galip paşa(pasiner) - Ulusal Tez Merkezi

advertisement
T.C.
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GALİP PAŞA(PASİNER)’NIN ASKERÎ VE SİYASÎ HAYATI
(1868-1939)
Hazırlayan
Remzi Çavuş
Tarih Ana Bilim Dalı
Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı
Doktora Tezi
Danışman
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Aykun
TOKAT – 2015
ii
TEŞEKKÜR
Çalışmamda akademik desteklerini benden esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. İbrahim
Aykun, Yrd. Doç. Dr. Necati Çavdar, Yrd. Doç. Dr. Baha Öztunç, Yrd. Doç. Dr. İsmet
Türkmen, Yrd. Doç. Dr. Yüksel Nizamoğlu, Yrd. Doç. Dr. Raif İvecan, Yrd. Doç. Dr.
Nurettin Van ve Yrd. Doç. Dr. Cafer Ulu’ya çok teşekkür ederim.
Remzi Çavuş
iii
ÖZET
Osmanlı Devleti’nin en buhranlı döneminde askerî okullarda yetişen ve ilk görevine Makedonya’da 1888’de Üçüncü Ordu’da başlayan Galip Paşa, burada birkaç sene
süren ilk subaylık yıllarından sonra isyanlarla kaynayan Yemen’e gönderilmiştir (1893).
Burada on yıl süren (1893-1903) gerilla mücadelelerinden sonra yine çete ve eşkıya
hareketleriyle ün salan Makedonya’ya dönmüştür. Bu bölgede Yanya ve Kosova Jandarma Kumandanlığı yaptığı dönemde hem Yemen’de edindiği tecrübeyi etkin bir şekilde kullanmış hem de yeni tecrübeler edinmiş ve gösterdiği başarılardan dolayı taltif
edilmiştir. Kosova Jandarma Kumandanlığı yaptığı dönemde Firzovik’te toplanan binlerce Arnavut’u organize ederek II. Abdülhamit’in meşrutiyetin ilanı konusunda ikna
olmasında katkısı olmuştur (1908). Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin kurulması
(1909) üzerine ilk Emniyet-i Umumiye Müdürü olmuş ve yapmış olduğu Avrupa seyahati sonucunda elde ettiği bilgi, gözlem ve tecrübeleri emniyet teşkilatındaki reform
hareketlerinde kullanmıştır. Balkan Harbi’nde (1912-1913) 13. Tümen Komutanlığı,
Birinci Dünya Savaşı’nda ise Kafkas Cephesi’nde 11. Kolordu Komutanlığı yapmış
(1914-1915); Şerif Hüseyin’in isyana kalkıştığı dönemde ise Hicaz Vali ve Kumandanı
olarak çalışmıştır (1915-1917). Milli Mücadele döneminde Konya Valisi olarak vazife
yapmış (1920-1921) ve Delibaş Mehmet’in bertaraf olmasında etkili olmuştur. Konya
Valiliği’nden sonra Buhara’ya elçi olarak tayin edilen Galip Paşa, 1931 yılında Askeri
Temyiz İkinci Başkanlığı yaparken emekli olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Balkan Harbi, Emniyet, Galip, Galip Pasiner, Galip Paşa, Hicaz,
Sarıkamış, Yemen
iv
ABSTRACT
Galip Paşa, who attented military school when the Ottoman State was going
through crisis after crisis and assigned to his first post in the Third Army in Macedonia
(1888), he was sent to Yemen, which was in turmoil with uprisings, following his first
couple of years as an officer (1893). After nine years of guerilla fights there (18931902), he returned to Macedonia, which was notorious for its mob and bandit activities.
During the period when he was The Commander of Gendarmerie of Ioannina and
Kosovo, he used his experiences he gained in Yemen effectively, as well as acquiring
new ones, and he was rewarded for his successes. During his spell as The Commander
of Gendarmerie of Kosovo, he organized thousands of Albanians who gathered in
Firzovik and made contributions toward convincing Abdülhamid II. for proclamation of
Constitution (1908). Upon the establishment of The General Directorate of Security
(1909), he was assigned as the first General Director and following his first European
trip he used the observations, knowledge and experiences for reforms in Security
Directorate. He was the Commander of 13th Division in the Balkan War (1912-1913),
Commander of 11th Corps in Caucasian Front in World War I (1914-1915); and was the
Governor and Commander of Hicaz during Şerif Hüseyin's rebellion (1915-1917).
During the Turkish War of Independence he served as the Governor of Konya (19201921) and was instrumental in disposal of Delibaş Mehmet. Galip Paşa was assigned as
an envoy to Buhara and retired from the Supreme Court of Military Appeals as VicePresident in 1931.
Key Words: Balkan Harbi, Emniyet, Galip, Galip Pasiner, Galip Paşa, Hicaz, Sarıkamış,
Yemen
v
ĠÇĠNDEKĠLER
ETĠK SÖZLEġME…………………………………………………………………...….Ġ
TEġEKKÜR..………………………………………………………………………...….ĠĠ
ÖZET...……………………………………………………………………………...….ĠĠĠ
ABSTRACT………………………………………………………………………....….ĠV
ĠÇĠNDEKĠLER…..……………………………………………………………………...V
KISALTMA CETVELĠ………………………………………………………………viii
YÖNTEM VE MATERYAL....…..…….………...……..……..……………………...XĠĠ
GĠRĠġ…………………………………………………………………………….…..…1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM……………………………………..……………….……..…………6
1. 1888-1911 YILLARI ARASINDA GALĠP PAġA………………….……..…………6
1.1. GALĠP PAġA’NIN EĞĠTĠMĠ VE ASKERLĠK MESLEĞĠNE GĠRĠġĠ.....…...…6
1.2. GALĠP PAġA’NIN YEMEN’DEKĠ YILLARI.………………………....………8
1.3. GALĠP PAġA’NIN YANYA VE KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI..19
1.3.1. YANYA JANDARMA KOMUTANLIĞI...…..……………......…...……19
1.3.2. KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI.…..…………...………..……22
1.3.2.1. Üsküp’teki Ġngiliz Konsolosuna Saldıranların Yakalanması.…….…23
1.3.2.2 Makedonya’da Ġttihatçı TeĢkilatlanma ve Galip PaĢa...……….….…23
1.3.2.3. Galip PaĢa’nın Firzovik Toplantılarını Yönlendirmesi.……..…..…26
1.4. 31 MART OLAYI VE II. ABDÜLHAMĠT’ĠN HAL’Ġ…...………………....…35
1.4.1. 31 Mart Olayı ve Galip PaĢa.............……………...…………..………..…35
1.4. 2. Abdülhamit’in Hal’i ve Galip PaĢa.…………...........……..………..……45
1.5. GALĠP PAġA’NIN JANDARMA VE POLĠS TENSĠKATI…………..………53
1.6. EMNĠYET-Ġ UMUMĠYE MÜDÜRÜ GALĠP PAġA...……….…………..………58
1.6.1. Zaptiye Nezareti’nden Emniyet-i Umumiye’ye……….……....………….59
1.6.2. Meclis-i Milli Meselesi ve Galip PaĢa’nın Patrikhaneyi KuĢatması…..…..62
1.6.3. Galip PaĢa’nın Avrupa Seyahati ve Emniyette Yaptığı Düzenlemeler ...…65
ĠKĠNCĠ BÖLÜM………..……………………………..……………….……..………..79
2. BĠRĠNCĠ BALKAN HARBĠ VE GALĠP PAġA………………………………….....79
vi
2.1. HARBĠN BAġLAMASI.……….……………..……………….……..………..79
2.2. KOMANOVA MUHAREBELERĠ………..................………………………..83
2.3. PĠRLEPE MUHAREBELERĠ…....………....…..........………………..………91
2.4. MANASTIR MUHAREBELERĠ...………....…...........………...……....…..…96
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM………..…………………………..……………….……..………114
3. BĠRĠNCĠ DÜNYA SAVAġI’NDA GALĠP PAġA..………....….............…………114
3.1. KAFKAS CEPHESĠ’NDE 11. KOLORDU KOMUTANI GALĠP PAġA.......114
3.1.1. Karadeniz Olayı ve Harbin BaĢlaması...........................…………………114
3.1.2. Köprüköy Muharebeleri ve Galip PaĢa..………...…....…........…………118
3.1.3. Azapköy Muharebeleri ve Galip PaĢa....…...........………………………128
3.1.4. SarıkamıĢ Harekâtı ve Galip PaĢa….…....…........………………………131
3.2. HĠCAZ ĠSYANI VE GALĠP PAġA.......………....…...........…………………145
3.2.1. Galip PaĢa’nın Ġsyan KarĢısındaki Tutumu……………………….......…148
3.2.2. ġerif Hüseyin Güçlerinin Taif’i KuĢatması...........................……………156
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM…....…………………………..……………….……..………169
4. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE VE SONRASINDA GALĠP PAġA...………169
4.1. GALĠP PAġA’NIN DĠVAN-I HARB-Ġ ÖRFĠDE YARGILANMASI.………169
4.1.1. Damat Ferit PaĢa’ya Suikast TeĢebbüsü Davası…....…………....………169
4.1.2. Yıldız Yağması Davası……………..…..…....……..……………………171
4.2. MĠLLĠ MÜCADELEDE GALĠP PAġA’NIN KONYA VALĠLĠĞĠ.…………174
4.2.1. Galip PaĢa’nın Milli Mücadele’deki Faaliyetleri…..……………………175
4.2.2. ġark Muhacirlerinin Nakli ve Galip PaĢa…………..……………………180
4.2.3. Konya’da Sosyal KuruluĢlar ……………..….……..……………………181
4.2.4. Galip PaĢa’nın DelibaĢ Mehmet Ġsyanın Bastırılmasındaki Rolü.………182
4.3. GALĠP PAġA’NIN SON GÖREVLERĠ VE VEFATI…..……………………185
4.3.1. Galip PaĢa’nın Buhara Elçiliği’ne Tayini ve Sonrası……………………185
4.3.2. Galip PaĢa’nın Aldığı NiĢan ve Madalyalar………..……………………191
4.3.3. Galip PaĢa’nın Vefatı……………………..….……..……………………192
SONUÇ………………………..……….………...……..……..………………………194
vii
KAYNAKLAR…………………..……….………...……..……..……………………200
EKLER…………………………..……….………...……..……..……………………217
ÖZGEÇMĠġ……………………..……….………...……..……..……………………245
viii
KISALTMA CETVELİ
ASB: Askeri Safahat Belgesi.
ATASE: Askeri Tarih ve Stratejik Etüt.
a.g.h: Adı Geçen Hatırat.
a.g.l: Adı Geçen Lugat.
a.g.m: Adı Geçen Makale.
a.g.s: Adı Geçen Salname.
a.g.t: Adı Geçen Tez.
BCA: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi.
BDH: Birinci Dünya Harbi.
BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası.
bkz: Bakınız.
BLH: Balkan Harbi.
BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi.
C: Cilt.
D: Dosya/Dosya.
DH: Dahiliye.
DH.EUM.LVZ: Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Levazım Kalemi.
DH.EUM.MH: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Muhasebe Kalemi Evrakı.
DH.EUM.THR: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Evrakı.
DH.EUM.VRK: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Evrak Odası Kalemi Evrakı.
DH.MKT: Dahiliye Nezareti Mektubi Kalemi.
DH.MTV: Dahiliye Nezareti Mütenevvia Evrakı.
DH.MUİ: Muhaberât-ı Umumiye İdaresi Belgeleri.
DH.SYS: Dahiliye Nezareti Siyasi Kısım Evrakı.
ix
DH.ŞFR: Dahiliye Nezareti Şifre Evrakı.
DH.UMVM: Dahiliye Nezareti Umur-ı Mahalliye ve Vilayat Müdürlüğü Evrakı.
DİA: Diyanet İslam Ansiklopedisi.
DN: Dosya No.
F: Fihris/Fon.
GN: Gömlek No.
GPŞD: Galip Paşa’nın Şahsi Dosyası.
GZC: Gizli Zabıt Ceridesi.
HM: Hilal- Ahmer Mecmuası.
HHP: Hüseyin Hilmi Paşa Evrakı.
HR: Hariciye.
İ: İçtima.
i: İnikat.
İA: İslam Ansiklopedisi.
İ.AS: İradeler.Askeri.
İ.DH: İrade Dahiliye.
İ.DUİT: İrade Dosya Usulü.
İ.HUS: İrade Hususi.
İ.MBH: İrade Mabeyn-i Hümayun.
İ.MMS: İrâde - Meclis-i Mahsus.
İSAM: İslam Araştırmaları Merkezi.
İSH: İstiklal Harbi.
k: Kısım.
K: Klasör.
KMS: Kalem-i Mahsus Evrakı.
x
MKT: Mektubi Kalemi.
MMZC: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi.
MSB: Milli Savunma Bakanlığı.
MSBA: Milli Savunma Bakanlığı Arşivi.
MTZ: Sadâret Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi Belgeleri.
MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları.
N: Numara, No.
S: Sayı.
s: Sayfa.
SYS: Siyasi Kısım Belgeleri.
TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi.
TFR.I.A: Rumeli Müfettişliği Sadaret Evrakı.
TFR.I.KV: Rumeli Müfettişliği Kosova Evrakı.
TFR-I-MKM: Rumeli Müfettişliği Makamat Evrakı.
TFR.I.ŞKT: Rumeli Müfettişliği Arzuhaller.
TFR.I.YN: Rumeli Müfettişliği Evrakı.
TTK: Türk Tarih Kurumu.
V: Volume.
VN: Vesika No.
Y.A.HUS: Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı.
YEE: Yıldız Esas Evrakı.
Y.MTV: Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı.
YN: Yer No.
Y.PRK.ASK: Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat.
Y.PRK.AZJ: Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Jurnal.
xi
Y.PRK.AZN: Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı.
Y.PRK.BŞK: Yıldız Perakende Evrakı Mâbeyn Başkitâbeti.
Y.PRK.TKM: Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütercimliği.
ZB: Zaptiye.
ZC: Zabıt Ceridesi.
xii
YÖNTEM VE MATERYAL
Çalışmalarımıza genel bilgi toplayarak başladık. Edindiğimiz ilk bilgiler bizi
hangi olaylar üzerinde yoğunlaşmamız gerektiği konusunda yönlendirdi. Böylece Galip
Paşa hakkında bilgi toplayabileceğimiz birkaç kitabı inceledik. Özellikle “Balkan
Savaşına Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri” ve “Kumandanlarımızın Harp
Hatıraları” 1 adlı kitaplar işimizi oldukça kolaylaştırdı. Kitapları incelemekle geçen
süreçte arşiv kataloglarında araştırma yaparken kullanacağımız tarih aralıklarını,
başlıkları, terimleri, yer ve kişi isimlerini büyük oranda tespit ettik. Kitaplardan
edindiğimiz bilgileri düzenli bir şekilde bilgisayar ortamına aktardık.
Bu tezi hazırlarken Galip Paşa’nın vefat etmeden önce Selahattin Güngör’le
yaptığı röportaj ve 1966 yılında Yılmaz Öztuna’nın Galip Paşa’nın ailesinden alarak
Hayat Tarih Dergisi’nin dört sayısında yayımlamış olduğu hatıralar işimizi oldukça
kolaylaştırdı.
Kitap
incelemelerimizi
tamamladıktan
sonra
gazeteler
üzerindeki
araştırmalarımızı başlattık. Bu süreçte çalışmamıza katkı sağlayacak tarih aralıklarını
taramaya çalıştık. Mesela Galip Paşa, Birinci Dünya Harbi esnasında Kafkas
Cephesi’ndeki faaliyetleri 1914 Kasım’ının ilk günlerinden başlayarak 1915 yılının
Şubat ayının başlarına kadar devam etmiştir. Dolayısıyla da bizim incelememiz gereken
zaman aralığı da aynı tarihler arası olmuştur. Üzerinde araştırmamız gereken gazeteleri
Milli Kütüphane, Millet Kütüphanesi, Ankara Üniversitesi Kütüphanesi, Beyazıt Halk
Kütüphanesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Kütüphanesi, Türk Tarih Kurumu
1
Toker, H., Barlas, G., Fidan, N. (2004). Balkan Savaşına Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri,
Ankara: ATASE; Güngör, S. (1937). Kumandanlarımızın Harp Hatıraları, İstanbul: Kanaat Kitabevi.
xiii
Kütüphanesi,
Atatürk
Üniversitesi
Kütüphanesi,
İstanbul
Belediyesi
Atatürk
Kitaplığı’ndan tedarik ettik. Araştırmamızda kullandığımız İngilizce gazeteleri ise
www.britishnewspaperarchive.co.uk adresinden temin ettik.
Gazete incelemelerini tamamladıktan sonra Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridelerinde yer alan bilgileri toplamaya
başladık. Cerideleri incelediğimiz süreçte işimiz biraz daha kolaylaştı. Çünkü
araştırmamızı yoğunlaştıracağımız tarih aralıkları, olaylar, terimler, kişi ve yer isimleri
daha belirgin hale geldi. Araştırmamızla ilgisi olan kanunlar için Düstur ve Takvim-i
Vekayi’nin ilgili sayılarını temin ettik.
Bu aşamadan sonra salnâmeleri inceledik. Üzerinde araştırma yaptığımız askerî
salnâmelerden Galip Paşa’nın hangi tarihte hangi askerî birliklerde bulunduğunu tespit
etmeye çalıştık.
Kitaplarla başlayıp salnâmelere kadar gelen süreçte araştırmamızın başlarında
belirlediğimiz konu şablonunda önemli değişiklikler oldu. Araştırmamız gereken konu
başlıkları arttığı gibi mevcut başlıklarda da değişiklikler yapmamız gerekti. Buraya
kadar edindiğimiz en önemi intiba ise şu oldu: Araştırmamıza şayet arşivler üzerinden
başlamış olsaydık, aynı arşive tekrar tekrar gitmek zorunda kalacak, zaman kaybı
yaşayacak ve katalogları verimli bir şekilde kullanamayacaktık.
Arşiv çalışmalarına Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden başladık. Çünkü bu arşiv
bize çok daha fazla, faydalı ve kolay belge sunabilirdi. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde
yaptığımız katalog taramaları sonucunda, araştırmamızda istifade edebileceğimiz
belgelere ulaştık. Fakat yaptığımız tüm araştırmalara rağmen Galip Paşa’yla ilgili “sicil-
xiv
i ahval” kaydı bulamadık. 2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden edindiğimiz belgeleri,
konularına göre sınıflandırdıktan sonra inceledik. Böylece hem belgeleri okumamız
kolaylaştı hem de edindiğimiz bilgiler daha anlaşılır hale geldi.
Galip Paşa, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda aktif bir şekilde görev
aldığından araştırma yapmamız gereken önemli arşivlerden biri ATASE Arşivi oldu.
Burada yaptığımız çalışmalar sonucunda Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve
Delibaş Mehmet İsyanı hakkında belgeler edindik. Özellikle Balkan Savaşı’nda 13.
Tümen’in, Birinci Dünya Savaşı’nda 11. Kolordu’yla ilgili harp cerideleri araştırmamız
açısından oldukça faydalı bilgiler içeriyordu.
Cumhuriyet Arşivi’nden Galip Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki
durumuyla ilgili olarak faydalanabildik. Yaptığımız katalog taramaları sonucunda
tezimizle ilgili olarak on beş civarında belgeye ulaşabildik. Bunlar da genelde görev
değişiklikleriyle ilgilidir.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde çalışmalarımızı tamamladıktan sonra İSAM
Arşivi’nde araştırma yaptık. Bu arşivdeki belge miktarı yukarıda bahsetmiş olduğumuz
iki arşive göre çok daha kısıtlı oldu. Fakat Firzovik Toplantıları’yla ilgili olarak edinmiş
olduğumuz birkaç belge araştırmamız açısından faydalı oldu.
Türk
İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün kataloglarında yaptığımız taramalar
sonucunda yaptığımız araştırmayla doğrudan ilgili bir belge bulamadık. Galip Paşa’nın
Konya Valiliği ile ilgili bilgiler içeren Babalık Gazetesi’nin, diğer kütüphanelerde
bulunmayan bazı nüshalarını bu arşivden temin ettik.
2
Milli Savunma Bakanlığı Arşivi’nden temin ettiğimiz “Askerî Safahat Belgesi” bu eksikliği telafi
etmiştir.
xv
Milli Savunma Bakanlığı Arşivi’nden Galip Paşa’nın askerlik hayatını
kronolojik olarak gösteren “askerî safahat” belgesini ve bununla birlikte birkaç belge
daha alabildik.
Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşvi’nden Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile
yaptığımız resmî yazışmalar sonucunda istifade edebildik. Bu arşivden çalışmamız
açısından faydalı olabilecek bir adet belgeye ulaşabildik.
Emekli Sandığı Arşivi de istifade etmemiz gereken bir arşivdi. Galip Paşa’nın
burada mevcut olan özlük dosyasından araştırmamıza katkı sağlayacak faydalı bilgiler
çıkabilirdi. Fakat gerek arşiv yetkilileriyle ve gerekse arşivin bağlı olduğu SGK Genel
Müdürlüğü’yle yaptığımız tüm görüşmelere rağmen Galip Paşa’nın özlük dosyasını
incelememize izin verilmedi.
Yapmış olduğumuz çalışma sürecinde Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Başbakanlık
Cumhuriyet Arşivi, Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, ATASE Arşivi, Milli Savunma
Bakanlığı Arşivi, İSAM Arşivi ve Türk Tarih Kurumu Arşivi’nden yararlanmış olduk.
Bu belgelerden edindiğimiz verileri, hatıralar, gazete haberleri ve zabıt ceridelerinden
edindiğimiz bilgiler ile destekledik.
1
GİRİŞ
Tarih bilimi insanoğlunun geçmişte meydana getirdiklerini inceler. Bunu yaparken de incelemeye konu olan olayla ilgili kişileri de tanımaya çalışır. Bu, olayların daha
iyi anlaşılması açısından gereklidir. Çünkü olaylarla onları ortaya koyan insanların özellikleri arasında bağlantılar vardır.
Biyografi çalışmalarının tarihçilik açısından faydalarından birisi, olaylar ve kişiler hakkında bilinenlerin daha belirgin hale getirilmesi veya tamamen değiştirilmesidir.
Mesela II. Meşrutiyeti’in ilan edilmesinin sebeplerini anlatan kitapların geneli Firzovik
Olayı’na pek değinmez. Hâlbuki Galip Paşa,1 Firzovik’te neden toplandığının bile bilincinde olmayan otuz bin civarındaki Arnavut’u meşrutiyetin faydalarına ikna etmiş ve
onlara, II. Abdülhamit’in parlamenter sistemi yeniden işler hale getirmesi için Yıldız
Sarayı’na telgraf çektirmiştir. Meşrutiyeti’in ilan edilmesinde Resneli Niyazi Bey’in ve
diğer İttihatçıların etkisi çok büyük olmuştur. Fakat istekleri yerine getirilmediği takdirde İstanbul yönünde harekete geçme konusunda kararlı olan otuz bin Arnavut’un meşrutiyetin ilanındaki etkisini, dolayısıyla da Galip Paşa’nın bu işteki rolünü yok sayamayız.
Yine Milli Mücadele’nin tüm hızıyla devam ettiği bir süreçte Rusya’ya karşı bağımsızlığını ilan etmiş olan Buhara temsilcileri ile Atatürk arasında yapılan görüşmeler sonucunda iki ülke arasında elçiliklerin açılması kararlaştırılmış ve Galip Paşa Buhara’ya
büyükelçi olarak tayin edilmiştir. Yapılan görüşmeler ve atılan adımlarla iki ülke birbirini resmen tanımıştır. Fakat Milli Mücadele yıllarında yeni TBMM hükümetini tanıyan
ve Milli Mücadele’ye maddi destek vermiş olanlarlar sayılırken Buhara Halk Cumhuriyeti’nden çok az bahsedilmiştir.
1
Tezimizde, çocukluğundan emekliliğine kadar incelememize konu olmuş olan Galip Pasiner Paşa’dan
“Galip Paşa” olarak bahsedilecektir.
2
Biyografi çalışmalarında yapılması gereken işlerden birisi de çalışmaya konu
olmuş şahısla görüşme yapmaktır. Bu mümkün değilse onun en yakın akrabalarıyla görüşmektir. Fakat tezimize konu olan Galip Paşa’nın 1939’da vefat etmesinden ve yakın
akrabalarına da ulaşamadığımızdan çalışmamız açısından çok faydalı olabilecek bir
adımın eksik kaldığı kanaatindeyiz. Galip Paşa’nın Hicaz Vali ve Kumandanı olduğu
dönemde Şerif Hüseyin İsyanı karşısında duyarsız davranışını açıklayabilecek tatmin
edici bir sebep ortaya koyamadık. Yıllarca âsileri yola getirmekle uğraşmış, jandarma
komutanlığı ve Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapmış olan Galip Paşa neden üç beş
bin bedevi ile başa çıkamamıştı? Bu sorunun gerçek cevabını ya Galip Paşa’nın kendisi
ya da en yakın akrabaları verebilirdi.
Galip Paşa’nın Yemen’de görev yaptığı yıllar da ancak kendisiyle yapılacak bir
görüşme ile ortaya daha iyi konulabilirdi. Yemen’de görev yaptığı dönemde yüzbaşı
rütbesinde olan, bölük ve tabur yönetmekten ilerisine geçememiş olan Galip Paşa’yla
ilgili belgelerden ve diğer kaynaklardan tatmin edici şekilde bilgi edinemedik. O yılları
da ancak Galip Paşa’nın ağzından dinleyebilirdik.
Biyografi çalışmasına konu olan kişinin kaleme almış olduğu hatıralar, yapmış
olduğu röportajlar araştırmacının işini kolaylaştırmaktadır. Fakat bunlar başlı başına
biyografiye konu olan şahsın hayatının tüm safhalarını ortaya koymaktan uzaktır. Mesela Galip Paşa ölümünden birkaç yıl önce Selahattin Güngör’le yaptığı röportajda hayatı
hakkında çok değerli bilgiler vermiştir.2 Yılmaz Öztuna, 1966 yılında, Galip Paşa’nın
eşi Emine Asiye Hanım’dan, Galip Paşa’nın kaleme almış olduğu hatıraları alarak Hayat Tarih Dergisi’nin 1966 yılındaki 6, 7, 8 ve 9. sayısında yayımlamıştır. Fakat Galip
Paşa, Selahattin Güngör’le yaptığı görüşmede ve kaleme aldığı hatırlarında Mısır esare-
2
Selahattin Güngör, Kumandalarımızın harp Hatıraları, Kanaat Kitabevi, 1937, İstanbul.
3
tine ve “Yıldız Yağması” ile ilgili olarak Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmasına değinmemiştir. Değişik tarihlerde gazetecilerle yapmış olduğu röprotajlarda da bu gün bizim
için önemli olan bazı soruların cevabını vermemiştir. Buna bağlı olarak da tezimizin
içeriğinde cevabı bulunamamış sorular oluşmuştur.
Biyografi çalışmasına en faydalı katkıyı sağlayacak olan yollardan birisi, hayatı
araştırılan kişinin mesai arkadaşlarıyla yapılan görüşmelerdir. Çünkü bu kişiler, bilinçli
yöneltilecek sorular sonucunda çok faydalı bilgiler sunabilirler. Onların geride bıraktıkları hatıralardan elde edilecek veriler birebir görüşmeyle elde edilecek olanların yerini
tutmaz. Çünkü hatıralar bizim sorularımızın geneline cevap vermeyebilir. Fakat biz
1939 yılında vefat etmiş olan Galip Paşa’nın arkadaşlarıyla görüşemedik, onların geride
bıraktıkları hatıralardan istifade edebildik. Dolayısıyla da onlara yöneltebileceğimiz
birçok sorumuz cevapsız kaldı. Fakat bu hatıralardan Galip Paşa’nın söylemek istemediği bazı gerçekleri öğrenme imkânı bulduk. Mesela Tevfik Özmert, kaleme almış olduğu hatıralarında maiyetinde çalışmış olduğu Galip Paşa’nın Hicaz İsyanı’yla ilgili söylemek istemeyeceği bazı gerçekleri de dile getirmiştir.3
Biyografi çalışmalarında hayatı ortaya konulmak istenen kişiyle onunla ilgili
olaylar arasındaki ilintiyi tutarlı bir şekilde işlemek gerekmektedir. Bunu yaparken de
ne olaylar kişiyi ne de kişi olayları gölgede bırakmalıdır. Fakat bunun mutlak bir şekilde
başarılabilmesi çok zordur. Bir komutan olan Galip Paşa’nın biyografisini hazırlarken
bu zorluğu açık bir şekilde yaşadık. Özellikle Galip Paşa’nın Balkan Savaşı’ndaki ve
Kafkas Cephesi’ndeki rolünü ortaya koyarken zorlandık. Ne Galip Paşa’ya bağlı birlik-
3
Tevfik Özmert, Tarihte Hicaz İhtilali, 1929, (Ayaklanmanın olduğu dönemde Hicaz’da devlet memuru
olan Tevfik Özmert’in Osmanlı alfabesiyle yazmış olduğu bu eser TTK kütüphanesinde Y/127 kaydıyla
mevcuttur).
4
lerin durumunu ne de savaşın genel seyrini görmezden gelebilirdik. Dolayısıyla da yer
yer savaşın genel seyri ön plana çıktı.
Biyografi çalışanlar için uzun bir zaman dilimini, birbirinden farklı olayları,
farklı sahalara ait terimleri öğrenmek kaçınılmazdır. Çünkü incelenmesi gereken zaman
dilimi bazı biyografilerde kırk beş elli yılı bulmakta ve araştırmaya konu olan kişi çok
farklı sahalarda faaliyet göstermiş olabilmektedir. Mesela tezimizin konusu olan Galip
Paşa, Yemen’de ve Makedonya’da âsilere karşı gerilla mücadelesi vermiş, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’nda cephe harbi yapmış, jandarma ve polis teşkilatında
idarî vazifeler almış, valilik ve mahkeme üyeliği yapmış bir kişidir. Dolayısıyla da karşımıza araştırılması gereken bir kırk yıl, birbirinden farklı bölgeler, olaylar, kişiler ve
terimler çıkmıştır. Bu da araştırmanın asıl konusu olan Galip Paşa ve ilgili olayların
tezde işgal edeceği yerin durumunu belirlemeyi zorlaştırmıştır. Çünkü ne onun 13. Tümen Komutanı olarak katıldığı Birinci Balkan Savaşı, ne de ilk müdürlüğünü yapmış
olduğu Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü birkaç cümle ile geçiştirilebilirdi.
Galip Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ön plana çıkan isimlerden birisi olmasında onun İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olarak İttihatçı bir kimlik kazanması etkili olmuştur. 19. yüzyılda, Osmanlı devlet adamları ve aydınları devletin
kurtulması için arayış içinde olmuşlardır. Özellikle Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden sonra başlayan süreçte kaynağını Avrupa’dan alan hukukî ve idarî düzenlemeler
artmıştır. Yüzyılın son çeyreğinde ise sorunların çözümüne büyük bir katkı sağlayacağı
düşünülerek parlamenter sisteme geçilmiştir. Fakat II. Abdülhamit, daha yeterince tecrübe edilmemiş olan parlamenter sistemi, 93 Harbi’ni sebep göstererek askıya almıştır.
Bu durumdan rahatsızlık duyan yenilik taraftarları, parlamenter sistemin yeniden işler
5
hale getirilmesi için arayış içine girmiştir. XIX. yüzyılın sonunda, İttihat ve Terakki
Cemiyeti bu arayışın bir sonucu olarak kurulmuştur.
Galip Paşa’nın Kosova Jandarma Kumandanı olduğu dönemde 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olarak Makedonya’da İttihatçı teşkilatlanmaya hizmet
etmeye başlaması onun için önemli bir değişiklik olmuştur. Çünkü bundan sonra sergileyeceği tutum ve davranışların belirlenmesinde İttihatçı kimliği etkili olacaktır.
Firzovik’te toplanan binlerce Arnavut’u İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin istediği şekilde
yönlendirmesi, 31 Mart İsyanı’nı bastıracak Hareket Ordusu’nun öncü komutanlarından
birisi olarak İstanbul’a girmesi ve Yıldız Sarayı’nı kuşatma vazifesini alması bunu açıkça göstermiştir.
II. Abdülhamit’in hal’ edilmesinden sonra İttihat ve Terakki’nin yönetimdeki etkisi artmaya başlamış ve devlet kadrolarını kendi politikaları doğrultusunda yapılandırmaya çalışmıştır. Özellikle önemli görevlere kendilerinden olanları getirmeye özen göstermişlerdir. Galip Paşa da bu politika doğrultusunda Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ne, Balkan Savaşı’nda 13. Tümen Komutanlığı’na ve Birinci Dünya Savaşı’nda 11.
Kolordu Komutanlığı’na getirilmiş ve Hicaz’a vali olarak tayin edilmiştir.
6
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
1. 1888-1911 YILLARI ARASINDA GALĠP PAġA
1.1. GALĠP PAġA’NIN EĞĠTĠMĠ VE AKERLĠK MESLEĞĠNE GĠRĠġĠ
Galip Paşa, Trabzon’da Osman Bey’in oğlu olarak 1868 yılında dünyaya
gelmiştir. Osman Bey Osmanlı ordusunda asker olduğundan (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık
1938) Galip Paşa’nın çocukluk ve gençlik dönemleri Trabzon, Selanik, Erzincan,
Teselya gibi yerlerde geçmiştir. Dolayısıyla askerî okula kadar olan eğitim sürecini de
değişik şehirlerde tamamlamak zorunda kalmıştır. Galip Paşa ilk eğitimini Selanik’te bir
mahalle mektebinde Kerim Hafız isimli bir muallimden almaya başlamıştır. Bu okula
devam ederken babası onu 1874 yılında, Şemsi Efendi’nin eğitim verdiği okula
göndermiştir (Akşam, nr. 7241, 13 Aralık 1938; Şimşek, 2014: 215).4
1872 yılında Ömer Fevzi Bey’in valiliği döneminde kurulmuş ve rüşdiye
seviyesinde özel eğitim veren Şemsi Efendi Okulu, bu günkü gibi, öğrencilerin sıralarda
oturduğu, dersin kara tahtada silgi ve tebeşir kullanılarak işlendiği, teneffüs vakitlerinde
çocukların bahçede oynatıldığı, yeni usulde eğitim veren bir okuldur (Akşam, nr. 7241, 13
Aralık 1938; Rumeli, nr. 42, 3 Kânunuevvel 1289; Etfal, nr. 10, 13 Haziran 1291: 3;
Çocuklara Kıraat, nr. 11, 1 Receb 1299: 83; Şimşek, 2014: 214, 215; Itzkowitz ve
Volkan, 1998: 54-56).
Galip Paşa, Şemsi Efendi’den5 aldığı derslerle iyi bir mesafe almıştır. Şemsi
4
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de eğitim görmüş olduğu okul.
5
Galip Paşa, Şemsi Efendi’yle, yıllar sonra, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği günlerde karşılaşmıştır. Yaşı
iyice ilerlemiş olan Şemsi Efendi’nin etrafında yine öğrencileri vardır ve yaşlı hoca öğrencileriyle birlikte
meşrutiyetin ilan edilmesini kutlamaktadır. Bu esnada Galip Paşa, yıllar sonra karşılaştığı hocasının
7
Efendi de bunun farkındadır ve okuttuğu öğrencileri bir gün rüştiyede okumakta olan
talebelerle bir karşılaştırmaya tabi tutarak verdiği eğitimin farkını göstermek istemiştir.
Beş altı talebesini Selanik’teki Alacaminare Camii’nin bitişiğindeki rüşdiyeye
götürerek, o okulun en iyi dört beş talebesiyle birlikte imtihana tâbi tutmuştur. Rüşdiye
hocalarının ve şehir eşrafından birkaç kişinin bulunduğu ortamda öğrencilerin okuma,
hesap yapma ve harita kullanma bilgi ve becerileri ölçülmüştür. Bu değerlendirmeler
sonucunda Şemsi Efendi’nin talebelerinin rüşdiyedekilerden daha başarılı olduğu
görülmüştür (Akşam Gazetesi, nr. 7241, 13 Aralık 1938; Ergin, 1977: 472-475;
Itzkowitz ve Volkan, 1998: 54-56)). Selanik valisi de Kasım 1873’te Şemsi Efendi’nin
okulunu ve şehirdeki rüşdiyeyi ziyaret ederek her iki okulun talebelerinin bilgi
seviyelerini, tutum ve davranışlarını gördükten sonra Şemsi Efendi’yi takdir etmiş ve
kendisine bir saat hediye etmiştir (Rumeli, nr. 41, 26 Teşrinisani 1289). Başka devlet
adamları tarafından da okul ziyaret edilerek çalışmalar yerinde görülmüş, beş altı
yaşlarındaki çocukların günlük gazeteleri hiç takılmadan okumaları hayranlıkla
izlenmiştir (Etfal, nr. 14, 11 Temmuz 1291: 3).
Galip Paşa, lise eğitim-öğrenimini 1881’de başlamış olduğu Erzincan
Lisesi’nde6 1885 yılında tamamlamış, aynı yıl girdiği harp okulundan teğmen olarak 30
Mayıs 1888 tarihinde mezun olmuş ve 5 Temmuz 1888 tarihinde 3. Ordu’nun 20.
Nizamiye Alayı’nın 4. Taburu’nun 1. Bölüğüne yerleştirilmiştir. 2 Mart 1892 tarihinde
3. Ordu’nun 19 Nizamiye Alayı’nın 4. Tabur’unun 3. Bölüğüne tayin edilmiştir. 6
Temmuz 1893’te ise yüzbaşılığa terfi ettirilerek 7. Ordu’nun 56. Alay’ının 3.
Tabur’unun 3. Bölüğüne atanmış ve Yemen bölgesindeki isyanların bastırılmasında
ellerini öpmüştür. Aradan yıllar geçmesine rağmen Şemsi Efendi Galip Paşa’yı hatırlamıştır (Akşam, nr.
7241, 13 Aralık 1938).
6
Babasının mesleğinden dolayı Erzincan’a yerleşmek zorunda kalmışlardır.
8
görevlendirilmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, İ.AS, 43/49/4; Toker ve Aslan,
2009: 65).
1.2. GALĠP PAġA’NIN YEMEN’DEKĠ YILLARI
Galip Paşa 6 Temmuz 1893 tarihinde, 3. Ordu’nun 19. Alay’ının 4. Tabur’unun
3. Bölüğünden 7. Ordu’nun 56. Alay’ının 3. Tabur’unun 3. Bölüğüne, yüzbaşı rütbesine
terfi ettirilerek, tayin edilmiş ve Yemen bölgesindeki isyanların bastırılmasıyla
görevlendirilmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, İ.AS, 43/49/4). 16 Haziran 1894
tarihinde ise 7. Ordu’nun 13. Nizamiye Tümeni’ne mülhak subayı olarak verilmiştir
(BOA, İ.AS, 43/49/4). Galip Paşa, bundan sonra ise 7. Ordu’nun değişik taburlarında,
1894’ten 1902’ye kadar görev yapmıştır (BOA, İ.AS, 43/49/4; MSB Arşivi, GPŞD,
ASB).
Galip Paşa’yı Yemen’e gittiği günlerde şaşkına çeviren ilk gerçek, burada
binlerce Türk gencinin ölmüş olmasıdır. Galip Paşa, karargâhta bulunduğu günlerde
askerlerle ilgili tutanakları inceleme imkânı bulmuştur. 1871 yılından 1894 yılına kadar
olan tüm defterleri gözden geçirmiştir. Uzun süre yapmış olduğu araştırma sonucunda,
Yemen isyanlarının bastırılmasının yüz otuz bin civarında askerin ölümüne sebep
olduğunu görmüştür. Galip Paşa, kendisini üzen bu durumdan dolayı sadece isyancıları
suçlamamıştır. Osmanlı yönetimini de sorumlu tutmuştur (Güngör, 1937: 58).
Osmanlı Devleti’ne I. Selim zamanında katılmış olan Yemen, fetihten sonra bir
vilayet haline getirilerek, Birinci Dünya Savaşı’na kadar İstanbul’dan gönderilen
valilerce yönetilmiştir. Yemen, özellikle Osmanlı Devleti’nin son döneminde devlete
karşı çıkan isyanlarla meşhur olmuştur. Sayısı iki yüzü bulan kabileler sadece devlete
karşı isyan etmemiş, kendi aralarında da mücadele halinde olmuşlardır. Bu kabilelerin
9
bir kısmı o kadar güçlüdür ki merkezî yönetim onların olduğu iç bölgelerde tam hâkim
olamamıştır (Barlak, 2013: 29; Karal, 1999: 234).
Yemen’de sık sık isyan çıkmasının sebepleri oldukça fazla ve çeşitlidir. Bölgeye
gönderilen bazı yöneticilerin câhilâne davranışları (Nurettin Bey, 1327: 6; Sırma, 2008:
89), gayrimeşru uygulamaları (Sırma, 2008: 90), dine mugâyir tutum ve davranışları
(BOA, Y.PRK.AZN, 19/42), halktan haksız kazançlar elde etmeleri, zâlimâne
davranmaları, halkın namusuna musallat olmaları (Nurettin Bey, 1327: 99) halkın
yöneticilere olan güvenini zedelemiştir. Halkın şikâyetlerinin önemsenmemesi, hukukun
gerektiği gibi işlememesi (Sırma, 2008: 98), askerî gücün yeterli nitelikte olmaması
(BOA, Y.PRK.TKM, 32/75),7 ekonominin bozuk oluşu (BOA, Y.PRK.AZN, 19/42),8
vergilerin düzensizliği ve adaletsizliği,9 vilayetle merkez arasındaki bürokrasinin
hantallığı (BOA, DH.MKT, 288/33) gibi sebepler ise halkın devlete bağlılığını
zayıflatmıştır.
Ayrıca yerel yöneticilerin kabileleri kendi çıkarları doğrultusunda
Osmanlı yönetimine karşı kışkırtmaları (BOA, Y.PRK.BŞK, 23/28; Sırma, 2008: 123125),10 halkın cehâleti (BOA, DH.MKT, 288/33),11 isyanlara zamanında ve yeterli güçle
7
Yemen’de çıkan isyanları bölgedeki birlikler bastırmakta yetersiz kaldığı durumlarda eyaletteki valiler
merkezden asker istemiştir. Fakat merkezin gönderdiği desteğin Yemen’e ulaşması çoğu kere haftalarca
zaman almıştır. Buraya sevk edilen askerlerin isyan bastırma konusunda tecrübesiz ve miktar bakımından
da yetersiz oluşları asilerin etkisiz hale getirilmesini zorlaştırmıştır. Bu ise asileri daha fazla şımartmıştır
(BOA, Y.PRK.TKM, 32/75; Sırma, 2008: 102, 103; BOA, Y.PRK.BŞK, 23/16; BOA, Y.PRK.BŞK,
23/28).
8
Bölge halkının fakir durumda oluşu isyan liderlerinin etraflarına adam toplamalarını kolaylaştırmıştır.
Çok küçük maaşlar karşılığında adam bulunabilmiştir (BOA, Y.MTV, 99/37).
9
Yemen halkı devlete verdiği verginin dışında, bir de yerel liderlerine vergi ödemek zorunda bırakılmıştır
(Karal, 1999: 235; Sırma, 2008: 107-109).
10
Yemen meselesi Osmanlı için müzmin bir hastalık gibi olmuştur. Yemen’le ilgili düzenlemeler
isyanların ve şikâyetlerin bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. İmam Yahya gibi yerel liderlerin, kabileler
isyan çağrılarına uymadıklarında, kabilelerden daha önceden almış oldukları rehineleri kestikleri olmuştur
(Tanin, nr. 861, 13 Kânunusani 1326).
10
müdahale edilememesinin yerel liderleri cesaretlendirmesi (BOA, İ.AS, 17/16; BOA,
İ.HUS, 27/2763; BOA, Y.A.HUS, 308/78), mezhep farklılıkları da isyanların
çıkmasında etkili olmuştur (BOA, Y.PRK.AZJ, 16/84; Sırma, 2008: 142). Bu eyalete,
oraların özelliklerini bilmeyen kişilerin memur olarak gönderilmiş olması ise ayrı bir
problem teşkil etmiştir (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7; MMZC, D. 1, i. 88, 18 Nisan 1327).
Yemen’in bir sürgün yeri olarak değerlendirilmesi de (MMZC, D. 1, i. 52, 25 Şubat
1325) bölgeye memnuniyetsiz ve problemli devlet adamlarının gitmesinde etkili
olmuştur ki bu durum yönetilenlerle yönetenler arasındaki sorunları daha da artırmıştır.
Yemen’de Zeydîlerin varlığı, halkın devlete cephe almasının önemli bir sebebi
olmuştur. Sünnîliğin temsilcisi olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne bağlılıkları zayıf
olan bu mezhebin mensupları Şiiliğe tabi olduklarından, Yemen’i kendi imamlarının
yönetmesi taraftarı olmuşlar ve halifeye olan bağlılıkları zayıf kalmıştır (Memduh,
1324: 15; Barlak, 2013: 50; Bostan, 2013: 410; The Birmingham Daily Post, nr. 18119,
23 Haziran 1916). Merkezî yönetimin verdiği açıklar ve sömürgeci devletlerin kışkırtma
ve destekleri, bunların imamlarının
etrafına toplanarak isyanlar
çıkarmasını
tetiklemiştir. Devletin köklü çözümler bulmamasından dolayı da isyanlara destek
verenlerin sayısı artmış hatta âsilerin, bölgedeki Osmanlı birliklerini mağlup edip, ordu
merkezi olan San’a’yı bile ele geçirdikleri olmuştur (BOA, Y.PRK.TKM, 42/20; BOA,
PRK.ASK, 107/31; Ehiloğlu, 2001: 237).
Yemen isyanlarında milliyetçiliğin belirgin bir rolü olmamıştır. İsyanlar genelde
devletin elinin uzanamadığı dağlık bölgelerde meydana gelmiştir ki12 bu insanların
11
Bölge halkı isyankâr reislerin yaptığı propagandalara çok rahat bir şekilde inanabilmiştir (BOA,
PRK.ASK, 107/31).
12
İsyanlarda Osmanlı yönetiminin bölgesel liderleri kontrol altında tutamaması da etkili olmuştur (Rüşdü,
1327: 51).
11
milliyetçilikle pek ilgisi yoktur. Vilayette öyle yerler vardır ki halifeyle veya merkezle
ilgileri pek olmamıştır. Onlar için millî veya dinî meseleler çok önemli görülmemiştir.
Oraları iyi bilen Zeki Ehiloğlu, “Hacileli ancak öküzü veya devesi ölürse ağlar”
(Ehiloğlu, 2001: 245) demiştir.
Yemen, Uzakdoğu’yu
Avrupa’ya bağlayan
baharat
yollarının
kesişme
noktasında yer aldığından Portekiz, Hollanda, İngiltere, Fransa ve İtalya13 gibi Avrupalı
sömürgeci devletlerin ilgilendikleri bir yer olmuştur. Bu devletler, bölge üzerindeki
emellerini, kabile şeyhleri14 ve casuslar vasıtasıyla gerçekleştirmişlerdir (Bostan, 2013:
411).
İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Yemen sahillerine fazlaca gelip gitmeleri vilayetin
eski havasının bozulmasında etkili olmuştur (Rüşdü, 1327: 56; BOA, Y.PRK.AZJ,
16/84). Sahillere gemileriyle gelebilen yabancı devletler vasıtasıyla bölgeye silah
dağıtılmıştır (Rüşdü, 1327: 50). Sahillerin güvenliğinin yeterince sağlanmamış olması
içeriye silah girişini kolaylaştırmıştır (BOA, Y.MTV, 186/11; Atıf Paşa, 1326: 148;
Rüşdü, 1327: 56). Maddî durumu düşük yerli hakın, değeri yüksek olan silahlara çok
ucuza sahip olabilmesi de dış desteğin farklı bir belirtisi olmuştur (Atıf Paşa, 1326: 57).
Sahillere gelip giden yabancı gemilerin artmasıyla, Osmanlı Devleti açısından
vilayetin güvenliğini sağlama meselesi daha fazla önem kazanmış ve burada 1873
yılında 7. Ordu kurulmuştur (Barlak, 2013: 110). Fakat tüm önlemlere rağmen Osmanlı
13
İtalyanlar, Habeşistan’a saldırı yapmadan önce, kuracakları birliklerde kullanılmak üzere, Hudeyde
civarından, parayla Müslüman asker almışlar ve bunları Habeşistan üzerinde başarılı bir şekilde de
kullanmışlardır (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7).
14
Halk genel itibariyle bölgedeki yerel liderlerin etrafında toplanmıştır. Çünkü halkın genel itibariyle
günlük geçimleri bu liderlerin yönetiminde olmuştur (Bristol Mercury, 26 Temmuz 1898; Morning Post,
26 Temmuz 1898; London Standard, 26 Temmuz 1898; Glasgow Herald, 26 Temmuz 1898; Evening
Telegraph, 16 Aralık 1898).
12
Devleti, sahillerde tam bir kontrol sağlayamadığından, silah kaçakçılığını önleyememiş
dolayısıyla da kabilelerin silahlanmasının önüne geçememiştir (BOA, Y.PRK.BŞK,
49/67; Memduh, 1324: 18).
Askerler sadece çatışmalarda ölmemiştir. Bölgedeki şartlar da asker ölümlerinde
etkili olmuştur (Nurettin Bey, 1327: 7). Ahali ve asker zaman zaman kıtlığa maruz
kalmış ve bundan dolayı da büyük kayıplar yaşanmıştır (London Standard, nr. 23036,
28 Nisan 1898; Aberdeen Journal, nr. 13552, 2 Temmuz 1898; Rüşdü, 1327: 72).
Mesela oluşan bir kıtlık esnasında buraya yardım edilemediğinden altmış bin civarında
insan ölmüştür (Nurettin Bey, 1327: 8). Askerlerin kırılmasında iklime uyum
sağlayamama da etkili olmuştur (Nurettin Bey, 1327: 7). Anadolu askeri, Yemen’in
iklimine alışık olmadığından daha vapur Kızıldeniz’den geçerken bünyesi zayıflardan
ölenler olmuştur. Devletin gerekli önlemleri alamamış olması da ölümlerde etkili
olmuştur. Mesela 1898 yılında Karadeniz’den Yemen’e yapılan asker sevkinde, 1500
askerden 50’si zor şartlardan dolayı daha kıtalarına ulaşamadan, tifo gibi çeşitli
hastalıklara yakalanarak hayatını kaybetmiştir (Rüşdü, 1327: 7, 8). Osmanlı Devleti’nin
bölgeyi bayındırlık bakımdan hazır hale getirmemesi ise ayrı bir problem teşkil etmiştir.
Kendilerine gerekli barınma imkânı sağlanmayan askerlerin bir kısmı orada burada
hastalanarak vefat etmiştir (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 63, 9 Mart 1327).
Yemen’in şartlarından dolayı da Osmanlı bölgeyi kontrolünde tutmakta
zorlanmıştır. Bölgenin coğrafi özelliklerinden dolayı asker bir yere kadar âsileri takip
edebilmiştir (Tanin, nr. 861, 13 Kânunusani 1326). Bazı dönemlerde âsilerin üzerine
gidebilmek için iklimsel şartların uygun hale gelmesi beklenmiştir (BOA, Y.PRK.ASK,
115/21).
Osmanlı Devleti bölgedeki isyanların önüne geçmek için, askeri güç kullandığı
13
gibi (BOA, Y.A.HUS, 360/37) sürekli olarak da arayış içinde olmuştur.15 Yirminci
yüzyılın başlarında gelindiğinde bile devlet adamları hâlâ Yemen’de sükûneti sağlamak
için arayış içindedirler. Yemen’le ilgili olarak defalarca layihalar hazırlanmıştır.
Bunların en meşhurlarından birisi Hudeyde mebusu Zühdü Efendi’nin, Meclis-i
Mebusan’a sunduğu layihadır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 63). Bu layiha dâhiliye nezaretine
de gönderilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 52). Siverek Mebusu Nurettin Bey’in layihası da
Yemen isyanları için önemlidir. Nurettin Bey, son kırk yıldır çıkan isyanların sebepleri
üzerinde durmuştur (Nurettin Bey, 1327: 4).
Yemen’deki isyanlar Avrupalı sömürgeci devletlerin bölgeye müdahale
etmesinden sonra hem artmış hem de büyümüştü. Osmanlı Devleti’nin dağlık bölgelere
müdahale edememesine, yabancı devletlerden aldıkları silah desteğine ve yerli halkı
yanlarına
alabilecekleri
başkaldırmaktan
ve
garantisine
Osmanlı
güvenen
memurlarına
birçok
ve
isyan
lideri
Osmanlıya
subaylarına
zarar
vermekten
çekinmemiştir (BOA, İ.HUS, 27/2763).16 Bunu yaparken çevrelerindeki halkın
kendilerine bağlılığını da amaçlamışlardır. Galip Paşa, 1894 yılında, Hacce
Garnizonu’nda yüzbaşı olduğu günlerde garnizona altı saat uzakta bulunan Akkar
Kalesi’nin haritasını çıkarmak üzere görevlendirildiğinde bölgedeki isyancılar
tarafından öldürülme tehlikesiyle karşılaşmıştır. Yolculuk esnasında Şeyh Nasir
Mebhut’ül-Ahmer liderliğindeki çetenin pususuna düşmüştür. İsyankârlar Şakadire
15
Bazı devlet adamlarının değişik zamanlarda, problemleri çözmek için çok farklı fikirleri olmuştur.
Bölgede Türkçe öğreten okullar açılarak buralardan yetişecek çocukların memur ve asker yapılması,
istihbarat elemanları kullanılması, yolların daha kullanışlı hale getirilmesi, asker sayısının artırılması ve
gerektiğinde Hicaz’dan destek alınması, bölgeye kaliteli memur gönderilmesi bu fikirlerden birkaç
tanesidir (BOA, Y.PRK.ASK, 99/7; BOA, İ.DH, 1314/1312.M/1; BOA, Y.MTV, 186/11; BOA, Y.MTV,
186/11; BOA, Y.PRK.ASK, 99/7).
16
Yerel liderler, ecnebilere karşı mücadele etmeyip kendilerine karşı mücadele eden Osmanlı’dan
şikâyetçidir (BOA, Y.PRK.AZN, 19/42).
14
Nahiyesi Müdürü Nakib Ahmed refakatinde bulunan Galip Paşa’yı öldürmeyi ve onun
kellesini aşiretleri arasında teşhir etmeyi planlamışlardır. Bunun için de gönderdikleri
adamları vasıtasıyla Nakib Ahmed’in de olurunu almak istemişlerdir. Fakat Nakib
Ahmed, ne pahasına olursa olsun Galip Paşa’yı âsilere teslim etmeme konusunda kararlı
davranmıştır. İsyankârlara, gerekirse, Galip Paşa için kendileriyle mücadeleye
gireceğini söylemiştir. Şeyh Nasir Mebhut’ül-Ahmer’in adamlarının Nakib Ahmed’le
yaptıkları görüşmeler üç saati bulmuştur. Bu zaman zarfında Galip Paşa, tabancasını
eline alarak büyük bir kayanın arkasında pusuya yatmış ve olası bir çatışmaya karşı
hazır beklemiştir (Güngör, 1999: 97).
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında Yemen’de en şiddetli isyanlar görülmüştür.
1895’te başlayıp iki yıl süren isyanı Hüseyin Hilmi Paşa bastırmıştır (Bostan, 2013:
410). Galip Paşa, bu isyan esnasında 7. Ordu’ya bağlı 13. Tümen’de yüzbaşı rütbesinde
mülhak subayı olarak görev yapmıştır (BOA, İ.AS, 43/49/4; MSB Arşivi, GPŞD, ASB;
Yemen Salnâmesi, 1313, s. 195;).
Galip Paşa 20 Ekim 1897’de 52. Alay’ın 3. Tabur’una tayin edilmiştir (BOA,
İ.AS, 43/49/4; Toker, Barlas ve Fidan, 2004: 67, 68). Galip Paşa’nın bu taburda olduğu
dönemde, 1898 yılında Yemen’de en şiddetli isyanlardan biri meydana gelmiştir
(Falkirk Herald, 3 Eylül 1898). Bu ayaklanmanın bastırılmasında o günlerde kıdemli
yüzbaşı olan Galip Paşa da vazife almıştır (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Rüşdü, 1327: 95).
Bu ayaklanma esnasında devlet güçleri zaman zaman halk üzerindeki
hâkimiyetini kaybetmiş, sık sık merkezden ve çevre eyaletlerden yardım istemiştir
(Bristol Mercury, 26 Temmuz 1898; Morning Post, 26 Temmuz 1898; London
Standard, 26 Temmuz 1898; Cambridge Independent Press, 09 Aralık1898; Exeter and
Plymouth Gazette, 11 Ağustos 1898; London Daily News, 11 Ağustos 1898; Pall Mall
15
Gazette, 10 Ağustos 1898).17
1898’de çıkan isyanın bastırılmasında, o günlerde 52. Alay’ın 3. Taburunda
kıdemli yüzbaşı olan Galip Paşa da vazife almıştır (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Rüşdü,
1327: 95). Yemen’in birçok yerine yayılacak olan bu anarşi, vergi toplama meselesi
yüzünden çıkmıştır (Morning Post, 2 Mayıs 1898; Evening Telegraph, 2 Mayıs 1898).
Vergi tahsilâtı için iki taburla18 birlikte Beni Cebel mevkiine giden Binbaşı Bahaddin
Efendi, tahsilâtı kolaylaştırabilmek için, kabileler üzerinde etkili olan şeyhe, kendisine
yardımcı olmasına karşılık, toplanacak vergilerden hisse vereceğini vaat etmiştir. Fakat
tahsilât yapıldıktan sonra binbaşı sözünde durmamıştır. Bunun üzerine de şeyh
çevredeki kabileleri, iki tabur askerin üzerine salmıştır. 17 Ocak 1898’de başlayan
mücadelede Osmanlı birliği ciddi şekilde perişan olmuş, binbaşı ve şeyh ise ölmüştür.
Askerlerden 60 kişi şehit olmuş, 43 kişi yaralanmıştır. Üç yüzü aşkın tüfek ise âsilerin
eline geçmiştir (Atıf Paşa, 1326: 171-181; Evening Telegraph, 2 Mayıs 1898). Zamanla
isyan genişlemiş ve katılanların sayısı dört bini geçmiştir (Atıf Paşa, 1326: 175).
Osmanlı yönetimi âsilerin peşini bırakmayıp olayların geçtiği bölgeye Reşit Paşa
komutasında birlik göndermiştir. Reşit Paşa, âsilere karşı üstünlük sağlayıp isyanı
tamamen bitirebileceği bir zamanda birkaç öncü ve cesur subayın şehit olması
mücadelenin seyrini tersine çevirmiştir. Komutanların ölmesi askerin dağılmasına sebep
olmuştur. Yüz elliyi aşkın şehit verilmiştir. Âsiler bu başarı üzerine daha da şımararak
karakolları ele geçirmeye başlamışlardır. Hacur bölgesi tamamen âsilerin eline geçince
17
Osmanlı yönetiminin her isyan esnasında bölgeye asker göndermesinin en önemli sebeplerinden birisi,
kaynağını bölge halkından alan bir ordu oluşturmamasıdır.
18
14. Tümen’in 55. Alay’ının 3. Tabur’u ve 56. Alay’ının 1. Taburu (Rüşdü, 1327: 80)
16
Ahmet Feyzi Paşa, Hicaz’dan takviye birlik istemiştir (Atıf Paşa, 1326: 173).19
Bölgedeki Osmanlı askerinin yetersizliğinden ve istenen birliklerin de Anadolu’dan
zamanında gelemeyişinden âsiler daha da şımarmıştır (Atıf Paşa, 1326: 172).
İsyan sadece dar bir yöreye, bir kabileye veya kısa süreli bir zaman dilimine
münhasır kalmamıştır. Olaylar birkaç kabile ile bir müfreze arasında başlamış fakat
kolluk güçlerinin zamanında ve etkin müdahalede bulunamamasından dolayı başka
kabilelerin de katılımıyla yayılmış ve birkaç günde bastırılacak bir ayaklanma, devleti
bir sene kadar meşgul etmiştir (Aberdeen Journal, 16 Haziran 1898). Âsiler o kadar
güçlü hale gelmişlerdir ki birçok güvenlik merkezini işgal ettikleri gibi San’a gibi
önemli bir şehri de kontrol altına almışlardır. Bu şehrin onların elinden kurtarılması
güvenlik güçlerini uzun süre meşgul etmiştir (London Standard, 29 Haziran 1898;
Sunderland Daily Echo and Shipping Gazette, 3 Aralık 1898; Exeter and Plymouth
Gazette, 3 Aralık 1898; Bristol Mercury, 3 Aralık 1898).
Osmanlı bu süreçte Yemen’de sadece eşkıyaya karşı mücadele vermemiştir.
Aynı sene, uzun süre yağmur yağmaması sonucunda oluşan kuraklığa bağlı kıtlığın
olması da devlet açısından ayrı bir gaile olmuştur (Manchester Courier and Lancashire
General Advertiser, 30 Nisan 1898; Falkirk Herald, 3 Eylül 1898; The Standard, nr.
23036, 28 Nisan 1898).
20
Hem çevre yerleşimlerden buraya sevk edilen askerlerin
masrafı çekilmiş hem de bölgeye maddi destek verilmeye çalışılmıştır (Morning Post,
26 Temmuz 1898; Dundee Courier, 26 Temmuz 1898). Aksi halde halkın
huzursuzluğunun daha da artabileceği düşünülmüştür.
19
Âsiler karşısında sürekli asker kaybı yaşandığından, Suriye ve Taif gibi yakın yerlerden buraya takviye
birlikler istenmiştir (Cambridge İndependent Press, nr. 4271, 27 Mayıs 1898; Edinburgh Evening News,
nr. 7825, 24 Mayıs 1898; The Dundee Abbertiser, nr. 11625, 17 Haziran 1898).
20
Bu durum bölgede sulama sisteminin yeterli olmadığını göstermektedir.
17
1898 isyanının bastırılması Osmanlı Devleti’ni ciddi bir şekilde zorlamıştır (The
Standard, nr. 23036, 28 Nisan 1898; Edinburgh Evening News, nr. 7898, 13 Haziran
1898; Aberdeen Journal, nr. 13552, 2 Temmuz 1898; The Bristol Mercury, nr. 15679,
11 Ağustos 1898).
Bundan sonra da olaylar değişik aralıklarla devam etmiştir. 49. Alay’ın 1.
Tabur’u komutanı olan Galip Paşa 1898 isyanından kısa bir süre sonra bir grup eşkıyayı
takiple vazifelendirilmiştir. Emrindeki taburla âsileri derin bir vadinin üzerinde bulunan
ve her tarafı uçurum olan Kaletüssema adlı kaleye sıkıştırmayı başarmıştır. Bundan
sonra sıra bir yolunu bulup kaleye girerek âsileri etkisiz hale getirmeye gelmiştir.
Saatlerce taarruz edildiği halde her tarafı uçurum olan bu kale bir türlü ele
geçirilememiştir. Hatta kaleye tam olarak yanaşmak bile mümkün olmamıştır. Saatler
süren top atışları sonucunda kalede açılan bir delikten içeri girme ümidi doğmuştur.
Fakat bunun için de beş altı metre yüksekliğindeki kesme bir kayayı tırmanmak
gerekmiştir. Yanlarında merdiven olmayan askerler, kayaya tırmanmak için tüfeklerini
kullanmak zorunda kalmışlardır. Askerler, uçlarına süngü takılı vaziyetteki tüfeklerini
birbirine çatarak, süngülerin arasına bir asker oturacak şekilde bir düzenek
oluşturmuşlardır. Tüfeklerin dipçiklerinin tutularak yükseletilebilen bu düzenek
sayesinde askerler tek tek kayanın üstüne çıkarılmıştır. Böylece askerler âsilerin
bulunduğu kalenin içine sızmayı başarmıştır. Galip Paşa ise emrindeki askerlerin
bulduğu bu çözümü şaşkınlık ve hayranlık içinde izlemiştir. İçeriye girmeyi başaran
askerler bir yandan âsileri kurşun yağmuruna tutarken bir taraftan da aşağıda kalan
arkadaşlarını ipler vasıtasıyla kalenin içine çekmişlerdir. Böylece isyancılarla askerler
arasında çetin bir çarpışma yaşanmıştır. Âsilerin geneli etkisiz hale getirilirken çok az
bir kısmı kalenin arka tarafından kaçmayı başarmıştır (Güngör, 1937: 57).
18
Komutasındaki askerler Galip Paşa’yı hayran bırakmışlardır. Çünkü “âsilere
ulaşmanın hiçbir yolu kalmadı” derken bir anda birkaç asker hayatını ortaya koyarak
kaleye girmenin bir yolunu bulmuş ve sorunu çözmüştür. Galip Paşa, komutasındaki
askerlerin bu kahramanlığını anlattıktan sonra Türk askerini şu şekilde övmüştür:
Şimdi askerlik dünyasına sorarım: Nerede, hangi milletin askeri, böyle zekâ
ile kahramanlığı bir araya getirebilmiştir? Yemen’de Türklerle uzun seneler
mücadele eden meşhur İmam Yahya’nın bir sözünü daima hatırlarım. İmam,
“Türkler hazerde kuzu, fakat seferde aslandırlar” derdi. İmam Yahya’ya bu
sözü bu sözü söyletebilmek bile Türk için övünülecek bir şeydir. Fakat biz
kendi yaptığımız işlerle övünmeyi sevmeyiz. Milletçe ortaya koyduğumuz
eserler dünyanın gözlerini kamaştırdığı halde Türk, bunlarla iftihara tenezzül
etmez. Kendi mefahirini başkalarının ağzından dinlemeyi zevk daha zevkli
bulur. Bazı garplı garezkarlar Türk’e yıkıcı ve bozucu derler. Hâlbuki Türk
daima kötüyü yıkmış ve yerine iyisini kurmuştur (Güngör, 1937: 58).
Yemen’e yüzbaşı rütbesiyle gitmiş olan Galip Paşa, burada görev yaptığı zaman
zarfında âsilere karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bölgedeki isyankâr çetelere
karşı gerilla mücadelesi vermek gerektiğinden Galip Paşa’nın, Yemen’de görev yaptığı
yıllarda gerilla harbiyle ilgili tecrübeleri artmıştır. Galip Paşa bu bölgede bulunduğu
dönemde Arap kültürünü ve dilini de öğrenme imkânı bulmuştur. Gerilla harbi
tecrübeleri Makedonya’da jandarma komutanlığı yaptığı dönemde, Arap kültürü ve
dilini öğrenmiş olması ise Hicaz Valiliği yaptığı dönemde Galip Paşa’nın işini
kolaylaştırmıştır.
6 Temmuz 1899’da 49. Alay’ın 1. Taburu’na binbaşı rütbesiyle tayin edilen
Galip Paşa, 2 Şubat 1902 tarihinde 3. Ordu’nun 18 Alayı’nın 3. Taburu’na tayin
edilmiştir (BOA, İ.AS, 43/49/4).
19
1.3. GALĠP PAġA’NIN YANYA VE KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI
1.3.1. YANYA JANDARMA KOMUTANLIĞI
Galip Paşa harp okulundan mezun olduktan sonra 3. Ordu’da vazifesine
başlamıştır. 3. Ordu’nun bulunduğu Makedonya, çete ve eşkıyalık faaliyetlerinin yoğun
olduğu bir yerdir. Makedonya’da birkaç yıl çalıştıktan sonra Yemen’e gitmiş olan Galip
Paşa yaklaşık dokuz yıl sonra yeniden buraya dönmüştür. Onun geri döndüğü günlerde
çete ve eşkıya faaliyetleri daha artmıştır. 1901 yılından itibaren Makedonya’da isyanlar
süreklilik göstermeye başlamıştır (Uğurlu, 2008: 181-183; Armaoğlu, 1975: 297-302;
Karal, 2007: 153; Esmer, 1944:294, 295; Findley, 2011: 145). Bulgar, Sırp ve Yunan
komitelerinden her biri bölgeyi kendi devletine bağlamaya çalışmıştır (Tunalı Hilmi,
1326: 24,33; BOA, MTZ, 88/39). Bölgeye yönelik emelleri olan bu devletlerce organize
edilmiş olan çete ve eşkıyalar genelde yabancı uyruklu insanlara rahatsız ederek
dünyanın dikkatini bölgeye çekmeye çalışmışlardır (Karal, 2007: 153; Saatçı, 2004:
168). Yani Makedonya bölgesi siyasal arzuların çatıştığı bir yer haline gelmiştir adeta
(Tunalı Hilmi, 1326: 24).21
Papa Hristo reisliğindeki otuz kişilik Bulgar çetesi, Ohri ve Resne civarındaki
faaliyetleriyle bölge halkını canından bezdiren çetelerden birisidir. Bu çeteyi derdest
etmek için, o günlerde, Ohri’deki 18. Alay’ın Üçüncü Tabur’unun binbaşısı olan Galip
Paşa vazifelendirilmiştir. Galip Paşa, Ohri’nin güney doğusunda düzenlediği başarılı bir
operasyonla Papa Hristo çetesini etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Müfrezenin pek bir
zarar görmediği bu operasyon sonucunda, Papa Hristo’nun kendisi ve üç adamı ölü, dört
kişi yaralı, on altı kişi ise sağ olarak ele geçirilmiştir. Bunlarla birlikte birkaç tüfek, içi
21
Makedonya’daki okullarda ders veren yabancı uyruklu hocalar Makedonyalı öğrencileri Müslümanlara
karşı kışkırtmış ve milliyetçilik meselesini işlemişlerdir (Selanikli Şemsettin, 1324: 19).
20
tıbbi malzeme ve evrak dolu dört çanta ele geçirilmiştir (BOA, MTZ, 87/73). Kaçmayı
başaran beş altı kişinin takibi için ise gerekli işlemler başlatılmıştır (BOA, Y.MTV,
239/123).
Sağ olarak ele geçirilen eşkıyaların sorgulanması neticesinde, Ohri Hıristiyan
ileri gelenlerinin Bulgar komiteleriyle ilişki içinde olduğu, Ohri Metropolithanesi’nin
bu işlerin merkezi olarak kullanıldığı, buranın evrak, cephane ve silah konusunda bir
merkez durumunda olduğu anlaşılmıştır (BOA, MTZ, 88/39).
Papa Hristo liderliğindeki çeteyi (BOA, Y.MTV, 239/123) çökertmesinde Galip
Paşa’nın Yemen’de âsiler karşısında kazanmış olduğu tecrübesinin de etkisi olmuştur
(BOA, İ.AS, 43/49/2; BOA, TFR.I.A, 2/186; BOA, İ.AS, 43/49/2; Ünlü, 2002: 206).
Galip Paşa, Papa Hristo Çetesi’nin etkisiz hale getirilmesindeki katkısından ve gerekli
askerî yeterliliğe sahip olduğundan rütbesi yarbaylığa yükseltilerek 25 Şubat 1902’de,
Yanya22 Jandarma Alayı Kumandanlığı’na atanmıştır (BOA, BEO, 2008/150573; BOA,
İ.AS, 43/49).23
22
Geniş bilgi için bkz. Yüksel Nizamoğlu, “Yanya Vilayeti’nin Durumuna Dair Hazırlanan Layihalar ve
Sonuçları”, OTAM, 2013, ss. 197-228. Çete faaliyetlerinin yoğun olduğu yerlerden biri olan Yanya’da
jandarma yeterli durumda değildir (BOA, TFR.I.YN, 5/474). Bir de yapılan düzenlemeler sonucunda
meslekî yeterliliği olmayan, yaşlı ve kötü ahlak sahibi jandarma ve polisler görevlerinden alınınca
bunların yerlerinin doldurulması ise ayrı bir problem olmuştur. Zamanında personel bulunamamıştır.
Jandarma teşkilatında yapılan düzenlemelerin, özellikle de çete faaliyetlerinin arttığı yaz mevsimine denk
gelmesi problemi daha önemli hale getirmiştir (BOA, TFR.I.YN., 4/375; BOA, TFR.I.YN, 5/473). O
günlerde Balkanlarda jandarma olmak pek cazip olmadığından jandarma teşkilatından kadro sıkıntısı
yaşanmıştır (Beydilli, 1989: 97). Bunda jandarmaya verilen maaşların düşük olmasının da önemli bir payı
olmuştur (BOA, TFR.I.YN, 4/ 385).
23
Galip Paşa, Yanya Jandarma Alayı Kumandanlığı’na atanmadan önce 3. Ordu’nun Ohri’de bulunan
18. Alayı’nın 3. Taburu binbaşısıdır (BOA, BEO, 2008/150573; BOA, İ.AS, 43/ 49). Galip Paşa’nın
Yanya Jandarma Alayı Kumandanı olmasıyla ilgili yazı: Yanya Jandarma Kumandanlığına Ohri’de
bulunan 18. Alay’ın 3. Tabur’u binbaşısı Galip Bey’in bi’t-terfi’ kaimakamlığa bi’l-istîzân irâde-i
seniyye-i hilâfetpenâhî şerefsüdûr buyrularak taraf-ı Seraskeriye tebligat icrâ kılınmıştır. 12 Şubat 318
(BOA, BEO, 2008/150572).
21
Galip Paşa’yı ve Makedonya’daki diğer jandarma birliklerini en fazla uğraştıran
meselelerden birisi İlinden İsyanı24 olmuştur. Otuz bin civarında âsinin katılmış olduğu
İlinden Ayaklanması, Avrupalı devletlerin dikkatlerini Makedonya’ya çekmeyi
başarmıştır.25 Bu ayaklanmadan sonra Avrupa devletleri 2 Ekim 1903’te Mürzteg
Tasarısı26 olarak bilinen dokuz maddelik reform planını hazırlayarak bunun
uygulanması için Bâb-ı Âli’ye baskı yapmışlardır. Balkanlardaki güvenlikle ilgili olan
bu tasarının uygulanması için bir uluslararası jandarma komisyonu kurulmuş, başına da
General Di Giorgis,27 emrinde yirmi beş yabancı subay olmak üzere jandarma komutanı
olarak atanmıştır (Özbek, 2004: 83; Esmer, 1944: 296; Adanır, 2001: 216, 217;
Jandarma Mecmuası, nr. 1, 1 Kânunusani 1341, ss. 2-10).
Mürzteg Programı çerçevesinde batılı subayların Makedonya’da jandarma
teşkilatında yaptıkları düzenlemelerde Galip Paşa da vazife almıştır. Jandarma
komutanlığı tecrübesini ilk defa Yanya’da yaşamış ve jandarma teşkilatının
eksikliklerini orada fark etmiş olan Galip Paşa, Kosova Jandarma Komutanlığı
döneminde Mürzteg Programı dâhilinde yapılan düzenlemelerden dolayı ise bu teşkilat
24
İlinden Ayaklanması: İlinden terimi, Aya İlya Günü Yortusu’nu ifade etmektedir. Makedonya İç
Devrim Örgütü liderleri harekete geçme konusunda uyarmıştır. Boris Sarafov, Atanos Lozanchev, Dame
Gruev bu ayaklanmanın liderliğini yapmıştır. İsyankârlar, gün olarak Slavlar için kutsal olan İlinden
Günü’nü, 2 Ağustos 1903 tarihini, seçmişlerdir. Avrupa müdahalesini sağlayabilmek için olayları şiddetli
ve uzun süreli hale getirmişlerdir. Bu ayaklanmaya yaklaşık olarak 30 bin kişi katılmıştır. Bulgar
komitecileri eylemleri Manastır ve Selanik vilayetlerinin yanı sıra Kosova vilayetinin Koçana ve
Osmaniye kazalarına kadar yaymışlardır. İsyan süresince Müslüman köyleri basılmış, demiryolu ve
köprüler kullanılamaz hale getirilmiş, telgraf hatları tahrip edilmiş, hükümet konakları ve jandarma
karakolları yakılmıştır. Bu olayların bastırılması kolluk güçlerinin üç ayını almıştır. II. Abdülhamit,
İlinden İsyanı esnasında soğukkanlılığını ve temkini muhafaza ederek başlama ihtimali olan bir Balkan
Harbi’nin önüne geçmiştir (Beydilli, 1989: 95; Saatçı, 2004: 65; Aydın, 1989: 218; Ünlü, 2002: 207).
25
Dikici, 2010: 80.
26
Mürzsteg Programı Eylül 1909’da resmen sona ermiştir (Dikici, 2010: 95).
27
Degiorgis, 1 Şubat 1904’te İstanbul’a gelerek görevine başlamıştır ( Dikici, 2010: 87).
22
hakkında çok daha farklı bilgi ve tecrübeler edinmiştir. Meclis-i Mebusan’ın 21 Haziran
1910 tarihli oturumunda söz alan Galip Paşa, jandarma komutanlığı esnasında edindiği
tecrübeyi ve batılı subayların üzerinde bıraktığı intibayı mebuslarla paylaşmıştır
(MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119, 8 Haziran 1326).
1902-1904 yılları arasında Yanya Jandarma Alayı kumandanlığı yapan Galip
Paşa (Toker, Barlas ve Fidan, 2004: 68),28 bölgedeki çete faaliyetlerini daha iyi görme,
jandarma teşkilatını yakından tanıma, bu teşkilatın eksiklerini ve ihtiyaçlarını görüp
anlama fırsatı bulmuştur. İleriki yıllarda jandarma ve polis teşkilatını düzenleme
konusunda aldığı vazifelerde bunun faydasını görmüştür (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).
1.3.2. KOSOVA JANDARMA KOMUTANLIĞI
Yanya Jandarma Alayı kumandanı Galip Paşa, iki bin beş yüz kuruş maaşla, 2
Nisan 1904’te Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığına tayin edilmiştir (BOA, İ.AS,
50/ 20; BOA, TFR.I.KV, 50/4958). Burada görevli olduğu dönemde ise 28 Ağustos
1906’da, miralaylığa29 terfi ettirilmiştir (BOA, BEO, 2901/217531; BOA, TFR.I.MKM,
18/1756; BOA, TFR.I.KV, 181/18015; Salnâme-i Askerî, 1908, s. 939).
Galip Paşa’nın Kosova Jandarma Kumandanlığına getirildiği tarihlerde, burada
çetecilik ve komitecilik faaliyetleri iyice hızlanmış, Rusya ve Avusturya sayişin temini
için Osmanlı Devleti’ni uyarmaya başlamıştır (Ünlü, 2002: 206). Galip Paşa, çetelere ve
eşkıyaya karşı Kosova’da da etkili mücadeleler vermiş ve başarılarından dolayı
28
Bu dönemde Yanya Vilayeti’nin valisi ise Osman Fevzi Paşa’dır (Salnâme-i Devlet-i Aliyye-i
Osmaniyye, 1319, s. 786). Aynı tarihte Kosova Vilayeti’nin valisi Mehmet Şakir Paşa’dır (Salnâme-i
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1319, s. 776). 1905’te Mahmut Şevket Paşa, Kosova valisidir (Salnâme-i
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, 1321, s. 866).
29
Miralay: Albay.
23
ödüllendirilmiştir (BOA, BEO, 3065/229826).
1.3.2.1. Üsküp’teki Ġngiliz Konsolosuna Saldıranların Yakalanması
Galip Paşa’nın jandarma kumandanlığı dönemindeki başarılarından birisi de
Üsküp’teki İngiliz Konsolos Vekiline saldıranların yakalanmasıdır. Üsküp’teki İngiliz
Konsolos Vekili Mösyö Hetkot 27 Nisan 1907 cumartesi akşamı gezintiye çıkmış ve
kırsalda bir yerde sırt üstü yatarak kitap okumaya başlamıştır. O esnada konsolosa biri
bıçaklı, diğeri tabancalı olmak üzere iki kişi saldırıp, onun bastonunu ve kitabını
almıştır. Kaçarlarken konsolosun kendisini tanıtması üzerine bastonu bırakmışlardır.
Konsolos, karakolda kendisine saldıran iki kişinin eşkâlini anlatmıştır (BOA,
34/3328/4). Galip Paşa’nın yaptırdığı araştırmalar sonucunda, saldırıyı yapanların
Çerkez Osman ve Sıraç Recep olduğu anlaşılmış ve ilgili kişiler yakalanmıştır (BOA,
34/3328/6).
Osmanlı yönetimi Hetkot’a yapılanların dışarıya sızdırılmaması için gayret
göstermiştir (BOA, 34/3328/3). Konsolos Hetkot olayları büyütmemeye özen göstererek
Osmanlı yönetimini memnun etmiştir (BOA, 34/3328/9). Üsküp İngiliz Konsolosuna
saldıranların yakalanıp tutuklanmasındaki katkılarından dolayı Kosova Jandarma Alayı
Kumandanı Miralay Galip Bey dördüncü mecidî nişanla ödüllendirilmiştir (BOA,
34/3328/13).
1.3.2.2. Makedonya’da Ġttihatçı TeĢkilatlanma ve Galip PaĢa
Meşrutî idareyi ilan ettirme amacını güden İttihatçılar, devrin şartlarını göz
önünde bulundurarak, teşkilatlanmalarını olabildiğince gizli yürütmüşlerdir. Cemiyete
24
üye kazanma çalışmaları titiz bir şekilde yürütülmüş ve herkes cemiyete kabul
edilmemiştir. Cemiyetin önde gelenleri genel itibariyle subaylar olmuş ve buna bağlı
olarak da teşkilatlanma ordu içinde güçlendirilmiştir. Güvenilir birer üye haline gelen
her bir subay Makedonya üzerinde cemiyetin üye kazanması ve güçlenmesi için gayret
sarf etmiştir ki Galip Paşa da bunlardan birisi olup teşkilatlanma için çaba gösterdiği
dönemde Kosova Jandarma Komutanıdır (İSAM, HHP, 20/1295; Öztuna ve Yüksel,
1966a: 6; Mustafa Ragıb, 2007: 270).
İttihatçı merkez, üyelerine görev yerlerinde, şubeler veya merkezler açma
vazifesi vermiştir (Karal, 1999: 21; Mustafa Ragıb, 2007: 270). Bu şekilde vazife
alanlar arasında olan Galip Paşa, meşrutiyetin ilanı için 1907 yılında Üsküp’te
teşkilatlanmayı başlatmış ve Mazhar Bey’le30 birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
Üsküp Şubesi’ni kurmuştur (Mustafa Ragıb, 2007: 270; Ramsaur, 1972: 133, 134).
Galip Paşa’nın hatıralarında belirttiğine göre kendisine Üsküp ve civarında İttihatçı
teşkilanmayı başlatma vazifesi İsmail Hakkı tarafından verilmiştir. İsmail Hakkı bu
vazifeyi ona verirken “Buradaki tesisat ve teşkilat size aittir. Tohumu ekiniz ve sonra
toplanarak programımızı tanzim edelim. Artık düşünmeye, tereddüde yer ve imkân
yoktur. Biz ne diyorduk? Şu istibdada, esarete nasıl katlanıyoruz, demiyor muyduk?”
demiştir. Mektupçu Mazhar Bey, Petroviçeli Draga Necip Bey, Mahkeme-i Fevkalade
Başkâtibi Süreyya, Kolağası Cafer Bey31, Galip Paşa’nın ilk günlerde birlikte çalıştığı
kişilerdir. Selanik ile olan irtibat ise Kolağası Ali Fethi32 ve Mustafa Kemal33 vasıtasıyla
sağlanmıştır. Galip Paşa ve ekibe katılan diğer üyelere, teşkilatlanmayı Komanova,
30
Meşrutiyetin ilanından sonra Kosova valisi olmuştur.
31
Cafer Tayyar.
32
Ali Fethi Okyar.
33
Mustafa Kemal Atatürk.
25
İştip, Koçana, Köprülü gibi yerlerde de yayma vazifesi verilmiştir. Buna bağlı olarak da
Galip Paşa Köprülü’ye gitmiştir. İlk günlerde teşkilata sadece on beş kişi
kazandırılabilmiştir. Fakat gösterilen gayret sonucunda, 1908 senesi Nisan ayına
gelindiğinde bölgedeki üye sayısı yüzü aşmıştır (Mustafa Ragıb, 2007: 270; Öztuna ve
Yüksel, 1966a: 5).
Kazım Karabekir’in hatıralarına göre Mazhar Bey, Galip Paşa’yı Üsküp’te yapılacak
teşkilatlanmaya ikna edebilmek için çok çaba harcamıştır. Büyük münakaşalar sonucunda Galip
Paşa’yı ikna etmek mümkün olmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Üsküp merkezini kurmak
için ilk toplantı Necip Draga’nın evinde yapılmıştır. Toplantıya Galip Paşa, Mazhar Bey, Cafer
Tayyar, Süreyya Bey ve Necip Draga katılmıştır. Bu toplantı sonucunda İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin Üsküp merkezi kurulmuştur (Karabekir, 209).
Üsküp ve civarında teşkilatlanma sürerken, Galip Paşa ve bazı üyeler hakkında
Müfettiş-i Umumiliğe ayrıntılı bir jurnal34 gönderilmiştir. Makedonya Vilayeti Umumi
Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa (BOA, YEE, 71/74)35 bu jurnali Kosova Valisi Mahmut
Şevket Paşa’ya (BOA, TFR.I.A. 37/3692) göndermiş, Galip Paşa ve çevresindeki
kişilerin yaptıkları gizli teşkilatlanma hakkında tahkikat ricasında bulunmuş, bu iş için
de polis müdürü Mümtaz Bey görevlendirilmiştir. Galip Paşa, Mümtaz Bey’le yaptığı
görüşmeler sonucunda ilgili tahkikatın yapılmasını durdurmuştur. Mümtaz Bey ise
merkeze, yaptığı tahkikat sonucunda, Galip Paşa ve çevresindekilere yöneltilen
suçlamanın yersiz olduğunu bildirmiştir. Hatta aradan çok zaman geçmeden kendisi de
cemiyete üye olmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 5, 6).
Galip Paşa, Nisan 1908’de tekrar jurnallenir. Bundan dolayı Hüseyin Hilmi Paşa
tarafından, şifaî bilgi vermesi için Selanik’e çağrılır (BOA, TFR.I.KV, 198/19776).
34
Jurnal: Haber, bilgi.
35
1907’de Hüseyin Hilmi Paşa, Makedonya Vilayeti Umumi Müfettişi’dir (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 5).
26
Galip Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa ile görüşürken hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi
davranarak meselenin ne olduğunu anlamaya çalışır. Hilmi Paşa ise, “Ordumuzda
zabitan arasında gizli bir cemiyet teşekkül ediyormuş. Maazallah, bunların bir hatası,
memleketi felakete uğratır” demiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, “Hiç zannetmem ki,
böyle bir şey olsun. Zira bizim taraflarda böyle bir şey hiç hissedilmedi” deyince Hilmi
Paşa, “Hissedemezsiniz, ben de yakın zamana kadar hissedemedim. Gayet mahirâne
hareket ediyorlar. Anlamak mümkün değil” (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 6) demiştir.
Galip Paşa’nın Komanova civarında yapmış olduğu çalışmalar Şemsi Paşa’yı da
kuşkulandırmış ve harekete geçirmiştir. Şemsi Paşa ve Kiraz Hamdi Paşa, Galip
Paşa’nın Komanova’da neler yaptığını anlamak için araştırma başlatmıştır. Bunu
öğrenen Vasfi Bey36 bir gün Galip Paşa’nın yanına giderek, “Şemsi ve Hamdi Paşa halk
ile sıkı münasebette bulunuyor, sizin kendileriyle nasıl temas ettiğinizi öğrenmeye
çalışıyorlar. Arnavut reislerine gizli talimat veriyorlar” demiştir. Vasfi Bey’in
uyarısından sonra Galip Paşa daha dikkatli olmaya çalışmıştır (Mustafa Ragıb, 2007:
270, 271).
1.3.2.3. Galip PaĢa’nın Firzovik Toplantılarını Yönlendirmesi
İttihatçıların meşrutî idareyi II. Abdülhamit’e ilan ettirmek için Makedonya’da
harekete geçtikleri günlerde binlerce Arnavut da değişik şayiaların etkisiyle bilinçsiz bir
şekilde Firzovik’te toplanmıştır. İttihatçı kulüplerin İstanbul yönetimine meşrutî idareyi
ilan ettirmek için telgraflar çektikleri günlerde Kosova Jandarma Kumandanı olan Galip
Paşa’nın da Firzovik’te toplanmış olan Arnavutlara, meşrutiyetin ilanı yönünde
padişaha telgraf çektirmesi meşrutiyetin ilan edilmesini hızlandırmıştır.
36
İttihat ve Terakki cemiyeti mensubu olan bu kişi II. Meşrutiyet Dönemi’nde mebusluk da yapmıştır.
27
Selanik Merkez Komutanı Kaymakam Nazım Bey,
37
mevcut yönetim taraftarı
olduğundan düzene karşı oluşabilecek hareketleri takibe almış ve İttihatçıları zor
durumda bırakmıştır (Bayur, 1991a: 439). Bundan dolayı İttihatçıların Selanik merkezi
Nazım Bey’i öldürmeye karar vermiştir. Bu kararı Binbaşı Enver Bey de38 imzalamıştır.
Suikastı uygulamak için ise İsmail Canbolat ile Mustafa Necib seçilmiştir. Suikasta
teşebbüs edilmiş fakat yaralı olarak kurtulmayı başaran Nazım, Selanik’ten kaçıp
İstanbul’a ulaşmayı başarmıştır (Karal, 1999: 27, 28).
Makedonya’da İttihatçılarla Yıldız Sarayı arasında gerginlik günden güne arttığı
süreçte, Rusya ile İngiltere arasında 1908 yılında Reval Görüşmeleri yapılmıştır.39
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Reval Görüşmeleri’nden II. Abdülhamit yönetimini
sorumlu tutmuş, burada alınan kararların önlenmesinin yolunun II. Abdülhamit’i
devirmekten geçtiğini kabul ederek harekete geçmiş ve Makedonya’da genel bir
ayaklanma çıkarmak için plan hazırlamıştır. Buna göre ayaklanma 1908 yılının
sonbaharında bir bayram sabahı başlatılacaktı (Karal, 1999: 26, 27).
4 Temmuz 1908’de, İttihat ve Terakki’nin Manastır Merkezi üyelerinden Resne
Komutanı Kolağası Niyazi Bey, yüz elli kişiden oluşan bir çeteyle, dağa çıkmıştır
37
Nazım Bey, Enver Bey’in eniştesidir. Meşrutiyetin ilânı yolunda ilk kıvılcım, tahkikat için
görevlendirilen Selânik Merkez Komutanı Miralay Nazım Beyin 29 Mayıs 1908’de vurulmasıdır. Nazım
Bey’in öldürülme emrini kısa sürede 2. ve 3. Ordu mensupları arasında yayılan İttihat ve Terakki
Cemiyeti vermiştir. Nazım Bey’in vurulması sonucu onun yerine tahkikatın başına Mustafa Kemal
getirilmiştir. Mustafa Kemal yaptığı tahkikat sonucu binbaşıyı kurtarmıştır. Nazım Bey hâdisesinden
sonra Balkanlarda olaylar artarak devam etmiştir (Kuran, 1945: 252; Yalçın, 2002: 445).
38
39
Enver Paşa.
Reval Görüşmeleri: Reval Görüşmeleri 8-9 Haziran 1908 tarihinde İngiltere ile Rusya arasında
yapılmıştır. Burada Boğazlar Meselesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun durumu masaya yatırıldığı halde
Makedonya’da ıslahat meselesinin görüşüldüğü yönünde bir açıklama yapılmıştır. İttihatçılar ise Reval’de
Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasının görüşüldüğü düşüncesine kapılmışlardır (Tunaya, 1988: 23;
Armaoğlu, 1975: 307; Uçarol, 2000: 404).
28
(BOA, YEE, 71/63; BOA, Y.MTV, 312/45; Taunton Courier, nr. 5197, 22 Temmuz
1908; Resneli Niyazi, 1975: 137; Ateş, 2009: 409). Resneli Niyazi Bey dağa çıkınca,
padişahın başkâtibine Makedonya Genel Müfettişliği’ne ve Manastır Valiliği’ne
gönderdiği bildirilerinde ayaklanmanın amacını meşrutiyetin yeniden ilanı olarak
açıklamıştır (Karal, 1999: 29, 30). II. Abdülhamit, Mitroviçe’de 18. Tümen Komutanı
olan Şemsi Paşa’yı Resneli Niyazi olayını bastırmakla görevlendirmiştir (The
Manchester Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; Resneli Niyazi, 1975: 137; Topuzlu,
2002: 88; Karal, 1999: 32, 33; Tansu, 2011: 35).40 Kendisine bu görev telgrafla
bildirilmiştir. Bölgedeki askerlere pek güvenilmediğinden yanına asker kılığına
sokulmuş gönüllü Arnavutları alması söylenmiştir (Bayur, 1991a: 452). Bunun üzerine
Şemsi Paşa, 6 Temmuz 1908’de iki tabur askeri trene bindirerek Manastır’a hareket
etmiştir (The Manchester Courier, 11 Temmuz 1908). 7 Temmuz’da Manastır’a varan
Şemsi Paşa, daha Resneli Niyazi’ye karşı harekete geçmeden, durumu İstanbul’a
bildirmek üzere telgrafhaneye girmiştir. Buradan çıkıp arabasına bineceği zaman ise
İttihatçı bir subay olan Atıf tarafından vurulmuştur (BOA, BEO, 3352/251386; İSAM,
HHP, 9/543; The Manchester Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; The Manchester
Courier, nr. 16126, 14 Temmuz 1908; Evening Telegraph, 13 Temmuz 1908; Tansu,
2011: 36; Karal, 1999: 33).41 Suikastı gerçekleştiren Atıf, korumalar tarafından
topuğundan vurularak yaralandıysa da kaçmayı başarmıştır (Resneli Niyazi, 1975: 144;
Karal, 1999: 33; Dundee Courier, 16 Temmuz 1908; Tahsin Paşa, 1990: 377). Şemsi
Paşa’nın yerine atanan Osman Paşa ise olayları yumuşaklıkla yatıştırmaya çalıştığı
40
Şemsi Paşa, Metroviçe’de 18. Nizamiye Tümeni Komutanı olup yaşı altmışı geçen bir subaydır (BOA,
Y.PRK.ASK, 258/8277; Bayur, 1991a: 450).
41
Soyadı kanunu üzerine Kamçil soyadını alan Atıf Bey, Çanakkale milletvekilliği de yapmıştır (Külçe,
1944: 45).
29
süreçte, 23 Temmuz 1908 gecesinde, Resneli Niyazi tarafından dağa kaçırılmıştır
(BOA, YEE, 71/53; İSAM, HHP, 19/1253; Karal, 1999: 35; Resneli Niyazi, 1975: 201;
Mustafa Ragıb, 2007: 647; Tansu, 2011: 35).
Resneli Niyazi Bey’in dağa çıktığı günlerde binlerce Arnavut Firzovik’te
toplanmıştır. Firzovik yakınlarındaki bir koruda gayrimüslimlerin toplu olarak bir yaz
şenliği yapacak olması bölgedeki Arnavutları harekete geçirmiştir. Olay öylesine
büyütülmüştür ki çevre köylerden bile buraya gelenler olmuştur (BOA, Y.MTV,
312/94/4; Külçe, 1944: 11,12).42 Birkaç kişinin yaydığı şayia binlerce kişiyi harekete
geçirmiş ve kalabalık günden güne artmıştır. Bunda isyancıların telgrafhaneyi kontrol
altına alarak istedikleri şekilde telgraf çekmeleri de etkili olmuştur (BOA, Y.PRK.ASK,
258/82/6; BOA, Y.A.HUS, 523/63). Bölgede kalabalığı dağıtabilecek nitelikte kolluk
gücünün olmayışı ise kalabalığın rahat hareket etmesine zemin hazırlamıştır (BOA,
Y.MTV, 312/94).43 Hatta günden güne sayısı artan kalabalık Firzovik’teki yöneticileri
dinlemez hale gelmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94/4). Olayların büyümesini istemeyen
Osmanlı yönetimi kaba güç kullanmaktan kaçınmıştır (BOA, Y.A.HUS, 523/101).
Arnavutların Firzovik’te toplanmasında Şemsi Paşa da etkili olmuştur. Çünkü
Resneli Niyazi Bey’in isyanını bastırmak için görevlendirileren Şemsi Paşa’ya
Arnavutlardan da kendilerine asker elbisesi giydirilerek istifade etmesi istenmiştir
(İSAM, HHP, 19/1288; Resneli Niyazi, 1975: 138, 139; Mustafa Ragıb, 2007: 272, 646;
42
Hıristiyanlara satılan arazinin sahibi olduğu söylenen tren yolu bekçisinin hanesi bile isyancılar
tarafından yakılmış ve Avusturya asıllı mühendis tehdit edilmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94/4).
Arnavutların Firzovik’te toplanmasının asıl sebepleri tam olarak kestirilememiştir (BOA, Y.MTV,
312/73).
43
Osmanlı yönetimi tren yolunda çalışan ve diğer işlerde istihdam olmuş yabancıların zarar görmemesi
ve iç meselenin dış mesele olmaması için gayret göstermiştir (BOA, Y.MTV, 312/94; BOA,
Y.PRK.ASK, 258/82).
30
Tahsin Paşa, 1990: 377; Karal, 1999: 36).44 Şemsi Paşa, güvendiği birkaç kişiyi de asker
toplamakla görevlendirmiştir (Külçe, 1944: 32, 33).45 Şemsi Paşa’nın isteği üzerine
silahını kapan Firzovik’te toplanmıştır (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8). Firzovik
Toplantıları’nın olduğu dönemde Kosova Jandarma Kumandanı olan Galip Paşa’ya göre
de Arnavutların Firzovik’te toplanmalarının asıl sebebi Şemsi Paşa ve II.
Abdülhamit’tir. Böylece Arnavutlara çıkarttıracakları isyanla bölgedeki askerî birlikleri
meşgul ederek Makedonya’da günden güne gelişen İttihatçı yapılanmayı akim bırakmak
istemişlerdir (Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8). Şemsi Paşa, Niyazi’nin başlattığı isyanı
bastırmak için Manastır’a doğru ilerlerken, “Dinini, milletini, vatanını seven arkamdan
gelsin. Firzovik’te ictimâ’ etsin. Vatan elden gidiyor. Manastır ve sâir kasabât ve kurayı islâmiyeyi basmış katliam ediyorlar. Firzovik’e mikdâr-ı kâfi mavzer-i esliha ve
cephanesi derdest-i celp ve idhardır. Orada teçhiz olunacaksınız. Sûret-i hareketinizi
telgrafla bildiririm. İmdat-ı İslam için yetişiniz. Emirlerime intizar edesiniz. İrâde-i
seniyye-i hazret-i pâdişahî bu merkezdedir” duyurusunu yaparak toplantının hızını
artırmıştır (BOA, Y.A.HUS, 523/130).
Firzovik’te durumun günden güne daha kötüye gittiğini gören şenlik
organizatörleri geri adım atmak zorunda kalmış ve koruda yapılacak olan program iptal
edilmiştir. Fakat ne için toplandığını bile tam olarak anlamayan Arnavutlar daha
44
Firzovik’te on beş bin civarında silahlı insanın toplandığı süreçte Şemsi Paşa, bölgedeki reislerine şu
haberi gönderir: “Manastır’da bulunan mektepli zabitler, Jön Türk ve Bulgar komiteleriyle birleşerek
İslamlar aleyhine taarruzda bulunuyorlar. Padişahı düşürüp vatanı satacaklar. Dinini, devletini, vatanını
seven arkamdan yetişsin. Firzovik’te içtima etsin. Orada mavzer tüfeğiyle cephane tevzi olunacaktır.
Suret-i hareketi telgrafla bildiririm. Vatan elden gidiyor. Padişahımız sadık Arnavutlardan hizmet,
himmet ve muavenet bekliyor.” ( Öztuna ve Yüksel, 1966a: 8).
45
Firzovik’te Arnavutların ilk toplanmaya başladığı günlerde Birinci Ferik Şemsi Paşa, Müslümanlarla
Katolikler arasındaki ihtilafı çözmek için Prizren’de bulunmaktadır (Bayur, 1991a: 450). Mirliva:
Tuğgeneral. Birinci Ferik: Korgeneral. Müşir: Orgeneral (Bayur, 1991a: 431).
31
dağılmadan Avusturya askerlerinin bölgeye doğru yaklaşmakta oldukları şayiası
çıkarılmıştır. Bu durum bölgedeki kalabalığın dağılma ihtimalini iyice zayıflatmıştır
(Külçe, 1944: 15; Babacan, 2002: 475). Arnavut halkı tarafından sevilen Şemsi Paşa’nın
Resneli Niyazi isyanını bastırmak için Arnavutlara yaptığı çağrı ve aradan çok zaman
geçmeden, kendisinin öldürülmesi Firzovik’teki insanların sayısını ve heyecanını daha
da artırmıştır (İSAM, HHP, 19/1288; Külçe, 1944: 52, 53; Derby Daily Telegraph, 17
Temmuz 1908).
Kalabalığın tehlikeli bir boyut kazandığının farkında olan merkezî yönetim
bunların bir an önce dağıtılması için çareler aramaya başlamış ve Galip Paşa,
Firzovik’teki kalabalığı dağıtmak için görevlendirilmiştir (BOA, Y.A.HUS, 523/63;
BOA, Y.A.HUS., 523/130; Külçe, 1944: 52, 53; İslamoğlu, 2004: 63, 64).46 Bunların
üzerine sadece kolluk gücü sevk edilmekle kalınmamış, dağılmaları için nasihat
heyetleri de gönderilmiştir (BOA, Y.MTV, 312/94; BOA, Y.MTV, 312/94/2).
İttihatçı merkez, resmî olarak Firzovik’teki olayları yatıştırmakla görevlendirilen
Galip Paşa’ya, gizli bir şekilde, kalabalığın İttihatçılık lehine kullanılması vazifesini
vermiştir (Karal, 1999: 36). Hükümetten kalabalığı sakinleştirme ve dağıtma emri alan
Galip Paşa, aksine, Kalkandelenli Emin’i ve başka etkili kişileri kullanarak, İpek,
Yakova, Vuçitrin ve Prizren’e telgraflar çekerek bölge köylerini Firzovik’te toplanmaya
yönlendirmiş ve kısa sürede kalabalığı daha da artırmıştır (Hacısalihoğlu, 2008: 202;
Bayur, 1991a: 459; Külçe, 1944: 53). Onun çabaları sonucunda toplananların sayısı otuz
bini bulmuştur. Kalkandelenli Emin’in de gayretleriyle, kalabalık üzerinde tesirli olan
kişiler Galip Paşa’ya bağlılık yemini etmiştir (Külçe, 1944: 55, 56).
46
Mahmut Şevket Paşa, Galip Paşa’ya, Müftü Mehmet Arslan Efendi’yle beraber nasihat ederek
toplantıları dağıtmaları için emir vermiş ve valinin emri üzerine Galip Paşa Firzovik’e hareket etmiştir
(Öztuna ve Yüksel, 1966a: 9).
32
Galip Paşa, Arnavutları örgütleyip meşrutî idareyi istemeye hazırlarken, padişah
aleyhine konuşmamaya dikkat etmiş ve meşrutiyetin ilanının bölgedeki yabancı
subayların çekip gitmesine de vesile olacağını anlatmıştır (Külçe, 1944: 59; Aksun,
2010: 415). Galip Paşa, camide toplanan kalabalığa meşrutiyetin faziletlerini bölgede
nüfuzu iyi olan Gırliçeli Şaban Efendi’ye anlattırmıştır. Şaban Efendi cemaate, elinde
tuttuğu Kur’an-ı Kerim’i göstererek, meşrutiyeti istemenin Allah’ın kitabını dinlemek
olduğunu, bunun padişahtan da talep etmek gerektiğini dile getirmiştir. Cemaatten
başka sözü dinlenir insanların da Şaban Efendi’nin söylediklerini onaylaması Galip
Paşa’nın işini daha da kolaylaştırmıştır. Bundan sonra yüzlerce kişi açıkça meşrutiyeti
istediklerini söylemeye başlamıştır (Külçe, 1944: 59; Bayur, 1991a: 470).
Galip Paşa, Firzovik’te hummalı bir çalışma yapmıştır. Kendisiyle birlikte
Kalkandelenli Emin Bey, Üsküp Jandarma Tabur Kâtibi Preşovalı Recep Efendi,
Petroviçeli Hacı Veysel Efendi, Ferhat Bey, Prizrenli Şerif ve Yahya Efendiler, Üsküplü
Hoca Şaban Efendi, Hafız Recep Efendi de çalışmıştır. On iki gün devam eden
çalışmalar sonucunda Arnavutlar meşrutiyeti ister hale getirilmiştir. Kosova halkı
namına, müsveddesini Galip Paşa’nın hazırladığı, yüz seksen imzalı bir telgrafla
padişahtan anayasanın yürürlüğe konması ve meclisin toplanması istenmiştir (İSAM,
HHP, 9/491; Tunaya, 1988: 61; Ragıp, 2007: 646; Uğurlu, 2008: 11; Karal, 1999: 36;
Öztuna ve Yüksel, 1966a: 10, 11).47 Bu karardan dönülmeyeceğine dair de yemin
edilmiştir (BOA, TFR-I-KV, 216/21578; Tunaya, 1988: 546; Yorkshire Post and Leeds
Intelligencer , 25 Temmuz 1908).48
47
II. Abdülhamit için, çok güvendiği Arnavutlardan böyle bir isteğin gelmesi şaşırtıcı olmuştur (Alkan,
1992: 68, 69; Yorkshire Post, 25 Temmuz 1908).
48
Arnavutlar, telgrafın cevabını iki gün kadar beklemişlerdir. Sabırları iyice taşınca, “Öyleyse gidelim
verilmeyen şeyi kendimiz alalım” demeye başlamışlardır (Bayur, 1991a: 471). Firzovik’ten padişaha
33
Merkeze
telgraf
çekildikten
sonra
Firzovik’teki
kalabalıkta,
sonucun
gecikmesine dayalı olarak sabırsızlanma başlamış ve istedikleri olmadığı takdirde
merkeze doğru yürüyeceklerini söylemeye başlamışlar. Böyle bir durumda işin
çığırından çıkacağını, kalabalık üzerindeki kontrolünü kaybedeceğini bilen Galip Paşa,
onları sakinleştirmek için çaba harcamış ve bunun için Priştine Belediye Başkanı Sudi
Bey’in saraya bir telgraf daha çekmesini sağlamıştır (Külçe, 1944: 64, 65).49
Padişahtan meşrutiyetin ilanı yönünde cevap bekleyen halkın heyecanını gören
Firzovik Belediye Başkanı Şehsuvar Bey, Galip Paşa’ya, “Ne yapmak lazımsa yapalım.
Böyle durmakla olmaz, işte cevap gelmiyor. Cahil ahali bela çıkaracak” deyince Galip
Paşa, “Şehsuvar! Acele edip de Şersuvar olma!” demiştir (Bayur, 1991a: 64).
Halk telgrafın karşılığını beklerken İstanbul’da telgraf merkezine gelen
Sadrazam Ferit Paşa,50 padişahın uykuda olduğunu ve bir müddet beklemek gerektiğini
söyleyince Firzovik’te bulunan Priştine Belediye Başkanı Sudi Efendi halk adına
sadrazama şu telgrafı çekmiştir: “Burada otuz bin kişi heyecan içinde, ayakta, uyku ve
istirahat haftalardır kendilerine haram oldu. Milletin babası olan padişah da uyansın
artık, uyandırılsın, istediğimizi bize versin” (Karal, 1999: 37).
24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edilmiştir (Ateş, 2009: 410; Sabah, nr.
6764, 25 Temmuz 1908). Resneli Niyazi Bey’in dağa çıkması, Makedonya’daki İttihatçı
merkezlerin İstanbul’a meşrutiyet isteğini bildiren telgraflar çekmesi ve Galip Paşa’nın
çekilen telgraftan sonra İttihatçıların değişik merkezlerinden de İstanbul’a telgraf çekilmiştir (BOA, YEE,
71/57; Karal, 1999: 37).
49
Sudi Bey’in İstanbul’a çektiği telgraf metni: “7 Temmuz 1327 tarihli telgrafname-i acizimize elyevm
cevap zuhur etmedi. Teskin-i heyecan kabil olmuyor. Halk müsellehan aşağı doğru akın ediyor. Muvafık
cevabın istihsal ve tebşirini rica ederiz. Muvafık cevap gelmezse, mutlak reddolunursa vehamet
muhakkaktır” (Bayur, 1991a: 471, 472).
50
Avlonyalı Ferit Paşa.
34
örgütlediği Arnavutların, meşrutiyet ilan edilmediği takdirde İstanbul yönünde harekete
geçeceklerini içeren tehditkâr açıklamalar yapmaları meşrutiyetin ilanını hızlandırmıştır
(BOA, Y.EE, 71/69; Tunaya, 1988: 536; Mustafa Ragıb, 2007: 646; Ahmed Refik,
1326: 97; İbrahim Feridun, 1326: 296; Alkan, 1992: 68, 69; Telegraph&Star, nr. 6585,
25 Temmuz 1908). Günlerce yaptığı yoğun çalışmalar sonucunda beklediği sonuca
ulaşan Galip Paşa hatıralarında, “İşte vazife-i müşküle ve mühimmeyi bu veçhile hüsnü
ikmal ve itmam eyleyerek Üsküp’e avdet eyledim. İki gün sonra 10-11 Temmuz 1324
Cuma gecesi, saat beş buçukta telgrafla intişar eden bir irade-i padişahî ile kanun-ı
esasi, meşrutiyeti ilan ediyordu” (Öztuna-Yüksel, 1966a: 11; Manchester Courier and
Lancashire General Advertiser, 25 Temmuz 1908)51 demiştir.
Bütün riskleri göze alarak Üsküp civarında yapmış olduğu çalışma ve
teşkilatlanmalar, Firzovik’te bilinçsiz bir şekilde toplanmış olan otuz bin Arnavut’u
meşrutiyetin ilan edilmesinin gerekliliğine inandırması Galip Paşa’nın İttihat ve Terakki
cemiyeti içinde başarılı ve güvenilir bir üye olduğunu göstermiştir.
Galip Paşa, meşrutiyetin ilanından birkaç gün sonra rahatsızlandığından52 bir ay
hava değişimi alarak Trabzon’a gitmiştir. Yerine, 13 Ağustos 1908 tarihinde, Nazmi
Bey vekil olarak kalmıştır (BOA, TFR-I-KV, 214/ 21319/1). Galip Paşa, hava değişimi
51
Parlamenter sistemin yeniden yürürlüğe konması, ülkede bir bayram havası içinde kutlanmıştır (İkdam,
nr. 5088, 12 Temmuz 1324). İkdam Gazetesi’nin 5088 Numaralı nüshasında 119 maddeden oluşan
Kanun-ı Esasi mevcuttur.
52
Galip Paşa, hava değişimi almadan önce sıhhatinin jandarma kumandanlığı yapmaya müsait olmadığını
öne sürerek bu görevden ayrılmak istediğini ilgili makamlara bildirmiştir (BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752).
Galip Paşa’nın ilgili dilekçesi şu şekildedir: Maruz-ı çâkerânemdir,
Ahval-i sıhhiyemin müsaadesizliğinden dolayı jandarma hidemât-ı mühimmesini ifada daha ziyade
devama muktedir olamayacağımdan lütfen hidmet-i mezkûreden afv ve sınıf-ı asliyeme irca
buyrulmaklığımı arz ve istirham eylerim. Emr u ferman hazret-i menlehu’l-emrindir.
Kosova Jandarma Alayı Kumandanı ( BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752).
35
sona erdikten sonra İstanbul’da, jandarma tensikâtı53 için görevlendirilmiştir (BOA,
TFR-I-KV, 214/21319/6).
1.4. 31 MART OLAYI VE II. ABDÜLHAMĠT’ĠN HAL’Ġ
Galip Paşa, Kosova Jandarma Kumandanlığı’ndan ayrıldıktan sonra İstanbul’da
jandarma teşkilatını düzenlemekle görevlendirilmiştir. 31 Mart Olayı’nın başladığı
günlerde, Galip Paşa İstanbul’da jandarma teşkilatını düzenlemekle meşguldür (BOA,
TFR-I-KV, 214/21319/6). Hareket Ordusu İstanbul’a girince, kendisine Jandarma ve
Polis Müfettiş-i Umumisi vazifesi verilmiş olan Galip Paşa, bu orduyla birlikte hareket
ederek İstanbul’da sükûnetin sağlanması için büyük gayret göstermiştir.
1.4.1. 31 Mart Olayı ve Galip PaĢa
Meşrutiyet rejimi Jön Türkler tarafından ülkenin sorunlarının genelini çözecek
bir iksir gibi anlatılmıştır. Fakat 1876’da ilan edilmiş olan meşrutiyet beklentileri
karşılamamıştır. Şekilsel olarak halk, Meclis-i Mebusan vasıtasıyla yönetime katılmış
gibi görünse de, anayasa son söz hakkını padişaha vermiştir (Tunaya, 1988: 24; İkdam,
nr. 5088, 12 Temmuz 1324; Kili, 1982: 10-13; Karatepe, 1993: 92). Zaten 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlamasıyla meclis kapatılmış ve tekrar monarşiye
dönülmüştür. Jön Türkler bundan sonra ise parlamenter sistemin yeniden yürülüğe
girmesi için mücadele etmeye başlamışlardır.
Siyasal sistemin değişmesini isteyenler, II. Abdülhamit’i değişimin önündeki
engel olarak görmüşler ve parlamenet sisteme geçilmesi için gayret göstermişlerdir.
53
Tensikât: Düzenlemeler.
36
Baskıların iyice artıp isyana dönüştüğü 1908 yılında padişah, meşruti sistemi yeniden
yürülüğe koymuştur. Osmanlı Devleti’nin iç politikada fırtınalar yaşadığı günlerde,
Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan Girit’i, Avusturya Macaristan
İmparatorluğu ise Bosna-Hersek’i topraklarına katmıştır. Buna bağlı olarak da ülke
içinde huzur bozulmuştur. Meydana gelen bu olumsuzluklardan genel itibariyle
İttihatçılar sorumlu tutulmuştur (Uçarol, 2000: 416).
Osmanlı Devleti üzerinde çıkarları olan devletler gerek mecliste gerek ise
basında kendi çıkarlarını savunacak adamlar edinmeyi prensip edinmişlerdir (Aysal,
2006: 18). Ahmet Emin Yalman, gazete kuracak parası bile olmayan Derviş Vahdeti’yi
de bu tür adamlardan birisi olarak görmüş, onu Volkan Gazetesi ve İttihad-ı Osmanî
Cemiyeti’ni kurmakla vazifelendirilmiş bir İngiliz ajanı olarak anlatmıştır (Aysal, 2006:
18).54
İstanbul’da, İttihatçılarla muhalifler arasındaki gerginlik günden güne artarken
13 Nisan 1909’da beklenmedik bir şekilde isyan çıkmıştır (Musavver Muhit, nr. 23-1, 9
Nisan 1325; Telegraph&Star, nr. 6808, 13 Nisan 1909; Findley, 2011: 196). Bunu Avcı
Taburlarının başlatması ise şaşırtıcı olmuştur. Çünkü bunlar, İttihatçılar tarafından
meşrutiyeti korumak için İstanbul’a getirilmiştir (Uçarol, 2000: 416). Devrin yakın
54
Derviş Vahdeti’nin İttihatçılar aleyhinde yazılar yazdığı dönemde bazı kişiler İttihad-ı Muhammedi
adında bir cemiyet kurarlar ve Derviş Vahdeti’yi de buraya katılmaya davet ederler. Fakat o bu cemiyete
katılmayıp aynı isimde bir cemiyet kurar. 31 Mart Olayı’ndan sonra, olayları kışkırtan cemiyet olarak
İttihad-ı Muhammedi, kişi olarak ise Derviş Vahdeti görülür ve yapılan yargılama sonucunda idam edilir.
İttihad-ı Muhammedi’nin ise Suriye’de bile şubesi kurulmuştur. Fakat bunu kuran Derviş Vahdeti değil,
İstanbul’da diğer İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ni de kuran ve dış kaynaklı olan el- İhya el-Arabi elOsmani Cemiyeti’dir. Dolayısıyla da olayları İstanbul’da ve taşrada organize eden Derviş Vahdeti’nin
kurduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti değil, diğeridir. Zaten ülkenin değişik yerlerinde 31 Mart
Olayı’na bağlı olarak isyanlar çıkarttırmak Derviş Vahdeti’yi aştığı gibi her yerde tutulmayan İttihatçıları
da aşmaktadır. O dönemdeki gelişmeler incelendiğinde ise olayların arkasında Ahrar Fırkası, İngilizler ve
Prens Sabahattin’in olabileceği ihtimali kuvvetlidir (Kurşun, 2012: 49-59).
37
şahitlerinden olan Celal Bayar, “Bu taburların kumandanları ve subaylarının çoğu İttihat
ve Terakki Cemiyeti’ne mensuptu. Hemen hemen hepsinin meşrutiyet inkılâbında
hizmetleri görülmüştür” demiştir (Alkan, 1992: 93).
İttihatçıların meşrutiyetin ve özgürlüğün koruyucusu olarak gördükleri Avcı
Taburları 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece isyan başlatarak,55 Taşkışla’da
başlarında çavuşları olmak üzere ayaklanmış ve komutayı ele geçirerek subayları 56
hapsetmişlerdir (Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909). Sabaha karşı
kışlanın kapısı açılarak askerler, başlarında subayları olmadan Ayasofya Meydanı’na
ilerlemeye başlamıştır (Aysal, 2006: 27; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan
1909; Devon And Exeter Daily Gazette, nr. 19464, 14 Nisan 1909; Telegraph&Star, nr.
6808, 13 Nisan 1909). Taşkışla’dan gelen askerler “Şeriat isteriz,57 padişahımız çok
yaşa!” diyerek Ayasofya-Sultanahmet arasında toplanmış ve bunların sayıları kısa
sürede beş altı bine kadar yükselmiştir (BOA, BEO, 3541/265541; The Courier, nr.
55
Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325. 30 Martta, akşam vakti, Avcı taburu çavuşlarından biri
Mekteb-i Harbiye’nin süvari bölüğüne gelmiş ve çavuşlardan biriyle görüşerek “Biz yarın sabah silahlı
olarak Sultanahmet Meydanı’nda toplanıp şeriat isteyeceğiz, siz de geliniz, fakat zabitlerinize hiçbir şey
söylemeyiniz” teklifinde bulunur. Çavuş bu durumu bölük zabitine, o da daha üst makamlara bildirir.
Ancak yatsı vaktinde Harbiye Nâzırı Ali Rıza Paşa’ya rapor iletilir. Nâzırın emri üzerine nöbetçi yaveri
Mustafa Bey, Yıldız’daki 2. Fırka Kumandanı Cevat Paşa’ya gönderilir. Tezkereyi alan Paşa, kahve ve
sigara içildikten ve bir hayli görüşüldükten sonra “Nâzır Paşa hazretlerine hürmetler ederim, böyle bir şey
olamaz” cevabını bildirir (Birinci, 2002: 346).
56
İsyan eden askerler, komutanlarının din iman gibi mevzuları bile ağızlarına dolayarak küfür
ettiklerinden şikâyetçi olnuşlardır (Unat, 1991: 52).
57
31 Mart 1909 Salı günü, 3. Ordu’dan getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen Avcı Taburları askerleri,
başlarında Arnavut Hamdi Çavuş olmak üzere, “Biz şeriat isteriz” iddiasıyla silahlanarak isyanı
başlatmışlardır. Diğer kışlaların da iştirakiyle isyan büyümüştür. İsyancıların istekleri şunlardan ibarettir:
Hüseyin Hilmi Paşa hükümetinin istifa etmesi; Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza, Harbiye Nazırı Ali
Rıza Paşa, I. Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa, Taşkışla Komutanı Esat Paşa, Talat Bey, Rahmi Bey
ve Hüseyin Cahit Bey’in görevlerinden uzaklaştırılmaları, şeriatın uygulanması, isyancıların affedilmesi
ve görevinden alınan alaylı subayların geri dönmesidir (Kodaman, 2002: 308; The Courier, nr. 17421, 15
Nisan 1909).
38
17421, 15 Nisan 1909; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14 Nisan 1909; Musavver
Muhit, nr. 23-1, 9 Nisan 1325; Aysal, 2006: 28).
31 Mart Olayı’nı çıkaran ve etrafa kontrolsüz bir şekilde ateş eden askerler,
olaylar esnasında birçok insanla birlikte Lazkiye mebusu Arslan Bey’in de ölümüne
sebep olmuşlardır (BOA, BEO, 3541/265541; Aberdeen Daily Journal, nr. 16927, 14
Nisan 1909; Aysal, 2006: 30).58
İsyancılar dönemin hükümetini de hedef alan sloganlar atmaya başlayınca,
olayların daha fazla büyümesi istenmediğinden, âsilerin isteği üzerine, Sadrazam
Hüseyin Hilmi Paşa Yıldız Sarayı’na giderek istifasını sunmuştur (Takvim-i Vekayi, nr.
181, 1 Nisan 1325; The Courier, nr. 17421, 15 Nisan 1909). Yeni kabineyi kurma
görevi Tevfik Paşa’ya verilmiştir (BOA, İ.DUİT, 8/1; Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2
Nisan 1325; The Courier, nr. 17421, 15 Nisan 1909).59 Bu hükümet de fazla
çalışamamıştır. Tevfik Paşa, İttihatçı merkezler tarafından yapılan protesto ve baskılar
karşısında, 26 Nisan 1909’da istifasını sunmak zorunda kalmıştır (TTK, TP, 28/16;
Takvim-i Vekayi, nr. 202, 23 Nisan 1325).60 Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşa tekrar
hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir (BOA, İ.DUİT, 190/65).
II. Abdülhamit sükûnetin sağlanmasını amaçlayarak, olaylardan mesul olanların
affedildiğini ve askerlerin kışlalarına rahat bir şekilde dönebileceğini duyurmuş ve
Kanun-ı Esasi’nin devamı temennisinde bulunmuştur (Takvim-i Vekayi, nr. 181, 1
58
Meclis-i Mebusan’ın 56. İn’ikatında bu durum uzun uzun istişare edilmiş ve Arslan Bey için
düzenlenecek cenaze merasimi görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 56, 3 Nisan 1325). Adana gibi başka
şehirlerde de olaylar çıkmıştır ( BOA, BEO, 3543/265703).
59
Yeni kabinenin üyeleri Takvim-i Vekayi’de yayınlanmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2 Nisan 1325).
Hüseyin Hilmi Paşa başkanlığında kurulan yeni kabinenin listesi 23 Nisan 1325 tarihli Takvim-i
Vekayi’nin ilk sayfasında yayınlanmıştır.
60
Geniş bilgi için bkz. Necati Çavdar, Son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2010.
39
Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 182, 2 Nisan 1325; Musavver Muhit, nr. 23-1, 9
Nisan 1325). Padişahın bu affını Meclis-i Mebusan da61 2 Nisan 1325 tarihli
oturumunda kabul ederek ülkenin her tarafına duyurulmak üzere telgraflar çekilmesine
karar vermiştir. Fakat çıkarılan affa ve gösterilen iyi niyete rağmen askerlerden bir
kısmı kışlalarına dönmemiş ve sokak aralarında etrafa kurşun atarak ölümlere ve
yaralanmalara sebep olmuşlardır (Takvim-i Vekayi, nr. 183, 3 Nisan 1325).
31 Mart İsyanı başladığında Galip Paşa, İstanbul’da jandarma tensikâtıyla
meşguldür. Beşiktaş’ta Valide Çeşme’de oturmaktadır. İsyanın başladığı Salı sabahı iş
yerine gitmek için evinden ayrıldığında başlarında komutanları olmadığı halde
askerlerin gruplar halinde Ayasofya Meydanı’na doğru gitmekte olduklarını, şehirde bir
anarşinin hâkim olduğunu görmüştür. O gün, sabahtan öğlene kadar çaresiz bir şekilde
olayları izlemekle yetinmiştir. Hakkında suikast ihbarı aldığından çoğu İttihatçı gibi o
da can güvenliği açısından tedirgin olmuş ve tedbiri elden bırakmamaya gayret etmiştir.
Kendisine suikast yapılacağını bizzat yapmış olduğu sorgulamalar sonucunda
öğrenmiştir. Sorguladığı Salih Çavuş’un ifadesine göre bazı isyancılar Salih Çavuş’a,
“Burada tensik memuru Galip Bey vardır, bizi açığa çıkaracak, ekmeğimizi kesecekmiş,
şimdi tam fırsattır. Biz onun kafasını keselim” demişler (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 2022).
Galip Paşa, her ihtimale karşı Nisanın on yedisine kadar, üç gün boyunca,
evinden çıkmamayı tercih etmiştir. Olaylar hakkında kimseden detaylı bilgi de
alamamıştır. Nisanın on yedinci günü evden çıkarak bazı subay arkadaşlarıyla
buluşmuştur. Onlarla yaptıkları görüşmeler sonucunda Selanik’e geçmeye karar
vermişler ve bundan sonra ise ordunun vaziyetini anlamak için Erkânıharbiye Reisi
61
Meclis-i Milli, 25 Nisan 1909’da Yeşilköy’den Ayasofya yakınında bulunan kendi binasına dönmüştür
(BOA, BEO, 1570/267687).
40
Ferik İzzet Paşa’nın evine gitmişlerdir. Galip Paşa, İzzet Paşa’ya, “Paşa hazretleri biz
Selanik’e gitmek istiyoruz fakat müşkülat ve tehlike vardır. Zât-ı âliniz dünkü teklifi
kabul ederek hususî bir tren tertibini teklif edersiniz; bu trene bizi de alır İstanbul’dan
çıkarırsınız. Hususî tren kimsenin dikkatini çekmez” demiştir. Bu teklif üzerine İzzet
Paşa, “Hayhay. Bunu bir vazife addederim. Eğer sözümü geçirebilirsem sizi trenle
İstanbul’dan çıkarırım. Ben de çıkarım” cevabını vermiştir. Bundan sonra Galip Paşa ve
çevresindekiler oradan ayrılarak evlerine gitmişler ve ertesi gün de İzzet Paşa’nın
ayarlamış olduğu trenle Sirkeci’den Selanik yönüne hareket etmişlerdir (Öztuna ve
Yüksel, 1966b: 23-25).
Galip Paşa Selanik’e giderek olayları bastırmak için İstanbul’a gelecek olan
orduya katılmayı planlarken 21 Nisan’da Küçükçekmece Tren İstasyonu’nda Mahmut
Şevket Paşa’yla karşılaşmış ve onunda birlikte Yeşilköy’e gelmiştir. Mahmut Şevket
Paşa, Galip Paşa’ya İstanbul’un emniyet ve asayişini sağlama vazifesi vermiş ve önceki
vazifesine de devam etmesini bildirmiştir (Güngör, 1937: 112). 24 Nisan’da ise Galip
Paşa ve diğer subaylar Ayastefanos’tan İstanbul’a sevki kararlaştırılan jandarma
birliklerini trene bindirerek Kumkapı’ya çıkmışlardır. İstanbul’da asayişin sağlanması
için Hareket Ordusu’nda vazife almış olan Galip Paşa, Kumkapı’dan sonra emrindeki
jandarmalarla birlikte Harbiye Nezareti’ne geçmiştir. Bundan sonra ise eski jandarma ve
polis karakollarını kapatarak buralardakilerin silahlarını toplamıştır. İki gün içinde
yetmiş polis ve altı yüz jandarmayı kullanarak Beyoğlu, Boğaziçi ve Üsküdar
civarlarında asayişi sağlamıştır (İbrahim Feridun, 1326: 296; Öztuna ve Yüksel, 1966b:
23-25).
İstanbul’da çıkan isyan üzerine özellikle Rumeli’den olmak üzere ülkenin birçok
yerindeki İttihatçı şubelerden ve askerî birliklerden meşrutiyetin korunacağına dair
41
Meclis-i Mebusan’a telgraflar çekilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 57).62 Bu telgraflarda
ayrıca hükümetin istifa etmesi istenmiş ve hükümet tehdit edilmiştir. İttihatçı merkezler
Ahmet Tevfik Paşa kabinesine şiddetle karşı çıkmışlar ve gayrı meşru olarak gördükleri
bu hükümetin yerine Hilmi Paşa’yı tavsiye etmişlerdir (BOA, BEO, 3541/265541).
Hükümet istifa etmediği takdirde askerî birliklerin İstanbul’a yürümek için hazır
bulunduğunu bildirilmişlerdir. Hareket Ordusu’nun63 İstanbul’a gelerek64 olaylara
doğrudan müdahale etmiş olması telgraflardaki tehdidin boş olmadığını göstermiştir
(BOA, BEO, 1570/267687).
31 Mart Olayı’nın on ikinci gününde Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket
Ordusu, asayiş sorununa el atmış ve Dersaadet Jandarma Polis Müfettiş-i Umumiliği’ne
tayin ettiği Galip Paşa’nın imzasını taşıyan bir resmî ilan yayımlamıştır (Servet-i Fünun,
nr. 281, 20 Nisan 1325; Nottingham Evening Post, nr. 9559, 26 Nisan 1909; Yunus
Nâdi, 1325: 213). Sıkıyönetim uygulaması yönünde olan bu ilanda, âsiler ve
mürtecilerin yenilmekte olduğu bildirilmiş, sükûnetin sağlanması için halkı galeyana
getirecek
fesatçı
yazılar
yazmak,
sözler
söylemek,
davranışlarda
bulunmak
yasaklanmıştır. Ayrıca belirlenen saatler arasında sokağa çıkmak (İkdam, nr. 5360, 16
62
31 Mart Vak’ası, Selânik’e ünlü İttihatçılardan İsmail Canbulat tarafından “meşrutiyet mahvoldu”
cümlesinden ibaret bir telgrafla bildirilmiştir. Bu haber, Selanik’te büyük bir infial oluşturmuştur (Birinci,
2002: 355).
63
Hareket Ordusu, 6-7 bin kişiden müteşekkildir (Süleyman Şefik Paşa, 2004: 180).
64
İttihatçı sivil ve asker kadrolar, 14 Nisan 1909’da Selanik’ten İstanbul üzerine asker yollama kararı
almışlardır. Buna bağlı olarak da Mahmut Şevket Paşa yüksek komutasında II. ve III. Ordu’dan Hareket
Ordusu adıyla askeri birlikler trenle İstanbul’a gönderilmiştir. 19 Nisan 1909’da Yeşilköy’e varan ordu,
karargâhını burada kurmuştur. 23 Nisan 1909’da Hareket Ordusu’na İstanbul’a girme emri verilmiştir.
Bunun üzerine ordu, 24 Nisanda İstanbul’u işgal etmiştir. 25 Nisan günü ise isyan bastırılmıştır
(Kodaman, 2002: 309). Meclis-i Mebusan’da, Selanik’ten Çatalca’ya kadar gelmiş olan askerlere nasihat
etmek üzere 28 kişiden oluşan bir nasihat heyeti oluşturulması görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 58).
42
Nisan 1325)65 ve silah taşımak men edilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 192, 13 Nisan
1325; Akşin, 1970: 200).66 Galip Paşa’nın yayımlamış olduğu ilan şu şekildedir:
Dersaadet Umum İnzibat Dairesinin Îlân-ı Resmîsi: Madde 1: Hükümetin
bâğilere ve mürtecilere karşı izhâr-ı satvet ettiği şu zamanda herkesin kavlen
ve fiilen son derece muhâfaza-i sükût ve îtidal etmesi ve heyecân-ı ahâliye
sebep olacak her türlü ahvâl ve harekâttan meselâ fesat âmiz yazılar yazmak,
müheyyiç sözler söylemek, sokaklarda koşmak gibi harekâttan içtinap
etmesi. Madde 2: Gayet seri bir surette temîn-i inzibât-ı memleket için
karakollar ve devriyeler Hareket Ordusu’nun istihdam eylediği askere ve
Selanik’ten celp edilen jandarma ve polislere mevdu’ olduğu ve memurîn-i
mumâileyhim vazifelerinin hüsn-i îfâsı yolunda canlarını fedâya hazır
bulunduklarından emirlerine derhal itaat ve inkıyâda mecburiyet-i kat’iye
bulunduğu ve şu aralık îfa-yı vazifenin fevkalâde nezaketi hasebiyle gece
saat birden sonra fenerli fenersiz bir semtten diğer semte gitmek ve
sokaklarda
dolaşmak
kat’iyen
gayr-ı
câiz
bulunduğundan
ahvâl-i
mezkûreden dahî tevekki’ olunması ve fevkalâde mâzereti zuhur edeceklerin
bulundukları mevkiin polisine müracaat eylemeleri. Madde 3: Kuvve-i
askeriye ile inzibata memur olanlardan gayrı kimsenin silah taşıması katiyen
ve şediden memnu’ bulunduğu. Madde 4: İğtişaşa iştirak eden askerler terk-i
silah ile teslim-i nefs etmekte ve temin-i âsayiş için fevkalâde sarf-ı mesâi
65
Gece sokağa çıkma yasağı ile ilgili olarak Galip Paşa’nın yaptığı duyuru: İlan-ı Resmî: Bu günden
itibaren geceleri saat üç buçuğa kadar ahalinin sokakta gezmelerine müsaade edilmiştir. Vakt-i
mezkûrdan sonra dışarıda bulunanlar haklarında ilan-ı sabık veçhile muamele ifa kılınacaktır. Jandarma
ve Polis Müfettiş-i Umumisi Miralay Galip (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325). Sokağa çıkma yasağı 1909
yılının Haziran ayının ortalarında kaldırılmıştır (Tanin, nr. 282, 15 Haziran 1909).
66
Galip Paşa, Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi ünvanıyla 13 Haziran 1909 tarihinde yayınladığı
beyannamede ise sivil halka kimlerin silah satıp satamayacağını duyurmuş ve ilgili yasaya uymayanların
Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevkedileceğini hatırlatmıştır (Tanin, nr. 280, 13 Haziran 1909).
43
edilmekte bulunduğundan ve bağîlerin bir kısm-ı küllîsi derdest olunarak
bakiyesi de icrâ-yı melanet edemeyecek derecede zebun ve mahsur
kaldığından ahâlinin ve alelumum tüccar ve esnafın ticaretgâhlarını açarak iş
ve güçleriyle iştigal eylemeleri ilan olunur. 11 Nisan 1325. Dersaadet
Jandarma Polis Müfettiş-i Umumisi Miralay Galip (Takvim-i Vekayi, nr.
192, 13 Nisan 1325; İkdam, nr. 5358, 13 Nisan 1325).
Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, 25 Nisan 1909 tarihli
beyannamesinde İstanbul, Bilâd-ı Selâse, İzmit, Çatalca, Adalar, Beykoz, Kartal,
Gebze’de idare-i örfiye ilan edildiğini duyurmuştur (BOA, Y.EE, 3/2; İkdam, nr. 5358,
13 Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 192, 13 Nisan 1325; Yunus Nâdi, 1325: 226).67
Takvim-i Vekayi’nin 5 Mayıs 1909 tarihli sayısında Divan- Harb-i Örfi’den68 yapılan
duyuruda Divan-ı Harb-i Örfi Tedkikat Komisyonu’nu oluşturan kişilerin isimleri
sayıldıktan sonra isyana karışmış olanların ispatlı bir şekilde ilgili komisyona ihbar
edilmesi gerektiği bildirilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325).69 Bir iki
gün içinde Galip Paşa’nın da katkılarıyla sükûnet sağlanmıştır (Öztuna ve Yüksel,
1966b: 26). Galip Paşa, İstanbul’da sükûnetin sağlanmaya başladığı günleri şöyle
anlatmıştır:
Nisanın on üçüncü günü artık tehlikenin tamamen zail olmuş bulunduğuna
hükmolunabilirdi. O gün idâre-i örfiye ilan edilmiş, divan-ı harpler teşekkül
67
V. Mehmet Reşat’ın cülus kutlamalarından dolayı idare-i örfiyede o günlere yönelik değişiklikler
olmuştur. Mesela gece sokağa çıkma yasağında esneme yapılmıştır (BOA, DH.MKT, 2797/25).
68
31 Mart sanıkları Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmıştır. Peygamber Efendimiz’in doğumunun sene-i
devriyesi münasebetiyle, hapis ve sürgün cezası almış olanlar affa uğramıştır (BOA, İ.MBH, 1/61).
69
Divan-ı Harb-i Örfi’nin 19 Nisan 1325 tarihli başka bir duyurusu ise şu şekildedir: “İstanbul’daki
erbab-ı fesat hakkında gerek posta ile ve gerek bizzat tahriran ihbaratta bulunacakların mercii olmak
üzere Harbiye Nezareti’nde müteşekkil Divan-ı Harb-i Örfi Tedkikat Komisyonu’na müracaat eylemeleri
lazım geldiği ilan olunur” (Servet-i Fünun, nr. 281, 20 Nisan 1325).
44
ederek tahkikata başlanmıştı. Her tarafta tutulan eşhas bana gönderiliyordu.
Binaenaleyh divan-ı harplere hazırlık tahkikatı yapmak için Mahmut Şevket
Paşa’nın muvaffakiyetini istihsal ederek iki tahkik heyeti teşkil ettim
(Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26).70
Galip Paşa, ihtiyatlı düşüncesiyle Mesudiye Zırhlısı’nın da İstanbul’daki isyana
karışmasını önlemiştir. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmek üzere olduğu günlerde
bir kısım gençler gönüllü olarak orduya katılmak ve âsilere karşı mücadele etmek için
müracaatta bulunmuşlardır. Kolağası Aziz Bey bu gönüllülerin komutanı olabileceğini
bildirmiş ve bunlar için Mesudiye Zırhlısı’ndan silah alınmasını teklif etmiştir. Galip
Paşa, zırhlıdan silah alınması işine pek sıcak bakmamıştır. Fakat Aziz Bey, bir yolunu
bularak gemiden yüz kırk silah çıkarmayı başarmıştır. Bu durumu öğrenen Galip Paşa,
kendisinin bu işe karşı çıktığını belirterek silahların iade edilmesini istemiştir. Galip
Paşa’nın haklı olduğu aradan pek zaman geçmeden anlaşılmıştır. Çünkü Mesudiye
Zırhlısı’ndaki bir kısım askerler, ellerindeki silahlar alınıp gönüllülere verilerek
kendilerinin Hareket Ordusu karşısında silahsız bırakılacağı şayiasını yaymışlar ve
gemide isyan başlamasına sebep olmuşlardır. Birkaç askerin gayretleri sonucunda
yatıştırılan askerler, silahlarının iade edildiğini de görünce tekrar vazifelerine
dönmüşlerdir (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 25).
Galip Paşa, isyana katılanların ve destek verenlerin Divan-ı Harb-i Örfi’ye sevk
edildikleri süreçte, Mahmut Şevket Paşa’nın da iznini alarak iki tane inceleme heyeti
kurmuştur.
Galip
Paşa
böylece
haksız
tutuklamaların,
yargılamaların
ve
cezalandırmaların önüne geçmek istemiştir. İstanbul’un değişik yerlerinden tutuklanıp
70
14 Nisan 1325 tarihli Hilal Gazetesi’nde ise İstanbul’da hayatın normale döndüğü şu şekilde
anlatılmıştır: “Dünden itibaren hayat-ı umumiye İstanbul’da daire-i intizama girmiştir. Mağazalar, her
taraf açıktır. Ahali kemal-i emniyet ve hürriyetle işleriyle meşgul oluyor” (Hilal, nr. 3, 14 Nisan 1325).
45
getirilen kişiler, bu inceleme heyetlerinin yaptığı araştırmalar sonucunda Divan-ı Harb-i
Örfi’ye sevk edilmişlerdir. Mesela Zeki Paşa ve Memduh Paşa, Galip Paşa’nın bu
heyetler vasıtasıyla yaptığı incelemeler sonucunda tutuklu kalmaktan ve Divan-ı Harb-i
Örfi’de yargılanmaktan kurtulmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26).
Hareket Ordusu yaptığı vazifeden dolayı İstanbul halkı tarafından takdir edilmiş
ve gerekli ilgiyi görmüştür. Bu orduya teşekkür edilmesi için Manastır Mebusu Trayan
Nali Efendi meclise teklif getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 64). İstanbul’da yapılan
mücadeleler esnasında yaralanarak askerliğe elverişsiz hale gelenlerin askeri emeklilik
nizamnamesinin 1 ve 2. maddelerinin hükümlerine tâbi tutulmaları kabul edilmiştir.
Ayrıca şehit askerlerin ailelerine de maddi destek verileceği kabul edilmiştir (Düstur, t.
2, C. 1, s. 417, 418).71 Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinin üzerinden bir yıl
geçtikten sonra ise Kılıç Ali Paşa Camii’nde şehitler için mevlit okutulup dua edilmiştir
(BOA, BEO, 3737/280246).
Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girmeye başladığı günlerden itibaren Mahmut
Şevket Paşa’nın plan ve proğramları doğrultusunda hareket eden Galip Paşa
meşrutiyetin devamından ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden yana olduğunu
göstermiştir. Böylece de İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde güvenilir bir kişi olduğunu
bir defa daha ortaya koymuştur. Cemiyet içindeki nüfuzu artmıştır.
1.4. 2. Abdülhamit’in Hal’i ve Galip PaĢa
Hareket Ordusu, İstanbul’da kontrolü ele geçirdiği süreçte Yıldız Sarayı’nın
kuşatmasıyla vazifelendirdiği Galip Paşa’ya, Abdülhamit’e hal’ kararını bildirecek
71
Yolculuk ve görev esnasında yaptıkları masraflardan dolayı Hareket Ordusu askerlerine, Mahmut
Şevket Paşa tarafından, ikramiye verilmesi istenmiştir (BOA, BEO, 3583/268674).
46
heyetin güvenliğini sağlama görevi de vermiştir.
II. Meşrutiyetin ilanından 31 Mart Olayı’na kadar geçen süreçte İttihat ve
Terakki partisi yönetimde doğrudan etkili olmasa da dolaylı olarak sık sık yönetim
mekanizmasına müdahale etmiştir. Ayrıca kendilerine muhalefet yapan çevreleri de en
sert şekilde susturmuşlardır. II. Abdülhamit’i baskıcı olarak görmüş olanlar şimdi
yepyeni bir baskı mekanizmasıyla karşılaşmıştır (Danişmend, 1961: 14). İttihat ve
Terakki Partisi ile muhalif çevrelerin sürtüşmesi başkentte tansiyonu günden güne
yükseltmiştir. İttihatçılar, sık sık padişah değişikliğinin gerektiğini dile getirmeye
başlamış ve padişahın varlığı meşrutiyet için tehlike olarak görülmüştür (Kuran, 1945:
274). Daha Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip otoriteyi ele geçirmesinden önce,
saltanatta değişiklikler olacağı haberleri ortalıkta dolaşmaya başlamıştır (Servet-i
Fünun, nr. 270, 8 Nisan 1325). 31 Mart Olayı ile ilgili olarak hiçbir araştırma ve
inceleme yapmadan,72 meselenin ne olduğunu anlamadan, Enver Paşa ve Prens
Sabahattin gibi kişiler Abdülhamit’in tahttan indirilmesini görüşmeye başlamışlardır
(Kuran, 1945: 279).
İstanbul’da olaylar bastırılıp sükûnet sağlanırken II. Abdülhamit’in de tahttan
indirilmesi gündeme gelmiştir. Çünkü olaylardan II. Abdülhamit mesul tutulmuş,73
72
İsyan hakkında araştırma yapmadan, ortalık sakinleşmeden,
kişiler ve kuruluşlar suçlanmaya
başlamıştır (The Yorkshire Post, nr. 19286, 15 Nisan 1909).
73
İttihatçılar II. Abdülhamit’i 31 Mart Olayı’ndan mesul tutmuşlardır. Hâlbuki onun bu olayla ilgisine
dair bir belge ve delil sunulmamıştır. Abdülhamit, bu isyanın tertipçisi değil de hedefi olmuştur
(Dabağyan, 2003: 227). Talat Paşa gibi önde gelen bir İttihatçı bile daha sonradan, Abdülhamit’in bu
olayla ilgisi olmadığını defalarca itiraf etmiştir (Danişmend, 1961: 18). II. Abdülhamit, devrin sadrazamı
Tevfik Paşa’dan bir kurul oluşturularak kendisinin 31 Mart Olayı ile ilgisinin olup olmadığının
araştırılmasını istemiştir (Danişmend, 1961: 19). 31 Mart Olayı esnasında Selimiye Kışlası’nın komutanı
olan Süleyman Şefik Paşa hatıralarında, “O tarihte İstanbul benim ile Nazım Paşa elinde idi. Eğer bizim
kötü niyetimiz olsaydı Hareket Ordusu’nu perişan eder, memlekete hâkim olurduk. Aynı zamanda Sultan
Hamit merhum da arzu etse idi bütün asker padişah namına ayaklanmış, İttihat hükümetini alt üst etmeye
47
anayasaya sadık kalmamak ve isyancılara taraftar olmakla suçlanmış ve bu minval
üzerine şeyhülislamdan hal’ fetvası alınmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 185, 5 Nisan 1325;
Nottingham Evening Post, nr. 9559, 26 Nisan 1909; The Western Times, nr. 18656, 26
Nisan 1909; Aysal, 2006: 43).
Mahmut Şevket Paşa, sadarete çekmiş olduğu telgrafla,74 padişah hakkındaki
zannın ve şayianın asılsız olduğu bildirilmiştir. Saltanata karşı efkâr ve niyetlerin halis
olduğu komuta kademesi tarafından da garanti edilmiştir (BOA, BEO, 1570/267687).
Sadarete böyle bir telgraf çekerken, muhtemelen kendilerine karşı oluşabilecek bir
tepkinin önüne geçmek istemiştir. Çünkü daha sonra gelişen olaylar bu telgrafın
içeriğinin pek samimi olmadığını göstermiştir.
14 Nisan sabahı, Mahmut Şevket Paşa Galip Paşa’yı yanına çağırmış ve II.
Abdülhamit’in hal’inin kararlaştığını bildirerek şu talimatı vermiştir: “Yıldız Sarayı
civarı, her ihtimale karşı askerden tecrit edilmiştir. Siz, bunların yerine polis ve
jandarma kuvvetleri ikame edeceksiniz.” Böylece hal’ kararının bildirilmesi esnasında
hazırlanmış idi. O da yapmadı ve 31 Mart Vak’ası’nda merhum Sultan Hamit’in katiyen dahli olmadığına
eminim.” demiştir (Süleyman Şefik Paşa, 2004: 180, 181). Tahttan indirildikten sonra Abdülhamit’in
yargılanması gündeme gelince eski sadrazam Sait Paşa, “Temize çıkarsa, sonra bizim hâl-ü mevkiimiz
nice olur” diyerek soruşturmanın açılmasını istememiştir (Alkan, 1992: 111). Abdülhamit, I. Orduya
mensup askerlerin Hareket Ordusu’na karşılık vermek istemesi üzerine, “Asker, zinhar kurşun atmasın.
Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar” demiştir (Alkan, 1992:
106).
74
Mahmut Şevket Paşa’nın sadarete çektiği telgraf: Makam-ı Sadarete; Son günlerde İstanbul’da
meydana gelen olaylarda hükümetin nüfuzu tamamen imha kılınmış ve hükümetin hayatı ve istikbali
tehlikeye düşmüştür. Vatanın selametini ve hükümetin nüfuzunu sağlamak için 2 ve 3. ordular müttehiden
İstanbul’a bütün seyyar kuvvetlerini sevk etmiştir. Bu kuvvetlerin kumandanlığını deruhte etmek üzere
Selanik’ten Ayastefanos’a geldim. Düzeni bozulmuş olan hassa ordusu fertlerinden hareket-i vakıalarına
nedametle istimal edeceklerin affı ve isyanda devam edecekler şiddetle tecziye ve tenkili mukarrerdir.
Gelen bu kuvvetlerin güya padişahı hal’ etmek için geldikleri şayiası yayılmışsa da bunu kesinlikle
yalanlıyorum. Bunun padişaha da benim tarafımdan garanti edildiğini bildiririm (Takvim-i Vekayi, nr.
191, 11 Nisan 1325; İkdam, nr. 5357, 11 Nisan 1325).
48
Yıldız Sarayı ve çevresinin asayişini sağlama görevi Galip Paşa’ya havale edilmiştir.
Böyle bir talimat, Yıldız kışlalarında bulunan askerlere güvenilmediğini göstermektedir.
Galip Paşa aldığı bu emir gereğince hızlı bir şekilde hazırladığı jandarma ve polis
birlikleriyle Yıldız Sarayı’nın çevresine gitmiştir. Orada mevcut bulunan askerleri
bölgeden uzaklaştırmış, emrindeki polis ve jandarmalarla sarayı çepeçevre kuşatma
altına aldırmış, sarayın su ve gaz boruları kesilmiş, hariçteki elektrik makineleri
durdurulmuş, içeriye yiyecek ve içecek sokulması yasaklanmıştır (İkdam, nr. 5360, 16
Nisan 1325; Koloğlu, 2007: 485; Mehmet Selahattin, 2008: 23; Güngör, 1937: 112-116;
Öztuna ve Yüksel, 1966b: 26). Galip Paşa bundan sonra ise kendisini Hamidiye Camii
yakınında bekleyen Şevket Turgut Paşa ile Enver Bey’in yanına giderek kendilerine
Mahmut Şevket Paşa’dan aldığı emirleri tebliğ etmiştir (Güngör, 1937: 112-116).
Galip Paşa’nın Yıldız çevresinde gerekli önlemleri alması öğle vaktine kadar
ancak tamamlanabilmiştir. Bundan sonda ise Mahmut Şevket Paşa’dan kendisine bir
telgraf gelmiştir. Mahmut Şevket Paşa, Galip Paşa’ya, padişaha hal’ kararını bildirecek
heyetin yola çıkarıldığını, bunların Yıldız’a varır varmaz padişahın huzuruna
çıkarılmalarını, kararın padişaha derhal bildirilmesini ve gerekli tedbirlerin titizlikle
alınmasını bildirmiştir. Ayrıca Galip Paşa’dan süreci bizzat idare etmesini istemiştir
(Güngör, 1937: 112-116).
Hareket Ordusu’nun isteği üzerine Meclisten 27 Nisan 1909’da II.
Abdülhamit’in tahttan indirilerek yerine V. Mehmet’in getirilmesi kararı çıkmıştır
(Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325; Takvim-i Vekayi, nr. 194, 15 Nisan 1325;
Mehmet Selahattin, 2008: 21, 23; Dabağyan, 2003: 244).75
Galip Paşa, kuşatma vazifesini tamamladıktan sonra hal’ kararını bildirmek
75
V. Mehmet Reşat’ın tahta çıkmış olduğunu bildirdiği hatt-ı hümayun için bkz. Takvim-i Vekayi, nr.
198, 19 Nisan 1325.
49
üzere gelecek heyeti beklemeye başlamıştır. Aslında Abdülhamit de böyle bir hal’i
beklemiştir. Galip Paşa’nın beklentisi ise padişahın kendiliğinden tahttan feragat etmesi
olmuştur (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 77). Yıldız’da gergin bekleyiş devam ederken,
daha hal’ kararını bildirecek heyet saraya ulaşmadan, padişah değişikliğini bildiren top
atışları başlamıştır (Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan 1325; Öztuna-Yüksel, 1966c:
78).
Abdülhamit’e hal’ kararını tebliğ için meclisten Arif Hikmet Paşa, Aram Efendi,
Esad Toptani Paşa, Emanuel Karaso Efendi görevlendirilmiştir (TTK Arşivi, TP, 28/11;
İkdam, nr. 5359, 15 Nisan 1325; Düstur, t. 2, C. 1, s. 166,167; Servet-i Fünun, nr. 276,
15 Nisan 1325; Öztuna ve Yüksel, 1966c: 78).76 Padişaha hal’ kararını bildirenler
arasında Galip Paşa da vardır (Aksun, 2010: 572; Georgeon, 2006: 485, 486; Karal,
1999: 107). Hal’ kararını tebliğ edecek heyet hazır olunca Galip Paşa Başkâtip Cevat
Paşa’ya Abdülhamit’i heyetin bulunduğu salona çağırmasını bildirmiştir (Güngör, 1937:
112-116). Abdülhamit yanında oğlu Abdurrahim olduğu halde, gelenleri pek
bekletmeden, hal’ kararını bildirecek heyetin bulunduğu salona gelmiştir (İkdam, nr.
5362, 18 Nisan 1325; Hürmen, 2009: 46). Galip Paşa, padişaha hal’ kararının
bildirildiği anı hatıralarında şu şekilde dile getirmiştir:
Abdülhamit’in üzerinde siyah bir kostüm ve koyu gri kalın palto, başında
geniş tablalı bir fes, ayaklarında siyah iskarpin vardı. Beyaz boyunbağı
takmıştı. Babayani, fakat temiz giyinmişti. Elleri cebindeydi. Dikkat edince,
sakalının boyalı olduğu fark ediliyordu. Yüzü oldukça sararmıştı. Göğsü sık
sık kalkıp iniyordu. Bununla beraber, bütün metânetini toplamaya çalıştığı,
76
Bir heyet II. Abdülhamit’e hal’i bildirirken diğer bir heyet de V. Mehmet Reşat’a cülusunu tebliğ
etmiştir (Nevsal-i Osmanî, 1325). Sultan Reşat’a cülusunu tebliğe giden heyet: Ahmet Muhtar Paşa, Talat
Bey, Mustafa Asım Efendi, Babekyan Efendi (İkdam, nr. 5359, 15 Nisan 1325).
50
içinden geçirdiklerini, halinden belli etmemek için büyük gayretler sarf ettiği
görülüyordu. Esat Paşa, Abdülhamit’e doğru ilerleyerek ciddî bir vaziyet
aldı. Abdülhamit’e sert bir tavırla aynen şöyle demişti: “Bermucib-i fetva-yı
şerife, millet, sizi hal’ etti. Malınız, canınız, evlat ve iyalinizin hayatı,
emniyet altındadır.” Abdülhamit, belirsiz bir halde, hafifçe sarardı. Fakat
böyle bir hitap karşısında kalacağını önceden tahmin etmiş olacak ki hal’
kararının tebliğini, büyük bir soğukkanlılıkla karşıladı. Başını eğerek, “Ne
yapalım,
mukadderât
böyleymiş!”
dedi.
Bu
esnada
teessürünü
gizleyemeyecek bir hale gelmişti. Fakat hayat kaygısıyla birden bire
toplandı. Ve kısa birkaç cümle ile kendini müdafaa etmek istedi. “Yemin
ederim ki bu vak’ada dahl ü tesirim yoktur. Düşmanlarım bana isnatta
bulundular. Mamafih, kaderime razıyım” dedi (Güngör, 1937: 112-116).
Padişaha hal’ kararı tebliğ edildikten sonra Galip Paşa, daha önce almış olduğu
emir gereğince, durumu telgrafla Mahmut Şevket Paşa’ya bildirmiş ve buradan
Dolmabahçe Sarayı’na geçmiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 26, 82).
II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra İstanbul’da, padişahın İttihatçıların
isteği üzerine tahttan indirildiği sözleri de kulaktan kulağa yayılır olmuştur. Bunun
üzerine meclis, 16 Nisan 1325 tarihli Takvim-i Vekayi’de hal’ kararının meclisçe
görüşülerek halledildiğini, herhangi bir baskıyla olmadığını ilan etmiştir (Takvim-i
Vekayi, nr. 195, 16 Nisan 1325). Hâlbuki olayların yakın şahidi olan İstanbul halkı
ordunun o dönemde yönetimdeki etkisini fark etmiştir. Mahmut Şevket Paşa’nın
meclise çektiği 28 Nisan 1909 tarihli telgrafta II. Abdülhamit’in İstanbul’da durmasının
vatan ve milletin selameti için uygun olmayacağı, onun Selanik’te ikamet etmesinin
orduca münasip görüldüğü,77 II. Abdülhamit ve ailesinden bazı kişilerin trenle Selanik’e
77
Divan-ı Harb’in kararıdır (İkdam, nr. 5362, 18 Nisan 1325).
51
hareket ettirildiği, bu durumun meclisçe de uygun görüleceğine ordunun inancının tam
olduğu bildirilmiştir (İkdam, nr. 5361, 17 Nisan 1325).78 İlgili telgraf, meclisin 62.
oturumunda okunmuş ve Mahmut Şevket Paşa’nın isteği yerine getirilmiştir (Takvim-i
Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325).79 Sabık padişahın Selanik’e gönderilmesi80 mecliste
müzakere edilirken kürsüye çıkan Ankara Mebusu Talat, “Padişahın Selanik’e
gönderilmesi olmuş bitmiş bir iştir. Hiçbir müzakereye hacet yoktur. Tasvip edilmesini
teklif ediyorum” demiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 201, 22 Nisan 1325).
Kendisine hal’ kararı bildirildikten sonra Abdülhamit, heyet azasına, “Sizden
ricam şudur. Beni Çırağan Yalısı’na geçiriniz. Orada devlet ve milletime dua ile meşgul
olayım” demiştir. Fakat aynı günün akşamı saraya gidilerek Abdülhamit’e Selanik’e
78
Mahmut Şevket Paşa’nın meclise çektiği telgrafın metni: “Meclis-i Umumi-i Milli Riyaset-i Celilesine,
“Padişah-ı mahlu’un Dersaadet’te ikameti vatan ve milletimizin selameti emrine pek ziyade dâi-i muhazir
olacağından müşarünileyh hazretlerinin Selanik’te ikamet ettirilmesi orduca münasip görülmüş ve dün
gece gerek kendileri ve gerek izhar-ı buyrukları arzu üzerine mahdumları Abdurrahim Efendi ve taife-i
nisadan bazılarıyla maiyetleri saat sekizde Selanik’e i’zam kılınmakla bir niyet-i halise ile tensip ve
ihtiyar kılınan bu tedabir ihtiyatının dahi meclis-i umumi-i milliyece rehn-i tesvib olacağına ordunun
itimat ve emniyeti berkemal olduğu arz olunur.” Üçüncü ve Hareket Ordusu Kumandanı Birinci Ferik
Mahmut Şevket (İkdam, nr. 5361, 17 Nisan 1325). Hilal’in 15 Nisan 1325 tarihli nüshasında
Abdülhamit’in Selanik’e gönderilişi şu şekilde anlatılmıştır: “Hakan-ı Sabık Abdülhamit Efendi dün gece
Binbaşı Fethi Bey ve ümera-yı askeriyeden bazı zevatın nezaret ve muhafazası altında hususi bir trenle
Selanik’e sevk edilmiştir” (Hilal, nr. 4, 15 Nisan 1325). II. Abdülhamit Selanik’e gönderilirken merasim
yapılmamıştır (İkdam, nr. 5362, 18 Nisan 1325). II. Abdülhamit, I. Balkan Savaşı esnasında Selanik’ten
İstanbul’a nakledilmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11339, 19 Teşrinievvel 1328).
79
28 Nisan 1909’da II. Abdülhamit Selanik’e gönderilmiştir (Uçarol, 2000: 418). II. Abdülhamit’in
Selanik’e gönderilmesi meclisin bir kararı olarak duyurulmuştur (İkdam, 3 Mayıs 1909). Mahmut Şevket
Paşa, II. Abdülhamit’in Selanik’teki durumuyla da yakından ilgilenmiş hatta kendisine gerekli olan
marangoz alet ve edevatının gönderilmesi için gerekli yazışmaları yapmıştır (BOA, BEO, 3624/271784).
II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’ndan alındıktan sonra saraydaki önemli evraklar hazine-i hassaya
devredilmiştir. Saraydaki işe yarar eşyalar ise ilgili bakanlıklara dağıtılmıştır (BOA, BEO, 3684/276237).
II. Abdülhamit’in bankalarda bulunan varlığı haczedilmiştir (BOA, BEO, 3543/265703).
80
II. Abdülhamit’in Selanik’e Hareket Ordusu tarafından ulaştırılması kararlaştırılmıştır (BOA, BEO,
3540/265476).
52
gönderileceği tebliğ edilmiştir (Georgeon, 2006: 486; Aksun, 2010: 573; Güngör, 1937:
112-116).
Abdülhamit’in saraydan alınarak Selanik’e gidecek trene kadar götürülmesiyle
Galip Paşa vazifelendirilmiştir. Galip Paşa, Mahmut Şevket Paşa’dan kendisini bu
görevden almasını istese de kabul görmemiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966c: 83).81
Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa,82 Fethi Bey83 ve Galip Paşa
Yıldız Sarayı’na gitmişler ve padişahı, görüşmeyi yapacakları salona çağırtmışlardır
(Georgeon, 2006: 486). Kendisine Selanik’e gönderileceği tebliğ edilen Abdülhamit,
“Peki… Hemen şimdi gidecek miyiz?” diye sorunca Galip Paşa ve yanındaki heyet,
“Derhal!” cevabını vererek hazırlanmasını istemişlerdir. Böyle bir tebliğ karşısında
sarayda karışıklıklar çıkmış ve padişah tedirgin olmuştur. Bunun üzerine Galip Paşa,
“Koskoca şanlı bir ordu sizin hayatınızı temin ediyor. Bu konudaki karar kesindir. Fakat
bu teminatı İstanbul’da kalırsanız veremiyor, sorumluluk kabul etmeyiz” demiştir.
Saatlerce süren bir görüşme saonucunda ikna edilen Abdülhamit ve maiyeti Yıldız
Sarayı’ndan alınarak Sirkeci İstasyonu’na götürülmüştür. Abdülhamit ve maiyeti
dalgınlıkla üç dört yaşlarındaki bir çocuğu bile istasyonda unutmuşlardır. Durumu fark
eden Galip Paşa çocuğu kucağına alarak trene yetiştirmiştir. Abdülhamit ve maiyeti84
Ali Fethi Bey’in kumandası altındaki bir jandarma müfrezesiyle birlikte trenle Selanik’e
hareket etmiştir (Atıf Hüseyin Bey, 2010: 32; Georgeon, 2006: 486; Engin, 2005: 78;
81
Abdülhamit’le Selanik’e kadar gitmeye Fethi Bey memur edilmiştir (Öztuna ve Yüksel, 1966d: 87).
82
Hareket Ordusu’nun başkumandanı Mahmut Şevket Paşa, uç komutanı ise Hüseyin Hüsnü Paşa’dır
(Kuran, 1945: 281). Mahmut Şevket Paşa, 22 Nisan 1909’da Hüseyin Hüsnü Paşa’dan Hareket Ordusu
komutanlığını kendi üzerine almıştır (Bayur, 1991b: 204).
83
Fethi Okyar.
84
Abdülhamit’in maiyetinde on bir kadın, iki harem ağası, birkaç hademe ve küçük oğlu Abdurrahim
vardır (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325).
53
The Yorkshire Post, nr. 19298, 29 Nisan 1909; Musavver Muhit, nr. 24-2, 18 Nisan
1325; İkdam, nr. 5360, 16 Nisan 1325; Karal, 1999: 108; Güngör, 1937: 112-116;
Aksun, 2010: 576; Uğurlu, 2008: 332, 333; Mehmet Selahattin, 2008: 25; Koloğlu,
2007: 485).85
1.5. GALĠP PAġA’NIN JANDARMA VE POLĠS TENSÎKATI86
Galip Paşa, 14 Kasım 1908 tarihinde Dersaadet Jandarma Alayı’nın
düzenlenmesi ve teftişiyle görevlendirilmiştir (BOA, TFR-I-KV, 214/21319/7).87 Onun
böyle bir işle vazifelendirilmesinde, Yanya ve Kosova’da Jandarma Kumandanlığı
yaptığı dönemde edinmiş olduğu tecrübeler ve İttihatçı oluşu etkili olmuştur. 31 Mart
Olayı’nın yaşandığı günlerde Galip Paşa, Hareket Ordusu tarafından, İstanbul’da
sükûnetin yeniden sağlanabilmesi için, 24 Nisan 1909 tarihinde Dersaadet Jandarma ve
Polis Müfettiş-i Umumiliği’ne tayin olunmuştur (BOA, DH.MKT, 2875/61/2; MSB
Arşivi, GPŞD, ASB; BOA, DH.MKT, 2827/50; BOA, DH.MKT, 2902/53). 14 Temmuz
1909 tarihinde polis ve jandarma teşkilatının düzenlenmesi ile görevlendirilen Galip
Paşa, bu görevi esnasında Hareket Ordusu’nun bazı subaylarını polis zabiti olarak polis
merkezlerine tayin ettirdiği gibi mülkiye ve hukuk mezunu birçok genci, İstanbul
teşkilatında istihdam eylemiştir (BOA, DH.MKT, 2875/61; Yağar, 2002: 1166,1167;
85
II. Abdülhamit ve ailesi Sirkeci İstasyonu’na arabalarla getirilmişlerdir (İkdam, nr. 5360, 16 Nisan
1325). Abdülhamit ve yanındaki heyet 28 Nisan 1909’da Çarşamba akşamı, Selanik’e varmış ve Alatini
Köşkü’ne yerleştirilmiştir (Turan, 2003: 96).
86
87
Tensîkat: Düzenleme.
Jandarma teşkilatının ıslah ve düzenlemesi için yabancı uzmanların da istihdamı gerekmiştir. Bunun
için de ek masrafa gerek olmuştur. Galip Paşa da bunu 19 Nisan 1909 tarihinde, ilgili kurumlardan talep
etmiştir (BOA, BEO, 3537/265207). Ayrıca tüm ülke genelinde yapılacak düzenlemeler için yetişmiş
personele, personel yetiştirmek için okullara ihtiyaç duyulmuş ve bu da bir anda çözülememiştir ( BOA,
DH.MUİ, 5-1/ 28).
54
Yılmazçelik ve Karabörk, 2005: 46). Bu görevde çok fazla kalmayan Galip Paşa, 12
Ağustos 1909 tarihinde, yeni kurulan Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürü olmuş (BOA,
DH.MKT. 2898/31)88 ve burada da tensîkata devam etmiştir.
Meşrutiyetin ilânından sonraki günlerde kolluk güçlerinin yetersizliğine ve
olaylara karşı gerekli ilgiyi göstermemesine bağlı şikâyetler artmıştır.89 31 Mart Olayı
ise İstanbul’daki asayiş probleminin varlığını bariz bir şekilde ortaya koymuştur. Buna
bağlı olarak da polis teşkilâtında kapsamlı bir düzenleme yapmak kaçınılmaz hale
gelmiştir. Hareket Ordusu’nun 31 Mart İsyanı’nı bastırmasından sonra yönetimdeki
etkileri artan İttihatçılar iç güvenlikte düzenleme yapmanın zaruri hale gelmesini
kullanarak emniyet teşkilatında kendileri lehine bir kadrolaşmaya gitmiştir. Kurulan
müfettişlik vasıtasıyla yapılacak incelemeler sonucunda mesleğe uygun görülmeyen
polislerin kaydının silineceği ilan edilmiştir (Van, 2012: 17; BOA, ZB, 603/23; BOA,
DH.MKT, 2820/41; Alkan, 1992: Alkan, 1992: 113-120). Bu minval üzere yapılan
düzenlemeler esnasında okuma yazması ve meslekî yeterliliği olmayanlar teşkilattan
ihraç edilmiş,90 meşrutiyete karşı olan ve II. Abdülhamit lehinde propaganda yapan
88
Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürüdür (BOA, DH.MKT. 2898/31; Takvim-i Vekayi, nr.
302, 2 Ağustos 1325; Tanin, nr. 340, 13 Ağustos 1909; Yağar, 2002: 1166,1167; Şehbal, nr. 10, 15
Ağustos 1325). 4 Ağustos 1909’da Zaptiye Nezareti ilga olunarak yerine Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti
ve yine aynı kanunla İstanbul Vilayeti Polis Müdürlüğü kurulmuştur (Yağar, 2002: 1166,1167; Birinci,
2002: 359).
89
Özellikle 31 Mart Olayı, kolluk güçlerinin yetersiz olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur (Tural,
2006:136). 31 Mart İsyanı’ndan, kolluk güçleri açısından, önemli dersler çıkaran hükümet, bir yandan
polis ve jandarma düzenlemesine hız verirken diğer taraftan da İstanbul Polis Teşkilatı’nın
gençleştirilmesi yönünde önemli adımlar atmıştı. Teşkilatın personel kalitesi hukuk ve mülkiye
mezunlarıyla artırılmaya çalışılmıştır (Tural, 2006: 147).
90
Meclisi Mebusan’da 13 Mayıs 1909 ile 26 Haziran 1909 tarihleri arasında yapılan görüşmeler
sonucunda, 30 Haziran 1909’da, Tensikât Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanuna göre merkezde
komisyonlar oluşturulması ve başkentteki bu yapılanmanın benzerinin taşrada da valiler başkanlığında
teşkil edilmesi kararlaştırılmıştır (Birinci, 2002: 359; Gün, 2012: 14). Abdülhamit’in tahttan
55
polisler cezalandırılmıştır (BOA, DH.MKT, 2820/41; BOA, DH.MKT, 2880/23;
Tercüman-ı Hakikat, nr. 10156, 11 Temmuz 1909; Tanin, nr. 6, 24 Temmuz 1324).
Birinci ve Üçüncü Ordu Müfettişi ve Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket
Paşa,91 polis tensikâtı ve teşkilattan çıkarılacakların ihracıyla bizzat ilgilenmiş (BOA,
DH.MKT, 2820/41) ve polis teşkilatının92 düzenlenmesiyle ilgili kanun projesinin
mecliste görüşülmesine dair Dâhiliye Nezareti’ne yazı göndermiştir (BOA, DH.MKT,
2846/5).93
Bütün memlekete yaygınlaştırılacak şekilde (BOA, DH.MKT, 2850/25)
planlanan tensikâttan etkilenen kurumların başında polis teşkilatı olmuştur. Çünkü polis
kadrolarına hâkim olmak, yeni yönetimin otoritesini de artıracaktı. Bu amaç
doğrultusunda, bütün polis memurları hakkında gerekli tahkikatı yaparak teşkilattan
çıkarılacakları belirlemek için Galip Paşa başkanlığında bir komisyon kurulmuştur.94
Yapılan incelemeler sonucunda hakkında değişik suçlamalar tespit edilmiş olan polis
indirilmesinden sonra, devlet teşkilatı yeniden düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bunun hukuki zemini ise
Tensikât Kanunu yürürlüğe konularak oluşturulmuştur. Merkezde ve taşrada kurulan komisyonlar
aracılığıyla devlet yönetiminin yeniden şekillendirilmesi hızlandırılmıştır. Her vilayette oluşturulan
Tensikât Komisyonları, sorumlulukları altındaki vilayetteki devlet memurlarının özlük dosyalarını
incelemiştir. Yapılan incelemeler sonucunda, durumları şüpheli görünenler, komisyon huzuruna
çıkarılarak sınava tabi tutulmuşlardır (Gün, 2012: 16,17).
91
Tensikât sürecinde, 9 Ağustos 1909 tarihli Tasfiye-i Rüteb Kanuna göre, Mahmut Şevket Paşa kendi
rütbesini bizzat bir rütbe aşağı düşürmüştür (Unat, 1991: 68). Tensikâtla sadece memur sayıları
düzenlenmemiştir. Rütbe ve makamlara göre, maaşlar yeniden düzenlendiği gibi mevcut memurların
yeniden istihdamı sağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82, 83; Düstur, t. 2, C. 1, s. 603, 604).
92
1907 Polis Nizamnamesi, II. Abdülhamit’in isteği doğrultusunda, batıdaki örnekleri dikkate alınarak
hazırlanmıştır. Bu nizamnamede Emniyet Teşkilatı, Zaptiye Nezareti’ne bağlıdır (Gün, 2012: 8). 1907
tarihli polis nizamnamesi, polis teşkilatının kurulduğu 1845 tarihinden 1907 yılına kadar süren bir
gelişmenin sonucu olarak 19 Nisan 1907 yılında yayımlanmıştır (Yılmazçelik ve Karabörk, 2005: 28).
93
Emniyet-i Umumiye’de düzenleme yapılması için Dahiliye Nezareti tarafından komisyon
oluşturulmuştur (BOA, DH.MUİ, 5-2/30).
94
Bu komisyon Dersaadet Jandarma Tensikât Dairesi olarak vazife yapmıştır (Tanin, nr. 263, 27 Mayıs
1909).
56
müfettişleri ve komiserleri açığa alınmıştır (BOA, BEO, 3609/270603; BOA, DH.MKT,
2821/53; Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Van, 2012: 26-28).
Tensikâtla, mesleğe liyakati olmayanların, sicili bozuk olanların ve ihtiyaç harici
görülenlerin devlet kadrolarından çıkarılması öngörülmüştür. Fakat bu uygulama
esnasında atılan her adım isabetli olmamış ve haksızlığa uğrayanlar da olmuştur.
Haklarında âdil davranılmadığını düşünen bazı memurlar itirazda bulunmuştur (MMZC,
D. 1, İ. 1, i. 82; Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Van, 2012: 26). Bu tür yakınmaların
artması sonucunda, tensikât uygulamalarını incelemek üzere 20 Ağustos 1910 tarihinde,
Bâbıâli’de bir “Tedkik-i Tensikât Komisyonu” kurulmuştur. Kuruluş amacı, verilmiş
olan kararlarda haksızlık olup olmadığını araştırmak olan bu komisyona Şurâ-yı Devlet
üyelerinden birinin başkanlık etmesi kabul edilmiştir. Hakkında verilen karara itirazı
olan memurlara Meclis-i Mebusan’a şikâyette bulunabilme hakkı da verilmiştir. Bundan
dolayı meclisin iş yükünün artacağı da düşünülerek meclise gelen şikâyetleri incelemek
üzere bir komisyon kurulmuş fakat karar verme yetkisi meclise bırakılmıştır (MMZC,
D. 1, İ. 1, i. 81; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 83; Van, 2012: 31).95
Tensikât işleri Meclis-i Mebusan’ı aylarca meşgul etmiştir. Tensikât Kanunu,
mecliste madde madde görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 83). Mebuslar, tensikâta
prensip olarak pek itiraz etmemekle birlikte, yapılacak uygulamaların en âdil ve tutarlı
şekilde olmasını istemişlerdir. Mecliste, gayrı meşru yollarla devlet kadrosuna girenler,
hak etmediği mevkide olanlar, haksız ve adaletsiz uygulamaları bulunanlar göz önünde
tutularak bir ihraç yapılacağı ve bunların da durumlarına göre çıkış tazminatı, emeklilik
hakkı alacağı veya alamayacağı yoğun olarak görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82).
Ayrıca tensikât uygulamasında, II. Abdülhamit dönemi sistemine destek vermiş kişilerin
95
Tensikât neticesinde açığa çıkarılan polis komiserleri ve memurlarının maaşlarının ödenmesi de meclis
tarafından görüşülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 122).
57
tasfiyesi öngörülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 81; Findley, 2011: 196). O dönemde bir
kısım insanların kayrılarak işe alındığı, bazı devlet adamlarına hak ettiğinden fazla maaş
verildiği, kurumlara fazlaca memur yerleştirilmiş olduğu meselesi de mebuslar
tarafından göz önünde tutulmuştur (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 82). Polis teşkilatıyla ilgili
düzenleme görüşülürken polislerin, mesleğe yönelik olarak açılmış okullardan mezun
olması ve iyi yetişmiş kişilerin polis yapılması gerektiği belirtilmiştir (MMZC, D. 1, İ.
1, i. 125; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 126).96 Yapılan görüşmelerde, polis memurlarının maaş
olarak da durumlarının iyileştirilmesi gerektiği de kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i.
124 ve 125).
Meclis-i Mebusan’ın ve Dâhiliye Nezâreti’nin yoğun çalışmaları sonucunda
jandarma ve polis teşkilatının düzenlenmesi için kanunlar çıkarılmış, komisyonlar
kurulmuştur. Fakat Jandarma ve polis teşkilatının düzenlenmesi için sadece bunlar
yeterli olmamıştır. Çünkü yapılacak düzenlemeler için yabancı uzmanlara, jandarma ve
polis teşkilatında günün şartlarına uygun personel istihdam edebilmek için okullara
ihtiyaç görülmüştür (BOA, DH.MUİ, 5-1/28). Bunlar ise ek masraf gerektiren
düzenlemelerdir. Buna bağlı olarak da Galip Paşa yapacağı düzenlemelerden dolayı
ilgili bakanlıklardan, daha önceden belirlenmiş olan bütçelerin haricinde, para talep
etmek zorunda kalmıştır (BOA, BEO, 3537/265207).
Tensikât sonucu açığa alınan memurlardan dolayı oluşan boşluklara daha kaliteli
personel yerleştirmek için sınavlar ve mülakatlar yapılmıştır. Galip Paşa da başında
bulunduğu daireye alacağı memurlar için bu kurala uymuş, gazetelerde yaptığı
duyurularda yapılacak sınavların ve alınacak memurların niteliklerini duyurmuştur
(Tanin, nr. 112, 22 Kasım 1908; Tanin, nr. 263, 27 Mayıs 1909; Tanin, nr. 269, 2
96
Tensikâttan dolayı açığa alınanların alacakları ücretlerle ilgili kanun için bkz: Düstur, t. 2, C. 1, s. 603,
604.
58
Haziran 1909; Tanin, nr. 275, 8 Haziran 1909; Tanin, nr. 277, 10 Haziran 1909; Tanin,
nr. 288, 21 Haziran 1909).
Galip Paşa’ya jandarma ve polis teşkilatında tensikât yapma vazifesi verilmesi
sadece II. Abdülhamit dönemi memurlarını iş başından uzaklaştırmaya dayalı bir
kardrolaşma politikasının sonucu olmamıştır.
Memur sayıları azaltılarak tasarruf
sağlamak da amaçlanmıştır (Tanin, nr. 253, 17 Mayıs 1909; Tanin, nr. 257, 21 Mayıs
1909; Tanin nr. 259, 23 Mayıs 1909; Tanin, nr. 360, 24 Mayıs 1909). Fakat aradan çok
zaman geçmeden, polis ve jandarma sayısının azaltılmasının iç güvenlik yönünden
sorun oluşturacağı görülmüştür. Özellikle de Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye’de
Avrupaî tarzda düzenlemeler yaptığı süreçte, polis sayılarının artırılması meselesi sık
sık gündeme gelmiştir.
1.6. EMNĠYET-Ġ UMUMĠYE MÜDÜRÜ GALĠP PAġA
Jandarma kumandanlığına Yanya Jandarma Kumandanı olarak başlamış olan
Galip Paşa, burada görev yaptığı dönemde jandarma teşkilatının mükemmel olmadığını
ve büyük eksiklikler içinde bulunduğunu fark etmiştir. Galip Paşa’nın gözlemlerine
göre halktan eli silah tutan insanlar, jandarma talim terbiyesinden geçirilmeden
jandarma yapılmışlardır (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119). Jandarma maaşlarının düşük
olmasından dolayı halkın bu mesleğe ilgisi pek olmamış ve buna bağlı olarak da
jandarma teşkilatına personel bulmak zorlaşmıştır (BOA, TFR.I.YN, 4/385).
Dolayısıyla da Galip Paşa’nın Yanya ve Kosova yılları türlü sıkıntılar içinde ve
jandarma teşkilatını düzeltme gayreti içinde geçmiştir. Galip Paşa, Kosova’da jandarma
kumandanı iken, Avrupa’dan jandarma teşkilatını düzenlemek için gelmiş olan ekibin
incelemelerini ve düzenlemelerini yakından takip ettiğinden bu süreçte Osmanlı
59
Devleti’ndeki jandarma teşkilatının modern ölçülerden uzak kaldığını ve büyük
eksikliklerinin bulunduğunu fark etmiştir. Emniyet-i Umumiye Müdürü olarak tayin
edildiği zaman burada da Avrupa düzeyinde bir düzenin olmadığını fark etmiştir. Polis
teşkilatının modernize edilebilmesi için gelişmiş ülkelerdeki emniyet sisteminin
yakından görülmesinin gerekliliğine inanan Galip Paşa, incelemeler yapmak için, ilgili
makamlardan müsaade isteyerek Londra, Paris, Viyana, Berlin ve Roma gibi Avrupa
şehirlerine gitmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).97
1.6.1. Zaptiye Nezareti’nden Emniyet-i Umumiyeye
31 Mart Vakası’nın ardından başkent İstanbul’da güvenliği sağlamak için gayret
gösterilirken diğer tarafından yönetim mekanizmasında önemli değişiklikler yapılmıştır.
Bu değişim sürecinde atılan en önemli adımların birisi 24 Nisan 1909 tarihinde
“Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umûmiliği’nin teşkil edilerek Galip Paşa’nın buranın
yönetimine getirilmesi olmuştur (BOA, DH.MKT. 2898/31; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 114;
Van, 2012: 12). Asıl önemli değişiklik ise Emniyet-i Umumiye’nin kurulması olmuştur.
4 Ağustos 1909 tarihinde çıkarılan “İstanbul Vilâyeti’nin ve Emniyet-i Umûmiyye
Müdüriyeti’nin Teşkilâtına Dair Kânun” ile Zabtiye Nezareti98
kaldırılarak yerine
Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti kurulmuştur (BOA, BEO, 3618/271301; MMZC, D.
97
İkinci Meşrutiyetin Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa, Emniyet Teşkilatının Avrupa devletleri ayarında
yapılandırılmasını istemiştir (Gün, 2012: 17).
98
Meclis-i Mebusan’ın 119. in’ikadında sadece Emniyet-i Umumiye’nin kurulması karara
bağlanmamıştır. İstanbul’un asayişi meselesi de görüşülmüştür. Kabul edilen yasaya göre başkentin
asayişi konusunda birinci derecede İstanbul Valisi yetkili ve sorumlu kılınmış ve yeni kurulan İstanbul
Polis Müdürlüğü de doğrudan İstanbul Valisi’ne bağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119).
60
1, İ. 1, i. 114; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 11999; İbrahim Feridun, 1326: 296; Tercüman-ı
Hakikat, nr. 10177, 1 Ağustos 1909).100 Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti binası olarak
da sadaret eski seryaveri Cemal Efendi’nin Beyazıt’taki konağı tercih edilmiştir (Tanin,
nr. 344, 17 Ağustos 1909; İbrahim Feridun, 1326: 296).101 Meclis-i Mebusan’da,
99
Meclis-i Mebusan’ın 119. in’ikadında sadece Emniyet-i Umumiye’nin kurulması karara
bağlanmamıştır. İstanbul’un asayişi meselesi de görüşülmüştür. Kabul edilen yasaya göre başkentin
asayişi konusunda birinci derecede İstanbul Valisi yetkili ve sorumlu kılınmış ve yeni kurulan İstanbul
Polis Müdürlüğü de doğrudan İstanbul Valisi’ne bağlanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119).
100
Emniyet-i Umumiye’nin kurulduğuna dair kanun:
Madde 1: Birinci sınıftan Beyoğlu ve üçündü sınıftan Üsküdar sancaklarıyla elyevm Şehremaneti’ne
mülhak olan altı kazadan mürekkep ve merkezi İstanbul olmak ve İstanbul vilayeti namıyla yad olunmak
üzere ikinci sınıftan bir vilayet teşkil olunmuştur. Mezkur altı kazadan ikinci sınıftan Kartal, Beykoz,
Gebze kazaları üçüncü sınıftan Şile kazası Üsküdar sancağına ve birinci sınıftan Adalar kazasıyla ikinci
sınıftan Çekmece kazası merkez sancağına ilhak edilmiştir.
Madde 2: Pay-ı tahtın umur u vezaif-i mülkiyesinden elhalet-i hâza Zabtiye Nezaretiyle Şehremaneti’nce
rüyet edilmekte olan aksam-ı İstanbul vilayetine tevdi edilmiştir. Vilâyetin umur-ı maliyesi için Dersaadet
Tahrir ve Vergi İdaresi İstanbul Defterdarlığı’na tahvil ve yirmi daire-i belediye mal müdüriyetlerinin
lağvıyle Beyoğlu’nda ve Üsküdar’da birer muhasebe-i liva heyeti teşkil olunacağı gibi nafia ve maarif ve
orman ve ziraat ve defter-i hakani ve saireye müteallik teşkilat dahi ait oldukları nezaret ve dairelerce
sene-i haliye bütçesinden muayyen tahsisatları dairesinde ikmal edilecektir.
Madde 3: İstanbul vilayetinin ve mülhak livaların Dahiliye Nezaretine merbut memurin mahsusatı
mevazene-i umumiyenin tasdikine kadar sınıfça muadilleri olan vilayat ve evliye memurları maşatına
Tevfik edilerek tediye olunacaktır.
Madde 4: Zabriye Nezareti ilga olunarak Memalik-i Osmaniye’nin idare-i umumiye-i zabıtasıyla mükellef
ve bilumum polis müdüriyetlerine nezareti şamil olmak ve doğrudan doğruya dahiliye nezaretine merbut
bulunmak üzere Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti teşkil ve İstanbul vilayetinin vezaif-i zabıtası ve vilayet
dahilindeki vesait ve müessesat-ı umumiyenin umur-ı inzibatiyesi İstanbul valisinin taht-ı emr ve
idaresinde olmak üzere İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyetine tevdi edilmiştir.
Madde 5: Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti yeni bir nizamname tanzim edilinceye kadar elyevm mer’i
olan polis nizamnamesi ahkamına tevfikan ifa-yı vazife edecektir.
Madde 6:Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti ve İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyeti’nin mahsusatı muvazenei umumiyenin tasdikine kadar merbut 1 ve 2 numaralı muvazene mucibince tediye edilecektir (22
Temmuz 1325. Düstur, t. 2, C. 1; MMZC, D. 1, İ. 2, i. 121; Takvim-i Vekayi, nr. 260, 20 Haziran 1325;
MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119).
101
Takvim-i Vekayi’de Emniyet-i Umumiye’nin niteliği şu şekilde duyurulmuştur: “Zabtiye Nezâreti ilga
olunarak Memâlik-i Osmaniye’nin idâre-i umumiye-i zabıtasıyla mükellef ve bilumum polis
61
yapılan oylama sonucunda, bundan sonra Zabtiye Nâzırı yerine “Emniyet-i Umumiye
Müdüriyeti”nin kullanılacağı kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 127).102
Belirlenmesi ve tayin edilmesi Dâhiliye Nezâreti’nin onayıyla gerçekleşen Emniyet-i
Umûmiye Müdürlüğü görevine ise 12 Ağustos 1909’da Hareket Ordusu pîşdâr103
komutanlarından
Galip
Paşa
getirilmiştir (BOA,
BEO,
3618/271301;
BOA,
DH.EUM.THR, 1/10; BOA, İ.DH, 1476/1327-B/44; Takvim-i Vekayi, nr. 302, 15
Ağustos 1909; İbrahim Feridun, 1326: 296).104
Zaptiye Nezâreti yerini alacak Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti’nin de 31 Mart
İsyanı’nın hemen sonrasında kurulması rastgele alınmış bir karar değildir. Çünkü
İttihatçı kadrolar bu isyan esnasında kendilerinin pek güvende olmadığını görmüştür.
Ayrıca meşrutiyet rejimini koruma amacına yönelik olarak başkentte Hareket
Ordusu’yla yaptıkları operasyon da adetâ bir askerî darbe olmuştur. Kuracakları asayiş
sisteminin kendileri açısından daha güvenilir olması gerekmiştir. Bundan dolayı
yeniden düzenlemeye tâbi tutulan emniyet teşkilatı modernleştirilirken kadro yönünden
müdüriyetlerine nezareti şamil olmak ve doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti’ne merbut bulunmak üzere
Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti teşkil ve İstanbul vilayetinin vezâif-i zabıtası ve vilayet dâhilindeki
vesait ve müessesat-ı umumiyenin umur-ı inzibatiyesi İstanbul Valisi’nin taht-ı emr ve idaresinde olmak
üzere İstanbul Vilayeti Polis Müdüriyeti’ne tevdi’ edilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 338, 10 Eylül 1909).
102
“Emniyet-i Umumiye” ismi, yapılan incelemeler sonucunda Fransız emniyet teşkilatından esinlenerek
kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 114).
103
104
Öncü, önden giden.
Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürü tayin edildiğini gösteren yazı: Dâhiliye Nezâret-i
Celilesi’ne ve Harbiye Nezâret-i Âliyesine,
Zaptiye Nezâreti’nin ilgasıyla vezaif-i inzibatiyesini deruhte ve îfâ etmek üzere ihdas olunan Emniyet-i
Umumiye Müdüriyeti’ne Polis Müfettiş-i Umumisi Galip Bey’in tayini hususuna, 29 Temmuz 1325
tarihli ve 2933 numaralı tezkire-i aliyyeleri üzerine bi’l-istizân 30 Temmuz 1325 tarihinde irâde-i
seniyye-i cenâb-ı pâdişahî şerefsüdûr buyrulmuş olmakla… (BOA, BEO, 3618/271301). Galip Paşa’nın
Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yaptığı 1325 senesindeki maaşı 8 bin kuruştur. Bu maaşı aldığını
bordrosunu imzalayarak göstermiştir (BOA, DH.EUM.MH, 2/127).
62
de İttihatçıların istedikleri yönde yapılandırılmıştır. Galip Paşa gibi asker kökenli bir
İttihatçının bu teşkilatın başına geçirilmesi bile kadrolaşma açısından çok önemli bir
adım olmuştur (BOA, BEO, 3618/271301; MMZC, D. 1, İ. 1, i. 119; Findley, 2011:
196; Van, 2012: 17, 18).
O günlerde Meclis-i Mebusan’da Ankara mebusu olan Mahir Sait Bey, Zaptiye
Nezâreti’nin kaldırılarak yerine Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün kurulmasının
ekonomiyi düzeltmek için memur sayısını azaltma politikasının bir sonucu olduğunu
dile getirmiştir. Fakat Zabtiye Nezâreti’nin kaldırılarak yerine Emniyet-i Umumiye’nin
kurulmasının tek sebebi ekonomik değildir. Bunda İttihatçı hükümetin devlet
kadrolarını kendisine göre düzenleme düşüncesi de etkili olmuştur. Bu işi yapmak için
ise Makedonya’da yaptığı çalışmalarla ve 31 Mart İsyanı’ndan sonra İstanbul’da
asayişin sağlandığı süreçte iyi bir İttihatçı olduğunu ispat eden, jandarma-polis
kadrolarının düzenlenmesinde tecrübesi olan Galip Paşa tercih edilmiştir (Babacan ve
Avşar, 2013: 75).105
1.6.2. Meclis-i Milli Meselesi ve Galip PaĢa’nın Patrikhaneyi KuĢatması
Osmanlı Hükümeti’nin 1910 yılında kabul ettiği “Kiliseler ve Okullar Kanunu”,
Rum ve Bulgarların birlikte yaşadığı yerlerde kiliselerin ve okulların yönetiminde
çoğunluk olan nüfusa daha fazla söz hakkı tanımıştır. Buna bağlı olarak da bazı
yerleşim yerlerinde Bulgarlar kiliseler ve okullar üzerinde söz sahibi olmaya
başlamıştır. Yıllardır Ortodoks halkın devam ettiği kilise ve okullar üzerinde söz sahibi
105
Meclis-i Mebusan’ın 124. İn’ikadında, bütçede açık oluşturacağı sebebiyle, bazı mebusların “polislerin
maaşının 400 kuruştan 500 kuruşa çıkarılması” teklifi pek sıcak karşılanmamıştır (MMZC, D. 1, İ. 1, i.
124).
63
olan Patrikhane bu durumu tepkiyle karşılamış ve “Kiliseler ve Okullar Kanunu” nu
protesto etmiştir. Patrikhane, ilgili kanunun yürürlüğe girmemesi için hükümetle ve
padişahla görüşmeler yaptıysa da olumlu bir sonuç alamamıştır (Tanin, nr. 664, 7
Temmuz 1910; Tanin, nr. 694, 7 Ağustos 1910).
Yetkililerle yaptığı görüşmelerden sonuç alamayan Patrikhane, Meclis-i Millî
toplayacağını ilan etmiş ve İstanbul’daki ve diğer illerdeki Ortodoks temsilcilerini bu
meclise davet etmiştir. Hükümet, yürürlükteki kanunların Meclis-i Millî toplama hakkı
vermediğini Patrikhane’ye hatırlatarak böyle bir meclis toplamamasını ihtar etmiştir
(Tercüman-ı Hakikat nr. 10581, 15 Eylül 1910; Tanin, nr. 728, 10 Eylül 1910). Fakat
Patrik, tüm uyarılara rağmen, 14 Eylül 1910 tarihinde, Patrikhane’nin Milli Meclis
toplayacağı duyurusunu yapmıştır (Tanin, nr. 733, 15 Eylül 1910). Bunun üzerine
Hükümet, Galip Paşa’ya konuyla ilgili araştırma yapmasını bildirmiştir (Yeni İkdam, nr.
184, 14 Eylül 1910). 13 Eylül 1910 tarihinde Galip Paşa Dâhiliye Nâzırı Talat Bey’i
ziyaret ederek mesele hakkında açıklamalarda bulunmuş ve Patrikhane çevresinde
gerekli önlemleri almış olduğunu söylemiştir (Yeni İkdam, nr. 184, 14 Eylül 1910).
Galip Paşa aynı gün Adliye ve Hâriciye Nâzırı ile de görüşmüştür. Hükümet yetkilileri,
Galip Paşa’dan Patrikhane’de Meclis-i Millî toplanmasını, kanunlar çerçevesinde
engellemesini istemiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, Yıldız’daki polis okuluna giderek
oradan seçtiği polisleri de Patrikhane çevresine yerleştirmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr.
10580, 14 Eylül 1910). Maiyetindeki polis müdürleri ile fikir alış verişi yaparak
Patrikhane çevresindeki önlemleri en üst seviyeye çıkaran Galip Paşa, gerginliğin
devam ettiği üç gün zarfında geceleri de güvenlik önlemlerini ihmal etmemiştir
(Tercüman-ı Hakikat, nr. 10580, 14 Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat nr. 10581, 15
Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat, nr. 10582, 16 Eylül 1910; Tercüman-ı Hakikat, nr.
64
10583, 17 Eylül 1910). Galip Paşa’nın almış olduğu önlemlere rağmen Patrikhane’ye
girmek isteyenler tutuklanarak Fener Karakolu’na götürülmüştür (Tercüman-ı Hakikat, nr.
10580, 14 Eylül 1910).106 Patrikhane’nin başlatarak devam ettirdiği gerginlik sürecinde,
emniyet güçlerinin almış oldukları sıkı önlemler sayesinde Fener Patrikhanesi civarında
ciddi bir olay olmamış ve mesele kapatılmıştır.
1910 yılında Meclis-i Mebusan’ın gündemini işgal eden önemli gündemlerden
birisi İstanbul’un asayişinden Emniyet-i Umumiye Müdürünün sorumlu olup olmadığı,
İstanbul Valisi ile Emniyet-i Umumiye Müdür arasında yaşanan yetki karmaşası
olmuştur. Fakat mevcut kanunlara göre İstanbul’un asayişinden valiye bağlı İstanbul
Polis Müdürü’nün sorumlu olmasına rağmen Patirkhane ile ilgili kriz esnasında asayişin
sağlanması konusunda nâzırlar tarafından Galip Paşa’nın vazifelendirilmesi bir çelişki
olmuştur.
İç güvenliğin sağlanması konusunda kararlı davranan Galip Paşa, başkentin
asayişi için yeri geldiğinde başka devletlere mensup olan, sivil halktan kişilerin ülke
dışına sürülmesini sağlamıştır. Sürgün edilenlerin genelini ise hırsızlar ve onlara
yardımcı olanlar oluşturmuştur. Galip Paşa, Yunan uyruklu kişilerin sınır dışı
edilmesiyle ilgili kendisiyle görüşme yapan Amarolitos Gazetesi muhabirine
Yunanlılara yönelik özel bir politikalarının olmadığını,
amaçlarının sadece asayişi
sağlamak olduğunu ve sadece Yunan uyruklu değil başka devletlere mensup olan
kişilerin de sınır dışı edildiğini söylemiştir (Tanin, nr. 758, 12 Ekim 1910).
106
Galip Paşa, bir kısım Rumların “Kiliseler Kanunu”nu protesto etmek için düzenlemek istedikleri
mitinge de müsaade etmemiştir (Tanin, nr. 665, 8 Temmuz 1910).
65
1.6.3. Galip PaĢa’nın Avrupa Seyahati ve Emniyette Yaptığı Düzenlemeler
Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne tayin edilmesinin daha ilk
günlerinde İstanbul’daki polis teşkilatıyla ilgili düzenlemeleri başlatmıştır. İstanbul,
Beyoğlu, Üsküdar kısımlarındaki merkezlerin sayısını otuz altıdan otuz bire düşürmüş,
buraların çoğuna senelerce adliyede memurluk yapmış hukuk okulu mezunlarını
yerleştirmiştir. Merkezlerden her birisi beş altı bölüme ayrılarak buralara da polislik ve
komiserlik namus ve haysiyetini muhafaza eden kişiler tayin edilmiştir (Tasvir-i Efkâr,
nr. 91, 30 Ağustos 1909).
Galip Paşa, Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi olduğu dönemde
İstanbul’daki tensikâtla ilgilenmenin yanında polis mekteplerinin açılması ve modern
manada polis yetiştirilmesi için de gayret göstermiştir (BOA, DH.MKT, 2827/50).
Galip Paşa, Avrupa seyahatine çıkmadan önce Osmanlı ülkesinde emniyetle ilgili
düzenlemelerde Avrupa’daki nizamnamelerden faydalanılması uygun görülmüş ve
İngiltere ve Fransa Polis Nizamnamelerinin tercümesi yapılmıştır (Tasvir-i Efkar, nr.
105, 13 Eylül 1909). Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne getirilmesinin
üzerinden birkaç ay geçtikten sonra düzenlemeler doğrultusunda İstanbul’da yeni usule
göre karakolların inşasına başlanmıştır. İlk numune ise Eminönü’nde oluşturulmuştur
(Tasvir-i Efkâr, nr. 190, 9 Aralık 1909).
Galip Paşa, kendisine Emniyet-i Umumiye müdürlüğü teklif edildiğinde, üç ay
gibi bir süre Avrupa merkezlerini gezerek buralardaki emniyet sistemini görmek
istediğini107 ve bu konuda kendisine izin verilmesini talep etmiş108 ve bu istek ilgili
107
Galip Paşa, polis ve jandarma işleyişini yakından görüp anlamak için polis ve jandarma teşkilatından
da dörder beşer kişi alarak üç ay müddetle Avrupa’nın başkentlerinde ve büyük şehirlerinde incelemeler
yapmak istemiştir. Ancak ilgili makamlar üç ay gibi bir zamanın böyle yetkili bir kişinin görevinden uzak
olması yönüyle uygun bulmayıp 2 ay müddeti tasvip etmişlerdir (BOA, BEO, 3665/274808).
66
makamlar tarafından uygun bulunmuştur. Bu seyahatin Avusturya, Almanya, Fransa,
İtalya ve İngiltere devletlerinin merkezlerine yapılması planlanmıştır (BOA, DH.MUİ,
2-4/31/3; BOA, DH.EUM.THR, 7/35; İkdam, nr. 5409, 11 Ekim 1909; İkdam, nr. 5462,
3 Aralık 1909).
Galip Paşa, yapacağı Avrupa seyahatiyle ilgili olarak İkdam gazetesi
temsilcisiyle yaptığı röportajda II. Abdülhamit döneminden kalma fikirlerin bertaraf
edilebilmesi için polis teşkilatının yeniden düzenlenmesinin şart olduğunu söylemiştir.
Böyle bir düzenlemenin yapılabilmesi için ileri devletlerdeki teşkilatların araştırılması
gerektiğine inanmış olan Galip Paşa, gerekli çalışmaları yapmak için Viyana, Berlin,
Paris, Londra gibi önemli şehirlerinde üç ay kadar incelemelerde bulunacağını dile
getirmiştir (İkdam, nr. 5411, 13 Ekim 1909). Fakat Dâhiliye Nezâreti, Emniyet-i
Umumiye gibi bir kurumun başındaki kişinin uzun süre iş başından uzaklaşmasını
uygun görmemiş ve bu seyahatin süresini iki aya düşürmüştür (BOA, BEO,
108
Galip Paşa’nın Dahiliye Nezareti’ne dilekçesi:
Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin hin-i teşkilinde müdüriyet-i mezkureyi deruhte etmekliğim teklif
buyrulduğu zaman Avrupa payitahtlarını ve meşhur şehirlerini üç ay kadar gezerek tedkikat ve tatbikat-ı
mahsusa icrasıyla polis vezaifinin neden ibaret olduğunun ve ne suretle ifa edilmekte bulunduğunun vazıh
ve ameli bir surette anlaşılması ve memleketimizde de ona göre ıslahat ve tatbikat icra kılınması için
Avrupa’ya seyahat etmekliğime müsaade buyrulması arz edilmiş müsaade-i mezkurenin diriğ
buyrulmayacağı vaat ve beyan buyrulmuş idi. İşte şimdi en muvafık ve müsait bir zaman olduğundan
intihap edeceğim dört beş zat ile on beş güne kadar Avusturya, Almanya, Fransa ve İngiltere ile İtalya
payitahtlarıyla icap eden büyük şehirlerin tedkikat ve tatbikatta bulunmak üzere bervech-i ma’ruz üç mah
müddetle seyahatime müsaade ve bu babda muktezi tahsisat-ı kafiyenin ita buyrulmasını arz ve rica
ederim.
Tahkikat-ı mahsusa göre polisin birinci derecede tekmil eylediği hükümet İngiltere ve ondan sonra
Fransa ve Almanya ise de öteden beri Fransa ile olan münasebat ve ihtilata binaen hükümet-i
Osmaniye’nin daha ziyade Fransa âdât ve kavaidiyle ülfet ve ünsiyet eylemekte olduğu bittecrübe sabit
olmuş ve bu sebeple Fransa’da daha çok ikamet eylemek münasip olacağı düşünülmüş olduğu ve badehu
temdid-i seyahat etmek üzere de Avusturya-Macaristan’a kariban gönderilecek heyet-i mahsusa ile
birlikte bulunmak da muvafık ve münasip düşeceği ilaveten…
Emniyet-i Umumiye Müdürü (BOA, DH.MUİ, 2-4/31/3).
67
3665/274808).
Galip Paşa, Avrupa seyahatinde yanında emniyet teşkilatından başka
yöneticilerin de olmasını talep etmiştir (İkdam, nr. 5429, 31 Ekim 1909).109 Bunun
üzerine, maiyetine istihbarat şubesi müdürü Ferid, Beyoğlu Polis Müdürü Kemal, Polis
Mektebi Müdürü Ahmet Bey verilmiştir (Tanin, nr. 451, 4 Aralık 1909; Tanin, nr. 447,
17 Teşrinisani 1325; Tasvir-i Efkâr, nr. 181, 30 Kasım 1909; İbrahim Feridun, 1326:
297). Galip Paşa ve bu kişilere Avrupa seyahati için gerekli ödenek sağlanarak Galip
Paşa’ya 175 ve maiyetindekilere 75’er lira verilmesi uygun görülmüştür (BOA,
DH.MUİ, 2-4/31/1; BOA, DH.MUİ, 2-4/31/2; Tasvir-i Efkâr, nr. 173, 22 Kasım 1909;
İkdam, nr. 5453, 24 Kasım 1909). Bu seyahat esnasında Peşte, Viyana, Berlin, Brüksel,
Paris, Londra, Cenevre ve Roma’yı ziyaret ederek Viyana ile Berlin’de birer ve Paris ile
Londra’da da üçer hafta kalan Galip Paşa, bu zaman zarfında ziyaret etmiş olduğu
şehirlerinin güvenlik sistemlerini incelemiştir (İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; İkdam,
nr. 5429, 31 Ekim 1909; Tanin, nr. 447, 17 Teşrinisani 1325; Sabah, nr 7328, 15 Şubat
1910).
Galip Paşa, Avrupa seyahatine çıkmadan önce padişahın huzuruna çıkmış ve
onun iltifatına mazhar olmuştur. Bundan sonra ise trenle Viyana’ya hareket etmiştir
(İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; Tanin, nr. 451, 4 Aralık 1909). Galip Paşa 3 Aralık
1909 günü trenle Sirkeci’den ayrılırken kendisini önde gelen devlet erkânı yolcu
etmiştir (İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909; İkdam, nr. 5463, 4 Aralık 1909). Onun
İstanbul’da olmadığı,
3 Aralık 1909-14 Şubat 1910 tarihleri arasındaki iki aylık
dönemde, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne, Dersaadet Polis Müdürü Azmi Bey
109
Galip Paşa, Avrupa’ya giderken jandarma teşkilatından da yetkili kişilerin yanında gelmesini
istemiştir. Böylece jandarmanın da Avrupa usulüne göre düzenlenmesini temenni etmiştir (BOA,
DH.MUİ, 2-4/31).
68
vekâlet etmiştir (BOA, DH.EUM.THR, 14/34; Tanin, nr. 449, 19 Teşrinisani 1325;
İkdam, nr. 5462, 3 Aralık 1909).
Galip Paşa, ilk incelemelerini Viyana’da yapmış ve bununla ilgili düzenlediği
raporunu İstanbul’a göndermiştir. Bu raporu incelemek için Harbiye, Dâhiliye ve
Bahriye nazırlarından müteşekkil bir komisyon oluşturulmuştur (İkdam, nr. 5484, 25
Aralık 1909). Viyana’da Galip Paşa’nın dikkatini, yüz otuz kadından oluşan, şehirde
adrese dayalı nüfus kayıtlarını tutan ve şehre yeni yerleşen herkesi kayıt altına alan
birim çekmiştir. Bu birim sayesinde zanlılara ve suçlulara ulaşmanın çok kolay olduğu
görülmüştür. Ayrıca sıradan bir vatandaşın da aradağı bir kimseyi bulabilmek için bu
birime müracaat edebildiği öğrenilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).110
Galip Paşa, Viyana’dan Almanya’ya geçmiş ve burada incelemelerde
bulunmuştur (Tanin, nr. 468, 8 Kânunuevvel 1325). Galip Paşa, Almanya’daki
şehirlerdeki polis yapılanması, şehirler arasındaki işbirliği, polisin idari yapılanması
hakkında bilgi toplamıştır. Berlin şehrindeki yapılanmayı daha iyi anlayabilmek için
Alman yetkililerden yazılı dokümanlar almıştır (BOA, DH.EUM.VRK, 21/132).
Berlin’de yaptığı incelemelerle ilgili de İstanbul’a bir rapor göndermiştir. Bu raporunda
Avusturya zabıta teşkilatından birçok yönden farklı olan Prusya polis teşkilatından
bahsetmiş ve Berlin’de uygulanmakta olan nizamnamenin mükemmel olduğunu dile
getirmiştir. Ayrıca Berlin’de otomobil, araba ve elektrikli tramvayların çokluğuna
110
Galip Paşa, Meclis-i Mebusan’ın 21 Haziran 1910 tarihli toplantısında bunu dile getirmiş ve
Avrupa’da görmüş olduğu bu tür uygulamaların Osmanlı ülkesinde hayata geçirilmesi için ek bütçeye
ihtiyaç olduğunu belirterek Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü bütçesine zam yapılması gerektiğini
belirtmiştir. Galip Paşa’nın mecliste yaptığı konuşmada verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre polis
sayısının artırılması sadece İstanbul için değil başka iller için de gereklidir. Mesela o günlerde
Kastamonu’da sadece otuz beş polis vardır ve Galip Paşa bu sayının yüze çıkarılması gerektiğini dile
getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).
69
rağmen Viyana’dan daha az kaza meydana geldiğini bildirdiği gibi raporuna
incelemeleriyle ilgili birçok plan ve resim eklemiştir. Alman devlet adamları tarafından
çok iyi bir şekilde karşılanmış olan inceleme heyeti Berlin’den Paris’e hareket etmiştir
(İkdam, nr. 5493, 3 Ocak 1910).
Galip Paşa yaptığı araştırmalar esnasında sadece Londra’da sekiz bin civarında
polis olduğunu, çeşitli dairelerde görev yapan yüzlerce sivil memurun bu sayının
dışında olduğunu görmüştür. Yine burada incelemeler yaptığı günlerde polisin
kullandığı silahları da görmek isteyen Galip Paşa’ya kısa bir çomak getirilerek “işte
budur” denilmiştir. Galip Paşa, “Suçlu kişi silahla tehditte bulunursa polis ne şekilde
karşılık verecek?” diye sorunca da “Vazife uğrunda ölecek” cevabını almıştır. Bunun
üzerine “Şu harekât-ı kahramanâneyi takdîs ile beraber vazife görülmemiş olacak”
deyince, İngiliz komiser “Haklısınız fakat ahalinin polise olan meyl ü muhabbet-i
umumiyesi polisi yalnız bırakmaz. Câni, ahâli tarafından derhal dersdest edilir”
açıklamasıyla halkın polisin yanında olduğunu anlatmıştır (Erner, 2013: 49; Sabah, nr.
7330, 17 Şubat 1910). Avrupa’da bu tür uygulamaları öğrenen Galip Paşa, İstanbul’a
döndükten sonra Sabah Gazetesi muhabiriyle yaptığı mülakatta Avrupa’daki halkın
polisin yanında olduğunu, halkın vereceği desteğin polisin işini kolaylaştıracağını
söylemiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910).
Londra’da dikkat çeken hususlardan birisi de polislerin nöbet esnasında bir
heykel gibi hareketsiz durmaları, kimseyle konuşmamaları ve sigara içmemeleri
olmuştur. Galip Paşa’yla birlikte Avrupa seyahatinde bulunmuş olan Dersaadet Polis
Mektebi Müdürü Ahmet Faik Bey bu durumu “Polis Rehberi” adıyla kaleme aldığı
kitapta da belirtmiştir (Erner, 2013: 45). Londra ve diğer şehirlerin polislerindeki
disiplin ve bu disiplinin sağlanabilmesi için emniyet teşkilatının değişik birimlerinde
70
subayların kullanılması Galip Paşa’nın da dikkatini çekmiştir. Avrupa’dan döndükten
sonra emniyet teşkilatında subaylar istihdam etmiş ve polislerin daha iyi çalışmaları için
gayret göstermiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910; Sabah, nr. 7335, 22 Şubat 1910).
Galip Paşa, İngiltere’de yaptığı incelemeler sonucunda dördüncü raporunu da
İstanbul’a göndermiştir. Bu raporunda, İngiliz teşkilatının, diğer ülkelerinkiyle
mukayese edildiğinde, daha sade olduğunu, fakat Türkiye’de uygulanmasının mümkün
olmayacağını belirtmiştir (İkdam, nr. 5504, 14 Ocak 1910).
Galip Paşa, Paris üzerinden Roma’ya gitmek üzere Londra’dan ayrılmıştır
(İkdam, nr. 5504, 14 Ocak 1910; Yeni Tanin, nr. 504-35, 15 Kânunusani 1325).
Roma’da Emniyet Genel Müdürü ile mülakat yapmış (Tasvir-i Efkâr, nr. 238, 28 Ocak
1910; İkdam, nr. 5518, 28 Ocak 1910) ve yanındaki heyetle birlikte İtalya başbakanı
tarafından da kabul edilmiştir (Tasvir-i Efkâr, nr. 241, 31 Ocak 1910). Son raporunu da
Roma incelemelerinden sonra Dâhiliye Nezâreti’ne göndermiştir (İkdam, nr. 5513, 23
Ocak 1910).
Galip Paşa, Roma yolu üzerindeki Cenova’dan geçerken İsviçre polis teşkilatı
hakkında da incelemelerde bulunmuştur. İncelemeleri hakkında gazeteye verdiği
beyanatta Avrupa’da uygulanmakta olan polis nizamnamelerinin birbirine çok
benzediğini sadece teferruatta bazı farklılıklar olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Cenova
müesseseleri ve polis nizamnamesinin Türkiye’de uygulamaya diğerlerinden daha
yatkın olduğunu söylemiştir (İkdam, nr. 5519, 29 Ocak 1910).
Galip Paşa ve yanındaki heyetin Viyana, Brüksel, Paris, Berlin, Londra, Cenova,
Peşte ve Roma şehirlerini kapsayan gezisi yetmiş gün kadar sürmüştür. İlgili şehirlerin
polis müdürleri ile görüşülmüş; en küçük polis merkezinden tutukevleri ve
hapishanelere, emniyet genel müdürünün odasına kadar her yerde araştırma yapılmış ve
71
tasnif sisteminin öğrenilmesi için değişik birimlerde tutulmuş olan defterler
incelenmiştir. Bu sayede emniyet teşkilatları hakkında çok geniş malumat edinilmiştir.
Avrupa emniyetinde kullanılan telefonun faydası bilfiil yerinde görülmüş, bazı
tutuklama ve sorgulamalarda bizzat bulunularak tecrübe edinilmiştir. Suçlular hakkında
tutulmuş ve muhafaza edilmiş dosyaların ve alınmış olan parmak izlerinin ne kadar
önemli olduğu yerinde ve uygulamalı olarak görülmüştür. Avrupa ülkelerinde polis
memurlarının kısımlara ayrılması, polis sayısının yeterli sayıda tutulması, yirmi dört
saati kapsayacak şekilde mesai tanziminin yapılması, birimler arasındaki çalışma
düzeninin bir saatin parçaları gibi uyumlu olması ve polislerin hususi okullarda yetişmiş
olmaları Galip Paşa’nın dikkatini çeken hususlardan olmuştur (Tanin, nr. 522, 2 Şubat
1325; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910). Tanin Gazetesi
muhabiriyle yaptığı söyleşide de polis sayısının artırmanın, polislerin modern okullarda
yetiştirmenin gereğine değinmiş ve ekibiyle birlikte yapacakları çalışmalarla da bunu
başaracaklarına inandığını söylemiştir (Tanin, nr. 522, 15 Şubat 1910). Galip Paşa,
Sabah Gazetesi muhabiriyle yaptığı görüşmede ise Avrupa’daki emniyet teşkilatlarının
bu seviyeye elli altmış yılda geldiğini, Osmanlı ülkesinde bunun daha az masrafla,
birkaç yılda başarılabileceğini ve bu konuda Türk halkının zekâsına güvendiğini
söylemiştir (Sabah, nr. 7330, 17 Şubat 1910).
Galip Paşa’nın Avrupa’nın büyük şehirlerindeki emniyet teşkilatını incelediği
dönemde en fazla dikkatini çekenlerden birisi, insan vücudunun özelliklerini inceleme
üzerine çalışan “antropometri” sisteminin emniyet teşkilatında kullanılmasıdır. Peşte’de
bir cinayet zanlısının sorgulanması esnasında hazır bulunmuş olan Galip Paşa, bu
sistemin nasıl kullanıldığını da yakından görmüştür. Bir cinayet zanlısı, sorgulama
yapan polislerin tüm çabalarına rağmen konuşmamış ve kendisine yönelik suçlamaları
72
reddetmiştir. Bu arada devreye parmak izi konusunda da bilgi sahibi olan antropometri
uzmanı girmiştir. Bu kişi, arşivden sorgulaması yapılan cinayete ve daha önceden
çözülememiş birkaç cinayete ait parmak izlerini çıkararak ilgili izleri zanlının parmak
iziyle karşılaştırmıştır. Yapılan inceleme sonucunda zanlının, sorgulaması yapılan
cinayeti işlediği gibi daha önceden fail-i meçhul olarak kalan bir cinayeti de işlediği
anlaşılmıştır (Tanin, nr. 522,15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Erner,
2013: 95, 159).
Galip Paşa, İstanbul’a Konvansiyonel Treni ile 14 Şubat 1910 tarihinde gelmiştir
(BOA, DH-EUM.THR, 26/10; Tanin, nr. 522, 15 Şubat 1910). Dolmabahçe Sarayı’na
giderek Padişahı, Babıâli’ye giderek Sadrazam Paşa’yı, Dâhiliye Nâzırı Talat Bey’i ve
Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’yı ziyaret eden Galip Paşa, kaleme almış olduğu
proje ve layihaları birkaç güne kadar Dâhiliye Nezâreti’ne takdim edeceğini bildirmiştir
(İkdam, nr. 5536, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7328, 15 Şubat 1910; Sabah, nr. 7329, 16
Şubat 1910).
Galip Paşa, İstanbul’a geldiğinde Yeni Tanin Gazetesi muhabiri ile yapmış
olduğu
söyleşide
Avrupa’daki
polis
teşkilatının
büyük
gayretler
sonucunda
oluşturulmuş mükemmel bir teşkilat olduğunu, Avrupa ülkelerindeki herhangi bir
teşkilatın olduğu gibi alınmasının uygun olmayacağını, çünkü her ülkenin teşkilatının
kendisine has olduğunu ve orası için iyi sonuçlar vereceğini dile getirmiştir. Ayrıca
Avrupa’da polis teşkilatının yapılacak vazifelere göre kısımlara ayrıldığını ve Osmanlı
ülkesinde de buna benzer değişikliklerin yapılacağını, şehir yerleşimlerindeki polislerin
sayısının artırılarak jandarmanın vazifesinin de polis teşkilatına verileceğini ve
jandarmanın genel itibariyle şehir dışında vazifelendirileceğini dile getirmiştir (Yeni
Tanin, nr. 524, 17 Şubat 1910). Yani Galip Paşa, Avrupa’daki sistemi yerinde görmüş
73
fakat bu sistemin Osmanlı ülkesinde bir anda uygulanamayacağını da kabul etmiştir
(MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).
Galip Paşa, İstanbul’a geldikten sonra İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar polis
müdürleri ile toplantı yaparak Avrupa’daki incelemelerinden elde ettiği verilerin
Osmanlı ülkesinde nasıl ve ne şekilde uygulanabileceğini istişare etmiştir (İkdam, nr.
5548, 27 Şubat 1910).
Galip Paşa’nın Avrupa’dan gönderdiği raporlar vakit kaybedilmeden incelenmiş
ve buna göre Osmanlı ülkesinde düzenlemeler başlamıştır. Jandarma okullarından
mezun olanların karakollara dağıtılacağı, devriyelerde daima bir polis ve iki
jandarmanın bulunacağı, polis merkezlerinde birer jandarma zabiti, polis mevkilerinde
jandarma çavuşlarının bulunacağı kabul edilmiştir. Ayrıca polislerde birer meşin torba
içinde yaralıları tedavi etmek için malzeme bulundurulması, her devriyede birer elektrik
feneri ve üçer makineli kelepçenin bulundurulması gerektiği kabul edilmiştir. Şehrin
bazı noktalarında polislerin özel anahtarlarıyla açabileceği şekilde, devriyelerin polis
merkezleriyle
bağlantı
sağlayabilmesi
için
telefon
kutuları
bulundurulması
kararlaştırılmıştır (İkdam, nr. 5521, 31 Ocak 1910).111 Bunun altyapısının oluşturulması
için belirlenen telefon noktaları arasına teller çekilmiştir (Yeni İkdam, nr. 294, 7 Ocak
1911). Emniyet teşkilatındaki polis sayısının artırılması, her merkeze birer zabit ve
doktor konması, yaralanmalara zamanında müdahale etmesi gereken doktorların adlî
uygulamalarda lazım olabilecek raporları da tutmaları öngörülmüştür (Yeni İkdam, nr.
140, 1 Ağustos 1910).
Galip Paşa, Avrupa’dan döndükten sonra sadece emniyet teşkilatının
düzenlenmesini ele almamış, bu teşkilata adam yetiştirecek olan polis mekteplerinin
111
İstanbul polis karakolları arasına telefon çekilmesi 1909 senesinin haziran ayında kabul edilmiştir
(Tanin, nr. 309, 29 Haziran 1325).
74
de112 Avrupaî usulde düzenlenmesi öngörülmüştür (İkdam, nr. 5540, 19 Şubat 1910).
Galip Paşa, emniyette yapılacak düzenlemeleri, Avrupa’da edinilmiş bilgi ve
tecrübeler doğrultusunda nizamname haline getirmiş ve proje olarak Meclis-i Vükela’ya
sunmuştur. Bu proje Meclis-i Has-ı Vükela tarafından tasdik edilmiş ve kısa süre içinde
de uygulamaya konulmuştur (Yeni İkdam, nr. 118, 9 Temmuz 1910; Yeni İkdam, nr.
152, 13 Ağustos 1910; Yeni İkdam, nr. 161, 22 Ağustos 1910).
Galip Paşa tarafından hazırlanan proje ana hatlarıyla şunları içermiştir: 1)
Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’ne iki yardımcı tayin edilmesi; bunlardan birinin otel,
kahve gibi yerlerin teftişi ve asayişi ile ilgilenmesi, diğerinin ise cinayetlerin tahkikatı
ve Emniyet-i Umumiye ile ilgili polis istihbaratı gibi işlerle meşgul olması. 2) İstanbul
şehrinin, İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar daireleri olmak üzere üç kısma ayrılması, bu
dairelerden her birinde ikinci sınıf birer müdür ve iki müdür yardımcısı bulunması. 3)
Müdür yardımcılarından birisinin hukuk mektebi mezunu olması, diğerinin asker
kökenli olması ve hukuk mezunu olan müdür yardımcısının adlî işlerle meşgul olması,
asker kökenli olanın ise polis memurlarının düzenini sağlaması. 4) İstanbul’un 14,
Beyoğlu’nun 10, Üsküdar’ın 6 karakol mıntıkasına taksim edilmesi ve her karakolun bir
komiserin idaresine verilmesi (Yeni İkdam, nr. 184, 14 Eylül 1910). 5) Polis sayısının
artırılması, her merkeze birer zâbit ve doktor görevlendirilmesi, doktorların olaylarda
yaralananlara müdahale etmesi ve adliye tarafından kullanılabilecek şekilde rapor
oluşturması (Yeni İkdam, nr. 140, 1 Ağustos 1910). 6) Polis memurları için özel giysi
ve kalpak hazırlanması (Yeni İkdam, nr. 152, 13 Ağustos 1910). 7) Emniyet-i
112
II. Abdülhamit, Emniyet Teşkilatındaki ıslahat düşüncesini batılı uzmanların katkısıyla açılan polis
okulları vasıtasıyla yapmak istemiştir. Osmanlı Devleti’nde ilk polis okulu, 2 Ocak 1907’de Selanik’te
açılmıştır. Selanik Yalılar Askerî Hastanesi yanında Vilayet-i Şahane Polis Mektebi adıyla açılan bu
okulun ilk müdürü, Belçikalı Binbaşı Leon Buro olmuştur (Gün, 2012: 7). 1909 tarihinde ise Yıldız’da
Dersaadet Polis Okulu açılmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 10159, 14 Temmuz 1909).
75
Umumiye’de idarî ve adlî olmak üzere iki kısmın kurulması (Yeni İkdam, nr. 161, 22
Ağustos 1910). 8) Parmak izi üzerine uzman kişilerden oluşan bir birim kurulması
(MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111, 17 Mayıs 1327).
Galip Paşa’nın hazırlayıp hükümete sunmuş olduğu proje şekil itibariyle de olsa
hayata geçirilmiştir: Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nde, gerektiğinde yaralılara
müdahele etmek ve bunlarla ilgili olarak adliyenin işini kolaylaştıracak şekilde
tutanaklar oluşturmak için tıp birimi kurulmuştur. Yine bununla ilgili olarak emniyet
müdürlükleri bünyesinde doktorlar istihdam edilmiştir. Polis müdüriyetlerinde adlî ve
idarî olmak üzere iki kısım kurulmuştur. Adlî kısma istihbarat çalışmalarıyla suçları
önleme, işlenmiş suçlarla ilgili olarak araştırma yapma ve adlî işlemleri takip etme,
sabıka kaydı tutulan kişilerin parmak izlerini alma ve fotoğraflarını çekme gibi görevler
verilmiştir. Emniyet müdürlüklerinde bir müdür, iki kâtip ve yeterince komiserden
oluşturulan idarî kısımlara ise polisleri idâre etme vazifesi verilmiştir (MMZC, D. 1, İ.
3, i. 111; İbrahim Feridun, 1326: 297, 298).
Galip Paşa’nın Avrupa’daki emniyet teşkilatlarında dikkatini en fazla
çekenlerden birisi her birimde yeterli sayıda ve modern okullarda yetişmiş polisin
bulunması olmuştur. Fakat Galip Paşa’nın projesini hayata geçirmeye çalıştığı 1910 ve
1911 yıllarında Osmanlı Devleti’nde ne gerekli kadroları yetiştirecek kadar polis okulu
ne de gerekli istihdamı sağlayacak kadar bütçe vardır. Meclis-i Mebusan’ın 30 Mayıs
1911 tarihli oturumunda milletvekillerinin görüşmelerinden anlaşıldığına göre, o
dönemde Avrupa’daki Paris, Londra ve Viyana gibi başkentlerin her birinin asayişini
beş altı bin kadar polis sağlarken İstanbul’da sadece iki bin altı yüz polis vardır. Tüm
Osmanlı ülkesindeki polis sayısı ise altı bin civarındadır. Mesela otuz bin nüfuslu
Samsun şehrinde sadece on altı polis memuru vardır. Polis yetiştirmek için açılmış
76
okullar ise Selanik, İstanbul ve Beyrut’ta olmak üzere üç tanedir. Buralardan yetişecek
öğrenci sayısı ise yedi yüz kadardır. Milletvekillerinin, 30 Mayıs 1911 tarihinde,
Emniyet-i Umumumiye Müdürlüğü’nün bütçesi üzerine yaptıkları görüşmelerden
anlıyoruz ki emniyet teşkilatına gerekli bütçeyi vermek şöyle dursun Emniyet-i
Umumiye Müdürü Galip Paşa’nın maaş miktarı bile düşürülmüştür (MMZC, D. 1, İ. 3,
i. 111).113 Galip Paşa, Emniyet-i Umumiye’de planladığı değişikliklerle ilgili olarak
olabildiğince kararlı davranmıştır. Yapmayı düşündüğü düzenlemelerle ilgili bütçelerin
kabul edilmemesi veya teşkilatta yapmayı öngördüğü düzenlemelerin reddedilmesi
durumunda istifasını hiç tereddüt etmeden verebilmiştir (Yeni İkdam, nr. 420, 11 Mayıs
1911).
1909 yılının ortalarında kurulmuş olan Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin
yetki ve sorumluluklarının ne şekilde olması gerektiği meselesi uzun süre meclisin
gündemini meşgul etmiştir. Bu durum Galip Paşa’yı da uğraştıran konulardan birisi
olmuştur. Özellikle İstanbul’un asayişi konusunda İstanbul Valiliği ile Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğü arasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 111).
Galip Paşa, yaşanan bu karmaşadan dolayı istifa etmek istemişse de Dâhiliye Nâzırı
tarafından, yeni düzenlemelerin yapılacağı kendisine bildirilerek, istifa isteği geri
çevrilmiştir (BOA, EUM.THR, 9/31; Tasvir-i Efkar, nr. 145, 25 Ekim 1909; Tanin, nr.
411, 12 Teşrinievvel 1325). Uzun süre devam eden bu yetki ve sorumluluk karmaşası
Meclis-i Mebusan’ın 31 Mayıs 1911 tarihli oturumunda, İstanbul’un asayişinden
İstanbul Polis Müdüriyeti’nin sorumlu olduğu ve İstanbul Polis Müdüriyeti’nin
doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti’ne bağlı olduğu kabul edilerek çözülmeye
113
Meclis-i Mebusan’da 1910 yılı bütçe görüşmelerinde de Galip Paşa’nın uzun uzadıya konuşmasına
rağmen, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü için teklif etmiş olduğu 270 bin liralık zammın sadece 50 bin
lirası kabul edilmiştir (MMZC, D. 1, İ. 2, i. 119).
77
çalışılmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i. 112).
İki sene kadar Emniyet-i Umumiye Müdürü olarak görev yapan Galip Paşa, bu
teşkilatta İttihatçı hükümetin beklentileri doğrultusunda kadrolaşma yapmış ve polis
teşkilatını Avrupa standartlarında modernize etmeye çalışmıştır. Fakat Osmanlı
Devleti’nin ekonomik imkânları buna elverişli olmadığından Galip Paşa’nın talep ettiği
bütçeler genel itibariyle kabul edilmemiştir. Dolayısıyla da Galip Paşa, planladığı her
değişikliği uygulamaya koyamamıştır.
Galip Paşa’nın emniyet teşkilatında yaptığı düzenlemelerde Avrupa seyahatinde
edindiği bilgiler etkili olduğu gibi askerlik mesleğinden gelmiş olmasının da tesiri
görülmektedir. Emniyet teşkilatında düzen ve disiplini sağlamak için “disiplin zâbiti”
adıyla subay müfettişler tayin etmiştir. Polis müdürlüklerine birer yüzbaşı, polis
merkezlerine ise birer üstğmen verilmiştir. Bu subayların âmiri olarak ise “disiplin
kumandanı” namıyla bir binbaşı tayin edilmiştir (İbrahim Feridun, 1326: 298).
1909 senesinde kurulan Emniyet-i Umumiye’de yapılacak düzenlemeler için
dışarıdan uzmanlar getirmek yerine, gelişmiş ülkelerdeki emniyet teşkilatlarını yerinde
görmek üzere, Galip Paşa’nın teklifiyle Avrupa’ya heyet gönderilmiştir. Böylece hem
yapılacak düzenlemeler için bir ülkeden ziyade birkaç ülkenin teşkilatı yol gösterici
olmuş hem de yeniliklere örnek teşkil edecek uygulamalar yerinde görülmüştür.
Emniyet-i Umumiye gibi önemli bir kurumun müdürünün yaklaşık iki ay kadar yurt
dışında incelemeler yapması devletin ıslahat geleneği açısından da önemli bir değişiklik
olmuştur.
Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün kuruluşunda ve modernize edilmesinde
büyük gayretleri görülmüş olan Galip Paşa, 1911 yılının Nisan ayında asıl mesleği olan
askerliğe dönmek üzere Dâhiliye Nezâreti’ne istifa dilekçesini sunmuştur. İkdam
78
Gazetesi’ne verdiği röportajda Emniyet-i Umumiye ile ilgili olarak hazırlamış olduğu
bütçenin Meclis-i Mebusan’ın Bütçe Encümeni tarafından kabul edilmemiş olmasını
istifasının sebebi olarak göstermiştir (İkdam, nr. 389, 10 Nisan 1911).
Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü vazifesinden ayrıldıktan sonra Galip Paşa,114 21
Haziran 1911’de İzmit Redif Fırkası Kumandanlığına, 6 Temmuz 1911 tarihinde ise
Edirne Fırkası Kumandanlığına tayin edilmiştir (BOA, BEO, 3912/293346; BOA, İ.HB,
93/7; Renin, nr. 1018-3, 19 Haziran 1327; Renin, nr. 1030-15, 1 Temmuz 1327).115
114
115
Galip Paşa, 14 Nisan 1327’de mirlivalığa terfi etmiştir (BOA, DH.MTV, 4/ 25).
Harbiye Nezâret-i Celilesi’ne,
Edirne Redif Fırkası Kumandanlığı’na İzmit Redif Fırkası Kumandanı Mirliva Galip Paşa’nın nakl ve
tahvil-i memuriyeti hususuna 20 Haziran 1327 tarihli ve 309 numaralı tezkire-i aliyyeleri üzerine bi’listîzân irâde-i seniyye-i pâdişâhi şerefsüdûr buyrularak… 23 Haziran 1327 (BOA, BEO, 3912/293346).
79
İKİNCİ BÖLÜM
2. BİRİNCİ BALKAN HARBİ VE GALİP PAŞA
Galip Paşa, İzmit Redif Tümeni Kumandanlığı’ndan sonra Edirne Redif Tümeni
Kumandanlığına, buradan da Selanik’teki 13. Tümen komutanlığına getirilmiştir (BOA,
BEO, 3912/293346; BOA, İ.HB, 93/7; Renin, nr. 1030-15, 1 Temmuz 1327). Bu
tümenin komutanlığını yaparken Birinci Balkan Savaşı başlamıştır. Galip Paşa, Balkan
Savaşlarında Batı Ordusu’na bağlı olan Vardar116 Ordusu’nun 5. Kolordu’sunda117 13.
Tümen’in
118
komutanlığını yapmıştır. Birinci Balkan Savaşı’nın sonunda, Nisan
1913’de ise Fiyer119 bölgesindeki kuvvetlerin komutanı olmuştur (Çakmal, 2012: 573578). 2-10 Ekim 1912 tarihleri arasında seferberlik işleriyle meşgul olan 13 Tümen
(ATASE, BLH, 734/H4/1-29), savaş esnasında sırasıyla Komanova, Pirlepe, Manastır
ve Yanya civarındaki muharebelerde yapmıştır.
2.1. HARBİN BAŞLAMASI
Osmanlı Devleti için 19. yüzyıl çok kesif bir şekilde siyasî ve hukukî
değişimlere sahne olmuştu. Bu süreç 20. yüzyılın başında da hızlı bir şekilde devam
etmiştir. Uzun süreli bir mücadelenin sonunda 1908’de parlamenter sistem yeniden
yürürlüğe girmiştir. II. Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlı ülkesinde çok partili siyasal
116
Vardar, Rumeli’deki nehirlerdendir. Kosova Vilayeti’nin Kalkandelen Kazası’nda, Şar Dağı’nın doğu
eteklerinden doğar (Şemseddin Sami, 1316: 4655).
117
Kolordu: İki, üç tümenden ve bağlı birliklerden kuruludur (Kip, 1939: 143).
118
Tümen: Üç alay veya iki liva ile topçu ve diğer yardımcı sınıflardan oluşan ve her türlü muharebe ve
hareket gücüne sahip birliktir (Kip, 1939: 66).
119
Luşna olarak da bilinir. Yanya Vilayeti dâhilinde bir kazadır (Sezen, 2006: 351).
80
hayat da başlamıştır. Bu süreçte, devlet erkânı içerideki değişimi idare etmenin
telaşındayken dış gelişmelerle yeterince ilgilenememiştir. 1908 yılında Bulgaristan
bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan Girit’i, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise
Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini açıklamıştır. 1911’de İtalya Trablusgarp’ı işgal etmeye
yeltenmiş, bundan cesaret alan Balkan devletleri ise Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır
(Tanin, nr. 1465, 26 Eylül 1328; Uçarol, 2000: 432; Esmer, 1944: 413-417). Balkan
Devletleri, Osmanlı Devleti’nin zor durumundan faydalanarak, Makedonya’da kalan
topraklarını ele geçirmek istemişlerdir (İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Uçarol,
2000: 431; Esmer, 1944: 413-417; Eyicil, 2005: 219; Ateş, 2009: 411; Üçok, 1980:
202).120
Balkan Devletlerinin aralarında birlik oluşturmasında Rusya etkili olmuştur
(Uçarol, 2000: 432; Eyicil, 2005: 220; Üçok, 2009: 202). Rusya’nın aracılığı üzerine 13
Mart 1912’de Sırbistan ile Bulgaristan arasında “Dostluk ve İttifak Antlaşması”
imzalanmış121 ve böylece Osmanlı Devleti’ne karşı Balkanlarda ilk ittifak kurulmuştur
(BOA, İ.MMS, 154/16; Uçarol, 2000: 433; Eyicil, 2005: 220, 221; Ateş, 2009: 411;
Üçok, 2009: 202). Bulgaristan ile Sırbistan imzaladıkları bu ittifakla Osmanlı
Devleti’nden alacakları toprakları aralarında paylaşmayı kararlaştırmışlardır. 29 Mayıs
1912’de Bulgaristan ile Yunanistan arasında ittifak imzalanmış, Ağustos 1912’de gruba
Karadağ da katılmıştır (Eyicil, 2005: 220, 221; Uçarol, 2000: 434; Ateş, 2009: 411;
Üçok, 2009: 202). Böylece dört Balkan devletinin ittifakı tamamlanmıştır (İkdam, nr.
5641, 21 Teşrinievvel 1328).
120
Balkan devletleri, ittifak yaparken, Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda kalan topraklarını paylaştıkları
gibi Doğu Trakya’da sadece İstanbul’u Osmanlı Devleti’ne bırakmışlardır (İkdam, nr. 5641, 21
Teşrinievvel 1328).
121
Bulgaristan ile Yunanistan arasında düşmanlık ve rekabet açıkça görülmekteyken aniden yakınlaşmaya
başlamışlardır (Tanin, nr. 1226, 18 Kânunusani 1327).
81
Savaşın başlamasına haftalar kala Balkanlardaki Müslüman topluluklarda ve
İstanbul halkında savaşa girme isteği oluşmuştur (BOA, DH.SYS, 112-1/1/5). Osmanlı
halkı, mensubu oldukları devleti Balkan devletlerinden daha güçlü görmüş ve harbi dört
gözle bekler hale gelmiştir. İstanbul’da bazı çevreler daha harp başlamadan, harbe
destek olmak üzere yardım kampanyaları düzenlemiştir (Tanin, nr. 1461, 12 Eylül
1328). Tanin Gazetesi’nde savaşın gelişi bir bayram havası içinde anlatılmıştır (Tanin,
nr. 1460, 11 Eylül 1328). Tanin’in 1465. sayısında, “Hele şükür muharebe başladı”
şeklinde başlık atılmıştır (Tanin, nr. 1465, 26 Eylül 1328). İttihat ve Terakki Fırkası ise
Balkan devletlerinin oluşturduğu harp havasına karşılık, Sultanahmet Meydanı’nda
miting düzenlemiştir (Tanin, nr. 1460, 11 Eylül 1328).
1 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti seferberlik ilan etmiş,122 8 Ekim 1912’de ise
Osmanlı-Karadağ savaşı başlamıştır (BOA, İ.MMS, 154/16; BOA, DH.SYS, 1121/1/41; Üçok, 2009: 203). Karadağ büyükelçisi Osmanlı Devleti’nin ilgili makamlarına
iki devlet arasında savaşın resmen başladığını ilan etmiştir (Tanin, nr. 1465, 26 Eylül
1328). 17-18 Ekim 1912’de ise diğer üç Balkan devleti de Osmanlı Devleti’ne savaş
ilan etmiştir (Eyicil, 2005: 223; Uçarol, 2000: 439).123
Aslında Osmanlı Devleti’nin böyle bir savaşa hazır olmadığı daha savaşın ilk
122
Genel seferberlik emri ilgili makamlara da bildirilmiştir. Genel seferberlik kararından bir gün önce
Selanik’ten gelen telgraf Sırp, Bulgar, Yunan ve Rus konsolosları arasında görüşmeler yapıldığını
bildirmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/39; BOA, DH.SYS, 112-1/1/49). Balkan savaşları başlarken
başkomutan vekili ve Harbiye Nâzırı, Nâzım Paşa’dır (Karal, 1999: 306; İkdam, nr. 5646, 26 Teşrinievvel
1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11340, 20 Teşrinievvel 1328). Seferberlik ilan edildiğinde Gazi Ahmet
Muhtar Paşa sadrazamdır (BOA, DH.SYS, 112-1/1/53; Uçarol, 2000: 438; Takvim-i Vekayi, nr. 1268, 15
Teşrinievvel 1328). 29 Ekim 1912’de Ahmet Muhtar Paşa kabinesi düşürülmüş ve yerine Kamil Paşa
kabinesi kurulmuştur (Uçarol, 2000: 441).
123
Osmanlı yönetimi, savaş başladığından, 10 Teşrinievvel 1328’de, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan
ve Karadağ’dan Osmanlı ülkesine girecek mallara yüzde yüz gümrük uygulaması getirmiştir (Takvim-i
Vekayi, nr. 1268, 15 Teşrinievvel 1328).
82
haftalarında ortaya çıkmıştır. Kısa sürede hazırlıkların tamamlanması için gayret
gösterilmiştir. Gazetelerde, durumun vahim olduğu, düşmanın İstanbul’u tehdit etmeye
başladığı ve halkın elinden gelen desteği vermesi gerektiği anlatılmıştır (İkdam, nr.
5646, 26 Teşrinievvel 1328). Çanakkale124 gibi yakın illerden toplanan askerlerle redif
birlikleri oluşturulmuş, vergilerin daha iyi toplanabilmesi için duyurular yapılmış, vergi
toplama büroları tatil günlerinde bile açık tutulmuştur (BOA, DH.SYS, 112-1/1/11;
Takvim-i Vekayi, nr. 1271, 18 Teşrinievvel 1328). Kurban paralarının harbe destek
olarak verilmesi istenmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11335, 15 Teşrinievvel 1328).
Durumun ciddiyetini anlayan halk, harbe destek için yardım kampanyaları
düzenlemiş; 125 orduya hayvan ve araba bağışında bulunmuştur (İkdam, nr. 5641, 21
Teşrinievvel 1328; Takvim-i Vekayi, nr. 1270, 17 Teşrinievvel 1328). Bazı emekli
subaylar, savaşta kullanılsın diye atlarını bile orduya bağışlamışlardır (Takvim-i
Vekayi, nr. 1268, 15 Teşrinievvel 1328).126
Osmanlı Devleti, savaşa haftalar kala bir kısım askerî hazırlıklar yapsa da savaş,
çok büyük eksikliklerle başlamıştır (BOA, MKT.MHM, 608/15).
124
127
Özellikle
Balkan Savaşı, hasat dönemine denk geldiğinden, seferber edilecek halkın bir kısmında gönülsüzlük
olmuştur. Firar hadiseleri yaşanmasın diye sevk edilecek halkın jandarma eşliğinde götürülmesi
istenmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/68). Merkezden yapılan yasaklamalara bile uymayanlar olmuştur.
Mesela, savaştan dolayı dışarıya hayvan ihracının yasaklandığı halde bu yasağa uymayanlar çıkmıştır
(BOA, 9-E/321-2/1).
125
Balkan Savaşı’ndan dolayı Hindistan’da, Osmanlı ordusu için heyecanlı toplantılar ve yardım
kampanyaları düzenlenmiştir (Tanin, nr. 1483-54, 14 Teşrinievvel 1328).
126
Balkan Savaşı esnasında devlet Balkanlardan Anadolu’ya doğru göçmekte olan muhacirlerle de
ilgilenmek zorunda kalmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11333, 13 Teşrinievvel 1328). Anadolu halkı ise
bir yandan yardım toplarken diğer yandan muhacirlere sahip çıkmaya çalışmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr.
11334, 15 Teşrinievvel 1328).
127
Osmanlı Devleti, gelişmeleri zamanında takip etmediğinden, birliklerini toparlayıp istediği bölgeye
yönlendirmekte zorlanmıştır (BOA, DH.SYS, 112-1/1/77). Balkan devletleri seferber oldukları halde
Osmanlı sınırları hâlâ güvenli duruma getirilmemiştir. Savaş için toplanan ahaliye silah verilememiştir.
83
Makedonya civarında mücadele verecek olan Batı Ordusu’nun merkezden destek görme
ihtimali oldukça zayıftır. Çünkü Bulgaristan’la savaşa girildiğinden kara yolu,
Yunanistan’la da savaşa girildiğinden deniz yolu güvenliğini kaybetmiştir (BOA, BEO,
4110/308204; İkdam, nr. 5641, 21 Teşrinievvel 1328; Tanin, nr. 1503, 24 Kânunusani
1328; Zeki, 1337: 4, 12). Balkanlardaki yığınaklar ise oldukça yetersizdir (Uçarol,
2000: 439).
Osmanlı Devleti, savaşın başında Makedonya ve Arnavutluk’ta 175 bin askere
sahiptir (Hall, 2003: 62). Makedonya’daki savaşların merkezinde yer alan Vardar
Ordusu’nun kuvveti 100 bini geçmesi gerekirken, tüm çabalara rağmen, 50 bini bile
geçememiştir (Zeki, 1337: 3). Galip Paşa’nın komutasındaki 13. Tümen’in bağlı olduğu
5. Kolordu’nun128 toplam er sayısı 20.883, 13. Tümen’in129 er mevcudu ise 5.891’dir
(Hallı, 1979:127). Batı Ordusu’nun yetersiz olan mevcudu bile savaşın kaderini
belirleyecek olan Komanova Muharebelerinde tam olarak bir araya getirilememiştir
(Karal, 1999: 316). Ayrıca harp başladığında Batı Ordusu’nun yığınağı da henüz
tamamlanmamıştır (Andonyan, 1975: 339).
2.2. KOMANOVA MUHAREBELERİ
Vardar Ordusu ile Sırp kuvvetlerinin ilk karşılaştıkları ve Galip Paşa’nın komuta
ettiği 13. Tümen’in savaştığı ilk yer Komanova’dır (Çakmak, 2012:187; The Leeds
Komutanların ise halkla aynı heyecanı duymadıkları gözlemlenmiştir (BOA, DH.SYS, 112-1/1/95).
Yedeklerden oluşturulan taburlara zamanında tüfek bile temin edilememiştir (BOA, DH.SYS, 1121/1/83). Balkanlardaki mevcut birliklerin yetmeyeceği düşünülerek, Anadolu’nun değişik yerlerinden de
yedek birlikler istenmiş fakat bu geciktiği gibi toplananlara silah bulmakta da zorlanılmıştır (BOA,
DH.SYS, 112-1/1/91).
128
5. Kolordu’nun merkezi Selanik’tir (Andonyan, 1975: 335).
129
1911’de 13. Tümen yedi tabura sahiptir (Çalışlar, 2010: 4).
84
Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912). Sırp güçleri ile Osmanlı güçleri arasında devam
edecek olan savaşın kaderi burada, iki gün süren savaşta belirlenmiştir (Aberdeen Daily
Journal, nr. 18032, 25 Ekim 1912).
16-17 Ekim gecesi Batı Ordusu Komutanlığı, Sırbistan’a ve Bulgaristan’a
taarruz edilmesine dair emri tebliğ etmiştir. Bu emir gereğince, Vardar Ordusu
karargâhı 21 Ekim’de Köprülü’den Bereketli’ye 130 nakledilmiştir. 21-22 Ekim gecesi
13. Tümen’e, Novosil’e ulaşma emri verilerek Komanova’ya doğru ilerlemekte olan
düşmana karşı önlem alınmıştır (Zeki, 1337: 7, 9, 25).
Vardar Ordusu 20-21 Ekim 1912 tarihinde, Komanova üzerine taarruz
hazırlıkları yapmaktayken Koçana, Palanga, Priştine istikametlerini işgal etmiş olan
Sırp
kuvvetlerinin
geneli
Bilaç-Komanova
istikametinde
taarruza
geçmiştir
(Telegraph&Star, nr. 7909, 22 Ekim 1912). Buna karşılık Vardar Ordusu, ona bağlı 5.
Kolordu ve Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen hâlâ savaşa hazır hale gelmemiştir.
Vardar Ordusu komutanlığı, hâlâ yapacağı harekât hakkında kesin bir karara bile
varamamıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-78a; ATASE, BLH, 732/H2/1-78). Fakat buna
rağmen Osmanlı birlikleri savunmada kalması gerekirken taarruzu yeğlemiştir (ATASE,
BLH, 732/H2/1-79).
Fevzi Paşa,
131
hatıralarında Komanova Savaşı’nın ilk anlarını, “Yirmi
kilometrelik cephede yayılmış aşağı yukarı otuz bin kişilik Sırp ordusunun iki kanadına
birden kırk beş bin askerle hücum ediyorduk. Taarruzu süratle sonuçlandırmak şarttı.
Çünkü düşmanın ikinci hattındaki otuz bin kişilik kuvveti ağır ağır bize yaklaşıyordu”
130
1877 yılında Üsküp Sancağı dâhilinde bir nahiyedir (Demirtaş, 2012: 125).
131
Fevzi Çakmak.
85
şeklinde anlatmıştır (Çakmak, 2012: 186). 132 Yani Osmanlı ordusunun kısa sürede
harekete geçip düşmanı mağlup etmesi gerekmiştir. Aslında Türk ordusu savaşın ilk
günü olan 23 Ekim’de başarılı da olmuştur (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328;
Senin, nr. 1481-52, 12 Teşrinievvel 1328; Sebilürreşad, nr. 217-35, 18 Teşrinievvel
1328; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912). Fakat Sırp güçleri
arttıkça savaşın seyri değişmiştir (Hall, 2003: 63, 64).
Muharebelerin başladığı ilk gün, 23 Ekim 1912’de Novosil’de Zibofçe Köyü
civarında düşmanla savaş halinde olan Galip Paşa, başarılı olmuş ve karşısında çekilen
Sırpları takibe başlamıştır (ATASE, BLH, 734//H4/1-26; Çalışlar, 2010: 18, 20). 133
Tümenin mücadelesinden Galip Paşa memnun kaldığı gibi o günkü başarıdan dolayı 5.
Kolordu Komutanı Kara Sait Paşa,134 Galip Paşa’yı alnından öpmüştür (Çalışlar, 2010:
19, 25).
23 Ekim akşamı Galip Paşa’nın tümeni ve ona bağlı Nişancı 13. Tabur, 37 ve 38.
Alay, iki batarya, Eski Nağveriç Mahallesi ve Yeni Nağveriç arasında muharebede, 39.
Alay kısmen merkezde ve bir kısmı sol kanat gerisindedir. 23 Ekim 1912’deki durumu,
5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait şöyle bildirmiştir: “Düşman bugün yaptığı hücumda
yenilip hezimete uğrayarak 13. Tümen tarafından takip edilmiştir. Eski Nağveriç Köyü
ve sırtları ele geçirilmiştir. 13. Nizamiye Tümeni, tamamen harp hattına dâhil olmuştur”
(Çakmak, 2012: 187, 189).135
132
Komanova’da ilk karşılaşmada Sırp gücü 30 bin, Türk gücü ise 45 bin civarındadır (Hallı, 1979:182;
Tanin, nr. 1487, 18 Teşrinievvel 1328).
133
Batı Ordusu elde ettiği başarıları telgrafla merkeze bildirmiştir. Mesela, 17 Teşrinievvel 1328 tarihli
telgrafta, İşkodra civarında dört bini aşkın Karadağ askerinin esir alındığı bildirilmiştir (İkdam, nr. 5641,
21 Teşrinievvel 1328; Takvim-i Vekayi, nr. 1274, 21 Teşrinievvel 1328; Zeki, 1337: 27).
134
Sait Paşa, 21-22 Ekim gecesi Korgeneral yapılmıştır (Çalışlar, 2010: 14).
135
Karargahı Zibofçe’de bulunan 5. Kolordu’nun 23 Ekim 1912 tarihli savaş raporu: Düşman bu gün
yapılan taarruzda bozguna uğratılarak 13. Tümen tarafından takip edilmiş, Eskinagoriç Köyü ve sırtları
86
Komanova’da ilk saldırıya çok cesur ve heyecanlı başlamış olan Osmanlı
komutanları Sırplara karşı kazanacakları savaştan o kadar emin olmuşlardır ki zafer
kutlamalarını bile planlamışlardır (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328;
Andonyan, 1975: 344). Komanova Muharebeleri’nin ilk günü, beklenildiği şekilde,
başarılı geçmiştir (Tanin, nr. 1486-152, 17 Teşrinievvel 1328).136 Fakat yavaş hareket
edilmiş olması Sırplar karşısındaki daha büyük bir zaferin elde edilmesini engellemiştir.
Çünkü çarpışmaların başladığı günlerde, I. Sırp Ordusu’nu destekleyecek II. Ordu hâlâ
gerilerdedir (Andonyan, 1975: 341). Fakat Komanova Meydan Muharebesi öncesinde
iletişim problemleri yaşayan Vardar Ordusu zamanında toparlanamamıştır (Andonyan,
1975: 341). Fevzi Paşa’nın hatıralarına göre Komanova muharebelerinin ilk günündeki
taarruzun gecikmesinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen’in de payı olmuştur
(Çakmak, 2012: 187).137
Komanova’daki ilk başarılı harekâtın devamı getirilememiş ve Türk birlikleri
bozguna uğrayarak çekilmiştir. Bazı tümenlerdeki bozgunlar diğer birliklerin moralini
bozmuş ve bu da çekilmeyi hızlandırmıştır. 24 Ekim akşamına gelindiğinde Galip
Paşa’nın komutasındaki 13. Tümen de çekilmeye başlamış ve tüm birlikler Piçinya
Suyu’nun güneyine geçmiştir (Hallı, 1979: 190).
23 Ekimi 24 Ekime bağlayan gece Komanova’da Sırplar güçlü bir atağa
geçmiştir. Sırp piyadesi topçuların başarılı atışlarının açtığı hat üzerinde tam bir ölüm
ele geçirilmiştir. Bütünü ile muharebeye girmiş olan 13. Tümen sağ yanı, İştip Redif Tümeni’nden bir
alayla takviye edilmiştir (Hallı, 1979:185).
136
Sırplar, Komanova Muharebe’sinin başladığı ilk gün büyük kayıplar vermişlerdir (Tanin, nr. 1483-54,
14 Teşrinievvel 1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11331, 11 Teşrinievvel 1328). Kazanılan ilk zafer
İstanbul’da çok olumlu bir etki yapmış ve gelecek zaferler için ümit olmuştur (The Yorkshire Post, nr.
20388, 25 Ekim1912).
137
Fevzi Paşa’nın hatıralarına göre, Komanova’da 5. Kolordu’nun harekete geç başlaması ve 13.
Tümen’e hareket emrinin geç verilmesi hata olmuştur (Hallı, 1979:183).
87
kalım mücadelesi vererek ilerlemişlerdir (The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28
Ekim 1912). Ertesi günü sabahı Zeki Paşa’da geri çekilme düşüncesi oluşmuş, Türk
birliğinde ciddi bir dağılma ve kaçış gözlenmiştir. Bazı askerler topları çekmekte
kullanılan atların üzerlerine binerek savaş meydanından kaçmıştır (Sabahaddin, 1328:
16; Andonyan, 1975: 341-343). 138 Türk birlikleri yaralılarını bile savaş meydanında
terk ederek kaçışmıştır (The Yorkshire Post, nr. 20393, 30 Ekim 1912). Savaş meydanı
yaralı ve ölülerle dolmuştur (Aberdeen Daily Journal, nr. 18037, 30 Ekim 1912). Galip
Paşa’nın komua ettiği 13. Tümen ise burada yaşanan bozgundan sonra en sağlam kalan
birliklerden birisi olmuştur (Zeki, 1337: 33, 37). 139 Fevzi Çakmak’ın hatıralarına göre,
Komanova Muharebeleri’nden sonra 13. Tümen140 ve 15. Tümen’in bir kısmı haricinde
güvenilebilecek kuvvet kalmamıştır (Çakmak, 2012: 231). Özellikle savaş araç
gereçlerinin geride bırakılması Vardar Ordusu’nun vurucu etkisini iyice azaltmıştır
(Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim 1912; Aberdeen Daily Journal, nr.
18037, 30 Ekim 1912).
Zeki Paşa, Vardar Ordusu üzerindeki kontrolünü kaybetmiş, 141 panik yaşayan
askerler verilen emirleri dinlemeyerek farklı yönlere dağılmıştır (Evening Telegraph, nr.
3999, 31 Ekim 1912; The Leeds Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912; Sabahaddin,
1328: 15, 17). Komanova’da yaşanan bozgundan sonra birliklerin kaçışını durdurmak
138
24 Ekim 1912’de 6 ve 7. Kolordu kaçışmaya başlamış ve savaş meydanını terk etmiştir (Zeki, 1337:
33; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912).
139
Savaş meydanında tek başına kalan 5. Kolordu da Zeki Paşa’nın emriyle çekilmeye başlamıştır (Zeki,
1337: 33).
140
Fevzi Çakmak’ın verdiği bilgilere göre on taburdan oluşan 13. Tümen’in Komanova’da 6980 askeri
vardır (Çakmak, 2012: 211).
141
Zeki Paşa ve kolordu komutanları Komanova bozgunundan sonra Üsküp’te bir toplantı yapmıştır.
Burada Cavit Paşa hariç olmak üzere Zeki Paşa ve diğer komutanlar geri çekilmenin daha iyi olacağını
savunmuştur (Aberdeen Daily Journal, nr. 18039, 1 Kasım 1912).
88
çok zor olmuştur (ATASE, BLH, 734/H1/1-58; Sabahaddin, 1328: 17). Dağılma
başlayınca komutanlar kaçan askerlerini silahla durdurmaya çalışmış fakat bunlardan
aynıyla karşılık almışlardır (Zeki, 1337: 33; Sabahaddin, 1328: 16). Birliklerin çoğu
mühimmat ve toplarını bile gerilerde bırakmışlardır (The Yorkshire Post, nr. 20393, 30
Ekim 1912; Sabahaddin, 1328: 17).142 Yaşanan dağılmalar komutanları zora sokmuş ve
birliklere düzen vermek zorlaşmıştır. Bunun için, kaçanlar hakkında idam cezası gibi
sert tedbirler benimsenmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-63a).
Birlikler Komanova’dan Köprülü istikametine doğru çekilirken 13. Tümen’e
bağlı birliklerin de düzeni bozulmuş, Galip Paşa, bunları toplamakta zorlanmıştır. 26
Ekim’e gelindiğinde bile Galip Paşa hâlâ kendisine bağlı birlikleri toparlamakla
meşguldür (ATASE, BLH, 734/H11-58; ATASE, BLH, 734/H1/1-59; ATASE, BLH,
734/H1/1-60; Evening Telegraph, nr. 3999, 31 Ekim 1912). Subaylarda, erlerde,
silahlarda ve top çekmekte kullanılan hayvanlarda eksilmeler 143 olmuştur (ATASE,
BLH, 734/H1/1-58a). Bunda esir ve şehit olanların haricinde firarlar da etkili olmuştur
(ATASE, BLH, 734/H1/1-60a). Osmanlı Ordusu Komanova’da 1.200 ölü, 300 yaralı,
300 esir vermiştir (Karal, 1999: 316; Çakmak, 2012: 220). Sırplar ise 687 ölü, 3.208
yaralı, 597 kayıp vermiştir (Hall, 2003: 64).
Zeki Paşa, Komanova bozgununu anlatırken, “Karargâhı gözyaşları içinde en
son olarak terk ettim” demiştir (Zeki, 1337: 34). 25-26 Ekim 1912 gecesi Batı Ordusu
Komutanı’na çektiği telgrafta ise, “Harp şansı bendenize yardım etmedi. Moralin
142
Komanova bozgununda birliklerin geneli toplarını Sırplara terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat 13.
Tümen uzun süre direnerek toplarını genel itibariyle kurtarmayı başarmıştır (Hallı, 1979: 212).
143
26 ve 27 Ekim 1912 tarihine gelindiğinde 13. Tümen kayıpları şu şekildedir: Nişancı taburu: 17 esir
veya kayıp, 45 firar. 38. Alay: 911 firar. 39. Alay: 99 esir veya kayıp. 39 Alayın mevcudu: 2 ümera, 42
zabit, 1031 silahlı er, 154 silahsız er. 38. Alayın mevcudu: 2 ümera, 18 zabit, 404 silahlı er (ATASE,
BLH, 734/H1/1-60a).
89
yükseltilmesi için komutanlıktan af edilmemi, yerime başka birinin atanmasını istirham
ederim” demiştir. Batı Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa ise Zeki Paşa’nın istifasını kabul
etmediği gibi onu görevini yapmaya teşvik etmiştir (Hallı, 1979: 214, 215).
Komanova hezimeti Batı Ordusu’nun savaşma azmini bitirmiştir (Andonyan,
1975: 349). Bu bozgundan sonra birliklerin geri çekilişi dağınık bir şekilde olmuştur.
Komutanların askerlerini yeniden intizama sokması günlerce sürmüştür. Zeki Paşa, geri
çekilmekte olan 5. Kolordu’nun Bereketli’de toplanmasını istemiştir (Çakmak, 2012:
231). Komanova yenilgisinden sonra, Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu, Vardar
Ordusu’nun yegâne ümidi olmuştur (Çalışlar, 2010: 37). Bu kolordunun Komanova’dan
Bereketli yönünde çekilişi diğerlerine nazaran daha düzenli olmuştur (Zeki, 1337: 3538). Bu süreçte ilgili kolorduya bağlı 13. Tümen, Bereketli yönünde geri çekilmeye
başlamıştır (Çakmak, 2012: 200). 144 Bereketli’den sonra ise Köprülü’ye çekilmiştir
(Zeki, 1337: 35-37). 25 Ekim gecesini Köprülü’nün doğusunda geçirmiştir (Çakmak,
2012: 233). Sırplar da aynı istikamette Türk ordusunu takip etmiştir (Andonyan, 1975:
343; Tanin, nr. 1482-53, 13 Teşrinievvel 1328).
27 Ekim’e gelindiğinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen’in Köprülü’den
hareket etme zamanı gelmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-62a). 27-28 Ekim gecesini de
Köprülü’de geçiren tümene Galip Paşa, 28 Ekim’de yürüyüş emrini vermiştir (ATASE,
BLH, 734/H1/1-63; ATASE, BLH, 734/H1/1-63a). 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait
Paşa, 28-29 Ekim gecesi Galip Paşa’ya verdiği emirle, 13. Tümen’in 29 Ekim sabahı
Vardar’ın sağ sahiline geçmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-61). Galip Paşa,
kolordu komutanından gelen emre uyarak kendisine bağlı tümeni Vardar’ın sağ tarafına
144
Komanova’dan itibaren yapılan geri çekilme hareketinde Binbaşı Kemalettin’in komuta ettiği 5.
Nişancı Alayı, Galip Paşa’nın tümeninin işini kolaylaştırmış; Topolçan Köprüsü’nü tutan düşmana bir
adım attırmamış (Güngör, 1937: 59).
90
geçirmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-61a). Asker arasında firarlar145 ve disiplinsizlikler
görülebildiğinden Galip Paşa, tüm birliklerin geçişinden sonra Vardar’ın diğer tarafına
geçmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-62).
Komanova yenilgisi üzerine Makedonya Balkan devletlerinin eline geçmeye
başlamıştır (Halaçoğlu, 2002: 537; Uçarol, 2000: 440). Vardar Ordusu Komanova’dan
Manastır’a doğru çekilirken Sırplar eski Sırbistan’ın başşehri olan Üsküp’e146 girmiştir
(ATASE, BLH, 734/H1/1-61; Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim 1912;
Aberdeen Daily Journal, nr. 18037, 30 Ekim 1912).147 Komanova bozgunu sonucunda
Vardar Ordusu’nun kontrolsüz bir şekilde dağılarak geri çekilmesinden dolayı Üsküp’te
savunma düzeni alınamamış ve dolayısıyla da Sırplar buraya ciddi bir direnişle
karşılaşmadan girmişler ve bol miktarda savaş malzemesi ele geçirmişlerdir (Aberdeen
Daily Journal, 29 Ekim 1912; The Citizen, nr. 258, 28 Ekim 1912; The Devon And
Exeter Gazette, nr. 20566, 28 Ekim 1912; The Manchester Courier, nr. 17466, 28 Ekim
1912; Hall, 2003: 65).148
Zeki Paşa, hatıralarında, Komanova’da yaşanan bozgunun asıl sebebi olarak
komutanların 23-24 Ekim gecesi birlikleri ile yeterince ilgilenmediğini göstermiştir.
Bozgunun sebeplerini anlatırken kendisini de temize çıkarmamış ve kolordu
komutanları ile daha sıkı irtibatının olması gerektiğini dile getirmiştir (Zeki, 1337: 36,
145
Batı Ordusu’nda firarlar olmuştur. Fakat askere ders olması için firar eden subaylar ve erler
yakalandıktan sonra askerlerin önünde kurşuna dizilmiştir (ATASE, BLH, 734/H1/1-63a).
146
Üsküp-Manastır arasındaki mesafe 80 mil kadardır (Nottingham Evening Post, nr. 10651, 29 Ekim
1912).
147
Üsküp’ün ele geçirilmesi Sırbistan’ın başkentinde tam bir bayram havası içinde kutlanmıştır. Sırp
komutanlar Üsküp’e büyük bir gösteriyle girmişlerdir. Üsküp’te oturmakta olan diğer ulusların önde
gelenleri Sırp komutanlarla görüşerek kendilerine bundan sonra da burada oturma ve işlerini devam
ettirme izni verilmesini istemişlerdir (The Manchester Courier, nr. 17466, 28 Ekim 1912).
148
Sırplar, Üsküp’ü ele geçirdikten sonra burayı genel karargâh haline getirmişlerdir (Evening Telegraph,
nr. 3999, 31 Ekim 1912).
91
48).
Vardar Ordusu komuta kademesinin Komanova Muharebeleri öncesinde savaş
hazırlıklarını ağırdan alması Sırpların lehine olmuştur. Türklerin daha önceden
başlatacağı taarruz, Sırplar için büyük bir felaket olabilirdi. Çünkü Sırp kuvvetleri
henüz tam muharebe düzeni alamamıştır. Vardar Ordusu’na bağlı kolordu
komutanlarının ilk gün kazanılan başarıyı devam ettirmek için daha disiplinli ve gayretli
olması gerekirken 23-24 Ekim gecesi birliklerinin başında bile durmamışlardır. Bu
durumdan istifade eden Sırplar Vardar Ordusu üzerine beklenmedik bir taarruz
gerçekleştirerek savaşın sonucunu kendi lehlerine çevirmişlerdir.
Komanova’da yaşanılan hezimet Türk birliklerinin savaş gücünü ciddi bir
şekilde kırmıştır. Çünkü savaş meydanında asker kaybının yaşanmasının yanında
önemli miktarda savaş malzemesi de terk edilmiştir. Pirlepe yönünde dağınık bir şekilde
geri çekilen Vardar Ordusu’na bağlı kolorduların toparlanması bile günlerce zaman
almıştır. Galip Paşa, Zeki Paşa ve Fevzi Çakmak’ın hatıralarından da anlaşıldığına göre
kendisine bağlı tümeni önemli bir kayıp verdirmeden toparlamayı ve savaş düzenine
sokmayı başarmıştır.
2.3. PİRLEPE149 MUHAREBELERİ
5. Kolordu’nun Pirlepe’de Sırplarla mücadelesi 3 Kasım’da başlamış, yağmur ve
fırtına altında üç gün sürmüştür (Hall, 2003: 66).150
Komanova’dan sonra Vardar Ordusu’nun Köprülü’de kontrol altına alınması
149
Manastır vilayetinde, Manastır’ın 40 kilometre kuzey doğusunda kaza merkezi bir kasabadır. Babona
Dağı’nın eteğindedir (Şemseddin Sami, 1316a: 1500).
150
Pirlepe çarpışmalarında Sırplar topçu birliklerinden ziyade piyadelerini kullanmıştır (The Yorkshire
Post, nr. 20404, 12 Kasım 1912).
92
günlerce sürmüş ve bundan sonra Pirlepe’yi savunma görevi 5. Kolordu’ya verilmiştir.
28-29 Ekim 1912 gecesi, bu kolorduya bağlı 13. Tümen’in ise İzovur’da olması
istenmiştir (Hall, 2003: 66).
Birlikler Köprülü civarında yeniden yapılandırılırken Galip Paşa’nın emrindeki
birliklere, Köprülü’nün doğusunda artçılık 151 görevi verilmiştir. 28-29 Ekim tarihine
gelindiğinde Köprülü de Sırplar tarafından işgal edilmiş ve aynı gece Vardar Ordusu
buradan harekete geçmiştir. 5. Kolordu, Pirlepe’ye doğru çekilmiştir. Galip Paşa’nın
emrindeki birlikler ise 29 Ekim’de Abdi Paşa Hanı yakınında kalmıştır. Bu günlerde 13.
Tümen’in 13. Nişancı Taburu, 37. ve 38. Alayları sahra bataryaları Babona mevziine
152
doğru hareket halindedirler. Bunların görevi Babona mevziini işgal ve tahkim
etmektir (Çalışlar, 2010: 37; Çakmak, 2012: 244; Hallı, 1979: 219, 226).
5. Kolordu Komutanı Sait Paşa, Galip Paşa’dan 30 Ekim 1912’de verdiği emirle,
onun Pletvar-Liniste hattında bulunup Pirlepe-Grasko yolunu güven altına alarak
Krivolak’a kadar keşif yapmasını istemiştir. 1 Kasım 1912’de, 5. Kolordu, düşmanla
temasını koruyarak Köprülü, Tikveş,
153
Krivolak istikametlerinin örtülmesi ve
korunması ile görevlendirilmiştir. 1 Kasım 1912 tarihinde154 13. Tümen’in 38. Alay’ının
bir taburu, 13. Topçu Alayı’nın bir bataryası Pletvar geçidinde; 38. Alay’ının 1. Taburu
Krisnik geçidinde, 37. Alay’ı ile 13. Nişancı Taburu Liniste dolayındadır (Çakmak,
2012: 305; Hallı, 1979: 230, 231).
151
Geri yürüyüş yapan kıt’anın çekilmesini temin ve istisnai hallerde ileri yürüyüş yapan bir kıt’anın
gerilerini düşman saldırılarından korumak amacıyla çıkarılan emniyet kuvvetidir (Kip, 1939: 13).
152
Mevzii: Bir askerî birliğin muharebe bakımından işgal ettiği veya edeceği yerdir (Kip, 1939: 161).
153
1867 yılında Selanik’e bağlı bir kaza olarak görünmektedir (Sezen, 2006: 502).
154
13. Tümen’in 16 Kasım-11 Aralık 1912 tarihleri arasındaki durumu: 16, 17, 18 Kasım 1912:
Manastır’da savaş. 19-20 Kasım 1912: Filorina’da istirahat. 23-24 Kasım: Görice’de istirahat. 5-11 Aralık
1912: Berat’ta istirahat (ATASE, BLH, 734/H4/1-27.
93
5. Kolordu Komutanlığı 1-2 Kasım 1912 155 gecesi Galip Paşa’ya, Pletvar ve
Kristiç geçitlerini elinde tutarak bu yönlerden gelecek saldırıları geri püskürtmesini, 15.
Tümen’le irtibat kuracak ve 5. Kolordu’nun sol kanadına yardım edecek şekilde tedbirli
olmasını emretmiştir (Hallı, 1979: 233).
Galip Paşa’nın emrindeki 13. Tümen’in 2 Kasım 1912 tarihinde, Pirlepe’deki
durumu şu şekildedir: Peltevar geçidi 38. Alay’dan bir tabur, bir sahra bataryasıyla;
Karistiç geçidi 38. Alay’ın 1. Tabur’uyla işgal edilmiştir. 37. Alay ve Nişancı 13. Tabur,
Lenişte civarında, 13. Tümen’in ihtiyatını oluşturmuştur (Çakmak, 2012: 308).
3 Kasım itibariyle kar yağışı başlamış ve soğuk şiddetlenmiş buna bağlı olarak
da hastalık, ölüm ve firarlar artmıştır. Ayrıca düşman hakkında tatmin edici bilgi almak
zorlaşmıştır. Bunun için bazı birliklere keşif görevi verilmiştir. Galip Paşa’ya,
oluşturacağı bir müfreze ile Pletvar-Tikveş yönünde keşif taarruzu yaparak eşkiyaları ve
asi köylüleri etkisiz hale getirerek Tikveş yolunu kontrol altında tutma görevi verilmiştir
(Hallı, 1979: 235).156
13. Tümen’e ait 38. Alay’ın 1. Taburu, 3-4 Kasım 1912 gecesi Kristiç
Geçidi’nin kontrolünü sağlayamadığından, başarılı bir kuşatma harekâtı düzenleyen
Sırplar bu taburu geri çekilmeye mecbur bırakmıştır. Durumdan haberdar olan Zeki
Paşa, Galip Paşa’ya ilgili boğazı geri almasını emretmiştir. Aldığı emir gereğince
kendisine bağlı tümeni 4 Kasım’da harekete geçiren Galip Paşa, muharebelere bizzat
iştirak ederek Kristiç Geçidi’ni Sırplardan almayı başarmıştır (Çakmak, 2012: 312-314;
155
5. Kolordu’nun raporlarına göre 13. Tümen Kasım ayının ilk haftasında hâlâ gücünü korumaktadır
(Hallı, 1979: 234).
156
Savaş esnasında Osmanlı birliklerini yerli Sırplar da meşgul etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11331,
11 Teşrinievvel 1328).
94
Hallı, 1979: 236-240).157Galip Paşa’nın bu başarısı, 5. Kolordu’ya ve Vardar Ordusu’na
büyük bir moral olmuştur (Zeki, 1337: 45).
İlk günleri Türklerin başarılarıyla geçmiş olan Pirlepe Muharebeleri Sırpların
üstünlüğüyle tamamlanmış ve Vardar Ordusu karlı bir havada, düşman birliklerinin
takibi altında, Manastır yönünde geri çekilmiştir (The Yorkshire Post, nr. 20404, 12
Kasım 1912; Zeki, 1337: 45-47). Bu çarpışmalarda Vardar Ordusu 300 ölü, 900 yaralı,
152 esir verirken Sırpların kayıplarının toplamı 2 bin civarında olmuştur (Hall, 2003:
67).
Pirlepe’de, asıl vazifesi düşmanı meşgul ederek vakit kazanmak olan 5.
Kolordu’nun kesin sonuç verebilecek bir çatışmadan kaçınması gerekmiştir. Çünkü
Komanova’da büyük kayıplar verilerek, kar ve buzla kaplı yollardan yapılan geri çekiliş
askerleri bitkin hale getirmiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-69a; The Yorkshire Post, nr.
20404, 12 Kasım 1912). Pirlepe’ye varıldıktan sonra ise askerler, soğuğa, kara ve
rüzgâra açık bir bölgede yerleştirilmiştir. Günlerce uykusuz kalmış ve canından bezmiş
askerleri soğuktan koruyacak bir ortam oluşturulamamıştır. Dolayısıyla da askerler,
gözünü savaş meydanından ziyade sığınmayı düşündüğü köyler tarafına çevirmiştir
(ATASE, BLH, 732/H2/1-68a). Hava şartlarının olumsuzlukları yanında Türk
birliklerinin teknik olarak yetersiz olması, istihbarat problemlerinin yaşanması,
planlama ve programlama hatalarının görülmesi de Vardar Ordusu’nun Pirlepe
başarısızlığında etkili olmuştur (ATASE, BLH, 732/H2/1-69). Fakat her şeye rağmen,
bu ordunun bozgundan sonra toparlanarak geri çekilebilmesi bile bir başarıdır (ATASE,
BLH, 732/H2/1-69a).
Türk kolordularının Pirlepe’deki hezimetinden sonra Alınça Muharebesi
157
2-5 Kasım arası, 13. Tümen Pletvar’da muharebededir (ATASE, BLH, 734/H4/1-26).
95
başlamıştır. 5 Kasım’da Zeki Paşa, Galip Paşa’nın dâhil olduğu kolordudan Pirlepe’yi
geri almasını istemiştir. Böylece 6 Kasım 1912 sabahı, Pirlepe civarında Sırplarla
yeniden muharebe başlamıştır. Yapılan çarpışmalarda 15. Tümen’in bozularak geri
çekilmesi üzerine Galip Paşa’ya da geri çekilme emri verilmiştir. Böylece Alınça
civarındaki muharebenin de Sırplar karşısında kaybedildiği kabul edilmiştir (Çakmak,
2012: 321, 322; Hallı, 1979: 249, 252).
Galip Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu, Alınça’da bozguna uğradıktan sonra
Karasu güneyinde Topolçan Köprüsü civarında toplanarak düzenini kurduktan sonra 6-7
Kasım gecesi geri çekilişe devam etmiş ve Petileb Hanı’na ulaşmıştır. Gece yürüyüşleri
askerlerin disiplinini kısmen de olsa azalttığı gibi ortaya çıkan şiddetli bora, fırtına, kar
birliklerin düzenini tamamen bozmuştur. On gün boyunca sürekli yürümüş, geri
çekilişlerle ve muharebelerle yorulmuş, karlı ve soğuk havadan aşırı derecede
etkilenmiş olan birlikler sığınmaya yer aramaya başlamıştır. Bu durum birlikleri daha
düzensiz hale getirmiş ve asker Şemniçe Suyu’nun güneyine, Manastır Ovası’na
yayılmıştır. Bundan dolayı da kolordu komutanları 12 Kasım 1912 tarihine kadar
birliklerinin toplanması, düzene sokulması, eksiklerin giderilerek emredilen bölgelere
yerleştirilmesi ile meşgul olmuştur. Bu sürenin uzun tutulması kısmen de olsa Manastır
muharebesini kolaylaştırmıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-68; Sabahaddin, 1328: 27).
Galip Paşa’ya bağlı birlikler, Pirlepe kuzeyinde Abdipaşa, Perisat, Pletvar
geçitlerini, çok üstün durumdaki düşmana karşı, günlerce müdafaa etmiştir. Manastır’a
çekilirken, Pirlepe güneyinde Alinça’da da şiddetli çatışmalar olmuş ve düşmana
mühim kayıplar verdirilmiştir. Düşmanın takip etmemesi için geri çekilişler genelde
gece yapılmıştır (Zeki, 1337: 72). Alınça civarında, düşman karşısında yaşanan zor
anlarda Galip Paşa’nın kumanda ettiği 13. Tümen’in mühim katkıları olmuştur. Bu
96
tümen, üzerine sevk edilmiş düşman birliğini durdurmayı başararak 5. Kolordu’nun sağ
tarafını korumuştur (ATASE, BLH, 732/H2/1-67a). Buradaki muharebe esnasında, geri
çekilişten kaynaklanan bir arbede yaşandıysa da Galip Paşa’ya bağlı tümen, bölgeden
sağlıklı bir şekilde çekilmeyi başarmıştır (ATASE, BLH, 732/H2/1-67).
Alınça Muharebeleri’nde düşman kuvvetinin fazla olması, Türk askerlerinin
Pirlepe Muharebesi’nin olumsuz etkisini üzerinden atamaması, yorgunluk ve
dağınıklığı, düşmanın tesirli top atışları ve beklenmedik bir şekilde sabahın erken
saatinde taarruza geçmiş olması Türk birliğinin mağlup olmasında etkili olmuştur
(ATASE, BLH, 732/H2/1-67a ; ATASE, BLH, 732/H2/1-68).
Komanova’da ağır bir mağlubiyet alarak dağınık bir şekilde geri çekilen Türk
birlikleri, komutanların gayretleri sonucunda toparlanarak Pirlepe’de yeniden savaş
düzenine sokulmuştur. Fakat sürekli olarak asker ve savaş malzemesi kaybederek geri
çekilmekte olan ordunun Sırplar karşısında tutunabilme ihtimali de günden güne
azalmıştır. Pirlepe bozgunundan sonra Vardar Ordusu’nun yeni bir savunma
yapabilecek şekilde Manastır’a çekilebilmesi bile bir başarı olmuştur. Galip Paşa,
Pirlepe’de yaşanan bozgundan sonra 13. Tümen üzerindeki komutasını başarılı bir
şekilde devam ettirmiş ve bu tümeni Manastır’ın savunmasına güçlü bir şekilde dâhil
etmiştir.
2.4. MANASTIR MUHAREBELERİ158
Batı Ordusu için bir hareket üssü olan Manastır’da, savaşın bütün belirtileri
ortaya çıktığı halde, tahkimat yapılmaması büyük bir ihmal olmuştur (ATASE, BLH,
158
Komanova Meydan Muharebesi iki gün, Pirlepe Muharebesi üç gün, Manastır Muharebesi ise dört gün
sürmüştür (Hallı, 1979: 312).
97
732/H2/1-119). Aslında buranın savaş öncesinde, yağışların başlamadığı günlerde,
tahkim edilmesi hiç de zor değildir (ATASE, BLH, 732/H2/1-119a). Fakat savaşla
birlikte yağışların da başlaması tahkimat yapmayı büyük bir gaile haline getirmiştir.
Günlerce uğraşılarak açılan hendekler kısa bir sürede suyla dolmuştur. Bu durum
askerlerlerde bıkkınlık meydana getirmiş ve hendeklerin tamamlanması konusundaki
emirlere harfiyen uyulmaz hale gelmiştir. Tahkimat işi uzadıkça uzamıştır. Mesela
sabah saatlerinde tamamlanması gereken bir siper kazma işi öğle vaktine sarkabilmiştir
(ATASE, BLH, 734/H271-1a). Ayrıca, savaş esnasındaki imkânsızlıklar bu işi daha da
zorlaştırmıştır. Hem gerekli insan gücü hem de araçlar tedarik edilememiştir. Mesela,
Manastır Muharebeleri başlarken yapılması gerekli tahkimat konusunda 39. Alay
komutanı, Galip Paşa’ya kazma-kürek yetersizliğinden yakınmıştır. Çünkü bu
malzemeler, önceki bozgunlarda esnasında savaş meydanlarında terk edilmiştir
(ATASE, BLH, 734/H3/1-5).
Düşman ordusu, 13 Kasım’a kadar Manastır’a iyice yaklaşmış ve birliklerinin
büyük bir kısmına ileri harekât emri verilmiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-121). 14
Kasım’a159 gelindiğinde160 düşman, bir gün önce ileri sürdüğü kollarını takviye etmekle
beraber Türk hatlarına da iyice yaklaşmıştır. Buna rağmen Galip Paşa’nın dâhil olduğu
5. Kolordu’nun dışındaki kolordular hâlâ tahkimatını tamamlamamıştır (ATASE, BLH,
732/H2/1-122a). Diğer kolordular muharebe için hazır olmadığı halde Mehmet Sait
Paşa, emrindeki kolorduya taarruz emri vermiştir (ATASE, BLH, 732/H2/1-123).
159
Bu tarihte hava yağışsız fakat zemin karlı ve bataklıktır. Birlikler Orizarbâlâ Köyü civarındadır
(ATASE, BLH, 734/H2/1).
160
13. Tümenin 14 Kasım 1912’deki mevcudu: 13 Nişancı Taburu: 13 zabit, 739 er. 37. Alay: 26 zabit,
1483 er. 38. Alay: 31 zabit, 1702 er. 39. Alay: 29 zabit, 1684 er. İstihkâm: 83 zabit, 216 er. Topçu
Müretteb Alayı: 32 zabit, 844 er. Karargâh: 10 zabit, 44 er. Toplam: 6712 er, 224 zabit (ATASE, BLH,
734/H2/1-1).
98
Manastır civarına Sırpların önünde kaçar vaziyette gelen Türk birliklerinin
yeniden düzene sokulması uzun zaman almıştır. En düzenli olarak görülen 5.
Kolordu’da bile ciddi dağılmalar olmuş ve birlikleri intizama sokmak komutanların iki
gününü almıştır (Zeki, 1337: 52, 53). 161 Türk ordusu sadece düşmanı şehirden
uzaklaştırmakla uğraşmamış, aynı zamanda şehir ahalisinin korunması için de mücadele
etmek zorunda kalmıştır. Ayrıca daha önceden şehrin etrafına yapılması gereken
istihkâmlarla savaş esnasında meşgul olunmuştur (BOA, BEO, 4106/307887).
Manastır civarında 13 Kasım 1912’de başlayan mücadeleler, 15 Kasım’da iyice
artmıştır. Bu günlerde Galip Paşa’nın komuta ettiği birlikler, 162 Mogule’nin 2 km
güneyinden itibaren Petilep-Manastır yolunun iki tarafından tahkimli mevziide
mücadelesine devam etmiştir (Andonyan, 1975: 364; Hallı, 1979: 274, 275).
Kasım ayı ortalarına gelindiğinde, 5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa,
Galip Paşa’ya savaşın başından itibaren 13. Tümen’e bağlı birliklerin şu hataları
yaptığını bildirmiştir: Avcılar, düşman piyadesi çok uzakta olmasına rağmen mevzii
almış ve karşı tarafın top atışına hedef olmuşlardır. Birlikler, aralarındaki mesafelerini
korumamalarından dolayı birbirlerinin ateş hattına girmişler ve böylece düşman
topçusunun da işini kolaylaştırmışlardır. Topçu bataryaları birbirinden bağımsız hareket
ettiğinden karşı taraf üzerine yapılan atışların tesiri düşük olmuştur. Mehmet Sait Paşa
161
Pirlepe’den sonra Manastır yolu Sırplara açılmıştır (Hall, 2003: 68). Zeki Paşa’nın kumanda ettiği
birlikler Manastır’a doğru çekilirken Sırp birlikleri de aynı yönde takip yapmıştır (Andonyan, 1975:357).
Sırp ordusu, Manastır ve Ohri üzerinden Draç’a geçmeye çalışmıştır (İkdam, nr. 5651, 31 Teşrinievvel
1328). Pirlepe’den sonra kendisini toparlayan Osmanlı ordusu Sırplar karşısında bazı küçük başarılar
kazanmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 11343, 24 Teşrinievvel 1328; Tercüman-ı Hakikat, nr. 11346, 27
Teşrinievvel 1328).
162
Manastır çarpışmaları esnasında 37, 38 ve 39. Alaylar, 13. Nişancı Taburu, Makineli Tüfek
Bölüğünden oluşan 13. Tümen’in asker sayısı 5.613 kişidir. 13. Tümen’in bağlı olduğu 5. Kolordu’nun
mevcudu 15.813, 5. Kolordu’nun bağlı olduğu Vardar Ordusu’nun toplam mevcudu ise 38.768 kişidir
(Hallı, 1979: 307,308).
99
bundan sonra ise Galip Paşa’ya şu tavsiyelerde bulunmuştur: Bataryalar birbiri ile
uyumlu hareket etmelidir. Kıta kumandanları, birliklerine yakın olmalıdırlar. Böylece
anında yapılacak istihkâm, toplama ve maneviyat kazandırma daha kolay olur (ATASE,
BLH, 734/H2/1-2a; ATASE, BLH, 734/H2/1-3). Galip Paşa, kolordudan gelen bu
uyarıları dikkate almış ve kendisine bağlı birliklere de tebliğ etmiştir (ATASE, BLH,
734/H2/1-3a).
16 Kasım’da Sırplar Vardar Ordusu’nu baskı altına almaya başlamıştır. Galip
Paşa’nın dâhil olduğu 5. Kolordu kendisine karşı yapılan ilk saldırıları geri püskürtmeyi
başarmıştır. Fakat Altıncı Kolordu’da ise ilk geri çekilme emareleri başlamıştır
(ATASE, BLH, 732/H2/1-123a).
Manastır’daki 16-17 Kasım mücadeleleri kısmen ümit verici olsa da aynı
günlerde bölgeye 35 bin civarında Yunan askeri ilerlemeye başlamıştır ki bu durum
savaşı Vardar Ordusu’nun aleyhine çevirmiştir (Tanin, nr. 1503, 24 Kânunusani 1328;
Zeki, 1337: 65, 66); Hallı, 1979: 285; Zeki, 1337: 67).
5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa 17 Kasım 1912 tarihinde, Galip Paşa’ya
13. Tümen’e bağlı bir taburu Çıkrıkçı’ya sevk etmesini ve Novak civarından geçen
düşmana karşı önlem almasını bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-4a). Bunun
üzerine o da kendisine bağlı birliklere şu emri tebliğ etmiştir: “Fırka, yarın, ilerleyen
düşmanı Karasu’yun şimaline ve Novak’dan ilerleyen düşmanı Çıkrıkçı müfrezesiyle
beraber suyun şarkına atmak üzere taarruz edecektir” (ATASE, BLH, 734/H3/1-5a;
ATASE, BLH, 734/H3/1-6). Ayrıca kendisine bağlı birliklere tümen karargâhının
geceyi hükümet konağında geçireceğini ve şafakla birlikte taarruza geçileceğini
bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H3/1-6a).
Sırplar, Manastır civarında 17 Kasım’da 5. Kolordu ve 7. Kolordu’nun bölgesi
100
olan Tirin ve Dragojan’ı ele geçirmiştir (Zeki, 1337: 64). Sırpların 17 ve 18 Kasım’daki
başarıları devam etmiş ve 18 Kasım’daki mücadeleler sonucu belirlemiştir (ATASE,
BLH, 732/H2/1-126a; ATASE, BLH, 732/H2/1-127). Bundan sonra 5. Kolordu’ya,
Manastır’ın 30 kilometre güneyinde bulunan Filorina yönünde çekilmesi emredilmiştir
(Zeki, 1337: 71). Sırplar ise 19 Kasım’da Manastır’a girmişlerdir (Hall, 2003: 69).163
Galip Paşa ise kendisine bağlı tümeni Manastır-Florina yolunu takiben Negoçan
üzerinden çekmeye başlamıştır. Vardar Ordusu karargâhı aynı gün Filorina’dan Piyadur
Köyü’ne nakledilmiştir (Hallı, 1979: 289, 295).
Manastır’a gelindiğinde Vardar Ordusu’nun mevcudu 38.350, Sırp gücü ise
108.544 kişiden ibaret kalmıştır. 164 Buradaki muharebelerde Türkler 1000 ölü, 2000
yaralı, Sırplar ise 539 ölü, 2.121 yaralı ve 329 kayıp vermişlerdir. 5.600 Türk askeri ise
esir düşmüştür (Hall, 2003: 68, 69).
Sürekli geri çekilmelerin ve yenilgilerin askerin maneviyatını bozmuş olması,
planlama ve taktik hataları, gıda, mühimmat ve silah yönünden yaşanan yoksulluk, Sırp
birliklerinin olduğundan daha az kabul edilmesi, sevkiyat hataları, uzun yürüyüşlerin
askerleri bıktırması Osmanlı ordusunun Manastır’daki yenilgisinde etkili olmuştur
(BOA, BEO, 4117/308718; ATASE, BLH, 732/H2/1-121a; ATASE, BLH, 732/H2/1122; ATASE, BLH, 732/H2/1-124; ATASE, BLH, 732/H2/1-126; ATASE, BLH,
734/H3/1-3).
Sırplar kuşatma esnasında Osmanlı birliklerinin geri çekilme yollarını da Türk
komutanların farkına varmayacağı şekilde kontrol altına almışlardır. Sırplar,
163
Manastır muharebelerinde Sırplar 8 bin kayıp verirken Osmanlı 15 bin kayıp ve 10 bin esir vermiştir
(Andonyan, 1975: 369). Hallı’ya göre Osmanlı birliği, Manastır çarpışmalarında 1000’i şehit olmak üzere
3000’e yakın kayıp vermiştir (Hallı, 1979: 292).
164
Manastır’da 120 bin kadar düşman askerine karşı Osmanlı Devleti’nin 60 bin civarında askeri vardır
(Andonyan, 1975: 367).
101
kazandıkları zafer sonucunda bol miktarda savaş malzemesi ve binlerce esir elde
etmişlerdir. Savaş meydanı binlerce ölü ve yaralıyla dolmuştur. Neticede Vardar
Ordusu’nun savaşma gücü büyük oranda kırılmıştır (The Yorkshire, nr. 20411, 20
Kasım 1912; The Devon And Exeter Gazette, nr. 20585, 19 Kasım 1912; The Western
Times, nr. 19773, 25 Kasım 1912; The Leeds Mercury, nr. 22811, 21 Kasım 1912).
Bundan sonra Vardar Ordusu’nun kalıntıları ufak tefek başarılar elde etse bile ordunun
toparlanmasının zor olacağını gören Batı Ordusu Komutanı mütarekeyi çare olarak
düşünmeye başlamıştır (BOA, BEO, 4116/308636; BOA, BEO, 4117/308718).165
Manastır kaybedilince Zeki Paşa emrindeki Vardar Ordusu’nu Filorina’ya
yönlendirmiştir (Andonyan, 1975: 368). Bu ordu, asıl cephelerde bozguna uğradıktan
sonra, Yanya istikametinde çekildiği günlerde buradaki savunmaya destek vermesi
emrini almıştır (Zeki, 1337: 91). Çünkü Vardar Ordusu’nun tek başına mücadele etme
gücü kalmamıştır. Bu durum ilgili makamlara da bildirilmiştir. Elindeki top, mühimmat
ve erzak bitme seviyesine gelmiş olan ordu, takviye beklemeye başlamıştır (BOA, BEO,
4117/308718).
Zeki Paşa, Balkan Savaşı’yla ilgili olarak yazmış olduğu hatıralarında Manastır
çarpışmalarını anlatırken, Galip Paşa’nın kendine bağlı tümeni kontrol altına almayı
başardığı gibi diğer birliklere mensup askerleri bile durdurmak için uğraştığını dile
getirmiştir. Yine ayrıca Zeki Paşa, “Galip Paşa, Vardar Ordusu’nda mevcut fırka
165
Batı Ordusu Kumandanlığı’ndan başkomutan vekili Nazım Paşa’ya çekilen telgrafın içeriği: Dağılan
birlikleri tam olarak toplamak mümkün olmamıştır. Elde top ve mühimmat kalmamıştır. Erlerde ve
subaylarda savaş yürütecek manevi güç kalmamıştır. Düşmanın, Osmanlı birliklerini yakından takip
etmesi, dağılan birlikleri toplayıp işe yarayan kıtalar oluşturmayı zorlaştırmaktadır. Batı Ordusu’nun
düştüğü zor durumdan dolayı mütarekeye muhtaç olduğu görülmektedir. Açlık ve diğer sebeplerden
dolayı mütareke zorunlu hale gelmiştir. Fakat her şeye rağmen Batı Ordusu’nun harbe devam etmesi
istenecektir ( BOA, BEO, 4117/308718).
102
kumandanlarının en iyisi idi. Komanova, Pirlepe ve Manastır muharebelerinde pek
ziyade yararlık göstermiş ve harbin nihayetine kadar vazifesinde kalmıştır. Kendisinden
Yanya havalisindeki muharebelerde de pek çok istifade edilmiş ve bilahare Müretteb
Kolordu Kumandanlığı vazifesi müşarünileyhe tevdi olunmuştu” (Zeki, 1337: 74)
demiştir.
Manastır Muharebeleri’nden sonra 5. Kolordu’da 166 bir düzensizlik hâkim
olmuştur. Açlık çok ciddi bir sorun haline gelmiştir (BOA, BEO, 4117/308718/4; Tanin,
nr. 1503, 24 Kânunusani 1328). Karnını doyurmayı birinci plana alan askerlerden
yiyecek karşılığında silahlarını satanlar bile görülmüştür. Askerler her an bir yerleri
yağmalayabilecek hale gelmişler ve ölmüş atların etlerini bile yemişlerdir (Hallı, 1979:
349, 356).
Galip Paşa’nın komuta ettiği 13. Tümen de diğer birlikler gibi Manastır
bozgunundan sonra geri çekilirken açlığa ve konaklama sorununa karşı mücadele
vermiştir. Yardımları beklenen civar köylüler askerleri köylerine kabul etmemişlerdir
(ATASE, BLH, 734/H4/1-10; Hallı, 1979: 346).
5. Kolordu Komutanı Mehmet Sait Paşa, Galip Paşa’ya 24 Kasım 1912’de tebliğ
ettiği emrinde 13. Tümen’e bağlı birliklerden seçilecek 500 kadar askerin ertesi gün,
Yanya’ya sevk edilmek üzere hükümet konağında hazır bulundurulmasını istemiştir.
Fakat Filorina’dan beri yürümekte olan tümen, konaklama, yorgunluk ve açlık sorunları
ile boğuşmaktadır (ATASE, BLH, 734/H4/1-10). 24-25 Kasım gecesi gelen emirde ise
Mehmet Sait Paşa, Galip Paşa’dan 25 Kasım günü için 13. Tümen’in Görice’den
yürüyüşe geçirilmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H4/1-10a). Hava yağışlı, yollar
çamur içinde olsa da tümen, 26 Kasım 1912 günü Görice’den harekete geçirilmiştir
166
5. Kolordu, Manastır’dan çekilirken, toplarının önemli bir kısmını, yol güzergâhı taşımaya pek
elverişli olmadığından, kullanılamaz hale getirerek terk etmiştir (Zeki, 1337: 79).
103
(ATASE, BLH, 734/H4/1-11a; ATASE, BLH, 734/H4/1-12).167
3-4 Aralık gecesi Başkomutanlık, Batı Ordusu’na şu emri göndermiştir:
“Bağlaşık muharip devletlerden Yunanistan hariç olmak üzere, Bulgaristan, Sırbistan,
Karadağ orduları ile bu akşam mütareke yapılmıştır” (Çakmak, 2012: 430; Hallı, 1979:
368). 3-4 Aralık 1912’de diğerleri ile mütareke yapıldığı halde Yunanlılarla savaş
devam ettiğinden bundan sonra birlikler buna göre yapılandırılmıştır (ATASE, BLH,
734/H4/1-22a; ATASE, BLH, 734/H4/1-23).
5 Aralık 1912 tarihine gelindiğinde askerlerde etrafa dağılma, başıbozuk bir
şekilde hareket etme ve firarlar iyice artmıştır. Erzak ve cephane sorunu had safhaya
çıkmıştır. Başının çaresine bakmak isteyen askerlerin bir kısmı Berat şehrine
dağılmıştır. Tüm olumsuzluklara rağmen Galip Paşa, kendisine bağlı birlikleri yürüyüşe
geçirmek için gayret sarf etse de kolordudan gelen emir gereğince yürüyüşü
durdurmuştur (ATASE, BLH, 734/H4/1-22; ATASE, BLH, 734/H4/1-22a; ATASE,
BLH, 734/H4/1-23a).
Vardar Ordusu ve ona bağlı 13. Tümen günlerdir perişan bir vaziyette Sırplar
karşısında geri çekilişten sonra Aralık ayının başında yapılan mütareke ile kısmen
rahatlama içine girmiştir. Bundan sonra ise Yanya civarında Yunanlılara karşı
savaşılması gerekmiş ve Vardar Ordusu komutanı Zeki Paşa, Galip Paşa’ya tebliğ ettiği
emirlerle tümenin bir an önce harekete geçirilmesini istemiştir (ATASE, BLH,
734/H5/1-1).
168
Galip Paşa, Zeki Paşa’nın emrini kendisine bağlı komutanlara
duyurduğu gibi askerlerin, konaklamalar esnasında köylere zarar vermemesini istemiştir
167
Galip Paşa, Görice’den harekete geçirdiği tümeni için her tabur için 8-10 koç ve her alaya birer öküz
tedarik edileceğini bildirmiştir.
168
12-13 Aralık 1912 gecesi tümen karargâhı Belinçe’de durmuştur. Yürüyüş esnasında dereleri geçmek
zor olmuştur (ATASE, BLH, 734/H5/1-4).
104
(ATASE, BLH, 734/H5/1-2). Hatta emrindeki askerlere sahip çıkmayan komutanların
açığa alınarak cezalandırılacağını da sert bir şekilde tebliğ etmiştir (ATASE, BLH,
734/H5/1-2a).
13-14 Aralık gecesi Galip Paşa, hâlâ dağılmış olan tümeni toplamakla meşguldür
(ATASE, BLH, 734/H5/1-4a). Elinde, emrindeki askerleri sadece iki gün doyuracak
kadar parası kalmıştır. Yiyecek sıkıntısının had safhada olduğunu kolorduya bildirmiş
ve tümeninin erzak ihtiyacını çevreden yaptığı satın almalarla halletmeye çalışmıştır
(ATASE, BLH, 734/H5/1-5). 169 Galip Paşa’nın düzeni korumak için gösterdiği tüm
çabalara rağmen, tümende disiplinsizlikler ve firarlar
170
artarak devam etmiştir
(ATASE, BLH, 734/H5/1-5a).
Zeki Paşa, Galip Paşa’dan erzak kıtlığına dair aldığı telgrafa yazdığı cevapta,
“İaşeniz temin edilmektedir. Yanya civarına bir an evvel muvasalatınız pek lazımdır”
demiştir. Zeki Paşa, Yanya civarına destek istemesine rağmen 13. Tümen’in durumu da
çok iyi değildir. Erzak sıkıntısı halledilecek olsa bile askerler soğuk kış gecelerini bile
çadır kıtlığından dolayı açık havada geçirmektedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-6). 171
Yanya’ya bir an önce destek verebilmek için de askerin bitkinliğine rağmen yürüyüşler
esnasında her saatte bir sadece onar dakika mola verilmektedir (ATASE, BLH,
734/H5/1-7a).
Zeki Paşa, 16 Aralık 1912’de172 de “Yanya’nın173 cenubunda mühim ve şiddetli
169
Kıyyesi 5 kuruşa buğday, 4 kuruşa arpa, 2 kuruşa saman alınabilmiştir.
170
15-16 Aralık 1912 gecesi, Berat’ta kolordudan Galip Paşa’ya şu telgraf gelmiştir: 38. ve 39. alaya
mensup silahlarını kaybetmiş veya satmış olan iki yüze yakın asker bu gün şehir içinde toplandı. 2-3
Kânunuevvel 1328. 5. Kolordu Kumandanı Ferik Mehmed Said (ATASE, BLH, 734/H5/1-8a).
171
Çadırların önemli bir kısmı Komanova’da yaşanan bozgun üzerine muharabe meydanlarında ve
yollarda terk edilmiştir.
172
Tümenin 16 Aralık 1912 mevcudu: 128 zabit, 4103 silahlı er, 547 silahsız er (ATASE, BLH,
734/H5/1-9a).
105
muharebe başladığından hareketlerinizin tesri’i tavsiye olunur” diyerek Galip Paşa’nın
emrindeki tümeni hızlandırmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-9). Tümen, 16
Aralık 1912’de Gelisora’ya ulaşmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-7; ATASE, BLH,
734/H5/1-6a). Galip Paşa, Zeki Paşa’dan gelen emirleri ve 17 Aralık’ta 174 yürüyüşe
geçileceğini kendisine bağlı komutanlara bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-9a).
Zeki Paşa, 17 Aralık’ta da Galip Paşa’ya acele etmesi yönünde tekrar telgraf çekmiştir.
O da cevap olarak, emrindeki tümenin yürüyüşe geçirildiğini bildirmiştir (ATASE,
BLH, 734/H5/1-10a).
4755 er ve zabitten oluşan 13. Tümen 17-18 Aralık günlerinde yürüyüş halinde
olup yol çok çamurlu bir vaziyettedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-11). Günlük 30-35
kilometre yol
yürünmesine ve tüm olumsuzluklara rağmen Galip Paşa’nın
hassasiyetinden dolayı kendisine bağlı birlikler disiplinli ve düzenli bir yürüyüş
yapmıştır. Bundan dolayı da Galip Paşa, birlik komutanlarını ve askerleri takdir etmiş
fakat ihmali görülenleri de uyarmayı ihmal etmemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-11a;
ATASE, BLH, 734/H5/1-12; ATASE, BLH, 734/H5/1-12a).
Zeki Paşa, 17-18 Aralık gecesinde Galip Paşa’ya kendisine bağlı birliklerin
Yanya Kalesi haricinde mücadele edeceğini ve ilgili birliğe erzak desteği verileceğini
bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-13; ATASE, BLH, 734/H5/1-16). 18 Aralık175
gününe gelindiğinde Galip Paşa’ya bağlı birliklerin Yanya’ya 15 kilometre kadar yolu
173
Yanya’ya hareket etmeden önce tümenin asker durumu: 118 zabit, 3741 silahlı er, 857 silahsız er
(ATASE, BLH, 734/H5/1-3a). 5 Mart 1913’te Yanya Yunanlılara teslim olmuştur (Zeki, 1337: 93).
174
13. Tümen Komutanı Galip Paşa’nın isteği üzerine Zeki Paşa, 13. Tümen’e erzak göndermiştir: 1500
kıyye un, 1000 kıyye et, 1500 kıyye arpa ve yulaf (ATASE, BLH, 734/H5/1-10).
175
18 Aralık 1912’de Batı Ordusu Kumandanı Ali Rıza Paşa, Galip Paşa’ya çektiği telgrafta, “Ahval-ı
cariye hakkında görüşülüp müdavele-i efkâr edilmek ve yine avdet olunmak üzere karargâha gelmeniz
lüzumu tavsiye olunur” diyerek Galip Paşa’yı Batı Ordusu Karargâhı’na çağırmıştır (ATASE, BLH,
734/H5/1-18).
106
kalmıştır
(ATASE,
BLH,
734/H5/1-13a).
Galip
Paşa,
askerlerin
günlerdir
yürüdüklerinden bitkin hale geldiğini, bir gün kadar dinlenmelerinin iyi olacağını ayrıca
cephaneye ihtiyaç duyulduğunu ve taşıyıcı hayvanların yeterli olmadığını Zeki Paşa’ya
bildirdiyse de, Zeki Paşa Galip Paşa’dan bir an önce cepheye ulaşmasını istemiştir
(ATASE, BLH, 734/H5/1-14). Zeki Paşa, askerlere moral vermek istediğinden, 18
Aralık’ta 176 Galip Paşa’ya çektiği telgrafta, donanmanın Yunanlılara karşı kazandığı
zaferin askerlere duyurulmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-15a).
19 Aralık’ta Galip Paşa’ya bağlı birlikler Lüzeç Boynu’na ulaşmıştır. Savaş
sahasına girilmiş olsa da ilk etapta belirgin bir çarpışma olmamıştır (ATASE, BLH,
734/H6/1-3). 21 Aralık 1912’de ordu komutanlığı Galip Paşa’ya yaptığı tebliğde, 13.
Tümen’in Taşlıtepe’de bulunan düşmana taarruz etmesini ve bu emrin bu akşama kadar
yerine getirilmesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-3a). Hatta gerekirse ay
ışığından da faydalanılarak mücadelenin güneş battıktan sonra bile devam ettirilmesi
bildirilmiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-4). Bu emir üzerine Galip Paşa’ya bağlı birlikler
21 Aralık tarihini harp yaparak geçirmiştir (ATASE, BLH,734/H6/1-4a; ATASE, BLH,
734/H6/1-6; ATASE, BLH, 734/H6/1-5). 21 Aralık’taki muharebeler asker sayısını,
cephane miktarını azaltmış ve tümendeki problemleri artırmıştır (ATASE, BLH,
734/H6/1-7; ATASE, BLH, 734/H6/1-13a).
Yanya civarında yapılan muharebelerin ilk günlerinde yaralı ve şehit sayılarında
artmalar olmuş, erzak sıkıntısı had safhaya ulaşmış, savaşta kullanılan hayvanlara
yeterince ot ve yem verilememiş, düşmana yönelik istihbarat iyice azalmıştır (ATASE,
BLH, 734/H6/1-9; ATASE, BLH, 734/H6/1-12a; ATASE, BLH, 734/H6/1-14). Galip
176
13. Tümen’in 18-19 Aralık 1912 mevcudu: 125 zabit, 37 memur, 3921 er. Not: 37. Alay bu hesapta
yoktur. Karargâh: Yanya-Manastır caddesinin 37. kilometresi üzerindedir (ATASE, BLH, 734/H5/1-16a).
Bu günlerde hava bulutlu ve bazen yağmur yağmaktadır (ATASE, BLH, 734/H5/1-17a).
107
Paşa tüm olumsuzluklara rağmen tümenini en iyi şekilde savaştırmaya çalışmıştır. Top
ateşine alışkın olmadığından o yana bu yana dağılmakta olan acemi piyadeleri
toplamaya çalışmış, topçu ateşiyle kazanılmakta olan
177
savaşın piyadelerle
desteklenmesi için gayret sarf etmiştir (ATASE, BLH, 734/H6/1-14a; ATASE, BLH,
734/H671-16). Böylece kendisine bağlı birliklerin başarılı bir şekilde mücadelelerine
devam etmesini sağlamış ve düşmanı Taşlıtepe’den atmıştır (ATASE, BLH, 734/H6/17a; ATASE, BLH, 734/H6/1-8; ATASE, BLH, 734/H6/1-11; ATASE, BLH, 734/H6/110).
Taşlıtepe’de kazanılan zaferden sonra Zeki Paşa, 30 Aralık 1912 tarihinde, Galip
Paşa’dan Aydonat’a destek göndermesini istemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1-2;
ATASE, BLH, 734/H7/1-9a; ATASE, BLH, 734/ H7/1-10a; ATASE, BLH, 734/ H7/15). Fakat tümenin bölgeye destek vermesi kolay değildir. Hava yağmurlu ve yollar
perişandır (ATASE, BLH, 734/ H7/1-12). Çünkü yağmur bölgeyi bataklık haline
getirmiştir (ATASE, BLH, 734/ H7/1-13a). Askerler ise tam bir bıkkınlık içindedir
(ATASE, BLH, 734/H7/1-12a). Galip Paşa her şeye rağmen Aydonat’a destek
verebilmek için birliklerini yeniden düzenlemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1-11a).178 2122 Ocak gecesi ise kolordu karargâhına giderek Yanya Kolordusu Komutanı Esat Paşa
ve kale komutanı Yarbay Vehip Bey ile Yanya’daki nazik durumu görüşmüştür
(ATASE, BLH, 734/H7/1-14; Nizamoğlu, 2010: 85).
Ocak 1913’e gelindiğinde Galip Paşa’ya bağlı birliklerde değişiklikler olmuştur
(ATASE, BLH, 734/H7/1-14a; ATASE, BLH, 734/H7/1-15a; ATASE, BLH, 734/H7/1-
177
Başarılı topçu atışları, 23 Aralık’ta düşmanı firara zorlamıştır (ATASE, BLH, 734/H6/1-17).
178
Tümenin 21 Ocak 1913 tarihindeki durumu: 4210 er vardır (ATASE, BLH, 734/H7/1-11).
108
15). 179 Tümenin toplam mevcudu 5 Ocak 1913’te 4121 kişidir (ATASE, BLH,
734/H7/1-6 ve F.1-6a). Tümende cephane eksiklikleri vardır ve birliklerin yeniden
hazırlanması gerekmektedir (ATASE, BLH, 734/H7/1-8). Tümende asker başına 200
fişek, 3096 silahlı, 552 silahsız piyade, 220 topçu eri ve 549 hayvan mevcuttur
(ATASE, BLH, 734/H7/1-8 ve F.1-8a).
15 Mart 1913’e gelindiğinde Ergiri180 civarında Yunanlılarla çarpışmalar devam
etmekte ve bölgeye Galip Paşa’nın birliğinin gelmesi beklenmektedir. Galip Paşa,
Delvine’de181 birliklerini toplayıp Ergiri’ye hareket edecekti. Bu iş beklenenden fazla
zaman aldığından harekete geçiş de gecikmiştir. Daha Galip Paşa Ergiri’ye ulaşmadan,
orada çarpışan Türk kuvvetleri 17 Mart 1913’te Tepedelen’e 182 çekilmiştir (Çakmak,
2012: 539, 552; Hallı, 1979: 282, 383).
Yunanlılar 17 Mart 1913 sabahı Gorancı bölgesinde saldırıya geçtiklerinde Galip
Paşa hâlâ Ergiri’ye gelememiş dolayısıyla da buradaki harbe destek verememiştir.
Bundan sonra kendisinden Tepedelen’de diğer birliklerle buluşması istenmiştir. Fakat
Tepedelen’den gelen yol Yunanlıların işgali altındadır (Zeki, 1337: 99). Galip Paşa,
179
29 Aralıkta Galip Paşa, Ziça’da toplanan kuvvetlerin komutanlığına tayin edilmiştir (Zeki, 1337: 85).
Galip Paşa’nın emrine müretteb kuvvetlerin verileceği Aralık 1912’de gündeme gelmiş ve Galip Paşa
bunun üzerine ordu komutanlığından daha ayrıntılı bilgi istemiştir (ATASE, BLH, 734/H7/1). Galip
Paşa’nın konuyla ilgili olarak Vardar Ordusu Komutanlığına çektiği telgraf şu şekildedir:
Ziça’da
toplanmakta olan kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek üzere aldığım emir üzerine bu gün Yanya’ya
geldim. Kıtaatın nerelerde ve ne zamana kadar toplanacağına ve hangi kıtalardan terekküb edeceğine dair
malumat ve vazifem hakkında talimat intizar eylediğim maruzdur. 16 Kânunuevvel 1328. 13. Fırka
Kumandanı Mirliva Galib (ATASE, BLH, 734/H7/1).
180
Yanya’nın 100 kilometre kuzey batısında, Berat’ın 80 kilometre güneyindedir (Şemsettin Sami, 1316a:
836).
181
Yanya Vilayeti’nin Ergiri Sancağı’nda kaza merkezidir. Yanya’nın 70 kilometre kuzey batısındadır
(Şemsettin Sami, 1308: 2153).
182
Yanya Vilayeti’nin Ergiri Sancağı’nda kaza merkezi bir kasabadır. Ergiri’nin 27 kilometre kuzeyinde,
Yanya’nın 100 kilometre kuzey batısındadır (Şemsettin Sami, 1308: 1626).
109
ordudan gelen emre göre harekete geçebilmek için saatlerce emrindeki tümeni
toplamakla uğraşmıştır. Zaki Paşa, Galip Paşa’dan Sopot yolunu kullanarak yürüyüşe
geçmesini istemiştir. Fakat telgraf telleri Yunanlılar tarafından kesildiğinden Galip Paşa
bundan sonra ordu karargâhıyla iletişim kuramamıştır. 183 Bölgedeki durumu iyi bilen
Galip Paşa, Sopot yolu Yunanlılardan dolayı tehlikeli olduğundan Koç üzerinden
Tepedelen’e ulaşmayı yeğlemiştir. Fakat Jolat’a vardığı zaman Avlonya Hükümeti
milislerinin Koç’a yol vermediklerini öğrenince, zorunlu olarak 16-17 Mart gecesi
Kolonya-Hamliç yolundan Subaşı’na yaklaşmıştır. Bu süreçte, Yunanlılara görünmeden
ve onlar tarafından muhasara
184
altına alınmadan hareket edebilmek için gece
yürüyüşlerini tercih etmiş ve emrindeki birlikleri sağlıklı bir şekilde bölgeden
uzaklaştırmayı başarmıştır. Bu yola çıkarken ölme ihtimalinin yüksek olduğunu kabul
eden Galip Paşa, harekete geçmeden önce atını ve parasını, Delvine eşrafından Mehmet
Ali Paşa’ya emanet bırakmıştır (Güngör, 1937: 60, 61; Çakmak, 2012: 552, 556; Hallı,
1979: 382, 383).
Fevzi Çakmak, Galip Paşa’nın Delvine’den Ergiri’ye yaptığı yürüyüş için,
“Galip Paşa kuvvetlerinin en zor bir durumda birkaç yüz esir vererek kurtulması Galip
Paşa ve Fethi Bey için bir başarıdır. Yunanlılar tarafından Gergusat ve Delvine üzerine
15 Mart günü yapılacak seri hareket ya da ertesi gün Ergeri’den Tepedelen’e
uygulanacak şiddetli bir baskı, Galip Paşa kuvvetlerini esir düşürürdü” (Çakmak, 2012:
556) demiştir.
18 Mart 1913’te Tepedelen düşman tarafından işgal edilince Galip Paşa harekete
183
Balkan Savaşı esnasında düşman, telgraf tellerini keserek Osmanlı birliklerinin iletişimini olumsuz
yönde etkilemiştir ( BOA, BEO, 4106/307887).
184
Muhasara: Bütün bağlantıları keserek, tüm kaynaklardan soyutlayarak bir yeri ele geçirmek için
yapılan kuşatma hareketidir (Kip, 1939: 176).
110
geçmiştir. Aynı gün, iki bin mevcutlu kuvvetle öğleden sonra Tepedelen’den çıkarak
Viyosa Nehri’nin güneyinden hareket etmek suretiyle geceyi Lap Martalos kuzeyinde
açık ordugâhta geçirmiştir (Zeki, 1337: 100). Emrindeki kuvvetler Sinan Ağa
Geçidi’nden Viyosa’yı kılavuzlar yardımı ile geçmiş ve Kalivaç üzerinden Kota’ya
gelerek geceyi orada geçirmişlerdir (Çakmak, 2012: 557).
Galip Paşa kuvvetleri 20 Mart’ta Seliş’e gelmişler ve geceyi Seliş’in batısındaki
Göniçe’de geçirmişlerdir. 21 Mart’ta Gerşiyan’da kalmışlar ve geceyi burada
geçirmişlerdir. 22 Mart’ta ise Fiyer’e ulaşmışlardır (Zeki, 1337: 100, 101; Hallı, 1979:
386).
Galip Paşa’nın birliği Fiyer’e geldikten sonra, askerlerin gayet perişan olduğuna,
subayların eşyalarını satarak geçinmeye çalıştığına ve herkesin esareti tercih ettiğine
dair söylentiler artmıştır. Bu durumu araştırmak için Vardar Ordusu karargâhı
kurmaylarından Fevzi Çakmak, Fiyer’e durumu yerinde görmek üzere gitmiştir. Yapmış
olduğu inceleme sonucunda, “Genel bir düşkünlük göze çarpmakla beraber yeis ve
umutsuzluk söylendiği kadar değildir” şeklinde rapor vermiştir (Çakmak, 2012: 559;
Hallı, 1979: 386, 387).
Fiyer ve Bölgesi komutanlığına atanan Galip Paşa’ya, biri Devol Nehri ile Loşna
için Fiyer’de, diğeri Viyos Vadisi ile Berat 185 için Çakran’da olmak üzere iki ihtiyat
kuvveti oluşturulması emri verilmiştir. Galip Paşa bu emre uyarak kendisinden istenen
birlikleri oluşturmuştur. Vardar Ordusu’nun 23 Mart 1913 tarihli raporuna göre Galip
Paşa’nın Fiyer’deki gücü 4.318 silahlı er, 7 top, 10 makineli tüfek, tüfek başına 38
mermiden ibaret kalmıştır. Vardar Ordusu 25 Mart 1913’de İşkodra’nın yardımına
giderken Galip Paşa’ya, geçiş harekâtının yapılabilmesi için Seman Nehri üzerindeki
185
Arnavutluk’un merkez bölgesindedir. Yanya’nın 145 kilometre kuzey batısında, İşkodra’nın 185
kilometre güneyinde, Adriyatik sahilinin 50 kilometre doğusundadır (Şemsettin Sami, 1316a: 1260).
111
bütün kayıkların Prostar Mehmet ile Pişanaka arasında toplanması bildirmiştir
(Çakmak, 2012. 563; Hallı, 1979: 389, 390).
1913 Nisanının ilk haftasında Sırplarla yapılan Loşna Muharebesi’nden sonra
Türk birliğinde ciddi bir çekilme başlamıştır. Bunun üzerine, Zeki Paşa, 8 Nisan 1913’te
5 ve 6 Kolordu ile Fiyer’deki Mürettep Kuvvetler Komutanı Galip Paşa’ya şu emri
vermiştir: “Loşna’ya gelen düşmanın Seman Nehri güneyine geçmesini önlemek üzere
Polvin’den Jelezani’ye kadar olan kısmı Berat’taki 5. Kolordu tarafından güven altına
alınmalıdır. Jelezani’den Büyük Şeki’ye kadar olan kısım Galip Paşa kuvveti tarafından,
Büyük Şeki’den Mansaba’ya kadar olan kısım da 6. Kolordu tarafından gözetlenmeli ve
güven altına alınmalıdır. Galip Paşa birliği kendisine gösterilen nehir kısmının
korunmasına yeteri kadar kuvvet ayırdıktan ve süvari alayını Viyosa Vadisi’nin
gözetlenmesine bıraktıktan sonra kalanlar ihtiyat olarak Komani ve Fiyer dolaylarında
toplanmalı ve Küçük Piştan üzerinden geçen hattın tahkimini yapmalıdır” (Çakmak,
2012: 573, 574; Hallı, 1979: 395).
Birinci Balkan Savaşı’nda tüm gayretlere rağmen Batı Ordusu’nun Sırplar
karşısında geri çekilişi durdurulamamıştır. Doğu Ordusu’nun da beklenen başarıyı elde
edememesi sonucunda Balkan devletleri ile anlaşmalar yapılarak Osmanlı Devleti
bölgeyi terk etmeyi kabul etmiştir. 7-10 Haziran arasında Batı Ordusu’nun askerleri
vapurlarla İstanbul’a gönderilmiştir (BOA, BEO, 4171/312762). Birlikler bir sıra
halinde sevk edildiğinden Galip Paşa’nın 7. Müretteb Kolordusu üçüncü sırada
vapurlara bindirilmiştir (Zeki, 1337: 105).
Galip Paşa, Vardar Ordusu bünyesine bağlı 13. Tümen’i yönettiği Birinci Balkan
Savaşı esnasında olabildiğince disiplinli ve düzenlidir. Mesela 14-15 Kasım 1912 gecesi
kendisine bağlı komutanlara ilettiği emrinde; “Yarın şafakla birlikte, birlikler bu günkü
112
yerlerini alacaktır. Mevzie geldiğim zaman henüz mevzii işgalini etmeyen kıtaat
görülürse alay kumandanları şediden mesul edilecektir” ( ATASE, BLH, 734/H2/1-3a)
demiştir. 24-25 Kasım 1912 gecesi kolordu komutanlığından 13. Tümen’in Görice
istikametinde yürütülmesini emrini aldığı zaman, kendisine bağlı birlik komutanlarına
“Yürüyüşün
intizamlı,
disiplinli
olmasını,
komutanların
birliklerinin
başında
bulunmasını, askerin halkın malına-mülküne asla müdahale etmemesini aksi halde ilgili
birlik komutanları cezalandırılacağını” bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H4/1-11). 13.
Tümen’in Yanya üzerine doğru yürütüldüğü günlerde ise, birlik komutanlarına
birliklerin yürüyüş düzenini bildirmiş ve komutanlarından köylerde yapılacak
konaklamalar esnasında askere sahip çıkılmasını, ihmali görülen komutanların açığa
alınacağını, firar edenlerin, yerleşim yerlerinde gayri meşru davranışları görülenlerin
cezalandırılacağını bildirmiştir (ATASE, BLH, 734/H5/1-3; ATASE, BLH, 734/H7/14; ATASE, BLH, 734/H7/1-4a; ATASE, BLH, 734/H5/1-2a). Yanya yürüyüşü için
komutanlara son emirlerini verirken, “Bir saate kadar hareket etmeyen kıtaat
komutanları hapis edilecektir” uyarısını yapmıştır (ATASE, BLH, 734/H5/1-3a). Galip
Paşa, kendisine bağlı birliklerin hareketlerini teftiş etmeyi de ihmal etmemiştir
(ATASE, BLH, 734/H5/1-8).
Galip Paşa disiplinli ve otoriter olmasının yanında savaş ortamının inceliklerine
de vakıftır. Mesela, kendisine bağlı komutanlara askerlerin doyurulması için mutfak
yerlerinin ayarlanmasını emrederken, ateşlerin düşman tarafından görülmeyecek şekilde
yakılmasını istemiştir (ATASE, BLH, 734/H2/1-3a). Kendisine bağlı birlikleri hareket
ettirirken diğer tümen ve alaylarla irtibatlı olmayı ihmal etmemiştir (ATASE, BLH,
734/H3/1-1a). Ayrıca kullanılacak yolları önceden inceletmiş ve buna göre yol
tercihinde bulunmuştur (ATASE, BLH, 734/H3/1-1a).
113
Vardar Ordusu Komanova, Pirlepe ve Manastır’da Sırplar karşısında çok büyük
kayıplar vermiş ve sürekli olarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. 186 Yanya civarına
geldiğinde ise muharebe yeteneğini kaybetme seviyesine gelmiştir. Ordu komutanı Zeki
Paşa’nın da belirttiği gibi Gali Paşa, bu iki aylık geri çekiliş sürecinde emrindeki tümeni
en iyi şekilde idare etmeyi başarmıştır.
186
Geniş bilgi için bkz. Suat Zeyrek, Balkan Savaşı Yenilgisinin İç ve Dış Sebepleri, İstanbul
Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2012, İstanbul.
114
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA GALİP PAŞA
3.1. KAFKAS CEPHESİ’NDE 11. KOLORDU KOMUTANI GALİP PAŞA
Balkan Savaşı’ndan sonra 11. Kolordu Komutanı olan Galip Paşa, Birinci Dünya
Savaşı’nda da bu kolordunun komutanı olarak Kafkas Cephesi’nde girmiştir. Ruslara
karşı kazanılan Köprüköy ve Azapköy Muharebelerinde büyük başarıları görülmüş olan
Galip Paşa, Sarıkamış Harekâtı esnasında 9 ve 10. Kolordu’nun Ruslar karşısındaki
durumu kolaylaştırma vazifesi almıştır. Bu görev esnasında Galip Paşa’nın komuta
ettiği 11. Kolordu, yirmi gün süren çetin muharebelerde Ruslara büyük kayıplar
verdirdiği gibi kendisi de binlerce asker kaybetmiştir.
3.1.1. Karadeniz Olayı ve Harbin Başlaması
Osmanlı yönetimi Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında tarafsız olduğunu ilan
ettiği halde 2 Ağustos 1914’te seferberlik kararı almıştır (Esmer, 1944: 465). Bu durum
savaşa girmek için uygun bir ortam kollandığını göstermiştir. Kafkasya’da açılacak olan
cepheye ümit bağlanmış; ilk olarak Kars, Ardahan ve Batum’u geri almak, ikinci
aşamada ise Türklerin Rusya boyunduruğu altından kurtarılması planlanmıştır. Ayrıca
Orta Aysa Türkleri ile birleşerek bir turan imparatorluğunun oluşturulması
düşünülmüştür (Larcher, 1928: 336; Karal, 1999: 414; Eyicil, 2005: 247). Osmanlı
ordusunun savaş esnasındaki harekâtının asıl planlayıcısı olan Almanlar ise Osmanlı
Devleti’nin Kafkasya’da kullanacağı 3. Ordu’yu bölgedeki Rus birliklerini oyalayacak
bir güç olarak görmüştür. Hasan İzzet Paşa komutasındaki 3. Ordu savaşa başlarken 190
115
bin civarında insan, 60 bin civarında hayvan, 168 top, 44 makineli tüfek mevcuduna
sahiptir. Savaşın başladığı ilk günlerde Rusya’nın Kafkasya’daki ordusunun mevcudu
ise atlılarla birlikte 115 bin kişi civarındadır (Karal, 1999: 415, 416).
Osmanlı Devleti’nin savaşın başlarında tarafsızlığını bozması Almanlara ait olan
Goben ve Breslaw isimli savaş gemilerinin sığınmasını kabul etmesiyle olmuştur.
Osmanlı yönetimi satın aldığını ilan ettiği bu gemilerin Almanların komutasında
Karadeniz’e açılmasına müsaade etmiştir. Bu gemiler, 28 Ekim’i 29 Ekim’e bağlayan
akşam Rus limanlarını bombalamışlardır. Osmanlı yönetimi ise bundan sonra kendisini
haklı göstermek için çaba harcamıştır (İkdam, nr. 6358, 20 Teşrinievvel 1330;
Tercüman-ı Hakikat, nr. 12052, 17 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 63, 19
Teşrinievvel 1330). Devrin padişahı Sultan Mehmet Reşat gelişmelerden Rusya’yı
sorumlu tutmuştur (Takvim-i Vekayi, nr. 1981, 21 Teşrinievvel 1330). Güya, Rus
donanması boğazlar bölgesine torpil yerleştirecekmiş ve bir oldubittiyle Osmanlı
Devleti’ne savaş açacakmış, Osmanlı donanması ise bunu anladığından zamanında
müdahale etmişmiş (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12053, 18 Teşrinievvel 1330).
Karadeniz Olayı’ndan sonra İstanbul’daki Rus konsolosluk görevlileri ve elçilik
heyeti Osmanlı başkentini terk etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12055, 20 Teşrinievvel
1330; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12056, 21 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 63, 19
Teşrinievvel 1330). Onları müteakiben İngiliz ve Fransız elçileri de Osmanlı
başkentinden ayrılmıştır (İkdam, nr. 6357, 19 Teşrinievvel 1330). V. Mehmet Reşat,
Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa ve Rusya’ya savaş açtığını halka duyurmuş ve
Kutsal Cihat ilan etmiştir (Servet-i Fünun, nr. 68, 24 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun,
nr. 74, 30 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 75, 31 Teşrinievvel 1330; İkdam, nr.
6369, 31 Teşrinievvel 1330; Takvim-i Vekayi, nr. 1990, 30 Teşrinievvel 1330;
116
Tercüman-ı Hakikat, nr. 12059, 24 Teşrinievvel 1330).
Birinci Dünya Savaşı başında 170 milyon nüfusa sahip olan Rusya, savaş
halinde 3,5 milyon asker çıkarabilme potansiyeline sahiptir. 187 Kafkasya’da Ruslara
karşı savaşacak olan 3. Ordu188 29 Ekim 1914 tarihinde 189.562 asker, 60.877 hayvan
mevcuduna sahiptir. Daha savaş başlamadan 3. Ordu’da 100 bin askerin giyeceğe ve
çadıra gereksinimi vardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 53, 54, 66). Erzak sıkıntısı olacağı ve
perişanlık yaşanacağı daha savaş başlamadan bellidir. Fakat başkumandanlık Vekâleti 3.
Ordu’ya gönderdiği telgrafta “Ümit olunur ki ordumuzun süratle hareketi halinde Rus
toprağında lüzumu kadar erzak bulursunuz” (Şerif, 1338: s. 86) demiştir.
Karadeniz Olayı’ndan sonra Kafkasya’da harekete geçen Rus birlikleri 2 Kasım
1914’te Osmanlı sınırını aşmışlardır. Zivin, Doğu Beyazıt ve Diyadin’i kısa sürede ele
geçirmeyi başarmışlardır (Servet-i Fünun, nr. 65, 21 Teşrinievvel 1330; Manchester
Evening News, nr. 14239, 14 Kasım 1914; Karal, 1999: 416). Gecikerek harekete
geçmiş olan Türk birlikleri de başarılı bir savunma başlatmış ve kısa bir süre de olsa
Ruslar karşısında tutunmayı başarmıştır (Tercüman-ı Hakikat, nr. 12056, 21
Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 65, 21 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 68,
24 Teşrinievvel 1330).
Galip Paşa, Birinci Dünya Savaşı’na Kafkas Cephesi’nde 11. Kolordu 189
Komutanı olarak vazife yapmıştır. Hatıralarında, Birinci Dünya Savaşı’na girişte acele
edildiğini, Almanlar Marn’da başarılı olamamışken, İtalya hâlâ savaşa dâhil
187
Osmanlı istihbaratı Rusların Kafkasya’daki asker sayısı ile ilgili olarak kesin bilgiler edinememiştir.
Bunun bir sebebi, Kafkasya’daki Rus ordusunun mevcudunun sürekli değişmesidir. Bazı bölgelere destek
verilirken bazı yerlerden Alman cephelerine sürekli olarak asker kaydırılmıştır (BOA, DH.ŞFR, 440/20).
188
Hasan İzzet Paşa, rahatsızlığını sebep göstererek 3. Ordu kumandanlığından ayrılınca yerine 10.
Kolordu komutanı Hafız Hakkı Paşa getirilmiştir (BOA, BEO, 4331/324795).
189
9 ve 11. Kolordu 6 Eylül 1914’te 3. Ordu’ya bağlanmıştır (ATASE, BDH, 4200/1/1).
117
olmamışken harbe girişimizin hata olduğunu dile getirmiştir (Güngör, 1937: 67).
Galip Paşa’nın komuta ettiği 11. Kolordu’yu teşkil eden birlikler şu şekildedir:
18. Tümen, 98. Piyade Alayı, 102. Piyade Alayı, 53. Piyade Alayı, 18. Topçu Alayı, 33.
Tümen, 97. Piyade Alayı, 99. Piyade Alayı, 52. Piyade Alayı, 33. Topçu Alayı, 34.
Tümen, 100. Piyade Alayı, 101. Piyade Alayı, 54. Piyade Alayı, 34. Topçu Alayı, Van
Seyyar Jandarma Tümeni, Van Seyyar Jandarma Alayı, Bağımsız Bitlis Jandarma
Alayı, Bağımsız Diyarbakır Jandarma Alayı. 11. Kolordu’nun seferber sayıları ise 25
Eylül 1914’te şu şekildedir: 49.017 insan, 12.147 hayvan, 24.251 tüfek, 16 mitralyöz ve
60 top (Sabis, 1943: 203; Kır ve Altınbilek, 1993: 45-47).
30 Ekim 1914 tarihinde, Kurban Bayramı sabahı, 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet
Paşa 9. ve 11. Kolordu’ya muharebeye hazır olmalarını bildirmiştir (Sabis, 1943: 65).
31 Ekim 1914 tarihinde Galip Paşa’nın komuta ettiği 11. Kolordu’ya verilen
emir şu şekilde olmuştur: “Ruslar kuvvetli piyade ile sınırı geçerlerse 11. Kolordu, emir
beklemeksizin Höyükler mevziine doğru çekilecektir. Fazla ağırlıklar şimdiden geriye
gönderilecek ve kolordunun gerektiğinde hemen hareketini kolaylaştırıcı hazırlıklar
yapılacaktır.” 11. Kolordu, 1 Kasım 1914 akşamı Hasankale’den Höyükler bölgesine
hareket etmiştir. Ayrıca 3 Kasım 1914 akşamına kadar Höyükler ve Uzunahmet
mevziinin tahkimatını tamamlama emrini almıştır. Bu günlerde Galip Paşa’nın
karargâhı Nebi Köyü’ndedir. Galip Paşa, emrindeki birliklere 4 Kasım, saat 18.00’e
kadar tahkimat yaptırdıktan sonra 4-5 Kasım gecesi dinlenme vermiştir. 5 Kasım’da 11.
Kolordu, 18 ve 13. Tümenlerle Höyükler mevziinde tekrar tahkim işiyle ilgilenmiştir.
11. Kolordu’ya 6 Kasım 1914 tarihinde bulunduğu bölgede dinlenmesi ve aynı günün
gecesi Hasankale yönünde yürüyüş için hazırlanması emredilmiştir (Kır ve Altınbilek,
1993: 100-125).
118
3.1.2. Köprüköy Muharebeleri ve Galip Paşa
Savaş başladığında, 1878’de imzalanmış olan Berlin Antlaşması gereği Batum,
Ardahan ve Kars Rusya sınırları dâhilindedir (Karal, 1999: 414).
Kafkas Cephesi’ndeki muharebeler, Rus ordusunun 1 Kasım 1914 tarihinde
Osmanlı sınırını geçerek taarruz etmesi üzerine başlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1
Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; ATASE, BDH, 2812/32/1-6).
Rusların bu ilk taarruzunu Deveboynu çizgisinde karşılamak niyetinde olan 3. Ordu
Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın fazla direnmeden Pasinler civarındaki kuvvetlerini geri
çekmesi üzerine Ruslar, Erzurum’un 60 kilometre kadar doğusunda bulunan
Köprüköy’e kadar kolay bir şekilde ilerlemişlerdir (Öğün, 2002: 711). Sınırı geçtikten
dört gün sonra Köprüköy’e ulaşan Ruslar, 6 Kasım 1914 tarihinde bu bölgeye
yerleşmişlerdir (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31
Teşrinievvel 1330; Aberdeen Daily Journal, nr. 18671, 9 Kasım 1914). 190 Daha
sonradan harekete geçmiş olan 3. Ordu ise ilerlemekte olan düşmana karşı önlem
almaya çalışmıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-6). Askerî birliklerinin önemli bir kısmını
diğer cephelere sevk etmiş olan Ruslar, erzak ve levâzım depolarının bulunduğu
Sarıkamış’tan uzaklaşmak istemediklerinden Erzurum yönünde ilerleme konusunda pek
istekli davranmamışlardır (Öğün, 2002: 711).
11. Kolordu Komutanı Galip Paşa, 6 Kasım 1914 tarihli telgrafında, Rus
birliklerinin
Köprüköy’e
doğru
yaklaşmakta
olduğunu,
kolordu
karargâhının
Höyükler’den hareket ederek Hasankale’ye geçeceğini, Rus birliklerinin Aras’ın
güneyinden ilerlemekte olduğunu, düşman birliğinin hangi birimlerden oluştuğunu ve
190
6 Kasım’a kadar önemli bir çarpışma olmadığı halde Ruslar kendilerinin büyük zaferler
kazandıklarından bahsetmişlerdir (Liverpool Echo, nr. 10892, 7 Kasım 1914).
119
bunların durdurulması için tedbirler alındığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 2810/28/2949; ATASE, BDH, 2810/24/29-49).
3. Ordu’dan gelen emir gereğince 11 Kolordu, 7 Kasım’da Badicivan’da olmak
üzere Hasankale yönünde yürüyüşe geçmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/8-3). 6 Kasım
1914 akşamının alaca karanlığında 11. Kolordu’nun 18 ve 34. Tümenleri Hasankale
Dağı’nın batı eteklerine yönlendirilmişler (ATASE, BDH, 2812/32/1-1) ve 7 Kasım
öğleden evvel bu dağın her iki tarafından toplu bir hâlde harekete geçmişlerdir (Guze,
2007: 18; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330).
Köprüköy’de başlayacak mücadele öncesinde, 11. Kolordu’ya gelen emirde, Rus
birliklerinin Kötek, Kaleboğazı, Hasankale istikametinde ilerlediği ve bunların
durdurulması gerektiği bildirilmiş ve buradaki harekâtın başlamasında bu kolordu ön
planda tutulmuştur (ATASE, BDH, 2812/32/1; ATASE, BDH, 2811/29/10, 10-1). 3.
Ordu Komutanlığı, 6-7 Kasım gecesi, Köprüköy civarında olduğunu bildirdiği
düşmanın takriben 6-8 tabur piyade, 2 topçu bataryası ve dört süvari alayından ibaret
olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 2811729/8-5; ATASE, BDH, 2812/32/1-1).
Ayrıca keşif vazifesi olan birliklerden düşman hakkında bilgi toplanması ve ertesi gün
durumun ordu karargâhına rapor edilmesi istenmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/8-5;
ATASE, BDH, 2811/29/8-5a). 11. kolordu plan ve program olarak böyle bir savaşa
hazır olmadığı halde 18 ve 34. Tümene, Hasankale yönünde, 6-7 Kasım gecesi için,
yürüyüş emri verilmiştir (ATASE, BDH, 2811/29/10; Çakmak, 2011: 44; Şerif, 1338:
67). 3. Ordu’dan gelen emre göre, bu tümenlerin vazifesi uzun ve yorucu bir yürüyüşten
sonra, 7 Kasım 1914’de öğleden evvel kolbaşılarıyla ileri karakol hattını geçmek ve
Köprüköy civarında bulunduğu bildirilen düşmana, saat 7.00 civarında taarruz etmektir
(ATASE, BDH, 2811/29/8-4; ATASE, BDH, 2811729/8-5; Servet-i Fünun, nr. 76, 1
120
Teşrinisani 1330; İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Sabis, 1943: 67). 191 11.
Kolordu askelerinin önemli bir kısmı muharebelerin yapılacağı mevkiye giden yolu,
ağır kış şartlarında, çarıklarla yürümek zorunda kalmıştır. Bu yürüyüş askerleri o kadar
bitkin hale getirmiştir ki daha o gece firarlar başlamıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-1;
ATASE, BDH, 2812/32/1-6a; Önal, 2011: 78; Şerif, 1338: 69).
11. Kolordu’nun düşmana taarruzunun istendiği 7 Kasım günü kar fırtınası
ağırlaşmıştır. Köprüköy Muharebesi’nin asıl ağırlığını taşıyacak olan 11. Kolordu,192
üzerine doğru yaklaştığı düşmanın tam olarak nerede olduğundan bile habersizdir (Şerif,
1338: 69). Ruslara taarruz etmesi gereken tümenlerden birisi olan 18. Tümen, etkili bir
keşif yaptırmamıştır. Tümene bağlı birlikler, aralarında 600 metre gibi çok küçük
mesafeler bırakarak yürüyüşe devam etmiş,193 önden ilerleyen 53. Alay, öğle saatlerinde
Miyadin’in doğusunda düşmanın ateş menziline girmiş ve beklenmedik şekilde Sansur
tepelerinden başlatılan ateşe maruz kalarak kayıplar vererek dağınık ve düzensiz bir
surette geri çekilmiştir. Aniden gelişen arbede karşısında komutanlar kontrolü elde
tutamadığından geri çekilen alay kontrol altına alınamadığı gibi topçu bataryaları,
düşmana karşı gerektiği gibi kullanılamamıştır. 18. Tümen’in plansız ve kontrolsüz bir
şekilde geri çekilişi 34. Tümen’e sirayet etmiş ve onun da düzeni bozulmuştur. Kolordu
Komutanı Galip Paşa, diğer karargâh subaylarını da kullanarak iki saat gibi bir süreden
sonra birliklere müdahale ederek kaçışmayı ve dağınıklığı önlemiş, böylece 7 Kasım
öğleden sonra 11. Kolordu’da düzen yeniden sağlanmıştır. Tekrar muharebe düzenine
girmiş olan birlikler karşı taarruza geçirilerek düşmanın geçici üstünlüğü kırılmaya
191
7 Kasım’da yoğun bir sis, çamur ve kar vardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 135).
192
7 Kasım günü gecikerek, öğle saatlerinde muharebeye başlayabilen 11. Kolordu, o gün yaşanan
arbedede, çok az kayıp vermiştir (Aksun, 2008: 198, 199; Şerif, 1338: 70).
193
Aralarında pek mesafe bırakmadan birbirine yakın bir şekilde yürüyen askerî birlikler düşman
topçuları tarafından yapılacak atışlardan çok daha fazla etkilenirler.
121
çalışılmıştır (ATASE, BDH, 2812/32/1-1a; Şerif, 1338: 69-80; Önal, 2011: 79; Güngör,
1937: 61-63).194 Galip Paşa, kendisine bağlı birlikleri düzene sokabilmek için büyük bir
gayret göstermiş ve bunun için mevziilere kadar girmekten çekinmemiştir (ATASE,
BDH, 2812/32/1-8).
Köprüköy’deki savaşın ilk gününde istihbarat eksikliği, askerlerin acemiliği,
komutanların beklenmedik bir durumla karşılaşmaları, habersiz bir şekilde düşmanın
atış menziline girilmesi, 18 Tümen’deki kaçışmanın diğer tümeni de olumsuz etkilemesi
ve topçu birliklerinin zamanında atış başlatamayışları 11. Kolordu’nun geçici bir
bozgun yaşamasında etkili olmuştur (ATASE, BDH, 2812/32/1-2).
Galip Paşa, 7 Kasım öğleden sonra intizama sokmayı başardığı 11. Kolordu’yu,
8 Kasım’da,195 ordu komutanlığından aldığı taarruz emri gereğince başarılı bir şekilde
harekete geçirmiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-2a; ATASE, BDH, 2811/29/17-1; Sabis,
1943: 69). 196 8 Kasım 1914’te maneviyatı gayet iyi olan 18. Tümen Sansor sırtlarında,
34. Tümen ise Hasankale-Köprüköy yolunun kuzeyindeki Köprüköy batısındaki sırtlara
doğru yayılarak başarılı bir şekilde muharebe vermiştir (ATASE, BDH, 2812/32/1-3;
Newcastle Daily Journal, nr. 18277, 11 Kasım 1914). Kar ve sise rağmen yapılan
194
7 Kasım 1914’te Ruslar Badıcivan’dan atılmıştır (Çakmak, 2011: 46; Şerif, 1338: 69; Baytın, 1946:
30; Sabis, 1943: 67).
195
8 Kasım günü hava sisli, kapalı, yerler çamurludur. Bundan dolayı da erlerin yürüyüşü oldukça zor
olmuştur (Kır ve Altınbilek, 1993: 145).
196
Ruslarla yapılan ilk karşılaşmada beklenen sonuç alınamamıştır. Bunun için Galip Paşa, subaylara ve
erlere moral verebilmek için gayret göstermiştir. 7-8 Kasım gecesi, 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa
ileri hatlara giderek erlerin moralini yükseltmeye çalışmıştır. Başta Galip Paşa olmak üzere, birlik
komutanları, üstün bir gayretle sabaha kadar birlikleri tanzim etmeye çalışmıştır. 3. Ordu Komutanı 8
Kasım’da 11. Kolordu’ya şu emri vermiştir: “Kolordu bütün kuvvetiyle ateş muharebesine başlayacak,
düşmanın kuvveti hakkında bilgi edinecek, edinilen bilgi 3. Ordu’ya bildirilecek ve asıl taarruz için
ordudan emir beklenecektir.” Bu emir üzerine 11. Kolordu 8 Kasım, saat 08.45’te muharebeye başlamıştır
(Kır ve Altınbilek, 1993: 144).
122
başarılı taarruz sonucunda, Ruslar 8 Kasım 1914 öğleden sonra 1905 Rakımlı Tepe’ye
geri çekilmiş, Köprüköy batısındaki sırtları işgal eden kolordu günü başarılı bir şekilde
tamamlamıştır (ATASE, BDH, 2812/30/1-2; ATASE, BDH, 2812/32/1-11; Tercüman-ı
Hakikat, nr. 12062, 27 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 76, 14 Kasım 1914;
İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330; Sabis, 1943: 69; Tercüman-ı Hakikat, nr. 12061,
26 Teşrinievvel 1330; Liverpool Echo, nr. 10895, 10 Kasım 1914). 197 Ruslar ağır
kayıplara uğratılmış ve 11. Kolordu’da moral yükselmiştir. Fakat karanlık bastığından,
Badıcivan
hattına
çekilmiş
olan
düşmanın
mevzii
kesin
olarak
belirlenememiştirATASE, BDH, 2812/30/1-25; Kır ve Altınbilek, 1993: 152).198
Köprüköy’de 8 Kasım’da kazanılmış olan zaferi Galip Paşa ordu karargâhına
telgrafla 199 müjdelemiş ve kolorduda pek asker kaybı yaşanmadığını bildirmiştir
(ATASE, BDH, 2812/30/1-3; ATASE, BDH, 2811/29/18).200 3. Ordu Komutanı Hasan
İzzet Paşa ise kazanılan bu başarıyı, 9 Kasım 1914 tarihinde, Başkumandanlık
Vekâletine şu şekilde bildirmiştir: “Köprüköy civarında Badicivan şarkında mevzi’ alan
düşmana karşı 25 Teşrinievvel 1330’da öğleden itibaren icra edilen taarruz 26
Teşrinievvel akşamına yakın düşmanın çekilmesiyle neticelenmiştir. Düşmanın dört
alay piyade, altı batarya top ve bir süvari fırkasından ibaret olduğu tahmin edilmiş,
197
Galip Paşa’nın 8-9 Kasım gecesi ordu karargâhına çektiği telgrafa göre, Rusların terk ettiği yerleri
Galip Paşa’ya bağlı 34. Tümen ele geçirmiştir (ATASE, BDH, 2812/30/1-12; ATASE, BDH, 2812/30/133; ATASE, BDH, 2812/32/1-8a).
198
Kafkas Cephesi’nde elde edilen başarıların, çevrede iyi tesirler yapması için, duyurulmasına
ehemmiyet verilmiştir (BOA, DH.ŞFR, 48/123).
199
Bu tarihlerde Köprüköy civarında telgraf hatları yeterli hale getirilemediğinden iletişim sorunları
yaşanmıştır ( ATASE, BDH, 2811/29/21).
200
Türk tarafı bu günlerde zafer kazandıklarını ilan ederken, Rus tarafı ise kendilerinin hâlâ işgalci
durumda olduklarını ve pozisyonlarını koruduklarını, Türklerin önemli bir zafer kazanmadıklarını ilan
etmişlerdir (Newcastle Daily Journal, nr. 18279, 13 Kasım 1914; Evening Telegraph, nr. 11807, 12
Kasım 1914).
123
Köprüköy doğusundaki sırtları tahliye edip etmediği öğrenilememiştir” (ATASE, BDH,
139/638/18-6; ATASE, BDH, 2812/32/1-10a ).
Ruslar, 8 Kasım’da yaşadıkları hezimetten sonra Yeniköy civarına doğru
çekilişe devam ederek kendilerini toparlamaya çalışmıştır (ATASE, BDH, 2812/30/113; ATASE, BDH, 2812/30/1-25; ATASE, BDH, 2812/30/1-25a). 201 Türk birlikleri ise
Rusları yandan ve arkadan kuşatma altına almaya gayretinde olmuştur (Evening
Express, nr. 11203, 12 Kasım 1914; The Western Daily Press, nr. 17704, 10
Kasım1914). Ruslar ise düzenlerini ve mevkilerini korumak için gayret etmişlerdir
(Newcastle Daily Journal, nr. 18277, 11 Kasım 1914). Özellikle Rus topçu birlikleri
Türklerin ilerlemesini engellemiş ve saldırıları geri püskürtmüştür (Newcastle Daily
Journal, nr. 18276, 10 Kasım 1914). 9 Kasım’da, yağmakta olan karın şiddeti artmış,
Türk birlikleri arasındaki iletişim iyice zayıflamıştır (ATASE, BDH, 2812/30/1-21;
ATASE, BDH, 2812/30/1-24). Taarruz taraftarı olmayan 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet
Paşa ise orduyu geri çekmiştir (Karal, 1999: 417).
Hasan İzzet Paşa’nın emrindeki orduyu Ruslar üzerine yapılabilecek karşı bir
taarruz hareketine hazırlamaması ve mütereddit tutumu Rus birliklerinin çok kayıp
vermesini önlemiştir.
Taarruzdan ziyade Erzurum’un savunulması taraftarı olan Hasan İzzet Paşa 9
Kasım akşamı Erzurum’a çekilme kararı verince Galip Paşa komutanlıktan istifasını
istemiştir. Alman Yarbay Guze’nin hatıralarına göre Galip Paşa, 11. Kolordu’ya
savunma düzeni aldırması için ordu karargâhına çağrıldığında, kendisiyle görüşen
istihbarat şube müdürü, Hasan İzzet Paşa’nın taarruza karşı olduğunu ve savunma
taraftarı olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Galip Paşa, savunma düşüncesinin
201
Düşman Köprüköy civarından uzaklaşırken, geride bol miktarda erzak ve savaş malzemesi bırakmıştır
(ATASE, BDH, 2812/32/1-9a).
124
isabetli olmadığını, emrindeki askerlerin taarruz için hazır olduğunu, Hasan İzzet
Paşa’nın düşüncesinde ısrarcı olması durumunda kolordu komutanlığından istifa
edeceğini belirtmiştir (Guze, 2007: 28, 29). Galip Paşa, hatıralarında dile getirdiğine
göre daha önceden aralarında eski bir dostluk olmasından cesaret alarak, Hasan İzzet
Paşa’ya Erzurum istihkâmlarına çekilerek düşmanın orada karşılanmasının uygun bir
fikir olmadığını, düşmanın zayıf durumundan istifade edilerek taarruza devam
edilmesini istemiştir. Galip Paşa, yapmış olduğu konuşmalarla Hasan İzzet Paşa’nın
ikna olmayacağını görünce kolordu komutanlığından istifa edeceğini söylemiştir. Galip
Paşa’nın kişiliğini bilen Hasan İzzet Paşa böyle kritik bir dönemde onun gibi bir
komutanı
kaybetmek
istemediğinden
orduyu
savunmaya
çekme
kararından
vazgeçmiştir. Tekrar taarruza geçirilen ordu Rusları Köprüköy’den Azapköy civarına
sürmeyi başarmıştır (Belen, 1973: 218; Güngör, 1937: 61-63; Çakmak, 2011: 46).
8 Kasım’daki başarıdan sonra Türk ordusu kısmen de olsa ilerlemiştir (Servet-i
Fünun, nr. 73, 29 Teşrinievvel 1330). 9 Kasım’da hava karlı, sisli ve soğuktur (The
Western Daily Press, nr. 17704, 10 Kasım 1914). Türk birlikleri arasındaki iletişim
oldukça zayıftır. Buna bağlı olarak da ciddi bir taarruza geçilememiştir. 10 Kasım
1914’te de önemli bir muharebe olmamıştır (The Western Daily Press, nr. 17705, 11
Kasım 1914; Kır ve Altınbilek, 1993: 58, 160). 3. Ordu Komutanlığının isteği üzerine
Galip Paşa, başarılı bir şekilde mücadeleye devam eden kolordusunu, 11 Kasım günü202
harekete geçirmiş ve savaşı Miyadin’in doğusundan yönetmiştir (ATASE, BDH,
2812/32/1-13; ATASE, BDH, 2812/32/1-4; ATASE, BDH, 2812/32/1-5; ATASE,
202
11 Kasım 1914 durumu: 34. Tümen: Köprüköy’ün garp sırtlarında Hasankale-Köprüköy yoluyla
Badicivan arasındadır. 18. Tümen: Bunun solunda, sol cenahı Tadiker’dedir. 2. Nizamiye Süvari Tümeni:
Serboğan-Kızılviran mıntıkasındadır. 29. Tümen: Tımar-Sürbehan-Manastır mıntıkasındadır. 17. Tümen:
Korucuk ve civarındadır (ATASE, BDH, 2812/32/1-14).
125
BDH, 2812/32/1-5a; Kır ve Altınbilek, 1993: 165). Ruslar, yapılan taarruz sonucunda
mevziilerini terk etmiş ve geri çekilmeye devam etmiştir (Tercüman-ı Hakikat, nr.
12065, 30 Teşrinievvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 74, 30 Teşrinievvel 1330). Galip Paşa,
11 Kasım’daki muharebeyi 3. Ordu’ya şu şekilde bildirmiştir: “Havanın karlı ve
yerlerin çamurlu olmasına rağmen Allah’ın yardımıyla bu gün de başarılı muharebe
olmuş, düşman Tafdiker ve Pazaçur sırtlarından tamamen ve daha soldaki sırtların
çoğundan atılmıştır” (Kır ve Altınbilek, 1993: 167).203
Galip Paşa’nın Homigi-Pazaçur bölgesinde, 12 Kasım 1914’te, saat 06.00’da
topçu ateşiyle başlayıp saat 15.00’e kadar süren mücadelesi sonucunda bölge Ruslardan
temizlenmiş ve çok sayıda esir alınmıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani 1330;
Kır ve Altınbilek, 1993: 177). 12-13 Kasım gecesi Galip Paşa, 3. Ordu’ya gönderdiği
raporda, düşmandan teçhizat ve makineli tüfek ele geçirdiklerini bildirmiştir. 12
Kasım’daki başarı, 204 Başkomutanlık Vekâleti’ne 3. Ordu Komutanlığı tarafından şu
şekilde bildirilmiştir: “Köprüköy doğusundaki 1905 Rakımlı Çobandede Tepesi
Allah’ın yardımıyla zapt olundu. 11. Kolordu başarıyla ilerlemektedir. Düşmanın en
çetin mevziileri elimize geçti” ( ATASE, BDH, 2812/32/1-18a; Kır ve Altınbilek, 1993:
203
Karargâh-ı Umumi’nin 12 Kasım 1914 tarihli duyurusu: “Ordumuz, dün sabah (11 Kasım 1914)
başladığı taarruzunda tamamıyla muvaffak olmuş ve Ruslar bu ikinci mevzilerinde de ancak bir buçuk
gün durabilmişlerdir (İkdam, nr. 6369, 31 Teşrinievvel 1330).
204
12 Kasım 1914 tarihli 3. Ordu Raporu: “Bu gün zabitan ve efradın gayret ve himmeti sayesinde gayet
mühim olan düşman mevziine muvaffakiyet-i taarruz edildi. Düşman, mevziinden kâmilen püskürtüldü”
(ATASE, BDH, 2812/32/1-18). 11. Kolordu’nun 10-11 Kasım 1914 tarihindeki durumu: 11. Kolordu
muharebe halindedir. Düşman, Badicivan sırtlarındadır. 18. Tümen Salfor sırtlarını tamamen almış
haldedir. 34. Tümen, Epsemçe hizasında 1 kilometre kadar doğudadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-65;
ATASE, BDH, 2950/H6/1-66). 11-12 Kasım 1914: 18. ve 34. Fırka Ruslar karşısında güçlü bir
durumdadır ve onlardan çekinmemektedir (ATASE, BDH, 2950/H6/1-83). 11-12 Kasım: Düşman,
Köprüköy civarında, bazı yerleri terk etse de karşı taarruzlara da geçerek Türk birliklerinin ilerleyişini
yavaşlatmaktadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-107). 11-12 Kasım 1914 tarihlerinde Köprüköy civarındaki
araziler karla kaplıdır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-81).
126
191, 197 ).205
3. Ordu Komutanlığı’nın 13 Kasım 1914 tarihli bildirisine göre, KöprüköyHomigi-Menevürt güney sırtlarından ve Yeniköy kuzeyindeki 2430 rakımlı tepeden
düşman atılmış ve düşman süvari tümeni Emrekom-Işkı hattının doğusuna çekilmiştir.
Galip Paşa’nın kolordusu Homigi sırtları ile Menevürt güneyi ve Çermiksu doğu
sırtlarındadır (ATASE, BDH, 2950/H6/1-116; ATASE, BDH, 2950/H6/1-121).
14 Kasım’da düşman birlikleri geri çekilişine devam etmiştir. 3. Ordu
Komutanlığı’ndan 15 Kasım’da gelen emirde Galip Paşa’dan, Karaçufa’dan Horasan’a
kadar Aras Nehri’nin geçilmeye müsait olup olmadığını ve hangi sınıfın geçebileceğini
keşfettirmesi, Köprüköy’den Horasan’a kadar telefon hattının uzatılması, 11.
Kolordu’nun Köprüköy-Azap-Ardos ve güneyindeki yolları kullanması ve Yukarı
Ahalık-Velibaba Cephesi’nde düşman hakkında bilgi toplaması istenmiştir (Kır ve
Altınbilek, 1993: 209-228).
Galip Paşa, ordu komutanlığından gelen taarruz isteğini kendisine bağlı
komutanlara iletmiş 16 Kasım’da kolorduyu harekete geçirmiştir. O gün düşmanın geri
çekilişi devam etse de ordudan verilen hedeflere ulaşılamamıştır (ATASE, BDH,
5079/H4/1-86; ATASE, BDH, 5079/H4/1-91a; ATASE, BDH, 5079/H4/1-86; Kır ve
Altınbilek, 1993: 229-231). 206 Bundan dolayı 17 Kasım’da saat 08.00’den itibaren
yeniden taarruza geçilmesi istenmiştir. Bunun üzerine 11. Kolordu, Aras Nehri
205
Karargâh-ı Umumi’nin 14 Kasım 1914 tarihli duyurusu: “Köprüköy civarındaki muharebat pek
şiddetli olmuş ve askerimiz fevkalade başarı göstermiştir. Bir alayımız 1905 rakımlı tepeye üç defa süngü
ile hücum etmiş ve en ilerideki taburunun kumandanıyla zabitanının kısm-ı azamı şehit olduğu halde
Osmanlı tarih-i celadetinin bir misal-i mefharati olarak büyük bir fedakârlıkla düşman mevziine dâhil
olmuş ve o tepeyi işgal eden düşmandan bir fert bile kalmamıştır (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani
1330).
206
16 Kasım tarihinde yaptığı bildiriye göre Galip Paşa, Azap istikametinde ilerlemektedir. Düşman
hakkında tam bir malumat yoktur (ATASE, BDH, 5079/H4/1-89a).
127
kuzeyinde bulunan kıtalarıyla, sol kanadı Azap-Zanzak-Kötek doğrultusunda olmak
üzere ilerlemiş ve Aras nehri kuzeyinde bulunan Rus mevzisinin üç kilometrelik bir
kısmına, Azab’ın doğu ve kuzey sırtlarına girmeye muvaffak olmuştur (ATASE, BDH,
5079/H4/1-91; Özdemir, 2003: 105. 11).207 Galip Paşa, 18 Kasım’da orduya verdiği
raporda, düşmanın terk ettiği yerlerin 18 ve 34. Tümen tarafından zapt edilmiş olduğunu
bildirmiştir (ATASE, BDH, 5079/H4/1-99a).
Köprüköy’de devam eden muharebelerden dolayı asker sayısı günden güne
azalarak gücü düşen kolorduya 19 Aralık 1914’te 2.500 er takviyesi yapılmıştır
(Özdemir, 2003: 212).
Netice olarak; 7, 8, 9 Kasım’da olmak üzere üç gün süren, Türklerin
galibiyetiyle sonuçlanan Köprüköy Muharebeleri sonucunda düşman Badicivan
Deresi’nin doğusundaki ileri mevziine sürülmüştür. İkinci Köprüköy Muharebesi
birincisine bir gün ara verilerek başlatılmıştır. İkinci Köprüköy çarpışmaları 11 Kasım
1914’te başlamış ve iki gün sürmüştür. 11. Kolordu başarılı olmuş ve düşman 12
Kasım’da mevziini terk ederek geri çekilmiştir (Servet-i Fünun, nr. 76, 1 Teşrinisani
1330; Sabis, 1943: 76; Sabis, 1943: 71-77; Kurat, 2010: 120). Ustaca geri çekilmeyi
başaran düşman birlikleri imha edilememiştir (Sabis, 1943: 76). Köprüköy’de mağlup
olan Ruslar, sınıra doğru kırk kilometre kadar çekilmiştir. Türk birlikleri ileri harekâtına
devam etmiş ve 11. Kolordu 13 ve 14 Kasım’da da takibini sürdürmüştür. Fakat bu
günlerde kolorduda ilk tifüs vakaları da başlamıştır (Servet-i Fünun, nr. 79, 4
Teşrinisani 1330; Sabis, 1943: 77; Bayur, 1983: 353).
Türk kolorduları Köprüköy civarında büyük kayıplar vermiş ve asıl
kaynaklarından ve takviyeden günden güne uzaklaşmıştır. Ruslar ise sisli havadan da
207
Kolordu Komutanı Galip Paşa bu başarıyı, “Avn-ı Hakk’la ordu bu gün taarruzunda muvaffak olmuş,
Azap şark sırtlarını kâmilen elde etmiştir” şeklinde duyurmuştur (ATASE, BDH, 5079/H4/1-97a).
128
istifade ederek daha kuvvetli mevzilere çekilerek hem kayıp vermekten kurtulmuş hem
de takviye güçlerine ve kaynaklara yaklaşmıştır (Sabis, 1943: 80; Özdemir, 2003: 88).
Galip Paşa, Rus ordusuyla yapılan ilk karşılaşmadan itibaren Türk ordusunun
harekâtına devam etmesi ve karşısındaki düşman birliklerini imha etmesinden yana
olmuştur. Kendisine bağlı 11. Kolordu’yu da bu düşünce doğrultusunda yönlendirmiştir.
Çünkü Köprüköy civarında yaşanan ilk karşılaşmalar esnasında 3. Ordu, Rus birlikleri
karşısında avantajlı durumda olmasına rağmen Hasan İzzet Paşa’nın tutumundan dolayı
bu durumdan istifade edilememiştir. Rusların sürekli aldıkları destekle güçlenmisinden
dolayı da bu fırsat tekrar elde edilememiştir (Şerif, 1338: 66; Bayur, 1983: 353). 3.
Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın savunmada kalma fikrinde ısrarcı olarak Rus
birliklerini etkisiz hale getirmemesi Enver Paşa’yı da üzmüştür (Karal, 1999: 417).
3.1.3. Azapköy Muharebeleri ve Galip Paşa
Rus birlikleri Köprüköy’de bozulduktan sonra Azap civarına çekilmiştir (Tanin,
nr. 2124, 7 Teşrinisani 1330). İki taraf arasındaki muharebeler burada 16 Kasım 1914’te
başlamıştır (Sabis, 1943: 81). Galip Paşa, ordu komutanlığından aldığı emir üzerine 17
Kasım’da kolorduyu yapılandırmış, kendisi ise Haran’dan hareketle Azap’ın batısındaki
sırtlara gitmiştir. Aynı gün kolordu sabah saatlerinde taarruza başlamıştır. Galip Paşa,
17 Kasım’da, saat 22.00’de Haran’dan 33. Piyade Tümeni’ne gönderdiği yazılı emirde,
“Allah’ın yardımıyla ordu bu gün taarruzda başarı sağlamış ve Azap’ın doğu sırtlarını
tamamen ele geçirmiştir” demiştir. 18 Kasım’da, saat 03.30’de Hasan İzzet Paşa,
birliklere gönderdiği emirde, Azap doğusundaki sırtların taarruzla ele geçirildiğini
bildirmiştir. Rus birliklerinin bir kısmının 11. Kolordu karşısında Horum ve Oltu
doğrultusunda geri çekilmesi haberi 3. Ordu’ya moral olmuştur (Tanin, nr. 2124, 7
129
Teşrinisani 1330; Kır ve Altınbilek, 1993: 245, 248).
Galip Paşa, 18 Kasım’da saat 05.30’da birliklerini yeniden yapılandıracak
şekilde emir vermiş ve kolordu karargâhının saat 07.00’den itibaren Kalender’in
güneyindeki sırtlara gideceğini bildirmiştir. Sürekli takviye alan Ruslar, yoğun bir sis ve
soğuğa rağmen 11. Kolordu’nun açık kanatlarına taarruza başlamıştır. Kolordu ise
taarruza geçmekten ziyade Ardos güneyindeki sırtların tahkimiyle ilgilenmiştir (Servet-i
Fünun, nr. 81, 6 Teşrinisani 1330; Kır ve Altınbilek, 1993: 264-266).
11. Kolordu’nun 19 ve 20 Kasım’da durumunda herhangi bir değişiklik
olmamıştır. Bu tarihlerde, kıtalar mevziilerini
tahkim
etmişler,
noksanlarını
tamamlamışlar ve dinlenmişlerdir. Galip Paşa, ordu komutanlığından aldığı emir
gereğince, Ruslara karşı hangi birliklerin ne şekilde harekete geçeceğini 21 Kasım’da
bildirmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 306).
11. Kolordu tümenlerinin 22 Kasım 1914’te saat 06.00’ya kadar yeni
mevziilerine yerleşmiş olmaları gerekirken bu yapılamamıştır. Kıtalar bütün gün erlerini
toplamaya çalışmıştır. 11. Kolordu’nun 22 Kasım 1914 tarihli raporu şu şekilde
olmuştur: 34. Tümen, Hopik’in şimal-i şarkisindeki tepe ile Karaçuka’nın bir kilometre
şarkındaki hatta 18. Tümen Kamasor’un hemen garbındaki sırtta, 33. Fırka Komasor’un
iki kilometre cenubunda Todaveren hizasındaki sırtlara kadar yerleşmiştir. Fırkaların
ileri karakollarının kısm-ı külliyeleri Azab’ın garbı ve Komasor’un hemen şarkındaki
sırtlara 9-10 gecesi geleceklerdir. Küçük karakolları eski mevzilerinde kalacaktır. İleri
karakollardaki nefer ve topların da kısm-ı külliyelerine iltihakları için emir verilmiştir.
Tahliye olunan mıntıkada esliha ve cephane kâmilen geriye nakledilmiştir. Ve kolordu
karargâhı Emrekom’a tesis olunmuştur (ATASE, BDH, 2950/H6/1-190; Kır ve
Altınbilek, 1993: 315).
130
Galip Paşa, 23 Kasım’da kolorduyu akşama kadar mevziilerine yerleştirmiştir.
Kendisi, Emrekom’dan Todaveren doğrultusunda hareket etmiştir. Mindivan’ın
güneyine geldiği zaman, bölgedeki birliklerin kısmî başarısızlıklarını görmüş ve bunlara
yeniden düzen vermiştir. Kolordu, o gün, kendisine tahsis edilen köylerden istifade
ederek
konaklama
sorununu
çözmüştür.
Ordu
karargâhıyla
sağlıklı
iletişim
kurulabilmesi için telefon hatları işler durumda tutulmaya çalışılmıştır (ATASE, BDH,
2812/31/2-27; ATASE, BDH, 2812/31/2; Kır ve Altınbilek, 1993: 325). 11.
Kolordu’nun 23 Kasım 1914 tarihli raporunu Galip Paşa şu şekilde bildirmiştir: “Bu
gün öğleden sonra Emrekom’dan kıtaat ve tahkimatı teftiş için Todaveren istikametine
hareket ettim. Todaveren’in cenup hizasında iken 33. Fırka’nın karşısındaki düşmanın
ileri karakollarını tard ettiğini ve ileri karakol taburunun Komasor istikametinde ric’at
ettiğini öğrendim” (ATASE, BDH, 2950/H6/1-205; ATASE, BDH, 2950/H6/1-206).
Rusların Azap bölgesindeki başarısızlıklarından dolayı Rus Çarı, Aralık 1914’te
Kafkasya’ya gelmiş, birliklere moral ve cesaret vermeye çalışmıştır. Aynı günlerde
Enver Paşa da orduyu Sarıkamış kuşatması için hazırlamak için Erzurum’a gelmiştir
(Kır ve Altınbilek, 1993: 349).
Köprüköy ve Azapköy çarpışmalarında 3. Ordu’nun 2000 askeri şehit olmuş,
6000 askeri ise yaralanmıştır (Bayur, 1983: 353).208 Sadece 11. Kolordu’ya bağlı 18.
Tümen, 16-18 Kasım 1914 tarihleri arasında 5 zabit, 191 nefer şehit vermiş, bu
tümenden 25 zabit ve 736 nefer yaralanmıştır. Aynı tümenden 7 Kasım’dan 21 Kasım’a
kadar 7 zabit ve 242 er şehit olmuş, 32 zabit ve 982 nefer yaralanmıştır (ATASE, BDH,
208
Azap Muharebelerinde 1914 er ve 69 subay şehit olmuş, 6012 asker yaralanmış, 3069 asker esir
düşmüş ve 2792 kişi de firar etmiştir. 10 bin civarındaki ihtiyat süvari eri de dağılarak köylerine gitmiştir.
İlgili makamlar, sevk edilen askerlerin firar etmesi halinde ilgili askerlerin evlerinin yakılmasını,
mallarının müsadere edilmesini emretmiştir. Bu tür askerleri hanelerine kabul edip saklayanlar için de
aynı muamelenin yapılması istenmiştir (BOA, DH.ŞFR, 459/74; Özdemir, 2003: 125).
131
2812/34/13-1). Aynı tarihler arasında tümenin 114 hayvan kaybı olmuştur (ATASE,
BDH, 2812/34/13). Köprüköy ve Azapköy Muharebeleri’nde Rus kayıpları ise 6000
kişi kadar olmuştur (Bayur, 1983: 353).
Köprüköy ve Azapköy Muharebeleri genelde Osmanlı sınırları içinde
olduğundan, savaşın olumsuz sonuçları Türk halkını etkilemiştir. Ruslar, yirmi günlük
süreçte ustaca manevralarla 3. Ordu’yu oyalamışlar ve diğer birliklerinin eksikliğini
hissettirmemişlerdir. Sürekli olarak Türk birliklerinin durumunu tespit eden Ruslar, yeni
planlarını buna göre hazırlamışlardır (Kır ve Altınbilek, 1993: 322).
3.1.4. Sarıkamış Harekâtı ve Galip Paşa
3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, 6 Aralık 1914’te merkeze çektiği telgrafta,
Başkumandanlık Vekâleti’nin Sarıkamış Harekâtı kararının gayet uygun olduğunu
bildirmiştir. Hasan İzzet Paşa’nın telgrafında şu noktalar üzerinde durulmuştur: Galip
Paşa’nın komutasındaki 11. Kolordu, kaleden alınacak kuvvetlerle desteklenmeli, 10.
Kolordu Erzurum-Oltu istikametinde yürüyüşe geçmeli ve Rus arazisine girdikten sonra
Yeniköy-Sarıkamış hattına doğru yönelmelidir. Düşman 11. Kolordu’ya taarruz ettiği
takdirde ihataya memur olan 9 ve 10. Kolordular daha güneye doğru hareket
eylemelidirler. Bu harekât için 9 ve 10. Kolordu’nun yüksek dağlardan ve müşkül
araziden geçmeleri gerekmektedir (ATASE, BDH, 139/638/51-4). Fakat Hasan İzzet
Paşa, askerin erzak ve giyecek bakımından sefil durumda olduğunun da farkındadır
(ATASE, BDH, 139/638/51-5).
Galip Paşa’nın hatıralarından anlaşıldığına göre, Azapköy Muharebeleri’nden
birkaç gün sonra ordu kumandanlığı asker ve malzeme noksanlığı yüzünden, müdafaaya
geçme kararı almış ve fırtınalı bir gecede, ani bir yürüyüşle cepheyi 10-15 kilometre
132
geri aldırmıştır. Bu yürüyüşte pek çok asker soğuktan dolayı kırılıp şehit olmuştur.
Böylece bir ay boyunca cephede sükûnet devam etmiştir (Güngör, 1937: 63). Türk
ordusunun hareketsiz kaldığını gören Ruslar başka yerlere asker sevk etmeye
başlamışlardır. Enver Paşa, Rusların başka yerlere asker sevk etmiş olmasını bir fırsat
olarak değerlendirmek istemiş ve birkaç gün içinde 3. Ordu’yu taarruza geçirmek için
çaba harcamıştır. Sarıkamış Harekâtı ile Kars, Ardahan ve Batum’u geri almayı
düşünmüş olan Enver Paşa,209 hedefine ulaşana kadar cephede kalma kararı vermiştir
(BOA, DH.ŞFR, 454/21; Karal, 1999: 420; Findley, 2011: 209).
Enver Paşa hazırlamış olduğu Sarıkamış Harekâtı planıyla Galip Paşa’nın
karargâhına giderek yapılacakları ona da izah etmiştir. Bunun üzerine Galip Paşa,
“Paşam, yol yok, kar fazla… İklim arızalı. Muhabere vasıtasından mahrumuz. Askerin
iaşesi yolunda değil. Hele giyim hiç yok. Menzil işlemiyor. Bu şartlar altında yapılacak
taarruzdan şimdilik bir fayda beklenemez. Harekâtın yaza tehiri fikrimce münasip olur”
demiştir (Güngör, 1937: 63, 64). 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa da aslında
Sarıkamış kuşatmasına taraftar değildir. İstanbul’a çektiği telgrafta taarruzu uygun bulsa
da şartların olumsuzluğunu da dile getirmiştir (ATASE, BDH, 139/638/51-4,51-5). En
209
Rusya Kafkas bölgesine fazla yığınak yapmayıp asıl ağırlığını Avrupa cephelerine vermiştir. Rus
ordusunun Kafkas cephesindeki bu zaafından yararlanmak isteyen Enver Paşa, Osmanlı kuvvetlerinin
Ruslar karşısında geri çekilerek savunmada kalmasını doğru bulmamıştır. Bu nedenle cephedeki duruma
müdahale ederek 3. Ordu’nun Köprüköy yönünde taarruz etmesini emretmiştir. Türk ordusunun
taarruzuyla 7 Kasım sabahı başlayan Köprüköy savaşlarında, Ruslar mevzilerini terk ederek bir günlük
mesafede bulunan Azap sırtlarına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. 16-17 Kasım günlerinde Azap
sırtlarında devam eden çarpışmalarda her iki taraf da kayda değer bir sonuç elde edemeyince, Kafkas
cephesindeki çarpışmalar bir süre için sona ermiştir. Çarpışmaların bu şekilde sona ermesi Ruslar
tarafından memnuniyetle karşılanmış, Rus Kafkas Ordusu Başkomutanlığı’ndan, Sarıkamış Grup
Komutanı General Bergmann’a, özel bir emir almadıkça taarruza teşebbüs etmemesi bildirilmiştir.
Böylece savaş bir durgunluk dönemine girmiştir. Cephedeki bu hal Enver Paşa’nın bölgeye intikaline
kadar devam etmiştir (Öğün, 2002: 711).
133
azından şartların bu iş için uygun olmadığını düşünmüştür. Bu durumun farkında olan
Enver Paşa, Hasan İzzet Paşa’nın 210 19 Aralık 1914’te 3. Ordu 211 Komutanlığından
istifa etmesi üzerine vazifeyi kendi üzerine almıştır (Birgen, 2006: 282; İnönü, 1969:
142; Çolak, 2006: 114).212
Sarıkamış Taarruzu öncesinde Osmanlı askerinin önemli bir kısmı sefil ve hasta
durumdadır. Fakat 3. Ordu’yu idare edenler 9. ve 10. Kolordu’nun Sarıkamış
istikametinde muhatap olacağı düşman kuvvetini küçük görmüşlerdir (ATASE, BDH,
139/638/51-5).
Sarıkamış’a taarruz emri 15 Aralık’ta verilmiş ve bundan sonra birlikler
kendilerini bu yönde hazırlamaya başlamışlardır. Bu amaç doğrultusunda 22 Aralık’ta
11. Kolordu Aras Nehri ile Karabıyık-Sıçankale-Gerek Dağı doğu hattı arasındaki
bölgede yerleşmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 381).
Galip Paşa’dan, 21 Aralık akşamına kadar Aras Nehri’nin güneyindeki
birliklerini nehrin kuzeyine alması istenmiştir (ATASE, BDH, 2950/ H7/1-42). Nehrin
güneyinde ise süvari tümeninin emrine verilmek üzere bir piyade alayı, bir jandarma
taburu ve bir dağ bataryasını nehrin güneyinde bırakması istenmiştir (Kır ve Altınbilek,
1993: 373).
22 Aralık 1914 sabahı Sarıkamış üzerine harekete geçirilen 9. ve 10 Kolordu,213
210
Enver Paşa’nın hocasıdır.
211
3. Ordu’nun Sarıkamış Harekâtı öncesi 75.660 muharip eri, 228 topu ve 73 makineli tüfeği vardır.
Buna karşılık, Rusların 100 bin civarında muharip eri vardır. 22 Aralık 1914 sabahı 9. ve 10 Kolordu
Sarıkamış üzerine taarruza geçirilmiştir (Kır ve Altınbilek, 1993: 384, 385).
212
Enver Paşa’nın 9. Kolordu’nun başına geçerek Sarıkamış’a doğru ilerlemesi, başkomutan vekili olan
Enver Paşa ile savaş esnasındaki iletişimi de olumsuz etkilemiştir (BOA, DH.ŞFR, 48/260/1).
213
Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’nın genişletilmiş harekât planına uymamıştır. Büyük bir kolordu ile
mağlup ettiği iki alaydan ibaret olan Rus müfrezesini takibe devam ederek, Abdülkerim Bey
komutasındaki 32. Tümen’i Kop yönüne gönderdikten sonra kendisi 30 ve 31. Tümenlerle Ardahan
134
harekâtın ilk günlerinde başarılı bir şekilde ilerleyişlerine devam etmişlerdir (BOA,
DH.ŞFR, 455/80/1; Sabis, 1943:139).
Enver Paşa, Sarıkamış Taarruzu esnasında, 11. Kolordu’nun kendi mevziinde
kalarak düşmanın dikkatini üzerine çekmek için bütün cephede taarruz görünümü
sergilemesini istemiş ve Galip Paşa’ya hareketlerinde serbest olma yetkisi vermiştir
(ATASE, BDH, 2950/H7/1-41; ATASE, BDH, 139/638/051-04; Larcher, 1928: 336,
337; Sabis, 1943: 137; Güngör, 1937: 68; Baytın, 1946: 65; Öğün, 2002: 712; Kır ve
Altınbilek, 1993: 373). Enver Paşa’nın amacı, 11. Kolordu’nun yerleştirildiği bölgede
Rusları sabit tutarak 9. ve 10. Kolordularla Rusların yan ve gerisine geçerek, geri
çekilmelerine fırsat vermeden yenilgiye uğratmak ve esir etmektir (İlter, 2007: 9).214
Galip Paşa hatıralarında, “Başkumandan vekili, benim kumanda ettiğim 11. Kolordu ile
Nizamiye Süvari Fırkasını cephede bırakarak, 9 ve 10. Kolordu215 ile Oltu, Çatak ve
Bardız üzerinden Sarıkamış’ın gerilerine düşmek üzere harekete geçti” (Güngör, 1937:
67) demiştir.
9. ve 10. Kolordu’nun Sarıkamış yönünde ilerlediği süreçte 11. Kolordu sınır
istikametinde taarruza devam etmiştir. Hafız Hakkı Paşa’nın Ardahan’a doğru ilerlemesinden sonra 9. ve
10 Kolordular arasındaki irtibat ağır kış şartları ve mesafenin açılması nedeniyle neredeyse tamamen
kesilmiştir. Bundan sonra kolordular genellikle birbirlerinden haberdar olmadan hareket etmek zorunda
kalmışlardır. Böylece bir an önce Sarıkamış yönünde ilerlemek yerine küçük bir düşman kuvvetinin
arkasına takılarak Sarıkamış’tan uzaklaşan Hafız Hakkı Paşa, 10. Kolordu’yu kış ortasında Allahuekber
Dağları’na sürerek büyük bir kısmının donarak şehit olmasına neden olmuştur. Daha da önemlisi bu
davranışıyla, zaferle sonuçlanabilecek bir harekâtın büyük bir hezimete dönüşmesine istemeden de olsa
neden olmuştur. Bu tırmanış 19 saat kadar sürmüştür. Oltu Müfrezesi’nin peşine takılarak hiç gerek
yokken sarp dağlara doğru sürüklenen bu kolordu, çok büyük bir zayiat vermiştir (Öğün, 2002: 717, 721).
214
Çevirme harekâtı 22 Aralık’ta başlamıştır. 9. Kolordu Bardız, 10 Kolordu Oltu yönünde ilerlemiştir.
Oltu ve Bardız’a girilmiştir. Bir yandan da Kars ve Ardahan üzerine yürünmüştür (Karal, 1999: 421).
215
Hafız Hakkı Paşa’nın, harp planlarına göre 10 Kolordu’yu Allahuekber’e sürmemesi gerekmektedir.
Fakat plana uymayarak bir Rus birliğini takip ederek kolorduyu karlı dağlara vurmuş ve burayı binlerce
kayıpla geçmiştir.
135
bölgesinde Rusları oyalamakla meşgul olmuştur. Fakat düşmanı tamamen geri
püskürtememiştir. Enver Paşa, Galip Paşa’ya Sarıkamış’tan sürekli telgraf çekmiş ve 9.
ve 10. Kolordu’yu başarı içinde gösterip, 11. Kolordu’nun da ilerlemesini istemiştir.
Fakat günlerdir yaptığı mücadelelerle yıpranmış olan 11. Kolordu, Sarıkamış yönünde
ilerleyemediği gibi Enver Paşa’yla haberleşme bile aksayarak yapılabilmiştir (Sabis,
1943: 146-148).
Sarkamış Harekâtı’nın başlangıç tarihi olan 22 Aralık 1914’te kolorduların
mevcudu: 9. Kolordu: 36784, 10. Kolordu: 48943, 11. Kolordu: 27019. Sarıkamış
Harekâtı’ndan sonra, 18 Ocak 1915’teki sayılar: 9. Kolordu: Tamamen bitmiştir. 10.
Kolordu: 2200, 11. Kolordu: 5200’dür (İlter, 2007:13, 14; Özdemir, 2003: 203).216
22 Aralık 1914’te Yukarı Söğütlü’de bulunan Galip Paşa, kendisine bağlı 18 ve
34. tümenlere taarruza başlamaları emrini vermiştir. Yapılan taarruz sonucunda, 23
Aralık’ta Rusların 11. Kolordu karşısında bulunan birliklerinin önemli bir kısmı geri
çekilmiştir. Enver Paşa Galip Paşa’ya, kolordunun asıl görevine devam etmesini, geri
çekilen düşmanı takip etmesini fakat kesin sonuçlu muharebeye girmemesini, düşmanın
Kars doğrultusunda çekilmesini önlemesini emretmiştir (Balcı, 2007: 153; Kır ve
Altınbilek, 1993: 386, 392).
24 Aralık’ta 11. Kolordu ile Rus kuvvetleri arasında çarpışmalar olmuş ve
Ruslar geri çekilmişlerdir. Galip Paşa, 25 Aralık’ta kolordusunu yeniden yapılandırmış
ve birlikler akşama doğru Azap Deresi batı sırtları-Kalender doğu sırtları-MollamelikMaslahat hattına kadar ilerlemişlerdir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-43; ATASE, BDH,
4896/H5/1-43a; Kır ve Altınbilek, 1993: 408-418). Galip Paşa’nın, 25 Aralık’ta saat
24.00’te 3. Ordu’ya gönderdiği rapora göre, kolordu Azap Deresi batı sırtları-Kalender
216
22 Aralık 1914’ten 18 Ocak 1915 tarihine kadar 11. Kolordu, Erzurum’dan takviye olarak asker de
almıştır.
136
doğu sırtları-Mollamelik-Maslahat hattına ulaşarak düşman hakkında bilgi toplamış,
60’tan fazla esir, 400 kadar tüfek, pek çok cephane ve eşya ele geçirmiştir (ATASE,
BDH, 2950/H7/1-99; ATASE, BDH, 5079/H5/1-43; Kır ve Altınbilek, 1993: 420).
Bundan sonra ise kontrol ve düzeni elinde bulunduran Galip Paşa, düşmanın geri
çekilişini önlemek için taarruzuna devam etmiştir (ATASE, BDH, 5079/H5/1-34;
ATASE, BDH, 5079/H5/1-43a).
26 Aralık’ta 11. Kolordu bölgesinde önemli bir ilerleme olmamış, Ruslar AzapZanzak-Sanamer hattında bulunmuş ve bu hattı savunmuşlardır.217 27 Aralık’ta kolordu
muharebeye devam etmiştir (ATASE, BDH, 4896/H5/1-52a; Kır ve Altınbilek, 1993:
433). Son birkaç günde yapılan mücadelelerde sürekli olarak şehit ve yaralı sayısı
artmıştır (ATASE, BDH, 4896/H5/1-53). 27 Aralık’ta hava çok soğuk olduğundan,
elbisesi ve çadırı yeterli olmayan askerlerde ve açık havada bırakılan hayvanlarda
donmalar ve ölümler artmıştır (ATASE, BDH, 5079/H5/1-52a; ATASE, BDH,
5079/H5/1-53).
28 Aralık’ta Aras’ın kuzey ve güneyinde düşman cephesinde her taraftan
çekilmeler olmuştur (ATASE, BDH, 4896/H5/1-62; ATASE, BDH, 5079/H5/1-62).
Buna bağlı olarak da çekilen birlikleri takip etmek gerekmiştir (ATASE, BDH,
4896/H5/1-62). Bu günlerde 9. Kolordu’nun düşman karşısında durumu iyi değildir. 10.
Kolordu’nun bir an önce bölgeye ulaşarak destek vermesi beklenmiş fakat 10.
Kolordu’dan haber çıkmamıştır (ATASE, BDH, 2950/H7/1-111). Galip Paşa’nın
verdiği rapora göre, 29 Aralık’ta düşman Azap Dağı ve Ardos batı sırtlarında bulunan
mevziilerden geri atılmıştır (Kır ve Altınbilek, 1993: 464).
30 Aralık’ta 11. Kolordu’nun düşman karşısında durumu iyi olsa da 9 ve 10.
217
Erzurum valisi Hasan Tahsin merkeze çektiği telgrafta mümkün olduğu kadar hekim ve sağlık
malzemesi istemiştir (BOA, DH.ŞFR, 455/80).
137
Kolordu perişan bir duruma düşmüştür. Fakat kolordular arasındaki irtibat sağlam
olmadığından 11. Kolordu’nun 9 ve 10. Kolordu’nun gidişatını engelleyici bir çabası
olamamıştır. Galip Paşa, 30 Aralık’ta 218 kolordunun takibinden kurtulmayı başaran
düşmanı 31 Aralık’ta tekrar takibe alarak, bu takibini devam ettirmiştir (ATASE, BDH,
4896/H5/1-71; Kır ve Altınbilek, 1993: 475-486). 219 Bu süreçte savaş şiddetlenmiş,
çoğu yerlerde süngü harbi yapılmıştır (ATASE, BDH, 2950/H11/1-56). Savaşan
birlikleri takviye edebilmek için firar etmiş askerlerin bile peşine düşülmüş ve jandarma
aracılığıyla bunların getirilmesi istenmiştir (ATASE, BDH, 2950/H11/1-56a).
Aralık ayının sonlarında, 9 ve 10. Kolordu Sarıkamış yönünde ilerlemiştir
(Servet-i Fünun, nr. 128, 23 Kânunuevvel 1330). 10. Kolordu’nun Allahuekber Yaylası
üzerinden geçen yirmi beş kilometrelik yolu geçişi tam bir perişanlık olmuştur.
Kalınlığı bir metreyi bulan karda saatte bir kilometreden fazla ilerlenememiştir.
Askerlerin önemli bir kısmı bu güzergâhta düşmanla savaşmadan ölmüştür. 27 Aralık’ta
ancak 3 bin kişi Sarıkamış’a ulaşabilmiştir. 9. Kolordu, Sarıkamış’a gelip yorgun ve
bitkin bir şekilde muharebeye başladığında 10. Kolordu hâlâ karlı dağları geçerek
bölgeye ulaşmaya çalışmıştır. Bu kolordu, kırk bin mevcutla başladığı Allahuekber
Dağları geçişini üç bin kişiyle tamamlayabilmiştir (Çakmak, 2011: 81; Karal, 1999:
422; Baytın, 1946: 89).
Yoğun sisten dolayı birliklerin hareketinin yavaş olduğu 1 Ocak 1915’te 11.
Kolordu Kötek, 28. Tümen Altınbulak, 29. Tümen Mehikert’ten Rus sınırını geçmiştir.
218
9. Kolordu’nun Sarıkamış’tan gönderdiği rapora göre karşısındaki Rus kuvveti bir alaydan daha az ve
normal bir müdafaa için beklemekte ve taarruza kalkışmamaktadır (ATASE, BDH, 2950/H7/1-142).
Aralık 29-30 1914 tarihlerinde Sarıkamış’ta hâlâ ciddi bir çatışma başlamamıştır (ATASE, BDH,
2950/H7/1-143).
219
Galip Paşa kolordu karargâhının 1 Ocak’tan itibaren Zanzak’ta bulunacağını bildirmiştir (ATASE,
BDH, 4896/H5/1-71a; ATASE, BDH, 5079/H5/1-71a).
138
Fakat bu günlerde kolordunun ordu merkezi ile iletişimi ciddi şekilde aksamıştır
(ATASE, BDH, 4896/H5/1-86; İlter, 2007: 10).
2 Ocak 1915’te 11. Kolordu Ruslarla şiddetli çarpışmalara girmiş ve her iki taraf
da büyük kayıplar vermiştir (The Newcastle Daily Journal, nr. 18322, 4 Ocak 1915).
Özellikle 34. Tümen, düşmana Altınbulak bölgesinde ağır kayıplar verdirmiştir. 4
Ocak’ta da iki taraf arasında sert çarpışmalar olmuştur. Son birkaç günde yapılan
mücadeleler o kadar kayıplar verilmiştir ki 5 Ocak 1915 tarihli rapora göre, kolordunun
mevcudu bir tümenin bile altına düşmüştür. Bu azalmada özellikle erlerin köylerine
dağılmaları ve Mecingert-Altınbulak-Kötek hattında verilen muharebeler etkili
olmuştur. Sadece bu muharebede bile şehit ve yaralı sayısı beş yüzü geçmiştir
(Özdemir, 2003: 327; Kır ve Altınbilek, 1993: 492, 499, 510; Edinburgh Evening News,
5 Ocak 1915). Kolordu gerçekten zor duruma düşmüştür. Galip Paşa, açığı gidermek
için Erzurum’dan asker isteğinde bulunmuştur. Vali Tahsin Bey kolorduya üç bin
civarında asker göndermiştir. Bu zor süreçte Enver Paşa gönderdiği telgraflarla Galip
Paşa’nın düşman birliklerini yararak Rus topraklarındaki iki kolorduyla birleşmesini
istemiştir. Galip Paşa tüm olumsuzluklara rağmen ümitli bir şekilde, düşmanı yararak
32. Tümen’le birleşmek için mücadele vermiştir (BOA, DH.ŞFR, 456/93; BOA,
DH.ŞFR, 456/93).
Aziz Samih İlter’in hatıralarına göre, 1915 yılının Ocak ayının ilk haftasına
gelindiğinde Galip Paşa’nın düşman üzerine her gün yaptığı taarruzlar 11. Kolordu’nun
sayısını azalttığından Galip Paşa sürekli olarak asker istemeye başlamıştır. Bundan
dolayı birkaç gün içinde 11. Kolordu’ya katılmak üzere altı tabur asker gönderilmiştir.
Sarıkamış üzerine taarruza kalkmış olan 9 ve 10. Kolordu’dan da olumsuz haberler
gelmeye başlamıştır. Birçok üst düzey komutanın şehit olduğu, yaralandığı ve
139
kolorduların geri çekilmekte olduğu raporları verilmiştir (İlter, 2007: 10).
9 ve 10. Kolordu, Sarıkamış’a taarruz için vardıklarında, kış şartlarından o kadar
erimişlerdir ki toplam sayıları 10 bin kişi kadar kalmıştır (Belen, 1973: 225). 3 Ocak
1915’e gelindiğinde 10. Kolordu 1200, 9. Kolordu ise 450 kişiye düşmüştür (Çakmak,
2011: 96).220 Rusları arkadan kuşatarak bitirmeyi düşünen 9. ve 10 Kolordu 10 Ocak
1915’e gelindiğinde ise yok olma seviyesine kadar gelmiştir (Bayur, 1983: 368; The
Newcastle Daily Journal, 11 Ocak 1915, N. 18328).221
4 Ocak 1915’te, Osmanlı Devleti’nin bin kişilik gücüne karşılık Ruslar 30 bin
kişiyle saldırıya geçmişlerdir. Bu hal karşısında, 5 Ocak’ta iki kolorduya geri çekilme
emri verilmiştir. Enver Paşa, bu süreçte komutayı Hafız Hakkı Paşa’ya bırakmıştır
(Birgen, 2006: 283; Karal, 1999: 422).222 Sarıkamış’tan uzaklaşarak 6-7 Ocak gecesi,
11. Kolordu karargâhında, Hedik Köyü’nde kalan Enver Paşa,223 8 Ocak’ta, birliklere
220
9. ve 10. Kolordu’nun toplam mevcudu Ocak 1915’e gelindiğinde 1000 civarına kadar düşmüştür
(Bayur, 1983: 367). 3 Ocak 1915’te Hafız Hakkı Paşa, başkumandanlığa çektiği telgrafta 9. Kolordu’nun
450, 10 Kolordu’nun 1000 civarında muharip askeri kaldığını bildirmiştir (Sabis, 1943: 149).
221
Türklerin Sarıkamış’taki hezimetinden sonra Rusların Anadolu yönünde ilerleyişi başlamıştır. Bitme
seviyesine kadar inen ve Erzurum’dan aldığı taze güçlerle Rusları durdurmaya çalışan Türk birlikleri ise
perişan durumdadır (Western Daily Press, 6 Ocak 1915; Dundee Courier, nr. 19216, 8 Ocak 1915).
222
3. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa 5 Şubat’ta tifüsten vefat edince Mahmut Kamil Paşa 3. Ordu
komutanı olmuştur ( Kır ve Altınbilek, 1993: 564).
223
Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın, Kafkas Cephesi’nde bıraktığı birliklere 8 Ocak 1915 tarihli
telgrafı: Arkadaşlar bir ay oluyor ki içinizde bulunarak günlerce devam eden muharebelerde nasıl
düşmana saldırdığınızı gördüm. Havanın, yerin, düşmanın gösterdiği mukavemetleri her türlü yoksulluğa
bakmayarak kırdınız ve düşmanı ata toprağından sürüp götürdünüz. Düşmandan yerler aldınız. Bu uğurda
sarf ettiğiniz emekler hiçbir vakit gaib olmayacaktır. Bundan dolayı sizi padişahımız başta olduğu halde
bütün millet tebrik ediyor. Ben yine İstanbul’a dönüyorum. İnşaallah büyük büyük muvaffakiyetler
kazanarak düşmanı bir daha baş kaldıramayacak derecede kahreder ve şehitlerimizin ruhunu şad
edersiniz. Sizi Allah’ın birliğine emanet ederim. Hiçbir vakit unutmayınız ki Allah yardımcınızdır.
Başkumandan Vekili Enver (ATASE, BDH, 2950/H6/1-279; ATASE, BDH, 2950/H7/1-204).
140
İstanbul’a döneceğini bildirmiştir (BOA, DH.ŞFR, 456/120; Sabis, 1943: 152). 224 9
Ocak’ta, İstanbul’a gitmek üzere Hedik’ten ayrılmıştır (Findley, 2011: 209; Kır ve
Altınbilek, 1993: 525).
11. Kolordu, Enver Paşa’nın Galip Paşa ile Hadik Köyü’nde görüştüğü günlerde
Mencigert civarında Rusları sınırın diğer tarafına atmış ve bundan sonra da taarruzuna
devam etmiştir. 11. Kolordu, Sarıkamış Harekâtı esnasında, sınır boyunda Ruslarla
mücadele etmekten bitkin düşmüş ve gerilemiştir. Galip Paşa ile Zivin Köyü’nde
görüşen Enver Paşa,225 11. Kolordu’nun müdafaaya geçmiş olmasına karşı çıkmış ve
taarruz emri vererek, “Eski kararı iptal edeceksiniz ve hemen bir taarruz emri yazarak
bana göstereceksiniz” demiştir. Enver Paşa’nın bu emri üzerine 11. Kolordu ertesi sabah
taarruza geçirilmiştir. Kolordu perişan bir hale düşünce Enver Paşa yanlış bir emir
verdiğini anlayarak pişman olmuş ve bundan birkaç gün sonra da İstanbul’a gitmiştir
(BOA, DH.ŞFR, 456/119; Larcher, 1928: 340; Sabis, 1943: 151, 152; Çakmak, 2011:
100; Guze, 2007: 40; Güngör, 1937: 189, 190).
3. Ordu komutanlığı 8 Ocak’ta Mecingert-Kötek hattına yerleşen kolordudan,
taarruzu durdurmasını ve daha fazla mühimmat zayiatı yapmamasını istemiştir. 12
Ocak’ta da Mecingert-Zivin hattındaki durumunu koruyan kolorduda 14 Ocak’ta
yılgınlık ve kaçmalar açıkça görülmeye başlamıştır (Sabis, 1943: 155; Kır ve Altınbilek,
1993: 523, 542, 544).
Ordu komutanı Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa’ya 13 Ocak 1915 tarihinde,
cepheden çektiği telgrafta 11. Kolordu’nun düşmanla muharebeye devam ettiğini,
224
Erzurum Valisi Hasan Tahsin, 10 Ocak 1915’te İstanbul’a çektiği telgrafta, Enver Paşa’nın cepheden
yeni hareket ettiğini ve Perşembe günü Trabzon’da olacağını, Rusların daha çok bozguna ve zayiata
uğradığını ve şimdiki vaziyetin Ruslardan daha iyi olduğunu bildirmiştir (BOA, DH.ŞFR, 457/26).
225
Aynı günlerde 9. Kolordu’dan haber alınamamaktadır. 10. Kolordu ise Baradiz’dedir.
141
düşmanın bazı yerlerde durdurulduğunu ve askerin muharebe düzeninde olduğunu, 11.
Kolordu’nun fazla kayıp vermemesi için müdafaa durumuna alınmaya çalışıldığını
bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/23). Hafız Hakkı Paşa, 14-15 Ocak gecesi çektiği
telgrafta ise 11. Kolordu’nun muharebeye devam ettiğini, bazı günler kolordudaki asker
zayiatının bin kişiyi geçtiğini, tüfek mevcudu iki bine inen kolordunun Hedik-Zivin
hattının batısına çekileceğini, zabit kaybının çok fazla olduğunu bildirmiştir (ATASE,
BDH, 2814/42/24). 16-17 Ocak gecesi çektiği telgrafta, hiç vakit kaybedilmeksizin
bölgeye destek gönderilmesi gerektiğini, 11. Kolordu’nun sol tarafının dağılarak önemli
sayıda askerin Ruslara esir düştüğünü, kolordunun Hedik tepelerinde tutunabildiğini
bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/31). Enver Paşa’ya 18-19 Ocak gecesi çektiği
telgrafta ise, 11. Kolordu’nun düşmanın taarruzuna maruz kaldığını, kolordunun
düşmanı ilk etapta geri püskürtse de daha sonra geri çekilmek zorunda kaldığını,
kolorduya şu ana kadar altı bin civarında asker desteği verilmesine rağmen bazı
taburların sayısının on askere kadar indiğini bildirmiştir (ATASE, BDH, 2814/42/37).
18 Ocak 1915’te Rusların taarruzlarına karşı 11. Kolordu savunmada kalmıştır.
Kolorduya bağlı 33. Tümen’in panik yaparak dağılmasına bağlı olarak kolordu önceki
mevziilerine çekilmiştir (Sabis, 1943: 156). 19 Ocak 1915’te 11. Kolordu eski Azap
hattına gelmiştir. 18 ve 34. Tümen’in çekilişi devam etmiştir (İlter, 2007: 16). 25 Ocak
tarihine gelindiğinde kolordunun asker sayısı iyice azalmıştır. Kolordu komutanı Galip
Paşa ise asker eksiğini Erzurum’dan telafi etmeye çalışmış (ATASE, BDH, 4200/1/3)
ve büyük gayretler göstererek kolorduyu tekrar düzene sokmayı başarmıştır (ATASE,
BDH, 4200/1/3-1).
Galip Paşa, 13 Şubat 1915’te Erzurum’da nöbetle gelen bir hastalığa
tutulmuştur.
Doktorlar
tifüs
olmasından
şüphelendiklerinden
yanına
kimseyi
142
sokmamışlardır. Birkaç gün sonra Galip Paşa’nın hastalığının dizanteri olduğu
anlaşılmıştır. Galip Paşa iyileşerek 25 Şubat 1915’te Hasankale’ye gelmiştir. Ertesi gün
Başkomutanlıktan gelen bir telgrafta, kendisine Hicaz Vali ve Komutanlığı teklif
edilmiş ve o da bu görevi kabul etmiştir (İlter, 2007: 32-34).
Sarıkamış Harekâtı’nda 9. ve 10. Kolordunun düşmanı arkadan çevirerek sonuç
alması planlanmış ve 11. Kolordu’ya ise düşmanı oyalama vazifesi verilmiştir. Fakat
11. Kolordu’nun yalnız bırakılarak Ruslar karşısında yıpratılması, diğer kolorduların
askerlerinin de kış şartlarında dağlarda bitirilmesi Rusların lehine olmuştur. 9. ve 10.
Kolordu asıl taarruza kalkıştığında sayı olarak olabildiğince azalmış, 11. Kolordu’da ise
Sarıkamış’a destek verecek güç kalmamıştır (Bayur, 1983: 366, 367).
Galip Paşa, karşısındaki Rus kuvvetlerini tamamen kontrol altına alamadığından,
karşısındaki Rus kuvvetleri Sarıkamış’a destek vermeyi başarmışlardır. Sarıkamış’a kırk
kilometre kadar yaklaşan 11. Kolordu, Enver Paşa için bir ümit olmuş fakat bu kolordu,
Sarıkamış Harekâtı’na beklenen desteği verememiştir (Belen, 1973: 225, 226; Baytın,
1946: 116; Özdemir, 2003: 353; Kır ve Altınbilek, 1993: 500). 9. ve 10. Kolordu’dan
ümit kesildikçe Enver Paşa, 11. Kolordu’nun Sarıkamış istikametinde ilerlemesini
istemiştir. Gelen emirlere rağmen 11. Kolordu, beklenen ilerlemeyi yapamamıştır
(Sabis, 1943: 149, 151).226
Sarıkamış Taarruzu planına göre düşmanın Kars’a doğru çekiliyor olduğu
düşünülmüş ve düşman birliklerinin Kars’la irtibat kurması önlenmek istenmişti.
Hâlbuki öyle olmamış, 11. Kolordu’ya yüklenmeye devam etmişlerdir (Belen, 1973:
222).
Sarıkamış Harekâtı’nın hezimetle sonuçlanmasından sonra da Galip Paşa’nın
226
Galip Paşa, Enver Paşa’nın Sarıkamış’a destek emrini, kolordunun durumunun müsait olmadığını
belirterek uygun şekilde reddetmiştir (Özdemir, 2003: 326, 327).
143
emrindeki 11. Kolordu Ruslara yönelik taarruzunu kesmeden devam ettirerek, 9 ve 10.
Kolordu’nun geri çekilişini kolaylaştırmış, Rusların Erzurum yönünde ilerlemesini
durdurmak için büyük gayret sarf etmiştir (Larcher, 1928: 342, 343).
Türk ordusu cephede ağır kış şartlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştır
(İkdam, nr. 6473, 13 Şubat 1330). Ağır kış şartlarının yanında askerler arasında baş
gösteren salgın hastalıklar da ordunun gücünü düşürmüştür. Bitkinlik sadece Osmanlı
ordusuna münhasır kalmamıştır. Rus ordusunda da tıpkı Osmanlı ordusundaki gibi
hastalık ve bitkinlik görülmüştür. Çünkü kolera 227 gibi salgınlar Rus ordusunda da
yayılmıştır (İkdam, nr. 6463, 3 Şubat 1330; İkdam, nr. 6465, 5 Şubat 1330).
Enver Paşa, 228 sınırı aşıp Sarıkamış ve Kars’a doğru ilerlemek için orduyu
harekete geçirmiştir. Fakat birliklerin eline sınırın öbür tarafını gösteren harita bile
verilmemiştir (Baytın, 1946: 76). Ruslar sevkiyatını trenle yaparken, Osmanlı Devleti
kışın ortasında bozuk dağ yolarlında ilkel vasıtalarla taşıma yapmıştır (BOA,
DH.UMVM, 129/12).229
227
Kolera özellikle, Osmanlı ordusunun çekildiği dönemde, Türk askerleri için de problem olmaya
başlamıştır. Bundan dolayı askerlerin koleraya karşı ne gibi tedbirler alması gerektiği bizzat komutanlar
tarafından anlatılmıştır (ATASE, BDH, 4200/5/1).
228
Sarıkamış öncesinde Enver Paşa’nın, 3. Ordu’ya beyannamesi: “Askerler! Hepinizi ziyaret ettim.
Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda paltonuzun olmadığını da gördüm. Lakin karşınızdaki düşman sizden
korkuyor. Yakın zamanda taarruz ederek Kafkasya’ya gireceğiz. Siz orada her türlü nan-ü nimete
kavuşacaksınız. Âlem-i İslam’ın bütün ümidi sizin son bir himmetinize bakıyor” (Aksun, 2008: 212).
229
Anadolu’nun değişik yerlerinden Kafkasya hududuna doğru giden toprak yolların her mevsim işler
olması gerekmiştir. Fakat savaş esnasında bu işle ilgilenen amele taburları yetersiz kalmıştır. İlan edilen
cihat gereğince eli silah tutan kişilerin cepheye gitmesi gerekmiştir. Fakat silahlı asker olmaktan ziyade
diğer işlerde kullanılabileceklerin yol işlerinde kullanılması istenmiştir. Ayrıca yolların geçtiği
bölgelerdeki halktan da gerekli destek istenmiştir (BOA, DH.UMVM, 129/12). Başkomutan Vekili’nin
emrine göre, yolların açık tutulması için gece gündüz, kar yağmur demeden çalışılmalı ve yollar daima
açık bulundurulmalıdır (BOA, DH.UMVM, 72/3). Yapılacak yolların güzergahları il ve ilçeler olmak
üzere nerelerden geçeceği belirlenmiştir (BOA, DH.UMVM, 72/3/5). Yapılacak yollar valiliklere
paylaştırılmıştır (BOA, DH.UMVM, 72/3/2). Yapılacak yollara rehberlik yapacak yeterli sayıda fen
144
Türk ordusunun Sarıkamış Taarruzunda belirgin bir başarısı görülmezken
İstanbul’daki Osmanlı basını Türk birliklerinin başarısından Rusların başarısızlığından,
Kars ve Ardahan Kalelerinin Ruslardan geri alındığından bahsetmiştir (Servet-i Fünun,
nr. 127, 22 Kânunuevvel 1330; Servet-i Fünun, nr. 131, 25 Kânunuevvel 1330; Servet-i
Fünun, nr. 125, 20 Kânunuevvel 1330; İkdam, nr. 6439, 10 Kânunusani 1330; İkdam,
nr. 6453, 24 Kânunusani 1330).
Kafkas Cephesi’nde Osmanlı ve Rus birlikleri arasında ilk çarpışmaların
başladığı günlerde Sarıkamış üzerine düzenlenecek bir taarruzda belki başarı elde
edilebilirdi. Çünkü 3. Ordu’nun asker mevcudu Rus birliklerine nazaran daha fazladır
ve hava şartları da daha müsaittir. Köprüköy Muharebeleri’nin başladığı günlerde
taarruzdan yana olan Galip Paşa, Enver Paşa’nın Aralık ayının sonlarına doğru
başlatacağı Sarıkamış Taarruzzu’na karşı çıkmıştır. Çünkü zamanla hem hava koşulları
ağırlaşmış hem de Rusların asker sayısı artmıştır. Enver Paşa, 9. Kolordu’nun başına
geçerek Sarıkamış yönünde harekete geçerken Galip Paşa’ya Azapköy civarındaki Rus
birliklerini oyalama görevi vermiştir. 9 ve 10. Kolordu, ağır kış şartlarında Sarıkamış
yönünde ilerlerken binlerce askerini karlı ve buzlu dağlarda kaybederken 11. Kolordu
da Rus birlikleriyle yapığı muharebelerde tükenme seviyesine gelmiştir. Enver Paşa,
Sarıkamış civarında Ruslarla çarpışmaya başladığında Galip Paşa’dan sürekli olarak
memurunun olmaması ise savaş esnasında ayrı bir sorun olmuştur (BOA, DH.UMVM, 72/3/7; Sabis,
1943: 148; Bayur, 1983: 370). Erzak kollarının yetersizliği, yörenin sarp oluşu ve dağ geçitlerinin karlarla
kaplı olması gibi nedenlerle harekâta katılacak olan savaşçılara cephe gerisinden yeterli miktarda yiyecek
gönderilmesi mümkün görülmemiştir. Bu nedenle kuşatma kuvvetleri, yanlarında taşıyabildikleri erzakla
harekâtı sürdürmek zorunda kalmıştır. Harekât başladığında birlikler, yanlarına sadece dört günlük erzak
alabilmişlerdir. Bu erzak, kuru ekmek ve zeytinden ibarettir. Bundan sonraki yiyecek ihtiyaçlarını
düşmandan alacakları ganimetle temin etmeyi düşünmüşlerdir (Öğün, 2002: 714). Ruslar, savaş
esnasında, daha önceden Sarıkamış’a kadar döşemiş oldukları demiryolundan faydalanmışlardır (BOA,
BEO, 4262/319641; Aksun, 2008: 186; Çolak, 2006: 110).
145
yardım istediyse de Ruslar karşısında kendisini toparlamakta bile zorlanan 11. Kolordu
Enver Paşa’nın yardımına gidememiştir.
3.2. HİCAZ İSYANI VE GALİP PAŞA
Şerif Hüseyin ve ailesi 1891 yılında İstanbul’a getirilmiş ve on yedi yıl burada
kalmışlardır (Uğurlu, 2007: 125). II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’i, Şura-yı Devlet azası
yaparak İstanbul’da tutmuştur (Çiçek, 2007: 18; Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C.
14, s. 150). Fakat İttihatçıların etkisiyle Şerif Hüseyin Kasım 1908’de Mekke’ye emir
olarak tayin edilmiştir (Uğurlu, 2007: 126; Tanin, nr. 108, 18 Kasım 1908; Tanin, nr.
112, 22 Kasım 1908). Kendisini yakından tanımış olan II. Abdülhamit, “Muhakkak
başımıza işler açacaktır” demiştir (Birinci, 2001: 1). 230 Şerif Hüseyin, 9 Haziran
1916’da Hicaz’da başlattığı isyanla II. Abdülhamit’i haklı çıkarmıştır (BOA, HR.SYS.,
2316/10).
Hicaz’a Müslümanların dışındaki insanların girmesinin İslamî prensipler
açısından uygun görülmediğinin bilincinde olan İngiltere, hâkimiyeti altındaki
Müslümanların tepkisinden çekindiğinden, Hicaz’da doğrudan bir hâkimiyet kurmak
istememiştir (Ochsenwald, 1984:
201). 231 Bunun yerine, Birinci Dünya Savaşı
esnasında, bölgeden birilerini kullanarak orada amacına ulaşmayı tercih etmiştir. Bunun
için de kendisini Arapların lideri gibi görme hevesinde olan ve Mc Mahon’la 14
230
II. Abdülhamit, Şerif Hüseyin’in Hicaz Emirliği ile yetinmeyeceğini dile getirmiştir (Rousan ve Al-
Azzam, 2012: 45).
231
İngilizler, Hicaz’a saldırmayacaklarına dair Hindistan ve Sudan’da bölge halkına duyurular bile
yapmışlardır (ATASE, BDH, 164/719/18).
146
Temmuz 1915 tarihinde başlattığı mektuplaşma 232 ile İngilizlerin desteğini almaya
çalışan Şerif Hüseyin’i Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettirmeyi yeğlemiştir (The
Yorkshie Post, nr. 28575, 4 Mart 1939). Böyle bir isyanla, bölgedeki çıkarlarını
tahakkuk ettirmeyi düşünmüştü. İngilizler, Şerif Hüseyin vasıtasıyla Hicaz’ı
karıştırarak, Türklerin önemli bir gücünü burada oyalayacaklardı. Böylece buradan
Süveyş Kanalı’na saldırı olmayacak, Suriye ve Irak’ta daha rahat hareket edecekler ve
bölgenin ileriki yıllardaki sömürüsüne ortam hazırlayacaklardı (Nuri Yeşilyurt, 2006:
99). Ayrıca Hicaz’da “Kutsal Cihad” işe yaramayacak ve Osmanlı Devleti buradan
destek göremeyecekti.233
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ve savaşı kaybedeceğinin
ortaya çıkması Şerif Hüseyin’in isyan başlatmasının doğrudan sebebi olmasa da ona
harekete geçme cesareti vermiştir. 234 Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında yer
alarak savaşı Orta Doğu’ya kaydırması Şerif Hüseyin’e bir ikram olmuştur. Çünkü
savaşa girmemiş Osmanlı Devleti’ne karşı onun isyana kalkışması ihtimali çok zayıftır.
232
Şerif Hüseyin-Mc Mahon Mektuplaşmaları: Mektuplaşma vasıtasıyla yapılan bu görüşmelerin resmî
bir bağlayıcılığı olmamıştır. Şerif Hüseyin, kurmayı düşündüğü bağımsız Arap devletinin sınırlarını
Adana ve Mersin’in kuzeyine kadar uzatmıştır. İngilizler bu mektupların içeriğini 1939 yılına kadar
yayınlamamışlardır. 1939 yılında Araplarla İngilizler arasında Filistin meselsi görüşülürken Araplar, Mc
Mahon’un Filistin’i de bağımsız Arap devletinin sınırları içinde gösterdiğini iddia edince İngilizler ilgili
mektupları yayınlama gereği duymuşlardır. Böylece Arapların iddiaları da çürütülmüştür (The Evening
News, nr. 19221, 14 Şubat 1939; The Yorkshire Post, nr. 28575, 4 Mart 1939; Courier And Abbertiser,
nr. 26739, 15 Şubat 1939)
233
Şerif Hüseyin, isyana kalkıştığı dönemde kendisini haklı çıkarmak için yayınladığı beyannameler bir
tarafa, Osmanlı’nın karşısında olan güçleri haklı gösteren bildiriler de yayınlamıştır (BOA, HR., SYS.,
2427/16).
234
Galip Paşa, hatıralarında, “Osmanlı Meşrutiyet Hükümeti de birkaç tecrübesizin elinde idi. Balkan
Harbi’nin orduda açtığı yaraların kanları sızıp dururken birtakım hülyalara kapılarak Cihan Harbi’ne
girmek, topal eşekle kervana karışmaktan farksızdı” diyerek kendisi de bir İttihatçı olmasına rağmen
İttihatçı Hükümetin Birinci Dünya Savaşı’na girişini tenkit etmiş ve onların acemiliğini dile getirmiştir
(Güngör, 1937: 70).
147
O, yedi cephede birden savaşmak zorunda kalan ve askerî gücünün hesaba katılmayacak
kadar küçük bir miktarını Hicaz’da bırakmış olan Osmanlı Devleti’ne karşı, İngilizlerin
açıkça desteğini almasına rağmen, kesin başarı kazanamadığı gibi, zor şartlar altında
savunulan Medine’yi ele geçirmeye bile muvaffak olamamıştır (BOA, HR.SYS,
2316/19).
Savaşın ilk günlerinde Kutsal Cihat taraftarı görünen Şerif Hüseyin, 235 4.
Ordu’ya destek vermek için asker hazırlamakta olduğu görünümünü sergilemiştir. 236
Hatta Hicaz Vali ve Kumandanı Vehip Bey’le birlikte Hicaz’ın savunması için, “Hicaz
sahillerini gözetim ve emniyet altına almak, sahil güvenliği için ordugâh oluşturmak, 4.
Ordu’ya destek vermek için hecinsüvar birliği oluşturmak, Asir ve Yemen’e destek
vermek, Hicaz’ın güvenliği için hilafet merkezini düşündürmemek” ( ATASE, BDH,
164/719/ 5)237 kararlarını almıştır.
Şerif Hüseyin’in isyan ettiği iyice anlaşılınca İstanbul yönetimi tarafından Şerif
Ali Haydar 2 Temmuz 1916’da Mekke emirliğine atanmıştır (BOA, HR.SYS, 2316/5).
7 Temmuz’da İstanbul’dan yola çıkan Ali Haydar 11 Temmuz’da Şam’a varmıştır.
235
Şerif Hüseyin’e Kutsal Cihat Fetvası bildirilmiş ve bu konuda desteği ve hacılar vasıtasıyla bunun
yayılması istenmiştir (ATASE, BDH, 164/719/9).
236
Vehip Bey, 21 Kasım 1914 tarihinde çektiği telgrafında Hicaz’ın muhafazası için bir alay piyade
birliği ile bir batarya topçu birliğinin görevlendirildiğini ve bunun haricindeki güçlerle Kanal’a doğru
hareket edeceğini bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/ 719/11). Vehip Bey, 13 Aralık 1914 tarihinde
başkumandanlık vekâletine çektiği telgrafta, Kanal bölgesine gitmek üzere Arap mücahitlerinin
toplanmakta olduğunu bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/719/16-02). Vehip Bey, 15 Aralık 1914 tarihli
telgrafında, Hicaz’da herhangi bir problem olmadığını bildirmiştir ( ATASE, BDH, 164/719/14). Vehip
Bey, 31 Aralık 1914 tarihli telgrafında, Şerif’in iki oğlu komutasındaki birliklerin 4. Ordu’ya katılacağını,
Hicaz’da herhangi bir problem olmadığını bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/ 719/38-02). Şerif Hüseyin,
Kanal Seferi’ne birlik hazırladığını öne sürerek, daha sonra çıkaracağı isyanda kullanmak üzere Osmanlı
yönetiminden, para ve malzeme almaya çalışmıştır (Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 153).
237
Hicaz’daki birliklerin bir kısmının Süveyş Kanalı’na yönlendirilmesi Mekke ve civarını Şerif
Hüseyin’e karşı korumasız hale getirmiştir (Bayur, 1991c: 237).
148
Osmanlı yönetimi Şerif Ali Paşa’nın görev yerine bir an önce varması için ne kadar
acele etse de o, Hicaz’daki isyanın oluşturduğu karışıklıktan dolayı Mekke’ye
varamamıştır (BOA, HR.SYS., 2423/16). Galip Paşa’ya göre Şerif Ali Haydar’ın
Hicaz’a emir tayin edilmesi geç kalmış bir adımdır ve bu yönüyle de hatalı olmuştur.
Çünkü Şerif Hüseyin’le Osmanlı yönetimi arasında gerginliğin arttığı bir dönemde
böyle bir hareket Şerif Hüseyin’in isyanı başlatma konusundaki harekete geçme isteğini
artırmıştır (Güngör, 1937: 84).
3.2.1. Galip Paşa’nın İsyan Karşısındaki Tutumu
Vehip Bey, Hicaz Vali ve Kumandanlığı’ndan alınarak Kafkas Cephesi’ne tayin
edilince Başkumandanlık Vekâleti’nden Galip Paşa’ya şu telgraf gelmiştir: “Hicaz Vali
ve Kumandanı Vehip Bey, Mısır Seferi’ne iştirak etmek üzere 4. Ordu’ya iltihak
etmiştir. Hicaz’ın ehemmiyetine ve Emir-i Mekke’yi lüzumu vechile idare edeceğiniz
hakkındaki kanaatime binaen Hicaz Vali ve Kumandanlığı’nı zât-ı âlinize tevdi’
ettirmek istiyorum. Kabul eder misiniz?” Görevi kabul eden Galip Paşa, Dâhiliye Nâzırı
Talat Paşa ile görüşmek üzere İstanbul’a gitmiştir. Talat Paşa, Galip Paşa’ya Şerif
Hüseyin ve oğullarının hal ve tavırlarının şüpheli olduğunu, bu gaileli zamanda onların
bir sene kadar çok dikkatli bir şekilde idare edilmesi gerektiğini, devletin başına bir
sıkıntı açılmasına meydan verilmemesini, savaşın sekiz on ay sonra bitebileceğini
söylemiştir (Güngör, 1937: 71; BOA, BEO, 4348/326026; BOA, İ.MMS, 195/39).
Şerif Hüseyin’in bağlılık ve güvenirliliği 1908’de emir olarak atanırken bile
şüpheli durumdadır (Yeşilyurt, 2006: 101). Hicaz’daki Türk komutanlar, Şerif Hüseyin
ve oğullarının isyana kalkışması yönündeki hareketlerini fark etmiş ve merkeze
149
bildirmişlerdir (Erkal, 1978: 158, 159).238 Teşkilat-ı Mahsusa reisliği yapmış olan Eşref
Kuşçubaşı, hatıralarında başlayacak olan isyanı bir buçuk yıl öncesinden haber vermeye
başladıklarını fakat İttihatçı yönetimin bu raporları önemsemediğini söylemiştir
(Stoddard, 1994: 122). Bölgedeki gidişatın farkında olan komutanlar, Şerif Hüseyin
konusunda Cemal Paşa’yı ve 17 Mart 1914’te de Milli Savunma Bakanlığı’nı telgrafla
uyarmıştır (Stoddard, 1994: 117; Erkal, 1978: 896). Almanlar da bu konuda İstanbul’u
uyarmıştır. Fakat bütün bu ikazlara rağmen gerekli önlemler alınmamıştır (Stoddard,
1994: 118). Şerif Hüseyin ve oğullarının göstermelik de olsa “Kutsal Cihat” taraftarı
olması, İslam âleminin olaylara bakışı açısından, önemliydi ve bunun farkında olan
Cemal Paşa onları küstürmemeye gayret etmiştir (Yatak, 1991: 75).
1912 yılından itibaren Şerif Hüseyin’in sakıncalı tavırları fark edilmiş ve onun
şüpheli durumunu takip etmek için de 1913’te Hicaz’a vali olarak Vehip Bey
gönderilmiştir (Nizamoğlu, 2010: 145). Vehip Bey, Şerif Hüseyin’in muhalif bir
hareketini gördüğünde, durumu İstanbul’a bildirecek ve hükümet de onu azledecekti
(Yatak, 1991: 71). 239 1914 yılına gelindiğinde isyanla ilgili söylentiler iyice artmıştır
(BOA, HR., SYS., 2316/19). Fakat o günlerde, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in isyan
hareketlerinin, devletten ziyade bölgedeki valiye karşı olduğu söylenmiştir (BOA, HR.,
SYS., 107/38). Hâlbuki Hicaz Emiri’nin İngilizlerle görüştüğü ve isyana kalkışmakta
238
Tanin Gazetesi’nin 26 Temmuz 1916 tarihli ve 2738 numaralı sayısında, hükümetin baştan beri Şerif
Hüseyin’in faaliyetlerinden haberi olduğu ve Şerif Hüseyin’in isyanının Arap milliyetçiliği ile alakalı
olmayıp şerifin kişisel hırsından ve İngilizlerin kışkırtmasından kaynaklandığı dile getirilmiştir (Tanin,
nr. 2738, 26 Temmuz 1916).
239
Şerif Hüseyin, Vehip Bey’in Hicaz’dan alınması için İstanbul’a birkaç defa telgraf çekmiştir.
İttihatçıların Şerif Hüseyin’i azletmek ve Hicaz’a özel statü vermekle ilgili olarak Vehip Bey ile
yaptıkları mektuplaşmalardan Şerif Hüseyin haberdar olmuştur (Yeşilyurt, 2006: 103, 104).
150
olduğu 1914 yılının başlarında, daha Birinci Dünya Savaşı’na girilmeden bilinmektedir
(BOA, KMS., 18/11).
Galip Paşa’nın hatıralarında anlattığına göre, Balkan Harbi’nden sonra Hicaz
Vali ve Kumandanı tayin edilen Vehip Bey’e İstanbul hükümeti şu direktifi vermiştir:
“Şerif Hüseyin’in Arap bağımsızlığı için emeller beslediği bizce malumdur. Kendisi
emâretten azledilerek yerine şeriflerden Ali Haydar geçirilecektir. Hicaz’a varır varmaz,
Şerif Hüseyin’den sâdır olacak ilk muhalif hareketi vesile edip emaretle vilâyet arasında
bir ihtilaf çıkaracaksınız.” Böyle bir emri alan Vehip Bey, yaptığı araştırmalar
sonucunda Şerif Hüseyin’in devlete karşı ihanet içinde olduğunu tespit etmiş ve durumu
Bâb-ı Âli’ye bildirmiştir. Vehip Bey, Hicaz emirinin değiştirilmesiyle ilgili haber
beklerken hükümetten kendisine,
Şerif Hüseyin’i iyi bir şekilde idare etmesinin
münasip olacağı bildirilmiştir. Bunun üzerine Vehip Bey, emirle ilişkilerini düzeltmek
için gayret etmeye başlamıştır. Vehip Bey’in Şerif Hüseyin’le ilişkilerini düzeltmeye
çalıştığı günlerde Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Bu durum Vehip Bey’in Hicaz’dan
alınması için iyi bir fırsat olmuştur. Vehip Bey, emri altına aldığı iki alay piyade ve
birkaç batarya toptan oluşan bir birlikle Kanal Seferi’ne katılmak üzere Cemal Paşa240
komutasındaki 4. Ordu’nun emrine girmiştir (Güngör, 1937: 70, 71; BOA, HR., SYS.,
107/38; BOA, HR., DUİT., 66/7).241
240
Dördüncü Ordu Komutanı ve Bahriye Nâzırı Cemal Paşa, harp esnasında Berlin’e gidince General
Falkenthain onun yerine komutan olmuştur (BOA, HR.SYS, 2440/19).
241
Vehip Bey, emrindeki birlikle 28 Aralık 1914 tarihinden önce Kanal’a doğru hareket etmiştir
(ATASE, BDH, 164/719/ 43-01). Başkumandanlık Vekâleti Hicaz’daki birliklerin önemli bir kısmının
Kanal’a destek vermesini istemiştir (ATASE, BDH, 164/719/41-01).
151
Vehip Bey, 242 Aralık 1914’te Başkumandanlık Vekâleti’ne çektiği telgrafta,
Şerif’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu, herhangi bir yanlış davranışı olduğu
takdirde gerekeni yapacağını bildirmiştir (ATASE, BDH, 164/719/20). Şerif’in devletin
başına büyük bir sorun açacağının farkında olan Vehip Bey, hükümete “Ya Şerif
Hüseyin derhal tevkif edilmeli ya da Arabistan, savaştan sonra geri dönülmek üzere
tahliye edilmelidir” (Larcher, 1928: 31) teklifini yapmıştır.
Şerif Hüseyin, İngilizlerle irtibat halinde olduğu ve devlete karşı isyan
edebilmek için fırsat kolladığı günlerde devlete olan sadakatini göstermekten de geri
kalmamıştır. Hicaz’ın güvenliği için üzerine düşen vazifeyi yapacağını göstermek için
çaba sarf etmiştir (ATASE, BDH, 164/719/5; Nizamoğlu, 2010: 169).
Vehip Bey’den sonra Hicaz’a vali olarak Galip Paşa gönderilmiştir (BOA, BEO,
4348/326026; BOA, İ.MMS, 195/39). 243 İsyanın olduğu dönemde Galip Paşa Hicaz
valisi ve komutanıdır (Bayur, 1991c: 275).244
Hicaz’daki görevine başlayabilmek için Medine’ye kadar trenle gitmiş olan
Galip Paşa buradan itibaren Mekke’ye kadar sürecek olan yolculuğuna, emrinde bir alay
asker olmak üzere, Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Ali ile birlikte 25 Mayıs 1915’te
çıkmıştır. Galip Paşa, daha Medine’den iki kilometre kadar uzaklaşmıştı ki önden giden
242
Vehip Bey sadece Şerif Hüseyin’i takip etmekle kalmamış İngilizlerin çevredeki faaliyetleri hakkında
da merkezi haberdar etmiştir. Savaş esnasında yapmış olduğu istihbarat faaliyetleri sayesinde Mısır’daki
İngiliz askerî birliklerin durumu, Süveyş’teki askerî güç, Aden’deki gelişmeler hakkında merkezi
bilgilendirmiş; Sudan’a istihbarat işleri için adamlar yollamış, ayrıca, Somali’de İngiltere aleyhine
hareket olması için bölgeye özel bir heyet göndermiştir (ATASE, BDH, 159/705/31-03; BOA, HR.SYS,
2349/18; ATASE, BDH, 164/719/18; ATASE, BDH, 164/719/12).
243
Vehip Bey’den sonra Galip Paşa’nın bölgeye gelmesi Şerif Hüseyin’in cesaretini tekrar artırmıştır
(Özmert, 1929: 24).
244
Galip Paşa’nın, Mekke’deki memurlara Şerif Hüseyin’in emrine uymalarını aksi halde görevlerine son
verileceğini duyurması Emir’in elini daha da güçlendirmiştir (Özmert, 1929: 24).
152
askerlerin çöl Arapları tarafından pusuya düşürüldüğünü haber almıştır. 245 Âsiler, bir
teğmenle iki askeri şehit etmişlerdir. Öncü taburun kumandanı Binbaşı Derviş Bey
derhal âsilere karşı taarruza geçerek onları bölgeden uzaklaştırmıştır. Çarpışmanın
olduğu yere gelen Galip Paşa burada Şerif Ali’yi büyük bir telaş içinde bulmuştur. Bu
olayın Ali tarafından tertip edildiğini anlamış olan Galip Paşa ona bunu hissettirmemeye
çalışmış ve askerî birliğin ilerlemesini emretmiştir. Fakat çarpışmalar bir süre daha
devam etmiş ve âsilerden birkaç kişi öldürülmüştür (Güngör, 1937: 72, 73).
Şerif Ali askerlerle âsiler arasındaki çatışmalardan sonra telaşlı bir şekilde
Galip Paşa ve Basri Paşa’nın yanına gelmiş ve bu iki Osmanlı subayını bir çalının
dibine çekmiştir. Sırtındaki beyaz maşlahı yere sererek, “Siz lütfen burada biraz
bekleyin; şimdi bu hainleri defetmek üzere adam gönderiyorum. Bakalım maksatları
nedir, bir anlayalım” demiştir. Bu arada âsilerin yanına da bir adam göndermiştir.
Yıllarca Yemen’de âsilerle çarpışmış ve çöl insanının ne tür hileler yaptığını çok iyi
bilen Galip Paşa, Basri Paşa’yı da yanına alarak derhal oturdukları çalının dibinden
uzaklaşmıştır. Aradan çok zaman geçmeden o çalının üzerine kurşun yağmaya
başlamıştır. Galip Paşa hatıralarında bu durumla ilgili olarak, “Şimdi memuriyetimin
mahiyetini daha iyi anlamaya başlamıştım. Nereye gittiğimi, kimlerle mücadele
edeceğimi anlıyordum. Fakat üzerime aldığım vazifeyi sonuna kadar yapmak
mecburiyetindeydim. Yolumuza devam ettik” demiştir (Güngör, 1937: 72, 73).
O günlerde Hicaz’da Galip Paşa’nın maiyetinde bir memur olan ve gelişmelerin
çoğunu takip etme imkânı bulmuş olan Tevfik Özmert hatıralarında, Galip Paşa’ya
245
Şerif Ali’nin Medine-Mekke arasında, urbanı askere karşı hücum ettireceği Galip Paşa’ya
bildirilmiştir. Galip Paşa bu ihbara pek inanmak istememiş ve yola çıkmıştır. Fakat saldırı ihbarcıların
bildirdiği mevkie gelindiğinde olmuştur. Galip Paşa da ihbarın doğru çıktığını yaşayarak görmüştür
(Sebilürreşad, nr. 357, 22 Eylül 1332, C. 14, s. 155).
153
Medine ile Mekke arasında yapılmış bu saldırının Şerif Hüseyin’in yaptığı bir planlama
sonucunda, onun gözünü korkutmak amacıyla olduğunu dile getirmiştir (Özmert, 1929:
23). Galip Paşa, hatıralarında ifade etmemiş olsa da emrinde yeteri kadar asker olduğu
halde, asilere gerekli karşılığı vermediği gibi bir de onlara üç yüz altın “müruriye”
denen
geçiş
ücreti
ödemiştir.
Böylece
daha
ilk
karşılaşmasında
bedevileri
yüreklendirmiş ve onlardan çekindiğini göstermiştir (Özmert, 1929: 23, 24; Bayur,
1991c: 240).
Galip Paşa, Mekke’ye ulaştıktan sonra da Şerif Hüseyin ve oğullarının şüpheli
davranışlarına yakinen şahit olmuştur. Kabile şeyhlerinin Mekke’ye gidip gelmeleri ve
Şerif Hüseyin’le görüşmeleri artmış, her yaz Taif’e gitmeyi gelenek haline getirmiş olan
Şerif Hüseyin, 1916 yazında Mekke’de kalmayı tercih etmiştir. Bunlardan daha ilginci
ise Şerif Hüseyin’in Mekke ahalisine ve civar kabilelere kendisine sadakat yemini
ettirmiş olmasıdır. Galip Paşa, bu gelişmeleri bizzat gördüğü gibi, Taif’te bulunduğu
günlerde, Mekke’de vekil olarak bırakmış olduğu Binbaşı Ziya Bey’in gönderdiği
raporlarla da sürekli uyarılmıştır (Özmert, 1929: 24-26).
Galip Paşa’ya başka kişilerden de ihbarlar gelmiştir. Fakat o bunların aslının
olmadığını, birilerinin bölgede fitne çıkarmaya çalıştığını söyleyerek kendisine yardımcı
olmaya çalışanları da pasif hale getirmiştir. Valinin bu tür tavırları diğer devlet
adamlarını da şaşkına çevirmiş ve isyan için hazırlanmakta olan Şerif Hüseyin’e karşı
açık bir tavır belirlenemez olmuştur. Galip Paşa, aslında, isyana karşı yeterli bir önlem
almadığı gibi alınmış olanları da bertaraf etmiştir. Mesela Yüzbaşı Feridun Bey,
yaklaşmakta olan isyanı gördüğünden Mekke’deki kaleyi buna göre hazırlamıştır. Fakat
Şerif Hüseyin’in sızlanması üzerine Galip Paşa kaledeki hazırlıkları iptal ettirdiği gibi
154
Feridun Bey’i de cezalandırmıştır. Böylece Şerif’i daha serbest hale getirmiştir (Özmert,
1929: 24-26).
Şerif Hüseyin ve oğulları Osmanlı yönetiminin isyan hazırlıklarından haberdar
olduğunun farkına varmışlardır. Galip Paşa, böbreklerinin rahatsızlığından dolayı
dinlenmekte olduğu bir gün Şerif Abdullah’a246 “Emaretçe alınan vaziyetin devletçe hoş
görülmediğini” söyleyince o da “Paşa hazretleri, her şeyden haberimiz vardır. Fahri
Paşa, Mekke’ye gelince, kapınız önünde bizi ipe çektirecektir. Şam’daki idamlardan
sonra sıra bizde, sanki bilmiyor muyuz?” demiştir (Güngör, 1937: 85).
Galip Paşa’nın Taif’e çekilmesinden birkaç ay önce Şerif Hüseyin, Ocak 1916
tarihinde Enver Paşa’ya çektiği telgrafta, “Eğer benim burada rahat oturmamı
istiyorsanız Tebük’ten Mekke’ye kadar uzanan Hicaz ülkesinde benim idarî
muhtariyetimi kabul ediniz ve emareti babadan büyük oğula geçmek üzere ömrüm
boyunca bana veriniz. Bundan başka bu sırada muhakeme edilmekte olan suçlu Arap
büyüklerinin suçlarını bağışlayarak Suriye ve Irak için bir genel af ilan ediniz” demiştir.
Enver Paşa’ya çekilmiş olan bu telgrafı Cemal Paşa da görmüştür (Bayur, 1991c: 248).
Böyle bir telgraftan sonra Osmanlı yönetiminin yaklaşmakta olan isyandan habersiz
olduğu söylenemez. Fakat Şerif Hüseyin’in tavrını açıkça ortaya koymuş olmasına
rağmen Galip Paşa Mart 1916 tarihinde, hasta olduğunu ileri sürerek, Mekke’yi
bırakarak Taif’e yazlığa gitmiştir (BOA, DH.İ-UM, E.14/ 66). Böylece Şerif Hüseyin’i
Mekke’de serbest bıraktığı gibi “Şerif Hüseyin aleyhinde bulunacak memurların
vazifelerine son verileceğini” bildirerek memurları ürkütmüş ve onları Şerif Hüseyin’e
boyun eğmeye sevk etmiştir (Bayur, 1991c: 240).
246
Şerif Abdullah, Meclis-i Mebusan’da Mekke-i Mükerreme mebusluğu yapmıştır (MMZC, D. 1, İ. 3, i.
46)
155
Şerif Hüseyin’in rahat rahat isyan hazırlıklarını yaptığı süreçte, Galip Paşa,
Mekke’yi âdeta onun lehine boş bırakarak devlet erkânıyla birlikte Taif’te durmuştur.
Galip Paşa’nın isyanın belirtilerini açıkça gördükten sonra devlet erkânını da yanına
alarak Taif’e çekilmesi çevresindeki devlet adamlarını da şaşkına çevirmiştir (Özmert,
1929: 25). Şerif Hüseyin’in durumu kendisine bildirilse de o pek aldırmamıştır (Bayur,
1991c: 266-267). Mesela, Rabiğ Şeyhi Hüseyin Mübeyrek, Galip Paşa’ya, Cidde
Mutasarrıfı İbrahim Paşa ile gönderdiği mektupta, İngilizlerle ittifak eden Şerif
Hüseyin’in 5 Haziran 1916’da Mekke, Cidde ve Taif’te ayaklanacağını hatta kendisinin
de isyana katılamaya davet edildiğini bildirmiştir. Galip Paşa hatıralarında bu duruma
değindiği gibi, Şeyh Mübeyrek’in hükümete sadık bir adam olduğunu ve onun verdiği
haberlere itamat edilebileceğini de belirtmiş ve “İsyanın başlayacağına dair, elimizde bu
kadar sarih bir vesika gelmemişti” (Güngör, 1937: 89; Erkal, 1978: 160, 161) demiştir.
İsyanın birçok belirtisini gördüğü halde Galip Paşa’nın gerekli önlemleri
almayışı sanki bir an önce Mekke ve civarını teslim etme yönünde olmuştur (Kıcıman,
1976: 91, 92).247 Galip Paşa vefat etmeden birkaç yıl önce Selahattin Güngör’le yaptığı
röportajda kişiliğini çok iyi bildiği Şerif Hüseyin’le görüşürken ona, güya ağzından
kaçırmışçasına, savaştan sonra Osmanlı Devleti’nin Hicaz’a özel bir statü vereceğini
söylediğini dile getirmiştir. Galip Paşa böylece Şerif Hüseyin’e savaştan sonra Hicaz’da
kurulacak yarı bağımsız bir devletin başkanlığını müjdelemiştir (Güngör, 1937: 76).
Tutum ve davranışlarıyla Şerif Hüseyin’e verdiği müjdenin ağızdan kaçırılan bir laf
olmadığını gösteren Galip Paşa’ya göre, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na
247
Mekke’de Türklerin tam bir baskına uğrayarak Şerif’in güçlerine teslim olmasını General Bremond da
şaşkınlıkla karşılamış ve “Bu gerçekten inanılmayacak bir şeydi çünkü harplerin hazırlıkları gizli
kalamazdı” demiştir (Bayur, 1991c: 270). Mekke’den 100 subay, 2500 er, 150 memur, 20 top, 15
mitralyöz teslim alınmıştır. Alınan esirler İngilizlere teslim edilerek Mısır’a gönderilmiştir (Bayur, 1991c:
270).
156
girer girmez Yemen, Asir ve Hicaz’daki bütün kuvvetlerini çekerek Suriye Cephesi’nde
toplamamış olması on binlerce Türk askerinin boşu boşuna kırılmasına sebep olmuştur
(Güngör, 1937: 90).
Galip Paşa, isyanın tüm emareleri belirdiği halde Mekke’de gerekli askerî
önlemleri almamış hatta Mekke’den bir taburu 14 Mayıs 1916’da alıp Cidde’ye
göndermiştir (Uğurlu, 2007: 143). İsyanın başlamasına bir hafta kala, isyana karşı
tertibat almış olan Mekke’deki Alay Komutanı Hüseyin Hüsnü’yü buradan alarak
Cidde’ye göndermiş ve dolayısıyla da isyana karşı alınmış olan askerî tertibat akim
kalmıştır (Uğurlu, 2007: 144). O günlerde Mekke’deki 130. Alay’ın 2. Tabur’unun
komutanı olan Yüzbaşı Mümtaz hatıralarında “Hicaz’da vuku bulan bir ihtilal ve
fenalığa karşı hiçbir tertibat alınmamıştı ve Hicaz Emiri hakkında tahkikat yapmak ve
urban ile temasta bulunmak yasaklanmıştı” (Erkal, 1978: 164) demiştir.
3.2.2. Şerif Hüseyin Güçlerinin Taif’i Kuşatması
Şerif Abdullah, Taif’e gitmek için etrafına adam toplarken, onlara bölgedeki
Bukum kabilesini cezalandıracağını söylemiştir (Kral Abdullah, 2006: 104). Böylece
Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmak istemeyen kişileri248 etrafına topladığı gibi yapacağı
harekâtın da gizli kalmasını sağlamıştır. Abdullah, yapacağı kuşatmadan iki gün önce
ise kölesi vasıtasıyla Galip Paşa’yı haberdar etmiştir. Fakat Galip Paşa bunun da bir
dedikodudan ibaret olduğunu söyleyerek görevlendirdiği münadiler vasıtasıyla halka, bu
tür haberlerin asılsız olduğunu duyurmuştur (Özmert, 1929: 28).
248
Bedevilerin bir kısmı, Taif kuşatması başlayınca gerçeği öğrenerek Abdullah’ın etrafından ayrılmaya
başlamışlardır (Özmert, 1929: 39).
157
Taif’in kuşatılmasına birkaç gün kala halk, yaşanacaklardan haberleri olduğunu
gösterircesine, şehri terk etmeye başlamıştır. Kuşatmaya bir gün kala ise Şerif Abdullah
Taif’e gelerek hasta yatmakta olan Galip Paşa’yı ziyaret etme bahanesiyle şehirdeki
durumu yerinde görmüştür (Bayur, 1991c: 271).
Galip Paşa, ziyaretine gelmiş olan Abdullah’la görüşürken, bir Kur’an-ı Kerim’i
eline almış ve “Bunu tanıdınız mı?” diye sormuştur. O da “Evet tanıdım, Allah’ın
kitabı. Babama onu ben hediye etmiştim. O da zât-ı âlinize hediye etmiş” cevabını
vermiştir. Bunun üzerine Galip Paşa’nın “Müslüman olduğumdan şüpheniz var mı?”
sorusuna Şerif Abdullah, “Estağfurullah! Dış görünüşünüze bakılırsa siz çok iyi bir
Müslümansınız, ama içinizi Allah’tan başkası bilemez” cevabını vermiştir. Galip
Paşa’nın, “Vallahi ben sizinle birlikteyim, size düşman değilim. Nedir bu söylentilerin
aslı?” sorusuna Şerif Abdullah, “Ayaklanma söylentilerini mi kastediyorsunuz?”
sorusuyla karşılık vermiştir. Galip Paşa’nın “Evet” cevabı üzerine Şerif Abdullah, bu
söylentilerin aslının olmadığını anlatmıştır (Kral Abdullah, 2006: 106, 107). Galip Paşa,
Şerif Abdullah’la yaptığı bu görüşmeden sonra, başlayacak olan isyanın tüm emareleri
belirdiği halde, şehre ve çevreye, Şerif Abdullah’ın Bukum Kabilesi’ni cezalandırmak
için harekete geçtiğini duyurmuştur (Bayur, 1991c: 271).
Şerif Abdullah, Galip Paşa’nın yanından ayrıldıktan sonra isyan hazırlıklarını
hızlandırmış ve Mekke ile Taif arasındaki telgraf hattını kestirmiştir. İki şehir arasında
telgraf iletişiminin kesildiğini anlayan Galip Paşa o gece Şerif Abdullah’a şu notu
göndermiştir:
Şerif Abdullah Bey Hazretlerine,
Sizin ziyaretinizden sonra Mekke ile Taif arasındaki telgraf hatları kesildi.
Hatları tamir etmeleri için gönderdiğimiz görevliler de dönmedi. Telgraf
hatlarına saldıranların, görevlileri hapsettikleri söylentileri dolaşıyor. Bu
158
yüzden hemen Taif’e dönmenizi rica ediyorum. Bukum kabilesinin yola
getirilmesi konusu, içinde bulunduğumuz şartlar bakımından hiçbir önem
taşımamaktadır.
Şerif Abdullah, Galip Paşa’nın bu notuna verdiği cevapta, telgraf hatlarından
haberi olmadığını ve kısa sürede Taif’e döneceğini belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006:
108).
10 Haziran 1916 sabahı Mekke’de isyankârlar hükümet binasına ve kışlalara ateş
etmeye başlamışlar, 12 Haziran’da hükümet konağını ele geçirmişler ve vali vekili
Binbaşı Ziya Bey ile yanındakileri esir almışlardır. 4 Temmuz 1916 Ciyad Kalesi’ni, 9
Temmuz 1916’da ise Ceruk Kalesi’ni ele geçirmişlerdir (Bayur, 1991c: 269). Bu
kalelerin düşmesinde, İngilizlerin Sait Ali Paşa komutasında, Mısırlı Müslüman
askerlerden oluşturarak Şerif Hüseyin’in yardımına gönderdikleri iki topçu bataryası
etkili olmuştur. Mekke düşünce âsilerin eline 100 subay, 2500 er, 150 sivil memur,249
20 top, 15 makineli tüfek geçmiştir (Uğurlu, 2007: 147).
İsyanın başladığı dönemde Cidde’de 700 civarında Osmanlı askeri vardır. 250
İsyandan evvel, sahilden herhangi bir saldırıya uğrayacağı düşünülerek mevcut
imkânlar dâhilinde şehrin savunması için önlemler alınmış; buraya, merkezden askeri
destek gönderilmiştir (ATASE, BDH, 159/705/17; Erkal, 1978: 215). Hatta düşmandan
gelecek herhangi bir saldırıya karşı bedeviler bile destek sözü alınmıştır (ATASE, BDH,
164/719/50-01). Fakat İngiliz gemileri sahile rahat bir şekilde yanaşabildiğinden Cidde,
249
Şerif Hüseyin Türklerden aldığı tutsakları İngilizlere teslim etmiştir (Bayur, 1991c: 270).
250
Vehip Bey’in 10 Ocak 1915 tarihinde İstanbul’a çektiği telgrafa göre Hicaz’daki Türk kuvvetlerinin
durumu: 129. Alay’ın 3. Taburu ile 2. Cebel Taburu’nun 1. Bataryası Cidde’de, 129. Alay’ın 1. taburu
Mekke’de ve 130. Alay’ın 2. Taburu Taif’tedir. Bunlardan başka Cidde ve Mekke’de birer batarya kadar
ağır topçu vardır. Mevcud-ı umumiyeleri 64 zabit, 1499 nefer, 56 hayvandan ibarettir. Hicaz’ın herhangi
bir noktasında düşmanın ihracı teşebbüsatı orada terk edilen kuvvete iştirak edecek aşair-i urbanın
muavenet-i müesseresi tamamen temin edilmiştir (ATASE, 164/719/ 50-51).
159
sahil yönünden pek güvende değildir (ATASE, BDH, 159/705/31). Başında Muhsin
İbn-i Mansur’un bulunduğu dört bin kişiden müteşekkil oymaklar topluluğunun
karadan, İngilizlerin denizden kuşatmaları sonucunda 16 Haziran 1916’da Cidde
düşmüştür (BOA, Hr.SYS., 2422/61; Tanin, nr. 2738, 26 Temmuz 1916; The Devon
And Exeter Gazette, nr. 21793, 23 Haziran 1916; Aberdeen Daily Journal, nr. 19179, 23
Haziran 1916; Fromkin, 2004: 179; Bayur, 1991c: 270; Uğurlu, 2007: 147). Böylece
Şerif Hüseyin’e gelecek İngiliz yardımlarının önü açılmıştır (Larcher, 1928: 36).
Buranın savunması yedi gün sürmüş ve İngilizlerin ise denizden yaptığı destek
olmadıkça asiler başarıya ulaşamamıştır (Erkal, 1978: 216).
Şerif Abdullah, Taif’e Bukum Kabilesini cezalandırmak bahanesi ile yaklaşmış,
başında bulunduğu âsilerle 11 Haziran 1916’da saldırmaya başlamış ve şehri 12
Haziran’da kuşatmıştır. Taif’teki kışla ve hanelere karşı yapılan taarruz Osmanlı
askerlerini zor durumda bırakmıştır (BOA, HR., SYS., 2316/19; Erkal, 1978: 231;
Bayur, 1991c: 271, 273).
Galip Paşa’ya göre Taif abluka altına alındığında eldeki imkânlar şu şekildedir:
950 tüfek, 5 cebel topu vardır. Tüfekler ve toplar çok kullanışlı değildir ve cephanenin
beşte ikisi kullanılamayacak haldedir (Güngör, 1937: 93).251 9 Haziran’da Mekke-TaifCidde arasındaki telgraf hatları da kesilmiştir. Buna rağmen, Galip Paşa’nın isyanın
başlayacağını
bile
bile
bulunduğu
mahalde
bile
köklü
tedbirler
almaması
düşündürücüdür. 252 Taif’e yapılacak saldırıya sadece iki gün kala tedbir olarak 22.
251
3 Haziran’da Taif’te 54 subay, 39 astsubay, 932 muharip er, 918 silahsız er vardır (Erkal, 1978: 231).
Taif savunması esnasında Osmanlı askerinin her birine verecek kadar tüfek olmamıştır (Özmert, 1929:
40). Şerif Abdullah ise Taif’i beş bin kişiyle kuşatma altına almıştır (Erkal, 1978: 232).
252
Galip Paşa’nın böyle davranmasında İttihatçıların, savaştan sonra dönmek üzere Hicaz’ı tahliye
ederek, oradan alınacak askerleri hem isyan esnasında olabilecek saldırılardan korumak hem de başka
cephelerde kullanmak fikri etkili olmuş olabilir (Ali Fuad, 1336: 45, 46).
160
Tümen Komutanlığı’na vermiş olduğu emirde, halk arasında son günlerde yaratılan
heyecan ve coşkunluğun yağma ve talan fikriyle harekete geçerek Arapların kışlalara ve
hükümet binalarıyla askerî birliklere ve hatta özel binalara saldırılarda bulunabilecekleri
ihtimalini bildirmiştir. Böyle bir duruma karşı gerek tümen gerekse jandarma
komutanlıklarıyla bütün askerî kurumlarda lüzumlu tedbirlerin alınmasını bir
ayaklanma halinde komutan, subay ve erlerin sonuna dek askerî şereflerini korumalarını
emretmiştir. Ayrıca düşmanın saldıracağını düşündüğü noktalara yönelik tedbirler
alınmasını istemiştir. Mekke’de hükümet merkezlerinin ele geçirilmesi üzerine ise 11
Haziran’da Taif’teki tedbirleri artırmıştır (Erkal, 1978: 233, 234, 235).
12 Haziran 1916 tarihinde Taif’te yaşanan çarpışmalarda erlerden beş şehit, bir
subay olmak üzere on dört yaralı verilmiş, âsilerden ise sekiz kişi öldürülmüştür. Bu ilk
günkü muharebeden sonra Galip Paşa ile Tümen Komutanı Vekili, subay ve erlere
mevzilere sokulmak isteyen düşmanın süngü ile karşılanmasını, askerlerin siperlerden
ayağa kalkmamasını, gözetlemeye önem verilmesini, cephanede tasarrufa dikkat
edilmesini bildirmişlerdir. 12 Haziran’da elde edilen başarıdan dolayı Galip Paşa,
askerleri şu şekilde takdir etmiştir: “Bu sabah başlayan muharebe sırasında gerek
nizamiye gerek jandarma subay ve erlerinin gösterdikleri metanet ve fedakârlıktan
memnunum. Bundan böyle de kendilerinin aynı yüksek hasletleri koruyacaklarına
eminim. Din ve devlet uğrunda fedakârlıkla hizmet edenlerin taltifleri tabiidir” (Erkal,
1978: 236, 237)
Galip Paşa, kuşatmaya birkaç gün kala tedbir almaya başlamıştır. Yaşamakta
olduğu Taif’e253 yapılan saldırı âdeta bir baskın halinde gelmiştir. Bu durum hakkındaki
253
Galip Paşa, Mithat Paşa’nın öldürülmüş olduğu Taif Kalesi’nin üst kısmını yıktırmış, diğer iki katını
tamir ettirmiş ve buranın tamir edilen damının üzerine iki adet cebel topu yerleştirip âsilere bunlarla ateş
ettirmiştir (Güngör, 1937: 103).
161
görüşlerini Asir Mutasarrıf ve Komutanı bulunan Muhittin Paşa’ya 25 Temmuz 1916’da
yazmış olduğu bir mektubunda şu şekilde dile getirmiştir: “Emir’in İslam olması
dolayısıyla bu derece fezahat edeceğini sanmazdım. Gerçekten olaydan bir iki gün
öncesine dek gösterdiği münafık tavırlarına rağmen, artık Hicaz’da büyük güçlükler
çıkaracağını zan ve tahmin ediyordum. Binaenaleyh pek de gafil olmamakla beraber
adice bir oldubitti karşısında bulundum.” (Erkal, 1978: 235).
Taif’in Şerif Abdullah’ın emrindeki güçlerin ilk saldırısına uğramasının
ardından, 12 Haziran 1916 tarihinde, Galip Paşa beyanname yayımlamıştır.
Beyannamede Osmanlı yöneticilerinin ve askerlerinin buraya, halife tarafından, kutsal
beldeleri korumak için gönderildiğini, kendilerine İngilizlerle ittifak halinde olan gafil
ve cahil kişilerin isyan ettiğini, devlete ittat edilmesi gerektiğini belirtmiştir (Özmert,
1929: 31).
Galip Paşa birinci beyannameyi yayımlamasının üzerinden iki gün geçtikten
sonra, 14 Haziran 1916 tarihinde, ikinci beyannameyi yayımlamıştır. Bu beyannamenin
ilk cümlelerinde, Şerif Hüseyin’den ve oğlu Abdullah’tan böyle bir isyan beklemediğini
çünkü yeminler ederek devlete olan sadakatlerini dile getirdiklerini belirtmiş ve Şerif
Hüseyin’in Mekke’de bir gün Cuma namazı kılarken kendisine söylemiş olduğu şu sözü
aktarmıştır: “Birçokları benim İngiliz taraftarı olduğumu zan ediyorlar. İşte ben makamı hilafet-i uzmaya sadık olduğuma ve seni babam ve evladım gibi sevdiğime
Beytüllahü’l-Haram’ı işhad ederim. Eğer bir fikr-i hiyanet besliyorsam Bari’nin (Allah)
lanetine müstahak olayım” (Bayur, 1991c: 276).
Galip Paşa ikinci beyannamesinde Şerif Hüseyin ve oğullarının bedevileri
Osmanlı yönetimine isyan ettirmekle İngilizlere hizmet ettiklerini, Müslüman kanının
akıtılması vebaline girdiklerini, daha önceden vermiş oldukları sözlerde durmadıklarını,
162
yıllarca Osmanlı Devleti’nin nimetlerinden faydalanmış kimselerin bu şekilde
davranmasının nankörlük olduğunu belirtmiştir. Galip Paşa bu beyannamesinde Şerif
Hüseyin’in devlet tarafından emirlikten azledildiğini dile getirdikten sonra bundan sonra
onun emirlerine uymanın doğru olmayacağını, bu şekilde isyan çıkarmanın dinî
bakımdan doğru olmadığını dile getirerek âsilerin bir an önce bu işten vazgeçmelerini
istemiştir. Şerif Hüseyin’i halkın gözünden düşürmek için onun Mısır’da önemli
miktarda mülkü ve parası olduğundan bahsetmiş; oradaki zenginliklerinin elinden
alınmaması için İngilizlerle işbirliği yaptığını ve Kanal civarında savaşan 4. Ordu’ya
asker göndermediğini öne sürmüştür. Ayrıca Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’nden
aldığı silahlara İngilizlere hizmet ettiğini söylemiştir (Bayur, 1991c: 276, 277).
Galip Paşa ikinci beyannamesinin sonunda yöneticilere itaat etmenin Allah’ın
bir emri olduğunu, bu kutsal beldelerde kan dökmenin caiz olmadığını belirttikten sonra
halkı bölgedeki Osmanlı yönetimine itaat etmeye davet etmiştir (Özmert, 1929: 34-36).
Galip Paşa, 16 Haziran 1916 tarihinde ise yayımladığı beyannameye civardaki
etkili topluluk ve kabilelere seslenerek başlamıştır. Galip Paşa bu beyannamesinin ilk
cümlelerinde seslenmiş olduğu kabilelere Osmanlı Devleti’nin üç yüz yıldan beri
bölgeye verdiği hizmetleri saymış, Şerif Hüseyin’in başlattığı bu isyanın bölgede
Osmanlı yönetimine son vermeye yönelik olduğunu ve dolayısıyla da böyle bir isyanın
kabilelerin çıkarlarına aykırı olacağını hatırlatmıştır. Böyle bir hatırlatmadan sonra ise
Şerif Hüseyin’e uyanları şu şekilde tehdit etmiştir (Özmert, 1929: 34-36):
Bunun için Emir’in isyanına iştirak ve ona yardım etmemekle mükellef
olduğunuzdan sizleri ikaz etmeyi kendime vecibe addeylerim. Avn ve
İnayet-i Bari ile hükümet kavî ve muktedirdir. Pek yakında buraya bu günkü
askerî kuvvetlerin yüz mislini gönderebilir. Sonra temerrütlerinde ısrar
edenlerin akıbetleri vahim olur. Siz hıyanete iğfal ve tahvif edildiğinizden
163
sizi ikaz etmek bir vazife-i vicdaniyedir. Binaenaleyh müntekim-i cebbar
olan Allah’tan hazer ediniz. Büyük günün dehşetinden korkunuz. Allah’tan
korkan dünya ve ahiret saadetlerine mazhar olur (Özmert, 1929: 34-36).
Galip Paşa bu şekilde tehdit edici söylemlerinden sonra olaylardan Şerif
Hüseyin’i sorumlu tutmuş ve bölge halkından ona uymamalarını istemiştir (Özmert,
1929: 34-36). Yayımladığı beyannamelerle bölge halkını isyandan caydırmayı
amaçlayan Galip Paşa, bu konuda çok gecikmişti.
Üç buçuk ay kadar sürmüş olan Taif Müdafaası iki safhada gerçekleşmiştir. 12
Haziran 1916 tarihinden 16 Temmuz 1916 tarihine kadar süren birinci safha, ufak
çarpışmalarla geçmiştir. Şehir kuşatma tecrübe ve bilgisi zayıf, etkili toplardan yoksun
âsiler, çepeçevre kuşattıkları Taif’i teslim olmaya zorlamışlardır. Bu süreçte Türk
birlikleri yaptıkları planlı çıkışlarla ve topçu atışlarıyla âsilere büyük kayıplar
verdirmişlerdir. Mekke ve Cidde’yi Türklerden almayı başaran âsiler, buralardaki
güçlerini de sürekli olarak Taif kuşatmasına yönlendirerek çarpışmalardaki asker
eksikliğini telafi etmeye çalışmışlardır (Kral Abdullah, 2006: 108, 111).
Galip Paşa, Taif Müdafaası’nın birinci safhasında komutanları sürekli uyararak
gerekli tedbirleri aldırmış, muhtemel baskın ihtimallerine karşı, geceleri nöbet tutan
askerlerin sayısını artırmış, yetersiz miktarda olan cephanenin israf edilmemesi için
tembihlerde bulunmuş, 15 Haziran 1916’da Taif’te sıkıyönetim ilan ederek halkın
elindeki bütün silahları toplattırmıştır (Erkal, 1978: 232-239).
Taif Müdafaası’nın ikinci safhası 16 Temmuz 1916 tarihinden 22 Eylül 1916
tarihine kadar devam etmiştir. Bu safha birincisinden farklı olmuştur. Çünkü âsiler
İngilizlerden ve ele geçirdikleri şehirlerden edindikleri ağır silahlarla ve bol miktardaki
cephaneyle daha avantajlı duruma gelmişken Osmanlı birliğinin asker sayısı, cephanesi
ve erzakı günden güne azalmış ve bitme seviyesine gelmiştir. Her tarafı kuşatılmış olan
164
Taif’in dışarıyla irtibatı kesilmiştir. Şartların gittikçe zorlaştığının farkında olan Galip
Paşa, Medine’den yardım gelme ihtimali olduğunu dile getirerek askerlere moral
vermeye çalışmıştır (Erkal, 1978: 242-252).
Galip Paşa’nın hatıralarında dile getirdiğine göre Taif kuşatması esnasında
dışarıdan yiyecek, giyecek, silah, cephane ve para alma imkânı olmamıştır. Eldeki
mevcutlar günden güne tükenmiş ve askerler ayakta kalabilmek için tüm ilkel imkânları
kullanmıştır. Her türlü sebze tüketildiği gibi dağlardaki yabanî otlardan bile faydalanma
yoluna gidilmiştir. Askere verilen erzak dörtte bire kadar düşürüldüğü gibi taşıma
işlerinde kullanılan katırlar bile yenmiştir. Bu arada Galip Paşa, sürekli olarak
Medine’den, Fahrettin Paşa’dan254 yardım beklemiştir (Güngör, 1937: 104, 105). Galip
Paşa üç buçuk ay süren Taif kuşatmasında Türk askerinin durumunu ise şöyle dile
getirmiştir: “Türk neferi, üç buçuk ay süren bu savaş devresinde, sabır ve tahammül
kelimelerinin çerçevesine sığmayan hareketler göstermiştir” (Güngör, 1937: 107). 255
Tümen Komutan Vekili ise Taif’teki durumu şu şekilde dile getirmiştir:
Kendi kuvvetinden başka, hava, su, güneş, iklim ve halkın durumu özetle her
şey düşman idi. Taif’te silah patladığı gün, ancak dokuz günlük erzak vardı.
Günlük ekmek istihkakı, muharebenin sonlarına doğru bir avuç hurmaya
kadar düşmüştü. Artık askerlik izzeti nefsi için dövüşüyorduk. Kurtuluş yolu
kalmamıştı. Bir çıkış hareketi yapmak amaçsız olduğu kadar tehlikeli ve
muharebe gücünü azaltacaktı. Savunmada kalmak ve fırsat elverdikçe ufak
tefek karşı taarruzlarla düşmanı tedirgin etmek ve artık muharebenin akışını
Allah’a bırakmak gerekiyordu (Erkal, 1978: 238).
254
12. Kolordu komutanı Mirliva Fahrettin Paşa Hicaz Kuvve-i Seferiyesi kumandanlığına 2 Temmuz
1916’da tayin edilmiştir (BOA, BEO, 4422/331617).
255
Taif’in teslim olmasının en önemli sebeplerinden birisi erzak kıtlığı olmuştur (Özmert, 1929: 41).
165
Abdullah’ın emrindeki güçlerin saldırıları ilk zamanlarda pek zayıf olsa da
zamanla elde ettikleri toplarla çok daha etkin atışlar yapmışlardır (Liverpool Daily Post,
24 Temmuz 1916; Birmingham Daily Post, 24 Temmuz 1916). Bu saldırılar sonucunda
Taif’teki birçok bina yıkılmış ve şehir yaşanamaz hale gelmiştir. Galip Paşa, dışarıdan
yardım gelmediğini, içerideki imkânların bittiğini, askerin mevcut haliyle dayanamaz
hale geldiğini görünce Şerif Abdullah’la görüşmek üzere adam göndermiş ve Taif’in
teslimi için görüşmeleri başlatmıştır (Erkal, 1978: 251).256
Şerif Abdullah’ın hatıralarında belirttiğine göre, Taif’in teslimi görüşülmeden
önce, Galip Paşa ile Abdullah arasında birkaç mektuplaşma olmuştur. Galip Paşa,
Abdullah’a gönderdiği ilk mektupta, Türk güçlerinin, bütün silahlarıyla birlikte,
kendilerine katılmak isteyen aileleri de yanlarına alarak Medine-i Münevvere’ye
gitmelerine izin verilmesini teklif etmiş ve gelecek cevaba göre kendisine gerekli nakil
araçları ve deve sayısı hakkında bilgi vereceğini belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006: 113).
Şerif Abdullah, Galip Paşa’ya mektupta ileri sürülmüş olan teklifi yapmaya
yetkili olmadığını, Medine yolunun böyle bir yolculuğa müsait olmadığını bildirmiştir.
Bunun üzerine Galip Paşa, Şerif Abdullah’a gönderdiği mektupta, elinde bol miktarda
mühimmat ve erzak olmasına rağmen kan dökülmesini istemediğini ve Taif’in teslimi
için gerekli görüşmeleri yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir (Kral Abdullah, 2006:
113).
Şerif Abdullah’ın mektupta yapılan teklifi kabul etmesi üzerine Galip Paşa,
teslim şartlarını görüşmek üzere heyet göndermiştir. Şerif Abdullah’la üç kişiden
müteşekkil Osmanlı heyeti 257 arasında yapılan görüşmeler sonucunda teslim şartları
256
Bu görüşmeler çeşitli aralıklarla on gün kadar sürmüştür (Özmert, 1929: 41).
257
Süleyman Bey, Nazım Bey, Miralay Haydar Bey.
166
görüşülmüştür. Ertesi gün Taif Kalesi’ndeki Osmanlı bayrağı resmî bir törenle
indirilerek yerine Arap bayrağı çekilmiştir (Kral Abdullah, 2006: 114).
Bu teslim kararını alan Galip Paşa, 22. Tümen Komutanı Vekiline gönderdiği
emrinde, erzaksızlığın askerlerin muharebe gücünü düşürdüğünden savaşa son
verilmesinin zorunlu olduğunu ve herkesin hayat, namus, can ve mal güvenliğinin
sağlanmış olduğunu bildirmiştir. Gerekli teslimat işleri tamamlandıktan sonra Galip
Paşa Şerif Abdullah’la birlikte önce Mekke’ye gitmiştir (Özmert, 1929: 42). Daha sonra
emrindeki askerlerle Cidde’ye, buradan da İngilizler tarafından Mısır’daki esir
kamplarına götürülmüşlerdir (Erkal, 1978: 252).258
Taif’in 23 Eylül 1916 tarihinde teslim alınmasından sonra Abdullah’ın 259
İngilizlere verdiği raporda Taif’in anlaşma yapılarak ele geçirildiği, buradan 10 top,
1700 tüfek, 800’ü aşkın patlayıcı madde, bol miktarda top mühimmatı, 82 subay, 1282
er, 72 memurun teslim alındığını bildirilmiştir (The Daily Mail, nr. 9669, 27 Eylül
1916; Western Mail, nr. 14774, 26 Eylül 1916; Nizamoğlu, 2013: 24). Ayrıca esirler
arasında son Hicaz Vali ve Kumandanı Galip Paşa’nın da olduğu belirtilmiştir (Derby
Daily Telegraph, 27 Eylül 1916; Hull Daily Mail, 27 Eylül 1916). Şerif Abdullah’ın
emrindeki askerler, gece teslim alınmış olan Taif’e sabah vakti girmişler, halk ise bu
durumu şaşkınlıkla karşılamıştır (Newcastle Daily Journal, nr. 22254, 28 Eylül 1916;
Özmert, 1929: 42).
Şerif Hüseyin’in İngilizlerin teşviki ve desteğiyle etrafına topladığı birkaç bin
bedeviyle başlattığı isyan Taif’in düşmesiyle büyük oranda başarıya ulaşmıştır (BOA,
HR.SYS., 2424/14; BOA, HR.SYS., 2316/7; BOA, HR.SYS., 2451/61; ATASE, BDH,
258
Taif muharebeleri sırasında 138 şehit, 238 yaralı, 62 kaçak ve 16 kayıp olmuştur (Erkal, 1978: 251).
259
Şerif Hüseyin’in âsi güçleri üç oğlu tarafından idare edilmiştir. Faysal, Medine civarını; Abdullah, Taif
civarını, Ali ise Cidde civarını idare etmiştir (Liverpool Post, nr. 19056, 27 Haziran 1916).
167
164/719/12; BOA, HR.SYS., 2424/21; BOA, HR.SYS., 2422/61; Sebilürreşad, nr. 357,
22 Eylül 1332, C. 14, s. 153; Bayur, 1991c: 294, 295; Hülagü, 1995: 151; Fromkin,
2004: 181, 182). 260 Bu isyan topyekûn bir Arap-Türk mücadelesinden ziyade Şerif
Hüseyin ve oğullarının etrafına para karşılığında topladığı birkaç bin bedeviyle
Hicaz’daki Türk birliklerinin arasında gerçekleşen mücadelelerle sınırlı kalmıştır.
Çünkü bölgedeki Arapların geneli Şerif Hüseyin’in başlattığı bu isyanı desteklememiş
hatta kınamıştır (BOA, HR.SYS, 2440/19; BOA, HR.SYS., 2316/10; BOA, HR., SYS.,
2349/18; BOA, HR.SYS., 2418/82; Tanin, nr. 2738, 26 Temmuz 1916; Arı, 2008: 136;
Larcher, 1928: 31; Fromkin, 2004: 179). Şerif Hüseyin, uzun süre planlamasını yaparak
başlatmış olduğu bu isyana İslam âleminin pek sıcak bakmadığının farkında
olduğundan, kendisini haklı çıkarmak, Arapların iyiliği için harekete geçtiğini
göstermek, yaptığı işin isabetli olduğunu ispatlamak için beyannameler yayınlamış ve
olayların sorumluluğunu İttihatçılara atmaya çalışmıştır (BOA, HR., SYS., 2316/12;
Newcastle Daily Journal, nr. 22226, 26 Ağustos1916).
Galip Paşa, isyanın açık bir şekilde ortaya çıkan tüm belirtilerini görmezden ve
duymazdan gelerek gerekli önlemleri almamıştır. Böyle bir hali Galip Paşa’nın
liyakatsizliğine, dirayetsizliğine veya korkaklığına vermek isabetli olmaz. Çünkü
yıllarca Yemen’deki ve Makedonya’daki isyanlara karşı başarılı bir şekilde mücadele
vermiş, jandarma komutanlığı ve Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapmış, Birinci
Balkan Harbi’nde ve Kafkas Cephesi’nde kendisine bağlı birlikleri en iyi şekilde idare
etmiş bir kişinin yönetim bölgesindeki olayların farkına varamaması, birkaç bin
bedevinin hareketinden haberinin olmaması ya da onlardan çekinmesi düşünülemez.
Dolayısıyla Hicaz’daki isyanın başarıya ulaşması Galip Paşa’nın acziyetine verilemez.
260
Aynı tarihlerde Medine’de Fahrettin Paşa’nın mücadelesi devam ettiğinden, Şerif Hüseyin’in başlattığı
isyanın Taif’in düşmesi sonucunda tam bir başarıya ulaştığını söyleyemiyoruz.
168
Galip Paşa’ya Hicaz’a vali olması telgraf vasıtasıyla teklif edilmiş ve o da böyle
bir teklifi kabul etmekte teraddüt göstermemiştir. Hicaz’da yapacak olduğu vazifenin
özelliklerini öğrenmek için İstanbul’a giderek Talat Paşa ile görüşmüştür. Bu görüşmeyi
hatıralarında birkaç cümleyle geçiştirmiş ve teferruata girmemiştir. Ağır kış şartlarında
birkaç cümlelik bir bilgilendirme için İstanbul’a kadar gitmeye gerek olmaz ve telgrafla
da bilgilendirme yapılabilirdi. Böyle bir durumda aklımıza, Galip Paşa’nın Hicaz’da
izlemiş olduğu duyarsız ve pasif politikanın Talat Paşa tarafından belirlendiği
gelmektedir. Galip Paşa’nın hükümetin verdiği direktifler doğrultusunda Şerif
Hüseyin’e Hicaz’da özerk bir devlet vaat etmesi ve buna bağlı olarak da kendisinden
savaş esnasında geniş çaplı isyan beklememesi ihtimal dâhilindedir. Buna göre de Galip
Paşa’nın Şerif Hüseyin’i hain ilan etmesinin sebebi, Şerif Hüseyin’in kendisine vaat
edilen bölgeyle yetinmeyerek isyana kalkışması ve kendisi için çizilen sınırların dışına
müdahale etmesidir.
169
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. MĠLLĠ MÜCADELE DÖNEMĠNDE VE SONRASINDA GALĠP PAġA
Galip Paşa,261 Taif’in düşmesinden sonra İngilizler tarafından esir olarak Mısır’a
götürülmüş 262 ve Kahire’de üç yıl esaret hayatı yaşamıştır (BOA, HR.SYS, 2427/7).
Enver Paşa, Mısır’da esir bulunduğu günlerde onu, İngiliz esirlerinden Royal Navol
Reserve’e mensup Geoffrey Fitzgerald’a karşılık oradan kurtarmak istemiş ve gerekli
yazışmaları da yapmıştır (BOA, HR.SYS, 2226/25). Galip Paşa, Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra esir değişimiyle ilgili yapılan anlaşmalar sonucunda 18 Ekim 1919
tarihinde İstanbul’a gelmiştir (BOA, İ.DUİT, 163/35).263
4.1. GALĠP PAġA’NIN DĠVAN-I HARB-Ġ ÖRFĠDE YARGILANMASI
4.1.1. Damat Ferit PaĢa’ya Suikast TeĢebbüsü Davası
Galip Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu günlerde bir kısım milliyetçiler, Damat
Ferit Paşa’nın Milli Mücadele karşıtı tutum ve davranışlarını durdurabilmenin kesin
çözümünün suikasttan geçtiğini düşünerek hareket geçmiştir. Planlanan bu suikast
261
Galip Paşa, esaret günlerinde mirliva rütbesindedir (BOA, İ.DUİT, 163/35).
262
Harp esirleri Mondros Mütarekesi’nin 22. Maddesi’nde görüşülmüştür (Ural, 2006: 188).
263
Mısır’da esir tutulan subaylar, kötü şartlar altında yaşamışlardır. Bu durumdan haberdar olan Osmanlı
yönetimi İngiliz yönetimini bu konuda uyarmış ve gerekli düzenlemeler yapılmadığı takdirde Osmanlı
ülkesinde esir bulunan İngiliz subaylarına da benzer muamelelerin yapılacağını bildirmiştir. Hatta İngiliz
yönetimine kırk gün zaman bile tanınmıştır (BOA, HR.SYS, 2201/10). İngilizler, Hicaz’dan esir aldıkları
subay ve memurların ailelerini de Mısır’a götürmüşler ve bunu esir eşlerinin ve çocuklarının sefalet
içinde yaşamaması için yaptıklarını söylemişlerdir. Fakat esir kamplarına yerleştirilen kadınlar ve
çocuklar esir akrabalarıyla görüştürülmemiş ve perişanlık içinde bırakılan kadınlara ve çocuklara iyi
davranılmamıştır (BOA, HR.SYS, 2207/35/6; BOA, HR.SYS, 2207/35). Osmanlı yönetimi İngilizleri bu
konuda da uyarmış ve gerekli adımların atılmasını istemiştir (BOA, HR.SYS, 2207/35).
170
girişimi üç kişiyi hedef almıştır: Damat Ferit Paşa, Eski Maarif ve Dâhiliye Nâzırı Ali
Kemal ve Adliye Nezâreti Müsteşarı Sait Molla (Alemdar, nr. 529-2829, 2 Haziran
1336; Akandere, 2009: 75). O dönemde İstanbul’da bulunan Galip Paşa da İsmail Hakkı
Bey’in264 talebi üzerine, Damat Ferit Paşa’ya suikast planlayan bu gruba parasal olarak
destek vermiştir. Fakat suikast planlayan grup başarılı olamamış ve Damat Ferit Paşa
Hükümeti’nin çalışmaları sonucunda yakalanarak Divan-ı Harb-i Örfî’ye 265 sevk
edilmişlerdir.
266
Binbaşı Seyfettin Bey, Mim Mim Grubu’ndan aldığı istihbarat
sonucunda Galip Paşa’ya bu suikast meselesinden dolayı tutuklanabileceğini ve tedbirli
olmasını bildirmiştir. Fakat yeterince tedbirli davranmayan Galip Paşa, birkaç gün sonra
tutuklanmıştır (Güngör, 1937: 108).
Damat Ferit Paşa, 1 Ekim 1919’da ayrıldığı sadaret görevine, 5 Nisan 1920’de
264
Yüzbaşı İsmail Hakkı, Karakol Cemiyeti’nin Topkapı Şubesinin elemanıdır (Akandere, 2009: 80).
265
İdare-i Örfiye Mahkemeleri 1876 yılında yürürlüğe girmiş olan Kanun-ı Esasi’ye dayalı olarak 1877
yılında bir kararname ile kurulmuştur. 1 Eylül 1910 tarihinde bu kararnameye geçici bir zeyl konulmuş,
11 Mayıs 1914’te ise Divan-ı Harb-i Örfice verilen hükümlerin temyiz edilemeyeceği kabul edilmiştir. 1
Ekim 1919’da, İdare-i Örfiye Kararnamesi’ne müzeyyel bir kararname daha eklenmiştir. Bu kararname
İdare-i Örfinin ilan edildiği yerlerde Divan-ı Harb-i Örfi Mahkemesi’nin kurulacağını, üyelerinin
kimlerden oluşacağını, bu mahkemelerin yargılama şartlarını ve buralardan çıkacak idam hükümlerinin
padişahın onayından sonra uygulanacağını tespit etmiştir. Ayrıca 27 Eylül 1919 tarihli nizamname ile
mahkeme başkanı ve üyelerinin maaş miktarları tespit edilmiştir. 6 Mayıs 1920 tarihli kararname ile
Divan-ı Harb-i Örfilerin teşkilatı ve vazifeleri bir kez daha belirlenmiştir. Divan-ı Harb-i Örfilerin
yapısında 1920’li yıllara gelindiğinde bile hâlâ tam bir oturma olmamıştır (BOA, MV, 220/235; Düstur, t.
1, C. 4, s. 71; Düstur, t. 2, C. 2, s. 668; Düstur, t. 2, C. 6, s. 658; Takvim-i Vekayi, nr. 3635, 23 Eylül
1335; Takvim-i Vekayi nr. 3837, 26 Nisan 1336).
266
Alemdar Gazetesi, 14 Haziran 1920 tarihli nüshasında suikast faillerinin yakalandığını bildirdiği gibi
olayın Ankara’daki yönetimle ilgili olduğunu duyurmuş ve Milli Mücadele yöneticilerine hakaretler
etmiştir. Ayrıca yapılan araştırma sonucunda Milli Mücadeleyi destekleyen Karakol Cemiyeti’nin de
açığa çıkarıldığını, suikast teşebbüsünün Ankara’da planlandığını, Bursa’da teşkilatlandığını ve
İstanbul’da uygulanmak istendiğini duyurmuştur. Aynı gazete, Kuva-yı Milliyeden “kuva-yı gayri
milliye” olarak bahsetmiştir (Alemdar, nr. 528-2828, 1 Haziran 1336; Alemdar, nr. 529-2829, 2 Haziran
1336).
171
dördüncü defa atanmıştır (Takvim-i Vekayi, nr. 3820, 6 Nisan 1336; Akandere, 2009:
345; The Courier, nr. 20857, 6 Nisan 1920). Damat Ferit Paşa, dördüncü sadrazamlığı
döneminde, I. Divan-ı Harb-i Örfî’nin başına Nemrut Mustafa Paşa’yı getirmiş
(Takvim-i Vekayi, nr. 3829, 12 Nisan 1336)267 ve Kuva-yı Milliye’nin lider kadrosu
hakkında yargılama sürecini bu mahkeme aracılığıyla başlattırmıştır (Akandere, 2009:
343). Mustafa Kemal Paşa ve daha pek çok sayıda Milli Mücadele önde gelenini Divanı Harb-i Örfi idama mahkûm etmiştir (Akandere, 2009: 343).268 Damat Ferit Paşa’ya karşı
tertiplenen suikast girişimiyle ilgili davaya da bu mahkeme bakmıştır (Vakit, nr. 908, 3
Haziran 1920). Davalar birkaç gün içinde sonuçlandırılmış ve Galip Paşa’nın hapse
mahkûm edildiği davada 16 kişiye idam cezası verilmiştir (Akandere, 2009: 73, 74;
Takvim-i Vekayi, nr. 3878, 13 Haziran 1336).
4.1.2. Yıldız Yağması Davası
Damat Ferit Paşa’ya suikast teşebbüsüyle ilgili davadan kısa bir süre sonra ise,
267
Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığından dolayı bu mahkemeye Nemrut Mustafa Paşa Divanı
denmiştir.
268
Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından Milli Mücadeleciler İttihatçı olarak itham edilmiş, 4 Ağustos
1920’de yapılan resmî duyurularla Milli Mücadele önde gelenleri menfaatperestlikle nitelendirilmiş,
Sivas Kongresi’nden itibaren İstanbul’la ilişiğin kesilmesi vatan hainliği olarak vasıflandırılmış, onların
milliyetçiliğinin sahte olduğunu belirtilmiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 3824, 11 Nisan 1336; Takvim-i
Vekayi, nr. 3921, 4 Ağustos 1336). Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin düşünceleri doğrultusunda çalışan
Dürrizade ise Kuva-yı Milliyecileri âsi, fitneci, gaspçı gibi nitelendirmelerle anlattıktan sonra
öldürülmelerinin câiz olduğu, onlara karşı savaşırken ölen askerin ise şehit olacağı yönünde fetva
vermiştir (Takvim-i Vekayi, nr. 3824, 11 Nisan 1336). Milli Mücadele yöneticileri ise Damat Ferit Paşa
Hükümeti’ni tanımadıklarını ilan etmişlerdir (Edinburgh Evening News, nr. 14676, 13 Nisan 1920).
Damat Ferit Paşa da TBMM tarafından vatandaşlıktan çıkarılmış ve vatan haini kabul edilmiştir (TBMM,
ZC, D. 1, C. 1, İ. 18).
172
“Yıldız Yağması Davası” olarak bilinen soruşturmanın başlaması269 üzerine Galip Paşa,
zanlı olarak Birinci Divan-ı Harb-i Örfiye sevk edilmiştir. 31 Mart İsyanı’nın Hareket
Ordusu tarafından bastırıldığı süreçte, Galip Paşa’nın Yıldız Sarayı’nı emrindeki
jandarma ve polislerle kuşatma altına aldığı, oranın iç ve dış güvenliğinden sorumlu
olduğu günlerde saraydan değerli eşyalar, atlar, evraklar, altınlar, mücevherler ve
paralar Hareket Ordusu’yla İstanbul’a gelenler tarafından yağma edilmiştir. Sarayın
güvenliğinden sorumlu olan Galip Paşa, bu duruma seyrici kalmış ve vazifesini
yapmamıştır (Alemdar, nr. 741-3041, 9 Ocak 1921; İkdam, nr. 8466, 1 Teşrinievvel
1920; Apak, 1988: 41; Dabağyan, 2006: 241; Tansu, 2011: 87; Güngör, 1937: 112).270
İkdam Gazetesi’nin 17 Nisan 1919 tarihli nüshasındaki habere göre, kendisi de saraydan
muhtelif kadın takıları almıştır (İkdam, nr. 7969, 17 Nisan 1919; Nizamoğlu, 2010:
378).271 Mahmut Şevket Paşa’dan Enver Paşa’ya,272 Şevket Turgut Paşa’da Hasan İzzet
Paşa’ya kadar birçok subay ve devlet adamı “Yıldız Yağması” olarak meşhur olan bu
269
Harbiye Nâzırı Şâkir Paşa’nın 25 Nisan 1919’da Vakit Gazetesi’ndeki beyanatına göre Yıldız
Yağması’yla ilgili tahkikat, II. Abdülhamit’e ait olan ve içinde bir miyon lira değerinde mücevher
bulunan kayıp çantayla ilgili olarak 1919 yılında başlamıştır. Davayla ilgilili gerekli deliller ve ifadeler
yeterli görülmediğinden yargılamanın başlaması ertelenmiştir (Vakit nr. 536, 25 Nisan 1919). Meclis-i
Mebusan’ın 1 Mayıs 1909 tarihli oturumunda Yıldız Sarayı’ndaki evrak, eşya ve diğer değerli
malzemenin kontrolü ve kayıt altına alınması için ne şekilde hareket edileceği görüşülürken Antalya
Mebusu Ebuzziya Tevfik Bey, saraydaki bütün malzemenin padişahlara ait olduğunu, tahttan indirilenin
yerine yenisi geçtiğine göre saraydaki mazlemelerin de yeni padişaha devredilmesi gerektiğini dile
getirmiştir (MMZC, D. 1, İ. 1, i. 63).
270
Aralık 1909 tarihinde Yıldız Sarayı’ndaki değerli evrakların kontrolü için görevlendirilmiş olan
müfettiş, sarayın değişik odalarında değerli evrakların o yana bu yana rastgele atılmış halde bulunduğunu
rapor etmiştir (BOA, BEO, 3684/276237). II. Abdülhamid “Yıldız Yağması” için “Senelerce
biriktirdiğim, dişimden tırnağımdan artırdığım altınların, bunca takvillerin ne olduğu belli olmadı”
demiştir (Tansu, 2011: 33).
271
Saraydaki değerli mücevherlerden Mahmut Şevket Paşa, Hüseyin Hüsnü Paşa, Ener Paşa gibi Hareket
Ordusu’nun önde gelen komutanları da almıştır (İkdam, nr. 7969, 17 Nisan 1919).
272
Mahmut Şevket Paşa vefat etmiş olduğundan, Enver Paşa da yurtdışında bulunduğundan gıyaben
yargılanmıştır.
173
meseleden dolayı Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki Birinci Divan-ı Harb-i Örfî’ye sevk
edilmiştir. O günlerde sarayın kuşatma ve güvenliğinden sorumlu olmasından dolayı
Galip Paşa da zanlılar listesine alınmış ve yargılanmıştır (Alemdar, nr. 741-3041, 9
Ocak 1921). Yargılama sürecinde Bekir Ağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan zanlıların
mallarına da haciz konulmuştur (Vakit, nr. 952, 1 Ağustos 1920; Bal, 2003: 80; Tansu,
2011: 226).273 7 Eylül 1920 tarihinde sonuçlananan ve zanlıların geneline birkaç aydan
on yıla kadar değişik cezaların verildiği Yıldız Yağması Davası’nda Galip Paşa da bir
daha devlet hizmetine alınmamak üzere on yıl hapis cezasına çarptırılmıştır (İkdam, nr.
8466, 1 Teşrinievvel 1920; Akşam, nr. 725, 30 Eylül 1920).274
Galip Paşa, Selahattin Güngör’le yapmış olduğu röportajda Yıldız Sarayı’nın ne
şekilde yağma edildiğine, o süreçte kendisinin neden sorumluluklarını yerine
getirmediğine değinmek yerine başkalarını suçlamayı tercih etmiştir. Saraydan
alınanların hazineye devredildiğini söylerken talan edilenlerden bahsetmemiştir. Birinci
Divan-ı
Harb-i
Örfi’de
yargılanarak
cezalandırılmalarının
asıl
sebebini
ise
kendilerinden II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin intikamınının alınmak istenmesi
olarak göstermiştir (Güngör, 1937: 108). 31 Mart Olayı’nın şahitlerinden General
Mustafa Turan’a göre Enver Paşa, Yıldız Sarayı’nı Bulgar çetelerine yağmalatmıştır. O
günlerde sarayda harem ağası olan Nadir Ağa da Hareket Ordusu mensuplarının
273
Bekir Ağa Bölüğü: 1908 yılından itibaren siyasî mahkûmların tutulduğu bir hapishane olarak
kullanılan binanın adıdır. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki kampüsünün içinde bulunan binaya,
hapishane olarak kullanılmaya başlandıktan sonra, 1908’den önceki yıllarda tevkifhane memurluğu
yapmış olan Bekir Ağa’nın adı verilmiştir. Mütareke yıllarında tutuklanan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
ileri gelenleri genel itibariyle burada hapsedilmiştir (Pakalın, 1993: 195).
274
“Yıldız Yağması Davası”ndan yargılandığı dönemde Galip Paşa’nın adresi ve durumu şu şekilde
verilmiştir: Teşvikiye’de Hacı Emin Efendi Sokağı’nda 5 Numaralı hanede oturan, 52 yaşında,
Trabzonlu, açıkta, Osman Oğlu Galip Paşa (İkdam, nr. 8466, 1 Ekim 1920). Yıldız Yağması mahkûmları
Bekir Ağa Bölüğü’ne gönderilmiştir (Bal, 2003: 80).
174
saraydaki hazinelerin yerlerini öğrenebilmek için kendilerine değişik işkenceler
yaptıklarını General Mustafa Turan’a anlatmıştır (Turan, 2003: 87).275
Damat Ferit Paşa’dan sonra sadrazam olan Ahmet Tevfik Paşa (BOA, İ.DUİT,
9/120) zamanında Divan-ı Harb-i Örfi’nin yargılama ekibi değiştirildiği gibi 276 Divan-ı
Temyiz-i Askeri’nin yapısında da değişikliler yapılarak 23 Nisan’dan itibaren Divan-ı
Harb-i Örfi’nin verdiği kararların temyiz edilmesi hakkında kararname çıkarılmıştır
(Takvim-i Vekayi, nr. 3996, 1 Ekim 1920).277 Divan-ı Temyiz-i Askerî derhal harekete
geçerek ilk dava olarak “Yıldız Yağması Davası”nı görüşerek karara bağlamıştır. Bu
davadan tutuklu bulunan Galip Paşa, Şevket Turgut Paşa, Hasan İzzet Paşa ve
diğerlerinin tahliyesine karar verilmiştir (Alemdar, nr. 741-3041, 9 Ocak 1921).278 Bir
müddet sonra Galip Paşa, Mustafa Kemal Paşa’dan bir davet alarak Anadolu’ya
geçmiştir” (Güngör, 1937: 108, 109).
4.2. MĠLLĠ MÜCADELEDE GALĠP PAġA’NIN KONYA VALĠLĠĞĠ
Ahmet Tevfik Paşa’nın sadrazam olduğu dönemde mahkûmiyetten kurtulduktan
275
Nadir Ağa, saraydan ayrıldıktan sonra, General Mustafa Turan’ın komşularından birisi olmuştur
(Turan, 2003: 87).
276
Birinci Divan-ı Harbi’nin başkanlığına, 27 Ekim 1920 tarihinde, Hurşit Paşa getirilmiştir (Takvim-i
Vekayi, nr. 3995, 31 Taşrinievvel 1336)
277
Ahmet Tevfik Paşa hükümetinin çıkardığı kararname: Madde 1) 23 Nisan 1920 tarihinden itibaren 1
Numaralı Divân-ı Harb-i Örfî’den mücâzât-ı terhibiyeyi müstelzem olanlar re’sen ve mücâzât-ı tediyeyi
müstelzem bulunanlar dahî iş bu kanunun tarih-i neşrinden itibaren on beş gün zarfında mahkûm-ı
aleyhimin talebi üzerine temyîzen tedkîk olunur. Madde 2) Dîvân-ı Harb-i Örfî reisi re’sen tâbi-i temyîz
olan evrâkı iş bu kanunun tarih-i neşrinden ve eshabının talebine müteallik olanları da talep tarihinden
itibaren üç gün zarfında ale’l-usûl hey’et-i temyîziyeye tevdî’e mecburdur (Takvim-i Vekayi, nr. 3696, 1
Teşrinisani 1336).
278
Milli Mücadeleciler, Galip Paşa’nın İstanbul’daki hapishaneden kurtulması için çalışmalar
yapmışlardır (ATASE, İSH, 571/9AA).
175
sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edilen Galip Paşa, İstanbul’dan
bir İtalyan vapuruyla çıkarak İnebolu’da, Anadolu toprağına ayak basmıştır. Ankara’ya
vardığında Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilen Galip Paşa’ya askerî ve mülkî
vazifelerden hangisini istediği sorulmuştur. O ise nezaketi gereği, kayıtsız şartsız
Mustfa Kemal Paşa’nın emirlerini yerine getirmeye hazır olduğunu belirtmiştir. Bunun
üzerine, iki gün sonra, 12 Ocak 1921 tarihinde, on bin kuruş maaşla Konya valiliğine
tayin olunmuştur (BCA, 500/71-15/ 30.18.1.1/2.27.6; Güngör, 1937: 109, 110).279 18
Ocak 1921 Salı günü Konya’ya gelen Galip Paşa’yı, istasyonda öğrenciler, vilayet
erkânı, askeriye, mülkiye ve adliye mensupları ile çok kalabalık bir halk topluluğu
karşılamıştır (Avanas, 1998: 196).
4.2.1. Galip PaĢa’nın Milli Mücadeledeki Faaliyetleri
Galip Paşa’nın Konya’ya vali tayin edildiği günlerde Birinci İnönü Muharebeleri
yeni bitmiş ve Türk birlikleri muhtemel bir Yunan taarruzuna karşı tekrar hazırlanmaya
başlamıştır. Galip Paşa başladığı yeni görevinde zaman kaybetmeden Milli
Mücadele’ye destek vermek için harekete geçmiş ve Batı Cephesi’ne gönüllülerden
oluşturduğu bir alay asker göndermiştir. Bu alay İkinci İnönü Muharebeleri’nin ilk
günlerinde yaptığı başarılı mücadelelerde kendisi çok sayıda şehit verdiği gibi
Yunanlılara da önemli sayıda kayıplar verdirmiştir. Alayın bu mücadelesi Türk
Ordusu’nun İkinci İnönü Muharebeleri’nin ilk günlerinde işini kolaylaştırmıştır
(Müderrisoğlu, 1981: 298, 299).
279
Galip Paşa’nın Konya Valisi tayin edilmesiyle ilgili kararname şu şekildedir: Konya Vilâyet Valiliğine
on bin guruş maaşla Hicaz Vali ve Kumandan-ı Sâbıkı Ferik Galib Paşa tayin olunmuştur. 12 Ocak 1921.
(BCA, S. 500, D. 71-15, F.30.18.1.1, YN. 2.27.6).
176
Eskişehir-Kütahya Muharebeleri’nde Türk Ordusu’nun Yunanlılar karşısında
yaşadığı hezimet sonucunda ordunun daha fazla desteklenmesi gerektiği ortaya
çıkmıştır. Buna bağlı olarak Tekâlif-i Milliye Emirleri 280 kabul edilip de valiliklere
duyurulduğunda, kanun gereğince Konya’daki Tekâlif-i Milliye Komisyonu Başkanı
olan Vali Galip Paşa, bu kanunla istenenleri bir beyanname ile halka duyurmuştur.
Karara uymayanların da Hıyanet-i Vataniye Kanununa göre cezalandırılacağını
bildirmiştir (Avanas, 1998: 244, 245). Konya halkı Eskişehir-Kütahya Muharebeleri’ne
kadar cepheyi gönüllü bir şekilde destekledikleri gibi Sakarya Muharebeleri esnasında
da desteğini devam ettirmiştir. Galip Paşa, Konya Valiliği’nden ayrıldıktan sonra
Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ne verdiği röportajda Konya halkının orduya yaptığı
desteklerden çok memnun kaldığını dile getirmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440, 24
Şubat 1922).281
Sakarya Zaferi’nden sonra Fevzi Paşa, Konya halkının orduya verdiği destekten
dolayı Galip Paşa’ya telgraf çekmiştir (Avanas, 1998: 235). Konya Valisi ve Havalisi
Kumandanı Galip Paşa ise 27 Eylül 1337’de, Sakarya Zaferi üzerine Mustafa Kemal
Paşa’ya tebrik telgrafı çekmiş ve kendisinden cevabî bir telgraf almıştır (Babalık, nr.
697, 27 Eylül 1921).
Sakarya Savaşı’ndan sonra Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi Fevzi Paşa, Galip
Paşa’ya bir telgraf göndererek halkın gönüllü askerî birliklere katılmasını istemiştir.
280
Tekâlif-i Milliye Emirleri: 7-8 Ağustos 1921 tarihlerinde çıkarılan bu emirlerle halktan giyecek,
yiyecek, teknik malzeme, insan gücü ve bilumum taşıma vasıtalarıyla Milli Mücadele’ye destek vermesi
bildirilmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 262, 12 Ağustos 1921). Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 262
numaralı, 12 Ağustos 1912 tarihli nüshasında Tekâlif-i Milliye Emirleri mevcuttur.
281
Konya halkı 1921 Ağustos’unun sonlarına kadar orduya beş yüz bin lira kıymetinde araba ve ata
ilaveten on iki bin lira kıymetinde yüz at daha bağışlamıştır (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 274, 27 Ağustos
1921).
177
Bunun üzerine Galip Paşa bir beyanname yayınlayarak halktan derhal silahları ve
atlarıyla birlikte gönüllü birliklere katılmalarını, gidemeyenlerin silah ve atlarını bu
birliklere vermelerini istemiştir. Ayrıca askere katılacakların derhal müracaatını
istemiştir (Babalık, nr. 685, 13 Eylül 1921). Galip Paşa’nın duyurusundan sonra, Van
muhacirlerinden ve aşiret reisi Kolağası Rıza Bey ile Erzurum muhacirlerinden ve aşiret
Reisi Ravzan Ağa, sayısı iki yüzü bulan adamlarıyla cepheye gitmek için müracaat
etmişlerdir (Babalık, nr. 687, 15 Eylül 1921). Bunlardan kurulan gönüllü alay Uşakİzmir hattına gönderilmiştir (Avanas, 1998: 235).
Konya Valiliği, gönüllü alaylara kaydolan askerlerin ailelerine ve kendilerine
yardım etmek için “Gönüllü Komisyonu” kurmuştur. Bu komisyon vasıtasıyla gönüllü
alayının elbiseleri, şapkaları terziler tarafından parasız dikilmiş, tüfekleri ve atları
valilik tarafından karşılanmıştır (Babalık, nr. 687, 15 Eylül 1921; Avanas, 1998: 235).
Bunların desteklenmesi için halk da seferber edilmiştir (Babalık, nr. 687, 15 Eylül
1921).
Konya, Milli Mücadele’de gönüllü alaylar oluşturmuş ve onlara değişik isimler
vermiştir. Galip Paşa’ya olan sevgilerini göstermek isteyen Konya halkı, gönüllü
alaylardan birisine de “Galip Paşa Gönüllü Alayı” adını vermiştir (Babalık, nr. 691, 20
Eylül 1921). Bozkır halkı da kurdukları gönüllü alaya “Galip Paşa Gönüllü Piyade
Alayı” adını verirken, Ilgınlılar ise oluşturdukları süvari alayına, “Galip Paşa Süvari
Alayı” adını vermişlerdir. Galip Paşa, gönüllü alayları gerektiği yerde ve zamanda
karşılamış ve onların teftişini yapmıştır (Avanas, 1998: 238). Gönüllü birliklerle
yakından ilgilenmiş ve onların cepheye gidişini düzenlediği merasimlerle bir bayram
havasına sokmuştur. Mesela Konya’da Sakarya Zaferi’nin kutlamalarının yapıldığı
günlerde oluşturulan gönüllü birlikler ve 9 Eylül 1921 tarihinde 1297, 1298, 1299
178
doğumlulardan müteşekkil
birlik, düzenlenen görkemli merasimlerle cepheye
gönderilmiştir (Öğüt, nr. 763-65, 17 Eylül 1337; MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Babalık, nr.
697, 27 Eylül 1921; Avanas, 1998: 234).
Konya, Milli Mücadeleye sadece asker sevk etmemiş, yeri geldiğinde erzak,
giyecek ve tütün de göndermiştir. Ağustos 1921’de Konya Valiliği’nin otuz bin paket
tütün göndermesinden dolayı Mustafa Kemal Paşa, Galip Paşa’ya teşekkürlerini
bildirmiştir
(CAA,
III-8/25/2-2;
CAA,
III-8a/25/2-1).
Konya’da
kurulan
imalathanelerde kasatura, kılıç, eğer gibi cephede kullanılacak birçok malzeme
üretilmiştir (Dirik, 2008: 151). Savaşmakta olan Türk ordusunun aklından bir an bile
çıkaramayan Konya halkı cepheye, hazırladıkları özel tencerelerin içine koyarak bulgur
pilavı bile göndermiştir (Dirik, 2008: 148). Yakınlığından dolayı bir kısım yaralı
askerler Konya’ya getirilmiş ve burada tedavi edilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 101).
Galip Paşa, cepheden gelen yaralıları bizzat karşılamış ve onlarla hasbıhal etmiştir
(Avanas, 1998: 237).
Galip Paşa, Konya valisi olduğu dönemde elde edilen başarıları yakından takip
etmiş ve bu konuda TBMM’ye tebrik telgrafları çekmeyi ihmal etmemiştir. Artvin ve
Ardahan civarları geri alındığında, İnönü ve Sakarya Zaferleri elde edildiğinde 282
TBMM’ye tebrik telgrafı çekmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 5; TBMM, ZC, D. 1, İ. 2,
282
Konya Valisi Galip Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgraf: Avn ve inâyetleri ve eser-i dehâ-
yı kumandanîleri ile şecî’ ve mübeccel ordumuzun vatanın istihlası, davâ-yı millimizin husûlı emrinde
zafer-i nihâîyi müjdeleyen muvaffakiyetlerini ve muvaffakiyet-i sâmilerini ……
(gazetede silik
çıktığından okunamayan kelime) heyât-ı ilmiye ve askeriye ve mülkiye ve mekâtib-i umumiyenin
iştirâkiyle bütün Konya halkı taafından şimdi hükümet konağı pişgâhında pek büyük tezâhüratta
bulunulmuş ve devâm-ı muvaffakiyet ve mansûriyet duaları ……
(gazetede silik çıktığından
okunamayan kelime) edilmiştir. Zât-ı sâmi-yi riyâsetpenâhî ve kumandanîlerine ordumuza, Büyük Millet
Meclisimize gerek şahsım gerek umum şehr-i vilâyet ve havâli halkı nâmına hürmetkâr tebrikler arz
eylerim (Babalık, nr. 697, 27 Eylül 1921).
179
i. 23; Babalık, nr. 697,
27 Eylül 1921). Mustafa Kemal Paşa da Galip Paşa’nın
tebriklerine cevap olmak üzere şöyle bir telgraf çekmiştir: “Telgrafınız hey’et-i
umumiyede kıraat edildi. Halas-ı vatana müteveccih mesailiye hakkında gösterilen
heyecan ve alakadan dolayı teşekkür olunur efendim” (Öğüt, nr. 642, 27 Nisan 1337).
Galip Paşa, zaferlerdeki sevincini ortaya koymak için sadece meclise telgraf çekmekle
yetinmemiş, törenler de düzenlemiştir. Konya halkı Kurtuluş Savaşı’nı yaptıkları
yürüyüşler ve çektikleri telgraflarla da desteklemişlerdir. Yunanlılar, I. İnönü’den sonra
tekrar harekete geçerek civar halkını yaptıkları propagandalarla Milli Mücadele
aleyhine kışkırtınca Galip Paşa, 28 Mart 1921’de halka uzunca bir beyanname
yayınlamıştır. 23 Ağustos 1921’de Hükümet Konağı önünde miting düzenlenmiş,
orduya bağlılık bildirilmiş ve Mustafa Kemal Paşa’ya şükran telgrafı çekilmiştir
(Avanas, 1998: 234).
Galip Paşa Konya’da vali bulunduğu süre zarfında halkın Milli Mücadele’ye
desteğini artırmak için geceli gündüzlü gayret sarf etmiştir. Sadece şehir merkezinde
çalışmamış, Konya’nın kazalarını da tek tek gezmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 270, 23
Ağustos 1921). Konya Menzil Müfettişi Kazım Bey’le283 birlikte hareket ederek iki yüz
ellişer kişiden müteşekkil atlı birlikler oluşturarak bunları Batı Cephesi’ne İsmet
Paşa’nın emrine göndermiştir. Ayrıca Konya’nın erzak imkânlarıyla da sürekli olarak
orduyu desteklemiştir (Güngör, 1998: 110, 111).
283
Kazım Dirik: 4 Mayıs 1921 tarihinde Batı Cephesi Anadolu Menzil Müfettişliği görevine atanmıştır.
12 Haziran 1922 tarihine kadar bu görevi sürdürmüştür (Dirik, 2008: 143).
180
4.2.2. ġark Muhacirlerinin Nakli ve Galip PaĢa
Savaş şartlarından dolayı
284
kendi şehrini terk ederek başka şehirlere
yerleşmiş285 veya kaybedilen topraklardan Anadolu’ya gelip sığınmış olan muhacirlere
aylık 600 kuruş kadar bir ücret ödenmiştir. Bu kişiler vergi vermekten muaf tutuldukları
gibi bütçeden de çalışmadan para almışlardır. Bu durum, ülke ekonomisi adına bir
problem oluşturmuştur (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 18). Dolayısıyla da bu insanların bir
an önce memleketlerine gönderilerek ekonomiden tasarruf sağlama görüşü hâkim
olmuştur. TBMM, Konya’daki muhacirlerin memleketlerine gönderilmesi için
çalışmalar yapmıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159). Buradaki muhacirlerin doğuya
dönmesi için meclisten ödenek çıkarılmış fakat o günün şartlarında bu paralar her
haliyle yeterli gelmemiştir. Mesela 2000 kişi için para çıkarılmış, 10 bin kişi gitmeye
kalkmıştır. Bir defasında ise Maliye Bakanlığı’nın verdiği 20 bin lira ile 6700 muhacir
gönderilebilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159). Bunların da önemli bir kısmı, kış
bastırdığından Kayseri ve Sivas’ta beklemek zorunda kalmıştır.
Galip Paşa, muhacirlere daha iyi hizmet etmek belki de ileride yapılacak sevk
işlemlerini kolaylaştırmak için muhacirlerden polis müdüriyetine müracaat ederek yeni
beyanname vermelerini şart koşmuştur. Vermeyenler hakkında “Muamele-i Kanuniyye
İcra olunacağını” bildirilmiştir (Avanas, 1998: 214).
Muhacirlerin sevk işlemlerine Eylül 1921’de başlanmıştır. Valilik, Eylül ayının
başlarında şark muhacirlerine bir ilan vererek memleketlerine gitmek isteyenlerin, en
geç Eylül ayının son gününe kadar sevk işlemlerini yaptırmak için Sıhhiye
284
Mesela Doğu Anadolu’daki Rus istilasından dolayı birçok insan Kayseri, Ankara ve Konya gibi
şehirlere göç etmek zorunda kalmıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 159).
285
Konya’ya gelen muhacirler devlete ait boş arazilere yerleştirilmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 156).
181
Müdüriyeti’ne müracaat etmelerini istemiştir. Muhacirlerin büyük bir kısmı Konya’dan
ayrılmak istemeyince valilik yeniden duyuru yapmıştır. Kendi vasıtaları veya trenle
memleketlerine dönmek isteyenlerin en geç 30 Eylül akşamına kadar müracaat etmeleri
istenmiş, gitmek istemeyenler hakkında kanuni işlem yapılacağı bildirilmiştir. Tüm
duyuru ve tehditlere rağmen birçok muhacir Konya’dan ayrılmamıştır (Avanas, 1998:
214).
4.2.3. Konya’da Sosyal KuruluĢlar
Galip Paşa, mütareke yıllarında, İstanbul’da olduğu dönemde, reisliğini Mazhar
Osman Bey’in yaptığı ve yeni kurulmuş olan Hilal-ı Ahdar’ın 286 ilk üyelerinden
olmuştur (Hilal-ı Ahdar, nr. 1, 2 Şubat 1341). Konya valiliği döneminde ise Hilal-ı
Ahmer’in organizasyonlarında ön sıralarda yerini almıştır.
Konya’daki Hilal-ı Ahmer Cemiyeti, ilk genel kurulunu 13 Mart 1921 tarihinde
yapmıştır. Cemiyetin ilk kongresine Vali Galip Paşa da katılmış ve cemiyete 1000 kuruş
bağışta bulunmuştur. Babalık Gazetesi, 1921 yılının kurban bayramında halkın satın
alacakları şekerlerin bedellerinin Hilal-ı Ahmer Cemiyeti’ne verilmesi için bir
kampanya açınca Galip Paşa bu kampanyayı da desteklemiştir. Konyalı hanımlar da
Hilal-ı Ahmer için sergiler düzenlemişlerdir. 28 Ekim 1921’de açılan sergiye Fahrettin
Paşa davet edilmiştir. Çeşitli sebeplerle gelemeyen Fahrettin Paşa, sergiden 25 liralık
mal aldırmıştır. Galip Paşa bu sergiyi gezmiş ve buraya bir tablo hediye etmiştir. Bu
tabloyu Osmanlı Bankası Müdürü Mösyö Sardaki 30 liraya satın almıştır (Avanas,
1998: 218-221).
Kurtuluş Savaşı yıllarında Konya’daki önemli kuruluşlardan biri de yetim, fakir
286
Yeşilay Cemiyeti.
182
ve şehit çocuklarına yardımda bulunmak için kurulan Hitan 287 Cemiyeti’dir. Galip
Paşa, bu cemiyeti de desteklemiş ve himaye etmiştir (Avanas, 1998: 225).
4.2.4. Galip PaĢa’nın DelibaĢ Mehmet Ġsyanın Bastırılmasındaki Rolü
Galip Paşa 288 Konya’ya vali tayin edildiğinde, daha önceden başlamış olan
Delibaş Mehmet İsyanı devam etmektedir (ATASE, İSH, 844/89). Galip Paşa o günleri
şu şekilde anlatmıştır:
Konya iki ay kadar evvel mühim bir isyana sahne olmuştu. Seri şekilde
yapılan tedbirler, asayişi nispeten temin etmişse de, isyanın faal amillerinden
olan Delibaş Mehmet’le birkaç arkadaşı İstanbul’a savuşmuş, çoğu da fırsat
beklemek üzere, şuraya buraya gizlenmiş bulunuyorlardı (Güngör, 1937:
110, 111).
Delibaş Mehmet İsyanı, Galip Paşa’dan önce Konya’da valilik yapmış olan
Haydar Bey’in zamanında başlamıştır. Haydar Bey, Delibaş Mehmet’i binbaşılık
rütbesiyle ödüllendirdiği gibi ona gönüllü asker toplama yetkisi de vermiştir. Bu tür
haklar elde etmesi, Delibaş Mehmet’in başlatacağı isyan için etrafına adam toplamasını
kolaylaştırmıştır (Öğüt, nr. 498, 2 Teşrinisani 1336). Delibaş Mehmet, yaptığı
propagandalarla etrafına kısa sürece yüzlerce adam toplamıştır (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1,
i. 109; TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 9). Galip Paşa’dan önce Konya valiliği yapmış olan
Haydar Bey, Delibaş Mehmet’in isyan çıkararak Konya’yı basacağı konusunda
defalarca uyarıldıysa da pek aldırış etmemiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 109; TBMM,
ZC, D. 1, İ. 1, i. 115). İsyankârların Konya’yı basması, ihbarların boş olmadığını
287
Hitan: Sünnet.
288
Galip Paşa, Delibaş’ın ikinci isyanı üzerine bir beyanname yayınlamıştır (Babalık, nr. 672, 29 Ağustos
1921).
183
göstermiştir. Vali Haydar Bey ve çevresindekiler isyankârlarla başa çıkamadığından
bölgeye Batı Cephesi’nden askerî birlikler gönderilmiş ve asiler etkisiz hale getirilmiştir
(ATASE, İSH, 844/89; Öğüt, nr. 498, 2 Teşrinisani 1336; Öğüt, nr. 500, 6 Teşrinisani
1336; Öğüt, nr. 501, 7 Teşrinisani 1336; TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 209). Görevlendirilen
askerî birlik tarafından âsiler etkisiz hale getirilince onlardan bir kısmı pişmanlıklarını
dile getirerek teslim olmuşlardır. Konya halkı ise isyanı bastıran askerleri bayram
havası içinde karşılamıştır (ATASE, İSH, 844/89; Öğüt, nr. 496, 1 Teşrinisani 1336).
Galip Paşa’nın Konya’ya vali olduğu günlerde, Delibaş Mehmet Fransızlara
sığınmış durumdadır (Avanas, 1998: 148).289 Daha sonra Batı Anadolu’ya geçmiş olan
Delibaş Mehmet, hizmetine girmeyi kabul ettiği Yunanlılar tarafından Temmuz 1921’de
İzmir’e davet edilmiş ve Milli Mücadele aleyhine çalışmak üzere görevlendirilmiştir
(ATASE, İSH, 1442/98; ATASE, İSH, 1192/54). Delibaş’ın Yunanlılarla anlaşarak
Konya havalisine geçip halkı Milli Mücadele’ye karşı ayaklandıracağını haber alan
Galip Paşa, gerekli önlemleri almaya ve onu derdest etmek için gerekli hazırlıkların
yapılmasına çalışmıştır (ATASE, İSH, 1173/15; ATASE, İSH, 1442/98aa).
Delibaş Mehmet’in yetmiş kadar adamıyla Konya civarına doğru yaklaştığını
Kadınhan kaymakamından telgrafla haber alan Galip Paşa gerekli önlemleri almıştır.
Âsilerin gelmekte olduğu yöne doğru jandarma, polis ve askerden müteşekkil takip
müfrezeleri çıkardığı gibi onlara yardım ve yataklık edilmemesi için halka da duyurular
yaptırmıştır. Delibaş Mehmet, bölge halkından yüz bulamadığından ve kendisine karşı
hazırlanan müfrezeden de çekindiğinden çareyi Karaman’ın Dinek mevkiine kaçmakta
bulmuştur (Güngör, 1937: 110, 111). Burada, adamları olan Çerkez Murat ve Abdullah
ile anlaşmazlığa düşmüştür (Avanas, 1998: 150). Bu anlaşmazlık sonucunda 1921
289
Aynı günlerde TBMM’nin Delibaş Mehmet İsyanı hakkındaki incelemeleri ise devam etmektedir
(BCA, 947/90-10/30.18.1.1/3.24.18).
184
Ağustos’unun son günlerinde öldürülen Delibaş Mehmet’in başı Çerkez Murat
tarafından 1 Eylül 1921 tarihinde Karaman’a getirilmiştir (ATASE, İSH, 1444/85;
Avanos, 1998: 151).290 Galip Paşa, daha sonra Konya’ya getirilmiş olan kesik kelleyi 24
saat halka teşhir ettirmiştir (MSB Arşivi, GPŞD, ASB; Babalık, nr. 675, 1 Eylül 1921).
Galip Paşa Buhara elçiliğine atandığı günlerde, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi temsilcisi
ile Ankara’da yaptığı röportajda, Delibaş Mehmet İsyanı’nın bastırılmasında hükümet
güçlerine halkın verdiği destek sayesinde, Delibaş’ın kellesinin alındığını ve onunla
birlikte hareket etmiş kişilerin ele geçirildiğini söylemiş ve Konya halkından memnun
kaldığını belirtmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440, 24 Şubat 1922).
İsyanda etkili olanların bir kısmı ülkenin değişik yerlerine dağılsalar da kolluk
güçleri tarafından onlar da ele geçirilmiştir (Öğüt, nr. 486, 20 Teşrinievvel 1336).
İsyana karışan Topal Osman on üç arkadaşıyla Mersin’den İzmir’e geçerken sahil
zabıtası tarafından yakalanmış, daha sonra ise Seydişehirli İbrahim Oğlu Nafiz yakayı
ele vermiştir (Öğüt, nr. 652, 8 Mayıs 1337; Öğüt, nr. 761-63, 14 Eylül 1337).
Ele geçirilen âsileri yargılamak için Konya’da İstiklal Mahkemesi kurulmuştur
(Karar No: 45, Kabul Tarihi: 18.09.1336, Kanunlar Dergisi C. 1; TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 107;
291
TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 102; Firariler Hakkında Kanun, Kanun No: 21 ).
İsyana katılanlar
bu mahkemelerin verdiği hükümlere göre cezalandırılmıştır (TBMM, ZC, D. 1. İ. 1, i.
102). 292 İsyana karışanlardan, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na 293 göre idam edilenler
290
Delibaş’ın kellesinin Konya’ya getirilmiş olduğunu Galip Paşa, İçişleri Bakanlığı’na duyurmuştur
(Hâkimiyet-i Milliye, nr. 279, 1 Eylül 1921).
291
Bir mahkemenin yetersiz olduğu TBMM’de uzun uzadıya görüşülmüştür. Bu mahkeme ilgili isyana
karışmış yüzlerce kişiyle ilgili çalışma yapmak zorunda kalmıştır. Beş yüz civarında karar vermiştir
(TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 9).
292
Mecliste yapılan görüşmelerde Konya İsyanı’nda suçlularla suçsuzların ayırt edilmesi, suçluların
İstiklal Mahkemesi’nde yargılanması, başkalarına iftira atarak onları mağdur edenlerin de İstiklal
Mahkemesi’nde yargılanması istenmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 1, i. 102).
185
olduğu gibi kürek cezası ve kalebentliğe çarptırılanlar da olmuştur (TBMM, ZC, D. 1, İ.
2, i. 38; Öğüt, nr. 477, 11 Teşrinievvel 1336).
4.3. GALĠP PAġA’NIN SON GÖREVLERĠ VE VEFATI
4.3.1. Galip PaĢa’nın Buhara Elçiliği ‘ne Tayini ve Sonrası
Buhara Emirliği’nin294 ortadan kaldırılmasından sonra teşekkül eden beş milyon
nüfuslu Buhara Halk Cumhuriyeti, iki ülke arasında karşılıklı ilişkileri geliştirmek için
Türkiye’ye Nazarî ve Recep isimli temsilcilerini göndermiştir (Akşam, nr. 1156, 11
Aralık 1921; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 394, 2 Ocak 1922). Bunlar, 7 Ocak 1922 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa ile meclis binasında
görüşmüşlerdir (Vakit, nr. 908, 3 Haziran 1920; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 399, 8 Ocak
1922). Bu görüşme esnasında Mustafa Kemal Paşa’ya Buhara Halk Cumhuriyeti’nin
göndermiş olduğu el yazma bir Kur’an-ı Kerim’i, “Buhara Şura Hükümeti tarafından
buradaki Türk ve İslam kardeşlerine takdim edilen iş bu kitab-ı mukaddesi milletin
istifadesine vaz’ buyurmalarını bilhassa istirham eyleriz” diyerek teslim etmişlerdir
293
Kanun No: 2, Kabul Tarihi: 29.04.1336, Kanunlar Dergisi C. 1, Resmi Gazete Tarihi ve No:
07.02.1337.1
294
Sovyet Rusya’nın Buhara Emirliği’ni ortadan kaldırmasını Buhara’nın kendi insanları da istemiştir
(Togan, 1999: 247). Sovyet Rusya, emirlikten sonra Buhara’yı hemen ilhak etmemiştir. İlk etapta Halk
Cumhuriyeti kurulmasını tercih etmiştir (Yarkın, 1973: 242). Sovyet Rusya’nın askerî müdahalesiyle,
Buhara’da önce emirlik idaresi sona erdirilmiştir. Bu arada yapılan topçu atışıyla hükümet binasındaki
binlerce cilt yazma eser yakılmış ve altınların ve mücevherlerin bir kısmı Moskova’ya götürülmüştür.
Fakat Rusların bu operasyonu, Buhara’daki yenilikçilerin bir hareketi olarak gösterilmiştir. Bundan
dolayı yenilikçi Buharalılar da Rusya’nın operasyonunu desteklemişlerdir. Buhara 14 Eylül 1920’ye
kadar bir komutan tarafından idare edilmiştir. 14 Eylül 1920’de ise darbeden önce milliyetçi ve komünist
genç Buharalıların birlikte kurdukları “İstiklal Komitesi” tarafından Buhara Devlet Başkanı olarak Mirza
Abdülkadir Muhittin seçilmiş ve Feyzullah Hoca başkanlığında Nâzırlar Şurası kurulmuştur (Yarkın,
1969: 303).
186
(TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 142). 295 Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’ya, Buhara ustaları
tarafından yapılmış üç kılıç da teslim etmişlerdir (İleri, nr. 1415, 10 Ocak 1922).296
4 Şubat 1922 tarihinde Konya Valiliği vazifesinden istifa etmek için Türkiye
Büyük Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya dilekçe yazmış olan Galip
Paşa,297 12 Şubat 1922 tarihinde, karşılıklı ilişkiler çerçevesinde, Buhara elçiliğine tayin
edilmiştir (BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/ 4.47.19; İkdam, nr. 8950, 13 Şubat 1922).298
Galip Paşa Buhara’ya elçi olarak tayin edildikten yaklaşık iki hafta sonra
Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi temsilcisi ile yaptığı röportajda, Büyük Millet Meclisi’nin
295
Mustafa Kemal Paşa, bu Kur’an-ı Kerim’i TBMM’nin 9 Ocak 1922 tarihli 142. İn’ikadında, “Buhara
Şura Hükümeti tarafından gönderilen ve Türkiye fevkâlade siyasi kaasıtları yediyle irsâl buyrulmuş olan
ve sureti musaddakası merbut tezkere ile Makam-ı Riyaset’e tevdî kılınan Kur’an-ı Kerim Büyük Millet
Meclisi Kütüphanesi’nde milletin enzâr-ı istifadesine vaz’ olunmak üzere takdim edilmiştir” diyerek
takdim etmiştir (TBMM, ZC, D. 1, İ. 2, i. 142). Bu kitap, TBMM kütüphanesinde “YZ 61” yer
numarasıyla muhafaza edilmektedir.
296
Mustafa Kemal Paşa, bu kılıçlardan birisini kendisine almış, birisini İsmet Paşa’ya vermiş,
üçüncüsünü ise İzmir’e ilk girecek komutana bırakmıştır. 15 Eylül 1922 tarihinde bu üçüncü kılıç, İzmir’e
9 Eylül 1922 tarihinde ilk giren subay olan Şeref Bey’e bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından takılmıştır
(İleri, nr. 1657, 16 Eylül 1922; Şapolyo, 1965: 85-87; Saray, 2006: 382).
297
Galip Paşa’nın, Konya Valiliği’nden istifa etmek istemesiyle ilgili telgrafı:
Büyük Millet Meclisi Reisi Âlisi Başkumandanımız Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;
Afv kanununun en vâsi’ ve şâmil bir surette tatbik edilmekte olmasına ve mazhar-ı afv olanların zaman-ı
memuriyetimde derdest ve mahkûm edilmiş asiye-i mâlumeden ibaret olmalarına binâen artık bendeniz
için Konya’da devam-ı memuriyet gayr-ı câizdir. Ve belki mahzurlu olur. Binaenaleyh hakkımda bir
karar-ı muvâfık ittihaz buyrulmasını istirham eylerim. 4.2.1338. Konya Valisi Galip (BCA, D. 711, F.
30.10.0.0, YN. 64.430.1).
298
Galip Paşa’nın Buhara Büyükelçiliği’ne tayin edilmesiyle ilgili kararname şu şekildedir: Buhara
Mümessilliğine Konya Valisi Galip Paşa tayin kılınmıştır (BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/ 4.47.19). Galip
Paşa’dan sonra Konya valiliği vazifesine, 16 Nisan 1922 tarihinde, Dâhiliye Müsteşarı Mustafa
Abdülhalik Bey getirilmiştir (BCA, 1509/71-67/30.18.1.1/4.54.5; BCA, 1448/71-65/30.18.1.1/4.51.4.).
Buhara elçiliği için belirlenmiş olan bütçe: 184 numaralı ve 23 Ocak 1922 tarihli kanunda Buhara Elçiliği
için Dışişleri Bakanlığı bütçesine 675 lira eklenmiştir. Bu paranın 100 lirası elçinin maaşı, kalan kısmı ise
diğer memurların maaşları ve elçilik masrafları için belirlenmiştir (TBMM’de, 184 numaralı ve 23 Ocak
1922 tarihli olarak çıkarılan kanun).
187
kendisine böyle bir görev vermesinden dolayı çok memnun kaldığını söylemiştir.
Ayrıca önceki görevlerinde olduğu gibi Buhara elçiliğinde de büyük bir gayret ve
heyecanla çalışacağını, maiyetine verilen heyetin verecekleri desteklere güvendiğini ve
görev yerine huzur ve güven içinde gideceğini belirtmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 440,
24 Şubat 1922).
Buhara Büyükelçiliği’ne atanmış olan Galip Paşa’nın Ankara’da bulunduğu
günlerde Azerbaycan büyükelçiliği, 10 Mart 1922 tarihinde, Galip Paşa ve Afganistan
Büyükelçiliği’ne atanmış olan Fahri Paşa onuruna ziyafet tertip etmiştir (Vakit, nr.
1526, 11 Mart 1922). Bu ziyafete Galip Paşa ve Fahri Paşa’dan başka Türkiye Büyük
Millet Meclisi ikinci başkanı Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Celal Bey, Rusya Büyükelçisi
Aralof, Afganistan Büyükelçisi Sultan Ahmet Han, Buhara temsilcileri, İzmir
Milletvekili Yunus Nadi, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve daha birçok davetli
katılmıştır. Azerbaycan Sefiri İbrahim Abilof, Galip Paşa, Fahri Paşa ve diğer
katılımcılara yaptığı davete katıldıklarından dolayı teşekkür ettikten sonra, Galip
Paşa’nın vazifesinin ehemmiyetine değinerek, “Buhara’ya gidecek olanlar oranın
şiarıyla buranın şiarının bir olduğunu anlayacaklar. Bu sefirlerimizin uhdesine ağır,
mesuliyetli fakat en şerefli bir vazife düşüyor” demiştir. Galip Paşa ise Abilof’un
konuşmasına mukabilen, tarihî, coğrafî ve milli yakınlığı hatırlattıktan sonra, Buhara’ya
elçi olarak değil bir kardeş olarak gideceğini ve insaniyet namına, bağımsızlık uğruna
çalışacağını, ortak menfaatlerin gerektirdiği gibi hareket edeceğini dile getirmiştir
(Yenigün, nr. 825-438, 12 Mart 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 453, 12 Mart 1922).
Azerbaycan Büyükelçiliği’nin tertip ettiği ziyafetten birkaç hafta sonra da Galip
Paşa, Şark Lokantası’nda düzenlediği ziyafete büyükelçileri ve bazı devlet adamlarını
davet etmiştir (Yenigün, nr. 836-449, 24 Mart 1922). Ziyafetin sonunda konuşan Galip
188
Paşa, dünya devletlerini emperyalistler ve doğunun mazlum devletleri olarak ikiye
ayırmış, Rusya’yı doğudaki inkılâbın öncüsü olarak göstermiş ve batı emperyalizmine
karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini söylemiştir (Yenigün, nr. 837-450, 26 Mart
1922).
Galip Paşa, Ankara’daki görüşmelerini ve hazırlıklarını yaklaşık iki ayda
tamamlamıştır. 12 Nisan 1922 tarihinde, Ruşen Eşref Bey, 299 Ateşemiliter Binbaşı
Rahmi Bey, Buhara temsilcileri ve on askerle birlikte Buhara’ya gitmek üzere,
Ankara’dan İnebolu’ya hareket etmiş, 300 oradan da bir Fransız vapuru ile Batum’a
geçmiştir. Buhara’ya gitmek için yola çıkmış olan Galip Paşa ve yanındaki heyet,
Rusların engellemelerinden dolayı Trabzon’a dönerek şartların uygun hale gelmesini
beklemeye başlamıştır (Yenigün, nr. 465-852, 12 Nisan 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr.
481, 13 Nisan 1922; Hâkimiyet-i Milliye, nr. 480, 12 Nisan 1922; Apak, 1988: 260;
Apak, 1988: 260). 301 Galip Paşa’nın Buhara’ya gitmekte kararlı olduğunu gören
Trabzon’daki Rus konsolosu, 20 Mayıs 1922 tarihinde, vali vekili Sami Sabit Bey’i
ziyaret ederek, “Ankara, Buhara’ya sefir tayin etmiş. Rus hükümeti onu tanımak şöyle
dursun, karaya ayak bastığı anda vapuruna iade edilecektir. Böyle bir muameleye
meydan vermeyelim. Paşaya söyleyin, gitmesin” demiştir. Sami Sabit Bey’den ilgili
uyarıyı alan Galip Paşa ise harekete geçişini tehir etmiştir (Karaman, 2002: 64). Bu
durumu öğrenen Ankara yönetimi ise Galip Paşa’yı Ankara’ya geri çağırmıştır (Sarıhan,
299
Gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın.
300
Galip Paşa, Ankara’dan ayrılmadan önce Ruşen Eşref Bey’le birlikte Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ni
ziyaret etmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, nr. 480, 12 Nisan 1922).
301
Rahmi Apak’a göre, Rusların Buhara’ya gidecek heyeti engellemesinin sebebi, Enver Paşa’nın Buhara
civarındaki “Basmacı Hareketi” nin başına geçerek bölgedeki tansiyonu yükseltmiş olmasıdır (Apak,
1988: 260).
189
1996: 438). 302 Buhara’ya gönderilmesi mümkün olmadığından, Buhara Büyükelçiliği
vazifesi üzerinde kalmak şartıyla, Galip Paşa’nın merkezde bırakılarak, gerektiğinde
Ruslar
nezdinde
görüşmeler
yapması
uygun
görülmüştür
(BCA,
1721/107-
1/30.18.1.1/2.27.6). 24 Eylül 1922 tarihinde ise Buhara elçiliği vazifesi sona ermiştir
(BCA, 1862/111-3/30.18.1.1/5.29.18).
Galip Paşa’nın Buhara’ya elçi olarak tayin edildiği halde görev yerine
gitmesinin gecikmiş olması dolayısıyla Burdur Milletvekili İsmail Suphi TBMM’ye 30
Eylül 1922 tarihinde şu takriri vermiştir: “Aylardan beri Buhara sefaret heyetinin
mahal-i memuriyetine gitmeyerek Trabzon’da kalmaları ve tahsisat almaları gayr-i
muvafık olduğundan bu mesele hakkında Hariciye Vekâletince ne düşünüldüğünün ve
ne yapıldığının vekâlet-i müşarünileyhadan izahını teklif ederim” (TBMM, GZC, D. 1,
İ. 3, i. 111).
İsmail Suphi Bey’in izahat istemesi üzerine gerekli açıklamayı Dışişleri Bakanı
Vekili ve Sinop Milletvekili Rıza Nur yapmıştır. Rıza Nur’un açıklamasına göre, Galip
Paşa’nın Buhara’ya elçi tayin edildiği günlerde Enver Paşa, Buhara’ya giderek
Türkistan’da devam etmekte olan Basmacı Hareketi’nin başına geçmiştir. Bu durumun
bölgedeki tansiyonu yükseltmesinden dolayı da Galip Paşa, görev yerine gitmeyerek
beklemeyi tercih etmiştir. Rıza Nur, istenilen izahatı yaptıktan sonra, Galip Paşa’ya
sağlık problemlerini sebep göstererek istifa etmesinin tekif edildiğini ve onun da bunun
üzerine birkaç gün önce Buhara elçililiği vazifesinden istifa etmiş olduğunu sözlerine
eklemiştir (TBMM, GZC, D. 1, İ. 3, i. 111).
Buhara Elçiliği görevi üzerinden alındıktan sonra kolordu komutanlığı yetkisi ile
İstanbul’a Garnizon Komutanı olarak tayin edilen Galip Paşa, 3 Temmuz 1923’te açığa
302
Bolşevik Rusya, bu tutumuyla, Buhara Halk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını içtenlikle tanımadığını da
göstermiştir (Karaman, 2002: 64).
190
alınmış, yaklaşık iki yıl açıkta kaldıktan sonra 17 Mayıs 1925 tarihinde Erkân Divan-ı
Harbi Reisliğine tayin edilmiştir (BCA, 6/2541/30.11.1.0/14.22.19; MSB Arşivi, GPŞD,
ASB; Toker ve Aslan, 2009: 67). 303
Bu görevde kısa kalan Galip Paşa, açıkta
bulunduğu dönemde, 7 Şubat 1931’de ise Askerî Temyiz Mahkemesi 304 İkinci
Reisliğine tayin edilmiştir (BCA, 10608/39-114/30.18.12/17.8.13). 305 3 Ekim 1931
tarihinde, kendi talebi üzerine emekli olmuştur (BCA, 7943/30.11.1.0/65.26.14).
Galip Paşa, emeklilik yıllarında Veremle Mücadele Cemiyeti’nin ikinci
başkanlığını yapmıştır (Akşam, nr. 7481, 19 Ağustos 1939). Galip Paşa, emeklilik
döneminde, gazeteci Selahattin Güngör’le yapmış olduğu röportajda, Yemen’deki
askerlik hayatından II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine, Sarıkamış Harekâtı’ndan
303
İlgili kararname: 341 senesi kadrosuna nazaran teşkil edilecek olan Erkan Divan-ı Harp riyasetine
açıkta Ferik Galip Paşa’nın tayini tensip kılınmıştır. 17. 05. 1341. Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa
Kemal (BCA, 6/2541/30.11.1.0/14.22.19).
304
Divan-ı Harpler tarafından verilen kararları incelemekle görevli olarak 06.04.1914 tarihinde çıkarılan
233 sayılı geçici bir kanunla, Divan-ı Temyiz-i Askerî kurulmuştur. Bu mahkeme ülkemizde askerî
temyiz mahkemesinin kanuni bir biçimde ilk kuruluşudur. Burası 06.10.1916’da çıkarılan 809 sayılı
geçici bir kanunla genişletilerek, Melis-i Temyiz adını taşıyan iki daire haline getirilmiştir. Damat Ferit
Hükümeti 30.06.1920’de bir kararname ile Divan-ı Temyiz-i Askerî’yi kaldırmıştır. Tevfik Paşa
Hükümeti 10 Kasım 1920’de bir kararname ile 1916’daki düzeni yeniden kurmuştur. 20.05.1922’de
Temyiz Mahkemesi’nin yapısı yine değiştirilmiştir. 22.05.1930 tarihinde 1922’de kabul edilen kanuna
göre oluşturulan Askerî Temyiz Mahkemesi de kaldırılarak yine aynı kanunla Askerî Temyiz Mahkemesi
kurulmuştur (Kocabey, 1997: 279-281). Resmi Gazete’de yayınlanan 1631 numaralı kanunun 284.
maddesi şu şekildedir: 6 Teşrinievvel 1332 tarihli Divan-ı Temyiz-i Askerî hakkındaki kanun-ı muvakkat
ile 7 Temmuz 1337 tarih ve 132 numaralı kanun ve 20 Mayıs 1338 tarihli ve 237 numaralı kanun ve diğer
kanunların bu kanuna muhalif olan hükümleri mülgadır (Resmi Gazete, nr. 1519, 14 Haziran 1930).
305
İlgili kararname: Kararname No: 10608: 1631 numaralı kanun mucibince müddeti hitam bulan Askerî
Temyiz Divanı Reisi Ferik Nihat Paşa’nın ibkaen ve açıkta Ferik Galip Paşa’nın da Askerî Temyiz
Divanı İkinci Reisliğine tayinleri Milli Müdafaa Vekâletinin 05.02.1931 tarih ve 168 numaralı
teskeresiyle vuku bulan teklifi üzerine İcra Vekilleri Heyetinin 07.02.1931 tarihli içtimaında tasvip ve
kabul olunmuştur. 07.02.1931 (Resmi Gazete, nr. 1747, 14 Mart 1931).
191
Hicaz İsyanı’na kadar birçok anısını anlatmıştır. 306 Kendisi de hatıralarını kaleme
almıştır. Bu hatıraları Galip Paşa’nın eşi Emine Asiye Pasiner’den alan Yılmaz Öztuna
1966 senesinde Hayat Tarih Dergisi’nde yayınlamıştır.
Galip Paşa, emeklilik yıllarında resim çalışmaları da yapmıştır. Profesyonel bir
ressam olan Prof. Dr. Dinçer Erimez307 İtü Vakfı Dergisi’nden Derya Bengi ve Erhan
Atalar ile yaptığı röportajda, Galip Paşa için “müthiş bir ressam” diyerek onun kendi
eliyle yapmış olduğu otoportreyi göstermiştir (İTÜ Vakfı Dergisi, S. 42, 2004, ss. 2730).
4.3.2. Galip PaĢa’nın Aldığı NiĢan ve Madalyalar
Beşinci Rütbeden Mecidî Nişan (1 Kasım 1895)
Dördüncü Mecidî Nişan (7 Mayıs 1907)
Üçüncü Mecidî Nişan (27 Temmuz 1907)
Altın Muharebe Liyakat Madalyası (15 Aralık 1914)
Muharebe İmtiyaz Madalyası (10 Ocak 1915)
Birinci Rütbeden Mecidî Nişanı (11 Nisan 1915)
İkinci Sınıf Alman Demir Salip Madalyası (26 Aralık 1915)
Harp Madalyası (2 Aralık 1917)
İstiklal Madalyası (23 Kasım 1926)308
306
Tezin içerisinde kaynak olarak kullandığımız bu kitap, “Kumandanlarımızın Harp Hatıraları” adıyla
1937 yılında yayınlanmıştır.
307
Galip Paşa, Dinçer Erimez’in annesinin dayısıdır.
308
MSB Arşivi, GPŞD; BOA, İ.TAL, 427/27; BOA, 34/3328/13; BOA, İ.TAL, 498/32; BOA, İ.TAL,
500/39; BOA, İ.AS, 43/49/4.
192
4.3.3. Galip PaĢa’nın Vefatı
Salih Paşa ve Seyyide Hanım’ın kızı Emine Asiye Hanım’la 309 evlenmiş olan
Galip Paşa’nın Fatih310, Orhan ve Turgut isminde üç oğlu vardı (Cumhuriyet, 20 Mart
1974; Milliyet, 20 Mart 1974). Galip Paşa’nın Selanik’te tümen komutanı olduğu
yıllarda Fatih ve Turgut da babaları gibi Şemsi Efendi Okulu’na gitmişlerdir (Akşam,
nr. 7241, 13 Aralık 1938).
Galip Paşa, 18 Ağustos 1939, Cuma günü saat 15.30’da, yaklaşık iki yıldan beri
muzdarip olduğu kanser hastalığından dolayı İstanbul Gülhane Askerî Hastanesi’nde
vefat etmiştir (Akşam Gazetesi, nr. 7481, 19 Ağustos 1939; Birinci,
1999: 14).
Cenazesi, 20 Ağustos 1939 Pazar günü 11.00’de askerî ve dinî merasimle hastaneden
alınarak, askerî törenle Bayezid Camii’ne getirilmiş ve burada kılınan cenaze namazının
ardından Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiştir (Akşam Gazetesi, nr. 7483, 21 Ağustos
1939; Cumhuriyet, 20 Mart 1974; Milliyet, 20 Mart 1974).311
Galip Paşa’nın Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış olan nekroloji yazısı
şu şekildedir: “Eski bir kumandan vefat etti. Orgeneral Galip
Pasiner’in cenazesi yarın merasimle kaldırılacaktır. Askerî Temyiz
Mahkemesi İkinci Reisliğinden mütekait Orgeneral Galip Pasiner’in
iki seneye yakın bir zamandan beri müptela olduğu kanser
hastalığından kurtulamayarak dün saat 15.30’da vefat ettiğini büyük
bir teessürle haber aldık. Merhumun cenazesi yarınki Pazar günü saat
11.00’de askerî merasim ile Gülhane Hastanesi’nden kaldırılarak
Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilecektir. General Galip Pasiner, yarım
asırdan fazla devam eden askerlik hayatında faziletle dolu şerefli bir
309
Galip Paşa’nın eşi Emine Asiye Hanım 18 Mart 1974 tarihinde vefat etmiştir (Cumhuriyet, 20 Mart
1974; Milliyet, 20 Mart 1974).
310
Fatih Pasiner, Türkiye’de ilk televizyon sunucularındandır.
311
Galip Pasiner’in kabri Edirne Kapı Şehitliği’nde, “3 Ada Müstakil 2-34 parsel” dedir.
193
mâzi bıraktıktan sonra hayata veda etmiştir. General Galip Pasiner,
1304 senesinde mekteb-i harbiyeden mülazımlıkla neşet ettikten sonra
3. Ordu’ya, bundan sonra Yemen’e gitmiş, bilahare tekrar 3. Ordu’ya
geçerek Rumeli’deki isyan ve ihtilal hareketlerinin tenkili sırasında
Yanya
ve
Kosova
Jandarma
Kumandanlıklarında
bulunmuş,
meşrutiyetin ilanında Firzovik’te toplanmış binlerce silahlı Arnavut
kuvvetlerini meşrutiyet lehine sevk etmiş ve 1908 inkılâbının
istihsalinde başlıca amillerden biri olmuştur. 31 Mart Hadisesi’nden
sonra Hareket Ordusu’nun pişdar kumandanı olarak İstanbul’a giren
Miralay Galip Bey, İstanbul’daki irtica hareketini tenkil edenler
arasında mühim rol oynamış, Abdülhamit’in hal’ini tebliğe memur
heyet arasında bulunmuş, mahlu’ hükümdarın hal’inde ve Selanik’e
naklinde çok mühim ve tarihî olan bu vazifeyi büyük bir maharet ve
vukuf ile yapmıştır. Merhum, meşrutiyetten sonra Türkiye jandarma
ve polisini tensîk etmiş ilk Emniyet-i Umumiye müdürüdür. Balkan
Harbi’nde 13. Fırka Kumandanı olarak bulunmuş, bu harbin çok elim
ve feci safhalarına rağmen kıtasını düşmana teslim etmeyerek Yanya
şimalinden deniz yoluyla anavatana nakletmeğe muvaffak olmuştur.
Büyük Harp’te 11. Kolordu Kumandanlığıyla Kafkas Cephesi’nde
Köprüköy, Azap, Pasinler Muharebelerini kazanmış, bilahare 3. Ordu
Kumandanlığı Vekâletine, sonra Hicaz Vali ve Kumandanlığı’na tayin
edilmiş, Hicaz’ın sükûtunda esir edilerek Mısır’a sevk edilmiştir.
Mütarekeden sonra memlekete dönen merhum General Galip Pasiner,
meşhur Kürt Mustafa Divan-ı Harbi tarafından idama mahkûm
edilmek istenmiş, bilahare Atatürk’ün daveti üzerine Anadolu’ya
geçmiş, Milli Mücadele’de Konya Vali ve Kumandanlığı’nı ifa
etmiştir. Merhum, tekaüt olduktan sonra Verem Mücadele Cemiyeti
ikinci reisi bulunmakta idi. Memlekete ifa ettiği bu büyük
hizmetlerden dolayı vefatı cidden ziya teşkil eden General Galip
Pasiner’e rahmet dilerken oğulları Turgut, Orhan ve Fatih Pasiner ile
ailesi efradına taziyelerimizi bildiririz (Akşam, nr. 7481, 19 Ağustos
1939).
194
SONUÇ
1868 yılında, Trabzon’da Osman Bey’in oğlu olarak dünyaya gelen Galip Paşa
1888 yılında 3. Ordu’da askerlik mesleğine başlamıştır. 1893 tarihinde, 7. Ordu’ya tayin
edilen Galip Paşa, yaklaşık dokuz yıl Yemen’de görev yapmıştır. Buradaki isyanların
bastırılmasında aldığı aktif görevlerle gerilla harbi konusunda tecrübeler kazanmış ve
Arap kültürünü yakından tanımıştır. Yemen’den sonra tekrar Makedonya bölgesine
tayin edilen Galip Paşa, Yanya’da ve Kosova’da jandarma komutanlığı yaptığı süreçte
iç güvenliğin sağlanması konusunda bilgi ve tecrübesini daha da artırmıştır. 31 Mart
Vak’ası meydana geldiği günlerde İstanbul’da jandarma teşkilatını düzenlemekle
meşgul olan Galip Paşa, bu isyanın bastırılmasında aktif olarak rol almış ve iç
güvenlikteki zaafların ne tür sonuçlar doğurduğunu yakından görmüştür.
1909 yılında kurulmuş olan Emniyet-i Umumiye’nin ilk müdürü olan Galip
Paşa, bu teşkilatı yapılandırmak ve yönetmek için sadece tecrübelerine ve bilgi
birikimine güvenmemiş, Avrupa’nın önemli şehirlerindeki polis sistemini inceleme
gereği duymuştur. İki ayı aşkın bir süre Avrupa’da yapmış olduğu incelemeler
sonucunda edindiği tecrübe ve bilgiler doğrultusunda Emniyet-i Umumiye’yi
düzenlemeye çalışmıştır. Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye’de yaptığı düzenlemeler
sadece Avrupa standartlarına göre yapılan bir modernleştirmeden ibaret olmamış,
İttihatçı hükümetlerin kadrolaşma politikalarına da hizmet etmiştir.
Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
Muharebeler esnasında binlerce asker kaybı yaşanmış, top, tüfek, mühimmat gibi savaş
malzemeleri muharebe meydanlarında terk edilmiştirtir. Bu savaş esnasında Vardar
Ordusu
bünyesindeki
13.
Tümen’in
komutanlığını
yapan
Galip
Paşa,
tüm
olumsuzluklara rağmen Komanova, Pirlepe ve Manastır Muharebeleri esnasında
195
kendisine bağlı birlikleri başarılı bir şekilde yönetmiş ve en az kayıpla geri çekmeyi
başarmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda ilk olarak Kafkas Cephesi’nde, 11. Kolordu Komutanı
olarak görev alan Galip Paşa, Köprüköy’de Rus birliklerini durdurarak geri sürmeyi
başarmıştır. Enver Paşa’nın 9. ve 10. Kolordu’yla başlattığı Sarıkamış Harekâtı
esnasında Galip Paşa, yapmış olduğu muharebelerle Azapköy civarındaki Rus
birliklerini oyaladığı gibi Sarıkamış’ta Ruslar karşısında hezimet yaşayan 9. ve 10.
Kolordu’nun geri çekilişini kolaylaştırmıştır.
Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra Hicaz’a vali ve komutan olarak tayin edilen
Galip Paşa, burada Şerif Hüseyin’in öncülüğünü yaptığı isyanla karşılaşmıştır. Fakat
isyanlar konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmasına, liyakatli bir komutan
olduğunu katıldığı muharebelerde göstermiş olmasına rağmen Galip Paşa, Şerif
Hüseyin’in başlattığı isyan karşısında kendisinden beklenmeyecek bir âcziyet
sergilemiştir.
Taif’in Şerif Abdullah’a teslim edilmesinden sonra, İngilizler tarafından Mısır’a
esir olarak götürülen Galip Paşa, üç yıl süren esaretin ardından, Mondros
Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’da bulunduğu günlerde Yıldız
Yağması Davası’ndan ceza alarak hapse atılmıştır. Tevfik Paşa Hükümeti’nin yaptığı
hukukî düzenlemeler sonucunda beraat ederek, Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine
Anadolu’ya geçmiştir. Ocak 1921 tarihinde Konya’ya vali olarak atanan Galip Paşa,
Batı Cephesi’nde Yunanlılara karşı savaşmakta olan Türk Ordusu’nu halktan
oluşturduğu gönüllü alaylarla ve topladığı yardımlarla desteklemiştir.
Konya Valiliği’nden istifa ettikten sonra Buhara Halk Cumhuriyeti’ne elçi
olarak tayin edilen Galip Paşa, Rusya’nın çıkardığı engellemelerden dolayı bu
196
vazifesine gidememiştir.
Askerî Temyiz Mahkemesi’nin ikinci reisliğini yaparken 1931 yılında emekliye
ayrılan Galip Paşa, emeklilik döneminde Veremle Mücadele Cemiyeti’nin ikinci
başkanlığını yapmaktayken, 18 Ağustos 1939 tarihinde, kanser hastalığından vefaat
etmiştir.
Geçmişte yaşananlar araştırılıp ortaya konulurken bazen olaylar şahısların bazen
de şahıslar olayların gölgesinde kalabilir. Galip Paşa da olayların gölgesinde kalmış bir
Osmanlı subayıdır. Pek çok yazılı eserde II. Meşrutiyet’ten, II. Abdülhamit’e hal’
kararının
bildirilişinden
Umumiye’nin
ve
kuruluşundan,
kendisinin
Sarıkamış
Selanik’e
gönderilişinden,
Taarruzu’ndan
ve
Hicaz
Emniyet-i
İsyanı’ndan
bahsedilmiş fakat Galip Paşa’nın bu olaylardaki etkisinden bahsedilmemiştir. Hâlbuki
Firzovik toplantılarını meşrutiyetin ilanını hızlandıracak şekilde yönlendiren, Yıldız
Sarayı’nı kuşatan, ilk Emniyet-i Umumiye Müdürü tayin edilen, Köprüköy ve Azapköy
Muharebelerinde Ruslara karşı başarılar kazanan kişi Galip Paşa’dır.
Galip Paşa, Yemen’de ve Makedonya’da yıllarca âsilere karşı başarılı bir şekilde
gerilla mücadelesi vermiş ve birçok ödül almıştır. 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasında
vazife alması ve bundan sonra da Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü yapması ona çok
değerli tecrübeler kazandırmıştır. Birinci Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’nin
mağlubiyeti ile sonuçlansa da bu savaş esnasında 13. Tümen’in komutanlığını yapan
Galip Paşa iyi bir komutan olduğunu göstermiştir. Bunu harp ceridelerinde, belgelerde,
bizzat ve bilfiil Galip Paşa ile aynı cephelerde bulunmuş olan Zeki Paşa ve Fevzi
Çakmak’ın hatıralarında açıkça gördük. Birinci Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi’nde
ön plana çıkan komutanlardan birisi olmuştur. Yani 1888-1915 yılları arasında Galip
Paşa dirayetli ve liyakatli bir subay olarak görülmektedir. Fakat böyle bir kişinin Hicaz
197
Valisi olduğu dönemde, Şerif Hüseyin’in isyan hazırlıklarını görmezden gelişi veya fark
edemeyişi, üç beş bin bedeviyle başa çıkamamış olması düşündürücüdür. Bunun yazılı
kaynaklara dökülmemiş bir cevabı olmalıdır. Onu böyle davranmaya belki o dönemin
hükümeti yönlendirdi, belki de kendisi bu şekilde davranmanın daha doğru
olabileceğine karar verdi. İsyanın yaklaştığı günlerde Mekke’yi âdeta Şerif Hüseyin’in
kontrolüne bırakarak Taif’e çekilmiş ve yaklaşmakta olan isyanla ilgili tüm ihbarları
görmezden gelmiştir. İsyan başlayıp da âsiler Mekke’den başka Cidde’yi alıp Taif’i de
kuşatınca Galip Paşa’nın Şerif Hüseyin’le ilgili söylemleri birden bire değişmiş ve onu
sözünde durmayan, nankörlük yapan bir kişi olarak vasıflandırmıştır.
Yıllarca aktif ve önemli görevlerde bulunmuş olan Galip Paşa’nın Milli
Mücadele yıllarında Anadolu’ya davet edildiğinde cephede görevlendirilmek yerine
Konya Valisi yapılması ve daha sonra da birkaç defa açıkta bırakılarak kısa süreli
görevlere getirilmesi düşündürücüdür. İncelediğimiz belgelerde, gazetelerde ve diğer
dokümanlarda bu durumu açıklayıcı bir bilgiye ulaşamadık. Bunda Galip Paşa’nın
İttihatçılığı etkili olmuş olabilir.
Galip Paşa, “Yıldız Yağması Davası”ndan dolayı Divan-ı Harb-i Örfi’de
yargılanarak on yıl hapis cezasına çarptırılmasına hatıralarında açıkça değinmemiştir.
Kendisinin olaydaki rolünü anlatmak yerine başka mahfilleri suçlamayı tercih etmiştir.
Hâlbuki Divan-ı Harb-i Örfi’nin raporunda Galip Paşa, iç ve dış güvenliğini sağlamakla
görevlendirildiği Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasına göz yummakla suçlanmıştır. II.
Abdülhamit’in tahttan indirilmesini ve Selanik’e gönderilmesini çok iyi hatırlamasına
rağmen aynı günlerde vuku’ bulan Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasını ve bununla ilgili
davaları unutmuş olması çok düşük bir ihtimaldir.
Osmanlı Devleti’nin son döneminde önemli olayların içinde yer almış olan Galip
198
Paşa’yla ilgili bilgileri arşiv belgelerinden, eski gazetelerden, hatıralardan çekip
çıkarmaya çalışmak oldukça heyecan vericiydi. Fakat olayların ayrıntısına dalmadan
Galip Paşa’yı ön planda tutmak en fazla zorlandığımız mesele oldu.
Günümüzden yaklaşık olarak yüz yıl önce yaşamış olan bir Osmanlı askeriyle
ilgili tüm ayrıntılara ulaşmak mümkün değil. Biyografisi hazırlanan kişinin rütbesi,
yaptığı görevler ve çevresi onunla ilgili olarak edinilecek bilginin niceliğini ve niteliğini
de belirlemektedir. Mesela, Yemen’de görev yaptığı yıllarda Galip Paşa yüzbaşı
rütbesindedir. Bölgedeki
isyanların bastırılmasında vazife alması
için oraya
gönderilmiştir. Onun Yemen’de bulunduğu dönemde 1895 ve 1898’de olmak üzere
binlerce kişinin öldüğü iki tane büyük isyan yaşanmıştır. Fakat o günleri anlatan yazılı
eserler ve belgeler genel itibariyle ya bölgenin valisinden veya üst düzey
komutanlarından bahsetmiştir. Bir bölüğü yöneten yüzbaşıyı anlatmak şöyle dursun alay
komutanlarından bile pek bahsedilmemiştir. Fakat Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye
Müdürlüğü yaptığı dönemde, kendisiyle ilgili olarak arşiv belgelerinde, gazetelerde,
zabıt ceridelerinde, salnâmelerde, hatıralarda ve diğer yazılı eserlerde bol miktarda
bilgiye ulaştık. Galip Paşa’nın hayatını incelerken yapılmış olan vazifenin niteliğinin de
araştırmacının ulaşabileceği bilgi ve belgenin nicelik ve niteliğini belirlediğini gördük.
Netice olarak; yapmış olduğumuz bu çalışmayla Osmanlı Devleti’nin son
döneminde önemli bir rol üstlenmiş olan Galip Paşa’nın hayatına dâir bilgileri arşiv
belgelerinden, gazetelerden, zabıt ceridelerinden, salnâmelerden, hatıralardan ve
kitaplardan derleyerek bir biyografi ortaya koymaya çalıştık. Yaptığımız bu çalışmanın
Firzovik Toplantıları’nın, Emniyet-i Umumiye’nin kuruluş ve düzenlenmesinin, Balkan
Harbi’nde 13. Tümen Harekâtı’nın, Köprüköy Muharebeleri’nde ve Sarıkamış
Harekâtı’nda 11. Kolordu’nun rolünün, Şerif Hüseyin İsyanı’na karşı Osmanlı
199
yönetiminin takındığı tavrın ve TBMM’nin Buhara Halk Cumhuriyeti’ne elçi tayin
edişinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.
200
KAYNAKLAR
A- Arşiv Belgeleri
Belgelerin dosya, gömlek ve fihrist numaraları metin içerisinde gösterilmiĢ olup kaynakça
bölümünde ayrıca gösterilmeyecektir.
1-ATASE Arşivi
BDH: Birinci Dünya Harbi Dosyaları.
BLH: Balkan Harbi Dosyaları.
ĠSH: Ġstiklal Harbi Dosyaları.
2-BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
BEO: Bâb-ı Âlî Evrak Odası.
DH: Dahiliye
DH.EUM.LVZ: Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Levazım Kalemi.
DH.EUM.MH: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Muhasebe Kalemi Evrakı.
DH.EUM.THR: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Tahrirat Kalemi Evrakı.
DH.EUM.VRK: Dahiliye Emniyet-i Umumiye Evrak Odası Kalemi Evrakı.
DH.MTV: Dahiliye Nezareti Mütenevvia Evrakı.
DH.MUĠ: Muhaberât-ı Umumiye Ġdaresi Belgeleri.
DH.SYS: Dahiliye Nezareti Siyasi Kısım Evrakı.
DH.ġFR: Dahiliye Nezareti ġifre Evrakı.
DH.UMVM: Dahiliye Nezareti Umur-ı Mahalliye ve Vilayat Müdürlüğü Evrakı.
HR: Hariciye.
Ġ.AS: Ġradeler. Askeri
Ġ.DH: Ġrade Dahiliye.
Ġ.HUS: Ġrade Hususi
201
Ġ.MBH: Ġrade Mabeyn-i Hümayun
Ġ.MMS: Ġrâde - Meclis-i Mahsus
KMS: Kalem-i Mahsus Evrakı.
MKT: Mektubi Kalemi.
MTZ: Sadâret Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi Belgeleri.
MV: Meclis-i Vükelâ Mazbataları.
SYS: Siyasi Kısım Belgeleri.
TFR.I.A: Rumeli MüfettiĢliği Sadaret Evrakı.
TFR.I.KV: Rumeli MüfettiĢliği Kosova Evrakı.
TFR-I-MKM: Rumeli MüfettiĢliği Makamat Evrakı.
TFR.I.ġKT: Rumeli MüfettiĢliği Arzuhaller.
TFR.I.YN: Rumeli MüfettiĢliği Evrakı.
Y.A.HUS: Yıldız Sadaret Hususi Maruzat Evrakı.
YEE: Yıldız Esas Evrakı.
Y.MTV: Yıldız Mütenevvi Maruzat Evrakı.
Y.PRK.ASK: Yıldız Perakende Evrakı Askeri Maruzat.
Y.PRK.AZJ: Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal Jurnal.
Y.PRK.AZN: Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı.
Y.PRK.BġK: Yıldız Perakende Evrakı Mâbeyn BaĢkitâbeti.
Y.PRK.TKM: Yıldız Perakende Evrakı Tahrirat-ı Ecnebiye ve Mabeyn Mütercimliği.
ZB: Zaptiye.
3-BCA: Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
4-CAA: Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi
202
5-İSAM Arşivi
HHP: Hüseyin Hilmi PaĢa Evrakı.
6-Milli Savunma Bakanlığı Arşivi
GPġD: Galip PaĢa’nın ġahsi Dosyası.
7-Türk Tarih Kurumu Arşivi
B-Süreli Yayınlar
1-Gazeteler
Gazetelerin tez içeriğinde kullanılan sayıları, ilgili sayfaların dipnotlarında gösterilmiĢtir.
Aberdeen Journal
AkĢam
Alemdar
Babalık
Cambridge Ġndependent Press
Derby Daily Telegraph
Dundee Courier
Edinburgh Evening News
Evening Telegraph
Exeter and Plymouth Gazette
Falkirk Herald
General Advertiser
Hakimiyet-i Milliye
Hilal
Hull Daily Mail
Ġkdam
203
Ġleri Gazetesi
Liverpool Post
London Daily News
Manchester Courier
Newcastle Daily Journal
Nottingham Evening Post
Öğüt
Pall Mall Gazette
Renin
Resmi Gazete
Rumeli
Sabah
Senin
Servet-i Fünun
Sunderland Daily Echo and Shipping Gazette
Takvim-i Vekayi
Tanin
Tasvir-i Efkar
Telegraph&Star
Tercüman-ı Hakikat
The Birmingham Daily Post
The Bristol Mercury
The Daily Mail
The Devon And Exeter Gazette
204
The Leeds Mercury
The Morning Post
The Western Times
The Western Daily Press
Vakit
Western Mail
Yenigün
Yeni Ġkdam
Yeni Tanin
Yeni Tanin
Yorkshire Post
2-Dergiler
Dergilerin tez içeriğinde kullanılan sayıları, ilgili sayfaların dipnotlarında gösterilmiĢtir.
Belleten
Çocuklara Kıraat
Etfal
Hayat Tarih Mecmuası
Hilal- Ahmer Mecmuası
Jandarma Mecmuası
Kanunlar Dergisi
Musavver Muhit
SebilürreĢad
ġehbal
205
C-Zabıtlar ve Yıllıklar
Düstur
Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri
Nevsâl-i Osmanî
Salname-i Askeri
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye
TBMM Zabıt Cerideleri
Yemen Salnamesi
E-Kitaplar ve Makaleler
ADANIR, F. (2001). Makedonya Sorunu, Çev. Ġhsan Catay, Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.
AHMED REFĠK. (1326). Ġnkılab-ı Azim, Ġstanbu: Asır Matbaası.
AKANDERE, O. (2009). “Damat Ferit PaĢa’nın IV. Hükümeti Döneminde Kuva-yı Milliye
Ġleri Gelenleri Hakkında Verilen Ġdam Kararları”, Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılâp
Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 43, Ankara.
AKSUN, Z. N. (2008). Enver PaĢa ve SarıkamıĢ, Ġstanbul: Ötüken.
AKSUN, Z. N. (2010). II. Abdülhamid Han, Ġstanbul: Ötüken.
AKġĠN, S. (1970). 31 Mart Olayı, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.
ALKAN, A. T. (1992). Ġkinci MeĢrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Ankara: Cedit.
ALMANA, M. (1985). Arabia Unified, New Jersey: North American New Brunswick.
AL-ROUSAN, M.A., Al-Azzam, S.M. (2012). “The Great Arap Revolt A Socio-Historical
Investigation Of Its Internal and Objective Beginnings”, European Journal Of Social
Sciences, Vol. 29, No. 1.
206
ANDONYAN, A. (1975). Balkan Harbi Tarihi, Çev. Zaven Biberyan, Ġstanbul: Sander.
APAK, R. (1988). YetmiĢlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara: TTK.
ARI, T. (2008). Orta Doğu, Bursa: Marmara Kitap Merkezi.
ARTUÇ, N. (2005). Ahmed Cemal PaĢa, Askerî ve Siyasî Hayatı, YayınlanmamıĢ Doktora
Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
ATEġ, T. (2009). Siyasi Tarih, 3. Baskı, Ġstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
ATIF HÜSEYĠN BEY. (2010). Sultan Abdülhamit’in Sürgün Günleri, 3. Baskı, Ġstanbul:
TimaĢ.
ATIF PAġA. (1326). Yemen Tarihi, C. 2, Ġstanbul.
AVANAS, A. (1998). Milli Mücadele’de Konya, Ankara: Atatürk AraĢtırma Merkezi.
AYSAL, N. (2006), “Örgütlenmeden Eyleme GeçiĢ: 31 Mart Olayı”, Ankara Üniversitesi Türk
Ġnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 37-38.
AYYAD, A. A. (1999). Arab Nationalism and The Palestians, Jerusalem: PASSIA.
BABACAN, H. (2002). “Enver PaĢa”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
BABACAN, H., AVġAR, S. (2013). 31 Mart Hatıraları, Ankara: TTK.
BAL, M. A. (2003). Bekirağa ve Malta Anıları, Ġstanbul: Özgü.
BALCI, R. (2006). Osmanlı’yı Yıkan Cephe: Filistin, Ġstanbul: Nesil.
BALCI, R. (2007). Tarihin SarıkamıĢ DuruĢması, Ġstanbul: Nesil.
BARLAK, Y. (2013). Dini ve Siyasi Yönden Osmanlı Devleti Ġdaresinde Yemen,
YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun.
BAYTIN, A. (1946). Ġlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi, Ġstanbul: Vakit Matbaası.
BAYUR, Y. H.(1991a). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 1, k. 1, Ankara: TTK.
BAYUR, Y. H.(1991b). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 1, k. 2, Ankara: TTK.
BAYUR, Y. H.(1991c). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 3, k. 3, Ankara: TTK.
207
BAYUR, Y. H.(1983). Türk Ġnkılabı Tarihi, C. 3, k. 1, Ankara: TTK.
BELEN, F. (1973). Yirminci Yüzyılda Osmanlı Devleti, Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
BEYDĠLLĠ, K. (1989). “II. Abdülhamit Devrinde Makedonya Melesine Dair”, Osmanlı
AraĢtırmaları, C. IX, Ġstanbul.
BĠRGEN, M. (2006). Ġttihat ve Terakki’de On Sene, C. 1, Haz. Zeki Arıkan, Ġstanbul: Kitap.
BĠRĠNCĠ, A. (2001). Arabistan’da Bir Ömür, Ġstanbul: ĠSĠS.
BĠRĠNCĠ, A. (2002). “31 Mart Vak'ası'nın Bir Yorumu”, Türkler, C. 13, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara.
BĠRĠNCĠ, A. (1999). “Türk Emniyet TeĢkilatında Ġlkler”, Polis Bilimleri Dergisi, C. 1, S. 3, s.
9-16.
BOSTAN, Ġ. (2013). “Yemen”, ĠA, DĠA, C. 43, Ġstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
ÇAKIN, N., ORHON, N. (1978). Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, k. 5, Ankara: ATASE.
ÇAKMAK, F. (2011). Büyük Harpte ġark Cephesi Harekâtı, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası.
ÇALIġLAR, Ġ. (2010). On Yıllık SavaĢ, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası.
ÇAVDAR, N. (2010). Son Osmanlı Sadrazamı Ahmet Tevfik PaĢa, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi, Samsun.
ÇĠÇEK, M. T. (2007). ġerif Hüseyin Ġsyanının Türk ve Arap Kimlik ĠnĢa Süreçlerindeki
Etkisinin Analizi, Sakarya Üniversitesi-Sosyal Bilimler Enstitüsü, YayımlanmamıĢ
Yükseklisans Tezi, Sakarya.
ÇOLAK, M. (2006). Alman Ġmparatorluğu’nun Doğu Siyaseti Çerçevesinde Kafkasya
Politikası, Ankara: TTK.
DABAĞYAN, L. P. (2003). Osmanlı’da ġer Hareketleri ve Abdülhamid Han, 2. Baskı,
Ġstanbul: IQ.
DANĠġMEND, Ġ. H. (1961). 31 Mart Vak’ası, Ġstanbul: Ġstanbul Kitabevi.
208
DEMĠRTAġ, S. (2012). Zeki PaĢa’nın Balkan SavaĢı Hatıratı, Ġstanbul: Alfa.
DĠKĠCĠ, A. (2010). “Osmanlı Makedonya’sında Kurulan Ġlk Uluslararası Polis BarıĢ Koruma
Misyonu: Mürzsteg Reform Programı”, Karadeniz AraĢtırmaları, C. 6, S. 24, ss. 75-108.
DĠRĠK, K. D. (2008). Vali PaĢa Kâzım Dirik, Ġstanbul: Gürer.
EHĠLOĞLU, Z. (2001). Yemen’de Türkler, Ġstanbul: Kitabevi.
ENGĠN, V. (2005). II. Abdülhamid ve DıĢ Politika, Ġstanbul: Yeditepe.
ERDEN, A. F. (1336). Paris’tan Tih Sahrası’na, Ġstanbul: AkĢam Matbaası.
ERGĠN, O. (1977). Türk Maarif Tarihi, C. 1-2, Ġstanbul: Eser Matbaası.
ERKAL, ġ. (1978). Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Hicaz, Asir, Yemen Cepheleri ve
Libya Harekâtı, C. 6, Ankara: ATASE.
ERNER, A. F. (2013). Polis Rehberi, Haz. Cemal Tepe, Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü.
ESMER, A. ġ. (1944). Siyasi Tarih, Ġstanbul: Maarif Matbaası.
EYĠCĠL, A. (2005). Siyasi Tarih, 2. Baskı, Ankara: Gün.
FINDLEY, C. V. (2011). Modern Türkiye Tarihi, Çev. GüneĢ Ayas, Ġstanbul: TimaĢ.
FROMKĠN, D. (2004). BarıĢa Son Veren BarıĢ, Çev. Mehmet Harmancı, Ġstanbul: Epsilon.
GEORGEON, F. (2006). Sultan Abdülhamid, Çev. Ali Berktay, Ġstanbul: Homer.
GUZE. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kafkas Cephesi’ndeki Muharebeler, Ankara:
ATASE.
GÜLSOY, U. (1994). Hicaz Demiryolu, Ġstanbul: Eren.
GÜN, T. (2012). II. MeĢrutiyet Döneminde Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü’nün KuruluĢu ve
GeliĢimi, Harran Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Yükseklisans Tezi, Urfa.
GÜNGÖR, S. (1937). Kumandanlarımızın Harp Hatıraları, Ġstanbul: Kanaat Kitabevi.
HACISALĠHOĞLU, M. (2008). Jön Türkler ve Makedonya Sorunu, Çev. Ġhsan Catay,
Ġstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
209
HALAÇOĞLU, A. (2002). “Balkan SavaĢları (1912-1913)”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları. ss. 532-556.
HALL, R. C. (2003). Balkan SavaĢları, Çev. Tanju Akad, Ġstanbul: Homer Kitabevi.
HALLI, R. (1979). Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, C. 3, k. 1, Balkan Harbi, Garp Ordusu,
Ankara: ATASE.
HÜLAGÜ, M. (1995). “Ġngilizlerin Hicaz Ġsyanına Maddi Yardımları”, Ankara Üniversitesi
Osmanlı Tarihi AraĢtırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, S. 6, ss. 139-154.
HÜLAGÜ, M. (2006). Osmanlı’nın Son Umudu, Ġstanbul: Yitik Hazine Yayınları.
HÜRMEN, F. R. (2009). Bürokrat Tevfik Biren’in Hatıraları, Ġstanbul: Pınar.
ĠBRAHĠM FERĠDUN. (1326). Polis Efendilere Mahsus Terbiye ve Malumat-ı Meslekiye,
Ġstanbul: Matbaa-i Hayriye ve ġürekası.
ITZKOWITZ, N., VOLKAN, V. D. (1998). Ölümsüz Atatürk, Ġstanbul: Bağlam.
ĠLTER, A. S. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kafkas Cephesi Hatıraları, Ankara: ATASE.
ĠNÖNÜ, Ġ. (1969). Hatıralarım, Haz. Sabahattin Selek, Ġstanbul: Burçak Yayınları.
ĠPEK, C. (2006). Osmanlı Ġmparatorluğu ve Cumhuriyet'in Ġlk Yıllarında Jandarma'da Reform
Hareketleri, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Yükseklisans Tezi, Afyon.
ĠSLAMOĞLU, A. (2004). II. MeĢrutiyet Döneminde Siyasal Muhalefet, Ġstanbul: Gökkubbe.
KARABEKĠR, K. Ġttihat ve Terakki Cemiyeti, Ġstanbul: Emre.
KARAL, E. Z. (2007). Osmanlı Tarihi, C. VIII, Ankara: TTK.
KARAL, E. Z. (1999). Osmanlı Tarihi, C. IX, Ankara: TTK.
KARAMAN, S. S. (2002). Ġstiklal Mücadelesi ve Enver PaĢa, Ġstanbul: Arma.
KARATEPE, ġ. (1993). Darbeler Anayasalar ve ModernleĢme, Ġstanbul: Ġz Yayıncılık.
KAYNAR, S. (2002). Tarihi Süreç Ġçerisinde Türk Polis TeĢkilatı’nın KuruluĢu,
Organizasyonu, Fiziksel Yapılanması, Aday Seçme ġekli, Eğitim Programları ve Eğitim
210
Süreçleri Üzerine Bir AraĢtırma, Niğde Üniversitesi, YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans
Tezi, Niğde.
KICIMAN, N. K. (1976). Medine Müdafaası, Ġstanbul: Sebil.
KILINÇKAYA, M. D. (1992). Arap Milliyetçiliği ve Milli Mücadele’de Türkiye-Suriye
ĠliĢkileri, Hacettepe Üniversitesi-Atatürk Ġlkeleri ve Ġnkılâp Tarihi Enstitüsü, Doktora
Tezi, Ankara.
KIR, N., ALTINBĠLEK, A. (1993). Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3.
Ordu Harekâtı, C. 1, Ankara: ATASE.
KĠP, S. A. (1939). Askerî Kamus, Ġstanbul: Vakit.
KOBAL, Y. (2002). “Millî Mücadelede Ġç Ayaklanmalar”, Türkler, C. 16, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları. ss. 129-150.
KOCABEY, H. (1997). Türk Askeri Yargısının Tarihi GeliĢimi, Ġnönü Üniversitesi, Doktora
Tezi, Malatya.
KODAMAN, B. (2002). “II. MeĢrutiyet Dönemi (1908-1914)”, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları. ss. 286-335.
KOLOĞLU, O. (2007). Abdülhamit Gerçeği, Ġstanbul: Pozitif.
KOPARAN, N. (2007). Türk Jandarma TeĢkilatı, Ankara Üniversitesi, Yükseklisans Tezi,
Ankara.
KRAL ABDULLAH. (2006). Biz Osmanlı’ya Neden Ġsyan Ettik?, Ġstanbul: Klasik.
KURAN, A. B. (1945). Ġnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Ġstanbul: Tan Matbaası.
KURAT, A. N. (2010). Rusya Tarihi, Ankara: TTK.
KURġUN, Z. (2012). “31 Mart Olayı’nın Arkasındakiler”, CoĢkun Yılmaz(Ed.), Sultan II.
Abdülhamit ve Dönemi, Ġstanbul: Sultanbeyli Belediyesi.
KÜLÇE, S. (1944). Firzovik Toplantısı ve MeĢrutiyet, Ġzmir.
211
LANSEUR, F. (2010). British Crisis Ġn The Middle East And Growth Of Arap Nationalism,
University Of Mentouri, Yükseklisans Tezi, Algeria.
LARCHER, M. (1928a). Büyük Harpte Türk Harbi, Çev. Mehmet Nihat, C. 2, Ġstanbul:
Matbaa-i Tarih-i Askeri.
LARCHER, M. (1928). Büyük Harpte Türk Harbi, Çev. Mehmet Nihat, C. 3, Ġstanbul: Matbaai Tarih-i Askeri.
LEWĠS, B. (2005). Ortadoğu, Çev. Selan Y. Kölay, Ankara: ArkadaĢ.
MEMDUH. (1324). Yemen Kıtası Hakkında Bazı Mutalaat, Ġstanbul.
MUSTAFA RAGIB. (2007). MuĢrutiyet’ten Önce Manastır’da Patlayan Tabanca, Haz. RahĢan
AktaĢ, Ġstanbul: Bengi.
MÜDERRĠSOĞLU, A. (1981). KurtuluĢ SavaĢı Mali Kaynakları, Ankara: Yapı Kredi.
NĠZAMOĞLU, Y. 82013). “1917 Yılında Hicaz Cephesi: Arap Ġsyanının Yayılması ve
Medine’nin Tahliyesi Programı, Bilig, S. 66, ss. 123-148.
NĠZAMOĞLU, Y. (2010). Vehip PaĢa’nın Hayatı ve Askeri Faaliyetleri, Ġstanbul Üniversitesi,
Doktora Tezi, Ġstanbul.
NĠZAMOĞLU, Y. (2013). “Yanya Vilayeti’nin Durumuna Dair Hazırlanan Layihalar ve
Sonuçları”, OTAM, ss. 197-228.
NURETTĠN BEY. (1327). Yemen Layihası, Ġstanbul: Matbaa-i Amire.
OCHSENWALD, W. (1984). Religion, Society And The State Ġn Arabia, US: Ohio State
Universty Press.
ÖĞÜN, T. (2002). “Kafkas Cephesinde Kader Ânı: SarıkamıĢ Harekâtı ve Sonuçları”, Türkler,
C. 13, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları. ss. 711-731.
ÖNAL, S. (2011). SarıkamıĢ, Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası.
212
ÖZBEK, N. (2004). “Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Ġç Güvenlik, Siyaset ve Devlet”, Türklük
AraĢtırmaları Dergisi, S. 16, ss. 59-95.
ÖZDEMĠR, Y. (2003). SarıkamıĢ Harekatı, Erzurum: Erzurum Kalkınma Vakfı.
ÖZMERT, T. (1929). Tarihte Hicaz Ġhtilali(Ayaklanmanın olduğu dönemde Hicaz’da devlet
memuru olan Tevfik Özmert’in Osmanlı alfabesiyle yazmıĢ olduğu bu eser TTK
kütüphanesinde Y/127 kaydıyla mevcuttur).
ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966a). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1,
S. 6, ss. 4-11.
ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966b). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1,
S. 7, ss. 20-26.
ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966c). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1,
S. 8, ss. 77-84.
ÖZTUNA, Y., YÜKSEL, O. (1966d). Galip PaĢa’nın Hatıraları, Hayat Tarih Mecmuası, C. 1,
S. 9, ss. 80-88.
PAKALIN, M. Z. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 1, Ġstanbul: MEB.
PAZARBAġI, A. (2008). Birinci Dünya SavaĢı’nın 1917 Yılı, Sakarya Üniversitesi-Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yükseklisans Tezi, Sakarya.
RAGIP. (2007). Mustafa, MeĢrutiyet’ten Önce Manastır’da Patlayan Tabanca, Ġstanbul: Bengi,
2007.
RAMSAUR, E. D. (1972). Jön Türkler ve 1908 Ġhtilali, Çev. Nuran Ülken, Ġstanbul: Sander.
RESNELĠ NĠYAZĠ. (1975). Balkanlarda Bir Gerillacı, Çev. Ġhsan Ilgar, Ġstanbul: ÇağdaĢ.
ROBERTS, J. M. (2003). Yirminci Yüzyıl Tarihi, Çev. Sinem Gül, Ankara: Dost.
RÜġDÜ. (1327). Yemen Hatırası, Ġstanbul: Matbaa-i Osmaniye.
SAATÇI, M. B. (2004). Makedonya Sorunu, Akdeniz Üniversitesi, Doktora Tezi, Antalya.
213
SABAHADDĠN. (1328). Türk Yunan Bulgar Karadağ Sırp Seferine Ait Geçirdiğim Günlere
Ait Tarih, Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, DemirbaĢ No:
Bel_Yz_K.000929
SABĠS, A. Ġ. (1943). Harb Hatıralarım, C. 1, Ġstanbul: Ġnkılab Kitabevi.
SARAY, M. (2006). Türkiye ve Yakın KomĢuları, Ankara: Atatürk AraĢtırma Merkezi.
SARIHAN, Z. (1996). KurtuluĢ SavaĢı Günlüğü, C. 4, Ankara: TTK.
SARIHAN, Z. (1995). KurtuluĢ SavaĢı Günlüğü, C. 3, Ankara: TTK.
SARISAMAN, S. (1999). Birinci Dünya SavaĢı’nda Türk Cephelerinde Beyannamelerle
Psikolojik Harp, Ankara: Genelkurmay Basımevi.
SEZEN, T. (2006). Osmanlı Yer Adları, Ankara: T.C. BaĢbakanlık Devlet ArĢivleri Genel
Müdürlüğü.
SIMITH, C. D. (1988). Palestine and the Arab-Ġsrail Conflict, New York: St. Martin’s Press.
SIRMA, Ġ. S. (2008). Osmanlı Devleti’nin YıkılıĢında Yemen Ġsyanları, Ġstanbul: Beyan.
STODDARD, P. (1994). TeĢkilat-ı Mahsusa, Ġstanbul: Arba.
SÜLEYMAN ġEFĠK PAġA. (2004). Hatıratım, Ġstanbul: Arma.
ġAPOLYO, E. B. (1965). “Mustfa Kemal ve Üç Kılıç”, Türk Kültürü, S. 37, ss. 84-87.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1306). Kamusu’l-Alam, C. 1, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1316a). Kamusu’l-Alam, C. 2, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1308). Kamusu’l-Alam, C. 3, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1311). Kamusu’l-Alam, C. 4, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1314). Kamusu’l-Alam, C. 5, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN SAMĠ. (1316b). Kamusu’l-Alam, C. 6, Ġstanbul: Mihran Matbaası.
ġEMSEDDĠN. (1324). Makedonya Tarihçe-i Devri Ġnkılab, Ġstanbul: Artin Asadoryan
Matbaası.
214
ġERĠF. (1338). SarıkamıĢ, Ġstanbul.
ġĠMġEK, H. (2014). “Osmanlı Devleti’nde özel Okullar ve Ġlk Türk Özel Okulunun
Tarihçesine Dair Yeni Bilgiler”, Bilig, S. 68, ss. 209-230.
TAHSĠN PAġA. (1990). Yıldız Hatıraları, Ġstanbul: Boğaziçi.
TANSU, S. N. (2011). Ġki Devrin Perde Arkası, Ġstanbul: Ġlgi Kültür Sanat Yayıncılık.
TOGAN, Z. V. (1999). Hatıralar, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
TOKER, H., BARLAS, G., FĠDAN, N. (2004). Balkan SavaĢına Katılan Komutanların YaĢam
Öyküleri, Ankara: ATASE.
TOKER, H., ASLAN, N. (2009). Birinci Dünya SavaĢı’na Katılan Alay ve Daha Üst
Kademedeki Komutanların Biyografileri, C. 1, Ankara: ATASE.
TOPUZLU, C. (2002). 80 Yıllık Hatıralarım, Haz. Cemalettin Topuzlu, 4. Baskı, Ġstanbul:
Topuzlu.
TUNALI HĠLMĠ. (1326). Makedonya, 2. Baskı, Mısır.
TUNAYA, T. Z. (1988). Türkiye’de Siyasal Partiler, C. 1, Ġstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları.
TURAL, E. (2006). II. MeĢrutiyet Döneminde Devletin Restorasyonu Bağlamında 1909
TeĢkilat ve Tansikat Kanunu, Dokuz Eylül Üniversitesi, Doktora Tezi, Ġzmir.
TURAN, M. (2003). Bir Generalin 31 Mart Anıları, Ġstanbul: Q-Matris.
UÇAROL, R. (2000). Siyasi Tarih, Ġstanbul: Filiz.
UĞURLU, N. (2007). Yemen-SavaĢanlar Anlatıyor, Ġstanbul: Örgün.
UĞURLU, N. (2008). Ġkinci MeĢrutiyetin Ġlanı, Ġstanbul: Örgün.
UNAT, F. R. (1991). Ġkinci MeĢrutiyetin Ġlanı ve 31 Mart Hadisesi, Ankara: TTK.
URAL, S. (2006). “Mütareke Döneminde Ġngilizlerin Elindeki Türk Esirlerinin Ġadesi ve
Ortaya Çıkan Sorunlar”, Ankara Üniversitesi Türk Ġnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk
Yolu Dergisi, S. 37-38, ss. 187-210.
UZUNÇARġILI, Ġ. H. (1984). Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara: TTK.
215
ÜÇOK, C. (1980). Siyasal Tarih, 3. Baskı, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları.
ÜNAL, T. (1974). Türk Siyasî Tarihi, Ġstanbul: Kutluğ Yayınları.
ÜNLÜ, M. (2002). Kosova Vilayeti’nin Ġdari ve oysal Yapısı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi,
Doktora Tezi, Samsun.
ÜZEN, Ġ. (2007). Birinci Dünya SavaĢı’nda Kanal Seferleri, Ġstanbul Üniversitesi-Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ġstanbul.
VAN, N. (2012). Ġstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi; KuruluĢu, TeĢkilatı ve Faaliyetleri,
Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, Ġstanbul.
YAĞAR, H. (2002). “Osmanlı Polis TeĢkilatı ve YenileĢme Süreci”, Türkler, C. 13, Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları. ss. 1137-1180.
YALÇIN, E. S. (2002). Mustafa Kemal PaĢa'nın Ġttihatçılığı, Türkler, C. 13, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları. ss. 437-471.
YARKIN, Ġ. (1965). “Buhara Hanlığı’nın Sovyet Rusya Tarafından Ortadan Kaldırılması ve Buhara
Halk Cumhuriyeti’nin KuruluĢu”, Türk Kültürü, S. 76, ss. 297-303.
YARKIN, Ġ. (1973). “Buhara Halk Cumhuriyeti ve Bunun Ortadan Kaldırılarak Sovyetler Birliği’ne
Ġlhakı”, Türk Kültürü, S. 124, ss. 242-253.
YATAK, S. (1991). “1914-1916 Yıllarında Osmanlı Devleti ve Mekke Emiri ġerif Hüseyin”,
Ġlim ve Sanat, Ekim 1991, ss. 70-80.
YEġĠLYURT, N. (2006). “Turning Point Of Turkish-Arap Relations: A Case Study On The
Hijaz Revolt” , The Turkish Yearbook, Vl.XXXVII. ss. 97-121.
Yılmazçelik, Ġ., Karabörk, Ġ. (2005). “Türk Emniyet TeĢkilatının KuruluĢ ve GeliĢmesi” , Polis
Dergisi, S. 43, ss. 5-61.
YUNUS NADĠ. (1325). Ġhtilal ve Ġnkılab-ı Osmani, Ġstanbul: Matbaa-i Cihan.
ZEKĠ. (1337). Balkan Harbi’ne Ait Hatıratım, Ġstanbul: Matbaa-i Askeriye.
216
Suat ZEYREK, S. (2012). Balkan SavaĢı Yenilgisinin Ġç ve DıĢ Sebepleri, YayınlanmamıĢ
Doktora Tezi, Ġstanbul: Ġstanbul Üniversitesi.
217
EKLER
EK 1: Üçüncü Ordu, Nizamiye 18. Alayı’nın 3. Taburu’nun binbaşısı Galip Efendi’nin
tercüme-i hal varakasıdır(BOA, İ.AS, 43/49/4).
218
EK 2: Yanya Vilayeti Jandarma Alayı Kumandanlığı’na 3. Ordu’nun 18. Alayı’nın 3.
Taburu binbaşısı Galip Bey’in tayin edilmesi(BOA, BEO, 2008/150573).
219
EK 3: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığı’na tayini(BOA, İ.AS,
50/20).
220
EK 4: Galip Bey’in miralaylığa terfi etmesi(BOA, BEO, 2901/217531).
221
EK 5: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanlığı vazifesinden ayrılma isteği(BOA, TFR.I.ŞKT, 138/13752).
222
EK 6: Galip Bey’in Kosova Jandarma Alayı Kumandanı olduğu dönemde, hava değişimi alarak Trabzon’a gitmesi(BOA, TFR-I-KV, 214/21319).
223
EK 7: Galip Bey’in İstanbul’da jandarma tensikiyle görevlendirilmesi(BOA, TFR-IKV, 214/21319).
224
EK 8: Emniyet-i Umumiye’nin kurulması ve buranın müdürlüğüne Galip Paşa’nın getirilmesi(BOA, İ.DH, 1476/1327-B/44).
225
EK 9: Galip Paşa’nın Emniyet-i Umumiye Müdürü olduktan sonra, polis teşkilatında
yenilikler yapmak için, Avrupa’ya seyahat etme isteği(BOA, DH.MUİ, 2-4/31).
226
EK 10: Galip Bey’in mirlivalığa terfi etmesi(BOA, DH.MTV, 4/25).
227
EK 11: Galip Paşa’nın Hicaz Vali ve Kumandanı tayin edilmesi(BOA, BEO,
4348/326026).
228
EK 12: Galip Paşa’nın Konya Valiliği’ne tayini(BCA, 500/71-15/30.18.1.1/2.27.6).
229
EK 13: Galip Paşa’nın Buhara elçiliğine tayini(BCA, 1383/107-7/30.18.1.1/4.47.19).
230
EK 14: Galip Paşa’nın Konya Valiliği’nden istifa isteğini Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmesi(BCA, 711/30.10.0.0/64.430.1).
231
EK 15: Galip Paşa’ya Birinci Dünya Savaşı esnasındaki başarılarından dolayı madalya
verilmesi(MSB Arşivi, GPŞD).
232
EK 16: Galip Paşa’ya İstiklal Madalyası verilmesine dair yazı(MSB Arşivi, GPŞD).
233
EK 17: Galip Paşa’nın askerî hayatına dair belge(MSB Arşivi, GPŞD).
234
EK 18: Galip Paşa’nın Erkan Divan-ı Harb Reisliğine tayini(BCA,
6/2541/30.11.1.0/14.22.19).
235
EK 19: Galip Paşa’nın Askeri Temyiz Mahkemesi İkinci Reisliğine tayin edilmesi(BCA, 10608/39-114/30.18.12/17.8.13).
236
EK 20: Galip Paşa’nın emekli olması(BCA, 7943/30.11.1.0/65.26.14).
237
EK 21: Galip Bey’in Emniyet-i Umumiye Müdürü olduğu dönemdeki maaş bordrosu(BOA, DH.EUM.MH, 2/127).
238
EK 22: Galip Paşa’nın askeri safahat belgesi(MSB Arşivi, GPŞD).
239
EK 23: Galip Paşa. 1930.
240
EK 24: Galip Paşa’nın albaylık dönemindeki bir fotoğrafı.
241
EK 25: Emniyet-i Umumiye Müdürü Galip Bey
242
EK 26: Galip Paşa’nın Konya Valiliği yaptığı dönemdeki fotoğrafı.
243
EK 27: Galip Paşa, Bekirağa Bölüğü’nde arkadaşlarıyla birlikte.
244
EK 28: Galip Paşa’nın Askeri Temyiz Mahkemesi İkinci Daire Başkanı olduğu dönemdeki fotoğrafı.
245
ÖZGEÇMİŞ
Remzi Çavuş: 1971 yılında Samsun’da doğdu. İlköğrenimini Samsun’a bağlı
Kapaklı Köyü’nde, orta öğrenimini ise Samsun’da tamamladı. 1995 yılında Marmara
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans
eğitimini 2011 yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı.
Download