T.C. Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı DİŞ HEKİMLİĞİ FAKÜLTESİNE BAŞVURAN HASTALARDA SİSTEMİK NEDENLERLE EN SIK KULLANILAN İLAÇLAR VE DENTAL TEDAVİ YAKLAŞIMI BİTİRME TEZİ Stj. Diş Hekimi Sinem ESEN Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Hülya ÇANKAYA İZMİR-2015 ÖNSÖZ ‘’Diş Hekimliği Fakültesi’ne başvuran hastalarda sistemik nedenlerle en sık kullanılan ilaçlar ve dental tedavi yaklaşımı’’ konulu tez çalışmamda bana yardımcı olan ve yol gösteren Ege Üniversitesi öğretim üyesi değerli hocam Prof. Dr. Hülya Çankaya’ya ve her zaman beni destekleyen aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım. İZMİR – 2015 Stj. Diş Hekimi Sinem ESEN İÇİNDEKİLER Sayfa 1. GİRİŞ………………………………………………………………………………1 2.HİPERTANSİYON ………………………………………......................................2 2.1. Hipertansiyonda Etkili Etiyolojik Faktörler……………......................................2 2.1.1. Esansiyel (Primer) Hipertansiyon……………………………………….….2 2.1.2. Sekonder Hipertansiyon………………………………………………..……3 2.2. Hipertansiyon Tedavisi……………………………………………………..…...3 2.2.1. Antihipertansif İlaçlar……………………………………………………...4 2.2.1.1.Diüretikler………………………………………………………………5 2.2.1.2. Adrenerjik Reseptör Blokerleri………………………………………...6 2.2.1.2.1.Beta Reseptör Blokerleri………........................................................6 2.2.1.2.2. Alfa Reseptör Blokerleri…………………………………………...7 2.2.1.3. Adrenerjik Nöron Blokerleri……………………………...……………7 2.2.1.4.Santral Etkili ve Diğer Sempatolitikler…………………………………8 2.2.1.5.Kalsiyum Kanal Blokerleri……………………………………………..8 2.2.1.6. Anjiotensin Dönüştürücü Enzim ve Reseptör İnhibitörleri……………9 2.2.1.6.1.Enzim İnhibitörleri…………………………………………….……9 2.2.1.6.2.Reseptör İnhibitörleri…………………….......................................10 2.3. Diş Hekimi Yaklaşımı……………………………………………………..…...11 3. TİROİD BEZİ HASTALIKLARI……………………………………………...…15 3.1. Tiroid Bezinin Anatomisi……………………………………….……………15 3.2. Tiroid Hormonlarının Özgün Vücut Mekanizmalarına Etkileri……………………………………………………………………………….15 3.2.1. Karbonhidrat Metabolizmasına Etkisi……………………………………15 3.2.2. Yağ Metabolizmasına Etkisi……………………………………….……..15 3.2.3. Kan ve Karaciğer Yağlarına Etkisi……………………………………….16 3.2.4. Vitamin Metabolizmasına Etkisi……………………………………….…16 3.2.5. Bazal Metabolizma Hızına Etkisi………………………………………...16 3.2.6. Vücut Ağırlığına Etkisi…………………………………...........................16 3.2.7. Kardiyovasküler Sisteme Etkisi…………………………………………..17 3.2.7.1. Kan Akımı ve Kalp Debisi Etkisi…………………………………….17 3.2.7.2. Kalp Hızına Etkisi…………………………………………………….17 3.2.7.3. Kalbin Vurum Gücüne Etkisi……………………………………….………17 3.2.7.4. Kan Hacmine Etkisi ………………………………………………..………18 3.2.7.5. Arter Basıncına Etkisi………………………………………………...18 3.2.8. Solunuma Etkisi…………………………………………………………..18 3.2.9. Gastrointestinal Sisteme Etkisi…………………………………………...18 3.2.10. Merkezi Sinir Sistemine Etkisi………………………………………….18 3.2.11. Kasların Fonksiyonuna Etkisi…………………………………………...19 3.2.12. Uykuya Etkisi……………………………………………………………19 3.2.13. Diğer Endokrin Bezler Üzerine Etkisi……………………………………...19 3.3.Tiroid Bezi Hastalıkları………………………………………………………..19 3.3.1.Hiperfonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları………………..........................20 3.3.2.Hipofonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları………………….......................21 3.3.3. Normal Fonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları……………………………22 3.4. Tiroid Bezi Hastalıkları Tedavisinde Kullanılan İlaçlar……………………...23 3.4.1. Antiroid İlaçlar……………………………………………………………23 3.4.2. Tiroid Hormon Preparatları……………………………………………….24 3.5. Diş Hekimi Yaklaşımı………………………………………………………...24 3.5.1. Hipotiroidi Hastalara Diş Hekimi Yaklaşımı……………………………..25 3.5.2. Hipertiroidi Hastalara Diş Hekimi Yaklaşımı…………….........................25 4. DİABETES MELLİTUS…………………………………………………………26 4.1. İnsülinin Metabolizmaya Etkisi………………………………………………26 4.2. Diabetes Mellitusun Sınıflandırılması………………………………………..28 4.3. Diyabetin Klinik ve Laboratuar Bulguları……………………………………29 4.4. Diabetes Mellitusun Tedavisi………………………………………………...30 4.4.1. Diyet………………………………………………………………………30 4.4.2. Oral Antidiyabetikler……………………………………………………..30 4.4.2.1. Sülfonilüre Grubu İlaçlar……..………………………………………30 4.4.2.2. Biguanid Türevleri……………………………………………………31 4.4.2.3. Alfa Glukozidaz İntibitörleri………………………………………….32 4.4.3. İnsülin…………………………………………………………………….32 4.5. Diyabetin Oral Komplikasyon ve Bulguları………………………………….33 4.6. Diş Hekimi Yaklaşımı………………………………………………………...37 5. TROMBOEMBOLİK HASTALIKLAR…………………………………………40 5.1. Antikoagülan İlaçlar…………………………………………………………..40 5.1.1. Heparin……………………………………………………………………40 5.1.2. Oral Antikoagülanlar……………………………………………………..42 5.1.2.1. Kumarin Türevleri……………………………………………………42 5.1.2.2. İndandion Bileşikleri………………………………………………….43 5.1.3.Oral Antikoagülanların Diğer İlaçlarla Etkileşimleri……………………..44 5.2. Diş Hekimi Yaklaşımı………………………………………………………...45 6.HİPERLİPİDEMİ…………………………………………………………………46 6.1. Antihiperlipidemik İlaçlar…………………………………………………….48 6.1.1. Safra Asidi Sekestranları………………………………………………….49 6.1.2. Nikotinik Asit…………………………………………………………….49 6.1.3. HMG CoA redüktaz inhibitörleri………………………………………...50 6.1.4. Fibrik Asit Türevleri……………………………………………………...50 6.2. Diş Hekimi Yaklaşımı………………………………………………………...51 7. MATERYAL VE METOD…………………………………………………….....52 8. BULGULAR……………………………………………………………………...52 9. TARTIŞMA………………………………………………………………………56 10. SONUÇ………………………………………………………………………….61 11. KAYNAKÇA……………………………………………………………………61 12.ÖZGEÇMİŞ……………………………………………………………………...67 1.GİRİŞ Başarılı ve etkili bir dental tedavinin amacı hastanın genel sağlık durumuna zarar vermeksizin fonksiyon ve estetiği hastaya geri kazandırabilmektir. Sistemik hastalığı olan ve buna bağlı ilaç kullanan hastalarda yapılacak dental tedaviler hastanın durumuna göre modifiye edilmeli ve hastaya zarar verilmemelidir. Diş hekimleri sistemik hastalıklar ve kullanılan ilaçlar,ilaç etkileşimleri, kullanılan ilaçlara bağlı ağızda meydana gelen değişiklikler hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Tıpta ve ilaç endüstrisinde meydana gelen gelişmelerle toplumda yaşam süresi uzamakta ve dental tedavi için başvuran sistemik hastalıklı bireylerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu nedenle diş hekimleri ayrıntılı anamnez alarak hastaların kullandıkları ilaçları, bu ilaçların yan etkilerini ve bu hastalarda tedavi sırasında alınacak önlemleri iyi bilmelidir. Bizde bu çalışmamızda kliniğimize başvuran hastalarda sistemik hastalıklar nedeniyle en sık kullanılan ilaçları belirlemeyi ve literatür bilgileri ışığında bu hastalarda dental tedavi sırasında dikkat edilecek durumları belirlemeyi amaçladık. 2.HİPERTANSİYON Tansiyon, arter içinde dolaşan kanın arter çeperine yaptığı basınçtır. Bu basınç, sistolik (maksimum) ve diastolik (minimum) olarak ikiye ayrılır. Sistolik basınç: sistol sırasında, sol ventrikülün kanı aorta attığı zaman kaydedilen basınçtır. Diastolik basınç: sol ventrikülün gevşemesi sırasında, arter sisteminde basıncın düştüğü en alçak seviyedir. Her sistolde aorta ve büyük arterlere 70 ml kan atılır. Bu sırada büyük arterler esneklikleri nedeniyle gerilir, genişler. Bu yetenekleri ile sistolik basıncın çok yükselmesi engellenir. Aorta kan atılmasının durmasıyla birlikte yani sistol bitip diyastol başlayınca aort ve büyük damarlar eski hallerini alırlar. Bu sırada içlerindeki kanı sıkıştırıp onun ileriye akışını sağlarlar. Bu sıradaki basınca diastolik basınç denir. Hipertansiyon, sistemik arteriyelkan basıncının sürekli yükselmesi olarak tanımlanmaktadır. Diastolik kan basıncının 80 mm-Hg, sistolik kan basıncının 120 mm-Hg’nin üzerindeki değerleri hipertansiyon olarak kabul edilir. Hipertansiyonun etiyolojisi çoğunlukla belirsizdir, bu durumda primer veya esansiyel hipertansiyondan söz edilebilir ve hipertansiyon hastalarının yaklaşık %95’i bu gruba dahil edilir.(1) 2.1.Hipertansiyonda Etiyolojik Faktörler 2.1.1.Esansiyel (Primer) Hipertansiyon Heredite , tuz alımının artması, şişmanlık, yaş, ırk, stres başlıca etiyolojik faktörler olarak bildirilmektedir. (2) 2 2.1.2.Sekonder hipertansiyon Renal hipertansiyon a) Parankimal b) Renovasküler c) Travma Endokrin kaynaklı hipertansiyon a) Tiroid b) Adrenal c) Paratiroid Nörolojik Mekanik nedenler Eksojen a) Zehirlenme b) Gıdalar c) İyatrojenik Gebelik toksemisi Çeşitli nedenler 2.2.Hipertansiyon Tedavisi Hipertansiyon tedavisi iki şekilde uygulanır. Bunlar nonfarmakolojik ve farmakolojik tedavidir. Yüksek kan basıncının uygun bir tedavi ile normal düzeyde tutulması hipertansiyona bağlıkomplikasyonları belirgin düzeyde azaltır. Bu nedenle zamanında başlanan ve kontrollü olarak devam ettirilen bir antihipertansif tedavinin büyük önemi vardır. 3 Hipertansiyon tedavisinde temel prensipler şöyle sıralanmalıdır: Tedaviye başlamadan önce, hastada yerleşmiş bir hipertansiyon bulunduğu ortaya konmalı, diastolik kan basıncının birkaç ölçümde 105 mm-Hg üzerinde bulunması halinde tedaviye başlanmalıdır. Burada karar hastanın durumunun değerlendirilmesi ile verilir. Sekonder hipertansiyon nedenleri aranmalı ve tedavi buna göre yönlendirilmelidir. Prognoza etkili olan organ bozukluklarınınvarlığı ve derecesi hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Hipertansiyonun derecesine göre hafif etkili ilaçlardan başlayıp daha güçlü ilaç ve ilaç kombinasyonlarına doğru gidilmelidir. Burada ayrımınyararıvardır. diastolik Hastanın basınç sosyal, değerlerine emosyonel göre durumu yapılan hakkında bir bilgi edinilmelidir. Tedavinin düzenli uygulanabilmesi için hastaya gerekli aydınlatıcı bilgiler verilmelidir. Hipertansiyon tedavisinde hedef kan basıncını normal sınırdatutmaktır. Fakat yan etkilerin fazla görüldüğü hastalarda yadayaşlılarda, kan basıncı normalden biraz yüksek düzeylerde bırakılabilir. Her hastanın tedavisi kendi özelliklerine göre ayarlanmalıdır.(2) Sistolik hipertansiyon genellikle antihipertansif tedavi gerektirmeyen bir durumdur. Hatta yaygın ateroskleroza bağlı sistolik hipertansiyon olan bir hastada kan basıncı düşürme çabaları vital organlarınperfüzyonunda tehlike azalmalarına neden olabilir. Fakat çok yüksek (200 mm-Hg gibi) ise antihipertansif tedavi gerektirir. 2.2.1.Antihipertansif İlaçlar Diüretikler Adrenerjik reseptör blokerleri Adrenerjik nöron blokerleri 4 Santral etkili sempatolitik ilaçlar ve diğer sempatolitikler Kalsiyum kanal blokerleri Anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri ve reseptör blokerleri 2.2.1.1. Diüretikler Etkimekanizması: Başlangıçta idrar sodyum atılımınıarttırarak plazma volümünü, ekstrasellüler sıvı volümünü ve kalp debisini düşürürler. 6-8 hafta sonra plazma, ekstrasellüler sıvıvolümü ve kalp debisi normale döner. Kan basıncı düşüşü periferik direnç düşüşü ile ilişkilidir. Yan etkileri: Hipokalemi, hipomagnezemi, hiperkolesterolemi, hiponatremi, glukoztoleransinda hiperkalsemi, azalma, postural hiperürisemi, hipotansiyon, prerenalazotemi ve impotans olarak bildirilmiştir.(3) Kontrendikasyonları: Hipovolemide, hipokalemide, ventriküler aritmilerde, proaritmik ilaçlarla birlikte, hamilelikte kontrendikedir. Etken Maddeleri: Bumetanid,Furosemid,Indapamid,Spironolakton,Hidroklorotiazit+spironolakto n,Hidroklorotiazit+triamteren,Hidroklorotiazit+amilorid. Piyasa isimleri: Bumid, Lasix, Fludex, Aldactone, Aldactazide, Triamteril, Moduretic. 5 2.2.1.2. Adrenerjik Reseptör Blokerleri 2.2.1.2.1.Beta Adrenerjik Reseptör Blokerleri Etki mekanizması: Etki mekanizmasınınkompleks olduğu ve hastaya göre değişkenlik gösterdiği düşünülmektedir. Yine de, baroreseptörduyarlılığınınartırılması, renin sempatik salgılanmasınıninhibisyonu, sinir uçlarındannoradrenalin salınımınınazalması, sempatik merkezlerin inhibisyonu beta adrenerjiklerin etkisiyle oluşmaktadır. Yan etkileri: Bronkospazm, periferik vazospazm, depresyon, ağızkuruluğu, somnolans, impotans, bradikardi ve arteria-venöz (A-V) bloklar, hiperlipidemi ve hipoglisemi belirtilerini maskelemesidir.(3) Kontrendikasyonları: Hipotansiyon, bradikardi ve A-V bloklar, astım, KOAH, ağır kalp yetersizliği , periferik damar hastalığı,ağır depresyon, insülin alan diyabetiklerde kullanılmasının uygun olmadığı bildirilmiştir. Etken maddeleri: Asebutolol, Atenolol, Karvedilol, Labetalol, Metoprolol, Nadolol, Propranolol. Piyasa İsimleri: Prent, Tensinor, Dilatrend, Trandate, Beloc, Corgard, Dideral. 6 2.2.1.2.2.Alfa Reseptör Blokerleri Etki mekanizması: Post sinaptik alfa reseptör blokajı yoluyla vazodilatasyon yaparlar. Yan etkiler: İlk doz hipotansiyonu, ortostatik hipotansiyon olarak bildirilmiştir.(3) Kontrendikasyonları: Koroner yetersizliği bulunan olgularda kontraendikedir. Etken Maddeler: Doksazosin, Prazosin, Terazosin, Trimazosin. Piyasa İsimleri: Cardura, Minipress, Hytrin, Cardovar BD. 2.2.1.3.Adrenerjik Nöron Blokerleri Etki mekanizması: Veziküleraminpompasınıirreversible biçimde bloke ederek etki gösterirler. Günümüzde pek tercih edilmezler. Yan etkileri: Burun tıkanıklığı, yüzde ve boyunda kızarıklık, üşüme, titreme gibi yan etkileri görülebilir.(4 7 Etken maddeler: Rezerpin, guanetidin, metitirozin. Piyasa İsmi: Regreton. 2.2.1.4.Santral Etkili ve Diğer Sempatolitikler Etki mekanizması: Periferik vasküler rezistansi düşürürler, kalp fonksiyonlarını inhibe ederler, kapasitans damarlarda venöz göllenmeyi artırırlar ve bu şekilde etki gösterirler. Yan etkileri: Ortostatik hipotansiyon, yorgunluk duyumsama, sedasyon ve erkeklerde seksüel disfonksiyondur. Etken Maddeleri: Klonidin, Metildopa, Rilmenidin. Piyasa İsmi: Catapres, Alfamet, Hyperium. 2.2.1.5.Kalsiyum Kanal Blokerleri Etki Mekanizması: Damar düz kaslarındaki kalsiyum engelleyerek vazodilatasyon sağlarlar. 8 kanallarından, kalsiyum geçişini Yan etkileri: Baş ağrısı, sıcakbasması, yüz kızarması, kabızlık(özellikle verapamil), bradikardi (verapamil ve diltizem), refleks taşikardi (özellikle dihidropridinler) gibi yan etkiler bildirilmiştir.(3) Kontrendikasyonları: Non-dihidropridingrubu konjestif kalp yetersizliği, hipotansiyon, hasta sinüs sendromu, sinüs bradikardisi ve A-V iletim kusurunda kesin, aort darlığında ve gebelikte relatif kontrendikasyon oluşturur. Dihidropridin grubunun ise aort darlığında, idyosenkrazide, hipotansiyon durumunda kesin, gebelik ve konjestif kalp yetersizliğinde rölatif kontrendikasyonu bildirilmiştir. (4) Etken Maddeleri: Amlodipin, Diltizem, Felodipin, Isradipin, Lerkadipin, Nifedipin, Nizoldipin, Verapamil. Piyasa İsmi: Norvasc, Diltizem, Plendil, Dynacirc, Lercadip, Adalat Crono, Syscor, Isoptin. 2.2.1.6.Anjiotensin Dönüştürücü Enzim Ve Reseptör İnhibitörleri 2.2.1.6.1.Enzim İnhibitörleri Etki mekanizması: Renin AngiotensinAldosteron Sisteminde (RAAS) anjiotensin I’ den anjiotensin II oluşmasını inhibe ederler . bradikinininyıkımınıengelleyerek kanda birikmesini sağlarlar. 9 Ayni zamanda Yan etkiler: Kuru öksürük, wheezing, anjioödem, hiperkalemi gibi yan etkiler bildirilmiştir. Özellikle anjiotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörlerinin ilk dozlarında şiddetli hipotansiyon görülebilir.(4) Kontrendikasyonlari : ACE inhibitörleri hamileliğin 2. ve 3. trimesterinde fötal hipotansiyon, anüri, böbrek yetmezliği oluşturması nedeniyle kontraendikedir. Piyasa İsimleri: Coversyl, Cibacen, Kaptoril, Acuitel, Rilace, Delix, Zestril, Enapril, Monopril, Gopten. 2.2.1.6.2.Reseptör İnhibitörleri Etki mekanizması: Renin anjiotensin aldosteron sistemde, güçlüvazokonstriktifangiotensin II tarafındananjiotensin I reseptörünün etkilenmesini önleyerek etki gösterirler. Bradikininüzerine etkileri yoktur. Yan etkileri: Bradikinin birikmesine neden olmadıkları için öksürük yan etkisi yoktur. Kontrendikasyonları: Gebelik, bilateralrenal obstrüktifkardiyomiyopati, darlığı, arter hiperkalemi edilmemektedir. 10 ciddi olgularında aort darlığı kullanılmaları ve tercih Piyasa İsmi: Karvea, Atacand, Micardis, Pritor, Diovan, Cozaar. 2.3. Diş Hekimi Yaklaşımı Anamnez ve muayene bulguları, hipertansiyon yönünden dikkatlice değerlendirilmelidir. Hastaya bu durumun ne zaman tespit edildiği, hangi ilacıkullandığı ve herhangi bir organ ya da sistem komplikasyonun olup olmadığı sorulmalıdır. Diş hekimi, kan basıncı ölçümü yaparak, hastadaki tansiyon olgusunu ilk teşhis eden kişi de olabilir. Hipertansif tedavinin net tedavi kılavuzları olmasına rağmen, hastaların yaklaşık üçte birinin kan basıncı kontrolü yoktur(5).Bu nedenlehipertansif hastanın kan basıncı kontrolleri her seansta mutlaka yapılmalı ve gerekirse doktoruyla konsültasyona gidilmelidir. Anksiyete, aktivite artışı, postür, tansiyon aleti kolluğunun büyüklüğü ve kullanılan arter, kan basıncı ölçüm sonucunu etkileyebilir. Tansiyon ölçümünde ideal olarak, hasta birkaç dakika, rahat dinlenme pozisyonunda bir koltukta oturtulmalıdır. Kan basıncı, hasta 5-10 dakika dinlendikten sonra, oturur pozisyonda, manşon kola uyumlu olacak şekilde, kol altı desteklenerek ve kalp hizasından ölçülmelidir. Kan basıncı yüksek saptanırsa, ölçüm en az 5 dakika sonra tekrarlanmalıdır. Ölçüm hastanın ilk muayenesinde her iki koldan, sonraki değerlendirmelerde ise sağ koldan yapılmalıdır. Normal değerleri, erişkinlerde 120/80 mm-Hg, yaşlılarda 140/90 mmHgolarak değerlendirilebilir . Kan basıncını artıran en önemli olgu strestir. Toplumda genelde görülen bir diş hekimine gitme korkusu vardır. Bu korkuda strese neden olur ki zaten hipertansiyon 11 hastaları strese yatkın kişilerdir. Bu yüzden bu hastalara ılımlı yaklaşılmalı, tedavi süreleri kısa tutulmalı, hastalarla iyi bir diyalog kurulmalıdır. Dental anksiyete ve stres, hipertansif krize yol açabileceği için hastada diş tedavisi öncesi sedasyon yapılabilir. Stres halinde adrenalinin plazma konsantrasyonu, istirahat haline oranla % 20 oranında artabilir. Yapılan bir çalışmada (6) , sadece diş kontrolüne giden hastada sistolik basıncın 7-9 mm-Hg ve diastolik basıncın 3-4 mm-Hg arttığı görülmüştür. Ağrı, anksiyete ve stresin kontrolü ve uygun bir sedasyon ile kan basıncı artışının daha azolduğu belirlenmiştir(6).Sedasyon amacıyla, bu hastalara oral diazepam, klordiyazepoksid tablet verilebilir. Hastalar bu ilaçları muayeneye gelmeden 3 gece önceden almaya başlayıp 1 saat önce tekrar almalıdır. Hipertansif hastalardaayrıca bir aterosklerozun var olup olmadığı önemlidir. Zira bu tip hastalar myokard infarktüsüne karşı eğilim gösterirler. Ateroskleroz işareti bulunmayan esansiyel hipertansiyon hallerinde diş hekimliği cerrahisine ait bir girişimin yapılabilmesi genellikle mümkündür. İyi kontrol edilmeyen hipertansiyonlu hastalarda ağrı, stres gibi uyaranlar, kan basıncını aniden yükseltebilir nadiren de olsa serebrovasküler komplikasyonlar gelişebilir. Kan basıncı değerleri çeşitli önlemlere rağmen düşmüyorsa seans başka güne ertelenmelidir. Genel anestezi endikasyonu varsa hastane ortamı tercih edilmelidir..Kanama komplikasyonu söz konusu olabilir, kanama önlemleri ve kontrolü unutulmamalıdır. Bölgesel lokal anestezideaspirasyon mutlakayapılmalıdır, damar içine direk enjeksiyonlar oldukça tehlikeli olur. Seanslar kısa tutulmalı, hastayı strese sokacak hareketlerden kaçınılmalı, hasta rahatlatılmalıdır. Hipertansiyonlu hastalarda hiçbir lokal neden olmaksızın diş ağrıları olabilir. Bunun nedeni pulpadakikan basıncıartışınabağlı pulpa hiperemisi olabilir. 12 Vazokonstrüktörlülokal anestezikler ve kardiyoselektif olmayan beta adrenerjik blokerler beraber kullanılınca akut tansiyon yükselmeleri olabilir ve refleks bradikardi gelişebilir. Metildopa veya guanetidin kullanan tansiyon hastalarında vazokonstrüktörlülokal anestezikler kullanılırsa (özellikle de norepinefriniçeren) tansiyon artışı ve kardiyak aritmiler gelişebilir. Nonsteroid antiinflamatur ilaçlar, diüretikler, beta adrenerjik blokerlerin, ACE inhibitörleri, hidralazin, prazosin ve selektif alfa antagonistlerinin antihipertansif etkilerin azaltırlar. Özellikle de beş günden fazla NSAI ilaç kullanımı önerilecekse tansiyon sıklıkla ölçülerek kontrol edilmelidir. Amid içerikli lokalanesteziklerin (lidokain) karaciğerde metabolize oluşunu azaltan beta adrenarjik blokerleri kullanan hastalarda toksik etkiyi önlemek için lokal anestezi uygulamasında 120 mg’in altındakalmaya özen gösterilmelidir. Dental girişimler esnasında oluşabilecek problemler; Diş hekimine gelmenin yarattığı stres ve endişe, hipertansif hastalarda kan basıncındaartışa sebep olabilir, myokard infarktüsü ya da serebrovasküler olaylarıhızlandırabilir. Kan basıncı belirgin bir şekilde yükselmişse, cerrahi uygulama veya kürataj sonrasıaşırı kanama olabilir. Antihipertansif ilaçlarla tedavi görmekte olan hastalarda mide bulantısıortaya çıkabilir, hipotansiyon gelişebilir yada postural hipotansiyon oluşabilir. Vasopressörlerin aşırı kullanımı tehlike yaratacak ciddi yükselmelere neden olabilir. Antihipertansif ajanlarin pek çoğu barbitüratlarinsedatif etkilerini ortaya çıkarabilir. Hipotansif tablolara sebep olabilen bazı antihipertansif ilaçları alan hastalarda, sedatif ilaçlarla hipertansif etki azaltılabilir. Aşırı kanama oluşabilir. Hipertansif kriz geçiren hastaya diş hekimiyaklaşımı; 13 Sistolik kan basıncının200 mm-Hg yi, diastolik kan basıncının ise 100 mmHg'yi aştığı durumlar hipertansif kriz olarak tanımlanmaktadır. Bu hastalarda, Şiddetli baş ağrısı, Bulantı, kusma, Çok şiddetli baş dönmesi, Bilinç bulanıklaşmasıyaşanır, yer, zaman, mekan tayinleri zorlaşır (entelektüel kapasitede düşme). Angina pektoris, Sol kalp yetmezliği belirtileri (ortopne, boğulur gibi olma, ödem) ortaya çıkabilir. Özellikle arteriosklerozu olan yaşlı kişilerde kriz serebrospinal sekeller bırakabilir. Bunlarda amaç arteryel tansiyonu, mutlaka 70/ 100 mm-Hg’ nin(diastolik/sistolik) altına düşürmektir. Önce hastayı sakinleştirip yarı yatar konuma getirilip istirahat ettirilir. Sık sık kan basıncı ve nabız kontrolü yapılır. Dil altınanifedipin verilmelidir. Önce bir kapsül verilir. Tansiyon düşmez ise 10 dakika sonra tekrar verilir. Vücutta aşırı ödem varsa hızlı cevap verebilecek bir diüretik verilir. Nefes darlığı veya hırıltılı nefes varsa bu hastanın vücudunda aşırı su tutulduğunu gösterir. Sublingual nitrogliserin verilerek tansiyon düşürülmeye çalışılır. Hastanın daha uzun süreli tedavisinde tansiyon ilaçları verilerek tansiyonu normale getirilir. 14 3.TİROİD BEZİ HASTALIKLARI: 3.1.Tiroid BezininAnatomisi Tiroid bezi kahverengi renkli, sert kıvamlı olup, musculus sternothyroideus ve musculus sternohyoideusun arkasında yer almaktadır. Tiroid 2 lobdan oluşur ve krikoid kıkırdağın hemen altında isthmusla orta hatta birbirine bağlanır. Tiroid bezinin normal ağırlığı 20 gr olmakla beraber, vücut ağırlığı ve iyot ağırlığına göre değişmektedir. (7) 3.2.TiroidHormonlarının Özgün Vücut MekanizmalarınaEtkileri: 3.2.1.Karbonhidrat Metabolizmasına Etkisi: Tiroid hormonu karbonhidrat metabolizmasının her aşamasını stimüle eder, glikozun hücreler tarafından hızla alınmasını sağlar, glikolizi ve glikoneojenezi artırır, gastrointestinal kanaldan glikoz absorbsiyonunu hızlandırır ve hatta insülin sekresyonunu artırarak bu yolla da karbonhidrat metabolizmasını etkiler. 3.2.2.Yağ Metabolizmasına Etkisi: Tiroid hormonları yağ dokusunu mobilize ederek kanda serbest yağ asitlerinin artışına neden olur. Aynı zamanda serbest yağ asitlerinin hücreler tarafından kullanılmasını sağlar. Karaciğerde LDL reseptör sayısını arttırarak kan kolesterol seviyesinin azalmasına neden olur. Kolesterol dışında kan fosfolipid ve trigliserid seviyesini azaltır. Ayrıca beta-lipoprotein degradasyonunu artırır. Buna karşılık tiroid salgısının azalması kolesterol, fosfolipid ve trigliserid konsantrasyonlarını artırır ve hemen daima karaciğer yağlanmasına yol açar. Uzun süren hipotiroidizmde kanda lipidlerin ileri derecede artması ağır aterosklerozla birliktedir.(8) 15 3.2.3.Kan ve Karaciğer Yağlarına Etkisi: Tiroid hormonlarının artması, serbest yağ asitlerini artırmakla beraber, kanda kolesterol, fosfolipid ve trigliseridlerin miktarını azaltır. Öte yandan, tiroid hormon sekresyonunun azalması, kolesterol, fosfolipid ve trigliseridlerin konsantrasyonunu yükseltir ve hemen daima karaciğerde aşırı yağ birikimine neden olur. Uzun süren hipotiroidi durumunda, dolaşım kanında lipidlerin artmasına sıklıkla ağır arteriyoskleroz eşlik eder. 3.2.4.Vitamin Metabolizmasına Etkisi: Tiroid hormonu birçok farklı enzimin miktarını artırdığı ve vitaminler de bazı enzim ve koenzimlerin önemli bölümleri oldukları için, tiroid hormonları vitamin gereksinimini de artırır. Bu nedenle, aşırı tiroid hormon sekresyonunda, aynı zamanda alınan vitamin miktarı da artmamışsa, rölatif bir vitamin yetersizliği görülür. 3.2.5.Bazal Metabolizma Hızına Etkisi: Tiroid hormon vücut hücrelerinin çoğunda metabolizmayı artırdığı için aşırı miktarda hormon bazen bazal metabolizmayı normalin %60 – 100’ü kadar yükseltebilir. Öte yandan tiroid hormon üretimi olmadığı zaman, bazal metabolizma hemen hemen normalin yarısına iner; yani bazal metabolizma hızı –30 ile –45 olabilir.(9) 3.2.6.Vücut Ağırlığına Etkisi: Tiroid hormonu üretiminin çok fazla yükselmesi, vücut ağırlığının azalmasına yol açar, üretim çok azaldığı zaman da vücut ağırlığı artar; fakat bu etkiler her zaman 16 ortaya çıkmaz, çünkü tiroid hormonu iştahı artırır ve bu metabolizma hızındaki değişmeye karşı gelir. 3.2.7.Kardiyovasküler Sisteme Etkileri: 3.2.7.1.Kan Akımı ve Kalp Debisi Etkisi: Doku metabolizmasının yükselmesi, oksijenin normalden daha fazla kullanılmasına neden olduğu gibi, metabolik son ürünlerin de artmasına yol açar. Bu etkiler vücut dokularının çoğunda vazodilatasyon yaratarak bu yolla kan akımını artırır. Bu koşullarda ısının kaybı gerektiği için özellikle deri kan akımı çok yükselir. 3.2.7.2.Kalp Hızına Etkisi: Tiroid hormonu etkisinde kalp frekansı, basitçe kalp debisinin yükselmesinden beklenen değerdençok daha fazla artmaktadır. Bu nedenle, tiroid hormonu belki, kalbin uyarılmasına direkt olarak etkili olmakta ve bu yolla kalbi hızlandırmaktadır. Bu etki özellikle önemlidir, çünkü kalp frekansı, hastanın aşırı ya da yetersiz tiroid sekresyonunu belirlemede klinisyen için çok duyarlı bir bulgudur. 3.2.7.3.Kalbin Vurum Gücüne Etkisi: Tiroid hormon üretiminin artmasıyla enzim aktivitesinin yükselmesi, eğer tiroid hormon sekresyonundaki artış hafifse, kalbin gerim gücünü de artırır. Bu hafif artış egzersizde kalp gücünün artışına benzer. Bununla beraber, tiroid hormon sekresyonu belirgin olarak yükselirse, aşırı sekresyonu belirgin olarak yükselirse, aşırı protein katabolizmasına bağlı olarak kalbin vurum gücü de düşer. Gerçekten bazı ağır tirotoksik hastalar, kalp debisinin yükselmesi sonucu kalp yükünün artması ve miyokard yetersizliğine bağlı sekonder bir kalp dekompansasyonu ile ölmektedir.(9) 17 3.2.7.4.Kan Hacmine Etkisi: Tiroid hormonu, kan hacminde hafif bir artışa neden olur. Bu etki, en azından kısmen, çok miktarda kanın dolaşım sisteminde toplanmasına yol açan vazodilatasyona bağlıdır. 3.2.7.5.Arter Basıncına Etkisi: Ortalama arteriyel basınç genellikle değişmez. Bununla beraber, vurum hacmi yükseldiği ve kalp vurumları arasında dokulardan geçen kan akımı arttığı için, sistolik basıncın 10 – 20 mmHg yükselmesi, diastolik basıncın ise buna karşılık düşmesi sonucu nabız basıncı yükselir.(9) 3.2.8.Solunuma Etkisi: Metabolizmanın yükselmesi, oksijen tüketimini ve karbondioksit oluşumunu artırır; bu etkiler solunumun frekans ve derinliğini artıran tüm mekanizmaları aktive eder. 3.2.9.Gastrointestinal Kanala Etkisi: İştahın ve besin alımının artmasına ek olarak tiroid hormonları, gastrointestinal sistemde hem sindirim sekresyonlarını hem de motiliteyi artırır. Sıklıkla diyare görülür. Tiroid hormonlarının eksikliğinde ise konstipasyon olur. 3.2.10.Merkezi Sinir Sistemine Etkisi: Tiroid hormonlar genel olarak serebrasyonu hızlandırır fakat aynı zamanda disosiyasyon da yapar; öte yandan tiroid hormonlarının eksikliğinde bu fonksiyon azalır. Hipertiroidili şahıslarda ileri derecede sinirlilik ve anksiyete kompleksleri, aşırı endişe ya da paranoya gibi birçok psikonörotik eğilimler gelişir. 18 3.2.11.Kasların Fonksiyonuna Etkisi: Tiroid hormonlardaki hafif artış genellikle kaslarda sert kasılmalara neden olur fakat aşırı hormon salgılanması katabolizmanın fazlalaşmasıyla kaslarda zayıflık yapar. Öte yandan, tiroid hormonları bulunmadığı zaman kaslarda aşırı bir tembellik ve kasılmadan sonra yavaş gevşeme görülür. 3.2.12.Uykuya Etkisi: Tiroid hormonlarının kas ve merkezi sinir sistemi üzerinde yıpratıcı etkisi nedeniyle hipertiroidili şahıs, sürekli yorgunluk hisseder; fakat tiroid hormonunu sinapslardaki uyarıcı etkisinden dolayı uyuması çok güçleşir. Öte yandan, aşırı uyku hali hipotiroidi için karakteristik bulgudur. 3.2.13.Diğer Endokrin Bezler Üzerine Etkisi: Tiroid hormonun artması, diğer endokrin bezlerin çoğunun sekresyonunu artırır, fakat aynı zamanda dokuların bu hormonlara gereksinimini de yükseltir. Örneğin tiroid hormon sekresyonunun artması, vücudun her yerinde glikoz metabolizmasını da artırır ve pankreastan buna uyan bir insülin sekresyonu olur. Aynı zamanda, tiroid hormonu, kemik yapımı ile ilgili birçok metabolik aktiviteyi artırır ve sonuçta paratiroid hormon gereksinimi de çoğalır. Son olarak, tiroid hormon karaciğerde böbreküstü bezi glikokortikoidlerinin inaktivasyonunu hızlandırır. Bu hipofiz ön bezinden ACTH salgılanmasını artırarak, böbreküstü bezinden glikokortikoid sekresyonunu stimüle eder.(9) 2.2. Tiroid Bezi Hastalıkları: Endokrin hastalıklar içinde önemli bir yer tutan tiroid hastalıklarını başlıca üç kısımda inceleyebiliriz. 19 Hiperfonksiyonlu tiroid bezi hastalıkları Eksoftalmik guatr (Basedow-Graves hastalığı) Toksik nodüler guatr Aşırı iyot alınması Aşırı tiroid hormonu alınması Hipofonksiyonlu tiroid bezi hastalıkları Miksödem Kretenizm Hipotiroidi Normofonksiyonlu tiroid bezi hastalıkları Basit guatr Tiroiditler Tiroid tümörleri 3.3.1.Hiperfonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları Hipertiroidizm tiroid bezinden aşırı tiroid hormonu (T3 ve T4) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Basedow-Graves hastalığı tiroid bezinin nedeni bilinmeyen bir hastalığıdır. Vücut tiroid bezine karşı TSH reseptör antikoru üretir ve bu antikor tiroid bezini uyararak aşırı antikor üretmesine neden olur. Hipertiroidili hastaların çoğunda(%6080) Basedow- Graves hastalığı vardır(10). Nodüllerde hipertiroidi yapabilirler. Hipertiroidi hastalarının %5’inde nodülnedeniyle hipertiroidi oluşur. 20 Klinik bulgular: Hipertiroidinin kardinal semptomlarından birisi hastanın kısa süre içerisinde zayıflamasıdır. Yorgunluk, kas kuvvetinde azalma hastalığın belirtilerindendir. Şikayetler başlangıçta çok belirgin olmayabilir. Sadece bir iş yaparken hastanın zaman zaman dinlenme ihtiyacı duyması dikkat çekicidir.Tedirginlik , sinirlilik, aşırı terleme, çarpıntı görülebilir. Bazen sadece kadın hastalarda, menstrüasyon bozukluklarının ortaya çıktığı ve bu şikayetle doktora gittikleri görülür. Tremor hastalığın oldukça önemli belirtilerindendir. Hastaların çoğunda tiroid bezinde diffüz olarak büyüme gözlenir, bezin kıvamı yumuşaktır. Dolaşım sisteminde taşikardi, nabız basınç artması, sistolik bir hipertansiyon, aritmik bir nabız (genellikle arteriyel fibrilasyona bağlı olarak) ve bazen de kalp yetmezliklerine rastlanır. Laboratuvar bulgularında, hafif lökopeni ve anemi,lenfositozis saptanır. Bazal metabolizmada artma, kolesterol seviyesinde düşme, hiperglisemi ve glikozüri, yanı sıra T3 ve T4 hormon düzeylerinde hipertiroidizmin şiddetine bağlı olarak artma saptanır. 3.3.2.Hipofonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları Hipotiroidizm tiroid bezinin az hormon salgılaması nedeniyle oluşan bir hastalıktır. Kan dolaşımında tiroid hormonları (T3 ve T4) düşük olduğundan metabolizma yavaşlar ve bu duruma bağlı şikayet ve belirtiler ortaya çıkar. Hipotiroidiye neden olan hastalıkların başında Hashimoto tiroidi gelir. Her yaşta görülebilmesine rağmen en sık 30-50 yaşlarında görülür(11) .Hashimoto tiroiditinde otoimmün bir reaksiyon söz konusudur. Vücut tiroid bezini yok etmek için çok miktarda anti-TPO antikoru ve anti-tiroglobulin antikoru üretir. Bu antikorlar tiroid bezine bağlanarak tiroid hücrelerini tahrip eder. Bu yıkım sürecinde 21 tiroid bezine reaksiyonel olarak bir çok iltihap hücresi birikir. İltihap sonucunda tiroid hücreleri tahrip olup azalınca da bez küçülür, hormon yapacak hücre kalmaz ve sonunda tiroid hormon yetmezliği ortaya çıkar. Bu hastaların yıllar içinde tiroid bezi gittikçe küçülür. Hipotiroidiye neden olan diğer etkenlerden biriside tiroid bezi ameliyatlarıdır. Tiroid ameliyatı sonrası yeteri kadar hormon salgılayacak kadar doku kalmamış ise hipotiroidi gelişir. Radyoaktif iyot tedavisi yapılan hastalarda tiroid bezi tahrip edildiği için yeteri kadar hormon salgılanamayacağından dolayı hipotirodi gelişir. Hipotiroidi ayrıca şeker hastalarında, kansızlığı olanlarda, romatoid artiritli hastalarda ve 60 yaş üzeri kadınlarda daha sık görülür. (2) Klinik bulgular: Halsizlik, güçsüzlük, kolay yorulma, üşüme, soğuğa tahammülsüzlük, depresyon, uyku bozukluğu, hafızada zayıflama, bradikardi, seste kısıklık ve kalınlaşma, göz etrafında şişlik, ciltte kuruma ve kalınlaşma, saçlarda dökülme, kas krampları, kabızlık, menstruasyon bozuklukları, kilo alma, terlemede azalma gibi bulgular görülebilir. 3.3.3.Normal Fonksiyonlu Tiroid Bezi Hastalıkları Guatrlar; Tiroid bezinin normalden büyük oluşuna guatr denir. Birçok nedenle guatr oluşur. Guatrları etkenlerine göre sıralamak gerekirse; Basit guatr 22 Endemik guatr Otoimmun tiroidit Guatrojenlerin meydana getirdiği guatr Subakut tiroidit Akut tiroidit Guatr çeşitleri içinde üzerinde en çok durulması gereken guatr basit guatrdır. Basit guatrlarda tiroid bezi büyümüştür. Ancak fonksiyonlarında bozuma yoktur. Klinik yönden de hastanın bir şikayeti yoktur. Hekime sadece tiroidinin büyüdüğünü ifade ederek gelirler. Hastalık kadınlarda erkeklere oranla çok daha sık ortaya çıkar. Aynı ailede birden fazla kişide görülebilir. (12) 3.4.Tiroid Bezi Hastalıkları Tedavisinde Kullanılan İlaçlar 3.4.1.Antiroid İlaçlar: Tiyoüre Türevleri: Etki mekanizması: Tiroid follikül hücrelerinde, hormon sentezi ile ilgili basamaklardan birini veya birkaçını bozmak suretiyle hormon biyosentezini inhibe eden ya da radyoaktif iyod gibi tiroid dokusunda konsantre olan ve ışınla folikül hücrelerini tahrip eden ilaçlardır. Yan Etkileri: En sık görülen yan etkileri ciltte döküntüler, ateşi ve agranülositozdur.Seyrek görülen yan etkiler arasında eklem ağrıları, myalji, nörit, kolestatik sarılık, saç ağarması, trombositopeni, lenf düğümü ve tükürük bezlerinin şişmesi ve toksik 23 psikoz gibi belirtiler bulunur. Metimazol kullanan bazı hastalarda nekrotize gingivitis, ülseratif lezyonlar izlenmiştir.(13) Etken Maddeleri: Propiltiourasil, Metimazol, Karbimazol, Metiltiourasil Piyasa İsmi: Propycil, Thyromazol 3.4.2.Tiroid Hormon Preparatları: Hipotiroidizmin tedavisinde ilaç olarak tiroid ekstresi, saf sentetik tiroid hormonları veya hormon karışımı kullanılır. Yan Etkileri: Hipertiroidizm halinde görülen klinik belirtilere benzer. Etken Maddeleri: Levotiroksin sodyum, Liyotironin sodyum, Liyotriks, Tiroglobülin Piyasa İsmi: Euthyrox, Levatiron, Tiromel 3.5.Diş Hekimi Yaklaşımı Tiroid hastalıkları ülkemizde sık görülen bir sağlık sorunudur ve görülme oranı %5-56 arasında değişmektedir. (14) 24 3.5.1.Hipotiroidi Hastalarına Diş Hekimi Yaklaşımı Doğuştan hipofonksiyonu varsa (0-6 yaş) Kretinizm veya gelişme döneminde olmuşsa (6-12 yaş) Juvenil miksödem denen klinik durumlar ortaya çıkar. Somotik ve mental gelişme belirgin şekilde geri kalır.Dişlerde sürme gecikmeleri olur. Kretenizmde ayrıca üst çene normalden küçüktür. Juvenil miksödemde sürme gecikmeleri görülür.Yapılan bir çalışmada hipotiroidili hastaların %82’sinde makroglossi görülmüştür.(15) Hipotiroidi hastalarda zaten Merkezi Sinir Sistemi (MSS) depresyonu vardır. Bu nedenle bu hastalarda trankilizanlar, genel anestezi, sedatif ve narkotik analjezikler verilirse ölüme yol açabilecek yan etkiler oluşabilir.(2) Hipotiroidizmde de enfeksiyon, travma ve cerrahi işlemlere karşın tolerans azalmıştır. Bu gibi durumlarda hızlı hormon replasmanı gerekir. Bu hormonların hızlı verilmesi sonucu da adrenalinlerin strese cevabı zayıflar. Bu nedenle doktor konsültasyonu istenmelidir. Tiroid hormonlarının emilimini demir tabletleri, antiasit ilaçlar ve kalsiyum engellemektedir. Bu nedenle bu tür hastalarda bu ilaçların kullanımı kısıtlanmalıdır. Diş hekimlerinin çeşitli cerrahi uygulamalar sonrası kalsiyum yüklemeleri yaparken bu durumu göz önüne almaları uygun olacaktır. 3.5.2.Hipertiroidi Hastalarına Diş Hekimi Yaklaşımı Hipertiroidi görülen hastalarda ağız dışı muayenede boyun bölgesinde, yutkunma ile hareket eden büyümüş tiroid bezi olabilir. Diş hekimi eksraoral muayenede boyun bölgesinide kontrol etmelidir. 25 Bu hastalarda, enfeksiyon, travma, cerrahi uygulamalar ve stres tirotoksik krizi başlatabilir. Tirotoksik kriz ya da tiroid fırtınası, hipertiroidi hastalarını tehdit eden bir ataktır ve bir veya birden fazla organ sisteminde dekompansasyon ile sonuçlanabileceği bildirilmiştir(16).Ayrıca kateşolaminlere duyarlılık artmıştır. Lokal anesteziklere vazokonstrüktör olarak kullanılan adrenalin, dental uygulamaların stresi ile birleşince tirotoksik krize neden olabilir. (2) Hipertiroidi görülen hastalarda enfeksiyon odakları giderilmeli, uygulamalar profilaktik antibiyotik tedavisi ile gerçekleştirilmelidir. Genel anesteziye bağlı tehlikeli aritmi gelişebilir. Sedatiflerle operasyon öncesi sedasyon sağlanabilir. Ancak benzodiapezinler antitiroid ilaçların etkisini arttırabilirler. Antitiroid ilaç olarak karbimazol, methimazol, propisiltiürasil kullananlarda agranülasitoza bağlı oral ülserasyon görülebilir. (2) 4.DİABETES MELLİTUS: Diabetes Mellitus, insülin salınımı, insülin etkisi veya bu faktörlerin her ikisinde de bozukluk olması sonucunda ortaya çıkan hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. (17) 4.1.İnsülinin Metabolizmaya Etkisi İnsülin, beyin dokusu hariç, çizgili kaslar, myokard, yağ dokusu ve meme bezi hücreleri gibi hücrelerin membranlarındaki insüline özgü reseptörlere bağlanarak bu hücrelere glikoz girişini arttırır. İnsülin eksikliğinde; bu hücrelerde 26 enerji kaynağı olarak kullanılan glikozun hücreye girişi azalır ve kanda glikoz seviyesi yükselir (hiperglisemi). Ayrıca karaciğer, çizgili kas dokusu, myokard ve yağ dokusunda glikozun glikojene dönüştürülmesini arttırır. Glikojenez ve glikojen yıkılması olayını (glikojenoliz) inhibe eder. Fakat yağ dokusu hücrelerinde glikoz glikojenden başka aynı zamanda yağ asidi ve trigliseridlere de dönüştürülür. İnsülin bu olayı hızlandırır, eksikliğinde ise glikozdan yağ yapımı azalır. İnsülin salgılanışı artınca(hiperglisemi durumlarında) trigliserid sentezi ve kana verilişi artar. Diyabetlilerde ateroskleroz oluşumu ve ilerleme oranı yüksektir.(18) Karaciğerde aminoasitlerden glikoz yapımını (glikoneojenoz) inhibe eder. İnsülin eksikliğinde glikoneojenez hızlanır ve bu durum hipergliseminin nedenlerinden biridir. Yağ dokusu hücrelerinde ve karaciğerde serbest yağ asitlerinden yağ sentezini arttırır. Eksikliğinde, yağların (trigliserid, fosfolipid) serbest yağ asitlerine parçalanması artar ve kanda serbest yağ asitleri oranı yükselir. Protein sentezini arttırır. Eksikliğinde, protein sentezi azalır ve protein yıkımı artar. Diyabetiklerde yara iyileşmesinin yavaş olmasındaki sebep budur. Antiketojenik etkisi; keton cisimcikleri, karaciğerde yağ asitlerinin Beta oksidasyonu sonucu oluşur (ketojenez). Hepatik ketojenezi uyaran en önemli hormon glukagondur. Diyabetlilerde, insülin eksikliği nedeniyle glukagonun ketojenik etkisi insülin baskısından kurtulur ve dolayısıyla plazmada keton cisimciklerin (aseton, asetoasetik asit, Beta hidroksibütirik asit) düzeyi yükselir ve idrara geçerler. Ketonlar kuvvetli asit olduğundan kan pH’sı aside doğru kayar (diyabetik ketoasidoz). 27 4.2.Diabetes Mellitusun Sınıflandırılması Oluşum biçimi ile hastalığın seyrindeki özelliklere göre diyabet 4 farklı başlık altında toplanabilir: Tip 1 diyabet Tip 2 diyabet Gebelik diyabeti Sekonder diyabet Tip 1 diyabet; İnsülin salgısının hiç olmaması ile ortaya çıkar. Daha çok çocuk ve gençlerde görülür. İnsülin salgılayan pankreastaki adacık hücrelerine karşı antikor yapılması sonucunda insülin yapan hücreler yok olur. Pankreas insülin yapamaz hale gelir. Tedavide mutlaka insülin verilir. Tip 2 diyabet; En sık görülen diyabet şeklidir. Rastgele ölçülen kan şeker yüksekliği veya oluşan organ hasarlarının bulguları sonucunda tanı konur. En sık görülen hasarlar görme bozuklukları, ellerde ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yara iyileşmesinde gecikme, kalp-damar hastalığı, tansiyon yüksekliği, gebelerde iri doğum veya düşüktür. Daha çok orta ve ileri yaşlarda görülür. Gebelik diyabeti; Bu diyabet gebelikte gelişir. Bu annelerin çocukları obezite riski taşır ve bu çocuklarda genç yaşta diyabet gelişebilir. Anne de Tip 2 gelişimi yönünden risk altındadır. 28 Sekonder diyabet; Bu diyabet türü pankreasta insülin üreten hücrelerin hasarına neden olan hastalıklar ve ilaç kullanımına bağlı olarak gelişir. Sekonder diyabete neden olan pankreas hastalıkları; pankreatit, travma/pankreatektomi, neoplaziler, kistik fibrozis, fibrokalküloz pankreas gibi hastalıklardır. Sekonder diyabeti meydana getiren endokrinopatiler ise; akromegali, Cushing sendromu, glukagonoma,feokromositoma, hipertiroidizm, somatostatinomadır. Sekonder diyabete neden olan maddeler arasında vakor, nikotinik asid, glukokortikoidler, tiroid hormonu, diazoxide, tiazidler, dilantin, interferon sayılabilir. 4.3.Diyabetin Klinik ve Laboratuvar Bulguları Kanda yeterli insülin bulunmadığı veya insülinin etkili olmadığı durumlarda kanda glikoz seviyesi yükselir. İnsülin eksikliğinde protein ve yağlar da tükendiği için kilo kaybı, kaslarda erime ve halsizlik belirir. Laboratuvar bulguları : Açlık plazma glukoz değerlerine göre; Açlık plazma glukozu <100 mg/dl = Normal Açlık plazma glukozu 100-125 mg/dl = Bozulmuş açlık glukozu Açlık plazma glukozu ≥126 mg/dl = Diabetes mellitus Oral Glukoz Tolerans Testi değerlerine göre; 2.saat plazma glukozu <140 mg/dl = Normal 2. saat plazma glukozu 140-199 mg/dl = Bozulmuş glukoz toleransı 2. saat plazma glukozu ≥ 200 mg/dl = Diabetes mellitus 29 4.4.Diabetes Mellitusun Tedavisi 1-Diyet 2-Diyet ve oral antidiyabetikler 3-Diyet ve insülin 4.4.1.Diyet Diyette kan şekerini hızla yükselten basit karbonhidratlar yerine, yavaş yükselten kompleks karbonhidratlar ve yapay tatlandırıcılar tercih edilmelidir. Diyet hem Tip 1 hem de tip 2 diyabet tedavisinde önemli rol oynar. 4.4.2.Oral Antidiyabetikler Tip 1 diyabette etkisizdirler. İnsülin gereksinimi fazla olmayan, diyetle yeterli derecede kontrol altına alınamayan ve ketoasidoz eğilimi göstermeyen tip-2 diyabette kullanılabilir. 4.4.2.1Sülfonilüre Grubu İlaçlar: Etki Mekanizmaları: Sülfonilürelerin primer etkisi beta hücreden insülin sekresyonunun uyarılmasıdır. Dolayısıyla etkili olabilmeleri için fonksiyon yapabilen pankreasa gereksinim vardır. Alınımlarını takiben vena portada ve daha sonra periferik sistemde plazma insülin ve C-peptid seviyeleri hızla yükselir. 30 Yan Etkileri: Genelde bu grup ilaçlar iyi tolere edilirler. Hipoglisemi, kilo alımı, nadir olarak allerjik reaksiyonlar ,hepatotoksisite, agranülositoz, kemik iliği aplazisidir. (17) Etken maddeler: Glibornurid, Glipizid, Glibenklamid, Gliklazid, Glimepirid Piyasa İsimleri: Glutril, Amaryl, Betanorm, Glumikron 4.4.2.2.Biguanid Türevleri: Etki mekanizması: Tam olarak bilinmemektedir. Başlıca üç mekanizma ileri sürülmüştür: Periferik dokularda, insülin etkinliğini postreseptör düzeyinde arttırırlar. Anaerobik glikolizi hızlandırarak glukoz utilizasyonunu arttırırlar, İnce barsaklardan glukoz absorpsiyonunu azaltırlar, Glukoneojenezi azaltarak KC’den glukoz çıkışını azaltırlar. Yan etkileri: Yan etkilerden en sık görülenler gastrointestinal sisteme ait olan bozukluklar, diyare, abdominal rahatsızlık, ağızda metalik tat, bulantı, anoreksiadır. Bunlar geçici olabilir,hasta ilacını kullanmaya devam ederken önemli bir kısmı kaybolur. Etken Maddeleri: Fenformin, Metformin, Buformin 31 Piyasa İsimleri: Diaformin, Glange, Glifor, Gluforce 4.4.2.3.Alfa Glukozidaz Inhibitörleri Etki Mekanizmaları: İnsülin sekresyonu ve insülin etkisi üzerinde direkt etkileri yoktur. Daha çok lokal etkileri ile glukoz emilimini yavaşlatarak indirekt yoldan hipergliseminin önlenmesine yardımcı olurlar. Yan etkileri: En önemli yan etkileri gastrointestinal sisteme aittir. İnce bağırsakta sindirilemeyen karbonhidratlar kolonda bakteriler tarafından metabolize olurlar. Sindirilmemiş karbonhidratların fermentasyonu şişkinlik, karın ağrısı, gaz yakınmalarına neden olur. Etken maddeler: Akarboz, Miglitol, Vogliboz. Piyasa İsimleri: Diavog, Acnor, Glucar, Migdia. 4.4.3.İNSÜLİN Tip 1 diyabet, diyet veya oral antidiyabetik kullanımına cevap vermeyen tip 2 diyabet hastaları ve hiperglisemik acillerde insülin kullanılır. Etki süreleri bakımından insülin tipleri: 32 Hızlı etkili: Yaklaşık olarak enjeksiyondan 15 dakika sonra çalışmaya başlar. Tepe noktasına yaklaşık 1 saat sonra ulaşır ve etkisi 2-4 saat devam eder. Kısa etkili insülin: Etkisi yaklaşık olarak 30 dakika sonra başlar. 2-3 saat içerinde en yüksek seviyesine ulaşıp, 3-6 saat boyunca etkileri devam eder. Orta etkili insülin: Etkisi yaklaşık olarak 2-4 saat sonra başlar. En yüksek seviyeye 4-12 saat içinde ulaşıp, 18-24 saat boyunca etkileri devam eder. Uzun etkili insülin: Etkisi birkaç saat sonra başlayıp, 24 saat boyunca oldukça eşit düzeyde glikoz düzeyini düşürme eğilimindedir.(19) İnsülin kullanımının bazı komplikasyonları vardır. En sık görülen komplikasyon hipoglisemidir. Ayrıca kilo alma, enjeksiyon yeri veya yakınında hipertrofik lipodistrofi, insülin lipoatrofisi, insülin ödemi, insülin antikoru oluşu, insülin allerjisi gibi komplikasyonlar görülebilir.(20) 4.5.Diyabetin Oral Komplikasyon ve Bulguları Oral kavitede diabetes mellitus ile ilişkili olarak birçok yumuşak doku patolojisi rapor edilmiştir. Bu komplikasyonlar periodontal hastalıklar,tükürükakışında azalma, tükürük içeriğinde değişme ve tat alma bozukluklarının eşlik ettiği tükürük bezi disfonksiyonlarıdır.(21) Genelde yeni tanı konmuş, fark edilmemiş veya kötü kontrol altında olan diyabetin birincil semptomu ağız kuruluğudur. Ağız kuruluğunun ani gelişen veya stabil olmayan hastalıklar sonucu meydana gelen dehidratasyon etkisi ile oluştuğu düşünülür. Diyabetli hastalarda aynı zamanda oral fungal ve bakteriyel enfeksiyonlar daha sık gözlenir. Bunların yanında stomatitis, coğrafik dil, fissürlü dil, travmatik ülser, liken planus, likenoid reaksiyonlar ve anguler cheilitis gibi oral mukozal lezyonlar da gözlenmiştir. Ek olarak yara iyileşmesinde gecikme, mukozal 33 nörosensoryal bozukluklar, diş çürükleri ve diş kayıpları da diyabetli hastalarda gözlenen bulgular arasındadır. Diyabetli hastalarda oral mukoza lezyonlarının gelişme sıklığı sağlıklı kişilere oranla daha yüksek bulunmuştur.(21) Kontrol altında olan diyabette ise bu değişiklikler görülmez. Normal doku cevabı, artmamış çürük insidansı, normal olarak gelişimini tamamlamış dentisyon ve enfeksiyonlara karşı sağlıklı bir savunma mekanizması bulunur.(21) Oral Enfeksiyonlar: Fungal enfeksiyonlar: Oral Kandidozis, sıklıkla Candida albicans türlerinin neden olduğu fırsatçı bir enfeksiyondur. Diyabetik hastalarda fungal enfeksiyonların sıklığı yıllardan beri bilinmektedir. Sigara içen, protez kullanan, düşük glisemik kontrolü olan, steroid ve geniş spektrumlu antibiyotik kullanan diyabetiklerde kandida enfeksiyonunun daha sık görüldüğü rapor edilmiştir. Buna ek olarak diyabetik hastalarda tükürük fonksiyon bozukluğu daha çok mantar taşınmasına katkıda bulunur. Lokal ve sistemik predispozan faktörlerin her ikisinin de kandida taşınma oranının artmasına ve bundan dolayı diyabetik hastalarda oral kandida enfeksiyonunun artmasına yol açacağı oldukça açıktır.(22) Bakteriyel enfeksiyonlar; Diyabetik hastalar oral bakteriyel enfeksiyonların gelişimine daha duyarlıdır. Bu hastaların bozulmuş bir savunma mekanizmaları vardır. Diyabet komplikasyonları görülen kontrolsüz diyabet hastaları, rekürrent bakteriyel enfeksiyonların yayılımına daha elverişlidir. Diyabetik hastaların diyabet hastalığı bulunmayanlara göre, derin boyun enfeksiyonu gelişimi açısından daha fazla risk taşıdığı çalışmalarla gösterilmiştir(23). Kötü Yara İyileşmesi; Diyabetli hastalarda ağızda gerçekleştirilen cerrahi uygulamalarda kötü yumuşak doku rejenarasyonu ve geciken kemik iyileşmesi en 34 sık gözlenen koplikasyonlardır. Bozulmuş vaskülarizasyon, zayıflamış immünite, düşük büyüme faktörü üretimi ve psikolojik stres bunun nedeni olarak bildirilmiştir(24).Bu nedenle ağız cerrahisi geçiren diyabet hastalarının tedavisi daha zordur. Oral Mukoza Hastalıkları: Rekürrent aftözstomatitis lezyonlarının diyabetik hastalarda daha sık gözlendiği rapor edilmiştir. Tip 1 diyabetik hastalarda Tip 2’ye göre daha sık meydana geldiği saptanmıştır(24). Tip 1 diyabet hastalığın otoimmün bir hastalık olarak düşünüldüğü ve Oral liken planusun etiyolojisinde otoimmün mekanizmanın olması nedeniyle Tip 1 diyabetik hastalarda daha çok görüldüğü kabul edilir. Özellikle Tip 1 diyabet hastalarının uzayan, kronik bir immünsüpresyona maruz kalması ve buna ek olarak akut hipergliseminin immün yanıtta değişmeye neden olması bu hastalarda lezyonların daha sık görülmesine neden olur. Diyabetiklerde atrofik-eroziv tipte lezyonlar daha sık görülür(25). Oral Duyusal Bozukluk: Oral duyu bozukluğu veya yanan ağız sendromu, oral kaviteyi etkileyen ağrılı bir durumdur. Yanan ağız sendromuyla birlikte karıncalanma, uyuşma, ağız kuruluğu veya boğaz ağrısı görülebilir. Yanan ağız sendromunun nedeni tam olarak bilinemese de, ağız kuruluğu, menapoz, kandida enfeksiyonu, diyabet, kanser tedavisi, psikolojik problemler ve reflü’nün neden olabileceği bildirilmektedir. Yanan ağız sendromu, sebebi bilinmeyen primer ve sistemik duruma bağlı olan sekonder olmak üzere iki tipe ayrılır. Sekonder yanan ağız sendromu, diabetes mellitusun bir sonucu olarak meydana gelir. Bu durum diyabet hastalarında oral hijyenin korunmasını olumsuz etkileyebilir. Diyabetik nöropatinin, diyabet hastalarında görülen yanan ağız sendromunun altında yatan 35 neden olduğu düşünülür. Diyabetik nöropatideki sinir hasarı, immün bozuklukla ilişkili olarak Langerhans hücrelerin çoğalmasıyla meydana gelmektedir. Bu nedenle yanan ağız sendromu semptomları bulunan diyabet hastalarını ayırt etmek çok önemlidir(26) Diş Çürükleri ve Diş Kaybı: Diyabet hastalarının diş çürüğü ve kaybına neden olan oral enfeksiyonlara duyarlı olduğu bilinen bir gerçektir. Diyabet ve diş çürüğü gelişimi arasındaki ilişki hala net değildir, tükürük miktarı ve yapısının bozulması, periodontal ve duyusal bozukluklar diş çürüğü ve kayıplarının artmasına neden olur. Diyabet hastalarında tükürüğün miktarı ve yapısının değişmesi tükürüğün temizleme ve tamponlama kapasitesinin azalmasına neden olur(27). Tat alma bozukluğu: Tat duyusundaki değişikliklerde birçok faktör etkili olmaktadır. Bu rahatsızlıklara metabolik ve endokrin hastalıkların neden olduğu görülmüştür. Buna karşılık tükürük disfonksiyonu tat duyusu değişikliklerinde veya duyunun ortadan kalkmasında önemli derecede etkili olabilir. Tat duyusu bozukluklarının kontrolsüz diyabet hastalarında, kontrollü diyabet hastalarına oranla daha sık görüldüğü rapor edilmiştir. Nöropatiden yakınan diyabetik hastalar tat almada daha yüksek eşik değere sahiptir(28). Tükürük bezi disfonksiyonu: Oral kavitenin sağlığının korunmasında büyük önemi olan tükürüğün %90’ı majör tükürük bezleri (parotis, submandibuler, sublingual) geriye kalan %10’luk kısmı ise ağız içine dağılan minör tükürük bezleri tarafından üretilir. Tükürük bezlerini parasempatik ve sempatik sistemin her ikisi de innerve eder. Parasempatik sistem daha seyreltik sekresyon üretilmesini indüklerken,sempatik sistem ise daha visköz tükürük elde edilmesini sağlar. Bu 36 nedenle akut stres ve anksiyete gibi durumlarda sempatik sistemin tükürük kompozisyonuna etkisi nedeniyle ağız kuruluğu hissi meydana gelebilir(29). 4.6.Diş Hekimi Yaklaşımı Diş hekimi, diyabet teşhisi konmamış ancak anamnez sırasında mevcut olduğunu tespit ettiği ya da klinik muayene sırasında diyabeti düşündüren bulguları elde ettiği hastalarını ileri tetkik ve tanı için uzmana sevk etmelidir. Diyabetli hastaların diş tedavisi endikasyonları açısından risk grupları: 1-Düşük Risk Grubu: Kan şekeri 200 mg’ın altından olan, doktor tarafından kontrol altında, diyabet komplikasyonlarının olmadığı hastalar olup her türlü diş tedavisi belirtilen prensiplere uyulmak kaydıyla yapılabilir. 2-Orta Derece Risk Grubu: Kan şekeri 200-300 mg’dır ve nispeten kontrol altında, bazı diyabetik komplikasyonların olduğu hastalar olup, bu hastalarda da çoğu diş tedavileri ve basit cerrahi müdahaleler yapılabilir. Anca komplike cerrahi müdahalelerde bulunmadan önce hastanın doktoruyla iletişime geçmekte fayda vardır. 3-Yüksek Derece Risk Grubu: Kan şekeri 300 mg’ın üstünde olup diyabetin bir çok komplikasyonu mevcuttur. Çok sık ketoasidoz ya da hipoglisemi komasına girerler. Bu hastalarda yapılacak diş tedavileri, diyabet kontrol altına alınana kadar ertelenmelidir. Ancak diyabetin kontrolünün, akut dental enfeksiyonlar nedeniyle bozulmuş olduğu 37 durumlarda, enfeksiyonu kontrol altına almak şarttır ve bunun için gerekli en basit müdahaleler tercih edilmelidir. DİŞ TEDAVİSİ İÇİN BAŞVURAN DİYABETLİ BİR HASTADA DİŞ HEKİMİ İÇİN ÖNEMLİ HUSUSLAR: 1- Diş tedavisi için en uygun kan-glikoz seviyesi %120-220 mg arasındaki değerlerdir. Daha yüksek değerler hiperglisemi, daha düşük değerler hipoglisemi riskini arttırır. 2- Stresi azaltmak için hastalar sabah saatlerinde çağrılmalıdır. Özellikle kahvaltıdansonra ve sabah insülin uygulanmasından 1-2 saat sonraya gelecek şekilde randevuları ayarlanmalıdır. Stres epinefrin salınımını, vücudun insülin gereksinimini arttırır. Bu da hiperglisemi oluşma olasılığının artması anlamına gelir. Stresi azalmak için gerekli sedasyon ve analjezi tekniklerini kullanmak uygun olur. 3- Diyabetik hastalar, enfeksiyonlara karşı dirençsiz oldukları için asepsi ve antisepsiye önem çok dikkat edilmelidir. 4- Kontrol altındaki diyabetliler için antibiyotik kullanımına gerek yoktur. Ancak diyabeti kontrol altına alınamayan hastalarda, profilaktik antibiyotik uygulanması önerilir. 5- Diş hekimi diyabetik hastalarda, tedavi sırasında meydana gelebilecek acil durumlarda ne yapması gerektiğini bilmelidir. Diyabetik hastalarda şuur kaybı ya hipoglisemik insülin reaksiyonudur ya da ketoasidozdur. Bu durumda hastaya şekerli su veya portakal suyu içirilebilir. Kuvvetsizlik , diaforez ve şuur kaybı hipoglisemi nedeniyle meydana gelir. Ancak hasta hiperglisemikse ve ayrıca glikoz uygulanmışsa, hipoglisemide hayat kurtaran glikoz burada durumu dahada kötüleştirir. Böyle hastalarda acil olarak 38 hastane koşullarında izlenmesi gerekir. Ketoasidoz daha yavaş gelişen bir durumdur, hasta durumunun farkındadır ve genellikle diş randevusunu iptal eder. , 6- Diyabetli hastalarda yara iyileşmesi yavaş olduğundan protetik ve cerrahi tedavilerde travmadan kaçınılmalı, B ve C kompleks vitamin desteği yapılmalıdır. Ayrıca cerrahi operasyonlarda nonabsorbe dikiş materyalleri kullanmak ve mümkün oldukça seri diş çekimlerinden kaçınmak gerekir. Diyabetli hastalarda enfeksiyona eğilim artıştır. Enfeksiyonlar insüline karşı direnç oluşturarak karbonhidrat metabolizmasının düzenini bozar ve diyabetik ketoasidoza yol açabilir. Bu sebeple ağızdaki periodontal ya da periapikal enfeksiyon odakları mutlaka uzaklaştırılmalıdır. Enfeksiyon odaklarının uzaklaştırılmasının metabolik kontrole faydası olmakla birlikte insüline olan gereksinimi azalttığı görülmüştür. 7- Hastaya iyi bir diş taşı temizliği yapıldıktan sonra, belirli aralıklarla periodik muayene çağırıp kontrol altında tutulmaları gerekir. Hastanın bu konuda motivasyonu çok önemlidir. Eğer hastaya sabit protez tedavisi yapılacaksa diş eti tedavisi yapıldıktan ve hasta motivasyonu sağlandıktan sonra yapılmalıdır. Kurallara uygun yapılmayan sabit ve hareketli protezler, periodonsiyumda çok hızlı bir şekilde ilerleyen defektlere neden olur. 8- Diyabetli hastalarda anestezi seçimi; genel anestezi yerine adrenalin içermeyen lokal anestezikler tercih edilmelidir. Çünkü adrenalin kan şekerini yükseltir. Ayrıca kronik diyabetli hastalarda pek çok organda anjiyopatilerde oluşabileceğinden adrenalin bu damarlarda spazmlara neden olabilir. Adrenalin enjeksiyon bölgesinde lokal kanlanmayı azaltacağından doku iyileşmesini geciktirebilir ve post operatif enfeksiyon riskini arttırabilir. 39 5.TROMBOEMBOLİK HASTALIKLAR: Tromboembolik hastalıkların çoğu kardiyo ve serebrovasküler hastalıklar olup, sıklıkla yaşamı tehdit etmektedir. Bunun için tromboembolik hastalar hayatlarının belli bir döneminde ya da geri kalan sürelerinde antikoagülan ilaç kullanmak zorundadır. Protetik kalp kapağı taşıyan hastaların, Hiperkoagüle hastaların, Atriyal fibrilasyonlu hastaların, Embolik serebrovasküler anamnezli hastaların, Venöz ve arterial tromboembolik hastaların tedavilerinde antikoagülan ilaçlar kullanılmaktadır. Tromboembolik olaylar günümüzde en önemli ölüm nedenlerinin başında gelmektedir. (30) Dental tedavi uygulanan hastaların yaklaşık %2’si antikoagülan tedavisi altındadır.(31) 5.1.Antikoagülan İlaçlar 5.1.1.Heparin Heparinin antikoagülan özellikleri 1916’da keşfedilmiş, klinik kullanımına ise 1930’lu yıllarda başlanılmıştır.1980’li yıllarda unstabil anginada aspirin ile birlikte kullanılmıştır.(32) Heparin, sülfatlanmış polisakkarit karışımıdır. Mast hücrelerinin granülleri içinde oluşmaktadır. Bu hücrelerde heparin-lipoprotein kompleksi halinde bulunmaktadır. Doğal preparatların kaynağı hayvan akciğer ve karaciğerleridir. 40 Heparinin Etki Mekanizması : Heparin, değişik molekül ağırlıklarında (3000- 33000 MW) olup antitrombin III’e bağlanarak trombin, faktör X ve diğer aktive pıhtılaşma faktörlerinin inhibisyonunu hızlandırır. Yüksek konsantrasyonda heparin kofaktör II’ye de bağlanır ve trombosit fonksiyonlarını da inhibe eder.(33) Heparinin Endikasyonları: Venöz trombozun, pulmoner tromboemboli ve periferik arteriyel embolinin profilaksi ve tedavisi, atriyal fibrilasyonda oluşan trombus, emboli ve inme tedavisi, stabil olmayan angina ve akut miyokard infarktüsü, protez kapaklar ve koroner arter cerrahisi, romatizmal kalp kapak hastalıkları, iskemik serebrovasküler hastalıklardır. Heparinin Kontraendikasyonları: Heparine aşırı duyarlılık, kontrol edilemeyen kanamalar, ciddi trombositopenik olgular, arteriyovenöz malformasyonlar, malign tümörler, yakın zamanda geçirilmiş cerrahi, travma veya derin biyopsi, kontrol edilemeyen hipertansiyon, aktif gastrointestinal sistem ülserleri gibi kanama riski olan durumlar, ağır böbrek ve karaciğer yetmezliği olan hastalarda kullanımı tartışmalıdır. Yan Etkileri: Heparinin önemli yan etkileri olmamasına karşın seyrek olarak cilt döküntüleri tarzında duyarlılık reaksiyonları bildirilmiştir. Heparin kullanımındaki başlıca tehlike yüksek dozdan kaynaklanabilecek kanamalardır(34,35). Özellikle kadınlar, yaşlı hastalar, aşırı alkol tüketenler, sürekli asetil salisilik asit kullananlarda görülebilir. 41 Piyasa İsimleri: Nevparin, Seloparin, Vasparin, Koparin, Poliparin. 5.1.2.Oral Antikoagülanlar Ağızdan kullanım olanağı ve ucuz olmaları tercih nedenidir. Etkileri oral yoldan alındıktan 24 saat sonra ortaya çıktığı için acil yanıt beklendiğinde tercih edilmezler. Kumarin türevleri ve indandion türevleri olmak üzere iki grupta sınıflandırılırlar. Pıhtılaşma faktörlerinin fonksiyonlarını etkilemezler; ancak üretim basamaklarını bozarak gecikmeye sebep olurlar. 5.1.2.1.Kumarin Türevleri Etki Mekanizması: Kumarin bileşikleri karaciğer hücresini etkileyerek, protrombin, faktör VII, faktör IX ve faktör X’ un sentezini engelleyerek koagülasyonu önlerler(36) . Sistemik olarak kullanılan antikoagülanlar(35,37) 1- Acenocoumarol 2- Anisindione 3- Dicumarol 4- Warfarin Warfarin en çok kullanılan antikoagülandir(38). Warfarin, kan pıhtısı oluşumunu, pıhtı şekillenmesini ve büyümesini engeller.. Warfarinin oral alındıktan 90 dakika sonra maksimum kan konsantrasyona ulaşır, yarılanma ömrü 36-42 saattir(33). 42 Ağızdan alındığında gastrointetinal sistemden süratle ve tam olarak emilir(35,37). Warfarin yaygın olarak kullanılmaktadır ve genellikle ömür boyu kullanımı söz konusudur. Warfarinin endikasyonları, Derin ven trombozu ile pulmoner embolizmin profilaksi ve tedavisi, akut koroner olaylar sonrasında tromboembolik olayların profilaksisi, romatizmal kalp kapak hastalıkları, kalp kapak protezi uygulaması sonrası profilaksi, tromboembolik olay riski olan atriyal fibrilasyon olgularında profilaksi ve iskemik serebrovasküler hastalıklardır (34,37). Warfarinin Kontraendikasyonları; Arteriyel anevrizmalar, çeşitli organ ve sistemlerde yaygın kanamalar, yakın zamanda geçirilmiş operasyon ve karaciğer böbrek biyopsileri dahil olmak üzere ciddi yaralanmalar, ağır hipertansiyon, ağır peptik ülser, gastrointestinal sistem ve üriner sistem tümörleri ile bakteriyel endokardit ve perikarditler olarak sayılabilir(37). Piyasa İsimleri: Coumadin. 5.1.2.2.İndandion Bileşikleri Kimyasal yapıları kumarinden farklıdır ancak farmakolojik özellikleri benzerlik gösterir. Protrombin oluşumunu önleyerek etki gösterirler. K vitaminini antagonize ederler. Ağız yoluyla kullanılırlar. Bu bileşiklere karşı alerjik 43 reaksiyonlar ve agranülositoz tarif edilmiştir. Fenindion, Difenadion, Anisidon bu bileşiklerdendir. 5.1.3.Oral Antikoagülanların Diğer İlaçlarla Etkileşimleri Trombosit fonksiyonunu ve agregasyonunu bozan ASA veya diğer nonsteroid ilaçlar, antikoagülanlarla birlikte kullanıldığında ciddi kanama problemleri ile karşı karşıya kalınabilir. Fibrin oluşumunu önledikleri gibi hemostaz üzerinde de inhibisyon yaparlar. Nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar, kloral hidrat ve etakrinik asit, oral antikoagülanlara bağlanarak albuminden serbest hale getirirler. Böylece plazma konsantrasyonları yükselerek antitrombinemik etkileri uzamaktadır. Warfarin tedavisi gören hastaların analjezik olarak parasetamol grubunu tercih etmeleri önerilir(35,37). Oral antikoagülan kullanan hastaların sedatif olarak barbitürat yerine benzodiazepin türevlerini tercih etmeleri önerilir. Kolestiramin oral antikoagülasyon emilimini engeller. Kloramfenikol, makrolidler ve ketokonazol benzeri mantar ilaçları, karaciğer mikrozomal enzim inhibisyonu yaparak oral antikoagülanların etkinliğini artırırlar. Serotonin geri alım inhibitörü antidepresan ilaçlar enzim inhibisyonu yaparak antikoagülan yıkımını engellerler. Yine Amiodaron, diltiazem, verapamil de aynı etkiyle oral antikoagülan etkisini artırırlar. Ampisilin, kloramfenikol, tetrasiklin ve benzerleri, barsak florasını bozarak K vitamini sentezini olumsuz etkilerler. Warfarin sodyumun adrenalin hidroklorür ve oksitosin ile kimyasal reaksiyon oluşturduğu bilinmektedir(37). 44 5.2.Diş Hekimi Yaklaşımı Hastanın doktoruna konsültasyon yazılarak, INR sonuçları istenmelidir. INR 2,0-3,0 arasında ise minör cerrahi girişimler yapılabilir. Yumuşak doku ve kemik travmasına sebep olabilecek cerrahi müdahale gerektiren ve INR değerinin daha yüksek olduğu durumlarda antikoagülen doktor kontrolünde 2-3 gün durdurulmalı ve INR değerinin 2,2’nin altına düşmesi beklenmelidir. Daha büyük majör cerrahi girişimler için diş hekimi INR’yi terapötik değerin altında istemelidir. Bununla birlikte mekanik kapakçıklı hiperkoagüle durumdaki hastalarda genellikle antikoagülan tedaviye ara verilmemelidir. Cerrahi olmayan işlemlerin tümü warfarine ara vermeden yapılmalıdır. INR değeri 3,0-3,5 arasında ise infiltratif anestezi tercih edilmelidir. Çok gerekli durumlarda doktor kontrolünde warfarinden heparine geçilebilir. Warfarinin uzun bir yarılanma süresi varken heparinin daha kısa yarılanma süresi vardır(31). Antibiyotik ve analjeziklerin çoğu warfarin ile etkileşebilmektedir. Tetrasiklinler, eritromisin, klitromisin, metranidazol, siproflaksasin ve levefloksasin koumadinle etkileşime girdikleri için kesinlikle kontraendikedir. Daha güvenli antibiyotikler: penisilinler, sefalosporinler, klindamisin, azitromisindir. ASA ve hiçbir NSAI’lar kullanılmamalıdır. Daha güvenli analjezikler, kodein ve daha az parasetamol içeren türevleri, meperidine sayılabilir. Cerrahi işlem sonrasında kanama riskini en aza indirmek için lokal hemostatik ajanlardanyararlanılabilir. Lokal önlemler olarak çeşitli sütur materyallerini, soket 45 içine yerleştirilen jelatin sünger veya okside selüloz gibi rezorbe olabilen hemostatik etkili materyalleri, traneksamik asitin lokal uygulamaları kullanılabilir(38). 6.HİPERLİPİDEMİ: Hiperlipidemiler, lipoprotein metabolizma bozukluğu sonucu serum total kolesterol, düşük dansiteli lipoprotein kolesterolü ve trigliserid konsantrasyonlarında yükseklikle giden bozukluklardır. Yüksek dansiteli lipoprotein kolesterolü düşüklüğü de duruma eşlik edebilir. Hiperlipidemiler primer ve sekonder olarak sınıflandırılır: Eşlik eden tıbbi bir sebebe bağlı olmayıp muhtemelen genetik geçiş gösteren lipid bozuklukları primer lipid bozuklukları olarak adlandırılırlar. Lipid metabolizmasını ikincil olarak etkileyecek obezite, diyabet, hipotiroidizm, gebelik, kolestatik karaciğer hastalığı ve nefrotik sendrom gibi durumlar ve hiperlipidemiye neden olabilecek alkol, östrojenler, progestinler, beta blokerler, oral kontraseptifler, HIV proteaz inhibitörleri ve tiazid diüretikler gibi ajanların kullanımı tüm hastalarda araştırılmalıdır. Ayrıca eksojen androjenler de HDL’de düşüşe neden olabilirler. Eşlik eden bir takım diğer sebeplere bağlı görülen sekonder lipid bozukluklarının belirlenmesi ise altta yatan durumun düzeltilmesi ile tedavi edilebilir olmaları açısından önemlidir(39). Tüm dünyada önde gelen mortalite ve morbidite sebeplerinden olan kardiyovasküler hastalıkların patogenezinde ateroskleroz önemli rol oynar. Ateroskleroz, etkilenen organın kan akımının azalmasına, oksijen ve diğer besin maddelerinden yoksun kalmasına neden olarak dokuda iskemi ya da infarktüse yol 46 açar. Damar duvarında lipid depolanması ve ardından gelişen hücre proliferasyonu, aterosklerozdaki kan akımı azalmasının esas nedenidir. Plazmada yüksek oranda kolesterol, özellikle de LDL ve TG bulunması yanı sıra, HDL’nin düşük olması, tütün kullanımı, hipertansiyon, diyabet, erkek cinsiyet, egzersiz eksikliği, obezite ve stres, aterosklerotik kardiyovasküler hastalık için önemli risk faktörleridir(40). Hiperlipidemi tanısı: Hastada sabah aç karnına (10-12 saatlik açlık) Total kolesterol, Trigliserid, HDL-kolesterol ve LDL-kolesterol düzeyleri ölçülmelidir.Bundan sonra aşağıdaki safhalar izlenmelidir. Total Kolesterol Düzeyi 200 mg/dl’nin altı……………………… İstenilen 200-239 mg/dl …………..…………… Sınırda yüksek 240 mg/dl ve üzeri ……………………..Yüksek LDL Kolesterol Düzeyi 100 mg/dl’nin altı……………………… İstenilen 100-129 mg/dl…………………………..Hedefe yakın 130-159 mg/dl…………………………..Sınırda yüksek 160-189 mg/dl…………………………..Yüksek 190 mg/dl ve üzeri …………………….. Çok yüksek 47 HDL Kolesterol Düzeyi 40 mg/dl’nin altı…………………………..Düşük 60 mg/dl ve üzeri………………………… Yüksek Trigliserid Düzeyi 150 mg/dl’nin altı……………………… Normal 150-199 mg/dl…………………………..Sınırda yüksek 200-499 mg/dl…………………………..Yüksek 500 mg/dl ve üzeri …………………….. Çok yüksek (41) 6.1.Antihiperlipidemik İlaçlar Lipid bileşenlerinin kandaki normal düzeyleri üzerine çıkışı hiperlipidemi olarak adlandırılır. Hiperlipidemi daha çok plazma trigliserit seviyesindeki yükselmeyi ifade eder. Hiperlipidemi birçok kalp damar sistemi hastalıklarına yol açar. Hiperlipideminin ortaya çıkışı çok değişik nedenlere bağlıdır. Hiperlipideminin en önemli sonuçlarından birisi olan arteroskleroz, bir lipid metabolizması hastalığı olup lipidce zengin oluşumların, arter iç duvarına yerleşerek kan akımını engellemesiyle karakterizedir. Kolesterol içeren atenom oluşumunu azaltmak için kolesterol seviyesini düşürmek ve yüksek dansiteli lipoproteini artırmak şeklinde bir yol izlenir. 48 6.1.1.Safra Asidi Sekestranları: Etki mekanizması: LDL-kolesterolünü düşürmek ana etkisidir. Sekestranlar, barsak lümeninde safra asitlerini bağlayan anyon değişim rezinleridir. Safra asitlerinin enterohepatik dolaşımına müdahele ederler ve karaciğerde kolesterolün safra asitlerine dönüşümünü sağlarlar. Karaciğer kolesterol içeriğini düşürmek, LDL reseptörlerinin oluşumunu uyarır ve serum kolesterol düzeyini düşürür Yan Etkiler: Gastrointestinal yakınmalar görülebilir. Etken Maddeleri: Kolesevelam , kolestramin. Piyasa İsimleri: Kolestran, Coselam. 6.1.2.Nikotinik Asit: Etki Mekanizması: Yüksek dozlarda tüm serum lipid ve lipoprotein değerlerini düşürür. Nikotinik asit karaciğerde çok düşük dansiteli lipoprotein üretimini azaltarak,serum LDL kolesterol düzeyini düşürür. Nikotinik asit, ayrıca, serum HDL kolesterol düzeyini artınr. Nikotinik asit iki formda bulunur, kristalize (kısa etkili) ve yavaş salınımlı kapsüller. Yan etkileri: Ateş basması, hiperglisemi, hiperürisemi, gastrointestinal yakınmalar ve karaciğer toksisitesi şeklindedir. Tedavi sırasında serum karaciğer fonksiyonları izlenmelidir. 49 Etken Maddeleri: Niasin. Piyasa İsimleri: Niascor. 6.1.3.HMG CoA Redüktaz İnhibitörleri ( Statinler): Etki Mekanizması: Bu ajanlar serum kolesterolünü düşürmek için eldeki en güçlü ajanlardır. Kolesterol sentezindeki biyokimyasal yolakta hız sınırlayıcı anahtar eleman olan HMG CoA redüktaz enzimini inhibe ederler. Bu yolağın inhibisyonu serum kolesterolünü düşüren LDL reseptörlerinin sentezinde artmaya neden olur. Yan etkileri; Statinler çok düşük yan etki insidansları ile oldukça güvenilir ilaçlardır. Ancak gebelikte kontraendikedir. Tedavi sırasında serum karaciğer fonksiyon testleri izlenmelidir(42). Etken Maddeleri: Atorvastatim, simvastatin, fluvastatin sodium , pravastatin sodium, rosuvastatin, pitavastatin Piyasa İsimleri: Alvastin, Ateroz, Zocor, Simvakol, Lescol, Pravachol, Colefix, Colnar, Livazo. 6.1.4.Fibrik Asit Türevleri: Etki Mekanizması: Bu ajanlar VLDL ve orta dansiteli lipoproteinlerin katabolizmasını kolaylaştırann ve serum trigliserid düzeyini düşüren lipoprotein lipaz enzimini aktivitesini arttınr. Fibrik asit türevi tedavisinde HDL kolesterol düzeyi artar. 50 Yan etkiler; Gastrointestinal yakınmalar ve safra kesesi taşı oluşumunda artıştır. Etken Maddeleri: Gemfibrozil, fenofibrat. Piyasa İsimleri: Fenogal, Lipanthyl, Lopid. 6.2.Diş Hekimi Yaklaşımı Diş hekimine muayene için gelen hastadan alının panoramik radyografi, ayrıntılı olarak incelenmelidir. Sadece çene ve dişler bölgesine odaklanmayıp, özellikle 2.,3. Ve 4. Servikal vertebra bölgesini incelediğinde kalsifikasyonlar gözlemlenebilir(43). Bu kalsifiye karotis arter ateromunun hiperlipidemi ile ilişkili olduğu belirlemiştir. Ciddi hastalıkların ve risk faktörlerinin kontrolü için hasta mutlaka uzmana sevk edilmelidir. Erken tanı ve tedavi, felç riskini önlemede oldukça önemlidir(44). Kadınlarda kalsifiye karotis arteri ateromlarının görülme sıklığının yaklaşık olarak üç kat fazla olduğu bidirilmiştir.(45). Hiperlipidemi hikayesi olan hastada ise diş hekimi periodontal hastalık riskinin fazla olduğunu bilmelidir. Periodontal hastalıkların, lipidler ve C-Reaktif protein gibi enflamatuar mediatörlerin artması nedeniyle kan kimyasını değiştirip sistemik hastalıklara neden olduğu iyi bilinmektedir. Diş eti hastalıklarının tedavisinin, lipit metabolizması üzerine olumlu etkileri olduğunu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir(46). Hepsi birlikte ele alındığında, yapılan çalışmalarda periodontitis ve hiperlipidemi arasındaki ilişki iki yönlü bir ilişki olduğunu göstermiştir(47). Bu 51 nedenle periodontal hastalığın elimine edilmesi hiperlipidemi hastalarında oldukça önemlidir. Ayrıca diş hekimi hiperlipidemik hastanın ateroskleroz yönünden risk altında olduğunu bilmeli, eğer şüpheli bir durum varsa doktorundan mutlaka konsültasyon istemelidir. 7.MATERYAL VE METOD: Bu çalışma Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı’na diş tedavisi için başvuran 110 hastanın anamnez bilgileri doğrultusunda hazırlanmıştır. Çalışmada hazırlanan anket hastalarla yüz yüze soru cevap şeklinde doldurulmuştur. Anketin ilk bölümü hastalara ait demografik bilgileri kapsamaktadır, ikinci bölümde ise mevcut sistemik hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar sorgulanmıştır. Hastaların birçoğu kullandıkları ilaçların preparat isimlerini bilmedikleri için ilaçlar etkilerine göre sınıflandırılmıştır. Değerlendirme kapsamında antihipertansif, antidiyabetik, antikoagülan, antihiperlipidemik ilaçlar ve tiroidi bezi hastalıkları nedeniyle kullanılan ilaçlar irdelenmiştir. 8.BULGULAR: Çalışmamıza 71(%64)’i kadın, 39(%35)’u erkek olmak üzere 110 hasta katılmıştır. Hastaların yaş aralığı 17-82 olup, yaş ortalaması 53±14,13’tür. 52 Çalışmamızda hastaların %61,8’inin tek bir ilaç , %38,2’sinin iki ya da daha fazla ilaç kullandığı belirlenmiştir. Araştırmamıza 12(%10,9)’sinin katılan antidiyabetik, 110 hastanın 8(%7,2) 31(%28)’inin hastanın antitiroid, antihipertansif, 6(%5,4)’sının antikoagülan ilaç kullandığı saptanmıştır. Hastalarımızdan 12(%10,9)’sinin antidiyabetik ve antihipertansif ilacı, 9(%8,1)’unun antikoagülan ve antihipertansif ilacı, 7(%6,36)’sinin antitiroid ve antihipertansif ilacı, 2(%1,8)’sinin antitiroid ve antidiyabetik ilacı birlikte kullandıkları belirlenmiştir. Araştırmamıza dahil olan 10(%9) hastanın da antihipertansif ilaç ile birlikte antidiyabetik, antihiperlipidemik ve antikoagülan ilaçları herhangi ikisini birlikte kullandıklarını saptanmıştır. Hastalarımızın %27,2’sinin antiastımatik, bronkodilatör, antidepresan ve anti epileptik ilaç kullandıkları belirlenmiştir. 53 Tablo 1: Kullanılan ilaç türleri ve ilaçların kullanılma oranları İlaç Türleri Kişi Sayısı - % Antihipertansif ilaçlar 68 - %61,8 Antidiyabetik ilaçlar 33 - %30 Tiroid bezi hastalığı ilaçları 19 - %17,2 Antikoagülan ilaçlar 17 - %15,4 Antihiperlipidemik ilaçlar 3 - %2,72 Diğer 30 - %27,2 54 Tablo 2: Tek ilaç kullanımı ve oranları İlaç Türleri Kişi Sayısı - % Antihipertansif ilaçlar 31 - %28 Antidiyabetik ilaçlar 12 - %10,9 Tiroid bezi hastalıkları ilaçları 8 - %7,2 Antikoagülanlar 6 - %5,4 Diğer 13 - %11,8 Tablo 3: İki ilaç türünün birlikte kullanım ve oranları İlaç Türleri Kişi Sayısı - % Antihipertansif ilaç ve antidiyabetik ilaç 12 - % 10,9 Antihipertansif ilaç ve antikoagülan ilaç 9 - % 8,1 Antihipertansif ilaç ve Tiroid bezi 7 - % 6,36 hastalıkları ilaçları Antidiyabetik ve Tiroid bezi hastalıkları ilaçları 2 - % 1,8 55 9.TARTIŞMA: Diş hekimine tedavi amacıyla başvuran hastalardaki mevcut sistemik hastalıklar ve bunların tedavisi için kullanılan ilaçların bilinmesi hem tanı aşamasında hem de tedavi süresince değişiklere neden olabilmektedir. Örneğin diş eti hiperplazisi nedeniyle başvuran bir hastada anamnez sırasında doğru sorgulama yapılması, bu patolojinin antihipertansif ilacın yan etkisi olarak gelişebileceğinin ortaya çıkarılması açısından ve planlanan tedavi açısından önemlidir. Aynı şekilde ağız kuruluğu yakınmasıyla başvuran ve henüz diyabet tanısı konmamış bir hastanın hekime yönlendirilmesi ile diş hekimlerine hastalığı ilk belirleyen hekim olma şansını vermekte ve koruyucu hekimlik görevini yerine getirmesini sağlamaktadır. Uygulanacak tedavi sırasında ortaya çıkacak komplikasyon ve risklerin belirlenmesi açısından da hastanın mevcut hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar önemlidir. Örneğin antikoagülan kullanan bir hastada cerrahi girişim sırasında ortaya çıkabilecek bir kanama riski uygun önlemlerin alınmasıyla ortadan kaldırılabilir. Biz de kliğimize başvuran hastaların en sık kullandıkları ilaçları belirledik ve bu çalışma ile hem sistemik hastalıklar hakkındaki bilgilerimizi, bu hastalardaki tedavi yaklaşımlarını ve ilaçlar hakkındaki bilgilerimizi geliştirme imkanı elde ettik. Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde hastalarımızın yaklaşık üçte ikisinin (%61,8) antihipertansif ilaç kullandığı belirlenmiştir. Jainkittivong ve ark.(48) 60 yaş ve üzerindeki hastalarda yaptıkları çalışmada kardiyovasküler hastalıkların %55,5’lik oranla en büyük problem olduğunu belirtmişlerdir. Kardiyovasküler hastalıklar içerindeki en büyük komponenti %48,1’lik oran ile hipertansiyon oluşturmaktadır. Al-Bayaty ve ark(49) ise 572 hasta ile yaptıkları çalışmada hipertansiyon hastalarının oranını % 12,6 bulunmuşlardır. 56 Kellogg ve ark.(50) ise yaptıkları çalışmada hipertansif hastaların oranını %32 olarak bildirmişlerdir. Bizim çalışmamız ve diğer çalışmalar arasındaki bu farklılıkların anket yapılan hasta popülasyonununfarklılığından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Çalışmamızın bulgularından da anlaşılacağı üzere toplumumuzda hipertansiyon sık rastlanan bir problem olup bu hastaların tanısı tedavisi sırasında diş hekiminin dikkatli davranmasını gerektirmektedir. Hipertansif hastalarda yapılacak dental girişimler esnasında gelişecek olan stres, kardiyak arrest veya serebrovasküler olaylar gibi ölümcül sonuçlara neden olabilir(50).Bu nedenle JNC ve ADA diş hekimlerinin tedavi uygulamalarının her seansında hastanın kan basıncı ölçümlerinin alınması gerektiğini bildirmektedir(50). Diş hekimleri hipertansif hastaların aldıkları ilaçlar ve yan etkileri hakkında da ayrıntılı bilgi sahibi olmalıdır. Örneğin hastanın almış aldığı diüretik ve antikolinerjik ilaçlar tükürük akışını azaltarak, hastada kök çürükleri gelişimi riskini arttırmaktadır(50).Kalsiyum kanal blokeri ilaç kullanan hastalarda ağızda lokal irritasyon varlığında dişeti hiperplazisi gelişmektedir. Bu hastalara oral hijyen eğitimi vermek ve ağız hijyenini sağlamak dişhekimlerinin görevidir.Tedaviye yanıt vermeyen hastalarda ise doktoruyla konsültasyon yapılıp ilacın değiştirilmesi sağlanmalıdır. Non selektif beta bloker kullanan hastalarda dental uygulamalar sırasında kullanılan anestezik solüsyonlar içerindeki vazokonstrüktörlerle etkileşim sonucu hipertansif krizler gelişebilir. Bu nedenle, bu hastalarda mümkün olan her durumda vazokonstrüktörlü lokal anestezik kullanımından kaçınılmalıdır. Diş hekimleri ayrıca hipertansif hastalarda stres sonucu gelişebilecek hipertansif krizlerden hastayı korumak amacıyla tedavi öncesinde anksiyolitik ilaçlarla hastanın stres düzeyini düşürebilir. Ayrıca periferal 57 vazodilatasyona neden olan antihipertansif ilaçların ortostotik hipotansiyona neden olabileceği akılda tutulmalıdır. Antidiyabetik ilaç kullanımı %30 oran ile çalışma grubumuzda en sık rastlanan ikinci ilaç grubunu oluşturmaktadır. Jainkittivong ve ark.(48) yaptıkları çalışmada bu oranı %2,2; Al-Bayaty ve ark(49) ise diyabetik hastaların oranını %6,1 olarak bildirmişlerdir. Bizim sonuçlarımızdan ise diyabetin toplumumuzda diğer ülkelere göre daha yaygın olarak görüldüğü belirlenmiştir. Bu nedenle diş hekimleri diyabetik hastalarda hem hastalığa hem de ilaçlara bağlı olarak gelişebilecek durumlar hakkında bilgili olmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır. Çalışmamızda yalnızca 12(%10,9) hasta sadece antidiyabetik kullanırken; 18(%16,3) hastanında antidiyabetik, antihipertansif ve antikoagülan ilaçları birlikte kullandıklarını belirledik. Bu da diyabetik hastalarda, diyabetin yanısıra ateroskleroz ve buna bağlı olarak ortaya çıkabilecek koroner ve serobrovasküler yetmezlik durumlarını göz önünde bulundurmak gerektiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca anamnez sırasında diyabetik hastaların belirlenmesi, diş hekiminin ilerde diyabete bağlı gelişebilecek olan ağız kuruluğu ve buna bağlı fungal enfeksiyonlara, artmış çürük riski ve periodontal hastalıklara karşı koruyucu önlemler alması açısından önemlidir. Çalışmamamızda tiroid hastalıkları nedeniyle ilaç kullanan hastalar üçüncü sıklıkla saptanmıştır. Diş hekimi, hipotiroidili hastaların enfeksiyon, travma ve cerrahi işlemlere karşın toleransının azaldığını göz önüne almalıdır. Hipertiroidili hastalarda enfeksiyon, travma, cerrahi uygulamalar ve stres, ateş, taşikardi, bulantı, kusma, şok gibi klinik bulguları olan tirotoksik krizi başlatabilir. Adrenalinli lokal anestezikler ve stres birleşince yine tirotoksik kriz oluşmasına neden olabilir. Bu nedenle hekim tedavi süresince stresi en az seviyede tutmalıdır. Enfeksiyon odaklarını gidermeli ve cerrahi uygulamaları en az travma ile uygulamalıdır. 58 Çalışmamızdaki hastaların %15,4’ünün antikoagülan kullandığı belirlenmiştir. Derin ven trombozu, akut myokart infarktüsü ve diğer koroner sendromlar, romotizmal kalp kapağı hastalıklarında, kalp kapağı protezi ve by-pass ameliyatından sonra, iskemik tromboemboli durumlarında kullanılan antikoagülan ilaçların hasta tarafından kullanıldığının anamnez sırasında belirlenmesi diş hekiminin hastanın geçirilmiş veya mevcut sistemik hastalıklarını belirlemesi açısından önemlidir. Antikoagülan kullanan hastalarda tromboemboli riskinin derecesi ve uygulanacak tedavinin türüne göre kişiye özel yaklaşım benimsenmelidir. Oral cerrahi işlemler öncesi antikoagülan tedavisinin kesilmesinin ya da modifiye edilmesinin bazı riskleri vardır. En iyi tedavi yöntemini belirmek için hastanın hekimi ile konsültasyona gidilmelidir(51). Çalışmamızda hiperlipidemi nedeniyle ilaç kullanan hastaların oranı % 2,72 olarak bulunmuştur. Zhoui ve ark. (47) yaptığı çalışmada periodontitisin hiperlipidemi hiperlipideminin riskini, de periodontitis riskini arttırdığını göstermişlerdir. Bu nedenle diş hekimi hiperlipidemik hastada bunu göz önünde bulundurmalıdır. Ayrıca panoramik radyografide servikal vertebralar bölgesinde atherom plakları gözlenebildiği için incelemelidir. 59 hekim, radyografiyi ayrıntılı olarak 10.SONUÇ Ülkemizde yaşam süresinin artmasına bağlı olarak dental tedavi için başvuran sistemik hastalığa sahip hastaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu hastalarda başarılı bir teşhis ve tedavi planlaması için hastalarda mevcut olan sağlık probleminin ve kullandıkları ilaçların, bu ilaçlara bağlı olarak ağızda meydana gelebilecek değişikliklerin bilinmesi önemlidir. Diş hekimleri de hastaların mevcut tıbbi durumlarından yola çıkarak dental tedavi limitlerini bilmek ve hastaya uygun tedavi modifikasyonlarını uygulamak zorundadır. Ayrıca hasta kendisinin mevcut hastalık tablosunu fark etmemişse ağızdaki bir takım bulgularla sistemik rahatsızlığı ilişkilendirip bu hastaları tanı ve tedavi için ilgili uzman hekime yönlendirmek diş hekiminin koruyucu hekimlik görevidir. 60 KAYNAKÇA 1. Tokgoz M.:Diş Hekimliği ve Sistemik Hastalıklar, İstanbul, 2004. 2. Cebeci İ.: Hastalıkların İncelenmesi ve Güncel Diş Hekimi Yaklaşımları, Ankara, 2008. 3. Gençtoy G.,Antihipertansif İlaç Yan Etkileri, http://www.turkhipertansiyon.org/egitim_doc/24antihipertansif_tedavide_yan_etkiler .pdf 4. Kayaalp S.: Tıbbi Farmakoloji, Pelikan Tıp Teknik Yayıncılık, Ankara, 2012. 5. Anthony H, Valinsky L, Inbar Z, Gabriel C, Varda S. : Perceptions of Hypertension Treatment Among Patients With and Without Diabetes, BMC Fam Pract, 2012. 6. Bhardwaj N., Dubin S., Cheng H. , Maurer M. , Granieri E.: Cardiovascular Cerebrovascular Diseases Diabetes Mellitus: Co-morbidities that Affect Dental Care for the Older Patient, Improving Oral Health for the Elderly, 2008, s: 157-189. 7. Akçakaya A., Koç B., Ferhatoğlu F.:Ok Meydanı Tıp Dergisi, 2012, 28(Ek sayı 1), s: 1-9 8. Subklinik hipotiroidili hastalarda metabolik ve kardiyolojik değişiklikler; L – tiroksin tedavisinin değerlendirilmesi: Çukurova üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, 2010, Adana. 9. Molvalılar S.: İç Hastalıkları,İstanbul, 2001. 61 10. Little JW.: Thyroid disorders. Part I: Hyperthyroidism, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod, 2006, 101, s:276-84. 11. Chen WH, Chen YK, Lin CL, Yeh JH, et al : Hashimoto's Thyroiditis, Risk of Coronary Heart Disease, and L-thyroxine Treatment: A Nationwide Cohort Study, J Clin Endocrinol Metab, 2014. 12. Terci A.: İç hastalıkları, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir, 2001. 13. Xing H. , Guan X.: Necrotizing gingivostomatitis and osteonecrosis associated with antithyroid drug propylthiouracil therapy, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol, 2015. 14.Çağlayan K., Çelik A.:Benign tiroid hastalığında ameliyat yöntemleri ve komplikasyonların incelenmesi: Tiroidektomi ve komplikasyonları, Ulusal Cerrahi Dergisi: 2010, 26(3), s:141-145. 15. Rupesh G., Kashish G., Jitender S., Sarika G.: Oral Manifestations of Hypothyroidism: A Case Report, J Clin Diagn Research, 2014, 8(5), s: 20-22. 16. Migneco A.,Ojetti V.,Testa A., De Lorenzo A., Gentilonisilveri N. : Management of thyrotoxic crisis , European Review for Medical and Pharmacological Sciences, 2005, 9, s:69-74. 17.Diyabet Tanı ve Tedavi Rehberi : Ulusal Diyabet Kongresi Konsensus Grubu, 2013. 18. Izadi M., Arterial Wall İnfection Fazel M., Karbasi-Afshar R., Saadat SH., Nasseri MH., Jonaidi-Jafari N., Ranjbar R., Kazemi-Saleh D.: Glycemic Control in 62 Type 2 Diabetes Mellitus Prevents Coronary, ARYA Atherosclerosis,2014 , 10(3), s:141-6. 19. American Diabetes Association: Living with Diabetes. İnsülin Basics, 2013, http://www.diabetes.org/living-with-diabetes/treatment-andcare/medication/insulin/insulin-basics.html?referrer=https://www.google.com.tr/. 20. Bayraktar M., Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi , Endokronoloji Bilim Dalı. 21.Guggenheimer J., Moore PA., Rossie K. et al: Insulin-dependent Diabetes Mellitus and Oral Soft Tissue Pathologies. I. Prevalence and Characteristics of Noncandidal Lesions, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod.,2000 , 89(5), s:563-9. 22. Soysa NS. , Samaranayake LP. , Ellepola AN.: Diabetes mellitus as a contributory factor in oral candidosis, Diabet Med. ,2006, 23(5), s:455-9. 23. Huang TT, Tseng FY, Liu TC, Hsu CJ, Chen YS.: Deep Neck İnfection in Diabetic Patients: Comparison of Clinical picture and Outcomes With Nondiabetic Patients, Otolaryngol Head Neck Surg. ,2005, 132(6), s:943-7. 24. Petrou-Amerikanou C. , Markopoulos AK., Belazi M., Karamitsos. D, Papanayotou P. : Prevalence of Oral Lichen Planus in Diabetes Mellitus According to the Type of Diabetes, Oral Dis. ,1998, 4(1), s:37-40. 25. Torrente-Castells E, Figueiredo R, Berini-Aytés L, Gay-Escoda C.:Clinical Features of Oral Lichen Planus- A Retrospective Study of 65 Cases., Med Oral Patol Oral Cir Bucal,2010, 15, s:685–90. 63 26. ADA Division of Communications: Burning Mouth Syndrome., J Am Dent Assoc,2005 , 136:1191. 27.Collin H-L, Uusitupa M, Niskanen L, Koivisto A-M, Markkanen H, Meurman JH.: Caries in Patients with Non-insulin-dependent Diabetes Mellitus, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod,1998 , 85:680–5. 28. Ship JA.: Diabetes and Oral Health: An Cverview.,J Am Dent Assoc,2003 , 134, s:4- 10. 29. American Diabetes Association: Nephropathy in Diabetes. Diabetes Care,2004 , 27, s:79-83. 30.Demir M., Tekgündüz E.: Antitrombotik ve Antikoagülan Kullanım İlkeleri, 2010 ,Trakya Univ Tip Fak Derg;27 Suppl 1:69-73.10 31. Bilge M.O., Akgül H.M., Dağistan S. : Diş Hekimliğinde Muayene ve Oral Diagnoz, Erzurum, Atatürk Üniversitesi Yayınları, 2012. 32. Leopar N. : Anticoagulation for acute coronary syndromes: from heparin to direct thrombin inhibitors, Rev Cardiovasc Med :8, 2007, Suppl 3, s:9-17. 33. Dilek İ.: Antikoagülan Tedavi İlkeleri Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Van. 34. Cawson RA, Spector RG, Skelly AM.: Basic Pharmacology and Clinical Drug Use in Dentistry. 6th Ed., Edinburgh: Churchill Livingstone Inc, 1995. 35. Özalp Dural E: Farmakoloji, İstanbul, 2002, s:353- 365. 36, Kwon PH, Laskin DM.: Clinician’s manual of Oral and Maxillofacial Surgery, 2nd.Ed.,Illinois: Quintessence Publishing Co., 1997, s: 111-114. 64 37 Gacar N, Komsuoğlu B, Utkan T.: Kalp– Damar Hastalıkları Farmakolojisi.1. Baskı, Kocaeli, 2005, 223- 254. 38. Tekin U., Efeoğlu C., Sürtekin E.:Antikoagülan Kullanan Hastalarda Dental Yaklaşım, Atatürk Üniv. Diş Hek. Fak. Derg.,6, 2012, 92-98 . 39. Tamer İ., Dabak R.,Tamer G.,Orbay E., Sargın M.: Güncel Kılavuzlar Işığında Hiperlipidemi, Aile Hekimliği Dergisi, Cilt 2 Sayı 3. 40. National Cholesterol Education Program. Second report of the Expert Panel on Detection, Evaluation and Treatment of High Blood Cholesterol in Adults (Adult Treatment Panel II). Circulation 1994; 89:1333– 1445. 41.Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği: Obezite, Dislipidemi, Hiperansiyon Hekim İçin Tanı ve Tedavi Rehberi.2001. 42.Yavuz B., Aytemir K.:Hiperlipidemi Tedavisi, içhastaliklaridergisi.org. 43. Ertaş E., Şişman Y.: Oral and maxillofacial radiology: Detection of incidental carotid artery calcifications during dental examinations: Panoramic radiography as an important aid in dentistry, In Oral Surgery, Oral Medicine, Oral Pathology, Oral Radiology and Endodontology, 2011, 112(4):e11-e17. 44.Usha VA., David MP.: Prevalence of Carotid Artery Atheromas in Post Menopausal Women: A Digital Panoramic Radiographic Study, Journal of Indian Academy of Oral Medicine and Radiolog, 2013, 25(2). 45. Tamura T., Inui M., Nakase M., Nakamura S., Okumura K., Tagawa T.: Clinicostatistical study of carotid calcification on panoramic radiographs, Diseases, Vol. 11 Issue 5,2005, s:314-317. 65 Oral 46. By: Tawfig A.:Effects of non-surgical periodontal therapy on serum lipids and Creactive protein among hyperlipidemic patients with chronic periodontitis, Journal of International Society of Preventive & Community Dentistry, 2015, Vol. 5, s:49-56. 47. Zhou X., Zhang W., Liu X., Zhang W., Li Y.: Review: Interrelationship between diabetes and periodontitis: Role of hyperlipidemia, Oral Biology, 2015, 60(4):667674. 48.Jainkittivong A1, Yeh CK, Guest GF, Cottone JA: Evaluation of medical consultations in a predoctoral dental clinic, Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod, 1997, Oct;80(4), s:409-13. 49.Al-Bayaty et all: Medical Problems Among Dental Patients at the School of Dentistry, The University of the West Indies, Journal of Dental Education, 2009, Volume 73, Number 12. 50. Kellogg SD, Gobetti JP. Hypertension in a dental school patient population. J Dent Educ 2004;68(9), s:956–64. 51.Kalyoncu N.İ., Turkiye Klinikleri J Pharmacol-Special Topics 2004;2(4), s:295317. 66 ÖZGEÇMİŞ 4 Temmuz 1992’de Muğla’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Muğla’da tamamladım. 2010 yılında Muğla Anadolu Öğretmen Lisesi’nden mezun oldum. 2010 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım. 67