kullanması, toplumun diğer üyelerine sağlanan aynı haklarla sınırlanmıştır. Hiçbir düşünce, geçerlilikte olan yasaya karşı gelmedikçe ya da kamu düzenini bozmadıkça, kınanamaz. İNSAN HAKLARI HUKUKUNUN GELİŞİMİ İnsan haklarının süjesi bireydir. Birey olmak hukukun insana yüklediği bir niteliktir. Birey kavramı ile hem gerçek hem de tüzel kişi kast edilmektedir. Yeniçağ ile birlikte anayasalarda yer almaya başlayan insan hakları kavramı pozitif hukuka girmiştir. Ortaçağda Hıristiyanlığın etkisinde kalan doğal hukuk yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Bu çağda Rönesans ile gelişen hümanizm akımı bireyi öne çıkarmıştır. Yeniçağ’da feodal üretim biçiminin çözülmesi ve kapitalist üretici güçlerinin gelişerek burjuva sınıfının oluşturması ile bugün bildiğimiz anlamda ‘’klasik hak ve özgürlükler’’ doğmuştur. Birleşmiş Milletler Dönemi İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte 25 Nisan 1945’te San Francisco’da toplanan konferans sonunda 26 Haziran 1945’te Birleşmiş Milletler kurucu antlaşması kabul edilmiş ve 10 Ocak 1946 tarihinde fiilen işlevsel hâle gelmiştir. Kurulduğu sırada Birleşmiş Milletler’in 51 üyesi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler’e üye tüm devletler insan haklarının korunması ortak değerini ilke olarak kabul etmişlerdir. BM Ekonomik Sosyal Konseyi’nin 21 Haziran 1946’da 18 üyeli bir İnsan Hakları Komisyonu kurması olmuştur. Adı geçen komisyonun hazırladığı metin 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda ‘’İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’’ olarak kabul edilmiş ve bunu Mart 1976’da yürürlüğe giren ‘’Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’’ ile ‘’ Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’’ izlemiştir. ‘’Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’’ ise, BM Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. ‘’Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme’’ 18 Aralık 1979 tarihinde Genel Kurul kararı ile kabul edilmiş ve üye ülkelerin imzasına açılmıştır. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ ‘’İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’’ olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1950 yılında Roma’da imzalanmış, Türkiye tarafından 1954 yılında onaylanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise uluslararası bir örgüt olan Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Strasbourg’da bulunan uluslararası bir yargı organıdır. Mahkeme, ‘’İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’’yi onaylamış olan Avrupa Konseyi’ne üye devlet sayısına eşit hâkimden oluşur. Avrupa Konseyi’ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Sırbistan ve Azerbaycan’ın da bulunduğu 47 Avrupa devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımaktadır. Mahkeme, Fransa’nın Strasbourg kentinde bulunmaktadır. Mahkeme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni uygular. İşi sözleşmede öngörülen hak ve garantilere devletlerin saygı gösterip göstermediğini denetlemektir. Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecine giren ve bunu sürdürmeye çalışan Türkiye’de uzun süredir en güncel konulardan biri olan ‘’insan hakları’’ bilgisinin ve bilincinin oluşturulması bir gereklilik, yasal bir zorunluluktur. İHTİYAÇLAR Açlık susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü denilmektedir. İçgüdü, deneysel olarak kanıtlanamayan bir kavram olup organizmanın doğuştan getirdiği biyolojik yatkınlıkları tanımlayan bir kavramdır. İhtiyaç Çeşitleri Mal ve hizmetleri kullanarak karşılanan giyinme, barınma, seyahat etme, hastalık durumunda doktora gitme vs. gibi ihtiyaçlar, ekonomik ihtiyaçlar; güzel olmak, güzel konuşmak, cesur olmak gibi mal ve hizmet kullanmadan karşılanan ihtiyaçlar ise ekonomik olmayan ihtiyaçlar olarak tanımlanmaktadır. Diğer yandan ihtiyaçların giderilmesindeki zorunluluk derecesi dikkate alınarak beslenme, giyinme, barınma gibi insan hayatının devamı için karşılanması zorunlu olan ihtiyaçlar “zorunlu ihtiyaç" olarak adlandırılır. İnsanların zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan hemen sonra gerçekleştirmek istedikleri ihtiyaçlar (eğitim, spor) “kültürel ihtiyaçlar”; zorunlu ve kültürel ihtiyaçlarını yeterince karşılayan insanların ihtiyaç duydukları ihtiyaçlar (otomobil, dünya gezisi vb.) ise “lüks ihtiyaçlar” olarak açıklanmaktadır. Zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaç ayrımının her toplumun sosyal ve ekonomik yapısına, yaşa, cinsiyete ve sosyal statüye göre değişebileceği öne sürülmektedir. Maslow (1970) insan ihtiyaçlarını “fizyolojik, güvenlik, saygınlık, sevme-sevilme-ait olma ve kendini gerçekleştirme” şeklinde hiyerarşik olarak 5 düzeyde ele almaktadır. Buna göre fizyolojik ihtiyaç; yeme, içme ve nefes alma gibi bir insanın en öncelikli ihtiyacı olup, karşılanmadığında organizmayı tamamen kontrol altına alır. Güvenlik ihtiyacı; fizyolojik ihtiyaçlar karşılandığında davranışın temel güdüleyicileri olan ihtiyaç basamağıdır. Finansal güvenlik, zarardan korunma ve hayatta kalmayı sağlamak için yeterli gereçleri elde etme bu ihtiyaçlar kapsamında önem kazanmaktadır. Sevme-sevilme ve ait olma ihtiyacı; fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının yeterli düzeyde karşılanması sevme, sevilme ve ait olma ihtiyaçlarını ortaya çıkmaktadır. İnsanlarla duygusal ilişki kurma isteği duyan bireyler bu ihtiyacı karşılamak için çaba sarf etmektedirler. Saygınlık (statü) ihtiyacı; fizyolojik, güvenlik ve sevgi ihtiyaçlarını karşılayan bireyler için bir ihtiyaç hâline gelmektedir. Saygınlık ihtiyacı, bireyin benliği ile ilgili üstün ve doğru bir değerlendirme isteğinin yanında diğerlerinin de onu değerli birisi olarak değerlendirme ihtiyacını içerir. Kendini gerçekleştirme ihtiyacı; bireyin kendine olan saygısını pekiştirmek için tatmin edilmesi gereken bir ihtiyaç olup, bireyin kendine uygun olan şeylerle uğraşmasını gerektirmektedir. Bu nedenle bireyin yapabilirlikleri ve becerileri doğrultusunda bir yaşam sürmesi ve kendi doğasına sadık kalması önemlidir. İhtiyaçların Genel Özellikleri İhtiyaçların çeşitli özelliklerinden söz edilebilir. Bunlar: 1.Bireysel ve toplumsal özelliklere göre ihtiyaçların tanımı, niteliği ve niceliğideğişmekle birlikte insanların tatmin etmek istedikleri zorunlu, sosyal, kültürelve psikolojik çok sayıda ihtiyacı olduğu, yani ihtiyaçların sonsuz olduğusöylenebilir. 2.İnsanların bazı ihtiyaçlarının şiddeti diğer ihtiyaçlarına oranla daha fazlaolabilmektedir. 3.İhtiyaçlar ve ihtiyaçların tatmini için kullanılan araçlar ikame edilebilirler.İhtiyaçların bir bölümünün tatmin edilmesiyle diğer bir bölümünün tatminindenvazgeçilebilir 4.İhtiyacın şiddeti tatmin edildikçe azalabilmektedir. İhtiyaçların tatminine aravermeden devam edildikçe (örn. yeme, içme) belirli bir aşamadan sonra buihtiyacı gideren şeylerin tüketimi insana haz vermek yerine ıstırap ve acıverebilmektedir. 5.Bazı ihtiyaçların şiddeti tatmin edildikçe artabilmektedir. Başlangıçta zorunluolmayan bir ihtiyaç düzenli olarak tatmin edildikçe, o ihtiyacın şiddetiartabilmektedir. 6.İhtiyaçları karşılanmayan kişiler zarar görme riski altında oldukları için ihtiyaç vezarar kavramları birbiriyle ilişkili olabilmektedir İhtiyaç Temelli Yaklaşım 20.yüzyılın ortalarında, benimsenen İhtiyaç Temelli Yaklaşım’da, yoksulbireylerin ihtiyaçları temel alınarak müdahaleler yapılmıştır. Kalkınma ile ilişkili ilgili olan İhtiyaç Temelli Yaklaşım uzun süre kullanılmıştır. İhtiyaç Temelli Yaklaşım yoksulları sürece dâhil etse de, sistemik değişiklikler yapılmasını sağlayacak ilke ve düzenlemeler konusunda yetersiz kalmıştır İhtiyaç Temelli Yaklaşımın olumsuz ya da eksik yönleri genel olarak şu şekilde sıralanmaktadır: Yoksul insanların faydalanıcı taraf, bağışçıların da hayırsever olduğu imajınıdevam ettirmiştir. Siyasi çevreler ve diğer etkili paydaşlara hiçbir zorunluluk getirilmemiştir. Hayırsever insanlar sadece kaynaklar müsait olduğunda yoksullarınihtiyaçlarını karşılamışlardır. Ulusal ya da uluslararası düzeyde minimum çaba ile gerçekleştirilenmüdahaleler çoğunlukla yetersiz olmuştur. Bu yaklaşım, toplumun gelişmesine katkı sağlamak üzere insanlarıcesaretlendirmiştir; ancak onları daha üst düzeyde ve politika geliştirençevrelere katılmaktan caydırdığı için hayal kırıklığına neden olmuştur İNSAN HAKLARI “İnsan hakları” Bireylerin yalnızca insan olması nedeniyle kazanılan, Sahip olmak için özel bir çaba gerektirmeyen, Ten rengi, ırk, dil gibi ayrıcalık ölçütü olmayan, İnsan onurunu korumayı, maddi ve manevi gelişimi sağlamayı amaçlayan, Uluslararası düzeyde garanti altına alınmış olan ve yasal olarak korunan, Tüm insanların, hatta bazı durumlarda henüz dünyaya gelmemiş olanlarınbile, her zaman ve her yerde sahip olması gereken haklardır. İnsan Haklarının Genel Özellikleri İnsan hakları genel olarak; Düşünce ve felsefesi açısından olduğu kadar, gelenek açısından da“evrenseldir”. Çünkü insan haklarına konu olan insan, her yerde insandır. İnsanın özgürce yaşama ve gelişmesini temel aldığı için “özgürlükçüdür”. İnsanın iyilik durumu ile onur ve haysiyetini korumaya ve geliştirmeyeodaklanarak onurlu bir yaşamı güvence altına almayı ve barışı sağlamayıhedeflediği için “barışçıdır. Sorumsuz davranışlar, insan ve toplumların huzurunu bozduğu için“sorumluluk telkin edicidir”. İnsan Hakları Temelli Yaklaşım İnsan haklarının tanım ve genel özellikleri düşünüldüğünde İnsan Hakları Temelli Yaklaşım yoksulluk, adaletsizlik, çatışma gibi sorunlarla mücadelede insan haklarını temel alır. 1.Kimin hakları? İnsan haklarınıtemel alan bir yaklaşım; dışlanmış marjinal nüfusun ve haklarının ihlal edilme tehlikesi olanların haklarını gerçekleştirmelerine olanak sağlamaktadır. 2.Bütünlükçü bakış açısı. İnsan hakları temelli olan bir program; aile, toplum,sivil toplum, yerel ve ulusal makamlar hakkında çevresine dair bütünlükçü bir bakış açısını benimser. 3.Uluslararası araçlar. Hizmet sunumu ve yönetimi, evrensel insan haklarıaraçları, gelenekleri ve uluslararası kabul edilmiş hedefler, amaçlar, normlar ya da standartlardan hareketle belirli sonuçlara ulaşılır. İnsan hakları temelli bir yaklaşım, ülkelerin bu tür amaç ve standartlara ulaşmalarını sağlamak için zaman kısıtlaması getirerek bu amaçların erişilebilir ulusal sonuçlara dönüştürülmesine de katkı sağlar. 4.Katılımcı süreç. Bu sonuçlara ya da standartlara erişmek için gerekli olansorumluluklar, katılımcı süreçler (politika geliştirme, ulusal planlama) ile belirlenir. Bu sorumluluklar kimin haklarının ihlal edildiği ve kimin harekete geçmesi gerektiği konuları arasındaki uzlaşmayı da yansıtır. 5.Şeffaflık ve sorumluluk. İnsan haklarını temel alan yaklaşım, hitap edilecekbelli başlı insan haklarını – ne yapılması ve atılacak adımların hangi standarda göre olması gerektiği ve kimin sorumlu olduğu – açıkça belirleyen politikanın, mevzuatın, kuralların ve bütçelerin oluşumuna yardımcı olur. Devletin üstlendiği yükümlülüklerin insan haklarını koruyan kuruluşlarınyardımı ile izlenmesini ve Devlet performansının kamusal olarak bağımsız bir biçimdedeğerlendirilmesini sağlar. 7.Sürekli sonuçlar. İnsan hakları temelli bir yaklaşım, gelişim çabalarının dahasürekli sonuçlar vermesini ve yatırımlardan daha çok kazanım sağlanmasını şu yöntemler aracılığı destekler: Birincil temsilciler ile diyaloğa geçme, kendi sorumluluklarını yerine getirme vedevleti hesap sorulabilir bir yapı olarak görme kapasitelerini oluşturma, Katılımcı süreçlerle ortak görüş bulmaya çalışarak sosyal dayanışmayıgüçlendirme, dışlanan ve ayrı tutulanlara yardım etmeye odaklanma, Sosyal ve politik fikir birliğini uluslararası anlaşmalara uygun sorumluluklarlailişkilendirmek ve düzenleme; İnsan hakları yetkilerini yasalar ve kurumlar çerçevesinde düzenleme, Demokratik süreçleri kurumsallaştırma ve Yerel, ulusal ve uluslararası kurallar, politikalar ve programlarda ifade edildiğigibi bireylerin ve kurumların atmak durumunda olduğu adımları yerine getirmekapasitelerini güçlendirme. İhtiyaçlar ve İnsan Hakları Arasındaki İlişki Bir insan hakkı olarak yeterli gıdaya erişim hakkında konuşmak da, benzer biçimde, insanların gıdaya olan (evrensel) ihtiyacı ve B’nin (toplum? hükûmet? ) tüm insanların onun sorumluluğunda gıdaya erişimini sağlama görevini ya da sorumluluğu hakkında konuşması anlamına gelmektedir SOSYAL HİZMET MESLEĞİNİN KULLANDIĞI KAVRAMLAR VE İNSAN HAKLARI ARASINDAKI İLİŞKİ İnsan ihtiyaçlarını bir bütün olarak gören sosyal hizmet, meslekleşme sürecinde kimi zorluklarla karşılaşmıştır. Bu güçlüklerin temelinde ise, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi kadar eski geleneksel bir uygulama oluşu bulunmaktadır. Böyle bir uygulamaya bilimsel içerikli mesleki bir oryantasyon kazandırmak kolay olmamıştır. Sosyal hizmetin amacı, bu yüzden; √ İnsanların problem çözme ve baş etme kapasitelerini geliştirmek, √ İnsanlara kaynak, hizmet ve şanslar tanıyan sistemler ile insanları ilişkilendirmek, √ Bu sistemlerin etkili ve insancıl çalışmasını geliştirmek, √ Sosyal poli kanın geliştirilmesine ve ilerletilmesine katkı vermek olarak açıklanabilir. Sosyal hizmet uzmanları, bazen bireylere yönelik doğrudan değişme stratejilerine, bazen çevreye yönelik doğrudan değişme stratejilerine, bazen de birey ve çevre arasındaki etkileşime yönelik doğrudan değişme stratejilerine yönelebilir. Ancak her durumda, bu stratejiler birey-durum (person-situation) etkileşiminin doğasını değiştirmeye yönelir. Değişme, sosyal hizmetin mesleki müdahalesinin odağı olduğu gibi, sosyal hizmetin kendisi de bir değişim aktörüdür. Sosyal hizmet insanlara; √ İhtiyaç duydukları ve hakları olan kaynaklara ulaşmalarında, √ Problem çözme kapasitelerini geliştirmelerinde, √ Müracaatçılara hizmet sunanların gelişimini destekleme yolu ile örgütlerin gelişmesini sağlamada, √ Özel ve kamu kurumlarında sosyal, sağlık ve çevresel politikaları etkilemede destek olur. Bu noktada; tüm sosyal hizmet faaliyetlerinin temel hedefi, sosyal iyileştirme ve yaşam tatmini için bireylerin gücünü ve tüm insanlık için kendini gerçekleştirmeyi mümkün kılan toplumsal örgütlenme, sosyal kurumlar ve sosyal politikanın gücünü ortaya çıkarmaktır SOSYAL HİZMETİN İNSAN HAKLARI TEMELİ Hak kavramı görev ile birlikte değerlendirilmelidir. Örneğin “özgür olma hakkı” öncelikle “başkalarını köle yapmamak ve/veya tahakküm altına almamak” görevi şeklinde tanımlanabilir. Düşünce özgürlüğü hakkı ise, “doğruyu ve hakikati bir bedeli de olsa- söylemek” görevi olarak anlam kazanmaktadır. Kimi görev ve sorumluluklar gönüllü olarak, yüklenilmiş olabilir, kimileri ise resmî ve zorunludur. İNSAN HAKLARI TİPOLOJİSİ İnsan haklarına ilişkin literatür bu hakların üç dalga ya da üç kuşak (generation) hâlinde geliştiğini kabul eder. Birinci kuşak insan hakları, vatandaşlık hakları ve politik haklardır. Bunların günümüzdeki şeklinin entelektüel temeli ise, 18. yy.’daki Aydınlanma düşüncesi ve gelişen liberal politik felsefedir. Birinci kuşak haklar koruma amaçlı olduğundan “negatif haklar” ya da “doğal haklar” olarak da nitelendirilebilmektedir. Çünkü daha çok korumayı hedef alan bu hakların zorlayıcı bir yanı vardır ve devlet tarafından güvence altına alınır. Yasalar, uluslararası bildirgeler, raporlar vb. yazılı belgelerle, anlaşmalarla korunarak garanti altına alınmaya çalışılır. İkinci kuşak haklar bu günkü şekli ile 18. yy. liberalizminden daha çok 19. ve 20. yy. da gelişen sosyal demokrasi ve sosyalizm anlayışını temel almıştır. Bu akımların kolektivist (toplumcu) bakış açısı, devlete bireylerin ihtiyaçlarını minimum düzeyde karşılama sorumluluğunu yüklemiştir. Batı ülkelerinin politik söylemi içinde kolektivist ideoloji liberalizm ideolojisine göre daha az kabul gördüğü için ikinci ve üçüncü kuşak haklar konusunda yazılı olarak daha az anlaşma sağlanmıştır. Özellikle devletin nereye kadar sorumlu olacağı tartışma konusudur. Diğer taraftan, ikinci kuşak haklar “pozitif haklar” olarak da nitelendirilebilmektedir. Üçüncü kuşak insan hakları daha sonraki yıllarda, 20. yy.’ın son otuz yılında ortaya çıkmış ve BM tarafından yazılı bir anlaşma hâline getirilmemiştir. Bu haklar, özellikle Asya ülkelerinden, - Batı’nın liberal görüşlerini temel alan tamamen bireyleri hedefleyen ve Asya kültüründeki ortak normları göz ardı eden insan hakları yaklaşımına karşı - yönelen eleştirilerle birlikte gelişmiştir. Söz konusu haklar, dünyadaki bütün insanların iş birliği yapmasını gerektiren konularla ilgilidir. SOSYAL HİZMET VE İNSAN HAKLARI İLİŞKİSİ Sosyal hizmetin iki temel değeri vardır. Bunlar; √ İnsanın değeri ve onuruna saygı, √ Uygun sosyal koşullar altında bireyin ve toplumun değişip gelişebileceğine ilişkin inançtır. Sosyal hizmet bir bütünün parçaları olan beş alanda uygulanır. Bunlar, coğrafİ, politik, sosyo ekonomik, kültürel ve manevi alanlardır. Esasen, bu beş alan ve özellikleri, mesleğin insan hakları ile alan ilişkisinin niteliğini de etkilemektedir. Sosyal hizmet mikro sosyal hizmet uygulamaları ile birey ya da küçük bir grubun üyesi olarak birey üzerine odaklanır ve çevresel stres ile baş etmesinde bireye yardıma yönelir. Mikro sosyal hizmet uygulamalarına, sosyal kişisel çalışma, sosyal grup çalışması örnek olarak verilebilir. Makro sosyal hizmet uygulamaları ise, birincil olarak toplum ve geniş sosyal sistemlere yönelen ve amacı bu sistemlerde değişiklik yaratmayı amaçlayan uygulamalar olup bireylerin sosyal işlevselliğinin, içinde yaşadığı koşulların (durumun) uygunlaştırılması yolu ile de artırılabileceği inancına dayalıdır. Makro sosyal hizmet uygulamalarına, toplum organizasyonu, sosyal refah politikası oluşturma ve planlama örnek verilebilir. Yaşam: İnsan hakları çalışmalarında yaşam hakkı temeldir. Sosyal hizmet uzmanları sadece yaşam kalitesini tehdit eden insan hakları ihlallerine karşı koymazlar, aynı zamanda yaşamı zenginleştirici ve geliştirici mesleki faaliyetlere de yönelirler. Özgürlük: Tüm insanlar özgür doğarlar. Sosyal hizmet de tüm uygulamalarında insanın özgürlüğünü kısıtlayan koşulları etkisiz hâle getirme uğraşındadır. Eşitlik ve Ayrımcı Olmama: Tüm insanlar için eşitlik ilkesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesinde ortaya konur. Sosyal hizmet sosyal adalete inanan bir meslek ve disiplindir. Adalet: Sosyal adalet; sağlık, eğitim, fırsat eşitliği, avantajsız gruplar ya da kişiler için korumayı içermektedir. Sosyal hizmet tüm uygulamaları ile müracaatçı kitleleri için sosyal adaleti geliştirmeye çalışmaktadır. Dayanışma: Sosyal hizmet, günlük uygulamalarında, yoksullar ve baskı altına alınmış gruplar ile dayanışma içerisindedir. Yoksulluk, açlık ve evsizlik insan hakları ihlalidir. Sosyal hizmet uzmanları, sosyal adaleti sağlamak için avantajsız grupların haklarını savunmak durumundadır Sosyal Sorumluluk: Esasta sosyal sorumluluk, dayanışma ilkesinin yaşama geçirilmesi olarak düşünülebilir. Barış ve Şiddetin Olmayışı: İnsan ilişkilerinde çatışma önlenemez. Sosyal hizmetin amacı bireyin kendisi ve diğerleri ile uyum içerisinde yaşamasını sağlamak ile ilgilidir. Çevre: Dünyamız sürekli olarak kirlenmekte, doğal çevre bozulmaktadır. Doğa ile insan arasında var olan denge sürekli bozulmakta, pek çok ülkede yaşam kalitesi sürekli düşmektedir. SOSYAL HAKLARIN İÇERİĞİ Sosyal hakların kimi yönlerine değinmeden önce, kimileri bilinen ve kimileri de yanıtı kolaylıkla verilemeyen sorular bulunmaktadır. Bunlar; √ “Sosyal haklar” denince akla ne ve kim gelir? √ “Kişi”leri anlatan özne yerine, niteliğine göndermede bulunan “sosyal” sıfatının, “hak”kın önüne eklenmiş olmasının anlamı nedir? √ “Sosyal” nitelemesi, kimi özellikleri nedeniyle, bu hakları başka haklardan ayırır mı? √ Devlete düşen yükümlülükler yönünden fark var mıdır? √ Nitelik olarak, hak, öznelerince doğrudan kullanılmaya, örneğin yargı yerleri önünde “öznel hak” olarak ileri sürülmeye elverişli değil midir? √ Sosyal haklar, “insan hakları”ndan mıdır? √ Sosyal haklar “ulusal” ve uluslararası” düzeylerde, ne zaman ve nasıl, hangi etkenlerle doğmauş, hukuksal güvence altına alınmaya başlanmıştır? √ Sosyal hakların, insan haklarının “uluslararasılaşması” süreci yönünden önemi ve özelliği var mıdır? √ Uluslararası düzeyde, gerek içerik ve gerekse koruma (denetim) yöntemleri açısından, sosyal haklar alanında hangi noktaya, aşamaya gelinmiştir? √ “Yargı-benzeri” sistemlerden “yargısal” sistemlere geçilebilecek midir? BAŞLICA SOSYAL HAKLAR Sosyal haklar, toplumsal yaşamda herkese insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi, sağlamayı amaçlayan haklardır. Sosyal haklardan başlıcaları; Çalışma Adil ücret Sosyal güvenlik Barınma Sağlık Eğitim hakkıdır Evrensel insan haklarına ilişkin literatürde birinci kuşak hakların her zaman diğerlerinden daha çok tartışılmış (dominant) olduğu görülmektedir. Vatandaşlık hakları ve politik haklar üzerindeki bu yoğunlaşmanın çeşitli nedenleri, 18 yy.’dan bu yana süren Batı Ülkelerindeki baskın liberal demokrasi anlayışının bir yansımasıdır. Bu haklar üzerinde yoğunlaşma, devletin sağlık, eğitim, sosyal refah vb. hizmetlerini sınırlamasına karşın, birinci kuşak haklara ilişkin iyi raporlar yazabilmesini engellememekte ve politik olarak da devletlerin işini kolaylaştırmaktadır. Birleşmiş Milletler 1948 yılında “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni 1966 yılında ise “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ni yayımlamıştır. Avrupa Konseyi’nce 1950’de kabul edilen ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, 1961’de “Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi” (Avrupa Sosyal Şartı) izlemiştir. Bu durum, ister istemez ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sanki temel insan haklarından farklı bir hak düzleminde yer aldığı yanılsamasını da beraberinde getirmektedir. Sosyal adalet, “Toplumun tüm bireylerinin temel haklara, korumaya, fırsatlara, yükümlülüklere ve sosyal kazanımlara sahip olduğu ideal düzen”dir. Birisi yöntemi, diğeri ise sonucu ifade eden bu iki tanımın ortak özelliği bir “ideal”den bahsediyor olmalarıdır. Buna göre, sosyal adalet, bilhassa toplumsal, kültürel, siyasal haklarla - yani ikinci kuşak haklarla - yakından ilgilidir. Kâğıt üzerinde son derece retorik duran sosyal adalet düşüncesinin en büyük sorunu ise –diğer tüm idealler gibi – ‘bu ideale nasıl ulaşılacağı’dır. SOSYAL BİR HAK OLARAK SOSYAL HİZMETİN KAPSAMI Sosyal hizmet uygulamaları üç kuşak hak grubu için de gereklidir. NASW (1996) Code of Ethics’in ilk cümlesi bu konuyu özetlemektedir. Buna göre, “sosyal hizmet mesleğinin temel misyonu, tüm insanların iyilik hâlini geliştirmek ve her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmaktır” Güçlendirme, sosyal hizmet mesleğinin temel kavram ve amaçlarından biri olarak “sosyal adaleti gerçekleştirme”nin olmazsa olmazıdır. Güçlendirmeyi “bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumların bireysel, kişiler arası, sosyoekonomik ve politik güçlerini artırmak ve koşullarını iyileştirme yönünde etkilemek için yardım etme süreci” olarak tanımlamaktadır. SOSYAL HİZMETİ SOSYAL BİR HAK OLARAK TANIMLAMADA DEVLETİN GÖREVİ Sosyal devlet, her ne kadar tüm vatandaşlarına “eşit yaklaşımı” ve onlara “ulaşmayı” amaç edinse ve tüm iyi niyetiyle insan haklarını ülke genelinde sağlamayı hedeflese de “yerel kaynaklar” olmaksızın bunun gerçekleştirilmesi bir hayaldir. YASAL DAYANAK Sosyal hizmetin bir “hak” olarak algılanması fikrinin en somut yansıması, Avrupa Konseyi’nin temel belgelerinden olup ilk olarak 1961’de kabul edilen ve daha sonra 1996’da gözden geçirilerek genişletilen “Avrupa Sosyal Şartı” (Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi)’dır. Şart’ın ilk hâli Konsey’in bütün üyeleri tarafından kabul edilmiştir. Sosyal Refah Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla: 1- Sosyal hizmet yöntemlerinden yararlanarak, toplumda bireylerin ve grupların refah ve gelişmelerine ve sosyal çevreye uyum sağlamalarına katkıda bulunacak hizmetleri teşvik etmeyi ya da sağlamayı; 2- Bireylerin ve gönüllü ya da diğer örgütlerin bu tür hizmetlerin kurulması ve sürdürülmesine katılmalarını özendirmeyi; taahhüt ederler, şeklinde yansımıştır. SONUÇ Eleanor Roosevelt’in insan haklarına ilişkin düşüncesini özetleyen şu sözler bugün de üzerinde daha fazla düşünmemizi gerektirmektedir. Roosvelt (Witkin 1998)’e göre, “Bütün bunlardan sonra insan hakları gerçekten başladı mı? Evimize en yakın küçük yerleşim yerlerinde - öyle yakın öyle küçük ki dünyadaki hiçbir haritada görünmeyecek kadar yakın ve küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanların dünyasında; içinde yaşadığı komşuluk; devam ettiği okul; çalıştığı fabrika, tarla ya da iş yerinde; ayrımcılık olmaksızın her erkek, kadın ve çocuk eşit adalet, eşit fırsat ve eşit haysiyete sahip oluncaya kadar, bu haklar buralarda bir anlam taşıyana kadar, hiçbir yerde küçük bir anlam taşımayacaktır.” ADALET -HUKUKUN DIŞINDA VE HUKUKSAL Adalet, Çeçen (1993) tarafından “hukukun dışında” ve “hukuksal” olmak üzere iki temel başlık altında açıklanmaktadır. Adaletin, hukukun dışında kullanılması hukukun toplumsal, ekonomik, siyasal ve dinsel alanları düzenlemesi ve bu alanlarla ilgili kurallar koyması sonucunda ortaya çıkmıştır. Buna göre; hukuk dışında adalet toplumsal, ekonomik, siyasal ve dinsel alanlarda tanımlanmaktadır. Toplumsal adalet; toplumla, bütünün parçaları olarak sayılan üyeleri arasındaki ilişkileri düzenler. Bu anlamda toplumsal adaletin temel amacı, toplumu oluşturan bireylerin ortak yararını gerçekleştirmek olduğu söylenebilir. Ekonomik adalet toplumda kendiliğinden zorunludur. Ekonomide dengenin sağlanması ve çıkarcılığın sınırlanması ekonomik adaletin sağlanmasına yardımcı olur. Siyasal anlamda adalet hukukun siyasal sonuçlar için kullanılması anlamına gelmektedir. Her siyasal düzen kendi hukukunu da düzenler. Dinsel adalet Tanrı kökenlidir ve hak, hukuk, adalet Tanrı’nın buyrukları ile oluşur. Dinsel adalet her dine göre farklılık gösterir. Yasalara kesinlikle uygunluk anlamında kullanılan yasal adalet, yasalara uygun kararlar ve anayasaya uygun uygulamaları ifade eder. Yasalardan önce ve sonra da var olan, yasalara bağlı olmayan adalet ise yasaüstü adaleti tanımlar. Erdemli olmanın gereği olarak kişinin içinde ve düşüncesinde var olan ve kişisel özelliğe bağlı olarak öznel adalet tanımı yapılmakta; nesnel adaletin ise var olan düzene karşı duyulan ortak adalet düşüncesinden kaynaklandığı belirtilmektedir. SOSYAL ADALET -“GÜNLÜK YAŞAMDAN ÖRNEKLERLE” Sosyal adalet; açıkça tanımlanmış ve sınırları belirli olan durağan bir kavram değildir. Gürkan (2001)’ın da belirttiği gibi sosyal adalet, gerçek anlamda 20. yy’ın ürünü, özellikle çoğulcu demokratik toplumların dayanağı, amacı ve itici gücüdür. Sosyal adalet sınırlı değildir ve toplumda yaşanan pek çok olay ya da duruma bağlı olarak çeşitli süreçleri ve mücadeleleri gerektirmektedir. Çünkü bazıları bu dünyayı daha adil olarak yaşayarak deneyimlerken bazıları için bu dünya zaten adaletsizdir. Bu nedenle günlük yaşamda adil sosyal olayların yaşanması, sosyal adaletin sağlanması ile mümkündür. Diğer yandan sosyal adalet; evde temiz suyun bulunması, pişirme kolaylıkları ve sanitasyon; ailelerin çocuklarını besleyebilmeleri, iş bulmaları ve aynı zamanda kültürel miraslarını bilmeleri ve anlamaları için çocuklarını okula gönderebilmeleri bağlamında açıklanmaktadır. Sosyal adalet iyi bir iş bulma ve belirli bir sağlık düzeyini yakalayabilme; ayrım yapılmaksızın yaşama şansı ve fırsatlarına sahip olabilmeyi gerektirir. SOSYAL ADALET İÇİN İNSAN HAKLARI YAKLAŞIMI Sosyal adalet kavramının tarihçesi insan hakları ve demokrasinin gelişimiyle yakından ilişkilidir. Uluslararası insan hakları, evrensel olarak tanımlanan ilkeleri temel alarak olumlu sosyal değişimi sağlamak için güçlü bir yasal ve ahlaki çerçeve sunar. İnsanların onurlu bir biçimde yaşamalarına yardım etmek Ayrımcılık ve eşitsizliğe, karşı duruş sergilemek Devlet ya da herhangi bir kurum/kuruluş ya da birisinden gelebilecek zararlara karşı insanları korumak anlamına gelmektedir. Sosyal adalet için insan hakları yaklaşımı; Toplum katılımının olmaması gibi adaletsizliklere çözümü zorlaştıran engellerin üstesinden gelmeyi sağlar. Herhangi bir soruna yönelik uzun süreli sistemik değişim sağlamaya çalışır. Devlet, toplum, iş dünyası, sivil toplum ve bireylerin sorumlulukları konusundaki girişimlere odaklanarak engellerin üstesinden gelmeye çalışır. Sosyal adalet sorunlarına daha katılımcı ve sürdürülebilir çözümler sağlar. Ulusal politikaların sakıncalarını değerlendirmek üzere ortak standartlar geliştirmeyi olanaklı kılar. Olumlu değişmeyi olanaklı kılmak üzere küresel insan hakları topluluklarına üyelik döngüsünün geliştirilmesine katkıda bulunur. Sosyal Adalet İçin İnsan Hakları Yaklaşımının Faydaları Sosyal adalet için insan hakları yaklaşımının faydaları aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1. Sosyal adaletsizliğe ilişkin sorunların daha kapsamlı bir biçimde analizi Bir toplumda sosyal adaletsizlikler temelinde var olan sorunlar genellikle sınırlı bazı göstergelere bağlı olarak açıklar. 2. Sürdürülebilir değişme İnsan hakları yaklaşımı, insan hakları ihlallerinin temel nedenlerini dikkate alarak bu ihlallere maruz kalma riski altında olanları korumayı amaç edinir. Ayrıca politika yapma gücüne sahip olan ya da bu politikalardan etkilenen kişiler olmak üzere daha geniş destek ağı ile bu ihlallerin gündeme taşınmasını sağlar. 3. Daha net ve açık yasal çerçeve İnsan hakları çerçevesi, bağlayıcı uluslararası yasalar ile temel hak ve özgürlükleri tanımlar. Bu yasal yükümlülükler toplum politikalarını değerlendirmek üzere uygunluğu, meşruiyeti ve müzakere edilemez kriterleri ortaya koyarak yasal adaleti sağlar. 4. Politikalar için daha güvenilir bir temel İnsan hakları, tüm insanların onurlu bir yaşama sahip olması için mücadele eden aktivistler, bilim insanları ve kanaat önderlerinin hareketleri ile desteklenen evrensel görüş birliğine dayanır. 5. Daha fazla sorumluluk İnsan hakları çerçevesi, bireylerin insan haklarına saygılı olma, koruma, bu hakları gerçekleştirme ve bu yükümlülükler konusunda başarısızlık söz konusu olduğunda devletin birincil düzeyde bireylere karşı sorumlu olduğu fikrine dayanır. 6. Birbiriyle ilişkili olma İnsan hakları birbirine bağlıdır. Bir hakkın gerçekleştirilmesi ya da ihlal edilmesi diğer hakların yerine getirilmesini etkiler. İnsan haklarının birbiriyle ilişkisini anlamak önemli koalisyonları ve sürdürülebilir sosyal değişimi olanaklı kılar. 7. Daha iyi bir dünya inşa etmek İnsan hakları yaklaşımının amacı herkesin onurlu, özgür, adil, eşitlikçi ve barış içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak ve nihayetinde sosyal adaleti sağlamaktır. İNSAN HAKLARI-SOSYAL ADALET-SOSYAL HİZMET İLİŞKİSİ İnsan hakları; Evrenseldir, Doğuştandır, Toplum öncesidir, Mutlaktır, Vazgeçilmezdir, Temel haklardır, Birey haklarıdır, Çoğunlukla özgürlük haklarıdır, Esas olarak devlete karşı ileri sürülen iddialardır. Bu hakların üç kuşak hâlinde geliştiği öne sürülmektedir: “Birinci kuşak haklar / negatif haklar” koruma amaçlı haklar olup oy verme, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, vatandaşlık, yasa önünde eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü, topluma özgür katılım, mahremiyetin korunması vb. “İkinci kuşak haklar / pozitif haklar” daha çok baskı altındaki ve incinebilir gruplara yönelik çalışma, yeterli gelire sahip olma, barınma, boş zaman olanakları gibi ekonomik, sosyal ve kültürel hakları içerir. Bu haklar aynı zamanda sosyal adaletin sosyal minimum ilkesi ile ilişkilidir. “Üçüncü kuşak haklar / dayanışma hakları” dünyadaki bütün insanların iş birliği yapmasını gerektiren barış içinde yaşama, dengeli ve düzenli bir toplumda yaşama, temiz su ve hava kullanma gibi hakları içerir. Sosyal hizmetler coğrafik, politik, sosyoekonomik, kültürel ve değer temelli/manevi olmak üzere 5 bağlam içinde gerçekleştirilir: 1. Coğrafik bağlam: Sosyal hizmette her uygulama ulus, devlet, bölge gibi belirli sınırlar içinde gerçekleştirilir. 2. Politik bağlam: Her ülke politik bir sisteme sahiptir. Bu sistemin liberal ya da baskıcı, sosyalist, sosyal demokrat ya da kapitalist olup olmamasına göre sosyal hizmetlerin gerçekleştirilmesi de değişebilir. 3. Sosyoekonomik bağlam: Yeterli geçim kaynakları, çalışma, sağlık, eğitim, sosyal güvenceye erişim insanların temel ihtiyaçlarıdır. Herhangi bir grup ya da ulusun sosyal dayanışması daha geniş anlamda mevcut kaynakların eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasına bağlıdır. 4. Kültürel bağlam: Bireylerin, ailelerin, grupların, toplulukların ve ulusların gelenek ve görenekleri, inançları, ihtiyaçları ve kültürüne saygı duyulması ve önyargısız yaklaşılması gerekmektedir. Bu, gerçekleşmediği sürece, toplumu yıkıcı nitelikte ayrımcı eylemler ortaya çıkma ihtimali yüksektir. 5. Değer temelli / manevi bağlam: Hiçbir toplumda değerden bağımsız herhangi bir sosyal hizmet uygulaması yapılamaz. Sosyal hizmet için hem sosyal hizmet uzmanlarının kendi değerleri hem de sosyal hizmetin felsefesi, etiği, değerleri ve idealleri öncelikli öneme sahiptir. SOSYAL REFAH Zastrow’un (2013) da belirttiği gibi sosyal refah, bir toplumdaki tüm bireylerin sosyal, ekonomik, sağlık ve boş zaman gereksinimlerini karşılamayı hedefler. En dar anlamda sosyal refah, temel olarak yoksulluğu azaltma ve olumsuz koşulları iyileştirme noktasında kâr amacı gütmeyen gönüllü faaliyetleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Akademik disiplin olarak ise sosyal refah; sosyal hizmetlerin bireylere, gruplara ve topluma ulaşmasını sağlayan kurumların, programların, kişilerin ve politikaların işlerlik göstermesi, çalışması anlamında açıklanmaktadır. SOSYAL REFAH HİZMETLERİ Ekonomik gelişmeler pek çok toplumun sosyal ve ekonomik koşullarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Toplumda bazı insanlar yeterli gelire sahip ve hastane, gıda gibi ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılarken, bazıları kendilerini ekonomik olarak dezavantajlı koşullar içinde bulabilmektedirler. Bir toplumda sosyal refah hizmetleri sunulan birey ya da gruplara aşağıdaki örnekler verilebilir: Ailesi olmayan çocuklar Alkol ya da madde bağımlıları Duygusal güçlükler yaşayanlar Fiziksel ya da zihinsel engelliler Yoksullar Bilişsel ve duygusal engeli olan çocuklar Suç işlemiş olan gençler ve yetişkinler Ayrımcılık ve baskı türlerine maruz kalmış olanlar Çalışan ebeveynler Kişisel ve sosyal güçlük yaşayan birey ve gruplar AIDS hastası olan bireyler Yangın ve kasırga gibi afetlerden zarar görenler Evsizler İşsiz ve vasıfsız insanlar Siyah, göçmen işçi ve diğer azınlık gruplar Sosyal refah programları ve hizmetlerine; Gündüz bakımı Evlat edinme Evsizlere hizmetler Okula yönelik sosyal hizmetler Sığınma evleri Aile danışmanlığı Boşanma hizmetleri gibi daha pek çok örnek verilebilir. SOSYAL REFAH PROGRAMLARININ / HİZMETLERİNİN ÖZELLİKLERİ 1. Toplumun çıkarlarına hizmet eder. Sosyal refah hizmetleri toplumun ihtiyacına bağlı olarak planlanır ve ihtiyaçların karşılanması için uygulanır 2. Sosyal refah hizmetleri değer temellidir. Sosyal refah hizmetlerinin temelinde insan hakları, vatandaşa karşı sorumlu olma, sosyal adalet, eşitlik gibi değerler yer alır. 3. Piyasa dışı faaliyetlerdir. Sosyal refah hizmetleri doğrudan arz talep gibi piyasa mekanizmalarına yani belirli bir kapital sağlamaya yönelik değildir; devlet desteği, yardımları gibi faaliyetlerle uygulanır. 4. Herkesin erişimine açıktır. Sosyal refah hizmetleri, etkin hizmet sistemi ile herkesin erişimine açık planlanır ve fırsat eşitliğini esas alır. 5. Topluma karşı sorumluluğu esas alır. Sosyal refah hizmetleri topluma karşı sorumluluğu esas aldığı için hizmetler sistemli bir yönetim anlayışı içinde ve etik olarak yürütülür. SOSYAL REFAH HİZMETLERİNİN AMAÇLARI Sosyal refah hizmetlerinin amaçları genellikle aşağıdaki gibi sıralanmaktadır: Karşılaşılan probleme yönelik problem çözme becerilerini artırmak ve potansiyeli geliştirmek, Sosyal problemleri olan çocuk, genç ve yetişkinlere yardımcı olmak, Cezaevindeki ve fiziksel engelli bireyler ile onların aileleri için rehabilitasyon hizmetleri sağlamak, Mevcut toplum kaynaklarını kullanarak ihtiyacı olan bireylere faydalı olabilecek programlar yapabilmek için farklı toplulukları harekete geçirebilmek, İhtiyacı olan bireylerin hizmetlere, kaynaklara ve fırsatlara erişimini sağlamak, Bu olanakları sağlayan sistemlerle onları bir araya getirebilmek, Bu sistemlerin etkin bir biçimde faaliyet gösterebilmesini sağlamak, Sosyal refah hizmetleri alanındaki problem alanlarına ilişkin vaka çalışması, anket, gözlem gibi tekniklerle araştırmalar yürütmek, Sosyal politikaların üretilmesi ve geliştirilmesine katkıda bulunmak olarak sıralanmaktadır. (SOSYAL) REFAH DEVLETİ 1880-1945 yılları arasında sanayileşme dönemi ile sosyal sigorta kurumları devreye girerek çalışanlar, finansmanına zorunlu olarak katıldıkları bu kurumların koruması altına girmişlerdir. Refah devletinin altın çağı olarak nitelendirilen 1945-1975 yılları sosyal sigortalara ek olarak refah devletinin fonksiyonlarının ve kurumlarının genişlediği yıllardır. Ayrıca gelirin devamlılığını sağlamak ve yaşam standartlarını yükseltmek bu dönemde önemli amaç hâline gelmiştir. 1975 sonrası yıllar refah devletinin kriz dönemi olarak adlandırılmakta ve sosyal refah devletinde yeniden yapılandırma arayışlarının başladığı dönem olarak ifade edilmektedir. Sosyal Refah Devletinin Görevleri ve İnsan Hakları Sosyal refah devletinin temel sosyal görevleri genel olarak; (i) sosyal güvenlik, (ii) kamu sosyal güvenlik harcamaları, (iii) eğitim hizmeti sunmak, (iv) sağlık hizmetleri sunmak ve (v) geliri yeniden dağıtmak olarak sıralanmaktadır. 1. SOSYAL GÜVENLİK İlk defa 1930’lu yıllarda Amerika’da kullanılan sosyal güvenlik kavramı; hastalık, annelik, sakatlık, yaşlılık, iş kazası ve meslek hastalığı, ölüm, aile yardımı ve işsizlik gibi sosyal risklerin bireyler üzerindeki olumsuz etkilerini giderme çabaları için kullanılmaktadır. Sosyal güvenliğin primli yöntemi olarak sosyal sigortalar Sosyal güvenliğin primli yöntemi olan sosyal sigortalar, bireylerin çalışmaları ile birlikte sosyal sigortalar sistemine katılımını zorunlu kılar. 2. Kamu sosyal güvenlik harcamaları Sosyal refah devletinin temel sosyal görevleri arasında sayılan kamu sosyal güvenlik harcamaları sosyal güvenlik kapsamı dışında kalanlara sosyal güvenlik harcamaları ile gelir transferi, hizmet sunumu ya da kamu yardımları yapılmasını sağlamaktadır. Sosyal hizmetler Sosyal hizmetlerde yeterli bir geçim kaynağı olup olmadığına bakılmaksızın bireylerin hepsine ihtiyaç duydukları şeyler yardım “hizmet” biçiminde yapılmaktadır. Sosyal yardımlar Sosyal yardımlarda “maddi muhtaçlık” esas alınarak muhtaçlık koşulları ortadan kalkıncaya ve yardım almadan kendi başlarına yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeye gelinceye kadar muhtaç ve yoksul durumda bulunan bireylere yapılmaktadır. Sosyal tazmin ve sosyal teşvik Er, erbaşlar gibi kamu görevlilerinin ve onların dul ve yetim ailesi gibi sivillerin bir kamu görevi gerçekleştirilirken uğradıkları zararın devletçe tazmin edilmesi için sosyal tazmin uygulanmaktadır. Çocuk yardımı, kira yardımı, eğitim yardımı gibi devlet olanakları ile kişiye belli bir yaşam standardı sağlamanın da ötesinde kişinin yaşam standardını, bulunduğu noktadan daha yukarıya çekmek amacıyla sosyal teşvikler kullanılmaktadır. 3. Eğitim Hizmeti Sunmak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 26. maddesinde de belirtildiği gibi herkes eğitim hakkına sahiptir. Bu maddeye göre eğitimin en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasız; ilköğretimin zorunlu; teknik ve mesleki eğitimin herkese açık; yükseköğretimin yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olması gerektiği belirtilmektedir 4. Sağlık Hizmetleri Sunmak Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nin dayanışma bölümünün 35. maddesine göre sağlık hizmetlerinde insan sağlığını korumaya yönelik düzenlemelere; Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesinin 13. maddesinde ise sağlık hakkının etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamaya yönelik girişimlere değinilmektedir. 5. Geliri Yeniden Dağıtmak Sosyal refah devletleri; Bir toplumda hastalık, sakatlık gibi sosyal risklere maruz kalma durumu karşısında Her bireyin kendisine yeterli ve devamlı bir gelir elde edememe durumunu göz önünde bulundurarak Toplumda eşitsizliği ve yoksulluğu azaltmak ve Daha iyi bir toplum düzenine ulaşmak için Bir ekonomide belli bir dönemde yaratılan geliri kişiler, toplumsal gruplar ve üretim faktörleri arasında bölüştürme görevi üstlenmiştir. SOSYAL REFAH HİZMETLERİ, İNSAN HAKLARI VE SOSYAL HİZMET (UZMANLARI) Ortaya çıkışında dinsel inanış ve değerlerin yer aldığı sosyal hizmetler, yoksullara yönelik geleneksel sosyal yardımlar ve gönüllülük temelinde devlete görev ve sorumluluklar yüklemeden gerçekleştirilmiştir Sosyal hizmet mesleğinin felsefik temelleri insanın doğuştan değerli olduğu anlayışı ve farklılıklara atfettiği pozitif değer ile sosyal refah hizmetlerinde insan haklarına saygı duyulması, insan haklarının korunması ve gerçekleştirilmesine katkı sağlamaktadır. Nitekim sosyal hizmet için; Toplumda birey, öncelikli önem taşır. Birey ve toplum arasında karşılıklı ilişki vardır. Birey, diğerleri açısından sosyal sorumluluğa sahiptir. Her insanın ihtiyaçları vardır; ancak diğer insanların sahip olduğu ihtiyaçlardan farklı ve eşsizdir. Çoğu zaman parlementoların ve hükûmetlerin uluslararası anlaşmaları onaylamaları ve kanunlar çıkarmaları sosyal refah hizmetlerinden her bireyin yararlanmasını sağlamada yeterli olamayabilmektedir. Bu anlamda anlaşmaların ve yasaların uygun hâle gelmesi, adalet sistemindeki yetersizlik, yozlaşma ve politik müdahalelerin hukukun üstünlüğüne zarar vermesi ve hakları yok sayması gibi insan hakları ihlallerine karşı sosyal hizmet uzmanları girişimlerde bulunurlar RİSK Risk, Latince kökenli bir kelimedir. İtalyanca “risco” kelimesinden gelir ve bir zarar ya da kayıp durumuna yol açabilecek herhangi bir olayın ortaya çıkma ihtimali olarak tanımlanır. Riskin en genel özelliği tehlike korkusu içermesidir. Bu nedenle çoğunlukla risk, “tehlike etkisini deneyimleme olasılığı”nı içerir. Yani “olması arzu edilmeyen şeylerin gerçekleşme ihtimali”dir. Risk, insan zihninde tehlikeye işaret eden endişe, korku içeren bir kavramdır. RİSK ÇEŞİ LERİ Riskler, farklı biçimlerde kategorize edilmektedir. Genel olarak riskler; Doğal riskler Sağlık riskleri Çevresel riskler Yaşam döngüsüne ilişkin riskler Sosyal riskler Ekonomik riskler ve Siyasal riskler olarak sınıflandırılmaktadır. Doğal riskler toprak kaymaları, erozyon, sel baskınları, tsunami ve kuraklık gibi doğal yollarla insan kontrolü dışında gerçekleşen risklerdir. Sağlık riskleri hastalık, yaralanma, kazalar gibi insan sağlığını olumsuz yönde etkileyen riskler için kullanılmaktadır. Çevresel riskler için kirlilik, toprak bozulması, nükleer felaketler örnek verilebilir. Yaşam döngüsüne ilişkin riskler anne karnından ölünceye kadar yaşam boyu bireylerin, hane halklarının ve ailelerin yaşamış oldukları stresli durumlarda ortaya çıkan risklerdir. Farklı yaş dönemlerinde bireyler; anne, ergen, genç, işsiz gibi farklı statülere sahip olmaktadırlar. Hızla değişen dünyada ekonomik, sosyal, kültürel ve daha pek çok alanda yaşanan dönüşümler bireylerin sadece yaşa bağlı olarak aynı doğrusal yaşam dönemlerinden (doğum, eğitim, evlilik, çalışma, yaşlılık gibi) Sosyal / toplumsal riskler kapsamında suç, aile içi şiddet, terörizm, sosyal ayaklanmalar gösterilmektedir. Ekonomik riskler; para, gelir, servet gibi ekonomik kaynaklar ile ilgili olup işsizlik, finansal krizler, ticaret açıkları bu risklere örnek gösterilebilir. Siyasal huzursuzluk, ayrımcılık siyasal riskler kapsamında açıklanmaktadır. RİSK OLARAK SAVUNMASIZLIK Savunmasızlık farklı disiplinlerde farklı biçimde tanımlanmakta ve her toplumun yapısı ve özelliklerine göre savunmasızlık tanımı değişebilmektedir. Savunmasızlıkta iç ve dış faktörlerin etkisi tartışılmaktadır. Buna göre bireyin stres yaratan durum ya da olay karşısında baş etme kapasitesinin olmaması, ekonomik durumun kötü olması gibi göstergeler iç faktörlere örnek olarak verilebilir. Bireyin kendi kontrolü dışında maruz kaldığı stres yaratan durumlar (ekonomik krizler gibi) dış faktörlere örnek gösterilebilir. Bu anlamda bir toplumda bireylerin ya da hane halklarının çeşitli kaynaklara erişimi, gelir kaynakları ve sosyal statüsü gibi göstergeler “bireysel savunmasızlığı ya da hane halkı savunmasızlığını” belirlemektedir. SAVUNMASIZLIK ÇEŞİTLERİ Siyasal savunmasızlık Ekonomik savunmasızlık Çevresel savunmasızlık Sosyal savunmasızlık Bilgiye erişimin ve toplumsal farkındalığın olmaması, siyasal güç ve temsiliyetin sınırlı olması siyasal savunmasızlıkla ilişkilendirilmektedir. Nitekim dezavantajlı koşullarda yaşayan birey, aile ya da gruplar diğerlerine göre haklarına ilişkin yeterli bilgiye ulaşamamakta ve diğer haklarının yanı sıra siyasal hakları için yeterli girişimlerde bulunamayarak savunmasızlığa daha çok maruz kalmaktadırlar. Ekonomik savunmasızlık; genel ulusal ekonomi, ticaret ve döviz kazançları, yardım ve yatırımlar, ticari mal ve girdilerin uluslararası ücretleri, üretim ve tüketim örüntüleri gibi birbiriyle ilişkili pek çok faktöre bağlı olarak tartışılmaktadır. Toprak bozulması, deprem, sel baskınları, kuraklık ve kasırga gibi doğal yollarla ve insan etkisi ile oluşan felaketlere bağlı olarak çevresel savunmasızlık açıklanmaktadır. Hızlı nüfus artışı, yoksulluk, açlık, yetersiz sağlık, düşük eğitim düzeyi, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kötü ve tehlikeli bir yerde yaşama, bilgi ve teknolojik yenilikler gibi kaynak ve hizmetlere erişememe sosyal savunmasızlık göstergeleri olarak ortaya konulmaktadır Sosyal Savunmasızlık Sosyal savunmasızlık kavramındaki “sosyal” toplumu ve birtakım norm ve değer bağlamını da dikkate almayı gerektirir. Genel olarak sosyal savunmasızlık objektif ve subjektif göstergeler aracılığı ile açıklanmaktadır. SOSYAL SAVUNMASIZ GRUPLAR Geleceği çeşitli kriterlere göre sınırlanmış olan düşük gelirli ve “vasıfsız” nüfus “sosyal olarak savunmasız gruplar” olarak tanımlanmaktadır. Bu gruplar çoğu zaman “risk altındaki / dezavantajlı gruplar” olarak nitelendirilmektedir. Yoksulluk Yoksulluk sadece maddi boyutu ile değil bu boyutun beraberinde getirdiği sosyal, toplumsal ve kültürel imkânsızlıkların da değerlendirilmesini gerektirir. Bu nedenle yoksulluk, çeşitli savunmasızlıkları da beraberinde getirir. Irk / Etnisite Dinî ve etnik farklılık söz konusu olduğunda çoğu insan kendini rahatsız hisseder. Bu konu açıldığında insanlar, benzerliklerden çok farklılıklarının vurgulanacağına inandıkları için bu konudan bahsedilmesini yanlış bulurlar. Toplumsal Cinsiyet Kadınlar çoğu zaman doğrudan ya da dolaylı olarak ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Eşit işe eşit olmayan ücret, tehlikeli ve sağlıksız çalışma koşulları, sağlık hizmetlerine ulaşmada yetersizlik, siyasal kararlara yetersiz katılım gibi farklı biçimlerde kadınların katılımı belirli koşullara bağlanarak haklarını aramaları ve kullanmaları engellenmektedir. Sağlık Temel (beslenme, tuvalet banyo ihtiyacı gibi) ve araç (telefon kullanma, alış veriş yapma, yemek hazırlama gibi) yaşam aktivitelerinin bir bölümünü gerçekleştirebilen ya da hiç gerçekleştiremeyen, kronik hastalığı ve engeli bulunan bireyler çoğu zaman başkalarına bağımlı ya da yarı bağımlı bir yaşam sürdürmek durumunda kalabilmektedirler. Farklı Cinsel önelime Sahip lmak Bazı toplumlarda farklı cinsel yönelimler [kendi cinsiyetinin mensupları ile cinsellik yaşamaya yönelik eğilim (eşcinsel yönelim), karşı cinsiyetle (heteroseksüel) ya da her iki cinsiyetle cinsellik yaşamaya yönelim (biseksüel yönelim)] cinsel isteğe cevap vermek için kabul edilebilir bir yöntem olarak görülebilmektedir. SOSYAL SAVUNMASIZLIK VE İNSAN HAKLARI Hak etme; özellikle üstün performansa bağlı olarak makam, rütbe ve madalya gibi ödül ile çeşitli fırsatlara erişmeyi sağlar. Ancak sosyal adaletsizliğin yaşandığı bir toplumda üstün performansa sahip olan bireyin bu ödül ve fırsatlara erişememesi nedeni ile sosyal olarak savunmasızlık kaçınılmaz olmaktadır. Eşitlik ise toplum içinde her vatandaş için eşit muamele, topluma aktif katılım ve fırsat eşitliğine işaret eder. Aksi takdirde her bireyin iş ve eğitim alanlarına dâhil olması, sağlık kurumlarına erişim gibi toplumsal olanaklara ulaşabilmesi bu olanakların gerektirdiği motivasyon, beceri ve yetenekler doğrultusundaki değerlendirmeye bağlı ol(a)mamaktadır. Bu süreçte toplumsal olanaklardan yararlanmak ırk, cinsiyet, din, etnisite ve sosyal sınıf gibi kriterlerin değerlendirilmesi ile mümkün olmaktadır. ÇOCUKLARIN / GENÇLERİN YAŞAMLARINDAKİ SAVUNMASIZLIKLAR Çocukların / gençlerin yaşamlarında gelişimsel, duygusal, zihinsel, fiziksel ve sosyal savunmasızlıklar görülebilmektedir. Öğrenme, hafıza, algılama, sorun çözme konusunda sorunlar yaşayan zihinsel olarak savunmasız çocuklar/gençler yeni bilgiyi işleme ve birleştirmede zorlanırlar. Okuma, yazma ve özellikle matematiksel becerileri yetersizdirler. Sosyal savunmasızlıklar diğer savunmasızlık çeşitlerine göre daha kapsamlı bir kavramdır. ÇOCUKLARIN VE GENÇLERİN YAŞAMLARINDAKI SOSYAL SAVUNMASIZLIK GÖSTERGELERİ Sosyal savunmasız gruplar arasında sıralanan çocuklar ve gençler çoğu zaman “dezavantajlı” olarak da nitelendirilmektedirler. Bu anlamda etnik ve kültürel kimlik, ailenin yoksulluğu, göç etmek zorunda kalmış ve engelli olmak, eğitim olanaklarının ve kalitesinin düşük olduğu bölgelerde oturmak, erken yaşta okulu terk etmek zorunda kalmak ya da okul yaşamına hiç dâhil ol(a)mamak gibi özellikler bu grupları tanımlamak için kullanılmaktadır. YOKSULLUK Bugün başta yoksul ülkeler olmak üzere çoğu ülkede aileler, yoksulluk sınırı altında yaşamını sürdürmektedirler. Ekonomik durumun yeterli olmamasına bağlı olarak bu aileler okul masraflarını, besin ve sağlık kaynaklarına ilişkin tüketim harcamalarını azaltmak durumunda kalmaktadırlar. IRK/ETNİSİTE Özellikle kentte yaşayan çocuk ve gençler sosyal, ekonomik ve siyasal değişim ve dönüşümlere daha yakından tanık olmaktadırlar. Bu çocukların farklı renk ya da ırka sahip olmalarına bağlı olarak eğitimlerini sürdürdükleri okullar dahi ayrılabilmektedir. TOPLUMSAL CİNSİYET Kendilerine atfedilen değer ve rollere bağlı olarak çoğu kadın; “eğitim”, “aile” ve “çalışma” yaşamlarında doğrudan ve dolaylı yollarla ayrımcılığa maruz kalabilmektedir. Bu durum yaşamlarının erken yıllarında çocukların ve gençlerin özsaygılarının azalmasına, kendilerine olan güvenlerini yitirmelerine neden olabilmektedir. Bazı ailelerde ise oyun çağında olan pek çok çocuk, yüzünü dahi görmediği eş adayını evlendiği gün görerek kaderine boyun eğmek durumunda kalmakta, erken yaşta anne olmaktadır. Çoğunlukla ergenlik yıllarında anne olan bu çocuklara “anne”, “kadın” ve “gelin” olmaya ilişkin sorumluluklar yüklenmektedir. Çocuk yaşlarda bu sorumlulukların üstesinden gelemeyen “çocuk gelinler” çoğu zaman evliliğin erken yıllarında eşi ve eşinin ailesi ile sorunlar yaşayabilmektedirler SAĞLIK Özellikle gençlik döneminde vücut geliştirme ve estetik görünmeye olan merak, gençlerin vücut gereksinimlerini karşılayacak besin ögelerini istenilen biçimde almamalarına neden olabilmektedir. Bazı kitle iletişim araçlarında yayınlanan, bireyi aç ve dengesiz beslenmeye yönlendiren rejimler; büyüme, gelişme, okul başarısı ve sağlığı olumsuz yönde etkileyerek tedavisi güç hastalıklara neden olabilmektedir. FARKLI CİNSEL YÖNELİME SAHİP OLMAK Farklı cinsel yönelimleri [(kendi cinsiyetinin mensupları ile cinsellik yaşamaya yönelik eğilim (eşcinsel yönelim), karşı cinsiyetle (heteroseksüel) ya da her iki cinsiyetle cinsellik yaşamaya yönelim (biseksüel yönelim)] nedeni ile çoğu birey sözlü şiddet ve ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Cinsel yönelimin açığa çıkması ile birlikte bu bireylerde zorbalık, dayak, dışlanma ve taciz korkusu ortaya çıkabilmektedir. Nitekim Avrupa Konseyi tarafından 2011 yılında yayınlanan raporda da belirtildiği gibi farklı cinsel yönelimi olan bireyler özellikle halka açık yerlerde, ciddi şekilde nefret suçuna ya da nefret içerikli olaya maruz kalmaktadırlar. Aile ortamlarında şiddet görmekte ya da örneğin polis gibi bazı devlet görevlileri, farklı cinsel yönelimi olan bireylere yönelik şantaj yapmakta ve onları taciz etmektedirler. SAVAŞLAR Dünya üzerinde pek çok çocuk/genç çatışma ve savaş ortamında yaşamını sürdürmekte ve evlerinden ayrı yaşamak durumunda kalabilmektedir. Savaş ve çatışma ortamlarındaki çocuklar yaralanma, sakat kalma, anne-babasını yitirme ya da hayatta kalabilse bile psikolojik travma geçirme ve hatta ölme gibi riskli durumlara maruz kalmaktadırlar. Çocuk Vakfı tarafından 2001 yılında yayınlanan rapora göre bazı ülkelerde çocukların hükÜmet ya da muhalif gruplar adına hiç eğitim almadan 15-18 yaş aralığında ve hatta 7 yaşında askere alınmaları çocukların savunmasız koşullarını ikiye katlamaktadır. Buna göre bu çocukların pek çoğu ön saflarda çarpışmalara dâhil edilirken; bazıları da casus, haberci, nöbetçi, hamal, hizmetçi ya da seks kölesi olarak kullanılmaktadır. YAŞ DÖNEMLERİNE GÖRE (SOSYAL) SAVUNMASIZLIK ÖRNEKLERİ Çocukların ve gençlerin yaşamındaki (sosyal) savunmasızlıklar; çocukların yaşamlarını etkileyen olumsuz / riskli koşullarda yaşam sürdürmelerine neden olan yapılarla ilişkili olmaktadır.Çocukların ve gençlerin yaşamındaki (sosyal) savunmasızlıklar çoğu zaman yaşam döngüsünden hareketle açıklanmaktadır. Yaşam döngüsü, anne karnından ölünceye kadar yaşam boyu bireylerin ihtiyaçlarının değiştiği yaş dönemlerini açıklamaktadır 0-4 yaş Gerek bedensel, gerekse zihinsel olarak yeterli gelişme ve olgunlaşma düzeyinde olmamaları ve başkalarına yüksek düzeyde bağımlı olmaları nedeni ile 0-4 yaş aralığındaki çocuklar, diğer yaş dönemlerindeki çocuklara göre en savunmasızlarıdır 5-11 yaş Bu yaş aralığındaki çocuklarda ise ailenin çalışmaması ya da gelirinin yetersiz olmasına bağlı olarak çocuklar okula devam edemeyebilmektedirler. Bazı aileler toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak kız çocuklarının okula gitmeleri yerine evdeki sorumlulukları yerine getirmelerini daha öncelikli buldukları için kız çocuklarını okula göndermemektedirler 12-24 yaş Bu yaş aralığında ise gençler yeterli eğitim alamamak ve sağlık kurumlarına erişememek gibi savunmasız bir yaşam sürdürmek durumunda kalabilmektedirler. Böyle gençler arasında ailenin sosyal kontrolünün yetersiz olmasına bağlı olarak riskli davranışlar sergileme, erken yaşlarda hamile kalma, HIV/AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma, şiddete maruz kalma ve çoğu zaman erken ölüm riski de yüksek olabilmektedir. İNSAN HAKLARI VE (SOSYAL) SAVUNMASIZ ÇOCUKLAR / GENÇLER Çocuk Hakları kavramı ilk kez 25 Eylül 1924 tarihinde Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından kabul edilen Cenevre Beyannamesi’nde kullanılmıştır. Daha sonra 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Kurulu tarafından Çocuk Hakları Bildirgesi kabul edilmiştir. Bu bildirge 10 ilkeden oluşmaktadır. 1. ilke bu bildirgede yer alan haklardan herhangi bir ayrım (din, dil, ırk, renk, cinsiyet, milliyet, mülkiyet, siyasi, sosyal sınıf) yapılmaksızın tüm dünya çocuklarının yararlanma hakkı olduğunu belirtir. 2. ilke çocuğun korunması, yetişmesi ve çıkarlarının gözetilmesine vurgu yapar. 3. ilke her çocuğun doğduğu andan itibaren bir adı ve bir devletin vatandaşı olma hakkının olduğunu ifade eder. 4. ilke sosyal güvenlik hakkı ve kapsamına ilişkindir. 5. ilke fiziksel, zihinsel ya da sosyal engeli bulunan çocuğa gerekli tedavi, eğitim ve bakım sağlama haklarını içerir. 6. ilke çocuğun, ailesinin (anne-babasının) bakım ve sorumluluğu altında yetiştirilmesi gereğini vurgular. 7. ilke çocuğun eğitim hakkına açıklık getirir. 8. ilke koruma ve kurtarma olanaklarından ilk yararlananlar arasında her koşulda, çocuğun olması gerektiğini belirtir. 9. ilke çocuğun her türlü istismar, ihmal ve sömürüye karşı korunması gereğine değinir. 10. ilke, ayrımcılığı teşvik eden her türlü uygulamalardan (ırk din ya da başka ayrımcılıklar) çocuğun korunma hakkı olduğunu belirtir. Bu sözleşme, çocuğa uygulanabilecek kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insanın çocuk sayıldığını öne sürer (Madde 1). Çocuk Hakları Sözleşmesi 4 genel ilkeyi kapsamaktadır: Ayrım yapmama ilkesi (Madde 2), Çocuğun çıkarları (Madde 3), Yaşama, varlığını sürdürme ve gelişme hakkı (Madde 6) Çocuğun görüşlerine saygı (Madde 12) Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çocuklar için haklar; 1. Koruma, 2. Temin etme /sağlama 3. Katılım ve 4. Tanıtma 1. Sözleşmede; Şiddet, istismar, ihmal, kötü davranma ya da sömürüye karşı (Madde 19 ve kısmen Madde 36), onur ve itibarına haksız biçimde yapılan saldırılara karşı çocuğun korunma hakkı vurgulanmaktadır (Madde 16). 2. Ayrıca temin etme / sağlama kapsamında çocuğa İsim ve vatandaşlık (Madde 7), Sosyal güvenlik (Madde 26), Yeterli hayat şartları (Madde 27) ve Eğitim ihtiyaç ve fırsatlarının sağlanması konusunda güvenceler sağlanmaktadır (Madde 28-29). 3. Çocuğun katılımı kapsamında; 4. Tanıtma kapsamında; Sözleşme ilke ve hükümlerinin uygun ve etkili araçlarla yetişkinler kadar çocuklar tarafından da öğrenilmesi (yani sözleşme maddelerinin taraf devletler tarafından tanıtılması) gereği ortaya konulmaktadır (Madde 42). Çocukluğa ilişkin evrensel değerleri sıralayarak çocukları riskli ve savunmasız koşullara karşı korumayı savunan bu sözleşme dünyadaki ülkelerin tümünde çok zor koşullar altında yaşayan ve bu nedenle özel ilgiye ihtiyacı olan çocukların olduğunu da göz önünde bulundurur. Bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde; Göçmen ve refakatçisi olmayan göçmen (Madde 22), Sokakta yaşayan ve güvenli bir yer arayan (Madde 20 ve Madde 39), Zihinsel ve bedensel engeli olan (Madde 23), Silahlı çatışmalarda yer alan (Madde 38 – 39), Her türlü alıkoyma, cezaevine gönderilme ya da muhafızlı kurumlara yerleştirilme dahil özgürlüğünden yoksun bırakılan ve çocuk ıslah sistemleriyle ilişkisi olan (Madde 37 ve Madde 40), Çocuk işçiliği ile ekonomik istismara maruz kalan (Madde 32), Cinsel sömürü ve istismara maruz bırakılan (Madde 34), Satılan, kaçırılan ve fuhuşa konu olan (Madde 35), Azınlık ya da yerli bir halktan gelen (Madde 30) çocukların ilgili tehlikelere karşı korunması konusunda maddelere yer vermektedir. Ayrıca sözleşmede; Çocukların madde kullanımı, maddelerin yasa dışı üretimi ve kaçakçılığı alanında kullanılması (Madde 33) konusunda taraf devletler aracılığı ile koruma sağlanması ve önlemler alınması gereğine vurgu yapılmaktadır. Engellilik Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu / UNICEF tarafından yayınlanan “Dünya Çocuklarının Durumu 2013: Engelli Çocuklar” adlı raporda da belirtildiği gibi engelliliğin tıbbi ve sosyal/toplumsal belirleyicilerin temel alınarak ölçülmesi gerekmektedir. Bugün engellilik, daha dar tıbbi belirleyicilerden hareketle ve çoğu zaman fiziksel ya da zihinsel bozukluklar dikkate alınarak ölçülmektedir Sakatlıklar (Örneğin felç ya da körlük gibi vücut fonksiyonlarına dair sorunlar ya da beden yapısındaki değişimleri ifade etmektedir.) Hareket sınırlılıkları (Hareketleri uygularken yaşanan, örneğin yürüme ve yeme sınırlılığı gibi, güçlükler için kullanılmaktadır.) Katılım kısıtlamaları (Yaşamın herhangi bir alanına dâhil olma sürecinde karşılaşılan, örneğin işe alımlarda ve ulaşımda ayrımcılığa uğramak gibi, güçlüklerdir) Dünya Sağlık Örgütü’ne göre engellilik, bu üç işlev alanının herhangi birinde ya da hepsinde karşılaşılan güçlükleri ortaya koymaktadır. Ayrıca engellilik; sağlık sorunları ve bağlamsal etmenlerin (çevresel ve kişisel etmenlerin) etkileşiminden ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Dünya Sağlık Örgütü, işlev düzeyleri farklı insanların yaşamak ve faaliyet göstermek zorunda oldukları yaşam alanlarını değerlendirmek üzere “çevresel faktörler”i açıklamaktadır Engelli(lik) Sınıflamaları Dünya Sağlık Örgütü’nün de belirttiği gibi engelli bireyler homojen bir grup oluşturmazlar. Her ne kadar çoğu zaman engelli insanlar, sadece ‘”tekerlekli sandalye kullananlar” ve “görmeyenler, duymayanlar” gibi birkaç “klasik” gruba ayrılsa da, esasında engelli bireyler çok çeşitli ve heterojendirler Doğuştan beyin felci olan bir çocuk için de engelli kavramı kullanılır. Askerde mayına basarak ayağını kaybetmiş bir asker de engelli olarak kabul edilir. Eklem iltihabı olan orta yaşlı bir kadını ya da bunama yaşayan daha yaşlı bireyleri de engelliler arasında sıralamak mümkündür. Tek ya da iki gözünde tam ya da kısmi görme kaybı ya da bozukluğu olanlar, göz protezi kullananlar, renk körlüğü ve gece körlüğü (tavuk karası) olanlar (görme engelli) da bu gruba girer. “Engellilik” ve “engelli” hakkındaki genellemeler yanıltıcı olabilmektedir. Cinsiyetleri, sosyo-ekonomik durumları, cinsellikleri, etnisiteleri, kültürel mirasları farklı olan bu insanları etkileyen kişisel faktörler de farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle çoğu zaman her bir engellinin kişisel tercihleri ve engellilik durumuna verdikleri cevaplar da farklılıklar gösterebilmektedir. Engellilik ve Önleme Dünya Sağlık Örgütü’ne göre zihinsel, fiziksel ve algısal bozuklukları başlangıç noktasında önlemek için alınan her türlü tedbirler (birincil önleme) ya da bu bozukluklar ortaya çıktıktan sonra olumsuz fiziki, psikolojik ve sosyal sonuçların ortaya çıkmasını önlemek için alınan tedbirler (ikincil önleme) önleme girişimlerini ifade etmektedir. Engellilik ve Rehabilitasyon Dünya Sağlık Örgütü’ne göre rehabilitasyon, hedef-odaklı ve zaman kısıtlaması olan bir süreçtir. Engelli bireylerin en iyi zihinsel, fiziki ve/veya toplumsal işlevsellik seviyesine ulaşmasını mümkün kılmayı hedefler. Böylece bireye kendi hayatını değiştirecek koşulları sağlamak amaçlanır. Rehabilitasyon, bir işlev kaybını ya da işlevsel kısıtlamayı telafi edebilecek örneğin teknik yardımı ya da topluma (yeniden) ayak uydurmayı hızlandıracak tedbirleri içerebilir. Savunmasız Gruplar Savunmasızlık kavramı özellikle sağlık ve bakım alanında yaygın olarak kullanılmasına rağmen, standart bir tanımı yoktur. Esasında bu durum çoğu zaman risk altında olan her bireyin yaşamında savunmasızlığa az ya da çok maruz kalmasından, maruz kaldığı riskli koşulların farklı olmasından ve etkilerinin farklılıklar göstermesinden kaynaklanmaktadır. Her toplumun ekonomik, sosyal, politik koşulları ile savunmasızlığa maruz kalan bireylerin özelliklerine bağlı olarak literatürde farklı savunmasız gruplar karşımıza çıkmaktadır. Sağlık ve bakım söz konusu olduğunda çoğunlukla sağlığa bağlı hastalıklara karşı daha savunmasız durumda olan “yaşlı” ve “çocuk” gibi grupların yanı sıra kronik rahatsızlıkları bulunan, azınlık gruba ait olan, daha düşük eğitim düzeyindeki, yoksul, işsiz ve mülteciler de savunmasız gruplar arasında sıralanmaktadır. Savunmasız Bir Grup Olarak “Engelliler” Dünya Sağlık Örgütü’ne göre bir milyardan fazla insanın ya da (2010 yılı dünya nüfus tahminlerine göre) dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’inin engelli olduğu tahmin edilmekte ve engelli insanların sayısı artmaktadır. Bunun nedenleri arasında öncelikle nüfusun yaşlanıyor olması (yaşlı insanlarda engellilik riski daha yüksektir), diyabet, kalp ve damar hastalıkları ile akıl hastalıkları gibi engellilik ile ilgili kronik sağlık sorunlarının dünya çapında artıyor olması gösterilmektedir Engellilere karşı uygulanan ayrımcılığın uzun bir geçmişi vardır. Tarih boyunca engelliler sürekli ve bir şekilde toplumdan dışlanmış ve insan hakları ihlal edilmiştir. Bugün bile engellilere yönelik ayrımcılık, sınırlı eğitim imkânlarına bağlı olarak fark gözetmeye ve fiziksel ve toplumsal engelleri nedeni ile yalnızlaştırmaya kadar gidebilmektedir. Engellilerin yaşamında ayrımcılığın etkileri barınma, istihdam, ulaşım, kültürel yaşam ve kamu hizmetlerine erişim gibi ekonomik, sosyal ve insan hakları açısından hissedilmektedir. Eğitim Çoğu engelli birey, eğitim hayatına katılamamakta ya da belirli düzeye kadar eğitimini sürdürmek durumunda kalmaktadır. Örneğin Türkiye’de 2002 yılında 7 coğrafi bölgede yapılan araştırmaya göre engelli nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %12.29’dur (8.431.937 kişi). Engellilerin %36.3’ü okuma-yazma bilmemektedir. TÜİK tarafından 2010 yılında yapılan “Özürlülerin Sorun ve Beklentileri Araştırması” konulu rapora göre engellilerin %41.6’sının okur-yazar olmadıkları, %18.2’sinin okur-yazar olup herhangi bir okul bitirmedikleri, %22.3’ünün ise ilkokulu tamamladıkları belirlenmiştir. Her iki yılın (2002 ve 2010 yılları) verileri karşılaştırıldığında eğitim fırsatlarına ulaşamayan engelli bireylerin sayısının oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Artan bağımlılık ve kısıtlanan katılım Dünya Sağlık Örgütünün 2011 yılında açıkladığı “Dünya Engellilik Raporu”na göre engellilerin savunmasız kalmasına neden olan durumlardan biri olarak engelliler arasında artan bağımlılık ve katılımın kısıtlanması gösterilmektedir. Buna göre engellilere yönelik kurum bakımının onları toplumsal hayattan izole ettiği, sosyal kapitalin azaldığı, yeterli olmayan kurumsal bakımın ise engelliyi başkalarına bağımlı kıldığı ifade edilmektedir Daha az ekonomik katılım Dünya Engellilik Raporu’nda belirtilen konulardan biri de engellilerin işsiz kalmalarıdır. Rapora göre istihdam edilen engellilerin çoğu daha az kazanç elde ederler. Türkiye’de de 2002 yılında yapılan araştırma sonuçları benzer durumu ortaya çıkarmaktadır. Buna göre engelli bireylerin %85.7’sinin çalışmadıkları; %61.6’sının sosyal yardımlardan yararlanmadıkları belirlenmiştir Yoksulluk “Dünya Engellilik Raporu”na göre engelliler genellikle istihdam edilmemekte ya da daha düşük düzeyde istihdam edilmektedirler. Buna bağlı olarak kişisel bakım, tıbbi hizmet ya da günlük yaşamlarını sürdürmek için kullandıkları yardımcı aletler için yaptıkları sağlık giderleri nedeni ile daha yüksek yoksulluk düzeyinde yaşamaktadırlar. Ulaşım, fiziksel çevre ve konut düzenlemeleri Engelli bireylerin özellikle kamu binalarında, ulaşımda ve iletişimde karşılaştığı engeller çoğu zaman engelli bireyleri izole etmekte, bağımlılıklarını artırarak eğitim, istihdam, sosyal ve toplumsal yaşama katılımlarını azaltmaktadır. Ayrıca ulaşım açısından erişilebilir toplu taşıma sistemlerinin olmaması, toplu taşıma araçlarını kullanan bireylerin eğitimsiz, hoşgörüsüz ve sabırsız olmaları engellilerin bu araçları kullanmalarını engellemektedir. Rehabilitasyon Engellilere yönelik rehabilitasyon hizmetlerinin yetersiz, erişimi zor ve kalitesiz olması engellilerin öncelikle sağlık durumunu olumsuz yönde etkilemekte ve toplumla bütünleşmesini engellemektedir. Özellikle engele ilişkin uygun yardımcı teknolojiye erişememek engelli bireylerin başkalarına bağımlılığını artırmakta, bakım ve destek masraflarının da artmasına neden olabilmektedir. Engelli Hakları Engelli Hakları Sözleşmesi (CRDP), engellilerin yaşamında ayrımcılık yapılmaması, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel haklarına saygı duyulması, haklarının korunması ve gerçekleştirilmesi için uygun tedbirlerin alınması ve fırsatların eşitlenmesi açısından önemli bir girişimdir. Birleşmiş Milletler Genel Meclisi’nin 13 Aralık 2006 tarihli kararıyla kabul edilen Engelli Hakları Sözleşmesi, 2 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin amacı Madde 1’de de belirtildiği gibi engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit bir biçimde yararlanmalarını teşvik ve temin etmek, insanlık onuruna saygıyı güçlendirmektir. Madde 2’de sözleşmenin amaçları açısından “iletişim”, “dil”, “engelliğe dayalı ayrımcılık”, “makul düzenleme” ve “evrensel tasarım” kavramlarına açıklık getirilmiştir. Madde 3’te ise sözleşme’nin temelini oluşturan; 1. Kendi seçimlerini yapma özgürlüğü, bağımsızlık, insanlık onuru ve bireysel özerklik, 2. Ayrımcılık yapılmaması, 3. Engellilerin topluma tam ve etkin katılımlarının sağlanması, 4. Farklılıklara saygı gösterilmesi ve engellilerin insan çeşitliliğinin ve insanlığın bir parçası olarak kabul edilmesi, 5. Fırsat eşitliği, 6. Erişilebilirlik, 7. Kadın-erkek eşitliği, 8. Engelli çocukların gelişim kapasitesine ve kendi kimliklerini koruyabilme haklarına saygı duyulması gibi ilkeler koruma altına alınmıştır. Sözleşme; ekonomik, sosyal ve kültürel hakların yanısıra: Yaşama (Madde 10), Yasa önünde eşit tanınma (Madde 12), Adalete erişim (Madde 13), Kişi özgürlüğü ve güvenliği (Madde 14), İşkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezaya maruz kalmama (Madde 15), Sömürüye, şiddete ya da istismara maruz kalmama (Madde 16), Kişisel bütünlüğü koruma (Madde 17), Seyehat özgürlüğü ve uyrukluk (Madde 18), İfade ve düşünce özgürlüğü ile bilgiye erişim (Madde 21), Özel hayata saygı (Madde 22), Hane ve aile hayatına saygı (Madde 23), Eğitim (Madde 24), Sağlık (Madde 25), Çalışma ve istihdam (Madde 27), Yeterli yaşam standardı ve sosyal koruma (Madde 28), Siyasal ve toplumsal yaşama katılım (Madde 29) gibi kamusal ve politik hakları da ortaya koyar. Ayrıca bu sözleşmede şu haklar da yer almaktadır: Bağımsız yaşayabilme ve topluma dâhil olma (Madde 19), Risk durumları ve insani bakımdan acil durumlarda engellilerin korunması ve güvenliğinin sağlanması (Madde 11), Kişisel hareketlilik (Madde 20), Habilitasyon ve rehabilitasyon (Madde 26), Kültürel yaşam, dinlenme, boş zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım (Madde 30). Diğer yandan bu sözleşmede; Engelli bireylere yönelik gerekli politikaları geliştirmede yol gösterici uygun bilgileri toplama ve istatistik çözümlemede bulunma (Madde 31), Devletler arası ve devletler düzeyinde, gerektiğinde ilgili uluslararası ve bölgesel örgütler ile sivil toplumla (özellikle engellilere yönelik örgütlerle) iş birliği yapma (Madde 32), Sözleşmenin ulusal düzeyde uygulanması ve denetimleri gerçekleştirme (Madde 33), Engelli hakları komite üyelerini seçme (Madde 34), Taraf devletlerin bu sözleşmeyi imzalanmasından 2 yıl sonra engellilere yönelik alınan önlemler ve kaydedilen gelişmeler konusunda rapor sunma (Madde 35), Engelli hakları komitesi ile iş birliği yapma (Madde 37), Taraf devletler konferansında sözleşme hükümlerinin yerine getirilebilmesi için düzenli aralıklarla bir araya gelme (Madde 40) konularında taraf devletlere yükümlülükler getirilmiştir. Engelli hakları komitesinin ise; Taraf devletlerce sunulacak raporları değerlendirme (Madde 36), Diğer organlarla ilişki halinde bulunma (Madde 38), Her iki yılda bir komite faaliyetleri hakkında Genel Kurul, Ekonomik ve Sosyal Konsey’e rapor sunma (Madde 39) gibi yükümlülükleri sıralanmaktadır. KADINLAR VE SAVUNMASIZLIK ALANLARI KADINLAR VE EĞİTİM Dünya Bankası (2011) verilerine göre eğitimde cinsiyetler arası farkın kapatılmasında ilk, orta ve yüksek öğretimde istikrarlı ve kesintisiz bir ilerleme olmuştur. Birçok ülkede, özellikle yüksek öğretimde bu farkların artık tersine döndüğü, bugün erkek çocukların ve genç erkeklerin göreli bir dezavantaja sahip olduğu saptanmıştır. Kadınların eğitime dâhil olamamaları ya da düşük eğitim düzeyinde olmaları toplumsal statülerinin düşmesine, erken yaşta evlenmelerine ve dolayısıyla doğurganlık oranlarının artmasına neden olabilmektedir. KADINLAR VE SAĞLIK Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, sağlık, “sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil; fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir.” Kadınlar açısından düşünüldüğünde bu tanımlama büyük bir önem taşımaktadır. Dünya Bankası (2011) verilerine göre erkeklere oranla kadın ve kız çocuklarının ölüm oranı, düşük ve orta gelirli ülkelerde daha yüksektir. Küresel olarak, doğum sonrası fazla kadın ölüm oranı ve doğumda “kaybolan” kız çocuklarının her yıl 60 yaşın altındaki 3,9 milyon kadına karşılık geldiği belirlenmiştir. KADINLAR VE İŞ YAŞAMI Tarihin hemen her döneminde ekonomik ve toplumsal yaşamın bir yanını kadınlar, diğer yanını da erkekler teşkil etmekle birlikte; kadınların, ekonomik yaşama katılımları ile toplumsal ve ekonomik kalkınmadan yararlanma düzeyleri daha düşük oranlarda olmuştur. Dünya Bankası (2011) verilerine göre son çeyrek yüzyılda, gelişmekte olan dünyanın büyük bir kısmında çok sayıda kadın, iş gücüne dâhil olsa da bu artan katılım kadın ve erkekler için eşit istihdam fırsatlarına ya da eşit kazançlara dönüşememiştir. Kadınlar ve erkekler “ekonomik alanın” çok farklı kesimlerinde çalışma eğilimindedir ve yüksek gelirli ülkelerde bile bu durumda zaman içinde kadınlar lehine fazla değişiklik olmamıştır. KADINLAR VE AİLE YAŞAMI Geleneksel kalkınma anlayışında kadınlar; hane içindeki cinsiyet temelli iş bölümü çerçevesinde doğuran, bakan, büyüten ve piyasaya katılmadıkları için üretici kabul edilmeyen kişiler olarak görülürler. Dünya Bankası (2011) verilerine göre kadınların ve erkeklerin bakım ve evle ilgili işlere ayırdığı zamandaki fark, kadınlara karşı ayrımı ve ayrım sonucunda ortaya çıkan gelir farkını tetikleyen faktörlerden biridir. Buna göre birçok ülkede, gelirden bağımsız olarak kadınlar; ev işi ve ailenin bakımı konusunda orantısız bir sorumluluk yüklenirken, erkekler çoğunlukla piyasada çalışmaktan sorumludurlar. Kadınlar her gün ailenin bakımına ve ev işlerine erkek partnerlerinden çok daha fazla zaman ayırmaktadırlar. Ev işlerinde bu fark 1-3 saat, bakım (çocuk, yaşlı ve hasta bakımı) için 2-10 saat ve piyasa faaliyetleri için 1-4 saat arasında değişmektedir. Kadınlar piyasadaki çalışma saatlerini artırsalar bile, ev ve bakım işlerinden sorumlu olmaya büyük oranda devam etmektedirler ve bu kalıplar evlilikten ve çocukların doğumundan sonra daha da keskinleşmektedir. KADINLAR VE SİYASET Kadınların toplumsal alanda genel olarak sesleri erkeklere göre daha az duyulmaktadır. Dünya Bankası (2011)’nın da belirttiği gibi toplumsal düzeyde, gelirin artması bu farklılıkları azaltamamaktadır. KADINLARLA ÇALIŞAN SOSYAL HİZMET UZMANLARININ ROLLERİ Vaka bulucu Arabulucu Savunucu Değerlendirici Harekete geçirici Öğretici Yönetici ve Davranış değiştirici Danışman Planlayıcı Araştırmacı Klinik hizmet veren olmak üzere pek çok rolleri üstlenirler. Vaka Bulucu rolleri üstlenen sosyal hizmet uzmanları uğrayan ya da risk altında bulunan kadınları ya da kadın gruplarını belirlemeye çalışır. Sosyal hizmet uzmanları kadın hakları konusunda ihlale uğrayan ya da risk altındaki kadınların toplumda var olan hizmetlerden (kadın misafirhaneleri, sığınma evleri gibi) yararlanmalarına yardımcı olmak için üstlenirler. arabulucu rolleri Kadınlara yönelik uygulamalardan ve düzenlemelerden kadınların yararlanmalarını, kaynakları kullanmalarını ve yardım almalarını engelleyebilecek durumları ortadan kaldırmak; tek bir kadın adına mücadele etmek biçiminde olabileceği gibi kadınların tümü için yasalarda, politikalarda değişiklik yapmak, nü gerçekleştirmesi ile mümkün sosyal hizmet uzmanının savunuculuk rolü olabilmektedir. Değerlendirici rolü üstlenen sosyal hizmet uzmanları konusunda, bireysel ya da toplumsal sorunlara ilişkin bilgi toplamaya, bunları değerlendirmeye, alternatif ve öncelikleri ortaya koymaya ve eylem için karar vermeye çalışırlar. var olan grupları, Harekete geçirici rolünde sosyal hizmet uzmanları kaynakları, örgütleri, yapıları bir araya getirmek; onlara enerji vermek ya da yeni gruplar, organizasyonlar ve kaynaklar oluşturmak için çalışırlar. Kadın hakları konusunda ihlale uğrayan ya da risk altında olan kadınlara yeni beceriler kazandırmak kapsamında yer sosyal hizmet uzmanlarının öğretici rolleri almaktadır. Danışman (konsültasyon anlamında) rolünü gerçekleştiren sosyal hizmet kadın hakları konusunda çalışan diğer uzmanlarla ya da kurumlarla iş uzmanları, birliğine girmek, onların becerilerini artırmak ve kadın müracaatçıların sorunlarını çözmek için yardımcı olmaya çalışırlar. Kadınların sosyal hizmet gereksinimlerini karşılamak, toplumun bu konuya duyarlı olmasını sağlamak amacıyla diğer gruplar ve kurumlarla iş birliğine girmek ve yeni yapıların planlamasını sağlamak için sosyal hizmet uzmanları planlayıcı roller üstlenirler. kadın hakları konusunda Araştırmacı rolü üstlenen sosyal hizmet uzmanları veri toplamak, sınıflamak, analiz etmek ve elde ettiği sonuçları yayınlamakla görevlidir. Kadınlarla ilgili yapılan bir çalışmanın, programın, hizmet ünitesinin ve organizasyonun yönetilmesi için nü sosyal hizmet uzmanları yönetici rolü üstlenirler. ise kadın hakları konusunda Klinik hizmeti veren sosyal hizmet uzmanları ihlale uğrayan ve risk altındaki kadınlara destek sağlama yönünde çalışmalar gerçekleştirmektedirler. KADINLAR VE İNSAN HAKLARI Kadınların haklarının korunması ve ayrımcılığın sona erdirilmesi açısından önemli bir temel sözleşme ve protokol bulunmaktadır: * Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (18 Aralık 1979) ve * Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesine Ek Seçmeli Protokol (10 Aralık 1999). Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi Bu sözleşme Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 18 Aralık 1979 tarihinde kabul edilmiş ve 01.03.1980 tarihinde New York’ta Birleşmiş Milletler üyesi olan devletlerin imza, onay ve katılımına açılmıştır. 03.09.1981 tarihinde ise sözleşme yürürlüğe girmiştir. Nüfusun % 67,2’si 15 ile 64 yaşları arasındadır. 15-64 yaş grubunda bulunan çalışma çağındaki nüfus, toplam nüfusun % 67,2’sini oluşturmaktadır. Ülkemiz nüfusunun % 25,6’sı 0-14 yaş grubunda, % 7,2’si ise 65 ve daha yukarı yaş grubunda bulunmaktadır. YAŞLILIK VE EVDE BAKIM Evde bakım, yeni bir kavram olmayıp 1700’lü yılların sonunda İngiltere'de, ardından da ABD'de ortaya çıkmıştır. Bu hizmet yeni doğandan yaşlılığa kadar her yaş grubuna sunulmaktadır. Evde bakımın en basit tanımı "bireylerin bakım gereksinimlerinin ev ortamında karşılanmasıdır. DSÖ’ne göre evde bakım; formel ve informel bakım verenler tarafından ev ortamında bakım hizmeti sunulmasıdır. YAŞLILIK VE YAŞLILIĞA GÖSTERİLEN ÖN YARGILAR VE OLUMSUZ TUTUMLAR 1. İstihdam Yaşla ilgili ön yargıların ve kanıların olumsuz etkileri, özellikle istihdamda belirgindir. Bazı kişiler yaş ayrımcılığının, yaşlı işçilerin verimliliğindeki azalmanın bir sonucu olduğunu ileri sürmektedirler. Yaş ayrımcılığının günümüzde 40 yaşla birlikte başladığı gözlemlenmektedir. “35 yaş ve altında başvuran kişiler tercih edilecektir” şeklindeki ifadeler bunun en yaygın kanıtıdır. 2. Sağlık Toplumun yaşlı bireylere ve yaşlanmaya karşı olumsuz tutumları bu kişilere sunulan sağlık hizmetlerini de etkilemektedir. Sağlık personelinin yaşlı bireylere yönelik olumsuz ön yargı, değer, inanç ve tutumları yaşlı bireylere verilen bakımın kalitesine de yansımaktadır. Tıp biliminin temel etiği olan adalet ve eşitlik ilkesi tüm sağlık çalışanlarının üzerinde önemle durması gereken bir konudur. Bireyler yaş, din, dil, ırk ve cinsiyet gözetilmeksizin sağlık hizmeti alma hakkına sahiptirler. 3. Sosyal Ön Yargılar a. Bağımlı ve bakıma muhtaç olarak algılama: ‘Yaşlılar’, ilgilenilmeleri gereken, bağımlı, sağlıksız ve bakıma muhtaç insanlar olarak kodlanırlar. Şüphesiz bakıma muhtaç olan yaşlı insanlar vardır. Ancak çevremizdeki 60 ya da 70 yaşının üstündeki birçok insan aktif bir şekilde gündelik yaşamını sürdürmektedir. Hatta bu insanların bazıları, çocuklarına maddi manevi açıdan destek olmaya da devam etmektedirler. b. Muhatap almama: ‘Yaşlı’ insanlara genellikle çocuk muamelesi yapılır. Yetişkin insanlara çocuk gibi davranılması çoğunlukla onlar açısından küçültücü bir davranış olabilir. c. Yaşlılıkta akıl, mental yetenekler, öğrenme ve hatırlama azalır inancı Yaşlıların çoğunun öğrenme ve hatırlama yetenekleri kendi normal ölçülerinde devam eder. Gençlerle arasındaki farklılığın kaynağı; hastalık, motivasyon, öğrenme stili, pratik yapamamak gibi değişik nedenlerden kaynaklanmaktadır. d. Akıl hastalıkları yaşlıların çoğunda kaçınılmazdır ve tedavi edilemez yargısı Yaşlıların %10’undan azında mental hastalıklar bulunmaktadır ve yaşlılardaki akıl hastalıkları oranının gençlerden daha az olduğunu gösteren birçok çalışma bulunmaktadır. 4. Sosyal hayattan dışlama: Belirli bir yaşın üzerindeki insanlar, ‘yaşlı’ olarak görüldükleri için sosyal hayata katılımda zorluklarla karşılaşabilirler. Yaşlı bakımevlerinde izole bir yaşam sunulması da bir sosyal dışlanma örneği olabilir. 5. Suistimal etme: ‘Yaşlı’ insanlar birçok açıdan suistimal edilebilirler; cinsel, fiziksel, psikolojik ya da finansal açıdan zarara uğratılabilirler. 1. Fiziksel istismar: Vurmak, tokatlamak, yakmak, bağlamak, fazla ya da yanlış ilaç vermek fiziksel istismar örnekleridir. 2. Psikolojik istismar: Bağırmak, hakaret etmek, korkutmak, suçlamak, göz ardı etmek ya da aşağılamak gibi örnekler psikolojik istismarı içerir. 3. Cinsel istismar: Cinsel istismar bireyin kendi rızası olmadan herhangi bir cinsel aktiviteye zorlanmasıdır. 4. Ekonomik ve hak istismarı: Zihinsel yetersizliği gösterilmeyen yaşlı kişilerin sivil ve hukuki haklarının ihlal edilmesi, yasadışı ya da izinsiz olarak mallarının, parasının, banka/emeklilik hesabının ya da diğer değerli varlıklarının kullanılması ve değiştirilmesi, kendi evinden çıkartılması ve hile yolu ile vekâletname alınması ekonomik ve hak istismarı örnekleridir. Bu alanda 2000 yılında yapılan tıbbi bakımda ileriye dönük ödeme sistemi (Medicare Prospective Payment Sysyem (PPS)) uygulaması daha güncel bir çalışmadır. Bu çalışmaya göre sosyal hizmetin evde bakım alanındaki aktiviteleri şu şekilde sıralanır: Kişiler için psikososyal değerlendirme Belgelendirme/evrak İşleri Toplum kaynakları konusunda müracaatçıları eğitmek Taburculuk sonrasını planlamak Disiplinler arası iş birliği Bakım koordinasyonu NASW 1995 yılında evde sağlık hizmetlerinde sosyal hizmet uzmanının işlevlerini açıklamıştır: Hastalığa ve tedaviye hasta ve ailesinin uyumuna etki eden sosyal, ekonomik, çevresel ve duygusal faktörleri değerlendirmek, Sosyal çalışma hizmetlerini açıklamak ve hasta ve ailelerle hedefler için anlaşma yapmak ve bir tedavi planı geliştirmek, Uzun dönemli planlama ve karar verme için danışmanlık hizmeti vermek Hastalara danışmanlık, eğitim ve destek sağlamak ve hastanın ailesini tanımlanan tıbbi koşul ile bilgilendirmek, Hasta adına ihtiyaç duyulan toplum kaynaklarını tanımlamak ve sağlamak, Mental ve fiziksel kısıtlılıklar nedeniyle risk altında bulunan hastaların hizmetlere ulaşmaları için savunuculuk yapmak, Kısa dönemli terapi sağlamak, Konsültasyon, liyezon ve disiplinlerarası iş birliği, Bakım sonrasını planlamak EVDE BAKIM HİZMETLERİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR 1. Sağlık hizmetlerine ulaşmada engeller 2. Sağlık hizmetlerine uyum problemleri 3. Tıbbi tedavi planına uyum problemleri 4. Karar verebilmek için bilgi eksikliği 5. Gereksinimleri karşılayacak kaynak eksikliği 6. Psikolojik engeller (korku, kaygı vb.) 7. Mali engeller (sosyal güvence, parasal konular) 8. Bilgi eksikliği (hizmetlerin nereden ve nasıl alınacağı) 9. Pratik engeller (aile üyelerinin bakımı, ulaşım vb.) Sağlık Hizmetlerine Uyum Aile, arkadaşlar, alışık olunan yerler, kendi kararlarını verebilme, günlük rutin ve olağan aktiviteler ile sevilen yiyecek, içecek vb. şeylerden uzak kalma uyum problemleri yaratır. Durumsal krizler olağan sosyal desteklerden uzaklaşmaya neden olur ve hastanın sağlık hizmetlerine uyumu üzerinde bozucu etki yapar. Tıbbi Tedavi Planına Uyum Hastalığın tanısı, seyri ve tedavi planı ile baş etme konusu hastaların ve/veya ailelerinin karşılaştığı bir diğer problem alanıdır. Hastalığın tanısı, seyri ve tedavi planı ölüm konusunu gündeme getiriyorsa veya kaçınılmaz ise çok ciddi uyum problemleri yaşanır. Karar ve Kontrol Eksikliği Hastalar ve aileleri tıbbi bakım kurumlarında kontrol duygularını büyük ölçüde yitirir. Müdahaleler, hastalar ve yakınları önceden yeterince uyarılmaksızın, açıklama yapılmaksızın ve bilgilendirilmiş onay alınmaksızın planlanır ve gerçekleştirilir. Bu durum çaresizlik duygusunu tetikler ve tedavi kurumuna uyumu güçleştirir. Kaynak Eksikliği 1. Tıbbi malzeme ve ilaçlar 2. Gelir desteği 3. Hizmet desteği 4. Çevresel düzenlemeler 5. Kişiler arası destek Hizmet Desteği • Kişisel bakım hizmetleri • Profesyonel bakım hizmetleri • Fiziksel terapi hizmetleri • Ev hizmetleri • Ulaşım hizmetleri • Aile danışmanlığı hizmetleri • Beslenme hizmetleri • Alkol ve madde kullanımı tedavisi hizmetleri • Yetişkin ve çocuk esirgeme hizmetleri • Gündüz bakım hizmetleri • Serbest zaman değerlendirme hizmetleri Sosyal Hizmetin Odağı • Sosyal sorunlar • Sosyal hizmet yaklaşımı • Yolunda gitmeyen şey ne? • Ailenin yapısı • Ailenin işlevleri • Ailenin gelişimi • Toplumsal çevresi • Aile üyelerinin birbirleriyle nasıl bağlantı kurduklarına odaklanma Sosyal Hizmet Yaklaşımı 1. Etik ilke ve standartlar 2. Eşitsizlikler 3. Toplumun kültürü, gelenekleri 4. Gizlilik ve mahremiyet 5. Kuram ve uygulama (ikisini bütünleştirme) 6. Değerlendirme 7. Sosyal hizmet planlaması ve müdahalesi 8. Vaka yönetimi 9. Güçlendirme ve savunuculuk 10. Hasta ve toplum eğitimi 11. Ekip çalışması ve işbirliği 12. İş yükü planlaması 13. Kayıt tutma ve arşivleme 14. Araştırma 15. Performans geliştirme 16. Bilgiye ve teknolojiye ulaşma ve kullanma YAŞLI BİREYLERLE İLGİLİ ULUSLARARASI POLİTİKA BEYANI Politika Konularının Geçmişi: IFSW; yaşlı insanların toplum içindeki yaşam kalitesini artırmak, haklarını ve onurlarını yaşamları boyunca muhafaza etmelerini sağlamak maksadıyla; sosyal ve ekonomik politikaların gelişiminin, program ve hizmetlerin uygulamaya konulmasının ve sosyal eylem ve araştırmaların başlatılmasının gerekliliğinin farkındadır. Güncel araştırmalar; günümüzde yaşlı olarak nitelendirilen insan gruplarının daha iyi bakım koşullarında yaşadığını ve yaşlılık sürecini daha sağlıklı bir tarzda geçirdiklerini göstermektedir. Ayrıca araştırma sonuçlarına göre tıptaki gelişmeler sayesinde uzun yaşam beklentisinin artmasının yanı sıra, kendi kendine bakamama ve yaşlılıktan dolayı takatten düşüren hastalık periyotları gibi sorunlarla, artık iyice uzayan ömrün son dönemlerinde ve daha kısa süreli olarak karşılaşılmaktadır. IFSW için; Aşağıdaki prensipler, sosyal politika bildirgelerini temelde desteklemelidir. 1. Yaşlı insanlar için kapsamlı bir sosyal politika bildirgesi olmalı ve onların yaşlılık süreçleri boyunca farklılıklar gösteren ihtiyaçlarının karşılanması göz önüne alınmalıdır. 2. Dünyanın her yerinde yaşlılık süreci benzerlik göstermektedir. Yaşlılık sosyal bir konu ve dünya çapında bir meseledir. Birçok ülke kültüründe geleneksel olarak, emeklilik yaşına gelmiş insanlar yaşlı olarak kabul edilir. 3. Her politika, yaşlı insanların eğer isterlerse çalışmaya devam etme hakları olduğunu yansıtmalıdır. 4. Herhangi bir politika bildirgesi; yaşlı insanların kendi istedikleri gibi, kendi kararlarıyla ve değişik yaşam tarzlarında yaşama özgürlüklerini kullanma haklarını koruma altına almalıdır. 5. Fiziksel olarak bağımlı olan yaşlı insanların kendilerine sunulan hizmetleri kabul etme veya onları değiştirme haklarına saygı gösterilerek, seçme ve opsiyon hakkı korunmalıdır. Politika Beyanı: IFSW; üye ülkelerdeki birliklerin üyeleri aracılığıyla, yaşlı insanlar için politikaların desteklenmesi, programların uygulanması, hizmetlerin geliştirilmesi ve sosyal faaliyet ile araştırmaların başlatılması konularına dâhil olmaktadır. IFSW; Evde ve hastanede uzun süreli bakımı da kapsayan diğer hizmetlerle beraber koruyucu hekimlik ve yaygın sağlık hizmetlerinden yaşlı insanların tam olarak istifade etme haklarının sağlanmasını; yaşlı insanların kendi evlerinde kalma veya özel koşulları ile ihtiyaçlarına uygun diğer barınma seçeneklerini kullanma arasında seçim yapma hakkını destekleyen politikaları; yaşlı insanların kendi kendilerine yaşamlarını sürdürebilecek duruma gelinceye kadar, onlara her zaman saygı ve hürmet ile davranılarak uzun süreli barınma ihtiyaçlarını sağlayan politikalar ile bunların ötesinde, Alzheimer hastalığı ve diğer zihinsel rahatsızlıkları olan yaşlılara özel tedavi ve hizmet sunan politikaları; yaşlı insanları kötü muameleye, sömürüye ve ihmale karşı koruyan sosyal yasaların yapılmasını ve uygulanmasını sağlayacak, güçlendirecek ilkeleri savunan politikaları, desteklemektedir. Hizmetler, hem kendi kendine iyi bir şekilde bakabilen ve sağlıklı, hem de güçsüz yaşlı insanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde geliştirilmelidir. IFSW; yaşlı insanlara özel ihtimam gösterilmesi ve yaşlı insanlara verilen hizmetlerin kalitesinin güncel tutulması için gerekli eğitim kaynaklarına, sağlık ve refahı sağlayan kuruluşların yeterli ödeneğin ayrılmasında öncelik tanıması konusunda ısrarlıdır. MUTLAK YOKSULLUK Mutlak yoksulluk, asgari yaşam düzeyinin sürdürülebilmesi için en temel ihtiyaçların bile karşılanamamasını ifade etmektedir. Yani minimum tüketim standardına erişebilme becerisine sahip olmamak anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan, dışarıdan yardım almadığı takdirde ölüm riski ile karşılaşması kaçınılmaz olanlar mutlak yoksul olarak ifade edilmektedir. GÖRELİ YOKSULLUK Göreli yoksulluk bir bireyin gelirinin, ortalama gelir seviyesinin altında olmasına bağlı olarak açıklanır. Bu yoksulluk türünde mutlak ihtiyaçları belirlemeye gerek kalmaz ve daha çok gelir dağılımlarındaki eşitsizliğe daha fazla vurgu söz konusudur. İNSANİ YOKSULLUK İnsani yoksulluk, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yoksulluğu ölçmek üzere geliştirilmiştir. UNDP tarafından 1997 yılında yayınlanan İnsani Gelişme Raporu’nda yoksulluğu tanımlamada sadece parasal göstergeler yeterli bulunmamıştır. YOKSULLUK VE SAVUNMASIZLIK Bugün yoksulluk; yetersiz tüketim ve insan onuruna yakışır bir yaşam için gerekli kaynak ve olanaklara (beslenme, barınma, temel eğitim ve sağlık hizmetlerine erişme) sahip olamamaktan daha fazla anlamlar içerir. Nitekim Amartya Sen’in de belirttiği gibi yoksulluğu tanımlamak için sadece gelir düzeyini açıklamak yeterli değildir. Savunmasızlık, insan refahının sonuçlarından herhangi birine bağlanabilir. Ancak bu bağları açıklamak o kadar da kolay olmaz. Örneğin hastalık ve savunmasızlık arasındaki bağlar karmaşıktır. Çünkü bir yandan sağlığın kötü olması, yoksulluğa ve sosyal haklardan mahrum yaşam koşullarına bağlanabilir. Diğer yandan da sağlığın, yoksulluğa yol açması söz konusu olabilir. YOKSULLUK VE SAVUNMASIZ GRUPLAR Savunmasız koşullar, toplumdaki herkesi etkiler. Ancak çoğunlukla açlık, yetersiz sağlık, düşük eğitim düzeyi, kötü ve tehlikeli bir yerde yaşamak gibi fırsat, kaynak ve yapabilirliklerin yetersizliğine bağlı olarak yoksullar savunmasız koşullardan daha fazla etkilenebilirler. KADINLAR Kadınların yoksulluğu; ekonomik, sosyal, kültürel, politik pek çok faktörle ilişkilendirilebilir. Kadın yoksulluğuna ilişkin en önemli göstergeler arasında iş gücü piyasalarındaki konum, eğitim olanakları, sağlık hizmetlerine erişim gibi kaynak, fırsat ve olanaklar sıralanabilir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2013 Mayıs ayında yayınlamış olduğu hane halkı iş gücü istatistiklerine göre ev işleri nedeni ile iş gücüne dâhil olamayan kadınların oranı çok yüksektir (%58.3). 2013 yılında yayınlanan insani gelişme raporunda ise “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE)” hesaplanmıştır. Rapora göre Türkiye’de parlamentodaki sandalyelerin yüzde 14,2’sinde kadınlar oturmaktadır. Yetişkin kadınlar arasında orta ve yüksek eğitim görmüş olanların oranı ise % 26,7 olup, erkekler arasında bu oran %42,4’tür. Her 100 bin doğumda ölen kadın sayısı %20’dir. Erkeklerin istihdam piyasasına katılımı yüzde 71,4 iken, kadınların katılım oranı yüzde % 28,1’de kalmıştır. Verilerden de anlaşıldığı gibi Türkiye’de genel olarak kadınların eğitim düzeyi oldukça düşüktür, sağlık hizmetlerine erişimlerinin ve yüksek gelir ve prestij sağlayan parlamentoda yer alma düzeylerinin yeterli oranlarda olmadığı belirlenmiştir. ÇOCUKLAR Türkiye genelinde 2012 yılı Ekim, Kasım ve Aralık aylarında uygulanan çocuk işgücü anketi sonuçlarına göre 6-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 15 milyon 247 bin kişidir. Ekonomik faaliyette çalışan 6-17 yaş grubundaki çocukların istihdam oranı %5,9’dur. Bu yaş grubundaki çalışan çocuk sayısında 3000 kişilik artış gerçekleşmiştir. Çocukların istihdam oranı 6-14 yaş grubunda %2,6, 15-17 yaş grubunda ise %15,6’dır. Türkiye genelinde 6-17 yaş grubunda istihdam edilen çocukların %44,8’i kentsel, %55,2’si kırsal yerlerde yaşamakta olup, bu çocukların %68,8’i erkek ve %31,2’si ise kız çocuklarıdır. Çalışan çocukların %49,8’i bir okula devam ederken, %50,2’si okula devam etmemektedir. Yaş grupları incelendiğinde 6-14 yaş grubundaki çalışan çocukların %81,8’i, 15-17 yaş grubundaki çalışan çocukların ise %34,3’ü bir okula devam etmektedir. Okula devam eden 6-17 yaş grubundaki çocukların %3,2’si ekonomik işlerde ve %50,2’si ev işlerinde çalışırken, %46,6’sı herhangi bir faaliyette bulunmamaktadır. 6-17 yaş grubunda okula devam etmeyen çocukların ise; %34,5’i ekonomik işlerde ve %38,8’i ise ev işlerinde çalışmaktadır. Bu çocukların %26,7’si ise herhangi bir faaliyette bulunmamaktadır. YAŞLILAR İçinde bulunduğumuz yüzyılın gelişmelerine paralel olarak dünyada olduğu gibi Türkiye’de de nüfusun, değişim ve dönüşüm içinde olduğu ve giderek yaşlandığı bilinmektedir Fizyolojik değişimlere bağlı olarak yaşlıların kalp, damar, akciğer gibi organlarında rahatsızlıklar artmaktadır. Yaşlılığın getirdiği çoğu olumsuz yaşam deneyimleri psikolojik yaşlanmayı da beraberinde getirmektedir. Psikolojik yaşlanmaya bağlı olarak çevreye ve değişen koşullara uyum zorlaşmaktadır. ENGELLİLER Engellilik, yoksulluğun sonucu ya da nedeni olabilmektedir. Yoksulluk ve engellilik savunmasızlığı artırmaktadır. Türkiye’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 2013 Mayıs ayında yayınlanan engelli istatistiklerine göre kamuda 67, özel sektörde 9528 engelli işçi istihdam edilmiştir. Kamu kurumlarında memur olarak istihdam edilen engellilerin çoğu, orta öğretim mezunudur. Kamu kurumlarında engelli kotasında istihdam edilen memurların çok büyük bir çoğunluğu ise erkektir. Özürlü memur seçme sınavına başvuran öğrencilerin çoğunluğu ise orta öğretim mezunudur. İNSAN HAKLARI İHLALİ OLARAK YOKSULLUK Birleşmiş Milletler’e göre yoksulluk, birbiri ile ilişkili ve üstesinden gelinmesi zor pek çok faktörden oluşan kısır bir döngüdür. Bu döngü içinde kaynaklardan, yapabilirlikten ve olanaklardan yoksun olmak, bir insanın temel ihtiyaçlarını karşılamasını ve insan haklarını gerçekleştirmesini engeller. Birleşmiş Milletler’in de belirttiği gibi doğum oranı, mülk, etnisite, ırk, renk ve inançları nedeni ile özellikle yoksulların ayrımcılığa maruz kalma ve sosyal savunmasız koşullarda yaşama riski fazla olduğu için insan hakları ihlallerinin yoksulluk bağlamında tartışılması kaçınılmaz olmaktadır. YOKSULLUĞU AZALTMADA /ÖNLEMEDE “İNSAN HAKLARI TEMELLİ YAKLAŞIM” Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü yoksulluğu önlemede/azaltmada insan hakları temelli yaklaşımı esas alır. Bunu gerçekleştirmek üzere temel insan haklarını bir çerçeve olarak kullanır. Bu çerçeveyi yoksulluğun azaltılmasına ilişkin program ve projelerin planlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirilmesinde kullanan insan hakları temelli yaklaşım insan onuru; ayrımcılık yapılmaması ve katılım gibi pek çok değeri esas alır. Ayrımcılık yapılmaması, evrensellik ve incinebilir gruplara dikkat edilmesi Her birey haklarıyla doğar ve insan haklarına sadece insan olduğu için sahip olur. Bu bağlamda insan hakları temelli yaklaşım, yoksul bireyleri de kapsayacak biçimde ayrımcılık yapılmaması ve her bireyin yaşadığı yer, etnisite gibi özelliklerine bakılmaksızın kalkınma yardımlarına ve kamu hizmetlerine erişiminin sağlanması gerektiğini savunur. Katılımcılık, yetkilendirme, şeffaflık ve hesap verebilirlik Çoğu zaman incinebilir bir grup olarak yoksullar; İhtiyaçlarının saptanmasındaki güçlükler, Kamusal olanaklara erişime engel olan ayrımcı uygulamalar gibi pek çok nedene bağlı olarak genellikle yoksulluğu önleme girişimlerinde / kalkınma programlarında göz ardı edilirler Bölünmezlik ve birbirine bağlılık İnsan haklarının bölünemezliği ilkesi, hiçbir kategorideki hakkın bir diğerinden üstün olmadığını kabul eder. Ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar, sivil ve siyasi haklarla eşit muameleye tabi tutulmak zorundadır. MADDE BAĞIMLILIĞI Bugün her toplumun yapısı ve koşullarına göre savunmasız gruplar farklılık göstermekle birlikte, çoğu zaman engellenemeyen ve hatta ölüm ile sonuçlanabilen riskleri nedeni ile savunmasız gruplar arasında madde bağımlıları da gösterilmektedir. BAĞIMLILIK YAPAN MADDELER Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın da belirttiği gibi bireyin sinir sistemini etkileyen, zihinsel, fiziksel ve psikolojik dengesini bozan, toplum içinde ekonomik ve sosyal çöküntüye neden olan, alışkanlık ve bağımlılık yapan, kanunların; kullanılmasını, bulundurulmasını ve satışını yasakladığı narkotik ve psikotrop maddeler “bağımlılık yapan maddeler” olarak açıklanmaktadır. Bağımlılık yapan madde kullanımı Bir uyuşturucunun ya da bağımlılık yapan diğer maddelerin düzenli ya da aşırı bir biçimde alınmasıdır. Madde Bağımlılığı Süreci Ögel’in de belirttiği gibi her birey madde bağımlılığı sürecinde aynı aşamalardan geçmemekle birlikte genel olarak madde bağımlıları aşağıdaki evrelerden geçmektedir: 1. “Hazırlık evresi: Bu evre bağımlılık yapan herhangi bir madde kullanılabileceğine ilişkin bir yargının ve ön düşüncenin geliştiği dönemdir. 2. İlk madde kullanımı: Çoğunlukla merakla başlayan bu evre; madde kullanılan bir ortamda bulunmak ya da maddeyi reddetmemek gibi çeşitli nedenlerle bireyin maddeyi ilk kez kullandığı ve korku içeren bir evredir. 3. Maddeyi kullanmayı sürdürme: “Ben bağımlı olmam” gibi çeşitli yanlış inançlarla ilk kez kullanılan maddeyi ikinci ve üçüncü kez kullanmanın izlediği evredir. 4. İlerleme evresi: Bağımlılık yapan madde kullanımının sık ve yoğun bir biçimde sürdürülerek daha sık kullanım için arayışların, doz artırımlarının ve bu nedenle psikososyal sorunların sıklıkla yaşandığı evredir. 5. Bırakma evresi: Kullanılan maddeden kurtulma isteğinin, maddeye karşı duyulan istekten daha fazla olduğu bu evrede birey üzerindeki zararlı etkiler üst düzeye ulaşır ve ikili duygular (ambivalans) yaşanır. 6. Tekrar madde kullanmayı düşünme (prolapse): Bu evrede kurtulduğu madde ile ilgili olumlu düşünceler taşıyan bireyin, maddeye karşı eski katı tutumu ortadan kalkar. 7. Tekrar madde kullanma (lapse): Bu evrede “Bir kez kullanmaktan bir şey çıkmaz” düşüncesi ile başlayarak maddeye karşı duyulan istek, ısrarlar, sıkıntı giderme gibi nedenlerle madde kullanımı devam eder. Ancak çoğu zaman pişmanlık duygusu ile birey, tekrar bağımlılık yapan madde kullandığını saklayarak kimseden yardım istenmemeye çalışır. 8. Tekrar madde kullanmaya başlama (relapse): Yoğun bir biçimde kullanılan madde nedeni ile bağımlılığın tüm belirtilerinin ortaya çıktığı evredir. Madde Bağımlılığı Sürecindeki Savunmasızlıklar Tanımından da anlaşıldığı gibi madde bağımlılığı; sinir sistemini, zihinsel, fiziksel ve psikolojik dengeyi bozarak önce madde kullanan bireyin yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir. Madde bağımlısı bireyin toplumsal yaşamdaki olası zararların önüne geçememesi ya da bağımlılık süreci ile başa çıkabilmek için savunma gücünün azalması onu fiziksel ya da duygusal yönden incinmeye ve saldırılara açık hâle getirmektedir. Böylece madde bağımlısı birey, her türlü risk ve tehlikelere açık bir biçimde savunmasız kalmaktadır. Madde Bağımlılığı Tedavi İlkeleri Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’nün de belirttiği gibi madde bağımlılığı; çoğunlukla kötüleşip iyileşen, kronik bir hastalığın seyrini izleyen çok nedenli bir sağlık sorunudur. Bunlar; (i) Moral Model: Madde bağımlılığı süreci ve bağımlılığına ilişkin çözümler bağımlılık yapan maddeleri kullanan birey üzerinden tartışılmaktadır. (ii) Hastalık Modeli: Bağımlılık yapan maddeleri kullanmaya neden olan hastalık koşullarına odaklanılarak tıbbi müdahale olmaksızın bağımlılığın tedavi edilemeyeceğini öngören modeldir. (iii) Ruhsal Model: Bağımlılık yapan maddeleri kullanan bireylerin bağımlılık sürecine ilişkin koşulları üzerinde, kişisel olarak güçsüz kaldıklarını belirten modeldir. (iv) Biyo-psikososyal Model: Bu model madde bağımlılığını, sadece bireysel özelliklere bağlı olarak değerlendirmez. Bağımlılığı, kronik bir hastalığın seyrini izleyen çok nedenli bir sağlık sorunu ve kötü bir alışkanlık olarak değerlendirir. Biyo-psikososyal model dışındaki modeller göz önünde bulundurulduğunda geçmişte farklı inanç ya da ideolojik bakış açıları temel alınarak madde bağımlılığı; 1. Sadece toplumsal bir sorun olarak, 2. Sadece eğitsel ve ruhsal bir sorun olarak, 3. Sadece cezalandırılması gereken yanlış bir davranış olarak ya da 4. Sadece farmakolojik bir sorun olarak ele alınmıştır. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü bağımlılık yapan maddelerin kullanım bozukluklarına ilişkin tedavi hizmetleri geliştirilmesinde insan haklarını da temel alan dokuz önemli ilke sürülmektedir. 1. İlkede madde bağımlılığı tedavisinde ulaşılabilirlik ve erişilebilirliğe dikkat çekilmektedir. İnsanların kendi ihtiyaçlarına en uygun tedaviye erişebilmeleri için tedavi hizmetlerine erişimi kısıtlayan tüm engellerin en aza indirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. 2. İlke madde bağımlılığında tarama, değerlendirme, tanı ve tedavi planlaması ile ilişkilidir. Buna göre bağımlılık yapan maddeleri kullanarak zarar gören bireylerin çoğunlukla bireysel, toplumsal ve ekonomik açıdan birden fazla tedavi ihtiyaçları olduğu; bunların yalnızca bağımlılığın belirtileri üzerinden standartlaştırılmış biçimde ele alınamayacağı öne sürülmektedir 3. İlke madde bağımlılığı tedavisinde kanıt ve bilgi temeline dikkat çekmekte ve madde bağımlılığına ilişkin bilimsel bilgi ve kanıt temelinin, madde bağımlılığı tedavisindeki müdahale ve uygulamalara rehberlik etmesi gerektiği öne sürülmektedir. 4. İlke madde bağımlılığı tedavisini insan hakları bağlamında değerlendirmektedir. 5. İlkede madde bağımlılığı tedavisinde ergenler, kadınlar, hamileler, birden fazla tıbbi ya da psikiyatrik hastalığı bulunanlar, seks işçileri, etnik azınlıklar ve toplum tarafından dışlanmış bireyler gibi daha savunmasız gruplar için özelleştirilmiş bakım ihtiyacına dikkat çekilmektedir. Bu ilke kapsamında madde bağımlısı bir bireyin, bu özel grupların birçoğuna ait olmasına bağlı olarak ihtiyaçlarının çeşitlilik gösterebileceği de vurgulanmaktadır . 6. İlkede madde bağımlılığı tedavisine ilişkin ceza adaleti sistemine değinilmekte ve bağımlılık yapan madde kullanımının sağlıkla ilgili bir durum olarak görülmesi gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca bağımlılık yapan madde kullananların, mümkün olabilecek durumlarda ceza adaleti sistemi içinde değil de sağlık sistemi içerisinde ele alınması gerektiği öne sürülmektedir. 7. İlke madde bağımlılığının tedavi sürecinde topluma dâhil olma, katılım ve hasta oryantasyonu ile ilişkilidir. Bu ilke kapsamında madde kullanımına ve bağımlılığına toplum bazında gösterilecek sağduyulu tepkilerin, o toplumda doğrudan olumlu davranışsal değişiklikleri destekleyeceği açıklanmaktadır. Böylece otoriter/emredici bir hizmet sağlama biçimden, daha iş birlikçi hizmet sağlama biçimine doğru bir paradigma değişikliği olacağına dikkat çekilmektedir. 8. İlke madde bağımlılığı tedavi hizmetlerinde klinik yönetim ile ilişkilidir. Bu ilkeye göre madde bağımlılığı tedavi hizmetlerinde; gerçekçi amaçlara yönelik, hesap verebilir, verimli ve etkili bir klinik yönetimi olmalıdır. Madde bağımlılığına yönelik hizmet kuruluşunun, hizmetten yararlanan müracaatçıların ihtiyaçlarına duyarlı olması gerekir 9. İlke madde bağımlılığı tedavisine ilişkin politika geliştirme, stratejik planlama ve hizmetlerin eşgüdümü ile ilişkilidir. Bu ilkeye göre tedaviye ihtiyacı olan hastalara, madde kullanım bozukluğuna ve aynı zamanda hizmetlerin planlanmasına ve uygulanmasına yönelik sistematik bir yaklaşıma ihtiyaç bulunmaktadır MADDE BAĞIMLILIĞI TEDAVİSİNE İNSAN HAKLARI YAKLAŞIMI Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü bağımlılık tedavisine ilişkin olarak 4. ilkede insan haklarına dikkat çekmektedir. Buna göre; Madde bağımlılığına ilişkin tedavi hizmetlerinin insan hakları yükümlülüklerine uygun olması gerektiği vurgulanarak tedavi sürecinde tüm bireylerin doğuştan sahip oldukları onurun farkında olunması gerekmektedir. Ayrıca her madde bağımlısı bireyin, tedavi sürecinde mümkün olan en yüksek sağlık ve refah standardından yararlanma ve ayrımcılığa uğramama hakkının da olduğu öne sürülmektedir. Bu nedenle madde bağımlısı bireyin kendi kendini idare etme ve kendi kaderini tayin etme/kendi kararını verme hakkının; tedavi personelinin madde bağımlısı bireye yardımda bulunma hakkının ve zarar vermeme zorunluluğunun da bu kapsamda dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir. Diğer yandan Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü’ne göre madde kullanımının sağlığa yönelik ve toplumsal sonuçlarını önleyici müdahaleler de dâhil olmak üzere tedavi ve bakım hizmetleri; madde kullanımını bırakmak istemeyen hastaları, tedaviden sonra durumu kötüleşen hastaları ve gözaltı sürecinde bulunan hapisteki hastaları da içerecek biçimde planlanmalıdır. Ayrıca madde bağımlılığı tedavisinde cinsiyet, etnik köken, din, politik görüş, sağlık, ekonomik, yasal, sosyal durum olmak üzere hiç bir temelde ayrımcılık yapılmamalıdır. Madde bağımlılarının insan hakları, tedavi ve rehabilitasyon temelinde sınırlandırılmamalıdır. İnsan haklarına aykırı onur kırıcı uygulamalar ile cezalandırmalar hiçbir zaman madde bağımlılığı tedavisinin bir parçası olmamalıdır. Bunu gerçekleştirmek üzere her ülkenin yasalarında madde bağımlılığına ilişkin tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri kapsamında insan haklarının garanti alınmasına yönelik maddelere yer verilmesi şarttır. Ayrıca hizmet prosedürleri gereğince tedavide görev alan personelin, tedavi süreçleri ve prosedürleri hakkında hastayı bilgilendirmesi; hastayla birlikte, kişisel bakım planı geliştirmesi önemlidir. Diğer yandan herhangi bir müdahale gerçekleştirmeden önce tedavide görev alacak personelin hastaya bilgi vererek onayını alması gerekmektedir. Hastanın herhangi bir anda tedaviden çekilme seçeneğinin olduğu da madde bağımlısı bireye açıklanmalıdır. Madde bağımlılığı tedavisinde insan hakları açısından diğer önemli bir konu da hasta mahremiyetine saygı duyulmasıdır. Bu anlamda tedavi sürecinde madde bağımlısı bireye ilişkin bilgilerin son derece gizli tutulması ve herhangi bir amaçla kullanılmadan önce hastadan yazılı olarak izin alınması şarttır. BIREYLERLE SOSYAL HİZMET UYGULAMASI Bu uygulama iki kişi arasında gerçekleşen ilişki ve etkileşimin ürünü olup, Bireylere yönelik sosyal hizmet uygulamasında birey “başvuran” ya da “müracaatçı” olarak tanımlanır. İhtiyaç halindeki bireyin öncelikle sorunu olduğunu fark etmesi, ihtiyaç duyduğu mesleki yardım ve hizmete erişebilmek için ilgili bir kuruluşa başvuruda bulunması gerekir. Bireylerle sosyal hizmet uygulamasının amacı; Bireyin yaşadıkları sorunların ya da karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden gelebilmeleri için; bir anlamda: Sorunlarını kendi başlarına çözmeleri, Bu sorunlarla baş edebilmeleri ve Gelişimsel kapasitelerini arttırmaları amacıyla gerçekleştirilmektedir. Ayrıca uygulama sonunda: Bireyin sosyal ilişkilerinin düzelmesi, Sağlıklı bir kişilik yapısına kavuşması çabası ve deneyimleri ile bu sorunları çözmesi hedeflenir. Böylece; Müracaatçılara yardım etmenin yanısıra, Benzer sorunlarla karşılaştığında kendi Toplumun gelişmesi ve refah düzeyinin yükselmesi de hedeflenir. AİLELERLE SOSYAL HİZMET UYGULAMASI Ailelerle sosyal hizmet; yoksulluk vb. gibi risk altındaki ailelere yönelik gerçekleştirilen sosyal hizmet uygulamalarını ifade etmektedir. Burada temel amaç; Aile bireylerinin gelişimsel ve duygusal gereksinimlerini yetkin bir biçimde karşılayabilmeleri için ailelere yardımcı olmaktır Böylece, Olumlu yönde değişim ve müdahale için ailelerin güçlerini pekiştirmek, İşlevselliklerini artırmak hedeflenir. GRUPLARLA SOSYAL HİZMET UYGULAMASI Grupla sosyal hizmet uygulamasında grup çalışmaları Grup üyelerinin kişisel ve sosyal sorunlarla yüzleşmeleri, Kendilerini ortaya koymaları, Birbirlerini etkilemeleri ve böylece Kişilerarası anlayış geliştirmeleri amacı ile yapılmaktadır. Böylece bir anlamda, gruptaki her bireyin daha etkili bir biçimde etkileşime geçmesi hedeflenmektedir. ÖRGÜTLERLE SOSYAL HİZMET UYGULAMASI Bu uygulama, sosyal hizmet uzmanlarının meslek alanları ile ilişkili çeşitli kurum ve kuruluşlara, onların yönetimine yönelik olarak gerçekleştirdikleri çalışmalarla ilgilidir. Burada temel amaç sosyal hizmet ile ilişkili bu kurum ve kuruluşların mesleki çalışma anlayışını ve işleyişini aksatmadan, kurumların işleyişini ve verimliliğini artırmaya çalışmaktır. TOPLUMLA SOSYAL HİZMET UYGULAMASI Toplumla sosyal hizmet uygulamasının temel amacı; Bireylerin ve grupların örgütlenme becerilerini ve yeteneklerini geliştirmek, Toplumda kaynaklara erişimi sağlamak, Toplumsal katılımı artırmak ve sosyal adaleti sağlamaktır. SOSYAL HİZMET UYGULAMALARINDA TEMEL AMAÇLAR Zastrow (2013)’un da belirttiği gibi Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (NAWS) sosyal hizmet uygulamasının beş temel amacı olduğunu belirtmektedir: 1. Problem çözme sürecini etkinleştirmek, baş etme ve insanların gelişimsel kapasitelerini arttırmak 2. İnsanları kendilerine kaynak, hizmet ve fırsat sağlayan sistemlerle ilişkilendirmek 3. İnsanlara kaynak ve hizmet sağlayan sistemlerin insani çalışmalarını ve etkinliğini özendirmek 4. Sosyal politikaları geliştirmek ve iyileştirmek 5. İnsan ve toplum refahını özendirmek SOSYAL HİZMET UYGULAMALARI VE İNSAN HAKLARI İLİŞKİSİ Duyan (2010)’ın belirttiği gibi sosyal hizmet; İnsan hakları ve sosyal adalet ilkelerini temel alan, Sosyal değişimi destekleyen Sosyal hizmetin ilk uygulama alanları aile refahı, çocuk refahı, psikiyatrik sosyal hizmet, tıbbi sosyal hizmet ve okul sosyal hizmeti olarak bilinmektedir. Bugün gerontolojik sosyal hizmet, kırsal sosyal hizmet gibi daha pek çok sosyal hizmet uygulama alanı eklenmiştir. Sosyal hizmet uzmanları insan haklarına saygı duyulması gerektiğinin bilincinde olmalıdırlar. Çünkü uygulama alanında hangi müracaatçı ya da grup olursa olsun yapılacak müdahale ve girişimlerin insan hakları ile yakından ilişkili olduğunu bilmek durumundadırlar. Thompson (2013)’ın da belirttiği gibi: Sözel, telefonla, sözsüz ve yazılı iletişim becerilerine, Başka insanların bizi nasıl algıladıkları ve bizim onlarda nasıl bir izlenim bıraktığımızla ilişkili öz-farkındalık becerilerine, Analitik becerilere, Girişkenlik, stres ve zaman yönetimi gibi öz yönetim becerilerine, Sunum ve koordinasyon becerilerine, Ekiple çalışma becerilerine, Duyarlılık ve gözlem becerilerine, Düşünme becerilerine, Kendine bakma gibi kendi ayakları üzerinde durma becerilerine, Çatışma yönetimi becerilerine sahip olmalıdır. Ayrıca duygularını yönetebilmeli, Yaratıcı ve dirençli olmalı, hızlı düşünerek doğru tepki verebilmelidirler İNSAN HAKLARININ KARŞILANMASINDA SOSYAL HİZMET UZMANLARI Duyan ve Çalık (2010)’ın çevirileri ile Türkçe literatüre kazandırılan “İnsan Haklarının Karşılanmasında Sosyal Hizmet Uygulaması Standartları” konulu eserde de belirtildiği gibi sosyal hizmet mesleğindeki küresel standartlar, küresel bağlamda sosyal hizmetin temel amaçlarını ifade etmekte ve sosyal hizmet uzmanlarının insan haklarını gerçekleştirmelerini teşvik etmektedir. Buna göre sosyal hizmet uzmanları; Tecrit edilmiş, toplumdan dışlanmış, mahrum bırakılmış, korunmasız ve risk grubunda bulunan bireylerin katılımını kolaylaştırırlar. Toplumda var olan engellere, eşitsizliklere ve adaletsizliklere dikkat çekerek meydan okurlar. Bireyler, aileler, gruplar, örgütler ve toplumlarla kısa ve uzun vadeli ilişki kurarlar ve onları refah düzeyleri ve problem çözme kapasitelerini artırmaları için harekete geçirirler. Toplumdaki kaynaklara ve hizmetlere ulaşmak için bireyleri eğitirler ve onlara yardımcı olurlar. Bireylerin refahını arttırırlar, gelişimi desteklerler ve insan haklarının gelişimini sağlayarak ortaklaşa toplumsal uyumu ve istikrarı artıran politika ve programlar oluşturarak uygularlar. İstikrarlı uyumlu, karşılıklı saygıya dayanan ve insan haklarını ihlal etmeyen toplumları desteklerler. Temel insan haklarıyla çelişmeden farklı etnik grup ve toplumların gelenek, kültür, ideoloji, inanç ve dinlerine karşı insanların duyduğu saygıyı artırırlar. Yukarıda belirtilen amaçlardan herhangi biri adına yapılan programları ve organizasyonları planlar, düzenler, yönetir ve idare ederler Aynı zamanda sosyal hizmet uzmanları uygulama alanında sosyal uyumu artırmak için; Hizmetleri ulaştırmak ve toplumun tümü için olumlu varlığını devam ettirmeye çalışırlar. Hak temelli bir yaklaşım anlayışı ile bireyleri ve toplumu korumaya ve güçlendirmeye çalışırlar. Zayıf, örselenebilir ya da savunmasız gruplarla çalışırlar. Profesyonel ve pratik açıdan meydana gelen değişikliklere ulusal ve uluslararası bağlamlarda yanıt vermeye çalışırlar. Sosyal uyumu bütünlükçü bir düzeyde incelemek ve eleştirel olarak değerlendirmek için uzmanlıklarını, bilgilerini ve deneyimlerini kullanırlar. Birey ve toplum, hizmet sağlama ve hizmet geliştirme, sosyal bakım ve sosyal kontrol, kişiler arası ve ulusal politikalar ve daha fazlası arasındaki dengeyi becerili bir biçimde sürdürmeye çalışırlar. Bazen oldukça büyük kişisel risk ve politik baskı kaynağı olsa bile ekonomik ve sosyal adaleti geliştirmek için aktif bir şekilde çalışırlar SOSYAL HİZMET UZMANLARININ UYGULAMA ALANINDA GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ ROLLER Sosyal hizmet uzmanları daha önce de açıklandığı gibi bireylerle, gruplarla, ailelerle, örgütlerle ve toplumla çalışırken çeşitli rolleri gerçekleştirirler. Zastrow (2013) sosyal hizmet uzmanlarının uygulama alanındaki rollerini aşağıdaki gibi sıralamaktadır: Destekleyici Aracı Savunucu Arabulucu Görüşmeci Aktivist Eğitimci Öncü Araştırmacı Grup kolaylaştırıcı Sözcü Güçlendirici Koordinatör Birey ya da grupların ihtiyaçlarını dile getirme, problemlerini belirleme ve açıklamaları için çözüm stratejileri bulma, strateji seçme ve uygulama, kendi problemleriyle daha etkili bir şekilde ilgilenmek için kapasitelerini geliştirme gibi konularda yardım eden sosyal hizmet uzmanları, uygulama alanında destekleyici rolleri üstlenmiş olmaktadırlar. Kocası tarafından şiddete maruz kalan kadını, sığınma evine yönlendirme gibi yardıma ihtiyacı olan bireyleri ve grupları birbirine toplum hizmetleriyle bağlayan sosyal hizmet uzmanları aracı rolleri üstlenmektedirler. Sosyal hizmet uzmanları bazen de müracaatçılara bir ya da daha fazla kurumsal politikada faydalı bir değişiklik sağlama yollarını oluşturmaya çalışarak savunuculuk rollerini üstlenmektedirler. Taraflar arasındaki tartışmalara müdahale etmek, aralarında uzlaşma sağlamak ya da karşılıklı memnuniyet sağlanacak anlaşmalara erişimi sağlamak üzere sosyal hizmet uzmanları birçok arabuluculuk işinde çeşitli yönelimleri ve özgün becerileri kullanmaktadırlar. Görüşmeci rolünü üstlenen sosyal hizmet uzmanları bir ya da birden çok sorun konusunda tartışma içinde olanları bir araya getirir ve aralarında uzlaşma sağlamanın yollarını ararlar. Yerel, bölgesel ve ulusal alanda meydana gelen sorunlar için kurumsal değişiklik yapmaya çalışarak mağdur kimselere kaynak ve güç aktarımı amacında olan sosyal hizmet uzmanları aktivist rolleri yerine getirmektedirler.*Müracaatçılara bilgi vererek uyarlanabilir becerileri öğreten sosyal hizmet uzmanları eğitimci rolünü üstlenmektedirler. *Öncü rolünü gerçekleştiren sosyal hizmet uzmanları bir probleme ya da problem potansiyeli olan bir konuya dikkat çeken kişidir.*Bireylere, ailelere, gruplara, kurumlara ve topluluklara kişisel, sosyo-ekonomik ve politik güçlerini arttırmaya çalışan ve onların şartlarını geliştirmek için etkili olmalarını sağlayan sosyal hizmet uzmanları uygulamada güçlendirici rolleri üstlenmektedirler. *Pek çok sorunu olan bir aile için finansal, duygusal, kanuni, sağlık, eğitim, eğlenceyle ilgili ve aile üyeleri arasındaki etkileşimi sağlamak için birçok kurum ile birarada çalışan sosyal hizmet uzmanları koordinatör rolünü gerçekleştirirler. *Sosyal hizmet uzmanları bazen de uygulama alanında veri toplamak, sınıflamak, analiz etmek ve elde ettiği sonuçları yayınlamak gibi araştırmacı rolleri üstlenirler. *Grup terapisi, eğitim grubu, kişisel gelişim grubu, aile terapisi grubu ya da diğer odak noktası olan konularda grup çalışması yapan sosyal hizmet uzmanları lider özellikleri ile grup kolaylaştırıcısı olurlar. *Bazen de sosyal hizmet uzmanları konuşmak, yeni hizmetlerin desteğini sağlamak ya da mevcut hizmetler hakkında bilgi vermek üzere uygulamada sözcü rolleri ile karşımıza çıkabilirler.