YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Acil Sağlık Hizmetleri ile Türkiye ”Uçuyor” “Acil Hizmetler” sağlık alanının olmazsa olmazlarından, en önemli ve en temel hizmetlerinden biri. Bilindiği gibi, ülkemizde bu hizmetler Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. Afet veya olağan dışı durumlarda önce ulusal ve daha sonra uluslararası düzeyde en etkin sağlık hizmetini sunmayı görev edinen “Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü” başarılı ekipleri ve tam donanımlı ekipmanlarıyla önemli başarılara imza atıyor. 112 Acil Sağlık Hizmetleri kara ambulansları, deniz ambulansları, ambulans helikopterler ve ambulans uçaklarla hizmet kalitesini arttırarak toplumun her kesimine ulaşıyor. Biz de Eylül sayımızda kapak dosyamızı “Acil Sağlık Hizmetlerine” ayırdık. Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Osman Arıkan Nacar’ın ülkemizde acil hizmetlerde gelinen noktayı ve yürütülen çalışmaları anlattığı yazısını dosyamızda bulabileceksiniz. Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından son yıllarda yapılan hizmetleri, müdahale edilen afet ve acil durumların ayrıntılarını aktaran yazılar da “Acil Sağlık Hizmetleri” dosyamızda yer alan diğer çalışmalardan… Eylül sayımızın bir diğer dosya konusu da Sağlık Bakanlığının da üzerinde durduğu ve kampanyalar yürüttüğü “ağız ve diş sağlığı” oldu. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından hazırlanan “Çocuklarda Diş Sağlığı” başlıklı bilgilendirme yazısı ve “ağız ve diş sağlığı” hakkında bilinmesi gerekenleri anlatan çalışmalarla hazırladığımız dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Bu sayımızın “sağlığımız için” bölümünde yine sağlığımızla ilgili bilgilendirici çalışmaları sizlere sunmaya devam ediyoruz. Son günlerde hem ülkemizde hem de yurtdışında ünlüler tarafından dikkat çekilen ALS hastalığı, cilt kanseri ve sonbaharda karşılaşılan kronik hastalıklarla ilgili yazılar Eylül sayımızın dikkat çeken yazılarından. Gündemdeki sağlık haberleri, sağlık sektöründen öne çıkan başlıklar, kampus, gezi ve film çalışmalarımızla Eylül sayımızı sizlere sunduk. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 3 Sayı: 33 • EYLÜL 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Eylül 2014, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 04 Uyuşturucuyla Topyekûn Savaşılacak 06 36 Çocuklarda Diş Sağlığı 62 Cilt Kanseri Ülkemizde Acil Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Son Nokta 56 Sağlık Turizmi 5 Kat Fazla Kazandırıyor 72 Cumhuriyet Üniversitesi 76 Doğu ve Batı Medeniyetlerini Buluşturan Şehir: ADIYAMAN haber UYUŞTURUCUYLA TOPYEKÛN SAVAŞILACAK* 7 bakanlığın ortak çalışması ile hazırlanan uyuşturucu eylem planına göre okul çevrelerine erken uyarı sistemlerinin konacağını, ihbar hattı kurulacağını ve ödül sistemi uygulanacağını belirten Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, “Buradaki hadise toplumu da bu mücadelenin içine dahil etmektir. ” dedi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 7 bakanlığın ortak çalışması ile hazırlanan ve pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na sunulacak olan taslak “bonzai” eylem planının ayrıntılarını anlattı. Ekim’de uyuşturucu ile ilgili cezaların yeniden düzenleneceğini kaydeden Müezzinoğlu, özellikle gençlerin bonzai batağına sürüklenmemesi için koruyucu ve önleyici tedbirleri alınacağını söyledi. Eylem planına göre, okulların etrafında erken uyarı sistemleri kurulacak, okul aile birlikleri ile çalışılacak. Uyuşturucu ve Alkol bağımlılarının tedavi 4 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 gördüğü AMATEM’ler, yeni kurulacak şehir hastanelerinin içinde, “yüksek güvenlikli” yeni bölmelere taşınacak. Uyuşturucu maddenin üretiminde kullanılan ürünler için tek tek yasak kararı alınıp, cezai müeyyide uygulanmayacak. Uyuşturucu özelliği olduğu bilinen ya da tespit edilen tüm ürünler için ceza yaptırımı uygulanacak. Mahallesinde, sokağında uyuşturucu satışı yapan kişilerin ihbar edilmesi için tüm Türkiye genelinde çalışacak bir ALO ihbar hattı oluşturulacak. İhbarı yapan kişinin kimlik bilgileri ise istenmeyecek. İhbarda bulunanlara ödül de verilmesi tasarlanıyor. Milliyet gazetesini ziyaret eden Müezzinoğlu, 7 bakanlığın ortak çalışması ile tamamlanan ve pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na sunulacak “bonzai” eylem planı ile bakanlığın çalışmalarına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Müezzinoğlu’nun açıklamalarından satır başları şöyle: Riski en büyük ülkelerden biriyiz Bakanlığımızın koordinasyonunda, sağlık Komisyonu Başkanımızın başkanlığında, 7 bakanlığın müsteşar yardımcıları bonzai konusunu yaklaşık 2 ay çalıştılar. En son geçtiğimiz hafta taslağa son şeklini verdik. İnşallah pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na sunacağız. Bu konu, süreç isteyen, süreci devamlı takip isteyen bir konu. Türkiye olarak avantajlı olduğumuz bir yön var batıya göre. Aile, çevre duyarlılığı, toplumsal duyarlılık burada daha fazla. O yüzden Avrupa ülkelerine bakıldığında en düşük seviyedeyiz. Ama riski en büyük ülkelerden biriyiz. Genç nüfus fazla, toplum gittikçe bireyselleşiyor, nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Buralarda ister istemez kör noktalar, zayıf halkalar oluşuyor. Okul çevrelerine erken uyarı sistemi İki şeyi çok önemsiyoruz: Koruyucu ve önleyici tedbirler. Hazırladığımız eylem planı, Bakanlar Kurulu’ndan çıktıktan sonra kamuoyuna duyurulacak. Buradaki Hadise toplumu da bu mücadelenin içine koyabilmek. Mesela okul aile birliklerini plana koyduk. Okul çevreleri risk alanı çünkü. Okul çevrelerinde erken uyarı sistemleri kurulacak. Ödül sistemi uygulanacak: Türkiye uyuşturucu kaçakçılığını önlemede Avrupa ülkelerinin toplamından daha ileride. Ama tabana inildiği zaman, bazı insanların mahallede elini kolunu sallayarak bu maddeleri sattığı algısı var. Bunu çözmemiz lazım. Burada ödül sistemi gibi mekanizmalar devreye girecek. Amatem’lere yüksek güvenlikli bölme AMATEM’lerdekilerin tamamı bu işin bağımlısı. Tamamı alıcı. Tedarikçiler ise, ‘iğne deliğinden girer’ denebilecek kadar bu alanda ustalaşmış. Maddeyi AMATEM’e annesi, babası, yakını getiren bağımlılar var. Tedarikçiler arasında orada çalışanlar, oraya girip çıkan hasta yakınları var. Bizzat oraya madde temin etmek için girenler var. Bunlara şehir hastanelerinin içinde yüksek güvenlikli dediğimiz bölgelerin içinde yer vereceğiz. fazla ünite kanı kullanıyoruz ama onun kullanmadığımız plazması var. Oradan üretilen hayati ilaçlar var. Firmalar, 3 yıl bizim o ihtiyacımızı yurt dışından getirecek, 3 yıl sonra üretime başlayacak Türkiye’nin ihtiyacını karşılayacak, sonra da yurt dışına ihraç edecek duruma gelecek. Şu anda onun YPK onayını bekliyoruz. 12 ilde numune almaya başladık (TÜRKÖK Projesi ile ilgili) Eylül başı itibarıyla 12 ildeki laboratuvarlarımızdan numuneler almaya başladık. Ekim ayında kamuoyunda bir duyarlılık kampanyası başlatacağız. Vatandaşların büyük çoğunluğu zaten kan veriyor. O kan verenler, ‘kemik iliği vericisi de olabilirim’ dediği an kanından bir numune alınıyor; bankada şifreleniyor ve stoka alınıyor. Tedavi ederken hasta kimliğine bakmayız Müezzinoğlu, IŞİD liderlerinin Türkiye’de tedavi gördüğü iddiasına, “Biz hastanın kimliğine, mezhebine, ırkına bakmayız. Bu hekimlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Biz tedavisini yaparız, sonrasına ilgili merciler bakar. Biz askerimizi şehit eden PKK’lıyı da tedavi ettik. Sonra emniyet aldı. Burada da aynı durum söz konusu” karşılığını verdi. Alo ihbar hattı Sabit adres istenecek Uyuşturucu ile mücadelede kamuoyunun, ‘alo’ diyeceği bir hat olacak. Kimin alo dediği önemli değil. Biz bunu bilmeyeceğiz. Türkiye genelinde, sadece bu işe mahsus isimsiz ihbar verilebilecek bir hat oluşturulacak. Oğlunu, kızını ihbar etmekten korkanlar var. Artık ihbar edenin kim olduğunu bilmeyeceğiz. Önemli olan doğru bilgiyi vermesi. Bu sistem Hakkâri’de de olacak Ankara’da da İstanbul’da da. Bakan Müezzinoğlu Türkiye’de 3 yıl içinde doğan 30 bin Suriyeli bebekle ilgili olarak da şunları söyledi: “Onlara İçişleri Bakanlığı’ndan numara verildi. Bizim sorunumuz son dönemde biraz başka şehirlere yapılan keyfi gezmeler. Biz şimdi onlardan sabit bir adres veya il isteyeceğiz. Örneğin İstanbul’da her türlü sosyal şeyi alabilirsin ama İstanbul 5 yıl içinde tamamen yerli ilaç Bazı firmalarımızın ciddi Ar-Ge altyapıları var. Ümidimiz 5 yıl içinde 3-5 tane kendimize ait ilacı yakalayabilmek. Her yıl Türk Kızılayı 1 milyondan dışına çıktığın an bu benim bilgim dâhilinde olacak. Aksi takdirde diğer illerde sayfası kapanacak, hizmet alamayacak. Bonzainin 300 türevi var Bonzainin Türkiye girişi diye bir şey yok; Türkiye’de üretimi var. Merdiven altında, formülü alıyor ve yapıyor. Bonzai ismi bir kılıf. Bunun bitkiyle alakası yok. Kimyasal bir formülü var. 300 türevi var dünyada. Biz 134’ünü tespit ettik. Bu 134’ünü Bakanlar Kurulu kararıyla yasakladık. Ama üretenler, yasak olan kimyasalların birini çıkarıyor, bizim yasak kapsamına almadığımız bir başkasını koyuyor. Bir süre sonra biz onu tespit edince, onu da yasaklıyoruz. Şimdi ise uyuşturucu özelliği varsa otomatikman bitecek, cezai müeyyidesi de başlayacak. Bonzai kapsamı içinde bugün piyasada olsa da olmasa da uyuşturucu özelliği içeren her şey kanunen yasak kapsamında ve cezai müeyyidesi var. Haziranda biz aslında cezai müeyyideleri çok artırdık. Ama henüz muhatapları ceza almış değil. Ekimde de ihtiyaç olan düzenlemeleri yapacağız. * 12.09.2014 tarihli Milliyet Gazetesinden alınmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 5 kapakkonusu ÜLKEMİZDE ACİL SAĞLIK HİZMETLERİNDE GELİNEN SON NOKTA Doç.Dr. Osman Arıkan NACAR düşmesi ve çeşitli büyük çapta patla- 112 acil sağlık hizmetleri Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü malar gibi doğal afetlere maruz kal- Bu hizmet; vatandaşlarımızın herhangi bir acil hastalık veya yaralanma halinde, günün 24 saatinde ücretsiz 112 telefon numarasını çevirerek, her ilimizde bulunan komuta kontrol merkezine ulaşması, aciliyetine karar verilen başvuruların, olay yerine en yakın istasyondan tam do- maktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile acil hastalık ve yaralanma hallerinde hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin Ülkemiz başta depremler başta olmak üzere sel, toprak kayması, çığ 6 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması öncelikli hedeflerimizdendir. nanımlı ambulans görevlendirilerek olay mahalline ulaşması ve hasta ya da yaralıya olay yerinde gerekli tıbbi müdahaleyi yaparak ihtiyaç varsa tedavi göreceği hastaneye nakledilmesi şeklinde verilmektedir. Acil sağlık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri ülke geneline tüm kırsal bölgeleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış 2002 yılında 112 istasyon sayısı 481’den 2.150›yeçıkarılmıştır. Yaygın istasyon ağı ve profesyonel ekipleri ile acil çağrılara, kentlerde ilk 10 dakikada, kırsal alanda ise ilk 30 dakikada ulaşma oranları %90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş ülkelerdeki vakaya ulaşma süreleri yakalanmıştır. 112 acil sağlık hizmetlerinde kullanılan ambulans sayısı 2002 yılında 617’den 3.858’e çıkarılmış, 2015 yılında ise 742 ambulans daha hizmete sokularak toplam 4.450 ambulans ile hizmet verilmeye devam edilecektir. Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında hastalara ulaşabilme, müdahale edebilme amacıyla kar üstünde gidebilen ambulanslar temin edilmiştir. Bu gün itibariyle 295 palet takılabilen ambulans ile 20 adet önünde kar bıçağı bulunan kombi paletli ambulans, 64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 86 adet Yoğun Bakım&Obez Ambulans ve 52 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir. Adalardan ve sahil bölgelerimizden hasta naklini sağlamak amacıyla deniz ambulansları temin edilerek İstanbul, Balıkesir Marmara Adası, Çanakkale ve Gökçeada’da vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuştur. Bunlara 2 ambulans bot daha eklenmiştir. Toplamda 6 Deniz Bot ambulanslarımızla hizmete girdiği 2007 yılından şuana kadar 4.026 vaka müdahalesi gerçekleştirilmiştir. Tüm illerimizde 112 komuta kontrol merkezlerinin dijital sistem altyapısı tamamlanmış ayrıca Bakanlık bünyesinde kurulan kriz merkezinde 24 saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile illerde gelen çağrıların dijital haritalar üzerinden yer tespiti, ses kayıtları, ambulans ve helikopterlerin takibi ile hastaneler- deki kritik yatak durumları izlenebilmektedir. hasta/yaralı olmak üzere toplam 331 hasta/yaralı nakledilmiştir. 112 acil sağlık hizmetleri ile 2002 yılında 350.769, 2013 yılında 3.665.407, 2014 yılı 7 aylık süre içerisinde 2.420.142 hastaya tahliye ve sağlık hizmeti sunmuştur. Uçak ve helikopter ambulans ile bugüne kadar 24.057 vakanın müdahale ve naklini gerçekleştirdik. Ambulans helikopterler; Ülkemizde eksikliği hissedilen ve acil sağlık hizmetlerinin dünyada örnek gösterilen bir düzeye ulaştıran hava ambulans hizmetleri ile uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı müdahale ile can kayıpları ve sakatlıkların önlenmesinde büyük aşama kaydedilmiştir. Helikopter ambulanslar ilk olarak 28.10.2008 tarihinde hizmete başlamış ve 15 ilde 17 adet helikopter ambulansla 11.08.2013 tarihine kadar hizmete devam edilmiş bu tarihte sözleşmeleri sona ermiştir. İkinci dönem helikopter ambulanslar 12.08.2013 tarihinde 5 adet olarak göreve başlamış, şu an 16 ilde 17 helikopter ile Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Samsun, Kayseri, Konya, Malatya, Trabzon, Van illerinde hizmete devam etmektedir. Hizmetin başladığı tarihten bu güne kadar 17.905 hasta/yaralı ve 122 organ nakili amaçlı transfer sağlanmıştır. Ambulans Uçaklar; İlk ambulans uçak 16 Nisan 2010 tarihinde hizmete girmiştir. Bugün üç ambulans uçak hizmete devam etmektedir. Uçak ambulanslarımızdan biri aynı anda 4 hasta taşıma kapasitesine sahiptir. Ambulans uçaklar 24 saat esasına göre hizmet vermekte olup, bu güne kadar 6.152 hasta/yaralı ile 433 organ nakili amaçlı transfer sağlanmıştır. Ambulans uçaklar yurt dışında bulunan vatandaşlarımız ile ülkemizde bulunan yabancı ülke vatandaşlarına da hizmet vermektedir. Bu güne kadar yurt dışından ülkemize 311 hasta/yaralı, ülkemizden yurtdışına 20 Afetlerde ASHGM Afetlere hazırlıklı olmanın önemi 1999 Marmara Depreminde daha fazla anlaşılmıştır. Ancak bu kapsamda 2003 yılından itibaren ciddi çalışmalar başlatılmıştır. Özellikle acil sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi hedeflenmiş, ülke genelinde afetlere müdahale edecek gönüllü sağlık personellerinden oluşan medikal kurtarma hizmetleri başlatılmıştır. UMKE’ler kısa sürede dünyada en fazla personele sahip olan medikal kurtarma ekibi olma unvanına kavuşmuştur. UMKE ekiplerimiz; başta deprem olmak üzere doğal afetlerden sonra oluşan enkazın içerisinde sıkışmış veya çıkarılması zaman alacak afetzedelerin medikal tedavilerini olay yerinde yapacak kapasitede bilgi ve malzeme ile donatılmıştır. Böylece; afetzedelere olay yerinde müdahale ederek, bilinçsiz kurtarmaya bağlı oluşabilecek ölüm ve sakatlıkları en aza indirmek hedeflemektedir. Bugün itibariyle yurt içi ve yurt dışında profesyonel anlamda medikal kurtarma ve müdahale hizmetlerinde görev alabilecek eğitim almış 6.391 adet UMKE personeli mevcuttur. Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri için alınan 142 adet UMKE aracı illere dağıtılmıştır. 2015 yılında 10 tane UMKE aracı tahsisi yapılacaktır. Bakanlık Sağlık Afet ve Acil Durum Koordinasyon Merkezi (SAKOM) bünyesinde telli ve telsiz haberleşme sistemlerinin yanında uydu telefonu ve uydu internet yolu ile 81 il ve yurtdışındaki ekiplerle kesintisiz haberleşme sistemleri tesis edilmiştir. Acil Sağlık Hizmetleri, tüm 112 acil sağlık personelinin ve UMKE’nin büyük gayreti ve özverili çalışmaları ile tüm imkânlarını sonuna kadar seferber ederek vatandaşlarımıza daha iyi ve kaliteli hizmet verebilmeyi kendine hedef edinmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 7 kapakkonusu 112 ACİL SAĞLIK VE AMBULANS HİZMETLERİ Acil Sağlık Hizmetleri, toplum sağlığını yakından ilgilendiren önemli bir konudur. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardan günümüze kadar ülkemizde uygulanan sağlık politikaları temel değişim ve gelişim dönemleri geçirmiştir. Özellikle son yıllarda, sağlık alanındaki gelişmelerde en fazla değişime uğrayan 112 Acil Sağlık Hizmetleri olmuştur. Gerek acil çağrıların alınması, gerekse bunlara en kısa zamanda tıbbi danışmanlık yoluyla ya da Ambulans Hizmetleri yoluyla verilen hizmetlerin kalitesi ve hızlı olması açısından ciddi aşamalar kat edilmiştir. 2002 yılında 617 ambulans ile hizmet verilirken bugün bu sayı Temmuz 2014 itibariyle 3.858 ‘e ulaşmıştır. İnsan gücünde de ciddi atılımlar olmuş yetişmiş personel sayısı bugün 28.667 olmuştur. 112; Ülkemiz sınırları içerisinde mobil, sabit ya da ankesörlü telefonlardan ücretsiz olarak aranabilen, insanların karşılaştıkları acil sağlık problemlerine çağrı alıcılar tarafından danışmanlık verilebilen ya da 8 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Acil Yardım Ambulansı yönlendirilmesi şeklinde hizmet verilen telefon numarasıdır. Ayrıca engelli vatandaşlarımız kısa mesaj yoluyla da aynı hizmeti alabilmektedirler. 112 Acil Çağrı Hattı, kişinin hayat kalitesini bozan, hayati tehlike oluşturan rahatsızlıklar ortaya çıktığında, her türlü kazalarda, yaralanmalarda, olası veya meydana gelmiş tüm afet durumlarında aranmalıdır. Ve tamamen ücretsiz hizmet vermektedir. 112 telefon numarası arandığı zaman, isim-soyisim, karşılaşılan sağlık sorununun tam olarak ne olduğu ve adres bilgilerinin açık, net ve anlaşılır bir biçimde belirtilmesi zaman kaybının yaşanmaması için son derece büyük önem arz etmektedir. Gerçekten sağlık yardımına, ambulans hizmetine ihtiyacı olan hastaya ulaşılamamakta ya da geç kalınabilmektedir. 2013 yılında 112 Acil Çağrı Hattı Ülkemizde toplam aranma sayısı 115.456.427’dir. Bu sayının sadece 3.665.407 acil vaka olarak işlem görmüştür. Diğer çağrılar ise asılsız ihbar olarak değerlendirilmiştir. 112 telefon numarasının gereksiz meşgul edilmesi zaman ve işgücü kaybına yol açmaktadır. Herkesin bir gün 112 Acil Telefon Numarasını aramaya ihtiyacı olabileceği gerçeği unutulmamalıdır. Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, Ambulansa ait siren sesi duyulduğunda ya da ambulansın tepe lambası yanarken görüldüğünde mutlaka yol verilmeli, gereken kolaylık sağlanmalıdır. Çünkü içerisindeki Acil Hastanın zamanla yarıştığı ya da ambulansın acil yardıma ihtiyacı olan bir hastaya yetiştiği unutulmamalıdır. 112 Acil Sağlık Hizmetleri sadece Kara Ambulansları ile değil Deniz Ambulansları, Uçak ve Helikopter Ambulanslar ile de hizmet vermektedir. Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bünyesinde 17 adet Helikopter Ambulans, 3 adet Uçak Ambulans ve 6 adet deniz bot ambulans bulunmaktadır. kapakkonusu ULUSAL MEDİKAL KURTARMA EKİPLERİ UMKE Medikal kurtarma ekipleri tarafından enkaz altındaki yaralıya zamanında tıbbi müdahale hayati önem taşımaktadır. Bu süre zarfında afetzedeye tıbbi müdahale edilememesi, enkazdan çıkarılma ve sevk aracına taşınma sırasında uygun teknikler kullanılmaması; organ kaybı, organ yetersizliği gibi hayatı tehdit eden kalıcı sorunlara hatta ölümlere neden olmaktadır. Yurt içi ile yurt dışında başta deprem olmak üzere olası afetlerde iyi eğitilmiş ve ihtiyaca uygun donatılmış ekipler aracılığıyla en kısa sürede enkaza yönelik medikal kurtarma hizmetlerinin sunulması, hızlı ve güvenli şekilde hasta/yaralı naklinin sağlanması, nakil sonrasında acil tedavi ünitelerinin ve hizmetinin temini ile tüm bu işler için gerekli profesyonel yönetim organizasyonunun oluşturulması amacıyla, Sağlık Bakanlığı makamının 30.12.2003 tarih ve 5442 sayılı olurlarıyla Afetlerde Sağlık Organizasyonu Projesi uygulamaya konulmuştur. Bu kapsamda söz konusu çalışmaların kurumsal bir nitelik kazanması amacıyla, Makamın 19.03.2004 tarih ve 6373 sayılı olurlarıyla Sağlık Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı bünyesinde Afetlerde Sağlık Hizmetleri Daire Başkanlığı kurularak çalışma- 10 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 larına başlamıştır. İl Sağlık Müdürlük- İzmir, Samsun, Sakarya, Van olmak leri bünyesinde ise doğrudan Sağlık üzere 11 Bölge ilinde UMKE EkipleMüdürlerine bağlı olarak görev yap- rini kurmuştur. Ayrıca Kuzey Kıbrıs mak üzere Afetlerde Sağlık Hizmetle- Türk Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığının talebi üzerine burada da Ulusal ri Birimi kurulmuştur. Afetlerde Sağlık Organizasyonu Projesi ilk aetapta Sivil Sa2004 İran-B am Depre vunma Arama Kurmi 2004 Endo tarma Birliklerinin nezya Tsun ami Felake bulunduğu Ada- 2005 ti Pakistan M uzafferaba na, Afyon, Ankara, d Depremi 2007 Afga Bursa, Diyarbakır, nistan Sel Felaketi Erzurum, İstanbul, 2007 Suda n Nyala Sa hra Hastan esi 2008-2013 Irak Hasta /Yaralı Nak illeri 2009 Kaza kistan NAT O EADRCC Tatbikatı 2010 Endo nezya Dep remi 2010 Haiti Depremi 2010 Mavi Marmara T ahliyesi 2010 Pakis tan Sel Fela keti 2011 Tunu s KBRN Tatb ikatı 2011 Japo nya Tsuna mi ve Nükle er Sızıntısı 2011 Libya Sahra Hast anesi Kuru lumu 2011-2012 Hasta/Yara lı Tahliyesi 2012 Soma li Havadan Hasta/Yara lı Nakli 2013 Soma li Büyükelç ilik Saldırıs ı 2011-2014 Somali Sa hra Hastan esi 2011-… Su riyelilere S unulan Sa ğlık Hizme 10.08.2014 tleri Filistin-Ga zze Yaralı T riyaj ve Sa 10-30.08.2 ğlık Sistem 014 Filistin ini İncelem Hasta/Yara e lı Nakilleri UMKE YURTD IŞI GÖREV VE TATBİKATLAR Medikal Kurtarma Eğitimi verilmiş ve ekiplerin kurulmasına yardımcı olunmuştur. Profesyonel sağlık ekiplerinden oluşan ve çalışma esası gönüllülükle temellendirilen başta deprem olmak üzere yaşanabilecek olası afetlerde iyi eğitilmiş ve ihtiyaca uygun olarak donatılmış olan Ulusal Medikal Kurtarma Ekibinin amacı; afete maruz kalan kişiye ilk ulaşıldığı andan itibaren temel ve ileri yaşam desteği vererek yaralının hayatta kalması ve hayatını sağlıklı olarak idame ettirmesi için gerekli profesyonel sağlık hizmetinin sunulmasıdır. Sunulan bu hizmetle gecikmiş kurtaramaya bağlı ölümlerin, kurtulma ölümlerinin ve sakatlıkların kabullenilir sınırlara çekilmesi amaçlanmaktadır. Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi resmi veya özel kurumlarda hizmet veren sağlık personeline bir haftalık Temel Eğitim Modülü verilerek oluşturulur. Bu eğitim modülünde enkaza yönelik sağlık girişimleri, enkaz tanımı, zor koşullarda yaşama, ekip oluşturma gibi konularda temel bilgiler verilir, uygulamalar yapılır. UMKE personeline Afetlere Genel Bakış, Afet Epidemiyolojisi, Medikal Ekibin Görev Tanım ve Hukuki Boyutları, KBRN, Triaj, Crush Sendromu, Afet Psikolojisi,Stratejik Ekip ve Çatışma Yönetimi, Stres Yönetimi, Temel ve İleri Yaşam Desteği, Medikal Çanta Eğitimi, Alternatif Ateller, Yaralı Sabitlenmesi ve Tespiti, Paketlenmesi, Sedyeleme ve Taşıma, Çadır ve Kamp Alanı Kurma, Enkaz Çalışması konularında Temel Eğitim, Psikolojik Destek ve Şoklara Müdahale, KBRN-E, Enkaz ve Çevre Güvenliği,Temel Kampçılık, Dağcılık, Fizik Kondisyon, Uluslar arası İşaretler ve Sinyalizasyon, Afet Yönetimi ve Kriz Yönetimi,Etik ve Kültürel Özellikler, İletişim ve Haberleşme, Kazalar Temel Yaklaşım, Tedarik konularında ise Geliştirme Eğitimleri verilmektedir. Temel, Teorik ve İstasyon Eğitimlerinin yanı sıra Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri uygulama bölgesinde enkazda medikal kurtarmaya yönelik tatbikatlarda yapmaktadır. İletişim, Dağcılık, KBRN, konularında da UMKE personeline eğitim verilmektedir. Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi olası afetlerde Sivil Savunma Arama Kurtarma Ekibi, Jandarma Arama Kurtarma Ekibi, Sivil Toplum Kuruluşlarının Arama Kurtarma Ekipleri vb. Ulusal ve Uluslararası arama kurtarma ekipleri ile birlikte çalışır. Her medikal timde bir hekim ve dört sağlık personeligörev alır. Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi medikal, kişisel ve lojistik ekipmandan oluşmaktadır. Her ekip afet bölgesinde, UMKE aracı, medikal çanta ve içerisinde tıbbi malzeme ve sedye ile görev yapar. Afet bölgesinde kişisel korunmasını sağlayacak kıyafet, baret, gözlük, maske ve eldiven gibi Temel eğitimi alan ekipler Bakanlıkça uygun görülen ileri eğitimler ve tatbikatlar düzenleyerek olası afetlerde istenilen seviyede sağlık hizmeti vermek amacı ile çalışmalarına devam etmektedir. 81 ilimizde şu anda özel eğitimli 6.391 UMKE personeli, gönüllü olarak afetlerde hizmet vermektedir. ÖREVLER G TİÇİ ALDIĞI R U Y N İ ’N E K UM donanımı mevcuttur. UMKE yanında bulundurduğu jeneratör, çadır, uyku tulumu, mat, yiyecek, su gibi lojistik malzeme ile 7 gün ek yardım almadan hizmet verebilir. zası ce Tanker Ka Diyarbakır Li ne Katılım Faciası a Faaliyetleri Soma Maden rm a a is rt n u a K a M m Bebek’in ara 13.05.2014 ahale ybolan Pamir ka a d l› u Medikal Müd b sı n a ta m İs a tl a P 4 04.04.201 Barut Deposu Mühimmat ve le ka ık ır K 20.08.2013 ersin/Adana iz Oyunları M en kd A . II V 13 X 20-30.06.20 l Felaketi ir Edremit Se es lık a B atlama 10.03.2013 kelçiliğinde P yü ü B D B A Ankara 01.02.2013 vlendirme stanesi Göre a H ra h endirme Sa s Kili anesi Görevl st a H ra h 2012-2013 Sa izip Akçakale Antalya Gaziantep N sı ve Tatbikatı n ra 3 1 fe 0 n o -2 K 2 i 1 im 20 OPEFOR Giriş luslararası H U 2 1 0 .2 1 .1 rılması 28-30 tçünün Kurta şü ra a P a d ’ ya da Patlama Kon mat Deposun im 22.09.2012 h ü M i er sk rahisar A Afyonka al Müdahale 05.09.2012 erasyonu laketi Medik Fe l Se n su m Kurtarma Op Sa yı cı ğ a D 2 1 lı 0 a 04.07.2 ağı 12 Ukrayn Demirkazık D e d iğ N hale 14.05.2012 edikal Müda ş Depremi M ci Er n a V le 09.11.2011 ikal Müdaha Depremi Med n a V 1 1 Saldırısı 23.10.20 r Sokak Terör la ru m u K ra Anka a Faaliyetleri 20.09.2011 remi Kurtarm ep D ahale v a m Si Medikal Müd ütahya K a n sı a 1 m 1 a 0 tl a .2 P 20.05 ayi Sitesinde üdahale ra Ostim San ka n A a Medikal M 1 ın g n Ya e d n 03.02.201 Sanayi Sitesi Ankara İvedik 1 1 0 .2 2 03.0 üdahale mi Medikal M re ep D üdahale ğ zı a El sı Medikal M a m a tl a P 08.03.2010 zu ri üdahale Dursunbey G ası Medikal M Balıkesir m 0 a 1 tl 0 a P .2 2 zu .0 ri 3 G 2 fakemalpaşa al Müdahale Bursa Musta 9 0 0 Kazası Medik .2 r 2 te aliyeti p o 10.1 ik el H a Kurtarma Fa zıcıoğlu m Ya ra n A si sı h u za M a . K ter Sn lans Helikop 25.03.2009 Düşen Ambu a ’t ık sç rı ıb K Bolu hale 31.01.2009 edikal Müda Tren Kazası M ya h ta ü K Müdahale 27.01.2008 zası Medikal a K k ça U a rt Ispa Müdahale Atlas Jet ma Medikal a tl a P ı ıs rş 30.11.2007 Ça Anafartalar le Ankara Ulus 7 ikal Müdaha 0 0 .2 5 22.0 en Kazası Med Tr va ko u m a P 11 Sakarya üdahale 22.07.2004 nı Medikal M a m rt a p A t rü m Zü ya Kon 02.02.2004 21.07.2014 kapakkonusu AMBULANS HELİKOPTER HİZMETİ Ambulans helikopter hizmeti 28 Ekim 2008 tarihinde iki helikopter ile başlamıştır. Mart 2009 tarihine kadar ambulans helikopter sayısı yedi helikoptere tamamlanmış olup, Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Diyarbakır, Kayseri ve Erzurum’da birer adet olmak üzere konuşlanarak hizmet vermeye başlamıştır. 03 Eylül 2009 tarihinde on adet ambulans helikopteri daha hizmete girerek toplam ambulans helikopter sayısı on yediye ulaşmıştır. Ülkenin coğrafi yapısı ve ulaşım şartları,nüfus yoğunluğu, hakim meteorolojik şartlar ve stratejik bölgeler göz önüne alınarak ambulans helikopterler için konuşlanma yerleri tespit edilmiştir. Şu anda, Ankara’da iki adet,diğer illerde ise birer adet (İstanbul, Malatya, Çanakkale, Bursa, İzmir, Antalya, Afyon, Adana, Kayseri, Konya, Diyarbakır, Van, Erzurum, Trabzon ve Samsun) olmak üzere; 16 ilde, on yedi adet ambulans helikopter ile sistem işler hale getirilerek halkın hizmetine sunulmuştur. Ambulans helikopterler gündoğumu - günbatımı arasında hizmet vermekte olup, konuşlandıkları iller merkez olmak üzere yakıt ikmali yapmadan 400 km. mesafeye kadar hasta/yaralı naklini gerçekleştirebilmekte ve iki saat otuz dakika havada kalabilmektedir. Gerektiğinde yakıt ikmali yapılmak suretiyle bu süre ve mesafe arttırılabilmektedir. Ayrıca olağanüstü şartlarda hizmetin aksamaması 12 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 için arıza durumlarında kullanılmak amacıyla iki helikopter de yedekte tutulmaktadır. 2009 ve 2010 yılı içerisinde hava ambulans helikopterlerinin konuşlandığı iller öncelikli olmak üzere başta eğitim araştırma hastaneleri ve belirlenen diğer merkezi hastanelere, standartlara uygun yirmi adet heliport inşa edilmiştir. 2014 yılı itibariyle de tüm il ve ilçelerde belirlenmiş alanlarda heliport-heliped ve acil iniş alanı yapım çalışmaları devam etmektedir. Helikopter için Ankara’da merkez üssü olarak belirlenen Etimesgut Türkkuşu Kampüsü içerisindeki Ankara İHAM (İl Hava Ambulans Merkezi) aynı anda birçok helikopterin iniş ve kalkışına izin verebilecek genişliktedir. Hava ambulans helikopterlerde görevli olan bir doktor, bir yardımcı sağlık personeli, görevin yerine getirilebilmesi için Sivil Havacılık mevzuatına uygun bir sorumlu pilot ve bir ikinci pilot olmak üzere dört görevli bulunmaktadır. Bakanlıkça belirlenmiş illerde konuşlanan hava ambulans helikopterlerinin kendi bölgesi içinde sevk ve idaresi, konuşlandığı ilin 112 Komuta Kontrol Merkezi tarafından yapılmaktadır. Ambulans helikopterlerin bölge dışı sevk ve idaresi ise Bakanlık Hava Operasyon Merkezi tarafından yapılmaktadır. Ambulans helikopterlerin donanımında hasta ve yaralıyı en yakın sağlık kuruluşuna ulaştırırken ihtiyaç duyulabilecek her türlü tıbbi cihaz bulunmakta olup havada iken adeta bir yoğun bakım hizmeti verilebilmektedir. Ayrıca yeni doğan vakalarının taşınmasında gerekli olan kuvöz ve yeni doğan ventilatörü gibi malzemeler de helikopterlerde mevcuttur. Bugüne kadar helikopterlerde uçuş esnasında yeniden canlandırma da dahil her türlü tıbbi acil müdahale eksiksiz olarak uygulanmış durumdadır. Ambulans helikopterlerle bugüne kadar kar nedeniyle yolları kapanan köylerden gebe ve bebekler hastanelere nakledilmiş, organ bekleyen vatandaşlar için bulunan organlar en kısa sürede ulaştırılmış, kara yollarına inilerek trafik kazasında ağır yaralanmış vatandaşlarımız en kısa sürede yoğun bakımlara nakledilmiştir. Hava ambulans vaka sayısı: 2008 yılından itibaren 24.057 vakanın müdahale ve nakli gerçekliştirilmiştir. Helikopter ambulans ile 17.905 hasta/yaralı 122 organ nakli amaçlı transfer sağlanmıştır. Uçak ambulans ile 6.152 hasta/yaralı 433 organ nakli amaçlı transfer Yurt dışından ülkemize 311 hasta/ yaralı Ülkemizden yurtdışına 20 hasta/yaralı olmak üzere toplam 331 hasta/ yaralı nakledilmişlerdir. kapakkonusu DÜNYANIN İLK GEMİ HASTANESİ TÜRKİYE’DE YAPILACAK 2015’in ilk çeyreğinde gemi hastane projesi ihaleye çıkılacak ve projenin yapımına İstanbul’da başlanacak. Gemi Hastanesi Projesi için harekete geçildi. 200 yataklı bir gemi hastanesi limanda bulunacak. Gemi hastanesinin özellikle sahil şeridinde bulunan illerde olağanüstü durumlar ve afetlerde kullanılması planlanıyor. Gemi hastanin ipalesi ise 2015 yılının ilk çeyreğinde gerçekleştirilecek. ABD, Çin ve İspanya gibi ülkelerin sahip oldukları gemi hastaneler genellikle yük gemisi ve tankerlerden dönüştürülürken Türkiye’nin üreteceği gemi hastane herhangi bir gemiden dönüştürülmeden dünyada bu amaç için inşa edilen ilk gemi hastane olma özelliği taşıyacak. Proje tamamlandı Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı gemi hastane projesi başlıyor. Geçtiğimiz aylarda ABD’deki gemi hastaneyi inceleyen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve proje üzerinde çalışan Bakanlık ekibi proje hazırlıklarını tamamladı. STAR’ın ulaştığı projenin detayları şöyle: İhale 2015›in İlk Çeyreğinde Dünyada ilk gemi hastane olma özelliği taşıyacak olan ‘Gemi Hastane Projesi’ için Sağlık Bakanlığı 2015 yılının ilk çeyreğinde ihaleye çıkmayı hedefliyor. Gemi hastanenin yapımında kullanılacak ürünler Türkiye içindeki kaynaklardan sağlanacak. Kamu-özel ortaklığı ile Tuzla tersanesinde yapılması planlanan gemi hastane tamamen yerli üretim olacak. Ülkelerin yardımına da koşacak Gemi hastanenin rotasını Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü belirleyecek. Böylece herhangi bir afet, salgın, savaş veya olağanüstü durumlarda Bakanlık gemi hastaneyi o bölgeye gönderebilecek. Ayrıca okyanusa açılabilecek şekilde tasarlanacak olan gemi hastane, afet durumlarında başka ülkelerin de insani amaçlı yardımına gönderilecek. Gemi hastanenin özellikleri Boyu 203, genişliği 26, yüksekliği 29 metre olacak. 10 güvertesi, heliportu ve 15-20 bin metrekare kapalı alanı bulunacak gemi hastane, 20-22 deniz mili hızla gidecek. Gemi hastanenin acil ünitesinde 15’er muayene ve müşahede, 2’şer müdahale ve resüsitasyon yatağı olacak. 17 branşta poliklinik ve her tür ameliyatın yapılabileceği gemi hastanede, ikisi özellikli beyin ve kalp damar cerrahisi olmak üzere 8 ameliyathane bulunacak. Gemi hastanede 2 doğumhane, 20’si erişkin, 6’sı çocuk, 4’ü yeni doğan olmak üzere 30 yoğun bakım yatağı, 6 yataklı diyaliz ünitesi, 2 yataklı yanık ünitesi, tıbbi gaz üretim ve dolum sistemi, 200 hasta yatağı olacak. Personel ve hasta bölümleri yolcu gemisi standardında planlanan gemi hastanede 316 sağlıkçı, 35 de geminin işletiminden sorumlu personel görev yapacak. Görev türüne göre sağlık personeli planlamasında değişiklik yapılabilecek. Sağlık Bakanlığı, gemi hastane projesinin hazırlık aşamasında sona geldi. Medyaya yansıyan projenin detayları ile ilgili şu bilgiler var: • Dünyada ilk gemi hastane olma özelliği taşıyacak • Kamu-özel ortaklığı ile Tuzla Tersanesi’nde inşa edilecek • Yaklaşık 300 milyon TL’ye mal olacak • Gemiyi yapan firma 25 yıl hasta- ne olarak işlettikten sonra devlete teslim edecek • 2015 yılı ilk çeyreğinde ihaleye çıkılması planlanıyor • Gemi yapım süresi 24+3 ay şeklinde planlandı • Gemi hastane 200 yataklı olacak • Gemi hastane normal zamanda kıyı şeridi olan illerde görev yapacak ancak herhangi bir afet veya savaş durumu olması halinde o bölgeye gönderilecek. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 13 kapakkonusu VAN DEPREMİNDE ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ Van’da 23 Ekim 2011’de meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki deprem Hakkari, Ağrı, Iğdır, Erzurum, Kars, Muş, Bitlis, Siirt, Batman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa gibi çevre illerin yanı sıra İran ve Kuzey Irak’ta da hissedildi. Depremde Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak SAKOM aracılığı ile koordinasyon sağlanarak, Erciş’teki mevcut 3 adet 112 acil ambulans hemen yaralılara müdahale etmeye başlamıştır. İlk 30 dakika içinde Erciş Devlet Hastanesi personelinin tamamına yakını hastane bahçesinde hazır olarak, yaralılara müdahale etmeye başlamıştır. Seyir halinde olan Adilcevaz ilçesinde görevli acil yardım ambulansı Erciş’e yönlendirilmiş ve ilk 15 dakikada Erciş’e ulaşmıştır. Ayrıca Tatvan, Muradiye, Patnos, Doğubeyazıt, Iğdır ambulansları ilk 20 dakika ile 1 saat arasında peyderpey olay yerine ulaşmıştır. Van UMKE ekibi ise hemen yola çıkmış ve Erciş’e kısa sürede ulaşmıştır, saat 15.00’da enkazdan 4 çocuğu sağ olarak çıkarmışlardır. 14 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 İlk anda 29 ilden yardım ekipleri yönlendirilmiştir. Bitlis ve Ağrı UMKE ekipleri saat 15.30’da olay yerine ulaşarak hemen yaralı kurtarma çalışmalarına başlamıştır. Daha sonra Erzurum, Muş, Bingöl, Hakkari, Diyarbakır illerinden ambulans ve UMKE ekipleri büyük bir hızla olay yerine ulaşmaya devam etmişlerdir. Böylece, depremden sadece birkaç saat sonra 145 kara ambulansı ve 9 UMKE aracı ile birlikte 500’den fazla sağlık çalışanı bölgede hizmet verir hale gelmiştir. Van’da bulunan 1 ambulans helikopterle birlikte Erzurum ve Diyarbakır ambulans helikopterleri Erciş’e sevk edilmiştir. Böylece 2 saat içerisinde 3 ambulans helikopter ile yaralı nakline başlanmıştır. 24 Ekim 2011 sabah saatlerinde Adana, Kayseri, Trabzon ve Ankara’dan 4 helikopter daha Van İline görevlendirilmiş ve 7 ambulans helikopterle yaralı nakli sürdürülmüştür. İlk etapta Van Merkezde bulunan 2 çadır hastane Van Bölge Eğitim Helikopter ve hava ambulansları ile yapılan hasta nakiller 2011 Sağlık Bakanlığı ambulans uçaklarıyla 145 Sağlık Bakanlığı helikopterleriyle 24 Türk Hava Yolları uçaklarıyla 9 Askeri helikopterlerle 82 Türk Kuşu uçaklarıyla 4 Askeri uçak ambulans 7 Toplam 271 Ayrıca sağlık ekiplerinin koordinasyonunun sağlanması amacıyla biri Van Merkez, diğeri Erciş’te olmak üzere 2 mobil komuta kontrol aracı bölgede hizmet vermiştir. ambulans ekipleri kurtarma yapılan tüm enkazlarda hazır bulunmuşlardır. UMKE ekipleri her iki depremde gerçekleştirilen 252 canlı kurtarma çalışmalarına bizzat katılmıştır. Deprem bölgesinde 8 ağır iklim tipi sahra hastanesi ve dört çadır hastane kurulmuştur. 23.10.2011 tarihinden 26.12.2011’e kadar Van depremi nedeniyle toplam 1403 hasta kara ambulansları ile 271 hasta da hava ambulanslar ile diğer illere sevk edilmiştir. Sağlık Bakanlığınca toplam 115 ton ilaç ve sarf malzemesi bölgeye gönderilmiştir. Deprem sonrası 699’u ilk 24 saat içinde olmak üzere, 1488 UMKE personeli bölgeye intikal etmiştir. UMKE ve Sağlık Bakanlığınca, depremin hemen ardından başlatılan sağlık personeli ve malzeme desteği, ihtiyacın kalmaması üzerine, 27 Mart 2012 tarihinde sonlandırılmıştır. Bu tarihler arasında Sağlık Bakanlığınca toplam 5902 sağlık personeli ve destek personel gönderilmiştir. Araştırma Hastanesinin bahçesine, 2 adet çadır hastane de Erciş ilçesine kurulmuştur. Çevre illerde bölgeden gelecek yararlılar ve Van’da bulunan mevcut hastanelerde yatan hastalar için 1000 yatak ayrılmıştır. 23.10.2011 – 27.03.2012 Tarihleri Arasında Afet Bölgesine Van Dışından Görevlendirilen Personel ve Araçlar Gönderilen Toplam Sayı UMKE Araç Sayısı 70 Tam Donanımlı Ambulans Sayısı 333 Gezici Diş Kliniği Araç Sayısı Uzman Hekim Sayısı Pratisyen Hekim Sayısı 4 1 089 596 Diğer Sağlık Çalışanı ve Personel Sayısı 4 217 Toplam Personel Sayısı 5 902 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 15 kapakkonusu TÜRKİYE’DE ŞİFA BULUP YURTLARINA DÖNDÜLER İsrail’in saldırılarında yaralandılar, tedavi için Türkiye’ye getirildiler. Sağlık Bakanlığı, Gazzeli yaralıların sağlıklarına kavuşmaları için tüm imkanları seferber etti. Tedavileri tamamlananlar evlerine dönmeye başladı. Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavileri tamamlanarak taburcu edilen 4’ü çocuk 6 Gazzeli, refakatçileriyle birlikte ülkelerine döndü. Tel-Aviv’e gitmek istemeyen Gazzeliler kendi istekleri üzerine, İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan kalkan Mısır uçağıyla Kahire’ye uğurlandı. (TİKA ile işbirliği yapılarak) Türkiye’nin sefkat eliyle sağlıklarına kavuşan Gazzeliler, ülkemizde gördükleri ilgiden memnuniyetlerini dile getirerek, tüm Türk halkına teşekkür etti. Taburcu edilen hastalarımızdan bir yaşındaki İbrahim S.F. Abuhamad’ın dedesi Fayez S.M. Abuhamad: “Memnuniyetimizi anlatacak kelime bulamıyoruz. Devletinizden, Türk milletinden ve hastanede çalışan tüm sağlık ekibinden ve sizlerden Allah razı olsun, şükranlarımızı sunarız.” diye konuştu. Çiçeklerle uğurlanan Gazzeliler Kahire’den Gazze’ye geçiş yapacak. Sağlık Bakanlığınca ambulans uçaklarla Filistin’den getirilen diğer Gazzeli yaralıların tedavisine ise devam ediliyor. Ankara, İstanbul ve Afyon’da16 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ki hastanelerde tedavi gören 72 yaralının bugün (05.09.2014) itibariyle hastanelere göre dağılımı ve son duruma ilişkin bilgiler şöyle: ma Hastanesi’nde 1, Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1 olmak üzere 2 hastanın yoğun bakımda takip ve tedavisi sürmektedir. Ankara: 8 ayrı hastanede tedavi gören 29 yaralının genel durumu iyi. Tedavileri tamamlanan 5 Gazzeli taburcu edilmiş olup, refakatçileriyle birlikte misafirhanelerde ağırlanmaktadır. İstanbul: İstanbul’daki 2 ayrı hastanede 22 yaralının tedavisi devam etmekte olup, tedavisi tamamlanan 8 Gazzeli taburcu edilmiştir. 6’sı ülkelerine uğurlanmış, 2’si ise Gazzeliler için hastane yakınında kiralanan dairede misafir edilmektedir. Yenimahalle Devlet Hastanesi’nde, 2’si çocuk 10 yaralı bulunmakta; yaralılardan biri yoğun bakımda, diğerleri ortopedi servisinde tedavi görmektedir. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi›ndeki 3 yaralının tedavisi fizik tedavi servisinde devam etmektedir. Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Gazzeli 4 çocuğumuz tedavi görmektedir. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 3’ü çocuk, 6 yaralının tedavileri de sürmektedir. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde 2 yaralının tedavisi devam etmektedir. Ankara Hematoloji ve Onkoloji Çocuk Sağlığı Hastalıkları Hastanesi’nde 1’i yoğun bakımda 2 çocuğumuz tedavi görmektedir. Ankara Üniversitesi Eğitim ve Araştır- Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 6’sı çocuk, 14 yaralı bulunmakta. Yaralılardan 2’sinin yoğun bakım ünitesinde takip tedavilerine devam edilmektedir. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 5’i çocuk 8 yaralının tedavilerine devam edilmekte, yaralılardan 1’i yoğun bakımda tedavi görmektedir. Taburcu edilen 2 Gazzeli (refakatçileriyle birlikte) istekleri üzerine hastane yakınında erkekler ve kadınlar için ayrı olarak tutulan 2 dairede misafir edilmektedir. Afyon: 2 ayrı hastanede tedavi gören 21 yaralının genel durumu iyi. Afyon Devlet Hastanesi’nde 3’ü çocuk 18 yaralı tedavi görmekte. Afyon Kocatepe Üniversitesi Hastanesi’nde ise 1’i çocuk 3 yaralının takip ve tedavisi devam etmektedir. 37,500’ü 37,500’ü • Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH •artışı Son ile on Avrupa’nın yılda yıllık ortalama %5.1’lik ekonomisi nominal GSYİH en hızlı büyüyen ve artışı ile Avrupa’nın en hızlıekonomilerinden büyüyen ekonomisi dünyanın en hızlı büyüyen biri ve dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri (2004-2013) (2004-2013) • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) •ülkeleri Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma (OECD) arasında %5.2 ortalamaÖrgütü yıllık büyüme ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi (OECD 2012-2017) (OECD 2012-2017) • Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus • Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve •Kuzey Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’ya erişim Kuzey Afrika’ya erişim • Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH •ileKamuözel16. sektör işbirliğinde trilyon $ GSYİH dünyanın büyük ekonomisi1.1(IMF 2013) ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013) • Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel •Ar-Ge Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel desteği Ar-Ge desteği • Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu • Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu haber KIZILAY ARTIK İLİK TOPLAYACAK Türk Kızılayı, Sağlık Bakanlığı ile imzaladığı protokol çerçevesinde, ailesinde vericisi olmayan kan kanseri hastaları için umut olacak TÜRKKÖK Projesi kapsamında yürüttüğü pilot uygulamayla kan toplamaya başladı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun başlatacağı projeyle isteyen kan bağışçıları, bundan böyle TÜRKKÖK için ilik bağışçısı da olabilecek. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Billim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Kızılayı Kan Hizmetleri Sorumlusu Prof. Dr. Gülsüm Özet, verici bulamayan kan kanseri hastaları için düzenlenen kampanyalarla zaman zaman kamuoyunun gündemine gelen kemik iliği bağışının bundan böyle TÜRKKÖK Projesi ileTürk Kızılayı tarafından toplanacağını söyledi. Son çalışmaların KKTC’de düzenlenen 9. Ulusal Aferez Kongresi’nde de ele alındığını bildiren Özet, ülkede yılda 3 bine yakın nakil yapıldığını, çok sayıda nakil merkezi bulunduğu18 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 nu ancak akrabasında vericisi olmayan hastalarda sorun yaşandığını anlattı. Prof. Dr. Özet, şu bilgileri aktardı: ‘Artık hastalarımız merkez bulamadığı için değil verici bulamadığı için nakil olamıyor. Bu hastalara akraba dışı verici bulmamız gerekiyor. Şimdiye kadar verici bankası olmadığı için ilik yurt dışından aranıyordu. Nihayet TÜRKÖK başlıyor. 2013’de Sağlık Bakanlığı ile imzaladığımız protokolle gönüllü kanlarını biz toplayacağız. Bu toplanan kanlar da anlaşmalı laboratuarda çalışılacak ve doku tiplemesi yapılarak bir verici bankası oluşturulacak. Doku grup- ları çalışılıp girildikten sonra hemen sistemde görülmeye başlanacak. Türk Kızılayı olarak tüm hazırlıklarımızı tamamladık. Tüm merkezlerimizde gönüllü verici merkezleri kurduk.’ Projenin başlaması dolayısıyla lansmanın Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımıyla yapılacağını ifade eden Özet, ‘1 hafta önce başlattığımız pilot uygulamayla bine yakın vericiye ulaştık. Toplumumuz zaten bu konuda hassas. Bağışçı olmak için bugüne kadar başvurabilecekleri yer yoktu. Bakanlık TÜRKKÖK için büyük yatırım yap- tı. Projenin başlamasıyla bu sayının hızla artacağına inanıyoruz’ ifadesini kullandı. isteyen herkesin ulaşacağı yer artık Kızılay kan merkezleri’ dedi. Prof. Dr. Özet, verici toplanmasına 12 merkezde başlandığını, bu sayının 16’ya çıkarılacağını, daha sonra ise kan bağışı yapılan her yerde kök hücre bağışçısı kaydedebileceklerini belirterek, ‘Kan alınan mobil araçlarda bile kemik iliği bağışçısı kaydedebileceğiz’ dedi. Kök hücre nakli nedir? Projenin hayata geçmesiyle ilk yıl 50 bin, 3 yılda 250 bin vericiye ulaşmayı planladıklarını kaydeden Özet, verici bankasının yurt dışındaki bankalarla da irtibatı olacağını, bir hasta için bağışçının öncelikle TÜRKKÖK’ten aranacağını, burada bulunamadığı takdirde yine yurt dışı bankalara başvurulacağını söyledi. Özet, ‘Ülkemizde bir verici bankası olacağı için buradan daha kısa sürede ve ucuza kemik iliği bulunabileceğini umuyoruz’ diye konuştu. Bir hasta için bulunan uygun vericiye yine Türk Kızılayı’nın ulaşacağını anlatan Özet, ‘Kök hücre bağışçısı olmak Prof. Dr. Özet’in verdiği bilgiye göre, kök hücre nakli, kan üreten kök hücrelerin, kemik iliğine gidip burada yine kan hücresi üretmeye başlaması amacıyla ya hastadan alınıp kendisine ya da başka kaynaktan alınıp hastaya verilmesi işlemine dayanıyor. Bu halk arasında ‘kemik iliği nakli’ olarak da biliniyor. • Kök hücre nakilleri, öncelikle ‘akut lösemi’ denilen kan, kemik iliği ve lenf bezi kanserlerinde tamamen şifa sağlayabiliyor. Ayrıca, aplastik anemi, paroksismal noktural hemoglobinüri (PNH), primer amiloidoz, hemoglobinopatiler (talasemi, orak hücreli anemi), immün yetmezlik durumları ve kalıtsal metabolik hastalıklarda da iyileşme potansiyeli taşıyor. • Kök hücre vericisi olmanın insan sağlığı üzerine ciddi olumsuz bir etkisi yok. • Son yıllarda, daha çok kanda bu- lunan kök hücreler, ‘aferez cihazı’ denilen özel bir aygıtla toplanıyor. Donör (verici) sadece bir süre, kan verir gibi kolundan bir serum seti takılarak, dinlenme ve istirahat pozisyonunda uzanıyor. Yöntem acı veya sıkıntı vermiyor. • İşlemden önce vericilere bir süre cilt altından, kandaki kök hücre sayısını artırmak amacıyla aşı yapılıyor. • Kök hücreler sürekli çoğaldığı için verici olmakla insanın kök hücreleri azalmıyor. • Bulaşıcı ciddi bir hastalığı olmayan 18-55 yaş arası sağlıklı herkes verici olabiliyor. Ülkede durum Dünyada yılda 60-65 bin civarında kök hücre nakli yapılıyor. Türkiye’de ise son 10 yıl içerisinde merkez sayısı ve nakil sayısı hızla artış gösterdi. Halen Türkiye’de 19’u çocuk, 42’si erişkin olmak üzere toplam 61 nakil merkezi bulunuyor. 2013 yılında ülkede yaklaşık 3 bin nakil yapıldı. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 19 SAĞLIK HİZMETİ İLİŞKİLİ ENFEKSİYONLAR AÇISINDAN TEK KULLANIMLIK VE TEKRARDAN KULLANILABİLİR ARAÇ, GEREÇ VE ÜRÜNLERLE İLGİLİ SORUNLAR* Prof. Dr. Recep ÖZTÜRK İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği İki ay önce değişik gazetelerde “SGK’dan ‘ölümcül’ tasarruf geliyor” ve benzer başlıklarla haberler kamuoyuna sunuldu. Haberlerdeki ortak ifadelerden dikkat çekici olanlar şunlardı: “SGK, özel sağlık kuruluşlarından aldığı sağlık hizmetinin bedelini arttırmamak için tekrar kullanılmaması gereken tıbbi malzemelerin yeniden kullanılmasının yolunu açtı. Yeni düzenleme ile kalp anjiyosu gibi 20 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 kritik müdahalelerde aynı malzemeler tekrar tekrar kullanılabilecek. Sağlık Bakanlığı, tek kullanımlık malzemenin tekrar kullanımından doğacak olumsuz durumlarda sorumluluğun hekim ve hastane yönetimlerinde olacağı uyarısında bulunuyor. Özel sağlık kurumlarından hizmet satın alım sözleşmesinde bulunan “Tekrar kullanılmaması gereken tıbbi malzemelerin, tekrar kullanımı halinde bedelleri ödenmez ve her bir kullanım için 10 bin TL cezai şart uygulanır” hükmü SGK tarafından yayımlanan zeyilname ile sözleşme metninden çıkarıldı. Böylece, tek kullanımlık tıbbi malzemelerin özel hastane ve vakıf üniversitesi hastanelerinde çok defa kullanılmasının önü açıldı.” Bu haberlerin gündeme gelmesinin ardından SGK tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanılmıştır: “ “….söz konusu sözleşmenin 11.1.13. maddesinde “Sağlık Bakanlığınca yasaklanan ilaç ve tıbbi malzemelerin verildiği ve/veya kullanıldığının tespit edilmesi halinde aynı zamanda tespit edilen bir veya birden fazla ilaç ve tıbbi malzeme için 30 bin lira, 11.1.14. maddesinde ise bozuk, zamanı geçmiş ilaç, kan ve kan bileşenleri ve/veya tıbbi malzemelerin verildiği ve/veya kullanıldığının tespit edilmesi halinde aynı zamanda tespit edilen bir veya birden fazla ilaç, kan ve kan bileşeni ve/veya tıbbi malzeme için 30 bin lira cezai şart uygulanır...” hükümleri yer almaktadır Sözleşme metnindeki cezai yaptırım tutarı düşük olan hüküm (10 bin lira) çıkarılmış olup daha ağır yaptırım içeren maddelerin geçerliliği devam etmektedir. Ayrıca, bu cezai şartlar dışında tek kullanımlık malzemelerin iki veya daha fazla kullanıldığının tespit edilmesi halinde malzeme bedelleri kesinlikle ödenmemektedir. Habere konu olan düzenlemeyle ilgili uygulamada herhangi bir sorunla karşılaşılması veya tespit edilmesi durumunda Kurumumuzun daha ağır müeyyideler uygulama yetkisinin bulunduğu bilinmelidir.” Gündeme gelen sağlık açısından çok önemli olan , “tek kullanımlık ve tekrardan kullanılabilir araç, gereç ve aletlerin yeniden kullanımı” konusu ülkemizin halen ayrıntılı şekilde ele alıp çözemediği sorunlardan biridir. Konuyla ilgili yapılan düzenlemelere uyum ve yapılması gereken denetimlerin etkin şekilde yapıl(a)madığı bilinen bir gerçektir. Bu yazıda konuyla ilgili genel bilgi verilmiş, ülkemizdeki durum özetlenerek yapılması gerekenler ele alınmıştır. “Tek kullanımlık araç, gereç veya aletler ; tek bir hasta üzerinde tek bir kez kullanılabilen tıbbi ürünlerdir (kardiyak kateterler, koroner anjioplasti (PTCA) balon kateterleri, arteriyel kateter iğneleri, cerrahi laparoskopi makasları, trokarlar, göz hastalıkları (katarakt) için FAKO irrigasyon aspirasyon sistemi vd ….). Bunların tekrardan kullanımı uygun değildir. Ancak, tek kullanımlık araç, gereç ve aletlerin önemli bir kısmının çok pahalı olması nedeniyle, belirlenmiş koşullar sağlanarak tekrar kullanımları günümüzde tartışma konusudur. Bu tip ürünler için genel de iki durum söz konusudur: 1)Paketinden çıkmamış ancak sterilitesi bozulmuş aletlerin tekrar sterilizasyonu (resterilizasyon), 2)paketinden çıkarılmış ancak hastanın kan ve vücut sıvıları ile temas etmemiş aletin paketleme ve sterilizasyon işlemlerine tekrar sokulması (reprocessing). Daha büyük bir sorun, hastanın kan ve vücüt sıvılarıyla temas etmiş ürünlerin tekrar steril(?) edilmesi sorunudur. Tekrardan kullanılabilir (reusable) araç, gereç veya aletler; tekbir hasta üzerinde bir kez kullanımdan sonra belirlenen usullere uygun olarak temizlenen, ardından kullanım amacına göre belli bir düzeyde dezenfeksiyon veya sterilizasyon işlemi sonrası, fiziksel yapıda da bozukluk olmaması koşuluyla yeniden kullanılabilen tıbbi ürünlerdir. Tek kullanımlık tıbbi ürünlerin tekrardan kullanılması, başta enfeksiyonlar (hepatit B, hepatit C, HIV enfeksiyonu, diğer viral, bakteriyel enfeksiyonlar, prion hastalıkları vd) olmak üzere hasta için değişik komplikasyonlara (işlem esnasında zararlar (toksik etkiler, makroskopik etkiler) oluşması, fonksiyon yetersizliği) , yasal, etik ve ekonomik sorunlara neden olmaktadır. Aynı sorun tekrardan kullanılabilir tıbbi ürünlerin uygun şekilde sterilize edilmemesi sonrası da söz konusudur. Tek kullanımlık tıbbi araç, gereç ve ürünlerin pahalı olması, bunların kullanıldığı sağlık hizmetleri için ödeme kurumlarının yeterli ödemeyi planlayıp yapmaması, hizmet sunan kurumların aşırı kazanç isteği gibi nedenlerle, tek kullanımlık ürünlerin tekrardan kullanılmasına değişik ülkelerde devam edilmektedir. Yeniden uygun sterilizasyon ve fiziksel yapının yakından takibi sağlandığı takdirde enfeksiyon bulaşma riski ve fonksiyonellik yönünden çalışmalarda önemli bir sorun saptanmamış olmakla birlikte, sterilizasyon ve fiziksel yapıyı sürekli takip edecek sistemler, kuruluşların çoğunda yoktur veya yetersizdir ve bu konuda ortak standartlar oluşturmak kolay değildir. Ayrıca olayın etik boyutu da önemli diğer bir sorundur. Bu konuda ülkelerde farklı uygulamalar söz konusudur. ABD’de 2000 yılı başlarında FDA tek kullanımlık tıbbi ürünlerin tekrar kullanımı için, ilgili aletin üretici firmasının uygun görmesi, fiziksel özellikleri ve kalitesi bozulmaksızın (kullanım amacını güvenle ve aynı etkililikle sürdürebilme) malzemenin yeniden temizlenmeye ve sterilizasyona uygun olması, sterilizasyon için kurum dışı bir fabrikanın (kuruluşun ) kurulması şart koşarak onay vermiştir. ABD’de Hastanelerin %20 ile %30 ’u en az bir cins aleti tekrar kullanmaktadır. Kanada’da kritik aletler (steril doku ve vücut boşluklarına temas edenler ) değil, sadece yarı kritik aletler (mükoz membran ile temas eden, ancak steril vücut bölgelerine girmeyenler ) tekrar kullanılabilmektedir. Fransa’da, “tekrar kullanım hastayı aldatmaktır” diyen Fransa Yüksek Mahkemesi kararı sonrası, yasaklama söz konusudur. Almanya’da tek kullanımlık aletlerin sterilizasyonu için kurum dışı onaylı kuruluşlar mevcuttur; hazırlanmış rehberlere göre işlemler yapılmaktadır. İngiltere’de 2000 yılından itibaren tekrar kullanıma izin verilmemektedir. Avrupa parlamentosu 2005 yılından itibaren CE markalı tıbbi ürünlerin tekrardan kullanımını yasaklamıştır. Brezilya’da hemodinamik işlemlerde kateterlerin tekrar kullanım oranının %97’lere ulaştığı bildirilmektedir. Asya ülkelerinde tekrardan kullanım oranlarının çok yüksek olduğu (>% 90) tahmin edilmektedir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 9.2.2011 tarihli “Tıbbi cihazların sterilizasyonu genelgesi” ne kadar konuyla ilgili bir düzenleme yapılmamıştı. Tek kullanımlık tıbbi ürünlerin pahalı oluşu, bu ürünlerin kullanıldığı sağlık hizmetlerinin fiyatlarının SGK tarafından SUT’da çok düşük belirlenmesi nedeniyle, her ne kadar SGK tarafından, “tek kullanım esastır” denmekle birlikte tekrardan kullanım yapılmaktadır. Ülkemizdeki gözlemler ve az sayıdaki kesitsel çalışma tek kullanımlık aletlerin yeniden kullanımının yaygın olduğunu düşündürtmektedir. İlgili ürünlerin yeniden kullanımının ana nedenleri; SGK/SUT fiyat uygulamaları, hastanelerin finans sorunları ve “kamu ihale kanunu” nedeniyle ihalelerdeki gecikmeklerdir. Konuyla ilgili etkin bir denetim yapıl(a)mamaktadır. Bununla birlikte konuyla ilgili belirlenmiş bir standart yoktur. Son yıllarda tek kullanımlık araç ve gerecin birden fazla kullanılmasına ve/veya sterilizasyon sorunlarına bağlı sonuçlar (örnek:katarakt cerraSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 21 hisi sonrası endoftalmit olguları) dikkat çekmektedir. Sonuç ve öneriler: Ülkemizde tek kullanımlık olmayan, yeniden kullanılabilir gastroskop+kolonsokop, bronkoskop, sistoskop, artroskop, uteroskop vb. endoskopik aletler için de doğrusu uygun bir takip sitemi kurumların çoğunda yapıl(a)mamaktadır. Hasta yoğunluğu nedeniyle kural ihmali söz konusu olabilir. Bu nedenle bu tip aletlerde yıkama ve fırçalama, kurutma ve sterilizasyon işlemleri aletin cinsine göre en üst düzeyde yapılmalıdır. Yüksek yüzey dezenfektan kullanıldığı zaman aletin solüsyon içerisinde bekletilme süresi standartlara uygun olmalı, hasta yoğunluğuna bağlı olarak bu süre asla kısalmamalıdır. Uluslar arası rehberlerce ve üretici firmalarca önerilmeyen dezenfektanlar bu aletlerin dezenfeksiyonunda kullanılmamalıdır. Tek kullanımlık malzemelerin yeniden kullanılması veya “yeniden kullanılabilir” (reuse) araç ve gereç konusunda gerekli önlemler alınmalı, takipler yapılmalıdır. Kurumlarda bu amaçla sürveyans yapılması uygundur. Konuyla ilgili standartlara, kurallara ve Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan tıbbi cihazların sterilizasyonu adı altında tek kullanımlık malzeme yönetimini içeren genelgeye (9.2.201; 2011/7) uyulmalıdır. Bu genelgeye göre tek kullanımlık tıbbi malzemenin yeniden kullanımı yasaklanmakta; tekrar kullanılabilir aletlerin kullanımı konusunda uygun koşulların sağlanmasına dikkat çekilmekte ve Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitelerinin konuyu takip etmesi 22 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ve denetlemesi istenmektedir. Bununla birlikte, tek kullanımlık malzemelerin kullanıldığı girişimlere SUT kapsamında verilen fiyatların bazı durumlarda malzemelerin fiyatlarının bile altında kalması veya hizmeti sürdürecek bir düzeyde olmaması konunun uygulanmasını zorlaştırmakta veya imkânsız kılmaktadır. Yapılacak olan, ya ilgili araç, gereç ve malzemenin fiyatını uygun düzeye düşürecek mekanizmaları oluşturmak veya ilgili sağlık hizmetlerinin fiyatını makul bir oranda artırmaktır. Bunlar sağlandıktan sonra kurum içi ve kurum dışı etkin denetimler yaparak ilgili sorunun çözümü için gayret gösterilmelidir. Ayrıca; kullanımına izin verilen malzemeler için uygun şekilde sterilizasyon yapacak kuruluşlara ihtiyaç vardır. Konuyla ilgili bilim çevreleri, tedarikçiler, SGK ve Sağlık Bakanlığı yetkilileri bir araya gelip ülke için en uygun çözümü üretmelidir. Kaynaklar 1. Amarante JM, Toscano CM, Pearson Ml, Roth V, Jarvis WR, Levin AS. Reprocessing and reuse of single-use medical devices used during hemodynamic procedures in Brazil: A widespread and largely overlooked problem. Infect Control Hosp Epidemiol 2008;29:854-8. 2. Buchwalsky R, Grove R, Feldkamp E. 25year experience with reusable heart catheters. Z Kardiol 2001; 90:542-9. 3. Dore GJ, Haber PS. Tell it ain’t so: Patient-topatient transmission of hepatitis C in an endoscopy clinic. Hepatology 2008;48:1333-5 4. Güner S, Aygün P, Aygün G, Öztürk R. “Pandoranın Kutusu” Tek kullanımlık malzemeler yeniden kullanılabilir mi? “, Hastane İnfeksiyonları Kongresi, Özet Kitabı, Antalya, 12-15 Nisan 2012, P-104: 229. 5. Hailey D, Jacobs PD, Ries NM, Polisena J. Reuse of single use medical devices in Canada: Clinical and economic outcomes, legal and ethical issues, and current hospi- tal practice. Int J Technol Assess Healt Care 2008;24:430-6. 6. Hızel K. Tek Kullanımlık Aletlerin Tekrar Kullanımı, Hastane İnfeksiyonları Dergisi, 2000:4:187-90. 7. http://www.fda.gov/MedicalDevices/DeviceRegulationandGuidance/ReprocessingofSingle-UseDevices/default.htm (erişim tarihi, 13 Eylül 2013) 8. http://www.medimagazin.com.tr/he kim/sgk/tr-sgkdan-olumcul-tasarrufgeliyor-2-18-52449.html (erişim tarihi: 13 Eylül 2013) 9. http://ekonomi.milliyet.com.tr/sgk-danolumcul-tasarruf-geliyor/ekonomi/detay/1735687/default.htm(erişim tarihi: 13 Eylül 2013) 10.h t t p : / / h a b e r. s t a r g a z e t e . c o m / s a g lik/sgkdan-tek-kullanimlik-tibbimalzemelere -iliskin-aciklama/haber-771347 (erişim tarihi: 13 Eylül 2013) 11.Jacobs P, Polisena J, Hailey D, Lafferty S. Economic anlysis of reprocessing singleuse medical devices: A systematic literature review. Infect Control Hosp Epidemiol 2008;29:297-301. 12.Öztürk R. Hastane Enfeksiyonları Açısından Tek Kullanımlık ve Tekrar Kullanılabilen Tıbbi Ürünlerle İlgili Sorunlar,Sağlıkta Nabız Dergisi, 2011, Sayı:28 (http://www.sagliktanabiz.com/haberler/hastane-enfeksiyonlari-acisindan-tek-kullanimlik-ve-tekrar-k ullanilabilen-tibbi-urunlerle-ilgili-sorunlar. html) 13.Rutala WA, Weber DJ and the Healthcare Infection Control Practices Advisory Committee (HICPAC), Guideline for Disinfection and Sterilization in Healthcare Facilities, 2008 (http://www.cdc.gov/hicpac/pdf/guidelines/Disinfection_Nov_2008.pdf ) 14.Şardan ÇY. Tek kullanımlık aletlerin tekrar kullanımı. 5. Ulusal sterilizasyon dezenfeksiyon Kongresi Kongre Kitabı. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi, 2007:140-1. 15. Tıbbi cihazların sterilizasyonu genelgesi: http://www.iegm.gov. tr/ Default.aspx?sayfa= iegm_ mevzuat&thelawtype=7&lang=trTR&PageNo=2 (yayın tarihi:9.2.2011, erişim tarihi: 27.03.2011) *Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Platformu’ndan alıntılanmıştır. sektörden ABDİ İBRAHİM, BİRLEMİŞ MİLLETLER KÜRESEL İLKELER SÖZLEŞMESİ DÖRDÜNCÜ İLERLEME RAPORUNU YAYIMLADI Türkiye’deki sürdürülebilirlik çalışmalarının önde gelen katılımcılarından Abdi İbrahim, yayınladığı Küresel İlkeler Sözleşmesi İlerleme Raporu ile sürdürülebilirlik adına yarattığı faaliyetleri ve toplumsal faydayı dördüncü kez belgeledi. Abdi İbrahim, sürdürülebilir kalkınma ve yaşanabilir bir çevre oluşturulmasına destek vermek amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın himayesinde özel sektör, kamu kesimi ve sivil toplum alanlarında faaliyet gösteren pek çok kurumun katılımıyla 2000 yılında hayata geçirilen Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne yönelik ilerleme bildirimini dördüncü kez kamuoyuyla paylaştı. İnsan hakları, çalışma koşulları, çevre ve yolsuzlukla mücadele ana başlıklarında küresel düzeyde kabul görmüş 10 ilkeyi kapsayan Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin 145’i aşkın ülkeden 10 24 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 binin üzerinde kurumsal katılımcısı bulunmaktadır. Abdi İbrahim yaklaşık 690 evin bir aylık, 57 evin ise bir yıllık su ihtiyacına karşılık gelen 10.350 m3 değerinde su tasarrufu sağladı. Çevresel sürdürülebilirlik çalışmalarını etkin kaynak kullanımı uygulamalarıyla desteklemeyi ilke edinen Abdi İbrahim, 2013 yılında yaptığı çalışmalar neticesinde 690 evin bir aylık, 57 evin ise bir yıllık su ihtiyacına karşılık gelen 10.350 m3 değerinde su tasarrufu sağladı. Abdi İbrahim, enerji verimliliği alanında 2000 yılından itibaren bir dizi proje geliştirerek yıllık %35 düzeyinde enerji tasarrufu elde etmiştir. Şirketin 2013 yılında gerçekleştirdiği projeler, 67 konutluk bir yerleşkenin bir yıllık enerji ihtiyacına eşdeğerde tasarruf elde edilmesini sağladı. Abdi İbrahim 848 Kişiye 44 Saat Çevre Eğitimi Vererek Çevresel Standartlara Katkı Sağlıyor Çevre Eğitimi ve İşbirlikleri Sürekli Gelişim İlkesi çerçevesinde çevresel standartlarını daha ileri bir noktaya taşımaya odaklanan Abdi İbrahim, taşeron ve stajyerler statüsündeki paydaşlarının da katılımıyla Çevre Yönetim Sistemi eğitimleri gerçekleştir- mektedir. Bu eğitimler kapsamında, şirket personeli yılda ortalama iki saat çevre yönetim sistemi bilinçlendirme eğitimi almaktadır. Standart tesis uygulamaları, prosedürler, atık yönetimi, geri dönüşüm, bilinçli tüketim ve evlerde dikkat edilmesi gereken konuları kapsayan eğitim programı kapsamında; 2013 yılında toplam 848 kişiye 44 saat çevre eğitimi verildi. Yayımlayarak İlklerine Bir Yenisini Ekledi Süha Taşpolatoğlu; “Abdi İbrahim olarak yaşadığımız dünyanın gelecek nesillerden ödünç alındığı düşüncesiyle hareket ediyoruz” Abdi İbrahim CEO’su Süha Taşpolatoğlu, “Şirketimiz, sürdürülebilir gelişme ve kurumsal sosyal sorumluluğu doğrultusunda yenilikçi ürünler kadar sağlıklı, eğitimli ve temiz bir çevrede yaşayan kuşakların da vazgeçilmez olduğu ilkesiyle hareket etmekte ve sosyal sorumluluk faaliyetlerini asli faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda sürdürülebilirlik çalışmalarını yalnızca bir proje olarak değil, tüm kararlarımızı bu ilkeye göre verdiğimiz bir iş yapış biçimi olarak görüyoruz.” diyerek sürdürülebilir gelişme, sağlık ve çevre bilincine verdikleri önemi dile getirdi. Taşpolatoğlu, “Abdi İbrahim olarak yaşadığımız dünyanın gelecek nesillerden ödünç alındığı düşüncesiyle hareket ediyor; tüm faaliyetlerimizde sürekli iyileştirmeyi, doğal kaynakların etkin kullanılmasını, yasalara tam uyumu ve kirliliğin önlenmesini, faaliyetleri sırasında oluşan atıkların öncelikli olarak kaynağında azaltılmasını ve ayrıştırılmasını, geri dönüşüme kazandırılmasını ve en uygun yöntemlerle bertaraf edilmesini çevre politikamızın temeli olarak kabul ediyoruz. İnsana ve çevreye duyarlılık bilinciyle hareket ederek Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne attığımız imza ile tüm faaliyetlerimizi güvenilirlik, şefafflık ve hesap verebilirlik ilkeleriyle yürütüyoruz” dedi. Son 3 yılda toplam 2.400’ün üzerindeki çalışana 1 saatlik sürdürülebilirlik eğitimi verildiğini dile getiren Taşpolatoğlu, “Şirketelere düşen bu konuda çalışanlarını motive etmek. Çünkü sürdürülebilirlik çok kritik bir konu, raporlama ise bu işin aracı, amacı değil.” dedi. Abdi İbrahim, 2013 Yılında Şirketin İlk “A Seviye Sürdürülebilirlik Raporu”nu İlaç endüstrisinde verimlilik ödülünün ilk sahibi Abdi İbrahim, EVET (En Verimli Endüstriyel Tesis) ve EVUP (En Verimli Uygulama Projesi) kategorilerinde ödül alarak, EVET kategorisinde birincilik ödülüne en düşük enerji tüketimi ile sahip olarak ve spesifik enerjide en yüksek tasarrufu sağlayarak birçok ilke imza atmıştır. Bunların yanı sıra, ilk kez üretimini kesintisiz olarak beş yıl boyunca artırıp enerji tüketimini azaltan, 2000 TEP’in altında Türkiye’de ilk sertifikalı enerji yöneticisine sahip ve Elektrik İdaresi Etüt İşleri Genel Müdürlüğü (EİE) ile Gönüllülük anlaşması imzalayan ilk firma olan Abdi İbrahim, 2013 yılında ilklerine bir yenisini eklemiş, şirketin ilk “A Seviye Sürdürülebilirlik Raporu”nu yayımlamıştır. Sürdürülebilirlik konusundaki başarısını 100 yılı aşkın süredir insan sağlıını iyileştirmek için çalışarak kanıtlamış olan Abdi İbrahim, 2013 yılında sürdürülebilir liderlik ve küresel bir oyuncu olma hedefleri doğrultusunda ekonomik, sosyal ve çevresel alanlarında gerçekleştirdiği faaliyetleri kapsayan A seviye Sürdürülebilirlik Raporu’nu yayımlamıştır. Dünyanın önde gelen 6.000 şirket, kamu kuruluşu ve sivil toplum örgütünün yer aldığı GRI onaylı Sürdürülebilirlik Raporu’na sahip öncü kurumlardan biri haline gelen Abdi İbrahim’in Sürdürülebilirlik Raporu’nda, Şirketin Yönetim Yaklaşımı, Ekonomiye Sağlanan Katma Değer, İşgücü ve İnsan Hakları, Ürün Sorumluluğu, Toplumsal Gelişime Sağlanan Katkı ve Çevresel Yaklaşım başlıkları altında farklı alanlarda hayata geçirdiği referans uygulamaları yer almaktadır. Abdi İbrahim Küresel İlkeler Sözleşmesi İlerleme Raporu ve A seviye Sürdürülebilirlik Raporu’na www.abdiibrahim. com.tr adresinden ulaşılabilir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 25 haber HEYECAN VE STRES RİTİM BOZUKLUĞU SEBEBİ OLABİLİR Uz. Dr. Erol Sağatlı: “Heyecan, stres, hızlı koşma ya da aşırı kafein tüketiminin bir sonucu olabildiği gibi kalp ritim bozukluğu (aritmi) hastalıklarının belirtisi de olabilir.” Ritim bozukluğunun en sık belirtisi çarpıntıdır. Bunun yanı sıra kalp vuruşlarının düzensiz hissedilmesi, baş dönmesi, göz kararması veya ağrı, “senkop” diye ifade edilen şuur kaybı görülebilir. Ancak erken tanı ve tedavi hastanın yaşam kalitesi üzerinde son derece etkilidir. Kardiyoloji Bölümünden Uz. Dr. Erol Sağatlı, aritmi ve tedavisi hakkında bilgi verdi. Bayılma konuşma bozukluğu ve geçici görme kaybı olabiliyor Yaşamak için gerekli tüm fizyolojik ve kimyasal işlemler kanın dolaşımı ile sağlanmaktadır. Kalpte özelleşmiş elektrik üreten ve üretilen elektrik akımının iletimini sağlayan hücreler kimyasal değişiklikleri elektriğe ve mekanik bir uyarıya dönüştürülerek kalp kasının kasılması ve gevşemesi ile kanın dolaşımını sağlamaktadır. Aritmi; şok, bayılma, epilepsi benzeri nöbetler, geçici görme ve konuşma bozuklukları, inme, felç, ani kardiyak ölüm gibi çok ciddi tabloların dışında çarpıntı, duraklama, boşluk hissi gibi silik iyi tanımlanamayan şikayetlere neden olabilmektedir. Bazen ise başka nedenlerle yapılan bir incelemede rastlantısal olarak tanı alacak kadar sessiz seyredebilmektedir. Aritmi yaş ve cinsiyet ayırt etmeksizin birçok kişide görülmektedir. Felç ve ani ölümlere neden olabilir Bazı aritmiler ciddi bir tehlike göstermese de çok fazla şikayet nedeni olabilmektedir. Bunun yanında çok sessiz ama ‘’ Atrial fibrilasyon’’ gibi kendisi şikayet nedeni olmadığı halde hiçbir yakınması olmayan bazı hastalarda ölüme ya da sakat kalmaya neden olan inme riski taşıyan bir hastalık veya ailesel geçişli çok tehlikeli ilk bulgusu ani kardiyak ölüm 26 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 olabilen başka bir grup hastalıkta aritmik hastalıklar içinde yer almaktadır. Aritminin hissedilmesinde kişisel faktörler belirleyicidir. Öncelikle bazı hastalar olağanüstü doğrulukla kalp ritimlerindeki hafif değişiklileri bile algılarken bazıları ise çok ciddi aritmik değişiklerin bile farkında olmayabilmektedir. kans (RF) dalgaları verilerek yapılan ritim bozukluğu tedavisidir. Kateter ablasyon yöntemiyle tedavide başarı oranı % 60-80 seviyelerine kadar yükselmektedir. EPS ile tespit edilen noktalara verilen radyofrekans dalgaları ile kalpte çarpıntıya neden olan ve normalde olmaması gereken odak ve ileti yolları yakılarak sonlandırılmaktadır ve başarı oranı yüksektir. Kalple ilgili birçok hastalık aritmi nedeni Kalple ilişkili birçok hastalık aritmi nedeni olabilmektedir. Kalbin yapısal düzenlenmesini belirleyen genetik ve gelişim aşamalarındaki defektler ( doğumsal kalp hastalıkları) sonradan gelişen yapısal donanımını(damarlarını, kas yapısını ya da kalbin zarını ) etkileyen hastalıklar da aritmi nedenidir. Bütün kardiyak yapı normalken yalnız elektrik merkezi ve iletim sistemi ile ilişkili olan doğumsal ya da edinsel hastalıklarda aritmi nedenidir. Atağın başlama şekli tedavi için önemli Bir atağın başlama şekli aritminin tipi veya tercih edilecek tedavi için ipuçları verebilmektedir. Kalp boşluklarında büyüme olan kalbin kasılma gücünde azalma olan bir grup hastanın da hayatı tehdit eden aritmiler için aday olduğu bilinmektedir. Aritmi ile tanı alan hastaların incelenmesinde hipertansiyon, akciğer hastalıkları, tiroid hastalıkları, kalp kapak ve damar hastalıkları da sıklıkla saptanmaktadır. İlaç tedavisinin dozu önemlidir Öte yandan kalp bloklarında kalbin uyarılması için dizayn edilen kalp pilleri çok ciddi gelişmeler göstererek tedavide önemli yer almaktadırlar. Ayrıca CRT adı verilen kardiyak resenkronizasyon cihazları ise seçilmiş uygun hastalarda(sol dal bloğu olan medikal tedaviye yanıtsız kalpte büyüme olan ileri kalp yetersizliklerinde) kalpte mevcut olan asenkronik çalışmayı düzelterek hastaların fonksiyonel kapasitelerinde düzelme yaratmaktadır. Tedavi sırasında verilen ilaçlar dikkatli seçilmelidir. Aksi takdirde yan etkileri fazla olan bu ilaçlar aritmiyi artırabilmektedir. Tedavide kateter ablasyon önemli yer tutuyor Aritmilerin ilaçla tedavisi bir zamanlar tek seçenek iken şu anda çoğu vakada destekleyici bir rol oynamaktadır. Kateter ablasyonu, radyofre- Uz. Dr. Erol Sağatlı AĞIZ VE Ş S A ĞLI A Y OS D ĞI Dİ HAMİLELİKTE DİŞ SAĞLIĞI VE BAKIMI Hamilelerde hormonal dengenin (östrojen, progestenon) ani değişimine bağlı olarak, özellikle diş etleri diş iltihaplanmalarına çok eğilimlidir. Eğer dişler üzerinde biriken yiyecek artıkları tamamen temizlenmezse, basit dişeti iltihabı adı verilen “Gingivitis” gelişir. Diş etleri şişkin, kırmızı ve kanamalı bir hal alır. Bunu engellemek, etkili bir şekilde fırçalayarak ve diş ipi kullanarak mümkün olabilmektedir. Ayrıca hamilelik döneminde iyi huylu diş eti tümörleri de gelişir ve gebelik sonunda kendiliğinden geçer. Sabah bulantıları olan, sık sık kusan gebelerde, ağız ortamı asit seviyesi 28 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 yüksek olduğu için dişlerde aşınma, çürüme, hassasiyet oranı artar. Bu da yine iyi bakımla önlenebilir. Fakat kusmadan hemen sonra fırçalamak ortam asiditesinin maksimum olmasından dolayı pek tercih edilmez. Çünkü dişlerde arınma görülebilir. Bu yüzden kusmadan hemen sonra ağzı bol su ile çalkalamak ve ancak 20-30 dakika sonra dişleri fırçalamak daha uygundur. Gebelerde fırçalama bulantıyı artırıyorsa, en azından bol su ile ağzı çalkalamak yine de faydalı olacaktır. Anne karnındaki bebeğin, annenin vücudunda bulunan kalsiyumu çektiği ve dişlerini çürüttüğü gibi bir inanış vardır. Fakat bu doğru değildir. Bebek kalsiyumu önce tüketilen gıdalardan, sonra da annenin kemiklerinden sağlar. Hamilelik esnasında oluşan çürükler yetersiz ağız bakımı ve diğer faktörlerden kaynaklanır. Gebeliğin ilk 3 ayı bebeğin oluşumunun başladığı ve en hızlı gerçekleştiği evredir. Bu dönemde, mecbur kalmadıkça diş uygulaması yaptırmaktan kaçınmak gerekir. Dişetlerinde şişme, kızarıklık, kanama arttığı için diş temizliği ve ağız hijyen eğitimi bu dönemde önemlidir. 3 – 6 ay arasındaki dönemde röntgen ve diş çekimi dâhil tüm uygulamalar yapılabilmektedir. Bu dönemde ihmal edilebilecek her sorun, ileride ağrı ile doğumun daha erken başlamasına sebep olabilir. Bu yüzden başlangıçta, yani gebelik öncesi kontrolden geçilmediyse bile 3 – 6 aylık dönemde mutlaka kontrolden geçilmelidir. İlk 3 aylık dönemde oluşabilecek sorunlarda mecbur kalınmadıkça daha çok geçici tedaviler uygulanıp, kalıcı tedaviler 3 – 6 ay arasındaki döneme veya gebelik sonrasına bırakılır. Doğru olan, hastanın kadın doğum uzmanıyla görüşüp kişinin düşük, erken doğum riski, aşırı korku, panik gibi faktörler elenirse her dönemde diş çekilebilir, dolgu yapılabilir, apse tedavi edilebilir. Çünkü ağrının yaptığı stres bebek için daha zararlı olabilir. Gebelik döneminde tükürük akışının azalmasıyla da zaten hassas olan diş etleri, tükürüğün yıkayıcı etkisinin azalmasıyla da daha da kötü bir hal alabilir. Bu yüzden ağızda oluşan plak çok iyi bir şekilde uzaklaştırılmalı ve azalan tükürüğün yıkayıcı etkisi iyi fırçalama, diş ipi kullanımı ve bol su ile çalkalama ile önlenmelidir. edilmediği takdirde daha çok zarara neden olabilecek durumdaki dişlerin çekim, kanal tedavisi gibi acil olarak tedavi edilmesi gereken durumlarında, çekinmeden diş hekimine gidilmelidir. Diş hekimi, bebeğe zarar vermeyen ilaçlarla tedaviyi sağlayacaktır. İkinci üç aylık dönem Bu dönem hamilelik sonuna kadar ertelenmesi uygun olmayan diş çekimi, dolgular, kanal tedavileri vb. pek çok tedavinin yapılması için en uygun olan dönemdir. Üçüncü üç aylık dönem Bu dönemde bebek anne karnında oldukça büyümüştür ve doğum yaklaşmıştır. Aynen ilk üç aylık dönemde olduğu gibi, acil tedaviler dışında diş hekimi müdahale etmeyecektir. Hamileliğin ilk üç ayında bebeğin organ gelişim evresi olan ilk üç ayda etkili dental tedaviden kaçınılmalıdır. Tedaviler ikinci üç aya ertelenmelidir. Gebelik döneminde oluşan apselerde kadın doğum uzmanıyla görüşerek tetrasiklin grubu antibiyotikler dışındakiler görüşülerek kullanılabilir. Eğer çok gerekli değil ise röntgen de anneye giydirilen kurşun önlük ile çekilebilir. Gebelik döneminde direnç, dengeli beslenme, sağlıklı olma, ilaçlardan uzak durma, bebeğin gelişimi için en önemli faktörlerdir. Flor dişler üzerinde koruyucu etkiye sahiptir. Fakat gebelikte alınacak florün bebek üzerinde ekstra bir faydası pek yoktur. Diş ya da diş eti iltihabı gibi acil durumlarda, var olan enfeksiyonun bebeğin gelişimini dental tedavinin olumsuzluklarından daha fazla etkileyebileceği düşüncesi ön plana alınmalı ve bir jinekoloğun önerileri doğrultusunda dental tedavi yapılmalıdır. Hamilelikte kadın hormonlarındaki değişiklikler diş eti hastalıkları riskini artırmaktadır. Bu hormonal değişiklikler ağız içerisinde hassasiyet ve diş etlerinde kızarıklık ve kanamalara neden olabilmektedir... Gebelikte diş bakımı ve önemi Hamilelikte Diş Sağlığı üç dönemde incelenir; İlk üç aylık dönem: Bu dönem bebeğin çok hassas olduğu bir dönemdir. Gereksiz müdahaleler düşüğe sebep olabilir. Fakat ağrıya sebep olmuş ve/veya müdahale Son üç ayda tedavi için gerekli olan pozisyonları rahat alalaması ve koltukta uzun süre oturamaması nedeni ile diş tedavisi yaparken anne rahatsız olabilmektedir. Günlük ağız ve diş bakımım kesintiye uğratılmamalıdır. Hamilelik öncesi tam bir ağız muayenesinden geçerek optimal ağız hijyenine kavuşmalı ve bunu sürdürme alışkanlığını kazanmalıdır. Çünkü plak birikimi, ve diş eti hastalıkları ile hamilelik sırasında oluşan hormonal değişiklikler arasında direkt ilişki vardır. Hamilelik sırasında oluşan hormon artışı ağız mukozasını dış etkenlere karşı özellikle bakteri plaklarına karşı daha hassas yapar. Günde en az iki kez diş fırçası ve diş ipi kullanarak etkili diş bakımı yapılarak plak birikimine engel olunmalıdır. Ağız gargaraları ya da ılık tuzlu su ile gargara yapılmalıdır. Özellikle ılık tuzlu su diş etlerini rahatlatır ve dişeti hassasiyetini azaltır. Gebelikte dental anestezi Hamilelik esnasında birçok ilacın kullanılmaması ya da kontrollü kullanılması önerilmesine karşın, dental tedavilerde kullanılan lokal anesteziklerin herhangi bir yan etkisi rapor edilmemiştir. Lokal anestezi kullanılmasında üretici firmanın önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir. Herhangi bir uyarı yoksa lokal anestezik kullanmada bir sakınca yoktur. Anestezi altında yapılan tedavide hasta ağrı duymayacak ve daha az stres yaşayacaktır. Diş çekimi yada herhangi bir müdahale için gebelik sırasında lokal anesteziklerin kullanılmasında üretici firmanın önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir. Herhangi bir uyarı yoksa kullanmada bir sakınca yoktur. Antibiyotik kullanımı özellikle Penisilin ve türevleri (amoxicilline vs. ) kullanımını bebek için herhangi bir sakıncası yoktur. Tetrasiklin gurubu antibiyotikler alınmamalıdır. Tetrasiklin gebelik sırasında alınırsa bebeğin dişlerinde tetrasiklin renklenmeleri dediğimiz renklenmeler oluşur. Ağrı kesici kullanmada dikkat edilmeli ve kesinlikle üretici firmanın önerilerine uyulmalıdır. Diş hekimliğinde kullanılan röntgen makinalarında radyasyon çok düşük seviyede olmasına rağmen hamilelerde röntgen çekiminden kaçınılmalıdır. Zorunluluk yoksa bu işlem doğum sonrasına ertelenmelidir. Eğer acil bir tedavi için kesinlikle röntgen filmi çekilmesi gerekiyorsa anneye özel koruyucu önlük giydirilmeli, hızlı film kullanarak ve düşük doz uygulaması yapılmalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 29 Hamilelik gingitisi (Pregnancy gingivitis) Hamilelikte diş çekimi Hamileliğin erken safhalarında diş etlerinde şişlikler, kızarıklıklar gözlenebilir. Bu şekildeki diş eti oldukça hassastır ve kolayca kanar. Hamilelik tüm vücudun fiziksel ve psikolojik yönden pek çok değişikliklere uğradığı bir dönemdir. Ağzımız ise vücudun bu tür değişikliklerine karşı çok hassas olan bir bölgesidir. Hamilelik sırasında kadınların diş etlerinde oluşan bu değişiklikler nedeni östrejen ve progesteron hormonlarının salgılarının artmasından kaynaklanmaktadır. Hamilelik gingivitisi genellikle hamileliğin 2. ayında başlayıp 8. ayında en üst seviyeye çıkar, doğumdan sonra kendiliğinden iyileşir. Günlük düzenli ağız diş bakımı yapmayan kişilerde oluşan ve diş etinin tahrişine neden olan bakteri plağı ya da diştaşı gibi etkenler hamilelik gingivitisi tablosunu daha ciddi boyutlara taşıyabilmektedir. Eğer dişlerde derin tartar birikimi varsa diş hekimi tarafından elimine edilmelidir. Diğer diş tedavilerinde olduğu gibi tartar temizliği de özellikle hamileliğin ikinci üç ayında yapılmalıdır. (Gebeliğin ilk üç ayında bebeğin organları gelişme aşamasındadır. Bu safhada neden olunan bir bakteriyemi bebeğin organ gelişimini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.) Üçüncü üç ayda da anne koltuğa rahat oturamaz ve aşırı stres erken doğuma neden olabilmektedir. 30 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Anne adayı hamilelik süresince ister istemez devamlı bebeğini düşündüğü için kendi kişisel bakımını ihmal edebilir. Mide bulantıları ve kusmalar ağız içinde zararlı etkilere neden olur. Bazı yiyecek ve içeceklere karşı aşırı ilgi veya aşırı tiksinme duyulması sonucu ağız da bundan etkilenir. Hormonal etkiler sonucunda ağız içinde bazı değişimler olur. Örneğin kandaki ve tükürükteki asit miktarı arttığı için dişlerin çürümesi kolaylaşır. Çünkü en basit anlatımıyla, dişin çürümesi demek, bakterilerin salgıladığı asitlerle yumuşaması demektir. Diş eti rahatsızlıkları da eskisinden daha kolay ve daha sık oluşacaktır. Hamile olmayı düşünen veya hamile olan her kadın mutlaka bir diş hekimi kontrolünden geçmeli, ağız sağlığı için neler yapması veya yapmaması gerektiğini öğrenmeli ve gereken tedavilerini yaptırmalıdır. Bu hem annenin hem de çocuğunun sağlığı için çok önemlidir. Bebeğin diş sağlığı için yapılması gerekenler Bebeğin diş gelişimi anne karnında başlar. Bu dönemde anne hem kendi sağlığı hem de bebeğinin diş gelişimi için dengeli beslenmeye dikkat etmelidir. Diş sağlığı için protein,A vitamini (et, süt, yumurta, sarı sebze ve meyveler) C vitamini (narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta, balık) ve kalsiyum (süt ve süt ürünleri, yeşil yapraklı sebzeler) dan zengin gıdaların yeterince alınması gerekir. Bunun yanı sıra bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılmalıdır. Kullanılan ilaçlar bebeğin diş sağlığının yanı sıra genel vücut gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilecektir. Bebeğin diş sağlığı konusunda bilgili olmak, çocuğunuzun ömür boyu sağlıklı dişlere sahip olmasında ilk basamaktır. Bebeğin diş bakımı ve beslenmesi ile ilgili bilgi edininiz. Gebelikte antibiyotik kullanımı Bu dönemde bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılması gerektiğini belirtmiştik. Ancak kullanılan her antibiyotiğin bebeğin dişlerinde lekelenmelere neden olduğu kanısı yanlıştır. Dişlerde renklenmelere neden olan antibiyotik grubu tetrasiklinlerdir. Bunun dışındaki antibiyotiklerin renklenme yaptığı kanıtlanamamıştır. AĞIZ VE A Y S ĞI haber Ş S A ĞLI İ D DO DİŞETİ HASTALIKLARI (PERİODONTAL HASTALIKLAR) Periodontal hastalıklar dişeti ve dişleri destekleyen diğer dokuları etkileyen iltihabi hastalıklardır. Erişkinlerde diş kayıplarının %70`inden periodontal hastalıklar sorumludur. Bu hastalıklar erken dönemde teşhis edildiklerinde kolay ve başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler. Dişeti hastalıklarının önlenmesi veya tedavisi; doğal dişlerin korunması, daha rahat çiğnemenin ve daha iyi bir sindirimin sağlanması gibi diğer faydaları da beraberinde getirir. Periodontal hastalıklar dişeti iltihabı (gingivitis) ile başlar. Yani gingivitis periodontal hastalığın erken dönemidir. Bu dönemde dişetleri kanamalı, kırmızı ve hacim olarak büyümüştür. Erken dönemde çok fazla rahatsızlık vermeyebilir. Tedavi edilmezse hastalık periodontitise ilerleyerek dişeti ve dişleri destekleyen alveol kemiğinde geriye dönüşsüz hasar oluşturabilir. 32 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Periodontitis periodontal hastalıkların daha ilerlemiş bir safhasıdır. Dişleri destekleyen diğer dokularla birlikte alveol kemiğinde de hasar oluşur. Diş-dişeti arasında “periodontal cep” oluşur. Periodontal cep varlığı infeksiyonun yerleşimini ve hastalığın ilerlemesini kolaylaştırır. Hastalık ilerledikçe dişler sallanmaya başlar, hatta çekime gidebilir. arasında, diş taşlarına bağlı olarak oluşan siyah alanlar görülüyorsa, • Diş ile dişeti arasından iltihap geliyorsa, • Dişlerde sallanmalar, uzamalar ve dişler arasında açılmalar oluyorsa, • Ağızda sürekli bir kötü koku ve kötü tat hissi var ise, geç kalmadan bir dişhekimine muayene olunması gerekir. Diş eti hastalığının belirtileri: • Diş eti hastalıklarının ilk ve en önemli belirtisi dişeti kanamasıdır. Sağlıklı dişeti kanamaz. • Diş etlerinde şişmeler, kızarmalar oluyorsa, • Diş etlerinde çekilmeler ve açığa çıkan kök yüzeylerinde oluşan hassasiyet oluşuyorsa, • Dişeti kenarlarında veya dişler Dişeti hastalığının sebepleri nelerdir? Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı denen dişe sıkıca tutunan, yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz. Plağın bir miligramında 200 ile 500 milyon arasında bakteri bulunur. Bunun yanısıra aşağıdaki faktörler de dişeti sağlığınızı etkilemektedir. Genetik Faktörler: Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir yatkınlık vardır. Ayrıca ağız bakımının kötü olması ile dişeti hastalığının gelişme olasılığı 6 kat daha artar. Ailede dişeti problemi olan bir kişi var ise mutlaka bir dişeti uzmanına siz de muayene olun. Sigara: Hepimizin bildiği gibi sigara kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi bir çok önemli rahatsızlıklara sebep olur. Tüm bunların dışında ağız içi mukozası ve dişetleri için de çok zararlıdır. Dişetlerinin yumuşamasına ve dişeti hastalıklarının gelişmesine neden olur. İlaç Kullanımı: Doğum kontrol hapları, anti-depresanlar, kalp ilaçları ağız sağlığınızı etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen diş hekiminizi uyarınız ve ağız hijyeninize ayrıca önem veriniz. Hormonal Değişiklikler: Hamilelik, puberte, menapoz, mensturasyon gibi hormonal değişikliklerin yoğun olduğu dönemlerde ağız hijyeninize ayrıca özen göstermeniz gerekmek- tedir. Diş etleriniz bu dönemlerde daha hassas olur. Diş eti hastalığına yatkınlık artar. Stres: Hipertansiyon, kanser gibi pek çok rahatsızlığın nedenlerinden biri olmasının yanında dişeti hastalıklarının da risk faktörlerindendir. Araştırmalar göstermiştir ki periodontal hastalıklarda dahil olmak üzere stres vücudun enfeksiyonla mücadelesini zorlaştırmaktadır. Diş Sıkmak veya Gıcırdatmak: Diş ve dişeti arasındaki kuvvetin azalmasına neden olarak periodontal doku yıkımına sebep olurlar. Diş etlerindeki çekilmenin bir sebebi de diş sıkmaktır. Mutlaka gece plağı takılarak bu sıkmanın durdurulması gerekir. Kötü Beslenme: Vücudun, immun (bağışıklık) sisteminin zayıflamasına ve buna bağlı olarak, diş eti enfeksiyonu da dahil olmak üzere enfeksiyonlarla mücadelesinin zorlaşmasına neden olur (Bakınız, Dengeli beslenme ve diş sağlığı). Diyabet-Şeker Hastalığı: Diyabet has- taları periodontal (diş eti) enfeksiyon açısından yüksek risk grubuna girerler. Mutlaka rutin diş eti kontrollerini bir diş eti uzmanına (periodontolog) yaptırarak ağız hijyenlerine ayrıca özen göstermelidirler. Kötü Yapılmış Kuron Köprü ve Dolgular: Dişetine basan ve taşkın yapılmış dolgu, kuron ve köprüler dişetlerinde problem oluşturur. Diş eti hastalıklarının tedavisi nasıldır? Diş eti hastalığının tedavisinde diş ile dişeti arasında meydana gelen ceplerin derinliğinin özel bir alet vasıtasıyla ölçülmesi gereklidir. Bu ceplerin miktarına ve derinliğine göre teşhis konulur ve tedavi planlanır. Derin cepler diş eti hastalığının hızla ilerlemesi için uygun bir ortam hazırlayacağından, yapılacak olan tedavide amaç bunların mümkün olduğunca sığlaştırılmasıdır. Çünkü derin ceplerin içine yerleşen mikroorganizmaların fırçalama ve diş ipi kullanımı ile sizin tarafınızdan tamamıyla temizlenmesi imkansızdır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 33 Diş eti hastalığının seviyesine göre uygulanacak tedavi seçenekleri nelerdir? Daha sık diş taşı temizliği: Rutin temizlik ve kontroller 6 ayda bir yapılırken periodontal hastalığı olan veya buna eğimli olan kişilerde hekimin belirleyeceği daha kısa aralıklarla temizlik işlemi yapılır. Ceplere yerleşen plağın içindeki mikroorganizmalar 3 ay içinde kemiğe zarar verebilecek kadar çoğalır. Sık diş taşı temizliği yaptırmak bu birikimi önleyerek kemiğin zarar görmemesini sağlar. Hekiminiz tarafından verilecek olan hijyen eğitimini de doğru ve eksiksiz uygulamak bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Kök yüzeyi düzleştirilmesi (küretaj): Halk arasında küretaj olarak bilinen kök yüzeyi düzleştirilmesi, kök yüzeyine tutunmuş olan eklentileri (bakteriler, diş taşları) özel küretler yardımıyla kazıyarak, yüzeyden uzaklaştırma ve sağlıklı kök yüzeyini açığa çıkartarak dişetinin tekrar kök yüzeyine yapışmasını sağlama işlemidir. 34 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Gingivektomi ve gingivoplasti: Bazı durumlarda iltihapsal, ilaca bağlı ya da kalıtsal olarak diş eti büyümeleri gözlenmektedir. Bu diş eti büyümelerine kemik erimesi eşlik etmiyorsa ya da kemik oluşturmamızı gerektiren derinlikte defektler mevcut değilse, dişeti büyümelerini, dişle-diş eti arasındaki cebin yumuşak doku duvarını keserek çıkartabiliriz. Bu işleme gingivektomi denir. Bu işlemden sonra genellikle diş etini cerrahi yöntemlerle düzelterek normal fizyonomisini geri kazandırmak için ise, gingivoplasti işlemi uygulanır. Flap operasyonu: Periodontal cepler küretaj ve kök yüzeyi düzleştirilmesi ile sığlaştırılamıyorsa, cerrahi olarak cebi oluşturan dişeti çıkartılır. Çok derin ceplerde diş eti bütün olarak kaldırılıp altında gerekli kök yüzeyi düzleştirme işlemleri yapılır, kapatılır ve dikişlerle yerine sabitlenir. Eğer bu aşamada erimiş olan kemiğin desteklenmesi gerekiyorsa ya da o bölgede kemik oluşturulabileceği düşünü- lüyorsa, defekt bölgesine sert doku greftleri ya da hastanın kendi dokusundan elde edilen kemik parçacıkları koyularak, kaybedilen dokunun geri kazanılmasına çalışılır. Doku grefleri: a. Yumuşak doku greftleri: Diş fırçasının yanlış kullanılması, anatomik hatalar ya da dişeti hastalıkları sebebiyle bir veya birkaç dişte meydana gelen belirgin diş eti çekilmelerinin, ağzın farklı bir bölgesinden (genellikle damak) alınan yumuşak doku parçalarıyla örtülmesi işlemidir. Genellikle estetik amaçla ya da bazı durumlarda, diş eti hastalığının ilerlememesi için koruyucu amaçla yapılır. b.Sert doku greftleri: Flap operasyonları esnasında kemik kaybının ileri boyutta olduğu bölgelerde yapay veya doğal kaynaklı kemik tozu uygulamaları ile kemik yapımı uyarılır. VE D İ A haber SY S A Ğ L I ĞI DO Ş IZ AĞ SAĞLIK BAKANLIĞINDAN “AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI” ATAĞI Bakanlar Kurulundan 10 milyon adet diş macunu ve fırçası dağıtma izni alan Sağlık Bakanlığı, ilk olarak satın aldığı 2 milyon diş fırçasını farklı illere gönderecek. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumundan il genel sekreterliklerine gönderilen genelgede, önemli bir halk sağlığı sorunu olan ve önlenebilir hastalıklar grubuna giren diş ve diş eti hastalıklarının yaygınlık ve şiddetinin azaltılması, ağız ve diş sağlığı hakkında toplumda farkındalığın artırılarak sağlığı korumaya yönelik bilincin oluşması, doğru tutum ve davranışlar edinilmesinin teşviki amacıyla Bakanlık hastanelerine başvuran hastalara diş macunu ve fırçası dağıtımının planlandığı anımsatıldı. Bakanlar Kurulu kararına istinaden, 4 kalem diş fırçası ve macunu alımına çıkıldığı, bunun 1. kalemi olan yetiş- kin diş macununun en avantajlı teklif sahibi firmadan 1 milyon 325 bin lira, 3. kalemi olan yetişkin diş fırçasının ise yine en avantajlı teklif sahibi firmadan 1 milyon 100 bin lira bedelle alınarak sözleşme imzalandığı belirtildi. muayene kabul işlemleri yapılmadığı bildirilen genelgede, yetişkin diş macunu ve fırçaları birlikte dağıtılacağı için teslim alınan diş macunlarının uygun bir yerde muhafaza edilmesi, ikinci bir talimat gelmeden dağıtıma başlanmaması gerektiği belirtildi. Kurum tarafından mal muayene ve kabul işlemleri tamamlanan 2 milyon adet yetişkin diş macununun, yüklenici firmaya, dağıtılmak üzere taşınır işlemleriyle teslim edildiği kaydedilen genelgede, genel sekreterliğe devri yapılan söz konusu diş macunlarıyla ilgili işlemlerin tamamlanması istendi. Genelgeye göre ilk etapta dağıtılacak 2 milyon diş fırçası ve macununun 366 bini İstanbul’a, 131 bini Ankara’ya, 105 bini İzmir’e, 56 bini Adana’ya, 55 bini Antalya’ya, 54 bini Konya’ya, geri kalanı da diğer illere gönderilecek. 3. kalem yetişkin diş fırçasının henüz Sağlık Bakanlığı bu kampanyayla ağız ve diş sağlığı bakımının farkındalığını artırmayı amaçladığını belirtti. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 35 A Y S ĞI AĞIZ VE Ş S A ĞLI İ D DO ÇOCUKLARDA DİŞ SAĞLIĞI Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Çocuklarda ağız ve diş hastalıklarının tedavileri koruyucu diş hekimliğinin temelini oluşturmaktadır. Süt dişi dizisi (6 ay-3 yaş) ve bunu izleyen karma diş dizisi ( 6-12 yaş ), gelişimin en aktif olduğu döneme rastlar. Bundan dolayı, kısa süreli dişler olmaları nedeniyle süt dişi hastalıklarının önemsenmemesini büyük bir yanılgı olarak düşünmek gerekir. Çocukların dişleri neden çürür? Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerirler, bu nedenle çürümeye daha yatkınlardır, daha kolay ve hızlı çürürler. Çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılamayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir. Çocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler. Çocu36 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu diş fırçalama alışkanlığını belirler. Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir. Çürük oluşumu engellenebilir mi? Çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi; “fissür örtücü” dediğimiz malzemedir. Diş çürükleri genellikle azı ve küçükazı dişlerinin, çiğneyici yüzlerinde bulunan “fissür” adı verilen oluklarda başlar. Bahsettiğimiz malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığı vs. nin sızması engellenerek çürük başlaması önlenir. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabilir. Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini artırmaktır. Dişlere yüzey- sel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır. Süt dişlerinin önemi nedir? Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamaktır. Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlıdır. Bunların yanında aşağıdaki gibi bir görüntü, hiç kimsenin çocuğunda görmek istemeyeceği ciddi estetik sorunlara yol açmaktadır. Süt dişleri kapladıkları alanı kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı diş için korumakta ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik yapmaktadırlar. Süt dişi erken çekildiği zaman bu doğal yer tutuculuk fonksiyonu da ortadan kalkmaktadır. Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi? Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine (romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıy- la süt dişlerindeki çürükler, “nasıl olsa yerine yenileri gelecek” yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir. Çocuklarda diş yaralanmaları Çocuklarda dişlerin zarar gördüğü kazalarda zaman kaybetmeden müdahalede bulunulmalıdır. Doğru tanı konması çok önemlidir. Bunun için hekiminiz size, kazanın ne zaman ve nerede olduğunu, darbenin ne taraftan geldiğini, kaza sonrası baygınlık, kusma, hafıza kaybı vb. olup olmadığını soracaktır. Verilen bilgiler doğrultusunda en doğru tedavi uygulanabilecektir. Çocuklardaki diş yaralanmaları, bazen kalıcı dişin tamamıyla yuvasından ayrılmasına sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş ile birlikte acilen diş hekiminize gitmelisiniz. Bu esnada diş, bir bardak sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir. Bebeklerde ağız bakımı Bebeklerin, en azından ilk dört ay anne sütü ile beslenmeleri ağız çevresindeki yumuşak doku ve kas fonksiyonlarının normal gelişimini sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda fizyolojik başlıklı (damaklı, kesik uçlu) biberon kullanımı gerekir. Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye alıştırılmalıdır. Biberonla beslenme en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2 – 2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak emme alışkanlığı mevcutsa, bunun sebebi araştırılarak 3 – 6 yaş arasında bu alışkanlık mutlaka giderilmelidir. Solunum problemleri, çene gelişmesi üzerine olumsuz etki eder. Burundan değil de, sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa (bu durum uykuda daha iyi anlaşılır) muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır. Çocuklarda diş fırçalama ne zaman başlamalıdır? Bebek 6-8 aylıkken, (yani ilk dişler ağızda göründüğünde) temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri (en azından çiğneme yüzeyleri- ni) temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur. Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra (ortalama 2,5 - 3 yaşında ) başlanması uygundur. Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara yüzleri ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra Anne-Babanın kontrolü iyi olur. Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli? Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Eskimiş bir süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler fırçalanamaz. Fırça kılları aşınır aşınmaz (Ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir. Çocuklar günde kaç kez dişlerini fırçalamalı? Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama alışkanlığı da çocukluk döneminde kazanılacaktır. Çocuklarda bazı ağız ve diş problemleri : çük yaşlarda sık görülen bir alışkanlıktır. Genellikle dört yaşına kadar kendiliğinden ortadan kalkar. Alışkanlığın sürekli dişlerin çıktığı yaşlarda da sürmesi, bu dişlerde ve damakta yapısal bozukluklara yol açar. Bu bozuklukların nedeni parmağın ön dişlere ve damağa uyguladığı başınçtır. Ortaya çıkan bozukluğun derecesi emmenin süresine, sıklığına, şiddetine ve emme sırasında parmağın pozisyonuna bağlıdır. Tedavisi: Parmak emmeyi önlemenin en etkili yolu parmak emmeye eğilim gösteren çocuğu emziğe alıştırmaktır. Emziğin hem verdiği zarar daha azdır, hem de daha kolay bırakılabilir. Tedavinin zamanlaması çok önemlidir. Çocuğun kendisi bu alışkanlıktan kurtulmayı istemedikçe, tedavinin başarıya ulaşması imkânsızdır. Çocuğun çevre baskısına uğramaması ve alay edilmemesi için okul çağından önce bırakması psikolojik yönden çok faydalıdır. Çocuk baskı altına alınmadan cesaretlendirilerek, ödüllendirilerek pozitif yönlendirilmelidir. Eğer her şeye rağmen 6 yaşına kadar alışkanlık kırılamamışsa diş hekimine başvurularak profesyonel yardım alınması gereklidir. 3) Emzik: Bebekler için emmek rahatlamanın ve güven içinde hissetmenin en doğal yoludur. Eğer bebek parmak emme eğilimi gösteriyorsa, derhal emziğe yönlendirilmelidir. Emzik parmak emmeye göre hem daha az zararlıdır; hem de sonraki yaşlarda daha kolay bırakılabilir. Günün büyük bir bölümünde değil, sadece gerekli olduğunda verilmelidir. 1) Diş Gıcırdatma: Stress, agresif, takıntı veya sıkılgan kişilik yapıları, anne-babası diş gıcırdatan çocuklar bu alışkanlığa daha eğilimlidir. Yapısal bozukluklara yol açmamak için, mümkün olduğu doğal meme yapısındaki emzikler seçilmelidir. Belirtileri: Dişlerde aşınma, uyurken çıkartılan gıcırdatma sesleri, yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde problemler, baş ağrısı, dişlerde sallanma ve hassasiyet. Emziğin büyüklüğü ağzın yapısına uygun olmalıdır. Tedavisi: Öncelikle psikolojik açıdan diş gıcırdatmaya yol açan faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu başarılamaz ise, hastaya takıp çıkartılabilen bir gece plağı yapılır. 2) Parmak Emme: Parmak emme kü- Emziklerin yapısının sağlamlığı her gün kontrol edilmelidir. 4) Biberon çürüğü: Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni de biberon çüSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 37 rüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce ya da uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir. Biberon çürüğünden korunmak için ne yapmak gerekir? Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir. Bunlar nelerdir? Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin Beslendikten sonra uyutmaya çalışın. Biberondaki süte şeker, bal pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin. Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin. İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin. Biberon çürüğü önemli midir? Biberon çürüğü görülen dişler tedavi 38 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap alttan gelecek kalıcı dişler de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir. Biberonun yanı sıra emziklerin ağlayan bebekleri susturmak amacıyla bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek; diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir. Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar kullanılmalıdır? Bebeklik döneminde ve üç yaşına kadar çocuklarda diş macunu kullanımı önerilmez. Diş macunu kullanımına üç yaşından sonra başlanmalıdır. Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5 cm. değil, bir leblebi kadar macun fırçalama için yeterli olacaktır. Diş macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir. Önemli olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır. Fırçalama işleminde macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin önemli olduğunu unutmamak gerekir. Çocuk dişlerinde acil durumlar Diş Ağrısı: Ağrıyan dişin çevresini temizleyin. Ilık tuzlu su ile gargara yaptırın ve eğer varsa sıkışmış yiyecek artıklarını diş ipi ile uzaklaştırın. Asla dişin üzerine aspirin ya da benzeri ilaçlar koymayın. Çocuğunuza daha önce de denemiş olduğunuz bir ağrı kesici verin ve en kısa sürede bir diş hekimine götürün. Isırılmış Dudak, Dil, Dudak ya da Yanak: Yaralı bölgeye buz koyun. Eğer kanama varsa, temiz bir gazlı bez ile hafifçe basınç uygulayın. Kanama 15 dakika içinde durmazsa diş hekiminize başvurun. Diş Tümüyle Çıkmışsa: Dişi bulun. Köküne mümkün olduğunca dokunmadan alın. Diş hekimine gidene kadar dişi saklamak için en ideal ortam süttür. Temiz bir kapta sütün içinde koruyarak en kısa sürede diş hekiminize gidin. Süt veya Sürekli Dişlerde Travma: Hiç zaman kaybetmeden diş hekiminiz ile temasa geçin. Travmalardan sonra her kaybedilen saat oluşan hasarı büyütmektedir. Diş hekiminize ulaşana kadar yarayı ılık su ile temizleyin. O bölgeye soğuk kompres uygulayın. Varsa Kırık diş parçalarını saklayın. A Y S ĞI AĞIZ VE Ş S A ĞLI İ D DO SİGARANIN AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ Doç. Dr. Duygu TUNCER Restoratif Diş Tedavisi ve Endodonti Uzm. Tüm dünyada 1.1 milyar kişinin sigara içtiği ve yine ülkemizde her yıl 100 bin kişinin sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirdiği bildirilmektedir. Kullananların yarısının ölümüne neden olan sigara vücutta akciğer, yemek borusu gibi pek çok kanser türlerine; kalp krizi, bronşit vb gibi hastalıklara neden olmakla 40 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 birlikte, ilk olarak temasa geçtiği ağız ortamı ve periodonsiyum üzerine de zararlı etkilerinin olduğu bilinmektedir ve bu etkiler azımsanmayacak ölçüdedir. Sigara ve tütün kullanımı ağız için oldukça zararlıdır. Bu zararları şöyle sıralayabiliriz: • Dişlerin üzerinde katran artıkları veya koyu-kahverengi lekeler • Damakta kırmızı renkli iltihabi oluşumlar • Dişeti hastalığına yatkınlık • Kötü ağız kokusu meydana • Siyah kıllı dil görüntüsü • Ağızda doku bozuklukları (oral mukozal lezyonlar) • Diş eti çekilmesi • Ağız kanseri Sigara, halitozis denilen kötü ağız kokusuna neden olur. Sigara ağzın kimyasını etkiler, aşırı plak oluşumuna sebep olur. Sigara içen bireyler her zaman kötü ağız kokusuyla yaşamak zorunda olduklarını unutmamalıdırlar. Aynı zamanda sigaranın diş ve diş etlerinde yaptığı ciddi derecede renklenme, estetik açıdan hiç de iç açıcı değildir. Diş hekiminin yaptığı polisaj işlemi ile temizlenen dişler, sigara içilmeye devam edildiği sürece yeniden oluşacaktır. Sigara kullanan bireyler hiçbir zaman ışıl ışıl, temiz dişlerle gülümseyemezler. Sigara içenlerde diş eti problemleri, tat duyusunda azalma ve bağışıklığın azalmasıyla da ağızda iltihabi oluşumlar görülür. Sigaranın yol açtığı zararlardan biri olan ağız kanserlerinin %75’inde sigara ve alkol alışkanlığı olduğu saptanmıştır. Sigara içmek dudak, damak, yanak ve diş etlerinde ağız kanserlerine de zemin hazırlamaktadır. Kişi sigarayı bırakırsa ağız kanseri riski hemen ve önemli ölçüde azalır. Sigara bırakıldıktan 10 yıl sonra ağız kanseri olma riski, hiç sigara içmeyen bireye denk olur. Ağız kanserleri; • ağızda ağrısız şişlik oluşumu, • ilerlemiş durumlarda dokuların yıkıma uğramasıyla geçmeyen ağrılar, • ağız içinde beyaz- kırmızı odaklar, • yutkunma güçlüğü, konuşma zorluğu, • ağız içinde kanama odakları, çeneyi açmada güçlük ile ortaya çıkar. Ağız ve yüz bölgesinde alışılmışın dışında gelişmeler fark eden kişiler muhakkak diş hekimine muayene olmalıdırlar. Sigara içmenin, ağız kanserleri oluşmasında risk faktörü olduğu unutulmamalıdır. Düzenli olarak diş kontrollerinizi yaptırmanız erken tanıda önemlidir. Sigaranın ağız ve dişlerde oluşturacağı hasarları en aza indirmek için diş hekimine 6 ayda bir kontrol yaptırılmalıdır. Sigara içen kişilerde ağızda oluşan zararlı etkiler, sigaranın oluşturduğu yüksek ısı ve oluşturduğu 1000 den fazla zararlı maddeye karşı oluşmaktadır. Şeker ve çikolata gibi tatlı besinlerin çocuklarda dişlere verdiği zararın benzerini sigaranın yetişkinlerde yol açtığını belirten bilim adamları, sigaranın diş etlerine yeterince kan gitmesini engelleyerek diş sağlığını bozduğu sonucuna varmışlardır. Diş sağlığını en çok gözardı edenlerin 20-30 yaşları arasındaki genç erkekler olduğunu ortaya konmuştur. Yetişkinlere ağız sağlıklarını koruyabilmek için kesinlikle sigarayı bırakmaları önerilmektedir. Sigara; yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum, oral hijyen gibi hazırlayıcı sebepler arasında periodontal hastalığın en büyük etkeni olarak kabul edilmiştir. Sigaranın periodontitis, dişeti çekilmesi ve akut nekrotizan ülseratif gingivitis (ANUG) oluşumuna neden olduğu şeklindeki görüş son on yılda ortaya çıkmıştır. Neden sonuç ilişkisi ispat edilememiş olmasına rağmen tütün içimi ve ANUG arasındaki ilişki açıkça gösterilmiştir. Sigara içenlerde gingivitis ve periodontitisin daha şiddetli olduğu pek çok araştırıcı tarafından rapor edilmiştir. Sigara içenlerin ağız hijyenlerine daha az dikkat ettikleri, plak birikimlerinin daha fazla olduğu ve bu nedenden dolayı periodontal hastalığa yatkın oldukları kanısı yaygındır. Diştaşı oluşumuyla ilgili çalışmalarda sigaranın basit bir refleks etkisiyle tükürük akış hızını ve dolayısıyla diş taşı oluşumunu arttırdığı tespit edilmiştir. Tütün dumanı oksidatif redüksiyon potansiyelini değiştirerek, bazı mikroorganizma türleri üzerinde etki gösterir ve anaerobik bakterilerin çoğalmasına olanak sağlayarak çeşitli enfeksiyonların oluşmasını kolaylaştırabilir. Sigara kullanımının mikrobiyal diş plağının neden olduğu dişetindeki iltihabi değişiklikleri baskılayarak dişeti kanamasını azalttığı, ayrıca alveol kemiği kaybı, cep derinliği ve diş kaybı sıklığının sigara kullananlarda daha fazla olduğu düşünülmektedir. Bu risk sigaranın tüketim dozuna da bağlıdır. Fazla sigara tüketimi risk oranını da o nispette arttırmaktadır. Periodontal hastalığın sigara içenlerde içmeyenlere göre meydana gelme olasılığının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Dişetlerinde oluşacak harabiyetler 6 ayda diş taşı ve dişeti tedavisi yapılarak azaltmak mümkündür; dişeti-kemik hasarları için rutin kontrole girip tedavilerini yaptırmak gerekir. Sigarayı daha uzun süre içenler, daha az içenlere göre daha fazla cep ve periodontal kemik kaybına sahiptirler. Bu da sigaranın tüketim miktarı ile periodontal hastalık arasında doğrusal bir ilişki olduğunu gösterir. Nikotin, bütün tütün ürünleri içinde en yaygın bilinenidir. Yumuşak doku üzerine zararlı olduğu da bilinmektedir. Tütün çiğneyenlerde tükürük nikotin seviyesi 70-1560 μg/ml arasında değişmektedir. Aktif ve düzenli sigara içenlerde tükürükteki nikotinin seviyesinin 100 mg/ml’den fazla olduğu gözlenir. Nikotinin sempatik sinir sistemini uyardığı düşünülmektedir. Bu uyarının etkilerinden biri de tükürüğü azaltmasıdır. Tükürük azlığının neden olduğu ağız kuruluğu, diş ve dişetleri üzerinde bakteri plaklarının teşekkülünü kolaylaştırır. Nikotinin damarları daraltıcı etkisine bağlı olarak dişetinde kan akımı azalır. Dişetine yeterli oksijen ve kan hücrelerinin ulaşmasına engel olur. Bu durumda dişetinin kendini koruyucu ve tamir edici özelliğini zayıflatır. Lokal oksijen basıncının azalması anaerobik bakterilerin çoğalmasını ve büyümelerini sağlar. Ayrıca yanak ve dişetleri üzerine bakterilerin bağlanmasını da arttırabilir. Sigara, dişeti hastalığının da seyrini olumsuz yönde etkileyen faktörlerin başında gelir. Bakterilerin diş yüzeyine tutunmasını kolaylaştırır. Dişetinin savunma düzenini bozar. Böylece dişetlerini bakterilere karşı daha savunmasız bir hale sokar.Hastalığın erken belirtilerinin ortaya çıkmasını engeller. Tedaviye yanıtı zayıflatır. Dahası sigara yüzünden iyileşme çok sınırlı bir süre korunabilir. Sigaranın, ağız dokularındaki ve dişler üzerindeki zararları, kullanım süresi ve günde tüketilen miktarla ilgilidir. Dişler üzerinde renklenmelerdışında dişlerde enfeksiyon ve dişleri çevreleyen kemikte de erimelere neden olmaktadır. Kemik erimesi sonrası diş etleri çekilmekte (kemik seviyesi azalmakta) ve zamanla da dişler kaybedilmektedir. Sigaranın ağızda neden olduğu problemlerden biri de lökoplaki denilen ve ağızda yumuşak dokuda görülebilen beyaz lezyon oluşumunu arttırmasıdır. Lökoplaki nedir? Bu kelimenin anlamı beyaz damaktır. Hastalığın belirtileri tükürük zarlarında veya ağız boşluğunda görülmekte ve yanak içlerinde, damakta, diş etlerinde, dilde, yutak duvarında ve bazen de hançeSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 41 rede, beyaz ya da mavimtrak beyaz kalınlaşmalar olarak belirmektedir. Bu kalınlıklara bazen çıkıntılı, bazen de sertleşmiş veya kabuklaşmış olarak da rastlanmaktadır. Lökoplaki neden ileri gelir? Asıl nedeni bilinmemekte ise de, en çok sigara içenlerde rastlandığından sigara içmekten ağızda meydana gelen tahrişin, hastalığın gelişmesinde önemli bir faktör olduğunu hatıra getirmektedir. Ayrıca pürüzlenmiş diş uçları, iyi yerleşmemiş takma dişlerin vb. lökoplakiye neden oldukları sanılmaktadır. Lökoplakiye yakalanma eğilimleri kimlerde daha fazladır? Hastalık kadınlardan çok erkeklerde görülmektedir özellikle yirmi ile altmış yaşları arasında olanlarda. Ancak, son yıllarda kadınlar arasında da sigara içenlerin sayısı artınca, hastalık da o oranda kadınlar arasında da artma eğilimini göstermektedir. 42 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Lökoplakinin belirtileri nelerdir? Çok kez hiçbir belirtisi yoktur ve hastalık kazara hastanın kendisi tarafından fark edilmekte veya doktor ya da diş muayenesinde meydana çıkabilmektedir. Bazı hallerde bir “lökoplazik plak” ta yanma, sızlama, çıtırdama hissedilmektedir. Lökoplakinin anlamı nedir? Anlamı çok önemlidir. Çünkü kanserin öncüsü olabilir. Bu hal, tıpta kanserli olmayan bir durumun (lökoplaki gibi) nasıl habis dejenerasyona neden olabileceğini gösteren kesin göstergelerden biridir. Lökoplakinin tedavisi nedir? a. Sigara içmeyi bırakmak. b. İyi yerleşmemiş takma dişler veya pürüzlenmiş deri başları gibi bütün tahriş yapabilecek muhtemel nedenleri ortadan kaldırmak. c. Lökoplaki olan kısmı, ya elektrik- li iğne ya da cerrahî müdahale yolu ile hasta kesimi temizlemekle tedavi edilir. Sigara kullanımı dil üzerinde de lezyonlara sebep olur. Tütün kullanmak, fazla baharatlı veya fazla sıcak yemekler dilin kızarmasına ya da tahriş olmasına yol açabilir. Merakla başlayıp sonradan kişiyi kendisine esir alan sigaranın, genel sağlığa ve ağız diş sağlığına verdiği zararların yanında kişiye verdiği ekonomik zarar da yadsınamaz. Unutulmamalıdır ki; sigaraya başlamak kişisel bir tercihse, bırakmak da kişinin iradesini kullanarak gerektiğinde profesyonel hekim desteği alarak yapabileceği bir tercihtir. Sigarayı bıraktığımızda sağlıklı bir vücut ve ferah bir nefes, sağlıklı ve beyaz dişler, sağlıklı dişetleri bizi bekleyecektir ve her yönden daha kaliteli bir yaşama tekrar merhaba deme şansımız olacaktır. sektörden NOVARTIS GENÇ BİLİM ADAMLARINI BİR ARAYA GETİRDİ Novartis tarafından her yıl biyoteknoloji alanında başarılı yüksek lisans ve doktora öğrencileri için düzenlenen BioCamp Uluslararası Biyoteknoloji Liderlik Kampı Türkiye’nin de içinde bulunduğu 24 ülkeden 70 öğrencinin katılımıyla İsviçre’nin Basel kentinde gerçekleşti. BioCamp’e katılan öğrenciler Novartis yetkilileri ile fikir alışverişi yapma fırsatı bulurken, biyoteknoloji ve yaşam bilimleri alanlarındaki yenilikler ve zorluklar konusunda bilgi edindi. Novartis’in, biyoteknoloji alanında yetenek ve birikimini artırmayı hedefleyen başarılı yüksek lisans ve doktora öğrencileri için düzenlediği BioCamp Uluslararası Biyoteknoloji Liderlik Kampı bu yıl da İsviçre’nin Basel kentinde bulunan en son teknolojiye sahip Novartis global genel merkezinde düzenlendi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu 24 ülkenin önde gelen üniversitelerinden seçilen 70 öğrenci ile biyoteknoloji ve iş uzmanlarını bir araya getiren üç günlük seminer boyunca öğrenciler, Novartis yetkilileri ile fikir alışverişi yapma fırsatı buldu. Sağlık endüstrisinde yenilik üretme çaba- 44 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 larına ve inovasyona odaklanılan seminerlerde öğrencilere biyoteknoloji ve yaşam bilimleri sektörlerindeki yenilikler ve zorluklar konusunda bilgi aktarıldı. Bir biyoteknoloji firmasının nasıl kurulacağı ve işletileceğine ilişkin deneyim elde eden öğrenciler ayrıca firmanın ilaç geliştirme yaklaşımına yön veren bilim adamları ve yöneticilerle görüşerek hastaların karşılanmayan tıbbi ihtiyaçlarına yanıt veren yeni ilaçlar hakkında detaylı bilgi edinerek bilim ve yenilik üretme sürecini keşfetme imkanı buldu. Kamp kapsamında öğrenciler Novartis CEO’su Joseph Jimenez, Novartis Biyomedikal Araştırmalar Enstitü- sü (NIBR) Dönüşümsel Tıp Direktörü Ronenn Roubenoff, Alcon Ar-Ge Departmanı’ndan Franck Leveiller ile Nörolojik Görüntüleme Araştırma Laboratuvarı Direktör Yardımcısı ve Lozan Üniversitesi İnsan Beyni Projesi Tıbbi Bilişim Platformu Eş Başkanı Dr. Ferath Kherif ile bir araya gelme fırsatı buldular. Türk öğrenciler de BioCamp’te Bu yıl BioCamp’e Türkiye’yi temsilen, Hacettepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Teknoloji Bölümü araştırma görevlisi Seçil Toktaş ile yine Hacettepe Üniversitesi Farmasötik Teknoloji Bölümü’nde doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi olan Selin Seda Doğan katıldı. Kampın kişisel gelişimine katkı sağladığına vurgu yapan Selin Seda Doğan, düşüncelerini şöyle ifade etti; “Bilim ve sanayinin birlikte inşa ettiği ortak kültürü dünya devi bir firmanın misafirperverliği sayesinde yerinde görme imkanını elde eden şanslı kişilerden biri olduğum için çok mutluyum. Dünyanın en iyi üniversitelerinden gelen genç beyinleri bir araya toplayan bu etkinlik sayesinde, farklı disiplinler ve farklı kültürlerin bir araya gelmesinin yarattığı güce baştan sona hep birlikte tanık olduk. Bu 3 günlük tecrübenin; takım ruhunu bilgi, görgü, yaşam enerjisi olarak her alanda paylaşan tüm arkadaşlarımın profesyonel hayatlarında ve kişisel gelişimlerinde fark yarattığına eminim. Birbirinden farklı kültürlerden gelen, farklı alanlarda eğitim almış bu çoksesli topluluk, farklı düşüncelerin güçlerini birleştirerek atabileceği sağlam temelleri hepimize gösterdi. Ben de tüm genç bilim insanı arkadaşlarımı, bilgiyi paylaşmanın zevkini hep birlikte yaşayacakları bu organizasyonda ülkemizi bilimsel ve kültürel alanda temsil etmeye çağırıyorum.” BioCamp ile ilgili görüşlerini bildiren Novartis Türkiye Başkanı Güldem Berkman ise; “Novartis olarak inovasyona ve eğitimin desteklenmesine büyük önem veriyoruz. Özellikle sağlık alanında yenilikçi düşünceyi besleyecek çeşitli etkinliklerle inovasyonun ülkemizde de hak ettiği değeri bulmasına katkı sağlamaya çalışıyoruz” dedi. Dünyada birçok üniversite ile işbirlikleri bulunduğunu belirten Berkman, “Türkiye’de üniversitelerimizle çeşitli programlar geliştirerek öğrencilerimizin mesleki gelişimleri için özel eğitim ve seminerler düzenliyoruz. Ar-Ge çalışmaları için gereken insan gücü altyapısının gelişimi adına öğrencilerin daha iyi eğitim alması, daha iyi bilimsel veri üretebilmesi ve ufuk açıcı projelere imza atması amacıyla eğitim programları hazırlıyoruz. Biocamp de global bir insiyatif olarak bu alanda tüm dünyadaki başarılı öğrencileri inovasyonla buluşturan, son derece önem verdiğimiz bir etkinliğimiz. Gerek lokal gerekse global olarak eğitime katkı sağlayacak bu tarz projeler geliştirmeye devam edeceğiz” şeklinde konuştu. BioCamp hakkında 10 yıl önce ilk defa Tayvan’da düzenlenen BioCamp, gittikçe gelişerek dünyanın her yanından bilim ve işletme öğrencilerinin rekabetin son derece çetin olduğu bir iş çevresinde öğrenmek, fikir alışverişinde bulunmak ve birlikte çalışmak için bir araya geldikleri uluslararası bir platform haline geldi. Daha önce Tokyo, Hong Kong ve Massachusetts Cambridge kentlerinin ev sahipliği yaptığı BioCamp etkinliği bu yıl dördüncü kez Novartis’in İsviçre’nin Basel kentinde bulunan en son teknolojiye sahip global genel merkezinde düzenleniyor. BioCamp’ın 2004 yılında ilk kez düzenlenmesinden bu yana Novartis 700’e yakın başarılı lisansüstü öğrenciyi yaşam bilimleri ve girişimcilikle tanıştırdı. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 45 haber KANSER TEDAVİSİNDE BİLİNMEYENLER Prof. Dr. Fuat Güldoğuş, kanser hastalarının ağrı tedavisini ailesel ve çevresel birçok farklı faktörlerin güçleştirdiğini söyledi. Kanser ağrısının, hastalığın yerine ve yayıldığı bölgeye göre farklı şiddette ortaya çıktığını söyleyen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Algoloji (Ağrı) Bilim Dalı Başkanı Güldoğuş, ‘Ağrının şiddetinin fazla olması hastalığın daha kötü olduğu anlamına gelmez. Ağrının şekli ve şiddeti, hastalığın yerleştiği organa göre değişir. Ağrı tipi hastalığın yumuşak doku, kemik, iç organlar ve sinir dokusuna yayılımı ile değişik karakterlerde kendini gösterir. Kemik ağrısı kansere bağlı ağrıların en sık karşılaşılan tipidir. Ağrı sıklıkla künt ve hareketle artan karakterde olup, genellikle hastalığın olduğu bölgededir. Kemik ağrısı, kalça eklemi ve bacak kemikleri gibi vücut yükünü taşıyan bölgelere hastalık yayılımı olduğunda daha şiddetli olarak kendini gösterir’ dedi. ‘Ağrının Doğru Değerlendirilmesi Esas’ Kanser ağrısının tedavisi için ağrının doğru değerlendirilmesi esas olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Fuat Güldoğuş, ‘Ağrı nedeni yanında ağrı tipinin saptanması uygun tedavi yöntemlerinin seçimi açısından çok önemlidir. ‘Tedavide sadece ilaç tedavisi mi yoksa ilaç yanında başka işlemlerde yapılacak mı’ sorusuna cevap bulmak için 46 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 de ağrı yeri ve tipinin doğru tanımlanması önemlidir. Doğru tanımlama için hekimin deneyimi yanında, hastaya zaman ayrılarak sorgulanması, muayenesi ve tetkiklerinin incelenmesi esastır’ diye konuştu. ‘Bazen Ağrı Tedavisi Yetersiz Görülebilir’ Kanser ağrı tedavisi için sadece ilaç kullanımının yetersiz kalabileceğini ifade eden Prof. Dr. Güldoğuş, ‘Bunun önemli bir nedeni bazı ağrıların morfin ve benzeri güçlü ağrı kesicilere bile dirençli olmasıdır. Bu hastalarda ilaç tedavisine ek olarak işlemsel tedavi yöntemleri eklenerek ağrı giderilebilir. Bazen ağrı tedavisi yetersiz görülebilir. Kanser hastalarının ağrı tedavisini ailesel ve çevresel birçok farklı faktör güçleştirebilmektedir’ şeklinde konuştu. ‘Tedavi, Üç Basamaklı ‘Merdiven Tedavisi’ Temel Alınarak Yapılmalı’ Kanser ağrı tedavisinin Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından ayrıntılı olarak belirlenen üç basamaklı ‘merdiven tedavisi’ temel alınarak yapıldığını dile getiren Güldoğuş, şu bilgileri verdi: ‘Ağrı kontrolünde ilk basamak hafif ağrı kesici ilaçların kullanılmasıdır. İkinci ve üçüncü basamakta giderek kuvvetlenen morfin ve benzeri ilaçlar kullanılır. Özellikle sinirlere komşu yerlerde hastalığın yayılımı ile ağrı kesici ilaçların yetersiz kalacağı şiddetli ağrılar ortaya çıkabilir. Bu tür inatçı ağrılarda, sinire ilaç verilmesi, radyofrekans termokoagülasyon cihazı ile sinirlerin ısıtılarak çalışmasının durdurulması ve epidural/spinal kateter/port uygulamaları ile omirilik bölgesine çeşitli cihazlar yerleştirilerek ağrının beyine gitmesini engelleyen tedaviler değer kazanır. Ağrı tedavisinin amacı; ağrısız uyku dönemi oluşturmak, istirahat halinde ve hareket halinde iken ağrısız bir yaşam sağlayabilmektir.’ ‘Tedavi Erken Başlanmalı’ ‘Ağrı tedavisi ne zaman başlanmalı?’ sorusuna açıklık getiren Güldoğuş, şunları kaydetti: ‘Cevap en erken dönemde olmalıdır. Çünkü ağrı erken dönemde kontrol edilir ve izlenirse, hastaya uygulanacak ameliyat, kemoterapi ve radyoterapi gibi uygulamaların yapacağı ağrılar da önlenmiş olacaktır. Sonuç olarak, kanser nedeniyle tedavi gören hastaların ağrısı mutlaka tedavi edilmeli, ağrı tedavisi sürekli ve yeterli olmalıdır. Yetersiz ağrı tedavisi, hastada ağrı hafızası oluşturarak, sürekli ümitsiz ve kaygılı hale getirmektedir.’ Uzmanlar insanlık tarihinin en mühim buluşlarından olan antibiyotiklerin, kötü ve gereksiz kullanımları neticesi gelişen direnç sebebiyle etkilerini mühim ölçüde kaybettiği belirtiyor. Mikroorganizmaların, kendilerini yok etmek için kullanılan antimikrobik maddelere karşı er veya geç karşı koyma gücü demek oluyor ki direnç kazandıklarını ifade eden Uzm. Dr. P. Aylin Dalkıran, “Ölümlerin yüzde 45’inin enfeksiyon hastalıklarına bağlı olduğu düşük gelirli ülkelerde, direnç gelişmesine bağlı olarak enfeksiyonlar maalesef daha da öldürücü olabilecektir. Bu tip ülkeler için solunum yolu enfeksiyonları, akut ishaller, sıtma, tüberküloz direnç sebebiyle arıza yaşanan hastalıklar içinde başta yer almaktadır. Antimikrobiklere karşı direnç; toplumda enfeksiyonların etkili şekilde tedavi edilememesi, enfeksiyon hastalıklarının daha uzun sürmesi; ölüm riskinin artması, salgınların sıklaşması ve uzaması, sağlam toplum kesimlerinde enfeksiyon riskinin fazlalaşmasını ifade eder’ diye açıkladı . Çok ilaca dirençli mikroorganizmalarla gelişen hastane enfeksiyonları- nın hastanede kalışı ve ölüm oranlarını artırdığını ve ciddi bir ek maliyete sebep olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Dalkıran, günümüzde artık sadece hastane kökenlilerde değil toplumdan kazanılmış mikroorganizmalarda da direncin mühim oranlarda arttığını vurguladı. Dalgakıran, bir hastane ya da sınırlı bir bölgedeki dirençli patojenlerin (hastalık yapıcı mikroplar) bütün bir ülkeye, hatta sınırları aşarak diğer ülkelere de yayılabileceğini açıkladı . Direnç artışında en mühim sebebin antibiyotik tüketimindeki artış ve sonucunda oluşan seçici baskılanmalar olduğunu açıklayan Dalkıran, şu şekilde devam etti: “Akılcı olmayan antibiyotik kullanımı (gereksiz kullanım: Viral enfeksiyonlar, hata antibiyotik, hata doz ve/ ya da tatbikat yolu, gereksiz kombinasyonlar) antibiyotik tüketimini çok fazla çok büyük oranda artırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde tüketim sıralamasında 3.- 4. sırada olan antibiyotiklerin ülkemizde birinci sırada olması akılcı olmayan antibiyotik kullanımının kanıtıdır. Günümüzde hemen her bakteri kendilerine karşı kullanılan antimikrobiyal ajanlara karşı belirgin haber GEREKSİZ ANTİBİYOTİK YARAR SAĞLAMIYOR oranlarda direnç kazanmış durumdadır. Direnç sorunu virüs, mantar ve parazitler için de söz konusudur.” ‘Antimikrobiyallere karşı gelişen direnç ölüm ve hastalık oranlarında artış, tedavi giderlerinde yükselme, tedavi başarısızlığı, hastanede daha uzun yatma, tedavi seçeneklerinde azalma, tedavi esnasında direnç gelişmesi, daha geniş spektrumlu antibiyotiklerin seçimi, daha toksik ilaçların kullanımı ve antibiyotik baskısında artış gibi istenmeyen sonuçlara sebep olmaktadır’ diyen Uzm. Dr. Aylin Dalkıran, antibiyotiklere karşı direncin azaltılması hususunda ise şunları belirtti: ‘Antibiyotiklere karşı direnç gelişmesini engellemek mümkün değildir; fakat makul önlemlerle azaltılıp kontrol edilebilir. Antibiyotikler iyi belirlenmiş endikasyonla (gerekçelerle), makul doz ve sürede kullanılmalı, hastaların ilaç uyumu için eğitim verilmelidir. Tıp Fakülteleri ve Sağlık Bakanlığı işbirliği yaparak hastanelerde ve toplumda akılcı antibiyotik kullanımını artıracak politikalar geliştirmelidir. Toplumda ve hastanede enfeksiyon kontrol önlemlerine sıkı uyum sağlanmalı, özellikle el yıkamaya çok büyük itina gösterilmelidir.’ SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 47 2014 YILI BOYUNCA DİJİTAL SAĞLIK TRENDLERİNİN YÖNÜ Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Sosyal medyanın ve dijital teknolojinin hayatın bir parçası olmasıyla birlikte bu alanlarda yatırımların gün geçtikçe arttığına şahit oluyoruz. Dünya devi teknoloji şirketlerinin, birdenbire dijital sağlık alanına yatırım yaptığını söylemek doğru olmaz. Aslında gözlerimizin önünde gerçekleşen şey, tam anlamıyla bir devrim. Tıp biliminin ilerlemesi ve cerrahi müdahalelerde sıklıkla teknolojiden faydalanılması, en basitten en karmaşığa, tüm süreçleri değişime zorladı. Neden mi? Elbette, zamandan kazanırken, daha yüksek başarı oranlı ameliyatların gerçekleşmesi için. Gitgide büyüyen bir pazardan çok, bir anda hızla büyüyen bir Pazar haline geldi dijital sağlık. Dijital sağlık çok geniş kapsamlı bir alan. İçinde 48 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 giyilebilir teknolojiden, sosyal medya kullanımına kadar pek çok konuyu barındırmakta. Bu durum, Google gibi pek çok teknoloji devinin bu alana yatırımlarını arttırmalarına neden oldu. Haliyle, bu kadar gelişime ve değişime açık bir pazarın trendleri sık sık değişmekte. Peki ama 2014 yılında trendler ne yönde ilerleyecek? Giyilebilir monitörler Amerikalı Consumer Electronics Association (Tüketici Elektroniği Derneği) araştırmasına göre, yetişkin tüketicilerin %13’ü giyilebilir fitness cihazlarını almaya niyetliyken; %9’u bu cihazları çoktan edinmiş durumda. 2012’de satın alma niyetinin %3 olduğuna bakarsak, 2014 yılı boyun- ca giyilebilir teknolojinin önemli yer tutacağı görülebilir. Giyilebilir teknolojinin tıp dünyasını en çok ilgilendiren kısmı ise, giyilebilir görüntüleme cihazları (monitörler). iHealth’in geliştirdiği taşınabilir kan basıncı ve kalp durumu görüntüleyicisi gelecek trendlerin de habercisi niteliğinde. Akıllı sensörler Kronik hastalıklarla mücadelede çığır açacağını düşündüğüm bir diğer önemli gelişme, akıllı sensörler. Sadece bir bantla vücudun ilgili noktasından kontrol amaçlı veri sağlayan çiplere sahip bu teknoloji yardımıyla, bazı kronik hastalıkların ataklarını öngörebilmek mümkün olacak diye düşünüyorum. Özellikle atak geçirilen hastalıklar konusunda yardımcı olabilecek bu teknoloji de dijital sağlığın gittiği bir başka yönü gösteriyor. Dijital destekli eğitimin doğuşu Özellikle sağlık alanında, zaman kazanmanın önemi, tıp alanında çalışan akademisyenleri dijitalleşmeye itiyor. Dijital yardımıyla her türlü bilgiye anında ulaşabilmenin gücü, pek çok akademisyenin bu yeni dünyayı keşfetmek istemesine neden oluyor. Dijital destekli eğitim yardımıyla, hologramlar kullanılarak verilmeye başlanan anatomi dersleri, pek çok kaynağın boşa harcanmasını da önleyecektir. Dijitalin bir başka getirisi de, ardındaki algoritmik güçtür. Bu sayede doğru programlama yaparak, pek çok ameliyatın simülasyonunu oluşturmak mümkün olabilecek. 2014 yılı içerisinde dijital sağlık alanının eğitime desteği artarak sürecek ve bu ikili trend bir yatırım alanı haline gelecek. Çevrimiçi hasta portalları Pek çok yatırımcının, maalesef, hala başarılı olamadığı dijital sağlık alanlarından biri de çevrimiçi hasta portalları bana göre. Bu tür girişimlerin başarılı olabilmesi için, çok iyi yönetilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizde de bu portalların pek çok örneği mevcut. Bu portalların hasta – doktor iletişiminde oldukça önemli olduğu çok açık. Üstelik ilaç firmalarının da kullanıcılarla direkt temasa geçmesine yardımcı olabilme potansiyelleri var. 2014 yılı çevrimiçi hasta portallarının daha da geliştirildiği, belki de pek çok başka uygulama ve sosyal eklentilerle zenginleştirildiği bir yıl olacak. Google glass ve kinect Google Glass’ın ameliyathanede yapabilecekleri çok fazla. Sadece deneme sürecinde bir çok ameliyatta denenen Glass, geliştirildiği takdirde pek çok cerrahın kullanmaya niyetli olduğu bir teknoloji. Bunun dışında hareket sensörlü Microsoft Kinect yardımıyla, operasyon esnasında klavye ya da diğer steril olmayan cihazlara dokunmadan görüntülerin büyütülebilmesi gibi bir potansiyel de var. Aslında tıp dünyasının dijitale geçişinin kolaylaşması Glass ve Kinect özellikleri taşıyan bir cihazın yapılmasıyla gerçekleşebilir. Kinect’den henüz dijital sağlıkla ilgili bir atak gelmemiş olsa da, Glass’ın bu alanda pek çok uygulamaya altyapı sağlayacağı çok açık. 2014 yılı dijital sağlık yatırımlarının arttığı bir yıl olacak. Öncü teknoloji firmaları, buluşları ile bizleri şaşırtmaya ve bilim dünyasını sarsmaya devam edecekler gibi görünüyor. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 49 haber DÜNYANIN EN KAPSAMLI UYUŞTURUCU SEMPOZYUMU YEŞİLAY TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLECEK Yeşilay, ‘Uluslararası Uyuşturucu ve Halk Sağlığı Politikaları Sempozyumu’yla konuyla ilgili İstanbul’da dünyanın en büyük Uyuşturucu konferansını düzenliyor. Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi, AB Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi gibi uluslararası kuruluşların temsilcileri başta olmak üzere, yaklaşık 50 ülkeden 1000 katılımcıyı İstanbul’da buluşturacak. Tütün, alkol, uyuşturucu madde, kumar ve teknoloji bağımlılığı alanlarında önleyici ve rehabilite edici çalışmalarıyla bir halk sağlığı kuruluşu olan Türkiye Yeşilay Cemiyeti, içinde bulunduğumuz Halk Sağlığı Haftası’nda politika önerilerini somut ve uluslararası bir düzleme taşımaya hazırlanıyor. Tüm dünyada ve Türkiye’de giderek artan uyuşturucu madde bağımlılığına karşı, mücadele stratejilerinin üst düzey otoritelerce tartışılması ve probleme küresel ölçekte çözümler bulmak amacıyla 29 Eylül - 1 Ekim 2014 tarihleri arasında İstanbul’da ‘Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu’ düzenliyor. Sempozyum arz/talep azaltımı, , tedavi ve rehabilitasyon gibi başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi ortaya koyması açısından önem taşıyor. 243 milyon kişi uyuşturucu kullanıyor 26 Haziran Uyuşturucu Kullanımı ve Kaçakçılığıyla Mücadele Günü’nde Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi 2014 Dünya Uyuşturucu Raporu’nu açıkladı. Rapora göre uyuşturucu madde kullanım yaygınlığının yaklaşık 243 milyon insanla dünya genelinde istikrarını koruduğu belirtilirken 15-65 yaş arası dünya nüfusunun %5’inin 2012 yılında yasadışı uyuşturucu madde kullandığı ifade edildi. Problemli madde kullanıcılarının sayısının yaklaşık 27 milyon olduğu, bunun da dünya yetişkin nüfusunun 0,6’sı ya da her 200 kişiden birine karşılık geldiği raporda yer aldı. Raporda ayrıca Türkiye’nin arzla 50 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 mücadele konusundaki başarısına dikkat çekildi ve yasadışı yollarla transfer edilmeye çalışılan uyuşturucu maddelerin, özellikle de eroin ve ecstasy’nin ele geçirilmesinde Türkiye’nin başarısına yüksek oranda vurgu yapıldı. Birçok ülkeye göre düşük olsa da Türkiye’de uyuşturucu bağımlıların oranı son yıllarda artıyor. 2005 senesinde uyuşturucudan gözaltına alınıp tutuklananların sayısı 4 bin 125 iken, 2013’te bu rakam 25 binin üzerine çıkmış. Hem halk sağlığı hem narkotik açısında önüne geçilmesi zor bir problem olan uyuşturucu bağımlılığı, tüm dünya toplumlarının gündemini meşgul etmeye devam ediyor. İstanbul’da gerçekleşecek sempozyum sayesinde, uluslararası sahada uyuşturucu politikalarında etkin teşkilatlar ve sivil toplum kuruluşları, konuyu küresel çerçevede ele alıp iyi uygulama örnekleri sunumlarını gerçekleştirecektir. Bu anlamda sempozyum Türkiye’nin mücadele kapasitesini geliştirilecek; Çin’den, Meksika’ya, Yemen’den İran’a, ABD’ye kadar dünyanın farklı yerlerinden gelen ilgili tüm tarafların deneyimlerini izleme ve öğrenme fırsatı sunacaktır. Ayrıca uyuşturucu madde kullanımının kriminal bir olgu olarak değil, bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması, bu alanda bilimsel temelli ve kanıta dayalı halk sağlığı politikalarının geliştirilmesi sempozyumda hedeflenenler arasında. Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Avrupa Birliği Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou Grubu gibi uluslararası seviyede 20’den fazla teşkilatı bir araya getirecek. Sağlık Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın da dahil olduğu sempozyumun, konunun ulusal bazda muhatapları arasında koordinasyonu güçlendirmesi bekleniyor. haber PALANTE Projesi Sağlık Bakanlığı, “Sağlık hizmet sunumunun izlenmesi, değerlendirilmesi ve kanıta dayalı karar almak için sağlık bilgi sistemlerinin geliştirilmesi” hedefine yönelik olarak Türkiye’den iki ortağın daha katılımıyla PALANTE Projesini yürütüyor. PALANTE (PAtient Leading and mANaging their healThcare through EHealth) Projesi Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı kapsamında desteklenmektedir. 1 Şubat 2012 tarihinde başlayan proje şu an hala devam etmektedir ve 31 Ocak 2015 tarihinde sona erecektir. Proje, Avrupa’nın farklı bölgelerinde 7 ayrı pilotu (İspanya Endülüs Bölgesi, İtalya Lombardiya Bölgesi, Türkiye, Norveç, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, İspanya Bask Bölgesi) ve Fransa ve Danimarka’da şimdiden yürürlükte olan 2 pilotu kapsamaktadır. Pilotlar çeşitli hasta yetkilendirme düzeylerini ve farklı kronik hastalıkları kapsayacak şekilde özenle seçilmiştir. Proje 10 ülkeden toplamda 21 ortağı ve 69.550 potansiyel kullanıcıyı kapsamaktadır. Hem kamu kurumlarından hem de özel şirketlerden oluşan pilot takımları tüm son kullanıcıların eSağlık tedarik sürecine dahil olmasını sağlamaktadır. PALANTE Projesi geniş kapsamlı bir çok pilotu kapsaması sayesinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin (ICT) kullanım potansiyelini ortaya koymakta ve bu sayede hasta yetkilendirmeye dahil olan tüm süreçlerin önemini vurgulamaktadır. Hedef Kitlesi Avrupa çapında tüm sosyal düzeylerdeki hastaların kendi verilerine erişme ve kendi tedavi süreçlerine dahil olma taleplerinin artması sonucu bu hastalar projenin hedef kitlesine dahil edilmiştir. Bazı pilotlar özel tedavi/ destek gerektiren kronik hastalıklar ve hastanın kendi tedavisini üstlenmesine fayda sağlayacak yardımcı araçlar üzerine odaklanmıştır. Proje sadece pilotların başarıyla tamamlanmasını değil aynı zamanda eSağlık projelerinin uygulama ve geliştirme aşamalarında önemli tecrübeler elde edilmesini ve yasa koyucuların, sağlık uzmanlarının ve sağlık yöneticilerinin önemli bilgilere ulaşmasını hedeflemektedir. Bu öğrenme sürecini geliştirmek ve pilotların kalitesini arttırmak için PALANTE Projesi geliştirme süreci boyunca her bir pilot yaşadıklarını ve tecrübelerini toplayıp diğer pilotlarla paylaşmıştır. Sonuç Projeye dahil olan pilotlar ilgili bölgesel veya ulusal sağlık sistemine entegre durumdadırlar. Tüm yenilikler kabul görmüş standartlar üzerine modüler bir mimari takip edilerek tasarlanmıştır, bu da yeni modüllerin eklenmesini kolaylaştırmıştır. Projeye Projeye Dahil Olan Pilotlar Pilot Ülke/Bölge Portal Pilot I Endülüs, İspanya Diyabet odaklı Hasta – Sağlık Uzmanı Pilot II Lombardiya, İtalya Kronik kalp hastalıkları odaklı Hasta – Sağlık Uzmanı Pilot III Türkiye Ankilozan Spondilit odaklı Hasta – Sağlık Uzmanı Pilot IV Güneydoğu Bölgesi, Norveç Hasta çıkış notu ve diyabet odaklı Hasta Pilot V Styria, Avusturya eXRay (Hastaların xRay’e maruz kalma oranlarının toplanması) Hasta Pilot VI Çek Cumhuriyeti Genel hasta erişimine ek olarak özellikle mobil platformlar için hayatı sinyallerin toplanması Hasta Pilot VII Bask Bölgesi, İspanya Astım ve COPD gibi kronik solunum hastalıkları odaklı Hasta – Sağlık Uzmanı Pilot VIII Fransa Genel hasta erişimi Hasta Pilot IX Danimarka Genel hasta erişimi Hasta Bu Proje Avrupa Birliği Tarafından Desteklenmektedir. 52 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 dahil olan ortakların engin tecrübeleri projenin etkili bir şekilde uygulanmasına katkı sağlamaktadır. Pilotların uygulanması ve geliştirilmesi aşamasında projeden edinilen bilgiler yeni eSağlık uygulamalarında kullanılmak üzere geniş bir kitleyle paylaşılacak politikalar ve kararların oluşmasını sağlamaktadır. Yapılan uygulamalardan, başarılı pilotlardan ve bu pilotların geliştirilmesinden elde edilen tecrübeler bir iş ve kıymetlendirme planına çevrilerek projenin erişilebilirliği ve uygulanabilirliği sağlanacaktır. Türkiye Pilotu (Pilot III) Türkiye pilotu temel olarak hastanın hastalığını tanıması üzerine odaklanmaktadır. Çünkü hastanın hastalığını tanıması kendi tedavi sürecinde rol almasındaki kilit noktalardan biri olarak kabul edilmektedir. Hastaya gerekli bilgiler verildikten sonra hastanın genel tedavi planı, bakım sürecindeki seçenekler ve bunların sonuçları, hastalığın şu anki durumu, tedavi süreci, yaşam üzerindeki etkileri gibi konularda bilgi sahibi olması hedeflenmektedir. Bunun için hasta ve doktorun ortak kullanacağı karar destek mekanizmaları sağlanmıştır. PALANTE Projesi’nin temel hedefi hastaları kendi hastalıkları konusunda yetkilendirmek, bu sayede kendi sağlıkları hakkında karar vermelerini ve kendi bakımlarında aktif rol almalarını sağlamak ve aynı zamanda bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde sağlık uzmanlarıyla etkin bir şekilde işbirliği yapmalarına yardımcı olmaktır. Türkiye’den pilota dahil olan 3 ortak vardır: • Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı • SRDC Yazılım Araştırma ve Geliştirme ve Danışmanlık Tic. Ltd. Şti. • Türkiye Romatizma Araştırma ve Savaş Derneği (TRASD) Türkiye pilotu düzenli bakım gerektiren Ankilozan Spondilit (AS) hastaları üzerine odaklanmaktadır. AS hastaları projenin Türkiye’deki ortaklarından SRDC’nin sağladığı eSağlıkKaydım platformu üzerindeki Sanal Artirit Klinik Servisi (SAKS) üzerinden kendi hastalıklarını yönetebilmekteler, yine bu sistem üzerinden sağlık uzmanları ve diğer hastalarla sürekli iletişim halinde olabilmektedirler. SAKS bir yandan hastalara tedavileriyle ilgili bilgileri sunarken diğer yandan hastaların hissettikleri, yaşadıkları, aldıkları ilaçların ya da yaptıkları egzersizlerin etkileri gibi önemli bilgileri düzenli olarak girebilecekleri bir arayüz sağlamaktadır. Sağlık uzmanları da bu bilgiler sayesinde hastanın durumu hakkında güncel bilgiye sahip olup, gereken durumlarda hastaya çok kısa sürede müdahale edebilmektedirler. Bu müdaheleler egzersiz değişimi gibi basit öneriler olabileceği gibi ilaç değişimi veya hastanın bir an önce doktor randevusu alması gibi önemli durumları da kapsamaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 53 haber BESLENELİM, HAR I L K EK ĞLI ET A ” ED “S IM L ELİM A , H U Z U R L U YA Ş AY 3-9 EYLÜL HALK SAĞLIĞI HAFTASI Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, 3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası kapsamında “Sağlıklı Beslenelim, Hareket Edelim, Huzurlu Yaşayalım” temasıyla etkinlik düzenledi. Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun Halk Sağlığı Haftası kapsamında düzenlediği programa Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, Bakanlık üst düzey yöneticileri ve çok sayıda sağlık çalışanı katıldı. Etkinliğin açılışında konuşan Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas sağlıklı bir toplum için sağlıklı bireylerin yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çekerek, “Koruyucu hekimliğe önem veriyoruz. Halk sağlığını korumak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Çalışan Sağlığı ve Güvenliği bizler için ön plandadır. Bunun için büyük bir gayretle çalışıyoruz.” dedi. 54 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Halk sağlığı ordusu olarak amaçlarının koruyucu hekimlik ile hastalıkların önlenmesi için politikalar üretmek olduğunu belirten Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, “Bireysel ya da toplumsal olarak hastalıkların ortaya çıkmasını engellemek birincil hedefimizdir. İnsanlarımızı hasta olmadan eğitip onlara hasta olmamayı öğretirsek görevimizi yerine getirmiş oluruz” ifadelerini kullandı. Etkinliğin ev sahipliğini yapan THSK Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan ise katılımcılara teşekkür ederek, “Amacımız halk sağlığında farkındalığı artırmak, hastalığın tanısı konmadan, insanlar hastalanmadan onlara yararlı olmaya çalışmaktır. Koruyucu hekimlik çalışmalarının yaygınlaştırılması, toplum bilincini yükselterek hastalıklar meydana gelmeden önlenmesi ve hayat standartlarının yükseltilmesi halk sağlığı çalışmalarında ana hedefimizdir.” şeklinde konuştu. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nda yapılan kutlamalarda 8 masada halkımızın sağlık bilincinin yükseltilmesine yönelik eğitimler verilirken başkanlığın faaliyet alanlarıyla ilgili tanıtımlar gerçekleştirildi. Açılış konuşmasının ardından “Sigarayı Bırakmak İstiyorum” konulu film gösterimi yapıldı. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanı Murat Gültekin, Türkiye’de yılda yaklaşık 735 erkeğe ve 560 kadına melanom teşhisi konulduğunu belirtti. Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanlığı, Türk Onkoloji Vakfı, Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Türk Onkoloji Grubu Derneği, Kanserle Dans Derneği tarafından bir deri kanseri türü olan melanomla ilgili farkındalık oluşturma amacıyla düzenlenen “Çocuğunuzu Melanomdan Koruyun” adlı sosyal sorumluluk projesi tanıtıldı. Toplantıda konuşan Gültekin, dünyanın gelişmiş bazı ülkelerinde son 1520 yılda melanomun görülme oranının 2-3 misli arttığını söyledi. Gültekin, projenin Türkiye’de melanom hasta sayısının azaltılması amacıyla hayata geçirildiğini anlatarak, şöyle devam etti: “Şu anda ülkemizde az da olsa melanom görülme oranının artışını bekliyoruz. Bu konuda mutlaka bir takım eğitim, önleme ve erken teşhis tarama faaliyetleri yapmamız gerekiyor. Vücudumuzun D vitaminine de ihti- yacı var, bunu unutmamak gerekir. Güneş ışınlarının fazlasından kendimizi ve gelecek nesilleri korumamız gerekiyor. Genç yaşlarda solaryumun da malin melanom riskini arttırdığı bilinmektedir. Bu projeyle hazırlanan tüm broşürleri hekimler aracılığıyla halkımıza ulaştıracağız. Kendi kendine cilt muayenesinin yaygınlaştırmayı da hedefliyoruz.” “Güneş Kreminin Koruma Faktörü 30’un Üzerinde Olmalı” İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dermatoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir ise melanomda diğer deri kanserlerine kıyasla ölüm riskinin daha fazla olduğunu kaydetti. Deri kanserine yakalanma riskinin ilk 10 yaşta alınan ultraviyole dozuna bağlı olduğunu anlatan Aydemir, güneşin yanık yapacak kadar yüksek dozda alınmasının, kişiyi bir basamak daha melanoma yaklaştırdığını söyledi. Hastalığın sürekli güneşte çalışan- haber ÇOCUĞUNUZU MELANOMDAN KORUYUN larda değil, tatile çıkanlarda daha sık görüldüğünü ifade eden Aydemir, güneş ışınlarının en dik geldiği vaktin 2 saat öncesi ve sonrasında dışarı çıkılmamasını istedi. Güneşten en iyi korunma şeklinin doğru giyinme olduğunu vurgulayan Aydemir, şu önerilerde bulundu: “Giysili alanınıza güneş etki etmiyor. Kuru, sık dokulu ve koyu renk giyinmeli. Bize hep sıcak havada açık renk giyinmek öğretilirdi. Isıdan, güneşten korunmak için sık dokulu ve koyu renk giyinmek gerekir. Hep gölgeden yararlanmak isteriz fakat gölge, çevreden, sudan, betondan yansı yapar. Gölgede ancak yüzde 50 korunabiliriz. Şapka da kısmen korur. Bunların dışında güneş kremi kullanabiliriz. Koruma faktörünün 30’un üzerinde olması gerekir.” Ertuğrul Aydemir, açık tenli, fazla beni olanların melanom hastalığına yakalanma riskinin daha çok olduğunu belirterek, benlerin 2-3 ayda renk, şekil, boyut değiştirmesi durumunda mutlaka bir dermatoloğa gidilmesi gerektiğini anlattı. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 55 illüstrasyon: Cihan Oğuz Demirci SAĞLIK TURİZMİ 5 KAT FAZLA KAZANDIRIYOR Selin S. YILDIRIM Medikal Turizm Derneği USA Avrupa Başkanı TC Sağlık Bakanlığı Sağlık Politikaları Kurulu Üyesi Dünyada özellikle son 20 yıldır büyüyen sağlık turizminin trendi artıyor. Özellikle bazı ülkelerde hızla büyüyen bir sektöre dönüşen (Medikal, Termal & ileri yaş, Geleneksel ve TamamlayıcıTıp olarak 3 bölümde incelenmeli) 56 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 sağlık turizmi; tüketiciden üreticiye herkesin dikkatini cezbediyor. Zihin, ruh veya bedeni tedavi etmek amacı ile bulunduğunuz ülkeden, hatta şehirden farklı bir yerde tedavi olmak için seyahat etmek sağlık turizmi olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre sadece ülkeler arası değil, ülke içinde şehirlerarasında da ‘’yurtiçi sağlık turizmi’’ yapıyoruz aslında. bilmekte saklı. Teknolojinin baş döndüren hızla ilerlediği, sınırların ortadan kalktığı, dünyanın bir ucundaki vatandaşın herhangi bir ihtiyaç için binlerce kilometre uzaktaki diğer bir ülkeden her türlü hizmeti satın alabildiği çağda yaşıyoruz. Tüketicinin böylesine global araştırmalar yaptığı süreçte siz, kalitenizle fark yaratabiliyorsanız kazanan oluyorsunuz. Belki henüz tam olarak farkında değiliz ama ülkemizdeki her il, dünya vatandaşları için öncelikli sağlık turizm destinasyonu potansiyeli taşıyor. Marifet, bu avantajları fırsata çevire- Sağlık turizminin ciddi büyüme potansiyeline sahip olması, sağlık hizmetlerinde ihracatı arttırmak isteyen ülkelerin iştahını kabartıyor. 2013 yılında The George Washington Üni- versitesi ve Medikal Turizm Derneği Amerika’nın birlikte yürüttüğü araştırma raporu; her bir medikal turizm hizmeti alan kişinin turizm gelirlerinin, en az 5 katından fazla ülke ekonomisine katkı sağladığını ortaya koydu. Bir başka anlamda sağlık turizminde harcanan tutar, bilinen klasik turist harcamalarının 5 katına ulaşıyor. Bu nedenle ABD’den, Asya bölgesine kadar birçok ülke bu alanla özel olarak ilgileniyor. Amerika, sağlık hizmetlerindeki yüksek ücret ve talep fazlası sebebiyle sağlık turizminde ilk sırada yer alıyor. Asya bölgesi ise son yıllarda tedavide, altyapıda sunduğu yüksek kalite ve diğer bölgelere nazaran düşük fiyatlı hizmetleri nedeniyle pazarda öne çıkmayı başardı. Sağlık turizmindeki tercih nedenlerini irdelediğimizde karşımıza çıkan hususlardan biri de, coğrafi yakınlık ve kültürel benzerlikler oluyor. Brezilya ve Meksika’nın en çok ABD’den gelen hastaları tedavi etmesi bu gerçeği yansıtıyor. Asya bölgesi sağlik turizminde üs oluyor Amerika’nın ardından Asya bölgesinde; Tayland, Hindistan, Singapur, Malezya, Tayvan ve Güney Kore öne çıkıyor. Özellikle batı Avrupalılar, kozmetik ameliyatlar için en çok Asya bölgesini tercih ediyorlar. 2003 yılında Singapur Sağlık Bakanlığı’nın desteği ve yönlendirmesi ile 3 devlet kurumunun (Ekonomik Kalkınma Ofisi, Turizm Ofisi ve Uluslararası Girişim Kuruluşu) birlikte oluşturduğu SingapurMedicine ortaklığı, Singapur’un Asya kıtasındaki en üst düzeyde sağlık tedavisi sunan ve pastanın en büyük kısmına sahip olan ülke konumuna gelmesini sağlıyor. Güney Kore, 2015 yılında 300.000 yabancı hastayı tedavi etmeyi hedefliyor. Sağlık turizmine büyük önem veren Güney Kore’de 28-30 Mayıs 2014 tarihlerinde düzenlenen, ‘’Medical Korea 2014’’ Kongresi’nde; İngiltere, Amerika, Japonya ve Güney Kore sağlık otoriteleri biraraya geldi. Kongrede, dünyanın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan başarı hikayeleri de masaya yatırıldı. Farklı ülkelerden, değişik deneyimleri dinlemek herkes için oldukça etkileyiciydi. Kongrede konuşmacılardan biriydim. Medikal turizminde sayısal ve uluslararası bilinirlikle başarıyı yakalamış Türkiye deki başarı hikayelerine yer verdiğim konuşmamda ayrıca ülkemizin sağlık turizmindeki sahip olduğu avantajları ve projeleri ve stratejileri anlattım. Altını çizdiğim konuların; ülkelerini temsil eden sağlık bakanlığı yöneticileri ve sektör temsilcileri tarafından ilgiyle izlenmesi memnuniyet vericiydi. Asya bölgesinde, Türkiye’nin başarı hikayelerinin konuşulması elbette bizler için gurur vericiydi. Güney Kore Sağlık Bakanlığı’nın düzenlediği Kongrede; özetle dünyanın farklı ülkelerindeki deneyimler paylaşıldı. Devlet ve özel sektöre bağlı kurum ve kuruluşların başarı hikayeleri gündeme taşındı. Konuya hakim üst düzey konuşmacılarla çoğunluğu Asya kıtasından katılan sağlık turizm uzmanlarından oluşan üst düzey katılımcılar eşliğinde başarılı bir kongre oldu. Organizasyonda tüm detayların düşünülmesi, kongreyi kusursuz kıldı. Güney kore 300 bin hasta bekliyor Güney Kore, 2015 yılında 300.000 yabancı hastayı tedavi etmeyi hedefliyor. Bunun için her detayı düşünüp, takdire şayan projeleri hayata geçiriyor. Sağlık yatırımlarından başlayan çalışmalar, Bakanlıkların sağlık turizm stratejilerinde ortaya koyduğu planlı ve organize çalışmalar Güney Kore’nin, bölgede öne çıkmasının en büyük sebebi. Seul Havaalanı’na inip, pasaport kontrolüne girdiğinizde henüz ilkadımda, sağlık turizminin bu bölgede ne kadar ciddi şekilde ele alındığını fark ediyorsunuz. Pasaport kontrolünün bir bölümünde, ‘Sağlık Turisti Pasaport Kontrolü’ yazıyor. Ne Güney Kore, ne de diğer ülke vatandaşı değil! Sadece sağlık tedavisi için ülkeye gelenlere özel hizmet alanları oluşturulmuş bu havaalanında. Daha ülkeye girerken öne çıkarılan bu farklı imaj, ülkeye gelen herkes için güven hissi uyandırıyor.İnsanlar, sonraki seyahatlerinde sağlık ihtiyacı için bu ülkeye geldiğinde, özel bir hizmet alacağını, ülkenin özellikle sağlık tedavisi için tercih edilebileceğini öğrenmiş oluyor. Küçük adımla büyük imaj Ülkeye girişte yaratılan bu imaj bir zincir şeklinde devam ediyor. Güney Kore’deki hastaneleri gezdiğimizde üst düzey teknoloji, kaliteli alt yapı, misafir odaklı hizmet anlayışı hemen dikkat çekiyor. Böylece Güney Kore bölgenin sağlık üssü olma konusunda emin adımlarla ilerliyor. Güney Kore’ye çoğunlukla Çin, Japonya ve Rusya’dan hastalar tedavi olmak için geliyorlar. Koreliler, diğer bölgelerde kurmuş oldukları pazarlama stratejisini şimdi Ortadoğu için kurguluyor ve çalışmalar yapıyor. Bir yandan başarılarını düzenlediği uluslararası kongre ile tüm dünya kamuoyu ile paylaşırken, bir yandan da dünyadaki farklı örnekleri takip eden Güney Kore, diğer yandan araştırıp, öğrenmeye devam ediyor. Bu ülkeye ilişkin başarılı performansı paylaşırken, Türkiye’nin de bu anlamda stratejik bir plan dahilinde harekete geçmesi gerektiğinin altını tekrar çizmek gerekiyor. Türkiye, bulunduğu bölgede sağlık turizmi yıldızı olmayı hedeflemeli, çünkü birçok Avrupa ülkesinin standartlarının üzerinde alt yapı yatırımına ve kaliteli sağlık hizmetine sahipiz. Bir yabancının Türkiye’de tedavi edilmesi, başta ülke imajına ve ekonomisine en büyük katkıyı sağlamaktadır. Unutmamalı ki her bir tedavi edilen yabancı hasta Türkiye’nin kendi ülkesindeki avukatıdır. Kaynaklar: www.oecd.org / Medical Tourism: Treatments, markets and health System Implications: A scoping review - Neil Lunt, Richard Smith, Mark Exworthy, Stephen T. Green, Daniel Horsfall and Russell Mannion www.singaporemedicine.com SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 57 haber OKUL ÖNCESİ, ÇOCUĞUNUZUN GÖZ MUAYENESİNİ YAPTIRMAYI UNUTMAYIN Yeni öğretim yılı için hem ailelerin hem de çocukların hazırlıkları tamamlanmak üzere. Peki, bu hazırlık sırasında çocuğunuzun göz muayenesini yaptırdınız mı? Türkiye’de her üç çocuktan biri uzak veya yakını görmede problem yaşıyor. Çoğu kez de ilk göz sorunları, okul sıralarıyla tanıştığı dönemde ortaya çıkıyor. Bu durum çocukların ders başarısının düşmesine dahi sebep olabiliyor. Okulların açılmasına sayılı gün kaldı. Aileler çocuklarının okul kıyafeti, defter, kalem gibi ihtiyaçlarını giderme telaşına düştü. Ancak okul öncesi yapılan hazırlıklara mutlaka göz kontrollerinin de eklenmesi gerekiyor. Türkiye’deki her üç çocuktan birinin uzak veya yakını görmede problem yaşadığını belirten Opr. Dr. Tülay Kılıç, ailelere okul öncesinde çocuklarını muhakkak göz muayenesinden geçirmeleri gerektiği uyarısında bulundu. Opr. Dr. Tülay Kılıç, “Uzak veya yakın görme sorunları okul başarısını etkiliyor” dedi. Başarısızlığın nedeni iyi görememek olabilir Ailelerin bazen çocuklarının okuldaki başarı seviyelerinin düşük olmasının nedenini öğrenme yeteneklerinin düşük olmasına bağlayabileceğini 58 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ifade eden Opr. Dr. Tülay Kılıç, “’Oysa sorun, bir göz rahatsızlığından kaynaklanıyor olabilir. İyi göremediği için derslerinden geri kalabilir. Göz bozukluğunda önlem alınmadığında, çocuk okulda tahtayı iyi göremiyor numaralar arasında fark varsa bu durum baş ve göz ağrısına neden olabiliyor. Bunun sonucunda da çocuğun derse olan ilgisi ve konsantrasyonu azalıyor” diye konuştu. 16 yaşına kadar düzenli kontrol şart Opr. Dr. Tülay Kılıç okul öncesi yapılacak basit bir göz muayenesi ile mevcut görme azlığı problemi ve tetikleyebileceği durumların erken tespit edilebileceğini söyledi. Opr. Dr. Kılıç, “0-16 yaş grubundaki çocukların gözlerini korumak için; doğumdan hemen sonra, ilk bir yaş, iletişimin kurulabildiği ve görmenin alınabildi- ği 2-4 yaş içerisinde, okula başlamadan önce ve okul süresince düzenli göz muayenesi yapılması gereklidir” dedi. Gözünün bozuk olduğunu nasıl anlarsınız? Opr. Dr. Tülay Kılıç çocukların gözlerindeki bozukluğun belirtilerini şöyle sıraladı: • Göz kayması, gözde sulanma, gözleri sık sık ovalamak. • Bir gözü kapayarak bakmak, gözlerini kısarak bakmak. • Çok yakından okumak, okuduğu satırı atlamak. • Televizyonu yakından izlemek. • Aktivitelerde düşük performans, baş ağrısı, dalgınlık. • Başı bir yana eğerek bakmak. haber “17. ULUSLARARASI FARMASÖTİK TEKNOLOJİ SEMPOZYUMU” ANTALYA’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ Hacettepe Üniversitesi tarafından bu yıl 17.’si düzenlenen “Uluslararası Farmasötik Teknoloji Sempozyumu”nda konuşan Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Osman Kara, ilaç üreticilerinin sürdürülemez fiyat seviyeleri ve referans fiyat uygulaması nedeniyle yeni ve yenilikçi ürünlerini Türkiye pazarına sunamadıklarını ve gerekli yapısal reformların yapılması halinde Türkiye’nin 10 yıl içinde Avrasya bölgesinin üretim merkezi olabileceğini belirtti. Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Teknoloji Anabilim Dalı tarafından 1982 yılından beri düzenlenen ve ülkemizde Farmasötik Teknoloji alanındaki bilim adamları ve araştırmacıların Türk İlaç Endüstrisi ile bir araya gelmesini sağlamayı amaçlayan “17. Uluslararası Farmasötik Teknoloji Sempozyumu” 60 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 başladı. Akademik dünyanın yanı sıra, özel sektör ve kamu kuruluşlarının da katılımı ile 8-10 Eylül tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirilen sempozyuma Sağlık Bakanlığı, TÜBİTAK ve SGK gibi kurumların yanı sıra Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) gibi sektörel iş kuruluşları da destek veriyor. Sempozyumun ilk gününde gerçekleştirilen bilimsel sunumların yanı sıra ilaç sektörünün temel sorunlarından biri olan “geri ödeme” konusu da sektör ile ilgili kamu ve özel sektör yetkilileri tarafından “İlaç Sektöründe Geri Ödeme” başlığı altında çeşitli açılardan tartışıldı. Bu kapsamda katılımcılara “Karar Vericiler ve Endüstri’nin Bakışıyla İlaç Sektöründe Varlık Fiyatlaması Modellerinde Yeni Yaklaşımlar” konulu bir sunum yapan AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Osman Kara, kur sabitlemesinin menfi etkileri ve diğer ek indirimlerin ülkemizdeki ilaç fiyatlarının sürdürülemez seviyelere düşmesine neden olduğunu belirtti. Bu sürecin endüstrinin kaldırabileceği düzeyleri aştığını ve hastaların yeni, yenilikçi ve çığır açan ilaçlara erişiminin engellendiğini söyleyen Kara, “Maalesef uzun, zahmetli ve çok yüksek yatırımların neticesinde hastaların hizmetine sunulan yeni moleküller, yeni ilaçlar, ne yazık ki artık Türkiye’de pazara girememekte ve sadece sınırlı sayıda hastanın erişimine açık hale gelmektedir. Uzun dönemde bunun neticesi olarak, ülkemizde yeni ve yenilikçi ilaçlara hastaların erişimi neredeyse imkânsız hale gelebilir.” şeklinde konuştu. Katılımcılara “İnsan hayatına nasıl değer biçebiliriz?” sorusunu yönelten AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Osman Kara, hayat kurtaran yenilikçi ilaçlara erişimin bir insan hakkı olduğunu söyledi. Daha uzun, daha aktif ve daha kaliteli bir yaşamı, sevdiklerimizle birlikte sürmemize katkıda bulunan araştırma ve geliştirmeye dayalı yenilikçi ilaç sanayinde ekosistemin güçlü, öngörülebilir ve sürdürülebilir kılınması gerektiğini ifade eden Kara, hastaneye yatış, ameliyat, komplikasyon veya hasta bakım ve nekahet gibi unsurlar düşünüldüğünde yenilikçi ilaçlar sayesinde orta ve uzun vadede kişi başına düşen sağlık harcamalarını azaltıp, ülke bütçesine, aile bütçesine daha fazla pozitif katkı yapıldığını belirtti. Konuşması sırasında ilginç bir istatistiğe de yer veren AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Kara, 2005 – 2011 yılları arasında FDA ve EMA süreçlerini tamamlayarak bu ülkelerdeki hastaların kullanımına sunulan molekül ve bileşiklerin ancak %29’unun aynı dönemde Türkiye’de erişilebilir olduğunu, bu rasyonun, 2013’ün ikinci çeyreğinde %4’e düştüğünü ifade etti. Söz konusu olan ilaca erişim hakkı ve insan hayatı iken, Amerikalı ve Avrupalı bir hastanın neden yenilikçi ilaçlara Türk insanından daha fazla erişim şansına sahip olduğuna cevap bulmamız gerektiğini ifade eden Kara bunun nedeninin, ilaç üreticilerinin hâlihazırdaki sürdü- rülemez fiyat seviyeleri ve referans fiyat uygulaması nedeniyle yeni ve yenilikçi ürünlerini Türkiye pazarına sunamamaları olduğunu söyledi. Güçlü bir fikri mülkiyet koruması ve sürdürülebilir bir fiyat olmadan, öngörülebilir, dengeli bir bütçe ortaya konmadan, ilaç endüstrisinin, Ar-Ge süreçleri yıllarca devam tek bir molekülü, tek bir ilacı, milyarlarca dolarlık yatırımla hastalara sunmaya devam edemeyeceğini ifade eden Kara, Türkiye’de ilaç sektörünün hâlihazırdaki durumunun, zorlu uluslararası rekabette Türkiye’yi öne geçirecek bir seviyede olmadığını ve bu nedenle Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in global ilaç yatırımlarından Türkiye’den çok daha fazla pay aldığını belirtti. Kara: “Türkiye’nin 2023 hedeflerine giden yolda ilaç endüstrisi en önemli aktörlerden biri olacak.” Kara; Türkiye’nin 10 yıl içerisinde orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya bölgesinin üretim merkezi olabileceğini ve AİFD olarak ilaç sektörü için bu hedeflerin ulaşılabilir olduğu kanaatinde olduklarını söyledi. AİFD Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu Başkanı Kara, “Eğer gerekli yapısal reformları uygular, sağlık sistemimizde AR&GE ve inovasyonu hak ettiği şekilde desteklersek, inanıyorum ki ilaç endüstrisi hep beraber çalışarak, Hükümetimizin 2023 hedeflerine giden yolda en önemli aktörlerden biri olacaktır. Türkiye bölgesinin yönetim, üretim, inovasyon ve hatta AR&GE merkezi haline gelebilir. Bu güçlü potansiyele fazlasıyla sahip olduğumuzu düşünüyorum.” dedi. Kamu, özel sektör, iş dünyası, sivil toplum ve akademinin sürdürülebilir bir diyalog içerisinde ve pozitif gündemle konuşmasını, iletişim kurmasını, görüş alışverişinde bulunmasını, somut öneriler geliştirerek “Ortak Akıl” tesis edilmesini, günümüz dünyasının meselelerini çözebilmek için olmazsa olmaz gördüğünü ifade eden Kara “Hatırlatmak isterim ki, esasen hepimiz, aynı geminin içerisindeyiz…” dedi. “AİFD üyeleri olarak, Türkiye’nin yenilikçi ilaç üreticileri olarak, katkı koymak, çözüm önerileri geliştirmek, topluma değer katmak adına Hükümetimiz ve tüm diğer paydaşlarımız ile birlikte çalışmaya, fikir üretmeye hazırız.” şeklinde konuşan Osman Kara, hastaların ihtiyaç duyduğu; yaşamak için, sevdikleriyle daha uzun bir zamanı, mutlu, huzurlu ve aktif bir şekilde paylaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yenilikçi ilaçlara erişim problemlerini çözebilmek için sürdürdükleri mücadeleyi bırakmayacaklarını söyledi. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 61 sağlığımıziçin CİLT KANSERİ Cilt kanserleri cilt dokularından kaynaklanan ve birden fazla türü olan kanserlerdir. Cilde rengini veren Melanosit isimli hücrelerden kaynaklanan kanserler Malign melanoma olarak adlandırılır. Bazal hücrelerden kaynaklanan kanserler, bazal hücreli karsinomalardır. Cildin dış tabakasındaki yassı hücrelerden kaynaklanan kanserler yassı hücreli karsinomalardır. Yine sinir sisteminden gelen uyarılara hormon üreterek cevap veren nöroendokrin hücrelerinden kaynaklanan cilt kanserleri de vardır. Cilt kanserleri ileri yaşlarda, güneş ışığına maruz kalan bölgelerde veya bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde ortaya çıkar. Cilt kanserinde erken teşhis oranı diğer kanser türlerine göre daha yüksektir çünkü kanserin neden olduğu belirtiler cilt yüzeyinde, gözle görülebilir. Tabii bunun yanında cilt yüzeyin62 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 de yeni oluşan lekelerin ve mevcut et benlerinin düzenli olarak bir doktor tarafından kontrol edilmesi, kanserin ilerlemeden kontrol altına alınabilmesi için son derece önemlidir. Cilt kanseri ciltte çıkan ve 4 hafta içinde geçmeyen lekeler veya yaralar olarak kendini belli edebilir. Bu lekeler/yaralar kaşınabilir, acıyabilir, kanayabilir, pullanabilir veya kabuk bağlayabilir. Cildin çatladığı bölgelerde, nedenini tam olarak belirleyemediğiniz küçük ülserler oluşabilir. Cilt kanseri türleri Cilt kanserleri bazal hücreli kanser, skuamöz hücreli kanser ve melanom olarak üçe ayrılır. Bazal Hücreli Cilt Kanseri: Bazal hücreli cilt kanseri epidermisteki (cildi dış etkenlere karşı koruyan üst tabaka) bazal hücrelerin değişimiyle oluşur ve en sık görülen cilt kanseri türüdür. Gelişimi yavaştır, cilt geneline yayılmaz ve nadir olarak hayatı tehdit eder. Skuamöz Hücreli Cilt Kanseri: Yaygın olarak görülen kanser türlerinden biridir. Skuamöz hücreli cilt kanseri lenf bezleri ve iç organlara yayılabildiği için tedavinin hemen başlatılması gerekir. Zamanında tedavi edilmeyen skuamöz hücreli cilt kanseri ölümle sonuçlanabilir. Melanom: Üçüncü ve en tehlikeli cilt kanseri türü olan melanom, diğer cilt kanseri türlerine oranla nadir olarak görülmekle birlikte erken teşhis edilmediği takdirde ölümle sonuçlanabilir. Erken teşhis edilebilirse hastanın tam olarak tedavi edilmesi mümkündür. Farklı renklerde ve sınırları tam olarak seçilemeyen benlerin melanoma dönüşme riski bulunmaktadır. Cilt kanseri belirtileri Farklı cilt kanserlerinin farklı belirtileri bulunmaktadır. Aşağıda türüne göre, o cilt kanseri türünün en sık görülen belirtilerini bulabilirsiniz. Ancak her kişi için cilt yüzeyinde gözle görülür belirtiler aynı olmayabilir. Bu nedenle cildinizde yeni lekeler, benler ve yama şeklinde kızarıklıklar oluştuğunda emin olmak için mutlaka bir doktora görünmeniz önerilir. Ayrıca et benlerinin olası kanser riskine karşı düzenli aralıklarla kontrol ettirilmesi kritik önem taşımaktadır. Melanom Belirtileri: Cilt yüzeyinde yeni bir leke veya mevcut bir lekenin şeklinin, renginin ve büyüklüğünün değişmesi olarak kendini belli edebilir. Cildin normalde güneş ışığına maruz kalmadığı bölümlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Melanomun bir diğer türü olan “nodular melanom”da ise cilt yüzeyinde oluşan lekeler daha çok kabartı ve kubbe şeklindedir. Bir süre sonra bu kabartı şeklindeki lekelerde kanama ve kuruma görülebilir. Genellikle pembe ve kırmızı, daha nadiren de kahverengi ve siyah olarak görülürler. Uzun süreler güneş ışığına maruz kalmak, korunmasız güneşe çıkmak, genetik özellikler melanom’un başlıca nedenleri arasındadır. Ayrıca renkli gözlü ve açık tenli insanlarda melanom görülme oranı daha yüksektir. Bazal Hücreli Cilt Kanseri Belirtileri: Çoğunlukla soluk kırmızı renkte, kuru ve pullu kabartılar şeklinde görülür. Bu kabartılar ülserleşebilir ve tamamen iyileşmeleri mümkün olmayabilir. Bu lekeler sıklıkla cildin güneşe maruz kaldığı bölgelerde ortaya çıkarlar ve zaman içinde büyürler. Skuamöz Hücreli Cilt Kanseri Belirtileri: Bu cilt kanseri türü kendini cilt üzerindeki sertleşmiş, kırmızı ve kolay kanayan lekelerle belli eder. Lekeler kuru olabilir ve ülserleşebilir. Çoğunlukla 50 yaş üzeri yetişkinlerde görülür. Benlerin Kansere Dönüşümü: Meloma bazı durumlar bir benden başlayabilir. Ben üzerinde kabuklanma var- sa, ben değişik renk tonlarındaysa, kanama ve kaşıntı varsa, asitmetri ve benin kenar hattında düzensizlik varsa, ben çevresinde kızarıklık oluşuyorsa ve üzerinde kıllanma artışı varsa kontrol ettirilmelidir. Eğer bende bu değişimlerin biri veya birkaçı varsa ben cerrahi müdahale ile çıkarılır ve patolojik olarak incelenir. Cilt kanseri belirtileri için bir genelleme yaparsak, cilt üzerinde daha önce bulunmayan leke, kabartılar, yan yana küçük kitleler, kanama ve ağrı yapabilen yeni oluşumlar cilt kanseri belirtisi olarak kabul edilebilir. Tabii bu lekeler ya da kabartılar mutlaka kanser nedeniyle değil, güneşin, ilerleyen yaşın veya diğer faktörlerin etkisiyle de ortaya çıkabilir. Ancak tedbiri elden bırakamamak için bu tip lekelerin kontrol edilmesi önemlidir. Cilt kanseri hakkında gerçekler ve yanlış bilinenler Solaryumda bronzlaşmak daha sağlıklı: Yanlış. Solaryum tüm cilt kanseri türleri açısından daha yüksek risk taşımaktadır. Yüksek basınçlı güneş lambaları normal güneş ışınlarından 12 kat daha fazla UVA (ultraviyole A ışını) yaymaktadır. Güneş bulutlu günlerde cilde herhangi bir zarar vermez: Yanlış. Güneşin, ciltte hasara yol açan UV ışınlarının %80’i buluttan ve sisten geçebilmektedir. Koyu tenli cildi olanlar cilt kanseri olmaz: Yanlış. Evet, açık tenliinsanlarda cilt kanseri görülme oranı koyu tenli kişilere göre daha yüksektir ancak bu koyu tenli insanlarda hiç cilt kanseri görülmediği anlamına gelmez. 50 koruma faktörlü güneş kremi kullandığım için güneş cildime zarar veremez: %100 doğru değil çünkü kullandığınız güneş kremi sadece güneşin UVB ışınlarını önlüyorsa cilt kanserine yol açabilen UVA ışınlarına karşı korumasız olabilirsiniz. Kendi kendine cilt kontrolü nasıl yapılır? Kanserin cilt üzerindeki belirtileri vü- cudun her bölgesinde görülebileceği için düzenli aralıklarla tüm cildinizi kontrol etmelisiniz. Boy aynası cildin büyük bir bölümünü görebilmek için etkili olabilir. Sırtınızı ve vücudun arka kısmını ise yine boy aynası karşısında, elinizde tutacağınız küçük bir ayna ile gözden geçirebilirsiniz. Tüm kıyafetlerinizi çıkarın ve bulunduğunuz odanın küçük lekeleri görebilecek kadar aydınlık olduğundan emin olun. Boy veya el aynasıyla göremediğiniz bölümler için bir aile bireyinden veya bir arkadaşınızdan yardım alabilirsiniz. Güneşten korunmak için nasıl bir güneş kremi seçmeli? Güneş kremi seçiminden önce güneşin cilde zarar veren ve cilt kanserine neden olabilen UVA ve UVB ışınları hakkında kısa bilgi verelim. Uzun dalga UVA ışını ciltte kalıcı etkiye neden olan, cildi yaşlandıran ve cilt kanserine yol açabilen ultraviyole ışınıdır. UVB ise kısa dalga ultraviyole ışınıdır ve güneş yanığına, cilt hasarına ve UVA gibi cilt kanserine neden olabilir. Güneş kremi ambalajı üzerinde bulunan “SPF” Güneşten Koruma Faktörü (Sun Protection Factor) anlamına gelir. SPF ne kadar yüksek olursa (örneğin 50 SPF) kremin koruyucu etkisi o kadar fazladır. Örneğin hiç krem kullanmadığınızda cildiniz güneşte 20 dakika içinde kızarmaya başlıyorsa, SPF 50 krem ile bu süre 50 kat uzar. Seçeceğiniz koruma faktörlü güneş kremi her iki ultraviyole (UVA ve UVB) ışınına karşı koruma içermelidir. Bu bilgileri kremin ambalajı üzerinde bulabilirsiniz. Güneş kremleri cilde sürülürken çok yedirilmemelidir ve cilt yüzeyinde bir tabaka oluşturacak şekilde sürülmelidir. Her ne kadar bazı kremler “su geçirmez” veya “sudan etkilenmez” ibareleriyle satılsa da denize girip çıktıktan sonra yeniden güneş kremi sürülmelidir. Denize girmeseniz bile güneşten en çok etkilenen burun, omuzlar, ayak üstleri gibi bölgelerdeki kremi, düzenli aralıklarla tazelemelisiniz. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 63 sağlığımıziçin SONBAHAR KRONİK HASTALIKLARI TETİKLEYEBİLİR Mevsim geçişlerinde bazı hastalıklar nüksederken bazıları da şiddetini artırabilir İnsan vücudunu ve sağlığını etkileyen en önemli nedenlerden biri de sıcak-soğuk değişimleridir. Ani değişen hava şartları ve kısa süreli ısı farklılıkları vücudun bu duruma alışmasını zorlaştırır. Bu durumda vücudun strese girmesine yol açarak savunma sistemini zayıflatabilir. Özellikle mevsim geçişlerinde bazı hastalıklar ilerleyebilir. Kalp, hipertansiyon ve şeker hastaları gribe dikkat! Sonbahar-kış aylarında vücudun direncinin düşmesi sonucu gribal salgınlara daha sık rastlanır. Grip virüsleri birçok insanı etkilemesinin yanı sıra özellikle kronik hastalığı olan kişiler için daha fazla risk oluşturur. Grip virüsü; kalp hastalığı, hipertansiyon ve şeker gibi kronik hastalık 64 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 grubunda çok daha hızlı ilerleyerek zatürreye dönüşebilir. Hatta zatürre ilerleyen zaman içerisinde ağırlaşarak, ölüme sebep olabilir. Bu nedenle kronik hastalığı olan kişilerin mevsim değişikliklerine çok dikkat etmeleri gerekir. İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu normal ısı seviyesi 37,5 derecedir. Beynimizin ortasındaki merkezde, vücut sıcaklığını ayarlayan ısı düzenleyiciler bulunur. Bu merkez, dışarıdaki ısıyı kontrol altına alarak, vücudun sıcaklığını artırır veya azaltır. Ancak ani hava değişimlerinde bu merkez zorlanabilir. Değişen sıcaklık depresyona yol açabilir Dışarıdaki sıcaklığı hissetmek ve algılamak her insanda farklılık gösterir. Fizyolojik nedenlere psikolojik etkenler eklendiğinde, hissedilen sıcaklık kişiden kişiye göre değişebilir. Ani değişen sıcaklık ve nem oranı yüzünden kişilerde uykusuzluk, halsizlik, yorgunluk ve depresyon görülebilir. Ayrıca psikolojik ve hormonal dengeler de bozulabilir. Mevsim geçişlerinde önce onlar tepki gösterir Mevsim geçişlerinde sıcaklık normalin üzerinde olduğunda öncelikle deri, böbrekler ve akciğerler tepki gösterir. Deri sıcaklık seviyesi arttığında terleyerek vücut ısısını dengede tutmaya çalışırken, böbrekler vücuttaki su oranını korumak için idrar üretmez. Akciğerler de vücuttaki suyu buharlaştırarak dışarıya atar. Aniden soğuyan havalarda ise vücut dengesinin korunabilmesi için ısı düzenleyici merkezin enerjiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle mevsim geçişlerinde sağlıklı ve düzenli beslenmek, mevsime uygun kıyafetler giymek oldukça önem taşır. Ayrıca kronik hastalığı olan kişilerin de beslenme ve uyku düzenine, vitamin takviyelerine daha fazla önem vermesi gerekir. Aşırı stresli ve heyecanlı kişiler hastalanmaya daha müsait Mevsim değişiklikleri her insanda farklı etkiler yaratır. Günlük yaşamın akışı kadar vücudun bu duruma uyum sağlaması da mevsimlere bağlıdır. Bazı insanlar bu durumdan etkilenmezken bazıları ise psikolojik ve fizyolojik sorunlar yaşayabilir. Aşırı stresli, heyecanlı ve sinirli kişiler mevsim geçişlerinde kendilerini fiziksel olarak daha güçsüz hisseder. Bunun sonucunda da vücutları daha çabuk tepki gösterir ve hastalanmaya daha müsait olurlar. depresif bir hal alabilir. Özellikle iş ve özel hayatlarında sıkıntı yaratacak durumlara bile yol açabilir. Ofis ortamında veya fiziksel aktivite gerektiren işlerde çalışan insanlar için de aynı durum geçerlidir. Bu kişiler genellikle sonbahar ve kış aylarında yataktan yorgun ve bitkin kalkarlar. Mevsim değişimi yüzünden yaşanılan iç sıkıntısı ve mutsuzluk iş hayatlarında adaptasyon güçlüğü, enerji azalması ve dikkat dağınıklığına sebep olur. Hızlı ve stresli yaşam koşulları da bu durumu tetikler. Yaşlılar, hamileler ve çocuklar risk altında Tiroid bezinde çalışma düzensizlikleri oluşabilir Mevsim geçişlerinde bazı hormonal değişimler de yaşanabilir. Bu değişimlerle beraber iştahta artış da görülür. Bu sebeple değişen hava şartları ve günlerin uzamasına bağlı olarak beslenme alışkanlıklarının tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Aşırı kilolu insanlar özellikle bu dönemlerde daha özenli davranmalıdırlar. Mevsim değişimleri ayrıca tiroid hastalarını da olumsuz yönde etkiler. Sıcak-soğuk hava geçişleri yüzünden yaşanan rehavet, yorgunluk, stres ve gerginlik sonucu tiroid bezinde çalışma düzensizlikleri görülebilir. İş hayatını da etkiliyor Mevsim geçişleri ruhsal dengemizde de değişimlere neden olur. Güneşi etkisini yitirmesi ve günlerin kısalarak erkenden kararması daha fazla duygulanmalara neden olur. Böylelikle kişi depresyona daha kolay girer. Mevsimsel değişime bağlı yaşanan depresyon insandan insana farklılık gösterir. Bazı kişilerde daha hafif seyrederken bazılarında ise bu durum Kronik hastalığı olan kişilerin mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemi daha zayıf olur. Bu nedenle diğer insanlara göre hava değişimlerinden daha çabuk etkilenirler. Aynı durum yaşlılar, hamileler ve çocuklar için de geçerlidir. Kronik hastalar sürekli kontrol altında olmalı Kronik hastalarda ısı kontrol merkezi oldukça zorlanır ve ısı değişimine karşı daha fazla hassas olurlar. Tansiyon, kalp ve böbrek hastalarının beslenmelerine özellikle dikkat etmeleri gerekir. Bol su tüketmeleri ve ilaçlarını düzenli almaları şarttır. Sıcaklık nedeniyle aşırı terlemek sodyum ve potasyum kaybına yol açacağından kalp hastalarında el uyuşukluğu olabilir. Bu yüzden kalp hastalarının düzenli olarak elektrolit ölçümlerini yaptırmaları önerilir. 65 yaş ve üzeri kişiler dikkatli olmalı Mevsim geçişleri, kronik hastalıkları tetikleyebildiği gibi belli yaş gruplarındaki insanlarda da olumsuz etkiler yaratabilir. Özellikle çocukların ve 65 yaş üzeri kişilerin daha dikkatli olmaları gerekir. Çocukların ve yaşlıların bağışıklık sistemi mevsimsel ısı değişimlerinde daha zayıftır. Bu sebeple bakteri ve virüs hastalıklarına yakalanma oranları yüksektir. Mevsime uygun korunma önlemleri alınmazsa uzun süren ve tekrar eden solunum yolu hastalıklarına yakalanma riski artabilir. Düzenli spor yapmak da bağışıklık sistemini güçlendirir Mevsim geçişlerini rahat atlatabilmek için bazı önlemler alınabilir. Öncelikle beslenme ve uyku düzenine çok dikkat edilmelidir. Vitamin ve mineral yönünden zengin yiyecekler tüketilmelidir. Bol su içilmeli, sigara ve alkolden uzak durulmalıdır. Eğer kapalı bir mekânda bulunulacaksa ortamın temiz olduğundan ve iyi havalandırıldığından emin olunmalıdır. Strese sebep olan durumlardan kaçınılmalıdır. Düzenli spor yapmak da bağışıklık sistemini güçlendirir. Kronik hastalar sürekli kontrol altında olmalıdır. Özellikle yaz aylarına girerken ve yaz sonunda uzman bir hekime başvurarak kan kontrolleri, keratin ve üre testlerini yaptırmaları gerekir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 65 sağlığımıziçin AMYOTROFİK LATERAL SKLEROZ (ALS) NEDİR? Son günlerde ülkemizden ve dünyadan ünlü isimlerin katıldığı, ALS hastalığına dikkat çekmek için başlatılan “ice bucket challange” etkinliği ile ALS hastalığının ismi herkesçe bilinir hale geldi. Peki nedir bu ALS? Amyotrofik lateral skleroz (ALS), aynı zamanda motor nöron hastalığı olarak da anılan, merkezî sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronlar) kaybından ileri gelen bir hastalıktır. Bu hücrelerin kaybı kaslarda güçsüzlük ve erimeye (atrofi) yol açar. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu da hastalanır. Zihinsel fonksiyonlar ve bellek ise bozulmaz. Kaslardaki zayıflık ellerde ya da bacaklarda, ağız-yutak bölgesinde ya da dilde başlayabilir ve sürekli iler- 66 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 leyerek yayılır. Bu yayılma “bulber” alandaki kasları da tutabileceği için konuşma ve yutma güçlüğüne neden olabilir. İleri evrelerinde solunum yetersizliğine de yol açabilir. ALS dünya çapında en sık görülen nöromüsküler, yani hem kas hem de sinir ile ilgili olan, dünya çapında her ırktan birçok insanı etkilemiş, en önemli hastalıklardan biridir. Her yıl dünyada, ortalama olarak her yüz bin kişide 1 veya 2 ALS vakasına rastlanır. Hastalık genellikle 40-60 yaşları arasında insanlarda görülse de daha genç veya yaşlı olan kişilerde de bu hastalığın görüldüğü olmuştur. Bilim insanları ALS’nin kesin olarak nedenini bulamamakla birlikte bu hastalığa ait çok çeşitli risk faktörleri gösterilebilir. Araştırmacılar, bağışık- lık sisteminde anormalliğe yol açan, DNA’nın yapısını ve enzim sisteminin işleyişini bozan, nörotoksik özellik gösteren bir virüsten şüphelenmektedir. Ailesel ALS’de genetik bir özelliğin neden olduğu tahmin edilse de, ALS’nin diğer türü olan seyrek ALS’de genetik bir nedene rastlanmamıştır. Belirtileri ALS’ye dair ilk belirtiler genellikle fark edilmez ya da gözden kaçar. İlk belirtiler, kaslarda seğirme, titreme, kas zayıflığı sonucunda kolların veya bacakların etkilenmesidir. Bu tür belirtilerin zamanla artması sonucunda ALS hastalığı ortaya çıkar. ALS’nin belirtileri sonucunda vücutta hangi kas etkilenmekteyse o kısım ilk olarak zarar görür. Hastaların % 75’inde ilk belirtiler, kol ve bacak kaslarında görülmüştür. Bu vakaların bazılarında hastalık önce bacaklardan bir tanesini etkilemiş ve hastalar da bunu ilk olarak yürürken veya koşarken sendeledikleri sonucu keşfetmişlerdir. Bazı vakalarda ise hastalık ilk olarak elleri ve kolları etkilemiştir. Bu tür hastalar da, hastalığı el becerisi gerektiren düğmeye basma, yazı yazma, anahtarlar ile kapı açma gibi basit işleri yapamamaları sonucu fark etmişlerdir. Bu hastalığa yakalanmış hastaların yaklaşık %25 kadarında daha farklı belirtiler görülmüştür. Bunlardan en önemlisi konuşma zorluğu ve net konuşamamadır. Bu tür hastaların konuşmaları anlaşılmayacak derecede karmaşıktır. Ayrıca, burunla ilgili sorunlar ve zamanla konuşma sesinde düşüklük de ilk belirtilerin arasında görülebilir. Çiğneme bozuklukları ve dilin hareketinin zorlaşması da izleyen belirtilerdir. Dilin hareketinin sınırlanması sonucunda nefes borusu tıkanabilir ve bundan başka ilerleyen durumlarda da tam anlamıyla konuşma kaybı görülebilir. Hastalığın ilk aşamasında kasların etkilenmesinden sonra, ilerleyen aşamalarda hastalığın tüm vücudu etkilediği görülür. Hastaların hareket edememesi, konuşamaması ve sözcükleri telaffuz edememesi (dysarthria), yiyecekleri çiğneyememesi (dysphagia) bu duruma örnek gösterilebilir. Üst motor nöronlarının hasar görmesi sonucu kaslarda sertleşme (spastisite) ve abartılı refleksler denen hyperrefleksiya durumu görülür. Babinski işareti denen abartı bir refleks de (ayak başparmağının anormal bir biçimde şişmesi şeklinde olur) üst motor nöronlarının hasar gördüğünü gösterir. Alt motor nöronlarının da hasar gördüğü kaslarda oluşan zayıflık ve kramp gibi belirtiler sayesinde anlaşılır. Kasların deri altından da istemsiz olarak titremesi de önemli bir belirtidir. Hastalığın görüldüğü kişilerin %15-45 lik bir bölümünde pseudobulbar etki denen bir belirti görülür. Bu belirtide hastalar gülme ağlama gibi davranışlarını kontrol edemezler. Bu etki, duygusal istikrarsızlık olarak da bilinir. Teşhis ALS hastalığının kesin teşhisinin konulması için bir test bulunmasa da, üst ve alt motor nöronlarından tek bir kol veya bacak kasına gelen sinyaller hastalığın tanısında çok belirleyici olmaktadır. ALS’nin ana belirtileri kaslara gelen sinyaller olsa bile doktorlar yine de birçok test yaparlar. Bu testler sonunda, doktor hastaya ait bütün medikal bilgileri elde eder. Hastanın medikal geçmişinin öğrenilmesinden sonra doktor bu hastalık nedeniyle, hastada oluşan değişiklikleri, örneğin kaslardaki zayıflamaları, reflekslerdeki değişiklikleri öğrenip hastalığın düzeyini ve durumun ne kadar kötü olduğunu anlayabilir. ALS’nin belirtileri tedavi olasılığı daha yüksek olan birçok başka hastalıkla benzer olabilir. Birçok uygun test yapılarak hastalığın niteliği anlaşılabilmektedir.Bu testlerden biri de elektromiyografi (EMG)’dir. Bu yöntem kasların elektriksel aktivitesini kaydeden özel bir tekniktir. EMG’nin kesin sonuçları hastaya tam olarak ALS tanısının konmasında etkili olmaktadır. Bir başka test yöntemi de sinir iletim hızının (NCV) ölçülmesidir. Bu testin sonuçlarındaki anormallikler, ALS olduğu şüphelenilen hastanın, örneğin peripheral neuropathy olduğunu (çevresel sinir sisteminin hasar görmesi durumu) veya miyopati (kas hastalığı) olduğunu ifade edebilir. Doktor manyetik rezonans görüntülenmesi yöntemi testini de isteyebilir. Testin amacı, manyetik alanda radyo dalgalarını hastanın beynine ve omuriliğine göndererek bu bölgeler hakkında ayrıntılı görüntüler almaktır. Hastalık üzerine yapılan çalışmalar ayrıca motor nöron dejenerasyonunda glutamat’ın rolünü belirlemeye de yoğunlaşmıştır. Glutamat beyinde yer alan, nörotransmitter madde adı verilen, mesaj taşıma görevi olan kimyasal bir maddedir. Bilim insanlarının araştırması sonucunda sağlıklı insanlar ve ALS hastaları arasında yapılan bazı karşılaştırmalarda; kanın plazmasında ve omurilik sıvısında bulunanan glutamat seviyelerinin, hastalarda daha fazla olduğu görülmüştür. Laboratuvar çalışmaları, ortamda çok fazla glutamat olmasının, sinir hücrelerinin ölümüne neden ol- duğunu kanıtlamıştır (eksitotoksisite). Günümüzde bilim insanları, fazla glutamatın omurilik sıvısında hangi mekanizmalarla oluşturulduğunu ve bu dengesizliğin ALS’nin gelişimini nasıl etkilediğini anlamaya çalışmaktadır. Astrositlerin nöronlar tarafından sarılı olan ekstrasellüler sıvıdaki glutamatı etkisiz hale getirememesi, glutmata bağlı olan nöro dejenerasyonunun (sinir hücrelerinin bozulması) bir sebebi olarak gösterilmiştir. Riluzole onaylı tek ALS ilacıdır ve glutamat taşınımı olan bölgeleri hedef alır. Bu ilacın, hastalığın ana nedeni olmayan glutamat ile ilgili bir şeyleri değiştirmesi hastalara moral kaynağı olmaktadır. Vücudun bağışıklık sisteminin normal hücrelere saldırması ile autoimmün sisteminin buna yanıt vermesi de motor nöron dejenerasyonun olası bir nedenidir. Bazı bilim insanları, antikorların doğrudan veya dolaylı olarak motor nöronların fonksiyonlarını zayıflattığı hakkında bir teori ileri sürmüştür. Buna göre, antikorlar beyin ve kaslar arasındaki sinyal iletimini etkilemektedir. Son bulunan bilgilere göre, hastalığın ileri seviyelerinde sinir sisteminin bağışıklık hücreleri olan Microglia’ların ön plana çıktığı görülmüştür. Araştırmacılar ALS’nin nedenlerini araştırırken zehirli ve bazı zararlı çevresel faktörleri de araştırmışlardır. Diğer araştırmalar da travmanın ve beslenme eksikliklerinin olası etkilerini incelemiştir. Fakat, hala bu faktörlerin ALS’nin nedeni olabileceğine dair yeterli kanıt yoktur. Tedavisi ALS için henüz bir tedavi bulunamamıştır. Fakat Amerika Gıda ve İlaç Yönetim kuruluşu (FDA) hastalık için geliştirilen ilk ilaç olan Rilutek’i (Riluzole) onaylamıştır. Rilutek’in, glutamat seviyesini azaltarak motor nöronlarının gördüğü hasarı azalttığına inanılmaktadır. Bu ilacın ALS hastalarının ömrünü birkaç ay kadar uzattığı görülmüştür. Hatta bazı durumlarda daha uzun süreli faydaları da olmuştur. İlacın ayrıca hastaların solunum sistemi için gerekli olan desteği alma süresini geciktirdiğine de rastlanmıştır. Rilutek, motor nöronlarının aldığı SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 67 hasarı geri döndürmez. Fakat yine de, yeni bulunan ilaçların bir gün ALS’nin gelişimini çok daha yavaşlatacağı öngörülmektedir. ALS için geliştirilen diğer tedavi yöntemleri de hastaların daha iyi bir hayat sürmesini ve hastalığın semptomlarını hafifletmeyi amaç edinmiştir. Destekleyici olan diğer yöntemlerden en etkilisi, doktorun, eczacının, fizyoterapistin, beslenme uzmanının ve hemşirelerin hasta için beraber çalıştığı yöntemdir. Hasta bakıcı ve hastanın birlikte çalışarak bir takım oluşturması sonucu bu takım hastanın daha rahat bir hayat sürdürebilmesi için bazı bireysel planlar tasarlayabilir, oluşturulan bu medikal ve fiziksel tedavi yöntemleri bazı özel aygıtlar ile uygulanabilir. Örneğin,hasta özel bir alet yardımı ile hareketli duruma getirilir ve hastanın olabildiğince rahat olması sağlanır. viyi destekleyici teknolojinin yardımı ile hastanın özgürlüğü artırılabilir ve ayrıca hastalığın seyri sırasında hastanın güvenliği sağlanabilinmektedir. Yürüme, yüzme, antrenman bisikleti gibi hafif aerobik egzersizleri ile hastalıktan etkilenmemiş olan kaslar ve hastanın kalp sağlığı güçlendirilebilir, aynı zamanda hastanın yorgunluk ve depresyonla olan mücadelesi desteklenebilir. Esneme ve hareket alıştırmaları ile de hastanın kaslarının sönmesinin önüne geçilebilir ve spastisitenin verdiği acı azaltılabilir. Fizyoterapistler hastaları zorlamayan bu tipte egzersizlerin faydalı olduğunu belirtmekte ve önermektedir. Bazı terapistler de, destek ayakları, yürütücü, tekerlekli sandalye gibi aletler önermiştir. Bunun nedeni de hastaların hareketli kalmalarını sağlamaktır. Doktorlar hastalara, kondisyon artırma, kas kramplarını azaltma, fazla tükürük salgılanmasını azaltma, spastikliği kontrol altına alma amacı ile bazı tedaviler uygulayabilir. Ayrıca hastaların depresyonu, ağrısı, uyku bozukluğu, kabızlığı gibi sorunları için de ilaçlar bulunmaktadır. Eczacılar, düzenli kullanım için bazı ilaçlar önerebilir ve böylece kullanılan ilaçlardan dolayı oluşabilecek ilaç etkileşimlerini engelleyebilir. Konuşmada zorluk çeken ALS hastaları da konuşma uzmanlarından yardım alabilir. Hastalar bu profesyonel kişilerin yardımı ile daha yüksek sesli ve net konuşma tekniklerini öğrenebilirler. Uzmanlar bazı durumlarda konuşma kolaylığı açısından teknolojik aygıtlar da önerebilmektedirler. Örneğin; ses artırıcı, harf tahtaları... Bu tür cihazlar hastalara uzun süreli konuşamadıklarında, bazı sesleri çıkaramadıklarında yardımcı olmaktadır. Bu cihazların kontrolü, parmak, kafa, göz oynatma gibi küçük fiziksel hareketler ile sağlanmaktadır. Fizyoterapinin uygulanması ve teda- Hastalar, konuşma ve beslenme uz- manlarından yemek öğünlerini planlamaları hakkında bilgiler almaktadır. Örneğin, gün içinde yenilen yiyecekler ve kalorileri, yiyeceklerin çiğnenmesi, sıvı gıda alımı konuları hastalar için oldukça önemlidir. Hastalar boğulmayı engelleme adına, fazla tükürüğü atma amacı ile bazı emme cihazları kullanmaya başlayabilir. Doktorlar, hasta eğer artık dışarıdan aldığı besinler ile yeteri kadar beslenemiyorsa, direkt olarak hastanın midesine bir besleme tüpü yerleştirebilir. Solunuma yardımcı olan kasların zayıflaması görüldüğünde, gece kullanılan solunum desteği aparatı kullanılarak, hastanın uyku sırasında soluk alışverişine yardımcı olunabilir. Bu tür cihazlar hastanın akciğerlerini yapay olarak dışarıdaki hava ile doldurur. Cihaza hava sağlayan bu dış kaynaklar, hastanın yüzüne ve başına entegre edilir. Hastanın akciğerleri oksijen ve karbondioksit seviyelerini dengeleyemez duruma geldiğinde bu tür cihazlar sürekli kullanılabilir. Sosyal çalışıcılar ve hemşireler, özellikle hastalık son aşamada iken, hastalara ve ailelerine tıbbi ve manevi olarak yardım etmektedir. Ev hemşireleri sadece medikal anlamda yardım etmezler. Aynı zamanda, hastayı beslemeyi, uygun bir şekilde hareket ettirmeyi, hastanın solunum cihazlarını takıp çıkarmayı öğreterek hastaya bakanlara yardım eder. sağlığımıziçin FAZLA ŞEKER TÜKETİMİ ERKEN YAŞLANDIRIYOR Çikolatadan kahvaltılık gevreklere, salata soslarından, pirinç ve beyaz una kadar akla gelebilecek her besinde bulunan şeker, diyabetten erken yaşlanmaya kadar pek çok olumsuz etkiye neden oluyor. Bu nedenle şeker tüketiminin özellikle kişisel önlemler alınarak azaltılması gerekiyor. Dâhiliye Bölümünden Prof. Dr. Birsel Kavaklı, şekerin insan vücuduna verdiği zararlar ve alınması gereken tedbirler hakkında bilgi verdi. Günde en fazla 8 kesme şeker tüketilmeli Şeker sadece balda, pekmezde, reçelde bulunmamaktadır. Gün boyu tüketilen meşrubat, süt, yoğurt, ekmek, bisküvi, galeta gibi birçok besinde de fazla miktarda yer alır. Şeker kaynağı olarak yediğimiz karbonhidratlar günlük diyetimizin yüzde 55-60›ını oluşturmalıdır. Diyabetik olmayan kişiler de günlük olarak toplamda en fazla 8 kesme şeker kadar şeker tüketmelidir. Tadı şekerli olan her gıdada basit şeker vardır. Bunlardan kaçınmak, günlük şeker ihtiyacımızı karşılamak için kompleks karbonhidratlardan yararlanmak daha doğrudur. Kompleks karbonhidratlar lif de içermektedir. Bunlar arasında bakliyat grubu başta gelmektedir. Sağlıklı beslenmek için işlenmemiş tahıl ürünleri tercih edilmelidir. Tatlı öncesi ve sonrası egzersiz Mutlaka şekerli bir ürün tüketilmek isteniyorsa, yemeklerin ardından küçük porsiyonlar olarak tüketmeye özen gösterilmelidir. Bunun öncesinde ve sonrasında yapılan egzersizler yüksek kalorili olan bu ürünlerin zararlarını azaltmada faydalı olabilir. Ancak diyabetik olanlara hipoglisemi nöbeti dışında şeker önerilmemektedir. Meyveden alınan şeker yeterlidir Sağlıklı bir beslenme düzeninde günde 3 porsiyon meyve tüketimi uygundur. Meyve şekerinin hızla kan 70 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 şekerini yükseltmemesi için meyvenin yanında süt, ayran, yoğurt veya kepekli bisküvi önerilmektedir. Yemek sonrası şekerleme aşırı şekerden olabilir Çok miktarda şeker ve tatlı tükettikten sonra bazı kişilerde yorgunluk halsizlik olabilir. Bunun ardından kısa bir uyku; yani halk arasında denildiği gibi şekerleme yapma isteği doğabilir. Ancak bu tür bir durumla karşı karşıya olan kişilerin diyabet açısından taranması gerekir. Bu bireylerde Postprandiyal hiperglisemi; yani yemek sonrası şeker yükselmesi görülebilmektedir. Anlık rahatlama sağlayan tatlılar mutsuzluğa götürebilir Tatlının hem biyolojik hem de davranışsal açıdan rahatlatıcı etkisi vardır. Fakat tatlının beyinde bağımlılık yaratan etkisi, şekerli besinler yenmediği zaman mutsuzluk da yaratabilmektedir. Kişi genellikle rahatlamak istediği zaman hemen şekerli olan tatlı ve çikolataya saldırıp ihtiyacından çok daha fazlasını da tüketebilir. En ufak bir moral bozukluğunda gerektiğinden fazla tatlı yemek ve ardından gelen kilo alımı pişmanlık yaşamanıza neden olacaktır. Bu da tatlının anlık rahatlatıcı etkisini mutsuzluğa dönüştürecektir. Esmer şekere de dikkat! Esmer şeker; şeker kamışı ya da şeker pancarının ikinci şurubundan doğal olarak elde edilir. Rafine edilmediği için glisemik indeksi beyaz şekere oranla daha düşüktür; ancak buna adlanılmamalıdır. Çünkü sıralamada beyaz şekerden hemen sonra gelir. Hatta esmer şeker kristallerinin daha küçük olmasından dolayı daha fazla sıkıştırılmaktadır. Kısacası aynı hacimde esmer şeker, beyaz şekere oranla daha yüksek kalorili olabilmektedir. Örneğin; 1 tatlı kaşığı esmer şeker 48 kaloriyken, 1 tatlı kaşığı beyaz şeker 45 kaloridir. Şeker tüketimini azaltmak için 5 neden • Şeker kalp-damar hastalıkları ve diyabet riskini artırmaktadır. • Cilt sıkılığını, elastikiyetini sağla- yan ve deri hücrelerinin sürekli yenilemesine yardımcı olan kolajen dokunun azalması, yaşlanan deride kırışıklığı artırmaktadır. • Şekerin fazlası direkt olarak kana karışır ve yağa çevrilir. Bu yağ vücudun belli organlarında birikir. Son zamanlarda da çok fazla görülen karaciğer yağlanmasına sebep olur. Karaciğer yağlanması da uzun dönemde sindirim bozukluğuna yol açmaktadır. • Yüksek şeker Prof. Dr. Birsel Kavaklı dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu, hafıza kapasitesi düşüklüğü ve öğrenme güçlüğü yapabilir. İleri dönemlerde ise kandaki yüksek şeker oranı ile hücre içi ile dışı arasındaki geçiş bozularak yıpranma hızlanır. Bunu önce periferik sinirler daha sonra beyin izler. • Şeker sadece kilo artışına neden olmaz, metabolik hastalıkları da tetikleyerek böbrek, göz, kalp gibi her organı olumsuz etkileyebilmektedir. seviyesi SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 71 kampus CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ Ülkemizin yüz ölçümü bakımından ikinci büyük şehri olan Sivas’ta, Cumhuriyet kuruluşunun 50. yılı anısına 9 Şubat 1974 tarihinde kurulan Cumhuriyet Üniversitesi, bünyesinde 16 fakültesi, 5 yüksekokulu, 14 meslek yüksekokulu, 4 enstitüsü ve 1 Türk müziği devlet konservatuarı, 22 araştırma ve uygulama merkezi ve 1.677 akademik personeli,1777 idari personeli ile 2014 yılı kayıtlarıyla birlikte toplam 48.877 öğrencisi eğitim-öğretim faaliyetlerini eğitimin evrensel değerlerde olması için çaba sarf ederek; ülke gençliğini yetiştirmede ve insan kaynağını şekillendirmede öncü bir kurumudur. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin ilanı sürecinde taşıdığı öneme haiz olarak Sivas ili için “ Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yer” nitelemesinde bulunmuştur. Bugün Cumhuriyet Şehrinin yegâne üniversitesi olan Cumhuriyet Üniversitesi gelişen, büyüyen yapısıyla, ozanlar, âşıklar yurdu Sivas’tan bölgeye açılan güvenilir, çağdaş bir eğitim kurumu olduğunu kanıtlamıştır. Kuruluşunun 40. yılında Cumhuriyet Üniversitesi köklü geçmişi, çağdaş, 72 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ilkeli ve modern eğitim anlayışı ile bölgenin önde gelen üniversiteleri arasında yerini almıştır. Bilim, hizmet ve teknoloji üreten, üretilen hizmet ve teknolojiyi toplum yararına sunan bireyler yetiştirme misyonunu üstlenen Cumhuriyet Üniversitesi’nin vizyonunda ise tercih edilen, öncü, yenilikçi bir üniversite olmak, Sivas’ın ve bölgenin kalkınması, sosyo-ekonomik ve kültürel gelişimine katkı sağlamak anlayışı vardır. Bünyesinde bulunan enstitü, fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokulları; ENSTİTÜLER • Fen Bilimleri Enstitüsü • Sağlık Bilimler Enstitüsü • Sosyal Bilimler Enstitüsü • Eğitim Bilimler Enstitüsü FAKÜLTELER • Tıp Fakültesi • Fen Fakültesi • Edebiyat Fakültesi • Mühendislik Fakültesi • iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi • ilahiyat Fakültesi • Diş Hekimliği Fakültesi • Eğitim Fakültesi • Güzel Sanatlar Fakültesi • Teknik Eğitim Fakültesi • iletişim Fakültesi • Sağlık Bilimleri Fakültesi • Teknoloji Fakültesi • Veterinerlik Fakültesi • Eczacılık Fakültesi • Mimarlık Fakültesi YÜKSEKOKULLAR • Beden Eğitimi Ve Spor Yüksekokulu • Yabancı Diller Yüksekokulu • Turizm işletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu • Suşehri Sağlık Yüksekokulu • Zara Veysel Dursun Uygulamalı Bilimler YO KONSERVATUVAR • Koyulhisar Meslek Yüksekokulu • Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araş• Çocuk Koruma Uygulama ve Araş- MESLEK YÜKSEKOKULLAR Kuruluşundan günümüze kadar bünyesinde kurulan 22 adet araştırma ve uygulama merkezleriyle eğitim, kültür, sanat, çevre, teknoloji, bilişim ve sağlık alanlarında hizmetler verilmekte, araştırmalar yapılmakta ve kurslar düzenlenmektedir. • Türk Müziği Devlet Konservatuarı • Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu tırma Merkezi tırma Merkezi • Proje Koordinasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi • Sivas Araştırmaları Uygulama ve • Sivas Meslek Yüksekokulu Araştırma Merkezi • Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygula• Cumhuriyet Meslek Yüksekokulu • Tarım ve Hayvancılık Uygulama ve ma ve Araştırma Merkezi • Divriği Nuri Demirağ Meslek Yük- • Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Uy- Araştırma Merkezi • Rehberlik ve Psikolojik Danışmansekokulu gulama ve Araştırma Merkezi lık Uygulama ve Araştırma Merkezi • Yıldızeli Meslek Yüksekokulu • Çevre Sorunları Uygulama ve • Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kay• Şarkışla Aşık Veysel Meslek Yükse- Araştırma Merkezi nakları Uygulama ve Araştırma kokulu • Folklor Araştırmaları Merkezi Merkezi • Gürün Meslek Yüksekokulu • Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiş- • Yüksek İrtifa ve Spor Uygulama ve Araştırma Merkezi • Zara Ahmet Çuhadaroğlu Meslek tirme Merkezi Yüksekokulu • Radyo - Televizyon Araştırma ve • Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi • Suşehri Timur Karabal Meslek Yük- Uygulama Merkezi sekokulu • Sağlık Hizmetleri Araştırma ve Uy- • Nanofotonik Uygulama ve Araştırgulama Merkezi ma Merkezi • Kangal Meslek Yüksekokulu • Sanayi ve Ticaret İşbirliğini Ge- • Optik Bilimler Uygulama ve Araş• Gemerek Meslek Yüksekokulu liştirme, Uygulama ve Araştırma tırma Merkezi • Hafik Kamer Örnek Meslek Yükse- Merkezi • Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp kokulu • Recai Toydemir Sürekli Eğitim Yöntemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Merkezi • İmranlı Meslek Yüksekokulu SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 73 • İleri Teknoloji Araştırma ve Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Bu merkezler Üniversite-Sivas işbirliğini güçlendirmeyi, bilimsel çalışmaları yönlendirmeyi ve toplumsal amaçlara hizmet etmeyi ilke edinmiştir. Özellikle Sürekli Eğitim Merkezi’nin(CÜSEM) düzenlediği sertifika programları ile gençlere meslek edinme veya eğitimlerini geliştirme alanında imkânlar sunmaktadır. Diğer bir önemli araştırma merkezi olan Kangal Köpeği Araştırma ve Yetiştirme Merkezi’nde de damızlık kangal köpeği ırkının iyi örnekleri yetiştirilmektedir. Yeni kurulan Sivas Araştırmaları Merkezi (CÜSAM), Nanofotonik Araştırma ve Uygulama Merkezi, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Uygulama ve Araştırma Merkezi aracılığıyla Sivas’a ve üniversiteye değer katacak projelerin yapılması planlanmaktadır. Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Üniversitenin kuruluşundan itibaren gelişen ve bilimsel çalışmalarıyla uluslararası alanlarda söz sahibi olan ve bölge halkına hizmet veren bir merkez konumundadır. 1000 yatak kapasitesi ile modern tıbbi donanımı Sivas halkının yanı sıra çevre il ve ilçe insanlarına da hizmet sunmaktadır. Sıcak Çermik Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Has- 74 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 tanesi ve Onkoloji Hastanesi sağlık hizmetleri alanında Sivas halkının en büyük destekçisi konumundadır. Ayrıca Tıp Fakültesi Hastanesi içerisinde Tüp Bebek Merkezi inşaatı başlamış olup, Yeni Gastnoenteroloji Ünitesi ve ERCP Merkezi üniteleri hizmete girmiştir. Ayrıca Diş Hekimliği Fakültesi uzman kadrosu ile bölgesinin ileri diş hastanelerinden biri olmuştur. Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulunca (UTEAK) 15 üniversiteye verilen, Akreditasyon Belgesini almış olan Tıp Fakültesi ve Diş Hekimliği Fakülteleri kendi gelişimlerini devam ettirirken, başka üniversitelere bağlı kurulan fakültelere de araştırma görevlisi ve öğretim elamanı yetiştirerek ülkemizin sağlık alanında uzman eleman sağlamak için çaba sarf etmektedir. Yeni açılan ve hızla akademik ve idari kadrolarını tamamlayan Veteriner Fakültesine bağlı Hayvan Hastanesi ve Eczacılık Fakültesi bölgede ki büyük bir ihtiyaca cevap verecektir. Amacı, ülke sanayinin uluslar arası piyasalarda rekabet edebilir duruma gelmesi ve ihracata yönelik bir yapıya kavuşturulabilmesi için teknolojik bilgi üretmek, üründe ve üretim yöntemlerinde yenilik geliştirmek, ürün kalitesini veya standardını yükseltmek, verimliliği artırmak, üretim maliyetlerini düşürmek, teknolojik bilgiyi ticarileştirmek, teknoloji yoğun üretim ve girişimciliği desteklemek, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yeni ve ileri teknolojilere uyumunu sağlamak olan Teknoketimiz; bünyesinde bulundurduğu 19 firma ile ülkemiz ve şehrimizin kalkınmasına katkı sağlamaktadır. Ayrıca TÜBİTAK tarafından yapımı desteklenen Merkezi AR-GE laboratuarı ve Nanoteknoloji laboratuarı ile Teknokent’in çalışmaları desteklenmektedir. Bilimsel çalışmaların yanında, sosyal, kültürel ve sanatsal çalışmaların yoğun olarak gerçekleştirildiği Cumhuriyet Üniversitesinde, 500 kişilik ana konferans salonu, 2 adet 100’er kişilik toplantı salonları, sanat galerisi, kafeteryası ile her türlü bilimsel ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır. 40 yıl süresince birçok bilimsel ve kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Konularında uzman birçok bilim adamı misafir edilmiş ve bilimsel çalışmalara öncülük etmiştir. Konferans, sempozyum, konser, tiyatro vb. etkinliklerin yapıldığı 750 kişilik çok amaçlı merkezi amfi alanı bulunmaktadır. Ayrıca İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezi kompleksi de 570 kişilik konferans salonu ile bilimsel ve kültürel etkinlikler için hizmet vermektedir. 7500 kişilik Açık Amfi Tiyatro ise öğrencilerin bahar şenlikleri, mezuniyet törenleri, konser vb. etkinliklerde kullanılmaktadır. Bilimsel çalışmaların merkezi haline gelen üniversitelerde kütüphaneler, çalışmalar için önemli bir konumdadır. Cumhuriyet Üniversitesi de bünyesinde bulundurduğu kütüphanelerin yayın sayılarını artırmış binalarını modernize etmiştir. Üniversite yerleşkesi içerisinde hizmet veren 3 katlı merkezi kütüphane binasında; 300 kişilik okuma salonu, 60.500 basılı kitap, 3355 tez, 1481 çeşit basılı dergi, 59.839 fasikül, 198.000 E-kitap, 25 abone olunan veri tabanı ile akademisyen ve öğrencilerine yazılı ve görsel materyaller sunmakta ve bu hizmet ağını genişletmeyi ilke edinmektedir. Ayrıca Eğitim Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi içerisinde bulunan kütüphanelerde kendi ihtisas alanlarında ki yayınları ile öğrencilerine hizmet vermektedir. Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenciler, WEB sayfaları aracılığı ile internet üzerinden ders kayıtlarını yapabilmekte, üniversitede sanal olarak gezilebilmekte ve yapılan etkinlikleri ta- kip edebilmektedirler. Ayrıca kampüs içerisine öğrenciler kablosuz internet dağıtıcıları sayesinde kampüsün her noktasında internet kullanabilmektedir. 60.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş açık spor tesislerinde 2 adet halı futbol sahası, biri kapalı 6 adet tenis kortu, 1’er adet halı basketbol sahası ve hentbol sahası, engelli tırmanma duvarı, iki parkurdan oluşan 18’er istasyonlu mini golf sahası, 3.000 metrekarelik alanda kondisyon merkezi, bay-bayan saunası ile iki adet yarı olimpik yüzme havuzu bulunmaktadır. Geride bıraktığı 40 yıl süresince öğrencilerine en iyi imkânları sunabilme gayretinde olan Cumhuriyet Üniversitesi, beslenme ve barınma açısından büyük imkânlara sahiptir. Aynı anda 5.200 kişiye hizmet verebilecek kapasitede merkezi kafeteryası içinde; 200 kişilik lokanta, dinlenme ve çay salonlarının yanı sıra, fakülte ve yüksekokullarda denetimi üniversite yönetimince yapılan kantinler bulunmakta, hijyen kurallarına uygun, diyetisyen kontrolünde öğrenci ve personel yemekhaneleri de, çalışan personele ve öğrencilere çok uygun ücret karşılığında düzenli olarak yemek hizmeti sunmaktadır. Cumhuriyet Üniversitesinin gelişmesinde destekçi olan Üniversite Vakfı yaptığı kantin ve kafeterya işletmeciliği, öğrenci ve personel konaklama hizmeti, öğrenci bursları, kitap satışları, bilimsel teşvik gibi alanlarda hizmet vermektedir. Üniversite tarafından işletilen hayırsever vatandaşların katkılarıyla yaptırılan iki adet 250 kişilik kız ve erkek öğrenci yurtları ile yerleşke içerisinde Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından işletilen 250 kişi kapasiteli öğrenci konukevi de hizmet vermektedir. Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından işletilen toplam 3972 kişi kapasiteli kız ve erkek yurtları ile 2014 yılı içerisinde üniversite yerleşkesine yapılan kamu- özel sektör ortaklığı ile yapılan 1000 kişilik son derece modern yurtlar bulunmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 75 gezelimgörelim 76 Doğu ve Batı Medeniyetlerini Buluşturan Şehir: ADIYAMAN SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Adıyaman; Güneydoğu Anadolu Bölgesi›nin batısında yer alan, tarih sahnesindeki yeri ilk insanlara dek uzanan, pek çok değişik kültüre merkez olmuş kültür ve turizm kenti... Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Adıyaman toprakları üzerinde, insanlık tarihinin bütün evrelerine dair bulgular mevcut. Adıyaman yöresinde Hititliler, Asurlular, Hurriler, Frigler, Persler, Makedonlar, Kommageneliler, Romalılar ve Bizanslılar yaşamıştır. Şehri 8. yüzyılda Emevi komutanlarından Masur İbni Caneve kurmuştur. Daha sonra Abbasiler, Eyyübiler, Selçuklular, Memlükler ve Osmanlı egemenliğine girmiştir. 1923 yılında Malatya iline bağlı ilçe olan Adıyaman, 1954 yılında il olmuştur. Yunanca ‘genler topluluğu’ anlamına gelen, Pers ve Grek uygarlıklarının inanç, kültür ve geleneklerinin birleştiği güçlü bir uyagarlık olan Kommagene Krallığı’na ait eserlerin 1881 yılında keşfedilmesiyle, Adıyaman’ın zengin tarihini ortaya çıkaracak çalışmalar yapılmıştır. Doğu ve Batı Medeniyetlerinin, 2150 m. yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, dünyanın sekizinci harikası Nemrut Dağı; yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle, UNESCO Dünya Kültür Mirasında yer almaktadır. Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağı’na gelmektedir. Çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biri olan Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer almaktadır. Milli Parkın güneybatısında Adıyaman-Kahta girişinde bulunan, Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılmaktadır. Doğu, batı ve güney yönlerde dörder sütun varken günümüze doğuda iki, batıda ve güneyde birer sütun kalmıştır. Doğu sütun üstünde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üstünde tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası vardır. Nemrut Dağı giriş noktası olarak belirlenen Karakuş Tümülüsü’nün yanısıra; Sofraz Tümülüsü, Sesönk (Dikilitaş), Karadağ Tümülüsü, Beştepeler, Malpınarı Kaya Yazıtı gibi tarihi kalıntılar da Adıyaman çevresinde yer almaktadır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında dünyanın sekizinci büyük barajı olan Atatürk Barajı’nı sınırları içine alan Adıyaman’da, Baraj Gölü üzerinde balıkçılık ve su sporları yapılabilmektedir. Adıyaman, tüm bu zenginliklerin yanısıra; Yeni Kale, Derik Kalesi, Gerger Kalesi ve Perre Antik Kenti gibi daha birçok tarihi güzelliğe ev sahipliği yapmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 77 film ÇÖLDEKİİZLER Avustralyalı yazar Robyn Davidson’ın kendi anılarını yazdığı otobiyografik kitabından uyarlanan film, 1977 yılında Robyn Davidson adında genç bir kadının, Batı Avusturalya’da Brisbane’den, çölün ortasındaki Alice Springs’e yolculuğunu konu alır. 24 yaşında bir genç kadın olan Robyn Davidson, bu yolu yürüyerek katetmeyi ailesine ve arkadaşlarına rağmen gerçekleştirmeye kararlıdır. Öncelikle yolculuğu için gerekli 78 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 ekipmanı ve yiyeceği ayarlaması gerekmektedir. Bunun için bir çiftlikte çalışmaya başlar. Bir köpek ve dört deveyle çıkacağı 2700 km’lik yolculuk için her şeyini tamamlaması 2 yılı bulur. Vahşi hayvanlar ve susuzluk gibi faktörleri de barındıran bu uzun yürüyüşünde ona National Geographic fotoğrafçısı Rick Smolan da eşlik edecektir. Robyn Davidson’ın, “Bazı gezginler her yerde kendilerini evinde his- seder, bazıları içinse hiçbir yer ev değildir. Ben de onlardan biriydim.” cümlesiyle başlayan film, süregelen hikaye aralarında yer verilen ‘hatıralar’la karakterin iç dünyasını da bizlere sunuyor. Ara sıra özellikle yerlilerin bulunduğu sahnelerde sosyal ve kültürel mesajlara da yer veren Çöldeki İzler, üzerinde durduğu insani ve felsefi konuların yanında bu yaklaşımıyla da merak uyandırıyor. Orijinal Adı Yönetmen Oyuncular Tür Süre : Tracks : John Curran : Mia Wasikowska, Emma Booth, Rainer Bock, Adam Driver, Jessica Tovey : Biyografi : 1 saat 50 dakika SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 79 kitap BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK 1960 yılında yayınlandığından bu yana bir dünya klasiği olan, bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor. Yazar: Harper Lee Yayınevi: Altın Kitaplar Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 355 Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncelliğini koruyan temaları, Scout’un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal olarak mercek altına alıyor. Bir ‘zenc’nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Hem şiddet ve karanlığıyla ürperten hem de “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede. HİKAYECİ Sage Singer yalnız bir kadın, günleri fırında ya da evli sevgilisiyle kaçamak buluşmalarla geçiyor. Josef Weber’in kasabaya gelmesiyle birlikte hayatı değişiyor, artık bir arkadaşı var. Bir gün Josef, Sage’den bir iyilik istiyor: Onu öldürmesini. Devamında karanlık sırrını açıklıyor: Geçmişinde bir Nazi subayı olan Josef ve büyükannesi ise soykırımdan kurtulan ‘şanslı›lardan biri olan Sage... Yazar: Jodi Picoult Yayınevi: April Yayıncılık Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 528 Okura, “En iyi dostunuzun geçmişinde bir katil olduğunu bilseniz ne yapardınız? Affetmenin sınırlarını kim çizer? İntikam ve adalet birbirinden ne kadar uzakta?” sorularını sorduran Hikayeci, Jodi Picoult’nun tüm romanları arasında polisiye yönü en ağır basan, felsefi sorgulamalarla ve hesaplaşmalarla örülü bir modern zaman destanı niteliği taşıyor. İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN “İsteyip istemedeğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticede aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması.. “ Yazar: Sabahattin Ali Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 268 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2014 Sabahattin Ali, bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” gösteriyor. Aydın geçinenlerin karanlığına, “insanın içindeki şeytan”a keskin bir bakış sunan roman yeni baskısıyla raflarda yerini alıyor.