ULUSLARARAsı POLİTİK SİSTEMİN DEGİşİMİ, YENİ ULUSLARARAsı DÜZEN VE TÜRKİYE Turgay UZUN· Uluslararası sosyal bilim alanlarında olabil­ görülmektedir. Değişik yazarlar. okullar ve a­ kımlar değişik tanımlar getirmişlerdir. Bu nedenle disiplinin konusunu, temel inceleme alanını belirleyen, diğer alanlarla ortak veya ayrı yanlarını ortaya koyan genel kabul görmüş bir kavramlar dizgesinden söz etmek pek mümkün görünmemektedir. Bununla beraber, belirli yaklaşımları benimsemiş olanlar, kendilerine göre yeni kavramlar ve ta­ nımlar dizgesi geliştirmişlerdir. Bunun sonucu olarak da aynı kavrama ilişkin değişik tanımlamalar ortaya çıkabilmektedir. diği gibi bir politika kavramının tanımlanmasında, diğer tanımlama sorunu olduğu Uluslararası politika kavramında olduğu gibi, uluslararası ilişkiler, uluslararası kuru­ sistem gibi terimlerde ulus ve devleti aynı anlamda kullanmak yerin­ de olacaktır. Bu doğrultuda belirli bir toprak parçası üzerinde, belirli bir nüfusa dayalı, iç ve dış egemenliğe sahip siyasal bir organizasyon olan "devlet"in uluslararası politika disiplininin temel inceleme alanını oluşturduğu söylenebilir. Bu bağlamda, uluslararası sözcüğünün içinde yer aldığı uluslararası politika ve uluslararası ilişkiler deyimleri, ala­ nın kapsamını ve sınırlarını belirleme açısından önem taşımaktadır. Uluslararası ilişkiler deyiminin uluslararası politika deyimine oranla daha geniş, onu da içine alan bir alanı nitelediği açıktır. Diğer yandan, dış politika ve dış ilişkiler deyimlerini de benzer şekilde ele almak mümkündür. Burada karşılaşılan ilk sorun, "dışl'ın iç ve uluslararası ile olan luşlar, uluslararası 'Mugla Üniversitesi, iiBF Araştırma Görevlisi. Amme İdaresi Dergisi, Ciiı 31. Sayı 4. Aralık 1998. Amme İdaresi Dergisi 80 yakın ilişkisinin niteliğini ve sınırlarını belirlemektiL ' Dış politika ve dış ilişkiler de­ yimleri, uluslararası politikanın temel inceleme birimi olan devletin dışa ilişkin konu­ munu göstermektedir. Bu nedenle, uluslararası politikanın inceleme alanı, dış politika­ dış ilişkiler ve dolayısıyla da bu alanların temel birimi olan "devlet"in ilişkilerini ve Ül­ aliyetlerini de içine almaktadır. Bu noktada dış politika kavramı uluslararası politika kavramına yaklaşmaktadır. Kavramlar arasındaki farklılık belki de, gerçeklerden çok, a­ kademik ayınmlara ilişkin olmaktadır; ancak ana hatlarıyla farklılık, devlet veya dev­ letlerin "amaçları", "eylemleri" (kararlar ve politikalar) ile iki veya daha çok devletin etkileşimleri arasında ortaya çıkmaktadır. Devletin dış çevre ve geneııikle içsel durum­ lara ilişkin eylemlerinin formülasyonu esasen, dış politika ile ilişkilendiriterek yapıl­ maktadır. Uluslararası politika deyimi, karşılıklı etkileşimin tüm şekilleri içinde bulunan bağımsız toplumun üyeleri (devlet desteğinde olan veya olmayan) ile de ilişkili olmak­ tadır. Uluslararası politika alanı dış politika analizi veya devletler arası politik süreci de içermektedir. Diğer yandan bu terim, ilgililer ile bağımsız toplum arasındaki ilişkiler, uluslararası ticaret birlikleri, uluslararası yardım kuruluşları, turizm, ulaşım, iletişim, uluslararası değer ve etiğin gelişmesi ile de ilgilidir. l Uluslararası Politikada Sistem Yaklaşımı Sistem yaklaşımı ve sİstem çözümlemesi bugün siyaset biliminde ve uluslarareisı politi­ ka literatüründe en fazla kullanılan yöntemlerdendir. Bazen sistem kuramı da denilen sistem çözümlemesi, siyasal sistemlerin işleyişini açıklamak için kullanılan bir çözüm­ leme biçimidir. Bu çözümleme şekli, bir siyasal sistemin içeriden ve dışarıdan gelen baskılar karşısında bunlara uyma yeteneği ile bunlar karşısında dengesini koruyabilme kapasitesinin ölçülmesine yarar:' Sistem sözcüğU, sistemi oluşturan unsurların birbirleriyle ilişkili olması nedeniyle, bir­ likte hareket etme yeteneğine sahip olan bir bütOnü ifade etmektedir. Sistemin yapısına göre, sistemin unsurları gevşek veya sıkı bir şekilde birbirine eklemlenmiş olabilir. Di­ ğer yandan, sistemin unsurları, istikrarlı veya istikrarsız bir özellik gösterebilirler. Bü­ yük bir sistem içinde birbirine bağlı daha küçük alt sistemler bulunabilir. Sistem içi unsurların birbirleriyle etkileşimi olduğu gibi sistemler arası karşılıklı ilişki­ den söz edilebilir. Bir ülkenin iç siyasal sistemi ile uluslararası sistem arasında etkile­ şimler olabilir. Belli bir tip düzende, sistemler, eğer parçalarının düzeninde bir değişik­ lik olursa değişebilirler. Bu nedenle, birimlerdeki herhangi bir değişiklik bir sistemden diğer bir sisteme geçiş değil, sistem içinde olan bir değişikliktir. 4 Uluslararası politikada inceleme değişik düzeylerde yapılabilmektedir. Sistem yaklaşı­ mını düzeylere indirgeyerek yapılan analiz yöntemi ilk defa Singer'in "Uluslararası iliş­ kilerde Analiz Düzeyi Sorunu" adlı makalesiyle gündeme gelmiştir. Singer makalesin­ de, uluslararası politika analizinde uluslararası sistem ve ulusal devleti iki uç düzey ola­ Faruk Sönmezo~ıu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi. İstanbul, 1995, s. J2. K. J. Holsti, International Politics a Framework for Analysis, Prentiee-Halllnt. Ine, New Jersey, 1995, s. 16. ., Mehmet Gönlübol, lJluslararasl Politika, Attila Kitabev!. istanbuL. 1993, s. 31. " Kenneth Waltz-George H. Quester, lJluslararasl iıişkiler Kuramı ve Diloya Siyasal Sistemi, çev. Ersin Onulduran, A.Ü.S.B.F. Yayınları, No: Stü, Ankara, 1982, s. 53. i 1 Uluslararası Politik Sistemin Değişimi 81 rak ele almakta ve incelemektedir. s Singer'in çalışmasından sonra bu konuda birçok ça­ lışma yapılmışsa da, yazarın yaptığı ikili analiz düzeyi ayırımı geçerliliğini korumuştur. Gerçekten de ilk iki sınıflandırmadaki devlet düzeyi veya ulusal düzey, ulusal devlet düzeyine, sistem düzeyi veya global düzey de uluslararası sistem düzeyine karşılık gel­ mektedir. Daha sonraki gelişmelere paralelolarak bu alandaki analizlerde yeni düzeyle­ rin kullanılması sistem analizinin etkisini artırmıştır. Günümüz uluslararası politika in­ celemelerinde giderek artan bir şekilde aktörler olarak yer alan karşılıklı ilişki düzeyi i­ se, aktörlerin birbirlerine ilişkin tutum, davranış ve tepkilerinin ele alındığı durumları kapsamına almaktadır. Diğer bir deyişle analizlerde aktörler dışında ayrı bir analiz biri­ mi bulunmamaktadır:\ Başlıca Uluslararası Sistem AyırımJarı Bugün dünyadaki tüm politik ve sosyal ünitelerin birbirleriyle ilişkili olmasından dolayı global bir sistemin varlığından söz edilebilir. Uzun süre çok küçük devletlerin dışında kendisini tümüyle izole ederek varlığını sürdüren bir devlet bulunmamaktadır. Bu ne­ denle global sistem içinde devletlerin birbirleriyle çeşitli derecelerde ilişkileri söz konu­ su olmaktadır.' Tarih boyunca devletlerin birbirleriyle değişik gruplaşmalar içine girdiği ve bunların güç yapısının çeşitli biçimler aldığı oluşumlar meydana gelmiştir. Bu oluşumlardan ilki klasik güç dengesi modeline dayanan tek kutuplu sistemdir. Dünya tarihinde tek kutuplu sistemlere çeşitli dönemlerde rastlanmıştır. Roma İmparatorluğu'nun varolduğu dönem­ de tek kutuplu, sistemin temel belirleyicisinin bu imparatorluk olduğu bir dönem ya­ şanmıştır. i 7. yüzyılda Avrupa'da hakim olan, etki kapasiteleri yaklaşık olarak birbirlerine yakın ve birbirleriyle belirli ilişkiler içinde olan sistem ise güç dengesi sistemi olarak adlandı­ rılmıştır. Klasik güç dengesi sisteminde yer alan aktör devletlerdir. Sistemde devlet-dışı aktörlerin varlığından söz edilmemekle beraber, sonucu etkileyecek bir etki yapma­ maktadırlar. 8 Bir diğer uluslararası sistem tipi olan çok kutuplu sistem de, tarihselolarak varolmuş, 19. Yüzyıl Avrupa'sı bu sisteme uygun olarak şekillenmiştir. Bu dönemde devletlerin gücü birbirlerine yaklaşık olarak eşit durumda olduğu için, bir devletin diğerleri üzerin­ de mutlak üstünlüğü söz konusu olmamıştır. Tarihselolarak varolmuş bir diğer sistem de iki kutuplu sistemdir. II. Dünya Savaşı son­ rasında tam örnek bir sİstem olarak ortaya çıkmıştır. Bu süre içerisinde uluslararası si­ yasal sistem tam olarak global bir nitelik kazanmıştır. Diğer yandan, ittifaklar süreklilik kazanmış, bloklar ve blok örgütleri oluşmuştur. Sistemin "gevşek "ve "sıkı" olmasına göre blok !iderleri ve diğer ülkeler arasındaki hiyerarşinin artması veya azalması söz konusudur. Lider devletler diğer devletleri kendi yanlarına çekmek için tehdit, yardım vb. yöntemleri kullanmışlardır. s Sönmezoğlu, a.g.e., s. 68. (, a.k., s. 69. , Holsti, a.g.e., s. 16. ii Sönmezoğlu, a.g.e., s. 550. Amme idaresi Dergisi 82 Güç dengesi sisteminde yer alan aktörlerden en önemlisi gücün delıgeleyicisidir (Hoider of Balance). Dengeleyici, yaptığı müdahalelerle taraflardan birinin bariz üstünıuk ka­ zanmasını engellerneyi hedef politika olarak benimsemiş durumdaki devlettir. Klasik güç dengesi sisteminde devletlerin dış politikalarını etkileyen faktörler arasında, mevcut güç dengesinin niteliği, uluslararası hukuk, uluslararası örgütler sayılabilir. Diğer yan­ dan devletler, kendi güvenliklerini sağlamak amacıyla değişik güvenlik sistemleri oluş­ turabilmektedirler. Bu tür sistemler tarihsel süreç içerisinde önemli rol oynamışlardır. Bu oluşurnlara ittifaklar, ortak güvenlik sistemleri (Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Mil­ letler) örnek gösterilebilir. 9 Uluslararası siyasal sistemlerin devletlerin dış politika çıktıları üzerindeki etkisi, tercih ve/veya uygulama aşamalarıyla ilgili olabilmektedir. Uluslararası sisteme ilişkin fak­ törler devletlerin dış politikalarında çeşitli amaç, strateji ve araçlar açısından yaptıkları tercihleri etkileyebildikleri gibi, tercih edilen amaç, strateji ve araçların uygulanmasın­ daki başarı ya da başarısızlıklar da belirli bir rol oynayabilmekted ir.ili ULUSLARARAsı SİSTEMİN DEGİşİMi Uluslararası politik sistemdeki iki kutuplu güç merkezlerine dayanan yapının yerini, tek bir sisteme bırakması için dünya üzerinde bir dizi değişimin ya­ şanması gerekmiştir. Soğuk savaş döneminde her iki kutup ve onların yörüngesindeki ülkeler, birbirlerini denetleyerek bir güç dengesi oluşturmuşlardı. "Yılgı dengesi" de de­ nilen bu sistem, bir tarafın diğerini topyekün yok edecek bir üstünlüğe sahip olmaması esasına dayandırılıştır. Nükleer silahların sayısı ve etkilerine dayalı olan denge durumu, taraflardan birinin bu savaştan çekilmesi ile sona ermiştir. merkezli ve istikrarsız İki bloklu ideolojik hesaplaşmanın ortadan kalkması, değişen uluslararası sistemin ken­ disini daha da güçlü olarak hissettirişinin bir başlangıcı olmuştur. Sovyetler Birliği'nin i 991 'de dağılması ile uluslararası sistemde bir belirsizlik baş göstermiştir. Önceden Sovyetlerin güdümünde olan ülkeler, kendi ulusal çıkarları yönünde politika oluşturma­ ya başlamışlardır. Bu süreçte Sovyetler Birliği içinde bastırılan ancak unutulmayan et­ nik kimlikler ve eskiye ait kötü hatıralar yeniden açığa çıkmış ve yeni oluşturulmaya çalışılan sistemin önündeki en büyük engelin, çok uluslu devletlerin dağılması sonucu ortaya çıkan etnik milliyetçi hareketler olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, iki kutuplu uluslararası sistem, 1991 'de SSCB'nin dağılmasıyla ortadan sistemin yapısı tümüyle değişmiştir. Ortaya çıkan yeni durumun tarihte örneği bulunmadığı gibi, çok hızlı bir değişim geçiren dünyada, mevcut deği­ şimleri ve olayları daha önceki örneklere dayanarak açıklamak ve ileriye dönük projek­ siyonlar yapmak da oldukça zorlaşmıştır. kalkmış, uluslararası Uluslararası politik sistemdeki bu değişim bilindiği gibi "Yeni Dünya Düzeni" olarak Bu nitelendirmeye bir çok eleştiri gelmiş olmasına rağmen bu kavra­ ve kapsamının belirlenmesi sorunu halen canlılığını korumaktadır. nitelendiriimiştir. mın içeriği ii Feridun Ergin, Uluslararası Politika Stratejileri, Lü. Yayınları, istanbul, 1990, s. 143. Sönmezoğlu, a.g.c., s. 588. LO Uluslararası Politik Sistemin Değişimi 83 Yeni Dünya Düzeni söylemi ile genellikle Sovyetler Birliği'ndeki sosyalizm uygulama­ ve federasyonun dağılmasından sonra uluslararası politik düzende ortaya çıkan yeni durum anlaşılabilir. Bu durum ise uluslararası politik sistemin gelişme sürecinde bir "kırılma" olarak nitelendirilmektedir. 1I Sovyetlerdeki ekonomik ve siyasal sistemin çökmesi ve nisbeten etnik temele dayalı federatif yönetim biçimlerinin dağılma ya da ciddi krizlerle karşı karşıya kalmaları, uluslararası sistemi etkileyen başlıca geliş­ meler olmuştur. Elbette bu gelişmeler kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. 1980' lerin so­ nunda "gevşek iki kutuplu" sistemin iki kutuplu yapısı tek bir düzlemde ele alınamaz olmuş, askeri-stratejik anlamda iki kutuplu bir yapı oluşmuştur. sının başarısızlığı Bu süreç sonunda ortaya çıkan yeni uluslararası politik sistemin temel özellikleri şöyle sıralanabilir: ı. Artık uluslararası sistemin yapısını askeri-stratejik, politik ve ekonomik açılardan tek düzlemde ele almak her zaman kolay ve mümkün değildir. İki kutuplu sistemden geriye kalan süper güç ABD özellikle ekonomik düzeyde hiyerarşik bir yapı oluşturamamıştır. Günümüz uluslararası sistemi, hiyerarşik ve çok merkezli ilişki kalıplarının iç içe geçti­ ği, birlikte fonksiyon gördüğü bir yapıya sahip olmuştur. 2. Uluslararası politik sistemin, alt sistemlerin egemen olduğu bir yapıya dönüştüğü söylenebilir. iki kutuplu sistemde, alt sistemlerin uluslararası sistemin bütününden ba­ ğımsız olmaları pek mümkün değildi. Sistemin bütününü etkileyen faktörlere alt sis­ temlerin de engelolmadığı ileri sürülmektedir. Bugünkü uluslararası sistemin geleceğine yönelik olarak, birbiriyle çelişik iki süreç ol­ ileri sürülmektedir: "Ayrışma" ve "Bütünleşme" süreçleri. Bu süreçler şöyle açık­ duğu lanmaktadır: Il i. Uluslararası toplumun önündeki en büyük sorun, "ulusların kendi kader/erini tayin yani bu ilkenin hangi birimlere uygulanıp uygulanmaya­ konusunda genel kabul gören bir kriterler dizisine ulaşılabitmesidir. hakkının işlemselleştirilmesi", cağı sürecinde ise, ekonomi ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi önemli rol oyna­ AT, EFTA gibi entegrasyonlar açısından sorun ise, iki rakip olgu olan enteg­ rasyonun amacına ulaşması ve genişlemesi arasındaki çelişkidir. Ancak, tüm sorunlarına rağmen bu tip entegrasyonların başarılı olması uluslararası sistemde bütünleşmeye yö­ nelik eğilimleri güçlendirecektir. 2. Bütünleşme maktadır. Günümüz uluslararası politik yapısında ideoloj ik bağlamda yeni bir yapılanma söz ko­ nusudur. Dünya liderlerinin artık, yeni dünya düzeninde tek bir temel ilkesi kalmamış­ tır. Soğuk savaşın sonunda "sosyalizmin büyük zaferi için uluslararası sınıf mücadelesi" başarı ya ulaşamadan sona ermiştir. Buna karşılık Birleşmiş Milletler'in ilkeleri ve libe­ ral demokrasi her zamankinden fazla güç kazanmıştır. Bu sonuçlara göre yeni sistemde liderliği elinde tutan ABD'nin dış politikası uluslararası politikada çok daha fazla önem kazanmıştır. ii 12 Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Sabahattin Şen (DeL), Bağlam Yayınları, İstanbuU994, s. LO. a.k., s. 14. 84 Amme idaresi Dergisi ABD ordusundan tuğgeneral rütbesiyle emekli olan ve halen Yale Üniversitesi'nde si­ yaset bilimi profesörü, aynı zamanda da Hudson Ulusal Güvenlik Çalışmaları EnstitOsü Direktörü olan William G. Odom, artık Rusya'nın ABD için eskisi kadar "önemli" bir ülke olmadığını, ancak Almanya ve Japonya'nın ABD dış politikasında çok önemli iki ülke haline geldiklerini belirtmektedir. Odom, geriye dönük yaptığı değerlendirmesinde, ABD'nin bu iki ülke ile askeri birlik kurmadığında Avrupa'da savaş çıktığını, her iki ülke i/e güçlü askeri bağlar kurduğunda ise bu bölgeye barışın hakim olduğunu, ABD ve Japonya işbirliğinin, bölgeye ilişkin politikaların belirleyicisi ve ekonomik gelişme­ nin itici gücü olduğunu ileri sürmektedir. 13 Gerçekten Sovyetlerin çökmesi ile soğuk sa­ vaşın sona ermesi ve ideolojik yenilgi sonucu "rejim ihracı" olgusunun Rusya için orta­ dan kalkması ve daha da önemlisi Rus ekonomisinin Batı yardım/arıyla ayakta kalabil­ diği gerçeği, ABD'nin bu politikasının temelinde yatan nedeni açıklamaktadır. Artık Rusya, ABD için bir rakip değil istikrar, demokrasi ve kapitalist ekonominin yerleşti­ rilmesi gereken potansiyel bir pazar niteliği kazanmıştır. Ancak ABD'nin tüm çabaları­ na -istikrarın sağlanması için Rusya'nın yaptığı ağır insan hakları ihlallerine göz yu­ mu lması ve ekonomik yardımlara- rağmen, henüz ABD'nin umutlarının tam olarak ger­ çekleşmediği görülmektedir. Rusya'nın ABD dış politikasındaki ağırlığının azalmasına rağmen, Avrupa ve Asya ile düzeyde olmasa da Ortadoğunun stratejik önemi artmıştır. Gelişmiş endüstriyel e­ konomilerin İran Körfezi devletlerinden çıkan petrole bağımlılık/arı devam etmektedir. "Yahudi trajedisinin" bir ürünü olan İsrail'e Batının ideolojik vesayeti sürmektedir. Bu nedenlerle, Başkan Bush, Körfez Savaşı sırasında Batı çıkarlarını korumak için askeri gücün kullanımında destek bulmakta zorlanmamış, hatta bazı Avrupa ülkeleri kurulan askeri koalisyona katılmışlardır. 14 aynı sistemde ABD'nin önemli rolü olmasına karşın, Avrupa ve Japon­ ekonomik güçleriyle desteklenen politik ve askeri güçleri nedeniyle, eskiye o­ ranla daha bağımsız politika oluşturma isteğinde oldukları söylenebilir. ABD'nin mütte­ fik ülkelerinin de, değişen koşullara uygun olarak daha "ulusal" politikalar üretme eği­ liminde oldukları görülmektedir. Bu durum, uluslararası sistemdeki değişimlerin, ülke­ lerin dış politikalarında oluşturduğu doğal değişimler bağlamında değerlendirilebilir. Yeni uluslararası ya'nın ULUSLARARAsı POLİTİKADA AKTÖR SORUNU VE ULUS DEVLETİN AKTÖR KONUMUNUN ZAyıFLAMASı Uluslararası politikada "aktör" ve "sistem" olmak üzere başlıca iki inceleme alanından söz edilmekte ve uluslararası politika incelemelerinde başlıca iki yol izlenmektedir. Bunlardan ilki, egemen devletler olmak üzere bu alanda yer alan aktörlerin birincil ilgi alanı olarak seçilmesi, ikincisi de uluslararası politika alanına ilişkin olgu, olay ve fi­ kirleri anlamak ve yorumlamak bakımından tüm aktörlerin içerisinde yer aldığı uluslara­ rası bir sistemin bir inceleme birimi olarak ele alınmasıdır. Bu bağlamda uluslararası aktör, en azından dolaylı olarak insanların oluşturduğu ve sistemin içinde yer alan bir başka etkene tamamen tabi olmayan ve diğer aktörler ile güç 13 William E. Odom, "How to Create a True World Order T', Third World Quarterly, Mart 1995, Vol. 16, s. 5. 14 a.k.. s. ı 8. Uluslararası Politik Sistemin Değişimi 85 organize bir varlık olarak değerlendirilebilir. ls Bunun yanında aktör, diğer otonom aktörlerin davranışları üzerinde etki uygulayan nispı olarak otonom bir bi­ rim olarak tanımlanabilir. ilişkisine katılan Bu tanımlar çerçevesinde uluslararası aktörün iki temel özelliği ortaya çıkmaktadır. Bi­ rincisi; bir başka aktöre tamamen tabi olmama, az veya çok bağımsız olma, ikincisi de, diğer aktörler ile güç ilişkisine katılma, uluslararası alanda bu türlü eylemleri gerçekleş­ tirebilecek bir kapasiteye sahip olma ve diğer aktörler üzerinde etkili olabilmedir. Uluslararası aktörlerin belirlenmesinde "otonomi" tanımı ile ilk akla gelen devletlerdir. Ancak devlet dışı aktörlerin uluslararası alanda birer aktör olarak yer aldıkları, politika­ ların saptanması ve uygulanmasında etkin oldukları da, günümüz uluslararası sistemin­ de ortaya çıkan olgulardandır. Bugünkü uluslararası politik sistemde devletin, birincil aktör olma konumunu fazlasıyla devletin bu konumunu diğer kurumlarla pay­ yönelik farklı görüşler ortaya konulmaktadır. koruduğunu savunanların yanında, artık laşmakta olduğuna Son zamanlarda beklenmedik gelişmeler gösteren etnik hareketler, kültür ve devlet ara­ geleneksel yaklaşımların gözden geçirilmesini gerektirecek boyuttadır. Etnik hareketler, etnisitenin öngörülen ulusal entegrasyon ve ekonomik ge­ lişme sürecinde zayıflayacağı görüşünü yalanlarcasına giderek önem kazanmaktadır. Bu hareketlerin Asya, Afrika ve Ortadoğu'nun çok etnikli ve çok dilli toplumlarında daha çok milliyetçi talepler şeklinde ortaya çıkmaları, etnisitenin insanları kendine has ortak bir amaç etrafında toplayabilme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. 16 Etnik hareketler, ulus devletlerin sınırlarını aşarak yeni bir form kazanmışlardır. Birbirine komşu devletler, kendi nüfuslarıyla benzer yapıdaki nüfusu barındıran devletlerle ilgi­ lenmeye başlamışlardır. Bu durum etnisite olgusunun ulus devletin sınırlarını zorladığı ve aştığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Diğer yandan, birden çok etnik yapıyı içerisinde barındıran devletlerde, bu yapıların kendi devletlerini kurma yönündeki niyet ve hare­ ketleri de çok-uluslu devletlerin parçalanma tehlikelerini ortaya çıkarmaktadır. sındaki ilişkiler hakkındaki Birey ve Grupların Etkisinin sonrası ortaya çıkan yeni Artması sistemde özellikle demokratikleşme, birey ve fikri ağırlık kazanmıştır. Bu durum klasik ulus devlet anlayışının da değişmesi sonucunu doğurmuştur. U lus devlet, bu dönemde ilk olarak Sovyetler Birliği'nden kopan Baltık ülkelerinin tanınmasıyla birlikte başlayan ve Yu­ goslavya'nın savaşla, Çekoslovakya'nın ise barışçı bir yolla bölünmesiyle ve her defa­ sında da bölünen parçaların diğer devletler tarafından tanınmasıyla tehdit altına girmiş­ tir. l7 1991 uluslararası grupların haklarının korunması Fukuyama'nın grupların deyimiyle demokrasinin "evrensel bir ideal" haline gelmesi birey ve kendi devletlerinde özgür bir şekilde yaşaması gerektiği kabulünü ortaya Çl- Sönmezoğlu, a.g.e., s. 23. Abdullah Topçuoğlu, "Ulus-Devlet ve Etnisite Olgusu", Türkiye Günlüğü, Sayı: 33, Nisan ı 995, s. i o1­ 102. 17 Ersin Kalayeıoğlu, "Yeni Dünya Düzeni ve Türk Dış Politikası", Türk Dış Politikasının Analizi, Der Ya­ yınları, istanbul. 1994, s. 41 J. LS 16 86 Amme idaresi Dergisi karmıştır. iK Bu nedenle, eskiden olduğu gibi, devletlerin kendi sınırları içindeki birtakım demokrasi ve insan hakları prensiplerine uymuyorsa- devletlerin bir "iç sorunu" olarak nitelendirmek anlayışı ortadan kalkmış, uluslararası hukukun geliş­ mesi ve uluslararası denetim kuruluşlarının etkinlik kazanması, ulus devletin kendi e­ gemenliğinden doğan tasarruflarını uluslararası denetime açmıştır. Artık devletler ülke­ leri içindeki azınlıklara veya marjinal gruplara baskı uyguladıklarında bunun bir iç so­ run olarak kabul edilemeyeceğinin bilinci içerisinde olmaktadırlar. İnsan hakları, de­ mokrasi ve Birleşmiş Miııetler prensiplerinin öneminin arttığı bir ortamda iç politikada uygulanan yaptırımlar "uluslararası toplum" ve onun kuruluşlarının ciddi tepkisiyle kar­ şılaşacaktır. Bu nedenle, yeni uluslararası sistemde iç ve dış politika gittikçe birbirine yaklaşan ve zor ayrılabilir bir nitelik kazanmış, devletin kendi iç politikası, diğer devlet ve uluslararası kuruluşların ilgi alanı içine girmeye başlamıştır. tasarruflarını, -eğer gereken sorular sorulmaya başlan­ Merkezi devletin ve ulusal sınırların önemi ve anlamı nedir? Dünyada devletler temel aktörler olmaya devam edecekler midir? Yoksa onların yerini uluslararası şirket­ ler, gruplar ve dinsel cemaatler mi alacaktır? Eğer ikinci birim gruplardan oluşacak bir dünyaya doğru evrim geçiriyorsak siyasalortamın temel birimleri nasıl örgütlenecektir? Bir kabileler ve dini cemaatler konfederasyonlarına mı doğru gidiyoruz? Bu soruların 19 cevapları henüz kesin olarak bilinemiyor. Yeni uluslararası yapıya ilişkin cevapları bulunması mıştır. Hükümet Dışı Kuruluşların Etkinlik Kazanması Devletlerin uluslararası alanda ortak sorunları çözmek için örgütlenme yoluna gitmeleri uluslararası kuruluşların doğmasına yol açmıştır. Günümüzde uluslararası kuruluşlar pek çok açıdan ulusal devletlerden zayıf olmakla birlikte, sahip oldukları olanaklar ve yetkilerle önemli işler başarmakta ve varlıklarını haklı çıkaracak, yerlerini sağlam laştı­ racak önemli görevler üstlenmektedirler. Doğrudan devletlerin yönetimlerinin temsil e­ dildiği uluslararası kuruluşlar, devletlerin uluslararası politika alanındaki birincil aktör olma konumlarını zorlamakta ve uluslararası hayatın önemli bir öğesi konumuna gelmiş bulunmaktadırlar. Uluslararası kuruluşlar, devletlerin gücünü zorlamalarına karşın, egemen devletler u­ sistemin temel birimi olarak kalmakta, uluslararası kuruluşlar tek tek hükü­ metlerin görevlerini üstlenmek amacını gütmemektedirler. Bugün birçok kuruluş, ulus­ lararası alandaki küçük ve zayıf devletlerden daha güçlü bir konumda bulunmaktadır. Günümüzde devlet dışı kuruluşların çeşitli biçimlerde yapılandığı ve fonksiyon üstlen­ diği görülmektedir;211 luslararası ı. BeJli bir bağımsızlık coğrafi alana yönelik (territorial non-state actors) olarak kurulanlar; ulusal hareketleri, vb. 2. Belli bir alanla sınırlı olmayan ulus-üstü organizasyonlar (non-territorial transnational organizations); çok uluslu şirketler vb. Tülay Özüerman, "Demokrasi Anlayışında Çağdaş Gelişmeler", Demokrasi Gündemi, Sayı: 22, Ankara, 1995,s,12. 19 Topçuoğlu, a.g.m., s. 412. IK 211 HoJsti, a.g.e., s. 60. Uluslararası 3. Politik Sistemin Değişimi Hükümetlerarası ın (Intergovernmental) örgütler; NATO, OECD vb. Politik olarak bölgesel devlet dışı örgütler, çeşitli bağımsızlık hareketleri ve ayrılıkçı örgütlerdir. Bunların faaliyetleri tüm dünyaya yönelik olabilir; bu tip örgütler, faaliyet­ lerİnin bir bölgeye yönelik olması nedeniyle, kendi devletlerini kurma amacı taşırlar. Bu örgütler diplomatik faaliyetlerde bulunabilirler, resmi olmayan ilişkiler kurabilirler, hatta BM'de gözlemci statüsüyle bulunabilirler. Bölgeselolmayan ulus-üstü organizasyonların karakteristik özellikleri de şöyle sırala­ nabilir; birçok ülkede kendiliğinden kurulmuşlardır; amaçları bir bölge ile sınırlı değil­ dir; örgüt temelolarak politik bir yapıda değildir. En eski organizasyonlardan olan Ka­ tolik Kilisesi bu tip örgütlere örnek gösterilebilir. Kilisenin yönetim merkezi Ro­ ma'dadır; dünyanın her bölgesinde faaliyet göstermektedir. Kilise, uluslararası politika­ da dolaylı ve doğrudan etki yapabilecek güce sahiptir.!l Günümüzde ekonomik amaçlı uluslararası şirketlerin uluslararası politikada etkinliği giderek artmaktadır. Örneğin ford şirketinin ekonomisi Suudi Arabistan ve Norveç e­ konomisinden büyüktür. Philip Morris şirketinin yıllık satışları Yeni Zelanda'nın GSMH'sından fazladır. Yirmi yıl önceye baktığımızda çok uluslu şirketler ayrı ayrı ope­ rasyonlar düzenler ve çalışmalarında yerel koşullara ayak uydururlardı. 1990' larda ise, büyük girişimler ve hatta küçüklerden bazılarının bile zaman, mekan, ulusal sınırlar, dil, gelenekler ve ideoloji konularında eski sınırları aşan teknolojik olanaklara ve stratejik görüştere sahip oldukları görülmektedir.!! ULUSLARARASI ENTEGRASYON HAREKETLERi Dünyada meydana gelen gelişmelere paralelolarak ekonomik ve siyasal amaçlı bütün­ leşme hareketleri, ulusal egemenlik ve ulusal sınırları yeniden sorgulayan bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. Bu hareketlerden en önemlisi olan, Avrupa'da, ekonomik ve siyasal bir bütünleşme ideali olarak ortaya konan Avrupa Birliği düşüncesi, yen i ulusla­ rarası düzende önemli bir yer edinmiştir. Bugün AB üyesi devletlerin sınırlarını üye olmayan devletlere karşı korumaları, birbir­ leri arasındaki sınırları ise geçirgen hale getirmeleri ve kendilerini ilgilendiren siyasal kararları da kısmen Brüksel'de oluşan AB mekanizmalarına devretmeleri söz konusu olmaktadır. 2J Diğer yandan unutulmaması gereken nokta Avrupa'nın güçlü bir merkezi devlet geleneğine sahip olması olgusudur. Ancak sanayi devrimi sonunda oluşan geliş­ meler devletin merkezi niteliğini zayıflatmış, merkezin yerel yönetimlere yetki devrini gündeme getirmiştir. Bu bağlamda hem ulus-üstü organizasyonlara hem de yerel yöne­ timlere yetki devrinde bulunan Avrupa'daki merkezi iktidarlar, yetki alanlarını bir ölçü­ de küçültmüşlerdir. Ulusal egemenlik de bu süreçten etkilenmiş, ulus devletin tartışıl­ mayan kutsallığı tartışılan bir nitelik haline gelmiştir. Uluslararası sistemin değişimi ekonomik ilişkilerin değişimini de beraberinde getirmiş, yeni düzende yeni ekonomik birlikler, yeni cazibe merkezleri ortaya çıkmıştır. Yeni c- a.k., s. 62. 22 Richard J. Bamett-John Cavanagh, Küresel Düşler imparator Şirketler ve Yeni Dünya nüzeni, Sabah Yayınları, İstanbul. 1995. s. 5. 2;\ Kalayeıoğlu. a.g.m•. s. 413. Amme İdaresi Dergisi 88 konomik dUnya dUzeni, yalnızca merkezi oluşturan devletlerin kendi içinde geliştirdik­ leri, uyguladıkları ve kendi Ulkelerinin gerçekleri zemininde doğru ve akılcı olan eko­ nomik ve politik norm, yöntem ve araçların çevre Ulkelerce de benimsenmesinden ibaret değildir. Bu dUzen içinde özellikle, coğrafi, sosyal ve kUlturel önceliklere dayanan eko­ nomik bloklar arasında da yoğun bir rekabet söz konusudur. DUnyada çeşitli serbest re­ kabet bölgeleri olmakla beraber, bunların en önemlileri ABD'nin liderliğini yaptığı Ku­ zey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA), Avrupa Birliği (AB) ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliğidir (APEC).14 Ekonomik ve siyasal entegrasyon hareketleri sonucunda ulusal sınırların daha kolay sorgulanabilir olması, ulus devletin artık anlamsız bir olgu olmaya başladığının kesin bir göstergesi sayılmamalıdır. ÇUnkU bu birlikler içinde yeni oluşurnlara yönelen Ulkeler değişik yollarla (vize uygulamaları, yabancı göçmenlere karşı izlenen politikalar, gUm­ ruk ve kota uygulamaları gibi) diğer Ulkelere karşı sınırlarını daha bir sızdınnaz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Sonuç olarak, ulusal egemenlik ve ulus devletin sınırlarına esnek yaklaşım genel bir anlayışın sonucu değil, yer ve zamana ilişkin sınırlı bir geliş­ me olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim gUnUmUzde ulus devletin yerine geçebilecek somut bir olgu da mevcut değildir. Diğer yandan ulus devlete alternatif olarak gösterilen yerel yönetimler, kaynak açısın­ dan merkezi devlete muhtaçtırlar. Yerel yönetimler sayesinde yurttaşlar daha demokra­ tik bir ortamda yaşama hakkına sahip olsalar da, daha çok refah ve gUvenlik ancak mer­ kezi devletin politikaları sayesinde sağlanabilecektir. Bu bağlamda, yalnızca bir bölge­ nin değil, Ulkede yaşayan herkesin yaşam standardının yUkselmesi, devletin bir "refah devleti" (welfare state) ve toplumun da bir "refah toplumu" (welfare society) haline ge­ lebilmesi ancak merkezi devletin politikaları sayesinde mUmkUn olabilecektir. Bunun yanında NATO gibi bir askeri pakta Uye olan ve AB gibi bölgesel, ekonomik, sİ­ yasal ve toplumsal birliklerden yararlanan Belçika, Hollanda, Lüksemburg gibi, kom­ şularından tehdit algılamayan devletler için ulusal egemenlik anlamsız hale gelmeye başlayabilirse de, bu durumu genelleştirmek mümkUn değildir. Nitekim AB ve NATO Uyesi Yunanistan örnek gösterilecek olursa, Makedonya sorunu ile ortaya çıkan patolo­ jik milli hezeyanların da gösterdiği gibi, ulusal egemenlik tUm AB ve NATO üyesi ül­ keler için geçmişin bir kalıntısı olmaktan çok, bugUnün iç ve dış politikalarını derinden etkileyen bir olgu olma özelliğini korumaktadır. 25 Değişen DUnyada NATO'nun Yeni Konumu sona ermesi ile, dünyada barış ve işbirliği ortamının hakim olacağı ve yeni bir dUzene gidildiğine ilişkin iyimser bir hava oluşmuştur. Bu anlayış, yeni düzen­ de, NATO'nun üstleneceği rol ve anlamı konusundaki görüşleri de etkilemiştir. Batı Avrupa ülkelerindeki bazı çevreler, NATO'nun görevini tamamladığını, bu işbirliği ve barış ortamında önemli bir rol üstlenemeyeceğini düşünmektedirler. Diğer yandan Fran­ Soğuk savaşın 24 Reşat Özkan, "Yeni Dünya Düzeni içinde Türkiye-AB ilişkileri ve Gümrük Birliği", Türkiye Günlüğü, Sayı: 25 32, Ocak-Şubat Kalaycıoğlu, i 995, s 23. a.g.m., s. 413-414. Uluslararası Politik Sistemin Değişimi sa, Almanya ve diğer AB ülkelerinin durum ortaya çıkmıştır. 26 89 Batı Avrupa Birliği'ni revize etmeleri ile yeni bir Başta ABD olmak üzere NATO'nun ileri gelen ülkeleri, Rusya Federasyonu'nu tecrit etmenin bu ülkenin demokratikleşmesi ve piyasa ekonomisine geçmesini engelleyeceği endişesiyle, eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO'ya girme isteklerine henüz net bir ce­ vap vermemekte, Doğu Avrupa ülkelerİnin güvenliğinin AGİT çerçevesinde sağlanabi­ leceğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte, Avrupa ülkeleri ABD olmadan bölgenin güvenliğini sağlayabilecek bir hareket kabiliyetine sahip değillerdir. Avrupa barışı için tehdit oluşturabilecek olan Bosna Savaşı'nda Avrupa'nın içinde bulunduğu acz, ABD'nin Avrupa'nın güvenliği için halen gerekli olduğu sonucunu ortaya koymakta­ dır. 27 Sonuç olarak NATO'nun, ABD-Avrupa işbirliğini sağlayarak Avrupa'nın güvenliğini fonksiyonu bir süre daha devam edeceğe benzemektedir. Türkiye açısından o­ laya bakıldığında ise, yeni koşuııara uygun olarak, NATO için, Türkiye'nin eski önemi­ ni kaybettiği söylenebilir. Bu nedenle Türkiye'nin, eskiden olduğu gibi ABD ve NATO politikalarına doğrudan endeksli olmak yerine çok yönlü ve bölgesel ilişkileri öne çıka­ ran, ulusal çıkar bağlamında yeni bir dış politik tavır ortaya koyması gerekmektedir. sağlama Uluslararası Sistemi Tehdit Eden Yeni Unsur: Etnik MilIiyetçilil{ ve İrredentizm en büyük kaynaklarından birisi, demografik dağı­ ile sınırlanmamış olması ve bu nedenle devletler arasında ortaya çıkan çatışmalardır. Bugün dünyada tek bir etnik topluluğa dayanan çok az sayı­ da devlet bulunmaktadır (Japonya, İzlanda, Danimarka vb). Bir çok devletin içindeki çok etnikli yapı sayısız karşıtlık ve savaşlara neden olmuştur. Bunlar genellikle, bir devletin, komşu devlet sınırları içinde yaşayan kendisine benzer nüfusa ilgi duyması ile ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda azınlık nüfus ya kendi devletini kurmak ya da kendi­ ni köken olarak bağlı hissettiği devlete bağlanmak istemektedir. Günümüzde bir feno­ men olarak irredentizm, çatışmaların kaynağını oluşturmaktadır. 20. yüzyılda uluslararası sorunların lımların devletlerin gerginlikler ve savaşlar yaşanmakta­ yeni süreçte Balkanların durumu buna en iyi örnektir. Eski Yugoslavya'dan arta kalan topraklarda etnik gerginlikler her an yeni bir savaşa yol açabilecek niteliktedir. Örneğin, bugün Arnavut asıllı halkın yüzde 50'sİ Arnavutluk dışında, çoğunluğu Kosova ve onun komşusu Makedonya'da yaşamaktadır. Arnavutların arasında, diğer Arnavutlarla birleşmeyi hedefleyen bir siyasal hareket mevcuttur. Bunlar Sırbistan'ın bir bölgesi olarak adlandırılan Kosova'da, Arnavutların ikinci sınıf vatandaş olarak birçok temel haktan yoksun olduğunu söylemektedirler. Bu durum da Sırbistan ve Kosova arasında gerginliği artırmaktadır.2~ Bugün dünyanın sınırları birçok bölgesinde etnik kaynaklı dır. Yugoslavya'nın dağılması sonrası oluşan 26 Kemal Kirişçi, "Uluslararası Sistemdeki Değişmeler ve Türk Dış Politikasının Yeni Yönelimleri", Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 1994, s. 409-410. 27 ılter Turan, "Değişen Dünya Koşulları NATO ve Türkiye", Türkiye Günlüğü, 39. 2K Holsti, a.g.e., s. 59. S. 32, Ocak-Şubat 1995, s. Amme İdaresi Dergisi 90 Yukarıda kısa bir örneği verilen etnik senaryolar Afrika'nın bir çok bölgesinde, Güney Afrika'da, Balkanlarda ve eski Sovyetlerin birçok bölgesinde tekrarlanmaktadır. Sonuç olarak nerede bir ulusal topluluk iki veya daha çok devlete dağılmışsa, irredentizm u­ luslararası gerginliklere yol açan bir nitelik olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında devletsiz ulusların varlığı, sorunu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Birkaç devlete bö­ lünmüş ulusların neden olduğu sorunlara, devletsiz ulusal toplulukların sorunları eklen­ diğinde etnik milliyetçilik hareketlerini, uluslararası düzeni tehdit eden global bir sorun olarak nitelememiz mümkün olacaktır. SSCB'nin Dağılması ile Başlayan "Devletleşme" Süreci Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizm uygulamasının başarısız olması ile, yetmiş yıldır bir arada yaşayan ulusal toplulukların kendi devletlerini kurma süreci başlamıştır. Yetmiş yıllık Sovyet imparatorluğunun uyguladığı, etnik kimliklerin üstünde oluşturulmak istenen Sovyet kimliğini benimsetme politikalarının başarısız ol­ duğu görülmüş, Sovyetler Birliği'ndeki uluslar önceki sınırlarını koruyarak yeni bağım­ sız devletler haline gelmişlerdir. çöküşü farklı etnik yapıdaki toplulukları bir çatı altında toplamadaki kadar, etnik farklılıkları baskı politikalarıyla aynılaştırmayı öngören bir sistem ve ideolojinin de başarısızlığını tescil etmiştir. Doğu Avrupa'da ise çok uluslu devletlerin çözülmesi, etnik çatışmaların yanı sıra, iktidarın sahiplenilmesi ve insan hakları sorunlarıyla yakından ilgili görünmektedir. Çekoslovakya'nın Çek ve Slovak Cumhuriyetleri olarak ikiye ayrılmasında etnik çatışmaların yaşanmaması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Sovyet sisteminin zorluğu belirttiği ile başlayan sürecin ortaya çıkardığı bir başka gerçek de dini bir­ ancak etnik ayrılıkların yaşandığı ülkelerde, dinin etnik ayrımlara rağ­ men birleştirici niteliğinin yeterince olmayışının ortaya çıkmasıdır. Hindistan 'dan ba­ ğımsızlığını kazanan Pakistan'ın daha sonra da Bangladeş'in bağımsızlık sürecinde ya­ şadığı sorunlar, Afganistan 'da Sovyet işgaline karşı sağlanan birliğin daha sonra dağıl­ ması ve etnik ayrılıklar temelinde başlayan çatışma bu yöndeki düşünceleri doğrular niteliktedir. Kafkasya'da Ermeniler ve Azeriler arasındaki çatışmada da, dinin belirleyi­ ci bir role sahip olmadığını, çatışmadaki en önemli nedenlerin etnik gurur (pride) ve be­ lirli bir toprak hakimiyeti (territorial sovereignty) olduğunu ifade etmektedir. Sovyetlerin dağılması likteliğin olduğu Uluslararası yapıda, sınırların korunması ilkesine karşın, güçlü bir bağımsızlık ve dev­ hareketinin güçlendiği görülmektedir. Dünyanın bir çok bölgesinde ayrılıkçı hareketler kendi devletlerini kurmak için mücadele etmektedirler. Bu süreçte SSCB'nin dağılması ve yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması, bu eğilimi güçlendirici bir etki letleşme yapmıştır. Self-Determinasyon Hakkmm Genişletilmesi Eğilimi Kendi kendini yönetme hakkı, sahip olduğu özeııikler bakımından farklı yapıdaki bir "halk"ın kendi geleceğini belirleme hakkı olarak tanımlanabilir. Ancak yukarıdaki halk kavramının niteliği tarihsel süreç içinde tam bir belirginliğe kavuşturulmamıştır. Çeşitli uluslararası belgelerde bu hak değişik şekillerde yorumlanmıştır. Örneğin, BM Antlaş­ ması Uyarınca "Devletler Arasındaki Dostane İlişkiler ve İşbirliği ile İlgili Uluslararası Uluslararası Politik Sistemin Değişimi 91 Hukuk İlkelerine Dair Bildiri"de; "Halkların eşit hakları ve kendi kaderlerini tayin ilkesi BM Antlaşmasına konulmuş olan halkların eşit hakları ve kendi kaderlerini tayin ilkesi sayesinde, tüm halklar dış müdahale olmaksızın özgürce siyasi statülerini tayin ve ikti­ sadi, sosyal ve kültürel gelişmeleri takip hakkına sahiptir ve her devlet bu hakka saygı göstermek yükümlülüğündedir." denilmektedir. Aynı şekilde "İktisadi, Sosyal ve Kültü­ rel Haklara Dair Uluslararası Sözleşme" ve "Medeni ve Siyasi Haklara Dair Uluslarara­ sı Sözleşme", ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Senedi'nde de benzer yüküm­ lülükler getirilmektedir.2~ Kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili metinlerde tüm devletlere kendi kaderini tayin hak­ uyma zorunluluğu getirilmiştir. Diğer yandan bu yükümlülük, yalnızca sömürge ülkelerde yaşayan halkların yönetiminden sorumlu devletlerle ve sadece bu konumdaki ülke ve halklara yönelik olarak düşünülmemelidir. Bu bağlamda, kendi kaderini tayin hakkına sahip olmanın, en temel insan hakkı bağlamında değerlendirildiği söylenebilir. kına Uluslararası bir çerçeve çizmesi, kendi kaderini tayin hakkının ge­ olumlu bir etki yapmaktadır. Etnik çatışmaların arttığı, ay­ rılıkçı hareketlerin etkin olduğu bir sistemde, kendi kaderini tayin hakkının genişletiI­ mesi, özellikle çok ulus lu devletlerde yeni bir sorunsal yaratması bakımından önem ta­ şımaktadır. Bugün dünyada tek bir etnik topluluğa dayanan devlet sayısının çok az ol­ duğu düşünülürse, çok uluslu devletlerin karşısında bir "etnik parçalanma" tehlikesinin bulunduğundan söz etmek mümkündür. hukukun böyle geniş nişletilmesinde doğalolarak Bugünkü uluslararası siyasal sistemde özerklik ve bağımsızlık birer yükselen değer ha­ line gelmiştir. Bu durumun temelinde ise self-determinasyon fikrinin yattığı bir gerçek­ tir. Bugün birçok etnik, dinsel ve dil bakımından ayrı özelliklere sahip topluluklar, ken­ di devletlerini kurma yönünde mücadele vermektedirler. Ayrılıkçı ve bağımsızlık yanlısı grupların listesi gittikçe artmaktadır; Çin'de Tibet; Pencap'ta Sihler ve Keşmirliler; Sri Lanka'da Tamiller, Shanslar ve diğerleri; Burma'da Myanmar; Filistin; Güney Sudan; Filipin Müslümanları; Yeni Kaledonya'da Kanakas bu hareketlerden sadece bir kaçını oluşturmaktadır. Bu fenomenin yalnızca gelişmekte olan, zayıf ülkelere özgü olduğu düşünülmemelidir. İspanya'da (Baskıar), Fransa'da (Korsika), İtalya'da (Trolyanlar) ve Kanada'da (Quebec) bu tip ayrılıkçı hareketler görülmektedir. 31J düzende demokrasi ve insan hakları ideallerinin öneminin artmasının ulus devletler içinde yaşayan topluluklara yönelik tasarrufları ulus devletin sı­ nırsız yetkisi içerisinde kabul eden anlayışın değişmesi, bu gibi tasarrufları uluslararası hukukun konusu haline getirmiştir. Kendi kaderini tayin hakkı, ulus devletin sınırlarını değiştirmeye yönelik hareketlere ilham kaynağı oluşturmasına karşın, devletin sınırları­ nın korunması ilkesine saygı halen devam etmektedir; ancak devletlerin değişik politik nedenlerle birçok ayrılıkçı hareketle ilgisi olduğu, fiili ve resmi olarak bu hareketleri desteklediği, bu desteği meşrulaştırmak için de kendi kaderini tayin hakkı ilkesini kul­ landığı görülmektedir. Yeni uluslararası yanında, 29 Turgut Tarhanlı. "Kendi Kaderini Tayin Hakkı" Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, istanbuL. 1994, s. 498 . •lU Holsti, a.g.c .. s. 67. Amme İdaresi Dergisi 92 Değişen Dünyada Bir Dönüm Yugoslavya'nın Parçalanması Noktası: ve Bosna-Hersek Sorunu Yugoslavya Federasyonu'nun yaşadığı ekonomik ve siyasal bunalımın, federasyonun birkaç yıl içinde bütünüyle dağılmasına yol açacak kadar keskinleştiği 1990 yılı, güncel tarihle Yugoslavya bunalımı olarak geçen dağılma sürecinin de başlangıç yılı olmuştur. 1991'de Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlık ilanlarının ardından, uluslararası top­ lumun da bu konuya müdahalesi sonucu, Yugoslavya Federasyonu'nun dağılmasıyla so­ run kendiliğinden sona ererken, Yugoslavya sorunu daha sonra bir Bosna-Hersek soru­ nuna dönüşmüştür. Yugoslavya'nın dağılmasından tan'ı tanıması ye'nin olaya soğuk savaş sonrası larından biri haline sonra başta Avrupa ülkelerinin Slovenya ve Hırvatis­ bir boyut getirmiş, böylelikle Bosna-Hersek sorunu Türki­ diplomatik ilgisini yoğunlaştırdığı başlıca dış politika konu­ değişik gelmiştir. Yugoslavya'nın dağılması, iki kutuplu uluslararası sistemde yer alan çok uluslu devlet­ lerin de dağılma sürecinin başlangıcı olmuş, bunun yanında, yeni dünya düzeni söyle­ mine atfedilen, uluslararası sisteme artık barış ve hoşgörünün hakim olacağı yönündeki iyimser görüşler de sona ermiştir. Yeni dünya düzeni, etnik krizlerin doruğa çıkarak sı­ cak savaşlara dönüştüğü ve uluslararası toplumun da bu çatışmalara seyirci kaldığı bir düzen haline gelmiştir. Yugoslavya'nın dağılması sonucu, zaten varolan Sırp şovenizmi, Batı toplumunun vurdumduymazlığı sayesinde, eski Yugoslavya topraklarında "yeni" bir katliama girişmiştir. Bu olayda dikkati çekmesi gereken nokta, Avrupa'nın kendisine idealolarak seçtiği demokrasi, insan hakları gibi kavramların Bosna-Hersek olayında bir yana bırakılması­ dır. Körfez krizinde petrol kuyularını kurtarmak için gösterilen uluslararası çaba, Bosna­ Hersek halkı için gösterilmemiştir. Bu durum özellikle islam toplumlarında bir çifte standart uygulandığı yönünde zaten varolan kanıları güçlendirmiş, bir yandan da yeni uluslararası düzende şiddet kullanımı sonucu toprak kazanımı yöntemini bir bakıma meşrulaştırmıştır. Diğer yandan Bosna-Hersek sorunu birden çok etnik yapıyı içinde barındıran ülkelerde durumun kendi ülkelerinde de yaşanabileceği ve ulus­ lararası toplumun saldırganlar karşısındaki tutumunun belirsizliği, bu ülkeleri yeni poli­ tik arayışlara itmiştir. İnsan hakları ve demokrasi sorunlarının küreselleşen dünyada, bir iç hukuk sorunu değil de, uluslararası toplumun sorunu haline geldiği düşüncesine rağ­ men, Bosna-Hersek 'de, Çeçenistan'da, Azerbaycan'da Filistin'de yaşananlar, aslında yeni dünya düzeninin, Huntington'un da işaret ettiği gibi, yeni bir "uygarlıklar savaşını" beraberinde getirdiği ve yine "güçlü olanın haklı olacağı" bir uluslararası yapının devam de kaygıyla karşılanmıştır. Aynı ettiği kanısını güçlendirmiştir. YENİ DÜNYA DÜZENİ VE TÜRKİYE Soğuk savaşın sona ermesi, yıllardır stratejik önceliği Sovyet tehdidini karşılamaya ve­ ren Türkiye açısından da yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu dönemin özelliği, Türkiye'nin çok yönlü ve bazen de belirsiz olan bir takım tehditlerle karşı karşıya kalı­ Uluslararası Politik Sistemin şıdır. Ayrıca dan Değişimi bu yeni dönemde, Türkiye'nin tehdit söylemek de mümkündür.:ıı 93 algılamalarının daha çok güneydoğu­ kaynaklandığını Yeni dünya düzeninde Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tehditin boyutlarının küçüldü­ söylemek güçtür. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla özellikle, Kafkasya bölgesin­ de istikrarsızlık devam etmektedir. Türkiye'nin doğu sınırlarında yer alan Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan henüz siyasal ve ekonomik bakımdan istikrara kavuşmuş ül­ keler değil1erdir. Özeııikle Ermenistan ile Türkiye'nin tarihsel sorunları bulunmaktadır. Ermenistan'ın, halen Azerbaycan'ın yaklaşık üçte birini işgal altında bulundurmasl.31 bu sorunları artırmaktadır. Diğer yandan İran ve Ermenistan'ın bu bölgede terör örgütü PKK'ya lojistik destek sağladığına yönelik güçlü iddialar bulunmaktadır. Diğer yandan Rusya Federasyonu'nun bu bölgede Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Antlaşmasına (AKKA) aykırı olarak silah indirimine gitmemesi ve önemli sayıda askeri gücü bu böl­ gede bulundurması, Türkiye için önemli düzeyde tehdit oluşturmaktadır. ğünü Türkiye'nin güney sınırlarında ise, Irak ve Suriye'den kaynaklanan bir terör olayı sür­ mektedir. Körfez savaşı sonrası Kuzey Irak'ın, fiilen Irak yönetiminin egemenliğinden çıkması ve burada süren istikrarsız ortam, Türkiye'nin kendi güvenlik sorununu aşması­ na yönelik önlemler almasını zorlaştırmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri bu bölgede sık sık askeri operasyonlar düzenlemesine rağmen, otoriteyi sağlayacak sürekli bir gücün bulunmaması, terörist faaliyetin bölgede yeniden yerleşmesine imkan vermektedir. Ku­ zey Irak'ın karmaşık etnik yapısı, bölgede yer alan silahlı Kürt grupların arasındaki so­ runlar ve bunlardan bazılarının terör örgütü PKK 'yı desteklemeleri, Türkiye açısından Kuzey Irak kaynaklı tehdit algılamasının daha uzun bir süre canlılığını koruyacağ ın i göstermektedir. Türk-Yunan ilişkileri bağlamında konuya yaklaşıldığında, bu bölgede kronikleşmiş so­ runlar olduğu görülmektedir. Kıta sahanhğı, adaların silahlandırılması, bir süre önce Kardak sorunu olarak gündeme gelen Ege Denizi'ndeki küçük adacıkların egemen1iği­ nin kime ait olduğu sorunu ve Kıbrıs sorunu iki ülke arasında bir yumuşama ortamının yaratılmasını engelleyen unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Son dönemde Kıbrıs Rum Kesiminin silahlanma politikası çerçevesinde adaya getirilmek istenen ve Anadolu'yu da tehdit edebilecek olan Rus yapımı S-300 fuzeleri, yeni gerginliklere, belki de Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında sıcak bir çatışmaya neden olabilecektİr.:ı:ı Bunun yanında Yunanistan'ın, PKK'ya siyasi ve askeri desteğinin devam etmesi, Tür­ kiye'nin muhtemel bir güvenlik zaafından yararlanma stratejisi, Yunan hükümetleri ve halkında mevcut Türk paranoyası ve etnik patolojik semptomlar, Türkiye için Yunanİs­ tan'm halen ciddi bir tehdit kaynağı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. :ılGülden Ayman-Nurçin Ateşoğlu Güneş, "Değişen Uluslararası Koşullarda Strateji, Türk Dış PolitikaslDlD Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 1994, s. 144. .32 Ermeni güçlerce işgal altında bulunan ve tek taraflı bağımsızlık ilan eden Karabağ Türkiye ve Komşuları", bölgesinde yapılan se­ çimler Azerbaycan için yeni bir tahrik olmuş, Azerbaycan yönetimi bu seçimleri tanımadığını belirterek, du­ rumu uluslararası kuruluşlara iletmiştir. :ı3 Türkiye'nin S-300 fuzelerinin adaya konuşlandırılması halinde gereken bütün tedbirleri alacağını belirtme­ sinden sonra, Yunanistan da, Kıbrıs Rum Kesimi ile aralarında imzalamış oldukları "Ortak Savunma Dokt­ rini" ne dayanarak Rum Kesimine karşı yapılacak her hareketi kendisine yapılmış sayacağını belirtmiştir. Amme İdaresi Dergisi 94 Bu tablo ışığında, yeni uluslararası sistemde, Türkiye'nin güvenlik sorunları aym dü­ zeyde, -zaman zaman daha ağırlaşarak- devam etmektedir. Buna karşılık, Sovyetler ve Varşova Paktına karşı kurulmuş olan NATO'nun işlevi tartışılır durumdadır. Bu bağ­ lamda, Türkiye daha fazla bir şekilde kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gereken bir dönem yaşamaktadır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, yetmiş yıldır Sovyet hakimiyeti altında ya­ şayan Türk halklarının bağımsızlığa kavuşması Türkiye'ye yeni ufuklar açmıştır. Bugün Türkiye'nin bu uygun ortamı yeterince değerlendirdiğini söylemek güçtür. Ancak yine de bu bölgede Türkiye'nin ağırlığı giderek artmaktadır. Orta Asya Türk Cumhuriyetle­ rinde demokratik rejimIerin kurulması ve yaşatılması hem Türkiye'nin hem de dünya barışının yararına olacaktır. Bu nedenle Türkiye'nin siyasal, ekonomik ve kültürel a­ lanlarda Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkilerini yoğunlaştırması ve ülke içinde bu ko­ nularda politika üreten kuruluşları desteklemesi gerekmektedir. Sonuç olarak, küreselleşen dünyada demokrasi ve insan hakları gibi kavramlara global bir anlam yüklenmesi ve bu kavramlarla ilgili sorunların uluslararası toplumun sorunları haline gelmesi, Türkiye'ye de yeni yükümlülükler getirmektedir. Bu bağlamda Türki­ ye'de yaşanan sorunların başında, ülke içinde demokratik kurum ve kuralların tam ola­ rak işletilememesi gelmektedir. Bu duruma yüksek enflasyon düzeyi ve işsizlik gibi e­ konomik göstergelerdeki olumsuzluklar eklenince Türkiye'nin Avrupa'daki ekonomik ve siyasal birliklere entegre olması güçleşmektedir. 1950' lerden beri dış politikada he­ def olarak gösterilen Avrupa Birliği ideali giderek daha da uzaklaşmaktadır. Bu nedenle Türkiye'nin sistemle ilgili tartışmaları bir yana bırakıp bir an önce temel yapısal sorun­ ların üstesinden gelmesi gerekmektedir. SONUÇ İki kutuplu klasik güç dengesine dayalı uluslararası sistemin 1992'de SSCB'nin dağıl­ masıyla ortadan kalkması, yeni bir uluslararası sistemi beraberinde getirmiştir. Bu yeni uluslararası sistem, "yeni dünya düzeni" olarak adlandırılmış ve ileriye dönük iyimser beklentiler içine girilmiştir. Yeni uluslararası düzenin demokrasi, insan hakları ve ulus­ ların eşitliği gibi evrensel idealler üzerinde kurulacağı düşünülürken, yaşanan olaylar, bunun pek de böyle olmadığını göstermiştir. Özellikle Yugoslavya Federasyonu'nun dağılmasıyla birlikte gelişen olaylar iyimser tahminlerde bulunanları haksız çıkarmıştır. 1992 yılından günümüze değin, yeni dünya düzeninin aslında abartılmış ve içi doldu­ rulmuş bir kavram olduğu yönündeki düşünceler güçlenmiştir. iki kutuplu denge duru­ munun yerini, tek kutup olarak kalan ABD'nin kontrolünde yeni bir yapı almış, bekle­ nenin aksine demokrasi ve insan hakları idealleri önce Bosna-Hersek'de daha sonra da diğer bölgelerde, uluslararası güç savaşımı, ekonomik çıkarlar ve etnik-dinsel çatışmala­ ra kurban edilmiştir. Bugün için uluslararası sistemin yapısına bakıldığında, bölgesel entegrasyon örgütleri­ nin güçlendiği, uluslararası sİstemi ekonomik çıkar ilişkilerinin şekillendirdiği, çok u­ luslu devletlerde etnik krizlerin, dağılma sendromunun ve azınlık sorunlarının yaşandığı yeni bir yapı ile karşılaşılmaktadır. Soğuk savaş öncesi iki kutuptan biri olan Rusya Fe­ Uluslararası Politik Sistemin Değişimi derasyonu'ndaki ekonomik ve siyasal güçlükler, etnik çatışmalar askeri gücünün istikrarsız yapısını koruduğunu göstermektedir. 95 dünyanın ikinci büyük Bu bağlamda günümüz uluslararası sistemi hiyerarşik ve çok merkezli ilişki kalıplarının içiçe geçtiği ve birlikte fonksiyon gördüğü bir yapı arz etmektedir. Bugünkü sistemde, global yapıdan nispeten bağımsız alt sistemlerin arttığı görülmektedir. Ortadoğu, Kaf­ kasya ve Balkanların etnik ve dinsel mozaiği, bölgenin kendisine özgü bir güç yapısı oluşturmasını sağlamıştır. Bu yapının mikro bazda klasik güç dengesinin özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Bugünkü uluslararası sistemin önündeki en büyük tehlike ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkının genişletiterek uygulamaya konmasıdır. Etnik sorunlar içindeki ulus devletlerin, ileride daha küçük ve "homojen" birimlere ayrılması tehlikesinin de bulun­ duğu söylenebilir. Diğer yandan uluslararası sistemde, hükümetlerarası kuruluşların, ulusaşırı şirketlerin, devletdışı kuruluşların ulus devletin bazı fonksiyonlarını üstlen­ mekte olduğu bir süreç yaşanmaktadır. Bununla beraber, sistemin yapısının, ekonomik çıkar ilişkilerinin uluslararası pazar savaşlarının ülkelerin dış politikalarını tümüyle et­ kileyeceği bir yapıya dönüşmesi beklenebilir. Günümüzde uluslararası entegrasyon hareketlerinin artması, giderek uluslararası kuru­ luşlara dahil ülkeler (bunlar daha çok sanayileşmiş ve demokratik ülkeler olacaktır) ve diğer "çevre" ülkeleri ayrımını derinleştirecektir. Bunun da ekonomik gelişme ve refah bağlamında, çevre ülkelerinin sorunlarını daha da ağırlaştıracağı düşünülebilir. Yakın gelecekte ise bu ülkelerde, yüksek oranda gelir eşitsizliği ve eşitsiz büyüme oranlarının artmasının, ülkelerin, iç politik yapılarında ve toplumsal düzenlerinde yeni sorunları be­ raberinde getirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bugünkü uluslararası yapıda gerçekleştirilmek istenen şey, gelişmekte olan ülkelerde insan haklarının genişletilmesi ve daha fazla demokrasi olgusunun işletilmeye çalışıl­ ması olarak görülmektedir. Hızlı kalkınma ve sanayileşme için, anti-demokratik çö­ zümlerin ve otoriter uygulamaların meşruiyetinin kalmadığı söylenebilir. Ancak çevre ülkelerde, insan haklarının genişletitmesi ve demokrasinin yerleştirilmesi konusunda, çoğunlukla gelişmiş kapitalist ülkelerden kaynaklanan bir çifte standart anlayışının sür­ düğü de bir gerçektir. Nitekim, ILO tarafından, gelişmekte olan ülkelere dayatılan hızlı sanayileşme ve ekonomik kalkınma modelinin, ucuz emek ve bol kaynağın kullanılma­ sı, sendikal hareketlerin engellenmesi olduğu düşünüldüğünde, bu çifte standart daha iyi anlaşı labilir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde demokrasi içinde kalkınmanın gerçekleştirilmesi için, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere bir kaynak aktarımının sağlanması u­ luslararası sistemin daha dengeli bir şekilde oluşmasını sağlayacak ve belki de birçok sorun böylece çözülmüş olacaktır.