T.C. GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GALİP PAŞA(PASİNER)’NIN ASKERÎ VE SİYASÎ HAYATI (1868-1939) Hazırlayan Remzi Çavuş Tarih Ana Bilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı Doktora Tezi Danışman Yrd. Doç. Dr. İbrahim Aykun TOKAT – 2015 ii TEŞEKKÜR Çalışmamda akademik desteklerini benden esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. İbrahim Aykun, Yrd. Doç. Dr. Necati Çavdar, Yrd. Doç. Dr. Baha Öztunç, Yrd. Doç. Dr. İsmet Türkmen, Yrd. Doç. Dr. Yüksel Nizamoğlu, Yrd. Doç. Dr. Raif İvecan, Yrd. Doç. Dr. Nurettin Van ve Yrd. Doç. Dr. Cafer Ulu’ya çok teşekkür ederim. Remzi Çavuş iii ÖZET Osmanlı Devleti’nin en buhranlı döneminde askerî okullarda yetişen ve ilk görevine Makedonya’da 1888’de Üçüncü Ordu’da başlayan Galip Paşa, burada birkaç sene süren ilk subaylık yıllarından sonra isyanlarla kaynayan Yemen’e gönderilmiştir (1893). Burada on yıl süren (1893-1903) gerilla mücadelelerinden sonra yine çete ve eşkıya hareketleriyle ün salan Makedonya’ya dönmüştür. Bu bölgede Yanya ve Kosova Jandarma Kumandanlığı yaptığı dönemde hem Yemen’de edindiği tecrübeyi etkin bir şekilde kullanmış hem de yeni tecrübeler edinmiş ve gösterdiği başarılardan dolayı taltif edilmiştir. Kosova Jandarma Kumandanlığı yaptığı dönemde Firzovik’te toplanan binlerce Arnavut’u organize ederek II. Abdülhamit’in meşrutiyetin ilanı konusunda ikna olmasında katkısı olmuştur (1908). Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin kurulması (1909) üzerine ilk Emniyet-i Umumiye Müdürü olmuş ve yapmış olduğu Avrupa seyahati sonucunda elde ettiği bilgi, gözlem ve tecrübeleri emniyet teşkilatındaki reform hareketlerinde kullanmıştır. Balkan Harbi’nde (1912-1913) 13. Tümen Komutanlığı, Birinci Dünya Savaşı’nda ise Kafkas Cephesi’nde 11. Kolordu Komutanlığı yapmış (1914-1915); Şerif Hüseyin’in isyana kalkıştığı dönemde ise Hicaz Vali ve Kumandanı olarak çalışmıştır (1915-1917). Milli Mücadele döneminde Konya Valisi olarak vazife yapmış (1920-1921) ve Delibaş Mehmet’in bertaraf olmasında etkili olmuştur. Konya Valiliği’nden sonra Buhara’ya elçi olarak tayin edilen Galip Paşa, 1931 yılında Askeri Temyiz İkinci Başkanlığı yaparken emekli olmuştur. Anahtar Kelimeler: Balkan Harbi, Emniyet, Galip, Galip Pasiner, Galip Paşa, Hicaz, Sarıkamış, Yemen iv ABSTRACT Galip Paşa, who attented military school when the Ottoman State was going through crisis after crisis and assigned to his first post in the Third Army in Macedonia (1888), he was sent to Yemen, which was in turmoil with uprisings, following his first couple of years as an officer (1893). After nine years of guerilla fights there (18931902), he returned to Macedonia, which was notorious for its mob and bandit activities. During the period when he was The Commander of Gendarmerie of Ioannina and Kosovo, he used his experiences he gained in Yemen effectively, as well as acquiring new ones, and he was rewarded for his successes. During his spell as The Commander of Gendarmerie of Kosovo, he organized thousands of Albanians who gathered in Firzovik and made contributions toward convincing Abdülhamid II. for proclamation of Constitution (1908). Upon the establishment of The General Directorate of Security (1909), he was assigned as the first General Director and following his first European trip he used the observations, knowledge and experiences for reforms in Security Directorate. He was the Commander of 13th Division in the Balkan War (1912-1913), Commander of 11th Corps in Caucasian Front in World War I (1914-1915); and was the Governor and Commander of Hicaz during Şerif Hüseyin's rebellion (1915-1917). During the Turkish War of Independence he served as the Governor of Konya (19201921) and was instrumental in disposal of Delibaş Mehmet. Galip Paşa was assigned as an envoy to Buhara and retired from the Supreme Court of Military Appeals as VicePresident in 1931. Key Words: Balkan Harbi, Emniyet, Galip, Galip Pasiner, Galip Paşa, Hicaz, Sarıkamış, Yemen v ĠÇĠNDEKĠLER ETĠK SÖZLEġME…………………………………………………………………...….Ġ TEġEKKÜR..………………………………………………………………………...….ĠĠ ÖZET...……………………………………………………………………………...….ĠĠĠ ABSTRACT………………………………………………………………………....….ĠV ĠÇĠNDEKĠLER…..……………………………………………………………………...V KISALTMA CETVELĠ………………………………………………………………viii YÖNTEM VE MATERYAL....…..…….………...……..……..……………………...XĠĠ GĠRĠġ…………………………………………………………………………….…..…1 BĠRĠNCĠ BÖLÜM……………………………………..……………….……..…………6 1. 1888-1911 YILLARI ARASINDA GALĠP PAġA………………….……..…………6 1.1. GALĠP PAġA’NIN EĞĠTĠMĠ VE ASKERLĠK MESLEĞĠNE GĠRĠġĠ.....…...…6 1.2. GALĠP PAġA’NIN YEMEN’DEKĠ YILLARI.………………………....………8 1.3. GALĠP PAġA’NIN YANYA VE KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI..19 1.3.1. YANYA JANDARMA KOMUTANLIĞI...…..……………......…...……19 1.3.2. KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI.…..…………...………..……22 1.3.2.1. Üsküp’teki Ġngiliz Konsolosuna Saldıranların Yakalanması.…….…23 1.3.2.2 Makedonya’da Ġttihatçı TeĢkilatlanma ve Galip PaĢa...……….….…23 1.3.2.3. Galip PaĢa’nın Firzovik Toplantılarını Yönlendirmesi.……..…..…26 1.4. 31 MART OLAYI VE II. ABDÜLHAMĠT’ĠN HAL’Ġ…...………………....…35 1.4.1. 31 Mart Olayı ve Galip PaĢa.............……………...…………..………..…35 1.4. 2. Abdülhamit’in Hal’i ve Galip PaĢa.…………...........……..………..……45 1.5. GALĠP PAġA’NIN JANDARMA VE POLĠS TENSĠKATI…………..………53 1.6. EMNĠYET-Ġ UMUMĠYE MÜDÜRÜ GALĠP PAġA...……….…………..………58 1.6.1. Zaptiye Nezareti’nden Emniyet-i Umumiye’ye……….……....………….59 1.6.2. Meclis-i Milli Meselesi ve Galip PaĢa’nın Patrikhaneyi KuĢatması…..…..62 1.6.3. Galip PaĢa’nın Avrupa Seyahati ve Emniyette Yaptığı Düzenlemeler ...…65 ĠKĠNCĠ BÖLÜM………..……………………………..……………….……..………..79 2. BĠRĠNCĠ BALKAN HARBĠ VE GALĠP PAġA………………………………….....79 vi 2.1. HARBĠN BAġLAMASI.……….……………..……………….……..………..79 2.2. KOMANOVA MUHAREBELERĠ………..................………………………..83 2.3. PĠRLEPE MUHAREBELERĠ…....………....…..........………………..………91 2.4. MANASTIR MUHAREBELERĠ...………....…...........………...……....…..…96 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM………..…………………………..……………….……..………114 3. BĠRĠNCĠ DÜNYA SAVAġI’NDA GALĠP PAġA..………....….............…………114 3.1. KAFKAS CEPHESĠ’NDE 11. KOLORDU KOMUTANI GALĠP PAġA.......114 3.1.1. Karadeniz Olayı ve Harbin BaĢlaması...........................…………………114 3.1.2. Köprüköy Muharebeleri ve Galip PaĢa..………...…....…........…………118 3.1.3. Azapköy Muharebeleri ve Galip PaĢa....…...........………………………128 3.1.4. SarıkamıĢ Harekâtı ve Galip PaĢa….…....…........………………………131 3.2. HĠCAZ ĠSYANI VE GALĠP PAġA.......………....…...........…………………145 3.2.1. Galip PaĢa’nın Ġsyan KarĢısındaki Tutumu……………………….......…148 3.2.2. ġerif Hüseyin Güçlerinin Taif’i KuĢatması...........................……………156 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM…....…………………………..……………….……..………169 4. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE VE SONRASINDA GALĠP PAġA...………169 4.1. GALĠP PAġA’NIN DĠVAN-I HARB-Ġ ÖRFĠDE YARGILANMASI.………169 4.1.1. Damat Ferit PaĢa’ya Suikast TeĢebbüsü Davası…....…………....………169 4.1.2. Yıldız Yağması Davası……………..…..…....……..……………………171 4.2. MĠLLĠ MÜCADELEDE GALĠP PAġA’NIN KONYA VALĠLĠĞĠ.…………174 4.2.1. Galip PaĢa’nın Milli Mücadele’deki Faaliyetleri…..……………………175 4.2.2. ġark Muhacirlerinin Nakli ve Galip PaĢa…………..……………………180 4.2.3. Konya’da Sosyal KuruluĢlar ……………..….……..……………………181 4.2.4. Galip PaĢa’nın DelibaĢ Mehmet Ġsyanın Bastırılmasındaki Rolü.………182 4.3. GALĠP PAġA’NIN SON GÖREVLERĠ VE VEFATI…..……………………185 4.3.1. Galip PaĢa’nın Buhara Elçiliği’ne Tayini ve Sonrası……………………185 4.3.2. Galip PaĢa’nın Aldığı NiĢan ve Madalyalar………..……………………191 4.3.3. Galip PaĢa’nın Vefatı……………………..….……..……………………192 SONUÇ………………………..……….………...……..……..………………………194 vii KAYNAKLAR…………………..……….………...……..……..……………………200 EKLER…………………………..……….………...……..……..……………………217 ÖZGEÇMĠġ……………………..……….………...……..……..……………………245 viii KISALTMA CETVELİ ASB: Askeri Safahat Belgesi. ATASE: Askeri Tarih ve Stratejik Etüt. a.g.h: Adı Geçen Hatırat. a.g.l: Adı Geçen Lugat. a.g.m: Adı Geçen Makale. a.g.s: Adı Geçen Salname. a.g.t: Adı Geçen Tez. BCA: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. BDH: Birinci Dünya Harbi. BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası. bkz: Bakınız. BLH: Balkan Harbi. BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi. C: Cilt. D: Dosya/Dosya. DH: Dahiliye. DH.EUM.LVZ: Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Levazım Kalemi. DH.EUM.MH: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Muhasebe Kalemi Evrakı. DH.EUM.THR: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Evrakı. DH.EUM.VRK: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Evrak Odası Kalemi Evrakı. DH.MKT: Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi. DH.MTV: Dahiliye Nezareti Mütenevvia Evrakı. DH.MUİ: Muhaberât-ı Umumiye İdaresi Belgeleri. DH.SYS: Dahiliye Nezareti Siyasi Kısım Evrakı. ix DH.ŞFR: Dahiliye Nezareti Şifre Evrakı. DH.UMVM: Dahiliye Nezareti Umur-ı Mahalliye ve Vilayat Müdürlüğü Evrakı. DİA: Diyanet İslam Ansiklopedisi. DN: Dosya No. F: Fihris/Fon. GN: Gömlek No. GPŞD: Galip Paşa’nın Şahsi Dosyası. GZC: Gizli Zabıt Ceridesi. HM: Hilal- Ahmer Mecmuası. HHP: Hüseyin Hilmi Paşa Evrakı. HR: Hariciye. İ: İçtima. i: İnikat. İA: İslam Ansiklopedisi. İ.AS: İradeler.Askeri. İ.DH: İrade Dahiliye. İ.DUİT: İrade Dosya Usulü. İ.HUS: İrade Hususi. İ.MBH: İrade Mabeyn-i Hümayun. İ.MMS: İrâde - Meclis-i Mahsus. İSAM: İslam Araştırmaları Merkezi. İSH: İstiklal Harbi. k: Kısım. K: Klasör. KMS: Kalem-i Mahsus Evrakı. x MKT: Mektubi Kalemi. MMZC: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. MSB: Milli Savunma Bakanlığı. MSBA: Milli Savunma Bakanlığı Arşivi. MTZ: Sadâret Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi Belgeleri. MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları. N: Numara, No. S: Sayı. s: Sayfa. SYS: Siyasi Kısım Belgeleri. TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi. TFR.I.A: Rumeli Müfettişliği Sadaret Evrakı. TFR.I.KV: Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı. TFR-I-MKM: Rumeli Müfettişliği Makamat Evrakı. TFR.I.ŞKT: Rumeli Müfettişliği Arzuhaller. TFR.I.YN: Rumeli Müfettişliği Evrakı. TTK: Türk Tarih Kurumu. V: Volume. VN: Vesika No. Y.A.HUS: Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı. YEE: Yıldız Esas Evrakı. Y.MTV: Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı. YN: Yer No. Y.PRK.ASK: Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat. Y.PRK.AZJ: Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Jurnal. xi Y.PRK.AZN: Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı. Y.PRK.BŞK: Yıldız Perakende Evrakı Mâbeyn Başkitâbeti. Y.PRK.TKM: Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütercimliği. ZB: Zaptiye. ZC: Zabıt Ceridesi. xii YÖNTEM VE MATERYAL Çalışmalarımıza genel bilgi toplayarak başladık. Edindiğimiz ilk bilgiler bizi hangi olaylar üzerinde yoğunlaşmamız gerektiği konusunda yönlendirdi. Böylece Galip Paşa hakkında bilgi toplayabileceğimiz birkaç kitabı inceledik. Özellikle “Balkan Savaşına Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri” ve “Kumandanlarımızın Harp Hatıraları” 1 adlı kitaplar işimizi oldukça kolaylaştırdı. Kitapları incelemekle geçen süreçte arşiv kataloglarında araştırma yaparken kullanacağımız tarih aralıklarını, başlıkları, terimleri, yer ve kişi isimlerini büyük oranda tespit ettik. Kitaplardan edindiğimiz bilgileri düzenli bir şekilde bilgisayar ortamına aktardık. Bu tezi hazırlarken Galip Paşa’nın vefat etmeden önce Selahattin Güngör’le yaptığı röportaj ve 1966 yılında Yılmaz Öztuna’nın Galip Paşa’nın ailesinden alarak Hayat Tarih Dergisi’nin dört sayısında yayımlamış olduğu hatıralar işimizi oldukça kolaylaştırdı. Kitap incelemelerimizi tamamladıktan sonra gazeteler üzerindeki araştırmalarımızı başlattık. Bu süreçte çalışmamıza katkı sağlayacak tarih aralıklarını taramaya çalıştık. Mesela Galip Paşa, Birinci Dünya Harbi esnasında Kafkas Cephesi’ndeki faaliyetleri 1914 Kasım’ının ilk günlerinden başlayarak 1915 yılının Şubat ayının başlarına kadar devam etmiştir. Dolayısıyla da bizim incelememiz gereken zaman aralığı da aynı tarihler arası olmuştur. Üzerinde araştırmamız gereken gazeteleri Milli Kütüphane, Millet Kütüphanesi, Ankara Üniversitesi Kütüphanesi, Beyazıt Halk Kütüphanesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Kütüphanesi, Türk Tarih Kurumu 1 Toker, H., Barlas, G., Fidan, N. (2004). Balkan Savaşına Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri, Ankara: ATASE; Güngör, S. (1937). Kumandanlarımızın Harp Hatıraları, İstanbul: Kanaat Kitabevi. xiii Kütüphanesi, Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı’ndan tedarik ettik. Araştırmamızda kullandığımız İngilizce gazeteleri ise www.britishnewspaperarchive.co.uk adresinden temin ettik. Gazete incelemelerini tamamladıktan sonra Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridelerinde yer alan bilgileri toplamaya başladık. Cerideleri incelediğimiz süreçte işimiz biraz daha kolaylaştı. Çünkü araştırmamızı yoğunlaştıracağımız tarih aralıkları, olaylar, terimler, kişi ve yer isimleri daha belirgin hale geldi. Araştırmamızla ilgisi olan kanunlar için Düstur ve Takvim-i Vekayi’nin ilgili sayılarını temin ettik. Bu aşamadan sonra salnâmeleri inceledik. Üzerinde araştırma yaptığımız askerî salnâmelerden Galip Paşa’nın hangi tarihte hangi askerî birliklerde bulunduğunu tespit etmeye çalıştık. Kitaplarla başlayıp salnâmelere kadar gelen süreçte araştırmamızın başlarında belirlediğimiz konu şablonunda önemli değişiklikler oldu. Araştırmamız gereken konu başlıkları arttığı gibi mevcut başlıklarda da değişiklikler yapmamız gerekti. Buraya kadar edindiğimiz en önemi intiba ise şu oldu: Araştırmamıza şayet arşivler üzerinden başlamış olsaydık, aynı arşive tekrar tekrar gitmek zorunda kalacak, zaman kaybı yaşayacak ve katalogları verimli bir şekilde kullanamayacaktık. Arşiv çalışmalarına Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden başladık. Çünkü bu arşiv bize çok daha fazla, faydalı ve kolay belge sunabilirdi. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığımız katalog taramaları sonucunda, araştırmamızda istifade edebileceğimiz belgelere ulaştık. Fakat yaptığımız tüm araştırmalara rağmen Galip Paşa’yla ilgili “sicil- xiv i ahval” kaydı bulamadık. 2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden edindiğimiz belgeleri, konularına göre sınıflandırdıktan sonra inceledik. Böylece hem belgeleri okumamız kolaylaştı hem de edindiğimiz bilgiler daha anlaşılır hale geldi. Galip Paşa, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda aktif bir şekilde görev aldığından araştırma yapmamız gereken önemli arşivlerden biri ATASE Arşivi oldu. Burada yaptığımız çalışmalar sonucunda Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Delibaş Mehmet İsyanı hakkında belgeler edindik. Özellikle Balkan Savaşı’nda 13. Tümen’in, Birinci Dünya Savaşı’nda 11. Kolordu’yla ilgili harp cerideleri araştırmamız açısından oldukça faydalı bilgiler içeriyordu. Cumhuriyet Arşivi’nden Galip Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki durumuyla ilgili olarak faydalanabildik. Yaptığımız katalog taramaları sonucunda tezimizle ilgili olarak on beş civarında belgeye ulaşabildik. Bunlar da genelde görev değişiklikleriyle ilgilidir. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde çalışmalarımızı tamamladıktan sonra İSAM Arşivi’nde araştırma yaptık. Bu arşivdeki belge miktarı yukarıda bahsetmiş olduğumuz iki arşive göre çok daha kısıtlı oldu. Fakat Firzovik Toplantıları’yla ilgili olarak edinmiş olduğumuz birkaç belge araştırmamız açısından faydalı oldu. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün kataloglarında yaptığımız taramalar sonucunda yaptığımız araştırmayla doğrudan ilgili bir belge bulamadık. Galip Paşa’nın Konya Valiliği ile ilgili bilgiler içeren Babalık Gazetesi’nin, diğer kütüphanelerde bulunmayan bazı nüshalarını bu arşivden temin ettik. 2 Milli Savunma Bakanlığı Arşivi’nden temin ettiğimiz “Askerî Safahat Belgesi” bu eksikliği telafi etmiştir. xv Milli Savunma Bakanlığı Arşivi’nden Galip Paşa’nın askerlik hayatını kronolojik olarak gösteren “askerî safahat” belgesini ve bununla birlikte birkaç belge daha alabildik. Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşvi’nden Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile yaptığımız resmî yazışmalar sonucunda istifade edebildik. Bu arşivden çalışmamız açısından faydalı olabilecek bir adet belgeye ulaşabildik. Emekli Sandığı Arşivi de istifade etmemiz gereken bir arşivdi. Galip Paşa’nın burada mevcut olan özlük dosyasından araştırmamıza katkı sağlayacak faydalı bilgiler çıkabilirdi. Fakat gerek arşiv yetkilileriyle ve gerekse arşivin bağlı olduğu SGK Genel Müdürlüğü’yle yaptığımız tüm görüşmelere rağmen Galip Paşa’nın özlük dosyasını incelememize izin verilmedi. Yapmış olduğumuz çalışma sürecinde Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, ATASE Arşivi, Milli Savunma Bakanlığı Arşivi, İSAM Arşivi ve Türk Tarih Kurumu Arşivi’nden yararlanmış olduk. Bu belgelerden edindiğimiz verileri, hatıralar, gazete haberleri ve zabıt ceridelerinden edindiğimiz bilgiler ile destekledik. 1 GİRİŞ Tarih bilimi insanoğlunun geçmişte meydana getirdiklerini inceler. Bunu yaparken de incelemeye konu olan olayla ilgili kişileri de tanımaya çalışır. Bu, olayların daha iyi anlaşılması açısından gereklidir. Çünkü olaylarla onları ortaya koyan insanların özellikleri arasında bağlantılar vardır. Biyografi çalışmalarının tarihçilik açısından faydalarından birisi, olaylar ve kişiler hakkında bilinenlerin daha belirgin hale getirilmesi veya tamamen değiştirilmesidir. Mesela II. Meşrutiyeti’in ilan edilmesinin sebeplerini anlatan kitapların geneli Firzovik Olayı’na pek değinmez. Hâlbuki Galip Paşa,1 Firzovik’te neden toplandığının bile bilincinde olmayan otuz bin civarındaki Arnavut’u meşrutiyetin faydalarına ikna etmiş ve onlara, II. Abdülhamit’in parlamenter sistemi yeniden işler hale getirmesi için Yıldız Sarayı’na telgraf çektirmiştir. Meşrutiyeti’in ilan edilmesinde Resneli Niyazi Bey’in ve diğer İttihatçıların etkisi çok büyük olmuştur. Fakat istekleri yerine getirilmediği takdirde İstanbul yönünde harekete geçme konusunda kararlı olan otuz bin Arnavut’un meşrutiyetin ilanındaki etkisini, dolayısıyla da Galip Paşa’nın bu işteki rolünü yok sayamayız. Yine Milli Mücadele’nin tüm hızıyla devam ettiği bir süreçte Rusya’ya karşı bağımsızlığını ilan etmiş olan Buhara temsilcileri ile Atatürk arasında yapılan görüşmeler sonucunda iki ülke arasında elçiliklerin açılması kararlaştırılmış ve Galip Paşa Buhara’ya büyükelçi olarak tayin edilmiştir. Yapılan görüşmeler ve atılan adımlarla iki ülke birbirini resmen tanımıştır. Fakat Milli Mücadele yıllarında yeni TBMM hükümetini tanıyan ve Milli Mücadele’ye maddi destek vermiş olanlarlar sayılırken Buhara Halk Cumhuriyeti’nden çok az bahsedilmiştir. 1 Tezimizde, çocukluğundan emekliliğine kadar incelememize konu olmuş olan Galip Pasiner Paşa’dan “Galip Paşa” olarak bahsedilecektir. 2 Biyografi çalışmalarında yapılması gereken işlerden birisi de çalışmaya konu olmuş şahısla görüşme yapmaktır. Bu mümkün değilse onun en yakın akrabalarıyla görüşmektir. Fakat tezimize konu olan Galip Paşa’nın 1939’da vefat etmesinden ve yakın akrabalarına da ulaşamadığımızdan çalışmamız açısından çok faydalı olabilecek bir adımın eksik kaldığı kanaatindeyiz. Galip Paşa’nın Hicaz Vali ve Kumandanı olduğu dönemde Şerif Hüseyin İsyanı karşısında duyarsız davranışını açıklayabilecek tatmin edici bir sebep ortaya koyamadık. Yıllarca âsileri yola getirmekle uğraşmış, jandarma komutanlığı ve Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapmış olan Galip Paşa neden üç beş bin bedevi ile başa çıkamamıştı? Bu sorunun gerçek cevabını ya Galip Paşa’nın kendisi ya da en yakın akrabaları verebilirdi. Galip Paşa’nın Yemen’de görev yaptığı yıllar da ancak kendisiyle yapılacak bir görüşme ile ortaya daha iyi konulabilirdi. Yemen’de görev yaptığı dönemde yüzbaşı rütbesinde olan, bölük ve tabur yönetmekten ilerisine geçememiş olan Galip Paşa’yla ilgili belgelerden ve diğer kaynaklardan tatmin edici şekilde bilgi edinemedik. O yılları da ancak Galip Paşa’nın ağzından dinleyebilirdik. Biyografi çalışmasına konu olan kişinin kaleme almış olduğu hatıralar, yapmış olduğu röportajlar araştırmacının işini kolaylaştırmaktadır. Fakat bunlar başlı başına biyografiye konu olan şahsın hayatının tüm safhalarını ortaya koymaktan uzaktır. Mesela Galip Paşa ölümünden birkaç yıl önce Selahattin Güngör’le yaptığı röportajda hayatı hakkında çok değerli bilgiler vermiştir.2 Yılmaz Öztuna, 1966 yılında, Galip Paşa’nın eşi Emine Asiye Hanım’dan, Galip Paşa’nın kaleme almış olduğu hatıraları alarak Hayat Tarih Dergisi’nin 1966 yılındaki 6, 7, 8 ve 9. sayısında yayımlamıştır. Fakat Galip Paşa, Selahattin Güngör’le yaptığı görüşmede ve kaleme aldığı hatırlarında Mısır esare- 2 Selahattin Güngör, Kumandalarımızın harp Hatıraları, Kanaat Kitabevi, 1937, İstanbul. 3 tine ve “Yıldız Yağması” ile ilgili olarak Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmasına değinmemiştir. Değişik tarihlerde gazetecilerle yapmış olduğu röprotajlarda da bu gün bizim için önemli olan bazı soruların cevabını vermemiştir. Buna bağlı olarak da tezimizin içeriğinde cevabı bulunamamış sorular oluşmuştur. Biyografi çalışmasına en faydalı katkıyı sağlayacak olan yollardan birisi, hayatı araştırılan kişinin mesai arkadaşlarıyla yapılan görüşmelerdir. Çünkü bu kişiler, bilinçli yöneltilecek sorular sonucunda çok faydalı bilgiler sunabilirler. Onların geride bıraktıkları hatıralardan elde edilecek veriler birebir görüşmeyle elde edilecek olanların yerini tutmaz. Çünkü hatıralar bizim sorularımızın geneline cevap vermeyebilir. Fakat biz 1939 yılında vefat etmiş olan Galip Paşa’nın arkadaşlarıyla görüşemedik, onların geride bıraktıkları hatıralardan istifade edebildik. Dolayısıyla da onlara yöneltebileceğimiz birçok sorumuz cevapsız kaldı. Fakat bu hatıralardan Galip Paşa’nın söylemek istemediği bazı gerçekleri öğrenme imkânı bulduk. Mesela Tevfik Özmert, kaleme almış olduğu hatıralarında maiyetinde çalışmış olduğu Galip Paşa’nın Hicaz İsyanı’yla ilgili söylemek istemeyeceği bazı gerçekleri de dile getirmiştir.3 Biyografi çalışmalarında hayatı ortaya konulmak istenen kişiyle onunla ilgili olaylar arasındaki ilintiyi tutarlı bir şekilde işlemek gerekmektedir. Bunu yaparken de ne olaylar kişiyi ne de kişi olayları gölgede bırakmalıdır. Fakat bunun mutlak bir şekilde başarılabilmesi çok zordur. Bir komutan olan Galip Paşa’nın biyografisini hazırlarken bu zorluğu açık bir şekilde yaşadık. Özellikle Galip Paşa’nın Balkan Savaşı’ndaki ve Kafkas Cephesi’ndeki rolünü ortaya koyarken zorlandık. Ne Galip Paşa’ya bağlı birlik- 3 Tevfik Özmert, Tarihte Hicaz İhtilali, 1929, (Ayaklanmanın olduğu dönemde Hicaz’da devlet memuru olan Tevfik Özmert’in Osmanlı alfabesiyle yazmış olduğu bu eser TTK kütüphanesinde Y/127 kaydıyla mevcuttur). 4 lerin durumunu ne de savaşın genel seyrini görmezden gelebilirdik. Dolayısıyla da yer yer savaşın genel seyri ön plana çıktı. Biyografi çalışanlar için uzun bir zaman dilimini, birbirinden farklı olayları, farklı sahalara ait terimleri öğrenmek kaçınılmazdır. Çünkü incelenmesi gereken zaman dilimi bazı biyografilerde kırk beş elli yılı bulmakta ve araştırmaya konu olan kişi çok farklı sahalarda faaliyet göstermiş olabilmektedir. Mesela tezimizin konusu olan Galip Paşa, Yemen’de ve Makedonya’da âsilere karşı gerilla mücadelesi vermiş, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda cephe harbi yapmış, jandarma ve polis teşkilatında idarî vazifeler almış, valilik ve mahkeme üyeliği yapmış bir kişidir. Dolayısıyla da karşımıza araştırılması gereken bir kırk yıl, birbirinden farklı bölgeler, olaylar, kişiler ve terimler çıkmıştır. Bu da araştırmanın asıl konusu olan Galip Paşa ve ilgili olayların tezde işgal edeceği yerin durumunu belirlemeyi zorlaştırmıştır. Çünkü ne onun 13. Tümen Komutanı olarak katıldığı Birinci Balkan Savaşı, ne de ilk müdürlüğünü yapmış olduğu Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü birkaç cümle ile geçiştirilebilirdi. Galip Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ön plana çıkan isimlerden birisi olmasında onun İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olarak İttihatçı bir kimlik kazanması etkili olmuştur. 19. yüzyılda, Osmanlı devlet adamları ve aydınları devletin kurtulması için arayış içinde olmuşlardır. Özellikle Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden sonra başlayan süreçte kaynağını Avrupa’dan alan hukukî ve idarî düzenlemeler artmıştır. Yüzyılın son çeyreğinde ise sorunların çözümüne büyük bir katkı sağlayacağı düşünülerek parlamenter sisteme geçilmiştir. Fakat II. Abdülhamit, daha yeterince tecrübe edilmemiş olan parlamenter sistemi, 93 Harbi’ni sebep göstererek askıya almıştır. Bu durumdan rahatsızlık duyan yenilik taraftarları, parlamenter sistemin yeniden işler 5 hale getirilmesi için arayış içine girmiştir. XIX. yüzyılın sonunda, İttihat ve Terakki Cemiyeti bu arayışın bir sonucu olarak kurulmuştur. Galip Paşa’nın Kosova Jandarma Kumandanı olduğu dönemde 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olarak Makedonya’da İttihatçı teşkilatlanmaya hizmet etmeye başlaması onun için önemli bir değişiklik olmuştur. Çünkü bundan sonra sergileyeceği tutum ve davranışların belirlenmesinde İttihatçı kimliği etkili olacaktır. Firzovik’te toplanan binlerce Arnavut’u İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin istediği şekilde yönlendirmesi, 31 Mart İsyanı’nı bastıracak Hareket Ordusu’nun öncü komutanlarından birisi olarak İstanbul’a girmesi ve Yıldız Sarayı’nı kuşatma vazifesini alması bunu açıkça göstermiştir. II. Abdülhamit’in hal’ edilmesinden sonra İttihat ve Terakki’nin yönetimdeki etkisi artmaya başlamış ve devlet kadrolarını kendi politikaları doğrultusunda yapılandırmaya çalışmıştır. Özellikle önemli görevlere kendilerinden olanları getirmeye özen göstermişlerdir. Galip Paşa da bu politika doğrultusunda Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ne, Balkan Savaşı’nda 13. Tümen Komutanlığı’na ve Birinci Dünya Savaşı’nda 11. Kolordu Komutanlığı’na getirilmiş ve Hicaz’a vali olarak tayin edilmiştir. 6 BĠRĠNCĠ BÖLÜM 1. 1888-1911 YILLARI ARASINDA GALĠP PAġA 1.1. GALĠP PAġA’NIN EĞĠTĠMĠ VE AKERLĠK MESLEĞĠNE GĠRĠġĠ Galip Paşa, Trabzon’da Osman Bey’in oğlu olarak 1868 yılında dünyaya gelmiştir. Osman Bey Osmanlı ordusunda asker olduğundan (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938) Galip Paşa’nın çocukluk ve gençlik dönemleri Trabzon, Selanik, Erzincan, Teselya gibi yerlerde geçmiştir. Dolayısıyla askerî okula kadar olan eğitim sürecini de değişik şehirlerde tamamlamak zorunda kalmıştır. Galip Paşa ilk eğitimini Selanik’te bir mahalle mektebinde Kerim Hafız isimli bir muallimden almaya başlamıştır. Bu okula devam ederken babası onu 1874 yılında, Şemsi Efendi’nin eğitim verdiği okula göndermiştir (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938; Şimşek, 2014: 215).4 1872 yılında Ömer Fevzi Bey’in valiliği döneminde kurulmuş ve rüşdiye seviyesinde özel eğitim veren Şemsi Efendi Okulu, bu günkü gibi, öğrencilerin sıralarda oturduğu, dersin kara tahtada silgi ve tebeşir kullanılarak işlendiği, teneffüs vakitlerinde çocukların bahçede oynatıldığı, yeni usulde eğitim veren bir okuldur (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938; Rumeli, nr. 42, 3 Kânunuevvel 1289; Etfal, nr. 10, 13 Haziran 1291: 3; Çocuklara Kıraat, nr. 11, 1 Receb 1299: 83; Şimşek, 2014: 214, 215; Itzkowitz ve Volkan, 1998: 54-56). Galip Paşa, Şemsi Efendi’den5 aldığı derslerle iyi bir mesafe almıştır. Şemsi 4 Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de eğitim görmüş olduğu okul. 5 Galip Paşa, Şemsi Efendi’yle, yıllar sonra, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde karşılaşmıştır. Yaşı iyice ilerlemiş olan Şemsi Efendi’nin etrafında yine öğrencileri vardır ve yaşlı hoca öğrencileriyle birlikte meşrutiyetin ilan edilmesini kutlamaktadır. Bu esnada Galip Paşa, yıllar sonra karşılaştığı hocasının 7 Efendi de bunun farkındadır ve okuttuğu öğrencileri bir gün rüştiyede okumakta olan talebelerle bir karşılaştırmaya tabi tutarak verdiği eğitimin farkını göstermek istemiştir. Beş altı talebesini Selanik’teki Alacaminare Camii’nin bitişiğindeki rüşdiyeye götürerek, o okulun en iyi dört beş talebesiyle birlikte imtihana tâbi tutmuştur. Rüşdiye hocalarının ve şehir eşrafından birkaç kişinin bulunduğu ortamda öğrencilerin okuma, hesap yapma ve harita kullanma bilgi ve becerileri ölçülmüştür. Bu değerlendirmeler sonucunda Şemsi Efendi’nin talebelerinin rüşdiyedekilerden daha başarılı olduğu görülmüştür (Akşam Gazetesi, nr. 7241, 13 Aralık 1938; Ergin, 1977: 472-475; Itzkowitz ve Volkan, 1998: 54-56)). Selanik valisi de Kasım 1873’te Şemsi Efendi’nin okulunu ve şehirdeki rüşdiyeyi ziyaret ederek her iki okulun talebelerinin bilgi seviyelerini, tutum ve davranışlarını gördükten sonra Şemsi Efendi’yi takdir etmiş ve kendisine bir saat hediye etmiştir (Rumeli, nr. 41, 26 Teşrinisani 1289). Başka devlet adamları tarafından da okul ziyaret edilerek çalışmalar yerinde görülmüş, beş altı yaşlarındaki çocukların günlük gazeteleri hiç takılmadan okumaları hayranlıkla izlenmiştir (Etfal, nr. 14, 11 Temmuz 1291: 3). Galip Paşa, lise eğitim-öğrenimini 1881’de başlamış olduğu Erzincan Lisesi’nde6 1885 yılında tamamlamış, aynı yıl girdiği harp okulundan teğmen olarak 30 Mayıs 1888 tarihinde mezun olmuş ve 5 Temmuz 1888 tarihinde 3. Ordu’nun 20. Nizamiye Alayı’nın 4. Taburu’nun 1. Bölüğüne yerleştirilmiştir. 2 Mart 1892 tarihinde 3. Ordu’nun 19 Nizamiye Alayı’nın 4. Tabur’unun 3. Bölüğüne tayin edilmiştir. 6 Temmuz 1893’te ise yüzbaşılığa terfi ettirilerek 7. Ordu’nun 56. Alay’ının 3. Tabur’unun 3. Bölüğüne atanmış ve Yemen bölgesindeki isyanların bastırılmasında ellerini öpmüştür. Aradan yıllar geçmesine rağmen Şemsi Efendi Galip Paşa’yı hatırlamıştır (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938). 6 Babasının mesleğinden dolayı Erzincan’a yerleşmek zorunda kalmışlardır. 8 görevlendirilmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, İ.AS, 43/49/4; Toker ve Aslan, 2009: 65). 1.2. GALĠP PAġA’NIN YEMEN’DEKĠ YILLARI Galip Paşa 6 Temmuz 1893 tarihinde, 3. Ordu’nun 19. Alay’ının 4. Tabur’unun 3. Bölüğünden 7. Ordu’nun 56. Alay’ının 3. Tabur’unun 3. Bölüğüne, yüzbaşı rütbesine terfi ettirilerek, tayin edilmiş ve Yemen bölgesindeki isyanların bastırılmasıyla görevlendirilmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, İ.AS, 43/49/4). 16 Haziran 1894 tarihinde ise 7. Ordu’nun 13. Nizamiye Tümeni’ne mülhak subayı olarak verilmiştir (BOA, İ.AS, 43/49/4). Galip Paşa, bundan sonra ise 7. Ordu’nun değişik taburlarında, 1894’ten 1902’ye kadar görev yapmıştır (BOA, İ.AS, 43/49/4; MSB Arşivi, GPŞD, ASB). Galip Paşa’yı Yemen’e gittiği günlerde şaşkına çeviren ilk gerçek, burada binlerce Türk gencinin ölmüş olmasıdır. Galip Paşa, karargâhta bulunduğu günlerde askerlerle ilgili tutanakları inceleme imkânı bulmuştur. 1871 yılından 1894 yılına kadar olan tüm defterleri gözden geçirmiştir. Uzun süre yapmış olduğu araştırma sonucunda, Yemen isyanlarının bastırılmasının yüz otuz bin civarında askerin ölümüne sebep olduğunu görmüştür. Galip Paşa, kendisini üzen bu durumdan dolayı sadece isyancıları suçlamamıştır. Osmanlı yönetimini de sorumlu tutmuştur (Güngör, 1937: 58). Osmanlı Devleti’ne I. Selim zamanında katılmış olan Yemen, fetihten sonra bir vilayet haline getirilerek, Birinci Dünya Savaşı’na kadar İstanbul’dan gönderilen valilerce yönetilmiştir. Yemen, özellikle Osmanlı Devleti’nin son döneminde devlete karşı çıkan isyanlarla meşhur olmuştur. Sayısı iki yüzü bulan kabileler sadece devlete karşı isyan etmemiş, kendi aralarında da mücadele halinde olmuşlardır. Bu kabilelerin 9 bir kısmı o kadar güçlüdür ki merkezî yönetim onların olduğu iç bölgelerde tam hâkim olamamıştır (Barlak, 2013: 29; Karal, 1999: 234). Yemen’de sık sık isyan çıkmasının sebepleri oldukça fazla ve çeşitlidir. Bölgeye gönderilen bazı yöneticilerin câhilâne davranışları (Nurettin Bey, 1327: 6; Sırma, 2008: 89), gayrimeşru uygulamaları (Sırma, 2008: 90), dine mugâyir tutum ve davranışları (BOA, Y.PRK.AZN, 19/42), halktan haksız kazançlar elde etmeleri, zâlimâne davranmaları, halkın namusuna musallat olmaları (Nurettin Bey, 1327: 99) halkın yöneticilere olan güvenini zedelemiştir. Halkın şikâyetlerinin önemsenmemesi, hukukun gerektiği gibi işlememesi (Sırma, 2008: 98), askerî gücün yeterli nitelikte olmaması (BOA, Y.PRK.TKM, 32/75),7 ekonominin bozuk oluşu (BOA, Y.PRK.AZN, 19/42),8 vergilerin düzensizliği ve adaletsizliği,9 vilayetle merkez arasındaki bürokrasinin hantallığı (BOA, DH.MKT, 288/33) gibi sebepler ise halkın devlete bağlılığını zayıflatmıştır. Ayrıca yerel yöneticilerin kabileleri kendi çıkarları doğrultusunda Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmaları (BOA, Y.PRK.BŞK, 23/28; Sırma, 2008: 123125),10 halkın cehâleti (BOA, DH.MKT, 288/33),11 isyanlara zamanında ve yeterli güçle 7 Yemen’de çıkan isyanları bölgedeki birlikler bastırmakta yetersiz kaldığı durumlarda eyaletteki valiler merkezden asker istemiştir. Fakat merkezin gönderdiği desteğin Yemen’e ulaşması çoğu kere haftalarca zaman almıştır. Buraya sevk edilen askerlerin isyan bastırma konusunda tecrübesiz ve miktar bakımından da yetersiz oluşları asilerin etkisiz hale getirilmesini zorlaştırmıştır. Bu ise asileri daha fazla şımartmıştır (BOA, Y.PRK.TKM, 32/75; Sırma, 2008: 102, 103; BOA, Y.PRK.BŞK, 23/16; BOA, Y.PRK.BŞK, 23/28). 8 Bölge halkının fakir durumda oluşu isyan liderlerinin etraflarına adam toplamalarını kolaylaştırmıştır. Çok küçük maaşlar karşılığında adam bulunabilmiştir (BOA, Y.MTV, 99/37). 9 Yemen halkı devlete verdiği verginin dışında, bir de yerel liderlerine vergi ödemek zorunda bırakılmıştır (Karal, 1999: 235; Sırma, 2008: 107-109). 10 Yemen meselesi Osmanlı için müzmin bir hastalık gibi olmuştur. Yemen’le ilgili düzenlemeler isyanların ve şikâyetlerin bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. İmam Yahya gibi yerel liderlerin, kabileler isyan çağrılarına uymadıklarında, kabilelerden daha önceden almış oldukları rehineleri kestikleri olmuştur (Tanin, nr. 861, 13 Kânunusani 1326). 10 müdahale edilememesinin yerel liderleri cesaretlendirmesi (BOA, İ.AS, 17/16; BOA, İ.HUS, 27/2763; BOA, Y.A.HUS, 308/78), mezhep farklılıkları da isyanların çıkmasında etkili olmuştur (BOA, Y.PRK.AZJ, 16/84; Sırma, 2008: 142). Bu eyalete, oraların özelliklerini bilmeyen kişilerin memur olarak gönderilmiş olması ise ayrı bir problem teşkil etmiştir (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7; MMZC, D. 1, i. 88, 18 Nisan 1327). Yemen’in bir sürgün yeri olarak değerlendirilmesi de (MMZC, D. 1, i. 52, 25 Şubat 1325) bölgeye memnuniyetsiz ve problemli devlet adamlarının gitmesinde etkili olmuştur ki bu durum yönetilenlerle yönetenler arasındaki sorunları daha da artırmıştır. Yemen’de Zeydîlerin varlığı, halkın devlete cephe almasının önemli bir sebebi olmuştur. Sünnîliğin temsilcisi olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne bağlılıkları zayıf olan bu mezhebin mensupları Şiiliğe tabi olduklarından, Yemen’i kendi imamlarının yönetmesi taraftarı olmuşlar ve halifeye olan bağlılıkları zayıf kalmıştır (Memduh, 1324: 15; Barlak, 2013: 50; Bostan, 2013: 410; The Birmingham Daily Post, nr. 18119, 23 Haziran 1916). Merkezî yönetimin verdiği açıklar ve sömürgeci devletlerin kışkırtma ve destekleri, bunların imamlarının etrafına toplanarak isyanlar çıkarmasını tetiklemiştir. Devletin köklü çözümler bulmamasından dolayı da isyanlara destek verenlerin sayısı artmış hatta âsilerin, bölgedeki Osmanlı birliklerini mağlup edip, ordu merkezi olan San’a’yı bile ele geçirdikleri olmuştur (BOA, Y.PRK.TKM, 42/20; BOA, PRK.ASK, 107/31; Ehiloğlu, 2001: 237). Yemen isyanlarında milliyetçiliğin belirgin bir rolü olmamıştır. İsyanlar genelde devletin elinin uzanamadığı dağlık bölgelerde meydana gelmiştir ki12 bu insanların 11 Bölge halkı isyankâr reislerin yaptığı propagandalara çok rahat bir şekilde inanabilmiştir (BOA, PRK.ASK, 107/31). 12 İsyanlarda Osmanlı yönetiminin bölgesel liderleri kontrol altında tutamaması da etkili olmuştur (Rüşdü, 1327: 51). 11 milliyetçilikle pek ilgisi yoktur. Vilayette öyle yerler vardır ki halifeyle veya merkezle ilgileri pek olmamıştır. Onlar için millî veya dinî meseleler çok önemli görülmemiştir. Oraları iyi bilen Zeki Ehiloğlu, “Hacileli ancak öküzü veya devesi ölürse ağlar” (Ehiloğlu, 2001: 245) demiştir. Yemen, Uzakdoğu’yu Avrupa’ya bağlayan baharat yollarının kesişme noktasında yer aldığından Portekiz, Hollanda, İngiltere, Fransa ve İtalya13 gibi Avrupalı sömürgeci devletlerin ilgilendikleri bir yer olmuştur. Bu devletler, bölge üzerindeki emellerini, kabile şeyhleri14 ve casuslar vasıtasıyla gerçekleştirmişlerdir (Bostan, 2013: 411). İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Yemen sahillerine fazlaca gelip gitmeleri vilayetin eski havasının bozulmasında etkili olmuştur (Rüşdü, 1327: 56; BOA, Y.PRK.AZJ, 16/84). Sahillere gemileriyle gelebilen yabancı devletler vasıtasıyla bölgeye silah dağıtılmıştır (Rüşdü, 1327: 50). Sahillerin güvenliğinin yeterince sağlanmamış olması içeriye silah girişini kolaylaştırmıştır (BOA, Y.MTV, 186/11; Atıf Paşa, 1326: 148; Rüşdü, 1327: 56). Maddî durumu düşük yerli hakın, değeri yüksek olan silahlara çok ucuza sahip olabilmesi de dış desteğin farklı bir belirtisi olmuştur (Atıf Paşa, 1326: 57). Sahillere gelip giden yabancı gemilerin artmasıyla, Osmanlı Devleti açısından vilayetin güvenliğini sağlama meselesi daha fazla önem kazanmış ve burada 1873 yılında 7. Ordu kurulmuştur (Barlak, 2013: 110). Fakat tüm önlemlere rağmen Osmanlı 13 İtalyanlar, Habeşistan’a saldırı yapmadan önce, kuracakları birliklerde kullanılmak üzere, Hudeyde civarından, parayla Müslüman asker almışlar ve bunları Habeşistan üzerinde başarılı bir şekilde de kullanmışlardır (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7). 14 Halk genel itibariyle bölgedeki yerel liderlerin etrafında toplanmıştır. Çünkü halkın genel itibariyle günlük geçimleri bu liderlerin yönetiminde olmuştur (Bristol Mercury, 26 Temmuz 1898; Morning Post, 26 Temmuz 1898; London Standard, 26 Temmuz 1898; Glasgow Herald, 26 Temmuz 1898; Evening Telegraph, 16 Aralık 1898). 12 Devleti, sahillerde tam bir kontrol sağlayamadığından, silah kaçakçılığını önleyememiş dolayısıyla da kabilelerin silahlanmasının önüne geçememiştir (BOA, Y.PRK.BŞK, 49/67; Memduh, 1324: 18). Askerler sadece çatışmalarda ölmemiştir. Bölgedeki şartlar da asker ölümlerinde etkili olmuştur (Nurettin Bey, 1327: 7). Ahali ve asker zaman zaman kıtlığa maruz kalmış ve bundan dolayı da büyük kayıplar yaşanmıştır (London Standard, nr. 23036, 28 Nisan 1898; Aberdeen Journal, nr. 13552, 2 Temmuz 1898; Rüşdü, 1327: 72). Mesela oluşan bir kıtlık esnasında buraya yardım edilemediğinden altmış bin civarında insan ölmüştür (Nurettin Bey, 1327: 8). Askerlerin kırılmasında iklime uyum sağlayamama da etkili olmuştur (Nurettin Bey, 1327: 7). Anadolu askeri, Yemen’in iklimine alışık olmadığından daha vapur Kızıldeniz’den geçerken bünyesi zayıflardan ölenler olmuştur. Devletin gerekli önlemleri alamamış olması da ölümlerde etkili olmuştur. Mesela 1898 yılında Karadeniz’den Yemen’e yapılan asker sevkinde, 1500 askerden 50’si zor şartlardan dolayı daha kıtalarına ulaşamadan, tifo gibi çeşitli hastalıklara yakalanarak hayatını kaybetmiştir (Rüşdü, 1327: 7, 8). Osmanlı Devleti’nin bölgeyi bayındırlık bakımdan hazır hale getirmemesi ise ayrı bir problem teşkil etmiştir. Kendilerine gerekli barınma imkânı sağlanmayan askerlerin bir kısmı orada burada hastalanarak vefat etmiştir (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 63, 9 Mart 1327). Yemen’in şartlarından dolayı da Osmanlı bölgeyi kontrolünde tutmakta zorlanmıştır. Bölgenin coğrafi özelliklerinden dolayı asker bir yere kadar âsileri takip edebilmiştir (Tanin, nr. 861, 13 Kânunusani 1326). Bazı dönemlerde âsilerin üzerine gidebilmek için iklimsel şartların uygun hale gelmesi beklenmiştir (BOA, Y.PRK.ASK, 115/21). Osmanlı Devleti bölgedeki isyanların önüne geçmek için, askeri güç kullandığı 13 gibi (BOA, Y.A.HUS, 360/37) sürekli olarak da arayış içinde olmuştur.15 Yirminci yüzyılın başlarında gelindiğinde bile devlet adamları hâlâ Yemen’de sükûneti sağlamak için arayış içindedirler. Yemen’le ilgili olarak defalarca layihalar hazırlanmıştır. Bunların en meşhurlarından birisi Hudeyde mebusu Zühdü Efendi’nin, Meclis-i Mebusan’a sunduğu layihadır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 63). Bu layiha dâhiliye nezaretine de gönderilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 52). Siverek Mebusu Nurettin Bey’in layihası da Yemen isyanları için önemlidir. Nurettin Bey, son kırk yıldır çıkan isyanların sebepleri üzerinde durmuştur (Nurettin Bey, 1327: 4). Yemen’deki isyanlar Avrupalı sömürgeci devletlerin bölgeye müdahale etmesinden sonra hem artmış hem de büyümüştü. Osmanlı Devleti’nin dağlık bölgelere müdahale edememesine, yabancı devletlerden aldıkları silah desteğine ve yerli halkı yanlarına alabilecekleri başkaldırmaktan ve garantisine Osmanlı güvenen memurlarına birçok ve isyan lideri Osmanlıya subaylarına zarar vermekten çekinmemiştir (BOA, İ.HUS, 27/2763).16 Bunu yaparken çevrelerindeki halkın kendilerine bağlılığını da amaçlamışlardır. Galip Paşa, 1894 yılında, Hacce Garnizonu’nda yüzbaşı olduğu günlerde garnizona altı saat uzakta bulunan Akkar Kalesi’nin haritasını çıkarmak üzere görevlendirildiğinde bölgedeki isyancılar tarafından öldürülme tehlikesiyle karşılaşmıştır. Yolculuk esnasında Şeyh Nasir Mebhut’ül-Ahmer liderliğindeki çetenin pususuna düşmüştür. İsyankârlar Şakadire 15 Bazı devlet adamlarının değişik zamanlarda, problemleri çözmek için çok farklı fikirleri olmuştur. Bölgede Türkçe öğreten okullar açılarak buralardan yetişecek çocukların memur ve asker yapılması, istihbarat elemanları kullanılması, yolların daha kullanışlı hale getirilmesi, asker sayısının artırılması ve gerektiğinde Hicaz’dan destek alınması, bölgeye kaliteli memur gönderilmesi bu fikirlerden birkaç tanesidir (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7; BOA, İ.DH, 1314/1312.M/1; BOA, Y.MTV, 186/11; BOA, Y.MTV, 186/11; BOA, Y.PRK.ASK, 99/7). 16 Yerel liderler, ecnebilere karşı mücadele etmeyip kendilerine karşı mücadele eden Osmanlı’dan şikâyetçidir (BOA, Y.PRK.AZN, 19/42). 14 Nahiyesi Müdürü Nakib Ahmed refakatinde bulunan Galip Paşa’yı öldürmeyi ve onun kellesini aşiretleri arasında teşhir etmeyi planlamışlardır. Bunun için de gönderdikleri adamları vasıtasıyla Nakib Ahmed’in de olurunu almak istemişlerdir. Fakat Nakib Ahmed, ne pahasına olursa olsun Galip Paşa’yı âsilere teslim etmeme konusunda kararlı davranmıştır. İsyankârlara, gerekirse, Galip Paşa için kendileriyle mücadeleye gireceğini söylemiştir. Şeyh Nasir Mebhut’ül-Ahmer’in adamlarının Nakib Ahmed’le yaptıkları görüşmeler üç saati bulmuştur. Bu zaman zarfında Galip Paşa, tabancasını eline alarak büyük bir kayanın arkasında pusuya yatmış ve olası bir çatışmaya karşı hazır beklemiştir (Güngör, 1999: 97). Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Yemen’de en şiddetli isyanlar görülmüştür. 1895’te başlayıp iki yıl süren isyanı Hüseyin Hilmi Paşa bastırmıştır (Bostan, 2013: 410). Galip Paşa, bu isyan esnasında 7. Ordu’ya bağlı 13. Tümen’de yüzbaşı rütbesinde mülhak subayı olarak görev yapmıştır (BOA, İ.AS, 43/49/4; MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Yemen Salnâmesi, 1313, s. 195;). Galip Paşa 20 Ekim 1897’de 52. Alay’ın 3. Tabur’una tayin edilmiştir (BOA, İ.AS, 43/49/4; Toker, Barlas ve Fidan, 2004: 67, 68). Galip Paşa’nın bu taburda olduğu dönemde, 1898 yılında Yemen’de en şiddetli isyanlardan biri meydana gelmiştir (Falkirk Herald, 3 Eylül 1898). Bu ayaklanmanın bastırılmasında o günlerde kıdemli yüzbaşı olan Galip Paşa da vazife almıştır (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Rüşdü, 1327: 95). Bu ayaklanma esnasında devlet güçleri zaman zaman halk üzerindeki hâkimiyetini kaybetmiş, sık sık merkezden ve çevre eyaletlerden yardım istemiştir (Bristol Mercury, 26 Temmuz 1898; Morning Post, 26 Temmuz 1898; London Standard, 26 Temmuz 1898; Cambridge Independent Press, 09 Aralık1898; Exeter and Plymouth Gazette, 11 Ağustos 1898; London Daily News, 11 Ağustos 1898; Pall Mall 15 Gazette, 10 Ağustos 1898).17 1898’de çıkan isyanın bastırılmasında, o günlerde 52. Alay’ın 3. Taburunda kıdemli yüzbaşı olan Galip Paşa da vazife almıştır (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Rüşdü, 1327: 95). Yemen’in birçok yerine yayılacak olan bu anarşi, vergi toplama meselesi yüzünden çıkmıştır (Morning Post, 2 Mayıs 1898; Evening Telegraph, 2 Mayıs 1898). Vergi tahsilâtı için iki taburla18 birlikte Beni Cebel mevkiine giden Binbaşı Bahaddin Efendi, tahsilâtı kolaylaştırabilmek için, kabileler üzerinde etkili olan şeyhe, kendisine yardımcı olmasına karşılık, toplanacak vergilerden hisse vereceğini vaat etmiştir. Fakat tahsilât yapıldıktan sonra binbaşı sözünde durmamıştır. Bunun üzerine de şeyh çevredeki kabileleri, iki tabur askerin üzerine salmıştır. 17 Ocak 1898’de başlayan mücadelede Osmanlı birliği ciddi şekilde perişan olmuş, binbaşı ve şeyh ise ölmüştür. Askerlerden 60 kişi şehit olmuş, 43 kişi yaralanmıştır. Üç yüzü aşkın tüfek ise âsilerin eline geçmiştir (Atıf Paşa, 1326: 171-181; Evening Telegraph, 2 Mayıs 1898). Zamanla isyan genişlemiş ve katılanların sayısı dört bini geçmiştir (Atıf Paşa, 1326: 175). Osmanlı yönetimi âsilerin peşini bırakmayıp olayların geçtiği bölgeye Reşit Paşa komutasında birlik göndermiştir. Reşit Paşa, âsilere karşı üstünlük sağlayıp isyanı tamamen bitirebileceği bir zamanda birkaç öncü ve cesur subayın şehit olması mücadelenin seyrini tersine çevirmiştir. Komutanların ölmesi askerin dağılmasına sebep olmuştur. Yüz elliyi aşkın şehit verilmiştir. Âsiler bu başarı üzerine daha da şımararak karakolları ele geçirmeye başlamışlardır. Hacur bölgesi tamamen âsilerin eline geçince 17 Osmanlı yönetiminin her isyan esnasında bölgeye asker göndermesinin en önemli sebeplerinden birisi, kaynağını bölge halkından alan bir ordu oluşturmamasıdır. 18 14. Tümen’in 55. Alay’ının 3. Tabur’u ve 56. Alay’ının 1. Taburu (Rüşdü, 1327: 80) 16 Ahmet Feyzi Paşa, Hicaz’dan takviye birlik istemiştir (Atıf Paşa, 1326: 173).19 Bölgedeki Osmanlı askerinin yetersizliğinden ve istenen birliklerin de Anadolu’dan zamanında gelemeyişinden âsiler daha da şımarmıştır (Atıf Paşa, 1326: 172). İsyan sadece dar bir yöreye, bir kabileye veya kısa süreli bir zaman dilimine münhasır kalmamıştır. Olaylar birkaç kabile ile bir müfreze arasında başlamış fakat kolluk güçlerinin zamanında ve etkin müdahalede bulunamamasından dolayı başka kabilelerin de katılımıyla yayılmış ve birkaç günde bastırılacak bir ayaklanma, devleti bir sene kadar meşgul etmiştir (Aberdeen Journal, 16 Haziran 1898). Âsiler o kadar güçlü hale gelmişlerdir ki birçok güvenlik merkezini işgal ettikleri gibi San’a gibi önemli bir şehri de kontrol altına almışlardır. Bu şehrin onların elinden kurtarılması güvenlik güçlerini uzun süre meşgul etmiştir (London Standard, 29 Haziran 1898; Sunderland Daily Echo and Shipping Gazette, 3 Aralık 1898; Exeter and Plymouth Gazette, 3 Aralık 1898; Bristol Mercury, 3 Aralık 1898). Osmanlı bu süreçte Yemen’de sadece eşkıyaya karşı mücadele vermemiştir. Aynı sene, uzun süre yağmur yağmaması sonucunda oluşan kuraklığa bağlı kıtlığın olması da devlet açısından ayrı bir gaile olmuştur (Manchester Courier and Lancashire General Advertiser, 30 Nisan 1898; Falkirk Herald, 3 Eylül 1898; The Standard, nr. 23036, 28 Nisan 1898). 20 Hem çevre yerleşimlerden buraya sevk edilen askerlerin masrafı çekilmiş hem de bölgeye maddi destek verilmeye çalışılmıştır (Morning Post, 26 Temmuz 1898; Dundee Courier, 26 Temmuz 1898). Aksi halde halkın huzursuzluğunun daha da artabileceği düşünülmüştür. 19 Âsiler karşısında sürekli asker kaybı yaşandığından, Suriye ve Taif gibi yakın yerlerden buraya takviye birlikler istenmiştir (Cambridge İndependent Press, nr. 4271, 27 Mayıs 1898; Edinburgh Evening News, nr. 7825, 24 Mayıs 1898; The Dundee Abbertiser, nr. 11625, 17 Haziran 1898). 20 Bu durum bölgede sulama sisteminin yeterli olmadığını göstermektedir. 17 1898 isyanının bastırılması Osmanlı Devleti’ni ciddi bir şekilde zorlamıştır (The Standard, nr. 23036, 28 Nisan 1898; Edinburgh Evening News, nr. 7898, 13 Haziran 1898; Aberdeen Journal, nr. 13552, 2 Temmuz 1898; The Bristol Mercury, nr. 15679, 11 Ağustos 1898). Bundan sonra da olaylar değişik aralıklarla devam etmiştir. 49. Alay’ın 1. Tabur’u komutanı olan Galip Paşa 1898 isyanından kısa bir süre sonra bir grup eşkıyayı takiple vazifelendirilmiştir. Emrindeki taburla âsileri derin bir vadinin üzerinde bulunan ve her tarafı uçurum olan Kaletüssema adlı kaleye sıkıştırmayı başarmıştır. Bundan sonra sıra bir yolunu bulup kaleye girerek âsileri etkisiz hale getirmeye gelmiştir. Saatlerce taarruz edildiği halde her tarafı uçurum olan bu kale bir türlü ele geçirilememiştir. Hatta kaleye tam olarak yanaşmak bile mümkün olmamıştır. Saatler süren top atışları sonucunda kalede açılan bir delikten içeri girme ümidi doğmuştur. Fakat bunun için de beş altı metre yüksekliğindeki kesme bir kayayı tırmanmak gerekmiştir. Yanlarında merdiven olmayan askerler, kayaya tırmanmak için tüfeklerini kullanmak zorunda kalmışlardır. Askerler, uçlarına süngü takılı vaziyetteki tüfeklerini birbirine çatarak, süngülerin arasına bir asker oturacak şekilde bir düzenek oluşturmuşlardır. Tüfeklerin dipçiklerinin tutularak yükseletilebilen bu düzenek sayesinde askerler tek tek kayanın üstüne çıkarılmıştır. Böylece askerler âsilerin bulunduğu kalenin içine sızmayı başarmıştır. Galip Paşa ise emrindeki askerlerin bulduğu bu çözümü şaşkınlık ve hayranlık içinde izlemiştir. İçeriye girmeyi başaran askerler bir yandan âsileri kurşun yağmuruna tutarken bir taraftan da aşağıda kalan arkadaşlarını ipler vasıtasıyla kalenin içine çekmişlerdir. Böylece isyancılarla askerler arasında çetin bir çarpışma yaşanmıştır. Âsilerin geneli etkisiz hale getirilirken çok az bir kısmı kalenin arka tarafından kaçmayı başarmıştır (Güngör, 1937: 57). 18 Komutasındaki askerler Galip Paşa’yı hayran bırakmışlardır. Çünkü “âsilere ulaşmanın hiçbir yolu kalmadı” derken bir anda birkaç asker hayatını ortaya koyarak kaleye girmenin bir yolunu bulmuş ve sorunu çözmüştür. Galip Paşa, komutasındaki askerlerin bu kahramanlığını anlattıktan sonra Türk askerini şu şekilde övmüştür: Şimdi askerlik dünyasına sorarım: Nerede, hangi milletin askeri, böyle zekâ ile kahramanlığı bir araya getirebilmiştir? Yemen’de Türklerle uzun seneler mücadele eden meşhur İmam Yahya’nın bir sözünü daima hatırlarım. İmam, “Türkler hazerde kuzu, fakat seferde aslandırlar” derdi. İmam Yahya’ya bu sözü bu sözü söyletebilmek bile Türk için övünülecek bir şeydir. Fakat biz kendi yaptığımız işlerle övünmeyi sevmeyiz. Milletçe ortaya koyduğumuz eserler dünyanın gözlerini kamaştırdığı halde Türk, bunlarla iftihara tenezzül etmez. Kendi mefahirini başkalarının ağzından dinlemeyi zevk daha zevkli bulur. Bazı garplı garezkarlar Türk’e yıkıcı ve bozucu derler. Hâlbuki Türk daima kötüyü yıkmış ve yerine iyisini kurmuştur (Güngör, 1937: 58). Yemen’e yüzbaşı rütbesiyle gitmiş olan Galip Paşa, burada görev yaptığı zaman zarfında âsilere karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bölgedeki isyankâr çetelere karşı gerilla mücadelesi vermek gerektiğinden Galip Paşa’nın, Yemen’de görev yaptığı yıllarda gerilla harbiyle ilgili tecrübeleri artmıştır. Galip Paşa bu bölgede bulunduğu dönemde Arap kültürünü ve dilini de öğrenme imkânı bulmuştur. Gerilla harbi tecrübeleri Makedonya’da jandarma komutanlığı yaptığı dönemde, Arap kültürü ve dilini öğrenmiş olması ise Hicaz Valiliği yaptığı dönemde Galip Paşa’nın işini kolaylaştırmıştır. 6 Temmuz 1899’da 49. Alay’ın 1. Taburu’na binbaşı rütbesiyle tayin edilen Galip Paşa, 2 Şubat 1902 tarihinde 3. Ordu’nun 18 Alayı’nın 3. Taburu’na tayin edilmiştir (BOA, İ.AS, 43/49/4). 19 1.3. GALĠP PAġA’NIN YANYA VE KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI 1.3.1. YANYA JANDARMA KOMUTANLIĞI Galip Paşa harp okulundan mezun olduktan sonra 3. Ordu’da vazifesine başlamıştır. 3. Ordu’nun bulunduğu Makedonya, çete ve eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun olduğu bir yerdir. Makedonya’da birkaç yıl çalıştıktan sonra Yemen’e gitmiş olan Galip Paşa yaklaşık dokuz yıl sonra yeniden buraya dönmüştür. Onun geri döndüğü günlerde çete ve eşkıya faaliyetleri daha artmıştır. 1901 yılından itibaren Makedonya’da isyanlar süreklilik göstermeye başlamıştır (Uğurlu, 2008: 181-183; Armaoğlu, 1975: 297-302; Karal, 2007: 153; Esmer, 1944:294, 295; Findley, 2011: 145). Bulgar, Sırp ve Yunan komitelerinden her biri bölgeyi kendi devletine bağlamaya çalışmıştır (Tunalı Hilmi, 1326: 24,33; BOA, MTZ, 88/39). Bölgeye yönelik emelleri olan bu devletlerce organize edilmiş olan çete ve eşkıyalar genelde yabancı uyruklu insanlara rahatsız ederek dünyanın dikkatini bölgeye çekmeye çalışmışlardır (Karal, 2007: 153; Saatçı, 2004: 168). Yani Makedonya bölgesi siyasal arzuların çatıştığı bir yer haline gelmiştir adeta (Tunalı Hilmi, 1326: 24).21 Papa Hristo reisliğindeki otuz kişilik Bulgar çetesi, Ohri ve Resne civarındaki faaliyetleriyle bölge halkını canından bezdiren çetelerden birisidir. Bu çeteyi derdest etmek için, o günlerde, Ohri’deki 18. Alay’ın Üçüncü Tabur’unun binbaşısı olan Galip Paşa vazifelendirilmiştir. Galip Paşa, Ohri’nin güney doğusunda düzenlediği başarılı bir operasyonla Papa Hristo çetesini etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Müfrezenin pek bir zarar görmediği bu operasyon sonucunda, Papa Hristo’nun kendisi ve üç adamı ölü, dört kişi yaralı, on altı kişi ise sağ olarak ele geçirilmiştir. Bunlarla birlikte birkaç tüfek, içi 21 Makedonya’daki okullarda ders veren yabancı uyruklu hocalar Makedonyalı öğrencileri Müslümanlara karşı kışkırtmış ve milliyetçilik meselesini işlemişlerdir (Selanikli Şemsettin, 1324: 19). 20 tıbbi malzeme ve evrak dolu dört çanta ele geçirilmiştir (BOA, MTZ, 87/73). Kaçmayı başaran beş altı kişinin takibi için ise gerekli işlemler başlatılmıştır (BOA, Y.MTV, 239/123). Sağ olarak ele geçirilen eşkıyaların sorgulanması neticesinde, Ohri Hıristiyan ileri gelenlerinin Bulgar komiteleriyle ilişki içinde olduğu, Ohri Metropolithanesi’nin bu işlerin merkezi olarak kullanıldığı, buranın evrak, cephane ve silah konusunda bir merkez durumunda olduğu anlaşılmıştır (BOA, MTZ, 88/39). Papa Hristo liderliğindeki çeteyi (BOA, Y.MTV, 239/123) çökertmesinde Galip Paşa’nın Yemen’de âsiler karşısında kazanmış olduğu tecrübesinin de etkisi olmuştur (BOA, İ.AS, 43/49/2; BOA, TFR.I.A, 2/186; BOA, İ.AS, 43/49/2; Ünlü, 2002: 206). Galip Paşa, Papa Hristo Çetesi’nin etkisiz hale getirilmesindeki katkısından ve gerekli askerî yeterliliğe sahip olduğundan rütbesi yarbaylığa yükseltilerek 25 Şubat 1902’de, Yanya22 Jandarma Alayı Kumandanlığı’na atanmıştır (BOA, BEO, 2008/150573; BOA, İ.AS, 43/49).23 22 Geniş bilgi için bkz. Yüksel Nizamoğlu, “Yanya Vilayeti’nin Durumuna Dair Hazırlanan Layihalar ve Sonuçları”, OTAM, 2013, ss. 197-228. Çete faaliyetlerinin yoğun olduğu yerlerden biri olan Yanya’da jandarma yeterli durumda değildir (BOA, TFR.I.YN, 5/474). Bir de yapılan düzenlemeler sonucunda meslekî yeterliliği olmayan, yaşlı ve kötü ahlak sahibi jandarma ve polisler görevlerinden alınınca bunların yerlerinin doldurulması ise ayrı bir problem olmuştur. Zamanında personel bulunamamıştır. Jandarma teşkilatında yapılan düzenlemelerin, özellikle de çete faaliyetlerinin arttığı yaz mevsimine denk gelmesi problemi daha önemli hale getirmiştir (BOA, TFR.I.YN., 4/375; BOA, TFR.I.YN, 5/473). O günlerde Balkanlarda jandarma olmak pek cazip olmadığından jandarma teşkilatından kadro sıkıntısı yaşanmıştır (Beydilli, 1989: 97). Bunda jandarmaya verilen maaşların düşük olmasının da önemli bir payı olmuştur (BOA, TFR.I.YN, 4/ 385). 23 Galip Paşa, Yanya Jandarma Alayı Kumandanlığı’na atanmadan önce 3. Ordu’nun Ohri’de bulunan 18. Alayı’nın 3. Taburu binbaşısıdır (BOA, BEO, 2008/150573; BOA, İ.AS, 43/ 49). Galip Paşa’nın Yanya Jandarma Alayı Kumandanı olmasıyla ilgili yazı: Yanya Jandarma Kumandanlığına Ohri’de bulunan 18. Alay’ın 3. Tabur’u binbaşısı Galip Bey’in bi’t-terfi’ kaimakamlığa bi’l-istîzân irâde-i seniyye-i hilâfetpenâhî şerefsüdûr buyrularak taraf-ı Seraskeriye tebligat icrâ kılınmıştır. 12 Şubat 318 (BOA, BEO, 2008/150572). 21 Galip Paşa’yı ve Makedonya’daki diğer jandarma birliklerini en fazla uğraştıran meselelerden birisi İlinden İsyanı24 olmuştur. Otuz bin civarında âsinin katılmış olduğu İlinden Ayaklanması, Avrupalı devletlerin dikkatlerini Makedonya’ya çekmeyi başarmıştır.25 Bu ayaklanmadan sonra Avrupa devletleri 2 Ekim 1903’te Mürzteg Tasarısı26 olarak bilinen dokuz maddelik reform planını hazırlayarak bunun uygulanması için Bâb-ı Âli’ye baskı yapmışlardır. Balkanlardaki güvenlikle ilgili olan bu tasarının uygulanması için bir uluslararası jandarma komisyonu kurulmuş, başına da General Di Giorgis,27 emrinde yirmi beş yabancı subay olmak üzere jandarma komutanı olarak atanmıştır (Özbek, 2004: 83; Esmer, 1944: 296; Adanır, 2001: 216, 217; Jandarma Mecmuası, nr. 1, 1 Kânunusani 1341, ss. 2-10). Mürzteg Programı çerçevesinde batılı subayların Makedonya’da jandarma teşkilatında yaptıkları düzenlemelerde Galip Paşa da vazife almıştır. Jandarma komutanlığı tecrübesini ilk defa Yanya’da yaşamış ve jandarma teşkilatının eksikliklerini orada fark etmiş olan Galip Paşa, Kosova Jandarma Komutanlığı döneminde Mürzteg Programı dâhilinde yapılan düzenlemelerden dolayı ise bu teşkilat 24 İlinden Ayaklanması: İlinden terimi, Aya İlya Günü Yortusu’nu ifade etmektedir. Makedonya İç Devrim Örgütü liderleri harekete geçme konusunda uyarmıştır. Boris Sarafov, Atanos Lozanchev, Dame Gruev bu ayaklanmanın liderliğini yapmıştır. İsyankârlar, gün olarak Slavlar için kutsal olan İlinden Günü’nü, 2 Ağustos 1903 tarihini, seçmişlerdir. Avrupa müdahalesini sağlayabilmek için olayları şiddetli ve uzun süreli hale getirmişlerdir. Bu ayaklanmaya yaklaşık olarak 30 bin kişi katılmıştır. Bulgar komitecileri eylemleri Manastır ve Selanik vilayetlerinin yanı sıra Kosova vilayetinin Koçana ve Osmaniye kazalarına kadar yaymışlardır. İsyan süresince Müslüman köyleri basılmış, demiryolu ve köprüler kullanılamaz hale getirilmiş, telgraf hatları tahrip edilmiş, hükümet konakları ve jandarma karakolları yakılmıştır. Bu olayların bastırılması kolluk güçlerinin üç ayını almıştır. II. Abdülhamit, İlinden İsyanı esnasında soğukkanlılığını ve temkini muhafaza ederek başlama ihtimali olan bir Balkan Harbi’nin önüne geçmiştir (Beydilli, 1989: 95; Saatçı, 2004: 65; Aydın, 1989: 218; Ünlü, 2002: 207). 25 Dikici, 2010: 80. 26 Mürzsteg Programı Eylül 1909’da resmen sona ermiştir (Dikici, 2010: 95). 27 Degiorgis, 1 Şubat 1904’te İstanbul’a gelerek görevine başlamıştır ( Dikici, 2010: 87). 22 hakkında çok daha farklı bilgi ve tecrübeler edinmiştir. Meclis-i Mebusan’ın 21 Haziran 1910 tarihli oturumunda söz alan Galip Paşa, jandarma komutanlığı esnasında edindiği tecrübeyi ve batılı subayların üzerinde bıraktığı intibayı mebuslarla paylaşmıştır (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119, 8 Haziran 1326). 1902-1904 yılları arasında Yanya Jandarma Alayı kumandanlığı yapan Galip Paşa (Toker, Barlas ve Fidan, 2004: 68),28 bölgedeki çete faaliyetlerini daha iyi görme, jandarma teşkilatını yakından tanıma, bu teşkilatın eksiklerini ve ihtiyaçlarını görüp anlama fırsatı bulmuştur. İleriki yıllarda jandarma ve polis teşkilatını düzenleme konusunda aldığı vazifelerde bunun faydasını görmüştür (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). 1.3.2. KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI Yanya Jandarma Alayı kumandanı Galip Paşa, iki bin beş yüz kuruş maaşla, 2 Nisan 1904’te Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığına tayin edilmiştir (BOA, İ.AS, 50/ 20; BOA, TFR.I.KV, 50/4958). Burada görevli olduğu dönemde ise 28 Ağustos 1906’da, miralaylığa29 terfi ettirilmiştir (BOA, BEO, 2901/217531; BOA, TFR.I.MKM, 18/1756; BOA, TFR.I.KV, 181/18015; Salnâme-i Askerî, 1908, s. 939). Galip Paşa’nın Kosova Jandarma Kumandanlığına getirildiği tarihlerde, burada çetecilik ve komitecilik faaliyetleri iyice hızlanmış, Rusya ve Avusturya sayişin temini için Osmanlı Devleti’ni uyarmaya başlamıştır (Ünlü, 2002: 206). Galip Paşa, çetelere ve eşkıyaya karşı Kosova’da da etkili mücadeleler vermiş ve başarılarından dolayı 28 Bu dönemde Yanya Vilayeti’nin valisi ise Osman Fevzi Paşa’dır (Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1319, s. 786). Aynı tarihte Kosova Vilayeti’nin valisi Mehmet Şakir Paşa’dır (Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1319, s. 776). 1905’te Mahmut Şevket Paşa, Kosova valisidir (Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1321, s. 866). 29 Miralay: Albay. 23 ödüllendirilmiştir (BOA, BEO, 3065/229826). 1.3.2.1. Üsküp’teki Ġngiliz Konsolosuna Saldıranların Yakalanması Galip Paşa’nın jandarma kumandanlığı dönemindeki başarılarından birisi de Üsküp’teki İngiliz Konsolos Vekiline saldıranların yakalanmasıdır. Üsküp’teki İngiliz Konsolos Vekili Mösyö Hetkot 27 Nisan 1907 cumartesi akşamı gezintiye çıkmış ve kırsalda bir yerde sırt üstü yatarak kitap okumaya başlamıştır. O esnada konsolosa biri bıçaklı, diğeri tabancalı olmak üzere iki kişi saldırıp, onun bastonunu ve kitabını almıştır. Kaçarlarken konsolosun kendisini tanıtması üzerine bastonu bırakmışlardır. Konsolos, karakolda kendisine saldıran iki kişinin eşkâlini anlatmıştır (BOA, 34/3328/4). Galip Paşa’nın yaptırdığı araştırmalar sonucunda, saldırıyı yapanların Çerkez Osman ve Sıraç Recep olduğu anlaşılmış ve ilgili kişiler yakalanmıştır (BOA, 34/3328/6). Osmanlı yönetimi Hetkot’a yapılanların dışarıya sızdırılmaması için gayret göstermiştir (BOA, 34/3328/3). Konsolos Hetkot olayları büyütmemeye özen göstererek Osmanlı yönetimini memnun etmiştir (BOA, 34/3328/9). Üsküp İngiliz Konsolosuna saldıranların yakalanıp tutuklanmasındaki katkılarından dolayı Kosova Jandarma Alayı Kumandanı Miralay Galip Bey dördüncü mecidî nişanla ödüllendirilmiştir (BOA, 34/3328/13). 1.3.2.2. Makedonya’da Ġttihatçı TeĢkilatlanma ve Galip PaĢa Meşrutî idareyi ilan ettirme amacını güden İttihatçılar, devrin şartlarını göz önünde bulundurarak, teşkilatlanmalarını olabildiğince gizli yürütmüşlerdir. Cemiyete 24 üye kazanma çalışmaları titiz bir şekilde yürütülmüş ve herkes cemiyete kabul edilmemiştir. Cemiyetin önde gelenleri genel itibariyle subaylar olmuş ve buna bağlı olarak da teşkilatlanma ordu içinde güçlendirilmiştir. Güvenilir birer üye haline gelen her bir subay Makedonya üzerinde cemiyetin üye kazanması ve güçlenmesi için gayret sarf etmiştir ki Galip Paşa da bunlardan birisi olup teşkilatlanma için çaba gösterdiği dönemde Kosova Jandarma Komutanıdır (İSAM, HHP, 20/1295; Öztuna ve Yüksel, 1966a: 6; Mustafa Ragıb, 2007: 270). İttihatçı merkez, üyelerine görev yerlerinde, şubeler veya merkezler açma vazifesi vermiştir (Karal, 1999: 21; Mustafa Ragıb, 2007: 270). Bu şekilde vazife alanlar arasında olan Galip Paşa, meşrutiyetin ilanı için 1907 yılında Üsküp’te teşkilatlanmayı başlatmış ve Mazhar Bey’le30 birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Üsküp Şubesi’ni kurmuştur (Mustafa Ragıb, 2007: 270; Ramsaur, 1972: 133, 134). Galip Paşa’nın hatıralarında belirttiğine göre kendisine Üsküp ve civarında İttihatçı teşkilanmayı başlatma vazifesi İsmail Hakkı tarafından verilmiştir. İsmail Hakkı bu vazifeyi ona verirken “Buradaki tesisat ve teşkilat size aittir. Tohumu ekiniz ve sonra toplanarak programımızı tanzim edelim. Artık düşünmeye, tereddüde yer ve imkân yoktur. Biz ne diyorduk? Şu istibdada, esarete nasıl katlanıyoruz, demiyor muyduk?” demiştir. Mektupçu Mazhar Bey, Petroviçeli Draga Necip Bey, Mahkeme-i Fevkalade Başkâtibi Süreyya, Kolağası Cafer Bey31, Galip Paşa’nın ilk günlerde birlikte çalıştığı kişilerdir. Selanik ile olan irtibat ise Kolağası Ali Fethi32 ve Mustafa Kemal33 vasıtasıyla sağlanmıştır. Galip Paşa ve ekibe katılan diğer üyelere, teşkilatlanmayı Komanova, 30 Meşrutiyetin ilanından sonra Kosova valisi olmuştur. 31 Cafer Tayyar. 32 Ali Fethi Okyar. 33 Mustafa Kemal Atatürk. 25 İştip, Koçana, Köprülü gibi yerlerde de yayma vazifesi verilmiştir. Buna bağlı olarak da Galip Paşa Köprülü’ye gitmiştir. İlk günlerde teşkilata sadece on beş kişi kazandırılabilmiştir. Fakat gösterilen gayret sonucunda, 1908 senesi Nisan ayına gelindiğinde bölgedeki üye sayısı yüzü aşmıştır (Mustafa Ragıb, 2007: 270; Öztuna ve Yüksel, 1966a: 5). Kazım Karabekir’in hatıralarına göre Mazhar Bey, Galip Paşa’yı Üsküp’te yapılacak teşkilatlanmaya ikna edebilmek için çok çaba harcamıştır. Büyük münakaşalar sonucunda Galip Paşa’yı ikna etmek mümkün olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Üsküp merkezini kurmak için ilk toplantı Necip Draga’nın evinde yapılmıştır. Toplantıya Galip Paşa, Mazhar Bey, Cafer Tayyar, Süreyya Bey ve Necip Draga katılmıştır. Bu toplantı sonucunda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Üsküp merkezi kurulmuştur (Karabekir, 209). Üsküp ve civarında teşkilatlanma sürerken, Galip Paşa ve bazı üyeler hakkında Müfettiş-i Umumiliğe ayrıntılı bir jurnal34 gönderilmiştir. Makedonya Vilayeti Umumi Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa (BOA, YEE, 71/74)35 bu jurnali Kosova Valisi Mahmut Şevket Paşa’ya (BOA, TFR.I.A. 37/3692) göndermiş, Galip Paşa ve çevresindeki kişilerin yaptıkları gizli teşkilatlanma hakkında tahkikat ricasında bulunmuş, bu iş için de polis müdürü Mümtaz Bey görevlendirilmiştir. Galip Paşa, Mümtaz Bey’le yaptığı görüşmeler sonucunda ilgili tahkikatın yapılmasını durdurmuştur. Mümtaz Bey ise merkeze, yaptığı tahkikat sonucunda, Galip Paşa ve çevresindekilere yöneltilen suçlamanın yersiz olduğunu bildirmiştir. Hatta aradan çok zaman geçmeden kendisi de cemiyete üye olmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 5, 6). Galip Paşa, Nisan 1908’de tekrar jurnallenir. Bundan dolayı Hüseyin Hilmi Paşa tarafından, şifaî bilgi vermesi için Selanik’e çağrılır (BOA, TFR.I.KV, 198/19776). 34 Jurnal: Haber, bilgi. 35 1907’de Hüseyin Hilmi Paşa, Makedonya Vilayeti Umumi Müfettişi’dir (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 5). 26 Galip Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa ile görüşürken hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranarak meselenin ne olduğunu anlamaya çalışır. Hilmi Paşa ise, “Ordumuzda zabitan arasında gizli bir cemiyet teşekkül ediyormuş. Maazallah, bunların bir hatası, memleketi felakete uğratır” demiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, “Hiç zannetmem ki, böyle bir şey olsun. Zira bizim taraflarda böyle bir şey hiç hissedilmedi” deyince Hilmi Paşa, “Hissedemezsiniz, ben de yakın zamana kadar hissedemedim. Gayet mahirâne hareket ediyorlar. Anlamak mümkün değil” (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 6) demiştir. Galip Paşa’nın Komanova civarında yapmış olduğu çalışmalar Şemsi Paşa’yı da kuşkulandırmış ve harekete geçirmiştir. Şemsi Paşa ve Kiraz Hamdi Paşa, Galip Paşa’nın Komanova’da neler yaptığını anlamak için araştırma başlatmıştır. Bunu öğrenen Vasfi Bey36 bir gün Galip Paşa’nın yanına giderek, “Şemsi ve Hamdi Paşa halk ile sıkı münasebette bulunuyor, sizin kendileriyle nasıl temas ettiğinizi öğrenmeye çalışıyorlar. Arnavut reislerine gizli talimat veriyorlar” demiştir. Vasfi Bey’in uyarısından sonra Galip Paşa daha dikkatli olmaya çalışmıştır (Mustafa Ragıb, 2007: 270, 271). 1.3.2.3. Galip PaĢa’nın Firzovik Toplantılarını Yönlendirmesi İttihatçıların meşrutî idareyi II. Abdülhamit’e ilan ettirmek için Makedonya’da harekete geçtikleri günlerde binlerce Arnavut da değişik şayiaların etkisiyle bilinçsiz bir şekilde Firzovik’te toplanmıştır. İttihatçı kulüplerin İstanbul yönetimine meşrutî idareyi ilan ettirmek için telgraflar çektikleri günlerde Kosova Jandarma Kumandanı olan Galip Paşa’nın da Firzovik’te toplanmış olan Arnavutlara, meşrutiyetin ilanı yönünde padişaha telgraf çektirmesi meşrutiyetin ilan edilmesini hızlandırmıştır. 36 İttihat ve Terakki cemiyeti mensubu olan bu kişi II. Meşrutiyet Dönemi’nde mebusluk da yapmıştır. 27 Selanik Merkez Komutanı Kaymakam Nazım Bey, 37 mevcut yönetim taraftarı olduğundan düzene karşı oluşabilecek hareketleri takibe almış ve İttihatçıları zor durumda bırakmıştır (Bayur, 1991a: 439). Bundan dolayı İttihatçıların Selanik merkezi Nazım Bey’i öldürmeye karar vermiştir. Bu kararı Binbaşı Enver Bey de38 imzalamıştır. Suikastı uygulamak için ise İsmail Canbolat ile Mustafa Necib seçilmiştir. Suikasta teşebbüs edilmiş fakat yaralı olarak kurtulmayı başaran Nazım, Selanik’ten kaçıp İstanbul’a ulaşmayı başarmıştır (Karal, 1999: 27, 28). Makedonya’da İttihatçılarla Yıldız Sarayı arasında gerginlik günden güne arttığı süreçte, Rusya ile İngiltere arasında 1908 yılında Reval Görüşmeleri yapılmıştır.39 İttihat ve Terakki Cemiyeti, Reval Görüşmeleri’nden II. Abdülhamit yönetimini sorumlu tutmuş, burada alınan kararların önlenmesinin yolunun II. Abdülhamit’i devirmekten geçtiğini kabul ederek harekete geçmiş ve Makedonya’da genel bir ayaklanma çıkarmak için plan hazırlamıştır. Buna göre ayaklanma 1908 yılının sonbaharında bir bayram sabahı başlatılacaktı (Karal, 1999: 26, 27). 4 Temmuz 1908’de, İttihat ve Terakki’nin Manastır Merkezi üyelerinden Resne Komutanı Kolağası Niyazi Bey, yüz elli kişiden oluşan bir çeteyle, dağa çıkmıştır 37 Nazım Bey, Enver Bey’in eniştesidir. Meşrutiyetin ilânı yolunda ilk kıvılcım, tahkikat için görevlendirilen Selânik Merkez Komutanı Miralay Nazım Beyin 29 Mayıs 1908’de vurulmasıdır. Nazım Bey’in öldürülme emrini kısa sürede 2. ve 3. Ordu mensupları arasında yayılan İttihat ve Terakki Cemiyeti vermiştir. Nazım Bey’in vurulması sonucu onun yerine tahkikatın başına Mustafa Kemal getirilmiştir. Mustafa Kemal yaptığı tahkikat sonucu binbaşıyı kurtarmıştır. Nazım Bey hâdisesinden sonra Balkanlarda olaylar artarak devam etmiştir (Kuran, 1945: 252; Yalçın, 2002: 445). 38 39 Enver Paşa. Reval Görüşmeleri: Reval Görüşmeleri 8-9 Haziran 1908 tarihinde İngiltere ile Rusya arasında yapılmıştır. Burada Boğazlar Meselesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu masaya yatırıldığı halde Makedonya’da ıslahat meselesinin görüşüldüğü yönünde bir açıklama yapılmıştır. İttihatçılar ise Reval’de Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasının görüşüldüğü düşüncesine kapılmışlardır (Tunaya, 1988: 23; Armaoğlu, 1975: 307; Uçarol, 2000: 404). 28 (BOA, YEE, 71/63; BOA, Y.MTV, 312/45; Taunton Courier, nr. 5197, 22 Temmuz 1908; Resneli Niyazi, 1975: 137; Ateş, 2009: 409). Resneli Niyazi Bey dağa çıkınca, padişahın başkâtibine Makedonya Genel Müfettişliği’ne ve Manastır Valiliği’ne gönderdiği bildirilerinde ayaklanmanın amacını meşrutiyetin yeniden ilanı olarak açıklamıştır (Karal, 1999: 29, 30). II. Abdülhamit, Mitroviçe’de 18. Tümen Komutanı olan Şemsi Paşa’yı Resneli Niyazi olayını bastırmakla görevlendirmiştir (The Manchester Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; Resneli Niyazi, 1975: 137; Topuzlu, 2002: 88; Karal, 1999: 32, 33; Tansu, 2011: 35).40 Kendisine bu görev telgrafla bildirilmiştir. Bölgedeki askerlere pek güvenilmediğinden yanına asker kılığına sokulmuş gönüllü Arnavutları alması söylenmiştir (Bayur, 1991a: 452). Bunun üzerine Şemsi Paşa, 6 Temmuz 1908’de iki tabur askeri trene bindirerek Manastır’a hareket etmiştir (The Manchester Courier, 11 Temmuz 1908). 7 Temmuz’da Manastır’a varan Şemsi Paşa, daha Resneli Niyazi’ye karşı harekete geçmeden, durumu İstanbul’a bildirmek üzere telgrafhaneye girmiştir. Buradan çıkıp arabasına bineceği zaman ise İttihatçı bir subay olan Atıf tarafından vurulmuştur (BOA, BEO, 3352/251386; İSAM, HHP, 9/543; The Manchester Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; The Manchester Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; Evening Telegraph, 13 Temmuz 1908; Tansu, 2011: 36; Karal, 1999: 33).41 Suikastı gerçekleştiren Atıf, korumalar tarafından topuğundan vurularak yaralandıysa da kaçmayı başarmıştır (Resneli Niyazi, 1975: 144; Karal, 1999: 33; Dundee Courier, 16 Temmuz 1908; Tahsin Paşa, 1990: 377). Şemsi Paşa’nın yerine atanan Osman Paşa ise olayları yumuşaklıkla yatıştırmaya çalıştığı 40 Şemsi Paşa, Metroviçe’de 18. Nizamiye Tümeni Komutanı olup yaşı altmışı geçen bir subaydır (BOA, Y.PRK.ASK, 258/8277; Bayur, 1991a: 450). 41 Soyadı kanunu üzerine Kamçil soyadını alan Atıf Bey, Çanakkale milletvekilliği de yapmıştır (Külçe, 1944: 45). 29 süreçte, 23 Temmuz 1908 gecesinde, Resneli Niyazi tarafından dağa kaçırılmıştır (BOA, YEE, 71/53; İSAM, HHP, 19/1253; Karal, 1999: 35; Resneli Niyazi, 1975: 201; Mustafa Ragıb, 2007: 647; Tansu, 2011: 35). Resneli Niyazi Bey’in dağa çıktığı günlerde binlerce Arnavut Firzovik’te toplanmıştır. Firzovik yakınlarındaki bir koruda gayrimüslimlerin toplu olarak bir yaz şenliği yapacak olması bölgedeki Arnavutları harekete geçirmiştir. Olay öylesine büyütülmüştür ki çevre köylerden bile buraya gelenler olmuştur (BOA, Y.MTV, 312/94/4; Külçe, 1944: 11,12).42 Birkaç kişinin yaydığı şayia binlerce kişiyi harekete geçirmiş ve kalabalık günden güne artmıştır. Bunda isyancıların telgrafhaneyi kontrol altına alarak istedikleri şekilde telgraf çekmeleri de etkili olmuştur (BOA, Y.PRK.ASK, 258/82/6; BOA, Y.A.HUS, 523/63). Bölgede kalabalığı dağıtabilecek nitelikte kolluk gücünün olmayışı ise kalabalığın rahat hareket etmesine zemin hazırlamıştır (BOA, Y.MTV, 312/94).43 Hatta günden güne sayısı artan kalabalık Firzovik’teki yöneticileri dinlemez hale gelmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94/4). Olayların büyümesini istemeyen Osmanlı yönetimi kaba güç kullanmaktan kaçınmıştır (BOA, Y.A.HUS, 523/101). Arnavutların Firzovik’te toplanmasında Şemsi Paşa da etkili olmuştur. Çünkü Resneli Niyazi Bey’in isyanını bastırmak için görevlendirileren Şemsi Paşa’ya Arnavutlardan da kendilerine asker elbisesi giydirilerek istifade etmesi istenmiştir (İSAM, HHP, 19/1288; Resneli Niyazi, 1975: 138, 139; Mustafa Ragıb, 2007: 272, 646; 42 Hıristiyanlara satılan arazinin sahibi olduğu söylenen tren yolu bekçisinin hanesi bile isyancılar tarafından yakılmış ve Avusturya asıllı mühendis tehdit edilmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94/4). Arnavutların Firzovik’te toplanmasının asıl sebepleri tam olarak kestirilememiştir (BOA, Y.MTV, 312/73). 43 Osmanlı yönetimi tren yolunda çalışan ve diğer işlerde istihdam olmuş yabancıların zarar görmemesi ve iç meselenin dış mesele olmaması için gayret göstermiştir (BOA, Y.MTV, 312/94; BOA, Y.PRK.ASK, 258/82). 30 Tahsin Paşa, 1990: 377; Karal, 1999: 36).44 Şemsi Paşa, güvendiği birkaç kişiyi de asker toplamakla görevlendirmiştir (Külçe, 1944: 32, 33).45 Şemsi Paşa’nın isteği üzerine silahını kapan Firzovik’te toplanmıştır (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8). Firzovik Toplantıları’nın olduğu dönemde Kosova Jandarma Kumandanı olan Galip Paşa’ya göre de Arnavutların Firzovik’te toplanmalarının asıl sebebi Şemsi Paşa ve II. Abdülhamit’tir. Böylece Arnavutlara çıkarttıracakları isyanla bölgedeki askerî birlikleri meşgul ederek Makedonya’da günden güne gelişen İttihatçı yapılanmayı akim bırakmak istemişlerdir (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8). Şemsi Paşa, Niyazi’nin başlattığı isyanı bastırmak için Manastır’a doğru ilerlerken, “Dinini, milletini, vatanını seven arkamdan gelsin. Firzovik’te ictimâ’ etsin. Vatan elden gidiyor. Manastır ve sâir kasabât ve kurayı islâmiyeyi basmış katliam ediyorlar. Firzovik’e mikdâr-ı kâfi mavzer-i esliha ve cephanesi derdest-i celp ve idhardır. Orada teçhiz olunacaksınız. Sûret-i hareketinizi telgrafla bildiririm. İmdat-ı İslam için yetişiniz. Emirlerime intizar edesiniz. İrâde-i seniyye-i hazret-i pâdişahî bu merkezdedir” duyurusunu yaparak toplantının hızını artırmıştır (BOA, Y.A.HUS, 523/130). Firzovik’te durumun günden güne daha kötüye gittiğini gören şenlik organizatörleri geri adım atmak zorunda kalmış ve koruda yapılacak olan program iptal edilmiştir. Fakat ne için toplandığını bile tam olarak anlamayan Arnavutlar daha 44 Firzovik’te on beş bin civarında silahlı insanın toplandığı süreçte Şemsi Paşa, bölgedeki reislerine şu haberi gönderir: “Manastır’da bulunan mektepli zabitler, Jön Türk ve Bulgar komiteleriyle birleşerek İslamlar aleyhine taarruzda bulunuyorlar. Padişahı düşürüp vatanı satacaklar. Dinini, devletini, vatanını seven arkamdan yetişsin. Firzovik’te içtima etsin. Orada mavzer tüfeğiyle cephane tevzi olunacaktır. Suret-i hareketi telgrafla bildiririm. Vatan elden gidiyor. Padişahımız sadık Arnavutlardan hizmet, himmet ve muavenet bekliyor.” ( Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8). 45 Firzovik’te Arnavutların ilk toplanmaya başladığı günlerde Birinci Ferik Şemsi Paşa, Müslümanlarla Katolikler arasındaki ihtilafı çözmek için Prizren’de bulunmaktadır (Bayur, 1991a: 450). Mirliva: Tuğgeneral. Birinci Ferik: Korgeneral. Müşir: Orgeneral (Bayur, 1991a: 431). 31 dağılmadan Avusturya askerlerinin bölgeye doğru yaklaşmakta oldukları şayiası çıkarılmıştır. Bu durum bölgedeki kalabalığın dağılma ihtimalini iyice zayıflatmıştır (Külçe, 1944: 15; Babacan, 2002: 475). Arnavut halkı tarafından sevilen Şemsi Paşa’nın Resneli Niyazi isyanını bastırmak için Arnavutlara yaptığı çağrı ve aradan çok zaman geçmeden, kendisinin öldürülmesi Firzovik’teki insanların sayısını ve heyecanını daha da artırmıştır (İSAM, HHP, 19/1288; Külçe, 1944: 52, 53; Derby Daily Telegraph, 17 Temmuz 1908). Kalabalığın tehlikeli bir boyut kazandığının farkında olan merkezî yönetim bunların bir an önce dağıtılması için çareler aramaya başlamış ve Galip Paşa, Firzovik’teki kalabalığı dağıtmak için görevlendirilmiştir (BOA, Y.A.HUS, 523/63; BOA, Y.A.HUS., 523/130; Külçe, 1944: 52, 53; İslamoğlu, 2004: 63, 64).46 Bunların üzerine sadece kolluk gücü sevk edilmekle kalınmamış, dağılmaları için nasihat heyetleri de gönderilmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94; BOA, Y.MTV, 312/94/2). İttihatçı merkez, resmî olarak Firzovik’teki olayları yatıştırmakla görevlendirilen Galip Paşa’ya, gizli bir şekilde, kalabalığın İttihatçılık lehine kullanılması vazifesini vermiştir (Karal, 1999: 36). Hükümetten kalabalığı sakinleştirme ve dağıtma emri alan Galip Paşa, aksine, Kalkandelenli Emin’i ve başka etkili kişileri kullanarak, İpek, Yakova, Vuçitrin ve Prizren’e telgraflar çekerek bölge köylerini Firzovik’te toplanmaya yönlendirmiş ve kısa sürede kalabalığı daha da artırmıştır (Hacısalihoğlu, 2008: 202; Bayur, 1991a: 459; Külçe, 1944: 53). Onun çabaları sonucunda toplananların sayısı otuz bini bulmuştur. Kalkandelenli Emin’in de gayretleriyle, kalabalık üzerinde tesirli olan kişiler Galip Paşa’ya bağlılık yemini etmiştir (Külçe, 1944: 55, 56). 46 Mahmut Şevket Paşa, Galip Paşa’ya, Müftü Mehmet Arslan Efendi’yle beraber nasihat ederek toplantıları dağıtmaları için emir vermiş ve valinin emri üzerine Galip Paşa Firzovik’e hareket etmiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 9). 32 Galip Paşa, Arnavutları örgütleyip meşrutî idareyi istemeye hazırlarken, padişah aleyhine konuşmamaya dikkat etmiş ve meşrutiyetin ilanının bölgedeki yabancı subayların çekip gitmesine de vesile olacağını anlatmıştır (Külçe, 1944: 59; Aksun, 2010: 415). Galip Paşa, camide toplanan kalabalığa meşrutiyetin faziletlerini bölgede nüfuzu iyi olan Gırliçeli Şaban Efendi’ye anlattırmıştır. Şaban Efendi cemaate, elinde tuttuğu Kur’an-ı Kerim’i göstererek, meşrutiyeti istemenin Allah’ın kitabını dinlemek olduğunu, bunun padişahtan da talep etmek gerektiğini dile getirmiştir. Cemaatten başka sözü dinlenir insanların da Şaban Efendi’nin söylediklerini onaylaması Galip Paşa’nın işini daha da kolaylaştırmıştır. Bundan sonra yüzlerce kişi açıkça meşrutiyeti istediklerini söylemeye başlamıştır (Külçe, 1944: 59; Bayur, 1991a: 470). Galip Paşa, Firzovik’te hummalı bir çalışma yapmıştır. Kendisiyle birlikte Kalkandelenli Emin Bey, Üsküp Jandarma Tabur Kâtibi Preşovalı Recep Efendi, Petroviçeli Hacı Veysel Efendi, Ferhat Bey, Prizrenli Şerif ve Yahya Efendiler, Üsküplü Hoca Şaban Efendi, Hafız Recep Efendi de çalışmıştır. On iki gün devam eden çalışmalar sonucunda Arnavutlar meşrutiyeti ister hale getirilmiştir. Kosova halkı namına, müsveddesini Galip Paşa’nın hazırladığı, yüz seksen imzalı bir telgrafla padişahtan anayasanın yürürlüğe konması ve meclisin toplanması istenmiştir (İSAM, HHP, 9/491; Tunaya, 1988: 61; Ragıp, 2007: 646; Uğurlu, 2008: 11; Karal, 1999: 36; Öztuna ve Yüksel, 1966a: 10, 11).47 Bu karardan dönülmeyeceğine dair de yemin edilmiştir (BOA, TFR-I-KV, 216/21578; Tunaya, 1988: 546; Yorkshire Post and Leeds Intelligencer , 25 Temmuz 1908).48 47 II. Abdülhamit için, çok güvendiği Arnavutlardan böyle bir isteğin gelmesi şaşırtıcı olmuştur (Alkan, 1992: 68, 69; Yorkshire Post, 25 Temmuz 1908). 48 Arnavutlar, telgrafın cevabını iki gün kadar beklemişlerdir. Sabırları iyice taşınca, “Öyleyse gidelim verilmeyen şeyi kendimiz alalım” demeye başlamışlardır (Bayur, 1991a: 471). Firzovik’ten padişaha 33 Merkeze telgraf çekildikten sonra Firzovik’teki kalabalıkta, sonucun gecikmesine dayalı olarak sabırsızlanma başlamış ve istedikleri olmadığı takdirde merkeze doğru yürüyeceklerini söylemeye başlamışlar. Böyle bir durumda işin çığırından çıkacağını, kalabalık üzerindeki kontrolünü kaybedeceğini bilen Galip Paşa, onları sakinleştirmek için çaba harcamış ve bunun için Priştine Belediye Başkanı Sudi Bey’in saraya bir telgraf daha çekmesini sağlamıştır (Külçe, 1944: 64, 65).49 Padişahtan meşrutiyetin ilanı yönünde cevap bekleyen halkın heyecanını gören Firzovik Belediye Başkanı Şehsuvar Bey, Galip Paşa’ya, “Ne yapmak lazımsa yapalım. Böyle durmakla olmaz, işte cevap gelmiyor. Cahil ahali bela çıkaracak” deyince Galip Paşa, “Şehsuvar! Acele edip de Şersuvar olma!” demiştir (Bayur, 1991a: 64). Halk telgrafın karşılığını beklerken İstanbul’da telgraf merkezine gelen Sadrazam Ferit Paşa,50 padişahın uykuda olduğunu ve bir müddet beklemek gerektiğini söyleyince Firzovik’te bulunan Priştine Belediye Başkanı Sudi Efendi halk adına sadrazama şu telgrafı çekmiştir: “Burada otuz bin kişi heyecan içinde, ayakta, uyku ve istirahat haftalardır kendilerine haram oldu. Milletin babası olan padişah da uyansın artık, uyandırılsın, istediğimizi bize versin” (Karal, 1999: 37). 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilmiştir (Ateş, 2009: 410; Sabah, nr. 6764, 25 Temmuz 1908). Resneli Niyazi Bey’in dağa çıkması, Makedonya’daki İttihatçı merkezlerin İstanbul’a meşrutiyet isteğini bildiren telgraflar çekmesi ve Galip Paşa’nın çekilen telgraftan sonra İttihatçıların değişik merkezlerinden de İstanbul’a telgraf çekilmiştir (BOA, YEE, 71/57; Karal, 1999: 37). 49 Sudi Bey’in İstanbul’a çektiği telgraf metni: “7 Temmuz 1327 tarihli telgrafname-i acizimize elyevm cevap zuhur etmedi. Teskin-i heyecan kabil olmuyor. Halk müsellehan aşağı doğru akın ediyor. Muvafık cevabın istihsal ve tebşirini rica ederiz. Muvafık cevap gelmezse, mutlak reddolunursa vehamet muhakkaktır” (Bayur, 1991a: 471, 472). 50 Avlonyalı Ferit Paşa. 34 örgütlediği Arnavutların, meşrutiyet ilan edilmediği takdirde İstanbul yönünde harekete geçeceklerini içeren tehditkâr açıklamalar yapmaları meşrutiyetin ilanını hızlandırmıştır (BOA, Y.EE, 71/69; Tunaya, 1988: 536; Mustafa Ragıb, 2007: 646; Ahmed Refik, 1326: 97; İbrahim Feridun, 1326: 296; Alkan, 1992: 68, 69; Telegraph&Star, nr. 6585, 25 Temmuz 1908). Günlerce yaptığı yoğun çalışmalar sonucunda beklediği sonuca ulaşan Galip Paşa hatıralarında, “İşte vazife-i müşküle ve mühimmeyi bu veçhile hüsnü ikmal ve itmam eyleyerek Üsküp’e avdet eyledim. İki gün sonra 10-11 Temmuz 1324 Cuma gecesi, saat beş buçukta telgrafla intişar eden bir irade-i padişahî ile kanun-ı esasi, meşrutiyeti ilan ediyordu” (Öztuna-Yüksel, 1966a: 11; Manchester Courier and Lancashire General Advertiser, 25 Temmuz 1908)51 demiştir. Bütün riskleri göze alarak Üsküp civarında yapmış olduğu çalışma ve teşkilatlanmalar, Firzovik’te bilinçsiz bir şekilde toplanmış olan otuz bin Arnavut’u meşrutiyetin ilan edilmesinin gerekliliğine inandırması Galip Paşa’nın İttihat ve Terakki cemiyeti içinde başarılı ve güvenilir bir üye olduğunu göstermiştir. Galip Paşa, meşrutiyetin ilanından birkaç gün sonra rahatsızlandığından52 bir ay hava değişimi alarak Trabzon’a gitmiştir. Yerine, 13 Ağustos 1908 tarihinde, Nazmi Bey vekil olarak kalmıştır (BOA, TFR-I-KV, 214/ 21319/1). Galip Paşa, hava değişimi 51 Parlamenter sistemin yeniden yürürlüğe konması, ülkede bir bayram havası içinde kutlanmıştır (İkdam, nr. 5088, 12 Temmuz 1324). İkdam Gazetesi’nin 5088 Numaralı nüshasında 119 maddeden oluşan Kanun-ı Esasi mevcuttur. 52 Galip Paşa, hava değişimi almadan önce sıhhatinin jandarma kumandanlığı yapmaya müsait olmadığını öne sürerek bu görevden ayrılmak istediğini ilgili makamlara bildirmiştir (BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752). Galip Paşa’nın ilgili dilekçesi şu şekildedir: Maruz-ı çâkerânemdir, Ahval-i sıhhiyemin müsaadesizliğinden dolayı jandarma hidemât-ı mühimmesini ifada daha ziyade devama muktedir olamayacağımdan lütfen hidmet-i mezkûreden afv ve sınıf-ı asliyeme irca buyrulmaklığımı arz ve istirham eylerim. Emr u ferman hazret-i menlehu’l-emrindir. Kosova Jandarma Alayı Kumandanı ( BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752). 35 sona erdikten sonra İstanbul’da, jandarma tensikâtı53 için görevlendirilmiştir (BOA, TFR-I-KV, 214/21319/6). 1.4. 31 MART OLAYI VE II. ABDÜLHAMĠT’ĠN HAL’Ġ Galip Paşa, Kosova Jandarma Kumandanlığı’ndan ayrıldıktan sonra İstanbul’da jandarma teşkilatını düzenlemekle görevlendirilmiştir. 31 Mart Olayı’nın başladığı günlerde, Galip Paşa İstanbul’da jandarma teşkilatını düzenlemekle meşguldür (BOA, TFR-I-KV, 214/21319/6). Hareket Ordusu İstanbul’a girince, kendisine Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi vazifesi verilmiş olan Galip Paşa, bu orduyla birlikte hareket ederek İstanbul’da sükûnetin sağlanması için büyük gayret göstermiştir. 1.4.1. 31 Mart Olayı ve Galip PaĢa Meşrutiyet rejimi Jön Türkler tarafından ülkenin sorunlarının genelini çözecek bir iksir gibi anlatılmıştır. Fakat 1876’da ilan edilmiş olan meşrutiyet beklentileri karşılamamıştır. Şekilsel olarak halk, Meclis-i Mebusan vasıtasıyla yönetime katılmış gibi görünse de, anayasa son söz hakkını padişaha vermiştir (Tunaya, 1988: 24; İkdam, nr. 5088, 12 Temmuz 1324; Kili, 1982: 10-13; Karatepe, 1993: 92). Zaten 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlamasıyla meclis kapatılmış ve tekrar monarşiye dönülmüştür. Jön Türkler bundan sonra ise parlamenter sistemin yeniden yürülüğe girmesi için mücadele etmeye başlamışlardır. Siyasal sistemin değişmesini isteyenler, II. Abdülhamit’i değişimin önündeki engel olarak görmüşler ve parlamenet sisteme geçilmesi için gayret göstermişlerdir. 53 Tensikât: Düzenlemeler. 36 Baskıların iyice artıp isyana dönüştüğü 1908 yılında padişah, meşruti sistemi yeniden yürülüğe koymuştur. Osmanlı Devleti’nin iç politikada fırtınalar yaşadığı günlerde, Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan Girit’i, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ise Bosna-Hersek’i topraklarına katmıştır. Buna bağlı olarak da ülke içinde huzur bozulmuştur. Meydana gelen bu olumsuzluklardan genel itibariyle İttihatçılar sorumlu tutulmuştur (Uçarol, 2000: 416). Osmanlı Devleti üzerinde çıkarları olan devletler gerek mecliste gerek ise basında kendi çıkarlarını savunacak adamlar edinmeyi prensip edinmişlerdir (Aysal, 2006: 18). Ahmet Emin Yalman, gazete kuracak parası bile olmayan Derviş Vahdeti’yi de bu tür adamlardan birisi olarak görmüş, onu Volkan Gazetesi ve İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ni kurmakla vazifelendirilmiş bir İngiliz ajanı olarak anlatmıştır (Aysal, 2006: 18).54 İstanbul’da, İttihatçılarla muhalifler arasındaki gerginlik günden güne artarken 13 Nisan 1909’da beklenmedik bir şekilde isyan çıkmıştır (Musavver Muhit, nr. 23-1, 9 Nisan 1325; Telegraph&Star, nr. 6808, 13 Nisan 1909; Findley, 2011: 196). Bunu Avcı Taburlarının başlatması ise şaşırtıcı olmuştur. Çünkü bunlar, İttihatçılar tarafından meşrutiyeti korumak için İstanbul’a getirilmiştir (Uçarol, 2000: 416). Devrin yakın 54 Derviş Vahdeti’nin İttihatçılar aleyhinde yazılar yazdığı dönemde bazı kişiler İttihad-ı Muhammedi adında bir cemiyet kurarlar ve Derviş Vahdeti’yi de buraya katılmaya davet ederler. Fakat o bu cemiyete katılmayıp aynı isimde bir cemiyet kurar. 31 Mart Olayı’ndan sonra, olayları kışkırtan cemiyet olarak İttihad-ı Muhammedi, kişi olarak ise Derviş Vahdeti görülür ve yapılan yargılama sonucunda idam edilir. İttihad-ı Muhammedi’nin ise Suriye’de bile şubesi kurulmuştur. Fakat bunu kuran Derviş Vahdeti değil, İstanbul’da diğer İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni de kuran ve dış kaynaklı olan el- İhya el-Arabi elOsmani Cemiyeti’dir. Dolayısıyla da olayları İstanbul’da ve taşrada organize eden Derviş Vahdeti’nin kurduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti değil, diğeridir. Zaten ülkenin değişik yerlerinde 31 Mart Olayı’na bağlı olarak isyanlar çıkarttırmak Derviş Vahdeti’yi aştığı gibi her yerde tutulmayan İttihatçıları da aşmaktadır. O dönemdeki gelişmeler incelendiğinde ise olayların arkasında Ahrar Fırkası, İngilizler ve Prens Sabahattin’in olabileceği ihtimali kuvvetlidir (Kurşun, 2012: 49-59). 37 şahitlerinden olan Celal Bayar, “Bu taburların kumandanları ve subaylarının çoğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensuptu. Hemen hemen hepsinin meşrutiyet inkılâbında hizmetleri görülmüştür” demiştir (Alkan, 1992: 93). İttihatçıların meşrutiyetin ve özgürlüğün koruyucusu olarak gördükleri Avcı Taburları 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece isyan başlatarak,55 Taşkışla’da başlarında çavuşları olmak üzere ayaklanmış ve komutayı ele geçirerek subayları 56 hapsetmişlerdir (Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909). Sabaha karşı kışlanın kapısı açılarak askerler, başlarında subayları olmadan Ayasofya Meydanı’na ilerlemeye başlamıştır (Aysal, 2006: 27; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909; Devon And Exeter Daily Gazette, nr. 19464, 14 Nisan 1909; Telegraph&Star, nr. 6808, 13 Nisan 1909). Taşkışla’dan gelen askerler “Şeriat isteriz,57 padişahımız çok yaşa!” diyerek Ayasofya-Sultanahmet arasında toplanmış ve bunların sayıları kısa sürede beş altı bine kadar yükselmiştir (BOA, BEO, 3541/265541; The Courier, nr. 55 Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325. 30 Martta, akşam vakti, Avcı taburu çavuşlarından biri Mekteb-i Harbiye’nin süvari bölüğüne gelmiş ve çavuşlardan biriyle görüşerek “Biz yarın sabah silahlı olarak Sultanahmet Meydanı’nda toplanıp şeriat isteyeceğiz, siz de geliniz, fakat zabitlerinize hiçbir şey söylemeyiniz” teklifinde bulunur. Çavuş bu durumu bölük zabitine, o da daha üst makamlara bildirir. Ancak yatsı vaktinde Harbiye Nâzırı Ali Rıza Paşa’ya rapor iletilir. Nâzırın emri üzerine nöbetçi yaveri Mustafa Bey, Yıldız’daki 2. Fırka Kumandanı Cevat Paşa’ya gönderilir. Tezkereyi alan Paşa, kahve ve sigara içildikten ve bir hayli görüşüldükten sonra “Nâzır Paşa hazretlerine hürmetler ederim, böyle bir şey olamaz” cevabını bildirir (Birinci, 2002: 346). 56 İsyan eden askerler, komutanlarının din iman gibi mevzuları bile ağızlarına dolayarak küfür ettiklerinden şikâyetçi olnuşlardır (Unat, 1991: 52). 57 31 Mart 1909 Salı günü, 3. Ordu’dan getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen Avcı Taburları askerleri, başlarında Arnavut Hamdi Çavuş olmak üzere, “Biz şeriat isteriz” iddiasıyla silahlanarak isyanı başlatmışlardır. Diğer kışlaların da iştirakiyle isyan büyümüştür. İsyancıların istekleri şunlardan ibarettir: Hüseyin Hilmi Paşa hükümetinin istifa etmesi; Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza, Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, I. Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa, Taşkışla Komutanı Esat Paşa, Talat Bey, Rahmi Bey ve Hüseyin Cahit Bey’in görevlerinden uzaklaştırılmaları, şeriatın uygulanması, isyancıların affedilmesi ve görevinden alınan alaylı subayların geri dönmesidir (Kodaman, 2002: 308; The Courier, nr. 17421, 15 Nisan 1909). 38 17421, 15 Nisan 1909; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909; Musavver Muhit, nr. 23-1, 9 Nisan 1325; Aysal, 2006: 28). 31 Mart Olayı’nı çıkaran ve etrafa kontrolsüz bir şekilde ateş eden askerler, olaylar esnasında birçok insanla birlikte Lazkiye mebusu Arslan Bey’in de ölümüne sebep olmuşlardır (BOA, BEO, 3541/265541; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909; Aysal, 2006: 30).58 İsyancılar dönemin hükümetini de hedef alan sloganlar atmaya başlayınca, olayların daha fazla büyümesi istenmediğinden, âsilerin isteği üzerine, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa Yıldız Sarayı’na giderek istifasını sunmuştur (Takvim-i Vekayi, nr. 181, 1 Nisan 1325; The Courier, nr. 17421, 15 Nisan 1909). Yeni kabineyi kurma görevi Tevfik Paşa’ya verilmiştir (BOA, İ.DUİT, 8/1; Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2 Nisan 1325; The Courier, nr. 17421, 15 Nisan 1909).59 Bu hükümet de fazla çalışamamıştır. Tevfik Paşa, İttihatçı merkezler tarafından yapılan protesto ve baskılar karşısında, 26 Nisan 1909’da istifasını sunmak zorunda kalmıştır (TTK, TP, 28/16; Takvim-i Vekayi, nr. 202, 23 Nisan 1325).60 Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşa tekrar hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir (BOA, İ.DUİT, 190/65). II. Abdülhamit sükûnetin sağlanmasını amaçlayarak, olaylardan mesul olanların affedildiğini ve askerlerin kışlalarına rahat bir şekilde dönebileceğini duyurmuş ve Kanun-ı Esasi’nin devamı temennisinde bulunmuştur (Takvim-i Vekayi, nr. 181, 1 58 Meclis-i Mebusan’ın 56. İn’ikatında bu durum uzun uzun istişare edilmiş ve Arslan Bey için düzenlenecek cenaze merasimi görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 56, 3 Nisan 1325). Adana gibi başka şehirlerde de olaylar çıkmıştır ( BOA, BEO, 3543/265703). 59 Yeni kabinenin üyeleri Takvim-i Vekayi’de yayınlanmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2 Nisan 1325). Hüseyin Hilmi Paşa başkanlığında kurulan yeni kabinenin listesi 23 Nisan 1325 tarihli Takvim-i Vekayi’nin ilk sayfasında yayınlanmıştır. 60 Geniş bilgi için bkz. Necati Çavdar, Son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2010. 39 Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2 Nisan 1325; Musavver Muhit, nr. 23-1, 9 Nisan 1325). Padişahın bu affını Meclis-i Mebusan da61 2 Nisan 1325 tarihli oturumunda kabul ederek ülkenin her tarafına duyurulmak üzere telgraflar çekilmesine karar vermiştir. Fakat çıkarılan affa ve gösterilen iyi niyete rağmen askerlerden bir kısmı kışlalarına dönmemiş ve sokak aralarında etrafa kurşun atarak ölümlere ve yaralanmalara sebep olmuşlardır (Takvim-i Vekayi, nr. 183, 3 Nisan 1325). 31 Mart İsyanı başladığında Galip Paşa, İstanbul’da jandarma tensikâtıyla meşguldür. Beşiktaş’ta Valide Çeşme’de oturmaktadır. İsyanın başladığı Salı sabahı iş yerine gitmek için evinden ayrıldığında başlarında komutanları olmadığı halde askerlerin gruplar halinde Ayasofya Meydanı’na doğru gitmekte olduklarını, şehirde bir anarşinin hâkim olduğunu görmüştür. O gün, sabahtan öğlene kadar çaresiz bir şekilde olayları izlemekle yetinmiştir. Hakkında suikast ihbarı aldığından çoğu İttihatçı gibi o da can güvenliği açısından tedirgin olmuş ve tedbiri elden bırakmamaya gayret etmiştir. Kendisine suikast yapılacağını bizzat yapmış olduğu sorgulamalar sonucunda öğrenmiştir. Sorguladığı Salih Çavuş’un ifadesine göre bazı isyancılar Salih Çavuş’a, “Burada tensik memuru Galip Bey vardır, bizi açığa çıkaracak, ekmeğimizi kesecekmiş, şimdi tam fırsattır. Biz onun kafasını keselim” demişler (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 2022). Galip Paşa, her ihtimale karşı Nisanın on yedisine kadar, üç gün boyunca, evinden çıkmamayı tercih etmiştir. Olaylar hakkında kimseden detaylı bilgi de alamamıştır. Nisanın on yedinci günü evden çıkarak bazı subay arkadaşlarıyla buluşmuştur. Onlarla yaptıkları görüşmeler sonucunda Selanik’e geçmeye karar vermişler ve bundan sonra ise ordunun vaziyetini anlamak için Erkânıharbiye Reisi 61 Meclis-i Milli, 25 Nisan 1909’da Yeşilköy’den Ayasofya yakınında bulunan kendi binasına dönmüştür (BOA, BEO, 1570/267687). 40 Ferik İzzet Paşa’nın evine gitmişlerdir. Galip Paşa, İzzet Paşa’ya, “Paşa hazretleri biz Selanik’e gitmek istiyoruz fakat müşkülat ve tehlike vardır. Zât-ı âliniz dünkü teklifi kabul ederek hususî bir tren tertibini teklif edersiniz; bu trene bizi de alır İstanbul’dan çıkarırsınız. Hususî tren kimsenin dikkatini çekmez” demiştir. Bu teklif üzerine İzzet Paşa, “Hayhay. Bunu bir vazife addederim. Eğer sözümü geçirebilirsem sizi trenle İstanbul’dan çıkarırım. Ben de çıkarım” cevabını vermiştir. Bundan sonra Galip Paşa ve çevresindekiler oradan ayrılarak evlerine gitmişler ve ertesi gün de İzzet Paşa’nın ayarlamış olduğu trenle Sirkeci’den Selanik yönüne hareket etmişlerdir (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 23-25). Galip Paşa Selanik’e giderek olayları bastırmak için İstanbul’a gelecek olan orduya katılmayı planlarken 21 Nisan’da Küçükçekmece Tren İstasyonu’nda Mahmut Şevket Paşa’yla karşılaşmış ve onunda birlikte Yeşilköy’e gelmiştir. Mahmut Şevket Paşa, Galip Paşa’ya İstanbul’un emniyet ve asayişini sağlama vazifesi vermiş ve önceki vazifesine de devam etmesini bildirmiştir (Güngör, 1937: 112). 24 Nisan’da ise Galip Paşa ve diğer subaylar Ayastefanos’tan İstanbul’a sevki kararlaştırılan jandarma birliklerini trene bindirerek Kumkapı’ya çıkmışlardır. İstanbul’da asayişin sağlanması için Hareket Ordusu’nda vazife almış olan Galip Paşa, Kumkapı’dan sonra emrindeki jandarmalarla birlikte Harbiye Nezareti’ne geçmiştir. Bundan sonra ise eski jandarma ve polis karakollarını kapatarak buralardakilerin silahlarını toplamıştır. İki gün içinde yetmiş polis ve altı yüz jandarmayı kullanarak Beyoğlu, Boğaziçi ve Üsküdar civarlarında asayişi sağlamıştır (İbrahim Feridun, 1326: 296; Öztuna ve Yüksel, 1966b: 23-25). İstanbul’da çıkan isyan üzerine özellikle Rumeli’den olmak üzere ülkenin birçok yerindeki İttihatçı şubelerden ve askerî birliklerden meşrutiyetin korunacağına dair 41 Meclis-i Mebusan’a telgraflar çekilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 57).62 Bu telgraflarda ayrıca hükümetin istifa etmesi istenmiş ve hükümet tehdit edilmiştir. İttihatçı merkezler Ahmet Tevfik Paşa kabinesine şiddetle karşı çıkmışlar ve gayrı meşru olarak gördükleri bu hükümetin yerine Hilmi Paşa’yı tavsiye etmişlerdir (BOA, BEO, 3541/265541). Hükümet istifa etmediği takdirde askerî birliklerin İstanbul’a yürümek için hazır bulunduğunu bildirilmişlerdir. Hareket Ordusu’nun63 İstanbul’a gelerek64 olaylara doğrudan müdahale etmiş olması telgraflardaki tehdidin boş olmadığını göstermiştir (BOA, BEO, 1570/267687). 31 Mart Olayı’nın on ikinci gününde Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu, asayiş sorununa el atmış ve Dersaadet Jandarma Polis Müfettiş-i Umumiliği’ne tayin ettiği Galip Paşa’nın imzasını taşıyan bir resmî ilan yayımlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 281, 20 Nisan 1325; Nottingham Evening Post, nr. 9559, 26 Nisan 1909; Yunus Nâdi, 1325: 213). Sıkıyönetim uygulaması yönünde olan bu ilanda, âsiler ve mürtecilerin yenilmekte olduğu bildirilmiş, sükûnetin sağlanması için halkı galeyana getirecek fesatçı yazılar yazmak, sözler söylemek, davranışlarda bulunmak yasaklanmıştır. Ayrıca belirlenen saatler arasında sokağa çıkmak (İkdam, nr. 5360, 16 62 31 Mart Vak’ası, Selânik’e ünlü İttihatçılardan İsmail Canbulat tarafından “meşrutiyet mahvoldu” cümlesinden ibaret bir telgrafla bildirilmiştir. Bu haber, Selanik’te büyük bir infial oluşturmuştur (Birinci, 2002: 355). 63 Hareket Ordusu, 6-7 bin kişiden müteşekkildir (Süleyman Şefik Paşa, 2004: 180). 64 İttihatçı sivil ve asker kadrolar, 14 Nisan 1909’da Selanik’ten İstanbul üzerine asker yollama kararı almışlardır. Buna bağlı olarak da Mahmut Şevket Paşa yüksek komutasında II. ve III. Ordu’dan Hareket Ordusu adıyla askeri birlikler trenle İstanbul’a gönderilmiştir. 19 Nisan 1909’da Yeşilköy’e varan ordu, karargâhını burada kurmuştur. 23 Nisan 1909’da Hareket Ordusu’na İstanbul’a girme emri verilmiştir. Bunun üzerine ordu, 24 Nisanda İstanbul’u işgal etmiştir. 25 Nisan günü ise isyan bastırılmıştır (Kodaman, 2002: 309). Meclis-i Mebusan’da, Selanik’ten Çatalca’ya kadar gelmiş olan askerlere nasihat etmek üzere 28 kişiden oluşan bir nasihat heyeti oluşturulması görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 58). 42 Nisan 1325)65 ve silah taşımak men edilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 192, 13 Nisan 1325; Akşin, 1970: 200).66 Galip Paşa’nın yayımlamış olduğu ilan şu şekildedir: Dersaadet Umum İnzibat Dairesinin Îlân-ı Resmîsi: Madde 1: Hükümetin bâğilere ve mürtecilere karşı izhâr-ı satvet ettiği şu zamanda herkesin kavlen ve fiilen son derece muhâfaza-i sükût ve îtidal etmesi ve heyecân-ı ahâliye sebep olacak her türlü ahvâl ve harekâttan meselâ fesat âmiz yazılar yazmak, müheyyiç sözler söylemek, sokaklarda koşmak gibi harekâttan içtinap etmesi. Madde 2: Gayet seri bir surette temîn-i inzibât-ı memleket için karakollar ve devriyeler Hareket Ordusu’nun istihdam eylediği askere ve Selanik’ten celp edilen jandarma ve polislere mevdu’ olduğu ve memurîn-i mumâileyhim vazifelerinin hüsn-i îfâsı yolunda canlarını fedâya hazır bulunduklarından emirlerine derhal itaat ve inkıyâda mecburiyet-i kat’iye bulunduğu ve şu aralık îfa-yı vazifenin fevkalâde nezaketi hasebiyle gece saat birden sonra fenerli fenersiz bir semtten diğer semte gitmek ve sokaklarda dolaşmak kat’iyen gayr-ı câiz bulunduğundan ahvâl-i mezkûreden dahî tevekki’ olunması ve fevkalâde mâzereti zuhur edeceklerin bulundukları mevkiin polisine müracaat eylemeleri. Madde 3: Kuvve-i askeriye ile inzibata memur olanlardan gayrı kimsenin silah taşıması katiyen ve şediden memnu’ bulunduğu. Madde 4: İğtişaşa iştirak eden askerler terk-i silah ile teslim-i nefs etmekte ve temin-i âsayiş için fevkalâde sarf-ı mesâi 65 Gece sokağa çıkma yasağı ile ilgili olarak Galip Paşa’nın yaptığı duyuru: İlan-ı Resmî: Bu günden itibaren geceleri saat üç buçuğa kadar ahalinin sokakta gezmelerine müsaade edilmiştir. Vakt-i mezkûrdan sonra dışarıda bulunanlar haklarında ilan-ı sabık veçhile muamele ifa kılınacaktır. Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi Miralay Galip (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325). Sokağa çıkma yasağı 1909 yılının Haziran ayının ortalarında kaldırılmıştır (Tanin, nr. 282, 15 Haziran 1909). 66 Galip Paşa, Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi ünvanıyla 13 Haziran 1909 tarihinde yayınladığı beyannamede ise sivil halka kimlerin silah satıp satamayacağını duyurmuş ve ilgili yasaya uymayanların Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevkedileceğini hatırlatmıştır (Tanin, nr. 280, 13 Haziran 1909). 43 edilmekte bulunduğundan ve bağîlerin bir kısm-ı küllîsi derdest olunarak bakiyesi de icrâ-yı melanet edemeyecek derecede zebun ve mahsur kaldığından ahâlinin ve alelumum tüccar ve esnafın ticaretgâhlarını açarak iş ve güçleriyle iştigal eylemeleri ilan olunur. 11 Nisan 1325. Dersaadet Jandarma Polis Müfettiş-i Umumisi Miralay Galip (Takvim-i Vekayi, nr. 192, 13 Nisan 1325; İkdam, nr. 5358, 13 Nisan 1325). Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, 25 Nisan 1909 tarihli beyannamesinde İstanbul, Bilâd-ı Selâse, İzmit, Çatalca, Adalar, Beykoz, Kartal, Gebze’de idare-i örfiye ilan edildiğini duyurmuştur (BOA, Y.EE, 3/2; İkdam, nr. 5358, 13 Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 192, 13 Nisan 1325; Yunus Nâdi, 1325: 226).67 Takvim-i Vekayi’nin 5 Mayıs 1909 tarihli sayısında Divan- Harb-i Örfi’den68 yapılan duyuruda Divan-ı Harb-i Örfi Tedkikat Komisyonu’nu oluşturan kişilerin isimleri sayıldıktan sonra isyana karışmış olanların ispatlı bir şekilde ilgili komisyona ihbar edilmesi gerektiği bildirilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325).69 Bir iki gün içinde Galip Paşa’nın da katkılarıyla sükûnet sağlanmıştır (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26). Galip Paşa, İstanbul’da sükûnetin sağlanmaya başladığı günleri şöyle anlatmıştır: Nisanın on üçüncü günü artık tehlikenin tamamen zail olmuş bulunduğuna hükmolunabilirdi. O gün idâre-i örfiye ilan edilmiş, divan-ı harpler teşekkül 67 V. Mehmet Reşat’ın cülus kutlamalarından dolayı idare-i örfiyede o günlere yönelik değişiklikler olmuştur. Mesela gece sokağa çıkma yasağında esneme yapılmıştır (BOA, DH.MKT, 2797/25). 68 31 Mart sanıkları Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmıştır. Peygamber Efendimiz’in doğumunun sene-i devriyesi münasebetiyle, hapis ve sürgün cezası almış olanlar affa uğramıştır (BOA, İ.MBH, 1/61). 69 Divan-ı Harb-i Örfi’nin 19 Nisan 1325 tarihli başka bir duyurusu ise şu şekildedir: “İstanbul’daki erbab-ı fesat hakkında gerek posta ile ve gerek bizzat tahriran ihbaratta bulunacakların mercii olmak üzere Harbiye Nezareti’nde müteşekkil Divan-ı Harb-i Örfi Tedkikat Komisyonu’na müracaat eylemeleri lazım geldiği ilan olunur” (Servet-i Fünun, nr. 281, 20 Nisan 1325). 44 ederek tahkikata başlanmıştı. Her tarafta tutulan eşhas bana gönderiliyordu. Binaenaleyh divan-ı harplere hazırlık tahkikatı yapmak için Mahmut Şevket Paşa’nın muvaffakiyetini istihsal ederek iki tahkik heyeti teşkil ettim (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26).70 Galip Paşa, ihtiyatlı düşüncesiyle Mesudiye Zırhlısı’nın da İstanbul’daki isyana karışmasını önlemiştir. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmek üzere olduğu günlerde bir kısım gençler gönüllü olarak orduya katılmak ve âsilere karşı mücadele etmek için müracaatta bulunmuşlardır. Kolağası Aziz Bey bu gönüllülerin komutanı olabileceğini bildirmiş ve bunlar için Mesudiye Zırhlısı’ndan silah alınmasını teklif etmiştir. Galip Paşa, zırhlıdan silah alınması işine pek sıcak bakmamıştır. Fakat Aziz Bey, bir yolunu bularak gemiden yüz kırk silah çıkarmayı başarmıştır. Bu durumu öğrenen Galip Paşa, kendisinin bu işe karşı çıktığını belirterek silahların iade edilmesini istemiştir. Galip Paşa’nın haklı olduğu aradan pek zaman geçmeden anlaşılmıştır. Çünkü Mesudiye Zırhlısı’ndaki bir kısım askerler, ellerindeki silahlar alınıp gönüllülere verilerek kendilerinin Hareket Ordusu karşısında silahsız bırakılacağı şayiasını yaymışlar ve gemide isyan başlamasına sebep olmuşlardır. Birkaç askerin gayretleri sonucunda yatıştırılan askerler, silahlarının iade edildiğini de görünce tekrar vazifelerine dönmüşlerdir (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 25). Galip Paşa, isyana katılanların ve destek verenlerin Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevk edildikleri süreçte, Mahmut Şevket Paşa’nın da iznini alarak iki tane inceleme heyeti kurmuştur. Galip Paşa böylece haksız tutuklamaların, yargılamaların ve cezalandırmaların önüne geçmek istemiştir. İstanbul’un değişik yerlerinden tutuklanıp 70 14 Nisan 1325 tarihli Hilal Gazetesi’nde ise İstanbul’da hayatın normale döndüğü şu şekilde anlatılmıştır: “Dünden itibaren hayat-ı umumiye İstanbul’da daire-i intizama girmiştir. Mağazalar, her taraf açıktır. Ahali kemal-i emniyet ve hürriyetle işleriyle meşgul oluyor” (Hilal, nr. 3, 14 Nisan 1325). 45 getirilen kişiler, bu inceleme heyetlerinin yaptığı araştırmalar sonucunda Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevk edilmişlerdir. Mesela Zeki Paşa ve Memduh Paşa, Galip Paşa’nın bu heyetler vasıtasıyla yaptığı incelemeler sonucunda tutuklu kalmaktan ve Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmaktan kurtulmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26). Hareket Ordusu yaptığı vazifeden dolayı İstanbul halkı tarafından takdir edilmiş ve gerekli ilgiyi görmüştür. Bu orduya teşekkür edilmesi için Manastır Mebusu Trayan Nali Efendi meclise teklif getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 64). İstanbul’da yapılan mücadeleler esnasında yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelenlerin askeri emeklilik nizamnamesinin 1 ve 2. maddelerinin hükümlerine tâbi tutulmaları kabul edilmiştir. Ayrıca şehit askerlerin ailelerine de maddi destek verileceği kabul edilmiştir (Düstur, t. 2, C. 1, s. 417, 418).71 Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra ise Kılıç Ali Paşa Camii’nde şehitler için mevlit okutulup dua edilmiştir (BOA, BEO, 3737/280246). Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmeye başladığı günlerden itibaren Mahmut Şevket Paşa’nın plan ve proğramları doğrultusunda hareket eden Galip Paşa meşrutiyetin devamından ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden yana olduğunu göstermiştir. Böylece de İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde güvenilir bir kişi olduğunu bir defa daha ortaya koymuştur. Cemiyet içindeki nüfuzu artmıştır. 1.4. 2. Abdülhamit’in Hal’i ve Galip PaĢa Hareket Ordusu, İstanbul’da kontrolü ele geçirdiği süreçte Yıldız Sarayı’nın kuşatmasıyla vazifelendirdiği Galip Paşa’ya, Abdülhamit’e hal’ kararını bildirecek 71 Yolculuk ve görev esnasında yaptıkları masraflardan dolayı Hareket Ordusu askerlerine, Mahmut Şevket Paşa tarafından, ikramiye verilmesi istenmiştir (BOA, BEO, 3583/268674). 46 heyetin güvenliğini sağlama görevi de vermiştir. II. Meşrutiyetin ilanından 31 Mart Olayı’na kadar geçen süreçte İttihat ve Terakki partisi yönetimde doğrudan etkili olmasa da dolaylı olarak sık sık yönetim mekanizmasına müdahale etmiştir. Ayrıca kendilerine muhalefet yapan çevreleri de en sert şekilde susturmuşlardır. II. Abdülhamit’i baskıcı olarak görmüş olanlar şimdi yepyeni bir baskı mekanizmasıyla karşılaşmıştır (Danişmend, 1961: 14). İttihat ve Terakki Partisi ile muhalif çevrelerin sürtüşmesi başkentte tansiyonu günden güne yükseltmiştir. İttihatçılar, sık sık padişah değişikliğinin gerektiğini dile getirmeye başlamış ve padişahın varlığı meşrutiyet için tehlike olarak görülmüştür (Kuran, 1945: 274). Daha Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip otoriteyi ele geçirmesinden önce, saltanatta değişiklikler olacağı haberleri ortalıkta dolaşmaya başlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 270, 8 Nisan 1325). 31 Mart Olayı ile ilgili olarak hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan,72 meselenin ne olduğunu anlamadan, Enver Paşa ve Prens Sabahattin gibi kişiler Abdülhamit’in tahttan indirilmesini görüşmeye başlamışlardır (Kuran, 1945: 279). İstanbul’da olaylar bastırılıp sükûnet sağlanırken II. Abdülhamit’in de tahttan indirilmesi gündeme gelmiştir. Çünkü olaylardan II. Abdülhamit mesul tutulmuş,73 72 İsyan hakkında araştırma yapmadan, ortalık sakinleşmeden, kişiler ve kuruluşlar suçlanmaya başlamıştır (The Yorkshire Post, nr. 19286, 15 Nisan 1909). 73 İttihatçılar II. Abdülhamit’i 31 Mart Olayı’ndan mesul tutmuşlardır. Hâlbuki onun bu olayla ilgisine dair bir belge ve delil sunulmamıştır. Abdülhamit, bu isyanın tertipçisi değil de hedefi olmuştur (Dabağyan, 2003: 227). Talat Paşa gibi önde gelen bir İttihatçı bile daha sonradan, Abdülhamit’in bu olayla ilgisi olmadığını defalarca itiraf etmiştir (Danişmend, 1961: 18). II. Abdülhamit, devrin sadrazamı Tevfik Paşa’dan bir kurul oluşturularak kendisinin 31 Mart Olayı ile ilgisinin olup olmadığının araştırılmasını istemiştir (Danişmend, 1961: 19). 31 Mart Olayı esnasında Selimiye Kışlası’nın komutanı olan Süleyman Şefik Paşa hatıralarında, “O tarihte İstanbul benim ile Nazım Paşa elinde idi. Eğer bizim kötü niyetimiz olsaydı Hareket Ordusu’nu perişan eder, memlekete hâkim olurduk. Aynı zamanda Sultan Hamit merhum da arzu etse idi bütün asker padişah namına ayaklanmış, İttihat hükümetini alt üst etmeye 47 anayasaya sadık kalmamak ve isyancılara taraftar olmakla suçlanmış ve bu minval üzerine şeyhülislamdan hal’ fetvası alınmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 185, 5 Nisan 1325; Nottingham Evening Post, nr. 9559, 26 Nisan 1909; The Western Times, nr. 18656, 26 Nisan 1909; Aysal, 2006: 43). Mahmut Şevket Paşa, sadarete çekmiş olduğu telgrafla,74 padişah hakkındaki zannın ve şayianın asılsız olduğu bildirilmiştir. Saltanata karşı efkâr ve niyetlerin halis olduğu komuta kademesi tarafından da garanti edilmiştir (BOA, BEO, 1570/267687). Sadarete böyle bir telgraf çekerken, muhtemelen kendilerine karşı oluşabilecek bir tepkinin önüne geçmek istemiştir. Çünkü daha sonra gelişen olaylar bu telgrafın içeriğinin pek samimi olmadığını göstermiştir. 14 Nisan sabahı, Mahmut Şevket Paşa Galip Paşa’yı yanına çağırmış ve II. Abdülhamit’in hal’inin kararlaştığını bildirerek şu talimatı vermiştir: “Yıldız Sarayı civarı, her ihtimale karşı askerden tecrit edilmiştir. Siz, bunların yerine polis ve jandarma kuvvetleri ikame edeceksiniz.” Böylece hal’ kararının bildirilmesi esnasında hazırlanmış idi. O da yapmadı ve 31 Mart Vak’ası’nda merhum Sultan Hamit’in katiyen dahli olmadığına eminim.” demiştir (Süleyman Şefik Paşa, 2004: 180, 181). Tahttan indirildikten sonra Abdülhamit’in yargılanması gündeme gelince eski sadrazam Sait Paşa, “Temize çıkarsa, sonra bizim hâl-ü mevkiimiz nice olur” diyerek soruşturmanın açılmasını istememiştir (Alkan, 1992: 111). Abdülhamit, I. Orduya mensup askerlerin Hareket Ordusu’na karşılık vermek istemesi üzerine, “Asker, zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar” demiştir (Alkan, 1992: 106). 74 Mahmut Şevket Paşa’nın sadarete çektiği telgraf: Makam-ı Sadarete; Son günlerde İstanbul’da meydana gelen olaylarda hükümetin nüfuzu tamamen imha kılınmış ve hükümetin hayatı ve istikbali tehlikeye düşmüştür. Vatanın selametini ve hükümetin nüfuzunu sağlamak için 2 ve 3. ordular müttehiden İstanbul’a bütün seyyar kuvvetlerini sevk etmiştir. Bu kuvvetlerin kumandanlığını deruhte etmek üzere Selanik’ten Ayastefanos’a geldim. Düzeni bozulmuş olan hassa ordusu fertlerinden hareket-i vakıalarına nedametle istimal edeceklerin affı ve isyanda devam edecekler şiddetle tecziye ve tenkili mukarrerdir. Gelen bu kuvvetlerin güya padişahı hal’ etmek için geldikleri şayiası yayılmışsa da bunu kesinlikle yalanlıyorum. Bunun padişaha da benim tarafımdan garanti edildiğini bildiririm (Takvim-i Vekayi, nr. 191, 11 Nisan 1325; İkdam, nr. 5357, 11 Nisan 1325). 48 Yıldız Sarayı ve çevresinin asayişini sağlama görevi Galip Paşa’ya havale edilmiştir. Böyle bir talimat, Yıldız kışlalarında bulunan askerlere güvenilmediğini göstermektedir. Galip Paşa aldığı bu emir gereğince hızlı bir şekilde hazırladığı jandarma ve polis birlikleriyle Yıldız Sarayı’nın çevresine gitmiştir. Orada mevcut bulunan askerleri bölgeden uzaklaştırmış, emrindeki polis ve jandarmalarla sarayı çepeçevre kuşatma altına aldırmış, sarayın su ve gaz boruları kesilmiş, hariçteki elektrik makineleri durdurulmuş, içeriye yiyecek ve içecek sokulması yasaklanmıştır (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325; Koloğlu, 2007: 485; Mehmet Selahattin, 2008: 23; Güngör, 1937: 112-116; Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26). Galip Paşa bundan sonra ise kendisini Hamidiye Camii yakınında bekleyen Şevket Turgut Paşa ile Enver Bey’in yanına giderek kendilerine Mahmut Şevket Paşa’dan aldığı emirleri tebliğ etmiştir (Güngör, 1937: 112-116). Galip Paşa’nın Yıldız çevresinde gerekli önlemleri alması öğle vaktine kadar ancak tamamlanabilmiştir. Bundan sonda ise Mahmut Şevket Paşa’dan kendisine bir telgraf gelmiştir. Mahmut Şevket Paşa, Galip Paşa’ya, padişaha hal’ kararını bildirecek heyetin yola çıkarıldığını, bunların Yıldız’a varır varmaz padişahın huzuruna çıkarılmalarını, kararın padişaha derhal bildirilmesini ve gerekli tedbirlerin titizlikle alınmasını bildirmiştir. Ayrıca Galip Paşa’dan süreci bizzat idare etmesini istemiştir (Güngör, 1937: 112-116). Hareket Ordusu’nun isteği üzerine Meclisten 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilerek yerine V. Mehmet’in getirilmesi kararı çıkmıştır (Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 194, 15 Nisan 1325; Mehmet Selahattin, 2008: 21, 23; Dabağyan, 2003: 244).75 Galip Paşa, kuşatma vazifesini tamamladıktan sonra hal’ kararını bildirmek 75 V. Mehmet Reşat’ın tahta çıkmış olduğunu bildirdiği hatt-ı hümayun için bkz. Takvim-i Vekayi, nr. 198, 19 Nisan 1325. 49 üzere gelecek heyeti beklemeye başlamıştır. Aslında Abdülhamit de böyle bir hal’i beklemiştir. Galip Paşa’nın beklentisi ise padişahın kendiliğinden tahttan feragat etmesi olmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 77). Yıldız’da gergin bekleyiş devam ederken, daha hal’ kararını bildirecek heyet saraya ulaşmadan, padişah değişikliğini bildiren top atışları başlamıştır (Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325; Öztuna-Yüksel, 1966c: 78). Abdülhamit’e hal’ kararını tebliğ için meclisten Arif Hikmet Paşa, Aram Efendi, Esad Toptani Paşa, Emanuel Karaso Efendi görevlendirilmiştir (TTK Arşivi, TP, 28/11; İkdam, nr. 5359, 15 Nisan 1325; Düstur, t. 2, C. 1, s. 166,167; Servet-i Fünun, nr. 276, 15 Nisan 1325; Öztuna ve Yüksel, 1966c: 78).76 Padişaha hal’ kararını bildirenler arasında Galip Paşa da vardır (Aksun, 2010: 572; Georgeon, 2006: 485, 486; Karal, 1999: 107). Hal’ kararını tebliğ edecek heyet hazır olunca Galip Paşa Başkâtip Cevat Paşa’ya Abdülhamit’i heyetin bulunduğu salona çağırmasını bildirmiştir (Güngör, 1937: 112-116). Abdülhamit yanında oğlu Abdurrahim olduğu halde, gelenleri pek bekletmeden, hal’ kararını bildirecek heyetin bulunduğu salona gelmiştir (İkdam, nr. 5362, 18 Nisan 1325; Hürmen, 2009: 46). Galip Paşa, padişaha hal’ kararının bildirildiği anı hatıralarında şu şekilde dile getirmiştir: Abdülhamit’in üzerinde siyah bir kostüm ve koyu gri kalın palto, başında geniş tablalı bir fes, ayaklarında siyah iskarpin vardı. Beyaz boyunbağı takmıştı. Babayani, fakat temiz giyinmişti. Elleri cebindeydi. Dikkat edince, sakalının boyalı olduğu fark ediliyordu. Yüzü oldukça sararmıştı. Göğsü sık sık kalkıp iniyordu. Bununla beraber, bütün metânetini toplamaya çalıştığı, 76 Bir heyet II. Abdülhamit’e hal’i bildirirken diğer bir heyet de V. Mehmet Reşat’a cülusunu tebliğ etmiştir (Nevsal-i Osmanî, 1325). Sultan Reşat’a cülusunu tebliğe giden heyet: Ahmet Muhtar Paşa, Talat Bey, Mustafa Asım Efendi, Babekyan Efendi (İkdam, nr. 5359, 15 Nisan 1325). 50 içinden geçirdiklerini, halinden belli etmemek için büyük gayretler sarf ettiği görülüyordu. Esat Paşa, Abdülhamit’e doğru ilerleyerek ciddî bir vaziyet aldı. Abdülhamit’e sert bir tavırla aynen şöyle demişti: “Bermucib-i fetva-yı şerife, millet, sizi hal’ etti. Malınız, canınız, evlat ve iyalinizin hayatı, emniyet altındadır.” Abdülhamit, belirsiz bir halde, hafifçe sarardı. Fakat böyle bir hitap karşısında kalacağını önceden tahmin etmiş olacak ki hal’ kararının tebliğini, büyük bir soğukkanlılıkla karşıladı. Başını eğerek, “Ne yapalım, mukadderât böyleymiş!” dedi. Bu esnada teessürünü gizleyemeyecek bir hale gelmişti. Fakat hayat kaygısıyla birden bire toplandı. Ve kısa birkaç cümle ile kendini müdafaa etmek istedi. “Yemin ederim ki bu vak’ada dahl ü tesirim yoktur. Düşmanlarım bana isnatta bulundular. Mamafih, kaderime razıyım” dedi (Güngör, 1937: 112-116). Padişaha hal’ kararı tebliğ edildikten sonra Galip Paşa, daha önce almış olduğu emir gereğince, durumu telgrafla Mahmut Şevket Paşa’ya bildirmiş ve buradan Dolmabahçe Sarayı’na geçmiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 26, 82). II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra İstanbul’da, padişahın İttihatçıların isteği üzerine tahttan indirildiği sözleri de kulaktan kulağa yayılır olmuştur. Bunun üzerine meclis, 16 Nisan 1325 tarihli Takvim-i Vekayi’de hal’ kararının meclisçe görüşülerek halledildiğini, herhangi bir baskıyla olmadığını ilan etmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 195, 16 Nisan 1325). Hâlbuki olayların yakın şahidi olan İstanbul halkı ordunun o dönemde yönetimdeki etkisini fark etmiştir. Mahmut Şevket Paşa’nın meclise çektiği 28 Nisan 1909 tarihli telgrafta II. Abdülhamit’in İstanbul’da durmasının vatan ve milletin selameti için uygun olmayacağı, onun Selanik’te ikamet etmesinin orduca münasip görüldüğü,77 II. Abdülhamit ve ailesinden bazı kişilerin trenle Selanik’e 77 Divan-ı Harb’in kararıdır (İkdam, nr. 5362, 18 Nisan 1325). 51 hareket ettirildiği, bu durumun meclisçe de uygun görüleceğine ordunun inancının tam olduğu bildirilmiştir (İkdam, nr. 5361, 17 Nisan 1325).78 İlgili telgraf, meclisin 62. oturumunda okunmuş ve Mahmut Şevket Paşa’nın isteği yerine getirilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325).79 Sabık padişahın Selanik’e gönderilmesi80 mecliste müzakere edilirken kürsüye çıkan Ankara Mebusu Talat, “Padişahın Selanik’e gönderilmesi olmuş bitmiş bir iştir. Hiçbir müzakereye hacet yoktur. Tasvip edilmesini teklif ediyorum” demiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325). Kendisine hal’ kararı bildirildikten sonra Abdülhamit, heyet azasına, “Sizden ricam şudur. Beni Çırağan Yalısı’na geçiriniz. Orada devlet ve milletime dua ile meşgul olayım” demiştir. Fakat aynı günün akşamı saraya gidilerek Abdülhamit’e Selanik’e 78 Mahmut Şevket Paşa’nın meclise çektiği telgrafın metni: “Meclis-i Umumi-i Milli Riyaset-i Celilesine, “Padişah-ı mahlu’un Dersaadet’te ikameti vatan ve milletimizin selameti emrine pek ziyade dâi-i muhazir olacağından müşarünileyh hazretlerinin Selanik’te ikamet ettirilmesi orduca münasip görülmüş ve dün gece gerek kendileri ve gerek izhar-ı buyrukları arzu üzerine mahdumları Abdurrahim Efendi ve taife-i nisadan bazılarıyla maiyetleri saat sekizde Selanik’e i’zam kılınmakla bir niyet-i halise ile tensip ve ihtiyar kılınan bu tedabir ihtiyatının dahi meclis-i umumi-i milliyece rehn-i tesvib olacağına ordunun itimat ve emniyeti berkemal olduğu arz olunur.” Üçüncü ve Hareket Ordusu Kumandanı Birinci Ferik Mahmut Şevket (İkdam, nr. 5361, 17 Nisan 1325). Hilal’in 15 Nisan 1325 tarihli nüshasında Abdülhamit’in Selanik’e gönderilişi şu şekilde anlatılmıştır: “Hakan-ı Sabık Abdülhamit Efendi dün gece Binbaşı Fethi Bey ve ümera-yı askeriyeden bazı zevatın nezaret ve muhafazası altında hususi bir trenle Selanik’e sevk edilmiştir” (Hilal, nr. 4, 15 Nisan 1325). II. Abdülhamit Selanik’e gönderilirken merasim yapılmamıştır (İkdam, nr. 5362, 18 Nisan 1325). II. Abdülhamit, I. Balkan Savaşı esnasında Selanik’ten İstanbul’a nakledilmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11339, 19 Teşrinievvel 1328). 79 28 Nisan 1909’da II. Abdülhamit Selanik’e gönderilmiştir (Uçarol, 2000: 418). II. Abdülhamit’in Selanik’e gönderilmesi meclisin bir kararı olarak duyurulmuştur (İkdam, 3 Mayıs 1909). Mahmut Şevket Paşa, II. Abdülhamit’in Selanik’teki durumuyla da yakından ilgilenmiş hatta kendisine gerekli olan marangoz alet ve edevatının gönderilmesi için gerekli yazışmaları yapmıştır (BOA, BEO, 3624/271784). II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’ndan alındıktan sonra saraydaki önemli evraklar hazine-i hassaya devredilmiştir. Saraydaki işe yarar eşyalar ise ilgili bakanlıklara dağıtılmıştır (BOA, BEO, 3684/276237). II. Abdülhamit’in bankalarda bulunan varlığı haczedilmiştir (BOA, BEO, 3543/265703). 80 II. Abdülhamit’in Selanik’e Hareket Ordusu tarafından ulaştırılması kararlaştırılmıştır (BOA, BEO, 3540/265476). 52 gönderileceği tebliğ edilmiştir (Georgeon, 2006: 486; Aksun, 2010: 573; Güngör, 1937: 112-116). Abdülhamit’in saraydan alınarak Selanik’e gidecek trene kadar götürülmesiyle Galip Paşa vazifelendirilmiştir. Galip Paşa, Mahmut Şevket Paşa’dan kendisini bu görevden almasını istese de kabul görmemiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 83).81 Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa,82 Fethi Bey83 ve Galip Paşa Yıldız Sarayı’na gitmişler ve padişahı, görüşmeyi yapacakları salona çağırtmışlardır (Georgeon, 2006: 486). Kendisine Selanik’e gönderileceği tebliğ edilen Abdülhamit, “Peki… Hemen şimdi gidecek miyiz?” diye sorunca Galip Paşa ve yanındaki heyet, “Derhal!” cevabını vererek hazırlanmasını istemişlerdir. Böyle bir tebliğ karşısında sarayda karışıklıklar çıkmış ve padişah tedirgin olmuştur. Bunun üzerine Galip Paşa, “Koskoca şanlı bir ordu sizin hayatınızı temin ediyor. Bu konudaki karar kesindir. Fakat bu teminatı İstanbul’da kalırsanız veremiyor, sorumluluk kabul etmeyiz” demiştir. Saatlerce süren bir görüşme saonucunda ikna edilen Abdülhamit ve maiyeti Yıldız Sarayı’ndan alınarak Sirkeci İstasyonu’na götürülmüştür. Abdülhamit ve maiyeti dalgınlıkla üç dört yaşlarındaki bir çocuğu bile istasyonda unutmuşlardır. Durumu fark eden Galip Paşa çocuğu kucağına alarak trene yetiştirmiştir. Abdülhamit ve maiyeti84 Ali Fethi Bey’in kumandası altındaki bir jandarma müfrezesiyle birlikte trenle Selanik’e hareket etmiştir (Atıf Hüseyin Bey, 2010: 32; Georgeon, 2006: 486; Engin, 2005: 78; 81 Abdülhamit’le Selanik’e kadar gitmeye Fethi Bey memur edilmiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966d: 87). 82 Hareket Ordusu’nun başkumandanı Mahmut Şevket Paşa, uç komutanı ise Hüseyin Hüsnü Paşa’dır (Kuran, 1945: 281). Mahmut Şevket Paşa, 22 Nisan 1909’da Hüseyin Hüsnü Paşa’dan Hareket Ordusu komutanlığını kendi üzerine almıştır (Bayur, 1991b: 204). 83 Fethi Okyar. 84 Abdülhamit’in maiyetinde on bir kadın, iki harem ağası, birkaç hademe ve küçük oğlu Abdurrahim vardır (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325). 53 The Yorkshire Post, nr. 19298, 29 Nisan 1909; Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325; İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325; Karal, 1999: 108; Güngör, 1937: 112-116; Aksun, 2010: 576; Uğurlu, 2008: 332, 333; Mehmet Selahattin, 2008: 25; Koloğlu, 2007: 485).85 1.5. GALĠP PAġA’NIN JANDARMA VE POLĠS TENSÎKATI86 Galip Paşa, 14 Kasım 1908 tarihinde Dersaadet Jandarma Alayı’nın düzenlenmesi ve teftişiyle görevlendirilmiştir (BOA, TFR-I-KV, 214/21319/7).87 Onun böyle bir işle vazifelendirilmesinde, Yanya ve Kosova’da Jandarma Kumandanlığı yaptığı dönemde edinmiş olduğu tecrübeler ve İttihatçı oluşu etkili olmuştur. 31 Mart Olayı’nın yaşandığı günlerde Galip Paşa, Hareket Ordusu tarafından, İstanbul’da sükûnetin yeniden sağlanabilmesi için, 24 Nisan 1909 tarihinde Dersaadet Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumiliği’ne tayin olunmuştur (BOA, DH.MKT, 2875/61/2; MSB Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, DH.MKT, 2827/50; BOA, DH.MKT, 2902/53). 14 Temmuz 1909 tarihinde polis ve jandarma teşkilatının düzenlenmesi ile görevlendirilen Galip Paşa, bu görevi esnasında Hareket Ordusu’nun bazı subaylarını polis zabiti olarak polis merkezlerine tayin ettirdiği gibi mülkiye ve hukuk mezunu birçok genci, İstanbul teşkilatında istihdam eylemiştir (BOA, DH.MKT, 2875/61; Yağar, 2002: 1166,1167; 85 II. Abdülhamit ve ailesi Sirkeci İstasyonu’na arabalarla getirilmişlerdir (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325). Abdülhamit ve yanındaki heyet 28 Nisan 1909’da Çarşamba akşamı, Selanik’e varmış ve Alatini Köşkü’ne yerleştirilmiştir (Turan, 2003: 96). 86 87 Tensîkat: Düzenleme. Jandarma teşkilatının ıslah ve düzenlemesi için yabancı uzmanların da istihdamı gerekmiştir. Bunun için de ek masrafa gerek olmuştur. Galip Paşa da bunu 19 Nisan 1909 tarihinde, ilgili kurumlardan talep etmiştir (BOA, BEO, 3537/265207). Ayrıca tüm ülke genelinde yapılacak düzenlemeler için yetişmiş personele, personel yetiştirmek için okullara ihtiyaç duyulmuş ve bu da bir anda çözülememiştir ( BOA, DH.MUİ, 5-1/ 28). 54 Yılmazçelik ve Karabörk, 2005: 46). Bu görevde çok fazla kalmayan Galip Paşa, 12 Ağustos 1909 tarihinde, yeni kurulan Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürü olmuş (BOA, DH.MKT. 2898/31)88 ve burada da tensîkata devam etmiştir. Meşrutiyetin ilânından sonraki günlerde kolluk güçlerinin yetersizliğine ve olaylara karşı gerekli ilgiyi göstermemesine bağlı şikâyetler artmıştır.89 31 Mart Olayı ise İstanbul’daki asayiş probleminin varlığını bariz bir şekilde ortaya koymuştur. Buna bağlı olarak da polis teşkilâtında kapsamlı bir düzenleme yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Hareket Ordusu’nun 31 Mart İsyanı’nı bastırmasından sonra yönetimdeki etkileri artan İttihatçılar iç güvenlikte düzenleme yapmanın zaruri hale gelmesini kullanarak emniyet teşkilatında kendileri lehine bir kadrolaşmaya gitmiştir. Kurulan müfettişlik vasıtasıyla yapılacak incelemeler sonucunda mesleğe uygun görülmeyen polislerin kaydının silineceği ilan edilmiştir (Van, 2012: 17; BOA, ZB, 603/23; BOA, DH.MKT, 2820/41; Alkan, 1992: Alkan, 1992: 113-120). Bu minval üzere yapılan düzenlemeler esnasında okuma yazması ve meslekî yeterliliği olmayanlar teşkilattan ihraç edilmiş,90 meşrutiyete karşı olan ve II. Abdülhamit lehinde propaganda yapan 88 Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürüdür (BOA, DH.MKT. 2898/31; Takvim-i Vekayi, nr. 302, 2 Ağustos 1325; Tanin, nr. 340, 13 Ağustos 1909; Yağar, 2002: 1166,1167; Şehbal, nr. 10, 15 Ağustos 1325). 4 Ağustos 1909’da Zaptiye Nezareti ilga olunarak yerine Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti ve yine aynı kanunla İstanbul Vilayeti Polis Müdürlüğü kurulmuştur (Yağar, 2002: 1166,1167; Birinci, 2002: 359). 89 Özellikle 31 Mart Olayı, kolluk güçlerinin yetersiz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur (Tural, 2006:136). 31 Mart İsyanı’ndan, kolluk güçleri açısından, önemli dersler çıkaran hükümet, bir yandan polis ve jandarma düzenlemesine hız verirken diğer taraftan da İstanbul Polis Teşkilatı’nın gençleştirilmesi yönünde önemli adımlar atmıştı. Teşkilatın personel kalitesi hukuk ve mülkiye mezunlarıyla artırılmaya çalışılmıştır (Tural, 2006: 147). 90 Meclisi Mebusan’da 13 Mayıs 1909 ile 26 Haziran 1909 tarihleri arasında yapılan görüşmeler sonucunda, 30 Haziran 1909’da, Tensikât Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanuna göre merkezde komisyonlar oluşturulması ve başkentteki bu yapılanmanın benzerinin taşrada da valiler başkanlığında teşkil edilmesi kararlaştırılmıştır (Birinci, 2002: 359; Gün, 2012: 14). Abdülhamit’in tahttan 55 polisler cezalandırılmıştır (BOA, DH.MKT, 2820/41; BOA, DH.MKT, 2880/23; Tercüman-ı Hakikat, nr. 10156, 11 Temmuz 1909; Tanin, nr. 6, 24 Temmuz 1324). Birinci ve Üçüncü Ordu Müfettişi ve Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa,91 polis tensikâtı ve teşkilattan çıkarılacakların ihracıyla bizzat ilgilenmiş (BOA, DH.MKT, 2820/41) ve polis teşkilatının92 düzenlenmesiyle ilgili kanun projesinin mecliste görüşülmesine dair Dâhiliye Nezareti’ne yazı göndermiştir (BOA, DH.MKT, 2846/5).93 Bütün memlekete yaygınlaştırılacak şekilde (BOA, DH.MKT, 2850/25) planlanan tensikâttan etkilenen kurumların başında polis teşkilatı olmuştur. Çünkü polis kadrolarına hâkim olmak, yeni yönetimin otoritesini de artıracaktı. Bu amaç doğrultusunda, bütün polis memurları hakkında gerekli tahkikatı yaparak teşkilattan çıkarılacakları belirlemek için Galip Paşa başkanlığında bir komisyon kurulmuştur.94 Yapılan incelemeler sonucunda hakkında değişik suçlamalar tespit edilmiş olan polis indirilmesinden sonra, devlet teşkilatı yeniden düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bunun hukuki zemini ise Tensikât Kanunu yürürlüğe konularak oluşturulmuştur. Merkezde ve taşrada kurulan komisyonlar aracılığıyla devlet yönetiminin yeniden şekillendirilmesi hızlandırılmıştır. Her vilayette oluşturulan Tensikât Komisyonları, sorumlulukları altındaki vilayetteki devlet memurlarının özlük dosyalarını incelemiştir. Yapılan incelemeler sonucunda, durumları şüpheli görünenler, komisyon huzuruna çıkarılarak sınava tabi tutulmuşlardır (Gün, 2012: 16,17). 91 Tensikât sürecinde, 9 Ağustos 1909 tarihli Tasfiye-i Rüteb Kanuna göre, Mahmut Şevket Paşa kendi rütbesini bizzat bir rütbe aşağı düşürmüştür (Unat, 1991: 68). Tensikâtla sadece memur sayıları düzenlenmemiştir. Rütbe ve makamlara göre, maaşlar yeniden düzenlendiği gibi mevcut memurların yeniden istihdamı sağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82, 83; Düstur, t. 2, C. 1, s. 603, 604). 92 1907 Polis Nizamnamesi, II. Abdülhamit’in isteği doğrultusunda, batıdaki örnekleri dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu nizamnamede Emniyet Teşkilatı, Zaptiye Nezareti’ne bağlıdır (Gün, 2012: 8). 1907 tarihli polis nizamnamesi, polis teşkilatının kurulduğu 1845 tarihinden 1907 yılına kadar süren bir gelişmenin sonucu olarak 19 Nisan 1907 yılında yayımlanmıştır (Yılmazçelik ve Karabörk, 2005: 28). 93 Emniyet-i Umumiye’de düzenleme yapılması için Dahiliye Nezareti tarafından komisyon oluşturulmuştur (BOA, DH.MUİ, 5-2/30). 94 Bu komisyon Dersaadet Jandarma Tensikât Dairesi olarak vazife yapmıştır (Tanin, nr. 263, 27 Mayıs 1909). 56 müfettişleri ve komiserleri açığa alınmıştır (BOA, BEO, 3609/270603; BOA, DH.MKT, 2821/53; Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Van, 2012: 26-28). Tensikâtla, mesleğe liyakati olmayanların, sicili bozuk olanların ve ihtiyaç harici görülenlerin devlet kadrolarından çıkarılması öngörülmüştür. Fakat bu uygulama esnasında atılan her adım isabetli olmamış ve haksızlığa uğrayanlar da olmuştur. Haklarında âdil davranılmadığını düşünen bazı memurlar itirazda bulunmuştur (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82; Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Van, 2012: 26). Bu tür yakınmaların artması sonucunda, tensikât uygulamalarını incelemek üzere 20 Ağustos 1910 tarihinde, Bâbıâli’de bir “Tedkik-i Tensikât Komisyonu” kurulmuştur. Kuruluş amacı, verilmiş olan kararlarda haksızlık olup olmadığını araştırmak olan bu komisyona Şurâ-yı Devlet üyelerinden birinin başkanlık etmesi kabul edilmiştir. Hakkında verilen karara itirazı olan memurlara Meclis-i Mebusan’a şikâyette bulunabilme hakkı da verilmiştir. Bundan dolayı meclisin iş yükünün artacağı da düşünülerek meclise gelen şikâyetleri incelemek üzere bir komisyon kurulmuş fakat karar verme yetkisi meclise bırakılmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 81; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 83; Van, 2012: 31).95 Tensikât işleri Meclis-i Mebusan’ı aylarca meşgul etmiştir. Tensikât Kanunu, mecliste madde madde görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 83). Mebuslar, tensikâta prensip olarak pek itiraz etmemekle birlikte, yapılacak uygulamaların en âdil ve tutarlı şekilde olmasını istemişlerdir. Mecliste, gayrı meşru yollarla devlet kadrosuna girenler, hak etmediği mevkide olanlar, haksız ve adaletsiz uygulamaları bulunanlar göz önünde tutularak bir ihraç yapılacağı ve bunların da durumlarına göre çıkış tazminatı, emeklilik hakkı alacağı veya alamayacağı yoğun olarak görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82). Ayrıca tensikât uygulamasında, II. Abdülhamit dönemi sistemine destek vermiş kişilerin 95 Tensikât neticesinde açığa çıkarılan polis komiserleri ve memurlarının maaşlarının ödenmesi de meclis tarafından görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 122). 57 tasfiyesi öngörülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 81; Findley, 2011: 196). O dönemde bir kısım insanların kayrılarak işe alındığı, bazı devlet adamlarına hak ettiğinden fazla maaş verildiği, kurumlara fazlaca memur yerleştirilmiş olduğu meselesi de mebuslar tarafından göz önünde tutulmuştur (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82). Polis teşkilatıyla ilgili düzenleme görüşülürken polislerin, mesleğe yönelik olarak açılmış okullardan mezun olması ve iyi yetişmiş kişilerin polis yapılması gerektiği belirtilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 125; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 126).96 Yapılan görüşmelerde, polis memurlarının maaş olarak da durumlarının iyileştirilmesi gerektiği de kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 124 ve 125). Meclis-i Mebusan’ın ve Dâhiliye Nezâreti’nin yoğun çalışmaları sonucunda jandarma ve polis teşkilatının düzenlenmesi için kanunlar çıkarılmış, komisyonlar kurulmuştur. Fakat Jandarma ve polis teşkilatının düzenlenmesi için sadece bunlar yeterli olmamıştır. Çünkü yapılacak düzenlemeler için yabancı uzmanlara, jandarma ve polis teşkilatında günün şartlarına uygun personel istihdam edebilmek için okullara ihtiyaç görülmüştür (BOA, DH.MUİ, 5-1/28). Bunlar ise ek masraf gerektiren düzenlemelerdir. Buna bağlı olarak da Galip Paşa yapacağı düzenlemelerden dolayı ilgili bakanlıklardan, daha önceden belirlenmiş olan bütçelerin haricinde, para talep etmek zorunda kalmıştır (BOA, BEO, 3537/265207). Tensikât sonucu açığa alınan memurlardan dolayı oluşan boşluklara daha kaliteli personel yerleştirmek için sınavlar ve mülakatlar yapılmıştır. Galip Paşa da başında bulunduğu daireye alacağı memurlar için bu kurala uymuş, gazetelerde yaptığı duyurularda yapılacak sınavların ve alınacak memurların niteliklerini duyurmuştur (Tanin, nr. 112, 22 Kasım 1908; Tanin, nr. 263, 27 Mayıs 1909; Tanin, nr. 269, 2 96 Tensikâttan dolayı açığa alınanların alacakları ücretlerle ilgili kanun için bkz: Düstur, t. 2, C. 1, s. 603, 604. 58 Haziran 1909; Tanin, nr. 275, 8 Haziran 1909; Tanin, nr. 277, 10 Haziran 1909; Tanin, nr. 288, 21 Haziran 1909). Galip Paşa’ya jandarma ve polis teşkilatında tensikât yapma vazifesi verilmesi sadece II. Abdülhamit dönemi memurlarını iş başından uzaklaştırmaya dayalı bir kardrolaşma politikasının sonucu olmamıştır. Memur sayıları azaltılarak tasarruf sağlamak da amaçlanmıştır (Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Tanin, nr. 257, 21 Mayıs 1909; Tanin nr. 259, 23 Mayıs 1909; Tanin, nr. 360, 24 Mayıs 1909). Fakat aradan çok zaman geçmeden, polis ve jandarma sayısının azaltılmasının iç güvenlik yönünden sorun oluşturacağı görülmüştür. Özellikle de Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye’de Avrupaî tarzda düzenlemeler yaptığı süreçte, polis sayılarının artırılması meselesi sık sık gündeme gelmiştir. 1.6. EMNĠYET-Ġ UMUMĠYE MÜDÜRÜ GALĠP PAġA Jandarma kumandanlığına Yanya Jandarma Kumandanı olarak başlamış olan Galip Paşa, burada görev yaptığı dönemde jandarma teşkilatının mükemmel olmadığını ve büyük eksiklikler içinde bulunduğunu fark etmiştir. Galip Paşa’nın gözlemlerine göre halktan eli silah tutan insanlar, jandarma talim terbiyesinden geçirilmeden jandarma yapılmışlardır (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). Jandarma maaşlarının düşük olmasından dolayı halkın bu mesleğe ilgisi pek olmamış ve buna bağlı olarak da jandarma teşkilatına personel bulmak zorlaşmıştır (BOA, TFR.I.YN, 4/385). Dolayısıyla da Galip Paşa’nın Yanya ve Kosova yılları türlü sıkıntılar içinde ve jandarma teşkilatını düzeltme gayreti içinde geçmiştir. Galip Paşa, Kosova’da jandarma kumandanı iken, Avrupa’dan jandarma teşkilatını düzenlemek için gelmiş olan ekibin incelemelerini ve düzenlemelerini yakından takip ettiğinden bu süreçte Osmanlı 59 Devleti’ndeki jandarma teşkilatının modern ölçülerden uzak kaldığını ve büyük eksikliklerinin bulunduğunu fark etmiştir. Emniyet-i Umumiye Müdürü olarak tayin edildiği zaman burada da Avrupa düzeyinde bir düzenin olmadığını fark etmiştir. Polis teşkilatının modernize edilebilmesi için gelişmiş ülkelerdeki emniyet sisteminin yakından görülmesinin gerekliliğine inanan Galip Paşa, incelemeler yapmak için, ilgili makamlardan müsaade isteyerek Londra, Paris, Viyana, Berlin ve Roma gibi Avrupa şehirlerine gitmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).97 1.6.1. Zaptiye Nezareti’nden Emniyet-i Umumiyeye 31 Mart Vakası’nın ardından başkent İstanbul’da güvenliği sağlamak için gayret gösterilirken diğer tarafından yönetim mekanizmasında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişim sürecinde atılan en önemli adımların birisi 24 Nisan 1909 tarihinde “Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umûmiliği’nin teşkil edilerek Galip Paşa’nın buranın yönetimine getirilmesi olmuştur (BOA, DH.MKT. 2898/31; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 114; Van, 2012: 12). Asıl önemli değişiklik ise Emniyet-i Umumiye’nin kurulması olmuştur. 4 Ağustos 1909 tarihinde çıkarılan “İstanbul Vilâyeti’nin ve Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti’nin Teşkilâtına Dair Kânun” ile Zabtiye Nezareti98 kaldırılarak yerine Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti kurulmuştur (BOA, BEO, 3618/271301; MMZC, D. 97 İkinci Meşrutiyetin Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa, Emniyet Teşkilatının Avrupa devletleri ayarında yapılandırılmasını istemiştir (Gün, 2012: 17). 98 Meclis-i Mebusan’ın 119. in’ikadında sadece Emniyet-i Umumiye’nin kurulması karara bağlanmamıştır. İstanbul’un asayişi meselesi de görüşülmüştür. Kabul edilen yasaya göre başkentin asayişi konusunda birinci derecede İstanbul Valisi yetkili ve sorumlu kılınmış ve yeni kurulan İstanbul Polis Müdürlüğü de doğrudan İstanbul Valisi’ne bağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119). 60 1, İ. 1, i. 114; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 11999; İbrahim Feridun, 1326: 296; Tercüman-ı Hakikat, nr. 10177, 1 Ağustos 1909).100 Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti binası olarak da sadaret eski seryaveri Cemal Efendi’nin Beyazıt’taki konağı tercih edilmiştir (Tanin, nr. 344, 17 Ağustos 1909; İbrahim Feridun, 1326: 296).101 Meclis-i Mebusan’da, 99 Meclis-i Mebusan’ın 119. in’ikadında sadece Emniyet-i Umumiye’nin kurulması karara bağlanmamıştır. İstanbul’un asayişi meselesi de görüşülmüştür. Kabul edilen yasaya göre başkentin asayişi konusunda birinci derecede İstanbul Valisi yetkili ve sorumlu kılınmış ve yeni kurulan İstanbul Polis Müdürlüğü de doğrudan İstanbul Valisi’ne bağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119). 100 Emniyet-i Umumiye’nin kurulduğuna dair kanun: Madde 1: Birinci sınıftan Beyoğlu ve üçündü sınıftan Üsküdar sancaklarıyla elyevm Şehremaneti’ne mülhak olan altı kazadan mürekkep ve merkezi İstanbul olmak ve İstanbul vilayeti namıyla yad olunmak üzere ikinci sınıftan bir vilayet teşkil olunmuştur. Mezkur altı kazadan ikinci sınıftan Kartal, Beykoz, Gebze kazaları üçüncü sınıftan Şile kazası Üsküdar sancağına ve birinci sınıftan Adalar kazasıyla ikinci sınıftan Çekmece kazası merkez sancağına ilhak edilmiştir. Madde 2: Pay-ı tahtın umur u vezaif-i mülkiyesinden elhalet-i hâza Zabtiye Nezaretiyle Şehremaneti’nce rüyet edilmekte olan aksam-ı İstanbul vilayetine tevdi edilmiştir. Vilâyetin umur-ı maliyesi için Dersaadet Tahrir ve Vergi İdaresi İstanbul Defterdarlığı’na tahvil ve yirmi daire-i belediye mal müdüriyetlerinin lağvıyle Beyoğlu’nda ve Üsküdar’da birer muhasebe-i liva heyeti teşkil olunacağı gibi nafia ve maarif ve orman ve ziraat ve defter-i hakani ve saireye müteallik teşkilat dahi ait oldukları nezaret ve dairelerce sene-i haliye bütçesinden muayyen tahsisatları dairesinde ikmal edilecektir. Madde 3: İstanbul vilayetinin ve mülhak livaların Dahiliye Nezaretine merbut memurin mahsusatı mevazene-i umumiyenin tasdikine kadar sınıfça muadilleri olan vilayat ve evliye memurları maşatına Tevfik edilerek tediye olunacaktır. Madde 4: Zabriye Nezareti ilga olunarak Memalik-i Osmaniye’nin idare-i umumiye-i zabıtasıyla mükellef ve bilumum polis müdüriyetlerine nezareti şamil olmak ve doğrudan doğruya dahiliye nezaretine merbut bulunmak üzere Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti teşkil ve İstanbul vilayetinin vezaif-i zabıtası ve vilayet dahilindeki vesait ve müessesat-ı umumiyenin umur-ı inzibatiyesi İstanbul valisinin taht-ı emr ve idaresinde olmak üzere İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyetine tevdi edilmiştir. Madde 5: Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti yeni bir nizamname tanzim edilinceye kadar elyevm mer’i olan polis nizamnamesi ahkamına tevfikan ifa-yı vazife edecektir. Madde 6:Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti ve İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyeti’nin mahsusatı muvazenei umumiyenin tasdikine kadar merbut 1 ve 2 numaralı muvazene mucibince tediye edilecektir (22 Temmuz 1325. Düstur, t. 2, C. 1; MMZC, D. 1, İ. 2, i. 121; Takvim-i Vekayi, nr. 260, 20 Haziran 1325; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119). 101 Takvim-i Vekayi’de Emniyet-i Umumiye’nin niteliği şu şekilde duyurulmuştur: “Zabtiye Nezâreti ilga olunarak Memâlik-i Osmaniye’nin idâre-i umumiye-i zabıtasıyla mükellef ve bilumum polis 61 yapılan oylama sonucunda, bundan sonra Zabtiye Nâzırı yerine “Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti”nin kullanılacağı kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 127).102 Belirlenmesi ve tayin edilmesi Dâhiliye Nezâreti’nin onayıyla gerçekleşen Emniyet-i Umûmiye Müdürlüğü görevine ise 12 Ağustos 1909’da Hareket Ordusu pîşdâr103 komutanlarından Galip Paşa getirilmiştir (BOA, BEO, 3618/271301; BOA, DH.EUM.THR, 1/10; BOA, İ.DH, 1476/1327-B/44; Takvim-i Vekayi, nr. 302, 15 Ağustos 1909; İbrahim Feridun, 1326: 296).104 Zaptiye Nezâreti yerini alacak Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti’nin de 31 Mart İsyanı’nın hemen sonrasında kurulması rastgele alınmış bir karar değildir. Çünkü İttihatçı kadrolar bu isyan esnasında kendilerinin pek güvende olmadığını görmüştür. Ayrıca meşrutiyet rejimini koruma amacına yönelik olarak başkentte Hareket Ordusu’yla yaptıkları operasyon da adetâ bir askerî darbe olmuştur. Kuracakları asayiş sisteminin kendileri açısından daha güvenilir olması gerekmiştir. Bundan dolayı yeniden düzenlemeye tâbi tutulan emniyet teşkilatı modernleştirilirken kadro yönünden müdüriyetlerine nezareti şamil olmak ve doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti’ne merbut bulunmak üzere Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti teşkil ve İstanbul vilayetinin vezâif-i zabıtası ve vilayet dâhilindeki vesait ve müessesat-ı umumiyenin umur-ı inzibatiyesi İstanbul Valisi’nin taht-ı emr ve idaresinde olmak üzere İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyeti’ne tevdi’ edilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 338, 10 Eylül 1909). 102 “Emniyet-i Umumiye” ismi, yapılan incelemeler sonucunda Fransız emniyet teşkilatından esinlenerek kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 114). 103 104 Öncü, önden giden. Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürü tayin edildiğini gösteren yazı: Dâhiliye Nezâret-i Celilesi’ne ve Harbiye Nezâret-i Âliyesine, Zaptiye Nezâreti’nin ilgasıyla vezaif-i inzibatiyesini deruhte ve îfâ etmek üzere ihdas olunan Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’ne Polis Müfettiş-i Umumisi Galip Bey’in tayini hususuna, 29 Temmuz 1325 tarihli ve 2933 numaralı tezkire-i aliyyeleri üzerine bi’l-istizân 30 Temmuz 1325 tarihinde irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişahî şerefsüdûr buyrulmuş olmakla… (BOA, BEO, 3618/271301). Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yaptığı 1325 senesindeki maaşı 8 bin kuruştur. Bu maaşı aldığını bordrosunu imzalayarak göstermiştir (BOA, DH.EUM.MH, 2/127). 62 de İttihatçıların istedikleri yönde yapılandırılmıştır. Galip Paşa gibi asker kökenli bir İttihatçının bu teşkilatın başına geçirilmesi bile kadrolaşma açısından çok önemli bir adım olmuştur (BOA, BEO, 3618/271301; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119; Findley, 2011: 196; Van, 2012: 17, 18). O günlerde Meclis-i Mebusan’da Ankara mebusu olan Mahir Sait Bey, Zaptiye Nezâreti’nin kaldırılarak yerine Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün kurulmasının ekonomiyi düzeltmek için memur sayısını azaltma politikasının bir sonucu olduğunu dile getirmiştir. Fakat Zabtiye Nezâreti’nin kaldırılarak yerine Emniyet-i Umumiye’nin kurulmasının tek sebebi ekonomik değildir. Bunda İttihatçı hükümetin devlet kadrolarını kendisine göre düzenleme düşüncesi de etkili olmuştur. Bu işi yapmak için ise Makedonya’da yaptığı çalışmalarla ve 31 Mart İsyanı’ndan sonra İstanbul’da asayişin sağlandığı süreçte iyi bir İttihatçı olduğunu ispat eden, jandarma-polis kadrolarının düzenlenmesinde tecrübesi olan Galip Paşa tercih edilmiştir (Babacan ve Avşar, 2013: 75).105 1.6.2. Meclis-i Milli Meselesi ve Galip PaĢa’nın Patrikhaneyi KuĢatması Osmanlı Hükümeti’nin 1910 yılında kabul ettiği “Kiliseler ve Okullar Kanunu”, Rum ve Bulgarların birlikte yaşadığı yerlerde kiliselerin ve okulların yönetiminde çoğunluk olan nüfusa daha fazla söz hakkı tanımıştır. Buna bağlı olarak da bazı yerleşim yerlerinde Bulgarlar kiliseler ve okullar üzerinde söz sahibi olmaya başlamıştır. Yıllardır Ortodoks halkın devam ettiği kilise ve okullar üzerinde söz sahibi 105 Meclis-i Mebusan’ın 124. İn’ikadında, bütçede açık oluşturacağı sebebiyle, bazı mebusların “polislerin maaşının 400 kuruştan 500 kuruşa çıkarılması” teklifi pek sıcak karşılanmamıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 124). 63 olan Patrikhane bu durumu tepkiyle karşılamış ve “Kiliseler ve Okullar Kanunu” nu protesto etmiştir. Patrikhane, ilgili kanunun yürürlüğe girmemesi için hükümetle ve padişahla görüşmeler yaptıysa da olumlu bir sonuç alamamıştır (Tanin, nr. 664, 7 Temmuz 1910; Tanin, nr. 694, 7 Ağustos 1910). Yetkililerle yaptığı görüşmelerden sonuç alamayan Patrikhane, Meclis-i Millî toplayacağını ilan etmiş ve İstanbul’daki ve diğer illerdeki Ortodoks temsilcilerini bu meclise davet etmiştir. Hükümet, yürürlükteki kanunların Meclis-i Millî toplama hakkı vermediğini Patrikhane’ye hatırlatarak böyle bir meclis toplamamasını ihtar etmiştir (Tercüman-ı Hakikat nr. 10581, 15 Eylül 1910; Tanin, nr. 728, 10 Eylül 1910). Fakat Patrik, tüm uyarılara rağmen, 14 Eylül 1910 tarihinde, Patrikhane’nin Milli Meclis toplayacağı duyurusunu yapmıştır (Tanin, nr. 733, 15 Eylül 1910). Bunun üzerine Hükümet, Galip Paşa’ya konuyla ilgili araştırma yapmasını bildirmiştir (Yeni İkdam, nr. 184, 14 Eylül 1910). 13 Eylül 1910 tarihinde Galip Paşa Dâhiliye Nâzırı Talat Bey’i ziyaret ederek mesele hakkında açıklamalarda bulunmuş ve Patrikhane çevresinde gerekli önlemleri almış olduğunu söylemiştir (Yeni İkdam, nr. 184, 14 Eylül 1910). Galip Paşa aynı gün Adliye ve Hâriciye Nâzırı ile de görüşmüştür. Hükümet yetkilileri, Galip Paşa’dan Patrikhane’de Meclis-i Millî toplanmasını, kanunlar çerçevesinde engellemesini istemiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, Yıldız’daki polis okuluna giderek oradan seçtiği polisleri de Patrikhane çevresine yerleştirmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 10580, 14 Eylül 1910). Maiyetindeki polis müdürleri ile fikir alış verişi yaparak Patrikhane çevresindeki önlemleri en üst seviyeye çıkaran Galip Paşa, gerginliğin devam ettiği üç gün zarfında geceleri de güvenlik önlemlerini ihmal etmemiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 10580, 14 Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat nr. 10581, 15 Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat, nr. 10582, 16 Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat, nr. 64 10583, 17 Eylül 1910). Galip Paşa’nın almış olduğu önlemlere rağmen Patrikhane’ye girmek isteyenler tutuklanarak Fener Karakolu’na götürülmüştür (Tercüman-ı Hakikat, nr. 10580, 14 Eylül 1910).106 Patrikhane’nin başlatarak devam ettirdiği gerginlik sürecinde, emniyet güçlerinin almış oldukları sıkı önlemler sayesinde Fener Patrikhanesi civarında ciddi bir olay olmamış ve mesele kapatılmıştır. 1910 yılında Meclis-i Mebusan’ın gündemini işgal eden önemli gündemlerden birisi İstanbul’un asayişinden Emniyet-i Umumiye Müdürünün sorumlu olup olmadığı, İstanbul Valisi ile Emniyet-i Umumiye Müdür arasında yaşanan yetki karmaşası olmuştur. Fakat mevcut kanunlara göre İstanbul’un asayişinden valiye bağlı İstanbul Polis Müdürü’nün sorumlu olmasına rağmen Patirkhane ile ilgili kriz esnasında asayişin sağlanması konusunda nâzırlar tarafından Galip Paşa’nın vazifelendirilmesi bir çelişki olmuştur. İç güvenliğin sağlanması konusunda kararlı davranan Galip Paşa, başkentin asayişi için yeri geldiğinde başka devletlere mensup olan, sivil halktan kişilerin ülke dışına sürülmesini sağlamıştır. Sürgün edilenlerin genelini ise hırsızlar ve onlara yardımcı olanlar oluşturmuştur. Galip Paşa, Yunan uyruklu kişilerin sınır dışı edilmesiyle ilgili kendisiyle görüşme yapan Amarolitos Gazetesi muhabirine Yunanlılara yönelik özel bir politikalarının olmadığını, amaçlarının sadece asayişi sağlamak olduğunu ve sadece Yunan uyruklu değil başka devletlere mensup olan kişilerin de sınır dışı edildiğini söylemiştir (Tanin, nr. 758, 12 Ekim 1910). 106 Galip Paşa, bir kısım Rumların “Kiliseler Kanunu”nu protesto etmek için düzenlemek istedikleri mitinge de müsaade etmemiştir (Tanin, nr. 665, 8 Temmuz 1910). 65 1.6.3. Galip PaĢa’nın Avrupa Seyahati ve Emniyette Yaptığı Düzenlemeler Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne tayin edilmesinin daha ilk günlerinde İstanbul’daki polis teşkilatıyla ilgili düzenlemeleri başlatmıştır. İstanbul, Beyoğlu, Üsküdar kısımlarındaki merkezlerin sayısını otuz altıdan otuz bire düşürmüş, buraların çoğuna senelerce adliyede memurluk yapmış hukuk okulu mezunlarını yerleştirmiştir. Merkezlerden her birisi beş altı bölüme ayrılarak buralara da polislik ve komiserlik namus ve haysiyetini muhafaza eden kişiler tayin edilmiştir (Tasvir-i Efkâr, nr. 91, 30 Ağustos 1909). Galip Paşa, Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi olduğu dönemde İstanbul’daki tensikâtla ilgilenmenin yanında polis mekteplerinin açılması ve modern manada polis yetiştirilmesi için de gayret göstermiştir (BOA, DH.MKT, 2827/50). Galip Paşa, Avrupa seyahatine çıkmadan önce Osmanlı ülkesinde emniyetle ilgili düzenlemelerde Avrupa’daki nizamnamelerden faydalanılması uygun görülmüş ve İngiltere ve Fransa Polis Nizamnamelerinin tercümesi yapılmıştır (Tasvir-i Efkar, nr. 105, 13 Eylül 1909). Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne getirilmesinin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra düzenlemeler doğrultusunda İstanbul’da yeni usule göre karakolların inşasına başlanmıştır. İlk numune ise Eminönü’nde oluşturulmuştur (Tasvir-i Efkâr, nr. 190, 9 Aralık 1909). Galip Paşa, kendisine Emniyet-i Umumiye müdürlüğü teklif edildiğinde, üç ay gibi bir süre Avrupa merkezlerini gezerek buralardaki emniyet sistemini görmek istediğini107 ve bu konuda kendisine izin verilmesini talep etmiş108 ve bu istek ilgili 107 Galip Paşa, polis ve jandarma işleyişini yakından görüp anlamak için polis ve jandarma teşkilatından da dörder beşer kişi alarak üç ay müddetle Avrupa’nın başkentlerinde ve büyük şehirlerinde incelemeler yapmak istemiştir. Ancak ilgili makamlar üç ay gibi bir zamanın böyle yetkili bir kişinin görevinden uzak olması yönüyle uygun bulmayıp 2 ay müddeti tasvip etmişlerdir (BOA, BEO, 3665/274808). 66 makamlar tarafından uygun bulunmuştur. Bu seyahatin Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere devletlerinin merkezlerine yapılması planlanmıştır (BOA, DH.MUİ, 2-4/31/3; BOA, DH.EUM.THR, 7/35; İkdam, nr. 5409, 11 Ekim 1909; İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909). Galip Paşa, yapacağı Avrupa seyahatiyle ilgili olarak İkdam gazetesi temsilcisiyle yaptığı röportajda II. Abdülhamit döneminden kalma fikirlerin bertaraf edilebilmesi için polis teşkilatının yeniden düzenlenmesinin şart olduğunu söylemiştir. Böyle bir düzenlemenin yapılabilmesi için ileri devletlerdeki teşkilatların araştırılması gerektiğine inanmış olan Galip Paşa, gerekli çalışmaları yapmak için Viyana, Berlin, Paris, Londra gibi önemli şehirlerinde üç ay kadar incelemelerde bulunacağını dile getirmiştir (İkdam, nr. 5411, 13 Ekim 1909). Fakat Dâhiliye Nezâreti, Emniyet-i Umumiye gibi bir kurumun başındaki kişinin uzun süre iş başından uzaklaşmasını uygun görmemiş ve bu seyahatin süresini iki aya düşürmüştür (BOA, BEO, 108 Galip Paşa’nın Dahiliye Nezareti’ne dilekçesi: Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin hin-i teşkilinde müdüriyet-i mezkureyi deruhte etmekliğim teklif buyrulduğu zaman Avrupa payitahtlarını ve meşhur şehirlerini üç ay kadar gezerek tedkikat ve tatbikat-ı mahsusa icrasıyla polis vezaifinin neden ibaret olduğunun ve ne suretle ifa edilmekte bulunduğunun vazıh ve ameli bir surette anlaşılması ve memleketimizde de ona göre ıslahat ve tatbikat icra kılınması için Avrupa’ya seyahat etmekliğime müsaade buyrulması arz edilmiş müsaade-i mezkurenin diriğ buyrulmayacağı vaat ve beyan buyrulmuş idi. İşte şimdi en muvafık ve müsait bir zaman olduğundan intihap edeceğim dört beş zat ile on beş güne kadar Avusturya, Almanya, Fransa ve İngiltere ile İtalya payitahtlarıyla icap eden büyük şehirlerin tedkikat ve tatbikatta bulunmak üzere bervech-i ma’ruz üç mah müddetle seyahatime müsaade ve bu babda muktezi tahsisat-ı kafiyenin ita buyrulmasını arz ve rica ederim. Tahkikat-ı mahsusa göre polisin birinci derecede tekmil eylediği hükümet İngiltere ve ondan sonra Fransa ve Almanya ise de öteden beri Fransa ile olan münasebat ve ihtilata binaen hükümet-i Osmaniye’nin daha ziyade Fransa âdât ve kavaidiyle ülfet ve ünsiyet eylemekte olduğu bittecrübe sabit olmuş ve bu sebeple Fransa’da daha çok ikamet eylemek münasip olacağı düşünülmüş olduğu ve badehu temdid-i seyahat etmek üzere de Avusturya-Macaristan’a kariban gönderilecek heyet-i mahsusa ile birlikte bulunmak da muvafık ve münasip düşeceği ilaveten… Emniyet-i Umumiye Müdürü (BOA, DH.MUİ, 2-4/31/3). 67 3665/274808). Galip Paşa, Avrupa seyahatinde yanında emniyet teşkilatından başka yöneticilerin de olmasını talep etmiştir (İkdam, nr. 5429, 31 Ekim 1909).109 Bunun üzerine, maiyetine istihbarat şubesi müdürü Ferid, Beyoğlu Polis Müdürü Kemal, Polis Mektebi Müdürü Ahmet Bey verilmiştir (Tanin, nr. 451, 4 Aralık 1909; Tanin, nr. 447, 17 Teşrinisani 1325; Tasvir-i Efkâr, nr. 181, 30 Kasım 1909; İbrahim Feridun, 1326: 297). Galip Paşa ve bu kişilere Avrupa seyahati için gerekli ödenek sağlanarak Galip Paşa’ya 175 ve maiyetindekilere 75’er lira verilmesi uygun görülmüştür (BOA, DH.MUİ, 2-4/31/1; BOA, DH.MUİ, 2-4/31/2; Tasvir-i Efkâr, nr. 173, 22 Kasım 1909; İkdam, nr. 5453, 24 Kasım 1909). Bu seyahat esnasında Peşte, Viyana, Berlin, Brüksel, Paris, Londra, Cenevre ve Roma’yı ziyaret ederek Viyana ile Berlin’de birer ve Paris ile Londra’da da üçer hafta kalan Galip Paşa, bu zaman zarfında ziyaret etmiş olduğu şehirlerinin güvenlik sistemlerini incelemiştir (İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; İkdam, nr. 5429, 31 Ekim 1909; Tanin, nr. 447, 17 Teşrinisani 1325; Sabah, nr 7328, 15 Şubat 1910). Galip Paşa, Avrupa seyahatine çıkmadan önce padişahın huzuruna çıkmış ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Bundan sonra ise trenle Viyana’ya hareket etmiştir (İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; Tanin, nr. 451, 4 Aralık 1909). Galip Paşa 3 Aralık 1909 günü trenle Sirkeci’den ayrılırken kendisini önde gelen devlet erkânı yolcu etmiştir (İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; İkdam, nr. 5463, 4 Aralık 1909). Onun İstanbul’da olmadığı, 3 Aralık 1909-14 Şubat 1910 tarihleri arasındaki iki aylık dönemde, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne, Dersaadet Polis Müdürü Azmi Bey 109 Galip Paşa, Avrupa’ya giderken jandarma teşkilatından da yetkili kişilerin yanında gelmesini istemiştir. Böylece jandarmanın da Avrupa usulüne göre düzenlenmesini temenni etmiştir (BOA, DH.MUİ, 2-4/31). 68 vekâlet etmiştir (BOA, DH.EUM.THR, 14/34; Tanin, nr. 449, 19 Teşrinisani 1325; İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909). Galip Paşa, ilk incelemelerini Viyana’da yapmış ve bununla ilgili düzenlediği raporunu İstanbul’a göndermiştir. Bu raporu incelemek için Harbiye, Dâhiliye ve Bahriye nazırlarından müteşekkil bir komisyon oluşturulmuştur (İkdam, nr. 5484, 25 Aralık 1909). Viyana’da Galip Paşa’nın dikkatini, yüz otuz kadından oluşan, şehirde adrese dayalı nüfus kayıtlarını tutan ve şehre yeni yerleşen herkesi kayıt altına alan birim çekmiştir. Bu birim sayesinde zanlılara ve suçlulara ulaşmanın çok kolay olduğu görülmüştür. Ayrıca sıradan bir vatandaşın da aradağı bir kimseyi bulabilmek için bu birime müracaat edebildiği öğrenilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).110 Galip Paşa, Viyana’dan Almanya’ya geçmiş ve burada incelemelerde bulunmuştur (Tanin, nr. 468, 8 Kânunuevvel 1325). Galip Paşa, Almanya’daki şehirlerdeki polis yapılanması, şehirler arasındaki işbirliği, polisin idari yapılanması hakkında bilgi toplamıştır. Berlin şehrindeki yapılanmayı daha iyi anlayabilmek için Alman yetkililerden yazılı dokümanlar almıştır (BOA, DH.EUM.VRK, 21/132). Berlin’de yaptığı incelemelerle ilgili de İstanbul’a bir rapor göndermiştir. Bu raporunda Avusturya zabıta teşkilatından birçok yönden farklı olan Prusya polis teşkilatından bahsetmiş ve Berlin’de uygulanmakta olan nizamnamenin mükemmel olduğunu dile getirmiştir. Ayrıca Berlin’de otomobil, araba ve elektrikli tramvayların çokluğuna 110 Galip Paşa, Meclis-i Mebusan’ın 21 Haziran 1910 tarihli toplantısında bunu dile getirmiş ve Avrupa’da görmüş olduğu bu tür uygulamaların Osmanlı ülkesinde hayata geçirilmesi için ek bütçeye ihtiyaç olduğunu belirterek Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü bütçesine zam yapılması gerektiğini belirtmiştir. Galip Paşa’nın mecliste yaptığı konuşmada verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre polis sayısının artırılması sadece İstanbul için değil başka iller için de gereklidir. Mesela o günlerde Kastamonu’da sadece otuz beş polis vardır ve Galip Paşa bu sayının yüze çıkarılması gerektiğini dile getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). 69 rağmen Viyana’dan daha az kaza meydana geldiğini bildirdiği gibi raporuna incelemeleriyle ilgili birçok plan ve resim eklemiştir. Alman devlet adamları tarafından çok iyi bir şekilde karşılanmış olan inceleme heyeti Berlin’den Paris’e hareket etmiştir (İkdam, nr. 5493, 3 Ocak 1910). Galip Paşa yaptığı araştırmalar esnasında sadece Londra’da sekiz bin civarında polis olduğunu, çeşitli dairelerde görev yapan yüzlerce sivil memurun bu sayının dışında olduğunu görmüştür. Yine burada incelemeler yaptığı günlerde polisin kullandığı silahları da görmek isteyen Galip Paşa’ya kısa bir çomak getirilerek “işte budur” denilmiştir. Galip Paşa, “Suçlu kişi silahla tehditte bulunursa polis ne şekilde karşılık verecek?” diye sorunca da “Vazife uğrunda ölecek” cevabını almıştır. Bunun üzerine “Şu harekât-ı kahramanâneyi takdîs ile beraber vazife görülmemiş olacak” deyince, İngiliz komiser “Haklısınız fakat ahalinin polise olan meyl ü muhabbet-i umumiyesi polisi yalnız bırakmaz. Câni, ahâli tarafından derhal dersdest edilir” açıklamasıyla halkın polisin yanında olduğunu anlatmıştır (Erner, 2013: 49; Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910). Avrupa’da bu tür uygulamaları öğrenen Galip Paşa, İstanbul’a döndükten sonra Sabah Gazetesi muhabiriyle yaptığı mülakatta Avrupa’daki halkın polisin yanında olduğunu, halkın vereceği desteğin polisin işini kolaylaştıracağını söylemiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910). Londra’da dikkat çeken hususlardan birisi de polislerin nöbet esnasında bir heykel gibi hareketsiz durmaları, kimseyle konuşmamaları ve sigara içmemeleri olmuştur. Galip Paşa’yla birlikte Avrupa seyahatinde bulunmuş olan Dersaadet Polis Mektebi Müdürü Ahmet Faik Bey bu durumu “Polis Rehberi” adıyla kaleme aldığı kitapta da belirtmiştir (Erner, 2013: 45). Londra ve diğer şehirlerin polislerindeki disiplin ve bu disiplinin sağlanabilmesi için emniyet teşkilatının değişik birimlerinde 70 subayların kullanılması Galip Paşa’nın da dikkatini çekmiştir. Avrupa’dan döndükten sonra emniyet teşkilatında subaylar istihdam etmiş ve polislerin daha iyi çalışmaları için gayret göstermiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910; Sabah, nr. 7335, 22 Şubat 1910). Galip Paşa, İngiltere’de yaptığı incelemeler sonucunda dördüncü raporunu da İstanbul’a göndermiştir. Bu raporunda, İngiliz teşkilatının, diğer ülkelerinkiyle mukayese edildiğinde, daha sade olduğunu, fakat Türkiye’de uygulanmasının mümkün olmayacağını belirtmiştir (İkdam, nr. 5504, 14 Ocak 1910). Galip Paşa, Paris üzerinden Roma’ya gitmek üzere Londra’dan ayrılmıştır (İkdam, nr. 5504, 14 Ocak 1910; Yeni Tanin, nr. 504-35, 15 Kânunusani 1325). Roma’da Emniyet Genel Müdürü ile mülakat yapmış (Tasvir-i Efkâr, nr. 238, 28 Ocak 1910; İkdam, nr. 5518, 28 Ocak 1910) ve yanındaki heyetle birlikte İtalya başbakanı tarafından da kabul edilmiştir (Tasvir-i Efkâr, nr. 241, 31 Ocak 1910). Son raporunu da Roma incelemelerinden sonra Dâhiliye Nezâreti’ne göndermiştir (İkdam, nr. 5513, 23 Ocak 1910). Galip Paşa, Roma yolu üzerindeki Cenova’dan geçerken İsviçre polis teşkilatı hakkında da incelemelerde bulunmuştur. İncelemeleri hakkında gazeteye verdiği beyanatta Avrupa’da uygulanmakta olan polis nizamnamelerinin birbirine çok benzediğini sadece teferruatta bazı farklılıklar olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Cenova müesseseleri ve polis nizamnamesinin Türkiye’de uygulamaya diğerlerinden daha yatkın olduğunu söylemiştir (İkdam, nr. 5519, 29 Ocak 1910). Galip Paşa ve yanındaki heyetin Viyana, Brüksel, Paris, Berlin, Londra, Cenova, Peşte ve Roma şehirlerini kapsayan gezisi yetmiş gün kadar sürmüştür. İlgili şehirlerin polis müdürleri ile görüşülmüş; en küçük polis merkezinden tutukevleri ve hapishanelere, emniyet genel müdürünün odasına kadar her yerde araştırma yapılmış ve 71 tasnif sisteminin öğrenilmesi için değişik birimlerde tutulmuş olan defterler incelenmiştir. Bu sayede emniyet teşkilatları hakkında çok geniş malumat edinilmiştir. Avrupa emniyetinde kullanılan telefonun faydası bilfiil yerinde görülmüş, bazı tutuklama ve sorgulamalarda bizzat bulunularak tecrübe edinilmiştir. Suçlular hakkında tutulmuş ve muhafaza edilmiş dosyaların ve alınmış olan parmak izlerinin ne kadar önemli olduğu yerinde ve uygulamalı olarak görülmüştür. Avrupa ülkelerinde polis memurlarının kısımlara ayrılması, polis sayısının yeterli sayıda tutulması, yirmi dört saati kapsayacak şekilde mesai tanziminin yapılması, birimler arasındaki çalışma düzeninin bir saatin parçaları gibi uyumlu olması ve polislerin hususi okullarda yetişmiş olmaları Galip Paşa’nın dikkatini çeken hususlardan olmuştur (Tanin, nr. 522, 2 Şubat 1325; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910). Tanin Gazetesi muhabiriyle yaptığı söyleşide de polis sayısının artırmanın, polislerin modern okullarda yetiştirmenin gereğine değinmiş ve ekibiyle birlikte yapacakları çalışmalarla da bunu başaracaklarına inandığını söylemiştir (Tanin, nr. 522, 15 Şubat 1910). Galip Paşa, Sabah Gazetesi muhabiriyle yaptığı görüşmede ise Avrupa’daki emniyet teşkilatlarının bu seviyeye elli altmış yılda geldiğini, Osmanlı ülkesinde bunun daha az masrafla, birkaç yılda başarılabileceğini ve bu konuda Türk halkının zekâsına güvendiğini söylemiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910). Galip Paşa’nın Avrupa’nın büyük şehirlerindeki emniyet teşkilatını incelediği dönemde en fazla dikkatini çekenlerden birisi, insan vücudunun özelliklerini inceleme üzerine çalışan “antropometri” sisteminin emniyet teşkilatında kullanılmasıdır. Peşte’de bir cinayet zanlısının sorgulanması esnasında hazır bulunmuş olan Galip Paşa, bu sistemin nasıl kullanıldığını da yakından görmüştür. Bir cinayet zanlısı, sorgulama yapan polislerin tüm çabalarına rağmen konuşmamış ve kendisine yönelik suçlamaları 72 reddetmiştir. Bu arada devreye parmak izi konusunda da bilgi sahibi olan antropometri uzmanı girmiştir. Bu kişi, arşivden sorgulaması yapılan cinayete ve daha önceden çözülememiş birkaç cinayete ait parmak izlerini çıkararak ilgili izleri zanlının parmak iziyle karşılaştırmıştır. Yapılan inceleme sonucunda zanlının, sorgulaması yapılan cinayeti işlediği gibi daha önceden fail-i meçhul olarak kalan bir cinayeti de işlediği anlaşılmıştır (Tanin, nr. 522,15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Erner, 2013: 95, 159). Galip Paşa, İstanbul’a Konvansiyonel Treni ile 14 Şubat 1910 tarihinde gelmiştir (BOA, DH-EUM.THR, 26/10; Tanin, nr. 522, 15 Şubat 1910). Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişahı, Babıâli’ye giderek Sadrazam Paşa’yı, Dâhiliye Nâzırı Talat Bey’i ve Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’yı ziyaret eden Galip Paşa, kaleme almış olduğu proje ve layihaları birkaç güne kadar Dâhiliye Nezâreti’ne takdim edeceğini bildirmiştir (İkdam, nr. 5536, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7329, 16 Şubat 1910). Galip Paşa, İstanbul’a geldiğinde Yeni Tanin Gazetesi muhabiri ile yapmış olduğu söyleşide Avrupa’daki polis teşkilatının büyük gayretler sonucunda oluşturulmuş mükemmel bir teşkilat olduğunu, Avrupa ülkelerindeki herhangi bir teşkilatın olduğu gibi alınmasının uygun olmayacağını, çünkü her ülkenin teşkilatının kendisine has olduğunu ve orası için iyi sonuçlar vereceğini dile getirmiştir. Ayrıca Avrupa’da polis teşkilatının yapılacak vazifelere göre kısımlara ayrıldığını ve Osmanlı ülkesinde de buna benzer değişikliklerin yapılacağını, şehir yerleşimlerindeki polislerin sayısının artırılarak jandarmanın vazifesinin de polis teşkilatına verileceğini ve jandarmanın genel itibariyle şehir dışında vazifelendirileceğini dile getirmiştir (Yeni Tanin, nr. 524, 17 Şubat 1910). Yani Galip Paşa, Avrupa’daki sistemi yerinde görmüş 73 fakat bu sistemin Osmanlı ülkesinde bir anda uygulanamayacağını da kabul etmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). Galip Paşa, İstanbul’a geldikten sonra İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar polis müdürleri ile toplantı yaparak Avrupa’daki incelemelerinden elde ettiği verilerin Osmanlı ülkesinde nasıl ve ne şekilde uygulanabileceğini istişare etmiştir (İkdam, nr. 5548, 27 Şubat 1910). Galip Paşa’nın Avrupa’dan gönderdiği raporlar vakit kaybedilmeden incelenmiş ve buna göre Osmanlı ülkesinde düzenlemeler başlamıştır. Jandarma okullarından mezun olanların karakollara dağıtılacağı, devriyelerde daima bir polis ve iki jandarmanın bulunacağı, polis merkezlerinde birer jandarma zabiti, polis mevkilerinde jandarma çavuşlarının bulunacağı kabul edilmiştir. Ayrıca polislerde birer meşin torba içinde yaralıları tedavi etmek için malzeme bulundurulması, her devriyede birer elektrik feneri ve üçer makineli kelepçenin bulundurulması gerektiği kabul edilmiştir. Şehrin bazı noktalarında polislerin özel anahtarlarıyla açabileceği şekilde, devriyelerin polis merkezleriyle bağlantı sağlayabilmesi için telefon kutuları bulundurulması kararlaştırılmıştır (İkdam, nr. 5521, 31 Ocak 1910).111 Bunun altyapısının oluşturulması için belirlenen telefon noktaları arasına teller çekilmiştir (Yeni İkdam, nr. 294, 7 Ocak 1911). Emniyet teşkilatındaki polis sayısının artırılması, her merkeze birer zabit ve doktor konması, yaralanmalara zamanında müdahale etmesi gereken doktorların adlî uygulamalarda lazım olabilecek raporları da tutmaları öngörülmüştür (Yeni İkdam, nr. 140, 1 Ağustos 1910). Galip Paşa, Avrupa’dan döndükten sonra sadece emniyet teşkilatının düzenlenmesini ele almamış, bu teşkilata adam yetiştirecek olan polis mekteplerinin 111 İstanbul polis karakolları arasına telefon çekilmesi 1909 senesinin haziran ayında kabul edilmiştir (Tanin, nr. 309, 29 Haziran 1325). 74 de112 Avrupaî usulde düzenlenmesi öngörülmüştür (İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910). Galip Paşa, emniyette yapılacak düzenlemeleri, Avrupa’da edinilmiş bilgi ve tecrübeler doğrultusunda nizamname haline getirmiş ve proje olarak Meclis-i Vükela’ya sunmuştur. Bu proje Meclis-i Has-ı Vükela tarafından tasdik edilmiş ve kısa süre içinde de uygulamaya konulmuştur (Yeni İkdam, nr. 118, 9 Temmuz 1910; Yeni İkdam, nr. 152, 13 Ağustos 1910; Yeni İkdam, nr. 161, 22 Ağustos 1910). Galip Paşa tarafından hazırlanan proje ana hatlarıyla şunları içermiştir: 1) Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ne iki yardımcı tayin edilmesi; bunlardan birinin otel, kahve gibi yerlerin teftişi ve asayişi ile ilgilenmesi, diğerinin ise cinayetlerin tahkikatı ve Emniyet-i Umumiye ile ilgili polis istihbaratı gibi işlerle meşgul olması. 2) İstanbul şehrinin, İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar daireleri olmak üzere üç kısma ayrılması, bu dairelerden her birinde ikinci sınıf birer müdür ve iki müdür yardımcısı bulunması. 3) Müdür yardımcılarından birisinin hukuk mektebi mezunu olması, diğerinin asker kökenli olması ve hukuk mezunu olan müdür yardımcısının adlî işlerle meşgul olması, asker kökenli olanın ise polis memurlarının düzenini sağlaması. 4) İstanbul’un 14, Beyoğlu’nun 10, Üsküdar’ın 6 karakol mıntıkasına taksim edilmesi ve her karakolun bir komiserin idaresine verilmesi (Yeni İkdam, nr. 184, 14 Eylül 1910). 5) Polis sayısının artırılması, her merkeze birer zâbit ve doktor görevlendirilmesi, doktorların olaylarda yaralananlara müdahale etmesi ve adliye tarafından kullanılabilecek şekilde rapor oluşturması (Yeni İkdam, nr. 140, 1 Ağustos 1910). 6) Polis memurları için özel giysi ve kalpak hazırlanması (Yeni İkdam, nr. 152, 13 Ağustos 1910). 7) Emniyet-i 112 II. Abdülhamit, Emniyet Teşkilatındaki ıslahat düşüncesini batılı uzmanların katkısıyla açılan polis okulları vasıtasıyla yapmak istemiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk polis okulu, 2 Ocak 1907’de Selanik’te açılmıştır. Selanik Yalılar Askerî Hastanesi yanında Vilayet-i Şahane Polis Mektebi adıyla açılan bu okulun ilk müdürü, Belçikalı Binbaşı Leon Buro olmuştur (Gün, 2012: 7). 1909 tarihinde ise Yıldız’da Dersaadet Polis Okulu açılmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 10159, 14 Temmuz 1909). 75 Umumiye’de idarî ve adlî olmak üzere iki kısmın kurulması (Yeni İkdam, nr. 161, 22 Ağustos 1910). 8) Parmak izi üzerine uzman kişilerden oluşan bir birim kurulması (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111, 17 Mayıs 1327). Galip Paşa’nın hazırlayıp hükümete sunmuş olduğu proje şekil itibariyle de olsa hayata geçirilmiştir: Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nde, gerektiğinde yaralılara müdahele etmek ve bunlarla ilgili olarak adliyenin işini kolaylaştıracak şekilde tutanaklar oluşturmak için tıp birimi kurulmuştur. Yine bununla ilgili olarak emniyet müdürlükleri bünyesinde doktorlar istihdam edilmiştir. Polis müdüriyetlerinde adlî ve idarî olmak üzere iki kısım kurulmuştur. Adlî kısma istihbarat çalışmalarıyla suçları önleme, işlenmiş suçlarla ilgili olarak araştırma yapma ve adlî işlemleri takip etme, sabıka kaydı tutulan kişilerin parmak izlerini alma ve fotoğraflarını çekme gibi görevler verilmiştir. Emniyet müdürlüklerinde bir müdür, iki kâtip ve yeterince komiserden oluşturulan idarî kısımlara ise polisleri idâre etme vazifesi verilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111; İbrahim Feridun, 1326: 297, 298). Galip Paşa’nın Avrupa’daki emniyet teşkilatlarında dikkatini en fazla çekenlerden birisi her birimde yeterli sayıda ve modern okullarda yetişmiş polisin bulunması olmuştur. Fakat Galip Paşa’nın projesini hayata geçirmeye çalıştığı 1910 ve 1911 yıllarında Osmanlı Devleti’nde ne gerekli kadroları yetiştirecek kadar polis okulu ne de gerekli istihdamı sağlayacak kadar bütçe vardır. Meclis-i Mebusan’ın 30 Mayıs 1911 tarihli oturumunda milletvekillerinin görüşmelerinden anlaşıldığına göre, o dönemde Avrupa’daki Paris, Londra ve Viyana gibi başkentlerin her birinin asayişini beş altı bin kadar polis sağlarken İstanbul’da sadece iki bin altı yüz polis vardır. Tüm Osmanlı ülkesindeki polis sayısı ise altı bin civarındadır. Mesela otuz bin nüfuslu Samsun şehrinde sadece on altı polis memuru vardır. Polis yetiştirmek için açılmış 76 okullar ise Selanik, İstanbul ve Beyrut’ta olmak üzere üç tanedir. Buralardan yetişecek öğrenci sayısı ise yedi yüz kadardır. Milletvekillerinin, 30 Mayıs 1911 tarihinde, Emniyet-i Umumumiye Müdürlüğü’nün bütçesi üzerine yaptıkları görüşmelerden anlıyoruz ki emniyet teşkilatına gerekli bütçeyi vermek şöyle dursun Emniyet-i Umumiye Müdürü Galip Paşa’nın maaş miktarı bile düşürülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111).113 Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye’de planladığı değişikliklerle ilgili olarak olabildiğince kararlı davranmıştır. Yapmayı düşündüğü düzenlemelerle ilgili bütçelerin kabul edilmemesi veya teşkilatta yapmayı öngördüğü düzenlemelerin reddedilmesi durumunda istifasını hiç tereddüt etmeden verebilmiştir (Yeni İkdam, nr. 420, 11 Mayıs 1911). 1909 yılının ortalarında kurulmuş olan Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin yetki ve sorumluluklarının ne şekilde olması gerektiği meselesi uzun süre meclisin gündemini meşgul etmiştir. Bu durum Galip Paşa’yı da uğraştıran konulardan birisi olmuştur. Özellikle İstanbul’un asayişi konusunda İstanbul Valiliği ile Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111). Galip Paşa, yaşanan bu karmaşadan dolayı istifa etmek istemişse de Dâhiliye Nâzırı tarafından, yeni düzenlemelerin yapılacağı kendisine bildirilerek, istifa isteği geri çevrilmiştir (BOA, EUM.THR, 9/31; Tasvir-i Efkar, nr. 145, 25 Ekim 1909; Tanin, nr. 411, 12 Teşrinievvel 1325). Uzun süre devam eden bu yetki ve sorumluluk karmaşası Meclis-i Mebusan’ın 31 Mayıs 1911 tarihli oturumunda, İstanbul’un asayişinden İstanbul Polis Müdüriyeti’nin sorumlu olduğu ve İstanbul Polis Müdüriyeti’nin doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı olduğu kabul edilerek çözülmeye 113 Meclis-i Mebusan’da 1910 yılı bütçe görüşmelerinde de Galip Paşa’nın uzun uzadıya konuşmasına rağmen, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü için teklif etmiş olduğu 270 bin liralık zammın sadece 50 bin lirası kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). 77 çalışılmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 112). İki sene kadar Emniyet-i Umumiye Müdürü olarak görev yapan Galip Paşa, bu teşkilatta İttihatçı hükümetin beklentileri doğrultusunda kadrolaşma yapmış ve polis teşkilatını Avrupa standartlarında modernize etmeye çalışmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin ekonomik imkânları buna elverişli olmadığından Galip Paşa’nın talep ettiği bütçeler genel itibariyle kabul edilmemiştir. Dolayısıyla da Galip Paşa, planladığı her değişikliği uygulamaya koyamamıştır. Galip Paşa’nın emniyet teşkilatında yaptığı düzenlemelerde Avrupa seyahatinde edindiği bilgiler etkili olduğu gibi askerlik mesleğinden gelmiş olmasının da tesiri görülmektedir. Emniyet teşkilatında düzen ve disiplini sağlamak için “disiplin zâbiti” adıyla subay müfettişler tayin etmiştir. Polis müdürlüklerine birer yüzbaşı, polis merkezlerine ise birer üstğmen verilmiştir. Bu subayların âmiri olarak ise “disiplin kumandanı” namıyla bir binbaşı tayin edilmiştir (İbrahim Feridun, 1326: 298). 1909 senesinde kurulan Emniyet-i Umumiye’de yapılacak düzenlemeler için dışarıdan uzmanlar getirmek yerine, gelişmiş ülkelerdeki emniyet teşkilatlarını yerinde görmek üzere, Galip Paşa’nın teklifiyle Avrupa’ya heyet gönderilmiştir. Böylece hem yapılacak düzenlemeler için bir ülkeden ziyade birkaç ülkenin teşkilatı yol gösterici olmuş hem de yeniliklere örnek teşkil edecek uygulamalar yerinde görülmüştür. Emniyet-i Umumiye gibi önemli bir kurumun müdürünün yaklaşık iki ay kadar yurt dışında incelemeler yapması devletin ıslahat geleneği açısından da önemli bir değişiklik olmuştur. Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün kuruluşunda ve modernize edilmesinde büyük gayretleri görülmüş olan Galip Paşa, 1911 yılının Nisan ayında asıl mesleği olan askerliğe dönmek üzere Dâhiliye Nezâreti’ne istifa dilekçesini sunmuştur. İkdam 78 Gazetesi’ne verdiği röportajda Emniyet-i Umumiye ile ilgili olarak hazırlamış olduğu bütçenin Meclis-i Mebusan’ın Bütçe Encümeni tarafından kabul edilmemiş olmasını istifasının sebebi olarak göstermiştir (İkdam, nr. 389, 10 Nisan 1911). Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü vazifesinden ayrıldıktan sonra Galip Paşa,114 21 Haziran 1911’de İzmit Redif Fırkası Kumandanlığına, 6 Temmuz 1911 tarihinde ise Edirne Fırkası Kumandanlığına tayin edilmiştir (BOA, BEO, 3912/293346; BOA, İ.HB, 93/7; Renin, nr. 1018-3, 19 Haziran 1327; Renin, nr. 1030-15, 1 Temmuz 1327).115 114 115 Galip Paşa, 14 Nisan 1327’de mirlivalığa terfi etmiştir (BOA, DH.MTV, 4/ 25). Harbiye Nezâret-i Celilesi’ne, Edirne Redif Fırkası Kumandanlığı’na İzmit Redif Fırkası Kumandanı Mirliva Galip Paşa’nın nakl ve tahvil-i memuriyeti hususuna 20 Haziran 1327 tarihli ve 309 numaralı tezkire-i aliyyeleri üzerine bi’listîzân irâde-i seniyye-i pâdişâhi şerefsüdûr buyrularak… 23 Haziran 1327 (BOA, BEO, 3912/293346). 79 İKİNCİ BÖLÜM 2. BİRİNCİ BALKAN HARBİ VE GALİP PAŞA Galip Paşa, İzmit Redif Tümeni Kumandanlığı’ndan sonra Edirne Redif Tümeni Kumandanlığına, buradan da Selanik’teki 13. Tümen komutanlığına getirilmiştir (BOA, BEO, 3912/293346; BOA, İ.HB, 93/7; Renin, nr. 1030-15, 1 Temmuz 1327). Bu tümenin komutanlığını yaparken Birinci Balkan Savaşı başlamıştır. Galip Paşa, Balkan Savaşlarında Batı Ordusu’na bağlı olan Vardar116 Ordusu’nun 5. Kolordu’sunda117 13. Tümen’in 118 komutanlığını yapmıştır. Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda, Nisan 1913’de ise Fiyer119 bölgesindeki kuvvetlerin komutanı olmuştur (Çakmal, 2012: 573578). 2-10 Ekim 1912 tarihleri arasında seferberlik işleriyle meşgul olan 13 Tümen (ATASE, BLH, 734/H4/1-29), savaş esnasında sırasıyla Komanova, Pirlepe, Manastır ve Yanya civarındaki muharebelerde yapmıştır. 2.1. HARBİN BAŞLAMASI Osmanlı Devleti için 19. yüzyıl çok kesif bir şekilde siyasî ve hukukî değişimlere sahne olmuştu. Bu süreç 20. yüzyılın başında da hızlı bir şekilde devam etmiştir. Uzun süreli bir mücadelenin sonunda 1908’de parlamenter sistem yeniden yürürlüğe girmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlı ülkesinde çok partili siyasal 116 Vardar, Rumeli’deki nehirlerdendir. Kosova Vilayeti’nin Kalkandelen Kazası’nda, Şar Dağı’nın doğu eteklerinden doğar (Şemseddin Sami, 1316: 4655). 117 Kolordu: İki, üç tümenden ve bağlı birliklerden kuruludur (Kip, 1939: 143). 118 Tümen: Üç alay veya iki liva ile topçu ve diğer yardımcı sınıflardan oluşan ve her türlü muharebe ve hareket gücüne sahip birliktir (Kip, 1939: 66). 119 Luşna olarak da bilinir. Yanya Vilayeti dâhilinde bir kazadır (Sezen, 2006: 351). 80 hayat da başlamıştır. Bu süreçte, devlet erkânı içerideki değişimi idare etmenin telaşındayken dış gelişmelerle yeterince ilgilenememiştir. 1908 yılında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan Girit’i, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklamıştır. 1911’de İtalya Trablusgarp’ı işgal etmeye yeltenmiş, bundan cesaret alan Balkan devletleri ise Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır (Tanin, nr. 1465, 26 Eylül 1328; Uçarol, 2000: 432; Esmer, 1944: 413-417). Balkan Devletleri, Osmanlı Devleti’nin zor durumundan faydalanarak, Makedonya’da kalan topraklarını ele geçirmek istemişlerdir (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Uçarol, 2000: 431; Esmer, 1944: 413-417; Eyicil, 2005: 219; Ateş, 2009: 411; Üçok, 1980: 202).120 Balkan Devletlerinin aralarında birlik oluşturmasında Rusya etkili olmuştur (Uçarol, 2000: 432; Eyicil, 2005: 220; Üçok, 2009: 202). Rusya’nın aracılığı üzerine 13 Mart 1912’de Sırbistan ile Bulgaristan arasında “Dostluk ve İttifak Antlaşması” imzalanmış121 ve böylece Osmanlı Devleti’ne karşı Balkanlarda ilk ittifak kurulmuştur (BOA, İ.MMS, 154/16; Uçarol, 2000: 433; Eyicil, 2005: 220, 221; Ateş, 2009: 411; Üçok, 2009: 202). Bulgaristan ile Sırbistan imzaladıkları bu ittifakla Osmanlı Devleti’nden alacakları toprakları aralarında paylaşmayı kararlaştırmışlardır. 29 Mayıs 1912’de Bulgaristan ile Yunanistan arasında ittifak imzalanmış, Ağustos 1912’de gruba Karadağ da katılmıştır (Eyicil, 2005: 220, 221; Uçarol, 2000: 434; Ateş, 2009: 411; Üçok, 2009: 202). Böylece dört Balkan devletinin ittifakı tamamlanmıştır (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328). 120 Balkan devletleri, ittifak yaparken, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda kalan topraklarını paylaştıkları gibi Doğu Trakya’da sadece İstanbul’u Osmanlı Devleti’ne bırakmışlardır (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328). 121 Bulgaristan ile Yunanistan arasında düşmanlık ve rekabet açıkça görülmekteyken aniden yakınlaşmaya başlamışlardır (Tanin, nr. 1226, 18 Kânunusani 1327). 81 Savaşın başlamasına haftalar kala Balkanlardaki Müslüman topluluklarda ve İstanbul halkında savaşa girme isteği oluşmuştur (BOA, DH.SYS, 112-1/1/5). Osmanlı halkı, mensubu oldukları devleti Balkan devletlerinden daha güçlü görmüş ve harbi dört gözle bekler hale gelmiştir. İstanbul’da bazı çevreler daha harp başlamadan, harbe destek olmak üzere yardım kampanyaları düzenlemiştir (Tanin, nr. 1461, 12 Eylül 1328). Tanin Gazetesi’nde savaşın gelişi bir bayram havası içinde anlatılmıştır (Tanin, nr. 1460, 11 Eylül 1328). Tanin’in 1465. sayısında, “Hele şükür muharebe başladı” şeklinde başlık atılmıştır (Tanin, nr. 1465, 26 Eylül 1328). İttihat ve Terakki Fırkası ise Balkan devletlerinin oluşturduğu harp havasına karşılık, Sultanahmet Meydanı’nda miting düzenlemiştir (Tanin, nr. 1460, 11 Eylül 1328). 1 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti seferberlik ilan etmiş,122 8 Ekim 1912’de ise Osmanlı-Karadağ savaşı başlamıştır (BOA, İ.MMS, 154/16; BOA, DH.SYS, 1121/1/41; Üçok, 2009: 203). Karadağ büyükelçisi Osmanlı Devleti’nin ilgili makamlarına iki devlet arasında savaşın resmen başladığını ilan etmiştir (Tanin, nr. 1465, 26 Eylül 1328). 17-18 Ekim 1912’de ise diğer üç Balkan devleti de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir (Eyicil, 2005: 223; Uçarol, 2000: 439).123 Aslında Osmanlı Devleti’nin böyle bir savaşa hazır olmadığı daha savaşın ilk 122 Genel seferberlik emri ilgili makamlara da bildirilmiştir. Genel seferberlik kararından bir gün önce Selanik’ten gelen telgraf Sırp, Bulgar, Yunan ve Rus konsolosları arasında görüşmeler yapıldığını bildirmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/39; BOA, DH.SYS, 112-1/1/49). Balkan savaşları başlarken başkomutan vekili ve Harbiye Nâzırı, Nâzım Paşa’dır (Karal, 1999: 306; İkdam, nr. 5646, 26 Teşrinievvel 1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11340, 20 Teşrinievvel 1328). Seferberlik ilan edildiğinde Gazi Ahmet Muhtar Paşa sadrazamdır (BOA, DH.SYS, 112-1/1/53; Uçarol, 2000: 438; Takvim-i Vekayi, nr. 1268, 15 Teşrinievvel 1328). 29 Ekim 1912’de Ahmet Muhtar Paşa kabinesi düşürülmüş ve yerine Kamil Paşa kabinesi kurulmuştur (Uçarol, 2000: 441). 123 Osmanlı yönetimi, savaş başladığından, 10 Teşrinievvel 1328’de, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’dan Osmanlı ülkesine girecek mallara yüzde yüz gümrük uygulaması getirmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 1268, 15 Teşrinievvel 1328). 82 haftalarında ortaya çıkmıştır. Kısa sürede hazırlıkların tamamlanması için gayret gösterilmiştir. Gazetelerde, durumun vahim olduğu, düşmanın İstanbul’u tehdit etmeye başladığı ve halkın elinden gelen desteği vermesi gerektiği anlatılmıştır (İkdam, nr. 5646, 26 Teşrinievvel 1328). Çanakkale124 gibi yakın illerden toplanan askerlerle redif birlikleri oluşturulmuş, vergilerin daha iyi toplanabilmesi için duyurular yapılmış, vergi toplama büroları tatil günlerinde bile açık tutulmuştur (BOA, DH.SYS, 112-1/1/11; Takvim-i Vekayi, nr. 1271, 18 Teşrinievvel 1328). Kurban paralarının harbe destek olarak verilmesi istenmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11335, 15 Teşrinievvel 1328). Durumun ciddiyetini anlayan halk, harbe destek için yardım kampanyaları düzenlemiş; 125 orduya hayvan ve araba bağışında bulunmuştur (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Takvim-i Vekayi, nr. 1270, 17 Teşrinievvel 1328). Bazı emekli subaylar, savaşta kullanılsın diye atlarını bile orduya bağışlamışlardır (Takvim-i Vekayi, nr. 1268, 15 Teşrinievvel 1328).126 Osmanlı Devleti, savaşa haftalar kala bir kısım askerî hazırlıklar yapsa da savaş, çok büyük eksikliklerle başlamıştır (BOA, MKT.MHM, 608/15). 124 127 Özellikle Balkan Savaşı, hasat dönemine denk geldiğinden, seferber edilecek halkın bir kısmında gönülsüzlük olmuştur. Firar hadiseleri yaşanmasın diye sevk edilecek halkın jandarma eşliğinde götürülmesi istenmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/68). Merkezden yapılan yasaklamalara bile uymayanlar olmuştur. Mesela, savaştan dolayı dışarıya hayvan ihracının yasaklandığı halde bu yasağa uymayanlar çıkmıştır (BOA, 9-E/321-2/1). 125 Balkan Savaşı’ndan dolayı Hindistan’da, Osmanlı ordusu için heyecanlı toplantılar ve yardım kampanyaları düzenlenmiştir (Tanin, nr. 1483-54, 14 Teşrinievvel 1328). 126 Balkan Savaşı esnasında devlet Balkanlardan Anadolu’ya doğru göçmekte olan muhacirlerle de ilgilenmek zorunda kalmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11333, 13 Teşrinievvel 1328). Anadolu halkı ise bir yandan yardım toplarken diğer yandan muhacirlere sahip çıkmaya çalışmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11334, 15 Teşrinievvel 1328). 127 Osmanlı Devleti, gelişmeleri zamanında takip etmediğinden, birliklerini toparlayıp istediği bölgeye yönlendirmekte zorlanmıştır (BOA, DH.SYS, 112-1/1/77). Balkan devletleri seferber oldukları halde Osmanlı sınırları hâlâ güvenli duruma getirilmemiştir. Savaş için toplanan ahaliye silah verilememiştir. 83 Makedonya civarında mücadele verecek olan Batı Ordusu’nun merkezden destek görme ihtimali oldukça zayıftır. Çünkü Bulgaristan’la savaşa girildiğinden kara yolu, Yunanistan’la da savaşa girildiğinden deniz yolu güvenliğini kaybetmiştir (BOA, BEO, 4110/308204; İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Tanin, nr. 1503, 24 Kânunusani 1328; Zeki, 1337: 4, 12). Balkanlardaki yığınaklar ise oldukça yetersizdir (Uçarol, 2000: 439). Osmanlı Devleti, savaşın başında Makedonya ve Arnavutluk’ta 175 bin askere sahiptir (Hall, 2003: 62). Makedonya’daki savaşların merkezinde yer alan Vardar Ordusu’nun kuvveti 100 bini geçmesi gerekirken, tüm çabalara rağmen, 50 bini bile geçememiştir (Zeki, 1337: 3). Galip Paşa’nın komutasındaki 13. Tümen’in bağlı olduğu 5. Kolordu’nun128 toplam er sayısı 20.883, 13. Tümen’in129 er mevcudu ise 5.891’dir (Hallı, 1979:127). Batı Ordusu’nun yetersiz olan mevcudu bile savaşın kaderini belirleyecek olan Komanova Muharebelerinde tam olarak bir araya getirilememiştir (Karal, 1999: 316). Ayrıca harp başladığında Batı Ordusu’nun yığınağı da henüz tamamlanmamıştır (Andonyan, 1975: 339). 2.2. KOMANOVA MUHAREBELERİ Vardar Ordusu ile Sırp kuvvetlerinin ilk karşılaştıkları ve Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen’in savaştığı ilk yer Komanova’dır (Çakmak, 2012:187; The Leeds Komutanların ise halkla aynı heyecanı duymadıkları gözlemlenmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/95). Yedeklerden oluşturulan taburlara zamanında tüfek bile temin edilememiştir (BOA, DH.SYS, 1121/1/83). Balkanlardaki mevcut birliklerin yetmeyeceği düşünülerek, Anadolu’nun değişik yerlerinden de yedek birlikler istenmiş fakat bu geciktiği gibi toplananlara silah bulmakta da zorlanılmıştır (BOA, DH.SYS, 112-1/1/91). 128 5. Kolordu’nun merkezi Selanik’tir (Andonyan, 1975: 335). 129 1911’de 13. Tümen yedi tabura sahiptir (Çalışlar, 2010: 4). 84 Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912). Sırp güçleri ile Osmanlı güçleri arasında devam edecek olan savaşın kaderi burada, iki gün süren savaşta belirlenmiştir (Aberdeen Daily Journal, nr. 18032, 25 Ekim 1912). 16-17 Ekim gecesi Batı Ordusu Komutanlığı, Sırbistan’a ve Bulgaristan’a taarruz edilmesine dair emri tebliğ etmiştir. Bu emir gereğince, Vardar Ordusu karargâhı 21 Ekim’de Köprülü’den Bereketli’ye 130 nakledilmiştir. 21-22 Ekim gecesi 13. Tümen’e, Novosil’e ulaşma emri verilerek Komanova’ya doğru ilerlemekte olan düşmana karşı önlem alınmıştır (Zeki, 1337: 7, 9, 25). Vardar Ordusu 20-21 Ekim 1912 tarihinde, Komanova üzerine taarruz hazırlıkları yapmaktayken Koçana, Palanga, Priştine istikametlerini işgal etmiş olan Sırp kuvvetlerinin geneli Bilaç-Komanova istikametinde taarruza geçmiştir (Telegraph&Star, nr. 7909, 22 Ekim 1912). Buna karşılık Vardar Ordusu, ona bağlı 5. Kolordu ve Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen hâlâ savaşa hazır hale gelmemiştir. Vardar Ordusu komutanlığı, hâlâ yapacağı harekât hakkında kesin bir karara bile varamamıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-78a; ATASE, BLH, 732/H2/1-78). Fakat buna rağmen Osmanlı birlikleri savunmada kalması gerekirken taarruzu yeğlemiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-79). Fevzi Paşa, 131 hatıralarında Komanova Savaşı’nın ilk anlarını, “Yirmi kilometrelik cephede yayılmış aşağı yukarı otuz bin kişilik Sırp ordusunun iki kanadına birden kırk beş bin askerle hücum ediyorduk. Taarruzu süratle sonuçlandırmak şarttı. Çünkü düşmanın ikinci hattındaki otuz bin kişilik kuvveti ağır ağır bize yaklaşıyordu” 130 1877 yılında Üsküp Sancağı dâhilinde bir nahiyedir (Demirtaş, 2012: 125). 131 Fevzi Çakmak. 85 şeklinde anlatmıştır (Çakmak, 2012: 186). 132 Yani Osmanlı ordusunun kısa sürede harekete geçip düşmanı mağlup etmesi gerekmiştir. Aslında Türk ordusu savaşın ilk günü olan 23 Ekim’de başarılı da olmuştur (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328; Senin, nr. 1481-52, 12 Teşrinievvel 1328; Sebilürreşad, nr. 217-35, 18 Teşrinievvel 1328; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912). Fakat Sırp güçleri arttıkça savaşın seyri değişmiştir (Hall, 2003: 63, 64). Muharebelerin başladığı ilk gün, 23 Ekim 1912’de Novosil’de Zibofçe Köyü civarında düşmanla savaş halinde olan Galip Paşa, başarılı olmuş ve karşısında çekilen Sırpları takibe başlamıştır (ATASE, BLH, 734//H4/1-26; Çalışlar, 2010: 18, 20). 133 Tümenin mücadelesinden Galip Paşa memnun kaldığı gibi o günkü başarıdan dolayı 5. Kolordu Komutanı Kara Sait Paşa,134 Galip Paşa’yı alnından öpmüştür (Çalışlar, 2010: 19, 25). 23 Ekim akşamı Galip Paşa’nın tümeni ve ona bağlı Nişancı 13. Tabur, 37 ve 38. Alay, iki batarya, Eski Nağveriç Mahallesi ve Yeni Nağveriç arasında muharebede, 39. Alay kısmen merkezde ve bir kısmı sol kanat gerisindedir. 23 Ekim 1912’deki durumu, 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait şöyle bildirmiştir: “Düşman bugün yaptığı hücumda yenilip hezimete uğrayarak 13. Tümen tarafından takip edilmiştir. Eski Nağveriç Köyü ve sırtları ele geçirilmiştir. 13. Nizamiye Tümeni, tamamen harp hattına dâhil olmuştur” (Çakmak, 2012: 187, 189).135 132 Komanova’da ilk karşılaşmada Sırp gücü 30 bin, Türk gücü ise 45 bin civarındadır (Hallı, 1979:182; Tanin, nr. 1487, 18 Teşrinievvel 1328). 133 Batı Ordusu elde ettiği başarıları telgrafla merkeze bildirmiştir. Mesela, 17 Teşrinievvel 1328 tarihli telgrafta, İşkodra civarında dört bini aşkın Karadağ askerinin esir alındığı bildirilmiştir (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Takvim-i Vekayi, nr. 1274, 21 Teşrinievvel 1328; Zeki, 1337: 27). 134 Sait Paşa, 21-22 Ekim gecesi Korgeneral yapılmıştır (Çalışlar, 2010: 14). 135 Karargahı Zibofçe’de bulunan 5. Kolordu’nun 23 Ekim 1912 tarihli savaş raporu: Düşman bu gün yapılan taarruzda bozguna uğratılarak 13. Tümen tarafından takip edilmiş, Eskinagoriç Köyü ve sırtları 86 Komanova’da ilk saldırıya çok cesur ve heyecanlı başlamış olan Osmanlı komutanları Sırplara karşı kazanacakları savaştan o kadar emin olmuşlardır ki zafer kutlamalarını bile planlamışlardır (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328; Andonyan, 1975: 344). Komanova Muharebeleri’nin ilk günü, beklenildiği şekilde, başarılı geçmiştir (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328).136 Fakat yavaş hareket edilmiş olması Sırplar karşısındaki daha büyük bir zaferin elde edilmesini engellemiştir. Çünkü çarpışmaların başladığı günlerde, I. Sırp Ordusu’nu destekleyecek II. Ordu hâlâ gerilerdedir (Andonyan, 1975: 341). Fakat Komanova Meydan Muharebesi öncesinde iletişim problemleri yaşayan Vardar Ordusu zamanında toparlanamamıştır (Andonyan, 1975: 341). Fevzi Paşa’nın hatıralarına göre Komanova muharebelerinin ilk günündeki taarruzun gecikmesinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen’in de payı olmuştur (Çakmak, 2012: 187).137 Komanova’daki ilk başarılı harekâtın devamı getirilememiş ve Türk birlikleri bozguna uğrayarak çekilmiştir. Bazı tümenlerdeki bozgunlar diğer birliklerin moralini bozmuş ve bu da çekilmeyi hızlandırmıştır. 24 Ekim akşamına gelindiğinde Galip Paşa’nın komutasındaki 13. Tümen de çekilmeye başlamış ve tüm birlikler Piçinya Suyu’nun güneyine geçmiştir (Hallı, 1979: 190). 23 Ekimi 24 Ekime bağlayan gece Komanova’da Sırplar güçlü bir atağa geçmiştir. Sırp piyadesi topçuların başarılı atışlarının açtığı hat üzerinde tam bir ölüm ele geçirilmiştir. Bütünü ile muharebeye girmiş olan 13. Tümen sağ yanı, İştip Redif Tümeni’nden bir alayla takviye edilmiştir (Hallı, 1979:185). 136 Sırplar, Komanova Muharebe’sinin başladığı ilk gün büyük kayıplar vermişlerdir (Tanin, nr. 1483-54, 14 Teşrinievvel 1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11331, 11 Teşrinievvel 1328). Kazanılan ilk zafer İstanbul’da çok olumlu bir etki yapmış ve gelecek zaferler için ümit olmuştur (The Yorkshire Post, nr. 20388, 25 Ekim1912). 137 Fevzi Paşa’nın hatıralarına göre, Komanova’da 5. Kolordu’nun harekete geç başlaması ve 13. Tümen’e hareket emrinin geç verilmesi hata olmuştur (Hallı, 1979:183). 87 kalım mücadelesi vererek ilerlemişlerdir (The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912). Ertesi günü sabahı Zeki Paşa’da geri çekilme düşüncesi oluşmuş, Türk birliğinde ciddi bir dağılma ve kaçış gözlenmiştir. Bazı askerler topları çekmekte kullanılan atların üzerlerine binerek savaş meydanından kaçmıştır (Sabahaddin, 1328: 16; Andonyan, 1975: 341-343). 138 Türk birlikleri yaralılarını bile savaş meydanında terk ederek kaçışmıştır (The Yorkshire Post, nr. 20393, 30 Ekim 1912). Savaş meydanı yaralı ve ölülerle dolmuştur (Aberdeen Daily Journal, nr. 18037, 30 Ekim 1912). Galip Paşa’nın komua ettiği 13. Tümen ise burada yaşanan bozgundan sonra en sağlam kalan birliklerden birisi olmuştur (Zeki, 1337: 33, 37). 139 Fevzi Çakmak’ın hatıralarına göre, Komanova Muharebeleri’nden sonra 13. Tümen140 ve 15. Tümen’in bir kısmı haricinde güvenilebilecek kuvvet kalmamıştır (Çakmak, 2012: 231). Özellikle savaş araç gereçlerinin geride bırakılması Vardar Ordusu’nun vurucu etkisini iyice azaltmıştır (Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim 1912; Aberdeen Daily Journal, nr. 18037, 30 Ekim 1912). Zeki Paşa, Vardar Ordusu üzerindeki kontrolünü kaybetmiş, 141 panik yaşayan askerler verilen emirleri dinlemeyerek farklı yönlere dağılmıştır (Evening Telegraph, nr. 3999, 31 Ekim 1912; The Leeds Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912; Sabahaddin, 1328: 15, 17). Komanova’da yaşanan bozgundan sonra birliklerin kaçışını durdurmak 138 24 Ekim 1912’de 6 ve 7. Kolordu kaçışmaya başlamış ve savaş meydanını terk etmiştir (Zeki, 1337: 33; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912). 139 Savaş meydanında tek başına kalan 5. Kolordu da Zeki Paşa’nın emriyle çekilmeye başlamıştır (Zeki, 1337: 33). 140 Fevzi Çakmak’ın verdiği bilgilere göre on taburdan oluşan 13. Tümen’in Komanova’da 6980 askeri vardır (Çakmak, 2012: 211). 141 Zeki Paşa ve kolordu komutanları Komanova bozgunundan sonra Üsküp’te bir toplantı yapmıştır. Burada Cavit Paşa hariç olmak üzere Zeki Paşa ve diğer komutanlar geri çekilmenin daha iyi olacağını savunmuştur (Aberdeen Daily Journal, nr. 18039, 1 Kasım 1912). 88 çok zor olmuştur (ATASE, BLH, 734/H1/1-58; Sabahaddin, 1328: 17). Dağılma başlayınca komutanlar kaçan askerlerini silahla durdurmaya çalışmış fakat bunlardan aynıyla karşılık almışlardır (Zeki, 1337: 33; Sabahaddin, 1328: 16). Birliklerin çoğu mühimmat ve toplarını bile gerilerde bırakmışlardır (The Yorkshire Post, nr. 20393, 30 Ekim 1912; Sabahaddin, 1328: 17).142 Yaşanan dağılmalar komutanları zora sokmuş ve birliklere düzen vermek zorlaşmıştır. Bunun için, kaçanlar hakkında idam cezası gibi sert tedbirler benimsenmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-63a). Birlikler Komanova’dan Köprülü istikametine doğru çekilirken 13. Tümen’e bağlı birliklerin de düzeni bozulmuş, Galip Paşa, bunları toplamakta zorlanmıştır. 26 Ekim’e gelindiğinde bile Galip Paşa hâlâ kendisine bağlı birlikleri toparlamakla meşguldür (ATASE, BLH, 734/H11-58; ATASE, BLH, 734/H1/1-59; ATASE, BLH, 734/H1/1-60; Evening Telegraph, nr. 3999, 31 Ekim 1912). Subaylarda, erlerde, silahlarda ve top çekmekte kullanılan hayvanlarda eksilmeler 143 olmuştur (ATASE, BLH, 734/H1/1-58a). Bunda esir ve şehit olanların haricinde firarlar da etkili olmuştur (ATASE, BLH, 734/H1/1-60a). Osmanlı Ordusu Komanova’da 1.200 ölü, 300 yaralı, 300 esir vermiştir (Karal, 1999: 316; Çakmak, 2012: 220). Sırplar ise 687 ölü, 3.208 yaralı, 597 kayıp vermiştir (Hall, 2003: 64). Zeki Paşa, Komanova bozgununu anlatırken, “Karargâhı gözyaşları içinde en son olarak terk ettim” demiştir (Zeki, 1337: 34). 25-26 Ekim 1912 gecesi Batı Ordusu Komutanı’na çektiği telgrafta ise, “Harp şansı bendenize yardım etmedi. Moralin 142 Komanova bozgununda birliklerin geneli toplarını Sırplara terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat 13. Tümen uzun süre direnerek toplarını genel itibariyle kurtarmayı başarmıştır (Hallı, 1979: 212). 143 26 ve 27 Ekim 1912 tarihine gelindiğinde 13. Tümen kayıpları şu şekildedir: Nişancı taburu: 17 esir veya kayıp, 45 firar. 38. Alay: 911 firar. 39. Alay: 99 esir veya kayıp. 39 Alayın mevcudu: 2 ümera, 42 zabit, 1031 silahlı er, 154 silahsız er. 38. Alayın mevcudu: 2 ümera, 18 zabit, 404 silahlı er (ATASE, BLH, 734/H1/1-60a). 89 yükseltilmesi için komutanlıktan af edilmemi, yerime başka birinin atanmasını istirham ederim” demiştir. Batı Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa ise Zeki Paşa’nın istifasını kabul etmediği gibi onu görevini yapmaya teşvik etmiştir (Hallı, 1979: 214, 215). Komanova hezimeti Batı Ordusu’nun savaşma azmini bitirmiştir (Andonyan, 1975: 349). Bu bozgundan sonra birliklerin geri çekilişi dağınık bir şekilde olmuştur. Komutanların askerlerini yeniden intizama sokması günlerce sürmüştür. Zeki Paşa, geri çekilmekte olan 5. Kolordu’nun Bereketli’de toplanmasını istemiştir (Çakmak, 2012: 231). Komanova yenilgisinden sonra, Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu, Vardar Ordusu’nun yegâne ümidi olmuştur (Çalışlar, 2010: 37). Bu kolordunun Komanova’dan Bereketli yönünde çekilişi diğerlerine nazaran daha düzenli olmuştur (Zeki, 1337: 3538). Bu süreçte ilgili kolorduya bağlı 13. Tümen, Bereketli yönünde geri çekilmeye başlamıştır (Çakmak, 2012: 200). 144 Bereketli’den sonra ise Köprülü’ye çekilmiştir (Zeki, 1337: 35-37). 25 Ekim gecesini Köprülü’nün doğusunda geçirmiştir (Çakmak, 2012: 233). Sırplar da aynı istikamette Türk ordusunu takip etmiştir (Andonyan, 1975: 343; Tanin, nr. 1482-53, 13 Teşrinievvel 1328). 27 Ekim’e gelindiğinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen’in Köprülü’den hareket etme zamanı gelmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-62a). 27-28 Ekim gecesini de Köprülü’de geçiren tümene Galip Paşa, 28 Ekim’de yürüyüş emrini vermiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-63; ATASE, BLH, 734/H1/1-63a). 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa, 28-29 Ekim gecesi Galip Paşa’ya verdiği emirle, 13. Tümen’in 29 Ekim sabahı Vardar’ın sağ sahiline geçmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-61). Galip Paşa, kolordu komutanından gelen emre uyarak kendisine bağlı tümeni Vardar’ın sağ tarafına 144 Komanova’dan itibaren yapılan geri çekilme hareketinde Binbaşı Kemalettin’in komuta ettiği 5. Nişancı Alayı, Galip Paşa’nın tümeninin işini kolaylaştırmış; Topolçan Köprüsü’nü tutan düşmana bir adım attırmamış (Güngör, 1937: 59). 90 geçirmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-61a). Asker arasında firarlar145 ve disiplinsizlikler görülebildiğinden Galip Paşa, tüm birliklerin geçişinden sonra Vardar’ın diğer tarafına geçmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-62). Komanova yenilgisi üzerine Makedonya Balkan devletlerinin eline geçmeye başlamıştır (Halaçoğlu, 2002: 537; Uçarol, 2000: 440). Vardar Ordusu Komanova’dan Manastır’a doğru çekilirken Sırplar eski Sırbistan’ın başşehri olan Üsküp’e146 girmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-61; Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim 1912; Aberdeen Daily Journal, nr. 18037, 30 Ekim 1912).147 Komanova bozgunu sonucunda Vardar Ordusu’nun kontrolsüz bir şekilde dağılarak geri çekilmesinden dolayı Üsküp’te savunma düzeni alınamamış ve dolayısıyla da Sırplar buraya ciddi bir direnişle karşılaşmadan girmişler ve bol miktarda savaş malzemesi ele geçirmişlerdir (Aberdeen Daily Journal, 29 Ekim 1912; The Citizen, nr. 258, 28 Ekim 1912; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912; The Manchester Courier, nr. 17466, 28 Ekim 1912; Hall, 2003: 65).148 Zeki Paşa, hatıralarında, Komanova’da yaşanan bozgunun asıl sebebi olarak komutanların 23-24 Ekim gecesi birlikleri ile yeterince ilgilenmediğini göstermiştir. Bozgunun sebeplerini anlatırken kendisini de temize çıkarmamış ve kolordu komutanları ile daha sıkı irtibatının olması gerektiğini dile getirmiştir (Zeki, 1337: 36, 145 Batı Ordusu’nda firarlar olmuştur. Fakat askere ders olması için firar eden subaylar ve erler yakalandıktan sonra askerlerin önünde kurşuna dizilmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-63a). 146 Üsküp-Manastır arasındaki mesafe 80 mil kadardır (Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim 1912). 147 Üsküp’ün ele geçirilmesi Sırbistan’ın başkentinde tam bir bayram havası içinde kutlanmıştır. Sırp komutanlar Üsküp’e büyük bir gösteriyle girmişlerdir. Üsküp’te oturmakta olan diğer ulusların önde gelenleri Sırp komutanlarla görüşerek kendilerine bundan sonra da burada oturma ve işlerini devam ettirme izni verilmesini istemişlerdir (The Manchester Courier, nr. 17466, 28 Ekim 1912). 148 Sırplar, Üsküp’ü ele geçirdikten sonra burayı genel karargâh haline getirmişlerdir (Evening Telegraph, nr. 3999, 31 Ekim 1912). 91 48). Vardar Ordusu komuta kademesinin Komanova Muharebeleri öncesinde savaş hazırlıklarını ağırdan alması Sırpların lehine olmuştur. Türklerin daha önceden başlatacağı taarruz, Sırplar için büyük bir felaket olabilirdi. Çünkü Sırp kuvvetleri henüz tam muharebe düzeni alamamıştır. Vardar Ordusu’na bağlı kolordu komutanlarının ilk gün kazanılan başarıyı devam ettirmek için daha disiplinli ve gayretli olması gerekirken 23-24 Ekim gecesi birliklerinin başında bile durmamışlardır. Bu durumdan istifade eden Sırplar Vardar Ordusu üzerine beklenmedik bir taarruz gerçekleştirerek savaşın sonucunu kendi lehlerine çevirmişlerdir. Komanova’da yaşanılan hezimet Türk birliklerinin savaş gücünü ciddi bir şekilde kırmıştır. Çünkü savaş meydanında asker kaybının yaşanmasının yanında önemli miktarda savaş malzemesi de terk edilmiştir. Pirlepe yönünde dağınık bir şekilde geri çekilen Vardar Ordusu’na bağlı kolorduların toparlanması bile günlerce zaman almıştır. Galip Paşa, Zeki Paşa ve Fevzi Çakmak’ın hatıralarından da anlaşıldığına göre kendisine bağlı tümeni önemli bir kayıp verdirmeden toparlamayı ve savaş düzenine sokmayı başarmıştır. 2.3. PİRLEPE149 MUHAREBELERİ 5. Kolordu’nun Pirlepe’de Sırplarla mücadelesi 3 Kasım’da başlamış, yağmur ve fırtına altında üç gün sürmüştür (Hall, 2003: 66).150 Komanova’dan sonra Vardar Ordusu’nun Köprülü’de kontrol altına alınması 149 Manastır vilayetinde, Manastır’ın 40 kilometre kuzey doğusunda kaza merkezi bir kasabadır. Babona Dağı’nın eteğindedir (Şemseddin Sami, 1316a: 1500). 150 Pirlepe çarpışmalarında Sırplar topçu birliklerinden ziyade piyadelerini kullanmıştır (The Yorkshire Post, nr. 20404, 12 Kasım 1912). 92 günlerce sürmüş ve bundan sonra Pirlepe’yi savunma görevi 5. Kolordu’ya verilmiştir. 28-29 Ekim 1912 gecesi, bu kolorduya bağlı 13. Tümen’in ise İzovur’da olması istenmiştir (Hall, 2003: 66). Birlikler Köprülü civarında yeniden yapılandırılırken Galip Paşa’nın emrindeki birliklere, Köprülü’nün doğusunda artçılık 151 görevi verilmiştir. 28-29 Ekim tarihine gelindiğinde Köprülü de Sırplar tarafından işgal edilmiş ve aynı gece Vardar Ordusu buradan harekete geçmiştir. 5. Kolordu, Pirlepe’ye doğru çekilmiştir. Galip Paşa’nın emrindeki birlikler ise 29 Ekim’de Abdi Paşa Hanı yakınında kalmıştır. Bu günlerde 13. Tümen’in 13. Nişancı Taburu, 37. ve 38. Alayları sahra bataryaları Babona mevziine 152 doğru hareket halindedirler. Bunların görevi Babona mevziini işgal ve tahkim etmektir (Çalışlar, 2010: 37; Çakmak, 2012: 244; Hallı, 1979: 219, 226). 5. Kolordu Komutanı Sait Paşa, Galip Paşa’dan 30 Ekim 1912’de verdiği emirle, onun Pletvar-Liniste hattında bulunup Pirlepe-Grasko yolunu güven altına alarak Krivolak’a kadar keşif yapmasını istemiştir. 1 Kasım 1912’de, 5. Kolordu, düşmanla temasını koruyarak Köprülü, Tikveş, 153 Krivolak istikametlerinin örtülmesi ve korunması ile görevlendirilmiştir. 1 Kasım 1912 tarihinde154 13. Tümen’in 38. Alay’ının bir taburu, 13. Topçu Alayı’nın bir bataryası Pletvar geçidinde; 38. Alay’ının 1. Taburu Krisnik geçidinde, 37. Alay’ı ile 13. Nişancı Taburu Liniste dolayındadır (Çakmak, 2012: 305; Hallı, 1979: 230, 231). 151 Geri yürüyüş yapan kıt’anın çekilmesini temin ve istisnai hallerde ileri yürüyüş yapan bir kıt’anın gerilerini düşman saldırılarından korumak amacıyla çıkarılan emniyet kuvvetidir (Kip, 1939: 13). 152 Mevzii: Bir askerî birliğin muharebe bakımından işgal ettiği veya edeceği yerdir (Kip, 1939: 161). 153 1867 yılında Selanik’e bağlı bir kaza olarak görünmektedir (Sezen, 2006: 502). 154 13. Tümen’in 16 Kasım-11 Aralık 1912 tarihleri arasındaki durumu: 16, 17, 18 Kasım 1912: Manastır’da savaş. 19-20 Kasım 1912: Filorina’da istirahat. 23-24 Kasım: Görice’de istirahat. 5-11 Aralık 1912: Berat’ta istirahat (ATASE, BLH, 734/H4/1-27. 93 5. Kolordu Komutanlığı 1-2 Kasım 1912 155 gecesi Galip Paşa’ya, Pletvar ve Kristiç geçitlerini elinde tutarak bu yönlerden gelecek saldırıları geri püskürtmesini, 15. Tümen’le irtibat kuracak ve 5. Kolordu’nun sol kanadına yardım edecek şekilde tedbirli olmasını emretmiştir (Hallı, 1979: 233). Galip Paşa’nın emrindeki 13. Tümen’in 2 Kasım 1912 tarihinde, Pirlepe’deki durumu şu şekildedir: Peltevar geçidi 38. Alay’dan bir tabur, bir sahra bataryasıyla; Karistiç geçidi 38. Alay’ın 1. Tabur’uyla işgal edilmiştir. 37. Alay ve Nişancı 13. Tabur, Lenişte civarında, 13. Tümen’in ihtiyatını oluşturmuştur (Çakmak, 2012: 308). 3 Kasım itibariyle kar yağışı başlamış ve soğuk şiddetlenmiş buna bağlı olarak da hastalık, ölüm ve firarlar artmıştır. Ayrıca düşman hakkında tatmin edici bilgi almak zorlaşmıştır. Bunun için bazı birliklere keşif görevi verilmiştir. Galip Paşa’ya, oluşturacağı bir müfreze ile Pletvar-Tikveş yönünde keşif taarruzu yaparak eşkiyaları ve asi köylüleri etkisiz hale getirerek Tikveş yolunu kontrol altında tutma görevi verilmiştir (Hallı, 1979: 235).156 13. Tümen’e ait 38. Alay’ın 1. Taburu, 3-4 Kasım 1912 gecesi Kristiç Geçidi’nin kontrolünü sağlayamadığından, başarılı bir kuşatma harekâtı düzenleyen Sırplar bu taburu geri çekilmeye mecbur bırakmıştır. Durumdan haberdar olan Zeki Paşa, Galip Paşa’ya ilgili boğazı geri almasını emretmiştir. Aldığı emir gereğince kendisine bağlı tümeni 4 Kasım’da harekete geçiren Galip Paşa, muharebelere bizzat iştirak ederek Kristiç Geçidi’ni Sırplardan almayı başarmıştır (Çakmak, 2012: 312-314; 155 5. Kolordu’nun raporlarına göre 13. Tümen Kasım ayının ilk haftasında hâlâ gücünü korumaktadır (Hallı, 1979: 234). 156 Savaş esnasında Osmanlı birliklerini yerli Sırplar da meşgul etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11331, 11 Teşrinievvel 1328). 94 Hallı, 1979: 236-240).157Galip Paşa’nın bu başarısı, 5. Kolordu’ya ve Vardar Ordusu’na büyük bir moral olmuştur (Zeki, 1337: 45). İlk günleri Türklerin başarılarıyla geçmiş olan Pirlepe Muharebeleri Sırpların üstünlüğüyle tamamlanmış ve Vardar Ordusu karlı bir havada, düşman birliklerinin takibi altında, Manastır yönünde geri çekilmiştir (The Yorkshire Post, nr. 20404, 12 Kasım 1912; Zeki, 1337: 45-47). Bu çarpışmalarda Vardar Ordusu 300 ölü, 900 yaralı, 152 esir verirken Sırpların kayıplarının toplamı 2 bin civarında olmuştur (Hall, 2003: 67). Pirlepe’de, asıl vazifesi düşmanı meşgul ederek vakit kazanmak olan 5. Kolordu’nun kesin sonuç verebilecek bir çatışmadan kaçınması gerekmiştir. Çünkü Komanova’da büyük kayıplar verilerek, kar ve buzla kaplı yollardan yapılan geri çekiliş askerleri bitkin hale getirmiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-69a; The Yorkshire Post, nr. 20404, 12 Kasım 1912). Pirlepe’ye varıldıktan sonra ise askerler, soğuğa, kara ve rüzgâra açık bir bölgede yerleştirilmiştir. Günlerce uykusuz kalmış ve canından bezmiş askerleri soğuktan koruyacak bir ortam oluşturulamamıştır. Dolayısıyla da askerler, gözünü savaş meydanından ziyade sığınmayı düşündüğü köyler tarafına çevirmiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-68a). Hava şartlarının olumsuzlukları yanında Türk birliklerinin teknik olarak yetersiz olması, istihbarat problemlerinin yaşanması, planlama ve programlama hatalarının görülmesi de Vardar Ordusu’nun Pirlepe başarısızlığında etkili olmuştur (ATASE, BLH, 732/H2/1-69). Fakat her şeye rağmen, bu ordunun bozgundan sonra toparlanarak geri çekilebilmesi bile bir başarıdır (ATASE, BLH, 732/H2/1-69a). Türk kolordularının Pirlepe’deki hezimetinden sonra Alınça Muharebesi 157 2-5 Kasım arası, 13. Tümen Pletvar’da muharebededir (ATASE, BLH, 734/H4/1-26). 95 başlamıştır. 5 Kasım’da Zeki Paşa, Galip Paşa’nın dâhil olduğu kolordudan Pirlepe’yi geri almasını istemiştir. Böylece 6 Kasım 1912 sabahı, Pirlepe civarında Sırplarla yeniden muharebe başlamıştır. Yapılan çarpışmalarda 15. Tümen’in bozularak geri çekilmesi üzerine Galip Paşa’ya da geri çekilme emri verilmiştir. Böylece Alınça civarındaki muharebenin de Sırplar karşısında kaybedildiği kabul edilmiştir (Çakmak, 2012: 321, 322; Hallı, 1979: 249, 252). Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu, Alınça’da bozguna uğradıktan sonra Karasu güneyinde Topolçan Köprüsü civarında toplanarak düzenini kurduktan sonra 6-7 Kasım gecesi geri çekilişe devam etmiş ve Petileb Hanı’na ulaşmıştır. Gece yürüyüşleri askerlerin disiplinini kısmen de olsa azalttığı gibi ortaya çıkan şiddetli bora, fırtına, kar birliklerin düzenini tamamen bozmuştur. On gün boyunca sürekli yürümüş, geri çekilişlerle ve muharebelerle yorulmuş, karlı ve soğuk havadan aşırı derecede etkilenmiş olan birlikler sığınmaya yer aramaya başlamıştır. Bu durum birlikleri daha düzensiz hale getirmiş ve asker Şemniçe Suyu’nun güneyine, Manastır Ovası’na yayılmıştır. Bundan dolayı da kolordu komutanları 12 Kasım 1912 tarihine kadar birliklerinin toplanması, düzene sokulması, eksiklerin giderilerek emredilen bölgelere yerleştirilmesi ile meşgul olmuştur. Bu sürenin uzun tutulması kısmen de olsa Manastır muharebesini kolaylaştırmıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-68; Sabahaddin, 1328: 27). Galip Paşa’ya bağlı birlikler, Pirlepe kuzeyinde Abdipaşa, Perisat, Pletvar geçitlerini, çok üstün durumdaki düşmana karşı, günlerce müdafaa etmiştir. Manastır’a çekilirken, Pirlepe güneyinde Alinça’da da şiddetli çatışmalar olmuş ve düşmana mühim kayıplar verdirilmiştir. Düşmanın takip etmemesi için geri çekilişler genelde gece yapılmıştır (Zeki, 1337: 72). Alınça civarında, düşman karşısında yaşanan zor anlarda Galip Paşa’nın kumanda ettiği 13. Tümen’in mühim katkıları olmuştur. Bu 96 tümen, üzerine sevk edilmiş düşman birliğini durdurmayı başararak 5. Kolordu’nun sağ tarafını korumuştur (ATASE, BLH, 732/H2/1-67a). Buradaki muharebe esnasında, geri çekilişten kaynaklanan bir arbede yaşandıysa da Galip Paşa’ya bağlı tümen, bölgeden sağlıklı bir şekilde çekilmeyi başarmıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-67). Alınça Muharebeleri’nde düşman kuvvetinin fazla olması, Türk askerlerinin Pirlepe Muharebesi’nin olumsuz etkisini üzerinden atamaması, yorgunluk ve dağınıklığı, düşmanın tesirli top atışları ve beklenmedik bir şekilde sabahın erken saatinde taarruza geçmiş olması Türk birliğinin mağlup olmasında etkili olmuştur (ATASE, BLH, 732/H2/1-67a ; ATASE, BLH, 732/H2/1-68). Komanova’da ağır bir mağlubiyet alarak dağınık bir şekilde geri çekilen Türk birlikleri, komutanların gayretleri sonucunda toparlanarak Pirlepe’de yeniden savaş düzenine sokulmuştur. Fakat sürekli olarak asker ve savaş malzemesi kaybederek geri çekilmekte olan ordunun Sırplar karşısında tutunabilme ihtimali de günden güne azalmıştır. Pirlepe bozgunundan sonra Vardar Ordusu’nun yeni bir savunma yapabilecek şekilde Manastır’a çekilebilmesi bile bir başarı olmuştur. Galip Paşa, Pirlepe’de yaşanan bozgundan sonra 13. Tümen üzerindeki komutasını başarılı bir şekilde devam ettirmiş ve bu tümeni Manastır’ın savunmasına güçlü bir şekilde dâhil etmiştir. 2.4. MANASTIR MUHAREBELERİ158 Batı Ordusu için bir hareket üssü olan Manastır’da, savaşın bütün belirtileri ortaya çıktığı halde, tahkimat yapılmaması büyük bir ihmal olmuştur (ATASE, BLH, 158 Komanova Meydan Muharebesi iki gün, Pirlepe Muharebesi üç gün, Manastır Muharebesi ise dört gün sürmüştür (Hallı, 1979: 312). 97 732/H2/1-119). Aslında buranın savaş öncesinde, yağışların başlamadığı günlerde, tahkim edilmesi hiç de zor değildir (ATASE, BLH, 732/H2/1-119a). Fakat savaşla birlikte yağışların da başlaması tahkimat yapmayı büyük bir gaile haline getirmiştir. Günlerce uğraşılarak açılan hendekler kısa bir sürede suyla dolmuştur. Bu durum askerlerlerde bıkkınlık meydana getirmiş ve hendeklerin tamamlanması konusundaki emirlere harfiyen uyulmaz hale gelmiştir. Tahkimat işi uzadıkça uzamıştır. Mesela sabah saatlerinde tamamlanması gereken bir siper kazma işi öğle vaktine sarkabilmiştir (ATASE, BLH, 734/H271-1a). Ayrıca, savaş esnasındaki imkânsızlıklar bu işi daha da zorlaştırmıştır. Hem gerekli insan gücü hem de araçlar tedarik edilememiştir. Mesela, Manastır Muharebeleri başlarken yapılması gerekli tahkimat konusunda 39. Alay komutanı, Galip Paşa’ya kazma-kürek yetersizliğinden yakınmıştır. Çünkü bu malzemeler, önceki bozgunlarda esnasında savaş meydanlarında terk edilmiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-5). Düşman ordusu, 13 Kasım’a kadar Manastır’a iyice yaklaşmış ve birliklerinin büyük bir kısmına ileri harekât emri verilmiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-121). 14 Kasım’a159 gelindiğinde160 düşman, bir gün önce ileri sürdüğü kollarını takviye etmekle beraber Türk hatlarına da iyice yaklaşmıştır. Buna rağmen Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu’nun dışındaki kolordular hâlâ tahkimatını tamamlamamıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-122a). Diğer kolordular muharebe için hazır olmadığı halde Mehmet Sait Paşa, emrindeki kolorduya taarruz emri vermiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-123). 159 Bu tarihte hava yağışsız fakat zemin karlı ve bataklıktır. Birlikler Orizarbâlâ Köyü civarındadır (ATASE, BLH, 734/H2/1). 160 13. Tümenin 14 Kasım 1912’deki mevcudu: 13 Nişancı Taburu: 13 zabit, 739 er. 37. Alay: 26 zabit, 1483 er. 38. Alay: 31 zabit, 1702 er. 39. Alay: 29 zabit, 1684 er. İstihkâm: 83 zabit, 216 er. Topçu Müretteb Alayı: 32 zabit, 844 er. Karargâh: 10 zabit, 44 er. Toplam: 6712 er, 224 zabit (ATASE, BLH, 734/H2/1-1). 98 Manastır civarına Sırpların önünde kaçar vaziyette gelen Türk birliklerinin yeniden düzene sokulması uzun zaman almıştır. En düzenli olarak görülen 5. Kolordu’da bile ciddi dağılmalar olmuş ve birlikleri intizama sokmak komutanların iki gününü almıştır (Zeki, 1337: 52, 53). 161 Türk ordusu sadece düşmanı şehirden uzaklaştırmakla uğraşmamış, aynı zamanda şehir ahalisinin korunması için de mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca daha önceden şehrin etrafına yapılması gereken istihkâmlarla savaş esnasında meşgul olunmuştur (BOA, BEO, 4106/307887). Manastır civarında 13 Kasım 1912’de başlayan mücadeleler, 15 Kasım’da iyice artmıştır. Bu günlerde Galip Paşa’nın komuta ettiği birlikler, 162 Mogule’nin 2 km güneyinden itibaren Petilep-Manastır yolunun iki tarafından tahkimli mevziide mücadelesine devam etmiştir (Andonyan, 1975: 364; Hallı, 1979: 274, 275). Kasım ayı ortalarına gelindiğinde, 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa, Galip Paşa’ya savaşın başından itibaren 13. Tümen’e bağlı birliklerin şu hataları yaptığını bildirmiştir: Avcılar, düşman piyadesi çok uzakta olmasına rağmen mevzii almış ve karşı tarafın top atışına hedef olmuşlardır. Birlikler, aralarındaki mesafelerini korumamalarından dolayı birbirlerinin ateş hattına girmişler ve böylece düşman topçusunun da işini kolaylaştırmışlardır. Topçu bataryaları birbirinden bağımsız hareket ettiğinden karşı taraf üzerine yapılan atışların tesiri düşük olmuştur. Mehmet Sait Paşa 161 Pirlepe’den sonra Manastır yolu Sırplara açılmıştır (Hall, 2003: 68). Zeki Paşa’nın kumanda ettiği birlikler Manastır’a doğru çekilirken Sırp birlikleri de aynı yönde takip yapmıştır (Andonyan, 1975:357). Sırp ordusu, Manastır ve Ohri üzerinden Draç’a geçmeye çalışmıştır (İkdam, nr. 5651, 31 Teşrinievvel 1328). Pirlepe’den sonra kendisini toparlayan Osmanlı ordusu Sırplar karşısında bazı küçük başarılar kazanmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11343, 24 Teşrinievvel 1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11346, 27 Teşrinievvel 1328). 162 Manastır çarpışmaları esnasında 37, 38 ve 39. Alaylar, 13. Nişancı Taburu, Makineli Tüfek Bölüğünden oluşan 13. Tümen’in asker sayısı 5.613 kişidir. 13. Tümen’in bağlı olduğu 5. Kolordu’nun mevcudu 15.813, 5. Kolordu’nun bağlı olduğu Vardar Ordusu’nun toplam mevcudu ise 38.768 kişidir (Hallı, 1979: 307,308). 99 bundan sonra ise Galip Paşa’ya şu tavsiyelerde bulunmuştur: Bataryalar birbiri ile uyumlu hareket etmelidir. Kıta kumandanları, birliklerine yakın olmalıdırlar. Böylece anında yapılacak istihkâm, toplama ve maneviyat kazandırma daha kolay olur (ATASE, BLH, 734/H2/1-2a; ATASE, BLH, 734/H2/1-3). Galip Paşa, kolordudan gelen bu uyarıları dikkate almış ve kendisine bağlı birliklere de tebliğ etmiştir (ATASE, BLH, 734/H2/1-3a). 16 Kasım’da Sırplar Vardar Ordusu’nu baskı altına almaya başlamıştır. Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu kendisine karşı yapılan ilk saldırıları geri püskürtmeyi başarmıştır. Fakat Altıncı Kolordu’da ise ilk geri çekilme emareleri başlamıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-123a). Manastır’daki 16-17 Kasım mücadeleleri kısmen ümit verici olsa da aynı günlerde bölgeye 35 bin civarında Yunan askeri ilerlemeye başlamıştır ki bu durum savaşı Vardar Ordusu’nun aleyhine çevirmiştir (Tanin, nr. 1503, 24 Kânunusani 1328; Zeki, 1337: 65, 66); Hallı, 1979: 285; Zeki, 1337: 67). 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa 17 Kasım 1912 tarihinde, Galip Paşa’ya 13. Tümen’e bağlı bir taburu Çıkrıkçı’ya sevk etmesini ve Novak civarından geçen düşmana karşı önlem almasını bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-4a). Bunun üzerine o da kendisine bağlı birliklere şu emri tebliğ etmiştir: “Fırka, yarın, ilerleyen düşmanı Karasu’yun şimaline ve Novak’dan ilerleyen düşmanı Çıkrıkçı müfrezesiyle beraber suyun şarkına atmak üzere taarruz edecektir” (ATASE, BLH, 734/H3/1-5a; ATASE, BLH, 734/H3/1-6). Ayrıca kendisine bağlı birliklere tümen karargâhının geceyi hükümet konağında geçireceğini ve şafakla birlikte taarruza geçileceğini bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-6a). Sırplar, Manastır civarında 17 Kasım’da 5. Kolordu ve 7. Kolordu’nun bölgesi 100 olan Tirin ve Dragojan’ı ele geçirmiştir (Zeki, 1337: 64). Sırpların 17 ve 18 Kasım’daki başarıları devam etmiş ve 18 Kasım’daki mücadeleler sonucu belirlemiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-126a; ATASE, BLH, 732/H2/1-127). Bundan sonra 5. Kolordu’ya, Manastır’ın 30 kilometre güneyinde bulunan Filorina yönünde çekilmesi emredilmiştir (Zeki, 1337: 71). Sırplar ise 19 Kasım’da Manastır’a girmişlerdir (Hall, 2003: 69).163 Galip Paşa ise kendisine bağlı tümeni Manastır-Florina yolunu takiben Negoçan üzerinden çekmeye başlamıştır. Vardar Ordusu karargâhı aynı gün Filorina’dan Piyadur Köyü’ne nakledilmiştir (Hallı, 1979: 289, 295). Manastır’a gelindiğinde Vardar Ordusu’nun mevcudu 38.350, Sırp gücü ise 108.544 kişiden ibaret kalmıştır. 164 Buradaki muharebelerde Türkler 1000 ölü, 2000 yaralı, Sırplar ise 539 ölü, 2.121 yaralı ve 329 kayıp vermişlerdir. 5.600 Türk askeri ise esir düşmüştür (Hall, 2003: 68, 69). Sürekli geri çekilmelerin ve yenilgilerin askerin maneviyatını bozmuş olması, planlama ve taktik hataları, gıda, mühimmat ve silah yönünden yaşanan yoksulluk, Sırp birliklerinin olduğundan daha az kabul edilmesi, sevkiyat hataları, uzun yürüyüşlerin askerleri bıktırması Osmanlı ordusunun Manastır’daki yenilgisinde etkili olmuştur (BOA, BEO, 4117/308718; ATASE, BLH, 732/H2/1-121a; ATASE, BLH, 732/H2/1122; ATASE, BLH, 732/H2/1-124; ATASE, BLH, 732/H2/1-126; ATASE, BLH, 734/H3/1-3). Sırplar kuşatma esnasında Osmanlı birliklerinin geri çekilme yollarını da Türk komutanların farkına varmayacağı şekilde kontrol altına almışlardır. Sırplar, 163 Manastır muharebelerinde Sırplar 8 bin kayıp verirken Osmanlı 15 bin kayıp ve 10 bin esir vermiştir (Andonyan, 1975: 369). Hallı’ya göre Osmanlı birliği, Manastır çarpışmalarında 1000’i şehit olmak üzere 3000’e yakın kayıp vermiştir (Hallı, 1979: 292). 164 Manastır’da 120 bin kadar düşman askerine karşı Osmanlı Devleti’nin 60 bin civarında askeri vardır (Andonyan, 1975: 367). 101 kazandıkları zafer sonucunda bol miktarda savaş malzemesi ve binlerce esir elde etmişlerdir. Savaş meydanı binlerce ölü ve yaralıyla dolmuştur. Neticede Vardar Ordusu’nun savaşma gücü büyük oranda kırılmıştır (The Yorkshire, nr. 20411, 20 Kasım 1912; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20585, 19 Kasım 1912; The Western Times, nr. 19773, 25 Kasım 1912; The Leeds Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912). Bundan sonra Vardar Ordusu’nun kalıntıları ufak tefek başarılar elde etse bile ordunun toparlanmasının zor olacağını gören Batı Ordusu Komutanı mütarekeyi çare olarak düşünmeye başlamıştır (BOA, BEO, 4116/308636; BOA, BEO, 4117/308718).165 Manastır kaybedilince Zeki Paşa emrindeki Vardar Ordusu’nu Filorina’ya yönlendirmiştir (Andonyan, 1975: 368). Bu ordu, asıl cephelerde bozguna uğradıktan sonra, Yanya istikametinde çekildiği günlerde buradaki savunmaya destek vermesi emrini almıştır (Zeki, 1337: 91). Çünkü Vardar Ordusu’nun tek başına mücadele etme gücü kalmamıştır. Bu durum ilgili makamlara da bildirilmiştir. Elindeki top, mühimmat ve erzak bitme seviyesine gelmiş olan ordu, takviye beklemeye başlamıştır (BOA, BEO, 4117/308718). Zeki Paşa, Balkan Savaşı’yla ilgili olarak yazmış olduğu hatıralarında Manastır çarpışmalarını anlatırken, Galip Paşa’nın kendine bağlı tümeni kontrol altına almayı başardığı gibi diğer birliklere mensup askerleri bile durdurmak için uğraştığını dile getirmiştir. Yine ayrıca Zeki Paşa, “Galip Paşa, Vardar Ordusu’nda mevcut fırka 165 Batı Ordusu Kumandanlığı’ndan başkomutan vekili Nazım Paşa’ya çekilen telgrafın içeriği: Dağılan birlikleri tam olarak toplamak mümkün olmamıştır. Elde top ve mühimmat kalmamıştır. Erlerde ve subaylarda savaş yürütecek manevi güç kalmamıştır. Düşmanın, Osmanlı birliklerini yakından takip etmesi, dağılan birlikleri toplayıp işe yarayan kıtalar oluşturmayı zorlaştırmaktadır. Batı Ordusu’nun düştüğü zor durumdan dolayı mütarekeye muhtaç olduğu görülmektedir. Açlık ve diğer sebeplerden dolayı mütareke zorunlu hale gelmiştir. Fakat her şeye rağmen Batı Ordusu’nun harbe devam etmesi istenecektir ( BOA, BEO, 4117/308718). 102 kumandanlarının en iyisi idi. Komanova, Pirlepe ve Manastır muharebelerinde pek ziyade yararlık göstermiş ve harbin nihayetine kadar vazifesinde kalmıştır. Kendisinden Yanya havalisindeki muharebelerde de pek çok istifade edilmiş ve bilahare Müretteb Kolordu Kumandanlığı vazifesi müşarünileyhe tevdi olunmuştu” (Zeki, 1337: 74) demiştir. Manastır Muharebeleri’nden sonra 5. Kolordu’da 166 bir düzensizlik hâkim olmuştur. Açlık çok ciddi bir sorun haline gelmiştir (BOA, BEO, 4117/308718/4; Tanin, nr. 1503, 24 Kânunusani 1328). Karnını doyurmayı birinci plana alan askerlerden yiyecek karşılığında silahlarını satanlar bile görülmüştür. Askerler her an bir yerleri yağmalayabilecek hale gelmişler ve ölmüş atların etlerini bile yemişlerdir (Hallı, 1979: 349, 356). Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen de diğer birlikler gibi Manastır bozgunundan sonra geri çekilirken açlığa ve konaklama sorununa karşı mücadele vermiştir. Yardımları beklenen civar köylüler askerleri köylerine kabul etmemişlerdir (ATASE, BLH, 734/H4/1-10; Hallı, 1979: 346). 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa, Galip Paşa’ya 24 Kasım 1912’de tebliğ ettiği emrinde 13. Tümen’e bağlı birliklerden seçilecek 500 kadar askerin ertesi gün, Yanya’ya sevk edilmek üzere hükümet konağında hazır bulundurulmasını istemiştir. Fakat Filorina’dan beri yürümekte olan tümen, konaklama, yorgunluk ve açlık sorunları ile boğuşmaktadır (ATASE, BLH, 734/H4/1-10). 24-25 Kasım gecesi gelen emirde ise Mehmet Sait Paşa, Galip Paşa’dan 25 Kasım günü için 13. Tümen’in Görice’den yürüyüşe geçirilmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H4/1-10a). Hava yağışlı, yollar çamur içinde olsa da tümen, 26 Kasım 1912 günü Görice’den harekete geçirilmiştir 166 5. Kolordu, Manastır’dan çekilirken, toplarının önemli bir kısmını, yol güzergâhı taşımaya pek elverişli olmadığından, kullanılamaz hale getirerek terk etmiştir (Zeki, 1337: 79). 103 (ATASE, BLH, 734/H4/1-11a; ATASE, BLH, 734/H4/1-12).167 3-4 Aralık gecesi Başkomutanlık, Batı Ordusu’na şu emri göndermiştir: “Bağlaşık muharip devletlerden Yunanistan hariç olmak üzere, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ orduları ile bu akşam mütareke yapılmıştır” (Çakmak, 2012: 430; Hallı, 1979: 368). 3-4 Aralık 1912’de diğerleri ile mütareke yapıldığı halde Yunanlılarla savaş devam ettiğinden bundan sonra birlikler buna göre yapılandırılmıştır (ATASE, BLH, 734/H4/1-22a; ATASE, BLH, 734/H4/1-23). 5 Aralık 1912 tarihine gelindiğinde askerlerde etrafa dağılma, başıbozuk bir şekilde hareket etme ve firarlar iyice artmıştır. Erzak ve cephane sorunu had safhaya çıkmıştır. Başının çaresine bakmak isteyen askerlerin bir kısmı Berat şehrine dağılmıştır. Tüm olumsuzluklara rağmen Galip Paşa, kendisine bağlı birlikleri yürüyüşe geçirmek için gayret sarf etse de kolordudan gelen emir gereğince yürüyüşü durdurmuştur (ATASE, BLH, 734/H4/1-22; ATASE, BLH, 734/H4/1-22a; ATASE, BLH, 734/H4/1-23a). Vardar Ordusu ve ona bağlı 13. Tümen günlerdir perişan bir vaziyette Sırplar karşısında geri çekilişten sonra Aralık ayının başında yapılan mütareke ile kısmen rahatlama içine girmiştir. Bundan sonra ise Yanya civarında Yunanlılara karşı savaşılması gerekmiş ve Vardar Ordusu komutanı Zeki Paşa, Galip Paşa’ya tebliğ ettiği emirlerle tümenin bir an önce harekete geçirilmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-1). 168 Galip Paşa, Zeki Paşa’nın emrini kendisine bağlı komutanlara duyurduğu gibi askerlerin, konaklamalar esnasında köylere zarar vermemesini istemiştir 167 Galip Paşa, Görice’den harekete geçirdiği tümeni için her tabur için 8-10 koç ve her alaya birer öküz tedarik edileceğini bildirmiştir. 168 12-13 Aralık 1912 gecesi tümen karargâhı Belinçe’de durmuştur. Yürüyüş esnasında dereleri geçmek zor olmuştur (ATASE, BLH, 734/H5/1-4). 104 (ATASE, BLH, 734/H5/1-2). Hatta emrindeki askerlere sahip çıkmayan komutanların açığa alınarak cezalandırılacağını da sert bir şekilde tebliğ etmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-2a). 13-14 Aralık gecesi Galip Paşa, hâlâ dağılmış olan tümeni toplamakla meşguldür (ATASE, BLH, 734/H5/1-4a). Elinde, emrindeki askerleri sadece iki gün doyuracak kadar parası kalmıştır. Yiyecek sıkıntısının had safhada olduğunu kolorduya bildirmiş ve tümeninin erzak ihtiyacını çevreden yaptığı satın almalarla halletmeye çalışmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-5). 169 Galip Paşa’nın düzeni korumak için gösterdiği tüm çabalara rağmen, tümende disiplinsizlikler ve firarlar 170 artarak devam etmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-5a). Zeki Paşa, Galip Paşa’dan erzak kıtlığına dair aldığı telgrafa yazdığı cevapta, “İaşeniz temin edilmektedir. Yanya civarına bir an evvel muvasalatınız pek lazımdır” demiştir. Zeki Paşa, Yanya civarına destek istemesine rağmen 13. Tümen’in durumu da çok iyi değildir. Erzak sıkıntısı halledilecek olsa bile askerler soğuk kış gecelerini bile çadır kıtlığından dolayı açık havada geçirmektedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-6). 171 Yanya’ya bir an önce destek verebilmek için de askerin bitkinliğine rağmen yürüyüşler esnasında her saatte bir sadece onar dakika mola verilmektedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-7a). Zeki Paşa, 16 Aralık 1912’de172 de “Yanya’nın173 cenubunda mühim ve şiddetli 169 Kıyyesi 5 kuruşa buğday, 4 kuruşa arpa, 2 kuruşa saman alınabilmiştir. 170 15-16 Aralık 1912 gecesi, Berat’ta kolordudan Galip Paşa’ya şu telgraf gelmiştir: 38. ve 39. alaya mensup silahlarını kaybetmiş veya satmış olan iki yüze yakın asker bu gün şehir içinde toplandı. 2-3 Kânunuevvel 1328. 5. Kolordu Kumandanı Ferik Mehmed Said (ATASE, BLH, 734/H5/1-8a). 171 Çadırların önemli bir kısmı Komanova’da yaşanan bozgun üzerine muharabe meydanlarında ve yollarda terk edilmiştir. 172 Tümenin 16 Aralık 1912 mevcudu: 128 zabit, 4103 silahlı er, 547 silahsız er (ATASE, BLH, 734/H5/1-9a). 105 muharebe başladığından hareketlerinizin tesri’i tavsiye olunur” diyerek Galip Paşa’nın emrindeki tümeni hızlandırmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-9). Tümen, 16 Aralık 1912’de Gelisora’ya ulaşmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-7; ATASE, BLH, 734/H5/1-6a). Galip Paşa, Zeki Paşa’dan gelen emirleri ve 17 Aralık’ta 174 yürüyüşe geçileceğini kendisine bağlı komutanlara bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-9a). Zeki Paşa, 17 Aralık’ta da Galip Paşa’ya acele etmesi yönünde tekrar telgraf çekmiştir. O da cevap olarak, emrindeki tümenin yürüyüşe geçirildiğini bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-10a). 4755 er ve zabitten oluşan 13. Tümen 17-18 Aralık günlerinde yürüyüş halinde olup yol çok çamurlu bir vaziyettedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-11). Günlük 30-35 kilometre yol yürünmesine ve tüm olumsuzluklara rağmen Galip Paşa’nın hassasiyetinden dolayı kendisine bağlı birlikler disiplinli ve düzenli bir yürüyüş yapmıştır. Bundan dolayı da Galip Paşa, birlik komutanlarını ve askerleri takdir etmiş fakat ihmali görülenleri de uyarmayı ihmal etmemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-11a; ATASE, BLH, 734/H5/1-12; ATASE, BLH, 734/H5/1-12a). Zeki Paşa, 17-18 Aralık gecesinde Galip Paşa’ya kendisine bağlı birliklerin Yanya Kalesi haricinde mücadele edeceğini ve ilgili birliğe erzak desteği verileceğini bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-13; ATASE, BLH, 734/H5/1-16). 18 Aralık175 gününe gelindiğinde Galip Paşa’ya bağlı birliklerin Yanya’ya 15 kilometre kadar yolu 173 Yanya’ya hareket etmeden önce tümenin asker durumu: 118 zabit, 3741 silahlı er, 857 silahsız er (ATASE, BLH, 734/H5/1-3a). 5 Mart 1913’te Yanya Yunanlılara teslim olmuştur (Zeki, 1337: 93). 174 13. Tümen Komutanı Galip Paşa’nın isteği üzerine Zeki Paşa, 13. Tümen’e erzak göndermiştir: 1500 kıyye un, 1000 kıyye et, 1500 kıyye arpa ve yulaf (ATASE, BLH, 734/H5/1-10). 175 18 Aralık 1912’de Batı Ordusu Kumandanı Ali Rıza Paşa, Galip Paşa’ya çektiği telgrafta, “Ahval-ı cariye hakkında görüşülüp müdavele-i efkâr edilmek ve yine avdet olunmak üzere karargâha gelmeniz lüzumu tavsiye olunur” diyerek Galip Paşa’yı Batı Ordusu Karargâhı’na çağırmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-18). 106 kalmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-13a). Galip Paşa, askerlerin günlerdir yürüdüklerinden bitkin hale geldiğini, bir gün kadar dinlenmelerinin iyi olacağını ayrıca cephaneye ihtiyaç duyulduğunu ve taşıyıcı hayvanların yeterli olmadığını Zeki Paşa’ya bildirdiyse de, Zeki Paşa Galip Paşa’dan bir an önce cepheye ulaşmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-14). Zeki Paşa, askerlere moral vermek istediğinden, 18 Aralık’ta 176 Galip Paşa’ya çektiği telgrafta, donanmanın Yunanlılara karşı kazandığı zaferin askerlere duyurulmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-15a). 19 Aralık’ta Galip Paşa’ya bağlı birlikler Lüzeç Boynu’na ulaşmıştır. Savaş sahasına girilmiş olsa da ilk etapta belirgin bir çarpışma olmamıştır (ATASE, BLH, 734/H6/1-3). 21 Aralık 1912’de ordu komutanlığı Galip Paşa’ya yaptığı tebliğde, 13. Tümen’in Taşlıtepe’de bulunan düşmana taarruz etmesini ve bu emrin bu akşama kadar yerine getirilmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-3a). Hatta gerekirse ay ışığından da faydalanılarak mücadelenin güneş battıktan sonra bile devam ettirilmesi bildirilmiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-4). Bu emir üzerine Galip Paşa’ya bağlı birlikler 21 Aralık tarihini harp yaparak geçirmiştir (ATASE, BLH,734/H6/1-4a; ATASE, BLH, 734/H6/1-6; ATASE, BLH, 734/H6/1-5). 21 Aralık’taki muharebeler asker sayısını, cephane miktarını azaltmış ve tümendeki problemleri artırmıştır (ATASE, BLH, 734/H6/1-7; ATASE, BLH, 734/H6/1-13a). Yanya civarında yapılan muharebelerin ilk günlerinde yaralı ve şehit sayılarında artmalar olmuş, erzak sıkıntısı had safhaya ulaşmış, savaşta kullanılan hayvanlara yeterince ot ve yem verilememiş, düşmana yönelik istihbarat iyice azalmıştır (ATASE, BLH, 734/H6/1-9; ATASE, BLH, 734/H6/1-12a; ATASE, BLH, 734/H6/1-14). Galip 176 13. Tümen’in 18-19 Aralık 1912 mevcudu: 125 zabit, 37 memur, 3921 er. Not: 37. Alay bu hesapta yoktur. Karargâh: Yanya-Manastır caddesinin 37. kilometresi üzerindedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-16a). Bu günlerde hava bulutlu ve bazen yağmur yağmaktadır (ATASE, BLH, 734/H5/1-17a). 107 Paşa tüm olumsuzluklara rağmen tümenini en iyi şekilde savaştırmaya çalışmıştır. Top ateşine alışkın olmadığından o yana bu yana dağılmakta olan acemi piyadeleri toplamaya çalışmış, topçu ateşiyle kazanılmakta olan 177 savaşın piyadelerle desteklenmesi için gayret sarf etmiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-14a; ATASE, BLH, 734/H671-16). Böylece kendisine bağlı birliklerin başarılı bir şekilde mücadelelerine devam etmesini sağlamış ve düşmanı Taşlıtepe’den atmıştır (ATASE, BLH, 734/H6/17a; ATASE, BLH, 734/H6/1-8; ATASE, BLH, 734/H6/1-11; ATASE, BLH, 734/H6/110). Taşlıtepe’de kazanılan zaferden sonra Zeki Paşa, 30 Aralık 1912 tarihinde, Galip Paşa’dan Aydonat’a destek göndermesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1-2; ATASE, BLH, 734/H7/1-9a; ATASE, BLH, 734/ H7/1-10a; ATASE, BLH, 734/ H7/15). Fakat tümenin bölgeye destek vermesi kolay değildir. Hava yağmurlu ve yollar perişandır (ATASE, BLH, 734/ H7/1-12). Çünkü yağmur bölgeyi bataklık haline getirmiştir (ATASE, BLH, 734/ H7/1-13a). Askerler ise tam bir bıkkınlık içindedir (ATASE, BLH, 734/H7/1-12a). Galip Paşa her şeye rağmen Aydonat’a destek verebilmek için birliklerini yeniden düzenlemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1-11a).178 2122 Ocak gecesi ise kolordu karargâhına giderek Yanya Kolordusu Komutanı Esat Paşa ve kale komutanı Yarbay Vehip Bey ile Yanya’daki nazik durumu görüşmüştür (ATASE, BLH, 734/H7/1-14; Nizamoğlu, 2010: 85). Ocak 1913’e gelindiğinde Galip Paşa’ya bağlı birliklerde değişiklikler olmuştur (ATASE, BLH, 734/H7/1-14a; ATASE, BLH, 734/H7/1-15a; ATASE, BLH, 734/H7/1- 177 Başarılı topçu atışları, 23 Aralık’ta düşmanı firara zorlamıştır (ATASE, BLH, 734/H6/1-17). 178 Tümenin 21 Ocak 1913 tarihindeki durumu: 4210 er vardır (ATASE, BLH, 734/H7/1-11). 108 15). 179 Tümenin toplam mevcudu 5 Ocak 1913’te 4121 kişidir (ATASE, BLH, 734/H7/1-6 ve F.1-6a). Tümende cephane eksiklikleri vardır ve birliklerin yeniden hazırlanması gerekmektedir (ATASE, BLH, 734/H7/1-8). Tümende asker başına 200 fişek, 3096 silahlı, 552 silahsız piyade, 220 topçu eri ve 549 hayvan mevcuttur (ATASE, BLH, 734/H7/1-8 ve F.1-8a). 15 Mart 1913’e gelindiğinde Ergiri180 civarında Yunanlılarla çarpışmalar devam etmekte ve bölgeye Galip Paşa’nın birliğinin gelmesi beklenmektedir. Galip Paşa, Delvine’de181 birliklerini toplayıp Ergiri’ye hareket edecekti. Bu iş beklenenden fazla zaman aldığından harekete geçiş de gecikmiştir. Daha Galip Paşa Ergiri’ye ulaşmadan, orada çarpışan Türk kuvvetleri 17 Mart 1913’te Tepedelen’e 182 çekilmiştir (Çakmak, 2012: 539, 552; Hallı, 1979: 282, 383). Yunanlılar 17 Mart 1913 sabahı Gorancı bölgesinde saldırıya geçtiklerinde Galip Paşa hâlâ Ergiri’ye gelememiş dolayısıyla da buradaki harbe destek verememiştir. Bundan sonra kendisinden Tepedelen’de diğer birliklerle buluşması istenmiştir. Fakat Tepedelen’den gelen yol Yunanlıların işgali altındadır (Zeki, 1337: 99). Galip Paşa, 179 29 Aralıkta Galip Paşa, Ziça’da toplanan kuvvetlerin komutanlığına tayin edilmiştir (Zeki, 1337: 85). Galip Paşa’nın emrine müretteb kuvvetlerin verileceği Aralık 1912’de gündeme gelmiş ve Galip Paşa bunun üzerine ordu komutanlığından daha ayrıntılı bilgi istemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1). Galip Paşa’nın konuyla ilgili olarak Vardar Ordusu Komutanlığına çektiği telgraf şu şekildedir: Ziça’da toplanmakta olan kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek üzere aldığım emir üzerine bu gün Yanya’ya geldim. Kıtaatın nerelerde ve ne zamana kadar toplanacağına ve hangi kıtalardan terekküb edeceğine dair malumat ve vazifem hakkında talimat intizar eylediğim maruzdur. 16 Kânunuevvel 1328. 13. Fırka Kumandanı Mirliva Galib (ATASE, BLH, 734/H7/1). 180 Yanya’nın 100 kilometre kuzey batısında, Berat’ın 80 kilometre güneyindedir (Şemsettin Sami, 1316a: 836). 181 Yanya Vilayeti’nin Ergiri Sancağı’nda kaza merkezidir. Yanya’nın 70 kilometre kuzey batısındadır (Şemsettin Sami, 1308: 2153). 182 Yanya Vilayeti’nin Ergiri Sancağı’nda kaza merkezi bir kasabadır. Ergiri’nin 27 kilometre kuzeyinde, Yanya’nın 100 kilometre kuzey batısındadır (Şemsettin Sami, 1308: 1626). 109 ordudan gelen emre göre harekete geçebilmek için saatlerce emrindeki tümeni toplamakla uğraşmıştır. Zaki Paşa, Galip Paşa’dan Sopot yolunu kullanarak yürüyüşe geçmesini istemiştir. Fakat telgraf telleri Yunanlılar tarafından kesildiğinden Galip Paşa bundan sonra ordu karargâhıyla iletişim kuramamıştır. 183 Bölgedeki durumu iyi bilen Galip Paşa, Sopot yolu Yunanlılardan dolayı tehlikeli olduğundan Koç üzerinden Tepedelen’e ulaşmayı yeğlemiştir. Fakat Jolat’a vardığı zaman Avlonya Hükümeti milislerinin Koç’a yol vermediklerini öğrenince, zorunlu olarak 16-17 Mart gecesi Kolonya-Hamliç yolundan Subaşı’na yaklaşmıştır. Bu süreçte, Yunanlılara görünmeden ve onlar tarafından muhasara 184 altına alınmadan hareket edebilmek için gece yürüyüşlerini tercih etmiş ve emrindeki birlikleri sağlıklı bir şekilde bölgeden uzaklaştırmayı başarmıştır. Bu yola çıkarken ölme ihtimalinin yüksek olduğunu kabul eden Galip Paşa, harekete geçmeden önce atını ve parasını, Delvine eşrafından Mehmet Ali Paşa’ya emanet bırakmıştır (Güngör, 1937: 60, 61; Çakmak, 2012: 552, 556; Hallı, 1979: 382, 383). Fevzi Çakmak, Galip Paşa’nın Delvine’den Ergiri’ye yaptığı yürüyüş için, “Galip Paşa kuvvetlerinin en zor bir durumda birkaç yüz esir vererek kurtulması Galip Paşa ve Fethi Bey için bir başarıdır. Yunanlılar tarafından Gergusat ve Delvine üzerine 15 Mart günü yapılacak seri hareket ya da ertesi gün Ergeri’den Tepedelen’e uygulanacak şiddetli bir baskı, Galip Paşa kuvvetlerini esir düşürürdü” (Çakmak, 2012: 556) demiştir. 18 Mart 1913’te Tepedelen düşman tarafından işgal edilince Galip Paşa harekete 183 Balkan Savaşı esnasında düşman, telgraf tellerini keserek Osmanlı birliklerinin iletişimini olumsuz yönde etkilemiştir ( BOA, BEO, 4106/307887). 184 Muhasara: Bütün bağlantıları keserek, tüm kaynaklardan soyutlayarak bir yeri ele geçirmek için yapılan kuşatma hareketidir (Kip, 1939: 176). 110 geçmiştir. Aynı gün, iki bin mevcutlu kuvvetle öğleden sonra Tepedelen’den çıkarak Viyosa Nehri’nin güneyinden hareket etmek suretiyle geceyi Lap Martalos kuzeyinde açık ordugâhta geçirmiştir (Zeki, 1337: 100). Emrindeki kuvvetler Sinan Ağa Geçidi’nden Viyosa’yı kılavuzlar yardımı ile geçmiş ve Kalivaç üzerinden Kota’ya gelerek geceyi orada geçirmişlerdir (Çakmak, 2012: 557). Galip Paşa kuvvetleri 20 Mart’ta Seliş’e gelmişler ve geceyi Seliş’in batısındaki Göniçe’de geçirmişlerdir. 21 Mart’ta Gerşiyan’da kalmışlar ve geceyi burada geçirmişlerdir. 22 Mart’ta ise Fiyer’e ulaşmışlardır (Zeki, 1337: 100, 101; Hallı, 1979: 386). Galip Paşa’nın birliği Fiyer’e geldikten sonra, askerlerin gayet perişan olduğuna, subayların eşyalarını satarak geçinmeye çalıştığına ve herkesin esareti tercih ettiğine dair söylentiler artmıştır. Bu durumu araştırmak için Vardar Ordusu karargâhı kurmaylarından Fevzi Çakmak, Fiyer’e durumu yerinde görmek üzere gitmiştir. Yapmış olduğu inceleme sonucunda, “Genel bir düşkünlük göze çarpmakla beraber yeis ve umutsuzluk söylendiği kadar değildir” şeklinde rapor vermiştir (Çakmak, 2012: 559; Hallı, 1979: 386, 387). Fiyer ve Bölgesi komutanlığına atanan Galip Paşa’ya, biri Devol Nehri ile Loşna için Fiyer’de, diğeri Viyos Vadisi ile Berat 185 için Çakran’da olmak üzere iki ihtiyat kuvveti oluşturulması emri verilmiştir. Galip Paşa bu emre uyarak kendisinden istenen birlikleri oluşturmuştur. Vardar Ordusu’nun 23 Mart 1913 tarihli raporuna göre Galip Paşa’nın Fiyer’deki gücü 4.318 silahlı er, 7 top, 10 makineli tüfek, tüfek başına 38 mermiden ibaret kalmıştır. Vardar Ordusu 25 Mart 1913’de İşkodra’nın yardımına giderken Galip Paşa’ya, geçiş harekâtının yapılabilmesi için Seman Nehri üzerindeki 185 Arnavutluk’un merkez bölgesindedir. Yanya’nın 145 kilometre kuzey batısında, İşkodra’nın 185 kilometre güneyinde, Adriyatik sahilinin 50 kilometre doğusundadır (Şemsettin Sami, 1316a: 1260). 111 bütün kayıkların Prostar Mehmet ile Pişanaka arasında toplanması bildirmiştir (Çakmak, 2012. 563; Hallı, 1979: 389, 390). 1913 Nisanının ilk haftasında Sırplarla yapılan Loşna Muharebesi’nden sonra Türk birliğinde ciddi bir çekilme başlamıştır. Bunun üzerine, Zeki Paşa, 8 Nisan 1913’te 5 ve 6 Kolordu ile Fiyer’deki Mürettep Kuvvetler Komutanı Galip Paşa’ya şu emri vermiştir: “Loşna’ya gelen düşmanın Seman Nehri güneyine geçmesini önlemek üzere Polvin’den Jelezani’ye kadar olan kısmı Berat’taki 5. Kolordu tarafından güven altına alınmalıdır. Jelezani’den Büyük Şeki’ye kadar olan kısım Galip Paşa kuvveti tarafından, Büyük Şeki’den Mansaba’ya kadar olan kısım da 6. Kolordu tarafından gözetlenmeli ve güven altına alınmalıdır. Galip Paşa birliği kendisine gösterilen nehir kısmının korunmasına yeteri kadar kuvvet ayırdıktan ve süvari alayını Viyosa Vadisi’nin gözetlenmesine bıraktıktan sonra kalanlar ihtiyat olarak Komani ve Fiyer dolaylarında toplanmalı ve Küçük Piştan üzerinden geçen hattın tahkimini yapmalıdır” (Çakmak, 2012: 573, 574; Hallı, 1979: 395). Birinci Balkan Savaşı’nda tüm gayretlere rağmen Batı Ordusu’nun Sırplar karşısında geri çekilişi durdurulamamıştır. Doğu Ordusu’nun da beklenen başarıyı elde edememesi sonucunda Balkan devletleri ile anlaşmalar yapılarak Osmanlı Devleti bölgeyi terk etmeyi kabul etmiştir. 7-10 Haziran arasında Batı Ordusu’nun askerleri vapurlarla İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, BEO, 4171/312762). Birlikler bir sıra halinde sevk edildiğinden Galip Paşa’nın 7. Müretteb Kolordusu üçüncü sırada vapurlara bindirilmiştir (Zeki, 1337: 105). Galip Paşa, Vardar Ordusu bünyesine bağlı 13. Tümen’i yönettiği Birinci Balkan Savaşı esnasında olabildiğince disiplinli ve düzenlidir. Mesela 14-15 Kasım 1912 gecesi kendisine bağlı komutanlara ilettiği emrinde; “Yarın şafakla birlikte, birlikler bu günkü 112 yerlerini alacaktır. Mevzie geldiğim zaman henüz mevzii işgalini etmeyen kıtaat görülürse alay kumandanları şediden mesul edilecektir” ( ATASE, BLH, 734/H2/1-3a) demiştir. 24-25 Kasım 1912 gecesi kolordu komutanlığından 13. Tümen’in Görice istikametinde yürütülmesini emrini aldığı zaman, kendisine bağlı birlik komutanlarına “Yürüyüşün intizamlı, disiplinli olmasını, komutanların birliklerinin başında bulunmasını, askerin halkın malına-mülküne asla müdahale etmemesini aksi halde ilgili birlik komutanları cezalandırılacağını” bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H4/1-11). 13. Tümen’in Yanya üzerine doğru yürütüldüğü günlerde ise, birlik komutanlarına birliklerin yürüyüş düzenini bildirmiş ve komutanlarından köylerde yapılacak konaklamalar esnasında askere sahip çıkılmasını, ihmali görülen komutanların açığa alınacağını, firar edenlerin, yerleşim yerlerinde gayri meşru davranışları görülenlerin cezalandırılacağını bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-3; ATASE, BLH, 734/H7/14; ATASE, BLH, 734/H7/1-4a; ATASE, BLH, 734/H5/1-2a). Yanya yürüyüşü için komutanlara son emirlerini verirken, “Bir saate kadar hareket etmeyen kıtaat komutanları hapis edilecektir” uyarısını yapmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-3a). Galip Paşa, kendisine bağlı birliklerin hareketlerini teftiş etmeyi de ihmal etmemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-8). Galip Paşa disiplinli ve otoriter olmasının yanında savaş ortamının inceliklerine de vakıftır. Mesela, kendisine bağlı komutanlara askerlerin doyurulması için mutfak yerlerinin ayarlanmasını emrederken, ateşlerin düşman tarafından görülmeyecek şekilde yakılmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H2/1-3a). Kendisine bağlı birlikleri hareket ettirirken diğer tümen ve alaylarla irtibatlı olmayı ihmal etmemiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-1a). Ayrıca kullanılacak yolları önceden inceletmiş ve buna göre yol tercihinde bulunmuştur (ATASE, BLH, 734/H3/1-1a). 113 Vardar Ordusu Komanova, Pirlepe ve Manastır’da Sırplar karşısında çok büyük kayıplar vermiş ve sürekli olarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. 186 Yanya civarına geldiğinde ise muharebe yeteneğini kaybetme seviyesine gelmiştir. Ordu komutanı Zeki Paşa’nın da belirttiği gibi Gali Paşa, bu iki aylık geri çekiliş sürecinde emrindeki tümeni en iyi şekilde idare etmeyi başarmıştır. 186 Geniş bilgi için bkz. Suat Zeyrek, Balkan Savaşı Yenilgisinin İç ve Dış Sebepleri, İstanbul Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2012, İstanbul. 114 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA GALİP PAŞA 3.1. KAFKAS CEPHESİ’NDE 11. KOLORDU KOMUTANI GALİP PAŞA Balkan Savaşı’ndan sonra 11. Kolordu Komutanı olan Galip Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda da bu kolordunun komutanı olarak Kafkas Cephesi’nde girmiştir. Ruslara karşı kazanılan Köprüköy ve Azapköy Muharebelerinde büyük başarıları görülmüş olan Galip Paşa, Sarıkamış Harekâtı esnasında 9 ve 10. Kolordu’nun Ruslar karşısındaki durumu kolaylaştırma vazifesi almıştır. Bu görev esnasında Galip Paşa’nın komuta ettiği 11. Kolordu, yirmi gün süren çetin muharebelerde Ruslara büyük kayıplar verdirdiği gibi kendisi de binlerce asker kaybetmiştir. 3.1.1. Karadeniz Olayı ve Harbin Başlaması Osmanlı yönetimi Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında tarafsız olduğunu ilan ettiği halde 2 Ağustos 1914’te seferberlik kararı almıştır (Esmer, 1944: 465). Bu durum savaşa girmek için uygun bir ortam kollandığını göstermiştir. Kafkasya’da açılacak olan cepheye ümit bağlanmış; ilk olarak Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak, ikinci aşamada ise Türklerin Rusya boyunduruğu altından kurtarılması planlanmıştır. Ayrıca Orta Aysa Türkleri ile birleşerek bir turan imparatorluğunun oluşturulması düşünülmüştür (Larcher, 1928: 336; Karal, 1999: 414; Eyicil, 2005: 247). Osmanlı ordusunun savaş esnasındaki harekâtının asıl planlayıcısı olan Almanlar ise Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da kullanacağı 3. Ordu’yu bölgedeki Rus birliklerini oyalayacak bir güç olarak görmüştür. Hasan İzzet Paşa komutasındaki 3. Ordu savaşa başlarken 190 115 bin civarında insan, 60 bin civarında hayvan, 168 top, 44 makineli tüfek mevcuduna sahiptir. Savaşın başladığı ilk günlerde Rusya’nın Kafkasya’daki ordusunun mevcudu ise atlılarla birlikte 115 bin kişi civarındadır (Karal, 1999: 415, 416). Osmanlı Devleti’nin savaşın başlarında tarafsızlığını bozması Almanlara ait olan Goben ve Breslaw isimli savaş gemilerinin sığınmasını kabul etmesiyle olmuştur. Osmanlı yönetimi satın aldığını ilan ettiği bu gemilerin Almanların komutasında Karadeniz’e açılmasına müsaade etmiştir. Bu gemiler, 28 Ekim’i 29 Ekim’e bağlayan akşam Rus limanlarını bombalamışlardır. Osmanlı yönetimi ise bundan sonra kendisini haklı göstermek için çaba harcamıştır (İkdam, nr. 6358, 20 Teşrinievvel 1330; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12052, 17 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 63, 19 Teşrinievvel 1330). Devrin padişahı Sultan Mehmet Reşat gelişmelerden Rusya’yı sorumlu tutmuştur (Takvim-i Vekayi, nr. 1981, 21 Teşrinievvel 1330). Güya, Rus donanması boğazlar bölgesine torpil yerleştirecekmiş ve bir oldubittiyle Osmanlı Devleti’ne savaş açacakmış, Osmanlı donanması ise bunu anladığından zamanında müdahale etmişmiş (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12053, 18 Teşrinievvel 1330). Karadeniz Olayı’ndan sonra İstanbul’daki Rus konsolosluk görevlileri ve elçilik heyeti Osmanlı başkentini terk etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12055, 20 Teşrinievvel 1330; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12056, 21 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 63, 19 Teşrinievvel 1330). Onları müteakiben İngiliz ve Fransız elçileri de Osmanlı başkentinden ayrılmıştır (İkdam, nr. 6357, 19 Teşrinievvel 1330). V. Mehmet Reşat, Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa ve Rusya’ya savaş açtığını halka duyurmuş ve Kutsal Cihat ilan etmiştir (Servet-i Fünun, nr. 68, 24 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 74, 30 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 75, 31 Teşrinievvel 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Takvim-i Vekayi, nr. 1990, 30 Teşrinievvel 1330; 116 Tercüman-ı Hakikat, nr. 12059, 24 Teşrinievvel 1330). Birinci Dünya Savaşı başında 170 milyon nüfusa sahip olan Rusya, savaş halinde 3,5 milyon asker çıkarabilme potansiyeline sahiptir. 187 Kafkasya’da Ruslara karşı savaşacak olan 3. Ordu188 29 Ekim 1914 tarihinde 189.562 asker, 60.877 hayvan mevcuduna sahiptir. Daha savaş başlamadan 3. Ordu’da 100 bin askerin giyeceğe ve çadıra gereksinimi vardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 53, 54, 66). Erzak sıkıntısı olacağı ve perişanlık yaşanacağı daha savaş başlamadan bellidir. Fakat başkumandanlık Vekâleti 3. Ordu’ya gönderdiği telgrafta “Ümit olunur ki ordumuzun süratle hareketi halinde Rus toprağında lüzumu kadar erzak bulursunuz” (Şerif, 1338: s. 86) demiştir. Karadeniz Olayı’ndan sonra Kafkasya’da harekete geçen Rus birlikleri 2 Kasım 1914’te Osmanlı sınırını aşmışlardır. Zivin, Doğu Beyazıt ve Diyadin’i kısa sürede ele geçirmeyi başarmışlardır (Servet-i Fünun, nr. 65, 21 Teşrinievvel 1330; Manchester Evening News, nr. 14239, 14 Kasım 1914; Karal, 1999: 416). Gecikerek harekete geçmiş olan Türk birlikleri de başarılı bir savunma başlatmış ve kısa bir süre de olsa Ruslar karşısında tutunmayı başarmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12056, 21 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 65, 21 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 68, 24 Teşrinievvel 1330). Galip Paşa, Birinci Dünya Savaşı’na Kafkas Cephesi’nde 11. Kolordu 189 Komutanı olarak vazife yapmıştır. Hatıralarında, Birinci Dünya Savaşı’na girişte acele edildiğini, Almanlar Marn’da başarılı olamamışken, İtalya hâlâ savaşa dâhil 187 Osmanlı istihbaratı Rusların Kafkasya’daki asker sayısı ile ilgili olarak kesin bilgiler edinememiştir. Bunun bir sebebi, Kafkasya’daki Rus ordusunun mevcudunun sürekli değişmesidir. Bazı bölgelere destek verilirken bazı yerlerden Alman cephelerine sürekli olarak asker kaydırılmıştır (BOA, DH.ŞFR, 440/20). 188 Hasan İzzet Paşa, rahatsızlığını sebep göstererek 3. Ordu kumandanlığından ayrılınca yerine 10. Kolordu komutanı Hafız Hakkı Paşa getirilmiştir (BOA, BEO, 4331/324795). 189 9 ve 11. Kolordu 6 Eylül 1914’te 3. Ordu’ya bağlanmıştır (ATASE, BDH, 4200/1/1). 117 olmamışken harbe girişimizin hata olduğunu dile getirmiştir (Güngör, 1937: 67). Galip Paşa’nın komuta ettiği 11. Kolordu’yu teşkil eden birlikler şu şekildedir: 18. Tümen, 98. Piyade Alayı, 102. Piyade Alayı, 53. Piyade Alayı, 18. Topçu Alayı, 33. Tümen, 97. Piyade Alayı, 99. Piyade Alayı, 52. Piyade Alayı, 33. Topçu Alayı, 34. Tümen, 100. Piyade Alayı, 101. Piyade Alayı, 54. Piyade Alayı, 34. Topçu Alayı, Van Seyyar Jandarma Tümeni, Van Seyyar Jandarma Alayı, Bağımsız Bitlis Jandarma Alayı, Bağımsız Diyarbakır Jandarma Alayı. 11. Kolordu’nun seferber sayıları ise 25 Eylül 1914’te şu şekildedir: 49.017 insan, 12.147 hayvan, 24.251 tüfek, 16 mitralyöz ve 60 top (Sabis, 1943: 203; Kır ve Altınbilek, 1993: 45-47). 30 Ekim 1914 tarihinde, Kurban Bayramı sabahı, 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa 9. ve 11. Kolordu’ya muharebeye hazır olmalarını bildirmiştir (Sabis, 1943: 65). 31 Ekim 1914 tarihinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 11. Kolordu’ya verilen emir şu şekilde olmuştur: “Ruslar kuvvetli piyade ile sınırı geçerlerse 11. Kolordu, emir beklemeksizin Höyükler mevziine doğru çekilecektir. Fazla ağırlıklar şimdiden geriye gönderilecek ve kolordunun gerektiğinde hemen hareketini kolaylaştırıcı hazırlıklar yapılacaktır.” 11. Kolordu, 1 Kasım 1914 akşamı Hasankale’den Höyükler bölgesine hareket etmiştir. Ayrıca 3 Kasım 1914 akşamına kadar Höyükler ve Uzunahmet mevziinin tahkimatını tamamlama emrini almıştır. Bu günlerde Galip Paşa’nın karargâhı Nebi Köyü’ndedir. Galip Paşa, emrindeki birliklere 4 Kasım, saat 18.00’e kadar tahkimat yaptırdıktan sonra 4-5 Kasım gecesi dinlenme vermiştir. 5 Kasım’da 11. Kolordu, 18 ve 13. Tümenlerle Höyükler mevziinde tekrar tahkim işiyle ilgilenmiştir. 11. Kolordu’ya 6 Kasım 1914 tarihinde bulunduğu bölgede dinlenmesi ve aynı günün gecesi Hasankale yönünde yürüyüş için hazırlanması emredilmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 100-125). 118 3.1.2. Köprüköy Muharebeleri ve Galip Paşa Savaş başladığında, 1878’de imzalanmış olan Berlin Antlaşması gereği Batum, Ardahan ve Kars Rusya sınırları dâhilindedir (Karal, 1999: 414). Kafkas Cephesi’ndeki muharebeler, Rus ordusunun 1 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı sınırını geçerek taarruz etmesi üzerine başlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; ATASE, BDH, 2812/32/1-6). Rusların bu ilk taarruzunu Deveboynu çizgisinde karşılamak niyetinde olan 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın fazla direnmeden Pasinler civarındaki kuvvetlerini geri çekmesi üzerine Ruslar, Erzurum’un 60 kilometre kadar doğusunda bulunan Köprüköy’e kadar kolay bir şekilde ilerlemişlerdir (Öğün, 2002: 711). Sınırı geçtikten dört gün sonra Köprüköy’e ulaşan Ruslar, 6 Kasım 1914 tarihinde bu bölgeye yerleşmişlerdir (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Aberdeen Daily Journal, nr. 18671, 9 Kasım 1914). 190 Daha sonradan harekete geçmiş olan 3. Ordu ise ilerlemekte olan düşmana karşı önlem almaya çalışmıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-6). Askerî birliklerinin önemli bir kısmını diğer cephelere sevk etmiş olan Ruslar, erzak ve levâzım depolarının bulunduğu Sarıkamış’tan uzaklaşmak istemediklerinden Erzurum yönünde ilerleme konusunda pek istekli davranmamışlardır (Öğün, 2002: 711). 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa, 6 Kasım 1914 tarihli telgrafında, Rus birliklerinin Köprüköy’e doğru yaklaşmakta olduğunu, kolordu karargâhının Höyükler’den hareket ederek Hasankale’ye geçeceğini, Rus birliklerinin Aras’ın güneyinden ilerlemekte olduğunu, düşman birliğinin hangi birimlerden oluştuğunu ve 190 6 Kasım’a kadar önemli bir çarpışma olmadığı halde Ruslar kendilerinin büyük zaferler kazandıklarından bahsetmişlerdir (Liverpool Echo, nr. 10892, 7 Kasım 1914). 119 bunların durdurulması için tedbirler alındığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 2810/28/2949; ATASE, BDH, 2810/24/29-49). 3. Ordu’dan gelen emir gereğince 11 Kolordu, 7 Kasım’da Badicivan’da olmak üzere Hasankale yönünde yürüyüşe geçmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/8-3). 6 Kasım 1914 akşamının alaca karanlığında 11. Kolordu’nun 18 ve 34. Tümenleri Hasankale Dağı’nın batı eteklerine yönlendirilmişler (ATASE, BDH, 2812/32/1-1) ve 7 Kasım öğleden evvel bu dağın her iki tarafından toplu bir hâlde harekete geçmişlerdir (Guze, 2007: 18; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330). Köprüköy’de başlayacak mücadele öncesinde, 11. Kolordu’ya gelen emirde, Rus birliklerinin Kötek, Kaleboğazı, Hasankale istikametinde ilerlediği ve bunların durdurulması gerektiği bildirilmiş ve buradaki harekâtın başlamasında bu kolordu ön planda tutulmuştur (ATASE, BDH, 2812/32/1; ATASE, BDH, 2811/29/10, 10-1). 3. Ordu Komutanlığı, 6-7 Kasım gecesi, Köprüköy civarında olduğunu bildirdiği düşmanın takriben 6-8 tabur piyade, 2 topçu bataryası ve dört süvari alayından ibaret olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 2811729/8-5; ATASE, BDH, 2812/32/1-1). Ayrıca keşif vazifesi olan birliklerden düşman hakkında bilgi toplanması ve ertesi gün durumun ordu karargâhına rapor edilmesi istenmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/8-5; ATASE, BDH, 2811/29/8-5a). 11. kolordu plan ve program olarak böyle bir savaşa hazır olmadığı halde 18 ve 34. Tümene, Hasankale yönünde, 6-7 Kasım gecesi için, yürüyüş emri verilmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/10; Çakmak, 2011: 44; Şerif, 1338: 67). 3. Ordu’dan gelen emre göre, bu tümenlerin vazifesi uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra, 7 Kasım 1914’de öğleden evvel kolbaşılarıyla ileri karakol hattını geçmek ve Köprüköy civarında bulunduğu bildirilen düşmana, saat 7.00 civarında taarruz etmektir (ATASE, BDH, 2811/29/8-4; ATASE, BDH, 2811729/8-5; Servet-i Fünun, nr. 76, 1 120 Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Sabis, 1943: 67). 191 11. Kolordu askelerinin önemli bir kısmı muharebelerin yapılacağı mevkiye giden yolu, ağır kış şartlarında, çarıklarla yürümek zorunda kalmıştır. Bu yürüyüş askerleri o kadar bitkin hale getirmiştir ki daha o gece firarlar başlamıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-1; ATASE, BDH, 2812/32/1-6a; Önal, 2011: 78; Şerif, 1338: 69). 11. Kolordu’nun düşmana taarruzunun istendiği 7 Kasım günü kar fırtınası ağırlaşmıştır. Köprüköy Muharebesi’nin asıl ağırlığını taşıyacak olan 11. Kolordu,192 üzerine doğru yaklaştığı düşmanın tam olarak nerede olduğundan bile habersizdir (Şerif, 1338: 69). Ruslara taarruz etmesi gereken tümenlerden birisi olan 18. Tümen, etkili bir keşif yaptırmamıştır. Tümene bağlı birlikler, aralarında 600 metre gibi çok küçük mesafeler bırakarak yürüyüşe devam etmiş,193 önden ilerleyen 53. Alay, öğle saatlerinde Miyadin’in doğusunda düşmanın ateş menziline girmiş ve beklenmedik şekilde Sansur tepelerinden başlatılan ateşe maruz kalarak kayıplar vererek dağınık ve düzensiz bir surette geri çekilmiştir. Aniden gelişen arbede karşısında komutanlar kontrolü elde tutamadığından geri çekilen alay kontrol altına alınamadığı gibi topçu bataryaları, düşmana karşı gerektiği gibi kullanılamamıştır. 18. Tümen’in plansız ve kontrolsüz bir şekilde geri çekilişi 34. Tümen’e sirayet etmiş ve onun da düzeni bozulmuştur. Kolordu Komutanı Galip Paşa, diğer karargâh subaylarını da kullanarak iki saat gibi bir süreden sonra birliklere müdahale ederek kaçışmayı ve dağınıklığı önlemiş, böylece 7 Kasım öğleden sonra 11. Kolordu’da düzen yeniden sağlanmıştır. Tekrar muharebe düzenine girmiş olan birlikler karşı taarruza geçirilerek düşmanın geçici üstünlüğü kırılmaya 191 7 Kasım’da yoğun bir sis, çamur ve kar vardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 135). 192 7 Kasım günü gecikerek, öğle saatlerinde muharebeye başlayabilen 11. Kolordu, o gün yaşanan arbedede, çok az kayıp vermiştir (Aksun, 2008: 198, 199; Şerif, 1338: 70). 193 Aralarında pek mesafe bırakmadan birbirine yakın bir şekilde yürüyen askerî birlikler düşman topçuları tarafından yapılacak atışlardan çok daha fazla etkilenirler. 121 çalışılmıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-1a; Şerif, 1338: 69-80; Önal, 2011: 79; Güngör, 1937: 61-63).194 Galip Paşa, kendisine bağlı birlikleri düzene sokabilmek için büyük bir gayret göstermiş ve bunun için mevziilere kadar girmekten çekinmemiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-8). Köprüköy’deki savaşın ilk gününde istihbarat eksikliği, askerlerin acemiliği, komutanların beklenmedik bir durumla karşılaşmaları, habersiz bir şekilde düşmanın atış menziline girilmesi, 18 Tümen’deki kaçışmanın diğer tümeni de olumsuz etkilemesi ve topçu birliklerinin zamanında atış başlatamayışları 11. Kolordu’nun geçici bir bozgun yaşamasında etkili olmuştur (ATASE, BDH, 2812/32/1-2). Galip Paşa, 7 Kasım öğleden sonra intizama sokmayı başardığı 11. Kolordu’yu, 8 Kasım’da,195 ordu komutanlığından aldığı taarruz emri gereğince başarılı bir şekilde harekete geçirmiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-2a; ATASE, BDH, 2811/29/17-1; Sabis, 1943: 69). 196 8 Kasım 1914’te maneviyatı gayet iyi olan 18. Tümen Sansor sırtlarında, 34. Tümen ise Hasankale-Köprüköy yolunun kuzeyindeki Köprüköy batısındaki sırtlara doğru yayılarak başarılı bir şekilde muharebe vermiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-3; Newcastle Daily Journal, nr. 18277, 11 Kasım 1914). Kar ve sise rağmen yapılan 194 7 Kasım 1914’te Ruslar Badıcivan’dan atılmıştır (Çakmak, 2011: 46; Şerif, 1338: 69; Baytın, 1946: 30; Sabis, 1943: 67). 195 8 Kasım günü hava sisli, kapalı, yerler çamurludur. Bundan dolayı da erlerin yürüyüşü oldukça zor olmuştur (Kır ve Altınbilek, 1993: 145). 196 Ruslarla yapılan ilk karşılaşmada beklenen sonuç alınamamıştır. Bunun için Galip Paşa, subaylara ve erlere moral verebilmek için gayret göstermiştir. 7-8 Kasım gecesi, 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ileri hatlara giderek erlerin moralini yükseltmeye çalışmıştır. Başta Galip Paşa olmak üzere, birlik komutanları, üstün bir gayretle sabaha kadar birlikleri tanzim etmeye çalışmıştır. 3. Ordu Komutanı 8 Kasım’da 11. Kolordu’ya şu emri vermiştir: “Kolordu bütün kuvvetiyle ateş muharebesine başlayacak, düşmanın kuvveti hakkında bilgi edinecek, edinilen bilgi 3. Ordu’ya bildirilecek ve asıl taarruz için ordudan emir beklenecektir.” Bu emir üzerine 11. Kolordu 8 Kasım, saat 08.45’te muharebeye başlamıştır (Kır ve Altınbilek, 1993: 144). 122 başarılı taarruz sonucunda, Ruslar 8 Kasım 1914 öğleden sonra 1905 Rakımlı Tepe’ye geri çekilmiş, Köprüköy batısındaki sırtları işgal eden kolordu günü başarılı bir şekilde tamamlamıştır (ATASE, BDH, 2812/30/1-2; ATASE, BDH, 2812/32/1-11; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12062, 27 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 76, 14 Kasım 1914; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Sabis, 1943: 69; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12061, 26 Teşrinievvel 1330; Liverpool Echo, nr. 10895, 10 Kasım 1914). 197 Ruslar ağır kayıplara uğratılmış ve 11. Kolordu’da moral yükselmiştir. Fakat karanlık bastığından, Badıcivan hattına çekilmiş olan düşmanın mevzii kesin olarak belirlenememiştirATASE, BDH, 2812/30/1-25; Kır ve Altınbilek, 1993: 152).198 Köprüköy’de 8 Kasım’da kazanılmış olan zaferi Galip Paşa ordu karargâhına telgrafla 199 müjdelemiş ve kolorduda pek asker kaybı yaşanmadığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 2812/30/1-3; ATASE, BDH, 2811/29/18).200 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ise kazanılan bu başarıyı, 9 Kasım 1914 tarihinde, Başkumandanlık Vekâletine şu şekilde bildirmiştir: “Köprüköy civarında Badicivan şarkında mevzi’ alan düşmana karşı 25 Teşrinievvel 1330’da öğleden itibaren icra edilen taarruz 26 Teşrinievvel akşamına yakın düşmanın çekilmesiyle neticelenmiştir. Düşmanın dört alay piyade, altı batarya top ve bir süvari fırkasından ibaret olduğu tahmin edilmiş, 197 Galip Paşa’nın 8-9 Kasım gecesi ordu karargâhına çektiği telgrafa göre, Rusların terk ettiği yerleri Galip Paşa’ya bağlı 34. Tümen ele geçirmiştir (ATASE, BDH, 2812/30/1-12; ATASE, BDH, 2812/30/133; ATASE, BDH, 2812/32/1-8a). 198 Kafkas Cephesi’nde elde edilen başarıların, çevrede iyi tesirler yapması için, duyurulmasına ehemmiyet verilmiştir (BOA, DH.ŞFR, 48/123). 199 Bu tarihlerde Köprüköy civarında telgraf hatları yeterli hale getirilemediğinden iletişim sorunları yaşanmıştır ( ATASE, BDH, 2811/29/21). 200 Türk tarafı bu günlerde zafer kazandıklarını ilan ederken, Rus tarafı ise kendilerinin hâlâ işgalci durumda olduklarını ve pozisyonlarını koruduklarını, Türklerin önemli bir zafer kazanmadıklarını ilan etmişlerdir (Newcastle Daily Journal, nr. 18279, 13 Kasım 1914; Evening Telegraph, nr. 11807, 12 Kasım 1914). 123 Köprüköy doğusundaki sırtları tahliye edip etmediği öğrenilememiştir” (ATASE, BDH, 139/638/18-6; ATASE, BDH, 2812/32/1-10a ). Ruslar, 8 Kasım’da yaşadıkları hezimetten sonra Yeniköy civarına doğru çekilişe devam ederek kendilerini toparlamaya çalışmıştır (ATASE, BDH, 2812/30/113; ATASE, BDH, 2812/30/1-25; ATASE, BDH, 2812/30/1-25a). 201 Türk birlikleri ise Rusları yandan ve arkadan kuşatma altına almaya gayretinde olmuştur (Evening Express, nr. 11203, 12 Kasım 1914; The Western Daily Press, nr. 17704, 10 Kasım1914). Ruslar ise düzenlerini ve mevkilerini korumak için gayret etmişlerdir (Newcastle Daily Journal, nr. 18277, 11 Kasım 1914). Özellikle Rus topçu birlikleri Türklerin ilerlemesini engellemiş ve saldırıları geri püskürtmüştür (Newcastle Daily Journal, nr. 18276, 10 Kasım 1914). 9 Kasım’da, yağmakta olan karın şiddeti artmış, Türk birlikleri arasındaki iletişim iyice zayıflamıştır (ATASE, BDH, 2812/30/1-21; ATASE, BDH, 2812/30/1-24). Taarruz taraftarı olmayan 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ise orduyu geri çekmiştir (Karal, 1999: 417). Hasan İzzet Paşa’nın emrindeki orduyu Ruslar üzerine yapılabilecek karşı bir taarruz hareketine hazırlamaması ve mütereddit tutumu Rus birliklerinin çok kayıp vermesini önlemiştir. Taarruzdan ziyade Erzurum’un savunulması taraftarı olan Hasan İzzet Paşa 9 Kasım akşamı Erzurum’a çekilme kararı verince Galip Paşa komutanlıktan istifasını istemiştir. Alman Yarbay Guze’nin hatıralarına göre Galip Paşa, 11. Kolordu’ya savunma düzeni aldırması için ordu karargâhına çağrıldığında, kendisiyle görüşen istihbarat şube müdürü, Hasan İzzet Paşa’nın taarruza karşı olduğunu ve savunma taraftarı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, savunma düşüncesinin 201 Düşman Köprüköy civarından uzaklaşırken, geride bol miktarda erzak ve savaş malzemesi bırakmıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-9a). 124 isabetli olmadığını, emrindeki askerlerin taarruz için hazır olduğunu, Hasan İzzet Paşa’nın düşüncesinde ısrarcı olması durumunda kolordu komutanlığından istifa edeceğini belirtmiştir (Guze, 2007: 28, 29). Galip Paşa, hatıralarında dile getirdiğine göre daha önceden aralarında eski bir dostluk olmasından cesaret alarak, Hasan İzzet Paşa’ya Erzurum istihkâmlarına çekilerek düşmanın orada karşılanmasının uygun bir fikir olmadığını, düşmanın zayıf durumundan istifade edilerek taarruza devam edilmesini istemiştir. Galip Paşa, yapmış olduğu konuşmalarla Hasan İzzet Paşa’nın ikna olmayacağını görünce kolordu komutanlığından istifa edeceğini söylemiştir. Galip Paşa’nın kişiliğini bilen Hasan İzzet Paşa böyle kritik bir dönemde onun gibi bir komutanı kaybetmek istemediğinden orduyu savunmaya çekme kararından vazgeçmiştir. Tekrar taarruza geçirilen ordu Rusları Köprüköy’den Azapköy civarına sürmeyi başarmıştır (Belen, 1973: 218; Güngör, 1937: 61-63; Çakmak, 2011: 46). 8 Kasım’daki başarıdan sonra Türk ordusu kısmen de olsa ilerlemiştir (Servet-i Fünun, nr. 73, 29 Teşrinievvel 1330). 9 Kasım’da hava karlı, sisli ve soğuktur (The Western Daily Press, nr. 17704, 10 Kasım 1914). Türk birlikleri arasındaki iletişim oldukça zayıftır. Buna bağlı olarak da ciddi bir taarruza geçilememiştir. 10 Kasım 1914’te de önemli bir muharebe olmamıştır (The Western Daily Press, nr. 17705, 11 Kasım 1914; Kır ve Altınbilek, 1993: 58, 160). 3. Ordu Komutanlığının isteği üzerine Galip Paşa, başarılı bir şekilde mücadeleye devam eden kolordusunu, 11 Kasım günü202 harekete geçirmiş ve savaşı Miyadin’in doğusundan yönetmiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-13; ATASE, BDH, 2812/32/1-4; ATASE, BDH, 2812/32/1-5; ATASE, 202 11 Kasım 1914 durumu: 34. Tümen: Köprüköy’ün garp sırtlarında Hasankale-Köprüköy yoluyla Badicivan arasındadır. 18. Tümen: Bunun solunda, sol cenahı Tadiker’dedir. 2. Nizamiye Süvari Tümeni: Serboğan-Kızılviran mıntıkasındadır. 29. Tümen: Tımar-Sürbehan-Manastır mıntıkasındadır. 17. Tümen: Korucuk ve civarındadır (ATASE, BDH, 2812/32/1-14). 125 BDH, 2812/32/1-5a; Kır ve Altınbilek, 1993: 165). Ruslar, yapılan taarruz sonucunda mevziilerini terk etmiş ve geri çekilmeye devam etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12065, 30 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 74, 30 Teşrinievvel 1330). Galip Paşa, 11 Kasım’daki muharebeyi 3. Ordu’ya şu şekilde bildirmiştir: “Havanın karlı ve yerlerin çamurlu olmasına rağmen Allah’ın yardımıyla bu gün de başarılı muharebe olmuş, düşman Tafdiker ve Pazaçur sırtlarından tamamen ve daha soldaki sırtların çoğundan atılmıştır” (Kır ve Altınbilek, 1993: 167).203 Galip Paşa’nın Homigi-Pazaçur bölgesinde, 12 Kasım 1914’te, saat 06.00’da topçu ateşiyle başlayıp saat 15.00’e kadar süren mücadelesi sonucunda bölge Ruslardan temizlenmiş ve çok sayıda esir alınmıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330; Kır ve Altınbilek, 1993: 177). 12-13 Kasım gecesi Galip Paşa, 3. Ordu’ya gönderdiği raporda, düşmandan teçhizat ve makineli tüfek ele geçirdiklerini bildirmiştir. 12 Kasım’daki başarı, 204 Başkomutanlık Vekâleti’ne 3. Ordu Komutanlığı tarafından şu şekilde bildirilmiştir: “Köprüköy doğusundaki 1905 Rakımlı Çobandede Tepesi Allah’ın yardımıyla zapt olundu. 11. Kolordu başarıyla ilerlemektedir. Düşmanın en çetin mevziileri elimize geçti” ( ATASE, BDH, 2812/32/1-18a; Kır ve Altınbilek, 1993: 203 Karargâh-ı Umumi’nin 12 Kasım 1914 tarihli duyurusu: “Ordumuz, dün sabah (11 Kasım 1914) başladığı taarruzunda tamamıyla muvaffak olmuş ve Ruslar bu ikinci mevzilerinde de ancak bir buçuk gün durabilmişlerdir (İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330). 204 12 Kasım 1914 tarihli 3. Ordu Raporu: “Bu gün zabitan ve efradın gayret ve himmeti sayesinde gayet mühim olan düşman mevziine muvaffakiyet-i taarruz edildi. Düşman, mevziinden kâmilen püskürtüldü” (ATASE, BDH, 2812/32/1-18). 11. Kolordu’nun 10-11 Kasım 1914 tarihindeki durumu: 11. Kolordu muharebe halindedir. Düşman, Badicivan sırtlarındadır. 18. Tümen Salfor sırtlarını tamamen almış haldedir. 34. Tümen, Epsemçe hizasında 1 kilometre kadar doğudadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-65; ATASE, BDH, 2950/H6/1-66). 11-12 Kasım 1914: 18. ve 34. Fırka Ruslar karşısında güçlü bir durumdadır ve onlardan çekinmemektedir (ATASE, BDH, 2950/H6/1-83). 11-12 Kasım: Düşman, Köprüköy civarında, bazı yerleri terk etse de karşı taarruzlara da geçerek Türk birliklerinin ilerleyişini yavaşlatmaktadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-107). 11-12 Kasım 1914 tarihlerinde Köprüköy civarındaki araziler karla kaplıdır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-81). 126 191, 197 ).205 3. Ordu Komutanlığı’nın 13 Kasım 1914 tarihli bildirisine göre, KöprüköyHomigi-Menevürt güney sırtlarından ve Yeniköy kuzeyindeki 2430 rakımlı tepeden düşman atılmış ve düşman süvari tümeni Emrekom-Işkı hattının doğusuna çekilmiştir. Galip Paşa’nın kolordusu Homigi sırtları ile Menevürt güneyi ve Çermiksu doğu sırtlarındadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-116; ATASE, BDH, 2950/H6/1-121). 14 Kasım’da düşman birlikleri geri çekilişine devam etmiştir. 3. Ordu Komutanlığı’ndan 15 Kasım’da gelen emirde Galip Paşa’dan, Karaçufa’dan Horasan’a kadar Aras Nehri’nin geçilmeye müsait olup olmadığını ve hangi sınıfın geçebileceğini keşfettirmesi, Köprüköy’den Horasan’a kadar telefon hattının uzatılması, 11. Kolordu’nun Köprüköy-Azap-Ardos ve güneyindeki yolları kullanması ve Yukarı Ahalık-Velibaba Cephesi’nde düşman hakkında bilgi toplaması istenmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 209-228). Galip Paşa, ordu komutanlığından gelen taarruz isteğini kendisine bağlı komutanlara iletmiş 16 Kasım’da kolorduyu harekete geçirmiştir. O gün düşmanın geri çekilişi devam etse de ordudan verilen hedeflere ulaşılamamıştır (ATASE, BDH, 5079/H4/1-86; ATASE, BDH, 5079/H4/1-91a; ATASE, BDH, 5079/H4/1-86; Kır ve Altınbilek, 1993: 229-231). 206 Bundan dolayı 17 Kasım’da saat 08.00’den itibaren yeniden taarruza geçilmesi istenmiştir. Bunun üzerine 11. Kolordu, Aras Nehri 205 Karargâh-ı Umumi’nin 14 Kasım 1914 tarihli duyurusu: “Köprüköy civarındaki muharebat pek şiddetli olmuş ve askerimiz fevkalade başarı göstermiştir. Bir alayımız 1905 rakımlı tepeye üç defa süngü ile hücum etmiş ve en ilerideki taburunun kumandanıyla zabitanının kısm-ı azamı şehit olduğu halde Osmanlı tarih-i celadetinin bir misal-i mefharati olarak büyük bir fedakârlıkla düşman mevziine dâhil olmuş ve o tepeyi işgal eden düşmandan bir fert bile kalmamıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330). 206 16 Kasım tarihinde yaptığı bildiriye göre Galip Paşa, Azap istikametinde ilerlemektedir. Düşman hakkında tam bir malumat yoktur (ATASE, BDH, 5079/H4/1-89a). 127 kuzeyinde bulunan kıtalarıyla, sol kanadı Azap-Zanzak-Kötek doğrultusunda olmak üzere ilerlemiş ve Aras nehri kuzeyinde bulunan Rus mevzisinin üç kilometrelik bir kısmına, Azab’ın doğu ve kuzey sırtlarına girmeye muvaffak olmuştur (ATASE, BDH, 5079/H4/1-91; Özdemir, 2003: 105. 11).207 Galip Paşa, 18 Kasım’da orduya verdiği raporda, düşmanın terk ettiği yerlerin 18 ve 34. Tümen tarafından zapt edilmiş olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 5079/H4/1-99a). Köprüköy’de devam eden muharebelerden dolayı asker sayısı günden güne azalarak gücü düşen kolorduya 19 Aralık 1914’te 2.500 er takviyesi yapılmıştır (Özdemir, 2003: 212). Netice olarak; 7, 8, 9 Kasım’da olmak üzere üç gün süren, Türklerin galibiyetiyle sonuçlanan Köprüköy Muharebeleri sonucunda düşman Badicivan Deresi’nin doğusundaki ileri mevziine sürülmüştür. İkinci Köprüköy Muharebesi birincisine bir gün ara verilerek başlatılmıştır. İkinci Köprüköy çarpışmaları 11 Kasım 1914’te başlamış ve iki gün sürmüştür. 11. Kolordu başarılı olmuş ve düşman 12 Kasım’da mevziini terk ederek geri çekilmiştir (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330; Sabis, 1943: 76; Sabis, 1943: 71-77; Kurat, 2010: 120). Ustaca geri çekilmeyi başaran düşman birlikleri imha edilememiştir (Sabis, 1943: 76). Köprüköy’de mağlup olan Ruslar, sınıra doğru kırk kilometre kadar çekilmiştir. Türk birlikleri ileri harekâtına devam etmiş ve 11. Kolordu 13 ve 14 Kasım’da da takibini sürdürmüştür. Fakat bu günlerde kolorduda ilk tifüs vakaları da başlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 79, 4 Teşrinisani 1330; Sabis, 1943: 77; Bayur, 1983: 353). Türk kolorduları Köprüköy civarında büyük kayıplar vermiş ve asıl kaynaklarından ve takviyeden günden güne uzaklaşmıştır. Ruslar ise sisli havadan da 207 Kolordu Komutanı Galip Paşa bu başarıyı, “Avn-ı Hakk’la ordu bu gün taarruzunda muvaffak olmuş, Azap şark sırtlarını kâmilen elde etmiştir” şeklinde duyurmuştur (ATASE, BDH, 5079/H4/1-97a). 128 istifade ederek daha kuvvetli mevzilere çekilerek hem kayıp vermekten kurtulmuş hem de takviye güçlerine ve kaynaklara yaklaşmıştır (Sabis, 1943: 80; Özdemir, 2003: 88). Galip Paşa, Rus ordusuyla yapılan ilk karşılaşmadan itibaren Türk ordusunun harekâtına devam etmesi ve karşısındaki düşman birliklerini imha etmesinden yana olmuştur. Kendisine bağlı 11. Kolordu’yu da bu düşünce doğrultusunda yönlendirmiştir. Çünkü Köprüköy civarında yaşanan ilk karşılaşmalar esnasında 3. Ordu, Rus birlikleri karşısında avantajlı durumda olmasına rağmen Hasan İzzet Paşa’nın tutumundan dolayı bu durumdan istifade edilememiştir. Rusların sürekli aldıkları destekle güçlenmisinden dolayı da bu fırsat tekrar elde edilememiştir (Şerif, 1338: 66; Bayur, 1983: 353). 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın savunmada kalma fikrinde ısrarcı olarak Rus birliklerini etkisiz hale getirmemesi Enver Paşa’yı da üzmüştür (Karal, 1999: 417). 3.1.3. Azapköy Muharebeleri ve Galip Paşa Rus birlikleri Köprüköy’de bozulduktan sonra Azap civarına çekilmiştir (Tanin, nr. 2124, 7 Teşrinisani 1330). İki taraf arasındaki muharebeler burada 16 Kasım 1914’te başlamıştır (Sabis, 1943: 81). Galip Paşa, ordu komutanlığından aldığı emir üzerine 17 Kasım’da kolorduyu yapılandırmış, kendisi ise Haran’dan hareketle Azap’ın batısındaki sırtlara gitmiştir. Aynı gün kolordu sabah saatlerinde taarruza başlamıştır. Galip Paşa, 17 Kasım’da, saat 22.00’de Haran’dan 33. Piyade Tümeni’ne gönderdiği yazılı emirde, “Allah’ın yardımıyla ordu bu gün taarruzda başarı sağlamış ve Azap’ın doğu sırtlarını tamamen ele geçirmiştir” demiştir. 18 Kasım’da, saat 03.30’de Hasan İzzet Paşa, birliklere gönderdiği emirde, Azap doğusundaki sırtların taarruzla ele geçirildiğini bildirmiştir. Rus birliklerinin bir kısmının 11. Kolordu karşısında Horum ve Oltu doğrultusunda geri çekilmesi haberi 3. Ordu’ya moral olmuştur (Tanin, nr. 2124, 7 129 Teşrinisani 1330; Kır ve Altınbilek, 1993: 245, 248). Galip Paşa, 18 Kasım’da saat 05.30’da birliklerini yeniden yapılandıracak şekilde emir vermiş ve kolordu karargâhının saat 07.00’den itibaren Kalender’in güneyindeki sırtlara gideceğini bildirmiştir. Sürekli takviye alan Ruslar, yoğun bir sis ve soğuğa rağmen 11. Kolordu’nun açık kanatlarına taarruza başlamıştır. Kolordu ise taarruza geçmekten ziyade Ardos güneyindeki sırtların tahkimiyle ilgilenmiştir (Servet-i Fünun, nr. 81, 6 Teşrinisani 1330; Kır ve Altınbilek, 1993: 264-266). 11. Kolordu’nun 19 ve 20 Kasım’da durumunda herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu tarihlerde, kıtalar mevziilerini tahkim etmişler, noksanlarını tamamlamışlar ve dinlenmişlerdir. Galip Paşa, ordu komutanlığından aldığı emir gereğince, Ruslara karşı hangi birliklerin ne şekilde harekete geçeceğini 21 Kasım’da bildirmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 306). 11. Kolordu tümenlerinin 22 Kasım 1914’te saat 06.00’ya kadar yeni mevziilerine yerleşmiş olmaları gerekirken bu yapılamamıştır. Kıtalar bütün gün erlerini toplamaya çalışmıştır. 11. Kolordu’nun 22 Kasım 1914 tarihli raporu şu şekilde olmuştur: 34. Tümen, Hopik’in şimal-i şarkisindeki tepe ile Karaçuka’nın bir kilometre şarkındaki hatta 18. Tümen Kamasor’un hemen garbındaki sırtta, 33. Fırka Komasor’un iki kilometre cenubunda Todaveren hizasındaki sırtlara kadar yerleşmiştir. Fırkaların ileri karakollarının kısm-ı külliyeleri Azab’ın garbı ve Komasor’un hemen şarkındaki sırtlara 9-10 gecesi geleceklerdir. Küçük karakolları eski mevzilerinde kalacaktır. İleri karakollardaki nefer ve topların da kısm-ı külliyelerine iltihakları için emir verilmiştir. Tahliye olunan mıntıkada esliha ve cephane kâmilen geriye nakledilmiştir. Ve kolordu karargâhı Emrekom’a tesis olunmuştur (ATASE, BDH, 2950/H6/1-190; Kır ve Altınbilek, 1993: 315). 130 Galip Paşa, 23 Kasım’da kolorduyu akşama kadar mevziilerine yerleştirmiştir. Kendisi, Emrekom’dan Todaveren doğrultusunda hareket etmiştir. Mindivan’ın güneyine geldiği zaman, bölgedeki birliklerin kısmî başarısızlıklarını görmüş ve bunlara yeniden düzen vermiştir. Kolordu, o gün, kendisine tahsis edilen köylerden istifade ederek konaklama sorununu çözmüştür. Ordu karargâhıyla sağlıklı iletişim kurulabilmesi için telefon hatları işler durumda tutulmaya çalışılmıştır (ATASE, BDH, 2812/31/2-27; ATASE, BDH, 2812/31/2; Kır ve Altınbilek, 1993: 325). 11. Kolordu’nun 23 Kasım 1914 tarihli raporunu Galip Paşa şu şekilde bildirmiştir: “Bu gün öğleden sonra Emrekom’dan kıtaat ve tahkimatı teftiş için Todaveren istikametine hareket ettim. Todaveren’in cenup hizasında iken 33. Fırka’nın karşısındaki düşmanın ileri karakollarını tard ettiğini ve ileri karakol taburunun Komasor istikametinde ric’at ettiğini öğrendim” (ATASE, BDH, 2950/H6/1-205; ATASE, BDH, 2950/H6/1-206). Rusların Azap bölgesindeki başarısızlıklarından dolayı Rus Çarı, Aralık 1914’te Kafkasya’ya gelmiş, birliklere moral ve cesaret vermeye çalışmıştır. Aynı günlerde Enver Paşa da orduyu Sarıkamış kuşatması için hazırlamak için Erzurum’a gelmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 349). Köprüköy ve Azapköy çarpışmalarında 3. Ordu’nun 2000 askeri şehit olmuş, 6000 askeri ise yaralanmıştır (Bayur, 1983: 353).208 Sadece 11. Kolordu’ya bağlı 18. Tümen, 16-18 Kasım 1914 tarihleri arasında 5 zabit, 191 nefer şehit vermiş, bu tümenden 25 zabit ve 736 nefer yaralanmıştır. Aynı tümenden 7 Kasım’dan 21 Kasım’a kadar 7 zabit ve 242 er şehit olmuş, 32 zabit ve 982 nefer yaralanmıştır (ATASE, BDH, 208 Azap Muharebelerinde 1914 er ve 69 subay şehit olmuş, 6012 asker yaralanmış, 3069 asker esir düşmüş ve 2792 kişi de firar etmiştir. 10 bin civarındaki ihtiyat süvari eri de dağılarak köylerine gitmiştir. İlgili makamlar, sevk edilen askerlerin firar etmesi halinde ilgili askerlerin evlerinin yakılmasını, mallarının müsadere edilmesini emretmiştir. Bu tür askerleri hanelerine kabul edip saklayanlar için de aynı muamelenin yapılması istenmiştir (BOA, DH.ŞFR, 459/74; Özdemir, 2003: 125). 131 2812/34/13-1). Aynı tarihler arasında tümenin 114 hayvan kaybı olmuştur (ATASE, BDH, 2812/34/13). Köprüköy ve Azapköy Muharebeleri’nde Rus kayıpları ise 6000 kişi kadar olmuştur (Bayur, 1983: 353). Köprüköy ve Azapköy Muharebeleri genelde Osmanlı sınırları içinde olduğundan, savaşın olumsuz sonuçları Türk halkını etkilemiştir. Ruslar, yirmi günlük süreçte ustaca manevralarla 3. Ordu’yu oyalamışlar ve diğer birliklerinin eksikliğini hissettirmemişlerdir. Sürekli olarak Türk birliklerinin durumunu tespit eden Ruslar, yeni planlarını buna göre hazırlamışlardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 322). 3.1.4. Sarıkamış Harekâtı ve Galip Paşa 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, 6 Aralık 1914’te merkeze çektiği telgrafta, Başkumandanlık Vekâleti’nin Sarıkamış Harekâtı kararının gayet uygun olduğunu bildirmiştir. Hasan İzzet Paşa’nın telgrafında şu noktalar üzerinde durulmuştur: Galip Paşa’nın komutasındaki 11. Kolordu, kaleden alınacak kuvvetlerle desteklenmeli, 10. Kolordu Erzurum-Oltu istikametinde yürüyüşe geçmeli ve Rus arazisine girdikten sonra Yeniköy-Sarıkamış hattına doğru yönelmelidir. Düşman 11. Kolordu’ya taarruz ettiği takdirde ihataya memur olan 9 ve 10. Kolordular daha güneye doğru hareket eylemelidirler. Bu harekât için 9 ve 10. Kolordu’nun yüksek dağlardan ve müşkül araziden geçmeleri gerekmektedir (ATASE, BDH, 139/638/51-4). Fakat Hasan İzzet Paşa, askerin erzak ve giyecek bakımından sefil durumda olduğunun da farkındadır (ATASE, BDH, 139/638/51-5). Galip Paşa’nın hatıralarından anlaşıldığına göre, Azapköy Muharebeleri’nden birkaç gün sonra ordu kumandanlığı asker ve malzeme noksanlığı yüzünden, müdafaaya geçme kararı almış ve fırtınalı bir gecede, ani bir yürüyüşle cepheyi 10-15 kilometre 132 geri aldırmıştır. Bu yürüyüşte pek çok asker soğuktan dolayı kırılıp şehit olmuştur. Böylece bir ay boyunca cephede sükûnet devam etmiştir (Güngör, 1937: 63). Türk ordusunun hareketsiz kaldığını gören Ruslar başka yerlere asker sevk etmeye başlamışlardır. Enver Paşa, Rusların başka yerlere asker sevk etmiş olmasını bir fırsat olarak değerlendirmek istemiş ve birkaç gün içinde 3. Ordu’yu taarruza geçirmek için çaba harcamıştır. Sarıkamış Harekâtı ile Kars, Ardahan ve Batum’u geri almayı düşünmüş olan Enver Paşa,209 hedefine ulaşana kadar cephede kalma kararı vermiştir (BOA, DH.ŞFR, 454/21; Karal, 1999: 420; Findley, 2011: 209). Enver Paşa hazırlamış olduğu Sarıkamış Harekâtı planıyla Galip Paşa’nın karargâhına giderek yapılacakları ona da izah etmiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, “Paşam, yol yok, kar fazla… İklim arızalı. Muhabere vasıtasından mahrumuz. Askerin iaşesi yolunda değil. Hele giyim hiç yok. Menzil işlemiyor. Bu şartlar altında yapılacak taarruzdan şimdilik bir fayda beklenemez. Harekâtın yaza tehiri fikrimce münasip olur” demiştir (Güngör, 1937: 63, 64). 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa da aslında Sarıkamış kuşatmasına taraftar değildir. İstanbul’a çektiği telgrafta taarruzu uygun bulsa da şartların olumsuzluğunu da dile getirmiştir (ATASE, BDH, 139/638/51-4,51-5). En 209 Rusya Kafkas bölgesine fazla yığınak yapmayıp asıl ağırlığını Avrupa cephelerine vermiştir. Rus ordusunun Kafkas cephesindeki bu zaafından yararlanmak isteyen Enver Paşa, Osmanlı kuvvetlerinin Ruslar karşısında geri çekilerek savunmada kalmasını doğru bulmamıştır. Bu nedenle cephedeki duruma müdahale ederek 3. Ordu’nun Köprüköy yönünde taarruz etmesini emretmiştir. Türk ordusunun taarruzuyla 7 Kasım sabahı başlayan Köprüköy savaşlarında, Ruslar mevzilerini terk ederek bir günlük mesafede bulunan Azap sırtlarına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. 16-17 Kasım günlerinde Azap sırtlarında devam eden çarpışmalarda her iki taraf da kayda değer bir sonuç elde edemeyince, Kafkas cephesindeki çarpışmalar bir süre için sona ermiştir. Çarpışmaların bu şekilde sona ermesi Ruslar tarafından memnuniyetle karşılanmış, Rus Kafkas Ordusu Başkomutanlığı’ndan, Sarıkamış Grup Komutanı General Bergmann’a, özel bir emir almadıkça taarruza teşebbüs etmemesi bildirilmiştir. Böylece savaş bir durgunluk dönemine girmiştir. Cephedeki bu hal Enver Paşa’nın bölgeye intikaline kadar devam etmiştir (Öğün, 2002: 711). 133 azından şartların bu iş için uygun olmadığını düşünmüştür. Bu durumun farkında olan Enver Paşa, Hasan İzzet Paşa’nın 210 19 Aralık 1914’te 3. Ordu 211 Komutanlığından istifa etmesi üzerine vazifeyi kendi üzerine almıştır (Birgen, 2006: 282; İnönü, 1969: 142; Çolak, 2006: 114).212 Sarıkamış Taarruzu öncesinde Osmanlı askerinin önemli bir kısmı sefil ve hasta durumdadır. Fakat 3. Ordu’yu idare edenler 9. ve 10. Kolordu’nun Sarıkamış istikametinde muhatap olacağı düşman kuvvetini küçük görmüşlerdir (ATASE, BDH, 139/638/51-5). Sarıkamış’a taarruz emri 15 Aralık’ta verilmiş ve bundan sonra birlikler kendilerini bu yönde hazırlamaya başlamışlardır. Bu amaç doğrultusunda 22 Aralık’ta 11. Kolordu Aras Nehri ile Karabıyık-Sıçankale-Gerek Dağı doğu hattı arasındaki bölgede yerleşmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 381). Galip Paşa’dan, 21 Aralık akşamına kadar Aras Nehri’nin güneyindeki birliklerini nehrin kuzeyine alması istenmiştir (ATASE, BDH, 2950/ H7/1-42). Nehrin güneyinde ise süvari tümeninin emrine verilmek üzere bir piyade alayı, bir jandarma taburu ve bir dağ bataryasını nehrin güneyinde bırakması istenmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 373). 22 Aralık 1914 sabahı Sarıkamış üzerine harekete geçirilen 9. ve 10 Kolordu,213 210 Enver Paşa’nın hocasıdır. 211 3. Ordu’nun Sarıkamış Harekâtı öncesi 75.660 muharip eri, 228 topu ve 73 makineli tüfeği vardır. Buna karşılık, Rusların 100 bin civarında muharip eri vardır. 22 Aralık 1914 sabahı 9. ve 10 Kolordu Sarıkamış üzerine taarruza geçirilmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 384, 385). 212 Enver Paşa’nın 9. Kolordu’nun başına geçerek Sarıkamış’a doğru ilerlemesi, başkomutan vekili olan Enver Paşa ile savaş esnasındaki iletişimi de olumsuz etkilemiştir (BOA, DH.ŞFR, 48/260/1). 213 Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’nın genişletilmiş harekât planına uymamıştır. Büyük bir kolordu ile mağlup ettiği iki alaydan ibaret olan Rus müfrezesini takibe devam ederek, Abdülkerim Bey komutasındaki 32. Tümen’i Kop yönüne gönderdikten sonra kendisi 30 ve 31. Tümenlerle Ardahan 134 harekâtın ilk günlerinde başarılı bir şekilde ilerleyişlerine devam etmişlerdir (BOA, DH.ŞFR, 455/80/1; Sabis, 1943:139). Enver Paşa, Sarıkamış Taarruzu esnasında, 11. Kolordu’nun kendi mevziinde kalarak düşmanın dikkatini üzerine çekmek için bütün cephede taarruz görünümü sergilemesini istemiş ve Galip Paşa’ya hareketlerinde serbest olma yetkisi vermiştir (ATASE, BDH, 2950/H7/1-41; ATASE, BDH, 139/638/051-04; Larcher, 1928: 336, 337; Sabis, 1943: 137; Güngör, 1937: 68; Baytın, 1946: 65; Öğün, 2002: 712; Kır ve Altınbilek, 1993: 373). Enver Paşa’nın amacı, 11. Kolordu’nun yerleştirildiği bölgede Rusları sabit tutarak 9. ve 10. Kolordularla Rusların yan ve gerisine geçerek, geri çekilmelerine fırsat vermeden yenilgiye uğratmak ve esir etmektir (İlter, 2007: 9).214 Galip Paşa hatıralarında, “Başkumandan vekili, benim kumanda ettiğim 11. Kolordu ile Nizamiye Süvari Fırkasını cephede bırakarak, 9 ve 10. Kolordu215 ile Oltu, Çatak ve Bardız üzerinden Sarıkamış’ın gerilerine düşmek üzere harekete geçti” (Güngör, 1937: 67) demiştir. 9. ve 10. Kolordu’nun Sarıkamış yönünde ilerlediği süreçte 11. Kolordu sınır istikametinde taarruza devam etmiştir. Hafız Hakkı Paşa’nın Ardahan’a doğru ilerlemesinden sonra 9. ve 10 Kolordular arasındaki irtibat ağır kış şartları ve mesafenin açılması nedeniyle neredeyse tamamen kesilmiştir. Bundan sonra kolordular genellikle birbirlerinden haberdar olmadan hareket etmek zorunda kalmışlardır. Böylece bir an önce Sarıkamış yönünde ilerlemek yerine küçük bir düşman kuvvetinin arkasına takılarak Sarıkamış’tan uzaklaşan Hafız Hakkı Paşa, 10. Kolordu’yu kış ortasında Allahuekber Dağları’na sürerek büyük bir kısmının donarak şehit olmasına neden olmuştur. Daha da önemlisi bu davranışıyla, zaferle sonuçlanabilecek bir harekâtın büyük bir hezimete dönüşmesine istemeden de olsa neden olmuştur. Bu tırmanış 19 saat kadar sürmüştür. Oltu Müfrezesi’nin peşine takılarak hiç gerek yokken sarp dağlara doğru sürüklenen bu kolordu, çok büyük bir zayiat vermiştir (Öğün, 2002: 717, 721). 214 Çevirme harekâtı 22 Aralık’ta başlamıştır. 9. Kolordu Bardız, 10 Kolordu Oltu yönünde ilerlemiştir. Oltu ve Bardız’a girilmiştir. Bir yandan da Kars ve Ardahan üzerine yürünmüştür (Karal, 1999: 421). 215 Hafız Hakkı Paşa’nın, harp planlarına göre 10 Kolordu’yu Allahuekber’e sürmemesi gerekmektedir. Fakat plana uymayarak bir Rus birliğini takip ederek kolorduyu karlı dağlara vurmuş ve burayı binlerce kayıpla geçmiştir. 135 bölgesinde Rusları oyalamakla meşgul olmuştur. Fakat düşmanı tamamen geri püskürtememiştir. Enver Paşa, Galip Paşa’ya Sarıkamış’tan sürekli telgraf çekmiş ve 9. ve 10. Kolordu’yu başarı içinde gösterip, 11. Kolordu’nun da ilerlemesini istemiştir. Fakat günlerdir yaptığı mücadelelerle yıpranmış olan 11. Kolordu, Sarıkamış yönünde ilerleyemediği gibi Enver Paşa’yla haberleşme bile aksayarak yapılabilmiştir (Sabis, 1943: 146-148). Sarkamış Harekâtı’nın başlangıç tarihi olan 22 Aralık 1914’te kolorduların mevcudu: 9. Kolordu: 36784, 10. Kolordu: 48943, 11. Kolordu: 27019. Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra, 18 Ocak 1915’teki sayılar: 9. Kolordu: Tamamen bitmiştir. 10. Kolordu: 2200, 11. Kolordu: 5200’dür (İlter, 2007:13, 14; Özdemir, 2003: 203).216 22 Aralık 1914’te Yukarı Söğütlü’de bulunan Galip Paşa, kendisine bağlı 18 ve 34. tümenlere taarruza başlamaları emrini vermiştir. Yapılan taarruz sonucunda, 23 Aralık’ta Rusların 11. Kolordu karşısında bulunan birliklerinin önemli bir kısmı geri çekilmiştir. Enver Paşa Galip Paşa’ya, kolordunun asıl görevine devam etmesini, geri çekilen düşmanı takip etmesini fakat kesin sonuçlu muharebeye girmemesini, düşmanın Kars doğrultusunda çekilmesini önlemesini emretmiştir (Balcı, 2007: 153; Kır ve Altınbilek, 1993: 386, 392). 24 Aralık’ta 11. Kolordu ile Rus kuvvetleri arasında çarpışmalar olmuş ve Ruslar geri çekilmişlerdir. Galip Paşa, 25 Aralık’ta kolordusunu yeniden yapılandırmış ve birlikler akşama doğru Azap Deresi batı sırtları-Kalender doğu sırtları-MollamelikMaslahat hattına kadar ilerlemişlerdir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-43; ATASE, BDH, 4896/H5/1-43a; Kır ve Altınbilek, 1993: 408-418). Galip Paşa’nın, 25 Aralık’ta saat 24.00’te 3. Ordu’ya gönderdiği rapora göre, kolordu Azap Deresi batı sırtları-Kalender 216 22 Aralık 1914’ten 18 Ocak 1915 tarihine kadar 11. Kolordu, Erzurum’dan takviye olarak asker de almıştır. 136 doğu sırtları-Mollamelik-Maslahat hattına ulaşarak düşman hakkında bilgi toplamış, 60’tan fazla esir, 400 kadar tüfek, pek çok cephane ve eşya ele geçirmiştir (ATASE, BDH, 2950/H7/1-99; ATASE, BDH, 5079/H5/1-43; Kır ve Altınbilek, 1993: 420). Bundan sonra ise kontrol ve düzeni elinde bulunduran Galip Paşa, düşmanın geri çekilişini önlemek için taarruzuna devam etmiştir (ATASE, BDH, 5079/H5/1-34; ATASE, BDH, 5079/H5/1-43a). 26 Aralık’ta 11. Kolordu bölgesinde önemli bir ilerleme olmamış, Ruslar AzapZanzak-Sanamer hattında bulunmuş ve bu hattı savunmuşlardır.217 27 Aralık’ta kolordu muharebeye devam etmiştir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-52a; Kır ve Altınbilek, 1993: 433). Son birkaç günde yapılan mücadelelerde sürekli olarak şehit ve yaralı sayısı artmıştır (ATASE, BDH, 4896/H5/1-53). 27 Aralık’ta hava çok soğuk olduğundan, elbisesi ve çadırı yeterli olmayan askerlerde ve açık havada bırakılan hayvanlarda donmalar ve ölümler artmıştır (ATASE, BDH, 5079/H5/1-52a; ATASE, BDH, 5079/H5/1-53). 28 Aralık’ta Aras’ın kuzey ve güneyinde düşman cephesinde her taraftan çekilmeler olmuştur (ATASE, BDH, 4896/H5/1-62; ATASE, BDH, 5079/H5/1-62). Buna bağlı olarak da çekilen birlikleri takip etmek gerekmiştir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-62). Bu günlerde 9. Kolordu’nun düşman karşısında durumu iyi değildir. 10. Kolordu’nun bir an önce bölgeye ulaşarak destek vermesi beklenmiş fakat 10. Kolordu’dan haber çıkmamıştır (ATASE, BDH, 2950/H7/1-111). Galip Paşa’nın verdiği rapora göre, 29 Aralık’ta düşman Azap Dağı ve Ardos batı sırtlarında bulunan mevziilerden geri atılmıştır (Kır ve Altınbilek, 1993: 464). 30 Aralık’ta 11. Kolordu’nun düşman karşısında durumu iyi olsa da 9 ve 10. 217 Erzurum valisi Hasan Tahsin merkeze çektiği telgrafta mümkün olduğu kadar hekim ve sağlık malzemesi istemiştir (BOA, DH.ŞFR, 455/80). 137 Kolordu perişan bir duruma düşmüştür. Fakat kolordular arasındaki irtibat sağlam olmadığından 11. Kolordu’nun 9 ve 10. Kolordu’nun gidişatını engelleyici bir çabası olamamıştır. Galip Paşa, 30 Aralık’ta 218 kolordunun takibinden kurtulmayı başaran düşmanı 31 Aralık’ta tekrar takibe alarak, bu takibini devam ettirmiştir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-71; Kır ve Altınbilek, 1993: 475-486). 219 Bu süreçte savaş şiddetlenmiş, çoğu yerlerde süngü harbi yapılmıştır (ATASE, BDH, 2950/H11/1-56). Savaşan birlikleri takviye edebilmek için firar etmiş askerlerin bile peşine düşülmüş ve jandarma aracılığıyla bunların getirilmesi istenmiştir (ATASE, BDH, 2950/H11/1-56a). Aralık ayının sonlarında, 9 ve 10. Kolordu Sarıkamış yönünde ilerlemiştir (Servet-i Fünun, nr. 128, 23 Kânunuevvel 1330). 10. Kolordu’nun Allahuekber Yaylası üzerinden geçen yirmi beş kilometrelik yolu geçişi tam bir perişanlık olmuştur. Kalınlığı bir metreyi bulan karda saatte bir kilometreden fazla ilerlenememiştir. Askerlerin önemli bir kısmı bu güzergâhta düşmanla savaşmadan ölmüştür. 27 Aralık’ta ancak 3 bin kişi Sarıkamış’a ulaşabilmiştir. 9. Kolordu, Sarıkamış’a gelip yorgun ve bitkin bir şekilde muharebeye başladığında 10. Kolordu hâlâ karlı dağları geçerek bölgeye ulaşmaya çalışmıştır. Bu kolordu, kırk bin mevcutla başladığı Allahuekber Dağları geçişini üç bin kişiyle tamamlayabilmiştir (Çakmak, 2011: 81; Karal, 1999: 422; Baytın, 1946: 89). Yoğun sisten dolayı birliklerin hareketinin yavaş olduğu 1 Ocak 1915’te 11. Kolordu Kötek, 28. Tümen Altınbulak, 29. Tümen Mehikert’ten Rus sınırını geçmiştir. 218 9. Kolordu’nun Sarıkamış’tan gönderdiği rapora göre karşısındaki Rus kuvveti bir alaydan daha az ve normal bir müdafaa için beklemekte ve taarruza kalkışmamaktadır (ATASE, BDH, 2950/H7/1-142). Aralık 29-30 1914 tarihlerinde Sarıkamış’ta hâlâ ciddi bir çatışma başlamamıştır (ATASE, BDH, 2950/H7/1-143). 219 Galip Paşa kolordu karargâhının 1 Ocak’tan itibaren Zanzak’ta bulunacağını bildirmiştir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-71a; ATASE, BDH, 5079/H5/1-71a). 138 Fakat bu günlerde kolordunun ordu merkezi ile iletişimi ciddi şekilde aksamıştır (ATASE, BDH, 4896/H5/1-86; İlter, 2007: 10). 2 Ocak 1915’te 11. Kolordu Ruslarla şiddetli çarpışmalara girmiş ve her iki taraf da büyük kayıplar vermiştir (The Newcastle Daily Journal, nr. 18322, 4 Ocak 1915). Özellikle 34. Tümen, düşmana Altınbulak bölgesinde ağır kayıplar verdirmiştir. 4 Ocak’ta da iki taraf arasında sert çarpışmalar olmuştur. Son birkaç günde yapılan mücadeleler o kadar kayıplar verilmiştir ki 5 Ocak 1915 tarihli rapora göre, kolordunun mevcudu bir tümenin bile altına düşmüştür. Bu azalmada özellikle erlerin köylerine dağılmaları ve Mecingert-Altınbulak-Kötek hattında verilen muharebeler etkili olmuştur. Sadece bu muharebede bile şehit ve yaralı sayısı beş yüzü geçmiştir (Özdemir, 2003: 327; Kır ve Altınbilek, 1993: 492, 499, 510; Edinburgh Evening News, 5 Ocak 1915). Kolordu gerçekten zor duruma düşmüştür. Galip Paşa, açığı gidermek için Erzurum’dan asker isteğinde bulunmuştur. Vali Tahsin Bey kolorduya üç bin civarında asker göndermiştir. Bu zor süreçte Enver Paşa gönderdiği telgraflarla Galip Paşa’nın düşman birliklerini yararak Rus topraklarındaki iki kolorduyla birleşmesini istemiştir. Galip Paşa tüm olumsuzluklara rağmen ümitli bir şekilde, düşmanı yararak 32. Tümen’le birleşmek için mücadele vermiştir (BOA, DH.ŞFR, 456/93; BOA, DH.ŞFR, 456/93). Aziz Samih İlter’in hatıralarına göre, 1915 yılının Ocak ayının ilk haftasına gelindiğinde Galip Paşa’nın düşman üzerine her gün yaptığı taarruzlar 11. Kolordu’nun sayısını azalttığından Galip Paşa sürekli olarak asker istemeye başlamıştır. Bundan dolayı birkaç gün içinde 11. Kolordu’ya katılmak üzere altı tabur asker gönderilmiştir. Sarıkamış üzerine taarruza kalkmış olan 9 ve 10. Kolordu’dan da olumsuz haberler gelmeye başlamıştır. Birçok üst düzey komutanın şehit olduğu, yaralandığı ve 139 kolorduların geri çekilmekte olduğu raporları verilmiştir (İlter, 2007: 10). 9 ve 10. Kolordu, Sarıkamış’a taarruz için vardıklarında, kış şartlarından o kadar erimişlerdir ki toplam sayıları 10 bin kişi kadar kalmıştır (Belen, 1973: 225). 3 Ocak 1915’e gelindiğinde 10. Kolordu 1200, 9. Kolordu ise 450 kişiye düşmüştür (Çakmak, 2011: 96).220 Rusları arkadan kuşatarak bitirmeyi düşünen 9. ve 10 Kolordu 10 Ocak 1915’e gelindiğinde ise yok olma seviyesine kadar gelmiştir (Bayur, 1983: 368; The Newcastle Daily Journal, 11 Ocak 1915, N. 18328).221 4 Ocak 1915’te, Osmanlı Devleti’nin bin kişilik gücüne karşılık Ruslar 30 bin kişiyle saldırıya geçmişlerdir. Bu hal karşısında, 5 Ocak’ta iki kolorduya geri çekilme emri verilmiştir. Enver Paşa, bu süreçte komutayı Hafız Hakkı Paşa’ya bırakmıştır (Birgen, 2006: 283; Karal, 1999: 422).222 Sarıkamış’tan uzaklaşarak 6-7 Ocak gecesi, 11. Kolordu karargâhında, Hedik Köyü’nde kalan Enver Paşa,223 8 Ocak’ta, birliklere 220 9. ve 10. Kolordu’nun toplam mevcudu Ocak 1915’e gelindiğinde 1000 civarına kadar düşmüştür (Bayur, 1983: 367). 3 Ocak 1915’te Hafız Hakkı Paşa, başkumandanlığa çektiği telgrafta 9. Kolordu’nun 450, 10 Kolordu’nun 1000 civarında muharip askeri kaldığını bildirmiştir (Sabis, 1943: 149). 221 Türklerin Sarıkamış’taki hezimetinden sonra Rusların Anadolu yönünde ilerleyişi başlamıştır. Bitme seviyesine kadar inen ve Erzurum’dan aldığı taze güçlerle Rusları durdurmaya çalışan Türk birlikleri ise perişan durumdadır (Western Daily Press, 6 Ocak 1915; Dundee Courier, nr. 19216, 8 Ocak 1915). 222 3. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa 5 Şubat’ta tifüsten vefat edince Mahmut Kamil Paşa 3. Ordu komutanı olmuştur ( Kır ve Altınbilek, 1993: 564). 223 Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın, Kafkas Cephesi’nde bıraktığı birliklere 8 Ocak 1915 tarihli telgrafı: Arkadaşlar bir ay oluyor ki içinizde bulunarak günlerce devam eden muharebelerde nasıl düşmana saldırdığınızı gördüm. Havanın, yerin, düşmanın gösterdiği mukavemetleri her türlü yoksulluğa bakmayarak kırdınız ve düşmanı ata toprağından sürüp götürdünüz. Düşmandan yerler aldınız. Bu uğurda sarf ettiğiniz emekler hiçbir vakit gaib olmayacaktır. Bundan dolayı sizi padişahımız başta olduğu halde bütün millet tebrik ediyor. Ben yine İstanbul’a dönüyorum. İnşaallah büyük büyük muvaffakiyetler kazanarak düşmanı bir daha baş kaldıramayacak derecede kahreder ve şehitlerimizin ruhunu şad edersiniz. Sizi Allah’ın birliğine emanet ederim. Hiçbir vakit unutmayınız ki Allah yardımcınızdır. Başkumandan Vekili Enver (ATASE, BDH, 2950/H6/1-279; ATASE, BDH, 2950/H7/1-204). 140 İstanbul’a döneceğini bildirmiştir (BOA, DH.ŞFR, 456/120; Sabis, 1943: 152). 224 9 Ocak’ta, İstanbul’a gitmek üzere Hedik’ten ayrılmıştır (Findley, 2011: 209; Kır ve Altınbilek, 1993: 525). 11. Kolordu, Enver Paşa’nın Galip Paşa ile Hadik Köyü’nde görüştüğü günlerde Mencigert civarında Rusları sınırın diğer tarafına atmış ve bundan sonra da taarruzuna devam etmiştir. 11. Kolordu, Sarıkamış Harekâtı esnasında, sınır boyunda Ruslarla mücadele etmekten bitkin düşmüş ve gerilemiştir. Galip Paşa ile Zivin Köyü’nde görüşen Enver Paşa,225 11. Kolordu’nun müdafaaya geçmiş olmasına karşı çıkmış ve taarruz emri vererek, “Eski kararı iptal edeceksiniz ve hemen bir taarruz emri yazarak bana göstereceksiniz” demiştir. Enver Paşa’nın bu emri üzerine 11. Kolordu ertesi sabah taarruza geçirilmiştir. Kolordu perişan bir hale düşünce Enver Paşa yanlış bir emir verdiğini anlayarak pişman olmuş ve bundan birkaç gün sonra da İstanbul’a gitmiştir (BOA, DH.ŞFR, 456/119; Larcher, 1928: 340; Sabis, 1943: 151, 152; Çakmak, 2011: 100; Guze, 2007: 40; Güngör, 1937: 189, 190). 3. Ordu komutanlığı 8 Ocak’ta Mecingert-Kötek hattına yerleşen kolordudan, taarruzu durdurmasını ve daha fazla mühimmat zayiatı yapmamasını istemiştir. 12 Ocak’ta da Mecingert-Zivin hattındaki durumunu koruyan kolorduda 14 Ocak’ta yılgınlık ve kaçmalar açıkça görülmeye başlamıştır (Sabis, 1943: 155; Kır ve Altınbilek, 1993: 523, 542, 544). Ordu komutanı Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’ya 13 Ocak 1915 tarihinde, cepheden çektiği telgrafta 11. Kolordu’nun düşmanla muharebeye devam ettiğini, 224 Erzurum Valisi Hasan Tahsin, 10 Ocak 1915’te İstanbul’a çektiği telgrafta, Enver Paşa’nın cepheden yeni hareket ettiğini ve Perşembe günü Trabzon’da olacağını, Rusların daha çok bozguna ve zayiata uğradığını ve şimdiki vaziyetin Ruslardan daha iyi olduğunu bildirmiştir (BOA, DH.ŞFR, 457/26). 225 Aynı günlerde 9. Kolordu’dan haber alınamamaktadır. 10. Kolordu ise Baradiz’dedir. 141 düşmanın bazı yerlerde durdurulduğunu ve askerin muharebe düzeninde olduğunu, 11. Kolordu’nun fazla kayıp vermemesi için müdafaa durumuna alınmaya çalışıldığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/23). Hafız Hakkı Paşa, 14-15 Ocak gecesi çektiği telgrafta ise 11. Kolordu’nun muharebeye devam ettiğini, bazı günler kolordudaki asker zayiatının bin kişiyi geçtiğini, tüfek mevcudu iki bine inen kolordunun Hedik-Zivin hattının batısına çekileceğini, zabit kaybının çok fazla olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/24). 16-17 Ocak gecesi çektiği telgrafta, hiç vakit kaybedilmeksizin bölgeye destek gönderilmesi gerektiğini, 11. Kolordu’nun sol tarafının dağılarak önemli sayıda askerin Ruslara esir düştüğünü, kolordunun Hedik tepelerinde tutunabildiğini bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/31). Enver Paşa’ya 18-19 Ocak gecesi çektiği telgrafta ise, 11. Kolordu’nun düşmanın taarruzuna maruz kaldığını, kolordunun düşmanı ilk etapta geri püskürtse de daha sonra geri çekilmek zorunda kaldığını, kolorduya şu ana kadar altı bin civarında asker desteği verilmesine rağmen bazı taburların sayısının on askere kadar indiğini bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/37). 18 Ocak 1915’te Rusların taarruzlarına karşı 11. Kolordu savunmada kalmıştır. Kolorduya bağlı 33. Tümen’in panik yaparak dağılmasına bağlı olarak kolordu önceki mevziilerine çekilmiştir (Sabis, 1943: 156). 19 Ocak 1915’te 11. Kolordu eski Azap hattına gelmiştir. 18 ve 34. Tümen’in çekilişi devam etmiştir (İlter, 2007: 16). 25 Ocak tarihine gelindiğinde kolordunun asker sayısı iyice azalmıştır. Kolordu komutanı Galip Paşa ise asker eksiğini Erzurum’dan telafi etmeye çalışmış (ATASE, BDH, 4200/1/3) ve büyük gayretler göstererek kolorduyu tekrar düzene sokmayı başarmıştır (ATASE, BDH, 4200/1/3-1). Galip Paşa, 13 Şubat 1915’te Erzurum’da nöbetle gelen bir hastalığa tutulmuştur. Doktorlar tifüs olmasından şüphelendiklerinden yanına kimseyi 142 sokmamışlardır. Birkaç gün sonra Galip Paşa’nın hastalığının dizanteri olduğu anlaşılmıştır. Galip Paşa iyileşerek 25 Şubat 1915’te Hasankale’ye gelmiştir. Ertesi gün Başkomutanlıktan gelen bir telgrafta, kendisine Hicaz Vali ve Komutanlığı teklif edilmiş ve o da bu görevi kabul etmiştir (İlter, 2007: 32-34). Sarıkamış Harekâtı’nda 9. ve 10. Kolordunun düşmanı arkadan çevirerek sonuç alması planlanmış ve 11. Kolordu’ya ise düşmanı oyalama vazifesi verilmiştir. Fakat 11. Kolordu’nun yalnız bırakılarak Ruslar karşısında yıpratılması, diğer kolorduların askerlerinin de kış şartlarında dağlarda bitirilmesi Rusların lehine olmuştur. 9. ve 10. Kolordu asıl taarruza kalkıştığında sayı olarak olabildiğince azalmış, 11. Kolordu’da ise Sarıkamış’a destek verecek güç kalmamıştır (Bayur, 1983: 366, 367). Galip Paşa, karşısındaki Rus kuvvetlerini tamamen kontrol altına alamadığından, karşısındaki Rus kuvvetleri Sarıkamış’a destek vermeyi başarmışlardır. Sarıkamış’a kırk kilometre kadar yaklaşan 11. Kolordu, Enver Paşa için bir ümit olmuş fakat bu kolordu, Sarıkamış Harekâtı’na beklenen desteği verememiştir (Belen, 1973: 225, 226; Baytın, 1946: 116; Özdemir, 2003: 353; Kır ve Altınbilek, 1993: 500). 9. ve 10. Kolordu’dan ümit kesildikçe Enver Paşa, 11. Kolordu’nun Sarıkamış istikametinde ilerlemesini istemiştir. Gelen emirlere rağmen 11. Kolordu, beklenen ilerlemeyi yapamamıştır (Sabis, 1943: 149, 151).226 Sarıkamış Taarruzu planına göre düşmanın Kars’a doğru çekiliyor olduğu düşünülmüş ve düşman birliklerinin Kars’la irtibat kurması önlenmek istenmişti. Hâlbuki öyle olmamış, 11. Kolordu’ya yüklenmeye devam etmişlerdir (Belen, 1973: 222). Sarıkamış Harekâtı’nın hezimetle sonuçlanmasından sonra da Galip Paşa’nın 226 Galip Paşa, Enver Paşa’nın Sarıkamış’a destek emrini, kolordunun durumunun müsait olmadığını belirterek uygun şekilde reddetmiştir (Özdemir, 2003: 326, 327). 143 emrindeki 11. Kolordu Ruslara yönelik taarruzunu kesmeden devam ettirerek, 9 ve 10. Kolordu’nun geri çekilişini kolaylaştırmış, Rusların Erzurum yönünde ilerlemesini durdurmak için büyük gayret sarf etmiştir (Larcher, 1928: 342, 343). Türk ordusu cephede ağır kış şartlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır (İkdam, nr. 6473, 13 Şubat 1330). Ağır kış şartlarının yanında askerler arasında baş gösteren salgın hastalıklar da ordunun gücünü düşürmüştür. Bitkinlik sadece Osmanlı ordusuna münhasır kalmamıştır. Rus ordusunda da tıpkı Osmanlı ordusundaki gibi hastalık ve bitkinlik görülmüştür. Çünkü kolera 227 gibi salgınlar Rus ordusunda da yayılmıştır (İkdam, nr. 6463, 3 Şubat 1330; İkdam, nr. 6465, 5 Şubat 1330). Enver Paşa, 228 sınırı aşıp Sarıkamış ve Kars’a doğru ilerlemek için orduyu harekete geçirmiştir. Fakat birliklerin eline sınırın öbür tarafını gösteren harita bile verilmemiştir (Baytın, 1946: 76). Ruslar sevkiyatını trenle yaparken, Osmanlı Devleti kışın ortasında bozuk dağ yolarlında ilkel vasıtalarla taşıma yapmıştır (BOA, DH.UMVM, 129/12).229 227 Kolera özellikle, Osmanlı ordusunun çekildiği dönemde, Türk askerleri için de problem olmaya başlamıştır. Bundan dolayı askerlerin koleraya karşı ne gibi tedbirler alması gerektiği bizzat komutanlar tarafından anlatılmıştır (ATASE, BDH, 4200/5/1). 228 Sarıkamış öncesinde Enver Paşa’nın, 3. Ordu’ya beyannamesi: “Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda paltonuzun olmadığını da gördüm. Lakin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü nan-ü nimete kavuşacaksınız. Âlem-i İslam’ın bütün ümidi sizin son bir himmetinize bakıyor” (Aksun, 2008: 212). 229 Anadolu’nun değişik yerlerinden Kafkasya hududuna doğru giden toprak yolların her mevsim işler olması gerekmiştir. Fakat savaş esnasında bu işle ilgilenen amele taburları yetersiz kalmıştır. İlan edilen cihat gereğince eli silah tutan kişilerin cepheye gitmesi gerekmiştir. Fakat silahlı asker olmaktan ziyade diğer işlerde kullanılabileceklerin yol işlerinde kullanılması istenmiştir. Ayrıca yolların geçtiği bölgelerdeki halktan da gerekli destek istenmiştir (BOA, DH.UMVM, 129/12). Başkomutan Vekili’nin emrine göre, yolların açık tutulması için gece gündüz, kar yağmur demeden çalışılmalı ve yollar daima açık bulundurulmalıdır (BOA, DH.UMVM, 72/3). Yapılacak yolların güzergahları il ve ilçeler olmak üzere nerelerden geçeceği belirlenmiştir (BOA, DH.UMVM, 72/3/5). Yapılacak yollar valiliklere paylaştırılmıştır (BOA, DH.UMVM, 72/3/2). Yapılacak yollara rehberlik yapacak yeterli sayıda fen 144 Türk ordusunun Sarıkamış Taarruzunda belirgin bir başarısı görülmezken İstanbul’daki Osmanlı basını Türk birliklerinin başarısından Rusların başarısızlığından, Kars ve Ardahan Kalelerinin Ruslardan geri alındığından bahsetmiştir (Servet-i Fünun, nr. 127, 22 Kânunuevvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 131, 25 Kânunuevvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 125, 20 Kânunuevvel 1330; İkdam, nr. 6439, 10 Kânunusani 1330; İkdam, nr. 6453, 24 Kânunusani 1330). Kafkas Cephesi’nde Osmanlı ve Rus birlikleri arasında ilk çarpışmaların başladığı günlerde Sarıkamış üzerine düzenlenecek bir taarruzda belki başarı elde edilebilirdi. Çünkü 3. Ordu’nun asker mevcudu Rus birliklerine nazaran daha fazladır ve hava şartları da daha müsaittir. Köprüköy Muharebeleri’nin başladığı günlerde taarruzdan yana olan Galip Paşa, Enver Paşa’nın Aralık ayının sonlarına doğru başlatacağı Sarıkamış Taarruzzu’na karşı çıkmıştır. Çünkü zamanla hem hava koşulları ağırlaşmış hem de Rusların asker sayısı artmıştır. Enver Paşa, 9. Kolordu’nun başına geçerek Sarıkamış yönünde harekete geçerken Galip Paşa’ya Azapköy civarındaki Rus birliklerini oyalama görevi vermiştir. 9 ve 10. Kolordu, ağır kış şartlarında Sarıkamış yönünde ilerlerken binlerce askerini karlı ve buzlu dağlarda kaybederken 11. Kolordu da Rus birlikleriyle yapığı muharebelerde tükenme seviyesine gelmiştir. Enver Paşa, Sarıkamış civarında Ruslarla çarpışmaya başladığında Galip Paşa’dan sürekli olarak memurunun olmaması ise savaş esnasında ayrı bir sorun olmuştur (BOA, DH.UMVM, 72/3/7; Sabis, 1943: 148; Bayur, 1983: 370). Erzak kollarının yetersizliği, yörenin sarp oluşu ve dağ geçitlerinin karlarla kaplı olması gibi nedenlerle harekâta katılacak olan savaşçılara cephe gerisinden yeterli miktarda yiyecek gönderilmesi mümkün görülmemiştir. Bu nedenle kuşatma kuvvetleri, yanlarında taşıyabildikleri erzakla harekâtı sürdürmek zorunda kalmıştır. Harekât başladığında birlikler, yanlarına sadece dört günlük erzak alabilmişlerdir. Bu erzak, kuru ekmek ve zeytinden ibarettir. Bundan sonraki yiyecek ihtiyaçlarını düşmandan alacakları ganimetle temin etmeyi düşünmüşlerdir (Öğün, 2002: 714). Ruslar, savaş esnasında, daha önceden Sarıkamış’a kadar döşemiş oldukları demiryolundan faydalanmışlardır (BOA, BEO, 4262/319641; Aksun, 2008: 186; Çolak, 2006: 110). 145 yardım istediyse de Ruslar karşısında kendisini toparlamakta bile zorlanan 11. Kolordu Enver Paşa’nın yardımına gidememiştir. 3.2. HİCAZ İSYANI VE GALİP PAŞA Şerif Hüseyin ve ailesi 1891 yılında İstanbul’a getirilmiş ve on yedi yıl burada kalmışlardır (Uğurlu, 2007: 125). II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’i, Şura-yı Devlet azası yaparak İstanbul’da tutmuştur (Çiçek, 2007: 18; Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 150). Fakat İttihatçıların etkisiyle Şerif Hüseyin Kasım 1908’de Mekke’ye emir olarak tayin edilmiştir (Uğurlu, 2007: 126; Tanin, nr. 108, 18 Kasım 1908; Tanin, nr. 112, 22 Kasım 1908). Kendisini yakından tanımış olan II. Abdülhamit, “Muhakkak başımıza işler açacaktır” demiştir (Birinci, 2001: 1). 230 Şerif Hüseyin, 9 Haziran 1916’da Hicaz’da başlattığı isyanla II. Abdülhamit’i haklı çıkarmıştır (BOA, HR.SYS., 2316/10). Hicaz’a Müslümanların dışındaki insanların girmesinin İslamî prensipler açısından uygun görülmediğinin bilincinde olan İngiltere, hâkimiyeti altındaki Müslümanların tepkisinden çekindiğinden, Hicaz’da doğrudan bir hâkimiyet kurmak istememiştir (Ochsenwald, 1984: 201). 231 Bunun yerine, Birinci Dünya Savaşı esnasında, bölgeden birilerini kullanarak orada amacına ulaşmayı tercih etmiştir. Bunun için de kendisini Arapların lideri gibi görme hevesinde olan ve Mc Mahon’la 14 230 II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’in Hicaz Emirliği ile yetinmeyeceğini dile getirmiştir (Rousan ve Al- Azzam, 2012: 45). 231 İngilizler, Hicaz’a saldırmayacaklarına dair Hindistan ve Sudan’da bölge halkına duyurular bile yapmışlardır (ATASE, BDH, 164/719/18). 146 Temmuz 1915 tarihinde başlattığı mektuplaşma 232 ile İngilizlerin desteğini almaya çalışan Şerif Hüseyin’i Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettirmeyi yeğlemiştir (The Yorkshie Post, nr. 28575, 4 Mart 1939). Böyle bir isyanla, bölgedeki çıkarlarını tahakkuk ettirmeyi düşünmüştü. İngilizler, Şerif Hüseyin vasıtasıyla Hicaz’ı karıştırarak, Türklerin önemli bir gücünü burada oyalayacaklardı. Böylece buradan Süveyş Kanalı’na saldırı olmayacak, Suriye ve Irak’ta daha rahat hareket edecekler ve bölgenin ileriki yıllardaki sömürüsüne ortam hazırlayacaklardı (Nuri Yeşilyurt, 2006: 99). Ayrıca Hicaz’da “Kutsal Cihad” işe yaramayacak ve Osmanlı Devleti buradan destek göremeyecekti.233 Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ve savaşı kaybedeceğinin ortaya çıkması Şerif Hüseyin’in isyan başlatmasının doğrudan sebebi olmasa da ona harekete geçme cesareti vermiştir. 234 Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında yer alarak savaşı Orta Doğu’ya kaydırması Şerif Hüseyin’e bir ikram olmuştur. Çünkü savaşa girmemiş Osmanlı Devleti’ne karşı onun isyana kalkışması ihtimali çok zayıftır. 232 Şerif Hüseyin-Mc Mahon Mektuplaşmaları: Mektuplaşma vasıtasıyla yapılan bu görüşmelerin resmî bir bağlayıcılığı olmamıştır. Şerif Hüseyin, kurmayı düşündüğü bağımsız Arap devletinin sınırlarını Adana ve Mersin’in kuzeyine kadar uzatmıştır. İngilizler bu mektupların içeriğini 1939 yılına kadar yayınlamamışlardır. 1939 yılında Araplarla İngilizler arasında Filistin meselsi görüşülürken Araplar, Mc Mahon’un Filistin’i de bağımsız Arap devletinin sınırları içinde gösterdiğini iddia edince İngilizler ilgili mektupları yayınlama gereği duymuşlardır. Böylece Arapların iddiaları da çürütülmüştür (The Evening News, nr. 19221, 14 Şubat 1939; The Yorkshire Post, nr. 28575, 4 Mart 1939; Courier And Abbertiser, nr. 26739, 15 Şubat 1939) 233 Şerif Hüseyin, isyana kalkıştığı dönemde kendisini haklı çıkarmak için yayınladığı beyannameler bir tarafa, Osmanlı’nın karşısında olan güçleri haklı gösteren bildiriler de yayınlamıştır (BOA, HR., SYS., 2427/16). 234 Galip Paşa, hatıralarında, “Osmanlı Meşrutiyet Hükümeti de birkaç tecrübesizin elinde idi. Balkan Harbi’nin orduda açtığı yaraların kanları sızıp dururken birtakım hülyalara kapılarak Cihan Harbi’ne girmek, topal eşekle kervana karışmaktan farksızdı” diyerek kendisi de bir İttihatçı olmasına rağmen İttihatçı Hükümetin Birinci Dünya Savaşı’na girişini tenkit etmiş ve onların acemiliğini dile getirmiştir (Güngör, 1937: 70). 147 O, yedi cephede birden savaşmak zorunda kalan ve askerî gücünün hesaba katılmayacak kadar küçük bir miktarını Hicaz’da bırakmış olan Osmanlı Devleti’ne karşı, İngilizlerin açıkça desteğini almasına rağmen, kesin başarı kazanamadığı gibi, zor şartlar altında savunulan Medine’yi ele geçirmeye bile muvaffak olamamıştır (BOA, HR.SYS, 2316/19). Savaşın ilk günlerinde Kutsal Cihat taraftarı görünen Şerif Hüseyin, 235 4. Ordu’ya destek vermek için asker hazırlamakta olduğu görünümünü sergilemiştir. 236 Hatta Hicaz Vali ve Kumandanı Vehip Bey’le birlikte Hicaz’ın savunması için, “Hicaz sahillerini gözetim ve emniyet altına almak, sahil güvenliği için ordugâh oluşturmak, 4. Ordu’ya destek vermek için hecinsüvar birliği oluşturmak, Asir ve Yemen’e destek vermek, Hicaz’ın güvenliği için hilafet merkezini düşündürmemek” ( ATASE, BDH, 164/719/ 5)237 kararlarını almıştır. Şerif Hüseyin’in isyan ettiği iyice anlaşılınca İstanbul yönetimi tarafından Şerif Ali Haydar 2 Temmuz 1916’da Mekke emirliğine atanmıştır (BOA, HR.SYS, 2316/5). 7 Temmuz’da İstanbul’dan yola çıkan Ali Haydar 11 Temmuz’da Şam’a varmıştır. 235 Şerif Hüseyin’e Kutsal Cihat Fetvası bildirilmiş ve bu konuda desteği ve hacılar vasıtasıyla bunun yayılması istenmiştir (ATASE, BDH, 164/719/9). 236 Vehip Bey, 21 Kasım 1914 tarihinde çektiği telgrafında Hicaz’ın muhafazası için bir alay piyade birliği ile bir batarya topçu birliğinin görevlendirildiğini ve bunun haricindeki güçlerle Kanal’a doğru hareket edeceğini bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/ 719/11). Vehip Bey, 13 Aralık 1914 tarihinde başkumandanlık vekâletine çektiği telgrafta, Kanal bölgesine gitmek üzere Arap mücahitlerinin toplanmakta olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/719/16-02). Vehip Bey, 15 Aralık 1914 tarihli telgrafında, Hicaz’da herhangi bir problem olmadığını bildirmiştir ( ATASE, BDH, 164/719/14). Vehip Bey, 31 Aralık 1914 tarihli telgrafında, Şerif’in iki oğlu komutasındaki birliklerin 4. Ordu’ya katılacağını, Hicaz’da herhangi bir problem olmadığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/ 719/38-02). Şerif Hüseyin, Kanal Seferi’ne birlik hazırladığını öne sürerek, daha sonra çıkaracağı isyanda kullanmak üzere Osmanlı yönetiminden, para ve malzeme almaya çalışmıştır (Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 153). 237 Hicaz’daki birliklerin bir kısmının Süveyş Kanalı’na yönlendirilmesi Mekke ve civarını Şerif Hüseyin’e karşı korumasız hale getirmiştir (Bayur, 1991c: 237). 148 Osmanlı yönetimi Şerif Ali Paşa’nın görev yerine bir an önce varması için ne kadar acele etse de o, Hicaz’daki isyanın oluşturduğu karışıklıktan dolayı Mekke’ye varamamıştır (BOA, HR.SYS., 2423/16). Galip Paşa’ya göre Şerif Ali Haydar’ın Hicaz’a emir tayin edilmesi geç kalmış bir adımdır ve bu yönüyle de hatalı olmuştur. Çünkü Şerif Hüseyin’le Osmanlı yönetimi arasında gerginliğin arttığı bir dönemde böyle bir hareket Şerif Hüseyin’in isyanı başlatma konusundaki harekete geçme isteğini artırmıştır (Güngör, 1937: 84). 3.2.1. Galip Paşa’nın İsyan Karşısındaki Tutumu Vehip Bey, Hicaz Vali ve Kumandanlığı’ndan alınarak Kafkas Cephesi’ne tayin edilince Başkumandanlık Vekâleti’nden Galip Paşa’ya şu telgraf gelmiştir: “Hicaz Vali ve Kumandanı Vehip Bey, Mısır Seferi’ne iştirak etmek üzere 4. Ordu’ya iltihak etmiştir. Hicaz’ın ehemmiyetine ve Emir-i Mekke’yi lüzumu vechile idare edeceğiniz hakkındaki kanaatime binaen Hicaz Vali ve Kumandanlığı’nı zât-ı âlinize tevdi’ ettirmek istiyorum. Kabul eder misiniz?” Görevi kabul eden Galip Paşa, Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa ile görüşmek üzere İstanbul’a gitmiştir. Talat Paşa, Galip Paşa’ya Şerif Hüseyin ve oğullarının hal ve tavırlarının şüpheli olduğunu, bu gaileli zamanda onların bir sene kadar çok dikkatli bir şekilde idare edilmesi gerektiğini, devletin başına bir sıkıntı açılmasına meydan verilmemesini, savaşın sekiz on ay sonra bitebileceğini söylemiştir (Güngör, 1937: 71; BOA, BEO, 4348/326026; BOA, İ.MMS, 195/39). Şerif Hüseyin’in bağlılık ve güvenirliliği 1908’de emir olarak atanırken bile şüpheli durumdadır (Yeşilyurt, 2006: 101). Hicaz’daki Türk komutanlar, Şerif Hüseyin ve oğullarının isyana kalkışması yönündeki hareketlerini fark etmiş ve merkeze 149 bildirmişlerdir (Erkal, 1978: 158, 159).238 Teşkilat-ı Mahsusa reisliği yapmış olan Eşref Kuşçubaşı, hatıralarında başlayacak olan isyanı bir buçuk yıl öncesinden haber vermeye başladıklarını fakat İttihatçı yönetimin bu raporları önemsemediğini söylemiştir (Stoddard, 1994: 122). Bölgedeki gidişatın farkında olan komutanlar, Şerif Hüseyin konusunda Cemal Paşa’yı ve 17 Mart 1914’te de Milli Savunma Bakanlığı’nı telgrafla uyarmıştır (Stoddard, 1994: 117; Erkal, 1978: 896). Almanlar da bu konuda İstanbul’u uyarmıştır. Fakat bütün bu ikazlara rağmen gerekli önlemler alınmamıştır (Stoddard, 1994: 118). Şerif Hüseyin ve oğullarının göstermelik de olsa “Kutsal Cihat” taraftarı olması, İslam âleminin olaylara bakışı açısından, önemliydi ve bunun farkında olan Cemal Paşa onları küstürmemeye gayret etmiştir (Yatak, 1991: 75). 1912 yılından itibaren Şerif Hüseyin’in sakıncalı tavırları fark edilmiş ve onun şüpheli durumunu takip etmek için de 1913’te Hicaz’a vali olarak Vehip Bey gönderilmiştir (Nizamoğlu, 2010: 145). Vehip Bey, Şerif Hüseyin’in muhalif bir hareketini gördüğünde, durumu İstanbul’a bildirecek ve hükümet de onu azledecekti (Yatak, 1991: 71). 239 1914 yılına gelindiğinde isyanla ilgili söylentiler iyice artmıştır (BOA, HR., SYS., 2316/19). Fakat o günlerde, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyan hareketlerinin, devletten ziyade bölgedeki valiye karşı olduğu söylenmiştir (BOA, HR., SYS., 107/38). Hâlbuki Hicaz Emiri’nin İngilizlerle görüştüğü ve isyana kalkışmakta 238 Tanin Gazetesi’nin 26 Temmuz 1916 tarihli ve 2738 numaralı sayısında, hükümetin baştan beri Şerif Hüseyin’in faaliyetlerinden haberi olduğu ve Şerif Hüseyin’in isyanının Arap milliyetçiliği ile alakalı olmayıp şerifin kişisel hırsından ve İngilizlerin kışkırtmasından kaynaklandığı dile getirilmiştir (Tanin, nr. 2738, 26 Temmuz 1916). 239 Şerif Hüseyin, Vehip Bey’in Hicaz’dan alınması için İstanbul’a birkaç defa telgraf çekmiştir. İttihatçıların Şerif Hüseyin’i azletmek ve Hicaz’a özel statü vermekle ilgili olarak Vehip Bey ile yaptıkları mektuplaşmalardan Şerif Hüseyin haberdar olmuştur (Yeşilyurt, 2006: 103, 104). 150 olduğu 1914 yılının başlarında, daha Birinci Dünya Savaşı’na girilmeden bilinmektedir (BOA, KMS., 18/11). Galip Paşa’nın hatıralarında anlattığına göre, Balkan Harbi’nden sonra Hicaz Vali ve Kumandanı tayin edilen Vehip Bey’e İstanbul hükümeti şu direktifi vermiştir: “Şerif Hüseyin’in Arap bağımsızlığı için emeller beslediği bizce malumdur. Kendisi emâretten azledilerek yerine şeriflerden Ali Haydar geçirilecektir. Hicaz’a varır varmaz, Şerif Hüseyin’den sâdır olacak ilk muhalif hareketi vesile edip emaretle vilâyet arasında bir ihtilaf çıkaracaksınız.” Böyle bir emri alan Vehip Bey, yaptığı araştırmalar sonucunda Şerif Hüseyin’in devlete karşı ihanet içinde olduğunu tespit etmiş ve durumu Bâb-ı Âli’ye bildirmiştir. Vehip Bey, Hicaz emirinin değiştirilmesiyle ilgili haber beklerken hükümetten kendisine, Şerif Hüseyin’i iyi bir şekilde idare etmesinin münasip olacağı bildirilmiştir. Bunun üzerine Vehip Bey, emirle ilişkilerini düzeltmek için gayret etmeye başlamıştır. Vehip Bey’in Şerif Hüseyin’le ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı günlerde Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Bu durum Vehip Bey’in Hicaz’dan alınması için iyi bir fırsat olmuştur. Vehip Bey, emri altına aldığı iki alay piyade ve birkaç batarya toptan oluşan bir birlikle Kanal Seferi’ne katılmak üzere Cemal Paşa240 komutasındaki 4. Ordu’nun emrine girmiştir (Güngör, 1937: 70, 71; BOA, HR., SYS., 107/38; BOA, HR., DUİT., 66/7).241 240 Dördüncü Ordu Komutanı ve Bahriye Nâzırı Cemal Paşa, harp esnasında Berlin’e gidince General Falkenthain onun yerine komutan olmuştur (BOA, HR.SYS, 2440/19). 241 Vehip Bey, emrindeki birlikle 28 Aralık 1914 tarihinden önce Kanal’a doğru hareket etmiştir (ATASE, BDH, 164/719/ 43-01). Başkumandanlık Vekâleti Hicaz’daki birliklerin önemli bir kısmının Kanal’a destek vermesini istemiştir (ATASE, BDH, 164/719/41-01). 151 Vehip Bey, 242 Aralık 1914’te Başkumandanlık Vekâleti’ne çektiği telgrafta, Şerif’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu, herhangi bir yanlış davranışı olduğu takdirde gerekeni yapacağını bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/719/20). Şerif’in devletin başına büyük bir sorun açacağının farkında olan Vehip Bey, hükümete “Ya Şerif Hüseyin derhal tevkif edilmeli ya da Arabistan, savaştan sonra geri dönülmek üzere tahliye edilmelidir” (Larcher, 1928: 31) teklifini yapmıştır. Şerif Hüseyin, İngilizlerle irtibat halinde olduğu ve devlete karşı isyan edebilmek için fırsat kolladığı günlerde devlete olan sadakatini göstermekten de geri kalmamıştır. Hicaz’ın güvenliği için üzerine düşen vazifeyi yapacağını göstermek için çaba sarf etmiştir (ATASE, BDH, 164/719/5; Nizamoğlu, 2010: 169). Vehip Bey’den sonra Hicaz’a vali olarak Galip Paşa gönderilmiştir (BOA, BEO, 4348/326026; BOA, İ.MMS, 195/39). 243 İsyanın olduğu dönemde Galip Paşa Hicaz valisi ve komutanıdır (Bayur, 1991c: 275).244 Hicaz’daki görevine başlayabilmek için Medine’ye kadar trenle gitmiş olan Galip Paşa buradan itibaren Mekke’ye kadar sürecek olan yolculuğuna, emrinde bir alay asker olmak üzere, Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Ali ile birlikte 25 Mayıs 1915’te çıkmıştır. Galip Paşa, daha Medine’den iki kilometre kadar uzaklaşmıştı ki önden giden 242 Vehip Bey sadece Şerif Hüseyin’i takip etmekle kalmamış İngilizlerin çevredeki faaliyetleri hakkında da merkezi haberdar etmiştir. Savaş esnasında yapmış olduğu istihbarat faaliyetleri sayesinde Mısır’daki İngiliz askerî birliklerin durumu, Süveyş’teki askerî güç, Aden’deki gelişmeler hakkında merkezi bilgilendirmiş; Sudan’a istihbarat işleri için adamlar yollamış, ayrıca, Somali’de İngiltere aleyhine hareket olması için bölgeye özel bir heyet göndermiştir (ATASE, BDH, 159/705/31-03; BOA, HR.SYS, 2349/18; ATASE, BDH, 164/719/18; ATASE, BDH, 164/719/12). 243 Vehip Bey’den sonra Galip Paşa’nın bölgeye gelmesi Şerif Hüseyin’in cesaretini tekrar artırmıştır (Özmert, 1929: 24). 244 Galip Paşa’nın, Mekke’deki memurlara Şerif Hüseyin’in emrine uymalarını aksi halde görevlerine son verileceğini duyurması Emir’in elini daha da güçlendirmiştir (Özmert, 1929: 24). 152 askerlerin çöl Arapları tarafından pusuya düşürüldüğünü haber almıştır. 245 Âsiler, bir teğmenle iki askeri şehit etmişlerdir. Öncü taburun kumandanı Binbaşı Derviş Bey derhal âsilere karşı taarruza geçerek onları bölgeden uzaklaştırmıştır. Çarpışmanın olduğu yere gelen Galip Paşa burada Şerif Ali’yi büyük bir telaş içinde bulmuştur. Bu olayın Ali tarafından tertip edildiğini anlamış olan Galip Paşa ona bunu hissettirmemeye çalışmış ve askerî birliğin ilerlemesini emretmiştir. Fakat çarpışmalar bir süre daha devam etmiş ve âsilerden birkaç kişi öldürülmüştür (Güngör, 1937: 72, 73). Şerif Ali askerlerle âsiler arasındaki çatışmalardan sonra telaşlı bir şekilde Galip Paşa ve Basri Paşa’nın yanına gelmiş ve bu iki Osmanlı subayını bir çalının dibine çekmiştir. Sırtındaki beyaz maşlahı yere sererek, “Siz lütfen burada biraz bekleyin; şimdi bu hainleri defetmek üzere adam gönderiyorum. Bakalım maksatları nedir, bir anlayalım” demiştir. Bu arada âsilerin yanına da bir adam göndermiştir. Yıllarca Yemen’de âsilerle çarpışmış ve çöl insanının ne tür hileler yaptığını çok iyi bilen Galip Paşa, Basri Paşa’yı da yanına alarak derhal oturdukları çalının dibinden uzaklaşmıştır. Aradan çok zaman geçmeden o çalının üzerine kurşun yağmaya başlamıştır. Galip Paşa hatıralarında bu durumla ilgili olarak, “Şimdi memuriyetimin mahiyetini daha iyi anlamaya başlamıştım. Nereye gittiğimi, kimlerle mücadele edeceğimi anlıyordum. Fakat üzerime aldığım vazifeyi sonuna kadar yapmak mecburiyetindeydim. Yolumuza devam ettik” demiştir (Güngör, 1937: 72, 73). O günlerde Hicaz’da Galip Paşa’nın maiyetinde bir memur olan ve gelişmelerin çoğunu takip etme imkânı bulmuş olan Tevfik Özmert hatıralarında, Galip Paşa’ya 245 Şerif Ali’nin Medine-Mekke arasında, urbanı askere karşı hücum ettireceği Galip Paşa’ya bildirilmiştir. Galip Paşa bu ihbara pek inanmak istememiş ve yola çıkmıştır. Fakat saldırı ihbarcıların bildirdiği mevkie gelindiğinde olmuştur. Galip Paşa da ihbarın doğru çıktığını yaşayarak görmüştür (Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 155). 153 Medine ile Mekke arasında yapılmış bu saldırının Şerif Hüseyin’in yaptığı bir planlama sonucunda, onun gözünü korkutmak amacıyla olduğunu dile getirmiştir (Özmert, 1929: 23). Galip Paşa, hatıralarında ifade etmemiş olsa da emrinde yeteri kadar asker olduğu halde, asilere gerekli karşılığı vermediği gibi bir de onlara üç yüz altın “müruriye” denen geçiş ücreti ödemiştir. Böylece daha ilk karşılaşmasında bedevileri yüreklendirmiş ve onlardan çekindiğini göstermiştir (Özmert, 1929: 23, 24; Bayur, 1991c: 240). Galip Paşa, Mekke’ye ulaştıktan sonra da Şerif Hüseyin ve oğullarının şüpheli davranışlarına yakinen şahit olmuştur. Kabile şeyhlerinin Mekke’ye gidip gelmeleri ve Şerif Hüseyin’le görüşmeleri artmış, her yaz Taif’e gitmeyi gelenek haline getirmiş olan Şerif Hüseyin, 1916 yazında Mekke’de kalmayı tercih etmiştir. Bunlardan daha ilginci ise Şerif Hüseyin’in Mekke ahalisine ve civar kabilelere kendisine sadakat yemini ettirmiş olmasıdır. Galip Paşa, bu gelişmeleri bizzat gördüğü gibi, Taif’te bulunduğu günlerde, Mekke’de vekil olarak bırakmış olduğu Binbaşı Ziya Bey’in gönderdiği raporlarla da sürekli uyarılmıştır (Özmert, 1929: 24-26). Galip Paşa’ya başka kişilerden de ihbarlar gelmiştir. Fakat o bunların aslının olmadığını, birilerinin bölgede fitne çıkarmaya çalıştığını söyleyerek kendisine yardımcı olmaya çalışanları da pasif hale getirmiştir. Valinin bu tür tavırları diğer devlet adamlarını da şaşkına çevirmiş ve isyan için hazırlanmakta olan Şerif Hüseyin’e karşı açık bir tavır belirlenemez olmuştur. Galip Paşa, aslında, isyana karşı yeterli bir önlem almadığı gibi alınmış olanları da bertaraf etmiştir. Mesela Yüzbaşı Feridun Bey, yaklaşmakta olan isyanı gördüğünden Mekke’deki kaleyi buna göre hazırlamıştır. Fakat Şerif Hüseyin’in sızlanması üzerine Galip Paşa kaledeki hazırlıkları iptal ettirdiği gibi 154 Feridun Bey’i de cezalandırmıştır. Böylece Şerif’i daha serbest hale getirmiştir (Özmert, 1929: 24-26). Şerif Hüseyin ve oğulları Osmanlı yönetiminin isyan hazırlıklarından haberdar olduğunun farkına varmışlardır. Galip Paşa, böbreklerinin rahatsızlığından dolayı dinlenmekte olduğu bir gün Şerif Abdullah’a246 “Emaretçe alınan vaziyetin devletçe hoş görülmediğini” söyleyince o da “Paşa hazretleri, her şeyden haberimiz vardır. Fahri Paşa, Mekke’ye gelince, kapınız önünde bizi ipe çektirecektir. Şam’daki idamlardan sonra sıra bizde, sanki bilmiyor muyuz?” demiştir (Güngör, 1937: 85). Galip Paşa’nın Taif’e çekilmesinden birkaç ay önce Şerif Hüseyin, Ocak 1916 tarihinde Enver Paşa’ya çektiği telgrafta, “Eğer benim burada rahat oturmamı istiyorsanız Tebük’ten Mekke’ye kadar uzanan Hicaz ülkesinde benim idarî muhtariyetimi kabul ediniz ve emareti babadan büyük oğula geçmek üzere ömrüm boyunca bana veriniz. Bundan başka bu sırada muhakeme edilmekte olan suçlu Arap büyüklerinin suçlarını bağışlayarak Suriye ve Irak için bir genel af ilan ediniz” demiştir. Enver Paşa’ya çekilmiş olan bu telgrafı Cemal Paşa da görmüştür (Bayur, 1991c: 248). Böyle bir telgraftan sonra Osmanlı yönetiminin yaklaşmakta olan isyandan habersiz olduğu söylenemez. Fakat Şerif Hüseyin’in tavrını açıkça ortaya koymuş olmasına rağmen Galip Paşa Mart 1916 tarihinde, hasta olduğunu ileri sürerek, Mekke’yi bırakarak Taif’e yazlığa gitmiştir (BOA, DH.İ-UM, E.14/ 66). Böylece Şerif Hüseyin’i Mekke’de serbest bıraktığı gibi “Şerif Hüseyin aleyhinde bulunacak memurların vazifelerine son verileceğini” bildirerek memurları ürkütmüş ve onları Şerif Hüseyin’e boyun eğmeye sevk etmiştir (Bayur, 1991c: 240). 246 Şerif Abdullah, Meclis-i Mebusan’da Mekke-i Mükerreme mebusluğu yapmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 46) 155 Şerif Hüseyin’in rahat rahat isyan hazırlıklarını yaptığı süreçte, Galip Paşa, Mekke’yi âdeta onun lehine boş bırakarak devlet erkânıyla birlikte Taif’te durmuştur. Galip Paşa’nın isyanın belirtilerini açıkça gördükten sonra devlet erkânını da yanına alarak Taif’e çekilmesi çevresindeki devlet adamlarını da şaşkına çevirmiştir (Özmert, 1929: 25). Şerif Hüseyin’in durumu kendisine bildirilse de o pek aldırmamıştır (Bayur, 1991c: 266-267). Mesela, Rabiğ Şeyhi Hüseyin Mübeyrek, Galip Paşa’ya, Cidde Mutasarrıfı İbrahim Paşa ile gönderdiği mektupta, İngilizlerle ittifak eden Şerif Hüseyin’in 5 Haziran 1916’da Mekke, Cidde ve Taif’te ayaklanacağını hatta kendisinin de isyana katılamaya davet edildiğini bildirmiştir. Galip Paşa hatıralarında bu duruma değindiği gibi, Şeyh Mübeyrek’in hükümete sadık bir adam olduğunu ve onun verdiği haberlere itamat edilebileceğini de belirtmiş ve “İsyanın başlayacağına dair, elimizde bu kadar sarih bir vesika gelmemişti” (Güngör, 1937: 89; Erkal, 1978: 160, 161) demiştir. İsyanın birçok belirtisini gördüğü halde Galip Paşa’nın gerekli önlemleri almayışı sanki bir an önce Mekke ve civarını teslim etme yönünde olmuştur (Kıcıman, 1976: 91, 92).247 Galip Paşa vefat etmeden birkaç yıl önce Selahattin Güngör’le yaptığı röportajda kişiliğini çok iyi bildiği Şerif Hüseyin’le görüşürken ona, güya ağzından kaçırmışçasına, savaştan sonra Osmanlı Devleti’nin Hicaz’a özel bir statü vereceğini söylediğini dile getirmiştir. Galip Paşa böylece Şerif Hüseyin’e savaştan sonra Hicaz’da kurulacak yarı bağımsız bir devletin başkanlığını müjdelemiştir (Güngör, 1937: 76). Tutum ve davranışlarıyla Şerif Hüseyin’e verdiği müjdenin ağızdan kaçırılan bir laf olmadığını gösteren Galip Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na 247 Mekke’de Türklerin tam bir baskına uğrayarak Şerif’in güçlerine teslim olmasını General Bremond da şaşkınlıkla karşılamış ve “Bu gerçekten inanılmayacak bir şeydi çünkü harplerin hazırlıkları gizli kalamazdı” demiştir (Bayur, 1991c: 270). Mekke’den 100 subay, 2500 er, 150 memur, 20 top, 15 mitralyöz teslim alınmıştır. Alınan esirler İngilizlere teslim edilerek Mısır’a gönderilmiştir (Bayur, 1991c: 270). 156 girer girmez Yemen, Asir ve Hicaz’daki bütün kuvvetlerini çekerek Suriye Cephesi’nde toplamamış olması on binlerce Türk askerinin boşu boşuna kırılmasına sebep olmuştur (Güngör, 1937: 90). Galip Paşa, isyanın tüm emareleri belirdiği halde Mekke’de gerekli askerî önlemleri almamış hatta Mekke’den bir taburu 14 Mayıs 1916’da alıp Cidde’ye göndermiştir (Uğurlu, 2007: 143). İsyanın başlamasına bir hafta kala, isyana karşı tertibat almış olan Mekke’deki Alay Komutanı Hüseyin Hüsnü’yü buradan alarak Cidde’ye göndermiş ve dolayısıyla da isyana karşı alınmış olan askerî tertibat akim kalmıştır (Uğurlu, 2007: 144). O günlerde Mekke’deki 130. Alay’ın 2. Tabur’unun komutanı olan Yüzbaşı Mümtaz hatıralarında “Hicaz’da vuku bulan bir ihtilal ve fenalığa karşı hiçbir tertibat alınmamıştı ve Hicaz Emiri hakkında tahkikat yapmak ve urban ile temasta bulunmak yasaklanmıştı” (Erkal, 1978: 164) demiştir. 3.2.2. Şerif Hüseyin Güçlerinin Taif’i Kuşatması Şerif Abdullah, Taif’e gitmek için etrafına adam toplarken, onlara bölgedeki Bukum kabilesini cezalandıracağını söylemiştir (Kral Abdullah, 2006: 104). Böylece Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmak istemeyen kişileri248 etrafına topladığı gibi yapacağı harekâtın da gizli kalmasını sağlamıştır. Abdullah, yapacağı kuşatmadan iki gün önce ise kölesi vasıtasıyla Galip Paşa’yı haberdar etmiştir. Fakat Galip Paşa bunun da bir dedikodudan ibaret olduğunu söyleyerek görevlendirdiği münadiler vasıtasıyla halka, bu tür haberlerin asılsız olduğunu duyurmuştur (Özmert, 1929: 28). 248 Bedevilerin bir kısmı, Taif kuşatması başlayınca gerçeği öğrenerek Abdullah’ın etrafından ayrılmaya başlamışlardır (Özmert, 1929: 39). 157 Taif’in kuşatılmasına birkaç gün kala halk, yaşanacaklardan haberleri olduğunu gösterircesine, şehri terk etmeye başlamıştır. Kuşatmaya bir gün kala ise Şerif Abdullah Taif’e gelerek hasta yatmakta olan Galip Paşa’yı ziyaret etme bahanesiyle şehirdeki durumu yerinde görmüştür (Bayur, 1991c: 271). Galip Paşa, ziyaretine gelmiş olan Abdullah’la görüşürken, bir Kur’an-ı Kerim’i eline almış ve “Bunu tanıdınız mı?” diye sormuştur. O da “Evet tanıdım, Allah’ın kitabı. Babama onu ben hediye etmiştim. O da zât-ı âlinize hediye etmiş” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Galip Paşa’nın “Müslüman olduğumdan şüpheniz var mı?” sorusuna Şerif Abdullah, “Estağfurullah! Dış görünüşünüze bakılırsa siz çok iyi bir Müslümansınız, ama içinizi Allah’tan başkası bilemez” cevabını vermiştir. Galip Paşa’nın, “Vallahi ben sizinle birlikteyim, size düşman değilim. Nedir bu söylentilerin aslı?” sorusuna Şerif Abdullah, “Ayaklanma söylentilerini mi kastediyorsunuz?” sorusuyla karşılık vermiştir. Galip Paşa’nın “Evet” cevabı üzerine Şerif Abdullah, bu söylentilerin aslının olmadığını anlatmıştır (Kral Abdullah, 2006: 106, 107). Galip Paşa, Şerif Abdullah’la yaptığı bu görüşmeden sonra, başlayacak olan isyanın tüm emareleri belirdiği halde, şehre ve çevreye, Şerif Abdullah’ın Bukum Kabilesi’ni cezalandırmak için harekete geçtiğini duyurmuştur (Bayur, 1991c: 271). Şerif Abdullah, Galip Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra isyan hazırlıklarını hızlandırmış ve Mekke ile Taif arasındaki telgraf hattını kestirmiştir. İki şehir arasında telgraf iletişiminin kesildiğini anlayan Galip Paşa o gece Şerif Abdullah’a şu notu göndermiştir: Şerif Abdullah Bey Hazretlerine, Sizin ziyaretinizden sonra Mekke ile Taif arasındaki telgraf hatları kesildi. Hatları tamir etmeleri için gönderdiğimiz görevliler de dönmedi. Telgraf hatlarına saldıranların, görevlileri hapsettikleri söylentileri dolaşıyor. Bu 158 yüzden hemen Taif’e dönmenizi rica ediyorum. Bukum kabilesinin yola getirilmesi konusu, içinde bulunduğumuz şartlar bakımından hiçbir önem taşımamaktadır. Şerif Abdullah, Galip Paşa’nın bu notuna verdiği cevapta, telgraf hatlarından haberi olmadığını ve kısa sürede Taif’e döneceğini belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006: 108). 10 Haziran 1916 sabahı Mekke’de isyankârlar hükümet binasına ve kışlalara ateş etmeye başlamışlar, 12 Haziran’da hükümet konağını ele geçirmişler ve vali vekili Binbaşı Ziya Bey ile yanındakileri esir almışlardır. 4 Temmuz 1916 Ciyad Kalesi’ni, 9 Temmuz 1916’da ise Ceruk Kalesi’ni ele geçirmişlerdir (Bayur, 1991c: 269). Bu kalelerin düşmesinde, İngilizlerin Sait Ali Paşa komutasında, Mısırlı Müslüman askerlerden oluşturarak Şerif Hüseyin’in yardımına gönderdikleri iki topçu bataryası etkili olmuştur. Mekke düşünce âsilerin eline 100 subay, 2500 er, 150 sivil memur,249 20 top, 15 makineli tüfek geçmiştir (Uğurlu, 2007: 147). İsyanın başladığı dönemde Cidde’de 700 civarında Osmanlı askeri vardır. 250 İsyandan evvel, sahilden herhangi bir saldırıya uğrayacağı düşünülerek mevcut imkânlar dâhilinde şehrin savunması için önlemler alınmış; buraya, merkezden askeri destek gönderilmiştir (ATASE, BDH, 159/705/17; Erkal, 1978: 215). Hatta düşmandan gelecek herhangi bir saldırıya karşı bedeviler bile destek sözü alınmıştır (ATASE, BDH, 164/719/50-01). Fakat İngiliz gemileri sahile rahat bir şekilde yanaşabildiğinden Cidde, 249 Şerif Hüseyin Türklerden aldığı tutsakları İngilizlere teslim etmiştir (Bayur, 1991c: 270). 250 Vehip Bey’in 10 Ocak 1915 tarihinde İstanbul’a çektiği telgrafa göre Hicaz’daki Türk kuvvetlerinin durumu: 129. Alay’ın 3. Taburu ile 2. Cebel Taburu’nun 1. Bataryası Cidde’de, 129. Alay’ın 1. taburu Mekke’de ve 130. Alay’ın 2. Taburu Taif’tedir. Bunlardan başka Cidde ve Mekke’de birer batarya kadar ağır topçu vardır. Mevcud-ı umumiyeleri 64 zabit, 1499 nefer, 56 hayvandan ibarettir. Hicaz’ın herhangi bir noktasında düşmanın ihracı teşebbüsatı orada terk edilen kuvvete iştirak edecek aşair-i urbanın muavenet-i müesseresi tamamen temin edilmiştir (ATASE, 164/719/ 50-51). 159 sahil yönünden pek güvende değildir (ATASE, BDH, 159/705/31). Başında Muhsin İbn-i Mansur’un bulunduğu dört bin kişiden müteşekkil oymaklar topluluğunun karadan, İngilizlerin denizden kuşatmaları sonucunda 16 Haziran 1916’da Cidde düşmüştür (BOA, Hr.SYS., 2422/61; Tanin, nr. 2738, 26 Temmuz 1916; The Devon And Exeter Gazette, nr. 21793, 23 Haziran 1916; Aberdeen Daily Journal, nr. 19179, 23 Haziran 1916; Fromkin, 2004: 179; Bayur, 1991c: 270; Uğurlu, 2007: 147). Böylece Şerif Hüseyin’e gelecek İngiliz yardımlarının önü açılmıştır (Larcher, 1928: 36). Buranın savunması yedi gün sürmüş ve İngilizlerin ise denizden yaptığı destek olmadıkça asiler başarıya ulaşamamıştır (Erkal, 1978: 216). Şerif Abdullah, Taif’e Bukum Kabilesini cezalandırmak bahanesi ile yaklaşmış, başında bulunduğu âsilerle 11 Haziran 1916’da saldırmaya başlamış ve şehri 12 Haziran’da kuşatmıştır. Taif’teki kışla ve hanelere karşı yapılan taarruz Osmanlı askerlerini zor durumda bırakmıştır (BOA, HR., SYS., 2316/19; Erkal, 1978: 231; Bayur, 1991c: 271, 273). Galip Paşa’ya göre Taif abluka altına alındığında eldeki imkânlar şu şekildedir: 950 tüfek, 5 cebel topu vardır. Tüfekler ve toplar çok kullanışlı değildir ve cephanenin beşte ikisi kullanılamayacak haldedir (Güngör, 1937: 93).251 9 Haziran’da Mekke-TaifCidde arasındaki telgraf hatları da kesilmiştir. Buna rağmen, Galip Paşa’nın isyanın başlayacağını bile bile bulunduğu mahalde bile köklü tedbirler almaması düşündürücüdür. 252 Taif’e yapılacak saldırıya sadece iki gün kala tedbir olarak 22. 251 3 Haziran’da Taif’te 54 subay, 39 astsubay, 932 muharip er, 918 silahsız er vardır (Erkal, 1978: 231). Taif savunması esnasında Osmanlı askerinin her birine verecek kadar tüfek olmamıştır (Özmert, 1929: 40). Şerif Abdullah ise Taif’i beş bin kişiyle kuşatma altına almıştır (Erkal, 1978: 232). 252 Galip Paşa’nın böyle davranmasında İttihatçıların, savaştan sonra dönmek üzere Hicaz’ı tahliye ederek, oradan alınacak askerleri hem isyan esnasında olabilecek saldırılardan korumak hem de başka cephelerde kullanmak fikri etkili olmuş olabilir (Ali Fuad, 1336: 45, 46). 160 Tümen Komutanlığı’na vermiş olduğu emirde, halk arasında son günlerde yaratılan heyecan ve coşkunluğun yağma ve talan fikriyle harekete geçerek Arapların kışlalara ve hükümet binalarıyla askerî birliklere ve hatta özel binalara saldırılarda bulunabilecekleri ihtimalini bildirmiştir. Böyle bir duruma karşı gerek tümen gerekse jandarma komutanlıklarıyla bütün askerî kurumlarda lüzumlu tedbirlerin alınmasını bir ayaklanma halinde komutan, subay ve erlerin sonuna dek askerî şereflerini korumalarını emretmiştir. Ayrıca düşmanın saldıracağını düşündüğü noktalara yönelik tedbirler alınmasını istemiştir. Mekke’de hükümet merkezlerinin ele geçirilmesi üzerine ise 11 Haziran’da Taif’teki tedbirleri artırmıştır (Erkal, 1978: 233, 234, 235). 12 Haziran 1916 tarihinde Taif’te yaşanan çarpışmalarda erlerden beş şehit, bir subay olmak üzere on dört yaralı verilmiş, âsilerden ise sekiz kişi öldürülmüştür. Bu ilk günkü muharebeden sonra Galip Paşa ile Tümen Komutanı Vekili, subay ve erlere mevzilere sokulmak isteyen düşmanın süngü ile karşılanmasını, askerlerin siperlerden ayağa kalkmamasını, gözetlemeye önem verilmesini, cephanede tasarrufa dikkat edilmesini bildirmişlerdir. 12 Haziran’da elde edilen başarıdan dolayı Galip Paşa, askerleri şu şekilde takdir etmiştir: “Bu sabah başlayan muharebe sırasında gerek nizamiye gerek jandarma subay ve erlerinin gösterdikleri metanet ve fedakârlıktan memnunum. Bundan böyle de kendilerinin aynı yüksek hasletleri koruyacaklarına eminim. Din ve devlet uğrunda fedakârlıkla hizmet edenlerin taltifleri tabiidir” (Erkal, 1978: 236, 237) Galip Paşa, kuşatmaya birkaç gün kala tedbir almaya başlamıştır. Yaşamakta olduğu Taif’e253 yapılan saldırı âdeta bir baskın halinde gelmiştir. Bu durum hakkındaki 253 Galip Paşa, Mithat Paşa’nın öldürülmüş olduğu Taif Kalesi’nin üst kısmını yıktırmış, diğer iki katını tamir ettirmiş ve buranın tamir edilen damının üzerine iki adet cebel topu yerleştirip âsilere bunlarla ateş ettirmiştir (Güngör, 1937: 103). 161 görüşlerini Asir Mutasarrıf ve Komutanı bulunan Muhittin Paşa’ya 25 Temmuz 1916’da yazmış olduğu bir mektubunda şu şekilde dile getirmiştir: “Emir’in İslam olması dolayısıyla bu derece fezahat edeceğini sanmazdım. Gerçekten olaydan bir iki gün öncesine dek gösterdiği münafık tavırlarına rağmen, artık Hicaz’da büyük güçlükler çıkaracağını zan ve tahmin ediyordum. Binaenaleyh pek de gafil olmamakla beraber adice bir oldubitti karşısında bulundum.” (Erkal, 1978: 235). Taif’in Şerif Abdullah’ın emrindeki güçlerin ilk saldırısına uğramasının ardından, 12 Haziran 1916 tarihinde, Galip Paşa beyanname yayımlamıştır. Beyannamede Osmanlı yöneticilerinin ve askerlerinin buraya, halife tarafından, kutsal beldeleri korumak için gönderildiğini, kendilerine İngilizlerle ittifak halinde olan gafil ve cahil kişilerin isyan ettiğini, devlete ittat edilmesi gerektiğini belirtmiştir (Özmert, 1929: 31). Galip Paşa birinci beyannameyi yayımlamasının üzerinden iki gün geçtikten sonra, 14 Haziran 1916 tarihinde, ikinci beyannameyi yayımlamıştır. Bu beyannamenin ilk cümlelerinde, Şerif Hüseyin’den ve oğlu Abdullah’tan böyle bir isyan beklemediğini çünkü yeminler ederek devlete olan sadakatlerini dile getirdiklerini belirtmiş ve Şerif Hüseyin’in Mekke’de bir gün Cuma namazı kılarken kendisine söylemiş olduğu şu sözü aktarmıştır: “Birçokları benim İngiliz taraftarı olduğumu zan ediyorlar. İşte ben makamı hilafet-i uzmaya sadık olduğuma ve seni babam ve evladım gibi sevdiğime Beytüllahü’l-Haram’ı işhad ederim. Eğer bir fikr-i hiyanet besliyorsam Bari’nin (Allah) lanetine müstahak olayım” (Bayur, 1991c: 276). Galip Paşa ikinci beyannamesinde Şerif Hüseyin ve oğullarının bedevileri Osmanlı yönetimine isyan ettirmekle İngilizlere hizmet ettiklerini, Müslüman kanının akıtılması vebaline girdiklerini, daha önceden vermiş oldukları sözlerde durmadıklarını, 162 yıllarca Osmanlı Devleti’nin nimetlerinden faydalanmış kimselerin bu şekilde davranmasının nankörlük olduğunu belirtmiştir. Galip Paşa bu beyannamesinde Şerif Hüseyin’in devlet tarafından emirlikten azledildiğini dile getirdikten sonra bundan sonra onun emirlerine uymanın doğru olmayacağını, bu şekilde isyan çıkarmanın dinî bakımdan doğru olmadığını dile getirerek âsilerin bir an önce bu işten vazgeçmelerini istemiştir. Şerif Hüseyin’i halkın gözünden düşürmek için onun Mısır’da önemli miktarda mülkü ve parası olduğundan bahsetmiş; oradaki zenginliklerinin elinden alınmaması için İngilizlerle işbirliği yaptığını ve Kanal civarında savaşan 4. Ordu’ya asker göndermediğini öne sürmüştür. Ayrıca Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’nden aldığı silahlara İngilizlere hizmet ettiğini söylemiştir (Bayur, 1991c: 276, 277). Galip Paşa ikinci beyannamesinin sonunda yöneticilere itaat etmenin Allah’ın bir emri olduğunu, bu kutsal beldelerde kan dökmenin caiz olmadığını belirttikten sonra halkı bölgedeki Osmanlı yönetimine itaat etmeye davet etmiştir (Özmert, 1929: 34-36). Galip Paşa, 16 Haziran 1916 tarihinde ise yayımladığı beyannameye civardaki etkili topluluk ve kabilelere seslenerek başlamıştır. Galip Paşa bu beyannamesinin ilk cümlelerinde seslenmiş olduğu kabilelere Osmanlı Devleti’nin üç yüz yıldan beri bölgeye verdiği hizmetleri saymış, Şerif Hüseyin’in başlattığı bu isyanın bölgede Osmanlı yönetimine son vermeye yönelik olduğunu ve dolayısıyla da böyle bir isyanın kabilelerin çıkarlarına aykırı olacağını hatırlatmıştır. Böyle bir hatırlatmadan sonra ise Şerif Hüseyin’e uyanları şu şekilde tehdit etmiştir (Özmert, 1929: 34-36): Bunun için Emir’in isyanına iştirak ve ona yardım etmemekle mükellef olduğunuzdan sizleri ikaz etmeyi kendime vecibe addeylerim. Avn ve İnayet-i Bari ile hükümet kavî ve muktedirdir. Pek yakında buraya bu günkü askerî kuvvetlerin yüz mislini gönderebilir. Sonra temerrütlerinde ısrar edenlerin akıbetleri vahim olur. Siz hıyanete iğfal ve tahvif edildiğinizden 163 sizi ikaz etmek bir vazife-i vicdaniyedir. Binaenaleyh müntekim-i cebbar olan Allah’tan hazer ediniz. Büyük günün dehşetinden korkunuz. Allah’tan korkan dünya ve ahiret saadetlerine mazhar olur (Özmert, 1929: 34-36). Galip Paşa bu şekilde tehdit edici söylemlerinden sonra olaylardan Şerif Hüseyin’i sorumlu tutmuş ve bölge halkından ona uymamalarını istemiştir (Özmert, 1929: 34-36). Yayımladığı beyannamelerle bölge halkını isyandan caydırmayı amaçlayan Galip Paşa, bu konuda çok gecikmişti. Üç buçuk ay kadar sürmüş olan Taif Müdafaası iki safhada gerçekleşmiştir. 12 Haziran 1916 tarihinden 16 Temmuz 1916 tarihine kadar süren birinci safha, ufak çarpışmalarla geçmiştir. Şehir kuşatma tecrübe ve bilgisi zayıf, etkili toplardan yoksun âsiler, çepeçevre kuşattıkları Taif’i teslim olmaya zorlamışlardır. Bu süreçte Türk birlikleri yaptıkları planlı çıkışlarla ve topçu atışlarıyla âsilere büyük kayıplar verdirmişlerdir. Mekke ve Cidde’yi Türklerden almayı başaran âsiler, buralardaki güçlerini de sürekli olarak Taif kuşatmasına yönlendirerek çarpışmalardaki asker eksikliğini telafi etmeye çalışmışlardır (Kral Abdullah, 2006: 108, 111). Galip Paşa, Taif Müdafaası’nın birinci safhasında komutanları sürekli uyararak gerekli tedbirleri aldırmış, muhtemel baskın ihtimallerine karşı, geceleri nöbet tutan askerlerin sayısını artırmış, yetersiz miktarda olan cephanenin israf edilmemesi için tembihlerde bulunmuş, 15 Haziran 1916’da Taif’te sıkıyönetim ilan ederek halkın elindeki bütün silahları toplattırmıştır (Erkal, 1978: 232-239). Taif Müdafaası’nın ikinci safhası 16 Temmuz 1916 tarihinden 22 Eylül 1916 tarihine kadar devam etmiştir. Bu safha birincisinden farklı olmuştur. Çünkü âsiler İngilizlerden ve ele geçirdikleri şehirlerden edindikleri ağır silahlarla ve bol miktardaki cephaneyle daha avantajlı duruma gelmişken Osmanlı birliğinin asker sayısı, cephanesi ve erzakı günden güne azalmış ve bitme seviyesine gelmiştir. Her tarafı kuşatılmış olan 164 Taif’in dışarıyla irtibatı kesilmiştir. Şartların gittikçe zorlaştığının farkında olan Galip Paşa, Medine’den yardım gelme ihtimali olduğunu dile getirerek askerlere moral vermeye çalışmıştır (Erkal, 1978: 242-252). Galip Paşa’nın hatıralarında dile getirdiğine göre Taif kuşatması esnasında dışarıdan yiyecek, giyecek, silah, cephane ve para alma imkânı olmamıştır. Eldeki mevcutlar günden güne tükenmiş ve askerler ayakta kalabilmek için tüm ilkel imkânları kullanmıştır. Her türlü sebze tüketildiği gibi dağlardaki yabanî otlardan bile faydalanma yoluna gidilmiştir. Askere verilen erzak dörtte bire kadar düşürüldüğü gibi taşıma işlerinde kullanılan katırlar bile yenmiştir. Bu arada Galip Paşa, sürekli olarak Medine’den, Fahrettin Paşa’dan254 yardım beklemiştir (Güngör, 1937: 104, 105). Galip Paşa üç buçuk ay süren Taif kuşatmasında Türk askerinin durumunu ise şöyle dile getirmiştir: “Türk neferi, üç buçuk ay süren bu savaş devresinde, sabır ve tahammül kelimelerinin çerçevesine sığmayan hareketler göstermiştir” (Güngör, 1937: 107). 255 Tümen Komutan Vekili ise Taif’teki durumu şu şekilde dile getirmiştir: Kendi kuvvetinden başka, hava, su, güneş, iklim ve halkın durumu özetle her şey düşman idi. Taif’te silah patladığı gün, ancak dokuz günlük erzak vardı. Günlük ekmek istihkakı, muharebenin sonlarına doğru bir avuç hurmaya kadar düşmüştü. Artık askerlik izzeti nefsi için dövüşüyorduk. Kurtuluş yolu kalmamıştı. Bir çıkış hareketi yapmak amaçsız olduğu kadar tehlikeli ve muharebe gücünü azaltacaktı. Savunmada kalmak ve fırsat elverdikçe ufak tefek karşı taarruzlarla düşmanı tedirgin etmek ve artık muharebenin akışını Allah’a bırakmak gerekiyordu (Erkal, 1978: 238). 254 12. Kolordu komutanı Mirliva Fahrettin Paşa Hicaz Kuvve-i Seferiyesi kumandanlığına 2 Temmuz 1916’da tayin edilmiştir (BOA, BEO, 4422/331617). 255 Taif’in teslim olmasının en önemli sebeplerinden birisi erzak kıtlığı olmuştur (Özmert, 1929: 41). 165 Abdullah’ın emrindeki güçlerin saldırıları ilk zamanlarda pek zayıf olsa da zamanla elde ettikleri toplarla çok daha etkin atışlar yapmışlardır (Liverpool Daily Post, 24 Temmuz 1916; Birmingham Daily Post, 24 Temmuz 1916). Bu saldırılar sonucunda Taif’teki birçok bina yıkılmış ve şehir yaşanamaz hale gelmiştir. Galip Paşa, dışarıdan yardım gelmediğini, içerideki imkânların bittiğini, askerin mevcut haliyle dayanamaz hale geldiğini görünce Şerif Abdullah’la görüşmek üzere adam göndermiş ve Taif’in teslimi için görüşmeleri başlatmıştır (Erkal, 1978: 251).256 Şerif Abdullah’ın hatıralarında belirttiğine göre, Taif’in teslimi görüşülmeden önce, Galip Paşa ile Abdullah arasında birkaç mektuplaşma olmuştur. Galip Paşa, Abdullah’a gönderdiği ilk mektupta, Türk güçlerinin, bütün silahlarıyla birlikte, kendilerine katılmak isteyen aileleri de yanlarına alarak Medine-i Münevvere’ye gitmelerine izin verilmesini teklif etmiş ve gelecek cevaba göre kendisine gerekli nakil araçları ve deve sayısı hakkında bilgi vereceğini belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006: 113). Şerif Abdullah, Galip Paşa’ya mektupta ileri sürülmüş olan teklifi yapmaya yetkili olmadığını, Medine yolunun böyle bir yolculuğa müsait olmadığını bildirmiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, Şerif Abdullah’a gönderdiği mektupta, elinde bol miktarda mühimmat ve erzak olmasına rağmen kan dökülmesini istemediğini ve Taif’in teslimi için gerekli görüşmeleri yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006: 113). Şerif Abdullah’ın mektupta yapılan teklifi kabul etmesi üzerine Galip Paşa, teslim şartlarını görüşmek üzere heyet göndermiştir. Şerif Abdullah’la üç kişiden müteşekkil Osmanlı heyeti 257 arasında yapılan görüşmeler sonucunda teslim şartları 256 Bu görüşmeler çeşitli aralıklarla on gün kadar sürmüştür (Özmert, 1929: 41). 257 Süleyman Bey, Nazım Bey, Miralay Haydar Bey. 166 görüşülmüştür. Ertesi gün Taif Kalesi’ndeki Osmanlı bayrağı resmî bir törenle indirilerek yerine Arap bayrağı çekilmiştir (Kral Abdullah, 2006: 114). Bu teslim kararını alan Galip Paşa, 22. Tümen Komutanı Vekiline gönderdiği emrinde, erzaksızlığın askerlerin muharebe gücünü düşürdüğünden savaşa son verilmesinin zorunlu olduğunu ve herkesin hayat, namus, can ve mal güvenliğinin sağlanmış olduğunu bildirmiştir. Gerekli teslimat işleri tamamlandıktan sonra Galip Paşa Şerif Abdullah’la birlikte önce Mekke’ye gitmiştir (Özmert, 1929: 42). Daha sonra emrindeki askerlerle Cidde’ye, buradan da İngilizler tarafından Mısır’daki esir kamplarına götürülmüşlerdir (Erkal, 1978: 252).258 Taif’in 23 Eylül 1916 tarihinde teslim alınmasından sonra Abdullah’ın 259 İngilizlere verdiği raporda Taif’in anlaşma yapılarak ele geçirildiği, buradan 10 top, 1700 tüfek, 800’ü aşkın patlayıcı madde, bol miktarda top mühimmatı, 82 subay, 1282 er, 72 memurun teslim alındığını bildirilmiştir (The Daily Mail, nr. 9669, 27 Eylül 1916; Western Mail, nr. 14774, 26 Eylül 1916; Nizamoğlu, 2013: 24). Ayrıca esirler arasında son Hicaz Vali ve Kumandanı Galip Paşa’nın da olduğu belirtilmiştir (Derby Daily Telegraph, 27 Eylül 1916; Hull Daily Mail, 27 Eylül 1916). Şerif Abdullah’ın emrindeki askerler, gece teslim alınmış olan Taif’e sabah vakti girmişler, halk ise bu durumu şaşkınlıkla karşılamıştır (Newcastle Daily Journal, nr. 22254, 28 Eylül 1916; Özmert, 1929: 42). Şerif Hüseyin’in İngilizlerin teşviki ve desteğiyle etrafına topladığı birkaç bin bedeviyle başlattığı isyan Taif’in düşmesiyle büyük oranda başarıya ulaşmıştır (BOA, HR.SYS., 2424/14; BOA, HR.SYS., 2316/7; BOA, HR.SYS., 2451/61; ATASE, BDH, 258 Taif muharebeleri sırasında 138 şehit, 238 yaralı, 62 kaçak ve 16 kayıp olmuştur (Erkal, 1978: 251). 259 Şerif Hüseyin’in âsi güçleri üç oğlu tarafından idare edilmiştir. Faysal, Medine civarını; Abdullah, Taif civarını, Ali ise Cidde civarını idare etmiştir (Liverpool Post, nr. 19056, 27 Haziran 1916). 167 164/719/12; BOA, HR.SYS., 2424/21; BOA, HR.SYS., 2422/61; Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 153; Bayur, 1991c: 294, 295; Hülagü, 1995: 151; Fromkin, 2004: 181, 182). 260 Bu isyan topyekûn bir Arap-Türk mücadelesinden ziyade Şerif Hüseyin ve oğullarının etrafına para karşılığında topladığı birkaç bin bedeviyle Hicaz’daki Türk birliklerinin arasında gerçekleşen mücadelelerle sınırlı kalmıştır. Çünkü bölgedeki Arapların geneli Şerif Hüseyin’in başlattığı bu isyanı desteklememiş hatta kınamıştır (BOA, HR.SYS, 2440/19; BOA, HR.SYS., 2316/10; BOA, HR., SYS., 2349/18; BOA, HR.SYS., 2418/82; Tanin, nr. 2738, 26 Temmuz 1916; Arı, 2008: 136; Larcher, 1928: 31; Fromkin, 2004: 179). Şerif Hüseyin, uzun süre planlamasını yaparak başlatmış olduğu bu isyana İslam âleminin pek sıcak bakmadığının farkında olduğundan, kendisini haklı çıkarmak, Arapların iyiliği için harekete geçtiğini göstermek, yaptığı işin isabetli olduğunu ispatlamak için beyannameler yayınlamış ve olayların sorumluluğunu İttihatçılara atmaya çalışmıştır (BOA, HR., SYS., 2316/12; Newcastle Daily Journal, nr. 22226, 26 Ağustos1916). Galip Paşa, isyanın açık bir şekilde ortaya çıkan tüm belirtilerini görmezden ve duymazdan gelerek gerekli önlemleri almamıştır. Böyle bir hali Galip Paşa’nın liyakatsizliğine, dirayetsizliğine veya korkaklığına vermek isabetli olmaz. Çünkü yıllarca Yemen’deki ve Makedonya’daki isyanlara karşı başarılı bir şekilde mücadele vermiş, jandarma komutanlığı ve Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapmış, Birinci Balkan Harbi’nde ve Kafkas Cephesi’nde kendisine bağlı birlikleri en iyi şekilde idare etmiş bir kişinin yönetim bölgesindeki olayların farkına varamaması, birkaç bin bedevinin hareketinden haberinin olmaması ya da onlardan çekinmesi düşünülemez. Dolayısıyla Hicaz’daki isyanın başarıya ulaşması Galip Paşa’nın acziyetine verilemez. 260 Aynı tarihlerde Medine’de Fahrettin Paşa’nın mücadelesi devam ettiğinden, Şerif Hüseyin’in başlattığı isyanın Taif’in düşmesi sonucunda tam bir başarıya ulaştığını söyleyemiyoruz. 168 Galip Paşa’ya Hicaz’a vali olması telgraf vasıtasıyla teklif edilmiş ve o da böyle bir teklifi kabul etmekte teraddüt göstermemiştir. Hicaz’da yapacak olduğu vazifenin özelliklerini öğrenmek için İstanbul’a giderek Talat Paşa ile görüşmüştür. Bu görüşmeyi hatıralarında birkaç cümleyle geçiştirmiş ve teferruata girmemiştir. Ağır kış şartlarında birkaç cümlelik bir bilgilendirme için İstanbul’a kadar gitmeye gerek olmaz ve telgrafla da bilgilendirme yapılabilirdi. Böyle bir durumda aklımıza, Galip Paşa’nın Hicaz’da izlemiş olduğu duyarsız ve pasif politikanın Talat Paşa tarafından belirlendiği gelmektedir. Galip Paşa’nın hükümetin verdiği direktifler doğrultusunda Şerif Hüseyin’e Hicaz’da özerk bir devlet vaat etmesi ve buna bağlı olarak da kendisinden savaş esnasında geniş çaplı isyan beklememesi ihtimal dâhilindedir. Buna göre de Galip Paşa’nın Şerif Hüseyin’i hain ilan etmesinin sebebi, Şerif Hüseyin’in kendisine vaat edilen bölgeyle yetinmeyerek isyana kalkışması ve kendisi için çizilen sınırların dışına müdahale etmesidir. 169 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE VE SONRASINDA GALĠP PAġA Galip Paşa,261 Taif’in düşmesinden sonra İngilizler tarafından esir olarak Mısır’a götürülmüş 262 ve Kahire’de üç yıl esaret hayatı yaşamıştır (BOA, HR.SYS, 2427/7). Enver Paşa, Mısır’da esir bulunduğu günlerde onu, İngiliz esirlerinden Royal Navol Reserve’e mensup Geoffrey Fitzgerald’a karşılık oradan kurtarmak istemiş ve gerekli yazışmaları da yapmıştır (BOA, HR.SYS, 2226/25). Galip Paşa, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra esir değişimiyle ilgili yapılan anlaşmalar sonucunda 18 Ekim 1919 tarihinde İstanbul’a gelmiştir (BOA, İ.DUİT, 163/35).263 4.1. GALĠP PAġA’NIN DĠVAN-I HARB-Ġ ÖRFĠDE YARGILANMASI 4.1.1. Damat Ferit PaĢa’ya Suikast TeĢebbüsü Davası Galip Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu günlerde bir kısım milliyetçiler, Damat Ferit Paşa’nın Milli Mücadele karşıtı tutum ve davranışlarını durdurabilmenin kesin çözümünün suikasttan geçtiğini düşünerek hareket geçmiştir. Planlanan bu suikast 261 Galip Paşa, esaret günlerinde mirliva rütbesindedir (BOA, İ.DUİT, 163/35). 262 Harp esirleri Mondros Mütarekesi’nin 22. Maddesi’nde görüşülmüştür (Ural, 2006: 188). 263 Mısır’da esir tutulan subaylar, kötü şartlar altında yaşamışlardır. Bu durumdan haberdar olan Osmanlı yönetimi İngiliz yönetimini bu konuda uyarmış ve gerekli düzenlemeler yapılmadığı takdirde Osmanlı ülkesinde esir bulunan İngiliz subaylarına da benzer muamelelerin yapılacağını bildirmiştir. Hatta İngiliz yönetimine kırk gün zaman bile tanınmıştır (BOA, HR.SYS, 2201/10). İngilizler, Hicaz’dan esir aldıkları subay ve memurların ailelerini de Mısır’a götürmüşler ve bunu esir eşlerinin ve çocuklarının sefalet içinde yaşamaması için yaptıklarını söylemişlerdir. Fakat esir kamplarına yerleştirilen kadınlar ve çocuklar esir akrabalarıyla görüştürülmemiş ve perişanlık içinde bırakılan kadınlara ve çocuklara iyi davranılmamıştır (BOA, HR.SYS, 2207/35/6; BOA, HR.SYS, 2207/35). Osmanlı yönetimi İngilizleri bu konuda da uyarmış ve gerekli adımların atılmasını istemiştir (BOA, HR.SYS, 2207/35). 170 girişimi üç kişiyi hedef almıştır: Damat Ferit Paşa, Eski Maarif ve Dâhiliye Nâzırı Ali Kemal ve Adliye Nezâreti Müsteşarı Sait Molla (Alemdar, nr. 529-2829, 2 Haziran 1336; Akandere, 2009: 75). O dönemde İstanbul’da bulunan Galip Paşa da İsmail Hakkı Bey’in264 talebi üzerine, Damat Ferit Paşa’ya suikast planlayan bu gruba parasal olarak destek vermiştir. Fakat suikast planlayan grup başarılı olamamış ve Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin çalışmaları sonucunda yakalanarak Divan-ı Harb-i Örfî’ye 265 sevk edilmişlerdir. 266 Binbaşı Seyfettin Bey, Mim Mim Grubu’ndan aldığı istihbarat sonucunda Galip Paşa’ya bu suikast meselesinden dolayı tutuklanabileceğini ve tedbirli olmasını bildirmiştir. Fakat yeterince tedbirli davranmayan Galip Paşa, birkaç gün sonra tutuklanmıştır (Güngör, 1937: 108). Damat Ferit Paşa, 1 Ekim 1919’da ayrıldığı sadaret görevine, 5 Nisan 1920’de 264 Yüzbaşı İsmail Hakkı, Karakol Cemiyeti’nin Topkapı Şubesinin elemanıdır (Akandere, 2009: 80). 265 İdare-i Örfiye Mahkemeleri 1876 yılında yürürlüğe girmiş olan Kanun-ı Esasi’ye dayalı olarak 1877 yılında bir kararname ile kurulmuştur. 1 Eylül 1910 tarihinde bu kararnameye geçici bir zeyl konulmuş, 11 Mayıs 1914’te ise Divan-ı Harb-i Örfice verilen hükümlerin temyiz edilemeyeceği kabul edilmiştir. 1 Ekim 1919’da, İdare-i Örfiye Kararnamesi’ne müzeyyel bir kararname daha eklenmiştir. Bu kararname İdare-i Örfinin ilan edildiği yerlerde Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nin kurulacağını, üyelerinin kimlerden oluşacağını, bu mahkemelerin yargılama şartlarını ve buralardan çıkacak idam hükümlerinin padişahın onayından sonra uygulanacağını tespit etmiştir. Ayrıca 27 Eylül 1919 tarihli nizamname ile mahkeme başkanı ve üyelerinin maaş miktarları tespit edilmiştir. 6 Mayıs 1920 tarihli kararname ile Divan-ı Harb-i Örfilerin teşkilatı ve vazifeleri bir kez daha belirlenmiştir. Divan-ı Harb-i Örfilerin yapısında 1920’li yıllara gelindiğinde bile hâlâ tam bir oturma olmamıştır (BOA, MV, 220/235; Düstur, t. 1, C. 4, s. 71; Düstur, t. 2, C. 2, s. 668; Düstur, t. 2, C. 6, s. 658; Takvim-i Vekayi, nr. 3635, 23 Eylül 1335; Takvim-i Vekayi nr. 3837, 26 Nisan 1336). 266 Alemdar Gazetesi, 14 Haziran 1920 tarihli nüshasında suikast faillerinin yakalandığını bildirdiği gibi olayın Ankara’daki yönetimle ilgili olduğunu duyurmuş ve Milli Mücadele yöneticilerine hakaretler etmiştir. Ayrıca yapılan araştırma sonucunda Milli Mücadeleyi destekleyen Karakol Cemiyeti’nin de açığa çıkarıldığını, suikast teşebbüsünün Ankara’da planlandığını, Bursa’da teşkilatlandığını ve İstanbul’da uygulanmak istendiğini duyurmuştur. Aynı gazete, Kuva-yı Milliyeden “kuva-yı gayri milliye” olarak bahsetmiştir (Alemdar, nr. 528-2828, 1 Haziran 1336; Alemdar, nr. 529-2829, 2 Haziran 1336). 171 dördüncü defa atanmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 3820, 6 Nisan 1336; Akandere, 2009: 345; The Courier, nr. 20857, 6 Nisan 1920). Damat Ferit Paşa, dördüncü sadrazamlığı döneminde, I. Divan-ı Harb-i Örfî’nin başına Nemrut Mustafa Paşa’yı getirmiş (Takvim-i Vekayi, nr. 3829, 12 Nisan 1336)267 ve Kuva-yı Milliye’nin lider kadrosu hakkında yargılama sürecini bu mahkeme aracılığıyla başlattırmıştır (Akandere, 2009: 343). Mustafa Kemal Paşa ve daha pek çok sayıda Milli Mücadele önde gelenini Divanı Harb-i Örfi idama mahkûm etmiştir (Akandere, 2009: 343).268 Damat Ferit Paşa’ya karşı tertiplenen suikast girişimiyle ilgili davaya da bu mahkeme bakmıştır (Vakit, nr. 908, 3 Haziran 1920). Davalar birkaç gün içinde sonuçlandırılmış ve Galip Paşa’nın hapse mahkûm edildiği davada 16 kişiye idam cezası verilmiştir (Akandere, 2009: 73, 74; Takvim-i Vekayi, nr. 3878, 13 Haziran 1336). 4.1.2. Yıldız Yağması Davası Damat Ferit Paşa’ya suikast teşebbüsüyle ilgili davadan kısa bir süre sonra ise, 267 Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığından dolayı bu mahkemeye Nemrut Mustafa Paşa Divanı denmiştir. 268 Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından Milli Mücadeleciler İttihatçı olarak itham edilmiş, 4 Ağustos 1920’de yapılan resmî duyurularla Milli Mücadele önde gelenleri menfaatperestlikle nitelendirilmiş, Sivas Kongresi’nden itibaren İstanbul’la ilişiğin kesilmesi vatan hainliği olarak vasıflandırılmış, onların milliyetçiliğinin sahte olduğunu belirtilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 3824, 11 Nisan 1336; Takvim-i Vekayi, nr. 3921, 4 Ağustos 1336). Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşünceleri doğrultusunda çalışan Dürrizade ise Kuva-yı Milliyecileri âsi, fitneci, gaspçı gibi nitelendirmelerle anlattıktan sonra öldürülmelerinin câiz olduğu, onlara karşı savaşırken ölen askerin ise şehit olacağı yönünde fetva vermiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 3824, 11 Nisan 1336). Milli Mücadele yöneticileri ise Damat Ferit Paşa Hükümeti’ni tanımadıklarını ilan etmişlerdir (Edinburgh Evening News, nr. 14676, 13 Nisan 1920). Damat Ferit Paşa da TBMM tarafından vatandaşlıktan çıkarılmış ve vatan haini kabul edilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, C. 1, İ. 18). 172 “Yıldız Yağması Davası” olarak bilinen soruşturmanın başlaması269 üzerine Galip Paşa, zanlı olarak Birinci Divan-ı Harb-i Örfiye sevk edilmiştir. 31 Mart İsyanı’nın Hareket Ordusu tarafından bastırıldığı süreçte, Galip Paşa’nın Yıldız Sarayı’nı emrindeki jandarma ve polislerle kuşatma altına aldığı, oranın iç ve dış güvenliğinden sorumlu olduğu günlerde saraydan değerli eşyalar, atlar, evraklar, altınlar, mücevherler ve paralar Hareket Ordusu’yla İstanbul’a gelenler tarafından yağma edilmiştir. Sarayın güvenliğinden sorumlu olan Galip Paşa, bu duruma seyrici kalmış ve vazifesini yapmamıştır (Alemdar, nr. 741-3041, 9 Ocak 1921; İkdam, nr. 8466, 1 Teşrinievvel 1920; Apak, 1988: 41; Dabağyan, 2006: 241; Tansu, 2011: 87; Güngör, 1937: 112).270 İkdam Gazetesi’nin 17 Nisan 1919 tarihli nüshasındaki habere göre, kendisi de saraydan muhtelif kadın takıları almıştır (İkdam, nr. 7969, 17 Nisan 1919; Nizamoğlu, 2010: 378).271 Mahmut Şevket Paşa’dan Enver Paşa’ya,272 Şevket Turgut Paşa’da Hasan İzzet Paşa’ya kadar birçok subay ve devlet adamı “Yıldız Yağması” olarak meşhur olan bu 269 Harbiye Nâzırı Şâkir Paşa’nın 25 Nisan 1919’da Vakit Gazetesi’ndeki beyanatına göre Yıldız Yağması’yla ilgili tahkikat, II. Abdülhamit’e ait olan ve içinde bir miyon lira değerinde mücevher bulunan kayıp çantayla ilgili olarak 1919 yılında başlamıştır. Davayla ilgilili gerekli deliller ve ifadeler yeterli görülmediğinden yargılamanın başlaması ertelenmiştir (Vakit nr. 536, 25 Nisan 1919). Meclis-i Mebusan’ın 1 Mayıs 1909 tarihli oturumunda Yıldız Sarayı’ndaki evrak, eşya ve diğer değerli malzemenin kontrolü ve kayıt altına alınması için ne şekilde hareket edileceği görüşülürken Antalya Mebusu Ebuzziya Tevfik Bey, saraydaki bütün malzemenin padişahlara ait olduğunu, tahttan indirilenin yerine yenisi geçtiğine göre saraydaki mazlemelerin de yeni padişaha devredilmesi gerektiğini dile getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 63). 270 Aralık 1909 tarihinde Yıldız Sarayı’ndaki değerli evrakların kontrolü için görevlendirilmiş olan müfettiş, sarayın değişik odalarında değerli evrakların o yana bu yana rastgele atılmış halde bulunduğunu rapor etmiştir (BOA, BEO, 3684/276237). II. Abdülhamid “Yıldız Yağması” için “Senelerce biriktirdiğim, dişimden tırnağımdan artırdığım altınların, bunca takvillerin ne olduğu belli olmadı” demiştir (Tansu, 2011: 33). 271 Saraydaki değerli mücevherlerden Mahmut Şevket Paşa, Hüseyin Hüsnü Paşa, Ener Paşa gibi Hareket Ordusu’nun önde gelen komutanları da almıştır (İkdam, nr. 7969, 17 Nisan 1919). 272 Mahmut Şevket Paşa vefat etmiş olduğundan, Enver Paşa da yurtdışında bulunduğundan gıyaben yargılanmıştır. 173 meseleden dolayı Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki Birinci Divan-ı Harb-i Örfî’ye sevk edilmiştir. O günlerde sarayın kuşatma ve güvenliğinden sorumlu olmasından dolayı Galip Paşa da zanlılar listesine alınmış ve yargılanmıştır (Alemdar, nr. 741-3041, 9 Ocak 1921). Yargılama sürecinde Bekir Ağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan zanlıların mallarına da haciz konulmuştur (Vakit, nr. 952, 1 Ağustos 1920; Bal, 2003: 80; Tansu, 2011: 226).273 7 Eylül 1920 tarihinde sonuçlananan ve zanlıların geneline birkaç aydan on yıla kadar değişik cezaların verildiği Yıldız Yağması Davası’nda Galip Paşa da bir daha devlet hizmetine alınmamak üzere on yıl hapis cezasına çarptırılmıştır (İkdam, nr. 8466, 1 Teşrinievvel 1920; Akşam, nr. 725, 30 Eylül 1920).274 Galip Paşa, Selahattin Güngör’le yapmış olduğu röportajda Yıldız Sarayı’nın ne şekilde yağma edildiğine, o süreçte kendisinin neden sorumluluklarını yerine getirmediğine değinmek yerine başkalarını suçlamayı tercih etmiştir. Saraydan alınanların hazineye devredildiğini söylerken talan edilenlerden bahsetmemiştir. Birinci Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak cezalandırılmalarının asıl sebebini ise kendilerinden II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin intikamınının alınmak istenmesi olarak göstermiştir (Güngör, 1937: 108). 31 Mart Olayı’nın şahitlerinden General Mustafa Turan’a göre Enver Paşa, Yıldız Sarayı’nı Bulgar çetelerine yağmalatmıştır. O günlerde sarayda harem ağası olan Nadir Ağa da Hareket Ordusu mensuplarının 273 Bekir Ağa Bölüğü: 1908 yılından itibaren siyasî mahkûmların tutulduğu bir hapishane olarak kullanılan binanın adıdır. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki kampüsünün içinde bulunan binaya, hapishane olarak kullanılmaya başlandıktan sonra, 1908’den önceki yıllarda tevkifhane memurluğu yapmış olan Bekir Ağa’nın adı verilmiştir. Mütareke yıllarında tutuklanan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenleri genel itibariyle burada hapsedilmiştir (Pakalın, 1993: 195). 274 “Yıldız Yağması Davası”ndan yargılandığı dönemde Galip Paşa’nın adresi ve durumu şu şekilde verilmiştir: Teşvikiye’de Hacı Emin Efendi Sokağı’nda 5 Numaralı hanede oturan, 52 yaşında, Trabzonlu, açıkta, Osman Oğlu Galip Paşa (İkdam, nr. 8466, 1 Ekim 1920). Yıldız Yağması mahkûmları Bekir Ağa Bölüğü’ne gönderilmiştir (Bal, 2003: 80). 174 saraydaki hazinelerin yerlerini öğrenebilmek için kendilerine değişik işkenceler yaptıklarını General Mustafa Turan’a anlatmıştır (Turan, 2003: 87).275 Damat Ferit Paşa’dan sonra sadrazam olan Ahmet Tevfik Paşa (BOA, İ.DUİT, 9/120) zamanında Divan-ı Harb-i Örfi’nin yargılama ekibi değiştirildiği gibi 276 Divan-ı Temyiz-i Askeri’nin yapısında da değişikliler yapılarak 23 Nisan’dan itibaren Divan-ı Harb-i Örfi’nin verdiği kararların temyiz edilmesi hakkında kararname çıkarılmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 3996, 1 Ekim 1920).277 Divan-ı Temyiz-i Askerî derhal harekete geçerek ilk dava olarak “Yıldız Yağması Davası”nı görüşerek karara bağlamıştır. Bu davadan tutuklu bulunan Galip Paşa, Şevket Turgut Paşa, Hasan İzzet Paşa ve diğerlerinin tahliyesine karar verilmiştir (Alemdar, nr. 741-3041, 9 Ocak 1921).278 Bir müddet sonra Galip Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan bir davet alarak Anadolu’ya geçmiştir” (Güngör, 1937: 108, 109). 4.2. MĠLLĠ MÜCADELEDE GALĠP PAġA’NIN KONYA VALĠLĠĞĠ Ahmet Tevfik Paşa’nın sadrazam olduğu dönemde mahkûmiyetten kurtulduktan 275 Nadir Ağa, saraydan ayrıldıktan sonra, General Mustafa Turan’ın komşularından birisi olmuştur (Turan, 2003: 87). 276 Birinci Divan-ı Harbi’nin başkanlığına, 27 Ekim 1920 tarihinde, Hurşit Paşa getirilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 3995, 31 Taşrinievvel 1336) 277 Ahmet Tevfik Paşa hükümetinin çıkardığı kararname: Madde 1) 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren 1 Numaralı Divân-ı Harb-i Örfî’den mücâzât-ı terhibiyeyi müstelzem olanlar re’sen ve mücâzât-ı tediyeyi müstelzem bulunanlar dahî iş bu kanunun tarih-i neşrinden itibaren on beş gün zarfında mahkûm-ı aleyhimin talebi üzerine temyîzen tedkîk olunur. Madde 2) Dîvân-ı Harb-i Örfî reisi re’sen tâbi-i temyîz olan evrâkı iş bu kanunun tarih-i neşrinden ve eshabının talebine müteallik olanları da talep tarihinden itibaren üç gün zarfında ale’l-usûl hey’et-i temyîziyeye tevdî’e mecburdur (Takvim-i Vekayi, nr. 3696, 1 Teşrinisani 1336). 278 Milli Mücadeleciler, Galip Paşa’nın İstanbul’daki hapishaneden kurtulması için çalışmalar yapmışlardır (ATASE, İSH, 571/9AA). 175 sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edilen Galip Paşa, İstanbul’dan bir İtalyan vapuruyla çıkarak İnebolu’da, Anadolu toprağına ayak basmıştır. Ankara’ya vardığında Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilen Galip Paşa’ya askerî ve mülkî vazifelerden hangisini istediği sorulmuştur. O ise nezaketi gereği, kayıtsız şartsız Mustfa Kemal Paşa’nın emirlerini yerine getirmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine, iki gün sonra, 12 Ocak 1921 tarihinde, on bin kuruş maaşla Konya valiliğine tayin olunmuştur (BCA, 500/71-15/ 30.18.1.1/2.27.6; Güngör, 1937: 109, 110).279 18 Ocak 1921 Salı günü Konya’ya gelen Galip Paşa’yı, istasyonda öğrenciler, vilayet erkânı, askeriye, mülkiye ve adliye mensupları ile çok kalabalık bir halk topluluğu karşılamıştır (Avanas, 1998: 196). 4.2.1. Galip PaĢa’nın Milli Mücadeledeki Faaliyetleri Galip Paşa’nın Konya’ya vali tayin edildiği günlerde Birinci İnönü Muharebeleri yeni bitmiş ve Türk birlikleri muhtemel bir Yunan taarruzuna karşı tekrar hazırlanmaya başlamıştır. Galip Paşa başladığı yeni görevinde zaman kaybetmeden Milli Mücadele’ye destek vermek için harekete geçmiş ve Batı Cephesi’ne gönüllülerden oluşturduğu bir alay asker göndermiştir. Bu alay İkinci İnönü Muharebeleri’nin ilk günlerinde yaptığı başarılı mücadelelerde kendisi çok sayıda şehit verdiği gibi Yunanlılara da önemli sayıda kayıplar verdirmiştir. Alayın bu mücadelesi Türk Ordusu’nun İkinci İnönü Muharebeleri’nin ilk günlerinde işini kolaylaştırmıştır (Müderrisoğlu, 1981: 298, 299). 279 Galip Paşa’nın Konya Valisi tayin edilmesiyle ilgili kararname şu şekildedir: Konya Vilâyet Valiliğine on bin guruş maaşla Hicaz Vali ve Kumandan-ı Sâbıkı Ferik Galib Paşa tayin olunmuştur. 12 Ocak 1921. (BCA, S. 500, D. 71-15, F.30.18.1.1, YN. 2.27.6). 176 Eskişehir-Kütahya Muharebeleri’nde Türk Ordusu’nun Yunanlılar karşısında yaşadığı hezimet sonucunda ordunun daha fazla desteklenmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak Tekâlif-i Milliye Emirleri 280 kabul edilip de valiliklere duyurulduğunda, kanun gereğince Konya’daki Tekâlif-i Milliye Komisyonu Başkanı olan Vali Galip Paşa, bu kanunla istenenleri bir beyanname ile halka duyurmuştur. Karara uymayanların da Hıyanet-i Vataniye Kanununa göre cezalandırılacağını bildirmiştir (Avanas, 1998: 244, 245). Konya halkı Eskişehir-Kütahya Muharebeleri’ne kadar cepheyi gönüllü bir şekilde destekledikleri gibi Sakarya Muharebeleri esnasında da desteğini devam ettirmiştir. Galip Paşa, Konya Valiliği’nden ayrıldıktan sonra Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ne verdiği röportajda Konya halkının orduya yaptığı desteklerden çok memnun kaldığını dile getirmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440, 24 Şubat 1922).281 Sakarya Zaferi’nden sonra Fevzi Paşa, Konya halkının orduya verdiği destekten dolayı Galip Paşa’ya telgraf çekmiştir (Avanas, 1998: 235). Konya Valisi ve Havalisi Kumandanı Galip Paşa ise 27 Eylül 1337’de, Sakarya Zaferi üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya tebrik telgrafı çekmiş ve kendisinden cevabî bir telgraf almıştır (Babalık, nr. 697, 27 Eylül 1921). Sakarya Savaşı’ndan sonra Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa, Galip Paşa’ya bir telgraf göndererek halkın gönüllü askerî birliklere katılmasını istemiştir. 280 Tekâlif-i Milliye Emirleri: 7-8 Ağustos 1921 tarihlerinde çıkarılan bu emirlerle halktan giyecek, yiyecek, teknik malzeme, insan gücü ve bilumum taşıma vasıtalarıyla Milli Mücadele’ye destek vermesi bildirilmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 262, 12 Ağustos 1921). Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 262 numaralı, 12 Ağustos 1912 tarihli nüshasında Tekâlif-i Milliye Emirleri mevcuttur. 281 Konya halkı 1921 Ağustos’unun sonlarına kadar orduya beş yüz bin lira kıymetinde araba ve ata ilaveten on iki bin lira kıymetinde yüz at daha bağışlamıştır (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 274, 27 Ağustos 1921). 177 Bunun üzerine Galip Paşa bir beyanname yayınlayarak halktan derhal silahları ve atlarıyla birlikte gönüllü birliklere katılmalarını, gidemeyenlerin silah ve atlarını bu birliklere vermelerini istemiştir. Ayrıca askere katılacakların derhal müracaatını istemiştir (Babalık, nr. 685, 13 Eylül 1921). Galip Paşa’nın duyurusundan sonra, Van muhacirlerinden ve aşiret reisi Kolağası Rıza Bey ile Erzurum muhacirlerinden ve aşiret Reisi Ravzan Ağa, sayısı iki yüzü bulan adamlarıyla cepheye gitmek için müracaat etmişlerdir (Babalık, nr. 687, 15 Eylül 1921). Bunlardan kurulan gönüllü alay Uşakİzmir hattına gönderilmiştir (Avanas, 1998: 235). Konya Valiliği, gönüllü alaylara kaydolan askerlerin ailelerine ve kendilerine yardım etmek için “Gönüllü Komisyonu” kurmuştur. Bu komisyon vasıtasıyla gönüllü alayının elbiseleri, şapkaları terziler tarafından parasız dikilmiş, tüfekleri ve atları valilik tarafından karşılanmıştır (Babalık, nr. 687, 15 Eylül 1921; Avanas, 1998: 235). Bunların desteklenmesi için halk da seferber edilmiştir (Babalık, nr. 687, 15 Eylül 1921). Konya, Milli Mücadele’de gönüllü alaylar oluşturmuş ve onlara değişik isimler vermiştir. Galip Paşa’ya olan sevgilerini göstermek isteyen Konya halkı, gönüllü alaylardan birisine de “Galip Paşa Gönüllü Alayı” adını vermiştir (Babalık, nr. 691, 20 Eylül 1921). Bozkır halkı da kurdukları gönüllü alaya “Galip Paşa Gönüllü Piyade Alayı” adını verirken, Ilgınlılar ise oluşturdukları süvari alayına, “Galip Paşa Süvari Alayı” adını vermişlerdir. Galip Paşa, gönüllü alayları gerektiği yerde ve zamanda karşılamış ve onların teftişini yapmıştır (Avanas, 1998: 238). Gönüllü birliklerle yakından ilgilenmiş ve onların cepheye gidişini düzenlediği merasimlerle bir bayram havasına sokmuştur. Mesela Konya’da Sakarya Zaferi’nin kutlamalarının yapıldığı günlerde oluşturulan gönüllü birlikler ve 9 Eylül 1921 tarihinde 1297, 1298, 1299 178 doğumlulardan müteşekkil birlik, düzenlenen görkemli merasimlerle cepheye gönderilmiştir (Öğüt, nr. 763-65, 17 Eylül 1337; MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Babalık, nr. 697, 27 Eylül 1921; Avanas, 1998: 234). Konya, Milli Mücadeleye sadece asker sevk etmemiş, yeri geldiğinde erzak, giyecek ve tütün de göndermiştir. Ağustos 1921’de Konya Valiliği’nin otuz bin paket tütün göndermesinden dolayı Mustafa Kemal Paşa, Galip Paşa’ya teşekkürlerini bildirmiştir (CAA, III-8/25/2-2; CAA, III-8a/25/2-1). Konya’da kurulan imalathanelerde kasatura, kılıç, eğer gibi cephede kullanılacak birçok malzeme üretilmiştir (Dirik, 2008: 151). Savaşmakta olan Türk ordusunun aklından bir an bile çıkaramayan Konya halkı cepheye, hazırladıkları özel tencerelerin içine koyarak bulgur pilavı bile göndermiştir (Dirik, 2008: 148). Yakınlığından dolayı bir kısım yaralı askerler Konya’ya getirilmiş ve burada tedavi edilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 101). Galip Paşa, cepheden gelen yaralıları bizzat karşılamış ve onlarla hasbıhal etmiştir (Avanas, 1998: 237). Galip Paşa, Konya valisi olduğu dönemde elde edilen başarıları yakından takip etmiş ve bu konuda TBMM’ye tebrik telgrafları çekmeyi ihmal etmemiştir. Artvin ve Ardahan civarları geri alındığında, İnönü ve Sakarya Zaferleri elde edildiğinde 282 TBMM’ye tebrik telgrafı çekmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 5; TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, 282 Konya Valisi Galip Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgraf: Avn ve inâyetleri ve eser-i dehâ- yı kumandanîleri ile şecî’ ve mübeccel ordumuzun vatanın istihlası, davâ-yı millimizin husûlı emrinde zafer-i nihâîyi müjdeleyen muvaffakiyetlerini ve muvaffakiyet-i sâmilerini …… (gazetede silik çıktığından okunamayan kelime) heyât-ı ilmiye ve askeriye ve mülkiye ve mekâtib-i umumiyenin iştirâkiyle bütün Konya halkı taafından şimdi hükümet konağı pişgâhında pek büyük tezâhüratta bulunulmuş ve devâm-ı muvaffakiyet ve mansûriyet duaları …… (gazetede silik çıktığından okunamayan kelime) edilmiştir. Zât-ı sâmi-yi riyâsetpenâhî ve kumandanîlerine ordumuza, Büyük Millet Meclisimize gerek şahsım gerek umum şehr-i vilâyet ve havâli halkı nâmına hürmetkâr tebrikler arz eylerim (Babalık, nr. 697, 27 Eylül 1921). 179 i. 23; Babalık, nr. 697, 27 Eylül 1921). Mustafa Kemal Paşa da Galip Paşa’nın tebriklerine cevap olmak üzere şöyle bir telgraf çekmiştir: “Telgrafınız hey’et-i umumiyede kıraat edildi. Halas-ı vatana müteveccih mesailiye hakkında gösterilen heyecan ve alakadan dolayı teşekkür olunur efendim” (Öğüt, nr. 642, 27 Nisan 1337). Galip Paşa, zaferlerdeki sevincini ortaya koymak için sadece meclise telgraf çekmekle yetinmemiş, törenler de düzenlemiştir. Konya halkı Kurtuluş Savaşı’nı yaptıkları yürüyüşler ve çektikleri telgraflarla da desteklemişlerdir. Yunanlılar, I. İnönü’den sonra tekrar harekete geçerek civar halkını yaptıkları propagandalarla Milli Mücadele aleyhine kışkırtınca Galip Paşa, 28 Mart 1921’de halka uzunca bir beyanname yayınlamıştır. 23 Ağustos 1921’de Hükümet Konağı önünde miting düzenlenmiş, orduya bağlılık bildirilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’ya şükran telgrafı çekilmiştir (Avanas, 1998: 234). Galip Paşa Konya’da vali bulunduğu süre zarfında halkın Milli Mücadele’ye desteğini artırmak için geceli gündüzlü gayret sarf etmiştir. Sadece şehir merkezinde çalışmamış, Konya’nın kazalarını da tek tek gezmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 270, 23 Ağustos 1921). Konya Menzil Müfettişi Kazım Bey’le283 birlikte hareket ederek iki yüz ellişer kişiden müteşekkil atlı birlikler oluşturarak bunları Batı Cephesi’ne İsmet Paşa’nın emrine göndermiştir. Ayrıca Konya’nın erzak imkânlarıyla da sürekli olarak orduyu desteklemiştir (Güngör, 1998: 110, 111). 283 Kazım Dirik: 4 Mayıs 1921 tarihinde Batı Cephesi Anadolu Menzil Müfettişliği görevine atanmıştır. 12 Haziran 1922 tarihine kadar bu görevi sürdürmüştür (Dirik, 2008: 143). 180 4.2.2. ġark Muhacirlerinin Nakli ve Galip PaĢa Savaş şartlarından dolayı 284 kendi şehrini terk ederek başka şehirlere yerleşmiş285 veya kaybedilen topraklardan Anadolu’ya gelip sığınmış olan muhacirlere aylık 600 kuruş kadar bir ücret ödenmiştir. Bu kişiler vergi vermekten muaf tutuldukları gibi bütçeden de çalışmadan para almışlardır. Bu durum, ülke ekonomisi adına bir problem oluşturmuştur (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 18). Dolayısıyla da bu insanların bir an önce memleketlerine gönderilerek ekonomiden tasarruf sağlama görüşü hâkim olmuştur. TBMM, Konya’daki muhacirlerin memleketlerine gönderilmesi için çalışmalar yapmıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159). Buradaki muhacirlerin doğuya dönmesi için meclisten ödenek çıkarılmış fakat o günün şartlarında bu paralar her haliyle yeterli gelmemiştir. Mesela 2000 kişi için para çıkarılmış, 10 bin kişi gitmeye kalkmıştır. Bir defasında ise Maliye Bakanlığı’nın verdiği 20 bin lira ile 6700 muhacir gönderilebilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159). Bunların da önemli bir kısmı, kış bastırdığından Kayseri ve Sivas’ta beklemek zorunda kalmıştır. Galip Paşa, muhacirlere daha iyi hizmet etmek belki de ileride yapılacak sevk işlemlerini kolaylaştırmak için muhacirlerden polis müdüriyetine müracaat ederek yeni beyanname vermelerini şart koşmuştur. Vermeyenler hakkında “Muamele-i Kanuniyye İcra olunacağını” bildirilmiştir (Avanas, 1998: 214). Muhacirlerin sevk işlemlerine Eylül 1921’de başlanmıştır. Valilik, Eylül ayının başlarında şark muhacirlerine bir ilan vererek memleketlerine gitmek isteyenlerin, en geç Eylül ayının son gününe kadar sevk işlemlerini yaptırmak için Sıhhiye 284 Mesela Doğu Anadolu’daki Rus istilasından dolayı birçok insan Kayseri, Ankara ve Konya gibi şehirlere göç etmek zorunda kalmıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159). 285 Konya’ya gelen muhacirler devlete ait boş arazilere yerleştirilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 156). 181 Müdüriyeti’ne müracaat etmelerini istemiştir. Muhacirlerin büyük bir kısmı Konya’dan ayrılmak istemeyince valilik yeniden duyuru yapmıştır. Kendi vasıtaları veya trenle memleketlerine dönmek isteyenlerin en geç 30 Eylül akşamına kadar müracaat etmeleri istenmiş, gitmek istemeyenler hakkında kanuni işlem yapılacağı bildirilmiştir. Tüm duyuru ve tehditlere rağmen birçok muhacir Konya’dan ayrılmamıştır (Avanas, 1998: 214). 4.2.3. Konya’da Sosyal KuruluĢlar Galip Paşa, mütareke yıllarında, İstanbul’da olduğu dönemde, reisliğini Mazhar Osman Bey’in yaptığı ve yeni kurulmuş olan Hilal-ı Ahdar’ın 286 ilk üyelerinden olmuştur (Hilal-ı Ahdar, nr. 1, 2 Şubat 1341). Konya valiliği döneminde ise Hilal-ı Ahmer’in organizasyonlarında ön sıralarda yerini almıştır. Konya’daki Hilal-ı Ahmer Cemiyeti, ilk genel kurulunu 13 Mart 1921 tarihinde yapmıştır. Cemiyetin ilk kongresine Vali Galip Paşa da katılmış ve cemiyete 1000 kuruş bağışta bulunmuştur. Babalık Gazetesi, 1921 yılının kurban bayramında halkın satın alacakları şekerlerin bedellerinin Hilal-ı Ahmer Cemiyeti’ne verilmesi için bir kampanya açınca Galip Paşa bu kampanyayı da desteklemiştir. Konyalı hanımlar da Hilal-ı Ahmer için sergiler düzenlemişlerdir. 28 Ekim 1921’de açılan sergiye Fahrettin Paşa davet edilmiştir. Çeşitli sebeplerle gelemeyen Fahrettin Paşa, sergiden 25 liralık mal aldırmıştır. Galip Paşa bu sergiyi gezmiş ve buraya bir tablo hediye etmiştir. Bu tabloyu Osmanlı Bankası Müdürü Mösyö Sardaki 30 liraya satın almıştır (Avanas, 1998: 218-221). Kurtuluş Savaşı yıllarında Konya’daki önemli kuruluşlardan biri de yetim, fakir 286 Yeşilay Cemiyeti. 182 ve şehit çocuklarına yardımda bulunmak için kurulan Hitan 287 Cemiyeti’dir. Galip Paşa, bu cemiyeti de desteklemiş ve himaye etmiştir (Avanas, 1998: 225). 4.2.4. Galip PaĢa’nın DelibaĢ Mehmet Ġsyanın Bastırılmasındaki Rolü Galip Paşa 288 Konya’ya vali tayin edildiğinde, daha önceden başlamış olan Delibaş Mehmet İsyanı devam etmektedir (ATASE, İSH, 844/89). Galip Paşa o günleri şu şekilde anlatmıştır: Konya iki ay kadar evvel mühim bir isyana sahne olmuştu. Seri şekilde yapılan tedbirler, asayişi nispeten temin etmişse de, isyanın faal amillerinden olan Delibaş Mehmet’le birkaç arkadaşı İstanbul’a savuşmuş, çoğu da fırsat beklemek üzere, şuraya buraya gizlenmiş bulunuyorlardı (Güngör, 1937: 110, 111). Delibaş Mehmet İsyanı, Galip Paşa’dan önce Konya’da valilik yapmış olan Haydar Bey’in zamanında başlamıştır. Haydar Bey, Delibaş Mehmet’i binbaşılık rütbesiyle ödüllendirdiği gibi ona gönüllü asker toplama yetkisi de vermiştir. Bu tür haklar elde etmesi, Delibaş Mehmet’in başlatacağı isyan için etrafına adam toplamasını kolaylaştırmıştır (Öğüt, nr. 498, 2 Teşrinisani 1336). Delibaş Mehmet, yaptığı propagandalarla etrafına kısa sürece yüzlerce adam toplamıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 109; TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 9). Galip Paşa’dan önce Konya valiliği yapmış olan Haydar Bey, Delibaş Mehmet’in isyan çıkararak Konya’yı basacağı konusunda defalarca uyarıldıysa da pek aldırış etmemiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 109; TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 115). İsyankârların Konya’yı basması, ihbarların boş olmadığını 287 Hitan: Sünnet. 288 Galip Paşa, Delibaş’ın ikinci isyanı üzerine bir beyanname yayınlamıştır (Babalık, nr. 672, 29 Ağustos 1921). 183 göstermiştir. Vali Haydar Bey ve çevresindekiler isyankârlarla başa çıkamadığından bölgeye Batı Cephesi’nden askerî birlikler gönderilmiş ve asiler etkisiz hale getirilmiştir (ATASE, İSH, 844/89; Öğüt, nr. 498, 2 Teşrinisani 1336; Öğüt, nr. 500, 6 Teşrinisani 1336; Öğüt, nr. 501, 7 Teşrinisani 1336; TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 209). Görevlendirilen askerî birlik tarafından âsiler etkisiz hale getirilince onlardan bir kısmı pişmanlıklarını dile getirerek teslim olmuşlardır. Konya halkı ise isyanı bastıran askerleri bayram havası içinde karşılamıştır (ATASE, İSH, 844/89; Öğüt, nr. 496, 1 Teşrinisani 1336). Galip Paşa’nın Konya’ya vali olduğu günlerde, Delibaş Mehmet Fransızlara sığınmış durumdadır (Avanas, 1998: 148).289 Daha sonra Batı Anadolu’ya geçmiş olan Delibaş Mehmet, hizmetine girmeyi kabul ettiği Yunanlılar tarafından Temmuz 1921’de İzmir’e davet edilmiş ve Milli Mücadele aleyhine çalışmak üzere görevlendirilmiştir (ATASE, İSH, 1442/98; ATASE, İSH, 1192/54). Delibaş’ın Yunanlılarla anlaşarak Konya havalisine geçip halkı Milli Mücadele’ye karşı ayaklandıracağını haber alan Galip Paşa, gerekli önlemleri almaya ve onu derdest etmek için gerekli hazırlıkların yapılmasına çalışmıştır (ATASE, İSH, 1173/15; ATASE, İSH, 1442/98aa). Delibaş Mehmet’in yetmiş kadar adamıyla Konya civarına doğru yaklaştığını Kadınhan kaymakamından telgrafla haber alan Galip Paşa gerekli önlemleri almıştır. Âsilerin gelmekte olduğu yöne doğru jandarma, polis ve askerden müteşekkil takip müfrezeleri çıkardığı gibi onlara yardım ve yataklık edilmemesi için halka da duyurular yaptırmıştır. Delibaş Mehmet, bölge halkından yüz bulamadığından ve kendisine karşı hazırlanan müfrezeden de çekindiğinden çareyi Karaman’ın Dinek mevkiine kaçmakta bulmuştur (Güngör, 1937: 110, 111). Burada, adamları olan Çerkez Murat ve Abdullah ile anlaşmazlığa düşmüştür (Avanas, 1998: 150). Bu anlaşmazlık sonucunda 1921 289 Aynı günlerde TBMM’nin Delibaş Mehmet İsyanı hakkındaki incelemeleri ise devam etmektedir (BCA, 947/90-10/30.18.1.1/3.24.18). 184 Ağustos’unun son günlerinde öldürülen Delibaş Mehmet’in başı Çerkez Murat tarafından 1 Eylül 1921 tarihinde Karaman’a getirilmiştir (ATASE, İSH, 1444/85; Avanos, 1998: 151).290 Galip Paşa, daha sonra Konya’ya getirilmiş olan kesik kelleyi 24 saat halka teşhir ettirmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Babalık, nr. 675, 1 Eylül 1921). Galip Paşa Buhara elçiliğine atandığı günlerde, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi temsilcisi ile Ankara’da yaptığı röportajda, Delibaş Mehmet İsyanı’nın bastırılmasında hükümet güçlerine halkın verdiği destek sayesinde, Delibaş’ın kellesinin alındığını ve onunla birlikte hareket etmiş kişilerin ele geçirildiğini söylemiş ve Konya halkından memnun kaldığını belirtmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440, 24 Şubat 1922). İsyanda etkili olanların bir kısmı ülkenin değişik yerlerine dağılsalar da kolluk güçleri tarafından onlar da ele geçirilmiştir (Öğüt, nr. 486, 20 Teşrinievvel 1336). İsyana karışan Topal Osman on üç arkadaşıyla Mersin’den İzmir’e geçerken sahil zabıtası tarafından yakalanmış, daha sonra ise Seydişehirli İbrahim Oğlu Nafiz yakayı ele vermiştir (Öğüt, nr. 652, 8 Mayıs 1337; Öğüt, nr. 761-63, 14 Eylül 1337). Ele geçirilen âsileri yargılamak için Konya’da İstiklal Mahkemesi kurulmuştur (Karar No: 45, Kabul Tarihi: 18.09.1336, Kanunlar Dergisi C. 1; TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 107; 291 TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 102; Firariler Hakkında Kanun, Kanun No: 21 ). İsyana katılanlar bu mahkemelerin verdiği hükümlere göre cezalandırılmıştır (TBMM, ZC, D. 1. İ. 1, i. 102). 292 İsyana karışanlardan, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na 293 göre idam edilenler 290 Delibaş’ın kellesinin Konya’ya getirilmiş olduğunu Galip Paşa, İçişleri Bakanlığı’na duyurmuştur (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 279, 1 Eylül 1921). 291 Bir mahkemenin yetersiz olduğu TBMM’de uzun uzadıya görüşülmüştür. Bu mahkeme ilgili isyana karışmış yüzlerce kişiyle ilgili çalışma yapmak zorunda kalmıştır. Beş yüz civarında karar vermiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 9). 292 Mecliste yapılan görüşmelerde Konya İsyanı’nda suçlularla suçsuzların ayırt edilmesi, suçluların İstiklal Mahkemesi’nde yargılanması, başkalarına iftira atarak onları mağdur edenlerin de İstiklal Mahkemesi’nde yargılanması istenmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 102). 185 olduğu gibi kürek cezası ve kalebentliğe çarptırılanlar da olmuştur (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 38; Öğüt, nr. 477, 11 Teşrinievvel 1336). 4.3. GALĠP PAġA’NIN SON GÖREVLERĠ VE VEFATI 4.3.1. Galip PaĢa’nın Buhara Elçiliği ‘ne Tayini ve Sonrası Buhara Emirliği’nin294 ortadan kaldırılmasından sonra teşekkül eden beş milyon nüfuslu Buhara Halk Cumhuriyeti, iki ülke arasında karşılıklı ilişkileri geliştirmek için Türkiye’ye Nazarî ve Recep isimli temsilcilerini göndermiştir (Akşam, nr. 1156, 11 Aralık 1921; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 394, 2 Ocak 1922). Bunlar, 7 Ocak 1922 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile meclis binasında görüşmüşlerdir (Vakit, nr. 908, 3 Haziran 1920; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 399, 8 Ocak 1922). Bu görüşme esnasında Mustafa Kemal Paşa’ya Buhara Halk Cumhuriyeti’nin göndermiş olduğu el yazma bir Kur’an-ı Kerim’i, “Buhara Şura Hükümeti tarafından buradaki Türk ve İslam kardeşlerine takdim edilen iş bu kitab-ı mukaddesi milletin istifadesine vaz’ buyurmalarını bilhassa istirham eyleriz” diyerek teslim etmişlerdir 293 Kanun No: 2, Kabul Tarihi: 29.04.1336, Kanunlar Dergisi C. 1, Resmi Gazete Tarihi ve No: 07.02.1337.1 294 Sovyet Rusya’nın Buhara Emirliği’ni ortadan kaldırmasını Buhara’nın kendi insanları da istemiştir (Togan, 1999: 247). Sovyet Rusya, emirlikten sonra Buhara’yı hemen ilhak etmemiştir. İlk etapta Halk Cumhuriyeti kurulmasını tercih etmiştir (Yarkın, 1973: 242). Sovyet Rusya’nın askerî müdahalesiyle, Buhara’da önce emirlik idaresi sona erdirilmiştir. Bu arada yapılan topçu atışıyla hükümet binasındaki binlerce cilt yazma eser yakılmış ve altınların ve mücevherlerin bir kısmı Moskova’ya götürülmüştür. Fakat Rusların bu operasyonu, Buhara’daki yenilikçilerin bir hareketi olarak gösterilmiştir. Bundan dolayı yenilikçi Buharalılar da Rusya’nın operasyonunu desteklemişlerdir. Buhara 14 Eylül 1920’ye kadar bir komutan tarafından idare edilmiştir. 14 Eylül 1920’de ise darbeden önce milliyetçi ve komünist genç Buharalıların birlikte kurdukları “İstiklal Komitesi” tarafından Buhara Devlet Başkanı olarak Mirza Abdülkadir Muhittin seçilmiş ve Feyzullah Hoca başkanlığında Nâzırlar Şurası kurulmuştur (Yarkın, 1969: 303). 186 (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 142). 295 Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’ya, Buhara ustaları tarafından yapılmış üç kılıç da teslim etmişlerdir (İleri, nr. 1415, 10 Ocak 1922).296 4 Şubat 1922 tarihinde Konya Valiliği vazifesinden istifa etmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya dilekçe yazmış olan Galip Paşa,297 12 Şubat 1922 tarihinde, karşılıklı ilişkiler çerçevesinde, Buhara elçiliğine tayin edilmiştir (BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/ 4.47.19; İkdam, nr. 8950, 13 Şubat 1922).298 Galip Paşa Buhara’ya elçi olarak tayin edildikten yaklaşık iki hafta sonra Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi temsilcisi ile yaptığı röportajda, Büyük Millet Meclisi’nin 295 Mustafa Kemal Paşa, bu Kur’an-ı Kerim’i TBMM’nin 9 Ocak 1922 tarihli 142. İn’ikadında, “Buhara Şura Hükümeti tarafından gönderilen ve Türkiye fevkâlade siyasi kaasıtları yediyle irsâl buyrulmuş olan ve sureti musaddakası merbut tezkere ile Makam-ı Riyaset’e tevdî kılınan Kur’an-ı Kerim Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi’nde milletin enzâr-ı istifadesine vaz’ olunmak üzere takdim edilmiştir” diyerek takdim etmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 142). Bu kitap, TBMM kütüphanesinde “YZ 61” yer numarasıyla muhafaza edilmektedir. 296 Mustafa Kemal Paşa, bu kılıçlardan birisini kendisine almış, birisini İsmet Paşa’ya vermiş, üçüncüsünü ise İzmir’e ilk girecek komutana bırakmıştır. 15 Eylül 1922 tarihinde bu üçüncü kılıç, İzmir’e 9 Eylül 1922 tarihinde ilk giren subay olan Şeref Bey’e bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından takılmıştır (İleri, nr. 1657, 16 Eylül 1922; Şapolyo, 1965: 85-87; Saray, 2006: 382). 297 Galip Paşa’nın, Konya Valiliği’nden istifa etmek istemesiyle ilgili telgrafı: Büyük Millet Meclisi Reisi Âlisi Başkumandanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine; Afv kanununun en vâsi’ ve şâmil bir surette tatbik edilmekte olmasına ve mazhar-ı afv olanların zaman-ı memuriyetimde derdest ve mahkûm edilmiş asiye-i mâlumeden ibaret olmalarına binâen artık bendeniz için Konya’da devam-ı memuriyet gayr-ı câizdir. Ve belki mahzurlu olur. Binaenaleyh hakkımda bir karar-ı muvâfık ittihaz buyrulmasını istirham eylerim. 4.2.1338. Konya Valisi Galip (BCA, D. 711, F. 30.10.0.0, YN. 64.430.1). 298 Galip Paşa’nın Buhara Büyükelçiliği’ne tayin edilmesiyle ilgili kararname şu şekildedir: Buhara Mümessilliğine Konya Valisi Galip Paşa tayin kılınmıştır (BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/ 4.47.19). Galip Paşa’dan sonra Konya valiliği vazifesine, 16 Nisan 1922 tarihinde, Dâhiliye Müsteşarı Mustafa Abdülhalik Bey getirilmiştir (BCA, 1509/71-67/30.18.1.1/4.54.5; BCA, 1448/71-65/30.18.1.1/4.51.4.). Buhara elçiliği için belirlenmiş olan bütçe: 184 numaralı ve 23 Ocak 1922 tarihli kanunda Buhara Elçiliği için Dışişleri Bakanlığı bütçesine 675 lira eklenmiştir. Bu paranın 100 lirası elçinin maaşı, kalan kısmı ise diğer memurların maaşları ve elçilik masrafları için belirlenmiştir (TBMM’de, 184 numaralı ve 23 Ocak 1922 tarihli olarak çıkarılan kanun). 187 kendisine böyle bir görev vermesinden dolayı çok memnun kaldığını söylemiştir. Ayrıca önceki görevlerinde olduğu gibi Buhara elçiliğinde de büyük bir gayret ve heyecanla çalışacağını, maiyetine verilen heyetin verecekleri desteklere güvendiğini ve görev yerine huzur ve güven içinde gideceğini belirtmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440, 24 Şubat 1922). Buhara Büyükelçiliği’ne atanmış olan Galip Paşa’nın Ankara’da bulunduğu günlerde Azerbaycan büyükelçiliği, 10 Mart 1922 tarihinde, Galip Paşa ve Afganistan Büyükelçiliği’ne atanmış olan Fahri Paşa onuruna ziyafet tertip etmiştir (Vakit, nr. 1526, 11 Mart 1922). Bu ziyafete Galip Paşa ve Fahri Paşa’dan başka Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci başkanı Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Celal Bey, Rusya Büyükelçisi Aralof, Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han, Buhara temsilcileri, İzmir Milletvekili Yunus Nadi, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve daha birçok davetli katılmıştır. Azerbaycan Sefiri İbrahim Abilof, Galip Paşa, Fahri Paşa ve diğer katılımcılara yaptığı davete katıldıklarından dolayı teşekkür ettikten sonra, Galip Paşa’nın vazifesinin ehemmiyetine değinerek, “Buhara’ya gidecek olanlar oranın şiarıyla buranın şiarının bir olduğunu anlayacaklar. Bu sefirlerimizin uhdesine ağır, mesuliyetli fakat en şerefli bir vazife düşüyor” demiştir. Galip Paşa ise Abilof’un konuşmasına mukabilen, tarihî, coğrafî ve milli yakınlığı hatırlattıktan sonra, Buhara’ya elçi olarak değil bir kardeş olarak gideceğini ve insaniyet namına, bağımsızlık uğruna çalışacağını, ortak menfaatlerin gerektirdiği gibi hareket edeceğini dile getirmiştir (Yenigün, nr. 825-438, 12 Mart 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 453, 12 Mart 1922). Azerbaycan Büyükelçiliği’nin tertip ettiği ziyafetten birkaç hafta sonra da Galip Paşa, Şark Lokantası’nda düzenlediği ziyafete büyükelçileri ve bazı devlet adamlarını davet etmiştir (Yenigün, nr. 836-449, 24 Mart 1922). Ziyafetin sonunda konuşan Galip 188 Paşa, dünya devletlerini emperyalistler ve doğunun mazlum devletleri olarak ikiye ayırmış, Rusya’yı doğudaki inkılâbın öncüsü olarak göstermiş ve batı emperyalizmine karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylemiştir (Yenigün, nr. 837-450, 26 Mart 1922). Galip Paşa, Ankara’daki görüşmelerini ve hazırlıklarını yaklaşık iki ayda tamamlamıştır. 12 Nisan 1922 tarihinde, Ruşen Eşref Bey, 299 Ateşemiliter Binbaşı Rahmi Bey, Buhara temsilcileri ve on askerle birlikte Buhara’ya gitmek üzere, Ankara’dan İnebolu’ya hareket etmiş, 300 oradan da bir Fransız vapuru ile Batum’a geçmiştir. Buhara’ya gitmek için yola çıkmış olan Galip Paşa ve yanındaki heyet, Rusların engellemelerinden dolayı Trabzon’a dönerek şartların uygun hale gelmesini beklemeye başlamıştır (Yenigün, nr. 465-852, 12 Nisan 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 481, 13 Nisan 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 480, 12 Nisan 1922; Apak, 1988: 260; Apak, 1988: 260). 301 Galip Paşa’nın Buhara’ya gitmekte kararlı olduğunu gören Trabzon’daki Rus konsolosu, 20 Mayıs 1922 tarihinde, vali vekili Sami Sabit Bey’i ziyaret ederek, “Ankara, Buhara’ya sefir tayin etmiş. Rus hükümeti onu tanımak şöyle dursun, karaya ayak bastığı anda vapuruna iade edilecektir. Böyle bir muameleye meydan vermeyelim. Paşaya söyleyin, gitmesin” demiştir. Sami Sabit Bey’den ilgili uyarıyı alan Galip Paşa ise harekete geçişini tehir etmiştir (Karaman, 2002: 64). Bu durumu öğrenen Ankara yönetimi ise Galip Paşa’yı Ankara’ya geri çağırmıştır (Sarıhan, 299 Gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın. 300 Galip Paşa, Ankara’dan ayrılmadan önce Ruşen Eşref Bey’le birlikte Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ni ziyaret etmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 480, 12 Nisan 1922). 301 Rahmi Apak’a göre, Rusların Buhara’ya gidecek heyeti engellemesinin sebebi, Enver Paşa’nın Buhara civarındaki “Basmacı Hareketi” nin başına geçerek bölgedeki tansiyonu yükseltmiş olmasıdır (Apak, 1988: 260). 189 1996: 438). 302 Buhara’ya gönderilmesi mümkün olmadığından, Buhara Büyükelçiliği vazifesi üzerinde kalmak şartıyla, Galip Paşa’nın merkezde bırakılarak, gerektiğinde Ruslar nezdinde görüşmeler yapması uygun görülmüştür (BCA, 1721/107- 1/30.18.1.1/2.27.6). 24 Eylül 1922 tarihinde ise Buhara elçiliği vazifesi sona ermiştir (BCA, 1862/111-3/30.18.1.1/5.29.18). Galip Paşa’nın Buhara’ya elçi olarak tayin edildiği halde görev yerine gitmesinin gecikmiş olması dolayısıyla Burdur Milletvekili İsmail Suphi TBMM’ye 30 Eylül 1922 tarihinde şu takriri vermiştir: “Aylardan beri Buhara sefaret heyetinin mahal-i memuriyetine gitmeyerek Trabzon’da kalmaları ve tahsisat almaları gayr-i muvafık olduğundan bu mesele hakkında Hariciye Vekâletince ne düşünüldüğünün ve ne yapıldığının vekâlet-i müşarünileyhadan izahını teklif ederim” (TBMM, GZC, D. 1, İ. 3, i. 111). İsmail Suphi Bey’in izahat istemesi üzerine gerekli açıklamayı Dışişleri Bakanı Vekili ve Sinop Milletvekili Rıza Nur yapmıştır. Rıza Nur’un açıklamasına göre, Galip Paşa’nın Buhara’ya elçi tayin edildiği günlerde Enver Paşa, Buhara’ya giderek Türkistan’da devam etmekte olan Basmacı Hareketi’nin başına geçmiştir. Bu durumun bölgedeki tansiyonu yükseltmesinden dolayı da Galip Paşa, görev yerine gitmeyerek beklemeyi tercih etmiştir. Rıza Nur, istenilen izahatı yaptıktan sonra, Galip Paşa’ya sağlık problemlerini sebep göstererek istifa etmesinin tekif edildiğini ve onun da bunun üzerine birkaç gün önce Buhara elçililiği vazifesinden istifa etmiş olduğunu sözlerine eklemiştir (TBMM, GZC, D. 1, İ. 3, i. 111). Buhara Elçiliği görevi üzerinden alındıktan sonra kolordu komutanlığı yetkisi ile İstanbul’a Garnizon Komutanı olarak tayin edilen Galip Paşa, 3 Temmuz 1923’te açığa 302 Bolşevik Rusya, bu tutumuyla, Buhara Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını içtenlikle tanımadığını da göstermiştir (Karaman, 2002: 64). 190 alınmış, yaklaşık iki yıl açıkta kaldıktan sonra 17 Mayıs 1925 tarihinde Erkân Divan-ı Harbi Reisliğine tayin edilmiştir (BCA, 6/2541/30.11.1.0/14.22.19; MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Toker ve Aslan, 2009: 67). 303 Bu görevde kısa kalan Galip Paşa, açıkta bulunduğu dönemde, 7 Şubat 1931’de ise Askerî Temyiz Mahkemesi 304 İkinci Reisliğine tayin edilmiştir (BCA, 10608/39-114/30.18.12/17.8.13). 305 3 Ekim 1931 tarihinde, kendi talebi üzerine emekli olmuştur (BCA, 7943/30.11.1.0/65.26.14). Galip Paşa, emeklilik yıllarında Veremle Mücadele Cemiyeti’nin ikinci başkanlığını yapmıştır (Akşam, nr. 7481, 19 Ağustos 1939). Galip Paşa, emeklilik döneminde, gazeteci Selahattin Güngör’le yapmış olduğu röportajda, Yemen’deki askerlik hayatından II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine, Sarıkamış Harekâtı’ndan 303 İlgili kararname: 341 senesi kadrosuna nazaran teşkil edilecek olan Erkan Divan-ı Harp riyasetine açıkta Ferik Galip Paşa’nın tayini tensip kılınmıştır. 17. 05. 1341. Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal (BCA, 6/2541/30.11.1.0/14.22.19). 304 Divan-ı Harpler tarafından verilen kararları incelemekle görevli olarak 06.04.1914 tarihinde çıkarılan 233 sayılı geçici bir kanunla, Divan-ı Temyiz-i Askerî kurulmuştur. Bu mahkeme ülkemizde askerî temyiz mahkemesinin kanuni bir biçimde ilk kuruluşudur. Burası 06.10.1916’da çıkarılan 809 sayılı geçici bir kanunla genişletilerek, Melis-i Temyiz adını taşıyan iki daire haline getirilmiştir. Damat Ferit Hükümeti 30.06.1920’de bir kararname ile Divan-ı Temyiz-i Askerî’yi kaldırmıştır. Tevfik Paşa Hükümeti 10 Kasım 1920’de bir kararname ile 1916’daki düzeni yeniden kurmuştur. 20.05.1922’de Temyiz Mahkemesi’nin yapısı yine değiştirilmiştir. 22.05.1930 tarihinde 1922’de kabul edilen kanuna göre oluşturulan Askerî Temyiz Mahkemesi de kaldırılarak yine aynı kanunla Askerî Temyiz Mahkemesi kurulmuştur (Kocabey, 1997: 279-281). Resmi Gazete’de yayınlanan 1631 numaralı kanunun 284. maddesi şu şekildedir: 6 Teşrinievvel 1332 tarihli Divan-ı Temyiz-i Askerî hakkındaki kanun-ı muvakkat ile 7 Temmuz 1337 tarih ve 132 numaralı kanun ve 20 Mayıs 1338 tarihli ve 237 numaralı kanun ve diğer kanunların bu kanuna muhalif olan hükümleri mülgadır (Resmi Gazete, nr. 1519, 14 Haziran 1930). 305 İlgili kararname: Kararname No: 10608: 1631 numaralı kanun mucibince müddeti hitam bulan Askerî Temyiz Divanı Reisi Ferik Nihat Paşa’nın ibkaen ve açıkta Ferik Galip Paşa’nın da Askerî Temyiz Divanı İkinci Reisliğine tayinleri Milli Müdafaa Vekâletinin 05.02.1931 tarih ve 168 numaralı teskeresiyle vuku bulan teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyetinin 07.02.1931 tarihli içtimaında tasvip ve kabul olunmuştur. 07.02.1931 (Resmi Gazete, nr. 1747, 14 Mart 1931). 191 Hicaz İsyanı’na kadar birçok anısını anlatmıştır. 306 Kendisi de hatıralarını kaleme almıştır. Bu hatıraları Galip Paşa’nın eşi Emine Asiye Pasiner’den alan Yılmaz Öztuna 1966 senesinde Hayat Tarih Dergisi’nde yayınlamıştır. Galip Paşa, emeklilik yıllarında resim çalışmaları da yapmıştır. Profesyonel bir ressam olan Prof. Dr. Dinçer Erimez307 İtü Vakfı Dergisi’nden Derya Bengi ve Erhan Atalar ile yaptığı röportajda, Galip Paşa için “müthiş bir ressam” diyerek onun kendi eliyle yapmış olduğu otoportreyi göstermiştir (İTÜ Vakfı Dergisi, S. 42, 2004, ss. 2730). 4.3.2. Galip PaĢa’nın Aldığı NiĢan ve Madalyalar Beşinci Rütbeden Mecidî Nişan (1 Kasım 1895) Dördüncü Mecidî Nişan (7 Mayıs 1907) Üçüncü Mecidî Nişan (27 Temmuz 1907) Altın Muharebe Liyakat Madalyası (15 Aralık 1914) Muharebe İmtiyaz Madalyası (10 Ocak 1915) Birinci Rütbeden Mecidî Nişanı (11 Nisan 1915) İkinci Sınıf Alman Demir Salip Madalyası (26 Aralık 1915) Harp Madalyası (2 Aralık 1917) İstiklal Madalyası (23 Kasım 1926)308 306 Tezin içerisinde kaynak olarak kullandığımız bu kitap, “Kumandanlarımızın Harp Hatıraları” adıyla 1937 yılında yayınlanmıştır. 307 Galip Paşa, Dinçer Erimez’in annesinin dayısıdır. 308 MSB Arşivi, GPŞD; BOA, İ.TAL, 427/27; BOA, 34/3328/13; BOA, İ.TAL, 498/32; BOA, İ.TAL, 500/39; BOA, İ.AS, 43/49/4. 192 4.3.3. Galip PaĢa’nın Vefatı Salih Paşa ve Seyyide Hanım’ın kızı Emine Asiye Hanım’la 309 evlenmiş olan Galip Paşa’nın Fatih310, Orhan ve Turgut isminde üç oğlu vardı (Cumhuriyet, 20 Mart 1974; Milliyet, 20 Mart 1974). Galip Paşa’nın Selanik’te tümen komutanı olduğu yıllarda Fatih ve Turgut da babaları gibi Şemsi Efendi Okulu’na gitmişlerdir (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938). Galip Paşa, 18 Ağustos 1939, Cuma günü saat 15.30’da, yaklaşık iki yıldan beri muzdarip olduğu kanser hastalığından dolayı İstanbul Gülhane Askerî Hastanesi’nde vefat etmiştir (Akşam Gazetesi, nr. 7481, 19 Ağustos 1939; Birinci, 1999: 14). Cenazesi, 20 Ağustos 1939 Pazar günü 11.00’de askerî ve dinî merasimle hastaneden alınarak, askerî törenle Bayezid Camii’ne getirilmiş ve burada kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiştir (Akşam Gazetesi, nr. 7483, 21 Ağustos 1939; Cumhuriyet, 20 Mart 1974; Milliyet, 20 Mart 1974).311 Galip Paşa’nın Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış olan nekroloji yazısı şu şekildedir: “Eski bir kumandan vefat etti. Orgeneral Galip Pasiner’in cenazesi yarın merasimle kaldırılacaktır. Askerî Temyiz Mahkemesi İkinci Reisliğinden mütekait Orgeneral Galip Pasiner’in iki seneye yakın bir zamandan beri müptela olduğu kanser hastalığından kurtulamayarak dün saat 15.30’da vefat ettiğini büyük bir teessürle haber aldık. Merhumun cenazesi yarınki Pazar günü saat 11.00’de askerî merasim ile Gülhane Hastanesi’nden kaldırılarak Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilecektir. General Galip Pasiner, yarım asırdan fazla devam eden askerlik hayatında faziletle dolu şerefli bir 309 Galip Paşa’nın eşi Emine Asiye Hanım 18 Mart 1974 tarihinde vefat etmiştir (Cumhuriyet, 20 Mart 1974; Milliyet, 20 Mart 1974). 310 Fatih Pasiner, Türkiye’de ilk televizyon sunucularındandır. 311 Galip Pasiner’in kabri Edirne Kapı Şehitliği’nde, “3 Ada Müstakil 2-34 parsel” dedir. 193 mâzi bıraktıktan sonra hayata veda etmiştir. General Galip Pasiner, 1304 senesinde mekteb-i harbiyeden mülazımlıkla neşet ettikten sonra 3. Ordu’ya, bundan sonra Yemen’e gitmiş, bilahare tekrar 3. Ordu’ya geçerek Rumeli’deki isyan ve ihtilal hareketlerinin tenkili sırasında Yanya ve Kosova Jandarma Kumandanlıklarında bulunmuş, meşrutiyetin ilanında Firzovik’te toplanmış binlerce silahlı Arnavut kuvvetlerini meşrutiyet lehine sevk etmiş ve 1908 inkılâbının istihsalinde başlıca amillerden biri olmuştur. 31 Mart Hadisesi’nden sonra Hareket Ordusu’nun pişdar kumandanı olarak İstanbul’a giren Miralay Galip Bey, İstanbul’daki irtica hareketini tenkil edenler arasında mühim rol oynamış, Abdülhamit’in hal’ini tebliğe memur heyet arasında bulunmuş, mahlu’ hükümdarın hal’inde ve Selanik’e naklinde çok mühim ve tarihî olan bu vazifeyi büyük bir maharet ve vukuf ile yapmıştır. Merhum, meşrutiyetten sonra Türkiye jandarma ve polisini tensîk etmiş ilk Emniyet-i Umumiye müdürüdür. Balkan Harbi’nde 13. Fırka Kumandanı olarak bulunmuş, bu harbin çok elim ve feci safhalarına rağmen kıtasını düşmana teslim etmeyerek Yanya şimalinden deniz yoluyla anavatana nakletmeğe muvaffak olmuştur. Büyük Harp’te 11. Kolordu Kumandanlığıyla Kafkas Cephesi’nde Köprüköy, Azap, Pasinler Muharebelerini kazanmış, bilahare 3. Ordu Kumandanlığı Vekâletine, sonra Hicaz Vali ve Kumandanlığı’na tayin edilmiş, Hicaz’ın sükûtunda esir edilerek Mısır’a sevk edilmiştir. Mütarekeden sonra memlekete dönen merhum General Galip Pasiner, meşhur Kürt Mustafa Divan-ı Harbi tarafından idama mahkûm edilmek istenmiş, bilahare Atatürk’ün daveti üzerine Anadolu’ya geçmiş, Milli Mücadele’de Konya Vali ve Kumandanlığı’nı ifa etmiştir. Merhum, tekaüt olduktan sonra Verem Mücadele Cemiyeti ikinci reisi bulunmakta idi. Memlekete ifa ettiği bu büyük hizmetlerden dolayı vefatı cidden ziya teşkil eden General Galip Pasiner’e rahmet dilerken oğulları Turgut, Orhan ve Fatih Pasiner ile ailesi efradına taziyelerimizi bildiririz (Akşam, nr. 7481, 19 Ağustos 1939). 194 SONUÇ 1868 yılında, Trabzon’da Osman Bey’in oğlu olarak dünyaya gelen Galip Paşa 1888 yılında 3. Ordu’da askerlik mesleğine başlamıştır. 1893 tarihinde, 7. Ordu’ya tayin edilen Galip Paşa, yaklaşık dokuz yıl Yemen’de görev yapmıştır. Buradaki isyanların bastırılmasında aldığı aktif görevlerle gerilla harbi konusunda tecrübeler kazanmış ve Arap kültürünü yakından tanımıştır. Yemen’den sonra tekrar Makedonya bölgesine tayin edilen Galip Paşa, Yanya’da ve Kosova’da jandarma komutanlığı yaptığı süreçte iç güvenliğin sağlanması konusunda bilgi ve tecrübesini daha da artırmıştır. 31 Mart Vak’ası meydana geldiği günlerde İstanbul’da jandarma teşkilatını düzenlemekle meşgul olan Galip Paşa, bu isyanın bastırılmasında aktif olarak rol almış ve iç güvenlikteki zaafların ne tür sonuçlar doğurduğunu yakından görmüştür. 1909 yılında kurulmuş olan Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürü olan Galip Paşa, bu teşkilatı yapılandırmak ve yönetmek için sadece tecrübelerine ve bilgi birikimine güvenmemiş, Avrupa’nın önemli şehirlerindeki polis sistemini inceleme gereği duymuştur. İki ayı aşkın bir süre Avrupa’da yapmış olduğu incelemeler sonucunda edindiği tecrübe ve bilgiler doğrultusunda Emniyet-i Umumiye’yi düzenlemeye çalışmıştır. Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye’de yaptığı düzenlemeler sadece Avrupa standartlarına göre yapılan bir modernleştirmeden ibaret olmamış, İttihatçı hükümetlerin kadrolaşma politikalarına da hizmet etmiştir. Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Muharebeler esnasında binlerce asker kaybı yaşanmış, top, tüfek, mühimmat gibi savaş malzemeleri muharebe meydanlarında terk edilmiştirtir. Bu savaş esnasında Vardar Ordusu bünyesindeki 13. Tümen’in komutanlığını yapan Galip Paşa, tüm olumsuzluklara rağmen Komanova, Pirlepe ve Manastır Muharebeleri esnasında 195 kendisine bağlı birlikleri başarılı bir şekilde yönetmiş ve en az kayıpla geri çekmeyi başarmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda ilk olarak Kafkas Cephesi’nde, 11. Kolordu Komutanı olarak görev alan Galip Paşa, Köprüköy’de Rus birliklerini durdurarak geri sürmeyi başarmıştır. Enver Paşa’nın 9. ve 10. Kolordu’yla başlattığı Sarıkamış Harekâtı esnasında Galip Paşa, yapmış olduğu muharebelerle Azapköy civarındaki Rus birliklerini oyaladığı gibi Sarıkamış’ta Ruslar karşısında hezimet yaşayan 9. ve 10. Kolordu’nun geri çekilişini kolaylaştırmıştır. Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra Hicaz’a vali ve komutan olarak tayin edilen Galip Paşa, burada Şerif Hüseyin’in öncülüğünü yaptığı isyanla karşılaşmıştır. Fakat isyanlar konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmasına, liyakatli bir komutan olduğunu katıldığı muharebelerde göstermiş olmasına rağmen Galip Paşa, Şerif Hüseyin’in başlattığı isyan karşısında kendisinden beklenmeyecek bir âcziyet sergilemiştir. Taif’in Şerif Abdullah’a teslim edilmesinden sonra, İngilizler tarafından Mısır’a esir olarak götürülen Galip Paşa, üç yıl süren esaretin ardından, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’da bulunduğu günlerde Yıldız Yağması Davası’ndan ceza alarak hapse atılmıştır. Tevfik Paşa Hükümeti’nin yaptığı hukukî düzenlemeler sonucunda beraat ederek, Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine Anadolu’ya geçmiştir. Ocak 1921 tarihinde Konya’ya vali olarak atanan Galip Paşa, Batı Cephesi’nde Yunanlılara karşı savaşmakta olan Türk Ordusu’nu halktan oluşturduğu gönüllü alaylarla ve topladığı yardımlarla desteklemiştir. Konya Valiliği’nden istifa ettikten sonra Buhara Halk Cumhuriyeti’ne elçi olarak tayin edilen Galip Paşa, Rusya’nın çıkardığı engellemelerden dolayı bu 196 vazifesine gidememiştir. Askerî Temyiz Mahkemesi’nin ikinci reisliğini yaparken 1931 yılında emekliye ayrılan Galip Paşa, emeklilik döneminde Veremle Mücadele Cemiyeti’nin ikinci başkanlığını yapmaktayken, 18 Ağustos 1939 tarihinde, kanser hastalığından vefaat etmiştir. Geçmişte yaşananlar araştırılıp ortaya konulurken bazen olaylar şahısların bazen de şahıslar olayların gölgesinde kalabilir. Galip Paşa da olayların gölgesinde kalmış bir Osmanlı subayıdır. Pek çok yazılı eserde II. Meşrutiyet’ten, II. Abdülhamit’e hal’ kararının bildirilişinden Umumiye’nin ve kuruluşundan, kendisinin Sarıkamış Selanik’e gönderilişinden, Taarruzu’ndan ve Hicaz Emniyet-i İsyanı’ndan bahsedilmiş fakat Galip Paşa’nın bu olaylardaki etkisinden bahsedilmemiştir. Hâlbuki Firzovik toplantılarını meşrutiyetin ilanını hızlandıracak şekilde yönlendiren, Yıldız Sarayı’nı kuşatan, ilk Emniyet-i Umumiye Müdürü tayin edilen, Köprüköy ve Azapköy Muharebelerinde Ruslara karşı başarılar kazanan kişi Galip Paşa’dır. Galip Paşa, Yemen’de ve Makedonya’da yıllarca âsilere karşı başarılı bir şekilde gerilla mücadelesi vermiş ve birçok ödül almıştır. 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasında vazife alması ve bundan sonra da Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapması ona çok değerli tecrübeler kazandırmıştır. Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlansa da bu savaş esnasında 13. Tümen’in komutanlığını yapan Galip Paşa iyi bir komutan olduğunu göstermiştir. Bunu harp ceridelerinde, belgelerde, bizzat ve bilfiil Galip Paşa ile aynı cephelerde bulunmuş olan Zeki Paşa ve Fevzi Çakmak’ın hatıralarında açıkça gördük. Birinci Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi’nde ön plana çıkan komutanlardan birisi olmuştur. Yani 1888-1915 yılları arasında Galip Paşa dirayetli ve liyakatli bir subay olarak görülmektedir. Fakat böyle bir kişinin Hicaz 197 Valisi olduğu dönemde, Şerif Hüseyin’in isyan hazırlıklarını görmezden gelişi veya fark edemeyişi, üç beş bin bedeviyle başa çıkamamış olması düşündürücüdür. Bunun yazılı kaynaklara dökülmemiş bir cevabı olmalıdır. Onu böyle davranmaya belki o dönemin hükümeti yönlendirdi, belki de kendisi bu şekilde davranmanın daha doğru olabileceğine karar verdi. İsyanın yaklaştığı günlerde Mekke’yi âdeta Şerif Hüseyin’in kontrolüne bırakarak Taif’e çekilmiş ve yaklaşmakta olan isyanla ilgili tüm ihbarları görmezden gelmiştir. İsyan başlayıp da âsiler Mekke’den başka Cidde’yi alıp Taif’i de kuşatınca Galip Paşa’nın Şerif Hüseyin’le ilgili söylemleri birden bire değişmiş ve onu sözünde durmayan, nankörlük yapan bir kişi olarak vasıflandırmıştır. Yıllarca aktif ve önemli görevlerde bulunmuş olan Galip Paşa’nın Milli Mücadele yıllarında Anadolu’ya davet edildiğinde cephede görevlendirilmek yerine Konya Valisi yapılması ve daha sonra da birkaç defa açıkta bırakılarak kısa süreli görevlere getirilmesi düşündürücüdür. İncelediğimiz belgelerde, gazetelerde ve diğer dokümanlarda bu durumu açıklayıcı bir bilgiye ulaşamadık. Bunda Galip Paşa’nın İttihatçılığı etkili olmuş olabilir. Galip Paşa, “Yıldız Yağması Davası”ndan dolayı Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak on yıl hapis cezasına çarptırılmasına hatıralarında açıkça değinmemiştir. Kendisinin olaydaki rolünü anlatmak yerine başka mahfilleri suçlamayı tercih etmiştir. Hâlbuki Divan-ı Harb-i Örfi’nin raporunda Galip Paşa, iç ve dış güvenliğini sağlamakla görevlendirildiği Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasına göz yummakla suçlanmıştır. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesini ve Selanik’e gönderilmesini çok iyi hatırlamasına rağmen aynı günlerde vuku’ bulan Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasını ve bununla ilgili davaları unutmuş olması çok düşük bir ihtimaldir. Osmanlı Devleti’nin son döneminde önemli olayların içinde yer almış olan Galip 198 Paşa’yla ilgili bilgileri arşiv belgelerinden, eski gazetelerden, hatıralardan çekip çıkarmaya çalışmak oldukça heyecan vericiydi. Fakat olayların ayrıntısına dalmadan Galip Paşa’yı ön planda tutmak en fazla zorlandığımız mesele oldu. Günümüzden yaklaşık olarak yüz yıl önce yaşamış olan bir Osmanlı askeriyle ilgili tüm ayrıntılara ulaşmak mümkün değil. Biyografisi hazırlanan kişinin rütbesi, yaptığı görevler ve çevresi onunla ilgili olarak edinilecek bilginin niceliğini ve niteliğini de belirlemektedir. Mesela, Yemen’de görev yaptığı yıllarda Galip Paşa yüzbaşı rütbesindedir. Bölgedeki isyanların bastırılmasında vazife alması için oraya gönderilmiştir. Onun Yemen’de bulunduğu dönemde 1895 ve 1898’de olmak üzere binlerce kişinin öldüğü iki tane büyük isyan yaşanmıştır. Fakat o günleri anlatan yazılı eserler ve belgeler genel itibariyle ya bölgenin valisinden veya üst düzey komutanlarından bahsetmiştir. Bir bölüğü yöneten yüzbaşıyı anlatmak şöyle dursun alay komutanlarından bile pek bahsedilmemiştir. Fakat Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yaptığı dönemde, kendisiyle ilgili olarak arşiv belgelerinde, gazetelerde, zabıt ceridelerinde, salnâmelerde, hatıralarda ve diğer yazılı eserlerde bol miktarda bilgiye ulaştık. Galip Paşa’nın hayatını incelerken yapılmış olan vazifenin niteliğinin de araştırmacının ulaşabileceği bilgi ve belgenin nicelik ve niteliğini belirlediğini gördük. Netice olarak; yapmış olduğumuz bu çalışmayla Osmanlı Devleti’nin son döneminde önemli bir rol üstlenmiş olan Galip Paşa’nın hayatına dâir bilgileri arşiv belgelerinden, gazetelerden, zabıt ceridelerinden, salnâmelerden, hatıralardan ve kitaplardan derleyerek bir biyografi ortaya koymaya çalıştık. Yaptığımız bu çalışmanın Firzovik Toplantıları’nın, Emniyet-i Umumiye’nin kuruluş ve düzenlenmesinin, Balkan Harbi’nde 13. Tümen Harekâtı’nın, Köprüköy Muharebeleri’nde ve Sarıkamış Harekâtı’nda 11. Kolordu’nun rolünün, Şerif Hüseyin İsyanı’na karşı Osmanlı 199 yönetiminin takındığı tavrın ve TBMM’nin Buhara Halk Cumhuriyeti’ne elçi tayin edişinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz. 200 KAYNAKLAR A- Arşiv Belgeleri Belgelerin dosya, gömlek ve fihrist numaraları metin içerisinde gösterilmiĢ olup kaynakça bölümünde ayrıca gösterilmeyecektir. 1-ATASE Arşivi BDH: Birinci Dünya Harbi Dosyaları. BLH: Balkan Harbi Dosyaları. ĠSH: Ġstiklal Harbi Dosyaları. 2-BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası. DH: Dahiliye DH.EUM.LVZ: Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Levazım Kalemi. DH.EUM.MH: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Muhasebe Kalemi Evrakı. DH.EUM.THR: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Evrakı. DH.EUM.VRK: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Evrak Odası Kalemi Evrakı. DH.MTV: Dahiliye Nezareti Mütenevvia Evrakı. DH.MUĠ: Muhaberât-ı Umumiye Ġdaresi Belgeleri. DH.SYS: Dahiliye Nezareti Siyasi Kısım Evrakı. DH.ġFR: Dahiliye Nezareti ġifre Evrakı. DH.UMVM: Dahiliye Nezareti Umur-ı Mahalliye ve Vilayat Müdürlüğü Evrakı. HR: Hariciye. Ġ.AS: Ġradeler. Askeri Ġ.DH: Ġrade Dahiliye. Ġ.HUS: Ġrade Hususi 201 Ġ.MBH: Ġrade Mabeyn-i Hümayun Ġ.MMS: Ġrâde - Meclis-i Mahsus KMS: Kalem-i Mahsus Evrakı. MKT: Mektubi Kalemi. MTZ: Sadâret Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi Belgeleri. MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları. SYS: Siyasi Kısım Belgeleri. TFR.I.A: Rumeli MüfettiĢliği Sadaret Evrakı. TFR.I.KV: Rumeli MüfettiĢliği Kosova Evrakı. TFR-I-MKM: Rumeli MüfettiĢliği Makamat Evrakı. TFR.I.ġKT: Rumeli MüfettiĢliği Arzuhaller. TFR.I.YN: Rumeli MüfettiĢliği Evrakı. Y.A.HUS: Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı. YEE: Yıldız Esas Evrakı. Y.MTV: Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı. Y.PRK.ASK: Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat. Y.PRK.AZJ: Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Jurnal. Y.PRK.AZN: Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı. Y.PRK.BġK: Yıldız Perakende Evrakı Mâbeyn BaĢkitâbeti. Y.PRK.TKM: Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütercimliği. ZB: Zaptiye. 3-BCA: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 4-CAA: Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi 202 5-İSAM Arşivi HHP: Hüseyin Hilmi PaĢa Evrakı. 6-Milli Savunma Bakanlığı Arşivi GPġD: Galip PaĢa’nın ġahsi Dosyası. 7-Türk Tarih Kurumu Arşivi B-Süreli Yayınlar 1-Gazeteler Gazetelerin tez içeriğinde kullanılan sayıları, ilgili sayfaların dipnotlarında gösterilmiĢtir. Aberdeen Journal AkĢam Alemdar Babalık Cambridge Ġndependent Press Derby Daily Telegraph Dundee Courier Edinburgh Evening News Evening Telegraph Exeter and Plymouth Gazette Falkirk Herald General Advertiser Hakimiyet-i Milliye Hilal Hull Daily Mail Ġkdam 203 Ġleri Gazetesi Liverpool Post London Daily News Manchester Courier Newcastle Daily Journal Nottingham Evening Post Öğüt Pall Mall Gazette Renin Resmi Gazete Rumeli Sabah Senin Servet-i Fünun Sunderland Daily Echo and Shipping Gazette Takvim-i Vekayi Tanin Tasvir-i Efkar Telegraph&Star Tercüman-ı Hakikat The Birmingham Daily Post The Bristol Mercury The Daily Mail The Devon And Exeter Gazette 204 The Leeds Mercury The Morning Post The Western Times The Western Daily Press Vakit Western Mail Yenigün Yeni Ġkdam Yeni Tanin Yeni Tanin Yorkshire Post 2-Dergiler Dergilerin tez içeriğinde kullanılan sayıları, ilgili sayfaların dipnotlarında gösterilmiĢtir. Belleten Çocuklara Kıraat Etfal Hayat Tarih Mecmuası Hilal- Ahmer Mecmuası Jandarma Mecmuası Kanunlar Dergisi Musavver Muhit SebilürreĢad ġehbal 205 C-Zabıtlar ve Yıllıklar Düstur Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri Nevsâl-i Osmanî Salname-i Askeri Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye TBMM Zabıt Cerideleri Yemen Salnamesi E-Kitaplar ve Makaleler ADANIR, F. (2001). Makedonya Sorunu, Çev. Ġhsan Catay, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. AHMED REFĠK. (1326). Ġnkılab-ı Azim, Ġstanbu: Asır Matbaası. AKANDERE, O. (2009). “Damat Ferit PaĢa’nın IV. Hükümeti Döneminde Kuva-yı Milliye Ġleri Gelenleri Hakkında Verilen Ġdam Kararları”, Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 43, Ankara. AKSUN, Z. N. (2008). Enver PaĢa ve SarıkamıĢ, Ġstanbul: Ötüken. AKSUN, Z. N. (2010). II. Abdülhamid Han, Ġstanbul: Ötüken. AKġĠN, S. (1970). 31 Mart Olayı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. ALKAN, A. T. (1992). Ġkinci MeĢrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Ankara: Cedit. ALMANA, M. (1985). Arabia Unified, New Jersey: North American New Brunswick. AL-ROUSAN, M.A., Al-Azzam, S.M. (2012). “The Great Arap Revolt A Socio-Historical Investigation Of Its Internal and Objective Beginnings”, European Journal Of Social Sciences, Vol. 29, No. 1. 206 ANDONYAN, A. (1975). Balkan Harbi Tarihi, Çev. Zaven Biberyan, Ġstanbul: Sander. APAK, R. (1988). YetmiĢlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara: TTK. ARI, T. (2008). Orta Doğu, Bursa: Marmara Kitap Merkezi. ARTUÇ, N. (2005). Ahmed Cemal PaĢa, Askerî ve Siyasî Hayatı, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta. ATEġ, T. (2009). Siyasi Tarih, 3. Baskı, Ġstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. ATIF HÜSEYĠN BEY. (2010). Sultan Abdülhamit’in Sürgün Günleri, 3. Baskı, Ġstanbul: TimaĢ. ATIF PAġA. (1326). Yemen Tarihi, C. 2, Ġstanbul. AVANAS, A. (1998). Milli Mücadele’de Konya, Ankara: Atatürk AraĢtırma Merkezi. AYSAL, N. (2006), “Örgütlenmeden Eyleme GeçiĢ: 31 Mart Olayı”, Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 37-38. AYYAD, A. A. (1999). Arab Nationalism and The Palestians, Jerusalem: PASSIA. BABACAN, H. (2002). “Enver PaĢa”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. BABACAN, H., AVġAR, S. (2013). 31 Mart Hatıraları, Ankara: TTK. BAL, M. A. (2003). Bekirağa ve Malta Anıları, Ġstanbul: Özgü. BALCI, R. (2006). Osmanlı’yı Yıkan Cephe: Filistin, Ġstanbul: Nesil. BALCI, R. (2007). Tarihin SarıkamıĢ DuruĢması, Ġstanbul: Nesil. BARLAK, Y. (2013). Dini ve Siyasi Yönden Osmanlı Devleti Ġdaresinde Yemen, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun. BAYTIN, A. (1946). Ġlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi, Ġstanbul: Vakit Matbaası. BAYUR, Y. H.(1991a). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 1, k. 1, Ankara: TTK. BAYUR, Y. H.(1991b). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 1, k. 2, Ankara: TTK. BAYUR, Y. H.(1991c). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 3, k. 3, Ankara: TTK. 207 BAYUR, Y. H.(1983). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 3, k. 1, Ankara: TTK. BELEN, F. (1973). Yirminci Yüzyılda Osmanlı Devleti, Ġstanbul: Remzi Kitabevi. BEYDĠLLĠ, K. (1989). “II. Abdülhamit Devrinde Makedonya Melesine Dair”, Osmanlı AraĢtırmaları, C. IX, Ġstanbul. BĠRGEN, M. (2006). Ġttihat ve Terakki’de On Sene, C. 1, Haz. Zeki Arıkan, Ġstanbul: Kitap. BĠRĠNCĠ, A. (2001). Arabistan’da Bir Ömür, Ġstanbul: ĠSĠS. BĠRĠNCĠ, A. (2002). “31 Mart Vak'ası'nın Bir Yorumu”, Türkler, C. 13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara. BĠRĠNCĠ, A. (1999). “Türk Emniyet TeĢkilatında Ġlkler”, Polis Bilimleri Dergisi, C. 1, S. 3, s. 9-16. BOSTAN, Ġ. (2013). “Yemen”, ĠA, DĠA, C. 43, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı. ÇAKIN, N., ORHON, N. (1978). Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, k. 5, Ankara: ATASE. ÇAKMAK, F. (2011). Büyük Harpte ġark Cephesi Harekâtı, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası. ÇALIġLAR, Ġ. (2010). On Yıllık SavaĢ, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası. ÇAVDAR, N. (2010). Son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik PaĢa, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Samsun. ÇĠÇEK, M. T. (2007). ġerif Hüseyin Ġsyanının Türk ve Arap Kimlik ĠnĢa Süreçlerindeki Etkisinin Analizi, Sakarya Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ Yükseklisans Tezi, Sakarya. ÇOLAK, M. (2006). Alman Ġmparatorluğu’nun Doğu Siyaseti Çerçevesinde Kafkasya Politikası, Ankara: TTK. DABAĞYAN, L. P. (2003). Osmanlı’da ġer Hareketleri ve Abdülhamid Han, 2. Baskı, Ġstanbul: IQ. DANĠġMEND, Ġ. H. (1961). 31 Mart Vak’ası, Ġstanbul: Ġstanbul Kitabevi. 208 DEMĠRTAġ, S. (2012). Zeki PaĢa’nın Balkan SavaĢı Hatıratı, Ġstanbul: Alfa. DĠKĠCĠ, A. (2010). “Osmanlı Makedonya’sında Kurulan Ġlk Uluslararası Polis BarıĢ Koruma Misyonu: Mürzsteg Reform Programı”, Karadeniz AraĢtırmaları, C. 6, S. 24, ss. 75-108. DĠRĠK, K. D. (2008). Vali PaĢa Kâzım Dirik, Ġstanbul: Gürer. EHĠLOĞLU, Z. (2001). Yemen’de Türkler, Ġstanbul: Kitabevi. ENGĠN, V. (2005). II. Abdülhamid ve DıĢ Politika, Ġstanbul: Yeditepe. ERDEN, A. F. (1336). Paris’tan Tih Sahrası’na, Ġstanbul: AkĢam Matbaası. ERGĠN, O. (1977). Türk Maarif Tarihi, C. 1-2, Ġstanbul: Eser Matbaası. ERKAL, ġ. (1978). Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Hicaz, Asir, Yemen Cepheleri ve Libya Harekâtı, C. 6, Ankara: ATASE. ERNER, A. F. (2013). Polis Rehberi, Haz. Cemal Tepe, Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü. ESMER, A. ġ. (1944). Siyasi Tarih, Ġstanbul: Maarif Matbaası. EYĠCĠL, A. (2005). Siyasi Tarih, 2. Baskı, Ankara: Gün. FINDLEY, C. V. (2011). Modern Türkiye Tarihi, Çev. GüneĢ Ayas, Ġstanbul: TimaĢ. FROMKĠN, D. (2004). BarıĢa Son Veren BarıĢ, Çev. Mehmet Harmancı, Ġstanbul: Epsilon. GEORGEON, F. (2006). Sultan Abdülhamid, Çev. Ali Berktay, Ġstanbul: Homer. GUZE. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kafkas Cephesi’ndeki Muharebeler, Ankara: ATASE. GÜLSOY, U. (1994). Hicaz Demiryolu, Ġstanbul: Eren. GÜN, T. (2012). II. MeĢrutiyet Döneminde Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün KuruluĢu ve GeliĢimi, Harran Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Yükseklisans Tezi, Urfa. GÜNGÖR, S. (1937). Kumandanlarımızın Harp Hatıraları, Ġstanbul: Kanaat Kitabevi. HACISALĠHOĞLU, M. (2008). Jön Türkler ve Makedonya Sorunu, Çev. Ġhsan Catay, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 209 HALAÇOĞLU, A. (2002). “Balkan SavaĢları (1912-1913)”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 532-556. HALL, R. C. (2003). Balkan SavaĢları, Çev. Tanju Akad, Ġstanbul: Homer Kitabevi. HALLI, R. (1979). Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, k. 1, Balkan Harbi, Garp Ordusu, Ankara: ATASE. HÜLAGÜ, M. (1995). “Ġngilizlerin Hicaz Ġsyanına Maddi Yardımları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi AraĢtırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, S. 6, ss. 139-154. HÜLAGÜ, M. (2006). Osmanlı’nın Son Umudu, Ġstanbul: Yitik Hazine Yayınları. HÜRMEN, F. R. (2009). Bürokrat Tevfik Biren’in Hatıraları, Ġstanbul: Pınar. ĠBRAHĠM FERĠDUN. (1326). Polis Efendilere Mahsus Terbiye ve Malumat-ı Meslekiye, Ġstanbul: Matbaa-i Hayriye ve ġürekası. ITZKOWITZ, N., VOLKAN, V. D. (1998). Ölümsüz Atatürk, Ġstanbul: Bağlam. ĠLTER, A. S. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kafkas Cephesi Hatıraları, Ankara: ATASE. ĠNÖNÜ, Ġ. (1969). Hatıralarım, Haz. Sabahattin Selek, Ġstanbul: Burçak Yayınları. ĠPEK, C. (2006). Osmanlı Ġmparatorluğu ve Cumhuriyet'in Ġlk Yıllarında Jandarma'da Reform Hareketleri, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Yükseklisans Tezi, Afyon. ĠSLAMOĞLU, A. (2004). II. MeĢrutiyet Döneminde Siyasal Muhalefet, Ġstanbul: Gökkubbe. KARABEKĠR, K. Ġttihat ve Terakki Cemiyeti, Ġstanbul: Emre. KARAL, E. Z. (2007). Osmanlı Tarihi, C. VIII, Ankara: TTK. KARAL, E. Z. (1999). Osmanlı Tarihi, C. IX, Ankara: TTK. KARAMAN, S. S. (2002). Ġstiklal Mücadelesi ve Enver PaĢa, Ġstanbul: Arma. KARATEPE, ġ. (1993). Darbeler Anayasalar ve ModernleĢme, Ġstanbul: Ġz Yayıncılık. KAYNAR, S. (2002). Tarihi Süreç Ġçerisinde Türk Polis TeĢkilatı’nın KuruluĢu, Organizasyonu, Fiziksel Yapılanması, Aday Seçme ġekli, Eğitim Programları ve Eğitim 210 Süreçleri Üzerine Bir AraĢtırma, Niğde Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Niğde. KICIMAN, N. K. (1976). Medine Müdafaası, Ġstanbul: Sebil. KILINÇKAYA, M. D. (1992). Arap Milliyetçiliği ve Milli Mücadele’de Türkiye-Suriye ĠliĢkileri, Hacettepe Üniversitesi-Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılâp Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara. KIR, N., ALTINBĠLEK, A. (1993). Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3. Ordu Harekâtı, C. 1, Ankara: ATASE. KĠP, S. A. (1939). Askerî Kamus, Ġstanbul: Vakit. KOBAL, Y. (2002). “Millî Mücadelede Ġç Ayaklanmalar”, Türkler, C. 16, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 129-150. KOCABEY, H. (1997). Türk Askeri Yargısının Tarihi GeliĢimi, Ġnönü Üniversitesi, Doktora Tezi, Malatya. KODAMAN, B. (2002). “II. MeĢrutiyet Dönemi (1908-1914)”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 286-335. KOLOĞLU, O. (2007). Abdülhamit Gerçeği, Ġstanbul: Pozitif. KOPARAN, N. (2007). Türk Jandarma TeĢkilatı, Ankara Üniversitesi, Yükseklisans Tezi, Ankara. KRAL ABDULLAH. (2006). Biz Osmanlı’ya Neden Ġsyan Ettik?, Ġstanbul: Klasik. KURAN, A. B. (1945). Ġnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Ġstanbul: Tan Matbaası. KURAT, A. N. (2010). Rusya Tarihi, Ankara: TTK. KURġUN, Z. (2012). “31 Mart Olayı’nın Arkasındakiler”, CoĢkun Yılmaz(Ed.), Sultan II. Abdülhamit ve Dönemi, Ġstanbul: Sultanbeyli Belediyesi. KÜLÇE, S. (1944). Firzovik Toplantısı ve MeĢrutiyet, Ġzmir. 211 LANSEUR, F. (2010). British Crisis Ġn The Middle East And Growth Of Arap Nationalism, University Of Mentouri, Yükseklisans Tezi, Algeria. LARCHER, M. (1928a). Büyük Harpte Türk Harbi, Çev. Mehmet Nihat, C. 2, Ġstanbul: Matbaa-i Tarih-i Askeri. LARCHER, M. (1928). Büyük Harpte Türk Harbi, Çev. Mehmet Nihat, C. 3, Ġstanbul: Matbaai Tarih-i Askeri. LEWĠS, B. (2005). Ortadoğu, Çev. Selan Y. Kölay, Ankara: ArkadaĢ. MEMDUH. (1324). Yemen Kıtası Hakkında Bazı Mutalaat, Ġstanbul. MUSTAFA RAGIB. (2007). MuĢrutiyet’ten Önce Manastır’da Patlayan Tabanca, Haz. RahĢan AktaĢ, Ġstanbul: Bengi. MÜDERRĠSOĞLU, A. (1981). KurtuluĢ SavaĢı Mali Kaynakları, Ankara: Yapı Kredi. NĠZAMOĞLU, Y. 82013). “1917 Yılında Hicaz Cephesi: Arap Ġsyanının Yayılması ve Medine’nin Tahliyesi Programı, Bilig, S. 66, ss. 123-148. NĠZAMOĞLU, Y. (2010). Vehip PaĢa’nın Hayatı ve Askeri Faaliyetleri, Ġstanbul Üniversitesi, Doktora Tezi, Ġstanbul. NĠZAMOĞLU, Y. (2013). “Yanya Vilayeti’nin Durumuna Dair Hazırlanan Layihalar ve Sonuçları”, OTAM, ss. 197-228. NURETTĠN BEY. (1327). Yemen Layihası, Ġstanbul: Matbaa-i Amire. OCHSENWALD, W. (1984). Religion, Society And The State Ġn Arabia, US: Ohio State Universty Press. ÖĞÜN, T. (2002). “Kafkas Cephesinde Kader Ânı: SarıkamıĢ Harekâtı ve Sonuçları”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 711-731. ÖNAL, S. (2011). SarıkamıĢ, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası. 212 ÖZBEK, N. (2004). “Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Ġç Güvenlik, Siyaset ve Devlet”, Türklük AraĢtırmaları Dergisi, S. 16, ss. 59-95. ÖZDEMĠR, Y. (2003). SarıkamıĢ Harekatı, Erzurum: Erzurum Kalkınma Vakfı. ÖZMERT, T. (1929). Tarihte Hicaz Ġhtilali(Ayaklanmanın olduğu dönemde Hicaz’da devlet memuru olan Tevfik Özmert’in Osmanlı alfabesiyle yazmıĢ olduğu bu eser TTK kütüphanesinde Y/127 kaydıyla mevcuttur). ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966a). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1, S. 6, ss. 4-11. ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966b). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1, S. 7, ss. 20-26. ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966c). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1, S. 8, ss. 77-84. ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966d). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1, S. 9, ss. 80-88. PAKALIN, M. Z. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 1, Ġstanbul: MEB. PAZARBAġI, A. (2008). Birinci Dünya SavaĢı’nın 1917 Yılı, Sakarya Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yükseklisans Tezi, Sakarya. RAGIP. (2007). Mustafa, MeĢrutiyet’ten Önce Manastır’da Patlayan Tabanca, Ġstanbul: Bengi, 2007. RAMSAUR, E. D. (1972). Jön Türkler ve 1908 Ġhtilali, Çev. Nuran Ülken, Ġstanbul: Sander. RESNELĠ NĠYAZĠ. (1975). Balkanlarda Bir Gerillacı, Çev. Ġhsan Ilgar, Ġstanbul: ÇağdaĢ. ROBERTS, J. M. (2003). Yirminci Yüzyıl Tarihi, Çev. Sinem Gül, Ankara: Dost. RÜġDÜ. (1327). Yemen Hatırası, Ġstanbul: Matbaa-i Osmaniye. SAATÇI, M. B. (2004). Makedonya Sorunu, Akdeniz Üniversitesi, Doktora Tezi, Antalya. 213 SABAHADDĠN. (1328). Türk Yunan Bulgar Karadağ Sırp Seferine Ait Geçirdiğim Günlere Ait Tarih, Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, DemirbaĢ No: Bel_Yz_K.000929 SABĠS, A. Ġ. (1943). Harb Hatıralarım, C. 1, Ġstanbul: Ġnkılab Kitabevi. SARAY, M. (2006). Türkiye ve Yakın KomĢuları, Ankara: Atatürk AraĢtırma Merkezi. SARIHAN, Z. (1996). KurtuluĢ SavaĢı Günlüğü, C. 4, Ankara: TTK. SARIHAN, Z. (1995). KurtuluĢ SavaĢı Günlüğü, C. 3, Ankara: TTK. SARISAMAN, S. (1999). Birinci Dünya SavaĢı’nda Türk Cephelerinde Beyannamelerle Psikolojik Harp, Ankara: Genelkurmay Basımevi. SEZEN, T. (2006). Osmanlı Yer Adları, Ankara: T.C. BaĢbakanlık Devlet ArĢivleri Genel Müdürlüğü. SIMITH, C. D. (1988). Palestine and the Arab-Ġsrail Conflict, New York: St. Martin’s Press. SIRMA, Ġ. S. (2008). Osmanlı Devleti’nin YıkılıĢında Yemen Ġsyanları, Ġstanbul: Beyan. STODDARD, P. (1994). TeĢkilat-ı Mahsusa, Ġstanbul: Arba. SÜLEYMAN ġEFĠK PAġA. (2004). Hatıratım, Ġstanbul: Arma. ġAPOLYO, E. B. (1965). “Mustfa Kemal ve Üç Kılıç”, Türk Kültürü, S. 37, ss. 84-87. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1306). Kamusu’l-Alam, C. 1, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1316a). Kamusu’l-Alam, C. 2, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1308). Kamusu’l-Alam, C. 3, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1311). Kamusu’l-Alam, C. 4, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1314). Kamusu’l-Alam, C. 5, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1316b). Kamusu’l-Alam, C. 6, Ġstanbul: Mihran Matbaası. ġEMSEDDĠN. (1324). Makedonya Tarihçe-i Devri Ġnkılab, Ġstanbul: Artin Asadoryan Matbaası. 214 ġERĠF. (1338). SarıkamıĢ, Ġstanbul. ġĠMġEK, H. (2014). “Osmanlı Devleti’nde özel Okullar ve Ġlk Türk Özel Okulunun Tarihçesine Dair Yeni Bilgiler”, Bilig, S. 68, ss. 209-230. TAHSĠN PAġA. (1990). Yıldız Hatıraları, Ġstanbul: Boğaziçi. TANSU, S. N. (2011). Ġki Devrin Perde Arkası, Ġstanbul: Ġlgi Kültür Sanat Yayıncılık. TOGAN, Z. V. (1999). Hatıralar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı. TOKER, H., BARLAS, G., FĠDAN, N. (2004). Balkan SavaĢına Katılan Komutanların YaĢam Öyküleri, Ankara: ATASE. TOKER, H., ASLAN, N. (2009). Birinci Dünya SavaĢı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, C. 1, Ankara: ATASE. TOPUZLU, C. (2002). 80 Yıllık Hatıralarım, Haz. Cemalettin Topuzlu, 4. Baskı, Ġstanbul: Topuzlu. TUNALI HĠLMĠ. (1326). Makedonya, 2. Baskı, Mısır. TUNAYA, T. Z. (1988). Türkiye’de Siyasal Partiler, C. 1, Ġstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları. TURAL, E. (2006). II. MeĢrutiyet Döneminde Devletin Restorasyonu Bağlamında 1909 TeĢkilat ve Tansikat Kanunu, Dokuz Eylül Üniversitesi, Doktora Tezi, Ġzmir. TURAN, M. (2003). Bir Generalin 31 Mart Anıları, Ġstanbul: Q-Matris. UÇAROL, R. (2000). Siyasi Tarih, Ġstanbul: Filiz. UĞURLU, N. (2007). Yemen-SavaĢanlar Anlatıyor, Ġstanbul: Örgün. UĞURLU, N. (2008). Ġkinci MeĢrutiyetin Ġlanı, Ġstanbul: Örgün. UNAT, F. R. (1991). Ġkinci MeĢrutiyetin Ġlanı ve 31 Mart Hadisesi, Ankara: TTK. URAL, S. (2006). “Mütareke Döneminde Ġngilizlerin Elindeki Türk Esirlerinin Ġadesi ve Ortaya Çıkan Sorunlar”, Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 37-38, ss. 187-210. UZUNÇARġILI, Ġ. H. (1984). Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara: TTK. 215 ÜÇOK, C. (1980). Siyasal Tarih, 3. Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları. ÜNAL, T. (1974). Türk Siyasî Tarihi, Ġstanbul: Kutluğ Yayınları. ÜNLÜ, M. (2002). Kosova Vilayeti’nin Ġdari ve oysal Yapısı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Doktora Tezi, Samsun. ÜZEN, Ġ. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kanal Seferleri, Ġstanbul Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ġstanbul. VAN, N. (2012). Ġstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi; KuruluĢu, TeĢkilatı ve Faaliyetleri, Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, Ġstanbul. YAĞAR, H. (2002). “Osmanlı Polis TeĢkilatı ve YenileĢme Süreci”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 1137-1180. YALÇIN, E. S. (2002). Mustafa Kemal PaĢa'nın Ġttihatçılığı, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 437-471. YARKIN, Ġ. (1965). “Buhara Hanlığı’nın Sovyet Rusya Tarafından Ortadan Kaldırılması ve Buhara Halk Cumhuriyeti’nin KuruluĢu”, Türk Kültürü, S. 76, ss. 297-303. YARKIN, Ġ. (1973). “Buhara Halk Cumhuriyeti ve Bunun Ortadan Kaldırılarak Sovyetler Birliği’ne Ġlhakı”, Türk Kültürü, S. 124, ss. 242-253. YATAK, S. (1991). “1914-1916 Yıllarında Osmanlı Devleti ve Mekke Emiri ġerif Hüseyin”, Ġlim ve Sanat, Ekim 1991, ss. 70-80. YEġĠLYURT, N. (2006). “Turning Point Of Turkish-Arap Relations: A Case Study On The Hijaz Revolt” , The Turkish Yearbook, Vl.XXXVII. ss. 97-121. Yılmazçelik, Ġ., Karabörk, Ġ. (2005). “Türk Emniyet TeĢkilatının KuruluĢ ve GeliĢmesi” , Polis Dergisi, S. 43, ss. 5-61. YUNUS NADĠ. (1325). Ġhtilal ve Ġnkılab-ı Osmani, Ġstanbul: Matbaa-i Cihan. ZEKĠ. (1337). Balkan Harbi’ne Ait Hatıratım, Ġstanbul: Matbaa-i Askeriye. 216 Suat ZEYREK, S. (2012). Balkan SavaĢı Yenilgisinin Ġç ve DıĢ Sebepleri, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi. 217 EKLER EK 1: Üçüncü Ordu, Nizamiye 18. Alayı’nın 3. Taburu’nun binbaşısı Galip Efendi’nin tercüme-i hal varakasıdır(BOA, İ.AS, 43/49/4). 218 EK 2: Yanya Vilayeti Jandarma Alayı Kumandanlığı’na 3. Ordu’nun 18. Alayı’nın 3. Taburu binbaşısı Galip Bey’in tayin edilmesi(BOA, BEO, 2008/150573). 219 EK 3: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığı’na tayini(BOA, İ.AS, 50/20). 220 EK 4: Galip Bey’in miralaylığa terfi etmesi(BOA, BEO, 2901/217531). 221 EK 5: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığı vazifesinden ayrılma isteği(BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752). 222 EK 6: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanı olduğu dönemde, hava değişimi alarak Trabzon’a gitmesi(BOA, TFR-I-KV, 214/21319). 223 EK 7: Galip Bey’in İstanbul’da jandarma tensikiyle görevlendirilmesi(BOA, TFR-IKV, 214/21319). 224 EK 8: Emniyet-i Umumiye’nin kurulması ve buranın müdürlüğüne Galip Paşa’nın getirilmesi(BOA, İ.DH, 1476/1327-B/44). 225 EK 9: Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürü olduktan sonra, polis teşkilatında yenilikler yapmak için, Avrupa’ya seyahat etme isteği(BOA, DH.MUİ, 2-4/31). 226 EK 10: Galip Bey’in mirlivalığa terfi etmesi(BOA, DH.MTV, 4/25). 227 EK 11: Galip Paşa’nın Hicaz Vali ve Kumandanı tayin edilmesi(BOA, BEO, 4348/326026). 228 EK 12: Galip Paşa’nın Konya Valiliği’ne tayini(BCA, 500/71-15/30.18.1.1/2.27.6). 229 EK 13: Galip Paşa’nın Buhara elçiliğine tayini(BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/4.47.19). 230 EK 14: Galip Paşa’nın Konya Valiliği’nden istifa isteğini Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmesi(BCA, 711/30.10.0.0/64.430.1). 231 EK 15: Galip Paşa’ya Birinci Dünya Savaşı esnasındaki başarılarından dolayı madalya verilmesi(MSB Arşivi, GPŞD). 232 EK 16: Galip Paşa’ya İstiklal Madalyası verilmesine dair yazı(MSB Arşivi, GPŞD). 233 EK 17: Galip Paşa’nın askerî hayatına dair belge(MSB Arşivi, GPŞD). 234 EK 18: Galip Paşa’nın Erkan Divan-ı Harb Reisliğine tayini(BCA, 6/2541/30.11.1.0/14.22.19). 235 EK 19: Galip Paşa’nın Askeri Temyiz Mahkemesi İkinci Reisliğine tayin edilmesi(BCA, 10608/39-114/30.18.12/17.8.13). 236 EK 20: Galip Paşa’nın emekli olması(BCA, 7943/30.11.1.0/65.26.14). 237 EK 21: Galip Bey’in Emniyet-i Umumiye Müdürü olduğu dönemdeki maaş bordrosu(BOA, DH.EUM.MH, 2/127). 238 EK 22: Galip Paşa’nın askeri safahat belgesi(MSB Arşivi, GPŞD). 239 EK 23: Galip Paşa. 1930. 240 EK 24: Galip Paşa’nın albaylık dönemindeki bir fotoğrafı. 241 EK 25: Emniyet-i Umumiye Müdürü Galip Bey 242 EK 26: Galip Paşa’nın Konya Valiliği yaptığı dönemdeki fotoğrafı. 243 EK 27: Galip Paşa, Bekirağa Bölüğü’nde arkadaşlarıyla birlikte. 244 EK 28: Galip Paşa’nın Askeri Temyiz Mahkemesi İkinci Daire Başkanı olduğu dönemdeki fotoğrafı. 245 ÖZGEÇMİŞ Remzi Çavuş: 1971 yılında Samsun’da doğdu. İlköğrenimini Samsun’a bağlı Kapaklı Köyü’nde, orta öğrenimini ise Samsun’da tamamladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini 2011 yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı.