-:;;~ ~ f± !..; ~ GELENEKSEL VE ÇAGDAŞ İSLAM . YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERI Prof. Dr. Celal KIRCA Giriş "Geleneksel İsHl.m" ve "Çağdaş İslam" ifadeleri, her müslüman için bir bilgi objesi konumunda olan Kur'an ve Sünnet'in anlaşılması, yorumlanması ve ilişkilerine ait niteliğİn ortaya konması konusunda ortaya çıkmış iki farklı düşünce ve yöntem tarzını açıklamak için günümüzde kullanılmaya başlanan iki soyut kavramdır. Her soyut kavram gibi bu iki kavramın seçikliği değişmese de, açıklığında kişi ve gruplara göre bazı anlam değişikliklerinin olması da gayet tabiidir. Bu iki kavramdan "Geleneksel İslam" ifadesi, tarihi süreç içinde oluşan, gelişen ve zamanla gelenek haline dönüşen Kur'an ve Sünnet Yorumu için kullanılırken; "Çağdaş İslam" ifadesi, Geleneksel İslam yorumuna dayalı fikri bir zeminden ortaya çıkmış olsa da, zihniyet ve yöntem açısından Geleneksel İslam yorumdan farklı, ona alternatif bir İslam yorumunu tanım­ lamak için kullanılmaktadır. Birincisinin, 1400 yıllık İslam kültürünü, ikincisinin ise İslam 'ın güncelleştirilmesini veya çağdaş problemlere yeni çözüm önerileri sunma görüşünü temsll ettiğini söyleyebiliriz. Hem geleneksel hem de çağdaş İslam yorumuna taraftar alanların ortak yanı ise İslam' ı kendilerinin diğerinden daha iyi ve sağlıklı anladıkları ve temsil ettikleri iddiasıdır. Bu sebeble günümüzde her iki yorumun temsilcileri karşı tarafı kıyasıya eleş­ tirmekte ve karşılıklı yapılan eleştiriler zaman zaman insaf ölçülerini zorlayabilmektedir. kültüre bir türlü geçernemiş veya yeterince fikri fakat daha ziyade duygusal bir zeminde yapılan bu karşılıklı eleştirileri; şaşkınlık, endişe ve hatta kuşku içinde ya izlemekle yetinmekte, ya da düşünce yapısına veya duygusuna uygun gelen görüşleri kendince destekler bir tavır sergilemektedir. Öyle ki bu iki farklı zihniyet ve yönteme dayalı İslam yorumu, bazı çevrelerce sanki iki farklı dinmiş gibi algılanabilmektedir. Burada bir algılama ve anlama sorunu mevcuttur ve bu sorunun sadece vahye dayalı "ed-Din" den kaynaklandığını söylememiz de mümkün değildir. Buradaki problem, dinden ziyade dini algılamak ve anlamak konumunda olan insandan ve o insanın sahib olduğu zihniyet ve yöntem farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Zira her insanın, bilgi seviyesi, algılama ve anlamayetisi eşit değildir. Olması da beklenmemelidir. İnsanlar, ancak belli ilkeler ve yöntemler üzerinde bir uzlaşmaya vararak sorunlarını çözebilme imkanına sahiptirler. Yine insanların sorunlarını ben merkezci, ce ma' at merkezci veya kurum merkezci düşüncelerle doğru dürüst çözemedikleri görülmektedir. Zira sorunları, önyargılı, kategorik ve indirgemeci yöntemlerle çözmenin çok zor; ilke merkezci yaklaşımlarla daha kolay olduğu görülmüştür. Bunun için de önyargılı, kategorik ve indirgemeci yönteme dayalı Sözlü kültürden yazılı geçernemiş insanlarımız, kısmen - 58- GELENEKSEL VE ÇAGDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ İslam yorumu yerine, analitik düşüneeye dayalı ve parçalann bütün içinde ele alınıp değerlendirildiği bir İslam yorumunun, sorunların çözümünde daha doğru bir yöntem olacağını zannediyorum. Bir başka deyişle, ayet ve konu merkezli İslam yorumu yerine Kur'an markezli ayet ve konu yorumunun daha isabetli bir yöntem olduğu kana'atindeyim. Zira ayet ve konu merkezli İslam yorumunun, İslami bilginin hem iç dengelerini hem de tebliğde ve yorumda uygulanması gereken bilgi hiyerarşini büyük ölçüde bozduğu anlaşılmaktadır. Ayet merkezli yorumdan kasıt, bir ayetin merkeze alınıp içeriği ile ilgili diğer ayetleri gözönünde bulundurmama; konu merkezli yorumdan kasıt ise, bir konunun merkeze alınıp bu konunun içeriği ile ilgili diğer konuların dikkate alınmaması yöntemidir. Böyle bir yönteme dayalı İslam yorumunun eksik bir İslam imajı verdiği de bir gerçektir. Zira İslami bilginin iç dengelerinin kurulması, ve yorumda hiyerarşik İslami bilgi düzenine riayet edilmesi, problemierin çözülmesin de bizce hem kolaylık sağlayacak hem de daha doğru ve daha gerçek bir İslam imajı meydana getirecektir. Kategorik düşünceye, ünlü bir yazarımızın bir TV programında söylediği "İslam demek tarikat demektir" sözünü örnek olarak sunmak istiyorum: O yazanmız, bu sözü söylemiş ve hemen peşinden de Rufai tarikatının şiş sokma merasimini ekrana getirmişti. Bunun anlamı, İslam demek tarikat demek, tarikat ise şiş sokma demektir. Bununla sanırım İslam'ın zihinlerde şiş sokmakla özdeş hale getirilmesi amaçlanmıştır. Kavramsal açıdan İslam'ın, ne tarikat ve ne de mezheple özdeş olduğunu söyleyebiliriz. İslam bir dinin adıdır ve vahye dayanır. Mezhep ve tarikat görüşleri ise din değil, dini olandır. Yani İslam'a uygun görülen veya ters görülmeyen görüşler ve düşünceler sistemidir. Dinin kaynağı vahiy olduğu halde, dini olanda vahye dayalı bilginin yanında, insan aklına dayalı anlama, algılama ve yorum mevcuttur. Bu nedenle İslam yorumlarını değerlendirirken kavramsal bir zemine oturtmak zorunluluğu vardır. I-Kavramsal Açıdan İslam Yorumu İnsana ait bilgiler, nasıl kavramlarla ifade ediliyorsa "Din" e ait bilgilerde kavramlarla ifade edilmektedir. Bu nedenle dini bilgi demek, bir anlamda dini kavramlar demektir. İnsanın bütün iradi eylemleri, kazandığı kavrarnlara bağlı olduğuna göre birey, ne kadar çok dini kavram elde ederse o kadar da "Din"i tanımış ve davranışiarına yansıtmış olur. Ne var ki kavramların kendisi de, elde etme yollan da karmaşık olduğundan dini kavramlarla verilmek istenen bilgileri elde etmek de o kadar kolay olmamaktadır. Buradaki zorluk, kavramların sahib olduğu özelliklerden kaynaklanmaktadır. Zira her bir kavrarnda iki özellik mevcuttur. Bu özelliklerden biri o kavramın seçikliği diğeri ise açık­ lığıdır. Kavramın seçikliği var olanı diğer var olandan ayıran niteliğidir. Bu nitelik çerçeve olarak var olanın ifadesidir. İnsanı attan, nehri dağdan ayıran o -59- KUR'ANMESAJIİLMIARAŞTIRMALARDERGİSİ,NİSAN,MAYIS, HAZİRAN 99,Sayı: 16,17,18 kavramın seçikliğidir. Açıklık meyen şey onun seçikliği, ise o kavramın içeriğidir. Bir kavrarnda ise açıklığıdır. değiş­ değişen Kavrarnlara aitiçeıjğin değişmesi, büyük ölçüde insan fıtratı ile yakından ilgilidir. İnsanın algılama ve bilme gücü, bilgiye ve bilime yöneliş tarzı herkeste aynı değildir. Her ferdin kendisine özgü bir alış ve algılama yeteneği ve gücü mevcuttur. Bu yapısıyla insan mutlak bir varlık değildir ve sahib olduğu konum, bilinen karşısında külll bir tutum içinde bulunmasını engeliernekte ve tabii olarak eksik bir tutum içinde bırakmaktadır. İnsanın mutlak bilme gücüne sahib olmaması, onun var olanın bilgisine belli bir zaman süreci içinde erişmiş olması sonucunu da beraberinde getirmektedir. Yani insan, var olanın bilgisine belli bir zaman süreci içinde nüfUz edebilmektedir. Bunun tabii bir sonucu olarak da kavramların içeriği zamanla değişebilmektedir. Sözcükleri ve aynı mantığı kullandıkları halde çok defa insanların bir konuda anlaşamamaları, . kavramların içeriklerinin değişken oluşundan ve herkeste içeriğin aynı olmamasından kaynaklanmaktadır. ı Kavramlar ya somut ya da soyut bir niteliğe sahiptirler. Genellikle somut kavramların açıklığında insanlar arasında bir birlik sağlansa da, soyut kavramların açıklığında bu birliği sağlamak çok zor olmaktadır. Zira somut kavramların açıklığını oluşturan bilgilerin doğrulanması veya yan1ışlanması çoğu zaman imkan dahilinde iken soyut kavramlar için bunu rahatlıkla söylemek mümkün değildir. Buradaki zorluk, soyut kavramların hem anlamlandırılmasında hem de algılanmasında bireysel farklılıkların mevcüdiyetidir. Söz gelimi el, ayak, saç, göz, beden vs. gibi somut kavramların anlarnlandırılması ve algılanmasında herhangi bir zorluk bulunmazken, adalet, İhsan, özgürlük, demokrasi, hidayet, iman, ahlak vs. gibi soyut kavrarnların açıklığında her zaman için bir problem sözkonusu olmaktadır. Hatta beşere ait somut bir kavram Allah için kullanıldığında soyut kavram için var olan problemin bu kullanımda da aynen devam ettiği görülmektedir. Nitekim Allah'ın eli ve yüzü gibi Kur' ani ifadelerin açıklığı her zaman problem olmuştur. Bunun çözümü ise, kavramların açık­ lığında bir konsensusa varmakla mümkündür. Sözgelimi: ~ .. /) 0:- ~~:ı.:' .ı c.~ ı_,~lj ~ "Gücünüzün ye ttiği ölçüde kuvvet hazırlayın " 2 mealindeki ayet, savaşla ilgilidir ve müslümanlardan düşmanıarına karşı kuvvet hazırlamaları istenmektedir. Tenzil döneminin teknolojik ve ekonomik şartları gereği "kuvvet" denince akla hiç şüpesiz ok, mızrak, mancı­ nık, kılıç, at, deve vs. gibi harp araçları gelmektedir. Yani bu ayetteki l.Bkz. Prof.Dr.Necati Öner, "Kavram", Felsefe Dünyası Dergisi, Ankara 1993, Sayı 7, s. 4. 2.Enflil8/60. - 60- GELENEKSEL VE ÇAÖDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ "kuvvet"in açıklığını bu araç ve gerçeklerle sınırlıyoruz. Bugün ise biz bu ayetteki "kuvvet"in açıklığında, bu zikredilen şeyleri düşünmekle birlikte, daha çok çağımızdaki harp araç ve gereçlerini anlıyoruz ve kuvveti top, tüfek, füze, uçak, gemi vs. gibi çağdaş harp araç ve gereçleri olarak açık­ lıyoruz. Lafız değişmiyor; ayetin seçikliği ve verdiği mesaj yani normu değişmiyor. Lakin açıklığı yani ayete yüklenen anlam değişiyor. Bir başka deyişle soyut bir kavram zamanın şartlarına göre somutlaştırılıyor. 2-İslam'ın Geleneksel Yorumu Her kitap, bir başkası tarafından okunması, anlaşılması ve istifade edilmesi için yazılır. Fakat hiç bir kitap, kendini okuyanlar tarafından aynı ölçüde ve aynı seviyede anlaşılmaz. Kur'an da bu kurala tabidir ve o da okunsun, anlaşılsın ve verdiği bilgilerden istifade edilsin diye gönderilmiş bir kitaptır. Öyle ki adı ve getirdiği ilk mesajın içeriği bile "okuma" ile alakalıdır. İndirildiği dönemde ve bunu takip eden yıllarda, Kur'an'ın bu amacına ulaştığını, yani okunduğunu, anlaşıldığını ve içeriğinden büyük ölçüde istifade edildiğini, o dönemde yapılan çalışmalardan, kurulan İslam medeniyetinin varlığından ve bize kadar intikal eden fikir ve düşüncelerden anlıyoruz. Zira bu dönemde müslümanla Kur'an arasında sıkı ve canlı bir iletişimin bulunduğunu, ve buna bağlı olarak Kur'an merkezli düşünce sistemlerinin üretildiğini görüyoruz. Kur'an'la müslüman arasında teessüs eden bu sıkı ve canlı iletişimin, belli bir sürenin sonunda giderek zayıfladığını ve azaldığını, bunun yerine iletişimin canlı olduğu dönemde yazılan eserlerin ve kurulan düşünce sistemlerinin geçtiğini, dolayısıyla vahiy merkezli bir bilgilenmeden, yorum merkezli bir bilgilenmeye geçildiğini görüyoruz. Bir başka ifade ile müslümanla Kur'an arasındaki iletişimin iki boyutundan veya iki farklı durumundan söz etmemiz gerekiyor. Bu dönemlerden birincisi, Kur'an'ı anlama dönemi; ikincisi ise Kur'an'dan üretilen bilgileri anlama dönemidir. Birinci dönemde müslüman; Kur'an'a yönelmiş, onu okumuş anlamaya çalışmış, problemlerini çözmek için ona müracaat etmiş ve ayet yoğunluklu bir bilgilenme sürecine girmiştir. İkinci dönemde ise müslüman; Kur'an'ı ikinci plana atmış, bunun yerine birinci dönemde Kur'an üzerinde yapılan çalışmalara, üretilen bilgilere veteşekkül ettirilen düşünce sistemlerine ve bu sistemlerin koyduklan kurallara uymayı ön plana çıkartmıştır. Daha açık bir ifade ile Kur'an'ın yerine yorumu geçmiş ve bu yorum Kur'an gibi algılanmıştır. Bunun neticesi Müslümanla Kur'an'ın ilişkisi maalesef bir kaç konu alanına münhasır kalmış ve birinci dönemdeki dinamik ve canlı ilişki, yerini pasif - 61 - KUR· AN MESAJI İLMİ ARAŞTIRMALAR DERGiSi, NİSAN, MAYIS, HAZİRAN 99, Sayı: 16, 17, 18 bir ilişkiye terketmiştir. Buna mukabil müslüman, Kur'an'ın yorumu mahiyetinde olan Fıkıh, Kelam, Hadis ve Tasavvuf kitaplarında yer alan bilgilerle canlı ve dinamik bir ilişkiye girme çabası içinde olmuştur. Birinci dönemde müslüman, Kur'an'ı okuyup anlamaya çalışırken; ikinci dönemde O'nun yorumunu (Tefsirini) okuyup anlamaya çalışmıştır. Bundan dolayıdır ki birinci dönem Kur'an'ı anlama; ikinci dönem ise yorumları anlama dönemi olmuştur. Tenzll döneminde (m. 610-632) Sahabe, doğrudan Kur'an'la yüz yüze gelmiş, onu okumuş ve anlamıştır. Anlaması da gayet tabiidir. Zira Kur'an en azından kendi dili ile nazil olmuş ve kendisine bildiği ve konuştuğu dil ile hitab etmiştir. Şüphesiz bu yargı, "Bilimsel teoriler" çerçevesinde çoğunlukla ilgili genel tahminden ibarettir. Yoksa ferdi davranışlara indirgendiğinde isabetli olduğu düşünülmemelidir. Yani bunun anlamı, Sahabe, Kur'an'ı okumuş ve anlamıştır ama her Sahabenin Kur'an'ı · okuması ve anlaması aynı ölçüde ve aynı seviyede olmamıştır. Çünkü fıtri yeteneği, dil bilgisi, genel kültürü, ayetin indiriliş olayına şahit olması vs. gibi değerler, her Sahabi de aynı değildir. Nit~kim Kude b. Maz'un'un içki ile alakah ayetler hakkındaki görüşü, Hz. Aişe'nin Ebu Hureyre'yi Allah'ın görülemeyeceğine dair ayeti yanlış anlamakla suçlaması, Adiyy b. Hatem'in oruçla ilgili ayette geçen siyah-beyaz iplikle ilgili kavramı yanlış yorumlaması, Hz. Ömer'in "ebben"; İbn Abbas'ın "fatır" kelimelerini bilmediklerini söylemesi vs. gibi rivayetler, Sahabenin aynı ölçüde ve seviyede Kur'an'ı anlamadığım gösteren örneklerdir. Teorik olarak da her insanın aynı seviyede ve aynı ölçüde Kur'an'ı anladığını söylememiz mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur'an'ı açıklamakla (tebyin) görevli olduğu halde, O'nun her ayeti açıkladığını söylemek de büyük bir iddia olur. Zira Hz. Peygamber'in her ayeti açıkladığına dair elimizde yeterli kanıt yoktur. Elimizdeki mevcut kanıtlar ise, Hz. Peygamber'in bütün ayetleri tebyin etmediğini göstermektedir. Hz. Peygamber'in özellikle ibadet, kısmen ahlak ve hukukla ilgili ayetleri yorumladığına, şahid oluyoruz. Onun tefsir örneklerini, hadis kitaplarından öğrenmemiz mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber'in, Fatiha suresinde yer alan kendisine gazap edilenleri Yahudiler; dalalette olanları, Hristiyanlar; kuvveti atma; seblli azık ve binek; harec'i darlık; siyah ve beyaz ipliği, fecrin karanlığı ve aydınlığı; nefse zulmü, şirk; vürud'u duhı11 ve vasad'ı adil olarak yorumladığını öğre­ niyoruz. 3 Hadis kitaplarında ise namaz, oruç, hac, zekat vs. gibi konuların Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından açıklandığını ve bu açıklamaların da önce sözlü, sonra da yazılı olarak nakledildiğini biliyoruz. 3.Prof. Dr. Suat Yıldırım, Peygamberimizin Kur' an Tejsfri, İstanbul 1983, s. 29-333. - 62- GEicENEKSEL VE ÇAGDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ Kur'an'ı anlama ve yorumlama faaliyeti, Hz. Peygamber döneminde ve O'nu takip eden yıllarda etkin bir biçimde devarn etmiş ve bu etkin faaliyet neticede pek çok tefsir ekolünün ortaya çıkmasına da sebeb olmuştur. Nitekim fakihler tarafından tasnif edilen ve "Ahkarn ayetleri" olarak tanıtılan maksimum beş yüz civarındaki ayetierin öne çıkartılması, diğer ayetlerin ise ilgi odağı yapılmaması, fıkhi tefsir ekolünü doğurmuş ve bunu diğer ekallerin teşekkülü takip etmiştir. Özellikle fakihler tarafından önceki ümmetierin tecrübelerinin anlatıldığı Peygamber kıssaları, birer hikaye gibi algılandığı için yeterli ilgiye mazhar olmamıştır. Oysa bu tecrübeler, pek çok alana özellikle sosyal bilimiere rehberlik edecek ilkeleri içermektedir. Bunun böyle olduğunu, 20. yüzyılın ulaştığı bilimsel düzey, bize daha iyi açıklamaktadır. Aynı bakış açısı ve aynı yöntem, daha sonra ortaya çıkan tefsir ekallerinde de görülmüş, bu ekollere mensup bilim adamları, kendi -alanına gösterdiği ilgiyi, maalesef diğer alanlara gösterrnemiştir. Öyle ki kendi ilgi alanı sanki öz evlat, diğer alanlar ise üvey evlat gibi olmuştur. Kur'an'ın verdiği bilgilerin, insan hayatındaki yeri ve önemi ihtiyaçlara göre değişse de Kur'an'ın tümüne ait bilgileri anlamaya yönelik ilgi sürekli ve canlı tutulması gerekirken, maalesef bu ilgi farklılığı, Kur'an'ın bir bütün olarak algılanmasına ve anlaşılınasına engel olucu bir fonksiyon icra etmiştir. Birinci dönerne ait bu anlama hatasının yanında ikinci döneme ait hata ise, bundan daha vahim olmuş; Kur'an'ı anlamaya yönelme; yerini, yorumunu anlamaya bırakmış, dolayısıyla Kur'an yerine Tefsir, Fıkıh, Kelam, Tasavvuf kitapları okunarak Kur' an anlaşılınaya çalışılmıştır. Bir anlarnda amaç bırakılmış, araç, amaç haline getirilmiştir. Böyle bir yöntemle Kur'an'ı ne derecede doğru ve sağlıklı anlamak mümkündür? Bunun içindir ki bugün Kur'an'ı anlama ve yorumlama problemlerinden söz ediyor ve çözüm yolları arıyoruz. Kendimize göre problemi ortaya koyuyor ve onlara çözüm yolları öneriyoruz. 3-Geleneksel İslam Yorumunun Problemleri Geleneksel İslam yorumu, içinde pek çok farklı yorumları barındıran genel bir tanımdır ve bu tanım içinde yer alan her mezhebin, her tarikatın veya her görüşün kendisine özgü yorumları ve bu yorumlara bağlı özel problemleri mevcuttur. Biz burada, her birinin özel problemleri yerine Geleneksel İslam yorumunu herhangi bir döneme, gruba veya şahsa tahsis etmeden hepsinde ortak olabilecek temel problemler üzerinde durmak istiyoruz. tarım Geleneksel İslam yorumu, genel anlamda ve tarihi süreç içinde toplumu hayatı yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre oluşmuş ve bu - 63- KUR' AN MESAJI iLMIARAŞTIRMALAR DERGiSi, NİSAN, MAYIS, HAZİRAN 99, Sayı: 16, 17, 18 topluma ait problemlere çözüm önerilerinde bulunmuş dini bir anlayış türüdür. Hiç şüphesiz dönemi için bu yoruma ait her görüşün bir değeri olsa da mevcut problemlere çözüm getirmesi açısından bir yeniliği ihtiva etse de veya kendi dönemi için çağdaş olsa da; tarım toplumundan sanayi toplumuna, oradan da bilgi toplumuna geçen veya bu toplurnun içinde yaşayan insanlarımızın problemlerini çözdüğünü veya ihtiyaçlarına yeterince cevap verdiğini gönül rahatlığı ile söylememiz mümkün değildir. Zira tarım toplumunun şartları ve niteliği ile, sanayi ve bilgi toplumunun şartları ve niteliği arasında bazı benzerlikler bulunsa bile, aynı şartları ve niteliği taşıdıkları asla söylenemez. Dolayısıyla belli şartları ve niteliği olan bir toplum için oluşturulmuş olan isıarn yorumunun şartları ve niteliği çok farklı olan sanayi ve bilgi toplumunun ihtiyaçlarına yeterince cevap vereceğini söylernek de büyük bir iddia olur. Ülkerniz insanının yaklaşık yarıya yakın bir bölümü, tarım toplumu hayatını, diğer yarısının da sanayi ve bilgi toplumu hayatını yaşadığını biliyoruz. Bu sosyolojik yapıyı veya episternik cemaat yapısını dikkate aldığımızda geleneksel islam yorurnunun; köy, kasaba ve büyük şehirlerin varoşlarında daha etken olduğu görülmekte ve buralarda yaşayan insanlarımıza daha sevimli geldiği bilinmektedir. Ama bu yorumun, sanayi ve bilgi toplumu içinde yaşayan insanlarımıza çok şey verdiğini de söyleyemeyiz. Geleneksel İslam yorumunun tarihi süreç içinde oluşturduğu mevcut preblernleri daha iyi tesbit edebilmek ve anlayabilmek için böyle bir tahllle ihtiyaç vardır. Gerek geleneksel İslam yorumunun gerekse daha sonra ele alacağırnız çağdaş İslam yorumunun olsun, en temel problemi, daha önce de tarnes ettiğimiz gibi kategorik bir düşünce tarzını yöntem alarak benimsemiş olmalarıdır. Bu sebeble istisnalar hariç, geleneksel İslam yorurncularının, nakil kavramı içine giren her türlü rivayeti merkeze alıp ilgili Kur'an ayetlerini bu rivayetlere göre yorumlaması, akıl ile nakil yoluyla gelen bilgilerin çatışması halinde nakli terc1h edip, aklı sadece nakle ait o bilginin rasyonelleştirilrnesinde kullanmaları kategorik düşünce tarzının bir sonucudur. Ancak rivayetlerde hurafe ile birlikte hakikatlerin, İsrailiyyatla birlikte bazı doğruların; yorumlarında ise taassubla birlikte bazı alternatif çözümlerin aynı anda ve birlikte yer aldığını inkar etmemiz de mümkün değildir. Her bir rivayeti veya nakli sorgulamadan, önyargı ile kabı11 veya reddetme ancak kategorik bir düşünce tarzının sonucudur. Rivayetleri, herhangi bir tahlile tabi tutmadan ister kabul ister reddedelirn, bilginin değeri açısından bu iki tarz arasında hiç bir fark yoktur. Nitekim nakli merkez yapan geleneksel İslam yorumunda kabule dayanan bu düşün­ ce tarzının tabii bir sonucu olarak;l-Kur'an ile rivayetlerin özdeşleştirildiği, 2-Dini anlayışta yenilik dernek olan "Tecdid"in olamayacağı görüşüne ulaşıldığı görülmektedir. -64- GELENEKSEL VE ÇAÖDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ Erken dönemde rivayetlerin senet yönüyle bir tahlile tabi tutulduğu bilinen bir olgudur. Ancak senet yönüyle bir rivayetin dağıulunması rivayet edilen o metnin doğru olduğu anlamına gelmediği de bir gerçektir. Bir metnin doğru olabilmesi için evrensel doğrulara, yani fıtrat kanunları ile Kur'an'ın genel ilkelerine ters olmaması ve bu ilkelere~uyum arzetmesi gerekir. Bunun için akıl ile rivayet çeliştiğinde rivayetin sorgulanması ve yorumlanması ilkesi getirilmiştir. İbn Rüşd de başta olmak üzere pek çok İslam düşünürünün görüşü budur. Geleneksel İslam yorumları, (istisnalar hariç) bir rivayetle diğer bir rivayet veya bir nassla bir başka nass çeliştiğinde ise yöntem olarak bu iki rivayeti uzlaştırma cihetine gitmişler, uzlaştırılması mümkün görülmeyen rivayetlerin veya İıasların arasındaki çelişkiyi "Nesh" teorisiyle çözmeye çalışmışlardır. Te'vllu Muhtelifi'l Hadis veya Te'vilu Müşkili'l Kur' an adıyla yazılan eserler bunun en bariz örnekleridir. Mesela: Geleneksel İslam yorumuna göre İsra ve Mi 'rac aynı gecede ve tarih olarak da hicretten bir buçuk yıl önce vukü' bulmuştur. Kur'an'da İsra olayının anlatıldığı bir Süre mevcuttur ve elimizdeki Kur'an'ın·süre sıralamasında ı?'nci sıradadır. Mi'rac olayınılafzan anlatan ne bir süre ve ne de bir ayet mevcuttur. Ancak Kur'an'ın 53'üncü süresi olan "Necm" de ancak "Delalet-i Zanni" bir yorumla "Mi'rac "olayının anlatıldığını söyleyebileceğimiz bazı bilgiler mevcuttur. Necm süresi Mekke'de nazil olmuştur ve nüzfil sırası 23'tür. İsra süresi de Mekkidir ve nüzfil sırası 50'dir. Buna göre Necm süresinin İsra süresinden önce nazil olduğu anlaşılmaktadır. olmuş Bu konudaki rivayetlere baktığımızda Mi'rac 'ın, Hz. Peygamber' e risalet verilmeden önce gerçekleştiği 4 diğer rivayetler de ise İsra'nın bi'set senesi; risaletin 5'inci yılı; risaletin ıO'uncu yılı; hicretten ı6 ay önce, hicretten, ı sene 2 ay önce; hicretten ı yıl önce olmak üzere İsra'nın altı farklı tarihte olduğu nakledilmektedir. 5 Bu rivayetlerden son üçünün birleştirilerek hicretten ı ,5 yıl önce olduğu görüşünün yaygınlık kazandığı görülmektedir. Ama bu yorumun gerçek değeri nedir? sorusunun cevabı henüz verilmiş değildir. Nasslar arasındaki çelişkinin uzlaştırılmaması durumunda nassın birini devre dışı bırakma anlamına gelen "Nesh"e ise Hibetullah b. Selame'nin en-Nasih ve'l Mensüh'unu örnek olarak verebiliriz. Bu kitabında İbn Selame'nin Kılıç ayetidenilen Mekkeli müşriklerin 4.Buhar1, Menakıb 24, Tevhfd, 37, Müslim lman 262. 5.Bkz. Şinasi Gündüz ve Arkadaşları, Dinlerde Yükse/iş Motif/eri, Ankara 1996, s. 91-92. -65- KUR'ANMESAJIİLMİARAŞTIRMALARDERGİSİ,NİSAN,MAYIS, HAZİRAN 99,Sayı: 16,17,18 savaşta öldürülmeleriyle alakah bir ayete; barış, iyilik yapma, güzel davranma, güzel konuşma, affetme, bağışlama ve aldırınama gibi yaklaşık yüz on civarındaki barışla alakah bir ayet grubunu neshettirdiğini görmekteyiz. Bunu analiz ettiğimizde, fakihlerin o günün sosyolojik realitesine uygun olarak ürettikleri "Daru'l İslam" ve "Daru'l Harb" kavramlarının ve savaş olgusunun etkisinde kaldığını sandığımız İbn Selame'nin, savaş olgusu ile barışı ve Kur'an'da yer alan barışla ilgili ayetleri birbirine zıt gördüğü ve bu iki olguya uzlaştıramadığı için olacak ki, bir ayete yüz on iki ayeti nesh ettirdiğine şahid oluyoruz. Sözgelimi O, ~··· Q~~~~~0l)~ "Eğer onlar barışa yanaşıriarsa sen de yanaş ... " 6 ayeti ile ) ;.Gı) ~~~l>~) ~Cl0~')~) :Jıı \ll0J~~ ~..::; '1 ~C..:.!~ :.;ı ~. _. G'.0J ~l) ~ ~ ... ~_,s-) ı)r);_,uıı~l) G y-w_ı))) ~u, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünZere iyilik edin. insanlarla güzel konuşun, namazı kılın, zekat verin diye söz almıştık... " 7 ayetindeki "insanlarla güzel konuşun" pasajını savaş olgusu ile bağdaştırama­ dığı için mensüh sayabilmiştir. 8 Buradaki problem sadece bu ayetlerin mensüh kılınması değil, bu yorumu okuyan veya duyan insanların o yorumla dini özdeş saymaları ve farklı yorum ve anlayışiara zihinlerini kapamış olmalarıdır. ise, daha önce belirttiğimiz gibi yorumla Kur'an'ın veya yorumun inanç haline getirilmiş olmasıdır. Yorum u inanç haline getirdiği için, sahib olduğu bir bilginin sarsılması veya değişime uğraması ihtimali karşısında insan; bunu inancının değişimi veya sarsılması olarak algılamakta dolayısıyla eski bilgisiyle çelişen yeni bilgi aktanmını inancına bir saldırı olarak görmektediLBurada ki hata, din ile dini olanın veya "evrensel boyutlu olanla" "tarihi boyutlu" olanı ayıramamaktan kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, tarihi olana evrensellik elbisesi giydirilmiş olmasın­ dandır. Din vahye dayandığı için beşer üstüdür ve bu yüzden evrenseldir. Dinin yorumu ise evrensel olanın beşer tarafından algılanması ve açıklanması olgusudur. Dolayısıyla yorumun kaynağı akıl olduğu için izafi bir değere sahiptir ve asla mutlak doğruyu temsil etmemektedir. Böyle bir sonuç ise, ancak analitik bir düşünce ile mümkündür. Problemin kaynağı özdeşleştirilmesi 6.Enjat 8/61. 7 .Bakara, 2/83. 8.Bkz. Hibetullah b. Selame, en-N!isih ve'l-Mensuh, -66- Mısır 1967, s. 11-108. GELENEKSEL VE ÇAÖDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ 4-Çağdaş İslam Yorumunun Problemleri Çağdaş İslam yorumu, daha ziyade sanayi ve bilgi toplumu insanın dini ihtiyaçlarına cevap vermeyi ve problemlerine çözüm üretmeyi amaçlayan bir düşüncenin sonucu oluşan ve geleneksel İslam yorumundan yöntem ve tarz olarak ayrılan bir İslam yorumudur. Bu yorum tarzının temeli ise, geleneksel İslam yorumunun tarım toplumuna dayalı olması nedeniyle sanayi ve bilgi toplumunun dini ihtiyaçlarına yeterince cevap verememesi ve problemlerine çözüm üretememesine dayanmaktadır. Özellikle rivayeti merkeze alan ve aklı ikinci plana iten geleneksel İslam yorumun, aklı öne çıkartan sanayi ve bilgi toplumunun ihtiyaçlarını yeterince gidermesi beklenemezdi. Bunun için aklın öne geçirildiği bir İslam yorumuna ihtiyaç vardı ve bu ihtiyaç da çağdaş İslam yarumcuları tarafından karşılandı. M. Akif'in "Doğrudan doğruya Kur' an' dan ilham alma" olarak tanımladığı Çağdaş İslam yorumunun da, geleneksel İslam yorumunda olduğu gibi bir çok versiyonu mevcuttur. Biz burada çağdaş İslam yorumu versiyonları üzerinde duracak değiliz. Ancak bunlar arasında "Tarihselci" anlayışın ayrı bir yeri bulunduğunu özellikle belirtmek isteriz. Akif'in doğrudan Kur'an'dan ilham alma olarak tanımladığı tarzın anlamı, rivayetleri ve geleneksel hale dönüşmüş yorumların bir tarafa bırakılarak doğrudan Kur'an'a gidilip, çözüm aranmasıdır. Nitekim örnek olarak ele aldığımız M. Akif 'de ve kendisinden boL bol tercüme yaptığı M. Abdulah' da bunu açıkça görmekteyiz. el-Menar'ında ise Reşid Rıza şunları yazmaktadır: "Müslümanların kötü taHlılerindendir ki, tefsir kitaplarının pek çoğu, ulv1 gayelerinden ve devamlı yol göstericilik vasıf­ larından uzaklaştırmıştır. Bu tefs!rlerin müfessirleri Kur'an'da i'rab bahisleri, nahiv kaideleri, me'ani nükteleri ve beyan ıstılahiarı aramışlar ve tefs!rlerini mütekellimlerin cidalleri; usfılcülerin tahricleri mukallid fak!hlerin istinbatlan, tasavvufçuların te'vllleri, mezheb ve fırka mensuplarının göruşleriyle doldurmuşlardır. Üstelik bir de bunlara Fahreddin er-Razı, tefs!rine riyaziyat ve tabii bilimleri, Batlamyus astronomisini ve çağına kadar devam edip gelen diğer bütün ilimleri toplamış ve tefsirini bu ilimlerle doldurmuştur. Böylece bu müfessirler insanları, Kur'an'ın asıl hedefinden uzaklaştırmışlardır. 9 okuyucularını Kur'an'ın R. Rıza'da açıkça gördüğümüz bu düşünce tarzı, çağdaş İslam yorumcutemel görüşü olma niteliğini daima korumuş, bu~ sebeple Kur'an yorumunda rivayetler genel anlamda dışıanmış ve akıl fonksiyonel hale getirilmeye çalışılmıştır. Genel anlamda rivayetlerin dışlanması, beraberinde sünnetin de dışlanmasını getirmiştir. Ayrıca akıl ile nakil veya rivayetler çatıştığında, nakli aklın hakemliğine havale etme, bu anlayışın temel yöntemi larının 9.R. Rıza, el-Menar, Beyrut, Tarihsiz 1/7. -67- KUR' AN MESAJI iLMIARAŞTIRMALAR DERGİSİ, NİSAN, MAYIS, HAZİRAN 99, Sayı: 16, 17, 18 olmuştur. Dolayısıyla İslam yorumu bir anlamda Kur'an yorumu ile özdeş hale gelmiş ve bu olgu "Kur' an islamı" kavramı ile tanımlanmıştır. Geleneksel İslam tanımın da, Kur' an, Sünnet ve yorum bir başka ifade ile Kitap, Sünnet, İcma' ve Kıyas birlikteliği akla gelirken, Çağdaş İslam yorumunda ise Kur'an ve yorum bir başka deyişle Kur'an Kıyas ve kısmen de Hadis birlikteliği akla gelmektedir. Daha açık bir ifade ile hadisin gündeme gelmesi, ya önerilen görüşlere destek hasıl olduğunda bu desteği sağlamak için, ya da akıl ve bilim dışılılıkla itharn edilen hadisleri sorgulamak için olmaktadır. Geleneksel İslam yorumunda olduğu oranda ve yoğunlukta hadis veya rivayetlerin fonksiyonel olmadıkları görülmektedir. Geleneksel İslam anlayışında sünnet; tebyin hem de teşebbüh için yorumun merkezinde yer alırken; çağdaş İslam yorumunda "sünnet" e örnek ve model olması açısından yaklaşılmakta ve sünnetin tebyinliğini tartışırken "Teşebbüh"ü tartışmasız reddetmektedir. Bu anlayış "misvak" konusuna uygun düşerken; ibadetlereve eğitim amaçlı taklidlere pek de uygun düşmemektedir. Dolayısıyla başta sünnet ve rivayetler olmak üzere 1400 yıllık İslam geleneğini dışlanarak çağdaş bir İslam yorumunun ortaya konması ve herkes tarafından kabfilünün beklenmesi, bu anlayışın bir açmasıdır. Zira Geleneksel İslam yorumun özünde bazı eksiklikler ve yanlışlıklar bulunsa da bazı doğruların ve mükemmelliklerin bulunduğu da bir gerçektir. Aynı kural çağdaş İslam yorumu için de geçerlidir. Onun da özünde bazı yanlışlıklar ve eksiklikler mevcutsa da, bazı doğruların ve mükemmelliklerin varlığı da bir gerçektir. Burada problemin kaynağı daha önce de belirttiğimiz gibi kategorik düşüneeye dayalı bir yöntemin ve söylemin her iki düşünce tarzına hakim; müntesiplerinin ise bu düşünce tarzına adeta mahkum olmalarıdır. Bu arada Kur'ani normlara ait formlar için farklı bir yöntem için de olan Çağdaş İslam Yorumun yeni bir versiyonu olma özelliğini taşıyan "Tarihselci" anlayışa ve bu anlayışın problematik olan yönüne de kısaca temas etmek istiyoruz: Tarihseki anlayışa_göre, Kur'an'ın bir normu ve bu normlardan bazılarına ait formu mevcuttur. üzeilikle sosyal, ve hukuki nitelikli normlara ait formelliğİn Kur'an'ın indirildiği kültürel ve sosyal ortamı ve şartlan yansıtması, bu formelliğin tarihin bir dönemine ait olduğunu da göstermektedir. Buna göre Kur'an'ın normu evrensel bir niteliğe sahib olsa da, formu tarihseldir ve formelliğİn değişebileceğini gösterir. Çağımızda İslam' a ve onun sosyal ve hukuki alanda öngördüğü formelliğe karşı gösterilen tepkileri ve tenkidleri geçersiz kılmak için İslam 'ın sevimli yönünü ortaya koymayı amaçlayan bu yorum tarzı; çağdaş sosyal ve hukuk anlayışı ile İslam'ı tarihsel bir nitelik taşıyan formlarda değil de evrensel bir niteliğe sahib olan Kur'an normlarında uzlaştırmayı amaçlamaktadır diyebiliriz. Bu anlayışa geleneksel İslam yorumcuların tepkisi elbette şiddetli olmuştur. Zira Geleneksel İslam yorumun başı - 68- GELENEKSEL VE ÇAÖDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ sünnet konusunda Çağdaş İsHim yorumu ile dertte iken, bir de Kur' an' a ait formların tarihsel olarak ileri sürülmesi, tahammül sınırlarını zorlayan bir hareket olarak algılanmıştır. Fakat bu tepkinin zihinsel olmaktan daha çok duygusal olduğu görülmektedir. Zira Kur'an'ın bazı ayetlerini diğer ayetine neshettirme ile, Kur'an'ın bazı ayetlerini tarihsel sayarak belli döneme ait kılma arasında yöntem ve sonuç açısından ne gibi bir fark vardır? Bir ayeti tarihsel kılma ile mensuh sayma arasındaki fark sadece bir İsimlendirmeden ibarettir. Özde ve sonuçta bir farklılık yoktur. Sebepler farklı olsa da, her iki görüşte, bazı Kur'an ayetleri neticede devre dışı bırakılmaktadır. Bu arada problemler karşısında farklı yöntemler arama yerine, geçmişte bizzat Kur' an tarafından uygulanan fakat daha sonra devre dışı bırakılan Kur'an'ın tenzil yöntemini niçin problemlerimizin çözümün de kullanmıyoruz? sorusu aklıma geliyor. Bu yöntemin dayandığı temel görüş, Kur'an'ın 23 yıllık tenzil süresi içinde uyguladığı "Tenzll Yöntemi" nin ortaya koyduğu "tedricllik" veya "imhal" kavramlarıyla da ifade edilen ve zımnen tarihsel kabUl edilen bu "durumsanık" yöntemin evrensel bir nitelik taşıyabileceğini var saymaya dayanmaktadır. Buna göre: 1-Kur'an'ın öngördüğü ilkeler ve verdiği bilgiler insan dinine) ve tabiat kanuniarına ters değildir. 2-Getirdiği ilkeler ve verdiği bilgiler, bütün akıllı insanlan hedeflemektedir. insan doğasına (Fıtrat hayatının bütünlüğünü ve 3-Kur'ani ilkelerin ve bilgilerin hayata aktanlması sırasında "durumsallık" bir yöntem olarak öngörülmüştür. Yani vahyin kendisi zaman ve mekanla bağlı olmadığı halde, meydana gelen olaylarda "durumsal" olmuştur. Müslümanların zengin olmadıkca zekat vermemesi ve hacca gitmemesi, su bulunmadığında teyemmüm etmesi, mukim iken dört rekat kıldığı namazı iki rekat olarak kılması, misafir ve hasta iken bazı dini kuralları yerine getirmemesi, kadınların özel hallerde dini kurallardan muaf tutulması v .s. gibi hususlar ile Mekke' de özellikle iman ve. ahlak kurallarının, Medine'de ise ibadet ve hukuk kurallarının veya ayrıntılarının belli zaman dilimleri içinde indirilen ayetlerle emredilmiş olması, durumsallığı gösteren örneklerdir. Ayrıca suç işlemedikçe hiç bir zaman müslümana uygulanaınıyacak olan ceza! müeyyideleri içeren ayetleri de buna ilave etmeliyiz. Allah'ın varlığına ve ahiret hayatına inanma gibi temel esaslar ve insanın temel kişiliğini oluşturan ahlaki kurallar hariç, diğer konuların uygulanmasında durumsallığın bir yöntem olarak öngörülmesi, tenzll yönteminin evrenselliği gereğidir. Dolayısıyla durumsallık ilkesi, Kur'an'da birbiriyle çeliştiği varsayılan ayetlerin birbiriyle çelişmediğini, sadece farklı durumlarda farklı ayetlerin - 69- KUR'ANMESAJIİLMIARAŞTIRMALARDERGİSİ,NİSAN,MAYIS, HAZİRAN 99,Sayı: 16,17,18 indirildiğini ortaya koymakta ve "nesh" teorisine dayanılarak bir ayetin diğer bir ayetle neshedilmesi anlayışını önlemiş olmaktadır. Ayrıca dini kurallann uygulanmasında "Durumsallığın" bir yöntem olarak uygulanabileceğini de göstermektedir. Sonuç Geleneksel İslam yorumu da Çağdaş İslam yorumu da İslam'ı daha ve daha gerçekçi anlama, algılama ve yorumlama iddiasında olan iki düşünce tarzını temsil ettiği bilinen bir husustur. Her iki yorum tarzının kendisine özgü yanları, anlayışları ve yöntemleri mevcuttur. Her iki görüşün temsil ettiği dini anlayışın yanlışlarının yanında doğrulannın da bulunduğu bir gerçektir. Geleneksel İslam'ın kimliği; Çağdaş İslam'ın ise kişiliği önde tuttuğunu; Geleneksel İslam yorumunun muhafazakarlığı, Çağdaş İslam ,yorumunun değişimi temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu değerlerden kimliğe mi, kişiliğe mi, muhaJazakarlığa mı, yoksa değişime mi, karşı çıkacağız? , Mutlaka birinin yanında diğerinin karşısında olmak mı gerekiyor? Ancak kategorik düşünce tarzını uyguladığınızda, birinin yanında değerinin karşısında olmamız gerekir. Ama analitik düşünce tarzını uyguladığımızda, yaptığımız analiz sonucuna göre bir neticeye varmış ve tercih yapma imkanına kavuşmuş oluruz. Böyle bir zihinsel işlemi ise, ancak Allah'ın bize verdiği yetilerle (fıtratımızla) ve o yetiler içinde en önemlisi olan aklımızia yapıyoruz. Sadece. insan, problemlerini, ancak akılla çözebilme imkanına sahiptir. Bunun için de insanın iradesini bu yönde kullanması ve aklını fonksiyonel hale getirmesi gerekir. Aklın, fonksiyonel olabilmesi için de, kendisinden çıkarımlar yapabileceği verilere ve bilgilere ihtiyacı vardır. Bu verileri ve bilgileri akıl, duyu organlan vasıtasıyla ya da vahiy yoluyla elde edilir. Bir başka ifade ile akıl, ya gözlem ve deney yoluyla elde ettiği veriler üzerinde fonksiyonel olur, ya da kendisine vahiy yoluyla ulaşan bilgiler üzerinde fonksiyonel olur. Akıl, niteliği ve niceliği ne olursa olsun, her türlü bilgi ve veri üzerinde farksiyonel olma özelliğine sahiptir. Bu sebepledir ki Kur'an bir müslüman için hem bir inanç objesi hem de bir bilgi objesi konumundadır. Akıl, kendisine Kur'ani bilgi ulaşırsa Kur'ani bilgi üzerinde; rivayet bilgisi ulaşırsa rivayet bilgisi üzerinde; yorum bilgisi ulaşırsa yorum bilgisi üzerinde işlevsel olur. Aklın sağlıklı ve doğru düşünebilmesinin şartı, tek yanlı, taraflı ve eksik bir bilgi ile beslenmemesidir. Tıpkı tek tür besinle beslenen ,bir vücut veya bir-iki renk boya ile resim yapan ressam gibi, akıl da, tek yanlı, taraflı ve eksik bir bilgi ile doğru ve sağlıklı çözümler üretemez. Sağlıklı ve doğru düşünmenin yolu, doğru, sağlıklı ve çeşitli bilgi akımına açık olmamız ve bilgi elde etme çabası içinde bulunmamız ve "J;'J"e kadar çok bilgi, o kadar sağlıklı düşünce" formülüyle izah edebileceğimiz bir anlayışa kavuşmamazdır. İşte o zaman kategorik düşünmez, önyargılı hareket etmez, karşımızdakileri yani bizim gibi doğru -70- GELENEKSEL VE ÇAÖDAŞ İSLAM YORUMUNUN TEMEL PROBLEMLERİ düşünmeyenleri suçlayıcı, aşağılayacı ve itharn edici bir söylem içinde olmayız. Zira yüce kitabımız Kur'an, bilenlerle bilmeyenierin eşit olmadığını açık ve net söylüyor. Öyleyse daha çok bilmek için niçin çaba göstermiyoruz? Sözün özü, Geleneksel ve Çağdaş İslam yorumu taraftarları ne zaman kategorik düşünce yerine analitik düşünceyi; sloganlada değil kavramlarla düşünmeyi; doğrunun ölçütünü zaman, mekan ve şahıslar da arama yerine ilke ve prensiplerde aramayı; cemaatçi bir toplum modeli yerine cemiyetçi bir toplum modeline ulaşmayı; yani dinin toplumsaliaşması kadar bireyselleş­ mesine de yönelmeyi; anlayışlarında ve yorumlarında cemaat merkezci veya ben merkezci olma yerine ilke merkezci olmayı; bilgilenmede kulak yerine daha çok gözü kullanmayı, yani sözlü kültürden yazılı kültüre ulaşmayı tercih ederlerse işte o zaman burada kısaca temas ettiğimiz veya etmediğimiz dini problemlerimizi çözme imkanına daha kolay kavuşur, dolayısıyla birbirimizi dışlamaktan kurtulur, birbirimize hoşgörü ile yaklaşır, daha yumuşak bir dil ile birbirimize hitab eder ve neticede bir uzlaşmaya varır, birlik ve bütünlüğümüzü sağlayıcı davranışlar içinde oluruz. - 71 -