T.C. TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI Tez Yöneticisi Doç. Dr. Cengiz TUĞLU ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU YAYGINLIĞI, EŞTANI VE RİSKLİ SAĞLIK DAVRANIŞLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ (Uzmanlık Tezi) Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN EDİRNE – 2009 TEŞEKKÜR Uzmanlık eğitimimde ve tez çalışmam boyunca gösterdiği her türlü destek ve yardımdan dolayı tez danışmanım Doç Dr. Cengiz Tuğlu’ya, başta Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr Dr. Ercan Abay olmak üzere Anabilim Dalımız öğretim üyeleri, Doç. Dr. Okan Çalıyurt ve Doç. Dr Erdal Vardar’a, istatistik konusunda danışmanlık aldığım Doç. Dr. Necdet Süt’e, eğitimimde emeği geçen TÜTF’ nin diğer anabilim dallarında görevli hocalarıma, araştırma görevlisi arkadaşlarıma, tez verilerini toplamamda yardımcı olan intörn doktor arkadaşlarıma ve üniversitenin diğer bölümlerinde görevli öğretim üyelerine ve öğrencilerine teşekkür ederim. Bu çalışma TÜBAP-910 No’lu proje ile desteklenmiştir. Destekleri için teşekkür ederiz. İÇİNDEKİLER GİRİŞ VE AMAÇ .......................................................................................................... 1 GENEL BİLGİLER ...................................................................................................... 3 DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU TARİHÇE VE SIKLIK ................................................................................................ 3 NÖROBİYOLOJİ ......................................................................................................... 10 TANI ÖLÇÜTLERİ ...................................................................................................... 17 KLİNİK GÖRÜNÜM ................................................................................................... 23 AYIRICI TANI, EŞTANI, İŞLEVSELLİKTE BOZULMA VE RİSK ALMA DAVRANIŞLARI .......................................................................................................... 27 GEREÇ VE YÖNTEMLER ....................................................................................... 37 BULGULAR .................................................................................................................... 47 TARTIŞMA ...................................................................................................................... 74 SONUÇLAR ..................................................................................................................... 90 ÖZET .................................................................................................................................. 94 SUMMARY ...................................................................................................................... 96 KAYNAKLAR ................................................................................................................ 98 EKLER SİMGE VE KISALTMALAR BT : Bilgisayarlı tomografi CDC : Center’s of Disease Control and Prevention (Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) ÇDEHB : Çocukluk DEHB DAT : Dopamin taşıyıcısı DEHB : Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu DRD2 : Dopamin tip 2 reseptörü DRD4 : Dopamin tip 4 reseptörü DSM : Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders EDEHB : Erişkin DEHB EEG : Elektroensefalografi ERP : Evoked response potential (uyarılmış potansiyel yanıt) ICD : International Classification of Diseases MBD : Minimal Beyin Disfonksiyonu MRI :Manyetik Rezonans Görüntüleme NCS : National Comorbidity Survey (Amerikan Ulusal Eştanı Çalışması) PET : Pozitron Emisyon Tomografi OKB : Obsesif Kompulsif Bozukluk RSİ : Riskli Sağlık İndeksi SCID : Structured Clinical Interview for Diagnosis SPECT : Single Photon Emisyon Computerized Tomografi VKİ : Vücut Kitle İndeksi YRBSQ : Youth Risk Behavior Survey Questionnaire (Gençlik Riskli Davranış İzlem Anketi) GİRİŞ VE AMAÇ Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağında gözlenen önemli bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Kuzey ve Güney Amerika, Kuzey ve Doğu Avrupa ve Asya dahil tüm dünya da yaygın olduğu gösterilmiştir ve çocuk ve ergenlerdeki sıklığı %5-10’dur (1,2). DEHB bozukluğu geçmişte çocukluk döneminde davranış kontrolünde gelişimsel bir gecikme olarak görülmekteydi ve bu bozukluğun ergenlikte düzeldiği düşünülmekteydi. Öncelikle DEHB olan çocukların uzun dönem izlem çalışmalarıyla olmak üzere çocukluk döneminde saptanan DEHB’nin erişkin dönemde de devam ettiği birçok çalışmada gösterilmiştir (1). Yeni uzunlamasına çalışmalar çocukluk DEHB olgularının %50-70’inin genç erişkinliğe kadar devam ettiğini göstermiştir (1). Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan geniş örneklemli bir toplum çalışmasında erişkin dönemde %4,4 oranında DEHB olduğu saptanmıştır (3). Artık erişkin DEHB yaygın olarak kabul edilen bir tanı olmuştur. Ülkemizde ise erişkin DEHB sıklığı hakkında yeterli veri yoktur. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yaşama, kişiler arası ilişkilere, okul ve iş dünyasına yansıyan çeşitli olumsuz etkileri açısından toplumun ve sağlık hizmetlerinin önemli sorunlarından birisidir. DEHB çocukluk ya da erişkin döneminde olsun sadece hastaları değil çevrelerini, ailelerini, ebeveynlerini de etkiler. Riskli sağlık davranışları açısından tehdit altında olan ergen ve genç erişkinlerde DEHB varlığında sigara ve madde kötüye kullanımı, yasal sorunlar, kötü akran ilişkileri, kendine güven kaybı, okul ve iş başarısında düşüklük ve psikiyatrik eştanılar gözlenir. Bu kişilerde kazalar, intihar girişimi ve şiddet gibi aslında önlenebilir ve tedavi edilebilir sorunlar olan riskli davranışların belirlenip değerlendirilmesi de önemlidir. Çocukluk ve ergenlik döneminde edinilen riskli davranışların sonuçları erişkin 1 döneme kadar yansıyabilmektedir. Riskli sağlık davranışlarının yarattığı sorunların dikkate alınması, sorunlarla baş edebilmede gençlere yardımcı olabilmek bakımından kaçınılmaz bir gereksinim olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine de ülkemizde riskli sağlık davranışlarına yönelik çalışmalar henüz yapılandırılmış ulusal bir izlem programı düzeyine ulaşmamıştır. Psikiyatristlerin dikkat eksikliği hiperaktivite sorunu yaşayan çocukların hayatında oynadığı rol çocukların gelişimini engelleyen, yollarını tıkayan engelleri ortadan kaldırıp kendilerini geliştirmeye devam etmelerini sağlamaktır. Erişkinlerde, ülkemizde çocuklara ve ergenlere sağlanan psikiyatrik hizmetlerin kısıtlılığı düşünülürse, zaten devam etmekte olan gelişimin önündeki yolu açma görevine oluşmuş hasarın kontrolü ve telafisini de eklemek gerekmektedir. DEHB’nin erişkinlikte aldığı biçimlerin ve yaratabileceği psikiyatrik sorunların psikiyatri uzmanları tarafından bilinmesine ciddi bir gereksinim hissedilmektedir. Bu çalışmanın amacı önemli bir toplum sağlığı sorunu olan DEHB’nin üniversite öğrencilerindeki sıklığını, eşlik eden sorunlar ve riskli sağlık davranışları açısından durumlarını belirlemek ve psikiyatrik eştanıları saptamaktır. 2 GENEL BİLGİLER DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA TARİHÇE VE SIKLIK Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yedi yaşından önce başlayan, kendini dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik ve dürtüsellikle gösteren nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Önde gelen çocukluk çağı psikiyatrik hastalıklarından birisi olan bu bozukluğun erişkin psikiyatrisindeki önemi de giderek artmaktadır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı geçmişe dayanmaktadır. DEHB’nin tipik bulguları 1846 yılında daha sonra Frankfurt’taki ilk akıl hastanesini kuran Heinrich Hoffmann tarafından basılmış olan bir çocuk kitabında tanımlanmıştır (4). Dikkat eksikliği ve davranım sorunları olan çocukların varlığına 1902 yılında George Still tarafından dikkat çekilmiştir ve “Defects in Moral Control” adı altında Still, hiperaktivite, öğrenme güçlükleri, dikkat problemleri ve davranım bozukluklarını içeren sorunları tanımlamış ve etyolojide çevresel etkenler rol oynayabilse de büyük olasılıkla genetik nedenlere bağlı olabileceğini bildirmiştir. Birinci dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan influenza ensefaliti epidemisi sırasında ensefalit geçirmiş olan çocuklarda hastalıktan sonra gelişen ve Still’in tanımladığına benzeyen hiperaktivite, dürtüsellik, antisosyal davranışlar ve duygusal değişiklikleri Kahn ve Cohen 1934 yılında “organik kökenli” olarak tanımlamış ve bu durumun beyin sapındaki hasara bağlı olabileceğini düşünmüşlerdir. Daha sonra 1937’de Bradley amfetamin tedavisiyle hiperaktif çocukların belirtilerinde düzelme saptayarak bu durumu minimal beyin disfonksiyonu (MBD) ya da hasarı olarak tanımlamıştır. 1941’de Gesell yayınladığı Gelişimsel Çocuk Hastalıkları kitabında minimal beyin hasarını daha çok kalıtsal olan motor güçsüzlük ve garip davranışlarla belirli bir durum olarak 3 tanımlamıştır. Knobloch ve Pasamanick 1959 yılında yaptıkları çalışmada MBD olan çocukların belirtilerinin öğrenme bozuklukları, hiperaktivite gibi hafif bir sekelden mental retardasyon, serebral palsi gibi ciddi anormalliklere varan geniş bir yelpazede olduğunu göstermişlerdir Ayrıca Clements ve Peters tarafından 1960’lı yıllarda hiperaktif çocukların sadece küçük bir kısmında beyin hasarı olduğu ortaya konmuştur (2,5-9). Still “Defects in Moral Control” olarak tanımladığı olguların kronik olduğuna inanıyordu. Böylece ilk kez DEHB’nin erişkin dönemde süreceğinden, en azından çocukluk olgularının erişkin dönemde benzer bulgulara sahip olabileceğinden söz ediliyordu. Still erişkin DEHB olasılığına işaret etmesine rağmen erişkinlerin bu kronik çocukluk çağı bozukluğunun belirtilerini sergileyebileceğine ilişkin ilk çalışmalar 1960’ların sonlarına doğru basılmaya başlanmıştır. O dönemlerde bozukluk MBD olarak tanınıyordu. Üç farklı açıdan erişkin bozukluğundan söz ediliyordu. Harticollis (1968) ergen ve genç erişkin dönemdeki olguların nörofizyolojik ve psikiyatrik değerlendirmelerini yayınladığı makalesinde ilk kez DEHB’nin erişkin dönemde sürdüğünü bildirdi. Bu olguların nörofizyolojik değerlendirmesi MBD’nunu gösteriyordu. Davranış profilleri ise Still’in tanımladığı çocuk olgulara benzer şekilde dürtüsellik, aşırı hareketlilik, duygudurumda labilite ile saldırgan davranışlara ve depresyona yatkınlığı içeriyordu. Bu bireylerin bazıları bu davranışları çocukluklarından beri hiç değişmeksizin sergiliyordu. Harticollis psikoanalitik kurama dayanarak bu durumun ego gelişimindeki erken ve olasılıkla konjenital kusurun başarılı, görev odaklı ve çok meşgul olan ebeveyn örüntüsü ile etkileşmesi sonucu oluştuğunu ileri sürdü. Yani belirli çocuk yetiştirme örüntüsüne sahip, mükemmeliyetçilik beklentisi içindeki ebeveynlerin yetiştirdiği, doğuştan gelen bilişsel kusurlar sergileyen çocuklarda MBD oluşuyordu. Mendelson (1971) ve Menkes (1967) yaptıkları izlem çalışmalarında pek çok olguda MBD/Hiperaktivite belirtilerinin erişkin dönemde sürdüğünü gösterdiler. Cantwell (1975) ve Morison (1973) ise hiperaktif çocukların ebeveynlerinin de hiperaktif olduğunu ve erişkin dönemde sosyapati, histeri ve alkolizm sorunları olduğunu gösteren araştırmalarını yayınladılar (6). Quitkin ve Klein 1969’da çalışmalarında MBD olgularında organisite-beyin hasarının davranışsal belirtilerini araştırdılar ve kontrol grubuna kıyasla 2 kat daha fazla organisiteye işaret eden EEG anormallikleri ve psikolojik testlerde bozulmalar saptadılar. Ayrıca dikkati çeken bir diğer nokta erken yaşta hiperaktif-dürtüsellik ve dikkat eksikliği sergilemenin erişkin dönemdeki dürtüsel-yıkıcı davranışları öngördüğünü yani bozukluğun erişkin döneme dek sürdüğünü işaret eden bulgularıydı. Hartikollis’in psikoanalitik hipotezinde işaret ettiği çocuk yetiştirme stilini hastalarında gözlemlemediklerinden Still’in görüşlerini benimsediler 4 ve “ebeveynlerin bozukluğun yol açtığı sorunlarını şiddetlendirebileceğini fakat bu dürtüselyıkıcı sendromun oluşumunda rol oynamadıklarını” ileri sürerek tedavide fenotiazin gurubu ilaçlar ve yapılandırılmış eğitimin önemine dikkat çektiler. 1972’de Shelley ve Reister MBD olarak tanımlanan erişkin olgularda organisiteye işaret etmişlerdir ve bu olgularda klinik olarak odaklanma güçlüğü, duygusal labilite, dürtü kontrollerini kaybetme korkusu, irritabilite, anksiyete ve özgüven kaybı tanımlarken EEG bulguları, silik nörointegratif bozuklukları göstermişlerdir. Motor gelişim ve koordinasyonla ilgili sorunlar günümüzde iyi tanımlanmaktadır (2,6). 1973’te Pontius MBD’li 100 erişkin hastadaki klinik gözlemlerini bildirmiş ve bozukluğun frontal lob ve kaudat disfonksiyonundan kaynakladığını ileri sürmüştür. Onun gözlemleri 1996 ve 1997 yıllarında Castellanos ve Filipek tarafından DEHB’de prefrontalcaudat ağda azalmayı gösteren araştırma sonuçlarıyla doğrulanmıştır (6,10) Morison ve Minkoff 1975’de erişkinlerdeki patlayıcı kişilik bozukluğu ya da ataklarla giden kontrolsüzlük sendromunun hiperaktif çocukların erişkin görünümü olabileceğini ileri sürdü. Mann ve Greenspan 1976’da erişkinlerde MBD’nin ayrı bir klinik tanı olduğunu tartıştılar ve belirtilerin imipramin veya uyarıcı tedaviye yanıt verdiğini buldular (6). 19. yüzyılda opium, 20. yüzyılın başlarında barbitüratlarla tedavi edilen hiperaktif çocuklar ancak 1930’lardan sonra özgül ilaçlarla (amfetamin) tedavi edilmeye başlanmıştır. İlk kez 1937’de Bradley hiperaktif çocuklarda benzedrinin (rasemik amfetamin sülfat) faydalı etkileri olduğunu yayınlamıştır. 1950’lerde davranış bozukluğu sergileyen çocuklarda klorpromazin gibi çeşitli antipsikotikler kullanılmıştır. 1954’de Avrupa’da, 1956’da Amerika Birleşik Devletleri’nde depresyon tedavisi için kullanıma giren metilfenidat 1970’lerden sonra DEHB tedavisinde kullanılmaya başlanmış ve uyarıcılar DEHB’de tercih edilir tedavi haline gelmiştir. Uyarıcıların erişkin MBD olgularında etkinliğini doğrulayan ilk çift kör plasebo kontrollü bilimsel araştırma Wood ve ark. tarafından 1976’da yayınlanmıştır ve 1970 ve 1980’li yıllarda yapılan çeşitli çalışmalarda çocukluk MBD ya da hiperaktivitesi erişkin dönemde sürdüğü ve tedavisinde uyarıcı ve antidepresanların faydalı olabileceği bildirilmiştir. Ancak psikiyatristlerin çocukluk DEHB’sinin erişkin görünümlerini fark etmesi ve tedavide uyarıcıları önermesi 1990’ları bulmuştur (2,6,7,9,11). Zametkin ve ark. 1990’da erişkin DEHB olgularında ilk nörogörüntüleme çalışmasını yayınlamışlardır ve bu PET (pozitron emisyon tomografi) çalışmasında hem global olarak hem de prefrontal korteks de ve anterior singulatta azalmış glikoz metabolizması gösterilmiştir (10). 5 Bilimsel sınıflandırma çalışmaları 1968 de DSM–II ile başlamış ve tanı ölçütlerinde “Çocukluğun hiperaktif reaksiyonu” olarak yer almıştır ve bir erişkin bozukluğundan söz edilmiyordu. Tek bir semptom olarak motor etkinliği ön plana çıkartan bu tanımlamalar etyoloji ile ilgili bir görüş bildirmemektedir. Bu hiperaktif tepkiler eğer davranım bozukluğu ile birlikteyse “Hiperkinetik davranım bozukluğu” olarak adlandırılmıştır. DSM-III’ de (1980) ise dikkat eksikliği bozukluğu bir çocukluk tanısı olarak tanımlandı ve “Hiperaktivitenin eşlik ettiği dikkat eksikliği” ve “Hiperaktivitenin eşlik etmediği dikkat eksikliği” olarak adlandırıldı. DSM III’te tanı ölçütlerinde değişiklik yapılarak hastalığın ana belirtileri “dikkat eksikliği” “dürtüsellik” ve “hiperaktivite” olarak belirlenmiştir. Ayrıca Dikkat eksikliği bozukluğu-rezidüel tip olarak çocuklukta tanı konan olgulardan belirtileri devam edenlerde erişkin tanısına olanak sağlandı. Bu DSM-III kategorisi erişkinlerin tüm DEHB bulgularını göstermeyeceği düşüncesini içeriyordu. Gözden geçirilmiş DSM-III-R’de “Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu” olarak adlandırılmış ve DEHB olan çocukların %30 kadarında belirtilerin erişkinlikte devam ettiği belirtilmiştir. DSM-IV’te yıkıcı davranım bozuklukları başlığı altına alınmıştır ve ek önemli tanısal açıklamalar yer almıştır. DEHB’nin de dahil edildiği yıkıcı davranış bozukluklarının içinde, davranım bozukluğu ve karşıt olma karşı gelme bozukluğuna da yer verilmiş, bu durumlar yüksek birlikteliğine karşın farklı klinik durumlar olarak bildirilmiştir. Bulguların en azından 6 aydır devam ediyor olması vurgulanmış ve bulguların anlamlı olabilmesi için yaşa uygun normların dışında olması gerektiği üstünde durulmuştur. Günümüzde DSM-IV-TR yanı sıra ICD-10’da (International Classification of Diseases) çocukluk dönemi psikiyatrik bozuklukları başlığı altında ele alınmaktadır. ICD-10’da “Hiperkinetik bozukluk” olarak adlandırılan durumun 5 yaşından önce başlaması gerektiği, hemen her alanda dikkat süresi ve yoğunluğuna ilişkin sorunların bulunduğu ve aşırı motor hareketliliğin olduğu bildirilmiştir. ICD-10’da ek olarak sıklıkla motor ve dil gelişiminin geciktiği bildirilmiştir. DSM-IV-TR erişkin tanısına izin vermektedir ancak yinede olguların çoğunda belirtilerin genç ergenlik ve genç erişkinlikte kaybolacağı belirtilmiştir. Sayıları gittikçe artan yeni çalışmaların gelecekteki DSM baskılarında tanı ölçütlerinin erişkinlere daha uygun olmasını sağlaması beklenebilir (1,2,9,12,13). Epidemiyolojik çalışmalar DEHB’nin yaygın bir bozukluk olduğunu göstermiştir. Tanıma göre sıklığı farklılıklar göstermekle birlikte, DSM-IV tanı ölçütlerine göre çocuk ve ergenlerdeki sıklığı %5-10’dur. Dünyanın değişik ülkelerinde yaygınlığı ortaya konmuştur ve sadece batı ülkelerinde görülen bir bozukluk değildir (1,2,11,14). 6 Yaygınlık çalışmalarında ebeveyn ya da öğretmenden bilgi alınmasına, tanı araçlarına, kullanılan ölçeklerin kesim noktalarına, yapılandırılmış ya da yarı yapılandırılmış görüşme şekillerine, örneklem alınan popülasyona bağlı olarak ve kullanılan tanı ölçütlerinin katılığına göre sıklık oranları değişmektedir. ICD tanı ölçütlerinin kullanıldığında daha düşük sıklık saptanmaktadır. Örneğin Çin’de okul çocuklarından oluşan popülasyonda ICD–10 ölçütleri uygulandığında %0,78, DSM III ölçütleri kullanıldığında %6,1 ve DSM III-R ölçütlerine göre ise %8,9 oranında DEHB saptanmıştır. Prevelansının mevcut verilerdeki sıklık oranlarından oldukça yüksek olduğu ve çoğu olgunun uygun tedaviyi almadığı da tartışılmaktadır. DSM-IV uyumlu çalışmalarda yaygınlık %0,2-12,2 arasında bildirilmektedir. DSM-III tanı sisteminin değişerek üç alt tip oluşturulmasının altından çocuklarda yaygınlığın %16,1 gibi oranlara çıktığı da belirtilmektedir (6,11,14-17). Ülkemizde yapılan çalışmalarda; İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Kliniğine 1957–1978 yılları arasında başvuran olgular geriye dönük olarak değerlendirildiğinde %4,7 (25.749 başvuruda 1220 olgu) MBD tanısı konduğu bildirilmiştir. İstanbul’da ilkokul çocuklarından oluşan örneklemde DEHB sıklığı %5 olarak bulunmuştur (18). Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisine başvuranların değerlendirildiği klinik örneklemde yapılan çalışmada kliniğe başvuranlarda oran %10 bulunmuştur (19). Bursa ilinde bir ilkokul örnekleminde %8,6 oranında sıklık saptanmıştır (20). Öte yandan tedavi açısından rakamlara bakıldığında düşüklük mevcuttur. Ülkemizde DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin en azından %5 olduğunu, 6-18 yaş arası öğrenci nüfusun yaklaşık 15 milyon olduğu varsayılsa ve bunların %1’inin tedavi alması gerektiği düşünülürse DEHB tedavisi ihtiyacının 150.000 olduğu görülmektedir ancak Şubat 2004 verilerine göre 4000 kişi ilaç tedavisi altındadır (21). Çocuklara gereksiz tedavi uygulanabileceği mitinin aksine CDC (Center’s of Disease Control and Prevention-Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) verilerine göre de DEHB’li çocuklar tedavi edilmeme eğilimindedir. Tedavi oranları hastalık oranlarından düşüktür (7). Erişkinlerde ise tedavi alanlara bakıldığında bozukluk %0,1 oranında gibi gözükmektedir ve bu da tedavi gereksinimi olan ama tedavi edilmeyen büyük bir hasta grubu olduğunu göstermektedir. Erişkinlerde tedavi oranlarının düşme sebebi ergenlikten genç erişkin döneme geçen olguların erişkin psikiyatristlere devredilmemesi ve olguların artmış risk alma davranışı gösteren bir kısmının tedavi için başvurmamasıdır. Tedavi altındaki erişkinlerin 1/3’ü çocukluk döneminde de tedavi almıştır (14). Erişkinlerde DEHB’nin oluşumuyla ilgili epidemiyolojik çalışmalar yetersizdir. DEHB’nin uygun bir şekilde örneklenmesi zordur, diğer bozukluklarla sıklıkla karışır, 7 olguların bir kısmının evsizler ve hapistekiler olması nedeniyle genel gruba yansımaması olasıdır. Eldeki veriler DEHB’nin erişkin dönemde düşünüldüğünden yüksek oranlarda görüldüğünü ve erişkinlerde yol açtığı etki ve sonuçların oldukça kötü olduğunu göstermektedir (13). Erişkin sıklığını tahmin etmeye yönelik çabalardan ilki çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalar olmuştur. İzlenen olguların yarısından çoğunun çalışmayı sürdürdüğü sadece 4 tane uzunlamasına çalışma mevcuttur. Montreal çalışmasında olguların 2/3’ünde hastalığın temel semptomlarından en az birinin sürdüğü ve %34’ünde şiddetli semptomların olduğu bildirilmiştir (6). İsveç çalışmasında da benzer sonuçlar elde edilmiş ve 22 yaşında belirgin hastalık semptomlarının olguların %49’unda, kontrol grubunda ise %9’unda olduğunu göstermişlerdir(22) . New York çalışmasında 23 yaşına kadar izlenen 2 farklı grup hastada olguların %31 ve %43’ünün DSM III ölçütlerine göre DEHB tanısı aldığını gösterilmiştir (23). Hem hasta hem de ebeveyn değerlendirmelerinin kullanıldığı ve olguların 21 yaşına kadar izlendiği Milwaukee çalışmasında kişinin kendi bildirimine dayalı DSM-III-R’ye göre yapılan değerlendirmede genç erişkin dönemde olguların sadece %3-5’i DEHB tanısı alırken, ebeveyn görüşmeleri DSM-IV ölçütlerine göre değerlendirildiğinde bu oran %42’ye çıkıyordu. Bu çalışmada eğer tanı ölçütlerine ebeveyn değerlendirmelerinin de eklenmesi söz konusu olsa başlangıçtaki hiperaktif grubun en az %66’sının genç erişkin dönemde hastalık ölçütlerini karşıladığı tartışılmıştır (24). Çin’de yürütülen bir izlem çalışmasında 15 yıl önce MBD tanısı konmuş çocukların %70’inde genç erişkin dönemde DEHB semptomlarının sürdüğü gösterilmiştir (6). Bu araştırmalar sonucunda çocukluk çağında başlayan DEHB’nin %50-70 arasında devamlılık göstereceği beklentisiyle araştırıcılar erişkinlerde DEHB’nin yaygınlığını %2-4 arasında tahmin etmişlerdir (1). Erişkin olguların örneklendiği bir çalışmada Massachusetts bölgesinde 17-84 yaş arası 720 erişkinde DSM-IV ölçütlerine göre %4,7 DEHB saptanmıştır (16). Amerika Birleşik Devletleri’nde kolej öğrencilerinde yapılan çalışmalarda 1995’te %7 oranında, 1998’te %4, 2001’de kızlarda %3,9, erkeklerde %2,9 sıklık bildirilmiştir (6). Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan toplum bazlı bir çalışmada 19 yaşındaki sıklık %7,5 olarak bulunurken 2005 yılında 966 rasgele seçilmiş erişkinle yapılan bir çalışmada DSM-IV’e göre %2,9 sıklık saptanmış, eşik altı ölçütleri de karşılayanlarda dahil edildiğinde tahmini sıklık %16,4 olarak bulunmuştur (5,25). Almanya’da, birinci basamakta ICD-10 tanı ölçütlerine göre tanı konmuş 8 ve tedavi alan kişilerin geriye dönük olarak değerlendirildiği çalışmada 7-12 yaş arası sıklık %4,97, 13-19 yaş arası %1,31 ve 20 yaş üstü %0,04 bulunmuştur (17). Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan geniş örneklemli başka bir çalışmada ise toplumda erişkin DEHB tahmini sıklığının %4.4 olduğu saptanmıştır (3). Bu çalışma NCS’nin (National Comorbidity Survey-Ulusal Eştanı Çalışması) bir parçasıdır ve ulusu temsil edecek şekilde seçilmiş 18-44 yaş arası 3199 kişi üzerinde yürütülmüştür. Taramada pozitif sonuç verenlerin arasından körlemesine 154 kişi seçilerek DSM-IV ölçütlerine göre tanısal görüşme yapılmıştır. Son dönemde dünya çapında yaygınlığın araştırıldığı çalışmada Fayyad ve ark (26) %3,4 tahmini sıklık saptamışlar ve gelişmiş ülkelerde daha yüksek (%4,2) olduğunu bildirmişlerdir. Ülkemizde erişkinlerde DEHB sıklığı ile ilgili toplum çalışmalarından çok özel hasta grupları ya da DEHB’li çocukların ebeveynlerindeki sıklıkla ilgili veriler mevcuttur. Bipolar bozukluğu olan hastalarda %15,9-16,3, alkol bağımlılığı tanısı almış hastalarda %25, DEHB olan çocukların ebeveynlerinde %24,3-43,5 oranında erişkin DEHB bildirilmiştir (27-32). İstanbul’da genel erişkin psikiyatri polikliniğine ilk kez başvuran ya da herhangi bir tanıyla izlenmekte olan ardışık 850 hastanın tarandığı çalışmada DEHB sıklığı %1,6 saptanmıştır (25). Çocukluk döneminde çeşitli çalışmalarda erkek: kız oranı 2:1-6:1 arasında bildirilirken erişkin örneklemlerde 1:1 bulunmuştur. Yaşla birlikte ortaya çıkan cinsiyet oranlarındaki bu değişimin çeşitli açıklamaları olabilir. Bunlardan birisi erişkin dönemde özellikle dikkat eksikliği semptomlarının soruna yol açması ve kadınlarda dikkat eksikliği semptomlarının baskın olmasıyla cinsiyet oranının 1:1’e yükselmesidir. Diğer bir olasılıkta çocukların yakınları tarafından, erişkinlerin kendilerinin başvurması ve yakınmalarını dile getirmesidir. Dikkatsizlik daha çok bireyi, diğer yıkıcı semptomlar ise çevreyi rahatsız etmekte ve erkek çocuklardan daha çok yakınılmaktadır. Belirtilerini dışa vuran erkeklerin tersine kız çocuklar olumsuz geri bildirimleri içselleştirme, özür dileme, uyum sağlamaya çalışma, suçu üzerine alma ve kavga etmeme eğilimindedirler. Beklentileri karşılamak için daha çok çalışarak ve yetersizlikleriyle başa çıkarak başarılı öğrenciler olmayı lise dönemine dek sağlayabilirler. Eştanıların erkek çocuklarda fazla olması da erkek çocukların daha çok tedaviye götürülmesini doğurarak klinik örneklemlerdeki yüksek oranların toplum örneklemlerindeki 3:1’e düşmesinin sebebi olarak düşünülmektedir. Bir diğer olasılıkta diğer tıbbi durumlarda 9 olduğu gibi kadınların daha çok yakınmalarını dile getirmesi ve yardım aramasıdır (2,7,15,16,33,34). DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA NÖROBİYOLOJİ Çevremizden sürekli uyaran alırız ve beynimiz bunları aynı anda işleyemez. Bu uyaranları seçmeli, zihinsel süzgeçten geçirmeli ve bilgiyi anlaşılabilir basamaklara bölmeliyiz. Dikkat bu işleyişin bilişsel aygıtıdır. Dikkat tek bir işlev değildir ve dikkatin kapasitesi, seçici dikkat, yanıtın seçilmesi ve yürütücü kontrol ve dikkatin sürdürülmesini içerir. Bu farklı işlevler ilişkili ve bir sistem olarak organize olmuş farklı beyin bölgelerini ilgilendirir. Odaklanmak ve dikkatimizi vermek için hepimizin belirli bir dikkat kapasitesi vardır. Dikkatimizi verme kapasitemizi pek çok neden etkiler. Bir uyaranın üzerimizde ne kadar baskı oluşturduğu ya da kaç tane uyaran olduğu gibi dışsal etkenlerin yanı sıra çeşitli yapısal veya enerjik içsel etkenler mevcuttur. Uyarılma, duygudurum, dürtü ve motivasyon enerjik etkenleri oluşturur ve bireysel farklılıklar gösterir. Yapısal etkenler işleme hızı, bellek kapasitesi ile sistemin uzamsal ve zamansal dinamikleridir. Genellikle işleme hızı arttıkça belli bir zaman aralığında daha fazla çalışabiliriz. Odaklanmada dikkat belirli bir görev için etkin kaynak ayırmamızı gerektirir. Uyaranlar ya da görev zorlaştıkça dikkat performansımız düşer. Dikkatin seçiciliği görevle ilişkili bilgiye cevaben sürecin işlemesidir. Belirli uyaranları seçtikçe diğerlerini baskılarız ve yönetilebilir miktarda tutarız. Seçici dikkatimiz en önemli iç ve dış uyaranlara odaklanmamızı sağlar. Sıklıkla dikkatimiz hedefe yöneliktir. Bir uyarana yanıt verdiğimizde olasılıklardan birini seçeriz. Niyetimiz davranışlarımızı şekillendirir. Yanıtın seçilmesindeki dikkat süreci yürütücü işlevlerle ilişkilidir. Yürütücü işlevler niyet, seçmek, başlatmak, durdurmak, kolaylaştırmak ve değiştirmeyi içerir. Bunların altında kategorizasyon, organizasyon, soyutlama gibi karmaşık süreçler yatar. Nöral mekanizmalar hedef uyarana yanıtı güçlendirebilir ve hedeflenmemiş uyaranı baskılayabilir. Yürütücü işlevler iyi işlediğinde gereğinde baskılanır gereğinde güçlendirilir. Dikkati sürdürmek güç bir işlevdir. Önceki eylemlerin pozitif ve negatif geri bildirimlerini sürekli işlemeyi gerektirir ve kısıtlı bir sürdürüm kapasitemiz vardır. Uyanıklık belirli hedeflere yönelik dikkatin sürdürülmesidir. Uyanıklık çevrede rasgele oluşan küçük 10 değişiklikleri saptayıp yanıtlamamızı sağlar. Dikkatin dört ana parçası olan uyaranların seçilmesi, dikkat kapasitesi, yanıt seçiminin kontrolü ve dikkatin sürdürülmesi aracılığıyla bilgi işleyişi olur (5,35,36). Görüldüğü üzere tek bir süreç olmayan dikkat pek çok nöral sisteme yayılır ve bellek, bilinç, uyanıklık, tetikte olmayla iç içedir. Dikkati sağlayan nöral ağlar beyinde yaygın yerleşmiştir ve prefrontal korteks, paryetal korteks, singulat gyrus (bunlar birbiriyle karşılıklı bağlantıları yoğun olan alanlardır), amygdala-hipokampus gibi limbik yapılar, bazal gangliyonlar, talamus, retiküler formasyon ve serebellumu içerir. Serebellumun dikkatteki önemi üzerinde son yıllarda oldukça fazla durulmaktadır, motor kontrol ve inhibisyonu düzenlemesinin yanı sıra serebellum yürütücü işlevlerde dahil bilişsel süreçlerde rol oynar. Bazal gangliyonlar yürütücü işlevlerde gerekli devrelere katılırlar. Singulat korteks motivasyon ve yanıtları seçme ve baskılama da önemli rol oynar. Lateral prefrontal ve parietal korteks dikkatin sürdürümü ve yönlendirilmesinde rol oynar. Parietal lobül ve superior temporal sulkus uyaranın hedeflenmesine yardımcı olan alanlardır. Beyin sapı retiküler aktive edici sistem ve özellikle talamik çekirdekler dikkatin tonunu düzenler ve engelleyicileri filtre eder. Superior ve temporal kortekslerin ve korpus striatumun dikkatin odaklanması, dış paryetel ve korpus striatal bölgelerin motor yürütücü işlevlerde, hipokampusun kodlamada, dorsolateral prefrontal korteksin dikkatin odaklanması, kaydırılması ve çalışma belleği de dahil planlama ve yürütücü işlevlerde önemli olduğu bildirilmiştir. Dikkat daha baskın olduğunda sağ frontal lob baskındır. DEHB’de de bu belirli bölgeler de sorun olması beklenir. DEHB’de temel anormallikler frontal korteks ve striatum arasındaki bağlantılardadır. Ayrıca bozukluk serebellum ve frontal lob arasındaki devreleri de içerir (1,5,35,36). Bozukluğun baskın olarak noradrenerjik olan frontokortikal etkinlikte ve baskın olarak dopaminerjik olan alt striatal yapılardaki inhibitör etkinin düzenlenmesi ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir. Dopaminerjik agonist etki altında olan striatal yapılar adrenerjik ajanlara duyarlı yüksek yapılarla kontrol edilir ya da düzenlenir (5). Yürütücü işlevlerin merkezi frontal loblardır. Frontal lob işleviyle ilişkili sorunlar DEHB’de temeldir. Frontal loblar soyut düşünce, çalışma belleği (bilgiyi mantıklı basamaklarda ele alma yeteneği), dürtüselliği (yapmak istediğimiz ya da yapılması gerekeni yapabilme kapasitemiz) ve yürütücü kontrolü (gerçek dünya da başarıyı sağlayan organizasyon, odaklanma, bütünleştirme yeteneği) düzenler. Yürütücü kontrolde yetersizlik gösteren bireyler dürtüsel olabilir, dikkat dağınıklığı sergileyebilir ve görevlerini tamamlamada güçlük çeker, düşünmeden ya da pervasızca davranmaya eğilimli olur. DEHB 11 olan kişilerin travmatik frontal lob hasarı olan kişilerle benzer bilişsel bozuklukları vardır ancak belirgin patoloji sergilemezler. Yürütücü işlevlerin iyi yürütülememesi sonucu frontal lob disinhibisyonu olur ve DEHB olan bireyler erişkin olmaktansa risk alan ergenler olarak kalırlar (1,5,35-38). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan kişilerin rutin elektroensefalogramları (EEG) genellikle normal olarak değerlendirilir. Ancak niceliksel veriler kullanıldığında akranlarına kıyasla DEHB olanların %93’ünde uyarılmada artma ya da azalma saptanır. Veriler özgül ya da tanısal olmayan güç fark edilen anormallikleri göstermektedir. Duyumsal ya da bilişsel görevler beyinde uyarılmış potansiyel yanıtı (ERP-Evoked response potential) oluşturur. Bir seri uyarana yanıt olarak oluşan ERP belirli beyin bölgeleriyle ilişkilendirilebilir. Görevler değiştikçe ERP değişiklikleri ölçülerek beyin aktivitesinin nasıl etkilendiği gösterilebilir. ERP çalışmalarında anormal uyarılma ve dikkat gösterilmiştir. Nöropsikolojik testler algı, biliş ve davranışı ölçer ve bunları özgül beyin işlevleriyle ilişkilendirir. Erişkin çalışmaları gözden geçirildiğinde belirtilen nöropsikolojik defisitlerin çocuklarda yapılan çalışmalarda tanımlanmış benzer defisitler olduğu dikkat çekmiştir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan hastaların nöropsikolojik testleri yanıt inhibisyonu ile ilgili sorunlar gösterir. Beklenen fiziksel ya da zihinsel yanıtı baskılama kapasitesi, dürtüsel tepkileri kontrolde tutma etkisine sahiptir. Yarı otomatik olan bu yanıtları geciktirerek eyleme geçmeden önce düşünmeyi sağlar. DEHB olan hastalar tipik olarak yanıtları geciktirmede güçlük sergiler. Bazı araştırmacılara göre bu güçlük bozukluğun temelini oluşturmaktadır. Etkilenmiş bireyler eylemlerinin ya da diğer kişilerle etkileşimlerinin anlık sonuçlarını doğru olarak değerlendiremezler ve kendilerini gözlemleme konusunda yetersizdirler. Çoklu görevlerde güçlük çekerler. DEHB tanımı gereği bir dikkat bozukluğudur. Ancak nöropsikolojik alanda çalışan bazı araştırmacılar DEHB olan bireylerin dikkat alanından daha çok motor yanıtla ilgili güçlükleri olduğunu iddia etmektedir. DEHB olan erişkinlerin özellikle yüksek düzey işlevlerle ilgili zorlukları vardır. DEHB olan erişkinlerin nöropsikolojik bozuklukları bilişsel gereksinimler arttıkça ya da görevler karmaşıklaştıkça artar. Bu da erişkin hastaların neden hayatlarında zorlayıcı değişiklikler olduğunda tedavi arayışına girdiğini açıklar. Nöropsikolojik çalışmalar bozulmuş yürütücü işlevlerin anormal beyin yapılarıyla ilişkisini göstermiştir. Üzerinde durulan beyin alanları frontosubkortikal bölgedir, yani davranışsal ya da bilişsel işlev bozukluğu frontal bölgede gibi gözükmektedir ancak subkortikal projeksiyonlardan etkilenebilir (1,5,35,36). 12 Çocuklarda yapılmış olan Bilgisayarlı tomografi (BT), Manyetik rezonans görüntüleme (MRI), işlevsel MRI, Pozitron Emisyon Tomografi (PET), glikoz metabolizması, bölgesel serebral kan akımı ve SPECT (Single Photon Emisyon Computerized Tomografi) çalışmaları gözden geçirildiğinde belli bir tutarlılık göze çarpmaktadır. Beyin görüntüleme çalışmaları frontal, özellikle de prefrontal kortekste boyut ve etkinlik azalması olduğunu düşündürmektedir. BT ve MRI’ da tutarlı olarak frontal korteks, serebellum ve subkortikal yapılarda hacim azalması gösterilmiştir. Korpus kallozum ve serebellumda küçüklük ile anterior singulatta etkinlik azalması olduğu öne sürülmüştür. Striatal bölgelerde ve substriatal yapılarda (talamus ve hipokampus) etkinlik azalması olduğu da gösterilmiştir. Globus pallidus küçük ve daha az etkin bulunmuştur. DEHB olan çocuklarda beynin tüm hacmi göreceli olarak daha küçüktür (2,5,9,39). Birçok beyin görüntüleme çalışması DEHB olan ve olmayan erişkinler arasında farklılıklar olduğunu göstermiştir. Bunların DEHB’nin birincil nedeni mi yoksa bu bozukluğun ikincil sonucu mu olduğu belli değildir. PET ile değerlendirilen erişkin DEHB olgularında prefrontal korteks glikoz kullanımında azalma saptanmıştır, bu azalma özellikle anterior bölgelerde belirgindir ki bu bölgelerde dikkat ve diğer yürütücü işlevler sürdürülür. Birçok SPECT çalışması striatal bölgelerde artmış dopamin taşıyıcısı (DAT) bağlanma yoğunluğu olduğunu göstermiştir. Metilfenidat DAT’ı bloke ederek olasılıkla DAT işlevini düzeltmektedir ve bunun DAT geni ile DEHB’nin ilişkili olduğunu düşündüren diğer sonuçları desteklemesi ilgi çekmektedir (1,2,5,10). İlk erişkin DEHB MRI çalışmasında beynin lateral bölgesinde dorsolateral prefrontal korteks de belirgin olarak hacimlerin düşük olduğu ve beynin medyal duvarında dorsoanterior singulatta belirgin hacim küçülmesi gösterilmiştir. Bu alanlar biliş, dikkat ve yönetsel işlevlerde önemlidir. DEHB olan erişkinlerde beyaz cevher belirgin olarak daha geniş bulunmuştur, yani DEHB’li erişkinlerin daha küçük neokorteksi ve daha geniş beyaz cevheri vardır. Bu özelikler sadece hacimsel olarak daha küçük değil fakat aynı zamanda işlevselliği de bozmaktadır (40). 2002 yılında Castellanos ve ark. (41) DEHB olan hastalarda kontrollerden daha küçük olduğu bilinen beyin bölümlerinin hacimlerini ilaçların nasıl etkilediğini çocuk ve ergen hastalar üzerinde çalışmıştır. Tedavi alan ve almayan gruplar arasında hacimsel değişiklikler araştırılmıştır. Bildirilen hacimsel değişikliklerin eskiden ilaçlara bağlı olduğu düşünülmekteydi. Bu çalışmada ise total beyin ve serebellum hacimlerinde %3 azalma 13 bulunmuş ve bu değişikliğin tedaviden bağımsız olduğu gösterilmiştir. Bu değişiklikler yaşla kalıcılığını sürdürüyordu, cinsiyet farkı yoktu ve DEHB’nin şiddeti ile paraleldi. Sonuç olarak genetik veya erken çevresel etkenler beyin gelişimini etkiler, bu değişiklikler sabittir ve uyarıcı ilaçlarla yapılan tedaviyle ilişkili değildir. Özetle DEHB’de beyin görüntüleme çalışmaları basit bir frontal-strial patolojiden çok yaygın bir işlev bozukluğunu göstermektedir. Lateral prefrontal korteks, dorsal anterior singulat korteks, bazal gangliyonlar (özellikle caudat), korpus kallozum ve serebellum tutulumunun özellikle önemli olduğu gösterilmiştir (1,2,5,10,40,41). Ancak halen erişkin DEHB tanısı için nöropsikolojik testlerin, bilgisayarlı dikkat testlerinin ya da beyin görüntülemesinin kullanımını destekleyen yeterli veri yoktur. Özellikle dikkat eksikliğinin baskın olduğu ve okul başarısızlığı öyküsü olanlarda özel öğrenme güçlükleri ve diğer bilişsel bozukluklarla ayırıcı tanı için nöropsikolojik testler yararlı olabilir. Ancak DEHB’nin kendisinin değerlendirilmesinde nöropsikolojik testlerin gösterilmiş bir yararı yoktur. Güncel EEG, SPECT ve PET çalışmaları DEHB olan erişkinlerde özel bulgular olduğunu gösterse de bu çalışmaların klinik kullanılabilirliğini destekleyecek yeterince kanıt yoktur. Erişkin DEHB tanısı dikkatli anamnez, klinik ölçütlere uyum ve diğer psikopatolojinin ayırıcı tanısı ile konan klinik bir tanıdır (1,42). Bazı beyin bölgeleri belli nörotransmiterlerle açıkça ilişkili olsa da (örn; kaudat çekirdek ve korpus striatum ile dopamin ve medyan raphe bölgesi ile serotonin gibi) nörotransmiterlerin nöroanotomik çalışmaları çok karmaşıktır. Bu karmaşıklık her bir bölgenin farklı nörotransmiterlerle ilişkili olabilmesi ya da farklı nörotransmiter yollarından ve çekirdeklerinden girdi alabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle nadiren belli bir alan ile bu alanda etkili olan tek bir nörotransmiter arasında birebir ilişki kurulabilir. Bu yüzden DEHB’de birden çok nörotransmiterin etkilenmesi olasıdır. DEHB’de dopamin ve noradrenalin düzeylerinin düşüklüğü ve disregülasyonu olduğu; dikkatsizlik semptomlarının serebral korteksin bilişsel işlevleri kontrol eden önemli bölgelerindeki dopamin ve/veya noradrenalin disfonksiyonuna işaret edebileceği düşünülmekte ve bu tür semptomları bulunan hastalarda dopamin/noradrenalin etkilerinin arttırılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Gerçekten de, bu sistemleri destekleyen ilaçlar verildiğinde (uyarıcılar gibi) dikkatsizlik belirtileri düzelebilmektedir. Uyarıcı ilaçlarla yapılan tedavilerin yanı sıra moleküler genetik ve nörogörüntüleme çalışmaları da DEHB etyolojisinde dopamin disfonksiyonu açıklamasını desteklemiştir. DEHB’nin hipoaktif striatal dopaminerjik 14 sistem sonucu kortikostrial devrelerde dopaminerjik ileti yetersizliği sonucu oluştuğu hipotezine göre bu yetersizlik DEHB’li bireylerde yürütücü işlevlerde belirgin bozulmalara yol açar. Moleküler genetik çalışmalar dopamin taşıyıcı geninin ve özellikle dopamin tip 4 reseptör (DRD4) ve dopamin tip 2 reseptör (DRD2) olmak üzere çeşitli dopamin reseptör genlerinin önemli olduğunu düşündürmektedir. DEHB’de önemli olduğu düşünülen nöroanatomik bölgeler (kortikalstriatal-talamik-kortikal ağ) dopamin yoğunluğu olduğu bilinen bölgelerdir. Beyin Omurilik Sıvısı çalışmalarında düşük dopamin metabolitleri gösterilmiş ve göreceli dopamin yetersizliği desteklenmiştir. İlaçlar dopaminerjik sistem için mezensefalondaki merkezlerden, noradrenerjik sistem için substantia nigra, ventral tegmental alan ve lokus seroleus’dan köken alırlar. DEHB’de önemli olan nöral ağlar; dorsolateral prefrontal korteks, anterior singulat, ventrolateral prefrontal kortekse olan kortikal projeksiyonlar ve korteksten subkortikal bölgeye olan karşılıklı projeksiyonlardır. Noradrenerjik sistem tutulumuna ilişkin mevcut kanıtlara göre tonik adrenalin seviyesindeki dengesizlik lokus seroleus nöronlarının normal inhibisyonunu bozar ve bu dikkatsizlik, uykusuzluk ve bazı bilişsel bozukluklara yol açar. Noradrenalin nöronal projeksiyonları gelen uyaranları almak üzere korteks arka dikkat sistemini etkin olarak uyarır. Dopamin ve noradrenalin aynı zamanda motivasyon, ilgi ve öğrenme gibi bir yandan yeterince uyarılmayı, bir yandan da odaklanmayı gerektiren ilişkili bilişsel işlevlerde de rol alırlar. Prefrontal noradrenerjik yolaklar dikkatin korunması ve odaklanmasında rolünün yanı sıra enerji, yorgunluk, motivasyon ve ilgi süreçlerine aracılık eder. Mezokortikal dopamin projeksiyonu sözel akıcılık, dizisel öğrenme, yönetsel işlevler için uyanıklık, dikkatin korunması ve odaklanması, davranışların öncelik sırasına sokulması ve sosyal davranış örneklerine göre davranışların ayarlanması açısından önem taşır. Uyarılma (arousal) genellikle dopamin ve noradrenalin artışıyla ilişkilidir ve dikkatsizlik ise bu yollarda adı geçen nörotransmiterlerin yetersizliğini yansıtır. Ancak bu durum bilişsel bozukluğu bulunmayan kişiler için sadece bir ölçüde geçerlidir. Dolayısıyla bu nörotransmiterlerin fazlası dikkati güçlendirmekle birlikte bu etki sınırlı kalacaktır. İyi bir şeyin fazlası zarar olduğundan (dopamin ya da noradrenalin gibi) aslında bilişsel performansta kötüleşmeye yol açacaktır. Bu nedenle aşırı uyarılma halinin (hyperarousal) dikkatin süresini arttırmaktan çok odaklanmada yetersizlik ile sonuçlanması daha olasıdır. Hiperaktivite ve dürtüsellik semptomlarına aracılık eden yolakların dikkatsizliğe aracılık eden dopaminerjik ve noradrenerjik yolaklarla aynı olmadıkları düşünülebilir. Bu 15 bozuklukta hem hiperaktivite hem dürtüselliğe aracılık etme olasılığı en yüksek olan yolak nigrostriatal dopamin yolağıdır. Motor etkinlik bu yolak tarafından kontrol edilmektedir. Klinik deneyimlere göre her iki semptom kümesinin de bulunduğu hastalarda uyarıcılarla tedavide düşük dozların korteksi tercih ettikleri izlenimi alınmaktadır. Böylece motor davranışlar üzerindeki etki ortaya çıkmadan dikkat üzerindeki etkiler görülmektedir. Bu durum dikkat eksikliği bulunan pek çok hastada, nigrostriatal dopamin uçlarıyla karşılaştırıldığında, mezokortikal dopamin uçlarının uyarıcıların etkilerine daha duyarlı olmasından kaynaklanıyor olabilir (1,2,5,10,37,38). Bu heterojen hastalığın olasılıkla en önemli risk etkeni genlerdir. Aile çalışmaları ailesel bir hastalık olduğunu göstermiştir, ikiz çalışmaları monozigot ve dizigot ikizlerde yüksek eş hastalanma göstermiştir. Evlat edinme çalışmaları biyolojik ebeveynlerde evlat edinen ebeveynlere nazaran DEHB’nin daha yüksek oranda olduğunu göstermiştir. İkiz ve aile genetiği çalışmaları DEHB için ortalama kalıtılabilirliğin %60-94 arasında olduğunu ortaya koymaktadır. DEHB’deki genetik katkı boy uzunluğundaki kadardır ve şizofreni gibi birçok psikiyatrik bozukluktakinden fazladır. DEHB olan erişkinlerin en az üçte birinin en az bir DEHB çocuğu ve DEHB olan çocukların üçte birinin DEHB olan anne ya da babalarının olduğu gösterilmiştir. Kanıtlar DEHB’nin her biri bozukluk için risk yaratan çok sayıda genle ilişkili, karmaşık bir davranışsal fenotip olduğunu düşündürmektedir (1,11,39,43,44). Moleküler genetik çalışmalar birçoğu beyin katekolamin etkinliği ile ilişkili olan birçok aday gen saptamıştır. Birçok araştırma ekibi bağımsız olarak 11. kromozomda yerleşik DRD4 7 tekrarlı allel geni polimorfizmi ile DEHB’nin ilişkili olduğunu göstermiştir. DRD4 ile artmış bu ilişki hem çocuk hem de erişkin olgularda gösterilmiştir. Diğer potansiyel risk etkeni allelleri ile ilişkili majör gen etkilerine ilişkin araştırmaların tekrarlanması gerekmektedir. Diğer aday genler seratonerjik genler (5-HTT, HTR1B), dopamin tip 5 reseptör geni (DRD5), DAT, dopamin beta hidroksilaz geni (DBH) ve sinaptik vezikül docking fusion proteindir (SNAP-25) (44-46). Kafa travması gibi frontal korteks hasarına yol açan durumları genlerin yol açtığı semptomlara çok benzer semptomlar ortaya çıkarmaktadır. Özellikle annenin gebelikte nikotin kullanımı, gebelikte alkol kullanımı, 32 haftadan erken doğum, düşük doğum ağırlığı, serum kurşun seviyesinde artış, gebelik ve doğum komplikasyonları (gebelik toksemisi, eklampsi, sağlıksız anne, anne yaşı, postmatürite, doğumun uzaması, fetal distres, postpartum kanama) gibi çevresel değişkenlerin çocuklukta DEHB gelişimi için risk etkeni olduğu bilinmektedir. Diğer çevresel risk etkenleri aile içi çatışmalar, yoksulluk ve hasta 16 ebeveynlerin varlığıdır. DEHB’nin erişkinlikte devamına neden olan etkenler henüz tam olarak belli değildir. Anne babanın suçlu olması, anne babada zihinsel bozukluk, ailenin maddi sorunları, koruyucu aile ve çocuk kötüye kullanımı daha kötü erişkin gidişi için risk etkeni yaratmaktayken, yüksek zeka, ev ve okulda çocuğa tutarlı davranılması riski azaltıyor görünmektedir. Erişkinlikte devam için özgül risk etkenleri bulundukça önleme ve uzun dönemli gidişte düzelme için yöntemler geliştirilebilecektir (39,47,48). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu serebellumdan prefrontal kortekse uzanan dikkat ağlarının çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan heterojen işlev bozukluğudur. Aktivasyon, yönelim, motivasyon ve uyanıklık yürütücü işlevlerle ve DEHB’yle ilişkilidir. DEHB’nin biyolojik temelleri üzerinde çok çalışılmış ancak hiçbir model bozukluğun altında yatan patofizyolojiyi açıklamada tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Bozukluğun genetik temelli olduğu açıktır. DEHB olan kişilerin frontal loblarının diğer kişilerden farklı davrandığı açıktır. Şu anda DEHB tek bir bozukluktan daha fazlası gibi durmaktadır. Bu farkındalığa psikiyatride sık rastlanmaktadır; yani bir kısım belirti grubu birden çok bozuklukla ilişkilidir. DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA TANI ÖLÇÜTLERİ Aşağıda DEHB için DSM-IV TR ölçütleri listelenmektedir (1). DEHB tanısı koymak için listedeki tüm ölçütlerin (A-E) karşılanması gereklidir. A. Aşağıdaki dikkatsizlik veya hiperaktivite/dürtüsellik ölçütlerinin en az 6 veya daha fazlasının gelişim düzeyine göre uyumsuz bir şekilde en az 6 ay sürmesi (Tablo 1). B. Bazı semptomların 7 yaşından önce olması gereklidir C. Semptomların yol açtığı işlevsellik kaybı 2 veya daha fazla alanda gözlenmelidir (örn; evde ve okulda) D. Sosyal, akademik veya mesleki işlevsellikte klinik olarak belirgin bozulma olmalıdır E. Semptomlar yaygın gelişimsel bozukluk, şizofreni, diğer psikotik bozukluklar esnasında ortaya çıkmamalıdır veya başka bir zihinsel bozuklukla daha iyi açıklanamamalıdır (örn; duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, dissosiatif bozukluklar veya kişilik bozuklukları) Tanı için dikkat eksikliği veya hiperaktivite/dürtüsellik alanlarında yer alan 9 belirtiden 6 belirtinin karşılanması gerekmektedir. Birleşik tip DEHB tanısı konulması için her iki alandan en az 6 belirtinin karşılanması gerekmektedir. Dikkat eksikliğinin baskın olduğu ya da hiperaktivite/dürtüselliğin baskın olduğu tip DEHB tanısı konulması için bu 17 belirtilerden en az 6 belirtinin bulunması gereklidir. Tanı konulması için belirtilerin en az 6 aydan beri devam ediyor ve belirgin işlev kaybına yol açıyor olması gereklidir (1). Tablo 1. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanı Ölçütleri Dikkatsizlik Semptomları Hiperaktivite/Dürtüsellik Semptomları Sıklıkla detaylara dikkat etmekte güçlük çeker Çoğu zaman hareket halindedir ya da veya okul ödevi, iş veya diğer etkinliklerde içinde kurulu bir motor varmış gibi dikkatsizce hatalar yapar davranır Verilen görevlerde veya oyun etkinliklerinde Çoğu zaman sınıfta ya da oturması gereken sıklıkla dikkatini sağlamada güçlük çeker diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar Çoğu zaman yönergelere uyamaz ve okul Sıklıkla uygunsuz olan durumlarda aşırı ödevlerini, ufak tefek işleri ya da işyerindeki koşuşturup durur ya da tırmanır (bu durum görevlerini bitiremez (karşıt olma bozukluğuna ya ergenlerde da yönergeleri anlayamamaya bağlı değil) ya da erişkinlerde öznel huzursuzluk duyguları ile sınırlı olabilir) Kendisiyle doğrudan konuşulduğunda sıklıkla Sıklıkla aşırı konuşur dinlemiyormuş gibi gözükür Çoğu zaman, üzerine aldığı görevleri ve Sıklıkla elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker oturduğu yerde kıpırdanıp durur Çoğu zaman sürekli zihinsel çabayı gerektiren Çoğu zaman sakin bir biçimde boş görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya bunlarda yer almaya karşı isteksizdir da oyun oynama zorluğu vardır Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da Çoğu zaman sorulan soru tamamlanmadan etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder önce yanıtını vermeye çalışır Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla Sıklıkla başkalarının sözünü keser ya da dağılır yaptıklarının arasına girer Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır Sıklıkla sırasını beklemekte güçlük çeker Belirtilerin şiddetinin nasıl değerlendirileceği çok açık değildir, birçok belirtinin “sıklıkla” olması gereklidir ancak bu sıklıkla teriminden ne kastedildiği tam olarak belli değildir. İşlev kaybı için sosyal, akademik ve diğer işlev alanları göz önüne alınmalıdır. Bir diğer tanı ölçütü belirtilerin birden fazla ortamda (ev, okul gibi) olması gerektiğidir, bu durum belirtilerin belli bir yaygınlık göstermesi gerektiğine işaret etmektedir. Gerçekten de sadece bir ortamda olan dikkat eksikliği ve davranım sorunları prognoz açısından birden fazla ortamda yaygınlık gösteren belirtiler kadar önemli değildir (1). 18 Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun bir erişkin bozukluğu olarak geçerliliğine yönelik önemli literatür bulunsa da tanı ölçütlerinin geçerliliğine fazla dikkat gösterilmemiştir. DSM-IV-TR tanı ölçütlerinin deneysel olarak geçerli olduğu gösterilmiştir. Ancak DSM-IV DEHB alan çalışmaları sadece çocuk olgular için yapılmıştır. Erişkinlerdeki DEHB ölçütleri için büyük ölçekli alan çalışmaları yapılmamıştır. Çoğu araştırıcı ve hekim birbiriyle yarışan iki tanı sistemini, Wender tarafından önerilen Utah ölçütlerini ya da DSM ölçütlerinin uyarlamalarını kullanmaktadır. Bu tanısal yaklaşımlar arasındaki farklar sıklıkla göz ardı edilmektedir (1,16). Wender’in ilk erişkin DEHB’yi tanımlama çalışmaları o dönemde hakim olan çocukların büyüdüğü zaman bu durumdan kurtuldukları görüşüyle çelişiyordu. Wender DSMIII’e katılması düşünülen DEHB tanı ölçütlerinin daha yaşlı hastalar için gelişimsel olarak uygun olmadığının farkındaydı. Geniş klinik deneyimine dayanarak erişkin DEHB için ampirik temelli tanı ölçütleri geliştirmeye çalıştı. Wender tarafından geliştirilen Utah erişkin DEHB ölçütleri Tablo 2’de özetlenmiştir (1,16,49). Utah ölçeği hastanın ve olası ise bir ebeveyninin ya da diğer bilgisi olan bir üçüncü tarafla görüşülerek geriye dönük bir çocukluk DEHB tanısı konmasını gerektirir. Ayrıca erişkinlikte devam eden hiperaktivite ve dürtüsellik belirtilerinin işlev bozukluğuna neden olduğuna ilişkin kanıt gereklidir. Son olarak, Wender tarafından erişkin DEHB hastaları için tipik olarak tanımlanan birçok belirtinin olması tanı için gereklidir. Utah ölçütleri ağır depresyon, psikoz ya da ciddi kişilik bozukluğu tanılarının DEHB tanısına göre öncelikli tanılar olduğunu belirtmektedir. Utah ölçütleri klinik uygulamada sıklıkla kullanılmaktadır ve ilaç, beyin görüntüleme ve genetik çalışmaları için de bir temel sağlamıştır. Başta çocukluktaki DEHB tanısı ve hasta bildirimini desteklemek amacıyla üçüncü şahıslardan alınacak bilginin gerekliliğinin üzerinde durulması olmak üzere, Wender’in yaklaşımının bazı yönleri erişkin değerlendirmesinde standart hale gelmiştir. Yine de, ölçütlerin birçok kısıtlılığı bulunmaktadır. İlk olarak, DSM’ nin yeni basımlarıyla beraber Utah ölçütleri giderek çocuk DEHB’ye ilişkin güncel kavramlaştırmalardan uzaklaşmaya başlamıştır. İkincisi, Utah ölçütleri sadece hem dikkatsizlik hem de hiperaktivite olan olgularda tanı koyar. Tanım olarak bu birincil olarak dikkat eksikliği olan hastaları dışlar. Üçüncü olarak Utah ölçütleri diğer ciddi psikopatolojilerin varlığında tanı konmasını engellemektedir. Utah ölçütleri genellikle tedaviye iyi yanıt veren ve göreceli olarak homojen hasta gruplarının tanımlanmasında 19 yararlıdır. Ancak, ölçütler çok kısıtlayıcıdır ve DEHB tedavisinden yararlanabilecek birçok hastayı dışarıda bırakmaktadır (1,42). Tablo 2.Wender tarafından geliştirilen Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Ölçütleri I.Geriye dönük Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı A.Dar ölçüt: Anne baba görüşmesinde DSM-IV tanı ölçütlerinin karşılanması* B.Geniş ölçüt: Hasta tarafından hem (1) hem de (2)’nin ve (3)-(6) arası en az bir ölçütün belirtilmesi** 1. Çocukluk hiperaktivitesi 2. Çocukluk dikkat eksikliği 3. Okulda davranış sorunları 4. Dürtüsellik 5. Aşırı uyarılmışlık 6. Duygudurumda ani değişkenlikler II. Erişkin Özellikleri: Halen devam eden dikkat eksikliği ve hiperaktivite güçlüklerini içeren ek 5 belirti ve en az 3 diğer belirti A. Dikkatsizlik B. Hiperaktivite C. Duygudurum labilitesi D. İrritabilite ve sinirlilik E. Düşük engellenme eşiği F. Organize olamama G. Dürtüsellik III. Dışlama ölçütü: Ağır depresyon, psikoz ya da ciddi kişilik bozukluğunda tanı konmaz *Anne baba bildirimi için 10 maddelik Anne Babanın Çocukluk Davranış Ölçeğinin yardımından yararlanılır. **Hastanın çocukluk belirtilerine ilişkin geriye dönük bildirimi Wender Utah Derecelendirme Ölçeği ile desteklenir. Erişkinlerde kullanım için uyarlanmış DSM ölçütleri de klinik değerlendirmelerde ve araştırma alanında sıklıkla kullanılmaktadır. Hekimler DSM ölçütlerini çocukluktaki DEHB tanısını geriye dönük olarak koymak için kullanmaktadır. Eğer çocuklukta DEHB olduğuna ilişkin kanıtlar varsa belirtilerin devamlılığının değerlendirilmesi için hastalar sorgulanmaktadır. Eğer hasta çocuklukta DEHB tanısı alıyor ve DSM belirtileri devamlılık gösteriyorsa erişkin DEHB tanısı konur. Anne baba, daha büyük kardeşler ile yapılan 20 görüşmeler, okul kayıtları ve işyeri değerlendirmeleri ile elde edilebilecek diğer bilgiler tanıyı desteklemek için kullanılabilir (1). Bir kısım erişkin hastada DSM ölçütleri belirgin olarak uygulansa da, kanıtlar Utah yaklaşımında olduğu gibi bu belirtilerin DEHB tedavisinden faydalanacak açıkça bozukluk gösteren bir kısım erişkin hastayı dışlayacak şekilde katı olduğuna işaret etmektedir. DSMIV-TR erişkin tanı ölçütlerinin kısıtlılığı tabloda (Tablo 3) özetlenmiştir (1). Tablo 3. DSM-IV TR Tanı Ölçütlerinin Kısıtlılığı DSM-IV-TR Ölçütleri A.Dikkatsizlik Erişkinler İçin Kısıtlılıklar (A1) ve/veya 1.Belirtiler sadece çocuklar için alan hiperaktivite/dürtüsellik (A2) belirtilerinden çalışmasından geçmiştir ve erişkinler için 6 ya da daha fazlasının gelişimsel düzeyle gelişimsel olarak uygun olmayabilir. uyumsuz bir şekilde 6 aydan uzun sürmesi 2.Tanı için 6 belirti eşiğinin bilimsel temeli yoktur. B.İşlev bozukluğuna yol açan bazı dikkat 1.Başlangıç yaşının bilimsel temeli yoktur. eksikliği ya da hiperaktivite/dürtüsellik 2.DSM–IV saha çalışmalarında olguların belirtileri 7 yaşından önce başlamıştır. önemli bir kısmında 7 yaşından önce belirtiler başlamamıştır. 3.Geriye dönük tanının konması zordur C.İki ya da daha fazla ortamda belirtilere 1.Erişkinler için daha uygun olabilecek işlev bağlı işlev bozukluğu vardır (örn; evde ve alanları tanımlanmamıştır. okulda). D.Sosyal, akademik ya da mesleki alanlarda 1.Açık işlev bozulmasının açık kanıtları vardır. uyumsal işlev bozukluğunu yaşam azaltabilecek biçimlerinden söz edilmemiştir. E.Belirtiler diğer bir zihinsel bozuklukla 1.Erişkin psikopatolojisi ile çocukluktaki daha iyi açıklanamaz. DEHB belirtilerinin ilişkisini inceleyen Dikkat Eksikliği çalışma yoktur. 2.Diğer bozukluklar Hiperaktivite Bozukluğu ile birlikte olduğunda nasıl ortaya çıktıklarını gösteren erişkin çalışmaları yoktur. 21 Gelişimsel olarak uygun tanı ölçütleri geliştirilene kadar hekimler erişkin DEHB değerlendirmesinde DSM ölçütlerinin yorumunu kullanmalıdır (1). DSM tanı ölçütleri uygulanırken sadece 7 yaşından önce belirtilerin başlamış olması ölçütüne sıkı sıkıya uyulmaması ve 12 yaşın altında belirtilerin başlamasının tanı koymak için yeterli kabul edilebileceği literatürde tartışılmaktadır. Pragmatik olarak erişkin hastalar belirtilerinin başladığı kesin zaman hakkında emin olamazlar, yapabildikleri daha çok semptomların zaten sürdüğü ilkokul ikinci ya da üçüncü sınıf gibi bir erken çocukluk dönemini tanımlamaktır ve bu da belirtilerin 7 yaşından önce olup olmadığı konusunda emin olmamızı engeller (50). Erişkinlerde bir üçüncü şahsın semptomları doğrulaması nadiren olanaklı olur ve bu da hasta bildirimini tek geçerli kaynak kılar. Yapılan çalışmalar hasta belleğinin diğer bilgilerle birleştirildiğinde tanısal amaçlı kullanım için yeterince tutarlı olduğu bildirmektedir (50). Hasta bildirimleri doğru olma eğilimindedir fakat sıklıkla erken yaştaki yaşantıları konusundaki belleklerinde boşluklar vardır ve bu sadece DEHB için değil diğer durumlar içinde geçerli genel bir durumdur ve bundan bu davranışı sergilemediklerinden çok bu davranışı hatırlamadıkları sonucu çıkarılabilir. Sonuç olarak yaş ölçütünü uyarlama sonucu yanlış tanı koyma riskinin tedavinin yaşam kalitesinde önemli değişiklikler doğurduğu bir duruma tanı koyamama riskinden çok daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Diğer bir deyişle bu hasta grubunda DEHB tanısı koyamama riski, fazladan tanı koyma riskinden çok daha önemlidir. Bu nedenle DEHB tanısı diğer DSM ölçütleri karşılandığında ve belirtiler 12 yaş öncesi belirgin olduğunda da konabilir. Wender (51) benzer şekilde kronik yeti yitimine yol açan durumlar için düşük riskli tedavilerin varlığı durumlarında, klinisyenlerin tedaviden fayda görebilecek hastaları dışlamamak için daha az özgül tanı ölçütlerini kullanması gerektiğini tartışmıştır. Barkley ve Biederman’da (52) tanı koymak için belirtilerin erken çocukluk döneminde tek bir belirli noktada bulunması gerekliliğinin akılcı olmadığı ve DEHB’nin daha çok genel olarak çocuklukta başlayan bir bozukluk olarak kavramsallaştırılmasının uygun olacağını belirtmişlerdir. Yedi yaşında başlama ölçütünün bilimsel bir desteği olmaması nedeniyle ondört yaşından önce DEHB olduğuna ilişkin kanıt varsa geriye dönük tanı konmuş sayılması da öneriler arasındadır (53). Hekimlere ayrıca çocuklukta açık bir şekilde DEHB öyküsü olan olgularda geçerli tanı için gerekli olan en az 6 belirti karşılanmasa bile kişinin DEHB ile ilişkili devam eden güçlükleri olduğunda tedavi önermeleri salık verilmektedir. Tüm ölçütleri karşılamayan ancak çocuklukta DEHB öyküsü olup şu an devam eden belirtileri ve güçlükleri olan hastalarda kısmi remisyonda DEHB tanısı konulmasına izin verilmektedir. Şu anda DEHB ölçülerini karşılayıp çocuklukta açıkça 22 DEHB öyküsü olmayanlarda başka türlü adlandırılamayan DEHB tanısı konabilir. Erişkin DEHB değerlendirmesinde diğer olası eş tanılar çok dikkatli değerlendirilmelidir (1). DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA KLİNİK GÖRÜNÜM Dikkat eksikliği-aşırı hareketlilik diye bir durum var mıdır tartışmaları sürerken dikkati dağınık ve hiperaktif olan çocuklar ve erişkinlerin çevrelerinin kendilerinden beklediklerine, tam da ne olduğunu bilmedikleri bir şekilde ayak uydurmakta zorlandıkları ve mutsuz oldukları gerçeğini hiçbir şey değiştirmemektedir (21). Çocuklarda görülen dikkati toplama güçlüğü özellikle sıkıcı gelen durumlarda ortaya çıkar, çocuk dinleyemez, takip edemez, organize olamaz veya önemli eşyaları kaybeder. Dikkat eksikliği ile ilişkili olarak ailelerin en önde gelen şikâyeti dikkat gerektiren ev ödevi gibi görevlere karşı isteksizlik, çocukların devamlı dikkat dağınıklığı nedeniyle ödevlerinin çok uzun sürmesi, eşyalarını kaybetmeleri, başladıkları işleri bitirememeleri, basit ve dikkatsizce hatalar yapmaları, dinlemiyor gibi görünmeleri ve de düzensiz olmalarıdır. Dikkat sorunları her zaman görülmeyebilir ve çok yeni, ilgi çekici uyaranlarla karşılaşan çocuklarda dikkat sorunu belirgin değildir. Ancak sıkıcı, çeldirici, yorucu, tekrarlayıcı ve motivasyonun düşük olduğu ortamlarda odaklanma sorunları genellikle görülür. Aileler sıklıkla çocuklarının bilgisayar oynarken ya da televizyon seyrederken çok dikkatli olduklarını belirtmektedirler. Hiperaktif çocuğun ve erişkinin dikkati ve davranışları üzerinde denetimi, yapısal nedenlerden ötürü ve ona ağır gelen koşullarda zayıflar. Motive olduğu veya iyi becerebildiği konularda bu denetimi geçici olarak kurabilmesi denetim zayıflığının duruma özgü sonucunu dolayısıyla isterse yapabileceği yargısını doğurur. Oysa dikkat, motivasyon nereyi işaret ederse oraya yönelir. Dürtüsellik fiziksel olarak tehlikeli etkinliklere girişme, sınıfta konuşma, sırasını bekleyememe, diğerlerinin konuşmalarının ya da oyunlarının arasına girmeyi içerebilir. Dürtüsel davranış ayrıca arkadaşlarla, anne babayla ve öğretmenlerle tartışmalara, arkadaşlar tarafından reddedilmeye ve zaman zaman fiziksel kavgalara neden olabilir. DEHB olguları ödüllerin gecikmesine dayanamazlar ve dürtüsel davranışlarla kısa dönemdeki ödülleri uzun dönemdeki daha büyük ödüllere tercih ederler. Dürtüsellik genellikle çocukların erişkinlerle birebir beraber oldukları ortamlarda daha azdır. Aşırı hareketlilik aileler ve öğretmenler tarafından rahatlıkla görülebilen belirtilerdir. Akrometre ölçümleri ile DEHB olgularının kontrol olgularına göre daha hareketli olduğu nesnel bir şekilde de gösterilebilmektedir. Aileler aşırı hareketlilik ile ilişkili belirtilerin kendi sosyal yaşamlarını çok olumsuz 23 etkilediğini genellikle belirtmektedir. DEHB olguları sıklıkla duygusal dalgalanmalar yaşarlar. Ayrıca, sıklıkla beraber olan karşıt olma karşıt gelme bozukluğu varlığı nedeniyle DEHB olan çocuklarla ilişki kurmak hem aileleri hem de arkadaşları için zor olabilir. DEHB olan bireyler sosyal ipuçlarını anlamada sorun yaşarlar, sosyal durumları sıklıkla yanlış yorumlarlar ve uygunsuz yanıt verirler. DEHB olan çocuklar sıklıkla diğer insanların gereksinimlerine duyarsız, patronluk taslayan ve rahatsız edici kişiler olarak tanımlanırlar. DEHB olguları hem ailelerinden hem de öğretmenlerinden ve arkadaşlarından sık sık olumsuz geri bildirimler aldıkları için kendilerine güvenleri az, anksiyeteli ve depresif durumlara yatkın çocuklardır. Özellikle okul çağında devam eden bu olumsuz geri bildirimler, olguların ergenlik döneminde sorun yaşamalarına neden olur (15,51). Hastalığa sahip kişiler aynı hastalıktan etkilenmiş kişilerle birlikte yaşamaktadır ve ebeveyn çocuk ilişkileri daha da sorunlu olmaktadır. DEHB’li çocukların annelerinin çocukluklarını daha kötü algıladıkları ve depresyon oranlarının daha yüksek olduğu, daha anksiyeteli oldukları, az sevgi gösteren ve daha korumacı ebeveynlik yaptıkları gösterilmiştir. Bu da özellikle benzer sorunları yaşayan bir çocuğa sahip olduklarında ebeveyn olmanın getirdiği yükle çok daha zor baş etmeyi doğurmaktadır. DEHB olan ebeveynin sahip olduğu güçlükler çocuğun semptomlarıyla etkileşerek prognozu kötüleştirir. DEHB varlığında ebeveynlerde psikiyatrik eş tanı oranı artmaktadır ve çocuklarının ruhsal ve sosyal işlevsellikleri daha kötü olmaktadır. “DEHB ailesi” tanımına giren yani ailede etkilenmiş en az 2 kişinin olduğu ailelerde organizasyon, rutini düzene sokmak ve bu düzeni sürdürmek, stresle başa çıkma, kararlı duygudurum, tedaviye uyum güçlükleri gözlenir. Ebeveynlerinde DEHB olan ve olmayan erişkinlerin karşılaştırıldığı çalışmada; etkilenmiş ebeveynlerin yaşam boyu yıkıcı davranışlar, madde kullanım bozuklukları, anksiyete bozuklukları, daha erken yaşta depresyon tanısı alma, distimi ve davranım bozukluğu açısından daha büyük risk altında olduğu gösterilmiştir. Bu eştanı oranları etkilenen bireylerin sadece kendilerinin yaşadığı işlev bozuklukları (daha düşük eğitim alma ve daha kötü iş koşullarına sahip olma) dışında bozukluğun ailesel yükünü de çektiğini ve işlev kaybına yol açan bu psikopatolojileri yaşayan ebeveynler tarafından büyütülmüş olmanın yükünü de taşıdığını göstermektedir. Yani en yüksek kalıtılabilirlik oranlarına sahip olan psikiyatrik hastalıklardan biri olan DEHB’nin ailesel bir sorun olduğu unutulmamalıdır (13,3,54,55). Yaşam boyu güçlüklere yol açan bu hastalığın yaşam boyu tanısı için çocukluktaki semptomların erişkin dönemdeki eşdeğerleri yani semptom göçü tanımlanmalıdır. DEHB belirtilerinin sıklığı yaşla azalır ve gelişimle birlikte değişir. Genel toplumda yaşla birlikte 24 DEHB belirtilerinin azalması göz önüne alınırsa erişkinler geçerli bir tanı almaları için gereken sayıda tanı ölçütünü karşılamasalar bile aynı yaştaki arkadaşlarına göre belirgin işlev sorunları gösterebilirler. Bu durum DEHB’de düzelmenin bozukluğun gidişinden çok sendromun tanımından kaynaklandığını düşündürür ve erişkinlerin çoğu bozukluğun sonuçları ile yaşam boyu uğraşırlar. Erişkin dönemde belirtilerin devamını sorgulayan çalışmalarda sıklıkla sendromik bir düzelme olduğu ve ergenlik döneminde önce hiperaktivite, sonra dürtüsellik semptomlarında azalma gözlendiği saptanmıştır. Bunlar daha çok göz önünde olan semptomlardır. Ancak bozukluğun en örtülü semptomu olan dikkat eksikliği yüksek oranda devam eder. Yerinde duramama ve hiperaktiviteyi her zaman göremediğimiz daha büyük yaştaki ergen ve erişkinlerde tam da bu nedenle dikkat eksikliği semptomlarını mutlaka sorgulamalıyız (14,56). Çocukluktaki temel semptomlar olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik gelişimle değişime uğrayarak erişkinlerde yönetsel işlevlerde ve duygudurum düzenlenmesinde belirgin güçlüklere yol açar. Erişkindeki temel semptomlar dikkat, inhibisyon ve kendini kontrolle ilişkili bozuklukları içerir. Dikkat süresinin kısalığı DEHB’nin en önemli parçasıdır. DEHB’li bireyler sıklıkla daha az önemli işlerin dikkatlerini dağıtarak önlerine çıktığından ve önemli işlerini tamamlayamadıklarından yakınırlar. Genellikle pek çok görevi aynı anda sürdürmek zorunda kalırız. DEHB olan bireyler hangi görevin daha önemli olduğuna karar vermede güçlük çekerler. Herhangi birisinin daha önemli olduğuna karar verdiklerinde bile görev tamamlanana kadar onu sürdürebilmeleri zordur. Daha az önemli diğer görevlerle dikkatleri dağılabilir (örn; temizlik, telefon görüşmeleri) ve önemli görevlerini gözden kaçırabilirler. Dikkatsizliğin yol açtığı sorunlardan bir diğeri de önemli eşya (anahtar, cüzdan, not defteri, ajanda gibi) ve önemli belgeleri sıklıkla kaybetme, posta, önemli evraklar ve faturaları düzenleme ve takip etmede güçlüktür. Toplantılarda, okurken veya işlerini sürdürürken dikkatsizlik semptomları gösteren erişkinler kolayca sıkılırlar, okuma ve kâğıt işlerinde dikkati toplayamazlar, kaytarma eğiliminde olurlar, sıkıcı gelen, ilgilerini çekmeyen işlerden kaçınırlar, işyerinde yavaş ve verimsiz çalışırlar, dürtüsel kararlar verirler, kötü zaman yönetimi, organizasyon ve planlama da güçlük semptomları gösterirler (8,14,16,56,57). Erişkinlik dönemi organize olmayı gerektirdiğinden dikkatsizlik sorunlarının yol açtığı işlevsellik kaybı bu dönemde daha fazladır. Organizasyon ve planlama alanlarındaki güçlükler sıkıcı ve güç gelen görevleri yerine getirirken mantıklı aşamalara bölememeyi içerir. Pek çok kişide bu durum vazgeçmeye, kaytarmaya, endişe ve yetersizlik duygularının gelişimine ve iş 25 gücü kaybına yol açar. Bu nedenle, örneğin sahip olduğu yeteneklere göre daha basit işlerde çalışma ya da işsiz kalma ve hiçbir zaman yeni iş arama çabalarını tamamlayamama söz konusudur. Bu durum bir iş sahibi olamamalarına, aslında hak ettiklerinden daha düşük maaşla çalışmalarına ya da kendilerine uygun olmayan işlerde çalışmalarına yol açabilir (8,14,57). Yaşla değişime daha duyarlı olan hiperaktivite-dürtüsellik semptomlarının zamanla azalmaları sebebiyle uzun süre DEHB’nin sadece bir çocukluk çağı hastalığı olduğu düşünülmüştür. Hiperaktivite eğer halen mevcutsa çocukluktakinden en önemli farkı daha amaca yönelik bir hal almasıdır. Ayakta çalıştıkları, aynı anda pek çok işi yürüttükleri, etkin oldukları işlerde çalışabilirler ve buna rağmen yakınmaları sürebilir. Evde de sürekli etkinlikte bulunma istek ve çabaları eşleriyle ilişkilerini bozabilir. Yerinde duramama erişkinlerde öznel huzursuzluk şeklinde tanımlanabilir. Kıvranmak, yerinde duramamak, oturamamak, sırasını bekleyememek, sürekli koşmak ya da tırmanmak, sessiz etkinliklere sakince katılamamak, çok konuşma, soru bitmeden cevabı yapıştırma, başkalarının sözünü kesme veya araya girme gibi semptomlar erişkin dönemde işinde verimsiz olma, toplantı boyunca oturamama ya da sıkıcı toplantılarda çok kötü vakit geçirme, beklenmesi zorunlu olan koşullarda sırasını bekleme güçlüğü çekme, çok hızlı araba kullanma ve belki de kazalara karışma şekline dönüşür. Dürtüsellik engellenme eşiğindeki düşüklükle ilişkilidir ve olgunlaşamamayla sonuçlanır. Erişkin dönemde görülen dürtüsel davranışların sonuçları daha önemlidir ve yeni bir iş bulmadan aniden işini bırakma, ilişkilerini kolayca bitirme, çocuklarına tahammülsüzlüğe yol açar. Engellenme eşiğinde düşüklük, çok konuşma, karşısındakinin sözünü kesme, sosyal ilişkilerin engellenmesi, uygunsuz yorum ve kararlar gibi yaşamın gidişini önemli derecede etkileyecek sorunlar yaşarlar (8,15,16,57). Bunlar bir erişkinin yaşamını derinden etkileyebilecek semptomlardır. Bu temel semptomlar erişkin dönemde okul, iş performansında ve kişilerarası ilişkilerde bozulma (bozulmuş ilişkileri, sorumluluklarını yerine getirememe, karşısındakini dinleyememe, yakın özel ilişkilerde güçlük gibi) ve diğer davranışsal uyum problemlerine (örn; kapasitesinin altında düşük düzeyde eğitim almak, parasını kötü yönetme, ev işlerini organize edememe, rutinin kaotik-karmakarışık-hal alması) yol açar (15,16). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilgili güçlükleri çocukluklarından beri yaşayan kişiler; erişkin dönemde de gerek aynı belirtileri sergilemeleri, gerekse de literatürde tartışıldığı üzere kimi zaman belirtilerinin gerilemesi durumunda bile çocukluk döneminde almış oldukları hasarların yansımalarını yaşam boyu taşırlar. Erişkin dönemde DEHB kişinin 26 davranışları, duyguları, ilişkilerini ve kendisini nasıl değerlendirdiğini kuvvetli bir biçimde etkiler ve erişkin dönemdeki özsaygı ve utancın birincil belirleyicisi kişinin kendini çocukluk ve ergenlik döneminde nasıl değerlendirdiğidir (16). Erişkin olguların yaşadıkları sorunları açıklayan bilişsel davranışçı modele göre; erişkin DEHB olguları çocukluk çağından beri başlamış olan ve etkili başa çıkma becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahiptirler. Dikkatte çelinebilirlik, organize olamama, verilen görevleri sürdürme güçlüğü ve dürtüsellik gibi özgül semptomlar DEHB olan bireylerin etkili başa çıkma becerileri geliştirmesini öğrenmelerini ya da kullanmalarını önleyebilir. Etkili başa çıkma becerilerinin yokluğu nedeniyle bu bozukluğa sahip kişilerin çoğu başarısızlık yaşamıştır ya da yenilgi olarak adlandırabilecekleri deneyimleri olmuştur. Bu başarısızlık öyküleri kişinin kendi hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açabilir. Bunun yanı sıra üstlendikleri görevler konusunda da işlevsel olmayan düşünceler geliştirebilirler. Sonuç olarak ortaya çıkan bu olumsuz düşünce ve inançlar kaçınma davranışları ya da dikkatte çelinebilirliği arttırabilir. Bu düşünce ve inançların sonucu olarak kişiler görev ya da sorunla karşı karşıya kaldıklarında dikkatleri daha çok kayabilir ve ilişkili davranışsal semptomlar daha da kötüleşebilir (58). Safren ve ark. (58); izlemekte oldukları hastalarının daha çok organizasyon ve planlama güçlükleri, dikkat dağınıklığı, anksiyete ve depresyon ile kaçınma-kaytarma davranışlarından yakındıklarını bildirmektedirler. Ek olarak öfke, düşük engellenme eşiği, tahammülsüzlük ve iletişim güçlükleri bildiriyorlardı. Temel DEHB belirtilerine ikincil olarak hastaların birçoğunda duygudurumla ilgili sorunlar da mevcuttu. DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNDA AYIRICI TANI, EŞTANI, İŞLEVSELLİKTE BOZULMA VE RİSK ALMA DAVRANIŞLARI Ömür boyu devam eden dikkatsizlik, dürtüsellik ya da hiperaktivite yakınmaları olan tüm erişkinlerde DEHB tanısı düşünülmelidir. DSM belirtilerinin erişkin DEHB’yi diğer psikopatolojilerden ayırt edip etmediğini inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Dikkatin sürdürümünde sorun, motor huzursuzluk, artmış konuşma gibi birçok DEHB belirtisiyle diğer psikiyatrik durumlarda da sıklıkla karşılaşılır. Hekimler DEHB belirtilerini diğer psikiyatrik bozukluk belirtilerinden ayırt edebilmelidir, ancak aynı zamanda da diğer bozukluklarla beraber görülme riskinin yüksek olduğunu unutmamalıdır. Depresif belirtiler DEHB belirtilerinden odaklanma güçlüğü ve motor huzursuzluğun sadece disforik duygudurum, anhedoni ve artmış irritabilite sırasında olması ile ayrılır. İştah ve uyku değişiklikleri gibi somatovejetatif belirtilerin ayrı ayrı dönemler halinde ortaya çıkması depresyon tanısını daha 27 da destekler. DEHB ve depresyon birlikte görülen hastalar esas DEHB belirtilerinin duygudurum dönemleri dışında da var olduğunu bildirirler. Benzer şekilde bipolar I bozukluk hastaları düşünce uçuşması, hızlı konuşma ve dürtüsel davranışları sadece kabarmış duygudurum dönemlerinde bildirmektedir. Daha tartışmalı olan bir durum DEHB’nin hipomani ve hızlı döngülü bipolar bozukluk ile örtüşmesidir. Öyküde açık bir şekilde belli olan ayrı duygudurum dönemleri ve güçlü aile öyküsü tanının konmasına yardımcı olabilir. Belirtiler DEHB’de kronik seyirli, bipolar bozuklukta dönemseldir. Aşırı hareketlilik bipolar bozuklukta zararlı sonuçlara yol açabilecek etkinliklerle ilişkili, DEHB’de ise her alanda yaygındır. DEHB’de benlik saygısında düşmeye sıklıkla rastlanırken manide bu gözlenmez. Anksiyete bozuklukları DEHB’den yaygın ve kontrolü güç ya da belli bir ortam ya da uyarana ilişkin nesnel endişenin varlığı ile ayrılır. Psikoaktif madde kullanımı olan hastalarda DEHB belirtilerinin başlangıcının madde kullanımından önce olması gerekmektedir. Erken dönemde okul güçlükleri ve çocukluk davranım bozukluğu öyküsü olanlarda hem DEHB hem de madde kötüye kullanımı eş tanısı olma olasılığı fazladır (1,8,16,59). Hiperaktivite ve dürtüselliğin olmadığı durumlarda okul başarısızlığı ve dikkatsizlik olan erişkinler özel öğrenme güçlüğü açısından değerlendirilmelidir. Bu genelde akademik düzeyi belirlemek için nöropsikolojik test bataryalarının kullanımını gerektirir. Belirgin şekilde sıra dışı, beklenmedik ilgi alanları, sosyal işlev bozukluğu olanlarda Asperger sendromu ya da yüksek işlevli otizm düşünülmelidir. DSM’ de yaygın gelişimsel bozukluğu olanlara DEHB tanısı konulmasa da, DEHB benzeri belirtileri olan birçok yaygın gelişimsel bozukluk hastası DEHB tedavisine iyi yanıt vermektedir (1,16). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların en az %50’sinde diğer bir eş tanı olduğu düşünülmektedir. Davranım bozukluğu (%15-20), karşıt olma karşıt gelme bozukluğu (%33-60), öğrenme bozuklukları (%20-30), depresyon (%30), bipolar bozukluk, anksiyete bozuklukları(%25-30), enürezis ve dil bozuklukları sıklıkla eşlik eden durumlardır. Yani çocukların çok azında sadece DEHB vardır. Yıkıcı davranış bozuklukları, davranım bozukluğu ve karşıt olma karşıt gelme bozukluğu erkek çocuklarda daha çok görülür, bu nedenle erkek çocuklar tedavi için daha çok başvurur. Yaşla birlikte depresyon ve davranım bozukluğu eştanı oranları artar. Özel öğrenme güçlüğünün varlığında çocuklar daha dikkatsiz ve huzursuz olmakta, akademik başarıları daha düşük ve yavaş olmaktadır. Bipolar bozukluk eştanısı çok tartışılmıştır. Ancak DEHB olan çocuklarda yapılan çalışmalarda iki uçlu bozukluk nadiren tanımlanmıştır. Bunda son zamanlarda iki uçlu bozukluk için çocukluk dönemi tanı ölçütlerinde yapılan değişikliklerin rolü olduğu düşünülmektedir ve aslında 28 bipolar bozukluğun sıklığı düşüktür. DEHB varlığında çocukluk döneminde anksiyete bozuklukları sıklığının çeşitli çalışmalarda %13-50 oranlarında olduğu; bu çocukların tedavi yanıtlarının daha düşük olduğu ve uzun dönem işlevsellik kayıpları ile diğer psikopatolojileri geliştirme risklerinin ise daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Aile çalışmalarında anksiyete eştanısının ailedeki DEHB’den çok anksiyete bozuklukları ile ilişkisi gösterilmiştir. Çocuklarda yapılmış olan çalışmalarda anksiyete varlığında DEHB’nin daha çok akademik ve bilişsel güçlüğe yol açtığı gösterilmiştir (1,2,15,60). Ülkemizde DEHB’li çocuklarla yapılan çalışmalarda da yüksek oranda eştanı saptanmıştır. Pekcanlar’ın çalışmasında (61) olguların %86’sında en az bir bozukluk eştanısı saptanmış olup en sık %76 karşıt olma karşıt gelme bozukluğu, %13 davranım bozukluğu ve %6 duygudurum bozukluğu (majör depresyon+distimi) saptanmıştır. Soykan (62) çalışmasında DEHB’li çocuklarda kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla depresyon olduğunu göstermiştir. Tahiroğlu (63) %32 karşıt olma karşıt gelme bozukluğu, %14,9 davranım bozukluğu, %12,4 özel öğrenme güçlüğü ve %4 depresyon saptanmıştır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkinler kontrollerle karşılaştırıldığında belirgin olarak daha fazla eşlik eden psikopatoloji ve uyum işlevlerinde belirgin azalma yaşarlar. DEHB eştanı oranları hayli yüksektir ve çeşitli çalışmalarda %65-89 arasında oranlar verilmektedir. Eştanı durumları hakkındaki veriler DEHB’de çocukların uzunlamasına izlendiği çalışmalardan ve erişkin DEHB tanısı konanların geriye dönük değerlendirmesinden gelir. Çocuklarda daha çok davranış bozuklukları görülürken gençlerde anksiyete bozukluğu ve erişkinlerde hem anksiyete hem duygudurum bozuklukları önem kazanmaktadır. Çocukların uzunlamasına izlendiği çalışmalarda eştanı oranları daha düşüktür. Eş tanıların DEHB gidişine uzun dönemdeki katkıları yeteri kadar incelenmemiştir (1,8,16,64). %35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör depresyon eştanısı, %40-50 anksiyete bozukluğu, %40-50 madde bağımlılığı bildirilmektedir. Ayrıca %27-46 oranında alkol kötüye kullanımı ve bağımlılığı, alkol kötüye kullanımı olan hastalarda DEHB’nin daha fazla görüldüğü, %50 oranında nikotin bağımlılığı bildirilmiştir (1,8,16,64-67). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocukların genç erişkin döneme (ortalama 22 yaş) kadar izlendiği çalışmada olguların kontrol grubuna oranla nikotin, alkol ve madde bağımlılığı, duygudurum ve anksiyete bozuklukları açısından yüksek risk altında olduğu gösterilmiştir (68). 29 Biederman'ın çalışmasında (33) kadın ve erkeklerde sırasıyla yaşam boyu madde kötüye kullanımı %26 ve 44, alkol bağımlılığı %24 ve 39, M. Depresyon %23 ve 21, sosyal fobi %23 ve 11, yaygın anksiyete bozukluğu %34 ve 28, panik bozukluğu %15 ve 6, alkol kötüye kullanımı %13 ve 24, madde bağımlılığı %12 ve 27, agarofobi %9 ve 9, bipolar I veya II %10 ve 10, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) %7 ve 3 bulunmuştur. Yaşam boyu herhangi bir psikiyatrik bozukluk eştanısı NCS’de %89, duygudurum bozuklukları %38, anksiyete bozuklukları %47, madde bağımlılığı %15 bulunmuştur. Ayrıca duygudurum bozukluğu olanlarda DEHB %13 (normal popülasyonun 3 katı), anksiyete bozukluğu olanlarda %9,5 ve madde bağımlılığı olanlarda %12,3 olarak saptanmıştır (3). Fayyad ve ark. (26) belirgin duygudurum bozukluğu olanlarda DEHB’nin 4 kat fazla olduğu, ayrıca anksiyete bozukluğu ve madde bağımlılığı olanlarda DEHB sıklığının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklı ve daha yüksek olduğunu gösterdiler. DEHB’lilerde duygudurum bozukluğu %25, anksiyete bozukluğu %38 ve madde bağılılığı tanısı %12 oranlarında eşlik ediyordu. Gerek çocuklarda yapılan izlem çalışmaları, gerekse erişkin çalışmalarında antisosyal kişilik bozukluğu oranları yüksek bulunmaktadır. Antisosyal kişilik bozukluğu %10-23 oranında görülebilmektedir. İki prospektif çalışmada kontrol grubuna kıyasla DEHB olanlarda antisosyal kişilik bozukluğu %2-2,5’e oranla %18-23 olmuştur. Suçlu ve hapishanede yatan ergen ve genç erişkinlerde DEHB sıklığı %4-72 oranında bildirilmektedir. DEHB daha erken yaşta suç işleme ile ilişkilidir ve genetik çalışmalarda daha ciddi bir alt tipin genetik yüklülüğünün söz konusu olduğu bulunmuştur. Ayrıca sınırda kişilik bozukluğunun da artmış olduğu ve sınırda kişilik bozukluğu olan kişilerin bir alt grubunda eştanı olarak DEHB’nin olduğuna ilişkin kanıtlar vardır (16,64). Anksiyete bozukluklarından sosyal fobi %20-34 oranında gözlenirken OKB oranları genel toplumdaki oranları geçmemektedir. Yaygın anksiyete bozukluğu bazı çalışmalarda genel toplumla aynı oranda, bazı çalışmalarda da %10-45 gibi geniş bir aralıkta bildirilmektedir. Bu oranlar eştanı hakkında açık bir fikir sunmaktan çok olasılıkla DEHB’nin yaygın anksiyete tanısını yanlış olarak daha fazla koyma eğilimine yol açabileceğini yansıtmaktadır. DEHB’de strese dayanıklılığın düşüklüğü bir grup hastada korku ve duygusal dalgalanmalarla sonuçlanmakta bu da yanlış tanıyı doğurabilmektedir (1,8,16,64). Anksiyete bozuklukları riskini genel toplumdan yüksek bulmayan çalışmalarda vardır (65-67). Bazı çalışmalarda bipolar bozuklukta DEHB yüksek oranda saptanırken (1,64) bunu bildirmeyen çalışmalarda vardır (3,65,66). Halen DEHB ve bipolar bozukluğun birlikteliğiyle 30 ilgili yeterince açık kanıt yoktur. Olasılıkla bir alt grup bipolar bozuklu hastada bipolar bozukluğun gelişimsel öncüsü olarak DEHB benzeri semptomlar gözlenmektedir. DEHB ile bipolar bozukluk arasındaki semptom örtüşmesi tanısal karışıklığa yol açmaktadır. Çelinebilirlik, dürtüsellik, hiperaktivite ve duygudurumda oynamalar her iki bozukluk içinde karakteristiktir ve bu durum her iki bozukluk arasındaki ilişkinin daha iyi aydınlatılması gerekliliğine işaret etmektedir (59). Erişkin DEHB olan kişilerde %35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör depresyon görülebildiği (8,64-67) depresyonun daha erken yaşta ortaya çıktığı (65,67) gösterilmiştir. DEHB’li bireyler karşılaştıkları önemli yaşam olaylarının üstesinden gelme becerilerinin olmaması durumunda depresyon açısından risk altındadırlar. Stresli durumlar karşısında DEHB olan kişilerin zaten mevcut olan uyku, iştah ve odaklanma ile ilgili güçlükleri artabilir. Depresyonla DEHB’nin yüksek eştanı oranlarını açıklayabilecek çeşitli kuramlar öne sürülmüştür. Bunlara göre DEHB duygudurum bozukluklarının bir varyantı olabilir, duygudurum bozuklukları DEHB’nin sonucu olabilir. Herhangi birine yatkınlık diğerine de yatkınlığı doğurabilir. Her iki bozukluk genetik olarak ilişkili olabilir. Depresyon altta yatan kronik ve ciddi bir süreç olan DEHB’ye ikincil olabilir. Yapılan çalışmalarda erişkin DEHB’lilerin akrabalarında istatistiksel olarak anlamlı oranda DEHB ve depresyon saptandığına dikkati çekmiştir. DEHB’li çocukların annelerinin depresyon oranlarının daha yüksek olduğu, ebeveynlerinde DEHB olan ve olmayan erişkinlerin karşılaştırıldığı bir çalışmada; etkilenmiş ebeveynlerin daha erken yaşta depresyon tanısı alma ve distimi açısından daha büyük risk altında olduğu gösterilmiştir (1,16,54,55,64,69). Tıkınırcasına yeme bozuklukları ve bulimia nervozanın genel topluma kıyasla DEHB’de daha sık olduğu ve DEHB’de yaşam boyu bulimia nervoza riskinin %3-9, yeme bozukluklarının %9-11’e kadar artan oranlarda olduğu bildirilmektedir (64-66). Ayrıca bazı araştırmalarda obezite tedavisi alan erişkinlerde yüksek DEHB oranları bildirilmiştir. Altfas’ın çalışmasında (70) DEHB sıklığı %27,4 bulunmuş, özellikle beden kitle indeksi 40 ve üzerinde olan grupta %42,6’ya dek çıkmıştır. Bu çalışmada değinilen bir diğer özellikte DEHB varlığında tedavi başarısının düşüklüğü olmuştur. Fleming ve Levy’nin çalışmasında (71) beden kitle indeksi 35 üzerinde olan kadınlarda DEHB belirtileri %26,7 oranında bulunmuş. Ayrıca DEHB olan çocuklarda obezite sıklığındaki artış da dikkat çekmektedir (72). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olanlar, olmayan erişkinlerle karşılaştırıldığında psikoaktif madde kötüye kullanımı ve bağımlılığının daha yüksek olduğu 31 gösterilmiştir. DEHB genel topluma kıyasla madde bağımlılığı riskini iki kat artırmaktadır. DEHB’de madde bağımlılığı eştanısı %40-50 olurken madde bağımlılarında DEHB eştanısı %15-25’tir. DEHB’de daha erken yaşta kullanıma başlama, kötüye kullanım ve bağımlılık arasındaki geçiş süresinin daha kısa olması, düzelme oranlarının daha düşük olması ve madde kullanımını bırakmakta daha fazla zorlanma söz konusudur. DEHB olgularının herhangi bir maddeyi diğerine tercih ettiği gösterilememiştir. Her çeşit madde kullanım bozukluğu söz konusudur. Çünkü DEHB semptomlarının çeşitliliği farklı çeşit psikoaktif madde kullanımlarına yatkınlık yaratır. Uyarıcılar, nikotin, kokain geçici olarak bilişsel performansı iyileştirebilirken alkol, esrar ve opiatlar duygusal dalgalanma ve düzensizlikleri, içsel huzursuzluğu ve artmış uyarılmayı azaltır. Bir çalışmada en çok kötüye kullanılan maddenin %67 ile esrar olduğu, bunu %23 kokain ve %18 uyarıcıların izlediği saptanmıştır. DEHB’de madde kullanımı açısında risk grupları dürtüsellik semptomları, kötü akran gruplarının seçimi, eşlik eden davranım bozukluğu veya antisosyal kişilik bozukluğu, farmakolojik tedaviye geç başlanmış olması, paylaşılmış genetik riskler ve kendi kendine tedavi arayışıdır. (8,64,66,67,73,74). Madde kullanım bozuklukları eştanısını açıklamaya yönelik kuramlardan ilki DEHB’de yüksek oranda bulunan davranım bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğudur. Özellikle ergenlik döneminde davranım bozukluğu bulunmasının madde kullanım bozukluğuyla güçlü ilişkisi gösterilmiş olsa da bazı çalışmalar davranım bozukluğu dışında yenilik arayışı gibi DEHB belirtilerinin de özellikle madde kullanım riskini arttırdığını göstermiştir (75). Erişkin dönemde ise antisosyal kişilik bozukluğu olmaksızın DEHB’nin madde kullanım bozukluğu için risk etkeni olduğu kabul görmektedir. DEHB’li bireyler kronik belirtileri nedeniyle akademik, mesleki ya da kişilerarası ilişkilerinde güçlük yaşarlar ve bu güçlükler benlik saygısında düşme ve/veya depresyona yol açarak kişinin güçlükleriyle baş etme yöntemi olarak maddeyi kullanmasıyla sonuçlanabilir. Kafein, nikotin, kokain gibi uyarıcılar belirtilerinden kısa sürede olsa kurtulmalarını sağlayarak kendi kendine tedavi amaçlı kullanımı açıklayabilir ki, özellikle bu amaçla en çok kullanılanı toplumsal kullanımı kabul görmüş olan bir madde de nikotindir. DEHB’nin temel belirtilerinden olan dürtüsellik kişilerin madde kullanımına başlamanın olası olumsuz sonuçlarını düşünmeksizin yeni bir maddeyi kolayca denemelerini sağlayabilir. Bazı çalışmalarda bu kişiler belirtilerini yatıştırmaktan çok akranlarının etkisi altında kalarak dürtüsel davranışları doğrultusunda erken yaşta çeşitli maddeleri denediklerini bildirmişlerdir. Bazı genetik etkenlerde DEHB madde bağımlılığı birlikteliğine katkıda bulunabilir. Dopamin taşıyıcısı düzensizlikleri hem 32 DEHB hem de madde kullanım bozukluklarında gösterilmiştir. Madde kullanımının nukleus accumbens’e salınan dopamin miktarını arttırdığı iyi bilinmektedir, bu da DEHB belirtilerini kendi kendilerine tedavi etmek amacıyla kişilerin madde kullanımını açıklayabilir. Ailesel geçiş konusunda yapılan bir çalışmada DEHB olanlarda kendilerinde madde kullanım bozukluğu olsun ya da olmasın akrabalarında madde kullanım bozukluğu sıklığının artmış olduğu gösterilmiştir (74-78). Uyarıcı tedavinin ilaç arama davranışına yol açıp açmayacağı bir diğer tartışma konusudur. Uyarıcı önerilen kişilerde davranışsal duyarlılık olabileceği ya da uyarıcı önerilmiş olmasının kişide diğer maddeleri de bağımlılık yapmaksızın kullanabileceği düşüncesini doğurabileceği ileri sürülmüştür. Ancak çoğu çalışmada bu gösterilememiştir (76,79). Uyarıcı tedavinin erişkin madde kötüye kullanım riskini ne arttırdığı, ne de azalttığını yani bir etkisi olmadığını bildiren çalışmalar vardır (80). Bunun yanı sıra DEHB tedavisinde kullanılan uyarıcı tedavinin ilaç arama davranışına yol açmadığı, yapılan çalışmaların meta analizinde tersinin görüldüğü yani tedavi edilen çocukların ergenlik döneminde bağımlılıkla ilgili problem yaşama riskinin iki kat azaldığı gösterilmiştir (81). Mortalite ve morbiditesi yüksek önemli bir halk sağlığı sorunu olan ve kardiyak, pulmoner ve çeşitli kanserlerin oluşumundan sorumlu olan sigaranın uygulanan çeşitli kampanyalarla genel toplumda içilme oranları azalırken DEHB tanısı alanlarda sigara içiciliği yüksek oranda devam etmektedir. Sıklıkla ergenlik döneminde sigara denenmekte ve 18 yaşından sonra düzenli bir alışkanlık halini almaktadır. CDC verilerine göre 18-24 yaş arası erişkinlerin %24’ü sigara içicisidir. DEHB olan erişkin ve ergenlerde sigara içiciliğinin genel popülasyona kıyasla daha yüksek olduğu (sırasıyla %26’ya karşın %41-42 ve %10-24’e karşın %19-46) çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Ayrıca çalışmalarda DEHB’li bireylerin akranlarına kıyasla daha erken sigaraya başladığı ve denedikten sonra da daha yüksek oranda düzenli içiciliğe geçtiği bulunmuştur. Ayrıca bu bireyler sigarayı bırakma konusunda daha çok zorlanmaktadır. Genel toplumda sigarayı bırakma oranı %48,5 iken DEHB’lilerde %29’dur. Sigarayı bırakma dönemleri de daha zorlu geçmektedir. DEHB’lilerde gözlenen yüksek sigara içiciliği ve sigara bırakma güçlüğünün çeşitli nedenleri olabilir. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında DEHB olanlarda ilgili striatal bölgelerde dopamin taşıyıcısının (DAT) arttığı gösterilmiştir. Bu artmış DAT yoğunluğunun olası anlamı DEHB’li olguların presinaptik dopamin oto reseptörlerinin normal etkinliğinden daha düşük dopamin düzeyi gösterdiği ve bununda önemli uyaranlara yanıt olarak abartılı fazik dopamin yanıtıyla sonuçlanması olabilir. Nikotinin hayvanlarda ve sigara içen bireylerde striatumda dopamin 33 salınımını uyardığı gösterilmiştir ve nikotinle uyarılmış fazik dopamin salınımı DEHB semptomları olanlarda, olmayanlara kıyasla daha ödüllendirici olabilir. Bu artmış ödüllendiricilik ilk kullanımdan sonra daha yüksek nikotin güçlendirici etkisine ve böylece bu kişilerin düzenli nikotin kullanıma geçmesini kolaylaştırmaya yarar. Diğer bir deyişle dopamin sistemindeki temel farklılıklar nedeniyle DEHB olan kişiler olmayanlara göre nikotinin başlangıçtaki ödüllendirici etkisini daha fazla yaşarlar. Elimizdeki kanıtlar nikotinin DEHB’li bireylerde gözlenen bazı belirti ve yönetsel işlev bozukluklarını (dikkat, çalışma belleği, yanıt inhibisyonu) iyileştirdiği yönündedir. Hayvan ve insan çalışmalarında nikotinin dikkat üzerine iyileştirici etkisi gösterilmiştir. Hem sigara içenlerde hem de içmeyenlerde nikotin uygulamasının dikkat testlerindeki performansı iyileştirdiği gözlenmiştir. Ayrıca nikotin uygulamasının DEHB tanılı hem sigara içen hem de içmeyen kişilerde bilişsel peformansı iyileştirdiği gözlenmiştir. Özellikle transdermal nikotin dikkat testlerini, DEHB semptomatolojisinin genel klinik etkilerini iyileştirir. Nikotin agonistlerinin şimdi ya da yaşam boyu sigara içiciliğinden bağımsız erişkinlerde DEHB belirtilerini belirgin azalttığı gösterilmiştir (8,82-86). Öte yandan DEHB olanlarda sigara yoksunluğu daha şiddetli olmakta ve bunun da nikotin yoksunluğundan sonra prefrontal korteks ve anterior singulatta azalmış dopaminerjik ileti sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Nikotinin aynı zamanda DEHB’lilerde birincil olarak artmış dopamin transporter bölgelerini azaltarak bir uyarıcı gibi de davrandığı gösterilmiştir. Uyarılma üzerine olan etkisinin kendi kendine tedavi amaçlı olarak sigara kullanımına yol açmasının yanı sıra, nikotinin aynı zamanda DEHB’nin çökkün duygudurum, öfke gibi belirtilerinde de iyileşmeye yol açtığı düşünülmektedir. Nikotin bantı ve uyarıcı ilaçların birlikte ya da tek başlarına kullanıldığında plaseboya kıyasla odaklanma ve temel DEHB belirtilerini azalttığı gösterilmiştir (8,82,85). Rodriguez ve ark. (87) DEHB dikkat eksikliği semptomlarının ergenlik döneminde, hiperaktivite semptomlarının genç erişkin dönemdeki nikotin bağımlılığını etkilediğini gösterdiler. Diğer madde bağımlılıklarından farklı olarak DEHB’nin sigara kullanımı açısından davranım bozukluğu varlığından bağımsız risk oluşturduğu çok sayıda prospektif çalışmada gösterilmiştir (88). Yaşam boyu etkileri oldukça geniş olan bu bozuklukla ilgili epidemiyolojik örneklemlerde DEHB’li kişilerin yaşadığı problemlerin sadece hastalık semptomlarından veya psikiyatrik eştanı sorunlarından kaynaklanmadığı, yaşamın diğer birçok alanlarında da güçlükler çektikleri gösterilmiştir. Çocuklarda akademik problemler, okulda güçlükler, 34 bozulmuş aile ve akran ilişkileri mevcuttur. Biraz daha büyüdüklerinde kendine güven kaybı, kaza ve yaralanmaya eğimli olurlar. Ergenlik döneminde olguların %70-80’ninin belirtilerinin sürdüğü ve belirgin güçlük yaşamaya devam ettikleri gösterilmiştir. Bu dönemde eğitimle ilgili güçlükleri devam eder, daha küçük yaşta okuldan ayrılabilirler, daha çok sınıfta kalabilirler, akranları, öğretmenleri, ebeveynleri ve kardeşleriyle ilişkilerinde güçlük çekerler, olgunlaşmamıştırlar ve özsaygıları daha düşük olma eğilimindedir. Bu dönemle birlikte sigara içme, madde kötüye kullanımı ve motorlu araç kazaları ortaya çıkar. Bilindiği gibi, motorlu araç kazaları ergenlik döneminde mortalitenin en önde giden nedenlerindendir. Bu dönemde davranım sorunları daha ciddi hale gelir, daha çok problem yaratır ve bu nedenle suça karışma görülebilir (14,16). Erişkin dönemde ise yasal sorunlar, iş ve meslek yaşamında güçlüklerle karşılaşırlar. Yaşam boyu akademik başarıları düşük ve iş hayatları başarısız olma eğilimindedir. Bu kişilerin eğitim düzeyinin daha düşük olduğu, daha az genel ve profesyonel eğitim aldıkları, liseyi bitirememe oranının 3-10 kat fazla olduğu, üniversite derecelerinin daha düşük olduğu ve bunların sonucunda iş performanslarının düşük ve işsizlik oranlarının daha fazla olduğu (üç kat daha fazla işsiz kaldıkları), iş yaşamında daha alt düzeyde işlevsellik gösterdikleri, daha az nitelikli işlerde çalıştıkları ve kazançlarının daha az olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir (3,26,65-67,89,90). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkinlerde kendine güven azlığı ve uzun dönem ilişkilerde başarısızlık daha fazla görülür. Boşanma oranlarının iki kata kadar daha yüksek olduğu ve daha az kalıcı ilişkiler kurdukları gösterilmiştir (3,8,26,65,90). DEHB olan kadınlar daha çok boşanma eğilimindedir ve tek başlarına ebeveynlik yapmak durumunda kalırlar (34). Elde edilen veriler DEHB’nin çocukluk döneminde tanınmadığında erişkin dönemde de sıklıkla tanı konamadığını göstermektedir. Tanı alamayan bu olguların tanı ve tedavi alanlara kıyasla daha yüksek eştanı oranları gösterdiği, işlevsel bozulmanın daha fazla olduğu, depresyon, alkol kullanım bozukluklarının daha fazla görüldüğü, eğitimlerinin daha düşük olduğu ve daha çok duygusal ve kişilerarası ilişkilerde sorun yaşadıkları gösterilmiştir (91). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkinler sağlık konularında sıklıkla kötü karar verirler, yüksek riskli etkinliklere katılırlar ve tehlikeli bir şekilde araba kullanırlar. Trafik kurallarını çiğnemek, hızlı araba kullanmaktan dolayı ceza yemek açısından daha yüksek risk altındadır, trafik kazalarına daha sık karıştıkları ve daha çok yaralandıkları gösterilmiştir. Daha çok intihar girişiminde bulundukları, sosyal açıdan daha yalnız 35 yaşadıkları, sosyal becerilerinin kötü ve özsaygılarının daha düşük olduğu gösterilmiştir. DEHB görüldüğü üzere morbiditesi yüksek olan bir hastalıktır. Erişkin DEHB olgularının bazıları ise işlev kaybını en aza indirecek şekilde yaşam ortamlarını uyarlamayı başarmaktadır. Bireyler kendilerine uygun işler bulurlar, yalnız yaşayabilir ya da uygun uzun süreli ilişkiler geliştirebilirler ve DEHB ile ilişkili güçlükleri kapatacak şekilde diğer konularda başarılı olabilirler. DEHB ile ilişkili güçlüklerin başarılı bir şekilde düzelmesinde belirleyici olan etkenlerin tanımlanması için yeni çalışmalar gerekmektedir (8,14,16). 36 GEREÇ VE YÖNTEMLER Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış bu araştırmanın evreni Trakya Üniversitesinin Edirne il merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören öğrencilerden oluşmuştur. İnternette yayınlanmış olan Trakya Üniversitesi 2007–2008 öğretim yılı öğrenci sayıları esas alınarak çalışma evrenini oluşturan öğrenci sayısının 13586 olduğu belirlendi. Hastalığın prevalansı %4 olarak öngörüldüğünde (1,21) 0,009 hata payı ile α=0,05 (%95 güvenle) toplam öğrenci sayısına göre örneklem sayısı n=1728 kişi olarak belirlenmiştir. 2000±%5 kişilik örneklemde çalışılma kararı alındı. Evreni temsil edecek örneklem tabakalı küme örneklemi ile belirlendi. Cinsiyet ve sınıfa göre tabakalanmış 2000 kişilik örneklem öğrenci sayılarına göre okullara paylaştırıldı (Tablo 4). 01.03.2008 ile 31.5.2008 tarihleri arasında veri toplamak için okullara gidildi. Okulların bölüm, sınıf ve cinsiyetlere göre öğrenci dağılımı okul yönetimlerinden güncellendi. Okullar için belirlenmiş örneklem sayıları sınıflara ve cinsiyete paylaştırıldı. Örneklem sayısı düşük olan okullarda sınıflara göre tabakalandırmada kümeler birleştirildi. Birden fazla bölüm olan okullarda seçilecek katılımcılar farklı bölümlere dağıtıldı. Okulun mevcudu, sınıf ve cinsiyete göre belirlenmiş olan çalışmaya katılması gereken en az öğrenci sayısı kadar öğrenci ilgili okuldan rastlantısal olarak seçildi. Katılımcıların okul ve sınıflara göre ve okudukları bölüm ve cinsiyetlerine göre sayıları sırasıyla Tablo 5 ve Tablo 6’da gösterilmiştir. Hazırlanmış olan anketi gönüllü öğrenciler okullarında araştırmacı ve yardımcı araştırmacıların (araştırmacıya yardım eden Tıp fakültesi 6. sınıf öğrencileri) gözetimi altında doldurdular. 37 Tablo 4. Trakya Üniversitesi Fakülte ve Yüksekokullarında okuyan öğrenci sayıları ve tabakalı küme yöntemi ile hesaplanan örneklem sayısı OKUL Öğrenci Çalışmaya Alınması Planlanan Sayısı Öğrenci Sayısı Fen-Edebiyat Fakültesi 2932 431±22 Mühendislik Mimarlık Fakültesi 1016 150±8 Tıp Fakültesi 867 128±4 Eğitim Fakültesi 1742 256±13 İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 1346 198±10 Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu 261 39±2 Sağlık Yüksekokulu 404 59±3 Devlet Konservatuarı 42 6±1 Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu 208 31±2 Yabancı Diller Yüksekokulu 207 31±2 Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu 2630 387±19 Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu 1458 215±11 Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu 444 65±3 Arda Meslek Yüksekokulu 29 4±1 13586 2000±100 TOPLAM Çalışmada kullanılan anket katılımcıların demografik bilgileri, DEHB tanısına yardımcı olmak için Wender Utah Ölçeği ve riskli sağlık davranışlarını belirlemek için YRBSQ’dan (Youth Risk Behavior Survey Questionnaire-Gençlik Riskli Davranış İzlem Anketi) alınan soruları içermekteydi (Ek 1). Wender Utah Ölçeği; çocukluktaki DEHB belirtilerini geriye yönelik sorgulamak ve erişkinlerde DEHB tanısının konmasına yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş beşli likert tipi bir ölçektir. Ölçeğin 25 maddelik formunun Türkçe uyarlamasının geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Öncü ve ark. (92) tarafından yapılmıştır. 38 Tablo 5. Katılımcıların okul ve sınıflara göre sayıları Hazırlık 1. sınıf 2. sınıf 3. sınıf 4. sınıf 110 88 78 153 429 60 25 12 46 155 Tıp Fakültesi 17 20 19 23 Eğitim Fakültesi 62 49 78 66 255 46 39 38 67 200 24 14 3 17 20 Okul Fen-Edebiyat 5. sınıf 6. sınıf Toplam Fakültesi 12 Mühendislik Mimarlık Fakültesi İktisadi ve İdari 21 28 128 Bilimler Fakültesi Beden Eğitimi ve 41 Spor Yüksek Okulu Sağlık Yüksek Okulu 2 21 58 Devlet Konservatuarı 4 Uygulamalı Bilimler 32 32 12 32 6 Yüksek Okulu Yabancı Diller 20 Yüksek Okulu Teknik Bilimler Meslek Yüksek 151 224 375 114 107 221 Okulu Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu 39 Tablo 5. (devamı) Katılımcıların okul ve sınıflara göre sayıları Sağlık Hizmetleri Yüksek 29 Arda Meslek Yüksek 4 Meslek 34 63 Okulu 4 Okulu 32 Toplam* 665 619 258 376 21 28 1999 *29 öğrencinin sınıfı belli değildir. Bu geçerlilik ve güvenilirlik çalışmasında yapılan faktör analizinde “İrritabilite”, “Depresyon”, “Okul sorunları”, “Davranış sorunları / Dürtüsellik”, ve “Dikkat eksikliği” adları verilen 5 faktör elde edilmiştir. Bu faktörler (alt ölçek puanları) her bir katılımcı için hesaplanarak yaptığımız istatistiksel analizlerde kullanılmıştır. Geçerli, güvenilir ve yaygın biçimde kullanılan bu ölçekte erişkinlerden çocukluktaki durumları hakkında yöneltilen soruları “Hayır ya da çok hafif”, “Hafif”, “Orta derecede”, “Fazla” ya da “Çok fazla” şeklinde yanıtlandırılması istenir ve bu yanıtlara sırasıyla 0, 1, 2, 3 ve 4 puan verilir. Beşinci faktör altında yer alan “Kararlı, sebatkâr ve inatçıydım, iradem güçlüydü” maddesi eksi faktör yükü nedeniyle ters çevrilerek puanlanmaktadır. Tüm maddelerin toplanmasıyla toplam ölçek puanı elde edilir. Kesme noktası 36 ve üzerindeki değerlerin alınması DEHB olan erişkinlerin %82,5’ini (duyarlılık) ve kontrol grubunun %90,8’ini (özgüllük) doğru olarak sınıflandırmaktadır (92). Amerika Birleşik Devletleri’nde Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Center’s of Disease Control and Prevention, CDC) tarafından geliştirilmiş olan YRBSQ sosyal problemlere, morbidite ve mortaliteye neden olan sağlık açısından riskli davranışları izlemek amacıyla kullanılmaktadır. YRBSQ; kasıtlı kasıtsız yaralanmalar, tütün kullanımı, alkol ve madde kullanımı, sorunlu cinsel davranışlar (istenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar), beslenme alışkanlığı ve fiziksel etkinlik olarak altı kategoriden oluşmaktadır (93). Amerika Birleşik Devletleri’nde ulusal düzeyde iki yıl ara ile bu YRBSQ anketini uygulamaktadır (93). 40 Tablo 6. Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı Okul / Bölüm Erkek Kadın Toplam 238 201 439 Biyoloji 35 35 70 Fizik 26 29 55 Matematik 20 7 27 Kimya 37 16 53 Türk Dili Edebiyatı 43 52 95 Tarih 20 12 32 Sanat tarihi 15 23 38 Arkeoloji 33 18 51 Bilinmeyen 9 9 18 107 48 155 Bilgisayar Mühendisliği 37 19 56 Makine Mühendisliği 55 11 66 Mimarlık 15 18 33 Tıp Fakültesi 66 62 128 Eğitim Fakültesi 84 173 257 11 13 24 Sınıf Öğretmenliği 49 102 151 Fen Bilgisi Öğretmenliği 16 40 56 Almanca Öğretmenliği 7 17 24 Bilinmeyen 1 1 2 İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 66 136 202 İktisat 9 30 39 Kamu Yönetimi 27 55 82 İşletme 21 31 52 Uluslararası İlişkiler 8 19 27 Bilinmeyen 1 1 2 26 15 41 17 10 27 Fen-Edebiyat Fakültesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Beden Eğitimi Öğretmenliği 41 Tablo 6. (devamı) Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı Antrenörlük 9 5 14 - 58 58 Hemşirelik - 41 41 Ebelik - 17 17 Devlet Konservatuarı 4 2 6 Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu 13 19 32 Bankacılık 6 13 19 Turizm 7 6 13 9 24 33 Mütercim Tercümanlık 6 17 23 İngilizce Öğretmenliği 3 7 10 36 27 63 Tıbbi Sekreterlik 2 2 4 Protez Ortez 19 11 30 Odyometri 2 6 8 Radyoloji 13 8 21 Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu 216 169 385 Bilgisayar Programlama 1 1 2 El Sanatları - 51 51 Elektrik 43 - 43 Endüstriyel Elektronik 22 4 26 Harita Kadastro 16 11 27 Makine 37 1 38 Mimari Dekorasyon 3 17 20 Mobilya 17 - 17 Radyo-TV 11 21 32 Restorasyon 15 14 29 Seramik 7 13 20 Serigrafi 13 1 14 Tekstil 27 31 58 Bilinmeyen 4 4 8 Sağlık Yüksekokulu Yabancı Diller Yüksekokulu Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu 42 Tablo 6. (devamı) Çalışmaya dahil edilen öğrencilerin bölüm ve cinsiyete göre dağılımı Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu 95 130 225 Gümrük İşletme 29 21 50 Turizm Otel İşletme 2 6 8 Halkla İlişkiler 9 44 53 Muhasebe 30 36 66 Büro Yönetimi Sekreterlik 24 23 47 Bilinmeyen 1 - 1 1 3 4 1 3 4 961 1067 2028 Arda Meslek Yüksekokulu Gıda Teknolojisi Toplam Veri toplamak amacıyla geliştirdiğimiz ankette verilerimizin ulusal ve uluslararası diğer çalışmalarla karşılaştırılabilir özellikte olması amacıyla YRBSQ anketinin yaralanmalar, sigara, alkol, madde kullanımı, cinsel davranış, beden algısı ve fiziksel etkinlik alt başlıklarında yer alan riskli sağlık davranışları sorgulanmıştır. Bu anketin Türkçede geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmamıştır. Katılımcıların boy ve vücut ağırlığı değerleri kullanılarak Vücut Kitle İndeksi (VKİ) hesaplandı ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından önerilen düzende gruplandılar (94). Riskli sağlık davranışları (motosiklete ya da bisiklete binerken kask takmama, emniyet kemeri takmama, alkollü sürücü ile yolculuk etme, alkollü araba kullanma, üzerinde tabanca taşıma, üzerinde kesici-delici alet taşıma, kavgaya karışma, partneri tarafından fiziksel şiddete maruz kalma, depresif duygudurum bildirme, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi olması, aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, uyarıcı ya da keyif verici maddelerden herhangi birinin kullanımı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya da ilaç kullanmak, günde iki saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak) toplanarak riskli sağlık davranışlarının toplam sayısı her bir katılımcı için hesaplandı ve bu sayı Riskli Sağlık İndeksi (RSİ) olarak istatistiksel analizlerde kullanıldı. Yıl kaybı olanlar ve olmayanlar bir ikili değişkende yıl kaybı var ya da yok şeklinde kodlanıp kullanıldılar. Öğrenciler fakültede ya da yüksekokulda okumalarına göre bir ikili değişkende kodlanıp kullanıldılar. 43 Eksik doldurulması, boş bırakılması ya da gelişigüzel ardı sıra aynı yanıtların verilmesi durumunda Utah ölçeği geçersiz sayıldı. Utah ölçeğinden 36 puanın üstünde alarak görüşmeye gelen 4 katılımcı, görüşme esnasında anketi görüşmeye gelmek için gelişigüzel doldurduklarını ifade ettiklerinden Utah ölçekleri geçersiz sayıldı ve değerlendirme dışında tutuldular. Utah ölçeği geçersiz katılımcıların verileri ölçekle ilgili istatistiksel analiz yapıldığında dışarıda bırakıldı. Katılımcıların 1998’inin (%98,5) Utah ölçeği geçerli, 30’unun (%1,5) Utah ölçeği geçersizdi. Utah ölçeğinden, orijinal çalışmada olduğu gibi Öncü ve ark. tarafından da geçerlilik-güvenilirlik çalışması ile doğrulanan kesme değeri olan 36 puan ve üzerinde alanlar Utah yüksek grup, 36 puandan düşük alanlar Utah düşük grup olarak tanımlanıp kodlanıp analizlerde bu şekilde kullanıldılar. Doldurulmuş olan anketler öğrencilerden teslim alınırken ankette yer alan Utah ölçeğinden öğrencilerin almış olduğu puan araştırmacı ve yardımcı araştırmacılar tarafından hemen hesaplandı. Otuz altı ve üstünde puan alan öğrencilerden, yapılan açıklama sonrası araştırmacıyla yüz yüze görüşme yapmayı kabul eden gönüllü öğrencilerin iletişim bilgileri alındı. Bu öğrenciler araştırmacı tarafından telefonla aranarak uygun oldukları bir tarihe randevu verildi ve 01.03.2008 ile 30.6.2008 tarihleri arasında yüz yüze görüşmeler yapıldı. Fen-Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Tıp Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Devlet Konservatuarı, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Sağlık Yüksekokulu ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrenciler ile T.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı polikliniğinde görüşüldü. Üniversitenin diğer yerleşkelerinde yer alan diğer okulların öğrencilerinin psikiyatri polikliniğine ulaşım güçlüğü olabileceği göz önünde bulundurularak görüşme yapılan öğrenci sayısını arttırabilmek için gerekli izinler alınarak Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrencilerin görüşmeleri kampüslerindeki sağlık merkezinde; Eğitim Fakültesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Yabancı Diller Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ve Arda Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrencilerin görüşmeleri aynı kampüste yer alan T.Ü. Aile Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğinde yapıldı. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu kampusundaki sağlık merkezinde yapılan SCID (Structured Clinical Interview for Diagnosis) görüşmelerinin yarısı T.Ü Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında görevli olan bir 3. yıl psikiyatri asistanı tarafından, diğer görüşmeler ise araştırmacı tarafından yapıldı. En az 45 dakika süren görüşmelerde DSM-IV DEHB tanı ölçütlerinin sorgulandığı yarı yapılandırılmış bir görüşme yapıldı (Ek 2). Katılımcıların çocukluk ve şu anki durumları, çeşitli işlevsellik alanlarındaki güçlükleri değerlendirildi, DSM-IV’te yer alan tüm DEHB ölçütleri ayrı ayrı 44 sorgulandı, ölçütlerde belirtilen davranışlardan çocuklukta ve halen sıklıkla yakınılanlar pozitif kabul edilip DSM-IV’e göre halen DEHB tanısını karşılayan olgular belirlendi. Çocukluğunda tanı ölçütleri karşılayan olgular yani kısmi remisyonda olan DEHB olguları çocukluk DEHB (ÇDEHB), halen tanı ölçütlerini dolduranlar erişkin DEHB (EDEHB) ve diğerleri de DEHB olmayan grup olarak ayrıldılar. Ayrıca tüm görüşmelerde psikiyatrik eştanıyı belirlemek amacıyla SCID-I uygulandı. Hem psikiyatri hem de genel tıp hastalarına uygulanabilen SCID-I dili ve tanı kapsamı ile 18 yaş üstü kullanımı uygun olan majör DSM-IV eksen I tanılarının konması için geliştirilmiş yarı yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir. Bu çalışmada kullanılan klinik değerlendirmede standardizasyonu sağlamak için geliştirilmiş olan SCID-CV (Klinik versiyon) kullanım kılavuzu ve puanlama cetvelinden oluşmaktadır. DSM-IV’e göre düzenleme çalışmaları yapıldıktan sonra 1996’da yayımlanan SCID-I Klinik Versiyon’un Aytül Çorapçıoğlu ve ark. tarafından Türkiye için uyarlama ve güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır (95). Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan ve yüz yüze görüşme yapmayı kabul eden 280 kişinin tümüne telefonla ulaşılarak görüşme için randevu verildi, randevuya gelmeyen katılımcılar ikinci kez telefonla aranarak tekrar randevu verildi ve ancak ikinci randevuya da gelmemeleri durumunda çalışma dışı bırakıldılar. Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan 369 kişiden 231’i (%62,6’sı) ile yüz yüze görüşüldü. 89 kişi (%24,1) görüşme yapmayı kabul etmedi, 49 kişi (%13,3) görüşme yapmayı kabul etti ama verilen randevuya gelmedi. Çalışmanın yürütülmesi için Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulu’ndan etik onayı ile Trakya Üniversitesi idari izinleri alındı (Ek 3,4). Çalışma yürütülmeden önce ve ilgili fakülte ve yüksekokul yönetimlerine başvurularak eğitim ve çalışma düzenini aksatmayacak bir çalışma ve zaman planı üzerinde anlaşıldı. Çalışma giderlerinin bir bölümü için Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri desteği (TÜBAP-910) sağlandı (Ek 5). Elde edilen veriler gözden geçirildikten sonra dijital ortama aktarıldı. Dijital veriler gözden geçirilip aktarma işlemindeki hatalar giderildi. Statistica 7.0 paket istatistik programı (Seri No=31NGYUCV38) kullanılarak uygun analizler yürütüldü. Veriler sıklık ve yüzde olarak ifade edildiler. Sürekli değişkenlerin normal dağılıma uygunlukları tek örneklem için Kolmogorov Smirnof testi ile irdelendi. Değişken özelliklerine göre Ki Kare testi, Fisher exact test, Kendall’s tau-b testi, Kruskal Wallis testi, Mann Whitney U testi, Pearson Korelasyon testi ile hipotez testleri uygulandı. Her analiz için test değeri ve mutlak p değeri verildi. Genel istatistiksel anlamlılık sınırı olarak p<0,05 kabul edildi. RSİ değişkenine etki 45 eden etkenler için lineer, DEHB olan olgularda erişkin DEHB tanısı alma ve tüm katılımcılarda DEHB ve erişkin DEHB tanısı almaya etki eden etkenleri belirlemek için lojistik regresyon modelleri kullanıldı. 46 BULGULAR TANIMLAYICI İSTATİSTİKLER Çalışmaya dahil edilen 2028 kişinin 961’i (%47,4) erkek, 1067’si (%52,6) kadındı. Katılımcıların 32’si (%1,6) hazırlık, 665’i (%33,3) 1. sınıf öğrencisi, 619’u (%31) 2. sınıf öğrencisi, 258’i (%12,9) 3. sınıf öğrencisi ve 376’sı (%18,7) 4.sınıf öğrencisi, 21’i 5.sınıf (%1,1) ve 28’i (%1,4) 6. sınıf öğrencisiydi. Yaşla ilgili soruya yanıt veren 949 (%98,8) erkek katılımcının yaşı ortalama 21,17±2,33, ortanca 21 (en düşük 17, en yüksek 42) idi. Aynı soruya yanıt veren 1060 (%99,3) kadın katılımcının yaşı ortalama 20,96±2,03, ortanca 21 (en düşük 17, en yüksek 39) idi. Erkek ve kadın katılımcıların yaşları anlamlı farklı değildi (Mann Whitney U=485262,5; p=0,167). Anne eğitim durumu ile ilgili soruyu 2022 (%99,7) kişi cevaplamıştı. En kalabalık grup (%48) ilkokul mezunu annelere aitti. Annelerin %5,3’ü okur-yazar değildi. Baba eğitim durumu ile ilgili soruyu 2009 (%99,1) kişi cevaplamıştı. En kalabalık grubu (%36,6) ilkokul mezunu babalar oluşturuyordu. Okur-yazar olmayan baba oranı %0,8 idi. Anne ve babanın eğitim durumlarının ayrıntıları Tablo 7’de verilmiştir. Annesinin mesleği ile ilgili soruya 1842 (%90,8) kişi yanıt vermişti ve katılımcıların annelerinin çoğu (%78,5) ev hanımıydı. Babasının mesleği ile ilgili soruya 1691 (%83,4) kişi yanıt vermişti ve babaların çoğu (%29) kalifiye işçi ya da serbest meslek sahibi idi. Anne ve baba mesleklerinin ayrıntıları Tablo 8’de verilmiştir. 2020 (%99,6) kişi annesinin çalışma durumu ile ilgili soruya yanıt vermişti ve katılımcıların annelerinin %60,7’si hiç çalışmamış, %14,8’i halen çalışıyor, %12,7’si daha 47 önce çalışmış ve %11,8’i emekliydi. 1957 (%96,5) kişi babasının çalışma durumu ile ilgili soruya yanıt vermişti ve katılımcıların babalarının %59,4’ü halen çalışıyor, %35,9’u emekli, %4,3’ü daha önce çalışmış ancak halen çalışmıyor ve %0,4’ü hiç çalışmamıştı. Tablo 7. Çalışmaya katılan öğrencilerin Anne Babalarının eğitim durumları Anne Baba Sayı Yüzde Sayı Yüzde Okuryazar değil 107 %5,3 16 %0,8 Okuryazar 93 %4,6 30 %1,5 İlkokul mezunu 972 %48 737 %36,6 Ortaokul mezunu 260 %12,9 368 %18,3 Lise Mezunu 412 %20,4 514 %25,6 Yüksekokul mezunu 62 %3,1 118 %5,9 Fakülte mezunu 109 %5,4 208 %10,4 6 %0,3 18 %0,9 2022 %100 2009 %100 Yüksek lisans-doktora Toplam Katılımcıların %98,2’si (1991) bekar, %1,4’ü (28) evli, %0,2’si (4) boşanmıştı ve %0,2’si (5) soruyu yanıtlamamıştı Vücut ağırlıkları ile ilgili soruyu erkek öğrencilerin %98,6’sı (948) ve kız öğrencilerin %97,2’si (1037) yanıtladı. Kızların vücut ağırlıklarının ortalaması 56,02±7,80 kg (ortanca: 55 kg, en düşük: 40 kg, en yüksek: 100 kg), erkeklerin vücut ağırlıklarının ortalaması 71,92±11,33 kg (ortanca: 71 kg, en düşük: 47 kg, en yüksek: 125 kg) olarak bulundu. Boy ile ilgili soruyu erkek öğrencilerin 953’ü (%99,2) ve kız öğrencilerin 1042’si (%97,7) cevapladı. Kızların boy ortalaması 164,59±5,68 cm (ortanca: 165 cm, en düşük: 142 cm, en yüksek: 185 cm), erkeklerin boy ortalaması 177,15±6,63 cm (ortanca: 178, en düşük: 152 cm, en yüksek: 198 cm) olarak bulundu. Verileri tamam olan 947 (%98,5) erkek öğrenci ve 1026 (%96,2) kız öğrenci için VKİ değeri (kg/m2) hesaplandı. Erkeklerin VKİ ortalaması 22,85±3,04 (ortanca: 22,53, en düşük 48 16,41, en yüksek 38,95), kızların VKİ ortalaması 20,68±2,56 (ortanca: 20,20, en düşük 15,24, en yüksek 39,06) olarak bulundu. Kızların VKİ ortalaması erkeklerin VKİ ortalamasından düşüktü (Mann-Whitney U=272064,0; p<0,001). Ayrıca katılımcıların VKİ’leri yaşları ile birlikte artmaktaydı (Pearson Korelasyon=0,098; p<0,001). Kadın ve erkek katılımcıların VKİ’ ne göre sınıflandırılması Tablo 9’da verilmiştir. Tablo 8. Çalışmaya katılan öğrencilerin Anne Babalarının meslekleri MESLEKLER ANNE Sayı Mesleği yok, işsiz, ev hanımı, öğrenci BABA Yüzde Sayı Yüzde 1446 %78,5 4 %0,2 Kalifiye olmayan işçi 76 %4,1 272 %16,1 Üretim işçisi 13 %0,7 192 %11,4 Hizmet işçisi 16 %0,9 72 %4,3 Satışla ilgili işler 14 %0,8 158 %9,3 Büro ve eğitim hizmetleri 171 %9,2 357 %21,1 Silahlı kuvvetler mensubu - - 27 %1,6 Kalifiye işçi ya da serbest meslek sahibi 61 %3,3 491 %29,0 Yüksek okul mezunları 37 %2,0 84 %5,0 Yönetici-işadamı 8 %0,4 34 %2,0 1842 %100 1691 %100 Toplam Katılımcıların 723’ünü (%35,7) yüksekokul, 1305’ini (%64,3) fakülte öğrencileri oluşturuyordu. Kız öğrencilerin fakültedeki oranı (%54,7) yüksekokuldakine kıyasla (%48,8) anlamlı olarak daha yüksekti (X2=6,470; p=0,011). Anne ve baba eğitimleri arttıkça öğrencilerin fakültede okuma oranı anlamlı olarak artıyordu (sırasıyla Kendall’s tau-b=0,128; p<0,001 ve Kendall’s tau-b=0,165; p<0,001). 49 Tablo 9. Kadın ve erkek katılımcıların vücut kitle indeksine göre sınıflandırılması Erkek Kadın Sayı Toplam Sayı Yüzde Yüzde Sayı Yüzde Zayıf (VKİ < 18,5) 44 %4,6 198 %19,3 242 %12,3 Normal (VKİ:18,5-24,9) 710 %75,0 777 %75,7 1487 %75,3 Fazla kilolu (VKİ:25-29,9) 170 %18,0 47 %4,6 217 %11,0 Obez (VKİ >30) 23 %2,4 4 %0,4 27 %1,4 Toplam 947 %100 1026 %100 1973 %100 Ailede birlikte yaşayan kişi sayısı sorusunu 1873 (%92,4) katılımcı yanıtlamıştır. Bu katılımcıların ailelerinde yaşayan kişi sayısı ortalaması 4,21±1,45 (ortanca 4, en düşük 1, en yüksek 19) idi. Ailenin ortalama aylık geliri sorusunu 1664 (%82,1) katılımcı yanıtlamıştır. Bu katılımcıların aylık ortalama aile geliri 1560,83±1650,74 YTL (ortanca 1000 YTL, en düşük 100 YTL, en yüksek 30000 YTL) idi. Öğrencilerin çoğu evde öğrenci arkadaşları ile (%42,4) yaşıyordu, bunu öğrenci yurdu (%35,7), ailenin yanı (%16,8) ve diğer (akraba yanı, pansiyon, tek başına evde) seçenekler (%4,6) izliyordu, %0,5’i soruyu yanıtlamamıştı. Öğrencilerin %65,3’ünün eğitim hayatlarında hiç yıl kaybı olmamıştı, %21,1’i 1 yıl, %8,4’ü 2 yıl, %2,8’i 3 yıl, %1’i 4 yıl, %0,7’si 5 yıl ve üzeri yıl kaybetmişti, %0,7’si soruyu yanıtlamamıştı. Erkeklerde ehliyet sahibi olma oranı (%40,4), kadınlara (%17,3) oranla yüksekti (X2=133,067; p<0,001). UTAH ÖLÇEĞİ İLE İLGİLİ İSTATİSTİKLER Katılımcıların Utah ölçeğinden aldığı ortalama puan 23,54±14,69 (ortanca 21, en düşük 1, en yüksek 93) idi. Utah ölçeği geçerli olanların (1998 öğrenci; %98,5) 1629’u (%81,5) ölçekten kesme değeri olan 36 puanın altında, 369’u (%18,5) 36 puan ve üstünde puan aldı. Erkeklerin Utah ölçek puanı (24,70±14,25; ortanca 23, en düşük 1, en yüksek 93), kadınların Utah ölçek puanından (22,51±15,01; ortanca 19, en düşük 1, en yüksek 89) anlamlı 50 olarak daha yüksekti (Mann-Whitney U=440861,0; p<0,001). Ölçekten 36 ve üstü puan alanların oranı cinsiyetler arasında anlamlı farklılık göstermiyordu (X2=1,677; p=0,195). Yaş arttıkça ölçekten alınan puan azalıyordu (Pearson korelasyon= -0,072; p=0,001). Ölçekten 36 ve üstü puan alanlarla 36 puan altında alanların yaşları arasında anlamlı fark yoktu (MannWhitney U=279799,5; p=0,110). Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça eğitimde kaybedilen yıl sayısı artmaktaydı (Pearson korelasyon = 0,081; p<0,001). Ailenin ortalama aylık geliri arttıkça Utah ölçeğinden alınan puan artmaktaydı (Pearson korelasyon = 0,058; p=0,019). Ailede birlikte yaşayan kişi sayısı ile Utah ölçeğinden alınan puan arasında ilişki yoktu (Pearson korelasyon = 0,020; p=0,384). Utah ölçeğinden 36 puan altı ile 36 puan ve üstü alanların ailelerinin ortalama aylık geliri farklılık göstermiyordu (Mann-Whitney U=193420,0; p=0,094). Utah yüksek ve düşük gruplar ailelerinde birlikte yaşayan kişi sayısı açısından farklılık göstermiyordu (Mann-Whitney U=253391,5; p=0,736). Yıl kaybı olanların Utah puanı (25,43±15,81) olmayanlardan (22,58±14,01) anlamlı olarak daha yüksekti (MannWhitney U=398002,0; p<0,001). Utah düşük grupta eğitim esnasında yıl kaybedenlerin oranı (%32,5) Utah yüksek gruba göre (%41,4) anlamlı olarak daha düşüktü (X2=10,657; p=0,001). Anne eğitimi ile Utah ölçeğinden alınan puan ilişkili değildi (Kendall’s tau b= -0,024; p=0,153). Baba eğitimi arttıkça Utah ölçeğinden alınan puan azalıyordu (Kendall’s tau b = 0,034; p=0,042). Yüksekokulda okuyanların Utah ölçeğinden aldığı puan (24,96±14,49) fakültede okuyanların puanından (22,75±14,75) anlamlı olarak daha yüksekti (Mann-Whitney U=410245,0; p<0,001). Utah yüksek ve düşük gruplar arasında fakülte ya da yüksekokulda okuma açısından fark yoktu (X2=0,450; p=0,502). RİSKLİ DAVRANIŞLARA YÖNELİK KARŞILAŞTIRMALAR “Motosiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız?” ve “Bisiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız?” sorularına verilen yanıtlar Tablo 10’dadır. Motosiklete binerken kask takma davranışları açısından farklı gruplardaki katılımcıların Utah ölçek puanları anlamlı farklı değildi (Kruskal Wallis X2=3,416; p=0,181). Katılımcıların Utah puanı ile motosiklete binerken kask takma davranışı arasında anlamlı korelasyon yoktu (Kendall’s tau b = -0,057; p=0,084). Bisiklete binerken hiç kask takmayan (23,80±14,49), bazen kask takan (17,03±10,95) ve her zaman kask takan katılımcıların (19,00±15,81) Utah ölçek puanları arasında anlamlı fark vardı (Kruskal Wallis X2=10,050; p=0,007). Katılımcıların Utah puanı arttıkça bisiklete binerken kask takma davranışı kötüleşiyordu (Kendall’s tau b = -0,065; p=0,002). 51 Tablo 10. Motosiklete ve bisiklete binerken kask takma davranışı Motosiklet Sayı Bisiklet Yüzde Sayı Yüzde Binmem 1437 %70,9 377 %18,6 Binerim hiç takmam 301 %14,8 1596 %78,7 Binerim bazen takarım 219 %10,8 38 %1,9 Binerim her zaman takarım 60 %3,0 8 %0,4 Yanıt vermeyenler 11 %0,5 9 %0,4 2028 %100 2028 %100 Toplam Katılımcıların %17,8’i emniyet kemerini hiç takmadığını, %51,3’ü bazen taktığını, %30,5’i sürekli taktığını bildirmiş, %0,4’ü soruyu yanıtlamamıştır. Emniyet kemeri hiç takmadığını bildirenlerin (30,65±16,13), bazen taktığını bildirenlerin (23,56±14,16) ve sürekli takanların (19,30±12,84) Utah puanları arasında anlamlı fark vardı (Kruskal Wallis X2=138,036; p<0,001). Katılımcıların Utah puanı arttıkça emniyet kemeri takma davranışı kötüleşiyordu (Kendall’s tau b = -0,205; p<0,001). Katılımcıların %16,1’i son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk ettiğini, %83,6’sı etmediğini bildirmiş ve %0,3’ü soruyu yanıtlamamıştır. Son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk ettiğini bildirenlerin Utah puanı (30,47±16,05) etmeyenlerin puanından (22,19±14,03) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=183149,0; p<0,001). Ayrıca Utah puanı yüksek grupta son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk ettiğini bildirenlerin oranı da (%29,2) düşük gruptaki orandan (%13,2) anlamlı olarak yüksekti (X2=56,024; p<0,001). Katılımcıların %4,9’u son 1 ay içerisinde alkollü araba kullandığını, %94,7’si kullanmadığını bildirmiş ve %0,4’ü soruyu yanıtlamamıştır. Son 1 ay içerisinde alkollü araba kullandığını bildirenlerin Utah puanı (28,80±16,13) kullanmayanların puanından (23,25±14,57) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=73321,5; p<0,001). Utah yüksek grupta son bir ay içerisinde alkollü araba kullandığını bildirenlerin oranı (%7,4) düşük gruptaki orandan (%4,4) anlamlı yüksekti (X2=5,415; p=0,020). 52 “Son 1 ay içerisinde üzerinizde tabanca taşıdınız mı?” ve “Son 1 ay içerisinde üzerinizde bıçak-çakı gibi kesici delici alet taşıdınız mı?” sorularına katılımcıların verdiği yanıtlar Tablo 11’dedir. Tablo 11. Son bir ayda üzerinde tabanca - kesici delici alet taşıma durumu Tabanca Sayı Kesici delici alet Yüzde Sayı Yüzde Hayır 1965 %96,9 1792 %88,4 Evet 56 %2,8 224 %11 Yanıt yok 7 %0,3 12 %0,6 2028 %100 2028 %100 Toplam Son 1 ay içerisinde üzerinde tabanca taşıdığını bildirenlerin Utah puanı (33,46±15,98) taşımayanların puanından (23,25±14,57) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=33213,0; p=<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde üzerinde tabanca taşıdığını bildirenlerin oranı (%6,0) düşük gruptaki orandan (%2,1) anlamlı olarak yüksekti (X2=16,571; p<0,001). Son bir ay içerisinde üzerinde bıçak taşıdığını bildirenlerin Utah puanı (32,57±15,16) taşımayanların puanından (22,41±14,24) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=115578,0; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde üzerinde bıçak taşıdığını bildirenlerin oranı (%21,0) düşük gruptaki orandan (%8,8) anlamlı yüksekti (X2=44,889; p<0,001). “Son 1 yılda hiç fiziksel kavgaya karıştınız mı?” ve “Son 1 yıl içerisinde hiç kız veya erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?” sorularına katılımcıların verdiği yanıtlar Tablo 12’dedir. Son bir yıl içerisinde fiziksel kavgaya karıştıklarını bildirenlerin Utah puanı (31,34±15,31) karışmayanların puanından (22,10±14,14) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=162970,0; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 yıl içerisinde fiziksel kavgaya karışanların oranı (%27,5) düşük gruptaki orandan (%12,7) anlamlı yüksekti (X2=50,281; p<0,001). Son 1 yıl içerisinde kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını bildirenlerin Utah puanı (32,25±17,51) kalmadığını bildirenlerin puanından (23,15±14,45) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=52409,5; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 yıl içerisinde kız veya erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığını bildirenlerin oranı (%7,1) 53 düşük gruptaki orandan (%3,4) anlamlı yüksekti (X2=10,407; p=0,001). Utah puanı ile kavga veya partner şiddetinin ağırlığı arasında korelasyon yoktu (sırasıyla Kendall’s tau b = -0,011 ve -0,109; p=0,816 ve 0,241). Tablo 12. Son bir yılda kavgaya karışma veya partneri tarafından şiddete maruz kalma oranları Kavga Sayı Partner şiddet Yüzde Sayı Yüzde Hayır 1706 %84,1 1937 %95,5 Evet, ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde 290 %14,3 78 %3,8 21 %1,0 6 %0,3 11 %0,5 7 %0,3 2028 %100 2028 %100 yaralanmadım Evet, ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralandım Yanıt yok Toplam Katılımcıların %47,6’sı son 1 yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerini aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini bildirirken %51,7’si hissetmediğini bildirmiş ve %0,7’si soruyu yanıtlamamıştır. Son 1 yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerini aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini bildiren katılımcıların Utah puanı (28,64±15,67) hissetmemiş olanların puanından (18,86±11,94) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=300832,5; p=0<0,001). Utah yüksek grupta son 1 yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerini aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiğini bildirenlerin oranı (%73,6) düşük gruptaki orandan (%42,1) anlamlı yüksekti (X2=119,641; p<0,001). “Son 1 yıl içerisinde hiç intihar düşüncesi, planı ya da girişiminiz oldu mu?” sorusuna katılımcıların verdiği yanıtlar ve ortalama Utah puanları Tablo 13’dedir. Utah puanı arttıkça intihar davranışı ağırlaşıyordu (Kendall’s tau b = 0,217; p<0,001). Utah grupları düşükten yükseğe değişirken intihar davranışı ağırlaşıyordu (Kendall’s tau b = 0,262; p<0,001). 54 Tablo 13. Son bir yılda intihar düşüncesi, planı ya da girişimi olma durumu Sıklık Yüzde UTAH puan ortalaması Hayır 1803 %88,9 22,05±13,76 Evet, ama plan yapmadım 158 %7,8 36,32±16,29 Evet, planladım ama gerçekleştirmedim 38 %1,9 33,46±17,17 Evet, girişimde bulundum 19 %0,9 39,11±16,74 Yanıt yok 10 %0,5 2028 %100 Toplam Katılımcıların %98’inin (1988 kişi) yanıtladığı soruda 867 kişi (%43,6) yaşamı boyunca hiç sigara kullanmadığını, 1121’i (%56,4) kullandığını bildirmiştir. Sigara denediğini bildiren 1121 kişinin 1012’si ilk kez sigara denediği yaş sorusunu yanıtlamıştır. %90,3 geçerli yanıt üzerinden sigara deneme yaşı ortalama 15,65±3,19; ortanca 16 (en düşük 4, en yüksek 24) idi. Sigara denediğini bildiren 1121 kişinin 1079’u (%96,3) halen düzenli sigara içip içmediği sorusunu yanıtlamıştır. 639’u (%59,3) düzenli sigara kullanmaktayken 440’ı (%40,7) sigarayı bırakmıştır. Düzenli sigara kullananların %92,2’si (589 kişi) günde içtiği sigara sayısını bildirmiştir. Günde içilen sigara sayısı ortalama 13,48±8,09 adet/gün; ortanca 12 (en düşük 1, en yüksek 40) idi. Düzenli sigara kullananların %80,4’ü (514 kişi) sigara kullandığı süreyi bildirmiştir. Sigara içme süresi ortalama 4,44±2,74 yıl; ortanca 4 (en düşük 0,5, en yüksek 17) idi. Sigara içilen süre arttıkça günde içilen sigara sayısı artmaktaydı (Kendall’s tau b= 0,204; p<0,001). Düzenli sigara kullananların %97,7’sinin (624 kişi) yanıtlarına göre 386 kişi (%61,9) sigara bırakmayı denemiş, 238 kişi (%38,1) böyle bir girişimde bulunmamıştır. Yaşamı boyunca hiç sigara kullanmadığını bildirenlerin Utah puanı (19,92±12,74) kullananlardan (26,41±15,54) anlamlı olarak daha düşüktü (Mann-Whitney U=351974,5; p<0,001). Utah yüksek grupta sigara içenlerin oranı (%73,9) Utah düşük grupta sigara içenlerin oranından (%52,4) anlamlı olarak daha yüksekti (X2=55,957; p<0,001). Utah ölçeğinden alınan puan yükseldikçe sigara deneme yaşı düşmekteydi (Kendall’s tau B= 0,094; p<0,001). Düzenli sigara içenlerin Utah ölçek puanı (28,30±15,64) içmeyenlerin puanından (23,76±15,33) istatistiksel olarak anlamlı daha yüksekti (Mann-Whitney U=110499,0; p<0,001). Utah yüksek grupta düzenli sigara içenlerin oranı (%65,8), Utah 55 düşük gruptakilerin oranından (%57,1) anlamlı daha yüksekti (X2=6,141; p=0,013). Utah ölçek puanı arttıkça günde içilen sigara sayısı artıyordu (Kendall’s tau b=0,64; p=0,031). Utah ölçek puanı ile sigara içilen süre arasında ilişki yoktu (Kendall’s tau b= 0,014; p=0,651). Sigara bırakmayı denemek Utah puanıyla ilişkisizdi (Mann-Whitney U=54434,5; p=0,748). Utah yüksek ve düşük gruplarda sigara bırakmayı deneyenlerin oranları arasında anlamlı fark yoktu (X2=0,150; p=0,699). Geçerli yanıt veren 1982 kişiden (katılımcıların %97,7’si) 675 kişi (%34,1) hiç alkol kullanmayı denemediğini, 1307 (%65,9) kişi kullandığını bildirmiştir. Alkol kullanmayı hiç denememiş olanların Utah puanı (19,81±12,89) deneyenlerin puanından (25,52±15,32) anlamlı düşüktü (Mann-Whitney U=333176,5; p<0,001). Utah yüksek grupta alkol kullanmayı denemiş olanların oranı (%78,9) düşük grupta denemiş olanların oranından (%62,7) anlamlı yüksekti (X2=34,672; p<0,001). Alkol kullanmış olan 1307 kişiden 1094’ü (%83,7) ilk kez alkol kullandığı yaş sorusunu yanıtlamıştır. Katılımcıların ilk kez alkol kullanım yaşı ortalama 15,89±2,99; ortanca 16 (en düşük 5, en yüksek 25) idi. Utah puanı arttıkça ilk kez alkol kullanma yaşı azalıyordu (Kendall’s tau b= -0,139; p<0,001). Alkol kullanmış olan 1307 kişiden 1262’si (%96,5) son 1 ay içerisinde alkol kullanıp kullanmadığı sorusunu yanıtlamıştır. 403 kişi (%31,9) kullanmamış, 859 kişi (%68,1) kullanmıştır. Son 1 ay içerisinde alkol kullananların Utah puanı (27,04±15,60) kullanmayanların puanından (22,38±14,29) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=135133,0; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde alkol kullanma oranı (%77,7) düşük grupta kullananların oranından (%65,8) anlamlı yüksekti (X2=14,216; p<0,001). Son 1 ay içerisinde alkol kullanan 859 kişiden 206’sı (%23,9) bir defada 5 standart içkiden fazla alkol kullanmıştı. Bu kişilerin Utah puanı (32,02±16,70) kullanmayanlardan (22,58±14,13) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=120777,5; p<0,001). Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde bir oturuşta 5 standart içkiden fazla alkol kullanma oranı (%21,1), Utah düşük grubun oranından (%7,8) anlamlı yüksekti (X2=58,156; p<0,001). Utah puanı arttıkça son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla içki tüketilen gün sayısı artıyordu (Kendall’s tau b= 0,112; p=0,040). Katılımcıların 105’i hayatı boyunca en az 1 kez esrar denediğini bildirmişti (%5,2). Bunların 34’ü (%32,4) 1 kez, 13’ü (%12,4) 2 kez, 34’ü (%32,4) 3 ila 10 kez, 3 kişi 10 ila 20 kez (%2,8), 21’i (%20,0) 20 kereden fazla ya da çok kez esrar kullandığını bildirdi. 92 kişi esrar kullandığı yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 17,84±2,71; ortanca 18 (en düşük 10, en yüksek 26) idi. Esrar kullananların Utah puanı (38,38±16,20) kullanmayanların puanından (22,75±14,18) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=44223,5; p<0,001). Utah yüksek grupta 56 esrar kullananların oranı (%15,4) düşük grupta kullananların oranından (%2,8) anlamlı yüksekti (X2=99,923; p<0,001). Katılımcı 13’ü hayatı boyunca en az 1 kez kokain denediğini bildirmişti (%0,69). Bunların 9’u (%69,2) 1 kez, 3 kişi (%23,1) 2 kez, 1 kişi (%7,7) 20 kez kullandığını bildirdi. 9 kişi kokain denediği yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 17,67±2,00; ortanca 18 (en düşük 14, en yüksek 21) idi. Kokain kullananların Utah puanı (56,00±12,34) kullanmayanların puanından (23,35±14,49) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=1270,0; p<0,001). Utah yüksek grupta kokain kullananların oranı (%3,0) düşük grupta kullananların oranından (%0,1) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p<0,001). Katılımcıların 25’i hayatı boyunca en az 1 kez uçucu madde (yapıştırıcı, bali, boya ya da tiner) denediğini bildirmişti (%1,2). Bunların 9’u (%36,0) 1 kez, 9’u (%36,0) 2 ila 10 kez, 7’si (%28,0) çok kez kullandığını bildirdi. 23 kişi maddeyi denediği yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 16±3;44, ortanca 17 (en düşük 10, en yüksek 20) idi. Uçucu madde kullananların Utah puanı (44,25±18,90) kullanmayanların puanından (23,29±14,46) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=8925,5; p<0,001). Utah yüksek grupta madde kullananların oranı (%4,1) düşük grupta kullananların oranından (%0,6) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p<0,001). Katılımcıların 3’ü hayatı boyunca en az 1 kez eroin denediğini bildirmişti (%0,14). Bunların 2’si 1 kez, 1 kişi 2 kez kullandığını bildirdi. Kullananların eroini ilk kez denedikleri yaşları 14, 18 ve 20 idi. Eroin kullananların Utah puanı (54,50±19,09) kullanmayanların puanından (23,51±14,66) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=268,5; p=0,034). Utah yüksek grupta eroin kullananların oranı (%0,5) düşük grupta kullananların oranından (%0,0) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p=0,034). Katılımcıların 26’sı hayatı boyunca en az 1 kez uyarıcı-keyif verici yasa dışı ilaç denediğini bildirmişti (%1,3). Bunların 11’i (%42,3) 1 kez, 10’u (%38,5) 2 ila 10 kez, 5’i (%19,2) 10 kereden fazla kullandığını bildirdi. 23 kişi ilaç denediği yaş sorusunu yanıtladı. Yaş ortalaması 19,04±2;4 ortanca 18 (en düşük 13, en yüksek 25) idi. İlaç kullananların Utah puanı (39,24±16,62) kullanmayanların puanından (23,35±14,56) anlamlı yüksekti (MannWhitney U=11219,0; p<0,001). Utah yüksek grupta ilaç kullananların oranı (%4,1) düşük grupta kullananların oranından (%0,6) anlamlı yüksekti (Fisher’s Exact test p<0,001). Hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici yasa dışı madde ya da ilaç denediğini 118 kişi bildirmişti (%5,8). 84 kişi (%4,1) hayatı boyunca en az 1; 15 (%0,7) kişi 2; 18 kişi (%0,9) 3 ve 1 kişi (%0,1) 4 farklı çeşitte uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç 57 kullanmıştı. Hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde denemiş olan 118 kişinin Utah puanı (37,76±16,91) kullanmayanların puanından (22,68±14,09) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=52460,0; p<0,001). Utah yüksek grupta hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmış olanların oranı (%17,1) düşük grupta kullananların oranından (%3,2) anlamlı yüksekti (X2=106,866; p<0,001). Utah puanı arttıkça kullanılan madde çeşidi artıyordu (Kendall’s tau b= 0,172; p<0,001). Evli olan ya da soruyu yanıtlamayan toplam 56 katılımcı dışarıda bırakılarak yapılan değerlendirmelerde; katılımcıların %31,2’si (616 kişi) cinsel ilişkide bulunduğunu, %68,8’i (1356 kişi) bulunmadığını bildirmiştir. Cinsel ilişkide bulunanların Utah puanı (27,22±15,15) bulunmayanların puanından (21,98±14,23) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=317480,5; p<0,001). Utah yüksek grupta cinsel ilişkide bulunmuş olanların oranı (%41,5) düşük gruptakilerin oranından (%28,9) anlamlı yüksekti (X2=21,855; p<0,001). Cinsel ilişki yaşamış olan 616 katılımcıdan 504’ü (%81,8) ilk kez cinsel ilişki kurduğu yaşı bildirmiş olup ortalama yaş 17,31±2,08 (ortanca 17, en düşük 12, en yüksek 28) idi. Utah puanı arttıkça ilk kez cinsel ilişkide bulunma yaşı düşüyordu (Kendall’s tau b=-0,107; P=0,001). Cinsel ilişki yaşamış olan 616 katılımcıdan 367’si (%59,6) şimdiye kadar cinsel ilişki kurduğu partner sayısını bildirmişti. Şimdiye kadar; 71 kişi (%19,4) 1, 65 kişi (%17,7) 2, 44 kişi (%12,0) 3, 27 kişi (%7,4) 4, 25 kişi (6,8) 5, 75 kişi (%20,4) 6 ila 10, 32 kişi (%8,7) 11 ila 20, 28 kişi (%7,6) 20’den fazla cinsel partneri olduğunu bildirdi. Utah puanı arttıkça cinsel partner sayısı da artıyordu (Kendall’s tau b= 0,111; P=0,001). Soruyu yanıtlamış 595 (%96,6) katılımcıdan 180’i (%30,3) son 3 ay içerisinde birden fazla cinsel partneri olduğunu bildirmiştir. Birden fazla partneri olanların Utah puanı (29,28±14,59) olmayanların puanından (26,40±15,39) anlamlı olarak yüksekti (Mann-Whitney U=31427,5; p=0,010). Utah yüksek grupta fazla cinsel partneri olanların oranı (%37,7) düşük gruptakilerin oranından (%27,7) anlamlı yüksekti (X2=5,215; p=0,022). Evli katılımcılar dışarıda bırakılarak yapılan değerlendirmede soruya yanıt veren 503 (%81,7) katılımcıdan 44’ü (%8,7) gebelikle sonuçlanan bir cinsel ilişkisi olduğunu, 459’u (%91,3) olmadığını bildirmiştir. Gebelikle sonuçlanan bir cinsel ilişkisi olanların Utah puanı (32,09±14,81) olmayanların puanından (26,85±14,43) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=5553,5; p=0,044). Utah yüksek grupta olup ta gebelikle sonuçlanan bir cinsel ilişkisi olanların oranı (%10,3) ile düşük gruptakilerin oranı (%5,6) arasındaki fark anlamlı düzeyde değildi (X2=3,004; p=0,083). Evli katılımcılar dışarıda bırakılarak yapılan değerlendirmede, soruya yanıt vermiş 558 (%90,6) katılımcıdan, 212 kişi (%38) son cinsel ilişkisinde doğum kontrol yöntemi kullanmadığını, 237 kişi (%11,7) yöntem 58 olarak kondom kullandığını, 25 kişi (%1,2) doğum kontrol hapı kullandığını, 4 kişi (%0,2) hem kondom hem doğum kontrol hapı kullandığını ve 80 kişi (%3,9) diğer yöntemleri kullandığını belirtmiştir. Doğum kontrol yöntemi kullananların Utah puanı ile kullanmayanların puanları arasında fark yoktu (Mann-Whitney U=29648,5; p=0,106). Utah yüksek grupta olup ta doğum kontrol yöntemi kullananların oranı (%58,6) ile düşük gruptaki oran (%63,5) arasında fark yoktu (X2=1,004; p=0,316). Katılımcıların 1927’sinin yanıtladığı soruda (%95,0); 436’sı (%22,6) cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgi sahibi olmadığını, 1491’i (%77,4) olduğunu bildirmiştir. Bilgi sahibi olduğunu bildiren 1491 kişiden 1033’ünün (%62,3) yanıt verdiği soruda 518 kişi (%50,1) bilgi kaynağının öğretmen-okul; 136 kişi (%13,2) doktor-sağlık çalışanı; 93 kişi (%9,1) aile, 87 kişi (%8,4) medya; 29 kişi (%2,8) arkadaş olduğunu; 86 kişi (%8,3) kendisinin araştırdığını; 26 kişi (%2,5) diğer kaynaklardan; 58 kişi (%5,6) birden fazla kaynaktan bilgi aldığını bildirmiştir. Katılımcıların 923’ünün (%61,9) yanıtladığı soruda; cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgi edinilen ortalama yaş 15,66±2,52 (ortanca 16, en düşük 8, en yüksek 26) idi. Katılımcıların %99,0’unun (2008 kişi) yanıtladığı soruda %48,3’ü kendini ideal kilolu, %27,1’i hafif kilolu, %17,0’si hafif zayıf, %4,1’i çok zayıf, %3,5’i çok kilolu bulmaktaydı. Katılımcıların VKİ’ ne göre beden imajı algısı aşağıdaki tablo 14’dedir. Katılımcıların beden algıları, VKİ’leri ile ilişkiliydi (Kendall’s tau b= 0,452; p<0,001). Katılımcıların Utah puanı arttıkça VKİ’leri de artmaktaydı (Kendall’s tau b= 0,047; p=0,002). Katılımcıların beden algıları, Utah puanları ile ilişkili değildi (Kendall’s tau b= 0,016; p=0,366). Utah yüksek ve düşük gruplar arasında VKİ açısından fark yoktu (X2=5,569; p=0,135). Katılımcılar VKİ’lerine göre gruplandırıldıklarında Utah puanları birbirinden anlamlı farklıydı (Kruskal Wallis X2=17,259; p=0,001). Zayıf katılımcıların Utah puanı 21,54±14,68, normal kilodaki katılımcıların Utah puanı 23,45±14,64, fazla kilolu katılımcıların Utah puanı 26,17±15,31 ve obez katılımcıların Utah puanı 28,07±15,16 idi. Katılımcıların %99,1’inin (2009 kişi) yanıtladığı soruda 553 kişi (%27,5) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için diyet yaptığını 1456 kişi (%72,5) yapmadığını bildirmiştir. Diyet yapanların Utah puanı (25,44±15,51) yapmayanların puanından (22,92±14,31) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=356290,5; p=0,002). Utah yüksek grupta diyet yapanların oranı (%32,6) düşük gruptakilerin oranından (%26,3) anlamlı yüksekti (X2=5,955; p=0,015). 59 Tablo 14. Vücut kitle indeksine göre beden imajı algısı Beden Algısı Vücut Kitle Çok zayıf Hafif zayıf İdeal kilolu Hafif kilolu Çok kilolu Toplam İndeksi Zayıf 46 102 90 3 0 241 (%19,1) (%42,3) (%37,3) (%1,2) (%0) (%100) 36 231 808 376 22 1473 (%2,4) (%15,7) (%54,9) (%25,5) (%1,5) (%100) Fazla 0 1 57 125 30 213 kilolu (%0) (%0,5) (%26,7) (%58,7) (%14,1) (%100) Obez 0 0 1 16 10 27 (%0) (%0) (%3,7) (%59,3) (%37,0) (%100) 82 334 956 520 62 1954 (%4,2) (%17,1) (%48,3) (%26,6) (%3,2) (%100) Normal Toplam Katılımcıların %98,9’unun (2006 kişi) yanıtladığı soruda 33 kişi (%1,6) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için kustuğunu 1973 kişi (%98,4) kusmadığını bildirmiştir. Kilo vermek ya da kilosunu korumak için kustuğunu bildirenlerin Utah puanı (35,94±21,23) diğerlerinin puanından (23,37±14,46) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=20986,5; p=0,001). Utah yüksek grupta kilo vermek ya da kilosunu korumak için kustuğunu bildirenlerin oranı (%3,8) düşük gruptakilerin oranından (%1,2) anlamlı yüksekti (X2=12,764; p<0,001). Katılımcıların %99,0’unun (2008 kişi) yanıtladığı soruda 25 kişi (%1,2) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için ilaç kullandığını, 1983 kişi (%98,8) kullanmadığını bildirmiştir. Kilo vermek ya da kilosunu korumak için ilaç kullandığını bildirenlerin Utah puanı (28,88±13,79) diğerlerinin puanından (23,54±14,71) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=18210,5; p=0,028). Utah yüksek grupta kilo vermek ya da kilosunu korumak için ilaç kullandığını bildirenlerin oranı (%1,6) ile düşük gruptakilerin oranı (%1,2) arasında fark yoktu (Fisher’s Exact test p=0,443). Katılımcıların %99,1’inin (2010 kişi) yanıtladığı soruda 791 kişi (%39,4) son 1 ay içerisinde kilo vermek ya da kilosunu korumak için egzersiz yaptığını, 1219 kişi (%60,6) yapmadığını bildirmiştir. Kilo vermek ya da kilosunu korumak için egzersiz yaptığını bildirenlerin Utah puanı ile diğerlerinin puanı (23,37±14,46) arasında anlamlı fark yoktu (Mann-Whitney U=466305,5; p=0,781). Utah yüksek grupta kilo vermek ya da kilosunu korumak için egzersiz yaptığını bildirenlerin oranı 60 (%38,9) ile düşük gruptakilerde ki oran (%38,5) arasında anlamlı fark yoktu (X2=0,049; p=0,826). Katılımcıların %99,3’ünün (2013 kişi) yanıtladığı soruda 998 kişi (%49,6) hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyrettiğini, 1015 kişi (%50,4) seyretmediğini bildirmiştir. Hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyrettiğini bildirenlerin Utah puanı (24,10±14,38) diğerlerinin puanından (23,09±15,00) anlamlı yüksekti (Mann-Whitney U=464032,0; p=0,021). Utah yüksek grupta hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyrettiğini bildirenlerin oranı (%51,4) düşük gruptakilerin oranından (%49,2) farklı değildi (X2=0,577; p=0,448). Katılımcıların %99,2’sinin (2011 kişi) yanıtladığı soruda 856 kişi (%42,6) haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını, 1155 kişi (%57,4) yapmadığını bildirmiştir. Haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını bildirenlerin Utah puanı (22,19±13,54) diğerlerinin puanından (24,60±15,43) anlamlı düşüktü (Mann-Whitney U=443688,0; p=0,002). Utah yüksek grupta haftada en az 1 gün 20 dakika egzersiz yaptığını bildirenlerin oranı (%36,8) düşük gruptakilerin oranından (%44,1) anlamlı düşüktü (X2=6,483; p=0,011). Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça RSİ skoru da artmaktaydı (Kendall’s taub=0,320; p<0,001). Utah düşük grupta ortalama RSİ skoru (3,78±2,28; ortanca: 3, en düşük: 0, en yüksek: 15), Utah yüksek gruptaki ortalama RSİ skorundan (5,93±3,05; ortanca: 5, en düşük: 1, en yüksek: 16) anlamlı düşüktü (Mann-Whitney U=173490,0; p<0,001) (Şekil 1). GÖRÜŞME YAPILANLARLA İLGİLİ VERİLER Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan 369 kişiden 231’i (%62,6’sı) ile yüz yüze görüşüldü. 89 kişi (%24,1) görüşme yapmayı kabul etmedi, 49 kişi (%13,3) görüşme yapmayı kabul etti ama verilen randevuya gelmedi. Görüşme yapılan, görüşme yapmayı kabul etmeyen ve randevuya gelmeyen kişiler arasında cinsiyet açısından (X2=1,615; p=0,446) ve yıl kaybı olup olmaması açısından (X2=1,713; p=0,425) fark yoktu. Yüksekokulda okuyan öğrencilerin 77’si (%55,8’i) ile yüz yüze görüşüldü, 33 kişi (%23,9) görüşme yapmayı kabul etmedi, 28 kişi (%20,3) görüşme yapmayı kabul etti ama verilen randevuya gelmedi. Bu oranlar 154’ü (%66,7) ile yüz yüze görüşülen, 56’sı (%24,2) görüşme yapmayı kabul etmeyen ve 21’i (%9,1) görüşme yapmayı kabul eden ama verilen randevuya gelmeyen fakülte öğrencilerindeki katılım oranlarından anlamlı farklıydı (X2=9,794; p=0,007). Randevuya gelen katılımcıların Utah puanı ortalama 48,20±11,27 (ortanca: 44, en düşük: 36, en yüksek: 93), görüşme yapmayı kabul etmeyen katılımcıların Utah puanı ortalama 46,64±8,87 (ortanca: 44, en düşük: 36, en yüksek: 73), randevuya gelmeyen 61 katılımcıların Utah puanı ortalama 47,16±8,99 (ortanca: 47, en düşük: 36, en yüksek: 79) idi, gruplar arasında anlamlı fark yoktu (KW=0,340; p=0,844). 20,00 Riskli sağlık indeksi skor ortalaması 1.513 1.968 1.349 1.512 1.925 15,00 1.994 1.485 1.510 1.850 1.866 1.731 1.976 1.508 1.957 1.914 1.898 1.974 10,00 5,00 0,00 Utah ,00düşük Utah yüksek 1,00 Şekil 1. Riskli sağlık indeksi skor ortalamasının Utah düşük ve Utah yüksek grup ile ilişkisi Randevuya gelen katılımcıların yaşı ortalama 21,06±2,14 (ortanca: 21, en düşük: 17, en yüksek: 32), görüşme yapmayı kabul etmeyen katılımcıların yaşı ortalama 20,79±2,06 (ortanca: 20, en düşük: 18, en yüksek: 28), randevuya gelmeyen katılımcıların yaşı ortalama 20,47±2,04 (ortanca: 20, en düşük: 18, en yüksek: 28) idi, gruplar arasında anlamlı fark yoktu (KW=4,946; p=0,084) Gruplar arasında anne eğitimi, baba eğitimi, ailelerin ortalama aylık geliri ve eğitimde kaybettiği yıl sayısı açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla KW=0,954; p=0,621; KW=3,854; p=0,146; KW=0,219; p=0,896; KW=1,564; p=0,458). 62 DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SIKLIĞI Görüşme yapılan 231 kişiden 51 kişide (%22,1) DEHB yoktu, 104 kişi (%45,0) DSMIV’e göre çocukluk döneminde DEHB ölçütlerini dolduruyordu ancak erişkin dönemde tanı ölçütlerini doldurmuyordu ve çocukluk DEHB grubu (kısmi remisyonda DEHB) olarak kabul edildi ve 76 kişi (%32,9) DSM-IV’e göre erişkin dönemde halen tanı ölçütlerini karşılıyordu ve erişkin DEHB tanısı kondu. Çocukluk DEHB olgularının %42,2’sinin erişkin dönemde de DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettiği saptandı. Erişkin DEHB grubunda 34 kişide (%44,7) DSM-IV’e göre DEHB-dikkatsizliğin önde geldiği tip; 25 kişide (%32,9) DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve 17 kişide (%22,4) DEHB-Bileşik tip saptandı. Aşağıdaki şekilde (Şekil 2) çalışmaya katılan, görüşme yapılan ve erişkin DEHB saptanan kişi sayıları özetlenmiştir. Çalışmaya Dahil Edilen Kişi Sayısı 2028 (%100) Utah ölçeğinden 36 ve üstü puan alan kişi sayısı 369 (369/2028=%18,2) Yüz yüze görüşme yapılan kişi sayısı 231 (231/2028=%11,4) DSM-IV’e göre erişkin dönemde DEHB ölçütlerini dolduran kişi sayısı 76 (76/2028=%3,7) Tahmini sıklık=121 (369x76x100/231x2028=%5,9) Şekil 2. Çalışmaya katılan, görüşme yapılan ve Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu saptanan kişi sayıları 63 DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SAPTANANLARLA İLGİLİ VERİLER Çocukluk DEHB grubundaki 104 kişiden 11’i yapılan görüşme sırasında kendilerine (%10,6) çocukluk döneminde DEHB tanısı konduğunu belirtirken; erişkin DEHB grubunda bu oran 76 kişide 13 idi (%17,1). DEHB tanısı alma açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu (X2=1,620; p=0,203). Çocukluk DEHB grubunda olup ta, çocukluk döneminde DEHB tanısı konmuş olan 11 kişiden 9’u; Erişkin DEHB grubunda olup ta, çocukluk döneminde DEHB tanısı konmuş olan 13 kişiden 11’i (%14,5) çocukluk döneminde tedavi aldığını bildirmiştir. Her iki gruptan olguların hatırladıkları tedavileri Tablo 15’de gösterilmiştir. Tablo 15. Olguların çocukluk döneminde aldıkları tedaviler Tedavi Çocukluk Dikkat Eksikliği Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Hiperaktivite Bozukluğu Önerilerde bulunuldu 7 2 İmipramin tb 0 1 Karbamezepin solüsyon 0 2 Haloperidol damla 0 3 Adını hatırlamadığı ilaç tedavisi 2 3 Toplam 9 11 Hastalar tarafından dikkatsizlik ve hiperaktivite-impulsivite semptomlarının başladığı ve sonlandığı bildirilen yaş grupları ve kendi grupları içindeki yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB gruplarında Tablo 16’da gösterilmiştir. Özgeçmişte bildirilen çeşitli hastalıkların sıklıkları ve yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB grupları için Tablo 17’de gösterilmiştir.(Not: birden fazla hastalık bildiren kişiler vardır). Özgeçmişte bildirilen çeşitli tedavilerin sıklıkları ve yüzdeleri ÇDEHB ve EDEHB grupları için Tablo 18’de gösterilmiştir.(Not: birden fazla tedavi bildiren kişiler vardır). 64 Tablo 16. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gruplarında dikkatsizlik ve hiperaktivite-impulsivite semptomlarının başladığı ve sonlandığı bildirilen yaş grupları ve yüzdeleri Dikkatsizlik semptomlarının Başlama yaşı Hiperaktivite-İmpulsivite semptomlarının Bitme yaşı Başlama yaşı Bitme yaşı ÇDEHB EDEHB ÇDEHB EDEHB ÇDEHB EDEHB ÇDEHB EDEHB Hatırlamıyor 14 (%13,5) 4 (%5,3) 11 (%10,5) 2(%2,6) 1(%0,9) 2(%2,6) 22(%21,2) 4(%5,3) 7 yaş altı 20 (%19,1) 12 (%15,8) - - 92(%88,6) 66(%87,0) - - 7–12 yaş 51 (%49,1) 42 (%55,3) - - - - 9(%8,7) 5(%6,6) 12–15 yaş 6 (%5,8) 9 (%11,9) 3 (%2,9) - - 2(%2,6) 17(%16,4) 6(%7,8) 15–18 yaş 6 (%5,8) 6 (%7,8) 6 (%5,8) - - - 14(%13,5) 10(%13,2) 18 yaş üstü 1 (%0,9) 1 (%1,3) - - - - 4(%3,8) - Yakınma yok 6 (%5,8) 2 (%2,6) 6 (%5,8) 2(%2,6) 11(%10,5) 6(%7,8) 11(%10,5) 6(%7,8) Halen - - 78 (%75,0) 72(94,8) 27(%25,9) 45(%59,3) 104(%100) 76(%100) yakınma var Toplam 104 (%100) 76 (%100) 104 (%100) 76(%100) 65 104(%100) 76(%100) Tablo17. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gruplarında özgeçmişte almış oldukları tanılar ÇDEHB (N=104) EDEHB (N=76) Depresyon 9(%8,7) 15(%19,7), Anksiyete Bozuklukları 5 (%4,8) 4(%5,3) Diğer psikiyatrik hastalıklar 2 (%1,9) 5(%6,6) Astım 7(%6,7) 1(%1,3) Anemi 3(%2,9) 2(%2,6) Migren-Baş ağrısı 3(%2,9) 4(%5,3) Mide ülseri-gastrit - 4(%5,3) Kırık-çıkıklar 1(%0,9) 3(%3,9) Alerjik hastalıklar - 5(%6,6) Cilt hastalıkları 2(%1,9) 1(%1,3) Diğer fiziksel hastalıklar 19(%18,3) 9(%11,9) Tablo 18. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu gruplarında daha önceki ilaç kullanımları ÇDEHB (N=104) EDEHB (N=76) Antidepresan 13(%12,5) 20(%26,3) Diğer psikiyatrik ilaç tedavileri 1(%0,9) 4(%5,3) Diğer ilaç tedavileri 10(%9,6) 4(%5,3) Tablo 19’da, her bir DEHB DSM ölçütünü erişkin dönemde karşılayan olguların sayıları ve oranları verilmiştir. Daha fazla oranda karşılanan ölçütler tabloda koyu renk ile gösterilmiştir. Olgu sayıları ve oranları hem erişkin DEHB grubu hem de tüm DEHB grubu (çocukluk ve erişkin olguların tümü) için gösterilmektedir. Yapılan SCID görüşmeleri sonucunda ÇDEHB, EDEHB ve DEHB olmadığı düşünülen gruplarda tanı konan psikiyatrik hastalıkların sıklığı ve yüzdeleri Tablo 20’de gösterilmiştir. 66 Tablo 19. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu grubu (çocukluk ve erişkin olguların tümü) ve Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu grubunda erişkin dönemde pozitif olan DSM ölçütleri DEHB (N=180) Dikkatini ayrıntılara verememe veya okul ödevlerinde, işlerinde 82(%45,6) ya da diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapma Üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde dikkatinin dağılması 141(%78,3) Doğrudan onunla konuşulduğu halde dinlemiyor gibi görünmesi 64(%35,6) Talimatları izleyememesi ve okul ödevleri ya da işyerindeki 53(%29,4) görevleri tamamlayamaması (karşıt olma bozukluğu ya da yönergeleri anlayamamaya bağlı olmayan) Üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk 106(%58,9) çekmesi Sürekli zihinsel çaba gerektiren işlerden kaçınma, bu görevlerde 73(%40,6) yer almaya kaşı isteksizlik Çoğu zaman işine gerekli olan eşyaları kaybetme (kalem, kitap, 90(%50) gözlük) Dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması (araba kornası, geri 120(%66,7) plandaki konuşmalar) Gündelik işlerinde unutkan olma 54(%30) Genellikle ellerin ayakların kıpır kıpır olması ya da oturduğu 98(%54,4) yerde kıpırdanıp durma Genellikle oturması gereken yerlerde (sınıfta ya da diğer 84(%46,7) durumlarda) oturduğu yerden kalkma Çoğu zaman içinde huzursuzluk hissetme 110(%61,1) Genellikle boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede 45(%25) zorlanma Çoğu zaman hareket halinde olma ya da bir motor tarafından 67(%37,2) sürülüyormuş gibi davranma Genellikle çok konuşma 104(%57,8) Çoğu zaman sorulan sorular tamamlanmadan cevabını yapıştırma 94(%52,2) Çoğu zaman sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük 113(%62,8) çekme Genellikle başkalarının sözünü kesme veya yaptıklarının arasına 43(%23,9) girme EDEHB (N=76) 50(%65,8) 69(%90,8) 39(%51,3) 36(%47,4) 59(%77,6) 38(%50) 51(%67,1) 59(%77,6) 34(%44,7) 56(%73,7) 50(%65,8) 57(%75) 29(%38,2) 43(%56,6) 58(%76,3) 54(%71,1) 59(%77,6) 28(%36,8) Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB grubunda yaşam boyu ve şu anda toplam 23 kişide (%22,1); EDEHB grubunda ise toplam 22 kişide (%29,0) depresyon tespit edilmiş olup oranlar anlamlı olarak farklı değildi (X2=1,093; p=0,296). 67 Tablo 20. Çocukluk Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olmayan gruplarda tanı konmuş olan psikiyatrik hastalıkların sıklığı ve yüzdeleri ÇDEHB EDEHB DEHB (N=104) (N=76) grup olmayan (N=51) Majör depresif dönem 23 (%22,1) 22 (%29,0) 8 (%15,7) Bipolar II bozukluğu 1(%0,9) - - BTA anksiyete bozukluğu 6(%5,8) 1(%1,3) - 1(%1,3) - Agorofobi olmadan panik - bozukluğu Sosyal fobi 19(%18,3) 6(%7,8) 16(%31,3) Özgül fobi 21 (%20,2) 22 (%29,0) 18(%35,3) 4(%5,3) 3(%5,9) Farklılaşmamış somatoform 1(%0,9) bozukluk Alkol kötüye kullanımı 6(%5,8) 9(%11,9) - Kannabis kötüye kullanımı 2(%1,9) 1(%1,3) - Anoreksiya nervoza - 1(%1,3) - Bulimia nervoza - 2(%2,6) - stres 3(%2,9) 1(%1,3) - Uyum bozukluğu 1(%0,9) 1(%1,3) 10(%19,6) Distimik bozukluk - - 2(%3,9) Obsesif kompulsif bozukluk 1(%0,9) 1(%1,3) - Eştanı olmayan 51 (%49,0) 27 (%35,5) Travma sonrası bozukluğu (Not: Birden fazla tanı alan kişiler vardır ve yaşam boyu ve şu anda ölçütleri karşılayan kişilerin oranları birleştirilmiştir. SCID görüşmesinde uyum bozukluğu tanısı yaşam boyu konamadığından sadece uyum bozukluğu için tablodaki oranlar şu anda tanı alan olguları içermektedir). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta yaşam boyu depresyon 6 kişide (%11,8); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun toplamında) ise 38 kişide (%21,1) tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (X2=2,251; p=0,133). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta şu anda 68 depresyon 2 kişide (%3,9); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun toplamında) ise 7 kişide (%3,9) tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (Fisher’s Exact test; p=1,000). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB grubunda yaşam boyu depresyon 17 kişide (%16,3); EDEHB grubunda ise 21 kişide (%27,6) tespit edilmiş olup fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (X2=3,358; p=0,067). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda ÇDEHB grubunda şu anda depresyon tanısı 6 kişide (%5,8); EDEHB grubunda ise 1 kişide (%1,3) tespit edilmiş olup oranlar anlamlı olarak farklı değildi (Fisher’s Exact test; p=0,241). Yapılan SCID görüşmesi sonucunda DEHB olmadığı düşünülen grupta yaşam boyu ve şu anda toplam 8 kişide (%15,7); DEHB grubunda (EDEHB ve ÇDEHB grubunun toplamında) ise toplam 45 kişide (%25,0) depresyon tespit edilmiş olup oranlar anlamlı farklı değildi (X2=1,950; p=0,163). LİNEER REGRESYON ANALİZLERİ Riskli sağlık indeksi ortalama skorlarına etki eden değişkenler Backward yöntemli lineer regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; Utah ölçek puanı, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, erişkin tip DEHB tanısı almak, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, DEHB tanısı almak (çocukluk ve erişkin tüm DEHB olguları) dahil edildi. Analiz sonucunda cinsiyet, anne eğitimi, baba eğitimi, gelir, Utah skoru, yaş ve okul tipinin RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu. Riskli sağlık indeksi ile ilgili regresyon modeli geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=90,308, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,294 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 21’de verilmiştir. Görüşme yapılan olgularda RSİ ortalama skorlarına etki eden değişkenler Backward yöntemli lineer regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; Utah ölçek puanı, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, erişkin tip DEHB tanısı almak, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, DEHB tanısı almak (çocukluk ve erişkin tüm DEHB olguları) katıldı. Analiz sonucunda cinsiyet, ailede birilikte yaşayan kişi sayısı ve DEHB tanısı almanın RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu. 69 Tablo 21. Riskli sağlık indeksine etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi Değişkenler Β değeri P Sabit 0,639 0,286 Cinsiyet* 1,358 <0,001 Anne eğitimi 0,251 <0,001 Baba eğitimi -0,154 0,003 -0,00015 <0,001 UTAH skoru 0,072 <0,001 Yaş 0,059 0,037 -0,682 <0,001 Ailenin aylık geliri (YTL) Okul tipi** * kadın=0, erkek=1; ** yüksek okul=0, fakülte=1 Görüşme yapılan olgularda RSİ ile ilgili regresyon model geneli istatistik anlamlılığa sahipti (F=8,548, p<0,001) ve düzeltilmiş R2=0,116 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 22’de verilmiştir. Tablo 22. Görüşme yapılanlarda Riskli sağlık indeksine etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi Değişkenler Β değeri P Sabit 5,784 <0,001 Cinsiyet* 0,934 0,026 -0,461 0,008 1,673 0,001 Ailede yaşayan kişi sayısı Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almak * kadın=0, erkek=1 Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olanlarda erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler Backward yöntemli lojistik regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; Utah alt ölçek puanları, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi katıldı. Erişkin DEHB tanısı almak ile ilgili regresyon modelinin genel açıklayıcılığı %65,7 ve R2=0,080 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonra Utah ölçeği 70 depresyon alt ölçek puanı ve Utah ölçeği davranış sorunları alt ölçeği puanı değişkenleri modelde yer aldı ve model sonuçları Tablo 23’de verilmiştir. Tablo 23. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan olgularda Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almaya etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi Değişkenler Sabit UTAH depresyon alt ölçek puanı UTAH davranış sorunları alt ölçek puanı P 0,001 0,030 0,101 Odd’s değeri 0,138 1,120 1,070 %95 güven aralığı Alt sınır 1,011 0,987 Üst sınır 1,240 1,160 Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almaya (kısmi remisyonda olgular ve erişkin olgular dahil tüm DEHB olguları) etki eden değişkenler Backward yöntemli lojistik regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; UTAH alt ölçekleri, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, seçilmiş riskli sağlık davranışları (motosiklete binerken kask takmamak, bisiklete binerken kask takmamak, emniyet kemeri takmamak, alkollü sürücü ile yolculuk etmek, alkollü araba kullanmak, üzerinde tabanca taşımak, üzerinde kesici-delici alet taşımak, kavgaya karışmak, partneri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmak, depresif duygudurum bildirmek, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi olmak, aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, kullanılan uyarıcı ya da keyif verici madde sayısı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya da ilaç kullanmak, günde iki saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak) katıldı. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almak ile ilgili regresyon modelin genel açıklayıcılığı %92,1 ve R2=0,541 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 24’de verilmiştir. Analiz sonucunda DEHB tanısı alma olasılığını, yüksekokulda okumanın OR=1,654 (%95 Cl: 0,996-2,571) kat arttırdığı (p=0,052), Utah irritabilite alt ölçek puanının OR=1,223 (%95 Cl: 1,164-1,258) kat arttırdığı (p<0,001), Utah depresyon alt skorunun OR=1,107 (%95 Cl: 1,036-1,184) kat arttırdığı (p=0,003), Utah davranış sorunları alt skorunun OR=1,127 (%95 Cl: 1,054-1,205) kat arttırdığı (p<0,001), Utah dikkat eksikliği alt skorunun OR=1,145 (%95 Cl: 1,073-1,222) 71 kat arttırdığı (p<0,001), uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın OR=1,893 (%95 Cl: 1,247-2,875) kat arttırdığı (p=0,003), tabanca taşımanın OR=3,267 (%95 Cl: 0,798-13,333) kat arttırdığı (p=0,100), bıçak taşımanın OR=2,132 (%95 Cl: 1,025-4,444) kat arttırdığı (p=0,042), fazla televizyon seyretmenin OR=1,689 (%95 Cl: 1,050-2,717) kat arttırdığı (p=0,031) bulundu. Tablo 24. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğuna etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi Değişkenler Sabit Okul (*) UTAH irritabilite alt ölçek puanı UTAH depresyon alt ölçek puanı UTAH davranış sorunları alt ölçek puanı UTAH dikkat eksikliği alt ölçek puanı Uyarıcı-keyif verici madde sayısı Tabanca (**) Bıçak (***) Televizyon seyretme (****) P Odd’s değeri %95 güven aralığı Alt sınır Üst sınır <0,001 0,052 <0,001 0,003 <0,001 0,001 1,654 1,223 1,107 1,127 0,995 1,164 1,036 1,054 2,751 1,258 1,184 1,205 <0,001 1,145 1,073 1,222 0,003 0,100 0,042 0,031 1,893 3,267 2,132 1,689 1,247 0,798 1,025 1,050 2,875 13,333 4,444 2,717 * 0=fakülte, 1= yüksekokul; ** 0=tabanca taşımamak, 1=tabanca taşımak; *** 0=bıçak taşımamak, 1=bıçak taşımak; **** 0=fazla Televizyon seyretmemek, 1=fazla Televizyon seyretmek. Erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler Backward yöntemli lojistik regresyon modelinde incelendi. Modelde başlangıç değişkenleri olarak; UTAH alt ölçekleri, anne eğitimi, baba eğitimi, yaş, evde sürekli birlikte yaşayan kişi sayısı, ailenin ortalama aylık geliri, cinsiyet, eğitimde kaybettiği yıl sayısı, okul tipi, seçilmiş riskli sağlık davranışları (motosiklete binerken kask takmamak, bisiklete binerken kask takmamak, emniyet kemeri takmamak, alkollü sürücü ile yolculuk etmek, alkollü araba kullanmak, üzerinde tabanca taşımak, üzerinde kesici-delici alet taşımak, kavgaya karışmak, partneri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmak, depresif duygudurum bildirmek, intihar düşüncesi-planı ya da girişimi olmak, aktif alkol kullanımı, aktif sigara kullanımı, kullanılan uyarıcı ya da keyif verici madde sayısı, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki sonucu gebe kalmak, evli olmayıp korunmasız cinsel ilişki de bulunmak, fazla cinsel partneri olmak, kilo vermek için kusmak ya da ilaç kullanmak, günde 2 saatten fazla televizyon seyretmek ve egzersiz yapmamak) katıldı. 72 Erişkin DEHB tanısı almak ile ilgili lojistik regresyon modelin genel açıklayıcılığı %96,4 ve R2=0,441 olarak hesaplandı. Yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonraki model sonuçları Tablo 25’de verilmiştir. Analiz sonucunda erişkin DEHB tanısı alma olasılığını Utah irritabilite alt ölçeği puanının OR=1,162 (%95 Cl: 1,091-1,236) kat arttırdığı (p<0,001), Utah depresyon alt ölçeği puanının OR=1,123 (%95 Cl: 1,031-1,223) kat arttırdığı (p=0,008), Utah davranış sorunları alt ölçeği puanının OR=1,097 (%95 Cl: 1,011-1,190) kat arttırdığı (p=0,025), Utah dikkat eksikliği alt ölçeği puanının OR=1,140 (%95 Cl: 1,0431,245) kat arttırdığı (p=0,004), emniyet kemeri takmamanın OR=2,206 (%95 Cl: 1,133-4,297) kat arttırdığı (p=0,020), tabanca taşımanın OR=14,285 (%95 Cl: 1,388-142,857) kat arttırdığı (p=0,025), kilo vermek için ilaç kullanmanın OR=7,196 (%95 Cl: 1,234-41,971) kat arttırdığı (p=0,028), fazla televizyon seyretmenin OR=1,736 (%95 Cl: 0,906-3,222) kat arttırdığı (p=0,096) bulundu. Tablo 25. Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almaya etki eden etkenlerin lineer regresyon analizi Değişkenler Sabit UTAH irritabilite alt skoru UTAH depresyon alt skoru UTAH davranış sorunları alt skoru UTAH dikkat eksikliği alt skoru Emniyet kemeri (*) Tabanca (**) İlaç (***) Televizyon seyretme (****) P <0,001 <0,001 0,008 0,025 0,004 0,020 0,025 0,028 0,096 Odd’s değeri 0,000 1,162 1,123 1,097 1,140 2,206 14,285 7,196 1,736 %95 güven aralığı Alt sınır Üst sınır 1,091 1,236 1,031 1,223 1,011 1,190 1,043 1,245 1,133 4,297 1,388 142,857 1,234 41,971 0,906 3,322 * 0=emniyet kemeri takmak, 1=emniyet kemeri takmamak; ** 0=tabanca taşımamak, 1=tabanca taşımak; *** 0=kilo vermek için ilaç kullanmamak, 1= kilo vermek için ilaç kullanmak; **** 0=fazla televizyon seyretmemek, 1=fazla televizyon seyretmek. 73 TARTIŞMA Tüm dünya da son dönemde yapılan çalışmalar, DEHB için erişkin dönemde majör bir halk sağlığı sorunu olduğunu düşündürecek yaygınlık oranları bildirmektedir. Bununla birlikte ülkemizde bu alanda yeterli epidemiyolojik çalışma yoktur. Araştırmamızın temel amaçlarından biri bu alana katkı sağlamaktır. Bu bozukluk çocukluk çağında başlar ve etkisi yaşam boyu sürer ancak erişkin dönemde aldığı biçimler ve eştanı sorunları nedeniyle psikiyatri uzmanlarınca iyi tanınmamaktadır. Bu da çalışmanın ikinci temel gerekliliğini oluşturmaktaydı. Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış ve evrenini Trakya Üniversitesinin Edirne şehir merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören öğrencilerin oluşturduğu araştırmamızda çocukluk çağını sorgulayan Wender Utah Ölçeğinden örneklemin %18,2’si 36 ve üstü puan almıştır. Çalışmaya katılımın gönüllü olması, DEHB semptomu bildirenlerin daha çok katılma eğilimi göstermesine yol açmış olabilir. Bu kişilerden yüz yüze görüşülen 231’i, görüşme yapmayı kabul etmeyen 89’u ve görüşme yapmayı kabul eden ama verilen randevuya gelmeyen 49’u arasında sosyodemografik veriler açısından anlamlı fark yoktu ve 76 kişi DSM-IV’e göre erişkin dönemde tanı ölçütlerini doldurmuş ve araştırma grubunda erişkin DEHB tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuştur. Çalışmamızda Utah ölçeğinden yüksek puan alan tüm katılımcılarla görüşmeyi hedefledik ve %62,6’sı ile yüz yüze görüşmeler yapıldı. DEHB’li bireylerin sendromun tanımı gereği yaşadıkları düzenli olamama, randevuları kaçırma gibi belirtilerinin bu sonuca etkisi olabileceğini düşünüyoruz. Çalışmamızda görüşme yapılan olgu sayısı son dönemde 74 erişkin DEHB epidemiyolojisi hakkında önemli katkı sağlayan iki büyük çalışmadan daha az olmamıştır (3,26). NCS’de 154 kişi ile DEHB semptomlarının sorgulandığı görüşmeler yapılırken, Fayyad’ın çalışmasında diğer ülkelerde yüzyüze görüşmeler yapılmadığından Amerika Birleşik Devletleri ayağında yapılan görüşmelerden elde edilen veriler istatistiksel olarak kullanılarak tahmini sıklık hesaplanmıştır (3,26). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sıklığı hakkında erişkinler üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen verilere göre; tedavi altında olan olgular değerlendirildiğinde %0,04 gibi çok düşük bir sıklık oranından genç erişkin dönemde %7,5’e ulaşan daha yüksek sıklık oranlarına kadar ulaşabilmekte ve tüm yaş grupları değerlendirildiğinde yaklaşık %4’lük sıklık oranlarını desteklemektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde kolej öğrencilerinde yapılan çeşitli çalışmalarda %3,4-7 oranında sıklık bildirilmiştir (6). Toplum bazlı bir çalışma 19 yaşındaki insidansı %7,5 olarak bulmuştur (25). Bütün erişkin yaş grubundaki olguların örneklendiği bir başka çalışmada %4,7 sıklık saptanırken (16) sadece birinci basamakta tanı ve tedavi alan olguların değerlendirildiği bir çalışmada oldukça düşük sıklık (%0,04) bildirilmiştir (17). Son dönemde yapılan iki büyük çalışmada tüm erişkin yaş grubunda ortalama %4,4 ve %3,4 tahmini sıklık saptanmıştır (3,26) ve bu çalışmaların sonucu erişkin DEHB’nin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu düşündürecek dayanağı sağlamaktadır (1). Öncelikle çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalar olmak üzere çalışmaların çoğunda desteklenen görüş yaşla birlikte belirtilerin ve tanı alan olguların azaldığı yönündedir ve bizim çalışmamızın yaş ortalaması 21 olması ve DEHB semptomu bildirenlerin daha çok katılma eğilimi göstermiş olabileceği göz önüne alındığında bulduğumuz yaygınlık oranı geniş örneklemli çalışmaları destekler niteliktedir. Üniversite öğrencileri Türkiye’nin her bir bölgesinden geldiğinden çalışmamızın örnekleminin sadece yerel bir bölgeyi temsil ettiği düşünülmemelidir. Ancak örneklemimiz bu yaş grubundaki tüm bireyleri kapsayamamaktadır. DEHB bilindiği gibi eğitimde aksamaya yol açmaktadır ve üniversiteye gidemeyen olguların kaybı söz konusudur. Çalışmamızda çocukluk DEHB olgularının %42,2’sinde erişkin dönemde de DSMIV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettikleri saptanmıştır. Çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalarda; genç erişkin dönemde hastalık ölçütlerini karşılama oranları %31-66 aralığında bildirilmektedir (2,5,6,11,16). Ülkemizde yapılan bir çalışmada Tuğlu, olguların %66,6’sının DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettiğini bildirmiştir (32). Erişkin dönemde DEHB’nin sürmesine etki eden 75 etkenleri saptayabilmek için yaptığımız regresyon modelinde Utah ölçeği depresyon alt ölçek puanı ve davranış sorunları alt ölçek puanının etkili etkenler olduğunu saptadık. Bilişsel davranışçı modele göre de; çocukluk çağından beri başlamış olan ve etkili başa çıkma becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahip olan DEHB olgularının kendi haklarında geliştirmiş oldukları olumsuz düşünceler ve inançlar kaçınma davranışları, distraktibiliteyi ve ilişkili davranışsal semptomları kötüleştirerek hastalığın devamına katkıda bulunur (58). Yaptığımız analizde çeşitli sosyodemografik değişkenlerin hastalığın sürmesinde etkili olmadığını bulduk. Kessler ve ark. (96) erişkin DEHB belirleyicilerinin sadece çocukluk dönemin semptom şiddeti ve tedavi alma durumu olduğunu ve bu etkenler kontrol altına alındığında sosyoekonomik durum, etnik köken ya da eştanı bulunması gibi diğer etkenlerin hiçbirinin erişkin dönemde hastalığın devam etmesi için belirleyici olmadığını göstermişlerdir. Çalışmada kullanılan Wender Utah Ölçeğinden erkek, yaşı daha küçük, ailelerinin ortalama aylık geliri daha yüksek ve yüksek okulda okuyan öğrencilerin aldığı puan anlamlı olarak daha yüksek olmuştur. Ancak ölçekten 36 ve üstü puan alanlarla 36 ve altı puan alanlar arasında cinsiyet, yaş, ailelerinin ortalama aylık geliri ve fakülte ya da yüksekokulda okuma açısından anlamlı fark çıkmamıştır. Yapılan görüşme sonrası DEHB tanısı konan olgularda bu tanıyı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon analizi modelinde DEHB tanısı alma olasılığını yüksekokulda okumanın 1,7 kat arttırdığı saptanırken cinsiyetin etkisi gözlenmemiştir. Olguların genç erişkin yaş grubunda olduğu çalışmamızda da saptandığı gibi erişkinlerde cinsiyet açısından farklılık olmaması beklenmektedir. Çocukluk döneminde çeşitli çalışmalarda erkek: kız oranı 2:1-6:1 arasında bildirilirken erişkin örneklemlerde 1:1 bulunmuştur (2,7,15,16,33,49). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olgularının eğitimlerinin aksadığı bilinmektedir ve bu çalışmamızda da saptanmıştır. Yaşam boyu akademik başarıları düşük olma eğiliminde olan bu kişilerin eğitim düzeyinin daha düşük olduğu, daha az eğitim ve profesyonel eğitim aldıkları, liseyi bitirememe oranının 3-10 kat fazla olduğu, üniversite derecelerinin daha düşük olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (3,26,65-67,89). Çalışmamızda Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça eğitimde kaybedilen yıl sayısı artmakta, yıl kaybı olanların Utah puanı olmayanlardan anlamlı olarak daha yüksek çıkmakta ve Utah ölçeğinden 36 puandan yüksek puan alan grupta eğitim esnasında yıl kaybedenlerin oranı anlamlı olarak daha fazla olmaktaydı. 76 Araştırmamızda erişkin DEHB tanısı alanların %44,7’sinde DSM-IV’e göre DEHBdikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9’unda DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve %22,4’ünde DEHB-Bileşik tip saptanmıştır. DSM -IV’e göre yapılan alt tiplendirmeler hakkındaki çalışmaların çoğu çocuklarda yapılanlarla sınırlıdır ve uzunlamasına çalışmalarda öncelikle hiperaktivite-impulsivitenin önde geldiği tip olarak başlayan hastalığın daha sonra dikkatsizlik belirtilerinin de eklenmesiyle birleşik tipe döndüğü ve erişkin dönemde hiperaktivitenin azalmasıyla dikkatsizliğin önde geldiği tipin baskın olduğu saptanmıştır (66). Çalışmamızda olguların erişkin dönemde DSM ölçütlerini doldurup tanı alması erişkin dönemde süren belirtiler açısından farklılık yaratmamıştır. Hem erişkin tanısı alan olgularda hem de erişkin dönemde tanı ölçütlerini karşılamayan kısmi remisyonda olgularda en sık karşılanan DSM ölçütleri üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde dikkatinin dağılması, dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması, çoğu zaman sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük çekme, üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk çekme, çok konuşma ve öznel huzursuzluk olmuştur. DSM-IV DEHB belirtilerinin erişkinlerdeki sıklığı ve duyarlılığının araştırıldığı bir çalışmada en duyarlı belirtiler olarak bulunan belirtiler boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede zorlanma, sorulan sorular tamamlanmadan cevabını yapıştırma ve sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük çekmek olmuştur. (25) Bizim çalışmamızdaki olgular ise boş zamanlarını sakin bir şekilde değerlendirmede zorlanmadan daha düşük oranlarda yakınırken o çalışmada bulunan diğer iki belirtiden sıklıkla yakınmıştır. Safren ve ark. (58), izlemekte oldukları hastalarının daha çok organizasyon ve planlama güçlükleri ve dikkat dağınıklığından yakındığını bildirmiştir. Bizim olgularımızda da dikkatsizlik belirtileri, organize olamama en çok pozitif saptanan bulgular olurken çok konuşma, öznel huzursuzluk ve sırasını bekleyememenin halen süren hiperaktivite/dürtüsellik belirtileri olduğu saptanmıştır. Erişkin dönemde belirtilerin devamını sorgulayan çalışmalarda sıklıkla sendromik bir düzen olduğu ve ergenlik döneminde önce hiperaktivite, sonra dürtüsellik semptomlarında azalma gözlendiği, ancak bozukluğun en örtülü semptomu olan dikkat eksikliğinin erişkin dönemde yüksek oranda devam ettiği gösterilmiştir(14,96). DSM’ ye göre yarı yapılandırılmış bir görüşme sonrası hekim tarafından tanı koyulan çalışmamızda bundan bağımsız olarak katılımcılara hastalığın dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtilerinin sürüp sürmediği ve hayatlarında hala soruna yol açıp açmadığı konusunda ne düşündükleri sorulmuştur. Erişkin olguların yanı sıra kısmi remisyondaki olguların da özelikle dikkat eksikliği belirtileri olmak üzere halen belirtilerinden önemli oranda yakındıkları saptanmıştır. Ayrıca erişkin tanısı 77 alanlarda hiperaktivite belirtilerinden hala yakınma oranı kısmi remisyonda olgulara kıyasla daha yüksektir. Her iki grupta da hiperaktivite-dürtüsellik belirtilerinin 12-18 yaş arası gittikçe azaldığı bildirilmiştir. Yani olguların yarısı hiperaktiviteden yakınmaya devam etmekte ve tanı almakta, hiperaktivitesi gerileyen tanı alamayan kısmi remisyonda olguların yaklaşık ¾’ü dikkat eksikliğinden yakınmaya devam etmektedir bu da mutlaka dikkat eksikliği belirtilerinin sorgulanması gerektiğini düşündürtmektedir. NCS’de çocukluk döneminde DEHB semptomu bildirenlerin %70’i erişkin dönemde de belirtilerinden yakınıyordu (3). Bir çalışmada hiperaktivite belirtilerinin ortalama sayısının yaşla azalırken dikkatsizlik semptom sayısının 8-15 yaş arası aynı kaldığının gösterilirken bir diğer çalışmada erişkin olguların %93’ünün dikkatsizlikten yakınırken sadece %2’sinin dikkatsizlikten yakınmayıp sadece hiperaktivite ve dürtüsellikten yakındığı bulunmuştur (6,11). Tanı ölçütleri uygulanırken DSM’ deki sadece 7 yaşından önce belirtilerin başlamış olması ölçütüne sıkı sıkıya uyulmaması ve 12 yaşın altında belirtilerin başlamasının tanı koymak için yeterli kabul edilebileceği tartışılmaktadır (50-53). Bizim çalışmamızda olguların özellikle hiperaktivite belirtilerini 7 yaş öncesi bildirdiğini ancak dikkat eksikliği belirtilerine gelindiğinde çocukluk öyküsü olan ve kısmi remisyonda olan ile erişkin olguların yaklaşık yarısının başlama yaşı olarak ilkokul yıllarının (7-12 yaş) bildirdiğini saptadık. Erişkin olguların belirtilerinin başladığı kesin zaman hakkında emin olamadıkları ancak daha çok semptomların zaten sürdüğü ilkokul yıllarını tanımladıkları literatürde belirtilmektedir (50). Erişkin olguların çocukluk döneminde tanı ve tedavi alma sıklıkları düşüktür. Birinci basamakta tanı ve tedavi alan hastaların değerlendirildiği çalışmada olguların 1/3’ünün çocukluk döneminde de tedavi aldığı bildirilmiştir(14). Ülkemizde çocuk ve ergenlerin tedavi açısından rakamlara bakıldığında düşük oranda tedavi aldığı bilinmektedir(21). Çalışmamızda erişkin DEHB tanısı alanların %17,1’i ve kısmi remisyonda olguların %10,6’sı çocukluk döneminde DEHB tanısı aldığını bildirmiştir. Tanı alma açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark yoktu. Tedavi alma oranları ise daha düşük olup erişkin olgularda ve kısmi remisyonda olgularda sırasıyla %14,5 ve %6,4 olarak bildirilmiştir. Kısmi remisyonda ve erişkin olgu gruplarında özgeçmişte sırasıyla %8,7 ve %19,7 depresyon, %4,8 ve %5,3 anksiyete bozukluğu ve %1,9 ve %6,6 diğer psikiyatrik hastalıklar bildirilmiştir. Şimdiye kadar psikiyatri dışı herhangi bir tıbbi hastalığa bağlı ilaç tedavisi kullanımı toplam %9,6 ve %5,3’dür ve bu oranlardan daha fazla oranda psikiyatrik ilaç tedavisi kullanımı olmuştur. Sırasıyla %12,5 ve %26,3 antidepresan, %0,9 ve %5,3 diğer psikiyatrik ilaç tedavileri kullanımı bildirilmiştir. Bu olgular genel tıbbi hastalıklardan daha 78 çok psikiyatrik ilaç tedavisi alıyor, ancak psikiyatrik başvurularında da DEHB dışında psikiyatrik nedenler için tedavi öneriliyor, DEHB tanınmıyor ve DEHB’nin yol açtığı ya da maskelediği diğer nedenler için tedavi alıyor gözükmektedirler. DEHB’lilerin kontrol grubuna kıyasla daha çok psikotrop ilaç tedavisi ve daha çok psikoterapi aldığı çeşitli çalışmalarda saptanmıştır(89). NCS’de %40 oranında psikiyatrik tedavi alma bildirilirken DEHB’nin tedavi edilme oranı %10’dur (3). Amerika Birleşik Devletleri’nde geniş örneklemli bir çalışmada erişkinlerin %0,8’inin DEHB tedavisi aldığı bulunmuştur (97). Fayyad ve ark.’nın çalışmasında (26) herhangi bir psikiyatrik tedavi alma Amerika Birleşik Devletleri’nde %50, İspanya, Belçika ve Hollanda’da %20-24, diğer ülkelerde %59-13 olurken, DEHB için psikiyatrik tedavi alma oranları sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde %13,2, İspanya’da %3,2 ve Meksika’da %1,9 olmuştur. Biederman’ın (68) 10 yıl süreyle izlediği olgular genç erişkin döneme geldiklerinde DEHB açısından son 1 yıl içerisinde %36 oranında tedavi almıştır. Çalışmamızda erişkin olgularda literatürle uyumlu olarak herhangi bir eştanı alma sıklığı %64,5 olarak bulunmuştur (1,8,16,64). Erişkin olgularda kısmi remisyonda olgulardan daha fazla eştanı saptadık. Kısmi remisyonda olguların hastalığın daha hafif formuna sahip olduğu tartışılmaktadır ve sadece nikotin kullanımının tanı alan olgulara benzer oranda olduğu bildirilmiştir (74). Hastalığın daha şiddetli olması durumunda erişkin dönemde olguların tanı almaya devam ettiği ve hastalığın şiddetinin daha çok eştanı doğuracağı düşünülebilir. Yapılan çalışmalarda anksiyete bozukluklarından sosyal fobi %20-34 oranında bildirilirken OKB oranları genel toplumdaki oranları geçmemektedir. Yaygın anksiyete bozukluğu bazı çalışmalarda genel toplumla aynı oranda, bazı çalışmalarda da %10-45 gibi geniş bir aralıkta bildirilmektedir. Bu oranlarda eştanı hakkında açık bir fikir sunmaktan çok olasılıkla DEHB’de yaygın anksiyete tanısını yanlış olarak fazla koyma olasılığını yansıtmaktadır. DEHB’de stres dayanıklılığının azalması bir grup hastada korku ve duygusal dalgalanmalarla sonuçlanmakta bu da yanlış tanıyı doğurabilmektedir (1,8,16,64). Anksiyete bozuklukları riskini genel toplumdan yüksek bulmayan çalışmalarda vardır (65-67). Biz de çalışmamızda sosyal fobi ve özgül fobi dışında anksiyete bozukluklarını düşük oranlarda saptadık. Psikiyatrik eştanının sık olduğu DEHB olgularında bunun yanı sıra çeşitli riskli sağlık davranışlarının da artmış olduğu düşünülmektedir. Sigara kullanımı, alkol ve madde kullanımı, istemli-kasıtlı (güç kullanmak veya intihar girişimleri vb.) veya istemsiz kasıtsız (motorlu taşıt kazaları vb.) yaralanmalar, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, istenmeyen 79 gebelikle sonuçlanabilen cinsel davranışlar, sağlıksız diyet alışkanlıkları, yetersiz fizik aktivite gibi riskli davranışlar çalışmamızda ayrıca sorgulanmıştır. DEHB’nin riskli sağlık davranışları üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla bu riskli davranışların toplam sayısı (RSİ skoru) hesaplanarak istatistiksel analizlerde kullanıldığında Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça RSİ skorun da anlamlı arttığı ve Utah ölçeğinden 36 üstü puan alanların RSİ skorunun istatistiksel anlamlı yüksek olduğu saptandı. Ayrıca RSİ ortalama skorlarına etki eden değişkenleri saptamak amacıyla yapılan modelde erkeklerde, anne eğitimi yüksek olanlarda, baba eğitimi daha düşük olanlarda, aile geliri daha düşük olanlarda, Utah skoru yüksek olanlarda, yaşı daha büyük olanlarda ve yüksek okulda okuyanlarda riskli sağlık davranışlarının anlamlı düzeyde daha fazla olduğu saptandı. Ayrıca yapılan regresyon modelinde Utah ölçeğinden yüksek puan alıp görüşme yapılan olgularda RSİ skorunun eğer olgu DEHB tanısı almışsa daha yüksek olduğu saptandı, aynı analizde yine erkek cinsiyetin RSİ skorunu arttırıcı etkisi görülürken ailede yaşayan kişi sayısının koruyucu olduğu yani kalabalık ailelerdeki RSİ skorunun daha düşük olduğu saptandı. Sonuç olarak toplam riskli sağlık davranışlarının Utah ölçeğinden yüksek puan alanlarda daha fazla olduğu, Utah ölçek puanı yüksek olanlardan da görüşme sonrası DEHB tanısı alanların toplam riskli sağlık davranışlarının tanı almayanlardan daha çok olduğu dolayısıyla DEHB’nin toplam riskli sağlık davranışı sayısını arttırdığı saptandı. Ayrıca kısmi remisyonda ve erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde DEHB tanısı alma olasılığını madde kullanımı, tabanca-bıçak taşıma, emniyet kemeri takmama gibi çeşitli riskli sağlık davranışlarının arttırdığı da saptanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri verilerine göre 10-24 yaş grubunda ölüm nedenlerinin ilk üç sırasında %30 motorlu araç kazaları, %15 diğer kasıtsız yaralanmalar, %15 cinayet ve %12 intihar yer almaktadır (86). Türkiye ulusal hastalık yükü çalışmasına göre de 15-29 yaş arası yaş gruplarında istemli ve istemsiz yaralanmalara bağlı ölümlerin en önde gelen mortalite sebebi olduğu gözükmektedir (98). Motorlu taşıt kazalarında ergen ve genç erişkinlerin daha çok oranda yer alması önemli toplum sağlığı sorunlarından birisidir. Motosiklet kazaları yüksek oranda ölümle sonuçlanır, bu yüzden kask kullanımı önem taşımaktadır. Bisiklet kazalarında genel olarak yaralanmalar yumuşaktır, fakat bazen önemli kafa travmaları ile sonuçlanabilir (86). Yaralanmaların önemli nedenleri arasında bulunan araç kazalarında kuşkusuz emniyet kemeri kullanımı öncelikle akla gelir. Emniyet kemeri kullanımı trafik kazalarında ölüm oranını, ciddi yaralanmaları azaltır. Diğer yaş grupları ile karşılaştırıldığında emniyet kemeri kullanımı 16-20 yaş arası gençlerde en düşük orandadır. Emniyet kemeri 80 kullanılmaması genellikle diğer riskli araba kullanımı davranışları (hızlı, alkollü araba kullanımı) ile de ilişkilidir (99). Riskli (hızlı, alkollü veya madde etkisi altında) taşıt kullanımı eğilimine yol açan etkenleri anlamak ciddi yaralanma ve ölümleri önleme çabalarının bir parçasıdır. Ergen ve genç erişkin dönemdeki riskli taşıt kullanımı da dahil sorunlu davranışların ortak özellikleri paylaştığının ve riskli taşıt kullanımı, emniyet kemeri takılmaması, sigara, alkol, madde kullanımı, antisosyal davranış, riskli cinsel davranışların birlikte seyrettiğinin farkına varılmaktadır (100). Engellenme eşiği düşüklüğü, agresyon, heyecan arama davranışı, dürtüsellik riskli taşıt kullanımına yol açmaktadır ve bu karakteristik özellikler DEHB tanılı kişileri de tarif ettiğinden DEHB’li kişilerin motorlu taşıt kazaları açısından risk altında olması beklenir. Gerçekten de yapılan çalışmalarda DEHB olan kişilerde özellikle belirtileri sürdüğü sürece riskli taşıt kullanımının ve olumsuz sonuçlarının daha fazla olduğu bulunmuştur (101,102). Özellikle DEHB’ye madde kullanım bozukluğunun eşlik etmesi daha fazla taşıt kazası ile ilişkilidir (74). Konu ile ilgili istatistiklere bakıldığında; CDC tarafından yürütülen gençlik riskli davranış izlem 2007 çalışması sonuçlarına göre öğrencilerin %11,1’i arabaya bindiğinde nadiren emniyet kemeri taktığını veya hiç takmadığını, %85,1’i bisiklete binerken nadiren koruyucu başlık kullandıklarını veya hiç kullanmadıklarını belirtmiştir. Motosiklete binerken ise %33,9’u koruyucu başlığı nadiren kullandıklarını veya hiç kullanmadıklarını bildirmiştir. Son bir ay içinde alkollü bir sürücü ile yolculuk etme %29,1 oranında ve son bir ay içinde alkollü taşıt kullanma %10,5 oranında görülmüştür (86). Çalışmamıza katılanların daha riskli davranıyor saptandığı başlıklar; arabaya bindiğinde emniyet kemeri takmama (%17,8), bisiklete binerken koruyucu başlık kullanmama (%97,1) ve motosiklete binerken koruyucu başlık kullanmama (%51,8) olmuştur. Son bir ay içinde alkollü bir sürücü ile yolculuk etme ve son bir ay içinde alkollü taşıt kullanma nispeten daha düşük oranda görülmüş olup sırasıyla %16,1 ve %4,9’dur. DEHB açısından değerlendirildiğinde motosiklete binerken kask takma davranışları açısından farklı gruplardaki katılımcıların Utah ölçek puanları anlamlı farklı değilken katılımcıların Utah puanı arttıkça bisiklete binerken kask takma davranışı ve emniyet kemeri takma davranışı kötüleşiyordu. Ancak bu davranışları değerlendirirken Ülkemizde motorsiklet kullanırken kask takılmasının yasal zorunluluk olduğu ancak bisiklete binerken kask takma davranışı için aynı şeyin geçerli olmadığı ve bu davranışın bizim ülke geleneğimizde aslında hemen hemen hiç yer almadığı, sadece son yıllarda yeni gündeme girdiğini de göz önünde bulundurmamız gereklidir. Amerika Birleşik Devletleri verilerine bakıldığında bisiklete binerken kask takmama davranışı 1991 yılında %96,2 olurken 2005te 81 %83,4’e düştüğü, 2007 yılında ise %85,1 olarak bildirildiği dikkati çekmektedir (86). Bu konuda yapılacak bilgilendirme girişimleri ile bizim ülkemizde de bu riskli davranışların azalması beklenebilir. Son 1 ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk etme, alkollü araba kullanma davranışları Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça kötüleşiyordu. Bu davranışlar Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla görülüyordu. Ayrıca erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde analiz sonucunda erişkin DEHB tanısı alma olasılığını emniyet kemeri takmamanın 2,2 kat arttırdığı saptandı. Gençlerde şiddet davranışı ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Ergen ve genç erişkinlerde şiddet oranı hem kurban hem de suç işleyenler olarak çok yüksektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2003’de yaşları 10-24 yaş arasında olan 5570 genç insan öldürülmüş, 2004’de yaşları 10-24 yaş arasında değişen 750 binden fazla genç insan şiddete bağlı yaralanma nedeni ile acil servislerde tedavi edilmiştir. Tıbbi harcamalar, üretim kaybı, yaşam kalitesinin düşmesi gibi birçok nedenden ötürü gençlerde şiddetin doğrudan veya dolaylı olarak etkileri mevcuttur. Şiddet davranışı ve maruz kalan kişi profilleri incelendiğinde birçok risk etkeninin benzerliği göze çarpmaktadır. Risk etkenleri şiddet uygulanan gençte de benzerdir. Ancak risk etkenleri gençlerdeki şiddet davranışının bire bir nedeni değildir, eğilimi artıran göstergelerdir. Araştırmalarda gençlerde şiddete maruziyete ilişkin ortak bazı risk etkenleri tespit edilmiştir, bunlar; geçmişte şiddete maruz kalma veya dahil olma, DEHB veya öğrenme güçlüğü, küçük yaşlarda saldırgan davranış öyküsü bulunması, madde, alkol veya sigara kullanımı, düşük zeka, davranış/dürtü kontrolünde güçlük, sosyal bilişsel veya bilgi işlem süreçlerinde yetersizlikler, duygusal stresin fazla oluşu, psikiyatrik tedavi öyküsü, antisosyal inanışlar ve tutumlar, aile içinde çatışma ve şiddete maruz kalmadır (103,104). Çalışmamızda öğrencilerin %2,8’i son 1 ay içinde üzerinde en az bir kez tabanca taşıdığını, %11’i bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıdığını bildirmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılı verilerine göre öğrencilerin %18’i son bir ay içinde üzerinde en az bir kez tabanca, bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıdığını, %5,2’si son 1 ay içinde üzerinde en az bir kez tabanca taşıdığını, bildirmiştir (86). Gelişmiş ülkelerde gençler arasında şiddet davranışlarının yaygın olduğuna ilişkin bir izlenim vardır. Ancak ülkemizdeki verilerde yüksek oranlardadır. Ergin (105) Adana’da lise öğrencilerinde yaptığı çalışmada öğrencilerin %6,4’ünün son 1 yıl içinde üzerinde en az bir kez tabanca taşıdığını, son 1 ay içinde bıçak, çakı gibi delici ve kesici bir alet taşıma oranının %11,9 olduğunu, Kara ve ark. 82 (106) tarafından Kocaeli’nde yapılan çalışmada ise son 1 ay için tabanca, bıçak, sopa gibi bir silah taşıma oranının %10,7 olduğu bildirilmiştir. Ancak Ergin’in (105) çalışmasında son 1 yıl üzerinden değerlendirme yapılmıştır. Üniversite öğrencileri ile ilgili bir veriye ülkemiz için rastlanmamıştır. Bizim çalışmamıza katılan öğrencilerin daha düşük oranlar bildirmesi bölgesel farklılıklardan kaynaklanabilir. Ama sonuç olarak gelişmiş ülkelerdekine benzer şekilde ülkemizde de bu riskli davranışların sorun oluşturabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu açısından bakarsak çalışmamızda üzerinde tabanca ya da bıçak-çakı gibi kesici delici alet taşıma davranışlarının Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça kötüleştiği ve Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Son 1 yıl içerisinde fiziksel kavgaya karışma veya kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kalma oranları Utah ölçeğinden alınan puan arttıkça artıyordu ve Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla çıkıyordu, ancak Utah puanı ile kavga veya partner şiddetinin ağırlığı arasında korelasyon yoktu. Ayrıca kısmi remisyonda ve erişkin tüm olgular dahil DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde DEHB tanısı alma olasılığını tabanca taşımanın 3,3 kat, bıçak taşımanın 2,1 kat arttırdığı bulundu. Erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenler incelendiğinde ise özellikle tabanca taşımanın erişkin DEHB tanısı alma olasılığını 14,3 kat arttırdığı bulundu. Ergen ve genç erişkin dönemde önemli mortalite ve morbidite nedenleri olan kasıtlı ve kasıtsız yaralanmalar açısından DEHB olan kişilerin risk altında olması beklenmektedir. DEHB ile ilgili böyle bir veriye ülkemizde rastlanmamıştır. Çalışmamızda DEHB olgularının her iki alanda da risk altında olduğu saptanmıştır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireyler karşılaştıkları önemli yaşam olaylarının üstesinden gelme becerilerinin olmaması durumunda depresyon açısından risk altındadırlar. Erişkin DEHB olan kişilerde %35-50 oranında distimik bozukluk ya da majör depresyon görülebildiği (8,64-67) depresyonun daha erken yaşta ortaya çıktığı (65,67) gösterilmiştir. Çalışmamızda yapılan SCID görüşmeleri sonucunda en sık rastlanan eştanı depresyon olmuştur. Erişkin olgularda %29, kısmi remisyon da ki olgularda ise %22,1 majör depresyon eştanısı saptanmıştır. Literatüre göre biraz daha düşük oranların saptanmış olması grubumuzun tüm yaş gruplarını kapsamaması ve depresyonun başlama yaşının daha yüksek olması nedeniyle olabilir, ancak bu oranların önemli düzeyde bir depresyon komorbiditesine işaret ettiğini söylemekte mümkündür. Ayrıca son bir yıl içerisinde onbeş gün veya fazla 83 süreyle depresif duygudurum veya intihar davranışı bildirenlerin Utah Ölçeği puanlarının anlamlı derecede yüksek olduğu ve bu durumlara Utah Ölçeğinden kesim değerinin üzerinde puan alanlarda anlamlı olarak daha fazla rastlandığı, Utah Ölçek puanı arttıkça ve Utah grupları düşükten yükseğe değiştikçe intihar davranışının ağırlaştığı da bulunmuştur. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan erişkin ve ergenlerde sigara içiciliğinin genel popülasyona kıyasla daha yüksek olduğu (sırasıyla %26’ya karşın %41-42 ve %10-24’e karşın %19-46) çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Genç erişkin döneme dek izlenen DEHB’li çocukların nikotin bağımlılığı açısından yüksek risk altında olduğu gösterilmiştir. Ayrıca çalışmalarda DEHB’li bireylerin denedikten sonra da daha yüksek oranda düzenli içiciliğe geçtiği bulunmuştur. Genel toplumda sigarayı bırakma oranı %48,5 iken DEHB’lilerde %29’dur, DEHB’lilerde sigara yoksunluğu daha şiddetli olmaktadır (8,68,82). Ergenlik dönemine dek takip edilen DEHB’li çocukların akranlarına kıyasla 3 kat fazla sigara içtiği ve daha erken yaşta sigara deneyip daha erken yaşta düzenli sigara kullanıcısı oldukları, günde içtikleri sigara miktarının daha fazla olduğu gösterilmiştir (107). Toplumu temsil eden bir örneklemde genç erişkinler üzerinde yürütülen çalışmada retrospektif bildirilen DEHB semptomlarının daha erken sigaraya başlama yaşı, yaşam boyu sigara içme riski, sigara içme davranışının ilerlemesi ve daha şiddetli olması üzerine etkili olduğu ve özellikle hiperaktivite semptomlarının sigara içmeyi deneyenlerde düzenli içiciliğe ilerlemede etkili olduğu bildirilmiştir (108) Kolej öğrencileri üzerinde yürütülen çalışmada bildirilen DEHB semptomlarının şiddetinin sigara içmeyle ve esrar kullanımı ile paralel olduğu gösterilmiştir (109). Brook ve ark. (110) yaptığı prospektif çalışmada DEHB’nin ve davranım bozukluğunun erişkin dönemde sigara içilmesinin belirleyicisi olduğu bulunmuştur. Çalışmamızda da sigara ve DEHB arasındaki ilişkiye ilişkin yapılmış olan çalışmalarla uyumlu olarak sigara içme ve düzenli sigara içme oranının anlamlı olarak daha yüksek olduğu (sırasıyla %52,4’e karşın %73,9 ve %57,1’e karşın %65,8) bulunmuştur. Ayrıca DEHB olgularında sigara deneme yaşının daha düşük olduğu, günde içilen sigara sayısının daha fazla olduğu ancak sigara içme süresi ve sigara bırakmayı deneme açısından anlamlı fark olmadığı da saptanmıştır. Erken çocukluktaki davranış profilleri nedeniyle DEHB’li kişilerin kuramsal olarak alkol kullanımı açısından risk altında oldukları düşünülmektedir ve çeşitli çalışmalarda erişkin DEHB olgularında alkol kötüye kullanım ya da bağımlılığı ortalama %35 oranlarında bildirilirken (33,64,111,112) alkol bağımlılarında yapılan çalışmalarda da DEHB sıklığı %1525 oranında bildirilmektedir (111-113). Ülkemizde yapılan birkaç çalışmada alkol 84 bağımlılarında %16,7 ve %25 DEHB saptanırken (29,114), erişkin DEHB’lilerde %25 alkol kullanım bozukluğu saptanmıştır (113). Bizim çalışmamızda erişkin olgularda %11,9, kısmi remisyondaki olgularda ise %5,8 alkol kötüye kullanımı saptanmıştır. Çalışmamıza katılanların yaş ortalamasının düşüklüğü göz önüne alındığında özellikle halen tanı ölçütlerini dolduran daha şiddetli olgularda alkol kullanımının ciddi risk oluşturduğu saptanmıştır. Çalışmalarda bir diğer dikkat çekilen nokta daha erken yaşta alkolün denendiği, kötüye kullanım ve bağımlılığın daha erken yaşta ortaya çıktığı, kötüye kullanımdan bağımlılığa geçiş süresinin daha kısa olduğu, alkol kullanım bozukluğunun daha şiddetli olduğu ve remisyonun daha düşük olduğu yönündedir (31,64,111-113). Bizim çalışmamızda da alkolün denenme oranı DEHB semptomu bildirenlerde daha yüksekti. Alkol kullanmayı hiç denememiş olan ve son bir ay içerisinde alkol kullanmamış olan katılımcıların Utah Ölçek puanı anlamlı derecede düşüktü ve Utah ölçeğinden 36 ve üstü alan grupta alkol kullanmayı denemiş olanların ve son 1 ay içerisinde alkol kullanmış olanların oranı anlamlı olarak yüksekti. Ayrıca Utah puanı arttıkça ilk kez alkol kullanma yaşı azalıyordu. Bir defada 5 içkiden fazla içme olarak tanımlanan tıkınırcasına içme ya da dipsomani 18-25 yaş arası genç erişkinlerde %44 oranlarına varan sıklıkta görülebilen ve okulla ilgili ya da akran ilişkilerinde sorunlara yol açmasının yanı sıra diğer riskli davranışlarla da (riskli cinsellik, riskli taşıt kullanımı) ilişkili olan ciddi ve yıkıcı bir alkol kullanım bozukluğudur (115). DEHB’li ergen ve genç erişkinler üzerinde yapılan bir çalışmada DEHB varlığında özellikle 15-17 yaş arası tıkınırcasına içmenin kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek olduğu gösterilmiştir (116). Biz de çalışmaya katılanlarda DEHB varlığında tıkınırcasına içmenin diğer öğrencilere kıyasla artmış olduğunu saptadık. Son bir ay içerisinde alkol kullananların %23,9’u bir defada 5 içkiden fazla alkol kullanmıştı. Bu kişilerin Utah puanı kullanmayanlardan anlamlı olarak yüksekti ve Utah yüksek grupta son 1 ay içerisinde bir oturuşta 5 içkiden fazla alkol kullanma oranı diğer gruptan anlamlı yüksekti. Utah puanı arttıkça son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla içki tüketilen gün sayısı da artıyordu. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda psikoaktif madde kötüye kullanım ve bağımlılığı riskinin iki kat artmış olduğu, DEHB’de madde bağımlılığı eştanısı %40-50 olurken madde bağımlılarında DEHB eştanısının %25 olduğu ve DEHB’de daha erken yaşta kullanıma başlama, kötüye kullanım ve bağımlılık arasındaki geçiş süresinin daha kısa olması, düzelme oranlarının daha düşük olması ve madde kullanımını bırakmakta daha fazla zorlanma söz konusu olduğu gösterilmiştir. DEHB olgularının herhangi bir maddeyi diğerine tercih ettiği gösterilememiştir ve her çeşit madde kullanım bozukluğu söz konusudur 85 (8,64,66,67,76). Çalışma grubumuzdaki katılımcılar DEHB semptomu bildirmeleri durumunda madde kullanım bozukluğu açısından risk taşıyor görünüyordu. DEHB semptomu bildiren katılımcıların her çeşit madde kullanımı, en az bir çeşit madde denemiş olma ve denenmiş olan madde çeşidi açısından bakıldığında diğer gruba kıyasla risk altında olduğu gözlenmiştir. Katılımcıların %5,8’inin hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici yasa dışı madde ya da ilaç denediği çalışmamızda; %4,1’i hayatı boyunca en az 1; %0,7’si 2; %0,9’u 3 ve %0,1’i 4 farklı çeşitte uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmıştı. Hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde denemiş olanların Utah Ölçek puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksekti. Utah yüksek grupta hayatı boyunca en az bir çeşit uyarıcı-keyif verici madde ya da ilaç kullanmış olanların oranı düşük grupta kullananların oranından anlamlı yüksekti. Utah puanı arttıkça kullanılan madde çeşidi artıyordu. Ayrıca kısmi remisyon olguları ve erişkin olgular dahil tüm olgularda DEHB tanısı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde, analiz sonucunda DEHB tanısı alma olasılığını uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın 1,9 kat arttırdığı da saptanmıştır. Esrar kullanımının dikkat ve yürütücü işlevlerdeki sorunlarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir ve esrar kullanan olgularda dikkat, öğrenme, çalışma belleği gibi nöropsikolojik testlerde bozulma gösterilirken aynı zamanda DEHB sıklığının da yüksek olduğu bulunmuştur (117,118). Kannabis kötüye kullanımının erişkin olgularda %1,3 ve kısmi remisyonda olgularda %1,9 olduğu çalışma grubumuzda ayrıca DEHB varlığı katılımcıların esrar deneme olasılığını arttırıyordu. Katılımcıların %5,2’si hayatı boyunca en az bir kez esrar denemişti. Esrar deneme yaş ortalaması 17,84±2,71 idi ve esrar kullananların Utah puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksek olurken Utah yüksek grupta esrar kullananların oranı (%15,4) düşük grupta kullananların oranından (%2,8) anlamlı yüksekti. Merkezi Sinir Sistemi uyarıcısı olan ve ödüllendirici ve pozitif pekiştirici etkili kokainin DEHB’lilerde hem heyecan arama davranışının parçası olarak hem de kendi kendine tedavi amaçlı kullanıldığı düşünülmektedir. Yapılan kısıtlı sayıda çalışmada kokain bağımlılarında %12-25 DEHB sıklığı saptanmıştır ve kokain bağımlılığın tedavisinde DEHB’nin tanınma ve tedavi edilmesinin önemine değinilmektedir (76,119,120) Bizim çalışmamızda kokain bağımlılığı ya da kötüye kullanımına görüşme yapılan olgularda rastlanmamış olup kokain kullanımı katılımcılar tarafından düşük oranda bildirilmekle birlikte kullanımın DEHB varlığında olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda katılımcıların %0,69’u hayatı boyunca en az 1 kez kokain denemişti ve kokain deneme yaş ortalaması 17,67±2,00 idi. 86 Kokain kullananların Utah puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksekti. Utah yüksek grupta kokain deneyenlerin oranı düşük grupta kullananların oranından anlamlı yüksekti. Katılımcıların en erken yaşta denemiş olduğu madde çalışmamızda uçucu madde (yapıştırıcı, bali, boya ya da tiner) olarak saptandı. Katılımcıların %1,2’si hayatı boyunca en az bir kez denemişti ve bunların yaş ortalaması 16±3;44 idi. Uçucu madde kullanımı da DEHB semptomu bildirenlerde karşımıza çıkıyordu. Kullananların Utah puanı kullanmayanların puanından anlamlı yüksek olurken Utah yüksek grupta madde kullananların oranı düşük grupta kullananların oranından anlamlı yüksekti. Literatürde tek bir çalışmada uçucu madde kötüye kullanımı ve DEHB arasındaki ilişkiye değinilmiş ve uçucu madde kullananlarda Utah ölçeğinden kesme değerinin üzerinde alma oranı %83,3 olarak bildirilmiştir (121). Çalışmamızda opioid kullanımının da Utah ölçeğinden kesme puanın üzerinde olanlarda olduğu saptanmıştır. Katılımcıların %0,14’ü hayatı boyunca en az bir kez eroin denediği, eroin kullananların Utah puanının kullanmayanların puanından anlamlı yüksek olduğu ve Utah yüksek grupta eroin kullananların oranı (%0,5) düşük grupta kullananların oranından (%0,0) anlamlı yüksek olduğu saptanmıştır. Opioid bağımlılığı tedavisi alanlarda yapılan kısıtlı sayıda çalışmada %19-22 oranında olguların DEHB semptomu bildirildiği bulunurken, yarı yapılandırılmış klinik görüşmenin yapıldığı bir çalışmada DEHB’nin tek başına opioid bağımlılığına yatkınlık oluşturmadığı saptanmıştır (76,122). Öte yandan metadon tedavi programlarında DEHB semptomlarının taranması ve tedavi edilmesinin daha iyi sonuçlara yol açacağı da tartışılmaktadır (123). Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylerin cinsel sağlıkları açısından da risk taşıdığı gösterilmiştir. Çocukların genç erişkin döneme dek izlendiği çalışmada DEHB’lilerin akranlarından 1 yaş daha önce cinsel ilişki kurma eğiliminde olduğu, daha fazla gelişigüzel cinsel ilişki kurduğu bulunmuştur. Genç erişkinler ise normal popülasyona kıyasla 4 kat daha fazla cinsel yolla bulaşan hastalıklar için tedavi ediliyordu (%4’e karşın %16), daha az doğum kontrol yöntemi kullanıyor, kontrol grubunda planlanmamış gebelik oranı %4 iken DEHB’lilerde bu oran %38’e çıkıyordu. Tedavi edilmemiş erişkinlerin cinsel yolla bulaşan hastalıklara 4 kat daha fazla yakalandığı da gösterilmiştir (8). DEHB’li bireylerde daha fazla olduğu bilinen madde kullanım bozukluklarının da kişinin yargılamasını bozarak riskli cinsel davranışlara yol açabildiği saptanmıştır(124). Sadece erkek hastalar değil DEHB’li kadınlarda ergenlik dönemine girdiklerinde madde kullanımı ve cinsel açıdan riskli 87 davranışlarda bulunma riski taşırlar (34) ve DEHB ve davranım bozukluğu birlikteliği yüksek riskli cinsel davranışla ilişkilidir (125). Bizde çalışmamızda cinsel ilişkide bulunmanın, ilk kez cinsel ilişkide bulunma yaşının düşüklüğünün, cinsel partner sayısındaki fazlalığın DEHB semptomu bildirmeyle ilişkili olduğunu saptadık ancak doğum kontrol yöntemi kullanma açısından gruplar arasında fark yoktu, gebelikle sonuçlanan cinsel ilişki açısından ise sonuçlar belirleyici değildi. Tıkınırcasına yeme bozuklukları ve bulimia nervozanın genel topluma kıyasla DEHB’de daha sık olduğu ve DEHB’de yaşam boyu bulimia nervoza riskinin %3-9, yeme bozukluklarının ise %9-11’e varan oranlarda olduğu bildirilmektedir (64-66). Ayrıca bazı araştırmalarda obezite tedavisi alan erişkinlerde yüksek DEHB oranları bildirilmiştir (70,71). DEHB olan çocuklarda obezite sıklığındaki artış da dikkat çekmektedir (72) . Biz çalışmamızda yüksek oranda yeme bozukluğu eştanısı saptamadık. Çalışmamızda olgular erişkin dönemde DEHB tanısını karşılayan 1 olguda (%1,3) anoreksiya nervoza, 2 olguda (%2,6) bulimia nervoza saptanması şeklindeydi. Ancak obezite ve yeme bozuklukları lehine olacak şekilde DEHB semptomu bildiren grubun daha kilolu olduğu, kilo korumak için kusma ya da diyet yapma davranışlarının daha fazla olduğunu, sedanter davranışlarının daha çok olduğunu (fazla televizyon seyretmek, egzersiz yapmamak) saptadık. Ayrıca tüm olgular değerlendirildiğinde DEHB tanısı almayı fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı, erişkin olgular değerlendirildiğinde DEHB tanısı almayı kilo vermek için ilaç kullanmanın 7,2 kat, fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı da bulunmuştur. Sonuç olarak çalışmamızda DEHB’nin sık olduğu ve önemli oranda eştanı bulunduğu, olguların eğitimlerinin aksadığı ve psikiyatrik başvurularının olmasına rağmen DEHB açısından tedavi almadıkları saptanmıştır. Riskli sağlık davranışlarının sadece DEHB semptomu bildiren ve bildirmeyen gruplar arasında tartışılması ve bu konudaki verilerin kişisel bildirime dayalı olması çalışmamızın kısıtlılığını oluşturmuştur. Kişisel bilgileri içermeyeceği vurgulanarak öğrencilerin kendileri ile ilgili bazı konuları açıklamaktan kaçınma isteklerinin araştırmayı etkilemesi engellenmeye çalışılmıştır. Ayrıca yapılan analizlerde yüz yüze görüşme sonrası tanı almış olgularda bazı riskli davranışların DEHB’nin güçlü belirleyicisi olduğu saptanmıştır. Bu nedenle çalışmamız sorguladığımız riskli sağlık davranışlarının çoğu açısından DEHB’li bireylerin risk altında olduğunu da göstermiştir. Yüksek oranda psikiyatrik eştanı ve pek çok alanda işlevsellikte bozulmaya yol açtığı bilinen DEHB’nin tanınması ve tedavi edilmesiyle ilgili alanda güçlüklerimiz vardır. İlk engel DSM ölçütlerinin gelişimsel açıdan uygun olmamasıdır ve ölçütlerin yeniden yapılandırılması 88 erişkinlerin güçlüklerini daha iyi tanımamızı sağlayabilir. Eştanı durumlarının fazlalığı tabloyu karıştırabilir. Dikkatlerini odaklamaları gereken durumlardan kaçınarak belirtilerini telafi etmenin yolunu bulmuş olabilmeleri bir diğer güçlüğü oluşturmaktadır. DEHB sonuçları o kadar dramatik olmadığında tanınmayabilir çünkü depresyon ya da psikotik bozukluklar gibi işlevselliliği ileri derecede bozmaz ya da hastane yatışı gerektiren diğer psikiyatrik hastalıklardan farklıdır. Ayrıca işlevsellikteki dönemsel bozulmalarla giden depresyon gibi psikiyatrik hastalıklardan farklı olarak DEHB’nin kronik doğada olması bozukluğun tanınmasını güçleştiren bir diğer etkendir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun sık olduğunu, DEHB’li bireylerin eştanı, işlevsellikte bozulma, sağlığı bozan davranışlar açısından risk altında olduğunu gösterdiğimiz çalışmamızın DEHB’nin tanınma ve anlaşılmasını sağlamada katkı sağlayacağını umut ediyoruz. 89 SONUÇLAR Trakya Üniversitesi öğrencilerinde DEHB sıklığı, eştanı durumları ve riskli sağlık davranışlarının değerlendirilmesi ve bu bozukluğa sahip bireylerin psikiyatristler tarafından daha iyi tanınıp anlaşılarak sağlık hizmeti sunumunda iyileştirmeler yapılabilmesi için katkı sağlayacağını umduğumuz çalışmamızın sonuçları şu şekilde özetlenebilir: 1. Katılımcıların %18,2’si Utah ölçeğinden 36 ve üstünde puan aldı. Bu katılımcılardan görüşme yapılanların %22,1’inde hem çocukluk hem erişkin döneminde DEHB yoktu, %45,0’ı DSM- IV’e göre çocukluk döneminde DEHB ölçütlerini dolduruyordu ancak erişkin dönemde tanı ölçütlerini doldurmuyordu ve çocukluk DEHB grubu (kısmi remisyonda DEHB) olarak kabul edildi ve %32,9’u DSM-IV’e göre erişkin dönemde tanı ölçütlerini dolduruyordu ve erişkin DEHB tanısı kondu. 2. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu sıklığı hakkında erişkinler üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen verilere göre; tedavi altında olan olgular değerlendirildiğinde %0,04 gibi çok düşük bir sıklık oranından genç erişkin dönemde %7,5’e ulaşan daha yüksek sıklık oranlarına kadar ulaşabilmekte ve tüm yaş grupları değerlendirildiğinde yaklaşık %4’lük sıklık oranlarını desteklemektedir. Bizim çalışmamızda ise yüz yüze görüşülen, görüşme yapmayı kabul etmeyen ve görüşme yapmayı kabul eden ama verilen randevuya gelmeyen katılımcılar arasında sosyodemografik veriler açısından anlamlı fark olmadığı saptanmamış ve araştırma grubunda erişkin DEHB tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuştur. 90 3. Çocukluktan erişkinliğe geçen olguların izlendiği uzunlamasına çalışmalarda; genç erişkin dönemde hastalık ölçütlerini karşılama oranları %31-66 aralığında bildirilmektedir. Bizim çalışmamızda çocukluk DEHB’ sinin olguların %42,2’sinde erişkin dönemde de DSM-IV’e göre DEHB ölçütlerini karşılamaya devam ettiği saptanmıştır. 4. Alt tiplendirmeler hakkındaki uzunlamasına çalışmalarda öncelikle hiperaktiviteimpulsivitenin önde geldiği tip olarak başlayan hastalığın daha sonra dikkatsizlik belirtilerinin de eklenmesiyle birleşik tipe döndüğü ve erişkin dönemde hiperaktivitenin azalmasıyla dikkatsizliğin önde geldiği tipin baskın olduğu saptanmıştır. Biz erişkin DEHB grubunda %44,7 DSM-IV’e göre DEHBdikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9 DEHB-Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve %22,4 DEHB-Bileşik tip saptadık. 5. Hem erişkin tanısı alan olgularda hem de kısmi remisyonda olgularda en sık karşılanan DSM ölçütleri sırasıyla üzerine aldığı görevlerde ya da etkinliklerde dikkatinin dağılması, dikkatin dış uyaranlarca kolayca dağılması, çoğu zaman sırasını beklemesi gereken durumlarda güçlük çekme, üzerine aldığı işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk çekme, çok konuşma ve öznel huzursuzluk olmuştur. Dikkat eksikliği belirtilerinden halen yakınma kısmi remisyonda saptanan olgularda %75 ve erişkin tanısı alan olgularda %94,8 ve hiperaktivite/dürtüsellik belirtilerinden halen yakınma sırasıyla %25,9 ve %59,3 idi. Kısmi remisyonda ve erişkin olguların sırasıyla %29,9 ve %21’i hiperaktivite dürtüsellik belirtilerinin 12-18 yaş arası azaldığını bildirmiştir. Hiperaktivite belirtilerini 7 yaş öncesi bildirme oranı kısmi remisyonda DEHB’de %88,6 ve DEHB olgularında %87, dikkat eksikliği belirtilerinin başlama yaşı olarak remisyonda DEHB’de %49,1 ve DEHB olgularında %55,3 oranında ilkokul yılları bildirilmiştir. 6. Erişkin olgular üzerinde yapılan çalışmalarda herhangi bir eştanı alma sıklığı %65-89 oranında bildirilmiştir. Çalışmamızda erişkin olgularda herhangi bir eştanı alma sıklığı %64,5, kısmi remisyondaki olgularda %51 oranında olmuştur. Erişkin tanısı alan olgularda sıklık sırasına göre sırasıyla %29,0 majör depresyon, %29,0 özgül fobi, %11,9 alkol kötüye kullanımı, %7,8 sosyal fobi, %5,3 farklılaşmamış somatoform bozukluk, %2,6 bulimia nervoza, %1,3 anoreksiya nervoza, %1,3 BTA anksiyete bozukluğu, %1,3 agorafobi olmadan panik bozukluğu, %1,3 kannabis kötüye kullanımı, %1,3 travma sonrası stres bozukluğu, %1,3 uyum bozukluğu ve %1,3 OKB 91 eştanısı saptanmıştır. Kısmi remisyon da ki olgularda ise sıklık sırasına göre sırasıyla %22,1 majör depresyon, %20,2 özgül fobi, %18,3sosyal fobi, %5,8 alkol kötüye kullanımı, %5,8 BTA anksiyete bozukluğu, %2,9 travma sonrası stres bozukluğu, %1,9 kannabis kötüye kullanımı, %0,9 bipolar II bozukluğu %0,9 farklılaşmamış somatoform bozukluk, %0,9 uyum bozukluğu ve %0,9 OKB eştanısı saptadık. 7. Riskli sağlık indeksi ortalama skorlarına etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde analiz sonucunda cinsiyet, anne eğitimi, baba eğitimi, gelir, utah skoru, yaş ve okul tipinin RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu. 8. Görüşme yapılan olgularda RSİ ortalama skorlarına etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde analiz sonucunda cinsiyet, ailede birilikte yaşayan kişi sayısı ve DEHB tanısı almanın RSİ üzerine etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu. 9. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan olgularda erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde yöntem tarafından ayıklanan değişkenlerden sonra Utah ölçeği depresyon alt skoru ve Utah ölçeği davranış sorunları alt skoru değişkenlerinin etki eden anlamlı etkenler olduğu bulundu. 10. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı almaya (kısmi remisyonda olgular ve erişkin olgular dahil tüm DEHB olguları) etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde analiz sonucunda DEHB tanısı alma olasılığını yüksekokulda okumanın 1,7 kat, Utah irritabilite alt skorunun 1,2 kat, Utah depresyon alt skorunun 1,1 kat, Utah davranış sorunları alt skorunun 1,1 kat, Utah dikkat eksikliği alt skorunun 1,2 kat, uyarıcı keyif verici madde sayısındaki artışın 1,9 kat, tabanca taşımanın 3,3 kat, bıçak taşımanın 2,1 kat, fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı bulundu. 11. Erişkin DEHB tanısı almaya etki eden değişkenlerin incelendiği regresyon modelinde analiz sonucunda erişkin DEHB tanısı alma olasılığını. Utah irritabilite alt skorunun 1,1 kat, Utah depresyon alt skorunun 1,1 kat, Utah davranış sorunları alt skorunun 1,1 kat, Utah dikkat eksikliği alt skorunun 1,1 kat, emniyet kemeri takmamanın 2,2 kat, tabanca taşımanın 4,3 kat, kilo vermek için ilaç kullanmanın 7,2 kat, fazla televizyon seyretmenin 1,7 kat arttırdığı bulundu. 12. Riskli sağlık davranışları açısından değerlendirildiğinde hemen hemen sorguladığımız tüm riskli sağlık davranışları açısından DEHB semptomu bildiren yani Utah ölçeğinden yüksek puan alan katılımcıların risk altında olduğunu saptadık. Bisiklete 92 binerken kask takma davranışı, emniyet kemeri takma davranışı, son bir ay içerisinde alkollü sürücü ile yolculuk etme ve son bir ay içerisinde alkollü araba kullanma, son bir ay içerisinde üzerinde tabanca veya bıçak taşıma, son bir yıl içerisinde fiziksel kavgaya karışma veya kız veya erkek arkadaşı tarafından fiziksel şiddete maruz kalma, son bir yıl içerisinde 15 gün veya fazla süreyle depresif duygudurum bildirme, düzenli sigara içme, alkol kullanmayı deneme, son bir ay içerisinde alkol kullanma, son bir ay içerisinde bir defada 5 içkiden fazla alkol kullanma, daha erken yaşta alkol kullanma, esrar, kokain, uçucu madde, eroin, uyarıcı-keyif verici yasa dışı ilaç kullanma, cinsel partner sayısındaki fazlalık, daha kilolu olma, kilo korumak için kusma ya da diyet yapma davranışları ve sedanter davranışların Utah Ölçeğinden yüksek puan alan grupta daha fazla göründüğü saptanmıştır. 93 ÖZET Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağında başlayan, etkisini yaşam boyu sürdüren kronik bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Bu çalışmada önemli bir toplum sağlığı sorunu olan bu bozukluğun üniversite öğrencilerindeki sıklığını saptamak, eşlik eden sorunlar ve riskli sağlık davranışları açısından durumlarını belirlemek ve psikiyatrik eştanıları saptamak amaçlanmıştır. Kesitsel tanımlayıcı desende tasarlanmış ve evrenini Trakya Üniversitesinin Edirne şehir merkezindeki bütün fakülte ve yüksekokullarında eğitim gören öğrencilerin oluşturduğu araştırmamızda evreni temsil edecek örneklem tabakalı küme örneklemi ile belirlenmiş ve Trakya Üniversitesinde okuyan öğrencilerin %14,9’una ulaşılarak haklarında bilgi toplanmıştır. Öğrenciler içinde Wender Utah Ölçeği olan ve riskli sağlık davranışlarını sorgulayan bir anket doldurmuş, ölçekten 36 puan üstü alan ve görüşmeyi kabul eden öğrencilerle yüzyüze görüşülmüştür. Çalışmamızda Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tahmini sıklığı %5,9 olarak bulunmuş, %44,7’sinde dikkatsizliğin önde geldiği tip; %32,9’unda Hiperaktivite-İmpulsivitenin önde geldiği tip ve %22,4’ünde Bileşik tip Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu saptanmıştır. Erişkin olgularda herhangi bir eştanı alma sıklığı %64,5, kısmi remisyondaki olgularda %51 oranında olmuştur. Erişkin olgularda sıklık sırasına göre sırasıyla %29,0 majör. depresyon, %29,0 özgül fobi, %11,9 alkol kötüye kullanımı, kısmi remisyon da ki olgularda ise sıklık sırasına göre sırasıyla %22,1 majör depresyon, %20,2 özgül fobi, %18,3 sosyal fobi eştanısı saptanmıştır. Ayrıca sorguladığımız riskli sağlık davranışlarının neredeyse tümü açısından Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylerin risk altında olduğu da gösterilmiştir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun erişkinlikte aldığı biçimlerin ve yaratabileceği psikiyatrik sorunların psikiyatri uzmanları tarafından bilinmesine ciddi bir gereksinim vardır. Çalışmamızın bu eksikliği giderme ve 94 Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bireylere uygulanan sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi açısından fayda sağlamasını umut ediyoruz. Anahtar kelimeler: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu yaygınlığı, erişkin DEHB, eştanı, riskli sağlık davranışları. 95 THE PREVALENCE AND COMORBIDITY OF ATTENTION DEFICIT HYPERACTIVITY DISORDER AND EVALUATION OF THE RISKY HEALTH BEHAVIORS IN UNIVERSITY STUDENTS SUMMARY Attention deficit hyperactivity disorder is a chronic neuropyschiatric disorder influencing one’s life at all ages starting from childhood. In our study we aimed to find out the prevalence of this important public health issue and to evaluate the comorbid disorders and health risk behaviours at university students. The universe of this cross sectional descriptive study was consisted of all the faculty and college students of Trakya University at the city centre of Edirne. The representative sample was determined via stratified clustered sampling and we contacted to 14.9% of all students of Trakya University to gather information. A questionnaire form which included the Wender Utah scale and questions about risky health behaviours were answered by the students and the ones whose Wender Utah scale were above 36 points were interviewed face to face with their consent. The estimated prevalence of attention deficit hyperactivity disorder was found to be 5.9% and 44.7% of the cases being the inattentive type, 32.9% the hyperactive-impulsive type and 22.4% the combined type. The rate of any comorbid psychiatric disorders at the adult cases was 64.5% and at partial remission cases it was 51%. For the adult cases 29% had comorbid major depression, 29% had specific phobia and 11.9% had alcohol abuse and for the partial remission cases 22.1% had comorbid major depression, 20.2% had specific phobia, 18.3% had social phobia. We have also found 96 out that nearly all of the risky health behaviours that we had questioned were seen at higher rates in attention deficit hyperactivity disorder cases. The adult form of attention deficit hyperactivity disorder and its psychiatric consequences should be recognised and known by psychiatrists. At our study we targeted the problems regarding this area and our expectation is the improvement of the health services for attention deficit hyperactivity disorder cases. Key words: Attention deficit hyperactivity disorder prevalence, adult ADHD, comorbidity, risky health behaviours. 97 KAYNAKLAR 1. Hechtman L, McGough JJ. Dikkat Eksikliği Bozuklukları (Çeviri: Öner Ö, Aysev A.). Aydın H, Bozkurt A. (Editörler). Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8.baskı. Ankara:Güneş Tıp Kitabevi; 2007. s.3183-205. 2. Öner Ö, Arsev AS. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. Arsev AS, Taner YI. (Editörler).Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları’nda. İstanbul: Golden Print; 2007. s.397-421. 3. Kessler RC, Adler L, Barkley R, Biederman J, Conners K, Demler O. et al. The Prevalence and Correlates of Adult ADHD in the United States: Results From the National Comorbidity Survey Replication. Am J Psychiatry 2006; 163:716–23. 4. Thome J, Jacobs KA. Attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) in a 19th century children’s book. European Psychiatry 2004; 19:303–6. 5. Doyle BB. Understanding and Treating Adults with Attention Deficit Hyperactivity Disorder. 1st ed. Washington, London: American Psychiatric Publishing, 2006:1-313. 6. Barkley RA, Murphy KR, Fischer M. Attention Deficit Hyperactivity Disorder in Adults. What the Science Says. 1st ed. Newyork, London: The Guilford Press, 2008:1-467. 7. Greydanus DE, Pratt HD, Patel DR. Attention Deficit Hyperactivity Disorder Across the Lifespan: The Child, Adolescent, and Adult. Dis Mon 2007;53:70-131. 8. Adler LA, Spencer TJ, Stein MA, Newcorn JH. Best Practices In Adult ADHD: Epidemiology, Impairments, And Differential Diagnosis. CNS Spectrums 2008;13:2-19. 9. Shorter E. A Historical Dictionary of Psyhiatry. 1st ed. New York: Oxford University Press, 2005:32-4. 10. Schneider M, Retz W, Coogan A. Thome J, Rösler M. Anatomical and functional brain imaging in adult attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD) – A neurological view. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2006;256:32–4. 98 11. Spencer TJ, Biederman J, Mick E. Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder: Diagnosis, Lifespan, Comorbidities, and Neurobiology. Journal of Pediatric Psychology 2007;32:631–42. 12. McGough JJ, McCracken JT. Adult Attention Deficit Hyperctivity Disorder: Moving Beyond DSM-IV. Am J Psychiatry 2006;163:1673-5. 13. Martin A. The Hard Work Of Growing Up With ADHD. Am J Psychiatry 2005;162:1575-7. 14. Clarke S, Kohn HMR. Attention deficit disorder:not just for children. Internal Medicine Journal 2005;35:721-5. 15. Rickel AU, Brown RT. Attention Deficit Hyperctivity Disorder in Children and Adults. 1st ed. Germany: Hogrefe Huber Publishers, 2007:1-57. 16. Weiss M, Hetchman LT, Weis G. ADHD in Adults. A Guide to Current Theory, Diagnosis and Treatment. 1st ed. Maryland: John Hopkins University Press, 1999:1-345. 17. Schlander M, Schwarz O, Trott GE. Who cares for patients with attentiondeficit/hyperactivity disorder (ADHD)? Eur Child Adolesc Psychiatry 2007;16:430-8. 18. Motavallı N. Kentsel kesimde Türk İlkokul çocuklarında “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun” Nozolojik bağlamda prevalansının araşırılması (tez). İstanbul: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi;1994. 19. Şenol S. Dikkat Eksikliği yıkıcı davranış bozukluklarının klinik özellikleri, aynı grup ve diğer DSM-IV tanılarıyla birliktelikleri, risklerin ve tedavi eğiliminin belirlenmesi (tez). Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi;1996. 20. Albayrak C. Bursa ilinde bir ilkokul örnekleminde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu sıklığı ve ilgili sosyodemografik özellikler (tez). Bursa: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi;1998. 21. Yazgan Y. Hiperaktif Çocuk Büyüdüğünde: Erişkinlikte Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu. Galenos 2006;121:135-43. 22. Rasmussen P, Gillberg C. Natural outcome of ADHD with developmental coordination disorder at age 22 years: a controlled, longitudinal, community-based study. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry. 2000; 39(11):1424-31. 23. Mannuzza S, Klein RG, Bessler A, Malloy P, LaPadula M. Adult outcome of hyperactive boys. Educational achievement, Occupational rank and Psychiatric status. Arch Gen Psychiatry. 1993;50(7):565-76. 24. Barkley RA, Fischer M, Smallish L, Fletcher K. The persistence of attention deficit hyperactivity disorder into young adulthood as a function of reporting source and definition of disorder. J Abnorm Psychol. 2002;111(2):279-89. 25. Yargıç İ, Özdemiroğlu FA. Erişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu. Işık E, Taner E, Işık U. (Editörler).Güncel Klinik Psikiyatri’de. İstanbul: Golden Print; 2008. s.477-93. 99 26. Fayyad J, DeGraaf R, Kessler R, Alonso J, Angermeyer M, Demyttenaere K. et al. CrossNational Prevalence And Correlates Of Adult Attention-Deficit Hyperactivity Disorder. British Journal of Psychiatry 2007;190:402-9. 27. Tamam L, Tuğlu C, Karataş C, Özcan S. Adult attention-deficit hyperactivity disorder in patients with bipolar I disorder in remission: Preliminary study. Psychiatry and Clinical Neurosciences 2006;60:480–5. 28. Tamam L, Karakuş G, Özpoyraz N. Comorbidity of adult attention-deficit hyperactivity disorder and bipolar disorder: prevalence and clinical correlates. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2008;807:406-8. 29. Toksöz K. Alkol Bağımlılığı ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (tez). İzmir: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi;2000. 30. Güneş VD. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerin Ana Babalarında Psikiyatrik Özellikler ve DEHB’nun Araştırılması (tez). İzmir: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1999. 31. Taybıl B. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Anne ve Babalarında Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Belirtilerinin Taranması (tez). İstanbul: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi;1999. 32. Tuğlu. C. Dikkat Eksikliği / Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Babalarında Bu Tanının ve Ruhsal Durumun Gözden Geçirilmesi (tez). Edirne: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi;1996. 33. Biederman J, Faraone SV, Monuteaux MC, Bober M, Cadogen E. Gender Effects on Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder in Adults, Revisited. Biol Psychiatry 2004;55:692–700. 34. Quinn PO. Treating Adolescent Girls and Women With ADHD: Gender-Specific Issues. JCLP 2005;61:579–87. 35. Wolf LE, Wasserstein J. Adult ADHD-Concluding thoughts. Ann N Y Acad Sci 2001;931:396-408. 36. Rommelse NNJ, Altink ME, DeSonneville LMJ. Are Motor Inhibition and Cognitive Flexibility Dead Ends in ADHD? J Abnorm Child Psychol 2007;35:957–67. 37. Stahl SM. (Çeviri: Taneli B, Taneli Y.). Temel Psikofarmakoloji. 2.baskı. Ankara:Yelkovan Yayıncılık; 2003:59-467. 38. Cabral P. Attention deficit disorders: Are we barking up the wrong tree? European journal of paediatric neurology 2006;10:66–77. 39. Millichap JG. Etiologic Classification of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder. Pediatrics 2008;121:358-65. 40. Seidman LJ, Valera EM, Makris N. Dorsolateral prefrontal and anterior cingulate cortex volumetric abnormalities in adults with attention-deficit/hyperactivity disorder identified by magnetic resonance imaging. Biol. Psychiatry 2006;60:1071-80. 100 41. Castellanos; FX, Lee PP, Sharp W. Developmental Trajectories of Brain Volume Abnormalities in Children and Adolescents with Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder. JAMA 2002;288:1740-8. 42. Rösler M, Retz W, Thome J. Psychopathological rating scales for diagnostic use in adults with attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2006;256:3-11. 43. Haberstick BC, Timberlake D, Hopfer CJ, Lessem JM, Ehringer MA, Hewitt JK. Genetic and environmental contributions to retrospectively reported DSM-IV childhood attention deficit hyperactivity disorder. Psychological Medicine 2008;38: 1057–66. 44. Tuğlu C. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun Genetiği. 3P Psikiyatri, Psikoloji, Psikofarmakoloji Dergisi 2004;12(2):89-94. 45. Thapar A, Langley K, Asherson P, Gill M. Gene-Environment İnterplay in AttentionDeficit Hyperactivity Disorder And The İmportance Of A Developmental Perspective. British Journal Of Psychiatry 2007;190:1-3. 46. Todd RD, Neuman RJ. Gene Environment Interactions in the Development of Combined Type ADHD. American Journal of Medical Genetics Part B (Neuropsychiatric Genetics) 2007;144:971–5. 47. Pineda DA, Palacio LG, Puerta IC, Mercha’n V, Arango CP, Galvis AY. et al. Environmental influences that affect attention deficit/hyperactivity disorder. Study of a genetic isolate. Eur Child Adolesc Psychiatry 2007;16:337–46. 48. Knopik VS, Heath AC, Jacob T, Slutske WS, Bucholz KK, Madden PAF. et al. Maternal Alcohol Use Disorder And Offspring ADHD. Disentangling Genetic And Environmental Effects Using A Children-Of-Twins Design. Psychological Medicine 2006;36:1461–71. 49. Tuğlu C, Ayas M, Abay E. Erişkinlerde Dikkat Eksikliği / hiperaktivite bozukluğu. Psikiyatri Bülteni 1995;3:142-4. 50. Murphy P, Schachar R. Use Of Self-Ratings In The Assessment Of Symptoms Of Attention Deficit Hyperactivity Disorder In Adults. Am J Psychiatry 2000; 157:1156–59. 51. Wender PH. Attention Deficit Hyperctivity Disorder in Children, Adolescents and Adults. 1st ed. Newyork: Oxford University Press, 2000:1-271. 52. Barkley RA, Biederman J. Toward a broader definition of the age-of-onset criterion for attention-deficit hyperactivity disorder. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 1997;36(9):1204-10. 53. Faraone SV, Biederman J, Spencer T. Diagnosing Adult Attention Deficit Hyperactivity Disorder: Are Late Onset and Subthreshold Diagnoses Valid? Am J Psychiatry 2006;163:1720–9. 54. Shur S, Gau F. Parental and family factors for attention-deficit hyperactivity disorder in Taiwanese children. Australian and New Zealand Journal of Psychiatry, 2007;41:688-96. 101 55. Minde K, Eakin L, Hechtman L. The psychosocial functioning of children and spouses of adults with ADHD. Journal of Child Psychology and Psychiatry 2003; 44:637–46. 56. Wasserstein J. Diagnostic Issues for Adolescents and Adults With ADHD. JCLP 2005;61(5):535–47. 57. Young JL. Grown Up. A Guide to Adolescant and Adult Attention Deficit Hyperctivity Disorder. 1st ed. Newyork, London:W. W. Norton & Company Press, 2007:1-303. 58. Safren SA, Perlman CA, Sprich S, Otto. MW. Mastering Your Adult ADHD. A Cognitive Behavioral Treatment Program. 1st ed. New York:Oxford University Press, 2005:5-146. 59. Tuğlu C. Bipolar Bozukluk ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Arasındaki İlişki. Duygudurum Bozuklukları 2001;5:247-51. 60. Manassis K, Tannock R, Young A. Cognition in anxious children with attention deficit hyperactivity disorder: a comparison with clinical and normal children. Behavioral and Brain Functions 2007;3:4-14. 61. Pekcanlar A. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda komorbidite, DSM-IV belirti sıklığı ve aile işlevleri (tez). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1998. 62. Soykan AA. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocukların ruhsal ve organik yönden araştırılması (tez). Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1991. 63. Tahiroğlu YA. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu tanısı alan çocukların sosyodemografik özellikleri, eşlik eden bozukluklar ve tedavi yaklaşımları (tez). Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi;2003. 64. Sobanski E. Psychiatric comorbidity in adults with attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2006;256:26–31. 65. Sobanski E, Brüggemann D, Alm B. Psychiatric comorbidity and functional impairment in a clinically referred sample of adults with attention-deficit/hyperactivity disorder (ADHD). Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 2007;11:712-8. 66. Sobanski E, Bruggemann D, Alm B. Subtype differences in adults with attentiondeficit/hyperactivity disorder (ADHD) with regard to ADHD-symptoms, psychiatric comorbidity and psychosocial adjustment. European Psychiatry 2008;23:142-9. 67. McGough JJ, Smalley SL, McCracken JT. Psychiatric Comorbidity in Adult Attention Deficit Hyperactivity Disorder: Findings From Multiplex Families. Am J Psychiatry 2005;162:1621–7. 68. Biederman J, Monuteaux MC, Mick E. Young Adult Outcome Of Attention Deficit Hyperactivity Disorder: A Controlled 10-Year Follow-Up Study. Psychological Medicine 2006;36:167–79. 69. Fischer AG, Bau CHD, Grevet EH. The role of comorbid majör depressive disorder in the clinical presentation of adult ADHD. Journal of Psychiatric Research 2007;41:991–6. 102 70. Altfas JR. Prevalence of attention deficit/hyperactivity disorder among adults in obezity treatment. BMC Psychiatry 2002;2:9-17. 71. Fleming JP, Levy LD, Levitan RD. Symptoms of attention deficit hyperactivity disorder in severely obese women. Eat Weight Disord 2005;10(1):10-3. 72. Davis C, Levitan RD, Smith M. Tweed S, Curtis C. Associations among overeating, overweight, and attention deficit/hyperactivity disorder: A structural equation modelling approach.Eating Behaviors 2006;7:266–74. 73. Wilson JJ. ADHD and Substance Use Disorders: Developmental Aspects and the Impact of Stimulant Treatment. The American Journal on Addictions 2007;16:5–13. 74. Faraone SV, Wilens TE, Petty C, Antshel K, Spencer T, Biederman J. Substance Use among ADHD Adults: Implications of Late Onset and Subthreshold Diagnoses. The American Journal on Addictions 2007;16:24-34. 75. Putnis AL. Substance Use Among Young Offenders: Thrills, Bad Feelings, or Bad Behavior? Substance Use & Misuse 2006;41:415–22. 76. Kalbag AS, Levin FR. Adult ADHD and Substance Abuse: Diagnostic and Treatment Issues. Substance Use & Misuse 2005;40:1955–81. 77. Adler LA. Familial Transmission of ADHD and Psychoactive Substance Use Disorders. Am J Psychiatry 2008;165:11-2. 78. Szobot CM. Rohde LA, Bukstein O, Molina BSG, Martins C. Is attentiondeficit/hyperactivity disorder associated with illicit substance use disorders in male adolescents? A community-based case–control study. Addiction 2007;102:1122–30. 79. Faraone SV, Biederman J. Wilens TE, Adamson JA Naturalistic Study Of The Effects Of Pharmacotherapy On Substance Use Disorders Among ADHD Adults. Psychological Medicine 2007;37:1743–52. 80. Volkow ND, Swanson JM. Does Childhood Treatment Of ADHD With Stimulant Medication Affect Substance Abuse İn Adulthood? Am J Psychiatry 2008;165:553-5. 81. Wilens TE, Faraone SV, Biederman J, Gunawardene S. Does Stimulant Therapy of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder Beget Later Substance Abuse? A Meta-analytic Review of the Literature. Pediatrics 2003;111;179-85. 82. McClernon FJ, Kollins SH, Lutz AM. Effects of smoking abstinence on adult smokers with and without attention deficit hyperactivity disorder: results of a preliminary study. Psychopharmacology 2008;197:95–105. 83. Poltavski DV, Petros T. Effects of transdermal nicotine on attention in adult non-smokers with and without attentional deficits. Physiology & Behavior 2006; 87:614–24. 84. McClernon FJ, Fuemmeler BF, Kollins SH. Interactions between genotype and retrospective ADHD symptoms predict lifetime smoking risk in a sample of young adults. Nicotine & Tobacco Research 2008;10:117–27. 103 85. Gehricke JG, Whalen CK, Jamner LD. The reinforcing effects of nicotine and stimulant medication in the everyday lives of adult smokers with ADHD: A preliminary examination. Nicotine & Tobacco Research 2006;8:37–47. 86. Centers for Disease Control and Prevention. Youth risk behavior surveillance. United States. Morbidity & Mortality Weekly Report. [serial online]. 2007. http://www.cdc.gov/HealthyYouth/YRBS/. 87. Rodriguez D, Tercyak KP, McGovern JA. Effects of Inattention and Hyperactivity/Impulsivity Symptoms on Development of Nicotine Dependence from Mid Adolescence to Young Adulthood. Journal of Pediatric Psychology 2008;33(6):563–75. 88. Flory K, Lynam DR. The Relation Between Attention Deficit Hyperactivity Disorder and Substance Abuse: What Role Does Conduct Disorder Play? Clinical Child and Family Psychology Review 2003;6:1-16. 89. Sprafkin J, Gadow KD, Weiss M. Psychiatric Comorbidity in ADHD Symptom Subtypes in Clinic and Community Adults. Journal of Attention Disorders. 2007;11:114-24. 90. Biederman J, Faraone SV, Spencer TJ, Mick E, Monuteaux MC, Aleardi M. Functional impairments in adults with self-reports of diagnosed ADHD: A controlled study of 1001 adults in the community. J Clin Psychiatry 2006;67(4):524-40. 91. Able SL, Johnston JA, Adler LA, Swindle RW. Functional And Psychosocial İmpairment in Adults with Undiagnosed ADHD. Psychological Medicine 2007;37:97–107. 92. Öncü B, Ölmez Ş, Şentürk V. Wender Utah Derecelendirme Ölçeği Türkçe formunun Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda geçerlilik ve güvenilirlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 2005;16(4):252-9. 93. Brener ND, Kann L, McManus T, Kinchen SA, Sundberg EC, Ross JG. Reliability of the 1999 youth risk behavior survey questionnaire. J Adolesc Health 2002;31:336-42. 94. Pyeritz RE. Yeme Bozuklukları (Çeviri: Özşahin K.) Mıstık S.(Editör). Cecil Essentials of Medicine, 7.baskı. Ankara: Nobel Tıp Kitabevi;2008. s.605-12. 95. Çorapçıoğlu A, Aydemir Ö, Yıldız M, Esen A, Köroğlu E. DSM-IV Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme, Klinik Versiyon, SCID-I. Ankara:Hekimler Yayın Birliği,1999. 96. Kessler RC, Adler LA, Barkley R. Patterns And Predictors Of AttentionDeficit/Hyperactivity Disorder Persistence İnto Adulthood: Results From The National Comorbidity Survey Replication. Biol Psychiatry 2005;57:1442–51. 97. Castle L, Aubert RE, Verbrugge RR, Khalid M, Epstein RS. Trends in medication treatment for ADHD. J Atten Disord. 2007;10(4):335-42. 98. T.C. Sağlık Bakanlığı, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü. Türkiye hastalık yükü çalışması. Ankara:2004. 104 99. Ouimet MC. Morton BS. Noelcke EA. Perceived Risk and Other Predictors and Correlates of Teenagers' Safety Belt Use During the First Year of Licensure. Traffic Injury Prevention 2008;9:1–10. 100. Vassallo S, Smart D, Sanson A. Risky driving among young Australian drivers II: Cooccurrence with other problem behaviours. Accident Analysis and Prevention 2008; 40:376–86. 101. Thompson AL, Molina BSG, JrPelham W, Gnagy EM. Risky Driving in Adolescents and Young Adults with Childhood ADHD. Journal of Pediatric Psychology 2007;32(7):745– 59. 102. Fischer M, Barkley RA, Smallish L, Fletcher K. Hyperactive children as young adults: Driving abilities, safe driving behavior, and adverse driving outcomes. Accident Analysis and Prevention 2007;39:94–105. 103. Centers for Disease Control and Prevention. Youth violence: Fact Sheet. [serial online]. 2007. http://www.cdc.gov/ViolencePrevention/youthviolence 104. Rudatsikira E, Muula AS, Siziya S. Variables associated with physical fighting among US high-school students. Clinical Practice and Epidemiology in Mental Health 2008;4:16-24. 105. Ergin A. Adolesanların Sık Karşılaştığı Kasıtsız Ve Kasıtlı Yaralanmalara Yönelik Riskli Davranışların Adana İl Merkezindeki Lise Öğrencileri Arasındaki Yaygınlığı (tez). Adana: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2002. 106. Kara B, Hatun Ş, Aydoğan M, Babaoğlu K, Gökalp AS. Kocaeli ilindeki lise öğrencilerinde sağlık açısından riskli davranışların değerlendirilmesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2003;46:30-7. 107. Molina BSG, Marshal MP, Pelham WE, Wirth RJ. Coping Skills and Parent Support Mediate the Association Between Childhood Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder and Adolescent Cigarette Use. Journal of Pediatric Psychology 2005;30(4):345–57. 108. Fuemmeler BF, Kollins SH, McClernon F. Attention Deficit Hyperactivity Disorder Symptoms Predict Nicotine Dependence and Progression to Regular Smoking from Adolescence to Young Adulthood. Journal of Pediatric Psychology 2007;32(10):1203– 13. 109. Upadhyaya HP, Carpenter MJ. Is Attention Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) Symptom Severity Associated with Tobacco Use? The American Journal on Addictions, 2008;17:195–8. 110. Brook JS, Duan T, Zhang C. The Association between Attention Deficit Hyperactivity Disorder in Adolescence and Smoking in Adulthood. The American Journal on Addictions 2008;17:54–9. 111. Ohlmeier MD, Peters K, Wildt BT, Zedler M, Ziegenbein M. Comorbidity Of Alcohol And Substance Dependence With Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder (ADHD). Alcohol & Alcoholism 2008;43(3):300–4. 105 112. Kim JW, Park CS, Hwang JW, Shin MS, Hong KE. Clinical and Genetic Characteristics of Korean Male Alcoholics with and without Attention Deficit Hyperactivity. Alcohol & alcoholism 2006;41(4):407–11. 113. Biçer D. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Erişkinlerin Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite, Dürtüsellik Belirtileri ile Eştanı ve Psikososyal Profili (tez). İstanbul: Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi; 2004. 114. Tuğlu C, Vardar E, Abay E. Alkol Bağımlılarında Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Tanısı ve Kişilik Özellikleri. 5. Gazi Psikiyatri Günleri İnteraktif Sempozyum Özet Kitabı s.225, Antalya, 2001. 115. Ventura HE, Gibson CL, Miller JM, Piquero JM. Binge Drinking: Patterns, Explanations, and Policy. Preedy V.R, Ross R.(Ed). In:Comprehensive Handbook of Alcohol Related Pathology vol 1, London:Academic Pres; 2004; pp:59-73. 116. Molina BSG, Pelham WE, Gnagy EM, Thompson AL, Marshal MP. AttentionDeficit/Hyperactivity Disorder Risk for Heavy Drinking and Alcohol Use Disorder Is Age Specific. Alcohol Clin Exp Res 2007;31(4):643–54. 117. Harvey MA, Selman JD, Porter RJ, Frampton CM. The relationship between non-acute adolescent cannabis use and cognition. Drug and Alcohol Review 2007;26:309–19. 118. Fergusson DM, Boden JM. Cannabis use and adult ADHD symptoms. Drug and Alcohol Dependence 2008;95:90–6. 119. Soler AR, Martinez AV, Munuera JN. Cocaine and other psychostimulant consumption: their relationship with the childhood hyperactivity syndrome. Actas Esp Psiquiatr 2004;32(6):346-52. 120. Levin FR, Bisaga A, Raby W, Aharonovich E, Rubin E. Effects of major depressive disorder and attention-deficit/hyperactivity disorder on the outcome of treatment for cocaine dependence. Journal of Substance Abuse Treatment 2008;34:80–9. 121. Matsumoto T, Kamijo A, Yamaguchi A, Iseki E, Hirayasu Y. Childhood Histories of Attention-Deficit Hyperactivity Disorders in Japanese Methamphetamine and Inhalant Abusers: Preliminary Report. Psychiatry and Clinical Neurosciences 2005;59:102–5. 122. Davids E, Bünau UV, Specka M, Fischer B, Scherbaum N, Gastpar M. History Of Attention-Deficit Hyperactivity Disorder Symptoms And Opioid Dependence: A Controlled Study. Progress İn Neuro-Psychopharmacology & Biological Psychiatry 2005;29:291–6. 123. Kolpe M, Carlson GA. Influence of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder Symptoms on Methadone Treatment Outcome. The American Journal on Addictions. 2007;16:46–8. 124. Dunn MS, Ilapogu V, Taylor LS, Naney C, Blackwell R. Self Reported Substance Use an Sexual Behaivors Among Adolescents in a Rural State. Journal of School Health 2008;78(11):587-93. 106 125. Monuteaux MC, Faraone SV, Gross LM, Biederman J. Predictors, Clinical Characteristics, And Outcome Of Conduct Disorder İn Girls With Attention-Deficit/ Hyperactivity Disorder: A Longitudinal Study. Psychological Medicine 2007;37:1731– 41. 107 EKLER 108 EK 1: Anket Formu TRAKYA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİNDE DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SIKLIĞI VE EŞTANI DURUMLARI Tıpta Uzmanlık Tezi Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN TÜTF Psikiyatri AD Danışman: Doç Dr Cengiz TUĞLU Açıklama: Sayın Katılımcı; Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı olarak Trakya Üniversitesi öğrencilerinde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu sıklığını ile etkileyen etkenler ve sonuçlarını belirlemek amacıyla bilimsel bir araştırma yürütülmektedir. Çalışma için Trakya Üniversitesi’nin idari ve Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulunun etik izinleri alınmıştır. Ekteki anket bu araştırma için hazırlanmıştır. Sizden bu anketi doldurarak çalışmaya katılmanızı istiyoruz. Bu araştırma nedeniyle elde edilecek bilgiler sadece bilimsel amaçlarla kullanılacak ve tamamen gizli tutulacaktır. Çalışmaya katılmak zorunlu olmayıp katılıp katılmamaktan dolayı herhangi bir ödül ya da ceza ile karşılaşmayacaksınız. Eğer sizde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu bulunabileceğine ilişkin bir kanıt elde edilirse, anket başlangıcında verdiğiniz isim iletişim bilgileriniz yardımıyla size ulaşılıp bu konuda özel bir görüşme yapılacaktır. İsim ve iletişim bilgileriniz başka amaçlarla kullanılmayacak ve başkalarıyla paylaşılmayacaktır. Lütfen ilgili direktiflere uygun olarak ekteki anketimizi doldurarak çalışmamıza katılınız. Herhangi bir sorunuz olduğunda anketi size ulaştıran araştırmacılardan ya da aşağıda iletişim bilgileri verilen araştırmacılardan bilgi alabilirsiniz. Katılımınız için teşekkür ederiz. Dr. Özlem ÖZTÜRK ŞAHİN: Tel: 2357641-2299 (Bu kısmı doldurmayın! Form No: ….……………….... Okul: ….………………....) Demografik Veriler: 1. Doğum tarihiniz (yıl) ….……………….... 2. Cinsiyetiniz erkek kadın 3. Vücut ağırlığınız ….………………....kg 4. Boyunuz ….………………....cm 5. Medeni durumunuz bekar 6. Annenizin eğitimi: evli diğer.................... Okur Yazar değil Okur Yazar İlkokul Ortaokul Yüksek okul Fakülte Lise Yüksek lisans/Doktora (eğer mezun olamadıysa kaç sınıf okumuş)…………………………… 7. Annenin mesleği.......................................... 8. Annenizin çalışma durumunuz ne? Çalışıyor Emekli Çalışmıyor,daha önce çalışıyordu Çalışmıyor daha önce de çalışmadı 9. Babanın eğitimi: Okur Yazar değil Okur Yazar İlkokul Ortaokul Yüksek okul Fakülte Lise Yüksek lisans/Doktora (eğer mezun olamadıysa kaç sınıf okumuş)…………………………… 10. Babanın mesleği:......................................... 11. Babanızın çalışma durumunuz ne? Çalışıyor Emekli Çalışmıyor,daha önce çalışıyordu Çalışmıyor daha önce de çalışmadı 12. Ailenizde birlikte yaşayan kişi sayısı: ............................ 13. Ailenizin ortalama aylık geliri: .............................YTL 14. Şu an nerede yaşıyorsunuz? a) ailemin yanında b) öğrenci yurdu c) öğrenci evi d) diğer (belirtiniz): .............................................. 15. Eğitiminiz sırasında yıl kaybınız oldu mu? a) hayır b) evet ......................yıl 16. Ehliyetiniz var mı? Evet var Hayır yok 17. Motorsiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız? a) hayır binmem b) evet binerim ve binerken hiç kask takmam c) evet binerim ve binerken bazen kask takarım d) evet binerim ve binerken her zaman kask takarım 18. Bisiklete biner misiniz, binerken kask takar mısınız? a) hayır binmem b) evet binerim ve binerken hiç kask takmam c) evet binerim ve binerken bazen kask takarım d) evet binerim ve binerken her zaman kask takarım 19. Arabaya bindiğinizde emniyet kemeri takar mısınız? a) hayır b) evet bazen c) evet sürekli 20. Geçen 1 ay içinde hiç alkollü sürücü ile yolculuk ettiniz mi? a) Evet b) Hayır 21. Son 1 ay içerisinde hiç alkollü araba kullandınız mı? a) Evet b) Hayır 22. Son bir ay içerisinde hiç üzeriniz de tabanca taşıdınız mı? a) Evet b) Hayır 23. Son bir ay içerisinde hiç üzeriniz de bıçak-çakı gibi kesici-delici alet taşıdınız mı? a) Evet b) Hayır 24. Son 1 yılda hiç fiziksel kavgaya karıştınız mı? a) hayır b) evet ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralanmadım c) evet ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralandım 25. Son 1 yıl içinde hiç kız veya erkek arkadaşınız tarafından fiziksel şiddete maruz kaldınız mı? a) hayır b) evet ama hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralanmadım c) evet ve hastaneye gitmemi gerektirecek şekilde yaralandım 26. Son 1 yıl içerisinde hiç 15 gün veya fazla süreyle günlük işlerinizi aksatacak kadar üzüntü, moral bozukluğu, ümitsizlik hissettiniz mi? a) Evet b) Hayır 27. Son 1 yıl içerisinde hiç intihar düşüncesi, planı ya da girişiminiz oldu mu? a) hayır b) evet intihar etmeyi düşündüm ama plan yapmadım c) evet, intiharı planladım ama gerçekleştirmedim d) evet intihar girişimim oldu 28. Yaşamınız boyunca hiç sigara kullandınız mı? a) hayır LÜTFEN 31. SORUYA GEÇİNİZ b) evet, ilk kez………..yaşında denedim 29. Halen düzenli sigara kullanır mısınız? a) hayır LÜTFEN 31. SORUYA GEÇİNİZ b) evet, günde.............adet,..............yıldır 30. Son 1 yılda hiç sigarayı bırakmayı denediniz mi? a) Evet b) Hayır 31. Yaşamınız boyunca hiç alkol kullandınız mı? a) hayır LÜTFEN 33. SORUYA GEÇİNİZ b) evet, ilk kez………..yaşında denedim 32. Son 1 ay içerisinde hiç alkol kullandınız mı? a) hayır b) evet, .....…….kez bir defada 5 içkiden az c) evet, .............kez bir defada 5 içkiden fazla 33. Eğer kullandıysanız aşağıdaki maddeleri ilk kez kaç yaşında ve kaç kez kullandınız? a) esrar………………..……………………yaşında…………………..kez b) kokain...............…..……………………yaşında…………………..kez c) yapıştırıcı, bali, boya ya da tiner………yaşında…………………..kez d) eroin………………..……………………yaşında…………………..kez e) yasa dışı ilaç………………..……………yaşında…………………..kez f) hiç birini kullanmadım g) diğer (belirtiniz:....………………..……… ……………yaşında…………………..kez 34. Hiç cinsel ilişkide bulundunuz mu? a) hayır b) evet, LÜTFEN 38. SORUYA GEÇİNİZ ilk kez………..yaşında, şimdiye kadar……..tane cinsel partnerim oldu 35. Son 3 ay içerisinde birden fazla cinsel partneriniz oldu mu? a) Evet b) Hayır 36. Hiç gebe kaldınız mı (kız öğrenciler) veya hiç gebelikle sonuçlanan bir cinsel ilişkiniz oldu mu (erkek öğrenciler)? a) Evet b) Hayır 37. Son cinsel ilişkinizde doğum kontrol yöntemi (hap, prezervatif vs..) kulandınız mı? a) hayır b) evet……………….yöntemi 38. AIDS-HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilginiz var mı? a.hayır b.evet ………………………tarafından……..yaşında bilgilendirildim 39. Kendinizi nasıl tanımlarsınız? a) çok zayıf b) hafif zayıf c) ideal kilolu d) hafif kilolu e) çok kilolu 40. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için diyet yaptınız mı? a) Evet b) Hayır 41. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için kustunuz mu? a) Evet b) Hayır 42. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için herhangi bir ilaç aldınız mı? a) hayır b) evet……………………….ilacı 43. Son bir ay içerisinde hiç kilo vermek veya kilonuzu korumak için egzersiz yaptınız mı? a) Evet b) Hayır 44. Hafta içi günlerde 2 saatten fazla televizyon seyreder misiniz? a) Evet b) Hayır 45. Haftada en az bir gün 20 dakika egzersiz yapar mısınız? a) Evet b) Hayır Lütfen aşağıdaki soruları şu yanıt anahtarını kullanarak yanıtlayınız: A: Hayır ya da çok hafif C:Orta Derecede B:Hafif D:Fazla E: Çok fazla BEN ÇOCUKKEN 1.Dikkatimi toplama sorunum vardı, dikkatim kolayca dağılırdı 2.Kaygılı, tasalı, sıkıntılıydım 3.Asabi ve kıpır kıpırdım 4.Dikkatsizdim, hayallere dalardım 5.Kolayca kızar, öfkelenirdim 6.Hemen tepem atar, öfke nöbetlerim olurdu 7.Başladığım bir işi sürdürmekte, takip etmekte ya da bitirmekte zorlanırdım 8.Kararlı, sebatkâr ve inatçıydım, iradem güçlüydü 9.Mutsuz, çökkün karamsardım 10.Anne babamın sözünü dinlemez, onlara karşı gelir, isyankâr davranırdım 11.Kendimi küçük görürdüm 12.Alıngandım, buluttan nem kapardım 13.Huysuzdum, duygusal dalgalanmalar yaşardım 14.Kızgındım, çabuk gücenirdim 15.Düşünmeden hareket ederdim 16.Çocuksu davranırdım 17.Suçluluk duyardım, yaptıklarıma pişman olurdum A B C D E Lütfen aşağıdaki soruları şu yanıt anahtarını kullanarak yanıtlayınız: (DEVAM) A: Hayır ya da çok hafif C:Orta Derecede B:Hafif D:Fazla E: Çok fazla BEN ÇOCUKKEN A B C D E 20.Popüler değildim, arkadaşlıklarım uzun sürmezdi, diğer çocuklarla anlaşamazdım 21.Olayları zorlanırdım 18.Kontrolümü kaybederdim 19.Akılsızca ya da mantıksızca davranırdım diğerlerinin bakış açısından görmekte 22.Otoriteyle, okulla sorunlarım olurdu, müdür beni odasına çağırırdı. BEN ÇOCUKKEN OKULDA; 23.Genel olarak başarısızdım, yavaş öğrenirdim 24.Matematikle ve sayılarla aram iyi değildi 25.Potansiyelime ulaşamadım EK 2: Görüşme Formu Form No: ….……………….... Okul: ….………………....) 1. Çocukluğunuzda Dikkat Eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı kondu mu? Tedavi aldınız mı? a) hayır b) evet ama tedavi almadım c) evet, ............tedavisi .........yıl kullandım 2. Herhangi bir tanı konmuş fiziksel veya ruhsal hastalığınız var mı? a) hayır b) evet, ........................................tanısı kondu .........................tedavisi kullandım 3. Ailenizde bildiğiniz tanı konmuş herhangi bir fiziksel veya ruhsal hastalık var mı? a) hayır b) evet, ..................’ya......................tanısı kondu,.......................tedavisi kullandı 4. Dikkatinizi ayrıntılara veremediğiniz olur mu veya okul ödevlerinizde, işlerinizde ya da diğer etkinliklerinizde dikkatsizce hatalar yapar mısınız? Nasıl Ne sıklıkla 5. Üzerinize aldığınız görevlerde ya da etkinliklerde dikkatiniz dağılır mı? Nasıl 6. Doğrudan sizinle konuşulduğu halde dinlemiyor gibi göründüğünüz söylenir mi? Nasıl Örneğin 7. Talimatları izleyemediğiniz, ve okul ödevlerinizi ya da iş yerindeki görevlerinizi tamamlayamadığınız olur mu? (karşıt olma bozukluğuna ya da yönergeleri anlayamamaya bağlı değildir) Nasıl 8. Üzerinize aldığınız işleri veya etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker misiniz? Nasıl 9. Sürekli zihinsel çabayı gerektiren işlerden kaçınır mısınız?, bu görevlerde yer almaya karşı isteksizliğiniz olur mu? Nasıl 10. Çoğu zaman işinize gerekli olan eşyaları kaybeder misiniz? (kalem, kitap, gözlük) Nasıl 11. Dikkatiniz dış uyaranlarca kolayca dağılır mı? (araba kornası, geri plandaki konuşmalar) Nasıl 12. Gündelik işleriniz de unutkan mısınız? Nasıl 13. Genellikle elleriniz ayaklarınız kıpır mıdır?, ya da oturduğunuz yerde kıpırdanıp durduğunuz olur mu? Nasıl 14. Genellikle oturmanız gereken yerlerde (sınıfta ya da……)oturduğunuz yerden kalkar mısınız? Nasıl 15. Çoğu zaman içinizde huzursuzluk hisseder misiniz? Nasıl 16. Genellikle boş zamanlarınızı sakin bir şekilde değerlendirmede zorlanır mısınız? Nasıl 17. Çoğu zaman hareket halinde mi olursunuz ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır mısınız? Nasıl 18. Genellikle çok konuşur musunuz? Nasıl 19. Çoğu zaman sorulan sorular henüz tamamlanmadan cevabını yapıştırır mısınız? Nasıl 20. Çoğu zaman sıranızı beklemeniz gereken durumlarda güçlük çeker misiniz? Nasıl 21. Genellikle başkalarının sözünü keser veya yaptıklarının arasına girer misiniz? Nasıl 22.Belirtilerin başlangıç bitiş yaşı a.dikkat eksikliği b.Hiperaktivite EK 3: Yerel Etik Kurulu etik onayı EK 4: Trakya Üniversitesinin idari izini EK 5:Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri desteği (TÜBAP-910)