İran ve Suudi Arabistan`ın Bitmeyen Bölgesel Rekabeti

advertisement
İnceleme
İran-Suudi Arabistan rekabetinin en fazla hissedildiği yerlerden biri Lübnan. Resimde, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı
Lübnan ziyaretinde karşılayan Hizbullah taraftarları görülüyor.
İran ve Suudi Arabistan’ın Bitmeyen
Bölgesel Rekabeti
Lasting Regional Competition Between Iran and Saudi Arabia
Cem YILMAZ
Gazi Üniversitesi U.İ.B. Doktora Öğrencisi
cem.yilmaz@gazi.edu.tr
Abstract
The differentiation of religious philosophy and practice between Saudi Arabia and Iran, and the reflection
of this differentiation into the foreign policy spheres create a high level competition, or even confrontation,
among the two oil giants. The Islamic Revolution of Iran in 1979 further deepened this competition. The conflicting perceptions of the two make one of them an ally of US, while on the other hand, the latter an enemy of
the US. Eventually, this fact constitutes the risk for a regional confrontation. Strategic task of the hegemony
in the Middle East is far from over; therefore the two regional powers should be aware of the risks and act
accordingly.
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
53
İnceleme
ABD’yi pragmatik dış politika algılayışının merkezine koyan Suudi Arabistan, bölgeye de yabancılaşmamak için elinden geleni yapmaktadır.
İran dahil diğer bölge devletleriyle ilişkilerini sürdürmek isteğindedir.
İran’la ilişkileri dondurup sadece ABD ile ittifak içerisinde olmanın tehlikesinin farkındadır.
Giriş
Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin temelini, bu
iki devletin Batıyla olan ilişkilerinin özelliklerinde aramak yanlış olmayacaktır. Gerçekten de bu
iki devlet ABD özelinde Batı ile ilişkilerinde keskin farklılıklara sahiptir. Etnik farklılık bir yana
bırakılırsa, en temel ayrışma iki devletin İslam’ı
farklı bir şekilde algılamaları ve uygulamalarıdır.
Buna ek olarak, dinin dış politikadaki etkinliği
de uygulamada iki devleti farklı yönlere itmiştir.
İki ülkenin dış politika yaklaşımlarının değişik
ölçülerde pragmatik temelleri olmakla birlikte
pratik olarak iki devlet rakip durumdadır. İran,
Ortadoğu’da dini (Şiiliği) temel alan bir dış politika yürütürken, Suudi Arabistan ise önceliği
ekonomi ve güvenliğe vermektedir. Bu farklılık,
onları bölge politikalarında karşı karşıya getirmektedir. İki devletin ABD’ye olan yaklaşımlarındaki en temel ayrım noktası –ABD bakış açısında– kendi enerji kaynaklarını Batı pazarlarıyla paylaşıp paylaşmama tercihleridir. İki devletin
bu konudaki tercihleri, hem birbirlerine karşı
yaklaşımlarının hem de ABD’nin bölgeye yaklaşımının ipuçlarını vermektedir.
Bu çalışmada, bölgenin iki petrol devinin İslam’ı
algılama biçimleri ve bu algılamaların dış politikalarına nasıl yansıdığı incelenecektir. Asıl analiz
konusu ise bu yansımanın iki devleti nasıl karşı
karşıya getirdiğidir.
Dinin Yorumu
İki devletin dini algılama ve uygulamaları o kadar farklıdır ki bu iki devletin aynı dine men-
54
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
sup olduklarını kavramak zorlaşmaktadır. Suudi
Arabistan’da, kökleri 14’üncü yüzyıl din bilgini
İbni Temiyye’ye kadar giden, ancak 18’inci yüzyılda Muhammed bin Abdül-vahhab tarafından kurulan Vahhabilik, İslam’ı algılama biçimi
olarak yerleşmiştir. Suudi Arabistan Krallığı’nın
egemen ve bağımsız bir devlet olarak kuruluşu
1932’yi bulmasına rağmen Vahhabilik, bu devletin dini doktrini olmayı başarmıştır. Vahhabiliğe
göre, İslam için tek kaynak Kur’an ve Peygamberin sünneti olmalıdır. Kıyas kabul edilemeyecek
bir uygulamadır. Toplumsal gelişme, İslam’ın
kurallarının yeniden yorumlanmasını gerektirmemektedir. Vahhabiliğin sorun yaratan algılamalarından en önemlisi ise Vahhabilerin dışında
kalanların kafir oldukları inancıdır. El Kaide terör örgütünün cihat inancının temelini de Vahhabiliğin oluşturduğu belirtilmektedir. Vahhabi
inanışını bir adım ileri götürerek Batı’ya karşı “cihat” ilan eden Usame bin Ladin, Suudi ailesinden
emperyalizme karşı savaş için aradığı desteği göremeyince El Kaide’yi kurmuştur.
Diğer taraftan, İran ise Şii inancını benimsemiştir. Buna göre, Hz. Muhammed’den sonraki ilk
halife Hz. Ali’dir. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz.
Osman’ın halifeliğine inanmamaktadırlar. Bunun yanında, 1979’da İran İslam Cumhuriyetini
kuran anayasa ile İran Devletine tüm İslam dünyasının korunması görevi verilmiştir. Bu hüküm,
tek başına Ortadoğu’da İran’ın yapmak istediklerini açıklayabilecektir. Bölgedeki diğer devletlerin Şii nüfuslarını da kullanarak aktif bir dış
politika ile Ortadoğu’nun hamisi olma amacını
gütmektedir.
İnceleme
İran ve Suudi Arabistan Suriye’yi “Arap dünyasına kazandırma” çabasında.
İki devletin İslam’ı farklı algılamaları çeşitli çatışmalara yol açmıştır. Bu çatışmalar, en açık
şekliyle hac sırasında yaşanmıştır. İranlı Müslümanların hac ziyaretleri, ilişkilerin tarihi boyunca sorunlar yaratmıştır. Örneğin, hac sırasında
namazlarda, İranlı hacılar Sünni imamları kabul
etmemekteydi. Bunun yanında, Kerbela’dan getirdikleri toprak parçaları üzerine secde etmek
istiyorlardı.1 En önemli sorunlardan biri, 1962’de
İran’lı hacıların Medine’yi ziyaretleri sırasında
Hz. Muhammed’in kabrini, içine çamur atmak
suretiyle kirletmeleridir. Söz konusu hareket Hz.
Muhammed’e yönelik olmayıp, naaşları aynı kabirde bulunan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e yönelikti.2 Söz konusu olay, İslam’ın farklı uygulanışının çatışmaya nasıl dönüşebileceğinin en açık
göstergelerinden biriydi. Bu ve benzeri olaylar,
iki hükümeti zaman zaman karşı karşıya getirmiş ve ilişkilerde gerginliğe yol açmıştır.
İki ülkenin, dini algılamaları genel bir çerçeveye
oturtulduğunda ikisinin de iç politikada dinden
başka bir öğeye yer vermediği görülecektir. Suudi Arabistan’ın kuruluşundan itibaren ABD’yle
olan ilişkisi onun dış politikaya pragmatik yaklaşımını kanıtlamaktadır. Bölge özelinde ise dini kullanmak istemektedir. Ancak, İslam’ı Vahhabilik olarak algılaması ve yorumlaması çekim
alanını daraltmaktadır. Diğer bir deyişle, Vahhabi olmayanların kafir oldukları inancı, diğer
Müslüman devletlerle din temelli ilişki düzeyini
sınırlandırmaktadır. İran ise dış politikada, Su-
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
55
İnceleme
Her ne kadar, Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki konumu liderlikten
ziyade, “ağırlık merkezi” sıfatına daha yakın olsa da S.Arabistan’ın,
Mısır’ın düştüğü duruma düşmek istemediği değerlendirilmektedir.
Bu yüzden, ABD ile tarihi stratejik bağlara sahipse de alternatifli politikalar izleme gayreti de göstermektedir.
udilere benzer bir şekilde, pragmatik bir bakış
açısını benimsemektedir. Bu olgu, İran dış politikasına sadece Ortadoğu özelinde bakıldığında
kolaylıkla anlaşılamaz. Avrasya ve Kafkaslar özelinde İran’ın Müslüman devletlere karşı Müslüman olmayan devletlerle işbirliği yaptığına şahit
olunmaktadır. Örneğin, Azerbaycan-Ermenistan
arasındaki Dağlık Karabağ sorununda –Azerilerin de İranlılar gibi “12 İmam Şii’si olmasına
rağmen– Ermenilerin tarafında yer almaktadır.3
Ortadoğu’ya bakıldığında ise Şii eksenini kullanmak isteyen bir İran söz konusudur. Bölgeler
itibariyle farklılık gösteren bir dış politika izleyen İran’ın ulusal çıkar öğesini ön plana çıkardığı
gözlenmektedir. Dolayısıyla, her iki devletin de
katı dini yaklaşımlarına rağmen dış politikalarında dine sadece gerektiğinde başvurdukları ortaya
çıkmaktadır.
İran İslam Devrimi ve İlişkilerin
Zedelenmesi
1979 İran İslam Devrimi’nden itibaren, İran vatandaşlarının hac ziyaretleri siyasi bir içerik de
kazanmıştır. Rejimin resmi desteğiyle ortaya
çıkan hac ile ilgili en önemli olay 1987’de yaşanmıştır. 1985’ten itibaren her hac ziyaretinde
Amerika ve İsrail’i protesto etmek ve onlara karşı
İslami bir hareketin tohumunu, İslam’ın en kutsal bölgesinde atmak amacını taşıyan yürüyüşler
yapılmaya başlanmıştır. Söz konusu yürüyüşler,
Humeyni rejimince düzenlenip, İranlı hacılar
tarafından icra edilmekteydi. Suudi yetkililer bu
tür gösterilere temelde karşı çıkmışlardır. Başta
kesin bir engelleme yapmadılarsa da gösterilerin
kapsamı konusunda taraflar arasında tartışma-
56
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
lar yaşanmıştır. 1987’deki gösterinin öncesinde
Suudi güvenlik kuvvetleriyle İranlı göstericiler
arasında tam bir koordinasyon kurulmamıştır.
Gösteriyi yapan İranlılara hem Suudi halkı hem
de güvenlik kuvvetleri müdahale etmiştir. Bu
olaylarda, İran’lı 400 hacı Mekke’de öldürülmüştür. Bu olay sonucu, ikili ilişkiler üç yıl boyunca
dondurulmuştur.
1979 İslam Devriminden sonra Batıya sırtını
dönen bir İran söz konusudur. Hac ziyaretlerindeki sorunlar Devrimden sonra iyiden iyiye
tırmanmıştır. Dini ve siyasi içerikli gösteriler,
siyasi bildiri dağıtmak gibi faaliyetler hac görevinin yanında pragmatik dış politika anlayışının
bir yansıması olarak İran’ın siyasi faaliyetlerde
bulunduğunu da kanıtlamaktadır. İslam Devrimini yaygınlaştırmanın bir forumu olarak görmüşlerdir. Aslında İran içerisinde muhafazakar
siyasi kanadı, radikaller ve ılımlılar olarak ikiye
bölünmektedir. İki kanadın Suudi Arabistan ile
olan ilişkilere farklı baktıkları gözlemlenmektedir. Birinci grup, ABD ile yakın ilişki içerisinde
olan Suudi Arabistan’ı düşman olarak görmekte
ve hac dönemindeki faaliyetleri örgütlemektedir.
Ilımlı muhafazakarlar ise Suudi Krallığı ile asgari
ortak paydanın kurulabileceğini savunmaktadır.
Ancak, radikal muhafazakarların politikaları ağır
basmaktadır.
Bunun yanında Humeyni rejimi, Suudi
Arabistan’ın Hicaz bölgesindeki kutsal yerleri
koruyamadığına dair diğer Müslüman devletlere yönelik yoğun bir propagandaya girişmiştir.4
Humeyni’nin Hicaz bölgesinin yönetiminin Suudilerden alınarak birleşik bir komiteye bırakıl-
İnceleme
İran ve Suudi Arabistan’ın dini algılama ve uygulamaları birbirinden oldukça farklı.
masını teklif etmesi Suudi Arabistan’ın sabrını
taşırmıştır. İran’ın aktif ve yayılmacı politikası
karşısında olgun ve sabırlı duruşunu İran-Irak
Savaşı’nın çıkmasıyla (1980) terk etmiştir. Suudi Arabistan’ın Irak’ın yanında yer alması ilişkilerin gerilemesi sonucunu doğurmuştur. Yine
Arabistan, İran’ın körfezdeki nüfuz ve etkinlik
çabalarını engellemek amacıyla, 1981 de Basra
Körfezi İşbirliği Konseyi’nin kurulmasına öncülük etmiştir. Böylelikle, küçük Körfez ülkelerinin
İran’ın kucağına düşmesini ve bu yolla kendisinin
de çevrelenmesini engelleyebilecekti. Ancak, bu
adım dahi İran’ın özellikle Şii nüfus barındıran
bu ülkelerdeki etkinliğini sınırlayamamıştır.
İran, ikili ilişkilerin genel penceresinden bakıldığında Arabistan’ın ABD-İsrail yanlısı tutu-
mundan rahatsızdır. Arabistan’ın bölgeye ihanet
ettiğini düşünmektedir. İran, İsrail’in bölgeden
tamamen silinmesi gerektiğini düşünürken;
Arabistan’ın Filistin’i destekler bir duruşu dahi
söz konusu değildir. İran’ın Arabistan hakkındaki olumsuz algısı, onu Arabistan Şiilerini etkileyerek ülkenin iç ve dış politikasını zayıflatmaya
yöneltmektedir. Arabistan nüfusu içinde yaklaşık
yüzde 10’luk bir oranı temsil eden Şiiler, İran’ın,
Arabistan siyasetini etkilemek için kullanmak istediği önemli bir araçtır. İran İslam Devrimiyle
birlikte hac sırasındaki faaliyetlere ek olarak bu
azınlığın Suudi ailesini eleştirmesi teşvik edilmektedir. Bu sebeple, Suudi Arabistan yönetimi
Şii nüfusunu bir sorun olarak algılamakta, onlara
karşı baskı politikası uygulamaktadır.
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
57
İnceleme
İki devletin etnik farklılığının yanında İslam’ı farklı yorumlamaları, rekabetin ana sebebidir. Üstelik bu gerçeklik, ABD gibi büyük ülkeler tarafından kendi lehlerine kullanılabilmektedir. İki petrol devinin verdiği bu
fırsatlar, kendilerinin ve bölge devletlerinin aleyhine olmaktadır.
İran’ın Şii eksenini başarılı bir şekilde kullanmasına karşın Suudi Arabistan, Sünni devletleri
dahi bir araya getirme konusunda İran’ın Şii etki
alanı yaratma konusunda olduğu kadar başarılı
değildir. Bunun en önemli sebebi, sadece Kuran
ve Peygamber sünnetine dayalı İslam algılayışını
içeren Vahhabi geleneğinin temsilcisi olmasıdır.
Bölgedeki diğer Sünni Müslüman devletleri farklı İslam anlayışlarına sahiptir. Bu ortam da, Suudi
Arabistan’ın bölgede etkili bir politika yürütmek
ve lider olmak için dini kullanamaması sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
400.000 mil kareye çıkarılmış ve 1943’de ABD,
Suudi Arabistan’a doğrudan mali yardıma başlamıştır.6 ABD’nin petrole olan bağımlılığının hızla artmasıyla Ortadoğu’nun tamamında Amerikan petrol yatırımları 1919-1939 döneminde
yüzde 1314 artmıştır.7 Görülmektedir ki Suudi
Arabistan ile ABD arasında karşılıklı paylaşılan
ideolojik değerlerden ziyade karşılıklı algılanan
çıkarlar mevcuttur. İslam’ın Suudi dış politikasında bir miktar rol oynadığı kabul edilse bile bu,
onun Müslüman olmayan devletlerle dini retorik
haricinde ilişkiye girmesini de engellememiştir.
OPEC ve İKÖ üyeliklerini paylaşan Suudi Arabistan ve İran’ın ilişkilerindeki rahatsızlıklar,
resmi haber ajanslarının raporlarına bakıldığında da net bir şekilde gözlenmektedir. Suudi
Arabistan’ın günlük gazetesi Asharq Alawsat,
İran’ın Fars Haber Ajansı karşılıklı ilişkilere rekabetçi bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır.
İran’ın yıllık 70 milyar dolar olan toplam ihracatının yüzde 78’i, Suudi Arabistan’ın ise 175 milyar dolar olan ihracatının yüzde 89’u petrolden
oluşmaktadır.8 İki devletin de gücünün devamı
petrol üretimine bağlıdır. Ancak petrol üretimi
ve dağıtımı açısından iki oyuncu arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Petrol üretiminde
ABD’ye sağladığı ayrıcalığın doğal bir sonucu
olarak Suudi Arabistan’ın satış pazarında ABD
önemli bir yer tutmaktadır. Suudi Arabistan,
ABD’nin üçüncü büyük petrol tedarikçisidir.9
İran ise petrol üretimi konusunda, Musaddık’ın
son verdiği dönemin kötü hatıralarının da etkisiyle kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiştir. Petrolün hem üretimi hem de satışı açısından
kendi politikasını yürütmektedir. Petrol satış pazarını siyasi tercihleriyle oluşturan İran, pazarını
Asya ve Avrupa ülkeleriyle sınırlandırmaktadır.
ABD’nin İran’a karşı tepkisinin önemli bir ayağının İran’ın petrol pazarını kendi tercihleriyle
sınırlandırması olduğu ileri sürülebilecektedir.
ABD bakış açısısında, Suudi Arabistan’ın bugün
1950 ve 1960’larda Arap milliyetçiliğinin yoğun
olduğu döneme göre, 1979 İran İslam Devrimi-
İkili İlişkilerde ABD Boyutu
1933’ten itibaren ABD ile petrol anlaşmaları yapmış ve dış politikasının eksenine bu ilişkiyi yerleştirmiş bir Suudi Arabistan göze çarpmaktadır.
Bu tercih dini söylemden çok, güvenlik ve ekonomi ayakları olan ulusal çıkar anlayışlı bir Suudi
dış politikasının ürünüdür. Bu yüzden, belirttiğimiz örneklerdeki gibi iki devletin karşı karşıya
gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Suudi Arabistan, 1933 ve 1936’da Amerikan petrol şirketi ARAMCO’ya petrol ayrıcalığı (imtiyazı) tanımıştır. ABD’nin Ortadoğu politikasına ayak basması bu şekilde olmuştur.5 1939’da
petrol ayrıcalığının kapsamı 80.000 mil kareden
58
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
İnceleme
İran ile Suudi Arabistan’ın, rekabetleri hangi düzeyde olursa olsun,
ABD’nin bölgeye müdahalesini önleyecek asgari müştereki sağlamaları gerekmektedir. İki devletin İslam’ı yorumlama biçimini değiştirmeleri en azından kısa vadede mümkün değildir. Ancak, İslami algılamanın dış politikaya yansımaları değiştirilebilecektir.
nin olduğu döneme göre ve 1991 Körfez Savaşı dönemine göre istikrarlı olduğu ve adı geçen
risklerden başarılı bir şekilde kurtulduğu veya
kurtarıldığı düşüncesi hakimdir.10 Örneğin,
Körfez Savaşında ABD askerleri Suudi Arabistan
topraklarını, askeri olarak hayati önem taşıyan
bir güney cephesi olarak kullanmışlardır. Bunu yaparken de Suudi Arabistan’ı “Sizi Saddam
Hüseyin’e karşı koruyoruz” retoriğini kullanmışlardır. Halbuki, durum bunun ötesinde bölge
petrol kaynaklarının korunmasıydı. Günümüzde
de ülke topraklarında bulunan iki dev askeri üs,
aynı amacı gütmektedir.
Eğer Suudi Arabistan yukarıda sayılan bu sarsıcı
olayları Batı ekseninden sapmaksızın atlattıysa
gidişatı mevcut konjonktürde de devam ettirebilir. Bu teoriye karşı, yakın dönemde ortaya çıkan en büyük tehdit ABD’nin Irak’ı işgal etmesidir. Iraklı Şiilerin siyaset sahnesine çıkmasıyla
sonuçlanan bu süreç, İran’ın Irak siyasetindeki
ağırlığını artırmış ve Şii eksenini güçlendirmesini sağlayarak Suudi Arabistan’ı tedirgin etmeye
başlamıştır.
Bunun yanında, ABD’nin demokratik olmayan
Suudi Arabistan rejimine güvendiğini iddia etmek zordur. ABD-Suudi ittifakı nedeniyle devletin teokratik baskı rejimine ses çıkarmamaktadır.
Bu politika ABD’nin Suudi rejimini ideal düzen
olarak algıladığı anlamına da gelmemektedir.
Nitekim ABD’nin Suudi Arabistan’a yönelik modernleşme çağrıları mevcuttur. Baskı rejimlerinin istikrarını öngörmek ve istikrarını sağlamak
göreli olarak daha zordur. ABD, durumun farkında olmasına rağmen bu konuda baskı yapmamaktadır. ABD’nin bu açıdan Suudi Arabistan’a
tek gerçek baskısı terörizmle ilgilidir. Terör örgütlerinin ülkede palazlanıp diğer ülkelerde faaliyet göstermesi engellenmelidir. Vahhabi inanışının radikalleşmesi sonucu Suudi Arabistan
topraklarında ortaya çıkan El Kaide terör örgütü,
günümüzde hem ABD’yi hem Suudi Arabistan’ı
tehdit eder boyuttadır. Dolayısıyla, El Kaide konusunda tarafların birbirlerinden aynı yönde
beklentileri vardır. El Kaide, cihat ilan etmiş olduğu ABD ile ittifaka girmiş Suudi yönetiminin
yıkılması için çalışmaktadır. Bu tehdit karşısında, Suudi rejimi ABD’ye sarılmıştır. İran ile Suudi Arabistan’ı karşı karşıya getiren süreçlerden
biri budur. Ancak, yaydan çıkan oku geri döndürmek kolay olmamaktadır. Soğuk Savaş döneminde Yeşil kuşak İslam’ın Ortadoğu’da Sovyet
yayılmacılığını önleyeceği düşüncesiyle ABD, bu
oluşumları desteklemiştir. Bu desteğin, ABD’nin
1960-1970 dönemi tehdit algılamasında yer alan
Nasır liderliğindeki Mısır ve Arap dünyasına karşı bir blok oluşturabileceği düşünülmüştür.11 Bu
politikanın nasıl ters teptiği, 11 Eylül olayları ve
sonrasındaki süreçle görülmektedir.
ABD’nin Suudi Arabistan’a bakışında petrol imtiyazının ve petrol ihtiyacını karşılayacak düzenin devam etmesi durumunda önemli bir değişim olmayacaktır. Bunun yanında, İsrail’e karşı
bölgedeki tehdidin azaltılmasında ve İran’la
mücadelede destek olmasını beklemektedir. Bu
noktada, analiz konusu olan iki ülkenin ilişkilerini etkilediğinden, ABD’nin İran’ı tehdit olarak
algılamasının izleri çok yönlü analiz edilmelidir.
İran’ın İsrail’e karşı önemli bir tehdit olması ve
ABD’nin İsrail’i korumak için İran’ı caydırmak
amacında olduğu en genel saptamadır. İran’ın
nükleer programının önlenmesi çalışmaları da
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
59
İnceleme
Suudi Arabistan’ın Suriye’yi Arap dünyasına kazandırma girişimleri mevcuttur. 2008’den itibaren iki devletin temasları artmıştır. Kral
Abdullah’ın hedefi, Suriye’yi İran etkisinden kurtarmaktır. Başarılı olursa, İran’ın Hizbullah’la olan ilişkisi sekteye uğratılabilecektir.
bu kapsamda değerlendirilebilir. Buna rağmen,
resmin bütünü bundan ibaret değildir. ABD’nin
bölgedeki temel hedeflerinden biri petroldür.
Bölgenin petrol üreticilerinin bir bölümü isteyerek (Örn: Suudi Arabistan) bir bölümü ise zorla
(Örn: Irak) ABD’ye ayrıcalık tanımıştır. Dünyanın dördüncü büyük petrol üreticisi olan İran’ın
da bu açıdan ABD’ye hedef olması beklenebilecek bir durumdur. Ancak, İran’ın askeri açıdan
–Irak’la karşılaştırıldığında– korunaklı ve güçlü olduğu ABD tarafından da bilinmektedir. Bu
yüzden, ABD’nin İran’a karşı bir askeri harekata
girişmesi –özellikle Demokrat bir Başkan döneminde– olası gözükmemektedir.
Irak’ın ABD tarafından işgali, İran’ın ekmeğine
yağ sürmüştür. Saddam öncesi, toplumun çoğunluğunu oluşturan fakat siyasal hayatın dışında
olan Şiiler, ülke yönetiminde söz sahibi olmaya
başlamıştır. Bu durum İran’a, komşusu üzerinde
bir etki alanı yaratma imkanı vermiştir. ABD’nin,
Irak’ta saplandığı bataklığın önemli bir bölümünü İran’ın ülkede oluşturduğu Şii etkileşimi oluşturmaktadır. Diğer taraftan, ABD’nin Irak’lı Şiilerle siyasi işbirliğine giderek İran sorununu iki
devletin etkileşimi ile yumuşatma isteğinde olduğu da iddia edilebilir. Bu iddianın önümüzdeki
dönemde daha belirgin olması durumunda Suudi Arabistan’ın Şii hilalinden algılayacağı tehdit
artacaktır. Bu durumda, Kral Abdullah ABD’ye
şüpheyle bakmaya başlayacaktır.
Suudi Arabistan’ın askeri gücü, İran’la karşılaştırıldığında zayıftır. Bu sebeple, Suudi Arabistan,
1951’den bu yana ABD’den silah satın almaktadır. 1951-2005 döneminde Amerika’dan satın
alınan silahların toplam değeri yaklaşık 62 mil-
60
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
yar dolardır.12 ABD, önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan’la 60 milyar dolarlık bir silah satış anlaşması yapılacağını da duyurmuştur. Bu
anlaşma, Suudi Arabistan’ın nükleer enerjiye
geçişi için ABD teknik yardımını da içerecektir.
İran-ABD ilişkilerinin gerginleştiği bir dönemde
yapılacak bu anlaşma İran’ı nükleer silahlanmadan caydırmaya yönelik bir hareket olarak değerlendirilmelidir. Bunun yanında, Arabistan’ın
kendi etki alanından çıkmasına karşı alınacak
bir önlemdir. Ancak, Suudi Arabistan’ın İran’dan
algıladığı tehdite yönelik daha acil tedbirlere ihtiyaç duyduğu anlaşılmaktadır. ABD’nin resmi
diplomatik yazışmalarını açıklayan Wikileaks’e
göre Suudi Arabistan yönetimi çeşitli defalar
ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunması
yönünde telkinlerde bulunmuştur. Kral Abdullah
Nisan 2008’de ABD’li General David Petraeus’a
“yılanın başının kesilmesi gerekliliğinden” bahsetmiştir.13 Suudi Arabistan, konuyla ilgili olarak belgelerin doğruluğu hakkında kesin bir
bilgi olmadığını ve dolayısıyla yorum yapmanın
doğru olmayacağını ifade etmiştir. Oysa, belirtilen diyalog yaşanmasaydı, Suudi Arabistan bu
belgenin gerçeği yansıtmadığını kolaylıkla beyan
edebilirdi.
ABD-Suudi ittifakı genel çerçevede devam etse
de, kısa vadede bu çerçeveyi bozmayacak ancak,
ABD’yi endişelendirecek sapmalar da mevcuttur.
Suudilerin Çin, Hindistan ve diğer Asya devletlerinde pazar yaratma arayışında olduğu belirtilmektedir.14 Rusya’dan ise tank ve helikopter
alımı söz konusudur. İngiltere’den ise 40 milyar
dolar değerinde savaş uçağı alımının öngörülmesinin ABD’nin bilgisi dahilinde olduğu değerlendirilmektedir. ABD’nin Suudi Arabistan’a olan
İnceleme
yaklaşımı petrol imtiyazının tehlikeye girmesi
veya alternatif kanallara girişilmesi durumlarında değişecektir. Bu senaryoda, Suudi Arabistan
günümüzde İran’ın uğradığı baskılarla karşılaşabilecektir. Petrol imtiyazı ve Suudi petrol gelirlerinin ABD sermaye piyasalarında değerlendirilmesi nedeniyle, terörizme ilham kaynağı oluşuna ses çıkaran ancak İran’a gösterdiği tepkiyi
ona göstermeyen ABD, aksi bir durumda Suudi
Arabistan’ı tehdit eder konuma gelecektir.
Suriye’nin İlişkilerdeki Yeri
Ortadoğu politikasının mevcut dinamiklerinde
Suriye, İran’la yakın bir işbirliği halindedir. Etnik
ve dini farklılıklarına rağmen gelişen bu ilişkinin
unsurları bölgede ABD’nin varlığına karşı koyma, İsrail karşıtlığı, Filistin ve Lübnan konusunda benzer duruş ve Sünni Araplarla sorunlu ilişkiler olarak özetlenebilecektir.15 İran’ın Lübnan
ve dolayısıyla Hizbullah’la iletişimini sağlaması
Suriye üzerinden gerçekleşmektedir.16 Suriye,
İran’la stratejik boyutta yakın ilişkilere sahip olmasından dolayı, Arap Birliği üyelerinden tepki
toplamaktadır. Bunun yanında, iki ülkenin ittifakı, ABD’nin de Suriye’ye tepki duymasına yol açmaktadır. Lübnan iç savaşında Suriye’nin 30.000
askerini ülkeye sokması ve durumun karışmasına sebep olması diğer bir tepki nedenidir.
ABD ve Suudi Arabistan, Suriye’nin ve İran’ın
desteklediği Lübnan’da yerleşik Hizbullah’la ortaklaşa mücadele etmektedir. Bunun yanında,
Suudiler Lübnan’da kendi belirli çıkarlarının
da takipçisidir. Hizbullah’a karşı savaşmak isteyen Selefi silahlı gruplara fon aktarmaktadırlar.17 Bu gruplar, hem Lübnan ordusuyla hem
Hizbullah’la karşı karşıya gelmekte ve ABD’nin
Suudi Arabistan’a tepki duymasına yol açmaktadır.
Suudi Arabistan ve Suriye’nin çatışan çıkarları
en çok Lübnan konusunda kendini göstermektedir. Suudiler ülkedeki Sünni grupları desteklerken, Suriye –İran’a paralel olarak– Şiileri desteklemektedir.
Diğer taraftan, Suudi Arabistan’ın Suriye’yi Arap
dünyasına kazandırma girişimleri de mevcuttur.
2008’den itibaren, Arap Birliği üyesi iki devletin temasları artmıştır. Kral Abdullah’ın hedefi,
Suriye’yi bütünüyle içerisinde bulunduğu İran
etkisinden kurtarmaktır. Başarılı olursa, İran’ın
Hizbullah’la olan ilişkisi sekteye uğratılabilecektir. İki ülke arasında, Refik Hariri suikastını
araştıran BM bünyesindeki mahkemenin desteklenmesine yönelik bir anlaşma imzalanmak
üzereyken Suriye geri adım atmıştır.18 Söz konusu kararın ardında İran’ın olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin, suikastın İran’ın desteğiyle
Hizbullah tarafından gerçekleştirildiği yönünde
bir karar alması ihtimali ağırlık kazanmaktadır.
Bu yöndeki bir karar İran ve Suriye’yi zor durumda bırakacağından Suudi Arabistan-Suriye
muhtemel anlaşması engellenmiştir. Silahlı gücü
Lübnan’ın kendi ordusundan daha güçlü olan
Hizbullah’ın hükümetten çekilmesinin de Başbakan Saad Hariri’nin suikastı araştıran mahkeme ile işbirliğini kesmemesinden kaynaklandığı
değerlendirilmektedir. Lübnan’da önümüzdeki
dönemde oluşabilecek siyasi çalkantı ve hatta
şiddet ortamına geri dönülmesi, Suudi Arabistan
ile Suriye ve İran’ı tekrar karşı karşıya getirebilecektir.
Sonuç
İran-Suudi Arabistan-ABD üçgeninde, İran’ın
tam olarak kuzey kutbunda ve ABD’nin güney
kutbunda yer aldığı varsayılabilecektir. Bu durumda, Suudi Arabistan’ın güney kutbunda yer
aldığı iddia edilemeyecektir. Güney kutbuna
yakın olmakla birlikte merkeze uzaklığı İran’ın
uzaklığından daha azdır. Ortadoğu politikasının temel verisi olan İran-ABD gerginliğinde,
Suudi Arabistan’ın ABD’ye daha yakın olmasına rağmen düşük yoğunluklu bir sıkışma yaşadığı görülecektir. ABD’yi pragmatik dış politika
algılayışının merkezine koyan Suudi Arabistan,
bölgeye de yabancılaşmamak için elinden geleni
yapmaktadır. İran dahil diğer bölge devletleriyle
ilişkilerini sürdürmek isteğindedir. İran’la ilişkileri dondurup sadece ABD ile ittifak içerisinde
olmanın tehlikesinin farkındadır. Bu yüzden,
bölgedeki Şiilerle diyalog yollarını da kapatmamaktadır. Diğer taraftan Suudi Arabistan’ın,
Mısır –Enver Sedat’ın Camp David’i imzalamasıyla– liderliği kaybettiğinden beri Arap dünya-
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
61
İnceleme
sında bir ağırlığı söz konusudur. Her ne kadar,
Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki konumu liderlikten ziyade, “ağırlık merkezi” sıfatına daha yakın olsa da S.Arabistan’ın, Mısır’ın düştüğü duruma düşmek istemediği değerlendirilmektedir.
Bu yüzden her ne kadar ABD ile tarihi stratejik
bağlara sahipse de alternatifli politikalar izleme
gayreti de göstermektedir. Ayrıca, İran ve Suriye
ile iletişimi artırma gayretleri bulunmaktadır.
İki devletin etnik farklılığının yanında İslam’ı
farklı yorumlamaları, rekabetin ve çelişen çıkarların ana sebebidir. Üstelik bu gerçeklik, ABD gibi büyük ülkeler tarafından kendi lehlerine kullanılabilmektedir. İki petrol devinin verdiği bu
fırsatlar, kendilerinin ve bölge devletlerinin aleyhine olmaktadır. Hem Suudi Arabistan’ın hem
İran’ın zarar görebileceği, hatta bu iki devletin
karşı karşıya gelebileceği değerlendirilmektedir.
Bir İsrail-İran çatışması yaşanması durumunda
bu sorun daha da ciddi olarak ortaya çıkabilecektir. Her iki devletin de bu farklılığın diğer (büyük)
güçlerce kullanılmasını önleme sorumluluğu bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, dini farklılığı bölgesel avantaja dönüştürmek isteyen bir ABD, iki
devleti birbirine düşürebilecektir. Bu durumda,
Ortadoğu’nun tamamı kaybedecektir.
İran ile Suudi Arabistan’ın, rekabetleri hangi
düzeyde olursa olsun, ABD’nin bölgeye müdahalesini önleyecek asgari müştereği sağlamaları
gerekmektedir. İki devletin İslam’ı yorumlama
biçimini değiştirmeleri en azından kısa vadede
mümkün değildir. Ancak, İslami algılamanın dış
politikaya yansımaları değiştirilebilecektir. Zaten, Kral Abdullah ABD ile ilişkilerini dini boyutu bir kenara bırakarak ekonomi ve güvenlik
merkezinde yürütmektedir. İran ile ilişkilerini de
dini temelli rekabeti gözetmeksizin yürütebilecektir. Bu senaryoda, Arabistan’ın İran ile ABD’yi
dengelemekte zorlanacağı açıktır. Ancak, asıl sorun İran tarafındadır. ABD ve İsrail ile çatışmayı
dış politikasının ana eksenine koymuş bir İran’ı
ılımlı hale getirmek kolay olmayacaktır.
O
DİPNOTLAR
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
62
Saeed M.Badeeb, Saudi-Iranian Relations 1932-1982, (Londra: 1993), Centre for Arab and Iranian Studies, s. 86.
Saeed M.Badeeb, age, s. 85.
Mehmet Şahin, İran Dış Politikasının Dini Retoriği, Akademik Ortadoğu, Cilt 2, Sayı 2, 2008, s.12.
Saeed M.Badeeb, age, s. 91.
Abdulkadir Gerçeksever, Kayıp Kimlik Basra Körfezi, (İstanbul: 2005), IQ Yayıncılık, s.304.
Şükrü Sina Gürel, Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, (A.Ü.S.B.F, 1979), s.62.
Gürel, age, 72.
http://www.opec.org/opec_web/en/about_us/169.htm , (Son Erişim: 09/01/2011).
Crude Oil and Total Petroleum Imports Top 15 Countries, ABD Enerji Enformasyon İdaresi, http://www.eia.doe.
gov/pub/oil_gas/petroleum/data_publications/company_level_imports/current/import.html , (Son Erişim:
09/01/2011).
Mark Katz, Assessing Saudi Susceptibility to Revolution, içinde “Iran, Iraq and Gulf States” (Editör: Joseph Kechichian), (New York: 2001) s.95.
Nazmi Çelenk, Amerika’nın İslamı, (İstanbul: 2006), İlgi Yayınları, s.90.
Sean L. Yom, Washington’s New Arms Bazaar, Middle East Report, No. 246, s. 26.
“Saudi Arabia urges US attack on Iran to stop nuclear programme”, Guardian (28/11/2010), http://www.guardian.co.uk/world/2010/nov/28/us-embassy-cables-saudis-iran , (Son erişim: 09/01/2011).
David Ottoway, The King and Us, Foreign Affairs, Mayıs-Haziran 2009, s.127.
Arif Keskin, İran-Suriye İlişkileri Nereye?, Stratejik Analiz, Mart 2009, s.9.
Ibid.
Ottoway, age, s.128.
“Syria-Saudi fail on Hariri deal”, Al Jazeera, 12 Ocak 2011, http://english.aljazeera.net/news/middleeast/2011/01/201111204453669848.html , (Son erişim: 13/01/2011).
OrtadoguAnaliz
Şubat 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 26
Download