Sıla Gamze VERAL MODERN AŞK Selvi Boylum Al Yazmalım filminden aşina olduğumuz; “Sevgi neydi? Sevgi emekti.” cümlesini artık tozlu raflara kaldırdık. Modernliğin getirdiği olumlu tarafların, kolaylaşan yaşam tarzının, her şeyin bir tuşla mümkün olabildiği günlerin aslında bizim en büyük düşmanımız olabileceğini bilebilir miydik? Sevmek gibi, aşk gibi kutsal kelimelerin artık basite indirgenmesi, pazardan alınabilecek bir şeymiş gibi görülmesi o kadar trajikomik ki... Ve trajikomik olduğu kadar da gerçek; biriyle iletişime geçmem, diyaloğa girmem, görüşme ayarlamam, sesini duymam ve hatta görmem bile telefonumu elime almamla birlikte sadece saniyelerimi alır; internet pazarı; ve en ucuz ürün aşk... Bu pazarı anlatan; gerçek aşkın bize ne olduğunu hatırlatan bir kitap; Sanal Aşk. “Sevmek nasıl başlar?”, “ Sevgi nasıl hissedilir?” veya “ Sevilmek nasıl hissettirir?” sorularından herhangi birinin cevabını artık aramıyorum. Bunun bir çok sebebi var; aynı kapıya çıkan; asla aşkla bağdaşmayan cümlelerle karşılaşmam ve bunun normalliğine inanan insanlarla çevrili olmam. Aldığım cevaplar bana kalırsa sevgiye, sevginin yüceliğine hakaret etmektir. Bu insanlar internet kullandıkça, sosyal hesap sayıları iki ellerinin parmak sayısını geçtikçe, ilişkinin ve ilişkilenmenin tanımını değiştiriyorlar. Alışılagelmiş ilişkiler yerine kısa vadeli, bağlayıcı olmayan,hemen başlayıp bitebilen, bir kere bile yüz yüze gelmeden alevlenebilen sanal ilişkileri tercih ediyorlar. Bu sanal ilişkiler kendilerini asla oldukları gibi göstermeyen, sosyal hesaplarında kendilerini abartan, kötü yanları saklayan, filtreli fotoğraflarla profillerini dolduran insanlar tarafından kuruluyor. Kısacası internet insan bedenini hükümsüz kılıyor ve insanlara yeni ve kendilerinden bağımsız bir profil oluşturmalarına olanak sağlıyor. Kendilerini olduklarından daha iyi, daha bilgili, daha güzel gösterince tabiri caizse “sanal pazar”da kaliteli bir ürün olduklarını ispat etmiş oluyorlar ve o zaman daha çok sevileceklerini düşünüyorlar. Bu insanların kaçırdıkları iki nokta var; bunlardan ilki gerçek sevginin ne dış görünüşle, ne de bilginin ve kültürün fazlalığıyla alakası olduğu çünkü gerçek sevgi koşulsuz sevmekten, kusurlara olan hayranlıktan ve hatalarıyla kabullenmekten geçer. İkinci nokta ise teknolojinin bedeni ve duyguları yüz yüze olduğundaki gibi birebir yansıtamayacağı. Duyguların, sevginin ve aşkın temel taşı bedendir. Yanyanayken avuçlarının terlediği, kalp atışlarının hızlandığı, ellerinin titrediği, yanaklarının kızardığı insana aşıksındır. Sanal ortamda görüp beğendiğin, sevdiğini yüz yüze değil de klavyeyle söylediğin insana değil, bu olsa olsa beğeni olur ve hiçbir şekilde ötesine geçemez. Her gerçek ilişkide birlikte geçirilen vakit ve biriktirilen anılar bu ilişkiyi gerçek bir ilişki yapar çünkü birlikte zaman geçirdiğin, gündelik yaşantısına ortak olduğun, onun yaşantısında kendi yaşantından kesitler bulduğun, kokusunu sevdiğin, uyurken izlediğin, birlikte ağladığın ve birlikte güldüğün, kızdığın, utandığın birisine aşık olabilirsin; sadece sosyal hesaplarından tanıdığın bir insana değil çünkü bir insana aşık olduğunu onunla geçirdiğin bu tarz olaylardan herhangi birinde farkedebilirsin. Onu gördüğünde ritmi değişen bir kalpten veya büyüyen gözbebeklerinden anlarsın ki duyguların bedenini kontrol ediyor, gönlündeki gözünden uzak değilse diyebilirsin ki “Ben aşık oldum!”. Gözden uzak olan gönülden ırak olmaz çünkü internetle birlikte sevdiğimiz insan dünyanın öbür ucunda olsa da istediğimiz her an görebiliriz diyebiliyoruz artık. Ama bu cümledeki görme kavramı telefon ekranlarından görmekle aynı değil. Sevilen insanı görmek için saatlerce gidilen yollarla tek bir tuşa basarak görmenin değeri aynı olamaz. Bize bu düşünceyi aşılayan tek bir şey varsa o da hızla gelişen teknoloji ve onun getirdiği negatif yönlerdir. Artan teknolojiyle gelen bu negatif yönler ve hızlı yaşama zorunluluğu bizi hayatımızın her karesinde etkiliyor. Uzun kahvaltıların yerini metroya yetişmeye çalışırken yediğimiz bir simit alıyor; o güzel kahvaltı sohbetleri hayalden öteye gidemiyor. Arkadaşlarla içilen kahvenin yerini iki işimizin ortasında alınmış, yoğunluktan yarısını soğuk içmek zorunda kaldığımız Starbucks bardakları alıyor; kırk yıl hatır olayı yalandan öteye gidemiyor. Aşkta da böyle; uzun emekler verilen, zamanla değerlenen, her zaman hatırlanacak aşkların yerini çabuk, zahmetsiz, bir tıkla başlayıp bir tıkla bitebilen aşklar alıyor; insanlar sevmenin çilesine talip değil ama sevilmenin derdinde. Bu da kısa süreli, duygusal olarak bir anlamı olmayan, başladığına sevinmenin ve bittiğine üzülmenin değmeyeceği düşünülen “sanal aşk” sayısında hızlı bir artışa sebep oluyor. İnsanoğlu her şeyde olduğu gibi en sonunda aşkı da bir mendil gibi kullanıp atıyor ve hiç çekinmeden yeni bir mendil seçiyor; kullanıp atmak için. Aşk sevdiğin insanı görünce midende hissettiğin kelebeklerdir. Aşk duygularının bedenini ele geçirmesidir. Aşk zamanın olmasa bile dönüp tekrar tekrar sarılmaktır ona. Aşk çok kızgın olsan bile göz göze geldiğinde affetmektir. Aşk temasla, aşk kokuyla, aşk gözle “gerçek” aşk olur, geriye kalan “sanal aşk”larsa “sanal” olmaktan kaçamaz, gerçeklikle yarışamaz hiçbir zaman. Sayar, Kemal ve Yalaz, Berna. Sanal Aşk: İnternet Çağında Aşk ve Istırap. İstanbul: Kapı Yayınları, 2016.