Mihrabı anlamak Prof. Dr. Mehmet Görmez İslam kültür ve medeniyetinde her biri birçok manayı ifade eden anlam yüklü değerlerden biri de mihraptır. Mihrap, cami ve mescitlerde kıbleyi ve imamın namaz kıldırırken cemaatin önünde duracağı yeri gösteren mimari yapının adıdır. Kur’an’ın muhtelif ayetlerinde “mabet”, “ihtişamlı, korunaklı binalar” gibi anlamlara gelen mihrap, imamet makamı, mücadele mekânı ve mimari boyutu gibi özellikleriyle önemli bir değer olarak dikkat çekmektedir. Camilerimizin kıble tarafında duvarın ortasında girintili bir şekilde yer alan mihrap, imamın cemaate namaz kıldırırken öne geçtiği ve sadece imamet makamına tahsis edilen yer olması özelliğiyle mabetlerimizin en kıymetli ve en şerefli mekânıdır. Aynı şekilde mihrap, Müslümanların hem birlik, beraberlik ve bütünlüğünü resmeden hem de tevhit inancını temsil eden peygamber makamıdır. İslam toplumunun tefrikaya düşmemesinde manevi temsil makamı yüksek olan mihrabın rolü büyüktür. Bu ve benzeri özelliklerinden olsa gerektir ki kişinin, tek başına namaz kılarken mihrapta namaza durması hoş karşılanmamıştır. ‘Savaşmak’ anlamındaki ‘harp’ kökünden gelen mihrap sadece imamın, cemaate namaz kıldırdığı mekân değil; aynı zamanda ‘her türlü kötülükle savaşılan yer’ anlamına gelmektedir. Mihrap, hep birlikte kıbleye dönüşü sağladığı gibi, kişiye ve topluma zarar veren tüm kötülüklerle mücadeleyi de sembolize etmektedir. İşte bu noktada her çeşit kötülükten uzaklaşma- Diyanet Ayl›k Dergi 1 Ekim 2012 • Say› 262 nın mekânı olması mihrabın muhteşem bir ahlak boyutunun da olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan “Allah güzeldir, güzelliği sever” nebevi öğretisi, Müslümanların hayatlarını maddi-manevi tüm yönleriyle şekillendirmiştir. Bu çerçevede İslam’ın bidayetinden günümüze mimari gelişimi uzun bir döneme yayılan ve dinî mimarinin en önemli unsurlarından biri hâline gelen mihrap da İslam sanatının eşsiz güzelliklerinin ve estetiğinin sergilendiği şaheserler olarak ortaya çıkmıştır. Fotoğraf: Mustafa Yılmaz Bütün bunlarla birlikte irfan geleneğimizde de mihraba derin bir anlam yüklenmiştir. Yeryüzündeki her cami Kâbe’nin bir şubesi, her mihrap da camide kıbleyi remz eden en önemli unsurdur. Diğer taraftan Kâbe, nazargâh-ı ilahî ve insanın hayat kaynağı olan kalbe eşdeğerdir. Bu sebeple imam, namazı bitirdikten sonra arkasını kıbleye, yönünü de insanlara döner. Çünkü imamın karşısında birden fazla kıble ve Kâbe; arkasında ise tek bir kıble ve Kâbe vardır. Kâbe ile kalp arasındaki bu bağlantıyı dışa yansıtmanın ve Kâbe’den alınan ilham ile gönüller inşa etmenin gerekliliğinin bir kez gönül yıkmak yetmiş defa Kâbe’yi yıkmaya eşit kabul edilerek izah edilmesi oldukça manidardır. Kudüs-Mescid-i Aksa Camii Mihrabı • Diyanet Ayl›k Dergi 2 Ekim 2012 • Say› 262 • Bütün bir yeryüzü: “Mihrap” Prof. Dr. Ramazan Altıntaş Arapçada mihrap, “savaş” anlamına gelen “harb” mastarından türemiş bir isim olarak, camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu, kıble tarafındaki duvarın ortasında bulunan, oyuk, girintili yere denilir. Kıbleyi sembolize eden mihrabın çoğulu, “mehârîb”tir. (Sebe, 34/13.) Camilerde yer alan bu bölüme, savaş aletine benzetilerek mihrap denilmesi; şeytan, kötü düşünce ve arzularla savaş yeri kabul edilmesindendir. Ayrıca, ev, çadır ya da herhangi bir oturma yerinin başköşesine de mihrap denmektedir. (İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 160.) Kur’an-ı Kerim’de “mihrap” sözcüğü farklı ayetlerde geçmektedir: “Zekeriyya Meryem’in bulunduğu mihraba her girdiğinde onun yanında yiyecek bulurdu.” (Âl-i İmran, 3/37) Bu ayette geçen mihrap, Mescid-i Aksa’nın bünyesinde bulunun ve Hz. Meryem’in Allah’a ibadet ettiği odanın adıdır. Nitekim şu ayetlerde de mihrabın mabet olduğu teyit edilmektedir: “Zekeriyya mabette (mihrap) namaz kılarken…” (Âl-i İmran, 3/39.) “Zekeriyya mabetten (mihrap) kavminin önüne çıktı.” (Meryem, 19/11.) “Ey Muhammed! Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvardan Davud’un ibadet yeri olan “mihraba” tırmanmışlardı.” (Sâd, 38/21.) Görüldüğü gibi bu her üç ayette de mihrap, diğer ilahî dinlerde, mabede verilen genel bir isim olarak kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de sadece bir yerde “meharib” şeklinde çoğul olarak geçen mihrap, köşk ve saray anlamına gelmektedir. (Sebe, 34/13.) İslam dininde mihrap, sadece din görevlilerinin namaz kıldırdığı mahal değil, genel anlamda ilimde mütebahhir, muktedabih, yani otorite olan “ima- Diyanet Ayl›k Dergi 3 Ekim 2012 • Say› 262 mın” görev yaptığı mekânın genel adıdır. Burada hizmet yapan kimse, kişiyi Allah’ı anmaktan alıkoyacak olan başta nefis olmak üzere, şeytan ve heva ile mücadele etmeli, manevi bir önder olarak dünya meşgalelerinden ve düşünce dağınıklığından kendisini soyutlamalıdır. Çünkü mihrap hizmetleri, böyle soylu ve asil bir duyarlılığı gerektirir. İslam literatüründe imam, hem camide cemaate namaz kıldıran ve hem de topluma din-dünya işlerinde yol gösteren bir şahsiyettir. İşte bu manada mihrap da, hem caminin içini hem de dışını birlikte temsil eden bir adlandırmadır. Din görevlisi, sadece camide değil, cami dışı din hizmetlerinin de önderi ve öncüsü olmalıdır. Bilindiği gibi geleneğimizde, bu hizmetleri yürüten kimseye hayrın hizmetkârları manasına, “hademe-i hayrat” denilir. Dolayısıyla, gönüllü din hizmetleri görevlisi, salt caminin içiyle yetinmemeli, geniş yelpazeli din hizmetlerini, caminin dışındaki insanlara da götürmelidir. Bir nevi o, bulunduğu alanda sosyal nafilelere ağırlık veren bir kimse olmalıdır. Çünkü önder konumunda bulunan imam, çok önemli bir kamu hizmeti görmektedir. Yerine göre o, bir hastanın ilacını, bir fakirin odun ve kömürünü tedarik etmeli, sokakta engellilerin sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, gerektiğinde düğün salonlarında ahlak konulu konuşmalar yapmalı ve çevreye duyarsız olanların öğretmeni olmalıdır. İmam, bütün bu sosyal aktivitelere öncülük yapan bir gönül eridir... Onun için mihrap, mecazi anlamda bir Müslüman için bütün bir yeryüzüdür. Mihrapta hizmet verecek olan imamlarımız her yönüyle “örnek bir model” olmalıdır. Bu sebeple, selatin ve büyük şehirlerde bulunan ulu camilerde görev yapacak din görevlilerinin seçiminde azami derecede itina ve titizlik gösterilmelidir. Buralarda imamlık yapacak olan kimseler; sesi gür ve güzel, kıraat ve tecvidi düzgün, bilgili, giyim-kuşam ve temizliğe özen gösteren, vakur bir duruş sergileyen, çağının sorunlarına karşı bigane kalmayan vasıflardaki ehil kimseler arasından seçilmelidir. (Mahir İz, Din ve Cemiyet, İstanbul 1982, s. 123.) İmamlarımız, iş vakitlerinin dışındaki namazların sonunda ahlak ve sosyal konulara dair ayetlerden oluşan bir aşr-ı şerif okumalıdırlar. Buna mihrabiyye denilir. Sadece bu ayetler metin olarak okunmamalı, arkasından mutlaka meali verilmeli ve kısa bir açıklaması yapılmalıdır. Tilavet ve anlamın birlikte okunmasında, cemaatin bilgi düzeyi yükselir, Kur’an kültürü artar. Namazdan sonra okunan ve aşr-ı şerif denilen bu mihrabiyye, cemaate ahkâm-ı Kur’aniyeyi hatırlatmaktır. Kesinlikle tilavet ve açıklama, bir mihrabiye okunacak zamanı aşmamalıdır. İmamlarımız, cemaatine bıkkınlık ve sıkıntı getirecek davranışlardan uzak durmalıdır. (İz, a.g.e., s. 124.) İmamet vazifesi ile görevli zat, caminin temizliğinden de sorumludur. Bu ifadeden kastedilen şey, illa temizlik işini imamın yapacağı anlamına gelmez. Bu konuda farklı çözüm önerileri ve projeleri geliştirilebilir. O, sadece koordinatörlük de yapabilir. Din görevlilerimiz, temizliğe riayet etmeyen • Diyanet Ayl›k Dergi 4 Ekim 2012 • Say› 262 • cemaati, kavl-i leyyin ile ıslah etmelidir. Bu konuda takip edeceği metot, aşağıdaki mısralarda dile getirildiği gibi olmalıdır: “Rağbet-i mâl iledir câmî-i İslamın da Mescid-i köhne-i bî-vakfa cemaat gelmez.” Hiç kuşkusuz camide okunan Kur’an-ı Kerim, ilahi ve kasideler, hatta mevlid-i şerifler, cemaatin dinî duygularını coşturmaya hizmet eder. Hz. Peygamber de zaman zaman şair Hassan b. Sabit’e şiir okutur, bazı sahabelerden de Kur’an dinlerdi. Bu tür faaliyetler kalplerin yumuşamasında çok etkilidir. Bu da mihrap hizmetlerinin bir parçasını oluşturur. Camide verilen din eğitimi, cemaatin merhamet, şefkat duygularının ve paylaşma ahlakının gelişmesinde çok büyük katkılar sağlar. Cemaatin merhamet duygularını istismar etmek adına, camilerimiz, salt kişi veya hayır kurumlarının yardım topladığı mekânlar hâline dönüştürülmemelidir. Bu konuda azami hassasiyet gösterilmeli, yardım faaliyetleri, caminin manevi ve ruhani havasını bozacak duruma vardırılmamalıdır. Camilerin manevi şahsiyeti titizlikle korunmalıdır. Özellikle cami içinde veya cami kapısında dilenme ve yardım toplama engellenmelidir. Burada genel anlamda bütün Müslümanlara düşen bir sorumluluk vardır. Eğer cami önlerinde dilenen kimse, gerçekten ihtiyaç sahibi ise, umum Müslümanlar, dilenen kimseye iş bulmalı, eğer bu işi kabul etmezse, o kimseye yardım yapılmamalıdır. Çünkü işi kabul etmeyen bu kimse, asalaklığı bir ahlak hâline getirmiş anlamına gelir. Bu da İslam’ın izzetine gölge düşürür. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, mihrap hizmetleri sadece caminin içiyle sınırlı tutulmamalı, din görevlimizin bulunduğu mahalle de bu sınırlar içerisine alınmalıdır. Buralarda da sosyal içerikli din hizmetlerine ağırlık verilmelidir. Din görevlilerimiz, bulunduğu mahalleye hâkim olmalı, oralarda olup biten sosyal ve ahlak içerikli problemlere karşı duyarlılık göstermelidir. Din görevlilerimiz, cemaatine gelen ya da gelemeyen, semtindeki zengin ve yoksul Müslümanların bir listesini çıkarıp bu kimseleri birbirleriyle tanıştıracak programlar düzenlemelidir. Camiden kopmadan cami dışı din hizmetleri içerisine giren bu sosyal hizmet, ferdî nafile ibadet sevabının kat kat fevkindedir. Hiç kuşkusuz bu tür sosyal içerikli din hizmetleri, asr-ı saadette ensar ile muhacir arasında gerçekleştirilmiş olan muâhât projesinin çağdaş dünyada yeni bir versiyonu olarak görülmelidir. İşte o zaman gerçek anlamda mihrap, sadece caminin bir bölümünü değil, asıl işlevi olan iyi insan yetiştirme makamı olarak bütün bir yeryüzü sathını temsil etmiş olacaktır. • Diyanet Ayl›k Dergi 5 Ekim 2012 • Say› 262 • Mihrabın aydınlığı M. Lütfi Arslan Biz neyi kaybettik de böyle olduk? “Mihrap orada duruyor, işte namaz için yöneldiğimiz yerdir, imamın cephesindedir, bütün şatafatı ile önümüzdedir...” deseniz de nafile; çünkü biz mihrapta saklı anlamı kaybettik. Mihrap, kötülüklerle savaşılan yerdi. Dışımızdaki tağutlar orada yerle bir olurdu. Ne cehalet, ne şirk, ne de inkâr mihrapta bir mevzi edinemezdi; saf, duru ve felah bulduran akide oradan kaynar, uğradığı yerlere şifa ve hayat veren bir pınara dönüşürdü. Biz mihrapla susuzluğumuzu dindirir, mihrapla âleme sakalık yapardık, biz işte bu anlamı, bu sırrı, bu dokuyu kaybettik. Mihrap bizim arındığımız, günde beş vakit kalbimizi yıkadığımız bir yerdi. Orası mücadele yeriydi, sadece dışımızdakiler değil, içimizdeki karanlık yanımızla savaşımıza destek aldığımız bir yerdi, biz oradan aldığımız güçle içimizdeki Firavun’a karşı içimizdeki Musa’ya yardım ederdik. Sanki orası Musa’nın duasının her yönelişimizde içimizde çınlayan aksi olurdu: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar…” Biz mihrabımızla içimizi imar eder, inşa eder, ihya eder, biz mihrabımızdan aldığımız feyiz, bereket ve nurla içimizin baharını cümle âleme bilabedel salardık. Mihrap hepimizi bir araya getiren imamemizdi. Ölçü mihrapta saklıydı, mihraptaydı, mihraptan ve mihraplaydı; biz mihrapta hayata nereden ve nasıl bakıp, hayata nasıl ve ne şekilde ayar vereceğimize dair o kadim ölçüyü kaybettik. Diyanet Ayl›k Dergi 6 Ekim 2012 • Say› 262 Mihrap, sayfalarımızı bir araya getiren şirazemizdi. Biz bir kitaptık. Farklı bölümlerimiz vardı. Bir aradayken ne kadar anlamlı, ne kadar faydalıydık… Her sayfamız ayrı bir anlam dünyasına açılır ve bütün sayfalarımız aynı anlam dünyasına varırdı. Bir an geldi, her bir bölüm kendi zenginliği ve kendi anlam derinliğinin kendisine yeteceğini sandı. Birisi “benim anlamım” deyince diğeri aynaya baktığını sandı, orada aks ü emelini gördü. Fihristin bir anlamı kalmadı; muhafaza edilse ne olurdu ki zaten... Nitekim ne kadar zengin bir muhtevamız olduğunu gösteren nostaljik bir iç geçirmenin adresi olarak kaldı sadece. Mihrabımız dünyaya yöneldiğimiz irtibat noktasıydı; oradan dünyanın adını koyardık: “Dünya geçici bir mola yeridir. Ne ki ebedî menzilimizin bileti buradan kesilir. Ne olacaksak dünyada olur, ne bulacaksak dünyada buluruz. Buraya bizi gönderen uyum sağlayalım diye değil uyumu sağlamak için göndermiştir. Burada kopan feryatlar arştan önce bizim vicdanımızda çınlamalıdır. Burası dünyadır, denidir ve fakat buranın bir dakikasında bile ebedî saadet yurdunun bileti kesilir. Burası dünyadır; burada mazlum da zalim de yardıma muhtaçtır. Merhamet buranın hâkim siyaseti olmalıdır, çünkü insan azizdir, muhteremdir; insan insanın kurdu değil, yurdudur.” Mihrabımız, bizi kıblemizle buluşturan adresti. Kıbleden yola çıkıp düz bir hatta yürüdüğümüzde önümüzde bulacağımız Kâbe’ydi. Kâbe, mekânlara sığmayan Rabbimizin, kendisine mekân olarak seçtiği yerdi. Orası ümmetin yüzünü dönüp, gönlünü yıkadığı yerdi. Kâbe’ye mihraptan erişilirdi, dolayısıyla mihrap, önümüzdeki Kâbe’ydi. Mihrap kıblenin sıcaklığının, Kâbe’nin ışıltısının gözümüzdeki tecessüm etmiş hâliydi. Mihraba nazar eden sanki Kâbe’ye nazar etmiş gibi olurdu. Biz o nazarla ümmet olurduk. Biz o nazarla tevhidi bulurduk. Biz o nazarla kardeşliğin şahikasında buluşurduk. Biz mihrabımızda bulmuştuk kendimizi, mihrabımızda buluşmuştuk, mihrabımızdan kıblemize uzanan hattan kürenin sonsuz çeperine saflar kurmuştuk, o saflardan içinde olduğumuz ümmetin hudutsuzluğuna vurulmuştuk. Biz adresimizi, şirazemizi, dünyaya yöneldiğimiz vechimizi, arınma ve mahşer şuurunda yaşama noktamızı kaybettik. Aydınlığını kaybettiğimiz günden bu yana yumruklarımızı karanlığa boşuna sallayıp duruyoruz. Dirileceksek, yeniden ayağa kalkacaksak bu mihraptan başlayacak. Önce mihrap ve mihraptaki dirilecek ve ayağa kalkacak, sonra mihrap aydınlığı hepimizi yeniden ışıtacak, biz mihrapla kaybettiğimiz anlamı bulacağız. O zaman dünya da ışıl ışıl bir yer olacak. Mihraptan süzülen nur önümüzü, arkamızı, sağımızı, solumuzu, altımızı, üstümüzü, her tarafımızı nur kılacak. Mihrap bizi kendisi gibi doğruluğun, istikametin ve mücahedenin üssü kılacak. • Diyanet Ayl›k Dergi 7 Ekim 2012 • Say› 262 • Mihrabın hakkını verebilmek Doç. Dr. İsmail Karagöz İmran’ın eşi Hanne, rahmindeki yavrusunu, Allah’a hizmete adar. Çocuk kız doğunca Rabbine şöyle seslenir: “Rabbim! Onu kız doğurdum... Erkek, kız gibi değildir, ona Meryem adını verdim.” Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurur ve onu güzel bir şekilde yetiştirir. Zekeriya Peygamberi onun bakımıyla görevlendirir. Zekeriya, onun bulunduğu mihraba/bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulur. “Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?” diye sorduğunda, Meryem, “Bu, Allah katından” diye cevap verir. (Âl-i İmran, 3/36-37.) Lütfu ilahî ile Beyt-i Makdis’te Hz. İsa’nın annesi Meryem yetiştirilmiş ve İslam medeniyetinde camilerin en önemli mekânları olmuştur mihrap… Âlemlerin Efendisi Peygamberimiz’in namaz kıldırdığı ve yönünü cemaate çevirip hak din İslam’ı anlattığı saygın mekânlar olmuştur mihrap… Önemine binaen tarihî süreçte taştan, mermerden, ahşaptan ve alçıdan muhteşem bir şekilde yapılmış, bazen çinilerle, nakışlarla işlenmiş, oymalarla süslenmiş ve birer şaheser olmuştur mihrap. Böylece camilerin en muhteşem sanat eserleri hâline gelmiştir mihrap… Mihrabı daha da önemli kılan, orada Allah’a yönelen kalpler, secdeye kapanan alınlar, eller, dizler ve ayaklar, Kur’an okuyan ve zikreden diller, cemaate önder, peygambere vâris olan imamlardır. Herkese nasip olmaz mihraplarda cemaate namaz kıldırmak. Bir şereftir oralarda cemaati arkasına saf olarak dizebilmek, el açıp dua edebilmek, Diyanet Ayl›k Dergi 8 Ekim 2012 • Say› 262 mihrabın hakkını verebilmek, eli öpülesi imam olabilmek. Mihrabın kıymetini bilmek, hakkını vermek, gönlünü Hakka açmak, cemaate önder olmak, dini mübini İslam’ı anlatmak, halkı camide cemaat yapmak kolay değildir. Rabbimiz’in Kur’an’da bildirdiği ve Peygamberimiz’in bize öğrettiği gibi kılmalıyız, kıldırmalıyız namazlarımızı, derin bir saygı ve vecd içinde olmalıyız, farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine ve tadili erkânına tam uymalıyız, zihnimizi açmalı ve gönlümüzü vermeliyiz Rabbimiz’e namazlarımızda. Bilmeliyiz ki namaz kıldırmak hem bir onur hem bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu iyi bilmek ve özümsemek gerekir. Tilavetimiz tertil ile olmalıdır namazlarımızda, cemaat kıraatimizi aşk ve şevkle dinlemeli. Bu amaçla kendimizi yetiştirmeliyiz, bu amaçla bir femi muhsinin dizinin dibine oturmalıyız. Femi muhsin olanlarımız, bu maharetlerini meslektaşları ile paylaşmalı, öğrencileri olmalı elbette. Ne güzel, Allah kelamının hadimleri olabilmek, Allah kelamı Kur’an’ı tertil ile, eda ve seda ile okuyabilmek, cemaati mest edebilmek, ruhlarını okşayabilmek, imanlarının artmasına vesile olabilmek... Namaz öncesi ve sonrasında mihrapları Kur’an tilaveti ile cumartesi ve pazar günleri öğle namazı sonrasında okuyacağımız aşır ile Kur’an ziyafeti vermeliyiz cemaatimize, memnun ve mesrur etmeliyiz onları. Memnun etmeliyiz ki camilerimiz cemaatsiz kalmasın, sayıları sürekli artsın. Sadece namaz kıldırdığımız mekânlar olmaktan çıkarmalıyız mihraplarımızı. Peygamberimiz (s.a.s.) sohbet ile yetiştirdi ashabını. O bizim örnek ve önderimiz. Onun yolunu izlemeliyiz biz de. Camideki en güzel ve en muhteşem yerin mihrap olması, görevini mihrapta icra eden imam-hatiplerimizin de toplum için ahlak ve edep itibarıyla en güzel ve en muhteşem olmasını gerektirir. Gerçekten bu çok önemlidir, hem imam-hatip olarak saygınlık kazanabilmek hem de mihrabı, camiyi, Peygamberimiz’i ve dinimizi temsil edebilmek için. Özel hayatımız ile aile hayatımız ile sosyal ilişkilerimiz ile örnek olmak durumundayız imam-hatipler olarak. Cemaatimize karşı güler yüzlü olmalıyız mihrapta imam-hatipler olarak. Mihraptaki güler yüzlü tavrımızı cami dışına taşımalıyız. Taşımalıyız ki herkes ile iyi ilişkiler içerisinde olabilelim. Mihrabın hakkını vermek; fedakârlık, vefakârlık ve sorumluluk ister; ideal, azim, gayret, aşk, heyecan, Allah ve peygamber sevgisi gerektirir. Ne mutlu mesleğinin farkında olabilenlere ve bu görevinin hakkını verebilenlere! • Diyanet Ayl›k Dergi 9 Ekim 2012 • Say› 262 • Fotoğraf: Mustafa Yılmaz Ankara-Aslanhane Camii Mihrabı Diyanet Ayl›k Dergi 10 Ekim 2012 • Say› 262 Ulucami’nin mihrabında duran zaman Prof. Dr. Bilal Kemikli Bursa Ulucami, İslam’ın beşinci kutsal mabedi olarak kabul edilir. Belki bu kabul ediş, Isfahan, Diyarbakır, Konya ve Sivas ulucamileri için de söz konusu edilebilir. Elbette bu ulucamiler, asırlardır müminleri cem etmiş ve tarihi misyonlarını ifa etmiş… Lakin Bursa Ulucami’yi bu camilerden ayıran temel husus, bu kutlu mabedin İslam’ın Rumeli’ye intikalinde hareket noktası olmasıdır. Evet, Niğbolu Zaferi’nin bir hatırası olarak yirmi kubbeyle inşa edilen bu mabet, Anadolu’dan başka Rumeli’yi de kucaklayan iradenin maddi tezahürüdür. Yirmi kubbe, neredeyse yirmi farklı kültür, dil ve anlayışı derleyip toparlayarak bir mihraba yöneltmektedir. Bu cümleyi, şimdi Saraybosna’da Bursa ve İstanbul tavrıyla okunan ezanın sedasından mülhem dile getiriyorum. Aynı duyguları Üsküp ve Prizren’de de yaşadığımı belirtmek de isterim. Ulucami’nin İslam’ın beşinci mabedi olması hakikati, Bosna’da veya Prizren’de gök kubbede yankılanan ezanda sırlıdır. *** Ulucami mihrabının bezemeleri, hatlar ve renkler… İnsanı başka bir âleme alıp götüren renklerin beşeri nazarlara yansımasından öte, gönül aynasında tecelli ettiği anlamı /anlamları dile getirmek pek de kolay değildir. Mana harf kalıbına ne kadarıyla girebilir? Orada evvelemirde Zekeriyya’nın Meryem’in mihrabına çıkışına tanık oluyorsunuz… Kendini Allah’a adamış, ibadet, tefekkür, tezekkür ve tedebbürle vakit geçiren Meryem’in ulaştığı manevi gıdalar ve bütün bunlara tanıklık eden bir kâmil insan. İmdi, mih- Diyanet Ayl›k Dergi 11 Ekim 2012 • Say› 262 rabın önünde Meryem’i ve Zekeriyya’yı aramak. Zaman bu arayışla duruyor. Kim Meryem? Kim Zekeriyya? Nerede arayacağız bunları? Ben tam da bu soruları sorduğumda Ulucami’nin Mihrap tarafında, diğer bir ifadeyle kıble cenahında dergâhını açmış ve bu kutsal mabede zaman zaman dersler yapan, halkı irşat eden ve fakat şimdi Limni’de sürgün olan Niyazî-i Mısrî âdeta feryat eder gibi bağırıyor: “Kendinde ara bul!” Bu sesle irkiliyor, kendime geliyorum. Ulucami’nin mihrabı, kendine yöneleni Meryem’in ve Zekeriya’nın tecrübe ettiği manevi halle buluşturuyor. Manevi gıdalar, ancak bu yönelişle tadılıyor. Diğer bir ifadeyle rabbani gıdalara insan ancak mihraba yönelerek kavuşmuş oluyor. Mihrap kelimesi etrafında düşündüğümde hemencecik bu iki kelimeyle buluşuyorum: Yönelmek… Yöneliş. Nereye yönelmek? Bu yöneliş kime? Mihraba… Mihrap ise, dünyanın neresinde olursan ol, seni İslam âlem tasavvurunda yeryüzünün merkezi/kalbi olan Kâbe’ye ulaştırıyor. Zaman, mekân, uzaklık ve yakınlık kavramları burada âdeta yeni bir çehreye bürünüyor: Nerde olursan ol, mihraba teveccüh ettiğinde Kâbe’ye yöneliyorsun. O vakit, Ulucami mihrabı âdeta bir kapıya tebdil ediyor, oradan girip Kâbe’ye eriyorsunuz. Bu hakikati tasavvur ederken, birden bu kutsal mabedin ilk imamı Süleyman Çelebi o bilge haliyle zuhur ediyor, Mevlid’i yazarken canlı bir şekilde tasvir ettiği eski Mekke’nin kutsal sokaklarında cevelan ediyor. Güya ki, orada, o mihrabın önünde oturmuş da niyaz ediyor san. Sen yine de öyle san; lakin o seyrana çıkmış oradan sesleniyor: Ger Muhammed gelmese sen şunı bil Ne kulak işidüben söylerdi dil Ger Muhammed’den şefâat olmasa Deng-i küfrün zulmetini kim basa Ol Muhammed’den açıldı dînümüz İslâm içre dîn ile îmânumuz Bu sese kulak veriyor o koca şair Âkif, Asım’da haklı olarak: “Yetişilmez ki: Süleyman Dede yükseklerde.” El-hak doğru söylüyor… Yetişilmez. O mihrabı kapı bilip oradan asumana doğru sefer ediyor; çıkıyor da çıkıyor. Seyrettiği mana denizinden bir katre şiir diliyle söze dönüşüyor ve Mevlit oluyor. Havuzu arkama alarak oturmuş, mihrabı temaşa ediyorum. Su sesi, eski zamanlardan kalan dinlediğim hatıraları sanki yeniden yaşatıyor bana. İşte orada Bekir Sıtkı Bey merhum başında takkesi minberin önünde Veladet bahrini okuyor: “Doğdu ol sadeften ol dûr danesi.” Cami dolu, kimi namaz kılıyor, kimisi rehberler eşliğinde camiyi keşfediyor… Ziyaretçiler. Çocuklar. Kadınlar. Orada kendi köşesine çekilmiş, Kur’an tilavet eden şu nurani dede. Fakat o su sesi, belki kimsecikler farkında değil ama beni Bekir Sıtkı Sezgin’in lütfettiği ziyafete alıp götürüyor. Mihrap, diyorum, doğuştur. Ve- • Diyanet Ayl›k Dergi 12 Ekim 2012 • Say› 262 • ladet bahri de ne denli yakıştı, şimdi. Evet, doğuştur; oraya yönelenin iç âleminde nice veled-i can doğar; bunu ancak bilenler bilir... Nice niyazlar. Nice yükselişler. Nice gözyaşları! Mihrap gözyaşlarıyla ıslandıkça, yöneliş taklitten tahkike eriyor… Bakıyorum, sanki zaman durmuş, Ulucami’nin müezzini Muhammed Üftade mihrabiye okuyor. Hucurat suresinden okuyor, duyuyorum, “Hz. Peygamber’in huzurunda sesinizi yükseltmeyin!” buyuruyor, Kelamullah. Yükseltmeyin… Nazik ve anlayışlı olun. Nice manalara eriyor dinleyen, o âdeta yaşayarak okuyan, teganni yapmadan, harflerin hakkını birer birer verirken her harfi bir meleğin taşıdığının idrakinde olan bilge müezzin. Fatihalar okunuyor, kalkıyor yerinden ve adeta içinde bulunduğu mabedin manevi değerini haykırırcasına şöyle sesleniyor: “Yâ câmia’l–kebîr ve yâ mecma’a’l-kibâr Tûbâ li-men-yezûruke fi’l-leyli ve’n-nehâr” Öyle diyor bilge müezzin: “Ey Ulucami, ey ümmetin kibarlarını cem eden mabet; seni gece ve gündüz ziyaret edenlere müjdeler olsun!” Acaba Üftademiz, minberden, o bizim bakıp da göremediğimiz o mana kapısından içeri baktı da neler gördü? Bu müjde ne ola? Ben bunları düşüne durayım, oracıkta zaman yine duruyor, Hattat Şefik Bey çıkıp geliyor ve bilge müezzinin bu seslenişini kayda alıyor. Kalkıyorum oturduğum yerden, biraz daha yakına, yakına geliyorum… Altın sarısı bezemelerin arasından o müjdeyi aramaya koyuluyorum. Fakat nafile; herkes her şeyi göremez! Şemseddin Ulusoy (Şemsî Dede) merhum, caminin son hizmetkârlarından olduğu gibi Mısrî hazretlerinin de yolunu temsil eden o büyük insanın bendenize bakıp, “Evlat, Üftade ol da, öyle gör!” dediğini duyar gibi oluyorum. Üftade olmak, karşılıksız hizmet etmek… Ta oradan, Uludağ’ın ki eskiler oraya Keşiş Dağı derlermiş, eteklerinden kalkıp beş vakit Cami-i Kebir’e hizmet etmek kolay bir iş olmasa gerek. Dedesi ve babası da Ulucami’de imamlık, devirhanlık gibi görevler yapan Şemsî Dede’miz Gamkusâr adını verdiği Ulucami’yi anlatan o uzun manzumesinde şöyle sesleniyor: “Beş vakitte namaz olunsa eda Eyler Allah onu mazhar-ı Hüdâ” Beş vakitte mihraba yüz vurmak, oradan açılan mana kapısında seyrana çıkmak, sonra kalkıp müşahedelerini şiir diliyle halka sunmak… Bu kolay bir hadise olmasa gerek. Lakin Ulucami’ye hizmet edenler, samimi duygularla yönelişlerini gerçekleştirdiklerinde hep bu zevki tadacaklardır. Zira orası, mihrap kelimesinin münderecatında olduğu gibi, harp meydanıdır. Büyük cihadın yaşandığı yer… Namaza duran, kıyam eden, rüku ve sücuda eren her mümin bu cihadın içinde cengâverdir. Mihrap ise, kumandan karargâhı. Asıl savaş, işte o karargâhta cereyan ediyor. • Diyanet Ayl›k Dergi 13 Ekim 2012 • Say› 262 • Bu düşünceler gönül aynamda yansır yansımaz irkildim. İmamlık, zor zenaat... Bu illa Ulucami mihrabına geçen imam için söylenen bir söz değil, orada şehrin en ücra mahallesinde bir iki cemaate imamlık yapan için de geçerli olan bir durumdur. Neden mihraptan kaçtığımın ayrımına şimdi daha iyi varıyorum: Oraya layık olmak! Hem ilmen, hem de ahlaken liyakatli olabilmek. Bunları düşünürken, uzaktan, çok uzaktan bir ses duyuyorum. Sese doğru dönüyorum, “müminler somun!” diye seslenen o nurani çehreli ihtiyarı fark ediyorum. Somuncu Baba, diyor mihrabı nakşeden acem ustalardan birisi… Somuncu Baba. *** Fotoğraf: Mustafa Yılmaz Ulucami’de mihrabın önünde, zaman âdeta dürülüyor, asırlar arası seyrana çıkıyorum. Sanki bir rüya hali… Sen öyle deyiver, rüya. Hayır, Bosna’da beyazlara bürünmüş, o küçük, o zarif Hacı Halit Cami’inde, camlarla süslenmiş o sade mihrabın önünde Ulucami’yi, mihrabı ve orada kıyama duran mana erlerini temaşa ediyorum. Kulağımda çokça dinleyemediğim merhum Harun Soydaş’ın mihrabiyesi, Amir Ateş üstadımızın adeta feryat eden Tevhit bahri ve dinleyemediğimiz Bursevî Hazretlerinin Kur’an dersi… Şiir gibi. Ne gibisi? Bizzat şiir. Evet, Bursa Ulucami’nin mihrabı ancak şiir nazarıyla sırlarını ele veriyor. Şiir okur gibi okumalı onu. Bursa-Ulu Camii Mihrabı • Diyanet Ayl›k Dergi 14 Ekim 2012 • Say› 262 • Mihrabiye Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nuri Uygun Camilerde imamın önünde namaz kıldırdığı, kıble yönündeki duvarın bir miktar oyulması ile meydana getirilen “niş” adı da verilebilen girintili kısma mihrap denilir. Bu kısım, camilerde saf tutulurken imamın cemaatin önünde olması ve birinci safın imam tarafından bölünmesini önlemek gayesi ile yapılmıştır. Bu “niş”in içine serilen seccade ise imamın namaz kıldırdığı yerdir. Cami, medrese, kervansaray, han, dergâh gibi mimari yapıların girişlerindeki taş işçiliği ile süslenmiş taç kapıların iki tarafına karşılıklı olarak simetrik şekilde yapılmış küçük nişlere de sanat tarihi terimi olarak mihrabiye denilmektedir. Vakit namazları sonunda, imamın cemaate karşı kıble arkasında kalacak şekilde geriye dönerek oturduğu yerde okuduğu Kur’an-ı Kerim’den “aşır” adı verilen bölümlere de mihrabiye denir. Burada söz konusu edeceğimiz mihrabiye, imamın mihrap girintisinde okuduğu bu aşırlardır. Mihrabiye, vakit namazlarının sonunda namazı kıldıran imam tarafından okunur. (Halil Can, “Dînî Mûsikî”, Musikî Mecmuası, No: 292, s: 22, Şubat - 1974 – İstanbul.) Bazen imam, müezzinlerden birine okuması için işaret ederse müezzin mahfilinde de okunur, cemaat içerisinde misafir bir hoca varsa imamın işareti ile onun tarafından da okunabilir. Mihrabiye’nin okunuşunda öncelikle tecvit kurallarına uymak ve tilavet adabını esas alacak şekilde davranmak gereklidir. Bu okuyuşun ikinci önemli kısmı ise, güzel sesle belirli bir makamın ses dizisine uyarak kıraat Diyanet Ayl›k Dergi 15 Ekim 2012 • Say› 262 etmektir. Belirli namaz vakitleri sonunda geleneksel olarak uygulanan makamlarda okunması da buna eklenecek diğer özelliklerden biridir. Mihrabiye’nin okunuşu müzikalite açısından değerlendirilirse şu hususlar göz önüne alınmalıdır: Genelde herhangi bir aşr-ı şerifin kıraati bir edebî kompozisyon gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin uygulanması şekli ile icra edilir. Belirli bir makamdaki özelliklere dikkat ederek okunmalıdır. Eğer çıkıcı bir makamda okunacaksa giriş pest seslerden, inici bir makamda okunacaksa dik seslerden başlayan bir seyir izlemelidir. İcrada girişi takiben orta bölüm anlamındaki “meyan” bölümünde gelişme kısmı uygulanmalı ve okunan makama yakışacak yan makamlara geçkiler yapılmalı, sonuç kısmında ise başlanan makama geçiş yaparak, “yeden” denilen karardan önceki perdeye de inerek karar sesine gitmelidir. Mihrabiye olarak okunan bir aşrın, diğer mekânlarda okunan Kur’an-ı Kerim kıraati ile arasında bariz bir üslup ve makamsal uygulama farkı vardır. Mesela mevlit bahirleri arasında okunan aşırlarda, daha önceki bahirde uygulanan makamdan giriş yapılıp, daha sonra okunacak bahrin gelenekte okunması âdet olmuş makamına geçki mahiyetinde okunması gibi. Yahut da, Mevlevi mukabelesi sonunda geleneksel olarak okunan Bakara suresi 115. ayeti ve devamının okunmasında tiz seslerden başlayan bir üslûp ve uygulanan ayinin makamına uyulması esastır. Mihrabiyede ise, tespih çekilirken uygulanan makamdan başlayıp, cami içerisindeki sesin tonu ve makamın bozulmamasına dikkat ederek okunmasına çalışılmalıdır. Mihrabiye camilerimizde geleneksel olarak Osmanlı döneminden bu yana sabah, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerindeki namazların sonlarında okuna gelmiştir. Bazı büyük camilerde öğle namazı ardından da okunabilir. Sabah namazlarından sonra okunması gelenek hâlinde olan Haşr suresi son üç ayeti, yani 22-23-24. ayetlerin okunmasının faziletine dair bir hadis-i şerifin gereği olarak kıraat edilir. Bu hadiste, akşam namazından sonra bir kimse Haşr suresi son üç ayetini okursa meleklerin okuyana sabaha kadar bağışlanma dileyeceği, eğer o gece ölürse şehit olarak haşr olunacağı belirtilmektedir. (Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 22 ve Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, V/26.) Bu vakitte okunan mihrabiyeyi dinî musiki yönü ile inceleyecek olursak şunlar söylenebilir: (Hüvallâhüllezî…) cümlesi ile başlayan bu aşr-ı şerif sabah namazlarında geleneksel olarak okunan “saba” makamı veya “bestenigâr”, “dügâh”, “çargâh” gibi (re) notasının (bemollü olarak yarım ses pest okunduğu) makamlarda icra edilir. Aşrın okunuşuna karar sesi “la” veya asma karar sesi olan “do” notası esas alınarak başlanır. Sonra “meyan” denilen orta bölümde bu makamlara uygun düşecek bir veya birkaç makama geçkiler yapılıp tiz perdelerde dolaşılır. Aşrın sonunda ise başlanılan perdelere inilip karar sesi ile bitirilir. • Diyanet Ayl›k Dergi 16 Ekim 2012 • Say› 262 • Akşam namazlarının sonunda da aynı aşr-ı şerifin okunması geleneksel olup, farkı sabah namazında uygulanan makamlarda değil, müezzinin tespihatta takip ettiği herhangi bir makamda okunabilmesidir. İkindi namazlarında ise günün konusuna veya arabî ayların dinî konularına göre anlam taşıyan bir aşr-ı şerif okunur. Bu okuyuşta da giriş, gelişme ve sonuç bölümlendirmesine dikkat ederek, icra edilen makamın ses dizisi ve meyandaki geçkilerine tam olarak uyulmalıdır. Yatsı namazlarında genellikle mihrabiye olarak (Âmene’r-rasûlu…) cümlesi ile başlayan Bakara suresi 285 ve 286. ayetlerini okumak âdettir. Bu da yatsı namazı sonunda adı geçen ayetlerin okunmasının faziletini belirten bir hadis-i şerif bulunması dolayısı iledir. (Müslim, Îman, 279, Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, IV, 147-151.) Fotoğraf: Mustafa Yılmaz Mihrabiyenin okunuşundaki güzelliğin, tecvit kuralları ve kıraat ilminin tam olarak tatbik edilmesi ile birlikte üslup, musiki bilgisi, ses güzelliği gibi özelliklere bağlı olduğunu belirtmek gereklidir. İstanbul-Hekimoğlu Ali Paşa Camii Mihrabı • Diyanet Ayl›k Dergi 17 Ekim 2012 • Say› 262 • Mihrabı hayata taşımak Dr. Ömer Müftüoğlu Hayat ilkelerle birlikte güzeldir. İlkesiz yaşantıya günübirlik yaşam, ilkeler için yaşanmayan bir hayata da amacı olmayan rastgele yaşam denir. Müslümanın hayatı bunların ikisi de değildir, olamaz. O, Rasulüllah Efendimiz’in en güzel örneğini sunarak yaşadığı Müslümanca hayattan aldığı numunelerle, bugünün Müslümanı olarak yaşar. Her hak sahibine hakkını vererek, adaletin yerini bulması için çaba harcayarak, yapması gerekeni en güzel şekilde yerine getirerek ve en güzel üretimi ortaya koyarak… Müslüman, yaşadığı zamana ve mekâna Müslümanca katkı sunan kişidir. Üyesi olarak yaşadığı toplumun sıkıntılarına duyarsız kalarak çözümsüzlüğün parçası olmak Müslümanca bir tutum olamaz. Fark etmek, duyarlı olmak ve çözümü üretmek Müslümancadır. Kötülüğü engellemek, kötülüğe sebep olan durumları ortadan kaldırıp kötü sonuçlarla karşılaşmamak Müslümana yakışır. Kendine ve başkasına zarar vermediği bir hayatın aktif üyesi olmak Müslüman için anlamlıdır. Benim kötü olmamı, kötülük üretmemi, kötüye meyletmemi engelleyen imanımdır. İman, temel olarak şu iki bilinci bende hep canlı tutar: Yarattıklarını sürekli gözetip duran, her an yeni bir işte olan Allah’ın kulu olduğum ve yaptıklarımın hesabını vereceğim bir günün gelecek olması. Bu ikili bilinç durumu, daima Rabbimin huzurunda ve O’na karşı sorumlu olduğumu bana hatırlatır. Sürekli hatırda tutmamız gerekenleri zaman zaman unutmamız, insan ol- Diyanet Ayl›k Dergi 18 Ekim 2012 • Say› 262 duğumuzdandır. Beşer hafızasının unutma özelliği yaratılıştandır. Unuttuklarımızı bize hatırlatan uyarıcılar, hatırlamamıza vesile olan uyarıcı zamanlar ve mekânlar vardır. Kur’an, en önemli uyarıcıdır. O, “zikir” olması yönüyle insana unuttuklarını hatırlatır. Mübarek gün ve gecelerle bunların dışında kişiye özel anlamı olan zaman dilimleri de bize unuttuklarımızı hatırlatan önemli desteklerdir. Bunlara ilaveten bir de hatırlatıcı yönü olan mekânlar vardır. Kâbe, Arafat, Mina, Müzdelife, İbrahim Makamı, Mescid-i Nebi, Müslümanların hafızalarındaki ortak noktalardır. Camiler de hatırlatıcı yönleriyle müstesna yapılardır. Hayatın aktığı mekânların tam da orta yerine inşa edilen bir cami, orada yaşayanlara pek çok şeyi hatırlatır. Bunlardan ilki, kuşkusuz “Allah”tır. Allah’ın hatırlanması, hatırlanması gerekenlerin hiçbiri dışarıda kalmadan her şeyin hatırlanmasıdır aslında. Cami Allah’ı, Allah da bize sorumluluğu, ilkeleri, adaletli davranmayı, düzeni, dengeyi, gerçek sahipliği, hakkı sahibine teslimi hatırlatır. Dışarıdan bakıldığında caminin revakı, duvarı, son cemaat yeri, kubbesi ve minaresi bizde bunları çağrıştırırken caminin içine girdiğimizde karşımıza bütün ihtişamıyla mihrap çıkar. Cami içi mekânda yönelişin adresi, “mihrap”tır. Mihrap, camide kıblenin işaretidir. Kıble, yönelişin sembolü, ilkenin kaynağı, yönlerin doğru olanıdır. Doğu da Allah’ındır batı da. Bunda zerre kadar kuşku yoktur. Ancak doğunun doğu, batının da batı sayılması güneşin o taraftan doğması ya da batmasıyla ilintilidir. Güneş kendiliğinden doğup batmaz. Güneşi yaratan, dünyayı onun etrafında döndüren, güneşin doğmasıyla gündüzü, batmasıyla da geceyi yaratan Allah’tır. Kıblenin hangi taraf olduğunu, açık arazide doğuyu veya batıyı tespit ederek tayin edebiliriz. Caminin içindeysek eğer, kıbleyi aramaya gerek yoktur. Mihrabı bulan kıbleyi bulmuştur. Camiye kapısından girenler için de mihrap tam karşıdadır. Girilen yere asıl giriş yerinden yani kapısından girmek ise zaten Kur’an’ın bize öğrettiği temel ilkelerden biridir. Yaşamımızda Allah’ı bize unutturmayacak yerleri tercih ettiğimizde ve girişimlerimizi olağan seyrine uygun yürüttüğümüzde, kapısından girilen caminin mihrabını karşımızda bulduğumuz kadar kolay bir şekilde kıblemizi tayin eder, hedefe kilitlenebiliriz. Camide mihrabı görerek oraya dönmek, günlük hayatta doğruyu bulmak, iyiyi keşfetmek, güzele yönelmek ve faydalıyı tercih etmektir. Beşerî münasebetlerden, uluslararası ilişkilere kadar, ışık, gölge, aydınlık, karanlık, menfaat, zarar, sahte, gerçek hepsi aslında mihraba dönmek veya ondan yüz çevirmekle açıklanabilecek durumlardır. Camide mihraba • Diyanet Ayl›k Dergi 19 Ekim 2012 • Say› 262 • dönmeye ve bu dönüşle Rabbine yönelmeye alışık kullar, sahteyle gerçeği ayırt edebilecek basirete sahip, zararı yahut kârı fark edebilecek uyanıklıkta olanlardır. Mihrap, hangi duvarda güzel duracağı öngörülüp de oraya yapılıveren bir süslü derinlik kesinlikle değildir. Mihrap, kıblenin işaretidir. Mihrap bir tavrı belli etmenin, bir kararlılığı ortaya koymanın mekânıdır. Mihrapta sıradanlık yoktur, “oluversin” mantığı işlemez. Orada doğruluk, hakka dönüş, adaletten ayrılmayış, ilkeden tavizsizlik vardır. Bununla birlikte mihrap, Allah Teala’nın huzurunda olduğumuzu bize hatırlatan önemli bir hatırlatıcıdır. Canının istediği şeyi, başka hiçbir kriter olmadan, sadece canı öyle istediği için yapmak, kendi arzularını yegâne doğru sayma anlamına gelir. Zevki önceleme, başka şeyleri ötelemeyi, önemsizleştirmeyi ve değersizleştirmeyi doğurur. Hâlbuki “huzurda olma bilinci”, huzurunda olunan Allah Teala’nın önem verdiklerine önem verme alışkanlığını pekiştirir. “Mihrabı hayata taşımak”; kıbleyi şaşmaz biçimde belirlemektir. Hangi ilkelere göre yaşayacağını, çıkarlarına göre ayarlayanların kıblesi değişken olabilir. Böylelerinin mihraba ihtiyacı da olmaz. Değiştirilmesi muhtemel kıbleyi sabitleyecek mihraba ne gerek? Kıblesi belli olanı kimse yanlışa döndüremez. Hayatında mihrabı belli olan; kötüyü, çirkini, faydası olmayanı ve yanlışı hayatına sokmamaya azmetmiş olandır. Mihrabı belirli hayatlar, müstakim bir sıratı yol edinirler. Nereye dönecekleriyle değil, takip edecekleri dosdoğru çizgiyle meşgul olurlar. Dönüşler, yanlışlardan geriye doğru ve batıl olandan hakka doğru olduğu sürece anlamlıdır. “Mihrabı hayata taşımak”; “huzurda olduğumuz bilincini”, “yaptıklarımızın görüldüğünü ve bunların değerlendirilip karşılığının verileceği düşüncesini” hayata hâkim kılmaktır. Mihrabı olan bir hayatta, ne yapacağımı bilemediğim zamanlar olmaz. Tam aksine karşılaştığım her yeni durum için, onlarla birlikte yaşadığım ilkelerimin ortaya koyduğu seçeneklerim olur. Kulunu başıboş bırakmayan Rabbin huzurunda olduğunun farkında olan kişinin elinden ve dilinden başkaları zarar görür mü? Hayatına aktardığı mihrapla başıboş olmadığını sürekli fark eden bir Müslümanın, zalimin yanında durması, azgına destek vermesi, yetimi itip kakması, miskine karşı yapması gerekeni umursamaması düşünülebilir mi? • Diyanet Ayl›k Dergi 20 Ekim 2012 • Say› 262 • Fotoğraf: Mustafa Yılmaz Edirne-Muradiye Camii Mihrabı Diyanet Ayl›k Dergi 21 Ekim 2012 • Say› 262 Mihrapta hüsn-i hat Yrd. Doç. Dr. Süleyman Berk Cami ve mescitlerin inşasında medeniyetimizin gösterdiği ihtimam takdire şayandır. Fonksiyonelliğin yanında mimari açıdan da şaheserler meydana getirilmiştir. Cami elemanları olarak isimlendirebileceğimiz mihrap, minber, vaaz kürsüsü, minare ve kubbeler bu unsuru tamamlayan ögeler olmuşlardır. Tamamında bir tenasüp ve uyumun olmasına dikkat edilmiştir. İslam medeniyeti içerisinde özel bir yeri olan Osmanlı mimarisinde bu konuda çok fazla örnek önümüzde bulunmaktadır. Mabetlerde, yukarıda belirtilenlerin yanında kitabe, yazı ve levhalar da mimariyi tamamlayan unsurlar olmuştur. Kubbe göbeğinde veya kubbe kasnağında bulunan yazılar, mihrap, minber ve müezzin mahfilinde bulunan yazılar, taç kapı üzerindeki kitabeler; bazen cami içini çevreleyen ve kuşak tabir ettiğimiz yazılar; “Cami takımı” olarak isimlendirilen Lafza-i Celal, İsm-i Nebi, Ciharyar-ı Güzin efendilerimizin (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.) isimleri ve Hasaneyn (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) levhaları, hüsn-i hat olarak mabetlere revnak vermiştir. Genellikle mihrapların tepelik denilen kısmına “Mihrap ayetleri” olarak adlandırılan ayetler yazılmıştır. Bunlar, “(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin.” mealindeki Bakara suresi 2/144. ayetinden kısımlar; nadiren mealini verdiğimiz ayetin tamamı ya- Diyanet Ayl›k Dergi 22 Ekim 2012 • Say› 262 zılmıştır. Yine, “Zekeriyya mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler.” mealindeki Âl-i İmran suresi 3/39. ayetin ilk kısmı; Âl-i İmran suresi 3/37. ayetin bir kısmı olan, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki metin de yazılmıştır. Fakat bu son metin, bu hâliyle anlamı yarım kaldığından, neden yaygın şekilde kullanılmıştır anlamak zordur. Herhalde, mekâna uygunluk amacıyla ayette “Mihrap” kelimesi geçtiği için terminolojik açıdan çokça kullanılmıştır. Yukarıda belirttiğimiz ayetlerden başka mihraplara, kelime-i tevhit (İstanbul Cerrah Mehmed Paşa Camii), besmele-i şerife de yazılmıştır. (Bursa Yıldırım Camii). Edirne Üç Şerefeli Camii mihrabında ise, Âl-i İmran suresi 3/37. ayeti celi sülüs ile yazılmış, aynı alan içerisine, üst kısma kûfi hat ile besmele yazılmıştır. Bursa Emir Sultan Camii mihrabında ise mihrap ayetinin üst tarafına celi talik hat ile “Maşallah” ibaresi yazılmıştır. Medine-i Münevvere’de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in namaz kıldırdığı ve başlangıçta son derece mütevazı bir yapı olan Mescid-i Nebevi’de, inşa edildiğinde bir mihrap bulunmamakta idi. Fakat Hz. Peygamber’in namaz kıldırdığı yer belli idi. Sonraki dönemlerde, Ömer b. Abdülaziz tarafından mescidin tamiratında, Hz. Peygamber’in namaz kıldırdıkları yere bir mihrap yapılmıştır. Daha sonra bu mihrap, Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından yeniden yaptırılmış, kuşak şeklinde yazılar eklenmiştir. Rasul-i Ekrem’in mihrabı olarak tanınan bu mihrap son olarak 1984 yılında yenilenmiştir. Mescid-i Nebevi’ye Kanuni Sultan Süleyman tarafından da bir mihrap yaptırılmıştır. Bugün, minberin sol tarafındaki ilk mihrap, daha önce Sultan Kayıtbay tarafından yaptırılan mihrabın bir benzeridir. Şu an kullanılan mihrap ise Hz. Osman dönemindeki genişlemede belirlenmiş ve yapılmıştır. Sonraki dönemlerde geçirdiği tadilatlarla bugünkü yapısına kavuşmuştur. Dolayısıyla şu an Mescid-i Nebevi’de üç adet mihrap bulunmaktadır. Bunlar, Kayıtbay Mihrabı, Kanuni Mihrabı ve Mihrab-ı Osmanî’dir. (Şu an kullanılan mihrap.) Kayıtbay ve Kanuni tarafından yaptırılan mihrapların tepelik denen kısmında, istifli celi sülüs hat ile “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki Âl-i İmran suresi 3/37. ayetinin bir kısmı yazılmıştır. Kanuni mihrabında, dikdörtgen kısmın sağ alttan başlayan kısımdan itibaren Bakara 2/144, Âl-i İmran 3/95 ve 68. ayetleri yazılmıştır. Göğüs hizasına gelen kısımda ise Tevbe suresi 9/112. ayeti yazılmıştır. Bu ayetlerin sonunda ise, “Sadakallahü’l-azim ve sadaka rasulühü’l-kerim ve sallallahü ‘alâ seyyidina Muhammed” ibaresi yer almaktadır. Kayıtbay mihrabında ise aynı kuşakta, Bakara 2/144, Ahzab 33/56; mihrabın göğüs hizasına kısmında ise Tevbe 9/112. ayetleri yazılmıştır. Yine, bu mihrapta da önceki mihrapta olan “Sadakallahü’l-azim ve sadaka rasulühü’l-kerim ve sallallahü ‘alâ seyyidina Muhammed” ibaresi yer almaktadır. Bu mihrabın sağ kısmında “Haza musalla Rasulillahi sallahü aleyhi ve sellem: Burası Allah rasulünün • Diyanet Ayl›k Dergi 23 Ekim 2012 • Say› 262 • namaz kıldığı yerdir.” Solda ise “Kale’n-Nebiyyu ‘aleyhi ve sellem: es-Salatü ‘imadü’d-din: Nebi (s.a.s.) şöyle buyurdu: Namaz dinin direğidir.” İbareleri bulunmaktadır. Şu an namaz kıldırılan mihrapta (Mihrab-ı Osmanî) ise şu ibareler yer almaktadır: Mihrabın sağ üst köşesinde ma’kıli hat ile Tevbe 9/128- 129. ayetleri, sol köşesinde yine ma’kıli hat ile Ahzab 33/40. ayeti kare formda yazılmıştır. Bu yazıların altında celi sülüs hat ile ve istifli olarak sağda, Bakara 2/144. ayeti, bunun altında yine celi sülüs hat ve istifli olarak Bakara 2/144. ayeti yazılıdır. Sol kısımda celi sülüs hat ve istifli olarak Bakara 2/144. ayeti, bunun altına celi sülüs hat ve istifli olarak Bakara 2/144. ayetinden bir kısım yer almıştır. Mihrabın her iki tarafında bu ayetlerin altlarında, imamlık ve safların tertibi ile ilgili hadis-i şerifler yer almaktadır. Müslümanların ilk kıblesi olan ve Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’nın mihrabı yapısıyla klasik mihrap formuna sahiptir. Ayna kısmında, celi sülüs hat ile dört satır hâlinde minberin yapımından bahseden bir kitabe bulunmaktadır. Mihrabın dıştan çeviren üç kısımda ve devamında ise kûfi hat ile İsra suresinin ilk ayeti yazılıdır. Miraç hadisesinin vuku bulduğu mahal olarak buraya uygun bir ayet yazılmıştır. Anadolu Selçuklu mimarisinin bir diğer önemli örneği olan Ankara Aslanhane Camii mimarisiyle olduğu kadar mihrabıyla da dikkat çeker. Bu mihrapta taş, çini ve ahşap birlikte kullanılmıştır. Mihrap etrafına, üç tarafına celi sülüs hat ile ve ahşap kesme olarak ayetü’l-kürsi yazılmıştır. Yazının zemini kıvrık dallı motiflerle doldurulmuştur. Bu yazı, döneminin karakteristik özelliğini taşımaktadır. Mihrap nişi içerisine de, “Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur. Allah katında hak din İslam’dır.” mealindeki Âl-i İmran suresi 3/18-19. ayetleri celi sülüs hatla ve çini üzerine yazılmıştır. İslam Medeniyeti içerisinde özel bir yeri olan Osmanlı döneminde mimari yapıların ihtişamıyla uyumlu mihraplar yapılmıştır. Bu mihrapların taş işçiliği, çinileri ve yazıları aynı şekilde muhteşemdir. İstanbul’un fetih yadigârı Ayasofya Camii mihrabı sofa içerine yerleştirilmiş niş şeklindedir. Mihrapta ve sofada önemli yazılar ve levhalar bulunmaktadır. Mihrap sofası ortalarında, kuşak şeklinde çini üzerine ayetü’lkürsi’nin tamamı yazılıdır. Celi sülüs hatla olan kuşağın sonunda, daire içerisinde “Ketebehü’l-fakîr Mehmed 1016” yazılıdır. Mihrap alınlığında, celi sülüs hatla, Âl-i İmran suresi 3/37. ayetinin bir kısmı olan, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki metin yazılmıştır. Ayetin sol kısmında, istifli olarak, “Ketebehü İsmail ruznamçe-i Ayasofya-i Kebir. Sene Receb 1151” ibaresi yazılıdır. Bu yazının altında mermere kazınmış olarak ve celi sülüs hat ile şu ibare bulunmaktadır: “La- • Diyanet Ayl›k Dergi 24 Ekim 2012 • Say› 262 • ilahe illallah Muhammedün rasulüllah ve enne’l-mesacide lillahi fela ted’û maallahi ehada.” Bu yazının hattatı ve tarihi belli değildir. Mihrap nişinde, yarım kubbe içerisinde, madalyon şeklinde celi sülüs hatla, istifli olarak “ve o Eski Ev’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler” anlamındaki Hac suresi 22/29. ayeti zerendut olarak işlenmiştir. Yazının altında stilize edilmiş şekilde “Ketebehü Şefik” imzasını ve h. 1265 tarihini görmekteyiz. Mihrapta bulunan son yazı ise, celi sülüs hatla ve zerendut olarak, levha şeklinde asılıdır. Bu levhada, “Zekeriyya mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler” anlamındaki Âl-i İmran suresi 3/39. ayeti yer almaktadır. Ayasofya Camii mihrabı, şamdanları ve dimdik ayakta duran mumlukları ile ilk günkü ihtişamını muhafaza etmektedir. Mimar Sinan eseri olan camilerde mihrap yazısı olarak genellikle, “Zekeriyya mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler.” anlamındaki, Âl-i İmran suresi 3/39. ayetinin ilk kısmı yazılıdır. Fakat Süleymaniye Camii mihrabında farklı olarak, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki Âl-i İmran suresi 3/37. ayetin bir kısmı celi sülüs hatla yazılmıştır. Süleymaniye Camii mihrabının sağ ve sol kısmında bulunan alt ve üst pencerelerin arasına müdevver satır şeklinde ve celi sülüs hat ile Fatiha suresi yazılmıştır. Dik harfler, ortada saadet düğümü olacak şekilde örülmüş, “be” harfi de satırın orta kısmından daireyi çevrelemiştir. Sure, iki kısma bölünerek mihrabın iki yanına yazılmıştır. Bu yazı bu tertibiyle mektep olmuş, üç asır sonra gelen hattat Abdülfettah Efendi tarafından aynı camiye bu sefer zerendut olarak yazılmıştır. Mihrapta bulunan bu yazıların üzerinde bulunan revzenlerin üst kısmına da yine çini üzerine celi sülüs hat ile kelime-i tevhit yazılmıştır. Yazılar üslup olarak devrinin özelliğini yansıtmaktadır. Bu hatlar, Kanuni döneminin efsane hattatı Ahmed Karahisarî’nin talebesi Hasan Çelebi’ye aittir. Edirne Selimiye Camii mihrabı sofa içerisinde yer almaktadır. Sofa, ikinci pencere altlarına kadar çini ile kaplanmıştır. Çini üzerinde kuşak şeklinde celi sülüs hat ile Bakara suresi 2/285 ve 286. ayetleri yazılmıştır. Alt pencerelerin üzerlerinde ise paftalar hâlinde Fatiha suresinin tamamı bulunmaktadır. Mihrap alınlığında celi sülüs hat ile kelime-i tevhit, tepelik kısmında ise, Âl-i İmran suresi 3/37. ayetinin bir kısmı olan, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki metin yazılmıştır. Buradaki yazılar da, Karahisari’nin talebesi Hasan Çelebi’ye aittir. İstanbul siluetinin önemli eseri olan Sultan Ahmed Camii mihrap alınlığına üst üste iki pafta hâlinde iki ayrı ayet yazılmıştır. Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından yapılan bu caminin celi sülüs yazılarını Hattat Kâsım Gubari yazmıştır. Bu hattatın, celi sülüs hattının tarihî seyrinde bir yeri olduğunu biliyoruz. Mermerden yapılmış olan mihrabın alınlığında üst kısımda, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde orada bir rızık bulur.” anla- • Diyanet Ayl›k Dergi 25 Ekim 2012 • Say› 262 • mındaki Âl-i İmran suresi 3/37. ayetinin bir kısmı, alt paftada ise “Zekeriyya mabette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler.” anlamına gelen Âl-i İmran suresi 3/39. ayetinin bir kısmı yazılmıştır. Bu mihrabın, mimari yapı ile uyumlu olarak sade ama heybetli bir görünüşü vardır. Abidevi yapısı ile dikkat çeken mihraplardan biri de Bursa Ulucami’de bulunmaktadır. Bu mihrap, mukarnaslı yapısı, nakışları ve yazıları ile özenli bir tasarımın neticesidir. Mihrap nakışlarının Sultan Abdülaziz devri sanatçılarından Tevfik Paşa’ya ait olduğu rivayet edilmektedir. Kalabalık ve renkli nakışları yanında kûfi ve celi sülüs yazılar mihrabın karakteristik özelliğidir. Mihraba desen, renk ve yazı ile ahenkli bir mana verilmiştir. Mihrap bloğu üzerinde, revzenlerin arasında, zerendut olarak celi sülüs ve kûfi yazı karışımı hatla hazırlanmış bir levha bulunmaktadır. Levhanın üst tarafında iri celi sülüsle Lafzatullah, sol köşesinde ise “Celle celalühü” ibaresi bulunmaktadır. Lafzatullah’ın alt kısmında aynı irilikte ve celi sülüsle İsm-i Nebi yer almaktadır. İsm-i Nebi’nin “dal” harfinin içerisinde “Sallallahü aleyhi ve sellem” duası yazılmıştır. Aynı tarafta, yine celi sülüsle “Kalellahü Teala”, bu ibarenin alt kısmında ise Necm suresi 53/9. ayeti (Manası: Aralarındaki mesafe iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu.) kûfi hat ile bulunmaktadır. İsm-i Nebi’nin sağ alt kısmında yine kûfi hat ile İsra suresi 17/1. ayetin ilk kısmı yer almaktadır. Mihrap bloğunun sağ üst tepesinde, madalyon içerisinde “Allahü Rabbüna: Allah, Rabbimiz’dir”, sol üst köşesinde ise “Muhammed Nebiyyüna: Muhammed, Nebimizdir” ibareleri celi sülüsle yazılmıştır. Mihrap bloğunun dış çevresinde kuşak şeklinde ve kûfi yazı ile “Ya Malike’l-mülki zü’l-celali ve’l-ikram” ibaresi on altı defa tekraren yazılmıştır. Mihrabın üst kısmında mermere mahkûk celi sülüs hat ile Cin suresi 72/18. ayeti bulunmaktadır. (Manası: “Mescitler şüphesiz Allah’ındır, öyleyse oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayın.) Bu ayetin baş kısmında, “Kalellahü Teala: Allah (c.c.), (şöyle) buyurdu.”, son kısmında “Sadakallahü’lazim: Yüce Allah doğru söyledi.”, sol üst köşede ise istifli olarak “Ve bellağa rasulühü’l-kerim: O’nun faziletli elçisi bildirdi.” yazıları bulunmaktadır. Mihrap içerisinde, celi sülüs ve müsenna yazı ile İsra suresi 84. ayeti, girift istifle yazılmıştır. (Manası: De ki: “Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir.”) Mihrap mukarnaslarını, dışarıdan silme olarak çevreleyen bölümde, celi sülüs yazı ile besmele ve ayetü’l-kürsi’nin tamamı yazılmıştır. Mukarnasların alt kısmında ve mihrap nişi içerisinde, satır hâlinde kûfi yazı ile ihlas suresi bulunmaktadır. (Manası: “1- Ey Muhammed! De ki O Allah bir tektir. 2- Allah her şeyden müstağni ve her şey O’na muhtaçtır. 3- O, doğurmamış ve doğmamıştır. 4- Hiçbir şey O’na denk değildir.) İhlas suresinin sonunda sülüs yazı ile “Ta’mîri Mehmed Usta 1322” ibaresi yer almaktadır. İhlas • Diyanet Ayl›k Dergi 26 Ekim 2012 • Say› 262 • suresinin alt kısmında, celi sülüs yazı ile ve satır istifi ile “el-Hamdulillahi’llezi hedana li’l-islami- Rabbena atina fi’d-dünya haseneten ve fi’l-ahireti haseneten ve kina azabe’n-nar- ve ce’alna min ümmeti Muhammedin aleyhisselam: Manası: Bizi İslam’la hidayete erdiren Allah’a hamd ederiz. Rabbimiz, bize dünya ve ahirette iyilik ver ve kabir azabından koru ve bizi Muhammed aleyhisselamın ümmetinden kıl.” ibaresi bulunmaktadır. Bursa’da mihrabıyla dikkat çeken bir diğer eser Yeşil Cami’dir. Tamamen çini olan mihrabın alınlığında, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde orada rızık bulur.” mealindeki Âl-i İmran suresi 2/37. ayetin baş kısmı celi sülüs hat ile ayetin devamı ise aynı metnin üstüne kûfi hat ile yazılmıştır. Bu kısmın anlamı ise şöyledir: “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor? der, o da: Bu Allah tarafındandır.” Mihrabın tepe kısmında, keza celi sülüs hat ile kelime-i tevhit ve “La havle vela kuvvete illa billah” ibaresi bulunmaktadır. Mihrap iç kısmında, “Allah cellecelalühü” celi sülüs hat ile ve müsenna olarak yazılmıştır. Mihrabın dıştan üç tarafına, alt satır celi sülüs bunun üzerine üst satır ve kûfi hatla olmak üzere Fetih suresinin ilk on bir ayeti yazılmıştır. Tebrizli ustaların işi olan bu çini mihrap, yapısı ile muhteşemdir. Sülüs hat üzerine, aynı alanda üst satır olarak kûfi yazının kullanılması, ilk devir Osmanlı mimarisindeki yazılarda çokça kullanılan bir üsluptur. Aynı şekilde bir mihrap yazısı Edirne Üç Şerefeli Camii’nde de bulunmaktadır. Mihrap yazısı olarak, “Zekeriyya, onun yanına, mabede her girişinde…” mealindeki Âl-i İmran suresi 3/37. ayetin bir kısmı celi sülüsle yazılmış, üst satır olarak aynı alan içerisine kûfi hatla besmele yazılmıştır. Netice olarak şu söylenebilir: Müslümanların kıblesi olan Kâbe dışında cami ve mescitlerde imamın namaz kıldırırken bulunduğu mihrap, bir mimari eleman olarak ele alınmıştır. Duvara oyulan bir niş veya bir çıkıntı şeklinde mihrap yapılmıştır. Çok farklı malzemeden mermer, taş, alçı, çini ve ahşaptan mihrap yapılmıştır. Ana şekil değişmemekle birlikte, coğrafi ve kültürel şartlara uygun olarak mihraplarda farklı tezyinat anlayışını görmek mümkündür. Mihraplarda bulunan ana tezyinat unsurlarından biri yazılar olmuştur. Günümüzde yapılan cami ve mescitlere de özellikle mihrap kısmına “mihrap ayetleri” denilen yazılardan birinin konulması gelenek hâline gelmiştir. Bunun yanında cami ve mescitlere “Cami takımı” denilen, Lafza-i Celal, İsm-i Nebi, Ciharyar-ı Güzin efendilerimizin (Ebubekir, Ömer, Osman, Ali (r.a.) isimleri ve Hasaneyn levhalarının asılması da bir güzel bir gelenek olarak sürdürülmektedir. • Diyanet Ayl›k Dergi 27 Ekim 2012 • Say› 262 • Şiirimizde mihrap Prof. Dr. Şeyma Güngör Kelime dünyamıza İslamiyetten sonra giren Arapça kökenli “mihrap”; cami, mescit gibi yerlerde kıble yönünü gösteren yer demektir. Genellikle üstü kemerli, içeriye doğru oyuk, niş şeklinde inşa edilen mihrapların bir kısmı taş/alçı/ahşap/çini işçiliği ve hat sanatı bakımından eşsiz birer eser niteliğine sahiptir. Mihrap sözcüğü Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere İslam literatüründe daimi olumlu anlam taşıyan bir kelimedir. Bu bakış tarzı günlük hayatta da devam etmiş, zamanla âlimler, mutasavvıflar kelimeye yeni manalar yüklemiş, şairlerimiz mihrabın gerçek, mecazi, edebî anlamlarıyla yer aldığı çeşitli şiirler terennüm etmişlerdir. Bir bekçi ramazan davulunun ritmi eşliğinde seslendirdiği manisinde, sade bir ifadeyle Nuruosmaniye’den söz ederken caminin, mihrap mimarisinde sık rastlanmayan bir özelliğine, döner direklere (ayar terazilerine) dikkat çekmiştir: Minbere nazar kıldım Mihrâbına yüzüm sürdüm Mihrâbın iki yanında İki döner direk gördüm Şairler sevdiklerinin güzelliğini ve değerini dile getirirken, sevgiliyle mihrap arasında benzerlik kurarlar. Edebiyatımızın büyük isimlerinden olan Bakî (1526-1600), sevgilisinin görünüş ve manevi güzelliğini çarpıcı bir şekilde ifade etmek için mihrap-kaş benzerliğinden faydalanmıştır. Mih- Diyanet Ayl›k Dergi 28 Ekim 2012 • Say› 262 raplar eskiden büyük mumlar ve kandillerle aydınlatıldığı gibi, bazen de mihraptaki oyuğun orta kısmına süs amacıyla kandil motifi resmedilmiştir. Bakî belki de, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Ayasofya Camii’nin mihrabına asılan dev kandillerin de etkisinde kalarak, bu benzerliği şöyle dile getirmiştir: Kaşun üzre târ-ı mûyunla cebînün gördiler Nûrdan kandil asılmış sandılar mihrabda “Kaşının üzerinde saçının telini görenler, mihrapta nurdan kandil asılmış sandılar.” Mihrapla ilgili âdetlerden birisi de bazı mihrapların üzerine Kâbe örtüsünün konulmasıdır. Osmanlı döneminde her yıl değiştirilen Kâbe örtüsünün önceki seneye ait olanı İstanbul’a geri getirilir ve bazı parçaları camilerdeki çeşitli yerlere, bu arada mihrap üstüne asılırdı. Ahmed Paşa (1426-1497), Sultan Mehmed Han için yazdığı kasidede, bu geleneğe şöyle temas etmiştir: Çekdi zülfün kûşe-i ebrûsına dilber didi Yaraşur Ka’be örtisi asılsa mihrâb üstine “Saçını kaşının köşesine doğru çeken sevgili; “Mihrabın üstüne Kâbe örtüsü asılsa yaraşır.” dedi.” Yüzün Kâbe’ye, kaşın mihraba benzetildiği beyitte, kaşa doğru indirilen siyah saçlar, Kâbe’nin siyah renkli örtüsüne teşbih edilmiştir. Mihrabın işlevsel niteliğiyle yer aldığı eserlerden birisi Mevlit olarak tanınan Vesiletü’n-Necat’tır. Süleyman Çelebi (XV. yy.) Hz. Muhammed’in vefatını anlatırken, hastalıktan takatsiz kalan peygamberin emri üzerine Ebubekir’in mihraba geçtiğini, ashabın da ona uyduğunu şöyle dile getirir: Geçti mihrâba Ebû Bekr-i hümâm İktidâ kıldı sahâbâ-yı kirâm Mihrap cami ve mescitlerde namaz kılınırken müminlerin yöneleceği kıble tarafını işaret eden yerdir. Kâbe’yi gözleriyle görenler için ise kıble, bizzat Kâbe’dir. Bu sebeple Kâbe’de mihrap, yani kıbleyi gösterecek yer aramak gereksiz bir davranıştır. Şeyhülislam Yahya Efendi (1553-1644) bu gerçeği, farklı bir imaj dünyası içinde terennüm ediyor: Abestir intihâb-ı cây-ı bûse vech-i dilberde Derûn-ı Kâ‘be’de ta‘yîn-i mihrâb gerekmez “Güzelin yüzünde öpülecek yer aramak, Kâbe içinde mihrabın yönünü belirlemek kadar boş bir şeydir.” Arapçada “harp edilen yer” anlamına da gelen mihrap, insanın tam imanla Hakk’a yönelmesi amacıyla şeytanla, nefsiyle savaştığı mahal olarak da • Diyanet Ayl›k Dergi 29 Ekim 2012 • Say› 262 • düşünülmüştür. Hanifi Kara (1945- ) Mihrab şiirinde, bu anlayışı şu dörtlüklerle ifade ediyor: Ergenlikle başlar bu mücâdele Mihrap nefis ile harp mahallidir Zâfer or’da başlar, orada biter Mihrap nefis ile harp mahallidir Bize düşen görev ahdinde durmak Kulluğu tam yapıp Hakk’a yakarmak Şeytanın görevi yoldan çıkarmak Mihrap nefis ile harp mahallidir Sevilenin kavisli kaşı ile mihrap benzerliği İslami Türk edebiyatında, çeşitli vesilelerle, yaygın olarak kullanılmıştır. Kaş-mihrap benzerliğinde şekil yanında, mihrabı maddi bir yer olmaktan manevi bir makam olmaya yükselten başka sebepler de vardır: Mihrap, Allah’ın Meryem’e rızk gönderdiği (Âl-i İmran, 37. ayet), kulların dualarının kabul edileceğini umut ettikleri yerdir. Sevgilinin yüzü/kaşları da âşıkın ümit makamıdır. Mihrap Kâbe’nin delili olduğu için camiin en önemli kısmıdır. Adı bilinmeyen bir şairin; Kendi hüsnün, hüblar şeklinde peyda eyledin Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temaşa eyledin beytinde ifade ettiği gibi Allah kendi güzelliğini güzeller şeklinde yaratmış, sonra âşıkların gözüyle kendi güzelliğini seyretmiştir, anlayışına göre sevgilinin yüzü ilahî cemalin tecelligâhıdır. Bu sebeple de kutsaldır, Kâbe hükmündedir. Dinin yalnız şekle ait kurallardan ibaret olduğunu zanneden zahitler mihraba karşı yere/toprağa secde etmektedirler. Halbuki asıl ibadet, namazın şartlarını yerine getirirken, mihrapta ilahî sevgilinin manevi izini görmek, onu hissetmektir. Ahmed Suzî (ö.1830) de aynı düşünceyi farklı söyleyişle dile getiriyor: Kaş mihrâbını kıble edenler erdi dîdâra Ne hâsıl zâhidâ mescidde çün hâke sücûdundan “Kaş mihrabını kıble edenler ilahî sevgiliye kavuştu, ey zahit senin mescitte toprağa secde etmenden ne hasıl oldu, neye kavuşabildin?” Fuzulî (öl. 1556) aynı duygu ve düşünceyi şu beyitte ifade ediyor: Zâhidâ sen kıl teveccüh güşe-i mihraba kim Kıble-i ta’at hâm-ı ebrû-ı dilberdür mana “Ey zahit, sen mihrabın köşesine yönel, benim için ibadet kıblesi gönül alan güzelin kaşlarının kıvrımıdır.” Namazın asıl gayesi Allah’a yakın olmaktır. Kur’an-ı Kerim’de (Necm, 9. ayet) Hz. Muhammed’in Miraç’ta Allah’a yakınlığı anlatılırken, “kabe kavseyn” misali buyurulmuştur. “İki yay aralığı kadar mesafe, iki kaş anlamına ge- • Diyanet Ayl›k Dergi 30 Ekim 2012 • Say› 262 • len “kavseyn” tasavvufta, kulun Allah’ına yaklaşmasının son sınırı demektir. “Kul Rabbine en çok secdede yakın olur.” hadisi ve hadis olduğu kabul edilen “Namaz müminlerin miracıdır.” hükmü göz önüne alınırsa; şairlerin “miraç, kavseyn, kaş, mihrap” kelimelerini mısralarında bir arada kullanma gayeleri daha iyi anlaşılacaktır. Sevgilinin kaşları öyle değerlidir ki, Zatî (1471-1546); Gördi mescidde kaşun itdi rükû Secde-i şükr kılmağa mihrâb Zatî “Mihrap mescitte senin kaşını görünce şükür secdesi yapmak için rükuya vardı.” ifadesiyle bu anlayışı dile getirmiştir. Birkaç edebî sanatın yer aldığı beyitte şair, güzel bir hüsn-i talil sanatı ile mihrabın yay şeklinde olmasının sebebini, sevgilisini mescitte görünce sevincinden şükür secdesine varmak için eğilmesine bağlıyor. Beyitte ayrıca kaş, mihrap, namaz kılarken bedeni öne doğru eğen ve secde eden insanın görünüşü arasında kurulan şekil benzerliği de dikkat çekicidir. Âşık tarzı halk şiirinde mihrabın yer aldığı mısralarda da genellikle klasik ve tasavvufi edebiyattaki mihrap anlayışı işlenmiştir. Âşık Seyranî (18001866); Kim çalarsa kara düzen bağlama Kullanır parmağın mızrap yerine Âşıkların güzel boşa ağlama Koymuşlar kaşların mihrap yerine diyerek âşıkların sevgilinin kaşını mihrap yerine koyduklarını, ona sığınıp, ondan ümit beklediklerini, divan şairine göre çok daha sade bir ifadeyle dile getiriyor. Mihrap, son yüzyıldaki Türk şiirinde önceki asırlara nispetle çok daha az yer almaktadır. Kelime dünyamıza somut bir sözcük olarak giren mihrap, geçmiş yüzyıllarda özellikle manevi anlamda mana genişliği kazanmış, zihnimizde ve gönlümüzde daha zengin kullanım sahasına kavuşmuştur. Zamanla bu tasarrufun bir kısmının sebepleri unutulmuş, özellikle din dışı şiirimizde mihrap-kaş-sevgili-secdegâh birlikteliği kalıp ifade hâlinde kullanılmaya devam etmiştir. Mihrapla ilgili yüzyıllar içinde oluşan anlayışın yansıdığı Turgut Yarkent’in mısraları, Avni Anıl’ın bestesiyle, günümüz âşıklarının dillerinde dolaşmaktadır: Mihrabım diyerek sana yüz vurdum Gönlümün dalında bir yuva kurdum Yıllardan beridir yalvarıp durdum Sevgilim demeyi öğretemedim Bazı şairler için mihrap beşerî aşk duydukları sevgilileri, bazı şairler içinse ilahî sevgiliyi temsil etmiştir. • Diyanet Ayl›k Dergi 31 Ekim 2012 • Say› 262 • Fotoğraf: Mustafa Yılmaz İstanbul-Kılıç Ali Paşa Camii Mihrabı Diyanet Ayl›k Dergi 32 Ekim 2012 • Say› 262