CMYK Kulak Burun Bo¤az Baß Boyun Cerrahisi’nde Güncel Yaklaß›m • Baß Boyun Kanserlerinde Genel Konular • Cilt: 1, Say›: 3, Eylül 2005 Ku l a k B u r u n B o ğ a z Baş Boyun Cerrahisi’nde GÜNCEL YAKLAÞIM Editör: Prof. Dr. Metin ÖNERCİ Konuk Editör: Doç. Dr. Hakan KORKMAZ BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE GENEL KONULAR Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Kulak Burun Boğaz Baş Boyun Cerrahisi’nde GÜNCEL YAKLAÞIM Editör: Prof. Dr. Metin ÖNERCİ Konuk Editör Doç. Dr. Hakan KORKMAZ BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE GENEL KONULAR Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 YAZIM KURALLARI 1 A) Genel 1. Yaz›lar Microsoft Word döküman› ßeklinde ikili aral›k (double space) ile yaz›lmal›d›r. 2. Giriß sayfas›nda yazarlar›n ad› soyad›, çal›ßt›klar› kurum, ßu andaki pozisyonlar›, adres, e-mail, tel ve varsa fax numaralar› yaz›lmal›d›r. 3. Firma deste¤i ile yap›lan çal›ßmalar belirtilmelidir. 4. Yaz›n›n baß›na Türkçe ve ‹ngilizce özet ve anahtar kelimeler konulmal›d›r. 5. Yazarlar›n dergiye sunduklar› yaz›n›n tüm copyright hakk› yay›nc›ya aittir 6. Derginin içeri¤i konuk editörün sorumlulu¤undad›r 7. Yaz›lar yazar›n sorumlulu¤undad›r B) Referanslar 1. Referanslar metin içinde geçtikleri s›raya göre numaraland›r›l›r ve parentez içine konulur. Kesinlikle alfabetik s›ra içinde numaraland›r›lmamal›d›r Örnekler Dergi referanslar› Kaya S, Gürsel B, Önerci TM, et al: Sinus clearance . Otolaryngol Clin North Am 45:320-325, 1988 Kitap referanslar› Tam kitap Kaya S, Gürsel B, Önerci TM: Rinoplasti. Ankara, Güneß Kitabevi, 1988 Kitap bölümleri Kaya S, Gürsel B, Önerci TM: Akut sfenoidit, in ÖnerciTM, Turan E(eds): Sinüs hastal›klar›, vol 2(ed 3). Ankara, Güneß Kitabevi, 1988, pp 55-64 C) Tablo ve Resimler Tablo ve resimler net ve anlaß›l›r olmal›d›r. Bu özellikleri taß›mayan resimler editör taraf›ndan ç›kart›labilir, silinebilir veya de¤ißtirilebilir. Tablo ve resimlerin metin içinde nereye konulaca¤› bas›l› metinde kalem ile belirtilmelidir. 2. Tablo Tablolar arap numaralar›(Tablo 1, Tablo 2) ile numaraland›r›l›r. Ayr› bir sayfaya yaz›l›r. Her tablonun baßl›¤› ve metinden ba¤›ms›z olarak anlaß›labilecek aç›klamas› olmal›d›r. Tablonun baßl›¤› ve içeri¤i tablo üzerine, tablo ile ilgili k›saltmalar›n aç›klamas› tablonun alt›na yaz›l›r 3. Resim Resim, ßekil ve çizimler resim olarak ve arap numaralar› ile(Resim 1, Resim 2) numaraland›r›l›r. Resim altlar› anlaß›l›r olmal›d›r. Resimlerin arkas›na birinci yazar›n soyad›, resim numaras›, resimin üst taraf› belirtilmelidir. 4. Elektronik ortamda resimler Mümkünse TIFF yoksa JPEG ortamda renkli resimler 300DPI, siyah beyaz resimler 1200 DPI olmal›d›r 5. Daha önce baßka dergi ve kitaplarda bas›lan resimler için copyright hakk› sahibinden izin almak gerekir. Resim alt›na " ….izniyle bas›lm›ßt›r" yaz›l›r ve al›nt› yap›lan kaynak parantez içine numara verilerek referans bölümünde belirtilir. ÖNCEK‹ SAYILAR Allerjik Rinosinüzitler, Editör Salih Çanakç›o¤lu, Mart 2005, Cilt 1, Say› 1 Rinoplasti Burun Ucu Cerrahisi, Editör Bülent Karc›, Haziran 2005, Cilt 1, Say› 2 GELECEK SAYILAR Timpanoplasti, Editör Levent Sennaro¤lu, Parotis Tümörlerine Yaklaß›m, Editör Þefik Hoßal, Pediatrik Otolaringoloji, Editör Faruk Ünal, Aral›k 2005, Cilt 1, Say› 4 Mart 2006, Cilt 2, Say› 1 Haziran 2006, Cilt 2, Say› 2 Grafik Tasar›m, Dizgi ve Bask›: Rekmay Ofset Ltd. Þti. Tel: (312) 231 09 26, Ankara-2005 © Copyright 5846 ve 2936 say›l› telif haklar› yasas› gere¤ince, bu derginin bütün telif haklar› Türkiye E¤itim ve Sa¤l›k Vakf›’na ait olup kendisinden yaz›l› izin al›nmadan k›smen veya tamamen kullan›lamaz, ço¤alt›lamaz, kopyas› ç›kar›lamaz, fotokopisi al›namaz veya kopya anlam› taß›yabilecek hiçbir ißlem yap›lamaz. ISSN: 1305-4724 2 YAZARLAR Doç. Dr. N. Volkan ADSAY Wayne State Üniversitesi, Patoloji Bölümü Karmanos Kanser Enstitüsü, Michigan- ABD Doç. Dr. Müge AKMANSU Gazi Üniversitesi, T›p Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dal›-Ankara Doç. Dr. ‹smet ASLAN ‹stanbul Üniversitesi, Çapa T›p Fakültesi, Kulak Burun Bo¤az Anabilim Dal›-‹stanbul Doç. Dr L. Barlas AYDOÚAN Çukurova Üniversitesi, T›p Fakültesi, Kulak Burun Bo¤az Anabilim Dal›-Adana Uzm. Dr. Olca BAÞTÜRK Wayne State Üniversitesi, Patoloji Bölümü Karmanos Kanser Enstitüsü, Michigan- ABD Prof. Dr. Levent ER‹ÞEN Uluda¤ Üniversitesi, Kulak Burun Bo¤az Ana Bilim Dal›, Bursa Y. Doç. Dr. Mehmet GÜNDÜZ Okayama Üniversitesi, Birleßik T›p-Diß-Eczac›l›k Fakültesi, A¤›z Hastal›klar› ve Patolojisi Anabilim Dal›, Okayamashi-Japonya Prof. Dr. Þefik HOÞAL Hacettepe Üniversitesi, T›p Fakültesi, Kulak Burun Bo¤az Anabilim Dal›-Ankara Prof. Dr. John R. JACOBS Wayne State Üniversitesi, Kulak Burun Bo¤az Baß Boyun Cerrahisi Bölümü, Michigan-ABD Doç. Dr. M. Hakan KORKMAZ Ankara Numune Hastanesi, 3. Kulak Burun Bo¤az Klini¤i, Ankara Prof. Dr. Ömer KÜÇÜK Wayne State Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bölümü ve Karmanos Kanser Enstitüsü Uzm. Dr. Samet ÖZLÜGED‹K Ankara Numune Hastanesi, 1. Kulak Burun Bo¤az Klini¤i, Ankara Prof. Dr. Enis ÖZYAR Hacettepe Üniversitesi, T›p Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dal›, Ankara Y. Doç. Dr. Gökhan ÖZY‹Ú‹T Hacettepe Üniversitesi, T›p Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dal›, Ankara Uzm. Dr. Güleser KILIÇ SAYLAM Ankara Numune Hastanesi, 3. Kulak Burun Bo¤az Klini¤i, Ankara Uzm. Dr. Özlem E. TULUNAY Wayne State Üniversitesi, Kulak Burun Bo¤az Baß Boyun Cerrahisi Bölümü, Michigan-ABD, Baß Boyun “Fellow”u Doç. Dr. Adnan ÜNAL Ankara Numune Hastanesi, 1. Kulak Burun Bo¤az Klini¤i, Ankara 3 ‹Ç‹NDEK‹LER Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem ........ N. Volkan Adsay, Olca Baßtürk 7 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Supresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler...................................................... 15 Mehmet Gündüz Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri.............................................................. 27 Gökhan Özyi¤it, Enis Özyar Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler .......................................................... 37 Müge Akmansu Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri................................................ 42 Levent Erißen Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri ................................................ 51 Samet Özlügedik, Adnan Ünal Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler .................................... 57 ‹smet Aslan Rekürren veya Metastatik Baß Boyun Skuamöz Hücreli Karsinom Hastalar›n›n Tedavisi...... 67 Ömer Küçük Boyun Diseksiyonlar› .................................................................................................... 71 Þefik Hoßal Baß Boyun Yass› Hücreli Karsinomlar›n›n Tedavisinde Pozitif Cerrahi S›n›rlar›n Prognostik Önemi.......................................................................................................................... 79 Özlem E. Tulunay, John R. Jacobs Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular I Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›.......................................................... 82 Güleser Saylam K›l›ç, Hakan Korkmaz Baß boyun kanserlerinde tart›ßmal› konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri ...................................................................................... 92 L. Barlas Aydo¤an 4 ÖNSÖZ Baß boyun bölgesinde en s›k üst solunum ve sindirim yolu mukozas›ndan köken alan skuamöz hücreli kanserler görülür. Bu nedenle çal›ßma ve araßt›rmalar, bu say›da oldu¤u gibi, daha çok skumöz hücreli kanserler üzerine yo¤unlaßm›ßt›r. Bu tümörlerin klasik tedavisinde cerrahi ve radyoterapi çok uzun y›llard›r kullan›lmaktad›r. Son y›llarda çeßitli kemoterapi protokolleri de baz› baß boyun kanserlerinin standart tedavisine eklenmißtir. Bu anlamda kombine tedavi yöntemleri ile ilgili araßt›rmalar yayg›n ßekilde sürdürülmektedir. Bugün baß boyun kanserleri tedavisi, di¤er kanserlerde oldu¤u gibi, multidisipliner bir yaklaß›m› gerektirmektedir. Baß boyun cerrahlar›n›n yan›s›ra radyasyon onkolojisi, medikal onkoloji, patoloji, ve radyoloji uzmanlar› da bu yaklaß›m›n asgari önemli unsurlar›d›r. Günümüzde tedavi stratejilerinin belirlenmesinde en önemli faktör klinik evrelendirmedir. En kapsaml› tedavi protokollerine ra¤men ayn› evredeki benzer tümörler farkl› ßekilde seyredebilir. Henüz yeterince ayd›nlat›lamam›ß olan tümör biyolojisi ve hastan›n immün cevab›, klinik gidißat› etkileyen en önemli faktörler olabilir. Bu nedenle kulak burun bo¤az ve baß boyun cerrahlar› olarak tedavileri planlarken, gerçekleßtirirken ve sonuçlar› de¤erlendirirken; cerrahi olmayan faktörleri de unutmamal›y›z. Amac›m›z cerrahi teknikte en üst düzeye ulaß›rken, hasta ve tümörleri geniß bir perspektifte de¤erlendirmek, ve araßt›rmalar›m›z› bu yönde planlamak olmal›d›r. Bu anlamda farkl› disiplinlerin biribirini çok iyi anlamas›, ortak e¤itim ve araßt›rma programlar› haz›rlamas›, hastalar› birlikte de¤erlendirip takip etmesi çok önemlidir. Derginin baß boyun kanserleri ile ilgili ilk say›s›nda genel konular› kapsayan bir derleme haz›rland›. Konular› belirledikten sonra, alanlar›nda uzmanlaßm›ß olan yurt içi ve d›ß›ndan çok de¤erli yazarlar›m›zdan; literatürün yan›s›ra kendi deneyim ve görüßlerini de içeren yaz›lar istendi. Konu içerikleri; farkl› disiplinlerdeki temel yaklaß›mlar› ve baß boyun cerrahisinin tart›ßmal› alanlar›n› kapsayacak ßekilde belirlendi. Yaz›lar multidisipliner yaklaß›m›n daha iyi anlaß›lmas› ve tart›ßmal› konulara uzman bak›ß› aç›s›ndan çok de¤erli ve yo¤un emek içermektedir. Bu say›n›n haz›rlanmas›nda eme¤i geçen tüm yazarlara ve dergi editörü Prof. Dr. Metin Önerci’ye teßekkür eder; bu derginin ülkemizde Kulak Burun Bo¤az alan›nda teknolojiler ve teknikler üretebilecek nesillerin yetißmesine katk›da bulunmas›n› dilerim. Doç. Dr. Hakan Korkmaz Ankara Numune Hastanesi 3. Kulak Burun Bo¤az Klini¤i 5 6 1 SKUAMÖZ D‹SPLAZ‹: PATOLOJ‹K PERSPEKT‹FTEN TANIM, KLAS‹F‹KASYON VE KL‹N‹K-B‹YOLOJ‹K ÖNEM N. Volkan Adsay, Olca Baßtürk, Özet: Premalign lezyonlar›n tan›m›nda lökoplazi ve eritroplazi gibi klinik kavramlar ve displazi, metaplazi gibi patolojik kavramlar pratik hayatta s›k kullan›lmaktad›r. Ancak bu kavramlardaki uzlaß› eksikli¤i bazen patolog ve klinisyenler aras›nda tan›sal s›k›nt›lara sebep olmaktad›r. Bu tan›m ve kavramlara geniß bir patoloji perspektifinden bak›ß de¤erlendirilmekte ve patolog-klinisyen dialogunun önemi vurgulanmaktad›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, premalign, displazi Summary: In the assessment of premalignant lesions; clinical definitions such as leukoplasia and erythroplasia, pathological definitions such as dysplasia and metaplasia are commonly used in the daily practice. However, inadequacy of these definitions can sometimes cause diagnostic problems among pathologists and clinicians. A wide perspective of pathological view is given for these definitions and concepts, and cooperation of pathologists and clinicians is addressed. Key Words: Head neck cancer, premalignant, dysplasia TANIM VE KAVRAMSAL ÖÚELER Sözlük anlam› itibariyle displazi dys- anormal ve plassein- olußum sözcüklerinin birleßimidir ve anormal gelißim anlam›na gelir. Bu anormallik histomorfolojik düzeyde kendini hücrelerin ßekil, büyüklük ve organizasyonlar›nda bozulma olarak gösterir. Düßünülürse bu tan›m neoplazi (neo- yeni, plassein- olußum) tan›m›na kavram olarak oldukça yak›nd›r. Nitekim günümüzde displazi, intraepitelyal neoplazi ile eßde¤er olarak da kullan›lmaktad›r. Displazi intraepitelyal bir olußumdur Displazi, pratik olarak yüzey epiteli içinde görülen neoplastik olußumlar için kullan›l›r. Her ne kadar bu kullan›m› d›ß›nda, baz› antitelerin ad›nda yer al›yorsa da (örne¤in "fibröz displazi" veya "renal displazi"-ki ikincisi konjenital bir bozukluktur-), bunlar displazi sözcü¤ünün farkl› kullan›m alanlar›d›r ve epitel displazisi ile kar›ßt›rmamak gerekir. Ayn› zamanda tan›m› gere¤i, displaziyi yaln›zca epitele s›n›rl› yani bazal membran ile konußland›r›lm›ß neoplastik gelißim olarak da düßünmek do¤ru olacakt›r. Displazi neoplastik bir olußumdur Neoplastik bir olußum olan displazinin ana özelliklerini de¤erlendirmek için neoplazinin karakteristik özelliklerini özümsemek gerekir. Neoplazi, çevre normal dokulara göre daha h›zl› ve koordinasyonsuz büyüyen ve büyümesi disfonksiyonel hatta çevre dokular›n aleyhine olmas›na ra¤men Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 devam eden bir süreçtir. Bu süreçte hücreler, vücudun kontrol mekanizmalar›na uymaks›z›n otonom bir ßekilde büyümelerini sürdürürler. Displaziler de epitel içinde daha çok mikroskopik düzeyde kalan bu tür de¤ißikliklerdir. Displazi ve di¤er intraepitelyal de¤ißimler Neoplastik olußu displaziyi di¤er intraepitelyal anormal de¤ißimlerden ay›r›r: - Hiperplazi: Hiperplazi de displazi gibi epitel içinde hücrelerin ço¤almas› ve bu nedenle epitelin kal›nlaßmas› olarak kendini gösterir ancak hiperplastik hücrelerin neoplastik hücrelerinki gibi otonom bir ço¤alma yetene¤i yoktur ve displaziden farkl› olarak morfolojik aç›dan normal görünürler. Ancak teorikte bu ayr›m çok mant›kl› görülmekle birlikte, aßa¤›da anlat›laca¤› gibi, erken displazi ile hiperplazinin bulgular› örtüßmektedir. Hatta bu nedenle baz› terminoloji yaklaß›mlar›nda erken displaziler için hiperplazi terimi tercih edilmektedir. - Metaplazi: Ayn› tart›ßmalar metaplazi için de geçerlidir. Metaplazi bir epitel türünün baßka bir epitel türüne de¤ißimi anlam›na gelir ve baß boyun bölgesinde daha çok trakea ve nazofarinkste solunum tipi epitelin koruyucu skuamöz epitele veya tükrük bezindeki salg›sal epitelin koruyucu skuamöz epitele dönüßümü olarak karß›m›za ç›kar. Yani bir tür öz-direnç mekanizmas›d›r ve belli kimyasal koßullara ya da etkenlere reaksiyon olarak gelißti¤i düßünülmektedir. Ancak yine de vücudun komutlar› takip eden ve yukarda anlat›lan neoplazi Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem 7 kriterlerine uymayan bir gelißimi söz konusudur. Bununla birlikte, ak›lda tutmak gerekir ki metaplaziler ço¤u zaman hücrelerde atipik görüntüsel de¤ißikliklere neden olduklar›ndan mikroskopik olarak displaziden ay›rt edilmelerinde güçlük çekilebilir. Daha da önemlisi, baß boyunda pek geçerli olmamakla birlikte, vücudun di¤er bölgelerinde örne¤in bronßlarda ve servikste metaplazi, displazi ve kanserlerin görüldü¤ü alanlar ve hasta profilleri yak›nen örtüßtü¤ünden ve hatta birlikte görülebildiklerinden dolay› bunlar›n olußumunda ortak faktörlerin rol oynad›¤› düßünülmektedir. Displazi pre-malign bir lezyondur Daha önceleri displaziler, pre-neoplastik yani neoplazm öncesi de¤ißiklikler olarak nitelendirilmiß olsalar da, ßimdilerde displastik lezyonlar›n bizzat kendilerinin neoplastik de¤ißiklikler olduklar› ve bu neoplastik gelißimin pre-malign bir de¤ißim oldu¤u düßünülmektedir. Baska bir deyißle, displaziler malignite öncesi (ya da maligniteye dönüßme potansiyeli yüksek olan) lezyonlar olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle de benign lezyonlar olarak düßünülemezler. Çünkü kendi hallerine b›rak›ld›klar›nda belli bir oranda da olsa malign tümörlere dönüßme e¤ilimleri vard›r. Öte yandan, displaziler tam bir malignite olarak da say›lamazlar. Çünkü henüz invazyon yapmam›ßlard›r ve damar içine girme ßanslar› yoktur. Dolay›s›yla malignitenin en onemli kriterlerinden biri olan metastaz söz konusu de¤ildir. Ayr›ca, yine gerçek malignensilerden farkl› olarak, displazilerin "revers›bl" olduklar›, yani kimi zaman geri dönebildikleri düßünülmektedir. Daha da önemlisi; displaziler ortadan kald›r›labildikleri takdirde gerçek malignensilerde hayal edilemeyen, %100’e yak›n bir kür oran›yla tedavi edililirler. Bununla birlikte, displazinin invazyon-öncesi en yüksek derecesi olan karsinoma in-situ (CIS) hücreleri hem morfolojik hem de moleküler-genetik olarak invaziv kanser hücrelerinin karakteristiklerini taß›rlar. Hatta bu hücreler tek baßlar›na ele al›nd›klar›nda (eldeki hücrelerin intraepitelyal mi yoksa stroma içinde mi olduklar›n›n tespit edilemedi¤i durumlarda) bunlar›n invaziv karsinom hücrelerinden ayr›m› mümkün olamayabilir. Tüm bu nedenlerle de CIS’ler TNM ve di¤er klasifikasyon sistemlerine malignensiler ile birlikte "Tis" olarak al›n›rlar. Displazi pre-invaziv bir süreçtir Tan›m› itibariyle displazi epitele s›n›rl› bir de¤ißimdir. Epiteli stromas›ndan (yani submukozal destek dokulardan) ay›ran primer olußum bazal membran -ki kollajen ve di¤er birtak›m maddelerden olußan ve epitel ile stromay› ay›ran, özelleßmiß, ince bir doku tabakas›d›r- displaziyi de s›n›rlar. Son y›llarda, bazal membran›n fiziksel bir bariyer ol- 8 Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem mas›n›n yan› s›ra ayn› zamanda epitel-stroma iletißiminde önemli bir rol oynad›¤› da anlaß›lm›ßt›r. Yüksek dereceli displastik hücreler bu membran› k›r›p stromaya girdikleri takdirde invaziv karsinoma ad›n› al›rlar. Baska bir deyißle, displaziler, invazyon öncesi (pre-invasive) erken evre kanseröz gelißimler olarak düßünülebilirler. Displazi ve di¤er benign tümör yapan intraepitelyal neoplaziler Displazi, spesifik olarak mukoza ya da yüzey epiteli için kullan›lan bir terimdir. Bu nedenle de solid organlar›n benign tümörlerini, örne¤in bir pleomorfik adenomu ya da tiroid adenomunu displazi olarak de¤erlendirmemek gerekir. Ancak bu benign neoplazilerin de displaziye benzer bir ßekilde kimi zaman malignensiye dönüßebildikleri de ak›lda tutulmal›d›r. Yani en az›ndan, kavramsal olarak bir benzerlik söz konusudur ve bu benzerlik yüzey epitelinin benign neoplazileri için çok daha geçerlidir. Hatta skuamöz papillom gibi yüzey epitelinden kaynaklanan intraepitelyal benign lezyonlar› bir tür displazi olarak de¤erlendirmek dahi mümkündür. Nitekim kimi zaman bu papillomlarda yüksek dereceli displazi, CIS ve hatta invaziv karsinom gelißebilir ancak elbetteki bu tür lezyonlar›n malignite e¤ilimleri, yerleßimlerine ve konak faktörlerine ba¤l› olarak farkl›l›klar gösterebilir. Bu yüzden, papillomlar›n genel karakteristikleri, örne¤in intraepitelyal lezyonlar olußlar› ve pre-kanseröz özellikleri itibariyle displazilerin tümör yapan bir alt tipi olarak de¤erlendirmeleri uygundur. ET‹O-PATOGENEZ Pre-kanseröz bir gelißim olan displazinin çevregen etkileßimlerinin epitel hücrelerinde yaratt›¤› bozukluklardan kaynakland›¤› düßünülmektedir. Genel olarak kanserler için geçerli olan "genetik bir hastal›kt›r" söylemi ki bundan kastedilen kanserin hücre DNA’s›nda meydana gelen anormallikler sonucu olußtu¤udur- displazi için de geçerlidir. Buna paralel olarak, baz› genetik bozukluklar›n, örne¤in Fanconi, Xerderma Pigmentosum, Bloom sendromunun, kanseröz gelißimlere uygun ortam sa¤lad›¤› bilinmektedir. Baß-boyunun skuamöz displazilerinin olußumunda kronik irritasyonun; özellikle de sigara, alkol ve kronik travman›n (orn. dental protez) rolü tart›ß›lmazd›r. Bununla birlikte, sigara ve alkol gibi etkenlerin hücre DNA’s›nda ne tür de¤ißikliklere neden olduklar› ve hücrenin bu kanser transformasyonunu gerçekleßtirirken ne tür moleküler de¤ißimlerden geçti¤i henüz tam aç›kl›¤a kavußmam›ßt›r. Son y›llarda oral human papilloma virüsünün (HPV) özellikle E6 ve E7 onkoproteinlerinin de rolü oldu¤u ile ilgili bulgular ortaya ç›kmaya baßlam›ßt›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Skuamöz displazilerde s›kl›kla gözlenen kromozomal bozukluklar aras›nda erken lezyonlarda 3p, 9p ve 17p, daha ileri displazilerde 11q, 13q ve 14q kay›plar› ve karsinoma in-sitularda 6p, 8 ve 4q kay›plar› gözlenmektedir ancak bunlar hala araßt›rma aßamas›nda olan bulgulard›r. Buna paralel olarak, baz› genlerin örne¤in p53 tümör supresör geninin mutasyonunun birçok olguda önemli rol ald›¤› düßünülmektedir. Normalde hücrenin tümoral transformasyonunu engelleyen bir molekül olan p53’un mutasyonu halinde, hücreler kontrolden ç›k›p hücre siklusu ve proliferasyonunda anormallikler gösterirler. Proto-onkogenlerin, yani hücrelerin anormal gelißimine neden olan genlerin, özellikle cyclin D1, myc, ras ve EGFR’in da bu süreçte etkili olduklar› anlaß›lmaktad›r. Ayn› ßekilde retinoblastoma geni bozuklu¤undan da kußkulan›lmaktad›r. PATO-MORFOLOJ‹ Displazilerin pato-morfolojik, yani mikroskopik görüntüleri de displazinin daha önce tan›mlad›¤›m›z neoplastik ve genetik özelliklerini yans›tacak niteliktedirler. Bununla ilgili bulgular 5 ana grupta toplanabilir. Hücre çekirde¤inde meydana gelen de¤ißiklikler: Daha önce söz etti¤imiz faktörlerin hücre DNA’s›nda yaratt›¤› de¤ißimler, belli bir noktadan sonra hücre çekirdeklerinin mikroskopik görüntüsünde de de¤isikliklere neden olurlar. Buna ba¤l› olarak nükleer büyüme, nükleus konturlarnda düzensizlikler ve anormal DNA birikimine ba¤l› hiperkromazi (yani daha koyu boyanan çekirdekler) görülür. Sitoplazmadaki de¤ißiklikler: Hücre çekirde¤indeki bu anormal genetik de¤ißimlere ba¤l› olarak hücrenin normal fonksiyonlar›n›n kontrolü de ortadan kalkmaya baßlar ve hücre normalde üretti¤i organelleri ve materyalleri ya yetersiz ya da orant›s›z bir biçimde üretmeye baßlar. Dolay›s›yla sitoplazman›n miktar›nda genel bir azalma ve nükleo-sitoplazmik oranda artma görülür. Baz› skuamöz displazilerde, skuamöz hücrelerin ana ö¤elerinden ve görevlerinden biri olan keratin materyalin olußturulmas›nda anormallikler görülür (diskeratoz). Bu bulgu keratinize-displazi denen displazi tipinin, -ki tan›s›nda güçlük çekilen bir alt-gruptur- ana özelli¤idir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Hücreler aras› ilißkilerde bozulmalar: Hücre kültürlerinden de bilindi¤i üzere, epitel hücresinin en önemli özelliklerinden biri -ki en önemli görevi olan yüzeyi kaplama amac›na yöneliktir- "yayma" dizilißi olußturmas›d›r. Displazilerde, özellikle hücrelerin otonomi kazanmalarina ve de hücreler-aras› iletißimde önemli rol oynayan molekülleri sentezleyemeyißlerine ba¤l› olarak diziliß ve organizasyon bozukluklar› (dispolarite, disorganizasyon) meydana gelir. Anormal ve h›zl› ço¤alma: Neoplastik ve dolay›s›yla da displastik de¤ißimin en önemli özelliklerinden biri, hücrelerin h›zl› ve anormal ço¤al›yor olmalar›d›r. Bu ço¤alma, morfolojik düzeyde mitozlar ve atipik mitozlar (normal mitoz fazlar›n›n dolay›s›yla da görünümlerinin d›ß›nda) olarak gözlenebilir. Buna paralel olarak apoptotik hücrelerin say›s›nda da bir art›ß olabilir. Bazal hücreye dönüß: Displazi için yukar›da tan›mlad›¤›m›z birçok morfolojik bulgu, asl›nda skuamöz epitelin bazal katman›ndaki hücreler için normalde geçerli olan de¤ißikliklerdir. Örne¤in, bazal hücrelerin çekirdekleri normalde de koyu renklidir ve sitoplazmalar› çok azd›r (yani nükleo-sitoplazmik oranlar› yüksektir). Bunun çok önemli biyolojik bir nedeni vard›r. Bazal hücreler, normal koßullarda daha çok "stem-cell" gibi görev yapan hücrelerdir. Yüzeydeki skuamöz hücreler belli görevleri yerine getirmek için özelleßmiß olmalar›na karß›n; bazal hücrelerin ana görevi, gerekti¤inde (örne¤in yaralanma, ülserasyon gibi durumlarda) ço¤alarak ve differansiye olarak yüzeydeki matür skuamöz hücrelere dönüßmektir. Dolay›s›yla bazal tabakada mitoz görülmesi normal karß›lan›r. Yani bazal hücreler ile displastik hücreler aras›ndaki benzerlikler yaln›zca morfolojik düzeyde de¤ildir. Aralar›nda kavramsal ve hatta gelißimsel bir ba¤lant› oldu¤u da düßünülmektedir. Hatta kimileri displaziyi bazal görüntülü hücrelerin yüzeye t›rman›ß› (dismatürasyon) olarak tariflerler. Bu benzeßim, iyi oryante olmam›ß ve bazal tabakadan yatay al›nm›ß kesitlerde soruna dönüßebilir. MOLEKÜLER-GENET‹K Yukar›da görüldü¤ü üzere, displaziler hücre içindeki yaln›zca sub-klinik de¤il, ayn› zamanda submikroskopik düzeydeki moleküler de¤ißiklikler ile ortaya ç›kmaya baßlarlar. ‹tiraf etmek gerekir ki henüz bu de¤ißikliklerin içeri¤i tam anlaß›lamad›¤›ndan; bunlar›n de¤erlendirilmesi ancak araßt›rma konusu olarak devam etmekte ve tan›sal aç›dan ßu ana kadar pratik hayata geçirilememiß durumdad›r. Bununla birlikte, ilerisi için ümit veren baz› noktalar da belirginleßmeye baßlam›ßt›r. Örne¤in, displazilerde s›k- Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem 9 l›kla görülen kromozom anormalliklerini, floresan in-situ hibridizasyon (FISH) yöntemiyle görüntülemek; DNA miktarindaki anormallikleri, ploidy analizi olarak adland›r›lan ve DNA miktar›n› ölçen yöntemlerle test etmek; hücre proliferasyonundaki art›ß›, Ki-67 (MIB-1) ve PCNA gibi ço¤alan çekirdeklerde artan baz› molekülleri tan›yan immunohistokimyasal çal›ßmalarla ortaya koymak yard›mc› olabilece¤i düßünülen yöntemler aras›nda say›labilir. KL‹N‹K GÖRÜNÜM Displazinin klinik görünümü bu makalenin amac›n›n d›ß›nda olmakla beraber, baz› lezyonlar›n patolojik korelasyonunu burada k›saca belirtmemizde fayda vard›r. Klinik görüntü verecek düzeye ulaßm›ß displazilerin yaratt›¤› patolojik bulgular aßa¤›daki gibidir. Eritroplazi: Eritroplazinin k›rm›z› görünümü, epitel içindeki skuamöz mukozaya do¤al görüntüsünü veren organellerin, özellikle de keratinin azalmas›ndan kaynaklan›r. Submukozal dokudaki vaskülaritenin art›ß› ve granülasyon dokusu tarz›ndaki kapillerlerin ço¤al›ß› da -ki s›kl›kla displaziye eßlik eden faktörlerdirbu renk de¤isikli¤ine katk›da bulunurlar. Klinik olarak eritroplazik görünen lezyonlar mikroskopide s›kl›kla displazi tan›s› al›rlar. Lökoplazi: Lökoplazilere beyaz görünümünü kazand›ran anormal keratin birikimidir. Hiperkeratoz, yani aß›r› keratin olußumuna neden olan her tür reaktif, yang›sal ya da displastik lezyon lökoplazi yapabilir. Örne¤in fungal enfeksiyonlar bunlardan biridir. Displaziler aras›nda, bu görünüm daha çok keratinize-displazi denilen, hücre keratinizasyonunun yüksek oldu¤u displazi tipinde görülür ki bunlar› reaktif olußumlardan ay›rt etmek oldukça güçtür (aßa¤›daki tart›ßmaya bak›n›z). "Speckled„ (benekli) lezyonlar En endiße verici tip olußumlar asl›nda "speckled„" yani benekli lezyonlard›r. Çünkü lezyonun de¤ißik alanlar›ndaki farkl› olußumlar genellikle düzensiz büyümelere ißaret eder ve de s›kl›kla karsinomatöz gelißimin göstergesidir. Bunlarda invaziv karsinom da s›kt›r. Elbette ki iyi huylu baz› yang›sal patolojiler de kimi zaman bu görünüme yol açabilir. Vejetan lezyonlar Skuamöz mukozada olußan vejetan lezyonlar›n küçük bir k›sm› invazyonsuz; yaln›zca intraepitelyal neoplastik de¤ißimler olmalar› nedeniyle genel ola- 10 Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem rak displazi kategorisi içinde de¤erlendirilebilir. Bunlar displazili papillom, ya da non-invaze papiller karsinom olabilir. Elbetteki, bu tür bir lezyon aksi ispat edilene kadar -ki aksi ancak tam bir mikroskopik inceleme sonras› ispatlanabilir- invaziv bir lezyon olarak düßünülmelidir. PATOLOJ‹K TERM‹NOLOJ‹; DERECELEND‹RME Öncelikle ßunu bilmek gerekir ki displastik transformasyon asl›nda devaml› bir spektrumdur ve bu spektrumun derecelendirilmesi için günümüzde kullan›lan yaklaß›mlar ve terminoloji oldukça subjektif bulgulara dayanmaktad›r. Günümüzde yayg›nca kullan›lan terminolojiler ßunlard›r: SIN-(L): Skuamöz intraepitelyel neoplazi- lezyon. Bu klasifikasyonda displaziler düßük ve yüksek dereceli olarak iki kategoride de¤erlendirilir. Displazi: World Health Organization kitabinda önerilen s›n›fland›rmada displazi temel olarak 4 kategori olarak: hafif, orta, ßiddetli ve CIS olarak de¤erlendirilmektedir. Ljubljana s›n›fland›rmas› (Larinks için): Bu yaklasimda larenks mukozasinin proliferatif lezyonlari "basit hiperplazi„ "anormal hiperplazi„ "atipik hiperplazi„ ve CIS olarak s›n›fland›r›l›r. "Atipik hiperplazi kategorisinin WHO’nun orta displazi kategorisine karß›l›k geldi¤i görülmektedir. Bu yaklaß›mlar›n herbirinin kendine göre avantaj ve dezavantajlari söz konusudur. Biz daha çok WHO’nun önerdi¤i terminolojiyi tercih ediyoruz. Burada önemli olan kullan›lan terimden çok, displazi spektrumunun kabaca hangi aßamas›n›n kastedildi¤inin ve bu aßaman›n klinik öneminin ne oldu¤unun anlaß›lmas›d›r. Asl›nda bu derecelendirmede yap›lan ya da yap›lmaya çal›ß›lan ßey kabaca invaziv karsinom riskini saptamaya çal›ßmakt›r. Örne¤in, asl›nda, yüksek dereceli displazi ile CIS aras›ndaki fark, displazinin yolun %80’ini mi yoksa %90’›n› m› ald›¤› sorusudur. Fakat ne yaz›k ki, klinik s›n›fland›rmalarda CIS genellikle "kanser„ kategorisine kat›l›rken, CIS’e biyolojik olarak çok yak›n olan yüksek dereceli displaziler ço¤u zaman dikkate bile al›nmamaktad›r. Displazi kavram› iyi irdelendi¤i takdirde bu iki yaklaß›m›n da çok do¤ru olmad›¤› görülecektir. Elbette ki tedavi ve takip protokollerini belirlerken bir k›r›lma noktas› "cut-off„ belirlemek yani bir yerde cizgi cekmek gerekebilir; ancak bu çizginin anlam›n› iyi kavramak gerekir. Bu konu aßa¤›da daha ayr›nt›l› tart›ß›lmaktad›r. KL‹N‹K-B‹YOLOJ‹K ÖNEM Displaziyi asl›nda bir riskli mukoza olarak de¤erlendirmek gerekir. Kaba hatlar›yla, erken displastik lezyonlar›n invaziv-karsinoma ilerleme riski %5’den Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 düßükken; ileri displazilerde bu rakam %30-40’lara ve CIS de ise %50’lere, hatta baz› çal›smalarda %7080’lere kadar ç›kmaktad›r. Tabii bu rakamlar baß-boyunun de¤ißik bölgelerinde farkl›l›klar gösterir. Toplumlar (›rklar) aras›nda da farkl›l›klar oldu¤u anlaß›lmaktad›r. Daha da önemlisi, herhangi bir displastik lezyonu konak faktörlerinden ba¤›ms›z olarak düßünmenin yanl›ßl›¤›d›r. Örne¤in, immün direnci düßük bir konakta displazinin ilerleme riski çok daha yüksektir. Ayr›ca, örne¤in HPV ile ilgili displazilerin ilerleme oranlar› ile sigaraya ba¤l› olanlar›nki farkl›l›klar gösterir. Bu noktada "field-defect", "field-effect", ve "kötü a¤›z" kavramlar›n› da iyi anlamak gerekir. Baz› hastalarda mukozan›n neoplastik transformasyona yatk›nl›¤› aç›kt›r. Buna tüm mukozadaki genetik yatk›nl›k (field-defect), tüm mukozan›n ayn› etkilere maruz kalmas› (field effect) ve ço¤u zaman bu iki faktörün birarada olmas› ki "kötü a¤›z" olarak adland›r›l›r- yol açar. Bu tür hastalardaki displaziyi baska hastalardaki izole displazilerden farkl› de¤erlendirmek gerekir. Bu noktada önemli olan, hangi riskin ne tür bir protokol ile tedavi-takip edilmesi gerekti¤i sorusudur. Unutmamak gerekir ki uygun koßullar sa¤land›¤› takdirde hemen her hücreyi maligniteye dönüßtürmek mümkün olabilir. Önemli olan, neyin ne ßekilde tedavi edilece¤idir. Elbetteki, bu sorunun yan›t› de¤ißen tan› ve tedavi yaklaß›mlar›yla farkl›l›k gösterecektir. Kesin olan ßudur ki, düßük dereceli displazilerin invaziv kanser riski düßük oldu¤undan radikal bir tedavi gerektirmezler ancak takip edilmeleri uygundur. Yüksek dereceli displazi/CIS’in invazyon riskinin oldukça yüksek oldu¤u ve mümkünse (çok radikal olmayan yöntemler ile) ortadan kald›r›l›p, hastan›n yak›n takipe al›nmas›n›n uygun olaca¤› düßünülmektedir. Di¤er bir deyißle pire için yorgan yakman›n bir anlam› yoktur ancak pirenin ço¤almas›na engel olmak gerekir. Þekil 1: Normal epitel ve displazi. Displastik epitel küçük büyütmede bile normal epitele göre daha koyu boyanmas› ile dikkat çeker. Normal epitelin (solda) yaln›zca bazal tabakas› koyu boyan›rken, displastik mukozada (sa¤da) koyu renkli görünüm artm›ßt›r. Bunun nedeni çekirdeklerin irileßmesi, çekirdekteki DNA materyalinin artmas› ve düzensizlikler, çekirdek-sitoplazma oran›ndaki art›ß ile bunlara ek olarak ço¤u zaman sitoplazmadaki organellerin azalmas›d›r. PATOLOJ‹K TANI VE RAPORLANDIRMADAK‹ GÜÇLÜKLER Þekil 1-8 de premalign-malign lezyonlar›n hemotoksilin-eozin boyal› histopatolojik görüntüler sunulmußtur. Displazinin taklitçileri Reaktif (rejenaratif) atipi: Rejenerasyon da t›pki displazi gibi hücre içindeki baz› genlerin aktive oldu¤u bir olußumdur. Çünkü hücreler gereken yenilemeyi gerçekleßtirirken çekirdeklerinde ve sitoplazmalar›nda displaziye benzeyen de¤ißiklikler meydana gelir. Baz› vakalarda bunlar› displaziden ay›rt etmek çok güç olabilir. Radyasyon atipisi: Radyasyon, hücre DNA’s›nda ve fonksiyonlar›nda önemli etki yapmas› nedeniyle çok ciddi morfolojik atipiye neden olur. Kimi zaman bu de¤ißiklikler invaziv karsinomunkilerden de ciddi olabilir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Þekil 2: Düßük-orta dereceli displazi. Displazinin düßük derecelerinde yap›sal ve sitolojik anormallikler daha çok epitelin alt yar›s›nda görülür. Epitelin üst bölümlerinde maturasyon (yani hücrelerin yass›laßmas› ve sitoplazmalar›ndaki art›ß) korunur. Bununla birlikte, üst katmanlarda da bazi de¤ißiklikler örne¤in parakeratoz (yani keratin katman›nda çekirdeklerin görülmesi) dikkat çekebilir. Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem 11 CMYK Þekil 5: Keratinize displazi. Displastik gelißim, olgular›n büyük bir k›sm›nda ÞEK‹L 1-4’de gösterilen bulgularla karakterli olmakla birlikte, displazinin klasik neoplazi bulgular›n› göstermeyen farkl› yüzlerinin de (örne¤in bu ÞEK‹Ldeki keratinize displazi) var oldu¤unu bilmek gerekir. Keratinize displaziyi hiperplastik skuamöz epitelden ay›rmak çok güç olabilir. Þekil 3: Yüksek dereceli displazi. Yüksek dereceli displazide siddetli yap›sal ve hücresel atipi görülür ve bu de¤isiklikler az ya da çok tüm epitel katmanlar›n› etkiler. Hücrelerin disorganizasyonu (düzensiz gruplaßmalar), çekirdek-sitoplazma oran›ndaki art›ß ve çekirdeklerin düzensizlikleri belirgindir. Mitoz, normalden farkl› olarak, bazal katmanlar›n üstündeki katmanlarda da görülebilir. Þekil 4: CIS’den invaziv karsinoma geçiß. Displazinin epitel içindeki en ilerlemiß hali karsinoma in-situ (CIS) olarak de¤erlendirilir. In-situ karsinom hücreleri zaman içinde epiteli stromadan ay›ran bazal membran› k›r›p stroma içine girerek "invaziv karsinom" olußturabilirler (sa¤da). Bu noktadan itibaren, bu hücreler doku infiltrasyonu serbestitesi kazan›rlar ve daha önemlisi vasküler yay›l›m yapabilirler. Yani gerçek bir malignensiye dönüßürler. 12 Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem Þekil 6: Displazi bir çeßit bazal hücre tipine dönüßür. Bu örnekte görüldü¤ü gibi displastik hücreler asl›nda normal bazal hücrelerinkine çok benzer özelliklere sahiptirler ve bazal katman›n kal›nlaßmas› gibi görünebilirler. Bu örnek de ayn› zamanda "koilositik" atipi de dikkat çekmektedir. Koilositik atipi HPV tarafindan enfekte olmuß matür skuamöz hücrelerde büyük, hiperkromatik çekirdek ve çekirdek çevresinde bir hale ile karakterizedir. Keza hiperkeratoz (yani keratin katman›ndaki art›ß) ve parakeratoz (keratin katman›nda çekirdeklerin görülmesi) da HPV nin etkiledi¤i epitelde s›kça karß›m›za ç›kar. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Psödoepitelyamaöoz hiperplazi: Hücresel atipiye ek olarak kimi reaktif lezyonlarda hiperplastik mukoza kompleks, düzensiz bir kal›nlaßma göstererek neoplazm› taklit eder. Ancak, bu tür lezyonlar displaziden çok verrüköz karsinomu ya da klasik invaziv karsinomu and›r›rlar. Yatay kesit, bazal görünüm: Daha önce de söz etti¤imiz gibi asl›nda displaziler, hem bulgular› itibar›yle hem de kavramsal olarak bir tür bazal hücre görüntüsüne dönüß (regresyon) olarak nitelendirilebilirler. Bu nedenle de bazal tabakadan geçen yatay kesitlerde skuamöz matürasyon gözden kaçarak displaziyi and›rabilir. Þekil 7: Psödoepitelyamatöz hiperplazi. Skuamoz epitelin reaktif/hiperplastik de¤ißikliklerinden birisidir ve kompleks yap›s› itibariyle displazinin ve hatta invaziv karsinomun ay›r›c› tan›s›na girer. Kal›nlaßm›ß epitel ve uzam›ß, yer yer anastomozlar yapan rete uçlar› karakteristiktir. Klasik neoplastik bulgular vermeyen displaziler Kimi zaman skuamöz displaziler klasik neoplastik bulgular vermezler. Ozellikle displazinin keratinize-displazi adi verdi¤imiz alt grubunda hücrelerin matürasyonu.beklenmedik derecede iyidir ve normal ya da hiperplastik mukozadan ay›rt etmesi güç olabilir. Derecelendirmenin subjektifli¤i Daha önce söz edildi¤i gibi, displazinin derecelendirilmesindeki kriterler oldukça subjektiftir ve bu nedenle de kißiler aras› ve kißinin kendi içinde tekrarlanabilirlikleri düßüktür. ‹nvaziv mi, intraepitelyal mi? Þekil 8: Reaktif ve metaplastik de¤ißiklikler. Reaktif ve metaplastik de¤ißiklikler de hücrelerin DNA yap›lar›n›, ßekillerini ve aktivitelerini de¤istirmeleri itibariyle displazilerde görülen birçok de¤ißikli¤i taklit ederler. Özellikle radyasyona maruz kalm›ß epiteldeki de¤ißiklikler, radyasyonun çekirdekte yaratt›¤› travmaya ba¤l› olarak, kimi zaman displastik de¤ißikliklerden bile daha atipik görülebilirler. Bu örnekte, yüzeydeki epitelin kolumnar görüntüsü ve araya serpißtirilmiß musinöz hücreler bu epitelin displastik de¤il asl›nda metaplastik oldu¤unu ispatlayan bulgulard›r. Özellikle yüksek dereceli displazilerin hücresel görünümleri invaziv karsinomlarinkinden ay›rt edilemeyebilir. Dolay›s›yla displazi-invaziv karsinom ayr›m› kimi zaman hücreler yüzeyde mi yoksa stroma içinde mi sorusunun yan›t›n› gerektirir ve stroma-epitel bileßkesinin bulunmad›¤› yüzeyel biyopsilerde (ya da ço¤alman›n kompleks olußu nedeniyle bunun de¤erlendirilemedi¤i durumlarda) lezyonun invaziv olup olmad›¤›n› saptamak çok güç olabilir. Bunun tam tersi olarak da kimi zaman yüzey epiteli stroma içine invaziv olmayan "invajinasyonlar" gösterebilir. Bu tür invajinasyonlar özellikle yang› ve ülser alanlar›nda s›k görülür ve sorun yarat›r. Kanserizasyon mu, displazi mi? Bu noktada, daha çok arast›rmac›lar için önemli olabilecek bir kavram› da gündeme getirmek gerekiyor. Epitel içinde gördü¤ümüz kanseröz de¤isiklikler her zaman CIS’a (yani pre-invaziv kansere) ißaret etmeyebilir. Bilinmektedir ki invaziv kanser hücreleri komßu mukozaya geri-invazyon yap›p oradaki epitel içinde "kolonize" olabilir ve bu tür bir de¤ißim CIS’den ay›rt edilemeyebilir. PATO-L‹NGU‹ST‹K-‹LET‹Þ‹M‹N ÖNEM‹ Görülece¤i üzere, displazinin mikroskopik tan›s›ndaki güçlükler oldukça fazlad›r. Bu güçlüklerin bir bölümü bu sürecin do¤as›ndan kaynaklan›rken di- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem 13 ¤erleri t›p biliminin ve bunun uygulay›c›lar› olan bizlerin çesitli yetersizliklerimizi yans›t›r. Bu nedenle, eldeki bulgular›n yetersizli¤i halinde, patoloji raporlar›nda s›kl›kla asl›nda tan›sal olmayan ama bulgulardaki anormallikleri ve bunlar›n ßüphe düzeylerini dile getiren çeßitli terimler görülür. Bunlar›n baß›nda "atipi" terimi gelmektedir. Atipi normalden farkl› (yani patolojik) oldu¤u izlenimi edinilen durumlar için kullan›l›r. Pratik hayatta co¤u zaman bu "bir tuhafl›k var ama ne oldugunu tam anlayamad›m" anlam›na gelir. Gerçekten, kimi zaman bu terimin kullan›l›m› kaç›n›lmaz olmaktad›r. Ancak e¤er bu terim kullan›l›yorsa rapora ay›r›c› tan›da nelerin düßünüldü¤üne dair bir not mutlaka konulmal›d›r. Ayr›ca, "muhtemel" "kuvvetle muhtemel" ve "…ile uyumlu" seklindeki kullan›mlar da kesin tan›ya ulaß›lamayan baz› nadir durumlarda geçerli olabilen yorum tarzlar›d›r. Bu tür olgularda klinisyen ile patologun yak›n iletißimi ve konsey toplant›lar› son derece önemlidir. Bu iletißimin gereklili¤ine dair en basit örnek de yaln›zca yüzeyi örneklenen ve stroma-epitel bileßkesi görülmeyen ve bu nedenle de CIS olarak rapor edilen ancak asl›nda derin bir invaziv karsinom oldu¤u gerek klinik gerek radyolojik bulgularda çok net olan olgulard›r. Böyle bir olguda k›sa bir bilgilendirme, patologu ek kesitler almak, hatta blo¤u tekrar oryante etmek, vb gereksiz çabalardan ve s›k›nt›lardan kurtarabilecektir. SONUÇ 1. Displazi, yüzey epiteli içindeki neoplastik de¤isimlere verilen add›r. Displaziler, pre-malign lezyonlard›r. 2. Klinik olarak displaziyi kanser riskli mukoza olarak de¤erlendirmek gerekir. 3. Displaziler devaml› bir spektrumdur. Pratik nedenlerle bu spektrum 3 (hatta 3.5) dereceli olarak s›n›fland›r›lmaya çal›ß›lmaktad›r. Bu s›n›fland›rma, beklenece¤i gibi oldukça subjektiftir. 4. Düßük dereceli displazilerin invaziv karsinom riski oldukça düßükken (% 1-5), spektrumun öbür ucunda (CIS) bu risk %50’lerin hatta 80’lerin üstüne kadar ç›kar. 5. Bir olguyu "displazi" olarak s›n›fland›r›p rafa kald›rmadan önce, o olguda invaziv kanser olup olmad›¤› (yaln›zca o odakta de¤il, "alansal etki" göz önünde bulundurularak, di¤er mukozal alanlarda da) iyice araßt›r›lmal›d›r. 6. Displazi takibinde, pire için yorgan yakmak ile yorgan› korumak dengesi çok iyi kurulmal›d›r. ‹lle de yorgan yakmak felsefesindeyseniz, bu seçene¤i ileride gelißebilecek (o bölgede ya da çevresinde) lezyonlar için saklamay› düßünmek de önemli olabilir. 7. Mukozal biopsi al›rken, özellikle ßüpheli görülen parça di¤er biopsilerden ayr› gönderilmelidir. 8. Mukozal lezyonlar›n de¤erlendirmesinde patolog ve klinisyen arasindaki iletißim son derece önemlidir; hatalar›n ve gereksiz çabalar›n önlenmesini sa¤lar. 14 Skuamöz Displazi: Patolojik Perspektiften Tan›m, Klasifikasyon ve Klinik-Biyolojik Önem KAYNAKLAR 1. Abbey LM, Kaugars GE, Gunsolley JC, et al. Intraexaminer and interexaminer reliability in the diagnosis of oral epithelial dysplasia. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod 80:188-91, 1995 2. Bauer WC, McGavran MH Carcinoma in situ and evaluation of epithelial changes in laryngopharyngeal biopsies. Jama 221:72-5, 1972 3. Blackwell KE, Fu YS, Calcaterra TC Laryngeal dysplasia. A clinicopathologic study. Cancer 75:457-63, 1995 4. Boyle JO, Hakim J, Koch W, et al. The incidence of p53 mutations increases with progression of head and neck cancer. Cancer Res 53:4477-80, 1993 5. Braakhuis BJ, Tabor MP, Kummer JA, et al. A genetic explanation of Slaughter's concept of field cancerization: evidence and clinical implications. Cancer Res 63:1727-30, 2003 6. Cook JR, Hill DA, Humphrey PA, et al. Squamous cell carcinoma arising in recurrent respiratory papillomatosis with pulmonary involvement: emerging common pattern of clinical features and human papillomavirus serotype association. Mod Pathol 13:914-8, 2000 7. Crissman J, Sakr W Squamous intraepithelial neoplasia of the upper aerodigestive tract. Diagnostic Surgical Pathology of the Head and Neck. Edited by Gnepp D. Philadelphia, W.B. Saunders Company, pp 1-17, 2001 8. Crissman JD, Gnepp DR, Goodman ML, et al. Preinvasive lesions of the upper aerodigestive tract: histologic definitions and clinical implications (a symposium). Pathol Annu 22 Pt 1:311-52, 1987 9. Crissman JD, Visscher DW, Sarkar FH Premalignant lesions of the upper aerodigestive tract: biomarkers of genetic alterations, proliferation, and differentiation. J Cell Biochem Suppl 17F:192-8, 1993 10. Gale N, Kambic V, Michaels L, et al. The Ljubljana classification: a practical strategy for the diagnosis of laryngeal precancerous lesions. Adv Anat Pathol 7:240-51, 2000 11. Gallo O, Franchi A, Chiarelli I, et al. Potential biomarkers in predicting progression of epithelial hyperplastic lesions of the larynx. Acta Otolaryngol Suppl 527:30-8, 1997 12. Helliwell TR 'Risky' epithelium in the larynx--a practical diagnosis? Histopathology 34:262-5, 1999 13. Hellquist H, Cardesa A, Gale N, et al. Criteria for grading in the Ljubljana classification of epithelial hyperplastic laryngeal lesions. A study by members of the Working Group on Epithelial Hyperplastic Laryngeal Lesions of the European Society of Pathology. Histopathology 34:226-33, 1999 14. Hellquist H, Lundgren J, Olofsson J. Hyperplasia, keratosis, dysplasia and carcinoma in situ of the vocal cords--a follow-up study. Clin Otolaryngol Allied Sci 7:11-27, 1982 15. Koren R, Kristt D, Shvero J, et al. The spectrum of laryngeal neoplasia: the pathologist's view. Pathol Res Pract 198:709-15, 2002 16. Mahnke CG, Frohlich O, Lippert BM, et al. Recurrent laryngeal papillomatosis. Retrospective analysis of 95 patients and review of the literature. Otolaryngol Pol 50:567-78, 1996 17. Mao L, Lee JS, Fan YH, et al. Frequent microsatellite alterations at chromosomes 9p21 and 3p14 in oral premalignant lesions and their value in cancer risk assessment. Nat Med 2:682-5, 1996 18. McLaren KM, Burnett RA, Goodlad JR, et al. Consistency of histopathological reporting of laryngeal dysplasia. The Scottish Pathology Consistency Group. Histopathology 37:460-3, 2000 19. Rosin MP, Cheng X, Poh C, et al. Use of allelic loss to predict malignant risk for low-grade oral epithelial dysplasia. Clin Cancer Res 6:357-62, 2000 20. Slaughter DP, Southwick HW, Smejkal W. Field cancerization in oral stratified squamous epithelium; clinical implications of multicentric origin. Cancer 6:963-8, 1953 21. Waldron CA, Shafer WG Leukoplakia revisited. A clinicopathologic study 3256 oral leukoplakias. Cancer 36:1386-92, 1975 22. Wood MW, Medina JE, Thompson GC, et al. Accumulation of the p53 tumor-suppressor gene product in oral leukoplakia. Otolaryngol Head Neck Surg 111:758-, 1994 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 2 BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE ONKOGENLER VE TÜMÖR SÜPRESÖR GENLER‹N ROLLER‹ VE ANOMAL‹TELER‹NE KARÞI GEL‹ÞT‹R‹LEN MOLEKÜLER TEDAV‹LER Mehmet Gündüz Özet: Gelißmiß teßhis yöntemleri, lokal kontrol ve agresif cerrahi ile beraber pre- yada postoperative kemoterapi ve/veya radyoterapiyi içeren multidisipliner tedavi yöntemlerine ra¤men, baß boyun kanserleri halen insan hayat› için bir tehdit olußturmaya devam etmekte ve ony›llar boyunca 5 y›ll›k sürvide belirgin bir iyileßme gözlenememißtir. Ayr›ca mevcut tedavi ajanlar› hastan›n yaßam kalitesini düßüren son derece toksik ilaçlard›r. Baß boyun kanserleri tan› ve tedavisinde ideal olan, bir yada birkaç faktöre bakarak tümörün davran›ß biçiminin belirlenmesi ve hastan›n yaßam›n› bozmayan adeta enfeksiyon tedavi eder gibi yöntemlerin gelißtirilmesi olacakt›r. Son zamanlarda tüm insan kanserlerinde oldu¤u gibi baß boyun kanserlerinin moleküler olußum mekanizmalar›n›n anlaß›lmas› ile böyle bir olas›l›k gündeme gelmißtir. Hem tan›ya hem de tedaviye yönelik olarak gittikçe artan bir ßekilde deneysel ve de klinik uygulamalar› içeren çal›ßmalar yürütülmektedir. Bu derlemede baß boyun kanserlerinin etyopatolojisinde rolü olan belli baßl› onkogenler, tümor süpresör genler ve onlar› hedef edinen klinik tedavi uygulamalar› ele al›nm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, onkogen, tümör supressor gen. Summary: Despite improved detection, local control and aggressive and multidisciplinary treatment approaches, including preoperative or postoperative chemotherapy or radiotherapy with surgery, head and neck cancers continue to pose a great threat to human life and limited improvement in 5-year survival over decades has been gained. Moreover current therapeutic agents are highly toxic which decreases the quality of life and with limited effect on survival. An ideal or best situation would be to find a single or several factors which could guide the clinician in choosing the therapeutical options as well as a treatment method which is effective and does not deteriorate the patients` quality of life. Recent advances in molecular biology of the human cancers including head and neck carcinomas and technology provided us highly sensitive novel diagnostic and prognostic markers. These tecniques have also supplied the basis for possible treatments such as gene therapy. In this review, alterations and roles of several main oncogenes and tumor suppressor genes and novel treatment options including experimental studies and clinical trials in head and neck cancer have been discussed. Key Words: Head neck cancer, oncogene, tumor supressor gene. Giriß Kanser olußumunda temel süreç, genetik yap›daki de¤ißikliklerin sürekli ilerleme göstermesi ve üstüste birikmesidir. Bu de¤ißiklikler sonucu transformasyona u¤ram›ß hücrelerin meydana getirdi¤i bir "klon" ortaya ç›kar(1). Buradaki hipotezin 3 temel prensibi bulunmaktad›r: 1) Tümör süpresör gen (TSG) lerin inaktive olmas› ve/veya proto-onkogenlerin aktive olmas›; 2) Belirli bir s›rada ortaya ç›kan genetik de¤ißiklerin tümöre özgü bir fenotipi ortaya ç›karmas›; 3) Genetik de¤ißikliklerin ortaya ç›k›ß s›ras›nda farkl›l›k olsa bile sonuçta malign fenotipi belirleyen bu de¤ißikliklerin sürekli birikim göstermesi; Bu teori ilk olarak kolon-rektum kanserlerinde ortaya at›lm›ßt›r. Ancak daha sonra Califano ve Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ark.(2) yapt›klar› heterozigotinin kaybolmas› (Loss of Heterozygosity, LOH) analizi ile bu teorinin baß boyun kanser (BBK)’ lerinde de geçerlili¤ini göstermißlerdir. Bu çal›ßmada benign hiperplazi, displazi, karsinoma in situ, ve invaziv kanser safhalar›ndaki örneklerde bilinen 10 kromozom bölgesine ait delesyon analizi yap›ld›¤›nda, kromozomal bölgelerdeki kay›p oran›n›n histolojik yap›daki habisleßme ile do¤ru orant›l› bir art›ß gösterdi¤i, dahas› merkezde yer alan ve histopatolojik olarak daha ileri safhadaki hücrelerin çevredekilere oranla daha fazla genetik de¤ißiklik içerdi¤i gözlenmißtir. Bu bulgular "alan kanserleßmesi" (Field Carcinogenesis) fenomeni temel al›narak üst solunum ve sindirim yollar›ndaki kanserlerde pre-neoplastik hücre klonlar›n›n gelißimini ortaya koymaktad›r (2). BBK’leri "tümör gelißim modelinde" (tumor progression model) genetik de¤ißikliklerin "erken" Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 15 ve "geç" olarak s›n›fland›r›lmas› klinik aç›dan önemlidir. Bu ßekilde kansere ait erken ißaretler belirlendi¤inde, biyopsilerde histopatolojik olarak "selim" gözüken ancak gizli kanser potansiyeli taß›yan lezyonlara erken tan› koyma ve tedavi ßans› ortaya ç›kacakt›r. Son y›llarda kanser araßt›rmalar›nda popülarite kazanan moleküler genetik tekniklerinden birisi de gen ekspresyon dizilimi (gene expression array) dir. Bu teknikte nükleik asit array teknolojisi ile haz›rlanan mikroçipler yard›m› ile hücre ve doku seviyesindeki örneklerde binlerce genin ekpresyonunu ayn› anda ve k›sa bir zamanda ölçmek mümkün olabilmektedir. K›sa sürede yayg›nlaßan bu teknik sayesinde çesitli gruplar farkl› kanser türlerinde gen ekspresyon de¤ißimlerini yay›nlam›ßlard›r(3-5). BBK’lerinde de bu teknik kullan›larak yap›lan çeßitli yay›nlar bulunmaktad›r. Bunlardan John Hopkins Kulak Burun Bo¤az grubu microarray tekni¤ini kullanarak BBK’lerinde transkripsiyonel gelißim modelini tarif etmißlerdir(6). Bu çal›ßmada normal, premalign ve malign doku örneklerinde 12.000’den fazla genin ekpresyonu analiz edilmißtir. Malign-normal dokular aras›ndaki karß›laßt›rmada 2000’den fazla genin ekspresyonunda artma veya azalma saptan›rken, premalign-malign dokular aras›ndaki mukayesede sadece 18 gende de¤ißme saptanmas› oldukça ilginç bir sonuç olarak görülmektedir. Bu sonuçlar da daha önce ayn› gruba ait "tümör gelißim modelini" destekler ßekilde genetik farkl›laßman›n büyük oranda malignleßme öncesi gerçekleßti¤ini ortaya koymaktad›r. Onkogenler Genel olarak aktive olduklar›nda kanser gelißimine katk›da bulunan genler onkogen olarak tan›mlanmaktad›r (Þekil 1). Bu tan›ma göre bir genin onkogen s›n›flamas›na girebilmesi için insandaki kanser vakalar›nda aktive olabildi¤i gösterilmelidir. ‹kinci olarak da genin hücre kültürlerindeki deneysel aktivasyonu kanseri baßlatabilmelidir. Bu genler temel olarak hücrenin sinyal aktar›m yollar›n› (Signal Transduction Pathway) olußturmakta ve bu genlerde meydana gelen mutasyonlar hücredeki di¤er stimüle edici proteinlerin aß›r› üretimi veya fonksiyonlar›nda art›ß ile sonuçlanmaktad›r. Onkogenler aras›nda transkripsiyon faktörleri, hücre siklusu düzenleyicileri, büyüme faktörü reseptörleri gibi farkl› molekül gruplar›n› içeren 50’den fazla gen bulunmaktad›r. Bunlar›n ayr›nt›s›na girmeden önce proto-onkogenlerden aktif gen konumundaki onkogene geçißi sa¤layan mekanizmalar› hakk›nda k›saca bilgi vermek yerinde olur. Proto-onkogenler baßl›ca 4 ana mekanizma ile onkojenik hale gelebilmektedir: 1) Gen ekspresyonunu kontrol eden mekanizmalar›n bozulmas› 16 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler Þekil 1: Onkogenin aktivasyon mekanizmas›. Onkogen normal bir hücrenin yaßam›n› sürdürebilmesi için gerekli bir gendir. Alellerden birinde olußacak mutasyon onkogeni aktive ederek hücrenin kanserleßmesine yol açar. 2) Genin mutasyona u¤rayarak aktive olmas› 3) Onkogen lokalizasyonlar›nda translokasyon 4) Genin amplifikasyonu Hematolojik kökenli malignitelerde kromozomlar aras› translokasyonlara ba¤l› gen füzyonlar› (3. mekanizma) bask›n iken epitelyal tümörlerde nokta mutasyonlar daha s›k görülmektedir. Ras onkogen ailesi ortalama %30-50 ile insandaki malignitelerde en s›k mutasyona u¤rayan gen gruplar›ndan birisini olußturmaktad›r (2. Mekanizma). Özellikle akci¤er, kolorektal ve pankreas kanserlerinde bu gendeki nokta mutasyonlara s›kl›kla rastlanmaktad›r. Genomda mutasyona yolaçan ve mutajenik olarak adland›r›lan faktörler aras›nda, diyetle al›nan karsinojenler, iyonize ve ultraviyole radyasyon, mitoz-mayoz bölünme s›ras›ndaki DNA kopyalama hatalar›, inhalasyonla al›nan mutajenik maddeler, serbest radikaller, yetersiz antioksidan al›m› ve virüsler say›labilir. Gen amplifikasyonu terimi gen kopya say›s›n›n (DNA düzeyinde) selektif olarak art›ß›n› ifade etmektedir (4. Mekanizma). Bununla birlikte, her ne kadar amplifikasyonda da sonuç olarak genin kodlad›¤› ürün miktar›nda (protein) art›ß söz konusu olsa bile, bu terim gen ekspresyonu (mRNA düzeyinde, 1. Mekanizma) art›ß› ile kar›ßt›r›lmamal›d›r. Memeli hücrelerde normalde görülmeyen bu durum ancak tümör gelißimi s›ras›nda veya sitotoksik ilaçlar›n al›m›ndan sonra ortaya ç›kabilmektedir. Onkogen tan›m›na giren birçok gen bulunmakta ve her geçen gün de yenileri listeye eklenmektedir. Bu yaz›da öncelikle en çok bilinen ve özellikle BBK’ni ilgilendiren onkogenler üzerinde k›saca duraca¤›z. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Ras Ras gen ailesi birbiri ile yak›n ilißkide bulunan 3 üyeden olußmaktad›r: H-Ras (kromozom 11p15.5), K-Ras (12p12.1) ve N-Ras (1p13.2). Bu genlerin sentezledi¤i ve GTP (guanosine-triphosphate)’ ye ba¤lanan 21 kDalton boyutundaki Ras proteini hücre membran›n›n iç yüzünde yerleßir ve zardan çekirde¤e giden sinyalleri aktar›r (Þekil 2). Mutasyon ve aß›r› ekspresyon art›ß› Ras gen ailesinin baßl›ca aktivasyon mekanizmalar›n› olußturmaktad›r. Ras’daki mutasyonlar, s›kl›kla genin 12, 13, ve 61 no’lu kodonlar›nda ortaya ç›kmakta ve Ras proteinine ba¤l› bulunan GTP molekülünün GDP’ye hidrolize olmas›n› engelleyerek, sinyallerin sürekli çekirde¤e iletilmesine ve aktif halde kalmas›n› sa¤lamaktad›r(7). Ras geni ile ilgili mutasyonlar bat› dünyas›nda yap›lan araßt›rmalarda %5 düzeyinde bulunurken(8), Hindistan’da oral yass› hücreli karsinomalarda %35 gibi yüksek oranlara rastlanm›ßt›r(9). Buradaki yüksek oran›n kayna¤› betel quid çi¤neme ve tersten sigara içimi olarak görülmektedir. BBK’lerinde mutasyon oranlar› düßük olmas›na ra¤men Ras ailesinin her 3 üyesine ait ekspresyon düzeyleri yüksek oranlarda bulunmußtur(10,11). BBK hücre kültürü çal›ßmalar›nda da K-Ras’›n hücre proliferasyonunu art›r›c› etkisi gösterilmißtir(11). Epidermal Büyüme Faktör Reseptörü Ailesi Þekil 2: Önemli onkogenlerden EGFR ve Ras sinyal yollar›. EGFR’ün liganda ba¤lanmas› ile hücre içindeki kinaz k›sm› fosforile (pY) olarak ßelale ßeklinde bir dizi reaksiyonla sinyalleri çekirde¤e iletir. Bu sinyaller ana olarak Ras-Raf-MEK-MAPK, STAT, yada PI3K-Akt sistemleri üzerinden çekirde¤e aktar›l›r. Çekirdekte Siklin D1, Myc gibi genlerin ve bunlar›n alt›ndaki moleküllerin stimüle edilmesi ile hücre kanserin karakteristik özellikleri olan invazyon, proliferasyon, apoptosise direnç, metastaz gösterir. PTEN, kromozom 10q23 de yerleßen bir TSG’dir ve bir onkogen olan Akt (Akt1, 14q32; Akt2, 19q13) sinyalini dolay›s›yla PI3K sistemini bloke eder. MEK ve MAPK molekülleride peßi s›ra birbirini fosforile ederek aktive olan onkojenik moleküllerdir. (Epidermal Growth Factor Receptor, EGFR) EGFR (7p12.3) primer olarak epitelyal orijinli hücrelerde bulunan, intrinsik tirozin kinaz aktivitesi bulunan transmembran bir reseptör-protein grubunun üyesidir. Bu grup ErbB ya da Her ailesi olarak da adland›r›lmakta ve EGFR (ErbB1, Her1) ile birlikte 4 üyesi bulunmaktad›r. Bu protein, EGF ve TGF-(transforming growth factor) alfa’n›n ba¤lanmas› ile aktive olarak hücre ço¤almas›n› stimüle eder. EGFR’ün aktive olmas›yla bir taraftan RasRaf, MEK-MAPK (MEK, Mapk/Erk Kinase; ERK, Extracellular signal-Regulated Kinase; MAPK, Mitogen Activated Protein Kinase) sistemini uyar›rken, di¤er taraftanda PI3K-Akt (PI3K, PhosphatidylInositol 3Kinase) ve STAT (Signal Transducer and Activator of Transcription) sistemlerini uyararak sinyalleri çekirde¤e iletirler(12) (Þekil 2). Bu sinyaller kanserli hücrelerde sürekli ve aß›r› sekilde çekirde¤e iletilerek Siklin D1, Myc gibi genleri indükleyip hücrenin h›zla ço¤almas›, invazyon-metastaz kapasitesinde art›ß, antiapoptosis, angiogenesisde art›ß, kemoterapi ve radyoterapiye direnç gelißimi gibi agresif kanser karakterlerini yans›t›rlar. Di¤er birçok kanser yan›nda primer BBK’lerinde ve hücre kültürlerinde EGFR geninin amplifikasyonu ve aß›r› ekspresyonu gösterilmißtir(13). BBK’lerinde özellikle larinks kanserlerinde, EGFR genindeki genetik de¤ißikler ile kötü prognoz aras›nda anlaml› bir Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ilißki bulunmußtur(14). Maurizi ve ark.(15) kötü diferensiasyon gösteren larinks kanserlerinde ve sa¤kal›m süresi k›sa olan BBK’lerinde aß›r› artm›ß EGFR gen ekspresyonu saptam›ßlard›r. Baßka bir çal›ßmada da kemoterapi alan baß boyun kanserli hastalarda EGFR aß›r› ekspreyon art›ß› ba¤›ms›z kötü prognostik faktör olarak bulunmußtur(16). Ancak primer olarak radyoterapi ile tedavi edilen hastalarda benzer bir ilißkiye rastlanmam›ßt›r(17). EGFR’deki ekpresyon art›ß› tümör evresinden ba¤›ms›z olarak hem lokal rekürrens riskini art›rmakta hem de genel sa¤kal›m süresi üzerinde olumsuz bir etki göstermektedir. BBK hücre kültürlerinde ve hayvan deneyi modellerinde EGFR’ünün bloke edilmesi ile tümör büyümesinin duraklad›¤› gösterilmißtir. Bu nedenle kanser tedavisi amac›yla EGFR’ü hedefleyen monokolonal antikor kullan›m›, tirozin kinaz spesifik inhibitörleri (küçük moleküller), liganda ba¤lanan immünotoksinler ve antisense yaklaß›mlar gibi çeßitli moleküler tedaviler gelißtirilmißtir. Laboratuvar çal›ßmalar› ve klinik denemeler BBK’leride dahil olmak üzere de¤ißik kanserlerde bu stratejilerin güvenlik ve etkinli¤i araßt›r›lmaktad›r. Bu çal›ßmalardan bu derlemenin son k›sm›nda k›saca bahsedilecektir. Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 17 Myc Myc gen ailesi, normal hücre proliferasyonu ve apoptozis’in düzenlenmesiyle ilgili genleri düzenleyen bir transkripsiyon faktörüdür. C-Myc (8q24.12), N-Myc (2p24.1) ve L-Myc (1p34.3)’den olußan 3 üyesi mevcuttur. C-Myc onkogeninin üretti¤i nükleer bir fosfoprotein hücre proliferasyonu ve diferensiasyonu ile ilgili genlerin transkripsiyonu düzenler ve hücrenin ço¤almas›, farkl›laßmas› ve apopitosis basamaklar›nda rol oynar. Myc ekpresyonunun art›ß› birçok genin regülasyonunu etkileyerek malign transformasyonada katk›da bulunmaktad›r. BBK’lerinde C-Myc’e yönelik çal›ßmalarda gen amplifikasyonu ve/veya aß›r› artm›ß ekpresyon oran› %9-40 aras›nda de¤ißmektedir (18, 19). C-Myc ekpresyonundaki art›ß tümörün kemoterapi ve radyoterapiye cevab› ve rekürrens ilede yak›ndan ilißkili bulunmußtur (20). Baßka bir çal›ßmada ise C-Myc amplifikasyonu p16 tümör süpresör genin delesyonu ile kombine edildi¤inde prognostik bilgi sa¤lad›¤› gösterilmißtir(21). Nazofarenks kanserlerinde de benzer ßekilde C-Myc amplifikasyonu olan tümörlerde prognozun daha kötü oldu¤u bulunmußtur(22). Siklinler Hücrenin bölünme siklusuna girmesi ve ço¤almas› oldukça s›k› ßekilde düzenlenen bir süreçtir. Siklinler (Cyclin) ve Siklin ba¤›ml› kinazlar (CDK:Cyclin Dependent Kinases) hücre siklusunda önemli rol alan bir grup proteindir. Siklin ba¤›ml› kinazlar›n ürünü proteinler aktive olduklar›nda Siklinlerle kompleks yaparak baßta RB (RetinoBlastoma) protein olmak üzere çeßitli süpresör proteinleri fosforilasyon yoluyla inaktive ederek hücre bölünmesini ve mitozu h›zland›r›rlar (Þekil 3). CDK protein grubunun fonksiyonlar›n›n düzenlenmesinde siklinler pozitif rol oynarken siklin-ba¤›ml› kinaz inhibitörleride negatif etkide bulunur. Çok say›da Siklin (Cyclin A-T) ve Siklin ba¤›ml› kinaz (CDK1-10) ayd›nlat›lmas›na karß›n, Siklin D, Siklin E, CDK2, CDK4 ve CDK6 en çok araßt›r›lm›ß ve kanserle ilißkisi ortaya konmußtur. Siklin D1 ve Siklin E genlerinin ekspresyon düzeyleri hücrenin siklusuna göre de¤ißir ve her iki gen de hücre siklusunun G1-S faz› geçißinde anahtar rol oynarlar(23). Siklin D1 11. kromozomun q13 band› bölgesinde yeral›r ve CDK4 veya CDK6 proteinleri ile birlikte kompleks olußturarak hücrenin G1 siklusundan geçißinde önemli rol oynar. BBK’lerinde 11q13 band› s›kl›kla amplifikasyon göstermektedir. Burada lokalize baßka onkogenler de (int-2, hst-1) tarif edilmesine karß›n sadece Siklin D1 genindeki ekspresyon art›ß› belirgindir. Siklin D1 ile ilgili anormallikler genomik inversiyon, translokasyon veya gen amplifikasyonundan kaynaklanabilmektedir. BBK’lerinde bu gene ait amplifikasyon %26-39, 18 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler Þekil 3: Hücre siklusunun düzenlenmesi. Siklinler (Siklin D ve E gibi) ve bunlarla kompleks yapan Siklin ba¤›ml› kinazlar (CDK4/6 ve CDK2 gibi) RB TSG’nini fosforile ederek E2F’nin serbest kalmas›n› ve hücre siklusunun devam›n› sa¤lay›p hücrenin ço¤almas›na neden olurlar. Buna karß›l›k p16, p21, p27 gibi TSG’ler Siklin ba¤›ml› kinazlar› bloke ederek RB’nin fosforile olmas›n› engelleyip s›k›ca E2F’e ba¤l› kalmas›n› ve böylece hücrenin G1 safhas›nda hareketsiz kalmas›n› sa¤larlar. Major bir TSG olan p53’de baz› fonksiyonlar›n› p21’i aktive ederek gerçekleßtirir. Siklin D1 proteinin ekspresyonundaki art›ß ise %3964 oran›nda bulunmußtur(24,25). Hipofarenks kanserlerinde ekpresyon art›ß› daha belirgin olarak gözükmektedir. Çeßitli çal›ßmalarda Siklin D1 ekpresyonundaki art›ß›n BBK’lerinde ba¤›ms›z bir kötü prognostik faktör oldu¤u ortaya konulmußtur. Primer larenks kanserlerinde yap›lan bir baßka çal›ßmada Siklin D1’deki yüksek ekpresyon ile T-evresinden ba¤›ms›z olarak, rekürrenssiz/metastass›z yaßam süresindeki (disease free survival) düßme aras›nda anlaml› ilißki bulunmußtur(26). Baßka bir çal›ßmada da lenf nodu metastaz› ve ileri klinik evre de benzer ßekilde Siklin D1 ekspresyonu ile korelasyon göstermektedir (27). Tümör Süpresör Genler (Tümör Suppressor Genes, TSG) Onkogenler kanser gelißim sürecini baßlatmada önemli rol oynamakla birlikte, yaln›z baß›na kanser olußumu için yeterli olmayabilmektedir. Premalign safhadaki hücrelerin malign safhaya transformasyonunda önemli basamaklardan birisi de hücre ço¤almas›nda negatif düzenleyici rol oynayan genlerin inaktivasyonudur. Genel olarak bu ßekilde fonksiyon kayb› sonucu kanser gelißimine yol açan genler TSG olarak adland›r›lmaktad›r. Bu genler normal ßartlarda hücre ço¤almas›n› yavaßlat›rken apopitosis ve hücre farkl›laßmas›n› stimüle ederler. TSG’lerin hücre büyümesindeki negatif düzenleyici rolleri d›ß›nda proteaz aktivitesinin düzenlenmesi ve hücre adezyonu üzerindeki etkileri ile kanserin invazyon ve metastaz potansiyeli üzerinde de etkili olabilirler. TSG’deki fonksiyon kayb›n›n mekanizmas›n› aç›klamak üzere 1971’de Knudson Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 "çift vuruß" (two hits) hipotezini öne sürmüßtür(28). ‹nsanda bir gene ait, germ hücreleri yoluyla biri babadan di¤eri anneden gelen iki alel (allele) bulunmaktad›r. Retinoblastoma TSG’ninden yola ç›karak gelißtirilen bu hipotezde kanserin ortaya ç›kabilmesi için TSG’in her iki alelininde fonksiyonel olarak kayba u¤ramas› gerekti¤i varsay›lmaktad›r. Buna göre gene ait alelin birinde delesyon olußmakta di¤erinde ise mutasyon gelißimi ile gen tamamen fonksiyon kayb›na u¤ramaktad›r (Þekil 4). Daha önce "alan kanserleßmesi" bahsinde tan›mland›¤› gibi malignleßme potansiyeline sahip hücrelere ait kromozomlarda irili ufakl› çeßitli büyüklüklerde delesyon alanlar›na s›k olarak rastlanmaktad›r. Ancak bunlar genelde sadece (anneden veya babadan gelen) kromozom çiftlerinden sadece birisi üzerinde olußmaktad›r. Bu ßekilde delesyon sahas› üzerinde bulunan genlerin bir alelide kaybolmaktad›r. Ancak kanser gelißmesi için, Knudson’un öne sürdü¤ü gibi mutasyon veya genin promoter bölgesinde metilasyon, proteazlarla protein y›k›m›nda art›ß veya gen yada protein düzeyinde ilgili di¤er moleküllerin anormalitesi gibi baßka mekanizmalar ile kalan alelinde inaktive olmas› yada aktivitesinin azalmas› gereklidir. Þekil 4: Tümör süpresör genin inaktivasyon mekanizmas›. Knudson’un çift vuruß hipotezi ile aç›klan›r. Buna göre TSG’nin inaktive olmas› bir kopyas›n›n LOH ile delesyonu, kalan kopyas› ise mutasyon veya gen ekspresyonunda düßme ile gerçekleßir. Son zamanlarda klonlanan birçok TSG’in alelin bir tanesinde s›k delesyon göstermesine karß›n, kalan alelde mutasyonun az görülmesi ya da olmamas› buna karß›l›k mRNA ekspresyonunun azald›¤›n›n tesbiti klas 2 TSG’ler denilen yeni bir kavram› ortaya koydu. Buna göre TSG’nin tek kopyas›n›n delesyonu di¤er alel normal olsa bile, o genin ekspresyonunda düßmeyi ifade eden haploid yetersizli¤e (haploinsufficiency) yol açar(29,30). Bu durumda hücre, sigara içme, ultraviyole, radyasyon gibi DNA’ya zarar veren d›ß etkilere maruz kald›¤›nda, TSG DNA’y› onarma, hücre siklusunu durdurma, apoptosis gibi fonksiyonlar›n› yapmada yetersiz kalacak ve kanser gelißimine yol açacakt›r. En az›ndan TSG’lerin sadece alel delesyonu olsa bile bu kanserleßme için bir risk faktörü olußturacakt›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 p53 p53 17. Kromozomun k›sa kolunda yerleßen ve ayn› isimi taß›yan proteini kodlayan genin ismidir. p53 geni 393 amino asidi kodlayan 11 eksondan olußmaktad›r. p53 hücrenin yaßam›n› sürdürebilmesi için gerekli en önemli genlerden birisidir. Kendi a¤›ndaki genlerin ekspresyonunun regülasyonu, DNA sentez ve onar›lmas›, hücre siklusunun kontrolu ve koordinasyonu, ve apoptosis gibi çok önemli fonksiyonlar gösterir (Þekil 5). Normal hücrelerde basal seviyesi ve yar› ömrü çok k›sa olup tespit edilmesi zordur. Ancak p53 mutasyona u¤rad›¤›nda yar› ömrü uzad›¤›ndan immünhistokimyasal gibi yöntemlerle protein dokularda tesbit edilebilir. p53 insan tümörlerinde en s›k genetik de¤ißim ve mutasyon gösteren gendir ve hemen her çeßit tümörde yaklaß›k %50 anormalite göstermektedir. p53 klasik bir tümör süpresör gendir ve genellikle genin bir kopyas› heterozigotinin kaybolmas› (LOH) ile delesyona u¤ramakta, kalan di¤er kopyas› ise mutasyona u¤rayarak tüm aktivitesini kaybetmektedir. p53 geni kanserleßme proçesi s›ras›nda çok erken devrelerde mutasyona u¤rad›¤› düßünülmektedir(31). Yap›lan bir çal›ßmada çeßitli düzeylerde epitel displazisi ile karakterize 35 premalin lezyon 1-16 y›l boyunca klinik takipleri yap›lm›ß ve bunlardan 11’inde karsinoma gelißmißtir. Bu 11 lezyonun 7’sinde p53’ün mutasyona u¤rad›¤›n› düßündüren suprabazal ekspresyonu tesbit edilmißtir.(32) Yazarlar premalign lezyonlarda p53 suprabasal boyanmas›n›n kansere dönüßme pozitif öngörü oran›n› %86, ve p53 boyanmas›n›n olmamas›n›n da %82 kanser gelißtirmeme negatif öngörüsünü sa¤lad›¤›n› belirtmißlerdir. Sigara içilmesi ve tütün çi¤nenmesi erken evrelerden itibaren p53 geninde mutasyona yol açarak BBK’lerinin gelißiminindeki en önemli nedenlerden biri olarak bilinmektedir. p53 mutasyonlar› BBK’lerinde de %40-60 oran›nda tesbit edilmektedir (33,34). Hatta p53 geninin en çok mutasyona u¤rad›¤› ekson 5-8 d›ß›nda, 11 ek- Þekil 5: ING TSG ailesi p53’e ba¤›ml› ve ondan ba¤›ms›z yollarla fonksiyon gösteren önemli bir gen gurubudur. Bu ßekilde apoptosis, hücre siklusunun düzenlenmesi, kromatin remodelingi, anti-angiogenesis, DNA onar›m› gibi çeßitli fonksiyonlar gösterirler. ING genlerinin LOH, mutasyon yoluyla inaktive olmas› ile kanser gelißimi görülür. Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 19 sonun tümünün incelendi¤i bir çal›ßmada bu oran %100’lere kadar ulaßm›ßt›r(35). p53 protein ekspresyonunun tek baß›na prognostik bir faktör olarak ölçülmesi de¤ißik guruplarca analiz edilmiß, ancak muhtemelen ekspresyonun de¤erlendirilmesindeki farkl›l›klar ve de¤ißik teknikler kullan›lmas› nedeniyle birbiri ile çelißkili sonuçlar yay›nlanm›ßt›r. Yap›lan bir çal›ßmada artm›ß p53 ekspresyonu olan vakalarda daha kötü bir prognoz ve daha k›sa yaßam tesbit edilmißtir(36). Bu çal›ßmalar› ileri evre larinks kanserleri ve orofarinks kanserlerinde yap›lan cal›ßmalar desteklemiß ve aß›r› p53 ekspresyonu gösteren hastalarda lokal tümör kontrolünde zorluklar ve daha s›k rekürrensler gözlenmißtir(37,38). Buna karß›l›k erken evre larinks ve hipofarinks kanserlerinde yap›lan di¤er baz› çal›ßmalarda aß›r› p53 ekspresyonunun hastan›n yaßam süresine hiçbir etkisinin olmad›¤› bulunmußtur(39,40). Öte yandan Rowley ve arkadaslar› 5 y›ll›k yaßam süresini larinks tümorlerinde %60, farinks tümörlerinde ise %30 olarak tesbit etmißler ve buna sebeb olarakda farkl› lokalizasyondaki tümörlerin p53 mutasyonlar›n›n farkl›l›¤›na ve böylece tümörün de¤ißik davran›ß göstermesine ba¤lam›ßlard›r(41). Di¤er bir çal›ßmada gros ve histolojik olarak tümör olmayan cerrahi s›n›rlara sahip 25 hastan›n 13’de moleküler tekniklerle p53 mutasyonu tesbit edilmißtir (42). p53 mutasyonu olan bu 13 hastan›n 5’de yap›lan takiplerde rekürrens saptan›rken, mutasyon olmayan 12 hastan›n hiçbirisinde nükse rastlanmam›ßt›r. Bütün bu çal›ßmalar gözönüne al›nd›¤›nda genel kabul gören görüß, p53 genindeki genetik de¤ißimlerin tümörü daha agresif hale getirdi¤idir. RB1, p16, ING1 gibi tümör süpresör genlerde olan fonksiyonel kay›p yada EGFR, Her2, Akt gibi onkogenlerin aß›r› aktivasyonu p53 inaktivasyonuna eklendiginde ortaya daha dramatik ve prognozu kötü yönde etkileyen bir tablo ç›kmaktad›r. Bu nedenle bu moleküllerin ayn› örneklerde ayn› anda analizi, gerek premalign lezyonlardan malign lezyonlara geçißde prediktif faktör olarak de¤erlendirilmesi, gerekse malign lezyonlar›n karakterinin ve davran›ßlar›n›n belirlenerek hastan›n prognozunun önceden belirlenmesinde, daha sa¤l›kl› ve do¤ru sonuçlar almam›z› ve böylece daha etkili tedaviler gelißtirmemizi sa¤layacakt›r. RB RB geni kromozom 13q14 bölgesinde lokalize olup, ilk defa germline mutasyonu olan Retinoblastomal› hastalarda gözlenmiß ve tümör süpresör genlerin inaktivasyon mekanizmas›n› olußturan Knudson’un çift vuruß teorisinin tan›mlanmas›yla ün kazanm›ßt›r. Retinoblastoma geni hücre siklusunu kontrol eden en önemli tümör süpresörlerden- 20 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler dir. Normal hücre siklusunda G1 safhas›ndan S safhas›na geçiß RB proteininin siklin ba¤›ml› kinazlar taraf›ndan fosforile edilerek inaktive edilmesiyle sa¤lan›r (Þekil 3). Hipofosforile RB aktif haldedir ve DNA sentezi için gerekli genlerin transkripsiyonunu sa¤layan E2F genini ba¤layarak, hücre siklusunun G1 faz›n› durdurup hücrenin ço¤almas›n› engeller(43). RB geninin tek baß›na inaktivasyonu hücrenin tümörleßme sürecine girmesi için yeterli de¤ildir. Kaspaz (Caspase) gurubu proteinler normal ßartlarda RB’yi y›karak hücrenin apoptosisle ölümünü sa¤lar. Dolay›s›yla RB normal ßartlarda bir tarafdan hücrenin çogalmas›n› inhibe ederken di¤er taraftan apoptosisi inhibe eder. Bu nedenle RB’n›n inaktivasyonuyla beraber apoptosis mekanizmalar›ndada bozukluk olmas› durumunda tümör olußumu gerçekleßir. RB a¤›n›n inaktivasyonu 4 yolla gerçekleßir(44): 1) Her ne kadar sporadik tümörlerde daha az görülmekte ise de Retinoblastomada oldu¤u gibi genin delesyon ve mutasyon yolu ile inaktivasyonu; 2) Viral onkoproteinlerden E1A (adenovirus) ve E7 (insan papilloma virusü, Human Papilloma Virus) RB’yi ba¤lar ve di¤er fizyolojik ba¤lant› yapaca¤› proteinlere baglanmas›n› engeller. Bu durumda sadece RB inaktivasyonu yeterli olmayaca¤› için ayn› virüslerin onkoproteinlerinden E1B (adenovirus) ve E6 (insan papilloma virusu) p53’ü ba¤lay›p inaktive ederek apoptotik mekanizmay›da bozar ve hücrenin tümörleßmesine yol açar. 3) RB’yi fosforile ederek inaktivasyonuna yol açan siklin ba¤›ml› kinazlardan Siklin D1’in aß›r› ekspresyonu yolu ile yada Siklin D1’i inhibe eden p16 tümör süpresörün inaktivasyonu sonucu; Siklin D1’in aß›r› ekspresyonu veya p16 geninin delesyon, mutasyon yada promoter hipermetilasyonuna ba¤l› olarak aktivite kayb› birçok insan kanserinde s›k karß›laß›lan bozukluklardand›r. 4) Son olarak da, RB çeßitli apoptotik signallerin aktive olmas›yla kaspazlar taraf›ndan y›k›larak inaktive olur. De¤ißik guruplarca yap›lan immünhistokimyasal çal›ßmalarda RB proteini ekspresyonu BBK’lerinde %6-74 oran›nda azald›¤› bulunmußtur(45-47). Yine delesyon analizleri ile RB geninin kromozomal lokalizasyonunun %14-59 oran›nda delesyona u¤rad›¤› rapor edilmißtir(48,49). Ancak p53 dekine benzer ßekilde RB anormalitesi ile klinik bulgular aras›nda cok net ilißki bulunamam›ßt›r. p16/p21/p27 Bu üç gen de hücre proliferasyonunu etkileyen ve bozukluklar› kansere yol açan tümör süpresör genlerdendir. p16 siklin ba¤›ml› kinaz inhibitor 2A (cyclin dependent kinase inhibitor 2A, CDKN2A; Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 CDK4 inhibitor) olarakda isimlendirilen, kromozom 9p21 bölgesinde lokalize olan ve 156 amino asid-16.5 kDa a¤›rl›¤›nda küçük bir proteini kodlayan gendir. Küçük bir protein olmas›na karß›l›k hücre siklusunda son derece önemli role sahiptir ve BBK’leri dahil birçok kanserde genin delesyonu ve mutasyonuna ba¤l› olarak inaktive olmaktad›r. Normal hücrelerde kuvvetli bir ßekilde CDK4 ve CDK6 ya ba¤lanarak bunlar›n D tipi siklinlerle ba¤lanmas›n› ve bu kompleksin RB proteinini fosforile etmesini engeller. Böylece hipofosforile konumunda kalan RB aktif halde kal›p, yukar›da da bahsedildi¤i gibi E2F’i ba¤layarak hücre siklusunun G1 safhas›nda durmas›n› ve hücre ço¤almas›n› engeller. Bu ßekilde p16 hasara u¤rayan hücrelerde p53 ile birlikte hücreyi G1 safhas›nda ço¤almas›n› durdurarak kendisini onarmas› için zaman kazand›r›r. Onar›m›n gercekleßmesi durumunda bu blok aç›l›r ve hücre G1 ve daha sonra S safhas›na do¤ru ilerler. E¤er onar›m yap›lamayacak kadar a¤›r ise hücrede apoptotik sinyaller aktive edilerek hücre yok edilir. Kanser hücrelerinde p53 ve p16 a¤› s›k olarak bozulur ve böylece hücre bir taraftan ço¤almas›n› bask›layan bu tümör süpresör genlerden kurtularak h›zla ço¤al›r, di¤er taraftan ise hasarl› DNA tamir edilemedi¤inden anormal çekirdek ve gen yap›s›yla hücre kanserleßme proçesine girer. Polimeraz zincir reaksiyonu (Polymerase Chain Reaction, PCR) ile yap›lan analizlerde BBK’lerinde p16 geninde %19-56 oran›nda de¤ißen mutasyonlara rastlanm›ßt›r(50,51). Yine LOH analizi yap›lan bir çal›ßmada BBK’lerinde p16 lokalizasyonunda %57 oran›nda alelik kay›p bulunmußtur(52). Ayr›ca immünhistokimyasal çal›ßmalardada p16 protein ekspresyonu BBK’lerinde %55-89 oran›nda azalm›ß olarak bulunmußtur(45,53). Bunun d›ß›nda p16 geninin promoter bölgesindeki hipermetilasyon ve bunun sonucu olarak genin transkripsiyonunda azalmaya ba¤l› olarak inaktivasyonu da rapor edilmißtir(54,55). p16’daki bozukluklar BBK’lerinde s›k rastlanan bir olgu olup ayn› zamanda bu anormalite daha kötü sürvi, artm›ß nüks oran›, agresif tümör karakteri ve nodal metastaz gibi kötü prognostik faktörlerle ilißki göstermißtir(52,53,56). p21 ve p27 genleride s›ras›yla kromozom 6p21 ve 14q32 bölgelerinde yerleßmißlerdir. Bu genler p53 taraf›ndan aktive olurlar ve ürünleri hücre siklusunu durdurarak hücrenin ço¤almas›n› engellerler. p21 ekspresyonu ile klinik parametreler aras›nda çelißkili raporlar yay›nlanm›ßt›r. Hirvikovski ve arkadaßlar› larinks kanserlerinde p21 ekspresyonu ile ilerlemiß tümör safhas› ve kötü diferansiyasyon aras›nda anlaml› ilißki saptam›ßlard›r(57). Hipofarinks kanserlerindede düßük p21 ekspresyonu ile ilerlemiß tümör safhas› ve lenf nodu tutulumu aras›nda anlaml› ilißki bulunmustur(58). Benzer ßekilde Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 oral kanserlerdede p21 ekspresyonu ile tümör büyüklü¤ü, lenf nodu tutulumu ve azalm›ß sürvi aras›nda ilißki saptanm›ßt›r(59). Di¤er tarafdan a¤›z ve özellikle dil kanserlerinde yap›lan çal›ßmalarda p21 ekspresyonu ile klinik bulgular aras›nda anlaml› ilißki bulunamayan yay›nlarda mevcuttur(60,61). ‹mmünhistokimyasal metodlarla yap›lan çal›ßmalarda p27 boyanmas› ile daha iyi bir sürvi ve prognoz gösterdi¤ini belirten yay›nlar ço¤unluktad›r(62,63). Buna karß›l›k p27 boyanmas›n›n sürviyi etkilemedi¤ini ve kötü prognostik faktör oldu¤unu belirten yay›nlarda mevcuttur (64,65). Bütün bu biribiriyle uyumlu olmayan bulgular muhtemelen tümörlerin farkl›l›¤›na, de¤ißik yöntem ve kriterlerin kullan›lmas›na ba¤l› olabilir. ING Tümör Süpresör Ailesi ING (Inhibitory of Growth) ailesi yak›n zamanda klonlanan ve tümör süpresif karakteri gösteren bir genler gurubudur. ‹lk üyesi ING1 özellikle p53 geninin fonksiyon gösterebilmesi için zorunlu olan ortak gen olarak bulunmußtur(66). Öyleki p53 tümör süpresörü bütün kanserlerde majör bir gen olmas›na karß›n baz› hastalarda yap›lan genetik tedavide baßar›s›zl›¤›n ING1’in tümörlerdeki kayb›na ba¤l› olabilece¤i belirtilmißtir(67). Nitekim deneysel çal›ßmalarda ösefagus kanserlerinde ve gliomalarda p53 ve ING1’in birlikte kullan›larak yap›lan gen tedavisi, bu ajanlar›n tek baß›na kullan›mlar›na göre çok daha etkili bulunmußtur (68,69). ING ailesinin ßu anda bilinen 5 üyesi mevcuttur (ING1-5). ING1’in genomik yap›s›n›n (ekson-intron yap›lar› ve gen dizileri) ortaya ç›kar›lmas› ve yine ilk defa insan kanserlerinde (BBK’leri) tümöre has mutasyona u¤rad›¤› laboratuvarlar›m›zda bulunmuß ve tümör süpresif özelli¤i kan›tlanm›ßt›r(70). Yine benzer ßekilde ING2 geni Amerikada ulusal kanser enstitüsü laboratuvarlar›nda ayd›nlat›ld›(71). ING3 ise yine laboratuvar›m›zda klonlan›p, BBK’lerinde delesyona ve mutasyona u¤rad›¤› ve ayn› hastalar›n tümör dokular›nda normallerine göre ileri derecede ekspresyonunun düßtü¤ü gösterildi(72). Çok yak›n zamandada bizimle beraber di¤er guruplar ING4 ve ING5 genlerini klonlamas›yla bu gen ailesi genißlemiß ve önemini daha da art›rm›ßt›r(73,74). ING ailesi genleri tümör süpresif karakterlerini p53 üzerinden ve ondan ba¤›ms›z baßka yollarla da gerçekleßtirmektedir (Þekil 5). Bu genler p53’e ba¤›ml› fonksiyonlar›n› p21 ve bax genleri üzerinden hücre siklusunu ve apoptotik mekanizmalar› uyararak gösterirler. p53’den ba¤›ms›z olarakda histon asetilazlar ve deasetilazlarla, kromatin konformasyonunu de¤ißtiren BRG1 ve BRM gibi SWI/SNF kompleks proteinleriyle ißbirli¤i yaparak, kendi a¤›ndaki genlerin ekspresyonunu etkilemek suretiyle hücre ço¤almas› üzerinde negatif fonksiyon gösterirler(75,76). Bunun yan›nda ING4 angiogenesisi inhibe edici(77), ve ING1 PCNA (Proliferating Cell Nuclear Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 21 Antigen) ile kompleks yaparak DNA onar›lmas› gibi farkl› fonksiyonlara da sahiptirler(78). Klinik nümunelerin analizi sonucu baßta BBK’leri olmak üzere, ösefagus, akci¤er, pankreas, kolon kanserlerinde, melanomada, neuroblastomada da mutasyonlar tesbit edilmißtir(70,72,79). Bu gen ailesinin geniß a¤›n›n tüm elemanlar›n›n ve fonksiyonlar›n›n ortaya ç›kar›lmas› kanser tedavisinde yeni bir 盤›r açacak özelliktedir. Baß Boyun Kanserlerinde Moleküler Tedaviler Gelißen teknolojik yöntemlere, yeni kemoterapötik ilaçlara ve tedavi yöntemlerine ra¤men ileri evre BBK’lerinin tedavisi hala problem arzetmektedir. Mevcut agresif ve son derece toksik tedavi yöntemleri bir taraftan hastan›n yaßam kalitesini düßürürken, di¤er taraftan yaßam süresine fazlaca katk›s› olmamaktad›r. Ayr›ca lokal olarak rekürrens gösteren yada uzak metastaz› olan BBK’li hastalar›n önemli bir k›sm› sigara, alkol ve yaßa ba¤l› olarak mevcut toksik ilaçlar› tolere edememektedir. Bilimdeki gelißmelere paralel olarak tümör biyolojisi ve metastaz› konusundaki bilgilerimiz gelißmiß ve hastan›n yaßam kalitesini art›rmay›, toksisiteyi azaltmay› ve daha etkili tedavi yöntemlerinin gelißtirilmesini amaç edinen daha spesifik moleküler hedef tedavileri gelißtirilmeye baßlanm›ßt›r. Bu amaçla kanser gelißimi s›ras›nda yukarda aç›klanan genetik de¤ißikler hedef al›narak yeni preklinik ve klinik tedavi yöntemleri giderek daha yayg›n bir ßekilde kullan›lmaya baßlanm›ßt›r. K›saca bu yöntemlerden bahsedilecektir: EGFR Hedefli Tedaviler BBK’lerinin büyük bir k›sm›n›n EGFR ekspresyonunda aß›r› art›ß göstermesi kanserin tedavisinde bu molekülün kullan›larak hedef tedavi yöntemlerinin gelißmesine yol açm›ßt›r. EGFR ekspresyonundaki art›ß kötü prognozun da habercisi olmußtur(8082) . Bu amaçla günümüzde EGFR hedefli esas olarak 2 tür tedavi yöntemi gelißtirilmißtir: 1) EGFR ekstrasellüler yap›s›n› hedefleyen ve ligand›n ba¤lanmas›n› engelleyerek alttaki moleküllere sinyal gidißini durduran monoklonal antikorlar. 2) EGFR’ün tirozin kinaz aktivitesini inhibe eden küçük moleküller. Monoklonal antikorlar tek ajan olarak yada kemoterapi veya radyoterapi ile birlikte kombine olarak kullan›lm›ßlard›r. ‹lerlemiß rekürren, metastatik ve platinium tuzlar›na dirençli BBK’li hastalara Cetuximab (C225) anti-EGFR monoklonal antikorunun eklenmesi hastalar›n %10’unda cevap al›nmas›n› ve ortalama 6 ayl›k yaßam süresini sa¤lam›ßt›r (83,84) . Yine bir di¤er faz 2 klinik çal›ßmada kemoterapiye dirençli progres gösteren rekürren ve metas- 22 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler tatik BBK’li hastalar›n %12’sinde tek baß›na cetuximab ile cevap al›nm›ßt›r(85). Yak›n zamanda 424 ilerlemiß BBK’li hastada yap›lan bir baßka faz 3 çal›ßmas›nda sadece radyoterapi ile buna ilaveten Cetuximab etkisi araßt›r›lm›ßt›r. Cetuximab-radyoterapi kombinasyonu sadece radyoterapiye göre önemli derecede yaßam süresinde artmaya yol açm›ß (54’e karß›l›k 28 ay) ve tümörün lokal kontrolü de 2 y›ll›k de¤erlendirmede daha iyi olmußtur(86). Bütün bu klinik iyileßmelerin hastada minimal toksisite ve yaßam kalitesinde iyileßmeyle birlikte olmas› moleküler tedavilerin önemini art›rm›ßt›r. Bir baßka anti-EGFR monoklonal antikor h-R3 radyoterapi ile kombine kullan›lmas›yla da yöntemin etkinli¤i gösterilmißtir(87). Küçük molekül grubu tirozin kinaz inhibitörleri EGFR’ün ATP ba¤lanma yerine ba¤lanarak reseptörün fosforilasyonu ve aktivasyonunu engelleyip üstten gelen sinyalleri durdururlar. Bu gurupta ßu anda klinik deneme aßamas›nda birçok molekül bulunmaktad›r. Bunlardan ikisi Gefitinib (Iressa) ve Erlotinib, küçük hücreli olmayan akci¤er kanserleri tedavisinde Amerika, Japonya dahil birçok ülkede uygulanmaya baßlanm›ßt›r. Gefitinib’in akci¤er kanserlerinde etkisinin k›s›tl› kalmas›na ra¤men yak›n zamanda yap›lan geniß uygulamalar ve bunlara ba¤l› klinik ve moleküler çal›ßmalar, Gefitinib’in EGFR mutasyonu olan hastalarda, kad›nlarda ve hiç sigara içmemißlerde etkili oldu¤unun bulunmas›yla yeniden gündeme oturmußtur(88-90). Bu ßekilde tümörün histopatolojik yap›s› ve EGFR mutasyon de¤ißimleri saptanarak Gefitinib’in etkili olaca¤› hasta kesimine uygulanmas› tedavide daha baßar›l› sonuçlar al›nabilece¤ini göstermißtir. BBK’lerinde ise faz 1 klinik çal›ßmalar›nda Gefitinib’in tolere edilebildigi, yan etkisinin ciltte döküntü gibi hafif derecede kald›¤› ve tümör ilerlemesinde k›smi stabilite sa¤lad›¤› bildirilmißtir (91,92). Rekürren ve metastatik BBK’li hastalar›n al›nd›¤› bir faz 2 çal›ßmas›nda ise hastalar›n %53.2’de tümörün kontrol alt›nda tutuldu¤u bildirilmißtir(93). Radyoterapi ve/veya kemoterapi kombinasyonunu içeren klinik çal›ßmalarda halen devam etmektedir ve buradan ç›kacak bilgiler de, özellikle lokal rekürrens gösteren ve metastatik BBK’li hastalara daha iyi bir yaßam kalitesi, daha uzun bir yaßam süresi sa¤layacak tedavi yöntemlerini ortaya ç›karacakt›r. Erlotinib tek baß›na uyguland›¤› ve 3 tanesi BBK’li hastan›nda oldu¤u 40 vakal›k bir faz 1 çal›ßmas›nda minimal toksisite göstermiß ve faz 2 çal›ßmalar›nda kullan›lacak en etkili dozu belirlenmißtir(94). ‹lerlemiß 124 BBK’li hastalar›n dahil edildi¤i bir faz 2 klinik çal›ßmada hastalar›n %46’da tümör kontrolü sa¤land›¤› bildirilmißtir(95). Gefitinib ve Erlotinib gibi geriye dönüßlü (reversible) EGFR inhibitörü d›ß›ndada, reseptörü geriye dönüßßüz (irreversible) olarak bloke eden EKB-569 gibi küçük mole- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 küllerle de klinik çal›ßmalar yap›lmaktad›r (96). Bunun d›ß›nda Lapatinib (GW572016) gibi hem EGFR hem de HER-2’yi bloke eden dual ajanlar da preklinik ve klinik çal›ßmalarda kullan›lmaktad›r(97,98). p53 Gen Tedavisi ‹nsan kanserlerinin büyük bir k›sm›n›n p53 tümör süpresör geninde mutasyon göstermesi ve bunun kanser gelißimi ile ilgili olmas›, genin tekrar kanserli hücrelere aktar›lmas› ile tümörün ilerlemesinin durdurulmas› prensibine dayal› gen tedavilerinin gelißmesini sa¤lam›ßt›r. Preklinik çal›ßmalarda ve hayvan deneylerinde p53’ün viral vektörlerle tümörlü dokuya iletilmesi ile etkili sonuçlar al›nmas› nedeni ile klinik çal›ßmalara geçilmißtir(99-101). Yap›lan bir faz 1 çal›ßmas›nda 18 hastan›n 9’unda klinik cevap al›nm›ßt›r(102). 200 klasik tedaviye dirençli ilerlemiß BBK’li hastalar›n dahil edildi¤i faz 2 çal›ßmalar›nda %10 cevap al›nm›ßt›r (103,104). Bir baßka yöntem de p53 mutasyonundan yararlan›lan onkolitik virus tedavilerinin gelißtirilmesidir. E1B bölgesi delesyona u¤ram›ß mutant adenovirus, ancak p53’ü mutant olan hücrelerde (dolay›s›yla kanser hücrelerinde) ço¤alabilmekte ve ço¤ald›¤› hücreyi de lizise u¤ratarak öldürmektedir(105). Bu prensibe dayan›larak sadece kanserli hücrelerde ço¤alabilen ve onlar› öldüren ONYX015 adl› onkolitik tedavi yöntemi gelißtirilmißtir(105). ONYX-015 tek baß›na kullan›m› yada kemoterapötik ajanlarla birlikte kullan›lan faz 1 ve 2 çal›ßmalar›nda baßar›l› sonuçlar al›nm›ßt›r (106-108). Faz 3 çal›ßmalar› ise halen devam etmektedir. RAS Hedefli Tedaviler RAS onkogeni oral kavite kanserlerinde %27’ye kadar mutasyon göstermektedir(109). Farnezil transferaz inhibitörleri (Farnesyl Transferase Inhibitors, FTI) mutasyona u¤ram›ß RAS’› inhibe eden bir grup moleküle verilen add›r. FTI preklinik çal›ßmalarda BBK’lerinin de bulundu¤u geniß bir hücre gurubunda ço¤almay› durdurdu¤u ve radyoterapi yada kemoterapi ile sinerjistik etki gösterdi¤i bulunmußtur(110-112). Hücre Siklusunu Hedefleyen Tedaviler Siklin D1 aß›r› ekspresyonu ve bununla kompleks yaparak hücre siklusunun ilerlemesini sa¤layan CDK4’ü inhibe eden p16 geninin delesyonu BBK’lerinde s›k rastlan›lan bir durumdur. Flavopiridol bir CDK4 inhibitörüdür ve Siklin D1’in ekspresyonunu bask›lad›¤› ve hücre siklusunu G1 ve G2 safhalar›nda durdurdu¤u bulunmußtur(113). Ayr›ca in vitro ve hayvan modellerinde kemoterapi ve radyo- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 terapiye duyarl›l›¤› art›rd›¤› gösterilmißtir (114,115). Yine faz 2 klinik çal›ßmalarda da iyi sonuçlar al›nm›ßt›r(116). Di¤er baz› CDK inhibitörleri UNC-01 ve CCI779 (Rapamycin, Rapamisin) de halen araßt›rma konusudur(117,118). Sentetik bir sülfonamid türevi olan E7070’de CDK fosforilasyonunu inhibe ederek RB’nin hipofosforile kalmas›n› ve böylece hücre siklusunu G1 safhas›nda bloke olmas›n› sa¤lamaktad›r. Rekürren ve metastatik BBK’li hastalardaki yap›lan bir faz 2 çal›ßmas›nda objektif bir cevap al›namasada farmakodinamik datalar CDK’›n inhibe edildi¤ini göstermektedir(119). Burada k›saca de¤inilen hedef tedaviler d›ß›nda kanser biyolojisindeki genißleyen bilgilerimize paralel yeni yöntemler gelißtirilmektedir. Ayr›ca lökoplaki, displazi gibi preinvaziv lezyonlar›n gerilemesine yol açan yada riskli hasta guruplar›nda uygulanan koruyucu (preventive) moleküler tedavilerde uygulama aßamas›ndad›r. Bunlardan çok s›k kullan›lan kanserden koruyucu ajanlar içinde retinoidleri, COX inhibitörlerini, selenyumu, interferonu, FTI ve EGFR blokerlerini sayabiliriz (120). KAYNAKLAR 1. Fearon ER, Vogelstein B: A genetic model for colorectal tumorigenesis. Cell 61: 759-767, 1990 2. Califano J, van der Riet P, Westra W, et al: Genetic progression model for head and neck cancer: implications for field cancerization. Cancer Res 56(11):2488-2492, 1996 3. Golub TR, Slonim DK, Tamayo P, et al: Molecular classification of cancer: Class discovery and class prediction by gene expression monitoring. Science 286:531–537, 1999 4. Martin K, Kritzman DM, Price LM, et al: Linking gene expression patterns to therapeutic groups in breast cancer. Cancer Res 60:2232–2238, 2000 5. Sgroi DC, Teng S, Robinson G, et al: In vivo gene expression profile analysis of human breast cancer progression. Cancer Res 59:5656–5661, 1999 6. Ha PK, Benoit NE, Yochem R, et al: A transcriptional progression model for head and neck cancer. Clin Cancer Res 9(8):3058-3064, 2003 7. Bos JL: Ras oncogenes in human cancer: a review. Cancer Res 49(17):4682-4689, 1989 8. Yarbrough WG, Shores C, Witsell DL, et al: Ras mutations and expression in head and neck squamous cell carcinomas. Laryngoscope 104(11 Pt 1):1337-1347, 1994 9. Saranath D, Panchal RG, Nair R, et al: Oncogene amplification in squamous cell carcinoma of the oral cavity. Jpn J Cancer Res 80(5):430-437, 1989 10. Kiaris H, Spandidos DA, Jones AS, et al: Mutations, expression and genomic instability of the H-ras proto-oncogene in squamous cell carcinomas of the head and neck. Br J Cancer 72(1):123-128, 1995 11. Hoa M, Davis SL, Ames SJ, et al: Amplification of wild-type K-ras promotes growth of head and neck squamous cell carcinoma. Cancer Res 62(24):7154-7156, 2002 12. Hackel PO, Zwick E, Prenzel N, et al: Epidermal growth factor receptors: critical mediators of multiple receptor pathways. Curr Opin Cell Biol 11(2):184-189, 1999 13. Grandis JR, Tweardy DJ: TGF-alpha and EGFR in head and neck cancer. J Cell Biochem Suppl 17F:188-191, 1993 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 23 14. Miyaguchi M, Olofsson J, Hellquist HB: Expression of epidermal growth factor receptor in laryngeal dysplasia and carcinoma. Acta Otolaryngol 110(3-4):309-313, 1990 15. Maurizi M, Almadori G, Ferrandina G, et al: Prognostic significance of epidermal growth factor receptor in laryngeal squamous cell carcinoma. Br J Cancer 74(8):12531257, 1996 16. Dassonville O, Formento JL, Francoual M, et al: Expression of epidermal growth factor receptor and survival in upper aerodigestive tract cancer. J Clin Oncol 11(10):18731878, 1993 17. Wen QH, Miwa T, Yoshizaki T, et al: Prognostic value of EGFR and TGF-alpha in early laryngeal cancer treated with radiotherapy. Laryngoscope 106(7):884-888, 1996 18. Field JK, Spandidos DA, Stell PM, et al: Elevated expression of the c-myc oncoprotein correlates with poor prognosis in head and neck squamous cell carcinoma. Oncogene 4(12):1463-1468, 1989 19. Rodrigo JP, Lazo PS, Ramos S, et al: MYC amplification in squamous cell carcinomas of the head and neck. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 122(5):504-507, 1996 20. Riva C, Lavieille JP, Reyt E, et al: Differential c-myc, c-jun, c-raf and p53 expression in squamous cell carcinoma of the head and neck: implication in drug and radioresistance. Eur J Cancer B Oral Oncol 31B(6):384-391, 1995 21. Akervall J, Bockmuhl U, Petersen I, et al: The gene ratios cMYC:cyclin-dependent kinase (CDK)N2A and CCND1:CDKN2A correlate with poor prognosis in squamous cell carcinoma of the head and neck. Clin Cancer Res 9(5):1750-1755, 2003 22. Porter MJ, Field JK, Leung SF, et al: The detection of the cmyc and ras oncogenes in nasopharyngeal carcinoma by immunohistochemistry. Acta Otolaryngol 114(1):105-109, 1994 23. Vermeulen K, Berneman ZN, Van Bockstaele DR: Cell cycle and apoptosis. Cell Prolif 36(3):165-175, 2003 24. Meredith SD, Levine PA, Burns JA, et al: Chromosome 11q13 amplification in head and neck squamous cell carcinoma. Association with poor prognosis. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 121(7):790-794, 1995 25. Michalides RJ, van Veelen NM, Kristel PM, et al: Overexpression of cyclin D1 indicates a poor prognosis in squamous cell carcinoma of the head and neck. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 123(5):497-502, 1997 26. Pignataro L, Pruneri G, Carboni N, et al: Clinical relevance of cyclin D1 protein overexpression in laryngeal squamous cell carcinoma. J Clin Oncol 16(9):3069-3077, 1998 27. Fracchiolla NS, Pruneri G, Pignataro L, et al: Molecular and immunohistochemical analysis of the bcl-1/cyclin D1 gene in laryngeal squamous cell carcinomas: correlation of protein expression with lymph node metastases and advanced clinical stage. Cancer 79(6):1114-1121, 1997 28. Knudson AG Jr: Mutation and cancer: statistical study of retinoblastoma. Proc Natl Acad Sci U S A 68(4):820-823, 1971 29. Tang B, Bottinger EP, Jakowlew SB, et al: Transforming growth factor-b1 is a new form of tumor suppressor with true haploid insufficiency. Nat Med 4:802-807, 1998 30. Bai F, Pei XH, Godfrey VL, et al: Haploinsufficiency of p18 (INK4c) sensitizes mice to carcinogen-induced tumorigenesis. Mol Cell Biol 23:1269-1277, 2003 31. Bosatra A, Bussani R, Silvestri F: From epithelial dysplasia to squamous carcinoma in the head and neck region: an epidemiological assessment. Acta Otolaryngol Suppl 527:47-48, 1997 32. Cruz IB, Snijders PJ, Meijer CJ, et al: p53 expression above the basal cell layer in oral mucosa is an early event of malignant transformation and has predictive value for developing oral squamous cell carcinoma. J Pathol 184(4):360-368, 1998 24 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 33. Wallace-Brodeur RR, Lowe SW: Clinical implications of p53 mutations. Cell Mol Life Sci 55(1):64-75, 1999 34. Greenblatt MS, Bennett WP, Hollstein M, et al: Mutations in the p53 tumor suppressor gene: clues to cancer etiology and molecular pathogenesis. Cancer Res 54(18):4855-4878, 1994 35. Kropveld A, Rozemuller EH, Leppers FG, et al: Sequencing analysis of RNA and DNA of exons 1 through 11 shows p53 gene alterations to be present in almost 100% of head and neck squamous cell cancers. Lab Invest 79(3):347-353, 1999 36. Shin DM, Lee JS, Lippman SM, et al: p53 expressions: predicting recurrence and second primary tumors in head and neck squamous cell carcinoma. J Natl Cancer Inst 88(8):519-529, 1996 37. Jin YT, Kayser S, Kemp BL, et al: The prognostic significance of the biomarkers p21WAF1/CIP1, p53, and bcl-2 in laryngeal squamous cell carcinoma. Cancer 82(11):2159-2165, 1998 38. Caminero MJ, Nunez F, Suarez C, et al: Detection of p53 protein in oropharyngeal carcinoma. Prognostic implications. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 122(7):769-772, 1996 39. Frank JL, Bur ME, Garb JL, et al: p53 tumor suppressor oncogene expression in squamous cell carcinoma of the hypopharynx. Cancer 73(1):181-186, 1994 40. Pruneri G, Pignataro L, Carboni N, et al: Clinical relevance of p53 and bcl-2 protein over-expression in laryngeal squamous-cell carcinoma. Int J Cancer 79(3):263-268, 1998 41. Rowley H, Roland NJ, Helliwell TR, et al: p53 protein expression in tumours from head and neck subsites, larynx and hypopharynx, and differences in relationship to survival. Clin Otolaryngol Allied Sci 23(1):57-62, 1998 42. Brennan JA, Mao L, Hruban RH, et al: Molecular assessment of histopathological staging in squamous-cell carcinoma of the head and neck. N Engl J Med 332(7):429-435, 1995 43. Chin L, Pomerantz J, DePinho RA. The INK4a/ARF tumor suppressor: one gene--two products--two pathways. Trends Biochem Sci 23(8):291-296, 1998 44. Chau BN, Wang JY: Coordinated regulation of life and death by RB. Nat Rev Cancer 3(2):130-138, 2003 45. El-Naggar AK, Lai S, Clayman GL, et al: Expression of p16, Rb, and cyclin D1 gene products in oral and laryngeal squamous carcinoma: biological and clinical implications. Hum Pathol 30(9):1013-1018, 1999 46. Koontongkaew S, Chareonkitkajorn L, Chanvitan A, et al: Alterations of p53, pRb, cyclin D(1) and cdk4 in human oral and pharyngeal squamous cell carcinomas. Oral Oncol 36(4):334-339, 2000 47. Pavelic ZP, Lasmar M, Pavelic L, et al: Absence of retinoblastoma gene product in human primary oral cavity carcinomas. Eur J Cancer B Oral Oncol 32B(5):347-351, 1996 48. Gleich LL, Li YQ, Biddinger PW, et al: The loss of heterozygosity in retinoblastoma and p53 suppressor genes as a prognostic indicator for head and neck cancer. Laryngoscope 106(11):1378-1381, 1996 49. Yokoyama J, Shiga K, Sasano H, et al: Abnormalities and the implication of retinoblastoma locus and its protein product in head and neck cancers. Anticancer Res 16(2):641-644, 1996 50. Sartor M, Steingrimsdottir H, Elamin F, et al: Role of p16/MTS1, cyclin D1 and RB in primary oral cancer and oral cancer cell lines. Br J Cancer 80(1-2):79-86, 1999 51. Shintani S, Nakahara Y, Mihara M, et al: Inactivation of the p14(ARF), p15(INK4B) and p16(INK4A) genes is a frequent event in human oral squamous cell carcinomas. Oral Oncol 37(6):498-504, 2001 52. Jares P, Fernandez PL, Nadal A, et al: p16MTS1/CDK4I mutations and concomitant loss of heterozygosity at 9p21-23 are frequent events in squamous cell carcinoma of the larynx. Oncogene 15(12):1445-1453, 1997 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 53. Bova RJ, Quinn DI, Nankervis JS, et al: Cyclin D1 and p16INK4A expression predict reduced survival in carcinoma of the anterior tongue. Clin Cancer Res 5(10):28102819, 1999 54. Sanchez-Cespedes M, Esteller M, Wu L, et al: Gene promoter hypermethylation in tumors and serum of head and neck cancer patients. Cancer Res 60(4):892-895, 2000 55. Rosas SL, Koch W, da Costa Carvalho MG, et al: Promoter hypermethylation patterns of p16, O6-methylguanineDNA-methyltransferase, and death-associated protein kinase in tumors and saliva of head and neck cancer patients. Cancer Res 61(3): 939-942, 2001 56. Danahey DG, Tobin EJ, Schuller DE, et al: p16 mutation frequency and clinical correlation in head and neck cancer. Acta Otolaryngol 119(2):285-288, 1999 57. Hirvikoski P, Kellokoski JK, Kumpulainen EJ, et al: Downregulation of p21/WAF1 is related to advanced and dedifferentiated laryngeal squamous cell carcinoma. J Clin Pathol 52(6):440-444, 1999 58. Chien CY, Huang CC, Cheng JT, et al: The clinicopathological significance of p53 and p21 expression in squamous cell carcinoma of hypopharyngeal cancer. Cancer Lett 201(2):217-223, 2003 59. Nemes JA, Nemes Z, Marton IJ: p21WAF1/CIP1 expression is a marker of poor prognosis in oral squamous cell carcinoma. J Oral Pathol Med 34(5):274-279, 2005 60. Tatemoto Y, Osaki T, Yoneda K, et al: Expression of p53 and p21 proteins in oral squamous cell carcinoma: correlation with lymph node metastasis and response to chemoradiotherapy. Pathol Res Pract 194(12):821-830, 1998 61. Gonzalez-Moles MA, Ruiz-Avila I, Martinez JA, et al: P21WAF1/CIP1 protein and tongue cancer prognosis. Anticancer Res 24(5B):3225-3231, 2004 62. Pruneri G, Pignataro L, Carboni N, et al: Clinical relevance of expression of the CIP/KIP cell-cycle inhibitors p21 and p27 in laryngeal cancer. J Clin Oncol 17(10):31503159, 1999 63. Tamura N, Dong Y, Sui L, et al: Cyclin-dependent kinase inhibitor p27 is related to cell proliferation and prognosis in laryngeal squamous cell carcinomas. J Laryngol Otol 115(5):400-406, 2001 64. Kapranos N, Stathopoulos GP, Manolopoulos L, et al: p53, p21 and p27 protein expression in head and neck cancer and their prognostic value. Anticancer Res 21(1B):521528, 2001 65. Korkmaz H, Du W, Yoo GH, et al: Prognostic significance of G1 cell-cycle inhibitors in early laryngeal cancer. Am J Otolaryngol 26(2):77-82, 2005 66. Garkavtsev I, Kazarov A, Gudkov A, et al: Suppression of the novel growth inhibitor p33 ING1 promotes neoplastic transformation. Nat Genet 14: 415-420, 1996 67. Garkavtsev I, Grigorian IA, Ossovskaya VS, et al: The candidate tumor suppressor p33ING1 cooperates with p53 in cell growth. Nature 391:295-298, 1998 68. Shinoura N, Muramatsu Y, Nishimura M, et al: Adenovirusmediated transfer of p33ING1 with p53 drastically augments apoptosis in gliomas. Cancer Res 59:5521-5528, 1999 69. Shimada H, Liu TL, Ochiai T, et al: Facilitation of adenoviral wild-type p53-induced apoptotic cell death by overexpression of p33(ING1) in T.Tn human esophageal carcinoma cells. Oncogene 21(8):1208-1216, 2002 70. Gunduz M, Ouchida M, Fukushima K, et al: Genomic structure of the human ING1 gene and tumor-specific mutations detected in head and neck squamous cell carcinomas. Cancer Res 60:3143-3146, 2000 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 71. Nagashima M, Shiseki M, Miura K, et al: DNA damage-inducible gene p33ING2 negatively regulates cell proliferation through acetylation of p53. Proc Natl Acad Sci USA 98:9671-9676, 2001 72. Gunduz M, Ouchida M, Fukushima K, et al: Allelic loss and reduced expression of the ING3, a candidate tumor suppressor gene at 7q31, in human head and neck cancers. Oncogene 21: 4462-4470, 2002 73. Shiseki M, Nagashima M, Pedeux RM, et al: p29ING4 and p28ING5 bind to p53 and p300, and enhance p53 activity. Cancer Res 63(10):2373-2378, 2003 74. Gunduz M, Nagatsuka H, Demircan K, et al: Frequent deletion and down-regulation of ING4, a candidate tumor suppressor gene at 12p13, in head and neck squamous cell carcinomas. Gene May 31 [Epub ahead of print], 2005 75. Kuzmichev A, Zhang Y, Erdjument-Bromage H, et al: Role of the Sin3-histone deacetylase complex in growth regulation by the candidate tumor suppressor p33(ING1). Mol Cell Biol 22(3):835-848, 2002 76. Vieyra D, Loewith R, Scott M, et al: Human ING1 proteins differentially regulate histone acetylation. J Biol Chem 277(33):29832-29839, 2002 77. Garkavtsev I, Kozin SV, Chernova O, et al: The candidate tumour suppressor protein ING4 regulates brain tumour growth and angiogenesis. Nature 428(6980):328-332, 2004 78. Scott M, Bonnefin P, Vieyra D, et al: UV-induced binding of ING1 to PCNA regulates the induction of apoptosis. J Cell Sci 114(Pt 19):3455-3462, 2001 79. Campos EI, Chin MY, Kuo WH, et al: Biological functions of the ING family tumor suppressors. Cell Mol Life Sci 61(19-20):2597-2613, 2004 80. Rubin Grandis J, Melhem MF, Gooding WE, et al: Levels of TGF-alpha and EGFR protein in head and neck squamous cell carcinoma and patient survival. J Natl Cancer Inst 90(11):824-832, 1998 81. Magne N, Pivot X, Bensadoun RJ, et al: The relationship of epidermal growth factor receptor levels to the prognosis of unresectable pharyngeal cancer patients treated by chemoradiotherapy. Eur J Cancer 37(17):2169-2177, 2001 82. Numico G, Colantonio I, Comino A, et al: EGFR and survival of patients with locally advanced head and neck cancer and treated with alternating chemotherapy radiation. Results of a retrospective analysis. Proc Am Soc Clin Oncol 22:2018, 2003 83. Kim ES, Mauer AM, Fossella FV, et al: A phase II study of Erbitux (IMC-C225), an epidermal growth factor receptor (EGFR) blocking antibody, in combination with docetaxel in chemotherapy refractory/resistant patients with advanced non-small cell lung cancer (NSCLC). Proc Am Soc Clin Oncol 21:293a, 2002 (abstr 1168) 84. Baselga J, Trigo JM, Bourthis J, et al: Cetuximab (C225) plus cisplatin/carboplatin is active in patients (pts) with recurrent/metastatic squamous cell carcinoma of the head and neck (SCCHN) progressing on a same dose and schedule platinum based agent. Proc Am Soc Clin Oncol 21:226a, 2002 (abstr 900) 85. Trigo J, Hitt R, Koralewski P, et al: Cetuximab monotherapy is active in patients (pts) with platinum-refractory recurrent/metastatic squamous cell carcinoma of the head and neck (SCCHN): Results of a phase II study. Proc Am Soc Clin Oncol 23:487, 2004 (abstr 5502) 86. Bonner JA, Harari PM, Giralt J, et al: Cetuximab prolongs survival in patients with locoregionally advanced squamous cell carcinoma of head and neck: A phase III study of high dose radiation therapy with or without cetuximab. Proc Am Soc Clin Oncol 23:5507, 2004 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 25 87. Crombet T, Osorio M, Cruz T, et al: Use of the humanized anti-epidermal growth factor receptor monoclonal antibody h-R3 in combination with radiotherapy in the treatment of locally advanced head and neck cancer patients. J Clin Oncol 22:1646-1654, 2004 88. Lynch TJ, Bell DW, Sordella R, et al: Activating mutations in the epidermal growth factor receptor underlying responsiveness of non-small-cell lung cancer to gefitinib. N Engl J Med 350:2129-2139, 2004 89. Paez JG, Janne PA, Lee JC, et al: EGFR mutations in lung cancer: Correlation with clinical response to gefitinib therapy. Science 304:1497-1500, 2004 90. Pao W, Miller V, Zakowski M, et al: EGF receptor gene mutations are common in lung cancers from "never smokers" and are associated with sensitivity of tumors to gefitinib and erlotinib. Proc Natl Acad Sci U S A 101:13306-13311, 2004 91. Baselga J, Rischin D, Ranson M, et al: Phase I safety, pharmacokinetic, and pharmacodynamic trial of ZD 1839, a selective oral epidermal growth factor receptor tyrosine kinase inhibitor, in patients with five selected solid tumor types. J Clin Oncol 20:4292-4302, 2002 92. Herbst RS, Maddox AM, Rothenberg ML, et al: Selective oral epidermal growth factor receptor tyrosine kinase inhibitor ZD1839 is generally well-tolerated and has activity in nonsmall-cell lung cancer and other solid tumors: results of a phase I trial. J Clin Oncol 20:3815-3825, 2002 93. Cohen EEW, Rosen F, Stadler WM, et al: Phase II trial of ZD1839 in recurrent or metastatic squamous cell carcinoma of the head and neck. J Clin Oncol 21:19801987, 2003 94. Hidalgo M, Siu LL, Nemunaitis J, et al: Phase I and pharmacologic study of OSI-774, an epidermal growth factor receptor tyrosine kinase inhibitor, in patients with advanced solid malignancies. J Clin Oncol 19:3267-3279, 2001 95. Senzer NN, Soulieres D, Siu L, et al: Phase II evaluation of OSI-774, a potent oral antagonist of the EGFR-TK, in patients with advanced squamous cell carcinoma of the head and neck. Proc Am Soc Clin Oncol 20:6, 2001 96. Mendelsohn J, Baselga J: Status of epidermal growth factor receptor antagonists in the biology and treatment of cancer. J Clin Oncol 21:2787-2799, 2003 97. Wood ER, Truesdale AT, McDonald OB, et al: A unique structure for epidermal growth factor receptor bound to GW572016 (Lapatinib): relationships among protein conformation, inhibitor off-rate, and receptor activity in tumor cells. Cancer Res 64(18):6652-6659, 2004 98. Spector NL, Xia W, Burris H 3rd, et al: Study of the biologic effects of lapatinib, a reversible inhibitor of ErbB1 and ErbB2 tyrosine kinases, on tumor growth and survival pathways in patients with advanced malignancies. J Clin Oncol 23(11):2502-2512, 2005 99. Fujiwara T, Grimm EA, Mukhopadhyay T, et al: A retroviral wild-type p53 expression vector penetrates human lung cancer spheroids and inhibits growth by inducing apoptosis. Cancer Res 53: 4129-4133, 1993 100. Nielsen LL, Maneval DC: p53 tumor suppressor gene therapy for cancer. Cancer Gene Ther 5:52-63, 1998 101. Fujiwara T, Cai DW, Georges RN, et al: Therapeutic effect of a retroviral wild-type p53 expression vector in an orthotopic lung cancer model. J Natl Cancer Inst 86: 1458-1462, 1994 102. Clayman GI, el-Nager AK, Lippman SM, et al: Adenovirus-mediated p53 gene transfer in patients with advanced recurrent head and neck squamous cell carcinoma. J Clin Oncol 16:2221-2232, 1998 103. Goodwin WJ, Esser D, Clayman G, et al: Randomized Phase II study of intratumoral injection of two dosing schedules using a replication-deficieint adenovirus carrying the P53 gene (AD5CMV-P53) in patient with recurrent/refractory head and neck cancer. Proc Am Soc Clin Oncol 18:445a, 1999 26 Baß Boyun Kanserlerinde Onkogenler ve Tümör Süpresör Genlerin Rolleri ve Anomalitelerine Karß› Gelißtirilen Moleküler Tedaviler 104. Bier-Laning C, Van Echo D, Yver A, et al: Phase II multicenter study of AD5CMV-P53 administered intratumorally to patients with recurrent head and neck cancer. Proc Am Soc Clin Oncol 18:444a, 1999 105. Bischoff J, Kirn DH, Williams A, et al: An adenovirus mutant that replicates selectively in p53-deficient human tumor cells. Science 274:373-376, 1996 106. Nemunaitis J, Khuri F, Ganly I, et al: Phase II trial of intratumoral administration of ONYX-015, a replicationselective adenovirus, in patients with refractory head and neck cancer. J Clin Oncol 19:289-298, 2001 107. Khuri FR, Nemunaitis J, Ganly I, et al: A controlled trial of intratumoral ONYX-015, a selectively-replicating adenovirus, in combination with cisplatin and 5fluorouracil in patients with recurrent head and neck cancer. Nat Med 6:879-885, 2000 108. Nemunaitis J, Ganly I, Khuri F, et al: Selective replication and oncolysis in p53 mutant tumors with ONYX-015, an E1B-55kD gene-deleted adenovirus, in patients with advanced head and neck cancer: a phase II trial. Cancer Res 60: 6359-6366, 2000 109. Das N, Majumder J, DasGupta UB: ras gene mutations in oral cancer in eastern India. Oral Oncol 36:76-80, 2000 110. Gupta AK, McKenna WG, Weber CN, et al: Local recurrence in head and neck cancer: relationship to radiation resistance and signal transduction. Clin Cancer Res 8:885-892, 2002 111. Kies MS, Clayman GL, El-Naggar AK, et al: Induction therapy with SCH66336, a farnesyltransferase inhibitor in squamous cell carcinoma (SCC) of the head and neck (abstract # 896). Proc Am Soc Clin Oncol 225a, 2001 112. Hahn SM, Bernhard EJ, Regine W, et al: A Phase I trial of the farnesyltransferase inhibitor L-778, 123 and radiotherapy for locally advanced lung and head and neck cancer. Clin Cancer Res 8:1065-1072, 2002 113. Patel V, Senderowicz AM, Pinto D, et al: Flavopiridol, a novel cyclin-dependent kinase inhibitor, suppresses the growth of head and neck squamous cell carcinomas by inducing apoptosis. J Clin Investig 102:1674-1681, 1998 114. Kortmansky JS, Motwani MV, Jung CP, et al: Flavoperidol potentiates the effect of radiotherapy in HCT-116 colon cancer xenografts (abstract # 347). Proc. Am. Soc. Clin. Oncol 87a, 2002 115. Schwartz GK, Farsi K, Maslak P, et al: Potentiation of apoptosis by flavopiridol in mitomycin-C-treated gastric and breast cancer cells. Clin Cancer Res 3:1467-1472, 1997 116. Schwartz GK, Ilson D, Saltz L, et al: Phase II study of the cyclin-dependent kinase inhibitor flavopiridol administered to patients with advanced gastric carcinoma. J Clin Oncol 19:1985-1992, 2001 117. Senderowicz AM: Small molecule modulators of cyclindependent kinases for cancer therapy. Oncogene 19:6600-6606, 2000 118. Hashemolhosseini S, Nagamine Y, Morley SJ, et al: Rapamycin inhibition of the G1 to S transition is mediated by effects on cyclin D1 mRNA and protein stability. J Biol Chem 273:14424-14429, 1998 119. Haddad RI, Shapiro GI, Weinstein L, et al: A phase II study of E7070 in patients with metastatic, recurrent, or refractory head and neck squamous cell carcinoma (HNSCC): clinical activity and post-treatment modulation of Rb phosphorylation. Proc Am Soc Clin Oncol 22:800, 2003 120. Kim ES, Hong WK, Khuri FR: Chemoprevention of aerodigestive tract cancers. Annu Rev Med 53:223-243, 2002 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 3 BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE RADYOTERAP‹ TEKN‹KLER‹ Gökhan Özyi¤it, Enis Özyar Özet: Baß boyun kanserleri radyoterapisinde farkl› cihazlarla çeßitli tedavi alternatifleri uygulanmaktad›r. Hastan›n tedavi yönteminin seçimi, tedavi planlar›n›n haz›rlanmas› oldukça önemli bir süreçtir. Günlük uygulanan radyasyon dozu ve say›s›, foton ve elektron tedavilerinin kombinasyonu, brakiterapi gereklili¤i, ›ß›n uygulanacak alanlar›n belirlenmesi en önemli aßamalard›r. Bu konular baß boyun cerrahlar› perspektifinden gözden geçirilmißtir. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, radyoterapi Summary: Various treatment forms of radiation are available in the treatment of head neck cancers. The decision for the treatment type and preparation of treatment plans are the main part of the process. Daily dose and number of treatments per day, combinations of photon and electron treatments, indications of brachytherapy, determination of radiation portals are the important steps. These subjects are reviewed from the perspective of head neck surgeons. Key Words: Head neck cancer, radiation BAÞ-BOYUN KANSERLER‹NDE RADYOTERAP‹ TEKN‹KLER‹ Baß-boyun kanserlerinin tedavisinde radyoterapi önemli bir tedavi yöntemidir. Birçok erken evre tümörde tek baß›na cerrahi kadar etkin bir tedavi seçene¤i olup, organ fonksiyonlar›n›n korunmas› ve kozmetik sonuçlar›n daha iyi olmas› nedeni ile tercih edilmektedir1, 2. Baß boyun kanserlerinin tedavisinde ana tedavi yöntemi olarak kabul gören cerrahi ile eßit yada yak›n tedavi sonuçlar›n›n organ›n bütünlü¤ü bozulmadan elde edilebilmesi nedeni ile radyoterapi önemli bir alternatif tedavi yöntemi olarak karß›m›za ç›kmaktad›r3. ‹leri evre tümörlerde radyoterapi genellikle cerrahi sonras› adjuvan tedavi olarak kullan›lmakla beraber, özellikle son y›llarda eß zamanl› kemoradyoterapi uygulamalar›n›n etkinli¤inin gösterilmesi ile seçilmiß hastalarda cerrahiye alternatif olarak da kullan›labilmektedir. Radyoterapinin bu avantajlar›ndan maksimum ßekilde yararlanabilmek, öncelikle temel radyoterapi tekniklerinin iyi bilinmesi ve kaliteli olarak uygulanmas› ile mümkündür. Çok çeßitlilik gösteren baß-boyun kanserlerinin do¤al davran›ßlar›n› bilmek ve buna göre radyoterapi endikasyonlar› koyabilmek, benzer ßekilde bölgesel anatominin çok iyi bilinmesi ve çevredeki kritik organlar›n radyobiyolojisinin kavranmas› tedavi sonuçlar› aç›s›ndan çok önemlidir. Radyasyonun Tan›m› ve Etki Mekanizmalar› ‹yonizan radyasyon atomun yap›s›ndaki elektronlarla etkileßerek maddede eksitasyon ve iyonizasyon olaylar›na neden olur. ‹yonizan radyasyon, elektromanyetik spektrum ad› verilen ve içerisinde Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 görünen ›ß›k, mikrodalga, mor ve k›z›l ötesi ›ß›nlar, radyo dalgalar›, x-›ß›nlar› ve gama ›ß›nlar›n› da içeren ve temel özellikleri ayn› olan elektriksel ve manyetik özellikte enerjiyi tan›mlar. Radyasyonun madde ile etkileßmesi en kolay maddeyi olußturan temel yap› taßlar›ndan atomla olan etkileßmesi ile aç›klan›r. Radyoterapide yayg›n olarak kullan›lan X ›ß›nlar› (Lineer h›zland›r›c›larda ekstranükleer olarak elektrik enerjisinden üretilir) ve gama ›ß›nlar› (Kobalt 60 cihaz›ndaki radyoaktif kaynaktan intranükleer olaylar sonucunda elde edilir) elde edilme yöntemi farkl› olmakla birlikte, kimyasal ve biyolojik etkilerini indirek olarak ayn› ßekilde yaparlar. Her iki ›ß›n›n dokudaki doz da¤›l›m özellikleride birbirine yak›nd›r. Gama ›ß›nlar› ile düßük enerjili (4 ve 6 MV) x-›ß›nlar›n›n doz da¤›l›m özellikleri birbirine benzer. Elektron demetleri ise kimyasal ve biyolojik özellikleri gama ve x-›ß›nlar›na benzemekle birlikte doz da¤›l›m özellikleri ile önemli farkl›l›klar gösterir. Özellikle yüzeyel lezyonlar›n (Boyun lenf nodlar›) tedavisinde son derece yararl›d›rlar. Uygulanan radyasyon miktar›n›n yani dozun iyi tan›mlanmas› ve istenilen dozda uygulanmas› son derece önemlidir. Dokular taraf›ndan absorbe edilen enerjinin tan›mlanmas› için kullan›lan doz birimi uzun y›llar rad (gram baß›na 100 erg’lik enerji absorbsiyonu) iken bugün için kullan›lan doz birimi gray’dir. 1 gray (Gy) 100 rad’a eßit olup, 100 centigray (cGy) dir. Yani 1 rad 1 cGy’e eßittir. Radyoterapide Fraksinasyon (Bölünmüß doz) Kavram› Fraksinasyonun temelinde "4 R" kural› denilen 4 temel kural vard›r. Repair (Tamir), Reassortment (Hücre siklusunda da¤›lma), Repopülasyon (Tekrar Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 27 büyüme) ve Reoksijenizasyon (Oksijenlenme). Tamir kural›nda; tek dozda yap›lan ›ß›nlamay› bölerek ve araya bir zaman koyarak uygularsak ayn› etki elde edilemez. Bunun nedeni arada geçen sürede subletal hasar›n tamiri ile baz› hücrelerin iyileßmesidir. Hücre siklusunda da¤›lma kural›nda; hücrelerin hücre siklusunda radyasyona en duyarl› olduklar› dönem mitoz (M) ve geç G2 bölümüdür. Bir fraksiyon uygulama sonras› en hassas olduklar› dönemdeki hücreler öldü¤ünden, sonraki uygulamaya kadar hücre siklusunda ilerleme meydana gelir ve baz› hücre gruplar› hassas fazda yakalanmaya çal›ß›l›r. Böylece daha çok hassas fazda hücre radyasyona maruz kal›r. Tekrar büyüme kural›nda ise hücrelerin tümör veya normal doku olsun fraksiyon aralar›nda tekrar büyüme özelli¤idir. Yeniden oksijenlenme ise hipoksik tümörlerin radyasyona maruz kalma sonras› küçülerek daha iyi oksijenlenmesidir. Sonuç olarak tüm bu mekanizmalardan yararlanarak dozun fraksinasyonu ile normal dokular›n maksimum seviyede korunmas› ve maksimum tümör hücresinin hasara u¤rat›lmas›na çal›ß›l›r2. Bugün baß-boyun kanserlerinde standart küratif fraksinasyon denildi¤i zaman günde 1 defa uygulanan, fraksiyon baß›na dozun 180-200 cGy aras›nda de¤ißti¤i, toplam dozun 5000-7000 cGy aras›nda oldu¤u ve toplam 5 – 7 hafta sürede tamamlanan tedaviler anlaß›l›r. Özellikle 1970 ve 1980’li y›llarda yap›lan radyobiyolojik çal›ßmalar›n sonuçlar›nda dokular›n radyasyona maruz kalmalar› sonucunda verdikleri cevaba göre erken ve geç cevap veren dokular olarak s›n›fland›r›lmas›ndan sonra konvansiyonel olmayan yeni fraksiyonlu tedaviler klinikte kullan›lmaya baßlanm›ßt›r4-10. Yap›lan çal›ßmalarda en çok yarar›n baß boyun kanserlerinde elde edildi¤i görülmüßtür4-10. Bu farkl› tedaviler hiperfraksiyone (günde 2-3 fraksiyon, fraksiyonlar aras› en az 6 saat, fraksiyon dozu konvansiyonel günlük fraksiyondan az (100-160 cGy, toplam günlük fraksiyon dozu konvansiyonel toplam günlük dozdan yüksek), akselere (toplam tedavi süresi konvansiyonel 5-7 haftal›k tedaviden daha k›sa) yada bu iki özelli¤in kombinasyonu olarak özetlenebilir. Bu yeni tedavilerin uygulanmas› ile konvansiyonel tedavilerdeki eßde¤eri morbiditeye ra¤men daha yüksek lokal kontrol oranlar› elde edilebilmektedir. Örne¤in; konvansiyonel 2 Gy’den toplam 70 Gy’lik tedavi, fraksiyon baß›na 115 cGy den günde iki fraksiyon ve toplam 8050 cGy uygulanarak karß›laßt›r›lm›ß ve hiperfraksiyone tedavi ile lokal kontrol oranlar›n›n % 10- 15 artt›¤› gözlenmißtir. Bu yeni fraksiyonlu tedaviler s›ras›nda akut yan etkilerde konvansiyonel tedavilere göre % 10-15 daha yüksektir4-10. Ayr›ca klinikte tedavi edilen hasta say›s›nda da iki misli bir art›ß oldu¤u unutulmamal›d›r. Baß-boyun kanserlerinde yap›lm›ß baz› randomize de¤ißtirilmiß fraksinasyon çal›ßmalar› Tablo 1’de özetlenmißtir. Radyoterapi öncesi tedavi planlamas› Hastan›n tercihen cerrahlarla beraber de¤erlendirilmesinden sonra, radyoterapi öncesi haz›rl›¤› son derece önemlidir. Bu haz›rl›klar s›ras›nda öncelikle; hastan›n uzak taramalar›n›n yap›lmas›, daha sonradan osteoradyonekroz riskinin azalt›lmas› için diß bak›m›n›n ilgili diß hekimlerince yap›lmas›, gerekti¤inde PEG (perkütan endoskopik gastrostomi) aç›lmas›, hastan›n tedavi s›ras›nda hareketsizleßtirilmesi ve tedavi alanlar›n›n çizilmesi için ›s›ya duyarl› özel plastik bir maskenin yap›lmas› planlanmal›d›r (Þekil 1). Haz›rl›klar›n devam›nda; tedavi alanlar›n›n çizilmesi için simülasyon olarak adland›r›lan konvansiyonel bir röntgen cihaz› ile alanlar›n belirlenmesi, gerekli durumlarda maske ile birlikte bilgisayarl› to- Tablo 1. Baß-boyun kanserlerinde randomize de¤ißtirilmiß fraksinasyon çal›ßmalar› N Fr. Dozu Fr/gün Toplam Doz OTT Tümör Yan›t› Yan Etki (Gy) (Gy) (Hf) 82 2 2 66 3.4 Fark yok Akut ve Vancouver7 2 1 66 6.8 geç ↑ CAIR10 100 1.8-2 1 70 5 LK ve GS↑ Akut ve 1.8-2 1 70 7 geç ↑ 1485 2 1 66 6 LBK HS, GS↑ Akut ↑ DAHANCA9 2 1 66 7 Geç (-) 395 2 1-2 66 5.5 LBK ↑ Akut ↑ Hliniak ve ark6 2 1 66 6.5 Geç (-) 918 1.5 3 54 2 Fark yok Akut ↑ CHART4 2 1 66 6.5 Geç (-) 1073 1.8 1-2 72 6 LBK ↑ Akut ↑ RTOG 90035 1.2 2 81.6 7 GS fark yok Geç (-) 1.6 2 67.2 6 2 1 70 7 LK=lokal kontrol, LBK=lokal bölgesel kontrol, GS=genel sa¤kal›m, HS=hastal›ks›z sa¤kal›m, CAIR=Devaml› akselere radyoterapi, CHART= Devaml› hiperfraksiyone akselere radyoterapi, fr=fraksiyon, OTT=ortalama tedavi süresi, N=hasta say›s› 28 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 mografi kesitlerinin al›nmas›, bu bilgilerin tedavi planlama amaçl› bilgisayarlara aktar›lmas› yer al›r. Bu ßekilde tümör hacminin yeterli dozu al›rken, normal dokular›n toleranslar›na göre en az dozu almas› sa¤lan›r. Iß›nlanmas› istenilmeyen dokular için özel kißisel kurßun alaß›ml› bloklar›n dökülmesi, bu bilgilerin tedavi cihazlar›na girilmesi ve tedavi s›ras›nda alan kontrol filmlerinin çekilmesi haz›rl›k döneminin di¤er önemli k›s›mlar›d›r (Þekil 2 ve 3). Görüldü¤ü gibi radyoterapi’ye haz›rl›k son derece karmaß›k ve ekip çal›ßmas› gerektiren dönemlerden meydana gelmektedir. Radyasyon onkolo¤u yan›s›ra fizik mühendisleri, tedavi teknisyenleri, simülatör teknisyenleri ve dozimetristler tedavinin baßar›l› olmas›nda son derece önem taß›rlar. Mükemmel cihazlarla donat›lm›ß ancak bu cihazlardan elde edilen ›ß›nlarla ilgili bilgilerin eksik oldu¤u bir merkeze göre, basit cihazlarla donat›lm›ß ama yeterli ekibi olan bir merkez çok daha iyidir. Þekil 3. Makine alt k›sm›nda ise hasta için dökülen kurßun alaß›ml› koruma bloklar› görülmektedir. Altta baß boyun kanseri olan bir hastan›n maske ile sabitleßtirilip tedavi için haz›rlanmas› ißlemi görülmektedir. Koyu renkli alanlar korunan bölgeleri, ›ß›kl› alan ise radyoterapi alan›n› göstermektedir. radyoterapiye cerrahi sonras› yara iyileßmesini takiben genellikle 3 – 6 hafta içinde baßlanmal›d›r. Ancak burada önemli olan hastan›n bu dönemden önce tedavi plan›n›n yap›lmas›, tedavi randevusunun al›nmas›d›r. Baß boyun kanserli olgularda radyoterapi öncesi diß bak›m›n›n yap›lmas› için ilgili Radyasyon Onkolo¤u’na dan›ß›lmal›d›r. Eksternal Radyoterapi Cihazlar› Þekil 1. Radyoterapi s›ras›nda hastan›n hareketsizleßtirilmesi ve tedavi alanlar›n›n çizilmesi için hastalara özel ›s›ya duyarl› plastik maskenin yap›lmas›. Þekil 2. Simülasyon olarak adland›r›lan tedavi alanlar›n›n belirlenmesi ve çizilmesi için konvansiyonel bir röntgen cihaz›n›n kullan›lmas› ißlemi. Sol tarafta hastan›n omuzlar›n› çektirmek ve boyun lenfatiklerini daha rahat tedavi edebilmek için kullan›lan özel omuz çektirme aparat› görülmektedir. Cerrahi sonras› radyoterapiye erken baßlamak, olas› rezidüel kanserli hücrelerin tekrar büyüme riski, aç›s›ndan önemlidir. Yara iyileßmesi üzerine radyoterapinin olumsuz etkileri olmas› nedeni ile, Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Günümüzde baß-boyun kanserlerinin tedavisinde eksternal radyoterapi için megavoltaj cihazlar ad› verilen Kobalt-60 teleterapi cihaz› ve lineer h›zland›r›c›lar kullan›lmaktad›r (Þekil 4). Bu iki ana cihaz›n özellikleri k›saca ßu ßekilde özetlenebilir. Her iki cihazda da kaynakla hasta aras›nda 80 ila 100 cm mesafe bulunur. Kobalt 60 teleterapi cihaz›nda yaklaß›k 2 cm çapl› radyoaktif bir kaynaktan elde edilen gama ›ß›nlar› kullan›l›r. Bu ›ß›nlar penetran demetlerdir. Baß boyun kanserlerinin tedavisinde yeterli bir cihazd›r. Maksimum doz etkisi deriden 0.5 cm altta baßlad›¤›ndan uygulanan toplam tümör dozu genellikle ciddi deri reaksiyonlar›na yol açmaz. Lineer h›zland›r›c›lar, genellikle iki enerji (6 – 18 MV yada 4 – 25 MV gibi) seviyesinde X ›ß›nlar›n›n elektrik enerjisinden elde edildi¤i gelißmiß teknolojik özelliklere sahip cihazlard›r. Kobalt 60 tedavi cihaz›na göre karmaß›k elektronik devreleri olmas› ve bilgisayar programlar› nedeni ile s›k ar›za yapabilen pahal› cihazlard›r. Özellikle gelißmekte olan ülkelerde yetersiz bak›m ßartlar› nedeni ile Kobalt 60 tedavi cihaz›na göre daha çok ar›zalara ve tedavi aksamalar›na yol açabilir. Genellikle baß boyun kanserlerinde kullan›lan düßük enerjili X ›ß›nlar›n›n (4 veya 6 MV) radyobiyolojik ve doz da¤›l›m özellikleri Kobalt 60’dan elde edilen gama Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 29 ›ß›nlar› ile çok yak›nd›r. Ancak lineer h›zland›r›c›lardan ek olarak sa¤lanan elektron demetleri özellikle yüzeyel lezyonlarda (boyun lenf nodu ›ß›nlamalar› gibi) ek doz verilmesinde avantaj sa¤lar. Ayr›ca lineer h›zland›r›c›lar bilgisayar kontrollü olma özelli¤i ile tedavi kalitesi ve güvenli¤inin artmas›na neden olur. Bu nedenle baß boyun kanserlerinin tedavisinde bir çok hastada Kobalt 60 cihaz›na göre tercih edilir. Ancak bu imkan›n olmad›¤› durumlarda da Kobalt 60 cihaz› ile baß boyun kanserlerinin tedavisi büyük oranda yap›labilir. Þekil 5. Bir nazofarenks kanseri hastas›nda brakiterapi ißlemi. Þekil 4. Solda bir kobalt 60 teleterapi cihaz›, sa¤da ise lineer akseleratör (Linak) görülmektedir. Brakiterapi Brakiterapi kelimesi Latince’deki "brachy" yani "yak›n" ve "therapy" yani "tedavi" kelimelerinden meydana gelmektedir. Brakiterapi, radyoaktif kaynaklar›n do¤rudan tümörün içine, üstüne yada vücut boßluklar›na yerleßtirilmesi demektir. Brakiterapi ile tümörler çok yüksek dozlar al›rken, çevre normal dokularda doz h›zla düßmekte ve düßük doz almalar› sa¤lanmaktad›r. Brakiterapide bir çok de¤ißik radyoaktif kaynak kullan›l›r. Bu kaynaklar (kobalt-60, sezyum-132, radyum-226, iridyum-192, iyod-125 vs.) hastaya geçici olarak yüklendi¤i gibi baz›lar› özellikleri nedeni ile kal›c› olarak yerleßtirilebilir1-3, 11. Uygulama kolayl›¤› ve etkinli¤i nedeni ile baß boyun kanserlerinde de brakiterapi s›k olarak kullan›lmaktad›r (Þekil 5). Baß boyun kanserlerinde genellikle eksternal radyoterapi sonras› ek doz verilmesinde kullan›lan brakiterapinin tedavide tek baß›na kullan›m› daha nadirdir. Baß boyun kanserlerinde brakiterapi daha çok dudak, dil, a¤›z taban›, bukkal mukoza, nazofarenks, ve boyun lenf nodlar› ›ß›nlamalar›nda kullan›l›r1-3, 11, 12. Radyoterapinin Zamanlamas› Radyoterapi baß boyun kanserlerinde esas tedavi olarak kullan›lmas›n›n yan›s›ra operasyon öncesi ve sonras›nda da kullan›l›r. Baß boyun kanserlerinde preoperatif radyoterapi, 1970’li y›llarda yayg›n olarak kullan›ld›ktan sonra yap›lan randomize prospektif çal›ßmalarda, postoperatif radyoterapinin daha üstün oldu¤unun gösterilmesinden sonra popülaritesini büyük oranda kaybetmißtir. Preoperatif radyoterapinin olas› avantajlar› aras›nda: 30 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri • Tedavi alan›n›n daha iyi oksijenlenmesi, • Cerrahi s›ras›nda çevreye olabilecek tümör ekiliminin azalmas›, • Tümörün küçültülmesi ve inopere tümörlerin opere edilir hale getirilmesi vard›r. Preoperatif radyoterapinin dezavantajlar› aras›nda ise; • Iß›nlanan dokularda cerrahinin güçleßmesi, • Operasyon sonras› yara sorunlar›n›n artmas›, • Radyoterapi sonras› tümörün makroskopik olarak kaybolmas› durumunda yeterli cerrahi s›n›r›n sa¤lanamamas› ve bunun sonucunda lokal baßar›s›zl›¤a neden olmas›, • Hastalar›n cerrahi tedaviden vazgeçebilmeleri, • Erken evre hastalar›n gereksiz olarak ›ß›nlanmas› vard›r. Cerrahi sonras› baßar›s›zl›k ßeklinin büyük oranda lokal ve bölgesel olmas› nedeni ile postoperatif radyoterapi radyorezistan oldu¤u bilinen tümörlerde bile s›k olarak kullan›lan bir yöntem haline gelmißtir. Etkisinin randomize çal›ßmalarda preoperatif radyoterapiye göre daha fazla oldu¤unun gösterilmesinden sonra 1980’li y›llar›n baß›nda postoperatif radyoterapinin popülaritesi artm›ßt›r. Postoperatif radyoterapinin avantajlar› aras›nda: • Histopatolojik risk kriterlerinin ve hastal›k evresinin belirlenmiß olmas›, • Daha düßük toplam dozlarda etkili olunmas›d›r. Dezavantaj› ise tedavi hacmi içinde yer alan dokular›n uygulanan cerrahi nedeni ile hipoksik özellikte olmas› ve buna ba¤l› olarak radyoterapinin etkisinin azalmas›d›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Baß-boyun Kanserlerinin Radyoterapisi: Genel Yaklaß›m Baß boyun kanserlerinin tedavisi primer tümör ve boyun lenfatikleri olmak üzere iki ayr› bölge olarak planlanmal›d›r. Baß boyun kanserleri aras›nda T1-T2 tümörler için radyoterapi ile cerrahiye eßde¤er sonuçlar al›nabilmektedir1-3, 11. T3-T4 tümörlerde ise rezektabl ise cerrahi ve takiben radyoterapi ile, yani kombine tedavilerle, en iyi sonuçlar al›nmaktad›r. ‹leri evre tümörlerde cerrahi sonras› s›n›rlar negatif olsa bile yüksek oranda lokal relaps görülmesi nedeni ile radyoterapi tedaviye eklenmektedir. ‹leri evre hastalarda operasyon öncesi hastal›k bölgesinin ›ß›nlanmas› gerekebilece¤inden, hastalar›n ameliyat öncesi radyasyon onkologlar› taraf›ndan görülerek de¤erlendirilmesi, ve/veya ameliyat öncesi radyolojik tetkiklerin (BT, MRG) yap›lmas›, ve/veya ßekiller üzerinde ayr›nt›l› olarak tümör hacminin çizilmesi son derece önem taß›r. ‹nopere tümörler ise genellikle sadece radyoterapi ile yada radyoterapi ve kemoterapi ile kombine olarak tedavi edimektedir1-3, 11. Primer tümörlere yaklaß›m planlan›rken yerleßimine göre boyuna metastaz riski olan hastalarda boyun lenfatiklerinin de tedavisi planlanmal›d›r. Özellikle, klinik olarak negatif olan ancak belirgin okült metastaz riski olan hastalarda elektif olarak tedavi yap›lmal›d›r. Bu risk dudaklar, sert damak, üst alveolar ç›k›nt› ve vokal kordlar için düßük, oral kavite, larenks ve farenks tümörleri için yüksektir. Orta hat olußumlar›n tümörlerinde her iki taraf boyuna tedavi uygulanmal›d›r. Boyunun tek taraf›nda metastaz varsa karß› boyun mutlaka tedavi edilmelidir. N0 hastal›kta genellikle konvansiyonel fraksiyonlarla 5000 cGy’lik dozlar yeterlidir. Evre I – II hastalar, genellikle primer hastal›k rekürrensinden çok, N0 boyunun elektif olarak tedavi edilmemesi nedeni ile bölgesel lenfatik rekürrens nedeni ile kaybedilmektedir. N1 hastal›k genellikle tek baß›na radyoterapi ile tedavi edilebilmektedir. N2-3 hastal›k ise ideal olarak boyun diseksiyonunu takiben radyoterapi ile tedavi edilir. N2-3 hastal›kta primer hastal›¤›n tedavisinde radyoterapi tercih edilirse, radyoterapiden 3-6 hafta sonra rezidü boyun hastal›¤› için yada planl› olarak (boyun klinik olarak düzelse bile) boyun diseksiyonu uygulanmaktad›r. Bu sürenin 3-6 hafta olarak belirlenmesinin nedeni, akut ve geç etkilerin en az oldu¤u, cerrahlar›n en rahat olarak ameliyat yapt›klar› dönemdir. Bu öneriler baß boyun kanserleri için genel yaklaß›mlar olarak özetlense de bu kurallara uymayan durumlarda bulunmaktad›r1-3, 11. Baß boyun kanserlerinde radyoterapi ile al›nan sonuçlar›n iyileßtirilmesi için uygulanan yeni stratejiler aras›nda yeni fraksiyonlu radyoterapi ßemalar›, kemoterapinin radyoterapi ile de¤ißik uygulama Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ßekilleri (konkomitan, neoadjuvan, adjuvan), brakiterapi, konformal ve "intensity modulated" (radyasyon doz yo¤unlu¤unun istenilen ideal doz da¤›l›m›na göre elde edilmesi) radyoterapi uygulamalar›d›r12-16. Nazofarenks Nazofarenks kanserleri yerleßimi nedeni ile hemen her evresinde primer tedavi yönteminin radyoterapi oldu¤u bir bölgedir12, 17, 18. Radyoterapi ile primer tümör emniyet s›n›rlar› ve tüm boyun lenfatikleri, boyun klinik olarak negatif olsa bile, ›ß›nlan›r (Þekil 6). ‹leri evrelerde konkomitan radyoterapinin daha etkin oldu¤unu gösteren çal›ßmalar bulunmaktad›r19. MRG veya koronal ve aksiyel kesitleri içeren BT görüntüleri evrelemenin tam olmas›n› sa¤lad›¤› gibi, radyoterapi alan› ve toplam dozunun belirlenmesinde büyük önem taß›r12, 17, 18. Ülkemizde bu hastalar›n ço¤u zaman yeterli evreleme ve optimal radyolojik görüntüleme yap›lmadan kemoterapi ile tedavi edilmesi hastan›n tedavisinde s›k›nt›lar yaratmaktad›r. Þekil 6. Nazofarenks kanserli olgularda radyoterapi alanlar›n› gösteren simülasyon grafileri. Oral Kavite Dudak kanserlerinde erken hastal›kta (2 cm’den küçük) radyoterapi ve cerrahi ile eßde¤er sonuçlar elde edilmektedir. Daha büyük tümörlerde ise her iki yöntemde kullan›labilirken cerrahi tedaviler ciddi rekonstrüksiyon sorunlar›na neden olur. Gelißen rekonstrüksiyon yöntemleri ile kozmetik sorunlar bir ölçüde çözülse de ciddi fonksiyonel sorunlar ortaya ç›kabilir. Komplike cerrahiye ihtiyaç duyulmamas› ve fonksiyonel morbiditeye yol açmamas› nedeni ile dudak kanserlerinde radyoterapi tercih edilen bir tedavi yöntemidir. Özellikle dudak komissürünü tutan lezyonlarda radyoterapi tercih edilen tedavi yöntemi olmal›d›r. Radyoterapide sadece brakiterapi yan›s›ra sadece elektron demeti tedavisi kullan›labilir. Radyoterapi gerekti¤inde postoperatif dönemde kullan›la- Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 31 bilir. Erken tümörlerde düßük insidans nedeni ile boyunun takibi önerilir. Tekrarlama halinde cerrahi ya da radyoterapi kullan›l›r. Dil kanserlerinin tedavisinde erken evrelerde cerrahi ve radyoterapi ile eßde¤er sonuçlar al›nmaktad›r. Özellikle fonksiyon koruyucu bir tedavi yöntemi olmas› nedeni ile radyoterapi cerrahiye tercih edilmektedir. Dil ucunu tutan iyi s›n›rl›, küçük tümörlerde uygulanan transoral cerrahi d›ß›nda tüm lokalizasyonlarda erken tümörlerde radyoterapi uygulanabilir. A¤›z taban›, bukkal mukoza, gingiva, retromolar trigone ve damak kanserleri erken dönemde yine eßit sonuçlar›n al›nd›¤› daha nadir görülen lezyonlard›r. Primer tümörün yerleßimine göre tek baß›na brakiterapi, eksternal radyoterapi, kombine eksternal radyoterapi ve brakiterapi kullan›labilir. Özellikle bukkal mukoza lezyonlar›nda brakiterapi tedavide baßar›yla kullan›labilir. Retromolar trigon ve damak kanserleri brakiterapinin daha zor uyguland›¤› bölgelerdir. ‹leri evre hastal›kta ise cerrahi ve radyoterapi ile birlikte kullan›ld›¤›nda tedavi sonuçlar› daha baßar›l› olmaktad›r (Þekil 7). nu olußturur. Cerrahi ço¤unlukla hastan›n konußma ve yutma fonksiyonlar›n› olumsuz olarak etkiler. Cerrahi sonras› retrofarengeal lenf nodlar›na metastaz riski nedeni ile genellikle postoperatif radyoterapi önerildi¤inden tedavinin primer olarak radyoterapi ile yap›lmas› ve cerrahinin kurtarma amaçl› olarak kullan›lmas› tercih edilir. Tonsil ve retromolar trigon bölgesi erken evre tümörlerinin tedavisinde cerrahi ve radyoterapi ile eßit sonuçlar al›nd›¤› bildirilmektedir20. Özellikle ileri evrelerde hiperfraksiyone / h›zland›r›lm›ß radyoterapi ßemalar›n›n konvansiyonel radyoterapiden üstün oldu¤u gösterilmißtir. Bu nedenle mümkün oldu¤u takdirde tedavi baßar›s›n› art›rmak için bu yeni uygulamalar tercih edilmelidir. Radyoterapi sonras› rezidüel tümörü olan hastalarda ve ileri evre tümörlerde kombine tedaviler ile daha iyi sonuçlar al›nd›¤› bildirilmektedir. Bu bölgede anatomik yerleßim nedeni ile brakiterapinin uygulanmas› dil ve a¤›z taban›na göre daha zor olmaktad›r. Dil kökü yani dilin 1/3 arka bölümünün kanserleri genellikle tan› s›ras›nda, do¤al anatomik engellerinin olmamas› nedeni ile, ilerlemißlerdir. Ayr›ca yüksek oranda lenfatik yay›l›m riski taß›rlar. ‹lerlemiß olduklar› için tedavilerinde genellikle ciddi morbiditeye yol açan glossektomi, larinjektomi ve radikal boyun disseksiyonu gibi çeßitli radikal cerrahi yöntemlere gereksinim duyulur. Bu hastalar›n büyük ço¤unlu¤u primer tümör yada boyundaki patolojik bulgular nedeni ile postoperatif radyoterapiye ihtiyaç duyarlar. Tek baß›na radyoterapi ile al›nacak sonuçlar tümör hacmi ile do¤rudan ilißkilidir. Faringeal yan duvar lezyonlar› daha az olarak görülen ve tedavisi s›k›nt›l› olan bir grubu olußturur. Küçük lezyonlar d›ß›nda genellikle kombine tedaviler tercih edilmektedir. Hipofarenks Þekil 7. Bir oral kavite tümöründe tedavi alanlar›n› gösteren simülasyon grafisi. Hipofarenks kanserlerinin s›kl›k s›ras› genellikle piriform sinüs, farenks arka duvar› ve postkrikoid bölge ßeklindedir. Yak›n larenks komßulu¤u nedeni ile tedavisinde bu bölgenin de göz önüne al›nmas› nedeni ile morbiditesi yüksek tedavileri gerektirir. Nadir görülmekle birlikte erken hastal›kta cerrahi veya radyoterapi hastan›n performans› da düßünülerek seçilecek tedavi yöntemi olmal›d›r. Orofarenks Bu anatomik bölgede yumußak damak, tonsil, dil kökü ve faringeal yan ve arka duvar bulunmaktad›r. Bu bölgelerin erken evre hastal›¤›nda radyoterapi ile tek baß›na yüksek kontrol oranlar› elde edilebilirken, genellikle orta hat lezyonlar› olmalar› nedeni ile boyunun her iki taraf›n›n primer tümör ile birlikte tedavisi gerekir. Nadir görülen yumußak damak tümörleri genellikle radyoterapinin tercih edildi¤i tümör grubu- 32 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri Larenks Larenks kanseri tedavisinde en ideal tedavi, en iyi fonksiyonel sonuçla en az komplikasyona neden olan ve tam kür sa¤layacak tedavidir. Larenks kanseri tedavisini planlarken en önemli noktalardan biri primer tümör ve boyuna yaklaß›m›n birlikte düßünülmesi gereklili¤idir. Bu nedenle larenks kanserlerinin tedavisini primer tümörün boyun metastaz› ile yak›n ilißkisi nedeni ile lokalizasyonu (subg- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 lottik, glottik ve supraglottik) ve T (T1,2,3,4) durumuna göre ay›rmak uygun olacakt›r. Supraglottik kanserler erken evrelerde parsiyel larenjektomi veya radyoterapi ile baßar›l› bir ßekilde tedavi edilebilir. Özellikle yaßl› hastalarda yetersiz akci¤er fonksiyonlar› nedeni ile cerrahi sonras› gelißebilecek yutma ve aspirasyon sorunlar› nedeni ile radyoterapi tercih edilmektedir. Ayr›ca parsiyel larenjektomi yap›lan hastalar›n % 50’sinden fazlas›nda postoperatif radyoterapi gereksinimi olmas› ve bu hastalarda radyoterapi sonras› ortaya ç›kan ciddi ve uzun süreli larenks ödemi ve buna ba¤l› gelißen sorunlar tedavi planlanmas›nda düßünülmelidir. Radyoterapi tercih edilen hastalarda N0, N1 hastal›k durumunda radyoterapi bölgesel hastal›¤›n kontrolünde yeterli olabilmektedir (Þekil 8). Ancak N2, N3 hastal›k durumunda radyoterapi sonras› boyun diseksiyonunun kontrol oranlar›n› art›rd›¤› yönünde görüßler bulunmaktad›r. ‹leri evre hastal›kta (T3,T4) ise organ koruma amaçl› tedaviler son y›llarda popülarite kazanm›ßt›r21. Standart tedavi yöntemi olan cerrahi ve postoperatif radyoterapi seçilmiß hastalarda (T4 tümör, glottik lezyon) tercih edilmektedir. Þekil 8. Bir supraglottik larenks hastas›nda simülasyon grafisi. Glottik kanserlerin tedavisi tart›ßmal›d›r. T1 ve T2 hastal›kta tedavi seçenekleri aras›nda cerrahi ve radyoterapi bulunur. Ancak bir çok merkez taraf›ndan yüksek lokal kontrol oranlar› ve normale yak›n ses kalitesi nedeni ile radyoterapi tercih edilmektedir (Þekil 9). Kontrol sa¤lanamayan olgularda cerrahi tedavi olana¤›n›n devam etmesi ve radyoterapi sonras› nükslerde uygun olgularda organ koruyucu parsiyel larenjektominin uygulanabilmesi ilgi çekicidir. ‹leri T3 ve T4 olgularda ideal tedavinin total larenjektomi ve postoperatif radyoterapi oldu¤u veya organ koruma amaçl› protokollar oldu¤u bildirilmißtir. Son y›llarda indüksiyon kemoterapisi uygulanarak cevap veren olgularda radyoterapi uygulanmas› ile organ korunmas› popüler hale gelmißtir2, 3. Bu tedavi yaklaß›m› total larenjektomi gereken larenksin tüm lokalizasyonlar›nda uygulanmaktad›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Þekil 9. Bir T1N0M0 glottik kanserde simülasyon grafisi. Bir çok merkez taraf›ndan larenks koruyucu tedavi standart tedavi olarak kabul edilmektedir. Ancak burada larenks koruma amaçl› tedavilerin yap›labilmesi için çok iyi organize olmuß bir ekip çal›ßmas›na ihtiyaç oldu¤u unutulmamal›d›r. Yani hastan›n tedavisinin tan›dan itibaren birlikte planlanmas› ve uygulanmas› yap›lmal›d›r. Radyasyon onkolojisi, medikal onkoloji ve KBB bölümlerinin bulundu¤u multidisipliner çal›ßma olana¤›n›n bulundu¤u merkezlerde baßar›yla uygulanabilir. Primer subglottik kanserler nadir olmalar› nedeni ile tedavi yaklaß›mlar›n›n çok iyi belirlenmedi¤i bir grubu olußturur. Genellikle uygulanan tedavi cerrahi ve radyoterapi kombine uygulamas› ßeklindedir. Bu hastalara da organ koruma amaçl› tedaviler uygulanabilmektedir. KBB uzmanlar› taraf›ndan s›k olarak istenilen üst mediasten ›ß›nlamas› ile ilgili olarak literatürde de fazla yay›n bulunmamaktad›r. Ancak standart baß boyun kanserlerinin tedavi alanlar› altta sternoklavikuler çenti¤e kadar geldi¤i için genellikle mediasten girimini ve paratrakeal lenf nodlar›n› içerir (Þekil 10). Ancak bu bölgenin özellikle ›ß›nlanmas› gerekti¤i hastalarda planlama yap›larak doz da¤›l›mlar› incelenmeli ve bu do¤rultuda ›ß›nlama yap›lmal›d›r. Þekil 10. Supraklaviküler fossa lenfatiklerin simülasyon grafisi. Görüldü¤ü üzere üst mediasten lenfatiklerin bir k›sm› da tedavi alan› içine girmektedir. Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 33 Postoperatif radyoterapi larenks kanserinin tedavisinde çok önemlidir. Burada son olarak de¤inilmesi gereken önemli nokta, stoma ›ß›nlanmas›n›n operasyon öncesi trakeotomi aç›lan, subglottik uzan›m› olan ve ileri T durumuna sahip hastalarda yüksek peristomal rekürrens riski nedeni ile özel önem taß›mas›d›r. Tükrük Bezleri Baß boyun kanserlerinin daha nadir görülen tümörleri ile ilgili olarak önceleri radyorezistan olduklar› ve radyoterapiden fayda görmedikleri bildirilmißse de, sonralar› postoperatif dönemde adjuvan tedavide ve inopere tümörlerde primer tedavide önemli bir rolü oldu¤u bildirilmißtir. Postoperatif radyoterapi endikasyonlar› aras›nda tümörün yüksek gradl› olmas›, yak›n veya pozitif cerrahi s›n›r, rekürren hastal›k, tükrük bezi d›ß› yap›larda invazyon ve metastatik lenf nodlar› olmas› vard›r. Postoperatif radyoterapi uygulamalar›n›n lokal kontrol oranlar›n› belirgin olarak art›rd›¤› izlenirken genel sa¤kal›ma etkisi olmad›¤› bildirilmektedir. Tükrük bezi tümörlerinde tart›ß›lan önemli konulardan birisi de uygulanacak postoperatif radyoterapinin fasyal sinir greftlerine olan etkisidir. Genel bilgi, radyoterapinin sinir rejenerasyonunu radyoterapi uygulanmayan olgulara göre biraz geciktirece¤i ßeklindedir2, 3. Tükrük bezi tümörlerinde radyoterapinin primer tedavi olarak kullan›ld›¤› durumlar inopere kabul edilen veya rekürren olan olgulard›r. Bu tümörlerdeki baßar›s›z sonuçlar nedeni ile yüksek lineer enerji transferi (LET) özelli¤ine sahip h›zl› nötron demetleri tedavide kullan›lmaya baßlanm›ßt›r. Bu ›ß›n demetleri genellikle fizik araßt›rma laboratuarlar›n›n bir yan ürünü olarak elde edilmekte ve dünyada s›n›rl› say›da merkezde bulunmaktad›r. Dünyada özel olarak sadece hastaneler için tedavi amaçl› üretilen nötron demeti cihazlar›n›n say›s› oldukça azd›r. Bu cihazlar halen ülkemizde bulunmamaktd›r. Nazal Kavite ve Paranazal Sinüsler Erken evre lezyonlar›n tedavisinde tek bir tedavi modalitesinin uygulanmas› genellikle yeterlidir. Erken evre nazal septum lezyonlar› ve maksiller sinüs infrastrüktürel lezyonlar›nda cerrahi ile daha iyi sonuçlar al›nd›¤›na inan›lmaktad›r. Bu bölgenin radyoterapisinin özelli¤i, uygulanacak tedavi dozlar›nda çevre organ ve yap›larda ciddi yan etkiler meydana getirebilmesidir. Özellikle optik sinir, göz ve nöral dokularda ciddi yan etkiler ortaya ç›kabilir. Cerrahi ve radyoterapinin birlikte uygulanmas› ile uygulanacak toplam radyoterapi dozlar›n›n daha düßük olmas› nedeni ile bu yan etkilerden kaç›n›labilinir. Bu bölgenin kanserlerinin genellikle sinsi seyretmesi nedeni ile hastalar genellikle ileri evrelerde baßvururlar. Cerrahi ve postoperatif radyoterapi sonuçlar› genellikle sadece radyoterapi uygulanan olgular›n sonuçlar›ndan üstün bulunmußtur22. 34 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri Nazal kavite ve paranazal sinüs tümörlerinin radyoterapisi sonras› ortaya ç›kan ciddi geç komplikasyonlar genellikle uygulanan teknik yan›s›ra uygulanan toplam radyoterapi dozlar› ile yak›n ilißkilidir. Literatürde, 60 Gy üzerinde uygulanan toplam dozlarda optik nöropati riskinin % 30’lar oran›nda oldu¤u bildirilmißtir. Bu tümörlerin tedavisinin bilgisayarl› tedavi planlama olanaklar› bulunan ve bu tedavilerde deneyimli merkezlerde yap›lmas›n›n komplikasyon oranlar›n› düßürmesi aç›s›ndan önemli oldu¤u bildirilmektedir. (1,2,25,26) Primeri Bilinmeyen Kanserler Boyun lenf nodlar›na metastaz yapm›ß ancak yap›lan incelemelerde primer tümörün bulunamad›¤› hastal›k grubu tüm baß boyun kanserlerinin % 2’den az›n› meydana getirir23. Primeri bilinmeyen boyun metastaz› olan hastalarda tedavi yaklaß›mlar› tart›ßmal›d›r. Ülkemizde nazofarenks kanseri insidans›n›n rölatif olarak daha yüksek olmas› nedeni ile primer tümörün nazofarenksde araßt›r›lmas›na itina edilmelidir. Özellikle patoloji ve gelißmiß radyolojik tan› yöntemlerinin kullan›lmas›na ra¤men fazla gelißme olmam›ßt›r. Genellikle bu hastalara yap›lan standart tedavi yaklaß›m› olas› primer tümör bölgelerinin (nazofarenks, dil kökü, tonsil, hipofarenks, larenks, yumußak damak) tüm boyunla birlikte ›ß›nlanmas› ßeklindedir24. Ancak bu uygulama ile al›nan sonuçlar›n sadece metastatik boyunun radyoterapisi, ve seçilmiß olgularda cerrahi diseksiyon ile al›nanlardan farkl› olmad›¤› yönünde görüßlerde bulunmaktad›r. Her ne kadar baz› hastalar›n sadece tutulan taraf boyunun diseksiyonu veya tek tarafl› ›ß›nlanmas› ile tedavi edilebilece¤i savunulmaktaysa da, bu hastalar›n tedavisinde genel yaklaß›m nazofarenks, orofarenks, hipofarenks ve larenskin tüm boyunla birlikte ›ß›nlanmas›d›r. Bu tedaviye ileri boyun evresinde boyun diseksiyonunun eklenmesi önerilmektedir. Konformal radyoterapi Son 20 y›lda özellikle bilgisayar teknolojisinde ve görüntüleme tekniklerinde ilerlemelere paralel olarak radyoterapide de devrim niteli¤inde baz› gelißmeler olmußtur. Hedef bölgelerin 3 boyutlu olarak görüntülenmesi ve tedavi planlamalar›n›n yap›lmas› temeline dayanan ve konformal radyoterapi teknikleri ad› verilen yöntemler radyasyon onkolojisinde yeni bir dönem baßlatm›ßt›r12-16. Baß boyun bölgesinin anatomisi, bu bölge tümörlerinin çevre kritik organlara çok yak›n olmas› ve organ hareketlerinin minimal olmas› nedenleri ile konformal radyoterapinin en s›k kullan›ld›¤› kanserler baß-boyun kanserleri olmußtur15, 16, 25-28. Yo¤unluk Ayarl› Radyoterapi (‘Intensity Modulated Radiation Therapy’, =IMRT) Yo¤unluk ayarl› radyoterapi (YAR) 3-boyutlu konformal tedavilerin gelißmiß bir ßeklidir. Yo¤unluk ayarl› radyoterapi üniform olmayan, yo¤unluk- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 lar› ayarlanm›ß ›ß›n demetleri ile radyoterapinin en optimum ßekilde hedef bölgeye verilmesini sa¤layan bir tekniktir13, 14. YAR ile elde edilmiß konformal doz da¤›l›mlar› baß-boyun bölgesinde organ hareketlerinin minimal olußu, kritik organlar›n daha iyi korunabilmesi ve tümöre yüksek dozlar verilebilmesi nedenleri ile lokal kontrolü artt›rma ve yan etkileri azaltma aç›s›ndan önemli avantajlar sa¤lamaktad›r13, 14. YAR uygulamas› ile yap›lm›ß ilk klinik çal›ßmalarda baß boyun kanserlerinde a¤›z kurulu¤u baßta olmak üzere radyoterapiye ba¤l› gelißen toksisitelerin azald›¤› gösterilmißtir26. Yine bu çal›ßmalarda lokal kontrolün ve sa¤kal›m›n artt›r›ld›¤› da gösterilmiß olmakla beraber, hasta say›s› fazla ve uzun izlem süreli çal›ßmalarla bu sonuçlar›n teyit edilmesi gerekmektedir25, 27. Yo¤unluk ayarl› radyoterapide ilk basamak BT simülasyondur. Bu simülasyon s›ras›nda BT ile hedef bölgenin ince kesitleri al›n›r ve planlama sistemine aktar›l›r. Daha sonra klinisyen hedef bölgelerin ve kritik organlar›n her kesitte çizimini yapar (Þekil 11). Bu konuda baßvuru k›lavuzlar›ndan yararlanmak ißlemin do¤ru bir ßekilde yap›lmas› aç›s›ndan kritik önem taß›maktad›r13, 14, 28. Daha sonra fizik mühendisi tedavi planlamas›n› bilgisayar ortam›nda gerçekleßtirir ve en uygun plan› radyasyon onkolo¤u onaylar (Þekil 12). Gerekli kalite kontrol ißlemlerinden sonra tedavi gerçekleßtirilir. Yo¤unluk ayarl› radyoterapide yo¤unluk ayar› L‹NAK kafas›na yerleßtirilen ve bilgisayar kontrolü ile hareket eden küçük lifler arac›l›¤› ile ayarlan›r. Bu lifler dinamik veya statik olarak kontrollü bir ßekilde önceden yap›lan planlamaya göre tedavinin hassas bir ßekilde verilmesini sa¤lar. Konvansiyonel, 3-boyutlu konformal ve yo¤unluk ayarl› radyoterapi teknikleri ara›ndaki temel farklar Tablo 2’de özetlenmißtir. Üç boyutlu radyoterapi teknikleri henüz baßboyun kanserlerinde standart teknikler olarak kabul edilmemektedir. Ancak yak›n gelecekte bu teknolojilerin yayg›nlaßmas› ve baz› teknik sorunlar›n çözülmesi ile standart tedavilerin yerini almas› beklenmektedir. Þekil 11. Konformal tedavide hedef bölgelerin BT kesitlerinde çizimi. Þekil 12. Konformal tedavide radyoterapi planlanmas›n›n basamaklar›. Tablo 2. Konvansiyanel, 3-boyutlu konformal ve yo¤unluk ayarl› radyoterapi teknikleri ara›ndaki temel farklar. KRT 3B-KRT YAR Yo¤unluk ayarlamas› -/Demet -/Demet Demetçik MLC hareketleri Statik Statik Statik, Dinamik Konformalite ve konkav doz da¤›l›m› - + +++ Kalite kontrol + ++ ++++ Simülasyon Konvansiyonel BT Simülasyon BT simülasyon Eß zamanl› farkl› dozlar - - + Planlama -/Forward ‘Forward’ ‘Inverse’ ‘Forward’ KRT=konvansiyonel radyoterapi, 3-B-KRT=3-boyutlu konformal radyoterapi, YAR=yo¤unluk ayarl› radyoterapi, MLC=multilif kolimatör Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 35 KAYNAKLAR 1. Ang KK, Garden AS. Radiotherapy for head and neck cancers: indications and techniques. 2nd ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2002. 2. Perez CA, Brady LW. Principles and practice of radiation oncology. 3rd ed. Philadelphia: Lippincott-Ravens; 1998. 3. Leibel SA, Phillips TL. Textbook of radiation oncology. 2nd ed. Philadelphia: Saunders; 2004. 4. Dische S, Saunders M, Barrett A, Harvey A, Gibson D, Parmar M. A randomised multicentre trial of CHART versus conventional radiotherapy in head and neck cancer. Radiother Oncol 44(2):123-36, 1997. 5. Fu KK, Pajak TF, Trotti A, Jones CU, Spencer SA, Phillips TL, et al. A Radiation Therapy Oncology Group (RTOG) phase III randomized study to compare hyperfractionation and two variants of accelerated fractionation to standard fractionation radiotherapy for head and neck squamous cell carcinomas: first report of RTOG 9003. Int J Radiat Oncol Biol Phys 48(1):7-16, 2000. 6. Hliniak A, Gwiazdowska B, Szutkowski Z, Kraszewska E, Kukolowicz P, Jarzabski A, et al. A multicentre randomized/controlled trial of a conventional versus modestly accelerated radiotherapy in the laryngeal cancer: influence of a 1 week shortening overall time. Radiother Oncol 62(1):1-10, 2002. 7. Jackson SM, Weir LM, Hay JH, Tsang VH, Durham JS. A randomised trial of accelerated versus conventional radiotherapy in head and neck cancer. Radiother Oncol 43(1):3946, 1997. 8. Nguyen LN, Ang KK. Radiotherapy for cancer of the head and neck: altered fractionation regimens. Lancet Oncol 3(11):693-701, 2002. 9. Overgaard J, Hansen HS, Specht L, Overgaard M, Grau C, Andersen E, et al. Five compared with six fractions per week of conventional radiotherapy of squamous-cell carcinoma of head and neck: DAHANCA 6 and 7 randomised controlled trial. Lancet 362(9388):933-40, 2003. 10. Skladowski K, Maciejewski B, Golen M, Pilecki B, Przeorek W, Tarnawski R. Randomized clinical trial on 7-day-continuous accelerated irradiation (CAIR) of head and neck cancer report on 3-year tumour control and normal tissue toxicity. Radiother Oncol 55(2):101-10, 2000. 11. Chao KSC, Perez CA, Brady LW. Radiation oncology : management decisions. 2nd ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2002. 12. Ozyar E, Yildz F, Akyol FH, Atahan IL. Adjuvant high-doserate brachytherapy after external beam radiotherapy in nasopharyngeal carcinoma. Int J Radiat Oncol Biol Phys 52(1):101-8, 2002. 13. Chao KSC, Apisarnthanarax S, Ozyigit G. Practical essentials of intensity modulated radiation therapy. 2nd ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins; 2005. 14. Chao KSC, Ozyigit G. Intensity modulated radiation therapy for head and neck cancer. Philadelphia, PA: Lippincott Williams & Wilkins; 2003. 15. Ozyigit G, Chao KS. Clinical experience of head-and-neck cancer IMRT with serial tomotherapy. Med Dosim 27(2):918, 2002. 36 Baß Boyun Kanserlerinde Radyoterapi Teknikleri 16. Ozyigit G, Yang T, Chao KS. Intensity-modulated radiation therapy for head and neck cancer. Curr Treat Options Oncol 5(1):3-9, 2004. 17. Ozyar E, Gurkaynak M, Yildiz F, Atahan IL. Non-metastatic stage IV nasopharyngeal carcinoma patients: analysis of the pattern of relapse and survival. Radiother Oncol 72(1):71-7, 2004. 18. Ozyar E, Yildiz F, Akyol FH, Atahan IL. Comparison of AJCC 1988 and 1997 classifications for nasopharyngeal carcinoma. American Joint Committee on Cancer. Int J Radiat Oncol Biol Phys 44(5):1079-87, 1999. 19. Al-Sarraf M, LeBlanc M, Giri PG, Fu KK, Cooper J, Vuong T, et al. Chemoradiotherapy versus radiotherapy in patients with advanced nasopharyngeal cancer: phase III randomized Intergroup study 0099. J Clin Oncol 16(4):1310-7, 1998. 20. Mendenhall WM, Amdur RJ, Stringer SP, Villaret DB, Cassisi NJ. Radiation therapy for squamous cell carcinoma of the tonsillar region: a preferred alternative to surgery? J Clin Oncol 18(11):2219-25, 2000. 21. Lefebvre JL, Chevalier D, Luboinski B, Kirkpatrick A, Collette L, Sahmoud T. Larynx preservation in pyriform sinus cancer: preliminary results of a European Organization for Research and Treatment of Cancer phase III trial. EORTC Head and Neck Cancer Cooperative Group. J Natl Cancer Inst 88(13):890-9, 1996. 22. Blanco AI, Chao KS, Ozyigit G, Adli M, Thorstad WL, Simpson JR, et al. Carcinoma of paranasal sinuses: long-term outcomes with radiotherapy. Int J Radiat Oncol Biol Phys 59(1):51-8, 2004. 23. Grau C, Johansen LV, Jakobsen J, Geertsen P, Andersen E, Jensen BB. Cervical lymph node metastases from unknown primary tumours. Results from a national survey by the Danish Society for Head and Neck Oncology. Radiother Oncol 55(2):121-9, 2000. 24. Randall DA, Johnstone PA, Foss RD, Martin PJ. Tonsillectomy in diagnosis of the unknown primary tumor of the head and neck. Otolaryngol Head Neck Surg 122(1):52-5, 2000. 25. Chao KS, Ozyigit G, Blanco AI, Thorstad WL, Deasy JO, Haughey BH, et al. Intensity-modulated radiation therapy for oropharyngeal carcinoma: impact of tumor volume. Int J Radiat Oncol Biol Phys 59(1):43-50, 2004. 26. Chao KS, Ozyigit G, Thorsdad WL. Toxicity profile of intensity-modulated radiation therapy for head and neck carcinoma and potential role of amifostine. Semin Oncol 30(6 Suppl 18):101-8, 2003. 27. Chao KS, Ozyigit G, Tran BN, Cengiz M, Dempsey JF, Low DA. Patterns of failure in patients receiving definitive and postoperative IMRT for head-and-neck cancer. Int J Radiat Oncol Biol Phys 55(2):312-21, 2003. 28. Chao KS, Wippold FJ, Ozyigit G, Tran BN, Dempsey JF. Determination and delineation of nodal target volumes for head-and-neck cancer based on patterns of failure in patients receiving definitive and postoperative IMRT. Int J Radiat Oncol Biol Phys 53(5):1174-84, 2002. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 4 KOMB‹NE TEDAV‹ YAKLAÞIMLARINDA GENEL PRENS‹PLER Müge Akmansu Özet: Baß boyun kanserlerinin tedavisi multidisipliner bir yaklaß›m› gerektirmektedir. Uzun y›llar cerrahi ve radyoterapi tek baß›na veya birlikte uygulanm›ßt›r. Son y›llarda kemoterapi de gerek esas tedavide gerek adjuvan tedavide genellikle radyoterapiye kombine edilerek uygulanmaktad›r. Larinks kanserinde organ koruyucu kemoradyoterapi protokolleri bir çok ülkede standart tedavi haline gelmißtir. Bu makalede radyoterapi ve kemoterapi kombinasyonlar›n çeßitli alternatifleri gözden geçirilmißtir. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, kemoterapi, radyoterapi Summary: Multidisciplinary approach is required in the management of head neck cancers, surgery and/or radiation has been used for several years. In the recent years chemotherapy has gained popularity in both the main and adjuvant treatments in combination to radiation. Today organ preservation protocols have become standart treatment in many countries. In this article different alternatives of chemotherapy and radiation are discussed. Key Words: Head neck cancer, chemotherapy, radiation Cerrahi ve Radyoterapi Kombinasyonlar›: ‹ster preoperatif isterse postoperatif radyoterapi uygulans›n her iki tedavi yaklaß›m›n›n da kendine özel avantajlar› ve dezavantajlar› mevcuttur. Ulaß›labilir veriler asl›nda her iki tedavi yaklaß›m› aras›nda lokal kontrol ve sa¤kal›m aç›s›ndan istatistiksel fark olmad›¤›n› göstermektedir(1). Kombine tedavi yaklaß›mlar› tek baß›na cerrahi veya tek baß›na radyoterapi ile %70 ve daha yüksek oranda kür sa¤lanabilecek lezyonlar için uygun de¤ildir, bu grup hastalar tek tedavi modalitesi ile tedavi edilmelidir. Aksi halde artm›ß morbidite beraberinde yüksek kontrol oran› ile birlikte olmayabilir. Tedavi baßar›s›zl›¤› oldu¤unda ikinci tedavi yaklaß›m› ile tedavide baßar› sa¤lanabilir(2). Postoperatif radyoterapi preoperatif radyoterapi ile k›yasland›¤›nda daha yüksek doza ç›k›labilmesi, daha az cerrahi komplikasyon olmas› ve radyoterapi plan› için tümör yay›l›m›n› daha net biliyor olmak postoperatif radyoterapinin en belirgin avantajlar›d›r. Postoperatif radyoterapide cerrahi disseksiyon insizyonlar›n› kapsamak gerekti¤i için daha geniß alanlar› radyoterapi volümüne almak, ›ß›nlamak gerekebilir ve bazen de cerrahi komplikasyonlar nedeni ile radyoterapi baßlamas› gecikebilir. Bu durumlar da postoperatif radyoterapinin en önemli dezavantajlar›d›r. Preoperatif radyoterapi aßa¤›daki durumlarda önerilmektedir; 1. Fikse lenf nodu varl›¤›nda 2. Rekonstrüksiyona ba¤l› olarak radyoterapinin 8 haftadan daha fazla gecikebilece¤i durumlarda, Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 sa, 3. Rekonstruksiyon için gastrik pull-up yap›lacak- 4. Boyundaki (+) lenfadenopatiye aç›k biyopsi yap›lm›ßsa, Bunun d›ß›ndaki durumlarda ise radyoterapi ile kombine yaklaß›mlarda postoperatif radyoterapi tercih edilmelidir.Postoperatif radyoterapi 2-6 hafta aras›nda optimum 3. haftada baßlamal›d›r, radyoterapi baßlamas› 6-8 haftadan geç olmamal›d›r. Postoperatif radyoterapi cerrahi sonras› baßar›s›zl›k ihtimali yüksek olan hasta gruplar›nda hem lokal bölgesel kontrol oran›n› ve hem de sa¤kal›m› art›rmaktad›r. Postoperatif radyoterapi için endikasyonlar aßa¤›daki gibidir; 1. Cerrahi s›n›r yak›nl›¤›; yani 5 mm den az cerrahi s›n›r 2. Cerrahi s›n›r pozitifli¤i 3. Lenf nodunda ekstrakapsüler yay›l›m olmas› 4. Multipl lenf nodu tutulumu (2 veya daha fazla lenf nodunda tutulum veya 2 veya daha daha fazla lenf nodu seviyesinde tutulum) 5. Boyun yumußak dokular›na invazyon 6. Perinöral invazyon 7. Vasküler invazyon 8. Subglottik 5 mm.den fazla yay›l›m Bu grup hastalara postoperatif radyoterapi için tümör yata¤›na verilmesi gereken dozlarla ilgili çeßit- Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler 37 li tart›ßmalar vard›r. Peters ve ark. taraf›ndan yap›lan RTOG çal›ßmas› bu konuda net öneriler sunmaktad›r. RTOG çal›ßmas›nda hastalar yüksek risk ve düßük risk olarak 2 gruba ayr›lm›ßt›r; buna göre ekstrakapsüler yay›l›m ve beraberinde di¤er risk faktörleri bulunmas› yüksek risk olarak tan›mlanm›ßt›r. Postoperatif radyoterapi düßük riskli gruba 54Gy veya 57.6Gy olarak ve yüksek riskli gruba ise 63Gy veya 68.4Gy olarak uygulanm›ßt›r. Sonuç olarak; yüksek risk grubunda özellikle ekstrakapsüler yay›l›m oldu¤unda postoperatif radyoterapi dozunun 63Gy olmas› uygun bulunmußtur. Daha yüksek dozlar›n tedavi oran›n› art›rmad›¤› belirlenmißtir. Ekstrakapsüler yay›l›m› olmayan düßük risk grubunda ise 57.6 Gy üzeri dozlarda lokal bölgesel baßar›s›zl›k yönünden istatistiksel avantaj görülmemißtir ancak 54Gy verilen grupta ise lokal baßar›s›zl›k belirgin yüksektir(3). Bu çal›ßmaya göre düßük risk olan grupta postoperatif doz en az 57.6 Gy, yüksek risk olan grupta ise 63 Gy olmal›d›r. Ancak son y›llarda postoperatif olarak verilecek RT dozu negatif cerrahi s›n›rlar ve 3 den az postoperatif radyoterapi endikasyonu olan hasta grubuna 60-65Gy/6-7 hafta ve yak›n ya da pozitif cerrahi s›n›r olan hastalara ise 70Gy/7 hafta olarak önerilmektedir(2). Ayr›ca bilindi¤i üzere göre primeri oral kavitede olan tümörler, ekstrakapsüler yay›l›m varl›¤›, pozitif cerrahi s›n›r, sinir invazyonu, 3 cm.den büyük lenf nodu varl›¤›, cerrahi ile radyoterapi aras›ndaki sürenin 6 haftadan fazla olmas›, birden fazla lenf nodu seviyesinin tutulmuß olmas› lokal bölgesel baßar›s›zl›k için yüksek risk kriterleridir ve bu grup hastalara yüksek doz radyoterapi uygulanmal›d›r. Bunun yan›s›ra son y›llarda cerrahi + radyoterapinin toplam tedavi süresinin yani C+RT boyunca geçen zaman›n tedavi baßar›s›zl›¤›na olan etkisi de yap›lan çeßitli çal›ßmalarda incelenmißtir. Yap›lan çok say›da çal›ßma aras›nda Rosenthal DI. ve ark.n›n çal›ßmas› önem arz etmektedir (4). Buna göre cerrahi ile radyoterapi aras›ndaki zaman 6 haftay› geçmemeli ve toplam tedavi süresi 100 günden az olmal›d›r. E¤er cerrahi ile radyoterapi baßlamas› aras›ndaki süre postoperatif komplikasyon sebebi ile 6 haftay› aßacak olursa radyoterapinin konkomitant boost ßeklinde olmas› önerilmektedir(4). Asl›nda son y›llarda kemoterapinin organ koruma protokollerinde cerrahiye alternatif olarak yaratt›¤› katk› nedeni ile postoperatif kemoradyoterapi araßt›rmalar› yap›lm›ßt›r. Bunlardan randomize olan en önemli ikisi EORTC 22931 ve RTOG 9501 nolu çal›ßmalard›r(5,6). EORTC 22931 nolu çal›ßmada evre III-IV baß-boyun tümörü tan›l› 167 hasta 2 gruba ayr›lm›ßt›r ve bir gruba tek baß›na radyoterapi di¤er gruba 100mg/m2 cisplatin radyoterapinin 1., 38 Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler 22. ve 43. günlerinde verilmißtir. Çal›ßman›n 60 ayl›k sonuçlar›na göre grade 3 toksisite kombine grupta daha fazla görülmekle birlikte, hem lokal bölgesel baßar›s›zl›k oran› ve hem de progresyonsuz sa¤kal›m ve ortalama sa¤kal›m oranlar› kombine tedavi gören grup lehine istatistiksel anlaml› bulunmußtur(5). Öte yandan postoperatif kemoradyoterapinin etkinli¤ini araßt›ran bir di¤er çal›ßma da RTOG 9501 nolu çal›ßmad›r. Bu çal›ßmada da hastalar 2 gruba ayr›lm›ßt›r; toplam 228 hastay› içermektedir. Hastalar postoperatif radyoterapi veya postoperatif kemoradyoterapi kollar›na ayr›lm›ßt›r(6). Bu çal›ßmada da kemoterapi EORTC çal›ßmas›nda oldu¤u gibi 100mg/m2 cisplatinin 1., 22. ve 43. günü uygulamas› ßeklindedir. Ortalama 45.9 ayl›k takip sonunda bak›ld›¤› zaman lokal ve bölgesel baßar›s›zl›k istatistiksel olarak belirgin ßekilde kemoradyoterapi grubu lehinedir, yani lokal bölgesel baßar›s›zl›k kemoradyoterapi grubunda daha düßüktür ancak genel sa¤kal›m üzerine postoperatif kemoradyoterapinin avantaj› görülememißtir. Her iki çal›ßman›n subgrup analizlerine bak›ld›¤› zaman EORTC çal›ßmas›nda nispeten daha iyi sa¤kal›m beklenen hastalar çal›ßmaya dahil edilmißtir. RTOG çal›ßmas›nda ise daha ileri evrede olan hastalar fazlad›r ve bu RTOG çal›ßmas›nda genel sa¤kal›m avantaj›n›n olmamas›n›n bir sebebi olabilir. ‹laveten her iki çal›ßman›n ayr›nt›lar›na bak›ld›¤› zaman en önemli risk faktörlerinin cerrahi s›n›r pozitifli¤i ve ekstrakapsüler yay›l›m oldu¤u görülmüßtür. Bu çal›ßmalar sonucunda günlük klinik uygulamalar›m›zda özellikle lenf nodunda kapsül d›ß› yay›l›m olan veya cerrahi s›n›r pozitifli¤i olan hasta gruplar›na adjuvant olarak kemoradyoterapi uygulama zorunlulu¤u do¤maktad›r. Bu çal›ßmalarda kemoradyoterapi uygulamalar› radyoterapinin cisplatin ile birlikteli¤i ßeklindedir. Cisplatin’in etki mekanizmas›; hücrenin radyasyona maruziyeti sonucu olußan ölümcül olmayan geri dönüßlü hasar›n yani sublethal hasar›n tamirini bloke etmek ßeklindedir. Hücrelerin radyasyona en hassas oldu¤u siklus uzam›ß G2 ve mitoz evresidir. Bu aßamada radyasyona maruz kalan hücreler cisplatin’in de etkisi ile olußmuß sublethal hasarlar›n› tamir edemezler, böylece radyoterapinin etkisi artm›ß olur(7). Ancak bir dokuda hem mitoz ve hem de sentez faz›nda olan hücreler vard›r. Sentez faz› radyasyona en dirençli hücre siklusudur ve yaklaß›k 3 kat daha az radyosensitifdirler (8). Radyasyona maruziyet s›ras›nda sentez faz›nda olan hücreler radyoterapiden etkilenmeyecekler ve cisplatin de sublethal hasar olußmad›¤› için bu hücreler üzerinde etkili olamayacakt›r. Cisplatin, methotraxate, hidroksiüre, etoposid ve doxorubisin sublethal hasardaki hücre tamirini engelleyerek etki eden ilaçlard›r(8). Son y›llarda de¤ißik mekanizmalar ile hücre siklusu üzerine etki eden Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ilaçlar da üretilmißtir. Bu grup ilaçlara örnek olarak taxane grubu ilaçlar (docetaxel ve paclitaxel) verilebilir. Paclitaxel hücreleri G2 ve mitoz faz›nda durdurur, docetaxel ise buna ilaveten sentez faz›ndaki radyorezistant hücrelerin eliminasyonunu da sa¤lar, bu sebeple son y›llarda baß-boyun kemoradyoterapi çal›ßmalar›nda docetaxel kullan›lmaya baßlanm›ßt›r (8,9,10) . Son y›llarda kemoradyoterapinin bu hücresel baßar›s› klinik çal›ßmalara da yans›m›ßt›r ve ülkemizde de bu amaçla çeßitli merkezlerde cerahiye alternatif, organ korumaya yönelik kemoradyoterapi uygulamalar› sürdürülmektedir(11,12). Ancak daha önce indüksiyon kemoterapisi yani radyoterapi öncesi yap›lan kemoterapi protokollerinin yerini halehaz›rda baß-boyun tümörleri için konkomitant kemoradyoterapi alm›ßt›r. Çünkü konkomitant kemoradyoterapi uygulanan grupta sa¤kal›m art›ß› olmaktad›r. Ancak neoadjuvant kemoterapi uygulanan grup hastalarda kemoterapinin sa¤kal›m avantaj› gösterilememißtir (13) . Bunun iki sebebi olabilir, ilki; yüksek cevap oran›na ra¤men baß-boyun tümörlerinin repopulasyon zaman› yaklaß›k 28 gündür ve tedavi süresi s›ras›nda baß-boyun tümörlerinin klonojen hücrelerinde kemoterapi hasar›n› yenilemiß yeni dirençli klonojen hücreler olußmaktad›r, ikincisi de bu hastalar›n ço¤u lokal bölgesel hastal›ktan kaybedildi¤i için neoadjuvant kemoterapinin uzak metastaz› azaltt›¤›n› göstermek zor olmaktad›r (8). Konkomitant kemoradyoterapi protokollerini k›yaslayan en güncel çal›ßmalardan birisi de RTOG 97-03 no’lu çal›ßmad›r(14). Bu çal›ßma ileri evre baß-boyun tümörlerini kapsamaktad›r ve hastalar 3 gruba ayr›lm›ßlard›r. Her 3 kolda da radyoterapi konvansiyonel fraksiyondan 70Gy/35 frak olacak ßekilde verilmißtir. 1. kolda; cisplatin + 5 FU, 2. kolda hidroksiüre + 5FU, 3. kolda cisplatin + paclitaxel yer almaktad›r. Çal›ßman›n sonucunda her 3 grupta da kabul edilebilir toksisite olußmuß hastal›ks›z sa¤kal›m en iyi cisplatin + paclitaxel kolunda bulunmußtur. Ancak istatistiksel olarak her 3 kolda da analizler benzerdir (14). Ancak baz› moleküler marker’lara bak›ld›¤›nda tümör hücrelerinin moleküler profillerinde baz› de¤ißiklikler oldu¤u ve baz› tümör tiplerindeki p53 mutasyonlar› ve buna benzer sebepler ile konkomitant kemoradyoterapinin de baßar›s›z oldu¤u gösterilmißtir (15). Baz› çal›ßmac›lara göre indüksiyon kemoterapileri, kemoterapi ve radyoterapiye direnç gösterecek bu tip tümörleri ay›rt etmeye ve gerçekten kemoradyoterapiden fayda görecek hasta gruplar›n› ay›rmaya yarayabilir (15). Ayr›ca son y›llarda tümör hücrelerindeki baz› moleküler çal›ßmalar sonucu ortaya ç›kan ilerlemeler do¤rultusunda hücre siklusunda ve tümör büyümesindeki etkili baz› genler veya tümör marker’lar› bulunmuß ve bunlara yönelik tedaviler gündeme gelmißtir (8,16). Radyoduyarl›l›¤› veya kemoduyarl›l›¤› belirleyici çe- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ßitli faktörler aras›nda Epidermal Growth Factor Reseptörü (EGFR), Cox-2 enzim inhibitörü, mutasyone olmuß Ras anjiojenik moleküller ve çeßitli di¤er moleküller vard›r. EGFR intrinsik tirozin kinaz aktivitesine sahip ve hücre içinde egemen olan 170 kD a¤›rl›¤›nda transmembran glikoproteindir. EGFR tümör büyümesi ve radyoterapi de dahil olmak üzere birçok sitotoksik ajana cevapta önemli rol oynar. Reseptör baz› kanser tiplerinde yüksek seviyede sal›n›r ve s›kl›kla daha agresif bir tümör, kötü prognoz ve tedaviye dirençle ilgilidir(17-19). Gelecekte EGFR inhibitörlerinin radyoterapi ile birlikte kullan›m› olumlu sonuçlar do¤urabilir(20). Baß-boyun Kanserleri Radyoterapisinde PETCT’nin Radyoterapi Planlamas›ndaki Yeri: Son y›llarda görüntüleme yöntemlerindeki gelißmeler do¤ru ve uygun radyoterapi volumlerinin belirlenmesine yard›mc› olmaktad›r. 3 boyutlu RT, yo¤unluk ayarl› RT(IMRT=YAR) gibi radyoterapi konusundaki gelißmeler ve artan teknik olanaklar sayesinde radyoterapi uygulamalar›nda hedef volumlerin belirlenmesi kolaylaßm›ßt›r, ancak standardizasyon gerekli olmußtur (21). Son y›llarda PET ve PET-CT baß-boyun tümörlerinin evrelemesinde s›kl›kla kullan›lmaktad›r. PET primer lezyonu, nodal hastal›¤›, uzak metastaz› ve sekonder tümörleri gösterebilmektedir. PET-CT ise küçük serilerde olmakla birlikte sensitivite ve spesivitenin artmas›n› sa¤lam›ßt›r. PET-CT tedavi cevab› takipte kullan›laca¤› zaman KT’den en az 21 gün, radyoterapiden tamamlanmas›ndan sonra en az 2 ay hatta baz› çal›ßmac›lara göre 3 ay geçmiß olmal›d›r (22) . PET-CT tümörün çevredeki kemik, kas ve kartilaj dokusuna invazyonunu bizlere tek baß›na CT veya MR’dan daha yüksek do¤rulukla gösterdi¤i için birleßtirilmiß (füzyon) görüntülerini radyoterapi planlamas›nda kullanmak, radyoterapi alanlar› do¤rulu¤u için oldukça avantaj getirmektedir (23,24). 2005 y›l› baßlar›ndan itibaren yurt d›ß›ndaki birçok merkezin yan›s›ra uygun altyap›n›n sa¤lanmas› ile birlikte klini¤imizde de organ koruma protokollerine al›nacak olan baß-boyun tümörlü hastalarda veya primer radyoterapi ve/veya kemoterapi yap›lacak nazofarenks hastalar›nda veya di¤er baß-boyun tümörlerinde radyoterapi alanlar›n› belirleme ve planlamada PET-CT kullan›lmaktad›r. Buna göre hasta baßlang›çta radyoterapi bölümünde immobilizasyon maskesi yap›ld›ktan sonra uygun ense yast›¤› ve maskesi ile tedavi pozisyonunda yat›r›larak GÜTF Nükleer T›p Anabilim Dal›’nda PET-CT çekimi yap›lmaktad›r. Daha sonra bu görüntüler GÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dal›’nda 3-Boyutlu Tedavi Planlama Cihaz›nda (Eclips-Varian) aç›l›p iß- Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler 39 CMYK lenmektedir. Füzyon görüntülerinde veya PET görüntülerinde aktif alan Gross Tümör Volümü (GTV) olarak belirlenmektedir (Þekil 1). Belirlenen bu alan CT görüntülerine yans›maktad›r ve daha sonra uygun radyoterapi volümü içerecek ßekilde hastan›n tedavi alanlar› belirlenmektedir. (Þekil 2-5). PET-CT’nin radyoterapi planlanmas›nda kullan›lmas› bize do¤ru radyoterapi volumlerinin belirlenmesini, normal dokular›n daha yüksek oranda korunmas›n› veya yayg›n hastal›k nedeni ile daha geniß radyoterapi volumlerinin al›nmas› avantaj›n› getirmektedir. PET-CT daha do¤ru ve daha kesin radyoterapi volumlerinin al›nmas› avantaj›n› getirmektedir. Pratikte PET-CT daha do¤ru ve daha kesin radyoterapi volumlerinin ve gerekli alanlara daha yüksek radyoterapi dozlar›n›n uygulamas›n› sa¤lamaktad›r. Asl›nda PET-CT yo¤unluk ayarl› radyoterapi ile birlikte kullan›ld›¤›nda gelecekte çok daha az oranda yan etki profili ile bu hasta grubunda avantaj sa¤layacakt›r. Þekil 1: PET görüntülerinde aktif alanlar›n belirtilmesi Þekil 2-5: Radyoterapi uygulama alanlar› belirleme görüntüleri 40 Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 KAYNAKLAR 1. Mendenhall WM, Amdur RJ, HinermanRW. Et al. Postoperative radiation therapy for squamous cell carcinoma of the head and neck. Am J Otolaryngol 24: 41-47, 2003. 2. Sidransky D. Cancer in the head and neck. In:Devita V, Hellman S, Rosenberg SA. Cancer Principles&Practice in Oncology 7th Ed.Lippincott Williams &Wilkins, Philadelphia Baltimore New york 2005, pp:653-732. 3. Peters LJ, Goepfert H, Ang KK et.al Evaluation of the dose for postoperative radiation therapy of head and neck cancer: first report of a prospective randomized trial. Int J Radiat Oncol Biol Phys 26: 3-11, 1993. 4. Rosenthal DI, Liu L, Lee JH et. Al Importance of the treatment package time in surgery and postoperative radiation therapy for squamous carcinoma of the head and neck Head & Neck 24: 115-126, 2002. 5. Cooper JS, Pajak TF, Forastiere AA, et. Al Postoperative concurrent radiotherapy and chemotherapy for high risk squamous cell carcinoma of the head and neck N Engl J Med 350(19): 1937-44, 2004. 6. Bernier J, Domenge C, Özßahin M. et.al postoperative irradiation with or without concomitant chemotherapy for locally advanced head and neck cancer N Engl J Med 350(19): 1945-52, 2004. 7. Herscher LL, Cook JA, Pacelli P. et. al Principles of chemoradiation: therotical and practical considerations. Oncology 13(10 Suppl 5): 11-22, 1999. 8. Milas L, Mason K, Liao Z. et. al chemoradiotherapy: emerging treatment improvment strategies Head Neck 25: 152-167, 2003. 9. Milas L, Docetaxel/radiation combinations: Rationale and preclinical findings. Clin Lung Cancer May: 3suppl 2:S2936, 2002. 10. Amorino GP, Hamilton VM, Choy H, et.al Enhancement of radiation effects by combined docetaxel and carboplatin treatment in vitro Radiat Oncol Inves 7: 343-352, 1999. 11. Altundag O, Gullu I, Altundag K et. al Induction chemotherapy with cisplatin and 5-fluorouracil followed by chemoradiotherapy or radiotherapy alone in the treatment of locoregionally advanced resectable cancers of the larynx and hypopharynx: results of single-center study of 45 patients. Head Neck Jan;27(1):15-21, 2005. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 12. Yamac D,Akmansu M, Koybas›oglu A et. al Organ preservation in locally advanced head and neck cancers with induction chemotherapy Lung Cancer 46(october suppl 1)s:84, 2004. 13. Forastiere AA, Goepfert H, Maor M, et. al Concurrent chemotherapy and radiotherapy for organ preservation in advanced laryngeal cancer. N Engl J Med. Nov 27;349(22):2091-8, 2003. 14. Garden AS, Harris J, Vokes EE, et. al Preliminary results of Radiation Therapy Oncology Group 97-03:A randomized Phase II trial of concurrent radiaiton and chemotherapy for advanced squamous cell carcinomas of the head and neck J Clin Oncol 22: 2856-2864, 2004. 15. Eriksen JG, Buffa FM, Alsner J. et.al Molecular profiles as predictive marker for the effect of overall treatment time of radiotherapy in supraglottic larynx squamous cell carcinomas Radiotherapy Oncology 72(3):275-82, 2004. 16. Koch W, Sidransky D. Molecular markers of radiation effectiveness in head and neck squamous cell carcinoma Semin Radiat Oncol 14(2): 130-138, 2004. 17. Mendelsohn J, Fan Z. Epidermal growth factor receptor family and chemosensitization. I Natl Cancer Inst 89: 341-343, 1997. 18. Schmidt-Ullrich RK Signal transduction and cellular radiaiton responses. Radiat Res 153:245-57, 2000. 19. Harari PM. Promising new advances in head and neck radiotherapy Ann Oncol 16(suppl6): vi13-vi19, 2005. 20. Lammering G, Molecular predictor and promising target: will EGFR now become a star in radiotherapy? Radiother Oncol 74:89-91, 2005. 21. Gregoire V, Levendag P, Ang KK. et. al CT based delination of lymph node levels and related CTVs in the node negative neck: DAHANCA,EORTC, GORTEC, NCIC, RTOG consensus guidelines. Radiother Oncol 69: 227236, 2003. 22. Collum AD, Burrell SC, Haddad RI, et. al Positron emission tomography with 18F-Fluordeoxglucose to predict pathologic response after induction chemotherapy and definitive chemoradiotherapy in head and neck cancer Head Neck 26: 890-896, 2004. 23. Koshy M, Paulino AC, Howell R et. al F-18 FDG PET-CT Fusion in radiotherapy treatment planning for head and neck cancer Head Neck 27: 494-502, 2005. 24. Schwartz DL, Ford EC, Rajendran J et. al FDG-PET-CT guided intensity modulated head and neck radiotherapy: a pilot investigation Head Neck 27: 478-487, 2005. Kombine Tedavi Yaklaß›mlar›nda Genel Prensipler 41 5 BAÞ-BOYUN CERRAH‹S‹NDE KANAMA SORUNLARI ve ÇÖZÜMLER‹ Levent ER‹ÞEN Özet: Baß boyun cerrahisi genel olarak majör girißimleri içerir ve hastalar›n preoperatif dönemde kanama riskleri aç›s›ndan yeterince de¤erlendirilmesi önemlidir. Operasyon s›ras›nda büyük damar yaralanmas›na ba¤l› kanamalar, operasyon sonras› enfeksiyon ve fistüllere ba¤l› majör kanamalar olas›d›r. Bu makalede kanamalara karß› al›nacak önlemler ve tedavileri tart›ß›lm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun cerrahisi, kanama Summary: Head neck surgery involves major procedures and the patients should be properly evaluated for hemostasis preoperatively. Perioperative major vessel injuries can cause significant bleeding, as well as postoperative bleeding due to infections and fistulas. In this article precautions for bleeding and their treatments are discussed. Key Words: Head neck surgery, bleeding Baß-boyun tümör cerrahisinde karß›laß›labilecek kanama sorunlar›, önlemler ve tedavileri 3 bölümde incelenebilir: 1. Preoperatif dönem 2. Peroperatif dönem 3. Postoperatif dönem oran (International Neutralized Ration - INR / 1-1.4) preoperatif dönemde istenebilecek tetkikler aras›nda say›labilir. Hematoloji rehberine göre, öykü özellikleri ve ameliyat›n boyutu baz›nda önerilen rutin preoperatif tetkikler Tablo-1’de gösterilmißtir (1). 1. Preoperatif Dönem Preoperatif dönemde kanama aç›s›ndan hastaya ve hastal›¤a ait faktörlere dikkat edilmelidir. Kanama Diyatezi i. Hastaya ait faktörler Hastada kanama riskini art›rabilecek hastal›klar ßunlard›r: * Hipertansiyon ve ateroskleroz gibi kardiyovasküler hastal›klar: Önceden tan› konulmuß bu hastal›klar›n varl›¤›nda veya öykü ve muayenede bu hastal›klar› düßündüren bulgular›n saptanmas› durumunda preoperatif dönemde kardiyoloji konsültasyonu istenmelidir. * Hemorajik diyatez gibi hematolojik hastal›klar: Özellikle çocuk hastalarda önemlidir ama baß-boyun cerrahisi uygulanan hastalar›n ço¤unun erißkin olmas› nedeni ile çok da endiße edilecek bir durum de¤ildir. Genellikle ayr›nt›l› bir öykü ile bu hastal›klar ekarte edilebilece¤i gibi, trombosit say›m›n› da içeren tam kan say›m›, protrombin zaman› (PT / 10-13 sn), aktif parsiyel tromboplastin zaman› (aPTT / 28-32 sn) ve uluslar aras› nötralize edilmiß 42 Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri Tablo-1: Kanama diyatezi aç›s›ndan preoperatif yap›lmas› önerilen tetkikler (1). Yap›lacak Ameliyat Öyküsü Yap›lmas› Gerekli Tetkik NEGAT‹F Minör Gerekli de¤il NEGAT‹F Majör aPTT Trombosit say›m› NEGAT‹F Bypass aPTT Aç›k prostat PZ Merkezi sinir sistemi KZ DÜÞÜNDÜRÜCÜ Tüm P›ht› çözünürlük POZ‹T‹F Tüm Üsttekilere ek olarak veya KES‹N Faktör-VIII ve IX ölçümü Trombin Z aPTT: Aktif parsiyel tromboplastin zaman›, PZ: P›ht›laßma zaman›, KZ: Kanama zaman› Baß-boyun cerrahisi girißimlerinin ço¤u 2. grup ameliyatlar oldu¤undan, kanama diyatezi aç›s›ndan properatif dönemde rutin olarak aPTT ölçülmesi ve trombosit say›m› yeterli olacakt›r. Öyküde ßüphe Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 olan ve/veya rutin tetkikleri anormal olan hastalara hematoloji konsültasyon istenmesi uygundur. Kanama diyatezi aç›s›ndan önemli bir di¤er nokta ise hastan›n daha önceden almakta oldu¤u antikoagülan ilaçlard›r. Bu amaçla en çok kullan›lan ilaçlar asetilsalisilik asit (Aspirin, Coraspin) ve klopidogrel (Plavix)’dir. Bu ilaçlar›n perioperatif kanama riski aç›s›ndan etkileri tart›ßmal› olmas›na ra¤men, genellikle ameliyattan 1 hafta önce kesilmeleri önerilmektedir(2). Antikoagülan amaçla s›k kullan›lan di¤er 2 ilaç ise heparin (Liquemine) ve heparin sodyum (Fragmin)’dur. Bu ilaçlar›n mutlak kullan›m› gerekli ise kanama aç›s›ndan bir risk olußturup olußturmad›klar›, aPTT ve INR de¤erlerine bak›larak de¤erlendirilebilir. Ayr›ca bayan hastalarda, elektif cerrahilerde, mukozaya özellikle nazal kaviteye yönelik girißimlerde adet ve öncesi dönemi olup olmad›¤› da sorgulanmal›d›r. ii. Hastal›¤a ait faktörler Benign ve malign tümörler kanama riski aç›s›ndan farkl› özellikler göstermektedir. Bu aç›dan benign patolojilerin yerleßimleri ve histopatolojik özellikleri de¤erlendirilmelidir. Parafarengeal yerleßimli tümörler ile hemanjiyom, paragangliyom ve schwannoma gibi vasküler yap›l› tümörler bu aç›dan önem kazan›r. Bu nedenle bu tümörlerde kanama riski aç›s›ndan, preoperatif de¤erlendirmede radyolojik inceleme yap›lmadan önce ince i¤ne aspirasyon sitolojisi yap›lmamal›d›r. Malign tümörler ise hem primer tümörün hem de boyun metastazlar›n›n ana damar yap›lar› invazyonu ile kanama riski olußtururlar. Bu anlamda riskli damar yap›lar›; internal ve ana karotid arter ile internal jugüler vendir (özellikle iki tarafl› tutulumda). Vasküler yap›larla tümör ilißkisini araßt›rmada preoperatif dönemde yap›labilecek incelemeler ßunlard›r: * Doppler US * Kontrastl› bilgisayarl› tomografi (Þekil-1) * Gadolinyumlu manyetik rezonans görüntüleme (Þekil-2) * Manyetik rezonans - anjiyo (Þekil-3) * Digital substraction angiography (DSA) • Selektif embolizasyon: Ameliyattan 24-48 saat önce yap›lan selektif embolizasyon peroperatif kanama sorunlar›n› azaltabilir (Þekil-4). Ancak embolizasyonun ana damar yap›lar› çevresinde yapt›¤› enflamasyonun cerrahi diseksiyonu zorlaßt›rabilece¤i de unutulmamal›d›r. Bu nedenle nazofarengeal anjiyofibrom veya yukar› yerleßimli parafarengeal tümörler gibi neoplazmlarda veya büyük vasküler lezyonlarda çok faydal› iken(3), çok büyük olmayan ve kolay ulaß›labilen patolojilerde uygulanmamas› daha uygundur. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Þekil-1: Kontrastl› bilgisayarl› tomografide aß›r› kanlanan lezyon ve karotid arterlerle ilißkisi. Þekil-2: Gadolinyumlu manyetik rezonans görüntülemede aß›r› kanlanan parafarengeal tümör. a b c Þekil-3: Yanakta kitle ile gelen hastan›n (a), manyetik rezonans anjiyosu (b) ve peroperatif görünümü (c). a b Þekil-4: Nazofarengeal anjiyofibromlu bir hastada digital substraction anjiyografi (a) ve selektif embolizasyon sonras› (b) görünümü. Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri 43 • Balon oklüzyon testi: Bu testin amac›, ayn› taraf beyin yar›s›n›n karß› taraf karotis sisteminden beslenmesinin ölçülmesidir. Ana veya internal karotid arter ile yak›n ilißkisi olan benign veya bu damarlar› invaze etti¤i düßünülen malign tümörlerde, bu test ile karotis rezeksiyonu sonras› rekonstrüksiyon gerekip gerekmedi¤i preoperatif dönemde tahmin edilebilir ve ameliyata buna göre haz›rl›kl› girilebilir. Anjiyografi s›ras›nda ayn› taraf internal karotid arter balonla kapat›larak, nörolojik muayene, elektroensefalografi, SPECT (single photon emission computer tomography) ve xenon bilgisayarl› tomografi ile ayn› taraf beyin yar›s›n›n fonksiyonlar› test edilir(4). Ancak ülkemizde bu ißlem sadece nörolojik muayene ile yap›labilmekte, bu durumda ise yalanc› negatif veya pozitif sonuçlar al›nmas› söz konusu olmaktad›r. Ayr›ca balon oklüzyon testinin kendi morbiditesi de göz önüne al›nd›¤›nda ülkemiz koßullar›nda bu testi yapmak yerine peroperatif karotis güdük bas›nc›na bak›larak rekonstrüksiyon karar›n› vermek daha mant›kl› bir yaklaß›md›r. Karotis ile tümör ilißkisi radyolojik görüntülemelerde de¤erlendirilirken, longitudinal ve aksiyal planda tümör karotid arter temas yüzeyi ile karotis çevresi ya¤ planlar›n›n görünümü dikkate al›nmaktad›r. Longitudinal planda 1.5 cm’den fazla tümörkarotis temas›, aksiyal planda ise karotid arterin tümörle 1800’den daha fazla sar›l› olmas› invazyon lehine de¤erlendirilmektedir (Þekil-5)(5,6). Aksiyal kesitte 2700’den daha fazla sar›l› olmas› durumunda ise büyük olas›l›kla karotid arterin peroperatif feda edilece¤i düßünülmelidir(7). olas› de¤ildir(8). Bu nedenle ço¤u zaman karotid arterin feda edilip edilmeyece¤ine kesin olarak peroperatif dönemde karar verilebilir. Ancak bu durumda bile preoperatif dönemde yap›lacak olan radyolojik incelemeler ile bu olas›l›k öngörülebilir ve ameliyata karotis rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonu aç›s›ndan haz›rl›kl› girilir. Bu ßekilde aß›r› vasküler olan veya ana damar yap›lar› ile ilißkisi oldu¤u düßünülen tümörlü olgularda ßu sorulara yan›t aranmal›d›r: * Tümör rezekte edilebilir mi, edilemez mi (rezektabl / irrezektabl)? (Þekil-6) a b c Þekil-6: Farenks sol duvar›n› tümüyle tutan irrezektabl hemanjiyom olgusunda lezyonun nazofarenksten (a), orofarenksten (b) ve hipofarenksten (c) görünümü. * Tümör rezeke edilse bile malign olgularda kür sa¤lamak mümkün mü de¤il mi (kürabl / inkürabl)? (Þekil-7) a b Þekil-7: Daha önce radikal boyun diseksiyonu yap›lan ve radyoterapi alan hastada boyun rekürrensi (a). Ana karotid artere yap›ß›k olan tümör adventisiya ile birlikte damardan s›yr›lm›ß (b, rezektabl tümör) ama hasta 4 ay sonra uzak metastazdan kaybedilmißtir (inkürabl tümör). a b Þekil-5: Radyolojik görüntülemede tümörle karotid arterin longitudinal (a) ve aksiyal (b) planda ilißkisinin de¤erlendirilmesi. Ancak karotis ile tümör ilißkisini mikroskobik düzeyde de¤erlendirme, radyolojik görüntüleme ile mümkün de¤ildir. Çünkü tümörün damar-sinir paketini veya karotis adventisiyas›n› tutmas› önemli de¤ildir ve bu yap›lar arter feda edilmeden tümörle birlikte soyulabilir. Buna karß›l›k karotid arter duvar›n›n tam kat tutulumu arterin feda edilmesini gerektirir. Preoperatif dönemde yap›lan radyolojik görüntüleme ile bu durumu her zaman söylemek 44 Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri * Tümör rezektabl ve kürabl olsa bile yap›lacak damar rezeksiyonu ve rekonstrüksiyonunun getirece¤i morbidite ve/veya mortalite tolere edilebilecek mi edilemeyecek mi (operabl / inoperabl)? Bu anlamda sadece hastan›n var olan ko-morbid di¤er sistem hastal›klar› de¤il, ayn› zamanda hastan›n sosyo-kültürel durumu, ona ameliyat sonras› destek tedavisini sa¤layacak olan aile faktörleri de de¤erlendirilmelidir. ‹ster benign ister malign tümör olsun preoperatif de¤erlendirmede ana damar yap›larla ilgisi oldu¤u düßünülen her olguda, hasta ve ailesinden mutlaka olas› morbidite ve mortalite konusunda bilgilendirilerek onay al›nmal› ve damar cerrahisi klini¤inden konsültasyon istenmelidir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 2. Peroperatif Dönem Peroperatif görülebilecek kanamalar ola¤an (beklenen) ve ola¤anüstü (beklenmedik) kanamalar olmak üzere 2 alt baßl›k da incelenebilir. i. Peroperatif ola¤an (beklenen) kanamalar Peroperatif ola¤an kanamalarla karß›laßmamak için baß-boyunun cerrahi anatomisini bilmek kadar cerrahi tekni¤i de bilmek önemlidir. Özellikle ana damarlar çevresinde yap›lan keskin diseksiyonun (örne¤in 20 numara bistüri ile) künt diseksiyona göre damarlar› zedeleme olas›l›¤› daha azd›r (Þekil-10). Peroperatif ola¤an kanamalar boynun kendi kanlanmas› ile ilgilidir. Bilindi¤i gibi baß-boynun arteriyel kanlanmas› büyük oranda eksternal karotid sistemden gelmekte, venöz drenaj› ise yüzeysel ve derin jugüler sisteme olmaktad›r. Bu nedenle peroperatif ola¤an kanamalardan kaç›nman›n birinci yolu baß-boynun normal cerrahi anatomisini ve damarlanmas›ndaki olas› varyasyonlar› bilmektir. Özellikle venöz yap›larda varyasyonun s›k olabilece¤i unutulmamal›d›r (Þekil-8). Ayr›ca yaßl› ve aterosklerotik hastalarda arteriyel yap›larda da sürprizlere haz›rl›kl› olunmal›d›r (Þekil-9). Þekil-10: ‹nternal jugüler ven üzerinden fasyan›n 20 numara bistüri ile keskin diseksiyonu. Þekil-8: Boynun sol taraf›nda internal jugüler venin dallanmas›nda varyasyon. Cerrahi teknikte dikkat edilecek di¤er nokta ise ameliyat sahas›na geniß görüß sa¤lanmas› ve ana damar yap›lar›n›n öncelikle ortaya konmas›d›r. Bu amaçla Þekil-11’de belirtilen klasik boyun ensizyon hatlar› (9) ek ensizyonlarla genißletilebilir, üst mediastine ulaßmak için sternum ve klavikuya osteotomiler veya rezeksiyonlar yap›labilir (Þekil-12). Özellikle malign lezyonlarda kozmetik amaçla geniß ensizyonlardan kaç›n›lmamal›d›r. Ayr›ca boyuna yap›lacak olan ensizyon hatlar›n›n ana damar seyirlerine paralel olmamal›d›r. a b c d Þekil-11: Boyuna yap›lacak klasik ensizyon ßekilleri. Apron (a), yar›m apron (b), Conley (c) ve çift Y (d) ensizyonlar› (9). Þekil-9: ‹leri yaßta ve aterosklerotik bir hastada zon-IIb bölgesinde digastrik kas alt›nda aß›r› k›vr›k ve vertikal yerine horizontal seyreden internal karotid arter (Ekartör internal jugüler veni mediale do¤ru çekmektedir). Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Cerrahi teknik ile ilgili di¤er önemli nokta ise Þekil-13’de gösterilen yüzeysel ve derin boyun planlar›na sad›k kal›nmas› ve patolojinin diseksiyonuna baßlanmadan önce normal yap›lar›n ve ana damar yap›lar›n›n ortaya konmas›d›r (Þekil-14). Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri 45 * Bipolar ve unipolar koteri içermelidir (Þekil15). a b c d Þekil-15: Baß-boyun cerrahisi uygulanacak ameliyathanede bulunmas› gereken teknik donan›m. Damar ekartörü (a), damar ask›s› (b), damar klipsi ve k›skac› (c) ve Surgicel (d). Þekil-12: Santral boyun diseksiyonu ve üst mediastinal diseksiyon yap›lan bir hastada sternektomi ve klavikulektomi sonras› ameliyat sahas›n›n görünümü. a b c Þekil-13: Yüzeysel ve derin boyun fasyalar› (a) ile derin boyun fasyas›n›n tabakalar›n›n (b) ßematik görünümü ve boyun yüzeysel fasyas›n›n ve platizman›n hemen alt›ndan kald›r›lm›ß ve kanaman›n minimal oldu¤u boyun flebi (c). Þekil-14: Sol parafarengeal vagal schwannoma’da kitlenin diseksiyonundan önce karotid arter (*) ve glossofarengeal sinirin ortaya konmas› (ok). Peroperatif ola¤an kanamalarla baß edebilmenin en etkin yollar›ndan biri de yeterli teknik donan›ma sahip olmakt›r. Bu amaçla ameliyathanede olmas› gereken teknik donan›m: * Damar ekartörlerini, * Damar ask›lar›n›, * Damar klipslerini ve k›skaçlar›n›, Peroperatif dönemde anestezist-cerrah ißbirli¤i de peroperatif ola¤an kanamalardan kaç›nman›n anahtar noktalar›ndan biridir. Hastaya derin anestezi verilmesi, yüzeysel anesteziden dolay› hissedilen a¤r›ya ba¤l› kanamalar› önler. Yine hipotansif anestezi verilmesi ve hastan›n baß›n› yüksekte tutulmas› da (ters Trendelenburg, Fowler pozisyonu) bu anlamda faydal›d›r. Ancak ana damar zedelendi¤inde hava embolisinden korunmak için hastan›n tekrar Trendelenburg pozisyonuna getirilmesi de unutulmamal›d›r. ii. Peroperatif ola¤anüstü (beklenmedik) kanamalar Peroperatif ola¤anüstü kanamalar›n bir k›sm› preoperatif dönemde bahsedildi¤i gibi önceden tahmin edilebilece¤i gibi bir k›sm› ise önceden tahmin edilemeyecek ßekilde peroperatif ortaya ç›kabilir. Preoperatif öngörülebilen kanamalarda önceden damar cerrahlar› ile hastay› konsülte etmek ve damar cerrahisi setini ve damar klemplerini (Þekil16) haz›r bulundurmak gereklidir. Þekil-16: Çeßitli damar klempleri. Peroperatif beklenmedik bir kanamada ise panik yapmadan damar üzerine bas› yapmak ve ana damarlardan biri zedelenmiß ise standart hemostatlar yerine Þekil-16’da görülen damar klempleri ile damar› tutmak gerekir. E¤er standart hemostatlar kullan›l›r ise damardaki hasar›n daha da büyüyebilece¤i unutulmamal›d›r. Ana damardaki ufak hasarlanmalar 6/0 prolen ile dikilebilir (Þekil-17). Ufak damar kanamalar› ise bipolar veya unipolar koterle kontrol edilebilir. * Surgicel’i, 46 Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 CMYK a b Þekil-20: Sol karotis çatal›na k›smi rezeksiyon yap›lan bir hastada damar›n ven grefti ile yama ßeklinde onar›lm›ß hali (a) ve yama ßeklindeki greftin dikilmesinin ßematik görünümü (b). Þekil-17: ‹nternal jugüler vendeki ufak zedelenmenin 6/0 prolen ile onar›lmas›. Ana damarlardaki daha büyük zedelenmelerde damara longitudinal veya aksiyal planda devaml› dikiß konabilir (Þekil-18). a b Þekil-18: Ana damarlardaki büyük zedelenmelerin, damara longitudinal (a) veya aksiyal (b) planda devaml› dikiß konarak onar›lmas›. E¤er feda edilmesinde sak›nca olmayan bir damar zedelenmesi (tek tarafl› internal jugüler ven veya eksternal karotid arter gibi) söz konusu ise hasarlanan damar› onarmak yerine, damar› tam kat diseke ederek serbest ve/veya i¤neli dikiß ile tam kat ba¤lamak, daha güvenilir bir yöntemdir (Þekil-19). a Karotid arterde kazara tam kat kesi olursa uçuca anastomoz en uygun çözümdür (Þekil-21a). Ancak invazyon nedeni ile karotisden rezeksiyon yap›lm›ß ve kollateral dolaß›m yetersizse, yani güdük bas›nc› 70 mm-Hg’dan düßük ise (4) ven grefti veya sentetik greft ile onar›m ßartt›r (Þekil-21b). ‹ki tarafl› internal jugüler ven hasarlanmas›nda veya zorunlu rezeksiyonunda da ven grefti ile onar›m, morbideteden kaç›nmak için gereklidir. a b Þekil-21: Tam kat damar kesisinde uç-uca anasto mozun ßematik görünümü (a) ve karotis rezeksiyonu yap›lan bir hastam›zda sentetik greft ile karotis rekonstrüksiyonu (b). Kafataban›, temporal kemik gibi dikiß konmas›n›n imkans›z oldu¤u alanlarda kanama, gaz, Surgicel, Gelfoam ve/veya kas flebi ile tampon edilerek durdurulabilir (Þekil-22) (10). b Þekil-19: Tek tarafl› internal jugüler ven (a) ve eksternal karotid arter (b) hasarlanmas›nda damar›n tam kat ba¤lanmas›. Ancak eksternal karotid artere veya karotis çatal›na invazyon nedeni ile k›smi duvar rezeksiyonu yap›lm›ß ise bu durumda damara yama tarz›nda ven grefti konulabilir (Þekil-20). Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Þekil-22: Parafarengeal bölge üst k›sm›nda kafataban›na yak›n alandaki bir kanaman›n Surgicel ile tamponize edilerek kontrol edilmesi. Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri 47 Peroperatif görülebilen ola¤anüstü kanamalar›n bir k›sm›, kan transfüzyonu yap›lm›ß ise buna ba¤l› olußabilen akut reaksiyonlar›n sonucudur. Kanamaya neden olan, kan transfüzyonu sonras› akut reaksiyonlar 2 mekanizma ile gelißebilir: 1. Akut hemolitik reaksiyon 2. Akut dilüsyonel trombositopeni / faktör eksikli¤i Akut hemolitik reaksiyon, hasta kan grubu ile uyumsuz kan›n verilmesi ile ortaya ç›kar. Saptand›¤›nda; hemen kan verilmesi durdurulmal› ve verilen kan mikrobiyolojik tetkik ile tekrar kan grubu tayini testine gönderilmeli, s›v› replasman› yap›lmal›, yüksek doz kortikosteroid baßlanmal› ve akut böbrek yetmezli¤ine karß› önlemler al›nmal›d›r. Akut hemolitik reaksiyonun diffüz intravasküler koagülasyon (DIC) ile sonuçlanabilece¤i ve %10 mortalitesinin oldu¤u de unutulmamal›d›r (11,12). a b Þekil-24: Subglottik uzan›m› olan ve trakeotomi yerinden cilt d›ß›na taßan bir tümörde (a), cilt rezeksiyonu ile birlikte yap›lan total larenjektomi sonras› cilt defektinin kapat›lmas› ve gergin olmayan trakeostoma için pektoralis major bölgesel miyokütan flebinin kullan›lmas› (b). Akut dilüsyonel trombositopeni veya faktör eksikli¤i 4 Ünite ve daha fazla kan transfüzyonlar›nda görülebilir. Göreceli olarak trombosit veya faktör eksikli¤ine ba¤l› kanama gelißebilir. Önlem olarak, her 4 ünite kan transfüzyonuna karß›l›k 1 ünite trombosit transfüzyonu ve sitrat toksisitesini önlemek için 1 ampul kalsiyum yap›lmal›d›r. Kan transfüzyonunun bu olumsuz etkilerinden korunman›n temel yolu gereksiz kan transfüzyonundan kaç›nmakt›r. Kan hacminde %10 veya daha az kay›plarda herhangi bir deste¤e gerek yokken, %20’ye kadar olan kay›plarda kristaloidler ile aç›k kapat›labilir. %25 ve daha fazla kay›plar ise kan transfüzyonunu gerektirir. Uzun y›llar perioperatif dönemde 10 g/dL hemoglobin de¤eri kan transfüzyonu gereklili¤i için alt s›n›r olarak kabul edilmesine ra¤men, günümüzde bu s›n›r 7 g/dL olarak de¤ißmißtir (13). 3. Postoperatif Dönem Postoperatif dönemde görülebilecek kanamalar; * Cerrahi sahan›n kapat›lmas›, * Konulan vakumlu drenler ile * Lokal ve sistemik sorunlara ba¤l› olabilir. a Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri i. Cerrahi sahan›n kapat›lmas› Cerrahi saha kapat›l›rken mutlaka ana damar yap›lar›n korunmas›na dikkat edilmeli, e¤er doku defekti varsa lokal, bölgesel veya serbest flepler ile defekt primer olarak kapat›lmal›d›r (Þekil-23). b Þekil-23: Cilt rezeksiyonu ile birlikte yap›lan genißletilmiß radikal boyun diseksiyonu sonras› cilt defektinin görünümü (a) ve bu defekt ile aç›kta olan karotid arterin pektoralis major bölgesel miyokütan flebi ile onar›lmas› (b). 48 Þekil-25: Peroperatif dönemde vakumlu drenlerin, ana damar seyirlerine paralel olarak cerrahi sahaya do¤ru bir ßekilde yerleßtirilmesi. Þekil-26: Peroperatif kan transfüzyonu yap›lan bir hastam›zda, postoperatif 5. gün pektoralis major miyokütan flep üzerinde saptanan post-transfüzyonel purpura. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Cerrahi saha kapat›l›rken dikkat edilmesi gerekli bir di¤er nokta ise e¤er yap›lacaksa trakeostoma’d›r. Trakeostoma kesinlikle gergin olmamal›d›r. Bu durumda postoperatif dönemde innominat arter rüptürleri görülebilir. Buna engel olmak için özellikle subglottik uzan›ml› veya yerleßimli tümörlerde preoperatif trakeotomiden mümkün oldu¤unca kaç›n›lmal›, zorunlu yap›lacak olursa tümörle temas etmeyecek ßekilde mümkün oldu¤unca yukar›dan yap›lmal› ve bu olgulara en k›sa zamanda gerekli radikal cerrahi tedavi uygulanmal›d›r. Tüm bunlara ra¤men tümörün yay›l›m›na ba¤l› olarak trakean›n daha aßa¤›da kesilmesi gerekir ve trakeostoma hatlar›n›n gergin olmas› söz konusu olursa, ya çevredeki ciltten ek rezeksiyon yap›larak, ya lokal veya bölgesel fleplerle (Þekil-24), ya da sternumdan rezeksiyon yap›larak, trakeostoma hatlar›n›n gergin olmamas› sa¤lanmal›d›r. ii. Cerrahi sahaya konulan vakumlu drenler Postoperatif dönemde karß›laß›labilecek kanamalar›n bir nedeni ise cerrahi sahaya konulan drenler, özellikle negatif bas›nçl› vakumlu drenlerdir. Öncelikle peroperatif dönemde vakumlu drenler yerleßtirilirken ana damar yap›lar› çaprazlamamas›na dikkat edilmeli, drenler damar seyirlerine paralel yerleßtirilmelidir (Þekil-25). Ana damar yap›lar› çaprazlayarak yerleßtirilen vakumlu drenler, çekilene kadar damar üzerine yapacaklar› mekanik travma ile özellikle venlerde aç›lmaya ve kanamaya neden olabilirler. Vakumlu drenlerle ilgili postoperatif dönemde dikkat edilecek di¤er noktalar ise; drenaj miktar› ve kalitesi (normalde sero-hemorajik bir drenaj varken, saf hemorajik drenaja karß› uyan›k olunmal›d›r) aç›s›ndan drenlerin yak›n takibi ve günlük drenaj miktar› 20-30 ml alt›na düßtü¤ünde drenlerin çekilmesidir. iii. Lokal ve sistemik sorunlar Postoperatif dönemde kanama riskini art›ran lokal sorunlar: * Radyoterapi, * Fistül ve * Yara enfeksiyonu’dur Radyoterapi preoperatif veya postoperatif olarak cerrahiye adjuvan tedavi ßeklinde eklenebilece¤i gibi, tek baß›na veya kemoterapi ile birlikte primer tedavi olarak da kullan›labilir. Günümüzde preoperatif adjuvan radyoterapi hemen hemen terkedilmiß durumda oldu¤undan söz konusu edilmeyecektir. Postoperatif adjuvan radyoterapi uygulamalar›nda ise yukar›da bahsedilen peroperatif ve postoperatif önlemlere dikkat edilmesi durumunda kanama aç›s›ndan ek risk çok fazla olmayacakt›r. Buna ra¤men postoperatif adjuvan radyoterapi sonras› karotid arter kanamalar› görülebilir ve öl- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 dürücü seyredebilir. Özellikle radikal rezeksiyon yap›lamam›ß, karotis çevresinde makroskopik veya mikroskopik tümör dokusu b›rak›lm›ß veya karotisi peroperatif dönemde yumußak doku ile iyi korunmam›ß hastalarda bu risk daha fazlad›r. Tek baß›na veya kemoterapi ile birlikte radyoterapinin küratif tedavi seçene¤i olarak uygulanmas› günümüzde giderek daha artmaktad›r. Bu uygulamalar sonras› persiste veya rekürrent tümörlerde, tedavi olarak tek seçenek kurtarma cerrahisidir. Bazen kemoradyoterapi protokollerinde planl› boyun diseksiyonu da söz konusu olabilir. Hangi nedenle olursa olsun radyoterapili bir dokuda yap›lacak olan radikal bir cerrahide, kanama da dahil olmak üzere komplikasyon riskinin daha fazla oldu¤u bir gerçektir. Bu riski en aza indirmenin yolu, radyoterapi sonras› cerrahinin zamanlamas›d›r. Bu durumda cerrahi radyoterapiyi takiben ilk 1-3 hafta içinde veya 3. aydan sonra yap›lmal›d›r. Postoperatif dönemde kanamaya neden olan fistül sorunu karß›m›za tükürük veya ßilöz fistül ßeklinde ç›kabilir. Her 2 durumda da temel felsefe fistül olußumunu önlemek, yani peroperatif dönemde gerekli önlemleri almakt›r. Postoperatif dönemde gelißen yara enfeksiyonu da kanamaya yol açabilen bir di¤er faktördür. Yara enfeksiyonu riskini azaltman›n yolu da, ayn› fistüllerde oldu¤u gibi olußtuktan sonra tedavi etmek yerine, olußmas›na engel olmakt›r. Bunun yolu ise preoperatif dönemde baßlar ve peroperatif dönemde de devam eder. Preoperatif dönemde e¤er varsa hastan›n nütrisyon durumu düzeltilmeli ve farenks veya oral kavitenin aç›laca¤› temiz-kontamine yaralarda klindamisin (900 mg), aç›lmayaca¤› temiz yaralarda ise sefazol (1000 mg), biri preoperatif (ensizyon yap›lmadan yaklaß›k 1 saat önce), üçü ise postoperatif dönemde 8 saat ara ile devam etmek üzere toplam 4 doz profilaktik amaçla intravenöz olarak uygulanmal›d›r. Ayr›ca temiz-kontamine yaralarda farenks veya oral kavite kapat›ld›ktan sonra ameliyat sahas›n›n 1000 ml serum fizyolojik içine konan 900 mg klindamisin ile y›kanmas›n› savunanlar da mevcuttur. ‹ster radyoterapi, ister fistül, isterse yara enfeksiyonuna ba¤l› olsun, lokal sorunlara ba¤l› gelißebilen kanamalarda en s›k görülen, karotid arter veya internal jugüler ven rüptürüdür ve genellikle cerrahiden sonraki 1-6. haftalar aras›nda ortaya ç›kar (10). Karotid arter rüptürü çok dramatik olup, hemen daima ölümcül seyreder. Baß-boyun cerrahisinden sonra görülme olas›l›¤› %3-7’dir ve genellikle rüptüre olan damar ana karotid arterdir (10). Jugüler ven rüptürü ise daha kontrol edilebilir bir durumdur. Her iki durumda da boyuna bask› yap›larak boyun acilen eksplore edilmeli ve mümkünse boyundan, de¤ilse mediastin aç›larak (gö¤üs veya vasküler cerrahi taraf›ndan) daha proksimalden damarlar ba¤lanmal›d›r. Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri 49 Lokal sorunlar d›ß›nda; e¤er yap›lm›ß ise peroperatif kan transfüzyonuna ba¤l› gelißebilen geç reaksiyonlar veya postoperatif dönemde gelißebilen kardiyo-serebro-vasküler olaylar, postoperatif dönem kanamalar›na neden olabilen sistemik faktörler olarak karß›m›z ç›kar. Kan transfüzyonuna ba¤l› geç reaksiyonlar ve buna ba¤l› kanamalar postoperatif dönemde; * Post-transfüzyonel purpura veya * Dilüsyonel trombositopeni veya faktör eksikli¤i ßeklinde görülebilir. Postransfüzyonel purpura (Þekil-26), verilen kan miktar› ile ilgili de¤ildir ve ameliyattan sonra 4-7. günler aras›nda, trombositlerin duyarl›laßmas›na ba¤l› olarak gelißebilir. Trombosit özgü antijenlere karß› antikor gelißir bu ise trombositopeniye veya trombosit fonksiyon kayb›na neden olur. Ender görülür ve kendi kendini s›nr›layabilir (11,12,14). Ayn› erken reaksiyonlarda oldu¤u gibi dilüsyonel trombositopeni veya faktör eksikli¤i, kan transfüzyonunu takiben geç reaksiyon olarak da görülebilir. Taze kan bile olsa kan ürünlerindeki faktörlerin ömrü yaklaß›k 12 saattir. Postransfüzyonel purpuran›n tersine, dilüsyonel trombositopeni veya faktör eksikli¤i verilen kan miktar› ile direkt ilgilidir ve 4 Ünite veya daha fazla kan transfüzyonu sonras›nda görülebilir (14). Hangi ßekilde karß›m›za ç›karsa ç›ks›n, posttransfüzyonel geç reaksiyonlarda yap›labilecek incelemeler, aPTT ve INR’dir. Tedavi olarak, taze donmuß plazma günlük doz 2’ye bölünerek, 1 saat ara ile verilmelidir. ‹ster erken ister geç reaksiyon olsun, kan transfüzyonuna ba¤l› tüm reaksiyonlardan korunman›n di¤er 2 yolu ise, kan transfüzyonu gereken durumlarda: 1. Human eritropoetin solüsyonu verilmesi veya 2. Ototransfüzyon’dur gulanabilir: (11,13) . Üç ßekilde uy- a. Preoperatif kan›n al›nmas› ve belli dönem saklanarak peroperatif re-infüzyonu, b. Operasyondan hemen önce al›nmas› ve postoperatif dönemde verilmesi, c. Peroperatif akan kanlar›n biriktirilip, peroperatif re-infüzyonu. Bunlar içinde en uygulanabilir olan›, operasyondan hemen önce hastadan al›nan kan›n ve postoperatif dönemde verilmesidir (11,15). Ancak ototransfüzyonla ilgili olarak; ekonomik aç›dan çok etkin olmad›¤›, birçok kan ürününün ziyan oldu¤u ve cerrahiden sonra anemiye daha fazla neden olabildi¤i de unutulmamal›d›r. 50 Baß Boyun Cerrahisinde Kanama Sorunlar› ve Çözümleri NOT: Bu yaz›da kullan›lan baz› resimleri bana sa¤layan ve kullan›lmalar›na izin veren, Uluda¤ Üniversitesi T›p Fakültesi KBB Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi Doç. Dr. Hakan COÞKUN’a teßekkür ederim. KAYNAKLAR 1. Rapaport SI. Preoperative hemostatic evaluation: which tests? if any? Blood. 61: 229, 1983. 2. Lopez JA, Thiagarajon P. Acquired disorders of platelet function. in: Hoffman R, Benz Jr EJ, Shattil SJ, Furie B, Cohen HJ, Silberstein LE, McGlave P. Hematology. Basic principles and practice. Philadelphia, Elsevier Churchill Livingstone, 2005, pp. 2351-2. 3. Bellon RJ, Özgür HT. General considerations, in: Zimmerman RA, Gibby WA, Carmody RF (eds): Neuro-imaging: clinical and physical principles. New York, Springer-Verlag, 2000, pp 890-1. 4. Civantos FJ, Netterville JL. Carotid artery ligation, in: Krespi YP, Ossoff RH (eds): Complications in head and neck surgery. Philadelphia, W.B. Saunders, 1992, pp 19-27. 5. Koischwitz D, Gritzmann N. Sonography of the thyroid and parathyroid glands. Radiol Clin North Am.38(5):1131-45. 2000. 6. Yoo GH, Hocwald E, Korkmaz H, Du W, Logani S, Kelly JK, Sakr W, Jacobs JR. Assessment of carotid artery invasion in patients with head and neck cancer. Laryngoscope. 110 (3 Pt 1): 386-90, 2000. 7. Yousem DM, Hatabu H, Hurst RW, Seigerman HM, Montone KT, Weinstein GS, Hayden RE, Goldberg AN, Bigelow DC, Kotapka MJ. Carotid artery invasion by head and neck masses: prediction with MR imaging. Radiology. 195(3): 715-20, 1995. 8. Pitman KT, Bradley PJ. Management of the N3 neck. Curr Opin Otolaryngol Head Neck Surg. 11(2): 129-33, 2003. 9. Muller CD, Newlands SD. Neck dissections: classifications, indications, and techniques. The University of Texas Medical Branch Department of Otolaryngology, Grand Rounds Presentation. http://www.utmb.edu/otoref/Grnds/ NeckDissection-020116/Neck-Dissection-010116-slides.ppt. 10. Haimov M, Harrington E. Blood vessels, in: Krespi YP, Ossoff RH (eds): Complications in head and neck surgery. Philadelphia, W.B. Saunders, 1992, pp 13-8. 11. Menitove JE. Transfusion: blood and blodd components. in: Mazza JJ (ed): Manual of clinical hematology. New York, Little Brown and Company, 1995, pp. 380-401. 12. Wu YY, Snyder EL. Transfusion reactions. in: Hoffman R, Benz Jr EJ, Shattil SJ, Furie B, Cohen HJ, Silberstein LE, McGlave P. Hematology. Basic principles and practice. Philadelphia, Elsevier Churchill Livingstone, 2005, pp. 2515-26. 13. Ness PM, Kruskall MS. Principles of red blood cell transfuzion. in: Hoffman R, Benz Jr EJ, Shattil SJ, Furie B, Cohen HJ, Silberstein LE, McGlave P. Hematology. Basic principles and practice. Philadelphia, Elsevier Churchill Livingstone, 2005, pp. 2423-32. 14. Özkalemkaß F. Transfüzyon komplikasyonlar›. in: Dolar E (ed): ‹ç hastal›klar›. ‹stanbul, Nobel T›p Kitapevleri Ltd. Þti., 2005. pp.612-6. 15. Waters JH, Lee JS, Klein E, O’Hara J, Zippe C, Potter PS. Preoperative autologous donation versus cell salvage in the avoidance of allogenic transfusion in patients undergoing radical retropubic prostatectomy. Anesth Analg. 98: 53742, 2004. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 6 BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE EP‹DEM‹YOLOJ‹ VE R‹SK FAKTÖRLER‹ Samet Özlügedik, Adnan Ünal Özet: Baß boyun kanserleri epidemiyolojisi co¤rafi ve etnik da¤›l›m› dikkate al›narak ve ülkemizdeki k›s›tl› verilerle karß›laßt›r›larak de¤erlendirilmißtir. Dünyada en s›k rastlan›lan 5. s›radaki kanserdir, baz› Asya ülkelerinde birinci s›radad›r ve ülkemizde ise 4. en s›k kanserdir. Ayr›ca baß boyun kanserlerindeki risk faktörleri; tütün, alkol, virüsler, reflü, çevresel ve mesleki faktörler de¤erlendirilmißtir. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, epidemiyoloji, karsinojen Summary: Head neck epidemiology is reviewed with respect to geographic and ethnic factors and compared to our limited national data. Head neck cancer is the 5th most common cancer in the world, whereas it is the most common cancer in some Asian countries, and 4th common cancer in Turkey. Head neck cancer risk factors are also reviewed in terms of smoking, alcohol, reflux, enviromental and occupational factors. Key Words: Head neck cancer, epidemiology, carcinogen Giriß Yass› hücreli baß boyun kanserleri en s›k görülen beßinci kanser türüdür ve gelißmekte olan ülkelerde insidans› art›ß göstermektedir.1,2 Özellikle geç tan› ald›klar›nda ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan bu hastal›klar, sigara ve alkol kullan›m›n›n da art›ß gösterdi¤i gelißmekte olan ülkelerde önemli bir sa¤l›k problemi olarak karß›m›za ç›kmaktad›r. Sigara ve alkol baß boyun kanserleri için majör risk faktörleri olarak kabul edilse de, günümüzde viral enfeksiyonlar, larengofarengeal reflü, genetik yatk›nl›k, habitual ve kültürel faktörler, mesleki faktörler ve diyetin de kanser gelißimine do¤rudan veya dolayl› olarak katk›da bulundu¤u bilinmektedir.3 Bu makalede baß boyun kanserlerinin epidemiyolojisi ve risk faktörleri tart›ß›lacakt›r. Epidemiyoloji Yass› hücreli baß boyun kanserleri dünyada en s›k görülen beßinci kanser türüdür.1 Amerika Birleßik Devletlerinde 2004 y›l›nda yaklaß›k 38.500 hasta baß boyun kanseri tan›s› alm›ßt›r. Bu olgular›n 20.010’u oral kavite kanseri, 8.250’si farenks kanseri ve 10.270’i larenks kanseridir.4 Baß boyun kanserleri Amerika Birleßik Devletleri’ndeki kanser olgular›n›n sadece %3’ünü olußtururken, dünyan›n baßka bölgelerinde en s›k görülen kanser türü olarak karß›m›za ç›kmaktad›r.3 Örne¤in dünya nüfusunun 1/5’ini bar›nd›ran Güney-orta Asya’da baß boyun kanserleri tüm kanserlerin %17’sini, erkeklerde görülen kanserlerin ise %25’ini olußturmakta- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 d›r.1 Baß boyun kanserlerinin yerleßim yerlerine göre da¤›l›m›na bak›ld›¤›nda, Güney-orta Asya’daki kanserlerin %80’i oral kavite ve farenks kökenli iken (nazofarenks hariç), dünyan›n farkl› yerlerinde larenks ve nazofarenks kanseri daha s›k görülmektedir.1 Avrupa’daki baß boyun kanserlerinin %3040’›n› larenks kanseri olußtururken Çin’deki baß boyun kanserlerinin %55’i, Güneydo¤u Asya’dakilerin ise %70’i nazofarenks kanseridir.1 Baß boyun kanserleri insidans›n›n dünyan›n de¤ißik bölgelerinde farkl› olmas›, risk faktörlerinin birbirleri ile sinerjistik etki göstermesiyle aç›klanabilir. Ülkemizdeki Sa¤l›k Bakanl›¤› kay›tlar› incelendi¤inde 1999 y›l› verilerine göre larenks kanseri % 5,62’lik oran ile dördüncü en s›k görülen kanser türüdür.5 Ülkemizde kanser verilerinin topland›¤› en geniß tabanl› çal›ßmalardan biri ‹zmir’in kanser verilerini analiz eden K‹DEM adl› kanser kay›t merkezidir. Topluma dayal› (population-based) olarak veri toplayan bu merkez, ‹zmir bölgesinde çal›ßmakta, hastanelerin kanser kay›t birimleri baßta olmak üzere çeßitli kaynaklardan veri toplamaktad›r. K‹DEM kay›tlar›na göre larenks kanseri % 6,7 ile en s›k görülen kanserler içerisinde ikinci s›radad›r. Yine K‹DEM’in verilerine göre, oral kanserler tüm kanserlerin erkeklerde %3,2’sini, kad›nlarda %2,3’ünü, genel olarak ise %2,9’unu olußturmaktad›r.6-7 Oral kavite kanserleri içinde en s›k izlenen kanser dil kanseri (%39) olup bunu s›ras›yla dudak, orofarenks-tonsil, a¤›z taban›, bukkal ve gingivaretromolar kanserler izlemektedir.8 Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri 51 R‹SK FAKTÖRLER‹ Tütün kullan›m› Tütün, baß boyun kanserinin gelißiminde rol oynayan en önemli risk faktörlerinden biridir. Tütünün neden oldu¤u oksidatif disstres sonras›nda ortaya ç›kan reaktif oksijen radikalleri, hücrelerde protein, lipid ve DNA hasar›na neden olmaktad›r. Bunun sonucu olarak da ortaya ç›kan minör DNA hasarlar› mutagenesis ile sonuçlan›rken belirgin bir DNA hasar› hücre siklusunun bozulmas›na neden olarak kanser gelißimini tetiklemektedir.9 Kanser ile tütün ilißkisi incelendi¤inde ilk akla gelen ürün sigarad›r. Sigara kullananlarda yass› hücreli baß boyun kanseri gelißme riski 3 ile 12 kat daha fazlad›r. Puro ve piponun akci¤er kanseri ile ilißkisi zay›f olmas›na ra¤men baß boyun kanserleri için ciddi risk olußturdu¤u gösterilmißtir.10-14 Bu ürünlerin kullan›m›yla tükürük içerisine geçen karsinojenler a¤›z taban›, dilin ventral ve lateral yüzeyi ile sürekli temas halindedir. Bu durum kanser gelißiminde önemli bir paya sahiptir.15 Tütün, duman› vas›tas›yla nefes yoluyla kullan›labildi¤i gibi do¤rudan ya da içerisine farkl› maddeler eklenerek haz›rlanan özel kar›ß›mlar halinde çi¤nenerek de kullan›labilmektedir. Ülkemizde Güney Do¤u Anadolu yöresinde Maraß otu olarak bilinen ve tütünden haz›rlanan kar›ß›m›n kullan›m› yayg›nd›r.16 Özellikle gençlerde dumans›z tütün ürünlerinin kullan›m›ndaki art›ß, oral kavite kanserlerinin mortalitesinde de art›ßa neden olmaktad›r.1719 Alkol Kullan›m› Alkolün baß boyun kanserinin en az %75’inde risk faktörü olarak yer ald›¤›20 ve alkollü içeceklerin her türünün kanser gelißimine pozitif etkisi oldu¤u gösterilmißtir.21 Ayr›ca alkol tütün ile birlikte kullan›ld›¤›nda, tütünün karsinojenik etkisini artt›rmaktad›r.22-24 Alkolün etki mekanizmalar› ile ilgili farkl› teoriler mevcuttur.25 Bunlar; a. Mukozaya direk temas ile olußan lokal etki: alkolün, sigaran›n içerdi¤i karsinojenler için bir solvent görevi görebilece¤i gibi do¤rudan irritasyon ile de kansere neden olabilece¤i ileri sürülmektedir. b. Alkollü içeceklerde bulunan düßük dozdaki karsinojenler: baz› alkollü içeceklerde polisiklik hidrokarbon, asbest veya nitrözamin kontaminasyonlar› olabilir. Bunlar kanser gelißimini tetikleyebilir. c. Sekonder karsinojen aktivasyonuna neden olan mikrozomal enzim indüksiyonu: etanol karaci¤er, ba¤›rsak ve akci¤erde mikrozomal enzim indüksiyonuna neden olmaktad›r. Bu indüksiyonlar 52 Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri ile kansere neden olabilecek yeni pro-karsinojenlerin ortaya ç›kabilece¤i ileri sürülmektedir. d. Etanol ve metabolitlerine ba¤l› hücre hasar› e. Alkol kullan›m›na ba¤l› beslenme bozuklu¤u Alkol özellikle oral kavite, farenks ve özefagus kanserleri için risk faktörüdür. Bu durum, alkole ba¤l› kanser gelißiminin üst aerodigestive sistem mukozas›nda meydana gelen lokal irritasyona ba¤l› olabilece¤i hipotezini desteklemektedir. Viral Enfeksiyonlar Kanser gelißiminde birçok virüsün etkili olabilece¤i ileri sürülse de sadece Epstein Barr (EBV) ve Human Papilloma Virüs’ün (HPV) baß boyun kanserleri etiyolojisindeki rolü belirlenebilmißtir. EBV, özellikle nazofarenks kanserlerinin gelißiminde etkin rol oynamaktad›r.26-29 Dünya sa¤l›k örgütünün nazofarenks kanserleri için yapt›¤› s›n›flamaya göre Tip II ve TipIII nazofarenks kanserlerinde EBV büyük oranda pozitiftir. Premalign lezyonlarda da EBV-DNA’s›n›n pozitif bulunmas›, nazofarenks kanserinin enfekte bir hücreden gelißebilece¤ini desteklemektedir.30 Özellikle endemik bölgelerde nazofarenksten yap›lan f›rça biyopsileri ve yaymalar nazofarenks kanseri taramas› ve takibinde önemli birer yöntem olarak kullan›lmaktad›r.31 Ayr›ca boyunda primeri bilinmeyen lenf nodüllerinde EBVDNA s› tespit edilmesi, nazofarenksteki primer lezyona ulaß›lmas›n› sa¤layabilmektedir.32 ‹lk defa 1930’larda HPV’nin memelilerde invaziv epitelial neoplazma neden oldu¤u tespit edilmißtir. HPV özellikle anogenital kanserler ile ilißkilidir. Fakat son dönemlerde yap›lan çal›ßmalarda HPV–16’n›n baß boyun kanserlerinin etiyolojisinde rol oynad›¤›n› gösteren güçlü kan›tlar vard›r. Orofarengeal kanserlerin %50’sinde HPV–16 pozitif olarak bildirilmißtir. Ayr›ca HPV’nin özellikle sigara içmeyen hastalardaki baß boyun kanserinin ve sinonazal kanserlerin gelißiminden sorumlu olabilece¤i savunulmaktad›r.33 HPV–16’n›n kanser gelißimine etkisi E6 ve E7 genleri taraf›ndan kodlanan onkoproteinler arac›l›¤›ylad›r. E6 onkoproteini enfekte hücrenin p53 tümör supressör proteini ile kompleks olußturarak degretasyona neden olur. Sonuç olarak p53’teki fonksiyon bozuklu¤u hücre siklusunda bozulmalara, mutasyonlara, kromozamal instabilite ve sonunda kanser gelißimine yol açmaktad›r.34 E7 onkoproteini ise hücre ço¤almas›na negatif etkisi olan ve retinoblastoma genleri taraf›ndan kodlanan proteinler (Rb1, p107, p130) üzerinden etki etmektedir. pRb, E2F gibi transkripsiyon faktörlerinin fonksiyonlar›n› engelleyerek hücre siklusunu bloke eder. E7 proteini özellikle pRb üzerinden transkripsiyon faktörlerinin sal›n›m›n› artt›rarak kanser gelißimine katk›da bulunmakta- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 d›r. Azalm›ß pRb ekspresyonu özellikle tonsil kanserlerinde s›k görülmektedir.35 talar›ndan farkl› olmad›¤›n›, dolay›s›yla LFR’nin larenks kanseri gelißiminde daha az önemli bir risk faktörü oldu¤unu bildirmektedir. 50-53 Larengofarengeal Reflü Larengofarengeal reflünün (LFR) gastrointestinal sisteme ait bir belirti olmaks›z›n üst solunum ve sindirim yollar›n›n irritasyonuna ba¤l› non-spesifik semptom ve patolojilere neden oldu¤u bilinmektedir. Ekstraözefageal ya da supraözefageal komplikasyonlar olarak da adland›r›lan bu klinik tablolarda LFR’den etkilenen organlara ba¤l› olarak larenks, farenks, oral kavite, burun, paranazal sinüsler ve akci¤erlere ait semptom ve bulgular görülebilir. LFR ile ilißkili patolojilerin ortaya ç›kmas›nda, refleks nörojenik mekanizmalar ve/veya gastrik irritanlar›n direkt temas› olmak üzere temel iki mekanizman›n sorumlu oldu¤u kabul edilmektedir.36 37 ‹lk defa 1968 y›l›nda Cherry ve Margulies, vokal proses üzerindeki kontak ülser gelißiminden LFR’nin sorumlu olabilece¤ini bildirmißtir38. Daha sonraki yap›lan çal›ßmalar ile LFR’nin kronik larenjit39-41, larenksin kontak ülserleri ve granülomlar›38,42, vokal fold nodülleri43, subglottik stenoz’un44-45 etyolojisinde rol oynad›¤› anlaß›lm›ßt›r. ‹lk olarak 1976’de Glanz ve Kleinsasser46, reflüye ba¤l› inflamatuar larenks hastal›¤›n›n larenks kanserine neden olabilece¤ini ileri sürmesiyle LFR ile larenks kanseri aras›ndaki ilißki gündeme gelmiß, fakat LFR’nin larenks kanseri gelißiminde ne kadar etkili oldu¤u hala tam olarak ayd›nlat›lamam›ßt›r. 1988 y›l›nda Ward ve Hanson47; reflü semptomlar› olan ve yaßamlar› boyunca sigara kullanmayan larenks kanserli hastalar›n bulgular›n› geriye dönük olarak inceleyerek, etiyolojisinde LFR’nin rol oynad›¤› bilinen kontak granulomun invaziv kansere dönüßtü¤ünü göstermißtir. Ayn› y›l Morrison, ßiddetli reflü semptomlar› ile birlikte hayat›n›n hiç bir döneminde sigara içmeyen 6 glottik kanserli hasta bildirmißtir48. Bu çal›ßmalarda reflü tan›s› koymak için anamnez, fizik muayene bulgular›, baryumlu özefagus grafisi kullan›ld›¤› için LFR objektif olarak gösterilmemißtir. 1991’de Koufman çift kanall› katater ile yap›lan özefageal pH monitorizasyonu sonunda larenks kanseri olan 31 hastan›n %58’inde LFR saptam›ß ve larengofarengeal segmente ulaßan tek bir reflü ata¤›n›n larenks mukozas›nda hasar olußturmak için yeterli oldu¤unu göstermißtir.49 Daha sonraki çal›ßmalarda %16-62 oran›nda LFR, %25-67 oran›nda gastroözefageal reflü rapor edilmißtir.50-53 Baz› yazarlar, LFR prevelans›n›n larenks kanserli hastalarda kontrol gruplar›na göre daha yüksek oldu¤unu bu nedenle de larenks kanseri gelißiminde etkili olabilece¤ini savunurken, di¤erleri larenks kanserli hastalardaki LFR prevelans›n›n di¤er KBB has- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Genetik Faktörler Baß boyun kanserlerinin etiyolojisinde tütün, alkol, viral enfeksiyonlar, LFR, habitual faktörler ve beslenme al›ßkanl›klar›n›n önemli birer risk faktörü oldu¤u bilinmektedir. Fakat yine de bu kanserlerinin %5-10’luk k›sm› bilinen risk faktörleri ile aç›klanamamaktad›r.54 Epidemiyolojik çal›ßmalar aile öyküsünün de baß boyun kanserleri için risk faktörü oldu¤unu göstermektedir. Özellikle birden çok primer kanseri olan hastalarda herediter faktörlerin a¤›rl›kta oldu¤u düßünülmektedir.55 Benzer ßekilde, ikincil primeri olan hastalarda da aile öyküsünün pozitif olmas› daha yüksek bir olas›l›kt›r. Kanserojen ajanlara karß› duyarl›l›¤› artt›ran herediter mekanizmalar incelendi¤inde mutajen sensitivitesi, metabolik enzim polimorfizmi, DNA onar›m mekanizmas›ndaki defektler ve kanser predispozan genlerin etkili oldu¤u görülmektedir.54 Habitual ve kültürel risk faktörleri Baß boyun kanserlerinin da¤›l›m›nda bölgesel farkl›l›klar›n görülmesi bu kanserlerin gelißiminde habitual ve kültürel risk faktörlerinin de etkili olabilece¤ini göstermektedir. Habitual faktörler içerisinde tütün veya baz› yöresel bitkilerden elde edilen ürünlerin genellikle çi¤nenerek kullan›lmas› say›labilir. Dünya üzerinde habitual faktörler denildi¤inde Maté, Khat, Betel Nut, Tombak ve Mariuanna’y› saymak gerekir.56, 57 Ülkemizde ise Maraß otu habitual faktörler aras›nda say›labilir. Maraß otu (Maraß tozu); Dumans›z tütünün özel bir ßekli olan Maraß otu baßta Kahramanmaraß, Gaziantep ve di¤er Güneydo¤u illeri olmak üzere Güneydo¤u Anadolu bölgesinde yayg›n olarak kullan›l›r. "Deli Tütün" denen bir tütün çeßidinin yapraklar›n›n toz haline getirilerek meße, ceviz veya asma çubu¤undan elde edilen kül ile yar› yar›ya kar›ßt›r›lmas›ndan elde edilmektedir.16 Maté: Paraguay çay› olarak ta adland›r›lan bu içecek Ilex Paraguarensis isimli subtropikal bir bitkinin yapraklar›ndan haz›rlanarak yap›l›r. Uyar›c›, yeßil renkli, kafein ve tanen içerir. Baßl›ca Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Güney Brezilya’da tüketilmektedir. Maté kullan›m›n›n larenks kanseri riskini 3 kat, orofarengeal kanser riskini 5 kat artt›rd›¤› bildirilmißtir. Ayr›ca alkol ve sigaradan ba¤›ms›z olarak özefagus kanseri riskini de artt›rmaktad›r.5860 Khat: Catha Edulis isimli bitkinin yapraklar›ndan elde edilir. Özellikle Fas, Cezayir ve Yemen taraf›nda uyar›c› etkileri nedeniyle çi¤nenerek tüketi- Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri 53 len bir bitki türüdür. Etken maddesi olan katinon, amphetaminle çok benzer etkide bir kimyasald›r. Çi¤nendi¤inde merkezi sinir sistemi uyar›l›r, uyan›kl›k dikkat odaklanma artar, öfori yapar, insan›n konußma iste¤i artar, keyif ve enerji verir.56 Sürekli Khat çi¤nemek a¤›zda ülserlere ve keratozise neden olabilmekte, bu lezyonlar›n da %2-12’si oral kavite kanserine neden yol açmaktad›r.61-62 Betel Nut: Areca Catechu, ince çekirdekli zeytinimsi ve uyußturucu özellikte meyveleri olan bir palmiye türüdür. Özellikle Hindistan ve Güneydo¤u Asya’da yetißir. Bu meyveler çi¤nenerek kullan›ld›¤› gibi içerisine tütün, sönmüß kireç (kalsiyum hidroksit), yöresel baharatlarda kar›ßt›r›larak pann ad› verilen kar›ß›m olarak da çi¤nenir. ‹çerisine kalsiyum hidroksit konulmas›n›n nedeni oral kavitenin pH’s›n› artt›rarak nikotin emilimini artt›rmakt›r. Pann ve betel nut, lökoplaki ve submukozal fibrozis gelißimine neden olmaktad›r.63 Ayr›ca oral kavite kanserleri için önemli bir risk faktörüdür. Tombak: Özellikle Sudan’da toz haline getirilmiß tütünün sodyum bikarbonat ile kar›ßt›r›lm›ß ßeklidir. Sudan’da Oral kavite kanserleri için majör risk faktörüdür. Mariuanna: Cannabis Sativa ad›ndaki kenevir bitkisinden elde edilir. Bitkinin bütün bölümleri psikoaktif kannabinoidleri içerir. Kanaboidlerin in vivo ve in vitro ortamda kromozamal k›r›lmalara, delesyon ve translokasyonlara neden oldu¤u gösterilmißtir. Birçok çal›ßmada mariuanna ile baß boyun kanserleri aras›ndaki ilißkiden bahsedilmißtir. Ayr›ca mariuanna kullanan hastalardaki mukozal kanserler daha agresif bir davran›ß göstermektedir. Mariuanna da alkolde oldu¤u gibi tütünün kanserojen etkisini artt›rmaktad›r.64 Günümüzde toplumlar aras›ndaki ilißkilerin ve kültürlerin birbirleri ile geçiß içerisinde oldu¤u düßünüldü¤ünde bu yöresel kanserojen al›ßkanl›klar dünyan›n farkl› yörelerine de taß›nmaktad›r. Dolay›s›yla hekimler bu ürünleri ve potansiyel kanser yap›c› etkilerini bilmek zorundad›rlar.56 Mesleki Faktörler Mesleki faktörler denildi¤inde öncelikle maden, tekstil, dericilik, mobilya ve odunculuk sektöründe çal›ßan ißçiler akla gelmektedir. Mesleki faktörler baß boyun kanserleri için minör risk faktörü say›lmakla birlikte, özellikle sinonazal kanserlerin gelißimiyle ilißkili olduklar› görülmüßtür. Nikel, krom ve kimyasal çözücülerin kullan›ld›¤› alanlarda skuamöz ve/veya anaplastik kanser riski artarken odun talaß›na maruz kalan ißçilerde adenokanser riski artmaktad›r. Metal sektöründe çal›ßan ißçilerde nazal mukozadaki skuamöz hücre metaplazisinde art›ß görülürken, odunculuk sektöründekilerde si- 54 Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri lindirik hücre hiperplazisi artarak mukosiliyer aktivitede art›ß sa¤lanmaktad›r.65 Sinonazal epiteldeki bu morfolojik de¤ißiklik, odun talaß›na maruz kalan ißçilerde niçin adenokanserin daha s›k görüldü¤ünü aç›klayabilir. Bununla birlikte benzer oranda mesleki risklere maruz kalan ißçilerde görülen adenokanser oranlar›n›n farkl› olmas›, bu hastal›klar›n etiyolojisinde di¤er risk faktörlerinin de etkili oldu¤unu düßündürmektedir. Beslenme Epidemiyolojik çal›ßmalarda hayvansal ya¤lar›n yüksek, meyve ve sebzelerin az kullan›ld›¤› diyetlerde yass› hücreli kanser riskinin artt›¤› ileri sürülmektedir. Hayvansal ya¤lar›n yüksek oranda tüketilmesi özellikle orofarengeal ve larenks kanseri gelißiminde etkili olmaktad›r. Ayr›ca tuzlanm›ß bal›k ürünleri, besinlerin korunmas› için kullan›lan kar›ß›mlar›n içerdikleri nitröz aminler nedeniyle nazofarenks kanserleri için risk faktörüdür.3 A vitamini ve beta-karotenin taze meyve ve sebzeler ile yüksek oranda tüketilmesinin, yass› hücreli baß boyun kanserleri için koruyucu etkisi oldu¤u düßünülmektedir. Ayr›ca C ve E vitaminlerinin de kansere karß› koruyucu moleküller oldu¤u ileri sürülmektedir. Vitamin eksikli¤inin kanser gelißimi üzerindeki etki mekanizmas›n› ispatlayan çal›ßmalar bulunmamakla birlikte epidemiyolojik araßt›rmalar bu ilißkiyi vurgulamaktad›r.3 KAYNAKLAR 1. Parkin DM, Pisani P, Ferlay J: Estimates of the worldwide incidance of 25 major cancers in 1990. Int J Cancer 80:827-841, 1999 2. Parkin DM, Bray F, Ferlay J ve ark. Estimating the world cancer burden: Globocan 2000. Int J Cancer 94:153-156, 2001 3. Sturgis EM, Qingyi W, Spitz MR. Descriptive epidemiology and risk factors head and neck cancer. Semin oncol 31:726-733, 2005 4. Jemal A, Tiwari RC, Murray T, ve ark. Cancer statistics, 2004. CA Cancer J Clin 54:8-29, 2004 5. T.C. Sa¤l›k Bakanl›¤›: Kanser istatistikleri. 1999, h t t p : / / w w w. s a g l i k . g o v. t r / e x t r a s / i s t a t i s t i k ler/apk2001/094.htm 6. K‹DEM (‹zmir Kanser Denetim ve ‹zlem Merkezi): ‹zmir’in kanser verileri. http://www.ato.org.tr/konuk/kidem/index.html.2003 7. Fidaner C, Eser SY, Parkin DM. Incidence in Izmir in 19931994: first results from Izmir Cancer Registry. Eur J Cancer 37:83-92, 2001 8. Midilli R‹, Aky›ld›z S,Yavuzer A, ve ark. Oral Kanserli 231 Hastan›n Epidemiyolojik Özelliklerinin Retrospektif Analizi. KBB-Forum 4:4-7, 2005 9. Zain RB. Cultural and dietary risk factors of oral cancer and precancer_a brief overview. Oral Oncology 37:205210, 2001 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 10. Merletti F, Boffetta P, Ciccone G ve ark. Role of tobacco and alcoholic beverages in the etiology of the cancer of the oral/oropharynx in Torino, Italy. Cancer Res 49:49194924, 1989 11. Wynder EL, Bross IJ, Feldman RM. A study of the etiological factors in cancer of the mouth. Cancer 10:1300-23, 1957 12. Schlecht NF, Franco EL, Pintos J, ve ark. Effect of smoking cessation and tobacco type on the risk of cancers of the upper aero-digestive tract in Brazil. Epidemiology 10:4128, 1999 13. Iribarren C, Tekawa IS, Sidney S, ve ark. Effect of cigar smoking on the risk of cardiovascular disease, chronic obstructive pulmonary disease, and cancer in men. N Engl J Med 340:1773-80, 1999 14. Baker F, Ainsworth SR, Dye JT, ve ark. Health risks associated with cigar smoking.JAMA 284:735-40, 2000 15. Moore C, Catlin D. Anatomic origins and locations of oral cancer. Am J Surg 114:510-3, 1967 16. Maraß Otu (Nicotiana rustica L.) kullan›m›n›n hücresel immün sistem parametrelerine olan etkilerinin araßt›r›lmas›, http://www.dicle.edu.tr/~halks/m8,6.htm 17. Shemen LJ, Klotz J, Schottenfeld D, ve ark. Increase of tongue cancer in young men. JAMA 252:1857, 1984 18. Depue RH. Rising mortality from cancer of the tongue in young white males. N Engl J Med 315:647, 1986 19. Schantz SP, Byers RM, Goepfert H. Tobacco and cancer of the tongue in young adults. JAMA 259:1943-4, 1988 20. Blot WJ, McLaughlin JK, Winn DM, ve ark. Smoking and drinking in relation to oral and pharyngeal cancer. Cancer Res 48:3282-7, 1988 21. Williams RR, Horm JW. Association of cancer sites with tobacco and alcohol consumption and socioeconomic status of patients: interview study from the Third National Cancer Survey. J Natl Cancer Inst 58:525-47, 1977 22. Falk RT, Pickle LW, Brown LM, ve ark. Effect of smoking and alcohol consumption on laryngeal cancer risk in coastal Texas. Cancer Res 49:4024-9, 1989 23. Schlecht NF, Franco EL, Pintos J, ve ark. Interaction between tobacco and alcohol consumption and the risk of cancers of the upper aero-digestive tract in Brazil. Am J Epidemiol 150:1129-37, 1999 24. Day GL, Blot WJ, Austin DF, ve ark. Racial differences in risk of oral and pharyngeal cancer: alcohol, tobacco, and other determinants. J Natl Cancer Inst 85:465-73, 1993 25. Lieber CS, Seitz HK, Garro AJ, ve ark. Alcohol-related diseases and carcinogenesis. Cancer Res 39:2863-86, 1979 26. Henle W, Henle G, Ho HC, ve ark. Antibodies to EpsteinBarr virus in nasopharyngeal carcinoma, other head and neck neoplasms, and control groups. J Natl Cancer Inst 44:225-31, 1970 27. Pearson GR, Weiland LH, Neel HB 3rd, ve ark. Application of Epstein-Barr virus (EBV) serology to the diagnosis of North American nasopharyngeal carcinoma. Cancer 51:260-8, 1983 28. Chien YC, Chen JY, Liu MY, ve ark. Serologic markers of Epstein-Barr virus infection and nasopharyngeal carcinoma in Taiwanese men. N Engl J Med 345:1877-82, 2001 29. Yong-Sheng Z, Sham JST, Ng MH ve ark. Immunoglobin A against viral capsid antigen of Epstein-Barr virus and indirect mirror examination of the nasopharynx in the dedection of asymptomatic nasopharyngeal carcinoma. Cancer 69:3-7, 1992 30. Pathmanathan R, Prasad U, Sadler R, ve ark. Clonal proliferations of cells infected with Epstein-Barr virus in preinvasive lesions related to nasopharyngeal carcinoma. N Engl J Med 14;333:693-8, 1995 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 31. Sheen TS, Ko JY, Chang YL, ve ark. Nasopharyngeal swab and PCR for the screening of nasopharyngeal carcinoma in the endemic area: a good supplement to the serologic screening. Head Neck 20:732-8, 1998 32. Feinmesser R, Miyazaki I, Cheung R, ve ark. Diagnosis of nasopharyngeal carcinoma by DNA amplification of tissue obtained by fine-needle aspiration. N Engl J Med 326:1721, 1992 33. Dictor M, Johnson A. Association of inverted sinonasal papilloma with non-sinonasal head-and-neck carcinoma. Int J Cancer 85:811-4, 2000 34. Hengstermann A, Linares LK, Ciechanover A, ve ark. Complete switch from Mdm2 to human papillomavirus E6mediated degradation of p53 in cervical cancer cells. Proc Natl Acad Sci U S A 98:1218-23, 2001 35. Andl T, Kahn T, Pfuhl A, ve ark. Etiological involvement of oncogenic human papillomavirus in tonsillar squamous cell carcinomas lacking retinoblastoma cell cycle control. Cancer Res 58:5-13, 1998 36. Champion GL, Richter JE. Atypical presentation of gastroesophageal reflux disease: chest pain, pulmonary, and ear, nose, throat manifestations. Gastroenterologist 1:1833, 1993 37. Koufman JA, Aviv JE, Casiano RR, ve ark. Laryngopharyngeal reflux: position statement of the committee on speech, voice, and swallowing disorders of the American Academy of Otolaryngology-Head and Neck Surgery. Otolaryngol Head Neck Surg 127:32-35, 38. Cherry J, Margulies SI. Contact ulcer of the larynx. Laryngoscope 78:1937-1940, 1968 39. Delahunty JE. Acid laryngitis. J Laryngol Otol 86:335-342, 1972 40. Hanson DG, Kamel PL, Kahrilas PJ. Outcomes of antireflux therapy for the treatment of chronic laryngitis. Ann Otol Rhinol Laryngol 104:550-555, 1995 41. Jacob P, Kahrilas PJ. Proximal esophageal pH-metry in patients with reflux laryngitis. Gastroenterology 100:305310, 1991 42. Miko TL.Peptic (contact ulcer) granuloma of the larynx.. J Clin Pathol.42(8):800-4, 1989 43. Kuhn I, Toohill RJ, Ulualp SO, ve ark. Pharyngeal acid reflux events in patients with vocal cord nodules. Laryngoscope 108:1146-1149, 1998 44. Jindal JR, Milbrath MM, Shaker R, ve ark. Gastroesophageal reflux disease as a likely cause of idiopathic subglottic stenosis. Ann Otol Rhinol Laryngol 103:186-191, 1994 45. Toohill RJ, Ulualp SO, Shaker R: Evaluation of gastroesophageal reflux in patients with laryngotracheal stenosis. Ann Otol Rhinol Laryngol 107:1010-1014, 1998 46. Glanz H, Kleinsasser O. Chronic laryngitis and carcinoma. Arch Otorhinolaryngol 212;57-75,1976 47. Ward PH, Hanson DG. Reflux as an etiological factor of carcinoma of the laryngopharynx. Laryngoscope 98:1195-1199,1988 48. Morrison MD. Is chronic gastroesophageal reflux a causative factor in glottic carcinoma? Otolaryngol Head Neck Surg 99:370-373,1988 49. Koufman JA. The otolaryngologic manifestations of gastroesophageal reflux disease (GERD): a clinical investigation of 225 patients using ambulatory 24-hour pH monitoring and an experimental investigation of the role of acid and pepsin in the development of laryngeal injury. Laryngoscope 101:1-78,1991 50. Copper MP, Smit CF, Stanojcic LD, ve ark. High incidence of laryngopharyngeal reflux in patients with head and neck cancer. Laryngoscope 110:1007-1011, 2000 Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri 55 51. Chen MY, Ott DJ, Casolo BJ, ve ark. Correlation of laryngeal and pharyngeal carcinomas and 24-hour pH monitoring of the esophagus and pharynx. Otolaryngol Head Neck Surg 119:460-462, 1998 52. Geterud A, Bove M, Ruth M. Hypopharyngeal acid exposure: an independent risk factor for laryngeal cancer? Laryngoscope 113:2201-2205, 2003 53. Ozlugedik S, Yorulmaz I, Gokcan K. Is laryngopharyngeal reflux an important risk factor in the development of laryngeal carcinoma. Eur Arch Otol , Bask›da. 54. Jefferies S, Foulkes WD. Genetic mechanisms in squamous cell carcinoma of the head and neck. Oral Oncology 37:115-126, 2001 55. Jefferies S, Eeles R, Goldgar D, ve ark. The role of genetic factors in predisposition to squamous cell cancer of the head and neck. Br J Cancer 79:865-7, 1999 56. Goldenberg D, Lee J, Koch WM ve ark. Habitual risk factors for head and neck cancer. Otolaryngol Head and Neck Surg 131:986-993, 2004 57. Cann CI, Fried MP, Rothman KJ. Epidemiology of squamous cell cancer of the head and neck. Otolaryngologic clinic of North America 18:367-388, 1985 58. De Stefani E, Correa P, Oreggia F, ve ark. Risk factors for laryngeal cancer. Cancer 60:3087-91, 1987 56 Baß Boyun Kanserlerinde Epidemiyoloji ve Risk Faktörleri 59. De Stefani E, Correa P, Oreggia F, ve ark. Black tobacco, wine and mate in oropharyngeal cancer. A case-control study from Uruguay. Rev Epidemiol Sante Publique 36:389-94, 1988 60. Sewram V, De Stefani E, Brennan P, ve ark. Mate consumption and the risk of squamous cell esophageal cancer in uruguay. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 12:508-13, 2003 61. Sankaranarayanan R. Oral cancer in India: an epidemiologic and clinical review. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 69:325-30, 1990 62. Sankaranarayanan R, Duffy SW, Padmakumary G, ve ark. Risk factors for cancer of the buccal and labial mucosa in Kerala, southern India. J Epidemiol Community Health 44:286-92, 1990 63. Zain RB, Gupta PC, Warnakulasuriya S, ve ark. Oral lesions associated with betel quid and tobacco chewing habits. Oral Dis 3:204-5, 1997 64. Zhang ZF, Morgenstern H, Spitz MR, ve ark. Marijuana use and increased risk of squamous cell carcinoma of the head and neck. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev 8:1071-8, 1999 65. Wolf J, Schmezer P, Fengel D, ve ark. The role of combination effects on the etiology of malignant nasal tumours in the wood-working industry. Acta Otolaryngol Suppl 535:1-16, 1998 Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 7 LAR‹NKS ve BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE PROGNOZ BEL‹RLEY‹C‹ FAKTÖRLER ‹smet Aslan Özet: Baß boyun kanserlerinde tedavi ve prognozu belirleyen en önemli faktör evrelendirmedir. Ancak ayn› evredeki farkl› hastalar ayn› tedavilere farkl› cevaplar verebilir. Tümör biyolojisi, konakç› durumu ve tedavi alternatifleri prognozu belirleyici faktörler olabilir. Bu makalede tümörün histopatolojik, biyolojik, genetik özelliklerinin yan›s›ra hastan›n durumu ve tedavinin prognoza etkileri incelenmißtir. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, larinks, prognostik faktörler Summary: Clinical staging is the main prognostic factor in the management of head neck cancers. However, patients at the same stages can give different responses to similar treatments. In this article prognostic importance of histopathological, biological, and genetic factors of the tumors, host status and treatment alternatives are discussed. Key Words: Head neck cancer, larynx, prognostic factors Larenksin habis karakterli tümörlerinde teßhis konduktan sonra hastan›n ya da hasta yak›nlar›n›n ak›llar›na ilk soru olarak "Acaba bu hastal›ktan kurtulabilecekmiyim?" ya da "Ne kadar ömrüm kald›?" gibi bilinmesi belki hiç bir zaman mümkün olmayan sorular gelmektedir. Hastal›¤›n tedavisinde ne gibi bir strateji izlenece¤i, hangi tedavi modalitelerinin kullan›laca¤›, sesin korunup korunmayaca¤› ilk ßok atlat›ld›ktan sonra s›ras› gelen sorulard›r ama ilk olarak her zaman akla hastal›¤›n ak›betinin ne olaca¤› hakk›ndaki sorular gelir. Gelißen tüm t›p teknolojisine karß›l›k ve yap›lan yüzlerce araßt›rmaya karß›l›k günümüzde kanserin ak›betinin ne olaca¤›n› daha baßlang›c›ndan kesin olarak ortaya koyan bir yöntem henüz bulunamam›ßt›r. Birden fazla prognostik faktör hakk›nda yap›lan çal›ßmalar mevcuttur fakat bu faktörlerin hemen hepsi belirli bir fikir vermelerine karß›l›k hiç birinin mutlak belirleyici rolü yoktur. Üstelik fakl› merkezlerde ayn› prognostik faktör hakk›nda yap›lan çal›ßmalar ayn› sonuçlar› vermemekte, bu da üzerinde çal›ß›lan faktörün prognoz belirlemedeki rolü hakk›nda çelißkili sonuçlar ortaya ç›karmakta, dolay›s›yla faktörün güvenilirli¤ini sarsmaktad›r. Her bak›mdan tatmin edici prognostik bir faktörün bulunmas› hasta ve yak›nlar›n›n merakl› sorular›n› gidermekle kalmay›p ayn› zamanda hastal›¤›n tedavi protokolünün düzenlenmesinde de belirleyici rol oynayabilir. Örne¤in kötü prognostik faktörlere sahip bir hastal›¤›n tedavisinde daha ag- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ressif yöntemler tercih edilirken iyi prognostik faktörlere sahip hastal›klar›n tedavisinde yol açt›¤› morbiditeleri daha düßük, daha az agressif tedavi yöntemleri tercih edilebilir. Böyle bir belirleyici rol hastal›¤›n takibinde de çok faydal› ve yol göstericidir. Kötü prognostik faktörlere sahip bir hastal›¤›n tedavi sonras› takiplerinde daha s›k› kontroller ve erken müdahele ön planda tutulurken daha iyi prognostik kriterlere sahip hastalar›n takiplerinde nispeten daha rahat davran›labilir. Ne yaz›k ki böyle bir faktör henüz bilinmemektedir. Çok merkezli klinik, laboratuar ve deneysel çal›ßmalar devam etmektedir ve belki ileride bir zamanda larenks kanserinde her yönden tatmin edici prognoz belirleyici bir faktör bulunacakt›r. Böyle bir faktörün bulunmas› biz hekimler aç›s›ndan çok de¤erli bilgiler verecek ve biz bu bilgileri hastalar›m›z›n tedavilerinde kullanaca¤›z. Fakat sonunun ne olaca¤›n›n bilinmesi hasta için iyi mi olur, bu felsefi bir alan ve biz hekimlerin yorum yapmas› do¤ru olmaz. Prognoz belirleyici bir faktörün sahip olmas› gereken özellikler: 1- Bak›lmas› ve de¤erlendirmesi kolay olamal› 2- Farkl› merkezlerde ayn› neticeleri vermeli ve dolay›s›yla merkezler aras› varyasyonlar olmamal›. Bu temel bilgilerin ›ß›¤› alt›nda larenks kanserindeki prognoz belirleyici faktörleri tek bir faktör olarak ele almak do¤ru de¤ildir çünkü kanserde prognozu belirleyen birden fazla etmen vard›r ve Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 57 bunlar farkl› temellere dayan›r. Esas olarak prognostik faktörleri 4 ana grup alt›nda toplamak ve ayr› ayr› incelemek mümkündür. 1- Tümöre ait histopatolojik ve makroskopik özellikler • Keratinizasyon derecesi • ‹ntersellüler köprü olußumlar› • Sellüler anaplazi ya da pleomorfizm 2- Tümöre ait ek özellikler • Mitotik aktivite indeksi 3- Hastaya ait özellikler • Ekspansif ya da infiltratif büyüme paterni 4- Tedaviye ba¤l› özellikler • Tümöre karß› gelißtirilen inflammatuar yan›t olarak 1. Tümöre ait histopatolojik özellikler Patologlar tümöre ait histopatolojik özelliklere dayanarak prognoz hakk›nda fikir yürütebilmektedirler. Fakat bu ba¤lamda baßar›lar› s›n›rl› kalmaktad›r. Bu baßar›s›zl›¤›n birden fazla nedeni vard›r. ‹lk olarak histopatolojik de¤erlendirme baz› konularda yoruma dayanmaktad›r. Örne¤in "yüksek grade" olarak yorumlanan bir epidermoid karsinomun grade’i bir baßka patolog taraf›ndan "orta derece" olarak yorumlanabilir. Ayn› ßekilde tümör grade’i ayn› tümör dokusu içinde homojen de¤il, heterojen olarak da¤›lm›ßt›r. Ayn› tümör dokusu içinde bir bölgede iyi differansiye tümör oda¤› bulunabilirken de¤ißik bir noktada farkl› bir differansiasyon saptanabilir. Patologlar›n tümöre ait histopatolojik özelliklere dayanarak prognoz hakk›nda fikir yürütmelerinde ortaya ç›kan baßar›s›zl›¤›n bir di¤er nedeni patologlar›n her zaman bütün olarak organ spesmeninine sahip olma ßanslar›n›n bulunmay›ß›d›r. Primer tedavi protokolü olarak radyoterapi planlanan bir hastada patolo¤un önüne genellikle bir punch biopsi materyelinden fazla bir ßey gelmez. 3-4 mm3’lük böyle bir biopsi materyelinden patolog tümörün makroskopik özellikleri hakk›nda (ör: tümörün eksofitik ya da infiltran özelliklere sahip olmas›) fikir beyan etmesi mümkün de¤ildir. Yine de tümöre ait histopatolojik ve makroskopik özellikler hastal›¤›n prognozu hakk›nda belirli bir fikir verebilir. Bu özellikleri ßu alt baßl›klar alt›nda özetlemek mümkündür. a. Tümör grade’i Öncelikle tümör grade’ini tümörün differansiasyonu ile kar›ßt›rmamak gereklidir. Bu çok s›k olarak yap›lan bir hatad›r. Differansiasyon bir organ dokusunun temel ald›¤› orijinden olmas› gereken organa ne derece farkl›laßt›¤›n› gösteren bir kavramd›r. Her ne kadar az differansiye kanserler genellikle yüksek grade’li tümörler olsa da (ya da tam tersi) bir tümörün histolojik grade’inin belirlenmesinde ßu faktörler incelenerek göz önünde bulundurulur: 58 • Yap›sal differansiasyon derecesi Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler • Nekroz • Lenfatik ve kan damar› invazyonu Temel inan›ß olarak her ne kadar iyi differansiasyon iyi prognoz göstergesi, az differansiasyon kötü prognoz göstergesi olarak alg›lansa da bu ilißki her zaman do¤ru de¤ildir (1). Larengeal epidermoid karsinomda tümör grade’inin prognostik olarak de¤erlendirmesinde baz› s›k›nt›lar bulunmaktad›r. ‹lk olarak tüm dünyada kabul edilen bir "grading" sistemi yoktur. Bunun yan›nda az önce belirtildi¤i gibi differansiasyon derecesinin belirlenmesi subjektif de¤erlendirmenin (ya da patolo¤un de¤erlendirmesinin) dezavantaj›na sahiptir. Ayn› tümör dokusu içinde dahi grade’in heterojenitesi bulunur yani ayn› tümörün farkl› noktalar›nda farkl› grade’lerde tümör dokusu bulunabilir (2). Yap›lan bir çok çal›ßmada tümör grade’inin nodal metastaz üzerinde(3, 4, 5), tümör rekürrensi üzerinde(3, 6, 7) ve hastal›¤›n sürvisi üzerinde (3, 5, 8, 9) prognostik olarak belirleyici rolü oldu¤u belirtilmißtir. Buna karß›l›k tümör grade’inin ba¤›ms›z bir prognostik indikatör olarak belirlenmesi yanl›z çok az say›da yap›lm›ß araßt›rmalarda (5, 6, 10) ortaya konmußtur. Bunun yan›nda yap›lan baz› araßt›rmalarda ise tümör grade’i ile rekürrens, sürvi ve prognoz ile ilißkili anlaml› bir korrelasyon saptanmam›ßt›r(11, 12, 13, 14). Özet olarak söylenebilir ki tümör grade’i özellikle spektrumun uç noktalar›nda (örne¤in yüksek grade kötü prognoz, düßük grade iyi prognoz) sürvi hakk›nda prognostik olarak fikir verebilir fakat larangeal epidermoid karsinomunda ba¤›ms›z belirleyici bir prognostik indikatör olarak kabul edilmesi tart›ßmal›d›r. b. Histolojik hücre tipi Larenks kanseri sadece epidermoid karsinomdan ibaret de¤ildir. Larenks habis tümörlerinin yaklaß›k % 90’›n› olußturan epitelyal kaynakl›k tümörler grade olarak iyi, orta ve az differansiye olarak s›n›flanabilir. Larenksin malign tümörlerinin geri kalan % 10’luk bölümü ise glandüler, mezenkimal Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ve nöroendokrin orijinli kanserler gibi di¤er onkotip kanserlerden olußur ve bu kanserlerin hem histolojik özellikleri hem de klinik gidißleri epitelyal orijinli tümörlerden çok farkl›l›k gösterir. Tümörün histolojik türünün belirlenmesi hastal›¤›n kalitatif tan›s›n›n ortaya konmas›d›r. Sürvi ve prognoz, larenkste ortaya ç›kan de¤ißik histololjik tiplerdeki malign tümörlerde farkl›l›klar gösterir. Örnek vermek gerekirse larenksin verrüköz karsinomlu bir hastan›n 5 y›ll›k yaßam beklentisi yüksek iken ayn› organdan kaynaklanm›ß eß evredeki küçük hücreli nöroendokrin karsinomu bulunan baßka bir hastan›n ayn› yaßam süresi beklentisi çok daha düßüktür. Her bir malignitenin kendine özgü intrensek bir agresivitesi bulunur. Her ne kadar sürvinin belirlenmesi multifaktöryel bir olay olsa da tümörün histolojik tipinin bu konuda tümör yap›s› ile ilißkili mutlak etkisi vard›r. Spesifik olarak 5 y›ll›k yaßam süreleri tüm evreler göz önünde bulunduruldu¤unda verrüköz epidermoid karsinomlarda % 95 (15), kondrosarkomda % 90 (16), mukoepidermoid karsinomda % 80 (17), epidermoid karsinomda % 68 (18), spindle hücreli karsinomda % 68 (19) , atipik karsinoid tümörde % 48 (20), melanomda % 20 (21), basoloid epidermoid karsinomda % 17,5 (22) , ve küçük hücreli nöroendokrin karsinomlarda % 5 (23) olarak literatürde bildirilmißtir Bu veriler ›ß›¤› alt›nda larenks kanserinde iyi prognoza sahip tümör histolojik tipleri olarak verrüköz karsinom, kondrosarkom ve mukoepidermoid karsinom say›labilirken, kötü prognostik kriter olarak küçük hücreli nöroendokrin karsinom, basoloid epidermoid karsinom ve atipik karsinoid say›labilir. c. Cerrahi s›n›rlar Cerrahi s›n›rlar›n tümör infiltrasyonu ile müspet olmas› mutlak bir kötü prognoz göstergesidir (24, 25). Kowalski’nin çal›ßmas›nda sürvi belirleyici olarak en önemli histopatolojik faktör rezeksiyon s›n›rlar›n›n durumu olarak gösterilmißtir(24), ayn› çal›ßmada rekürrens ya da ölüm riskinin kontrol gruplar›yla karß›laßt›r›ld›¤› zaman iki kat daha fazla oldu¤u gösterilmißtir. ‹stanbul Üniversitesi ‹stanbul T›p Fakültesi KBB Anabilim Dal› olarak bizim görüßlerimiz de ayn› paralelliktedir. Tümör cerrahisi sonras›nda cerrahi s›n›rlar›n müspet olmas› kesinlikle bir postoperatif adjuvan radyoterapi endikasyonu olmamal›d›r. S›n›r pozitifli¤inin kötü prognoz göstergesi olmas›n›n yan›nda tedaviyi yönlendirmede de etkin rolü vard›r. Cerrahi sonras›nda s›n›rlarda tümör infiltrasyonu bulundu¤u zaman yukarda belirtildi¤i gibi pos- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 toperatif radyoterapi endikasyonu olmamal›d›r, öyle bir hasta sa¤lam cerrahi s›n›rlar elde edilinceye kadar s›n›rlar genißletilerek tekrar opere edilmelidir. S›n›r pozitifli¤inde bazen uygulanan "bekle ve gör" politikas› da taraf›m›zca kabul edilen bir yaklaß›m de¤ildir. Klini¤imizde uygulanm›ß larenks kanserleri aras›ndaki olgulardan yap›lm›ß bir uzmanl›k tezi araßt›rmas› sonucunda bekle gör politikas› uygulanm›ß hastalar›n yar›s› nüks etmißtir(26). Bu sonuçta literatür verileri ile uygunluk göstermektedir. d. Tümörün makroskopik görünümü Larengeal epidermoid karsinomun makroskopik görünümü klinik davran›ß› hakk›nda fikir verebilir. E¤er tümör doku d›ß›na büyüme e¤ilimindeyse ve eksofitik görünümdeyse bu tümörün nispeten daha iyi seyirli oldu¤u düßünülür. Buna karß›l›k tümörün makroskopik s›n›rlar› tam belirgin de¤ilse ve eksofitikten daha ziyade infiltran görünümlüyse bu tümörün daha agressif davran›ßl› oldu¤u ve dolay›s›yla daha kötü bir prognoz taß›d›¤›na inan›l›r. Bu inan›ßa karß›l›k literatürdeki çal›ßmalarda çelißkiler vard›r ve herkesin tam bir fikir birli¤i içinde olmad›¤› görülür (5, 13, 27). Bunun yan›nda tümörün bu özelli¤inin tan›nabilmesi ancak tümürün sa¤lam doku s›n›rlar› ile bir bütün olarak ç›kar›ld›¤› zaman mümkündür. Al›nan bir punch biospi örne¤inde tümörün bu özelli¤inin belirlenebilmesi mümkün de¤ildir. Primer tedavisi radyoterapi olarak planlanan hastalarda bu prognostik bilginin tedaviyi yönlendirici olarak kullan›lmas› mümkün olmaz iken primer tedavi protokolü olarak cerrahi seçilen hastalarda tümör ç›kar›ld›ktan sonra örne¤in karas›z kal›n›n ve tart›ßmal› endikasyonlarda boyun disseksiyonun tedavi plan›na eklenmesinde ya da postoperatif adjuvan radyoterapi uygulan›p uygulanmayaca¤›na karar verilmesinde bu bilgi yard›mc› olabilir. e. Tümörün "T" evresi Tümörün "T" evresi TNM evreleme sisteminin bir komponentidir. Her ne kadar tüm dünyada yayg›n olarak kullan›lmaktaysa da TNM evreleme sisteminin yetersizlikleri halen büyük tart›ßma konusudur. "T" evresi tümörü sadece sistemli bir ßekilde kategorize edilmiß gruplara bölerken tümörün prognoz aç›s›ndan önemi bulunan biyolojik, histopatolojik, biyokimyasal ve klinik özelliklerini göz önünde bulundurmaz. "T" evresi tümörün anatomik lokalizasyonunu ve boyutunu ilgilendiren bilgi sa¤lar. Bu bilgi tabi ki prognostik aç›dan önemlidir ve sürvi belirlemede Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 59 çok de¤erli fikir verir. Hastal›¤›n "T" evresi ne kadar düßükse prognoz o kadar iyidir demek çok genel bir tan›mlamad›r fakar yine de erken evrede tan›n›n sürvi belirlemedeki iyileßtirici etkisini gösterir. Tümörün larenks içindeki yerleßim lokalizasyonu da prognozu etkileyen önemli bir faktördür. Örne¤in supraglottik yerleßimli bir larenks kanserinin prognozu ve sürvi beklentisi ayn› evredeki glottik bir kanserden daha kötüdür. Supraglottik yerleßimli tümörler içinde dahi ariepiglottik plikadan orijin alm›ß tümörlerin prognozu ayn› evredeki farkl› supraglottik alt bölgelerdeki kanserlerden daha kötüdür. Larenks kanserinde "T" evresinin prognoz belirlemedeki rolü hakk›nda literatürde çelißkili veriler bulunmaktad›r. "T" evresi büyüdükçe hastal›¤›n prognozu kötüleßmekte ve yaßam ßans› da düßmektedir. Fakat bu noktada dikkat edilmesi gereken bir di¤er nokta "T" evresi büyürken ayn› zamanda "N" evresininde büyüme olas›l›¤›n›n yükselmesidir. Yap›lan çal›ßmalarda "T" evresinin sürvi üzerinde çok az bir etkiye sahip oldu¤u esas sürviyi düßüren faktörün "N" evresindeki gözlenen do¤al yükselme oldu¤u ßeklindedir (91stell). Bizim klinik görüßümüz de bu literatür verisi ile paralel düzeydedir. T4N0M0 bir tümör sürvi beklentisi olarak T2N1M0 bir tümöre tercih edilebilir. f. Tümörün "N" evresi Sadece larenks kanseri için de¤il baß boyun bölgesinden kaynaklanm›ß tüm habis tümörler içinde sürvi beklentisini ortaya koyan en önemli prognostik kriter hastal›¤›n servikal lenf nodlar›na metastaz yap›p yapmad›¤›d›r. Bir çok çal›ßmada servikal lenf nodlar›n›n durumunun rekürrens, sürvi ve prognoz belirlemede ba¤›ms›z ve güvenilir bir anlam taß›d›¤› gösterilmißtir (11, 12, 25, 28). Baß boyun kanserlerinin prognostik kriterleri aras›nda her kesin hemfikir oldu¤u yegane kriter belki de budur. Burada önemli olan servikal lenf nodlar›n›n klinik olarak de¤il, histopatolojik olarak pozitif olmas›d›r. Gelißmiß teknolojide gelinen en son noktalara ra¤men hala klinik olarak pozitif kabul edilen bir adenopatinin cerrahi olarak ç›kar›l›p histopatolojik olarak incelenmeden kanser oda¤› bar›nd›r›p bar›nd›rmad›¤› saptanamaz. Servikal lenf nodlar›n›n gerçek durumu ancak elektif boyun disseksiyonu sayesinde ortaya konabilir. Primer tedavi modalitesi olarak radyoterapi planlanan hastalarda boyun lenfatiklerinin durumu belki de asla ö¤renilemeyecektir. Bu da çok de¤erli bir prognostik göstergeden mahrum b›rak›r. Larenksin epidermoid karsinomu servikal lenf 60 Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler nodlar›na tümör embolisi ßeklinde metastaz yapar. Larenks kanserinde ortaya ç›kan servikal metastaz›n özelli¤i de prognoz belirlemede çok de¤erli fikirler verir. Larenks kanseri genellikle II. ve III. servikal bölgelere metastaz yapar. I. ve V. servikal bölgelere ve tabi ki prelarengeal lenf nodlar›na metastaz kötü bir prognoz göstergesidir. Kontrlateral lenf nodlar›na metastaz ister senkron olsun, ister primer tedaviden sonra ortaya ç›ks›n, çok kötü bir prognoz göstergesidir. Bununla birlikte servikal lenf nodu metastaz› larenks kanserinde ne kadar kötü bir prognoz göstergesi ise, metastatik lenf nodlar›nda ekstrakapsüler yay›l›m bulunmas› prognozu daha da kötüleßtiren bir bulgudur (3, 14, 29, 30). Böyle bir yay›l›m art›k hastal›¤›n sistemik yay›l›ma aç›k oldu¤unun bir göstergesidir ve sistemik kemoterapi endikasyonlar› içindedir. Metastatik lenf nodlar›n›n say›s›, boyutu her ne kadar prognoz belirlemede önemliyse de ekstrakapsüler yay›l›m özelli¤inin önüne geçmez (31, 32, 33, 34) . Sonuç olarak söylenebilir ki servikal lenf nodlar›n›n durumu ve metastaz boyutu hastan›n sürvisinin belirlenmesinde en önemli prognostik kriterdir. g. Tümörün "M" evresi Larenks kanserinde uzak organ metastaz›n›n varl›¤› tüm viseral organ kanserlerinde oldu¤u gibi kötü bir prognoz göstergesidir. Larenks kanserinde uzak organ metastaz› genellikle servikal metastazlar ortaya ç›kt›ktan sonra olur. Bunun aksi yönünde baz› histolojik tipteki larenks kanserlerinde (örne¤in adenoid kistik karsinom, bazoloid hücreli epidermoid karsinom, baz› sarkomlar) servikal lenf nodu metastaz› olmadan da uzak organ metastazlar› görülebilir. Larenks kanserinde uzak metastaz ortaya ç›kt›ktan sonra uygulanacak tedavi genellikle palyatif radyokemoterapiden ibarettir. Çok s›k› lokal ve rejyonel kontrolü sa¤land›¤›na inan›lan olgularda soliter metastatik kitlelerin eksizyonu denenebilir fakat böyle bir yaklaß›m›n bizim klinik tecrübelerimize göre getirisi s›n›rl›d›r. h. Vasküler invazyon Primer tümörün anjiolenfatik invazyonu bir prognoz göstergesi olarak son y›llarda bir çok araßt›rmac›n›n dikkatini çekmektedir. Larenks kanserinde servikal metastaz tümör embolisi ßeklinde olmaktad›r. Buna karß›l›k incelenen literatür verilerinde vasküler invazyonun ne servikal metastaz insidans›na ne de sürvi üzerinde anlaml› bir etkisi oldu¤unu tam olarak ispatlanamam›ßt›r (14, 27, 35). Anjiolenfatik invazyon servikal lenf nodu metastaz›nda Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 oldu¤u gibi ayn› zamanda uzak metastazlar›n ortaya ç›kmas›nda da etkili olabilece¤i akla gelmektedir fakat bu konuda da henüz literatürde anlaml› bir çal›ßmaya rastlanmamaktad›r. i. Perinöral invazyon Perinöral invazyon baz› çal›ßmalarda nodal metastaz oran›n› anlaml› ölçüde artt›rd›¤› saptanm›ßken (13, 27), di¤er çal›ßmalarda ise perinöral invazyonun prognostik anlam›n›n belirsiz oldu¤u belirtilmißtir (14, 36). 2. Tümöre ait biyolojik özellikler Yard›mc› teknikler olarak da isimlendirilen bu yöntemler ile tümör hakk›nda rutin histopatolojik incelemeler ile elde edilemeyen bilgiler toplanabilir. Halen kullan›lan ve üzerinde araßt›rmalar devam eden onlarca test yönteminin hepsinin iddas› tümör hakk›nda prognostik bilgi sa¤lad›klar›d›r. Sofistike yöntemler ile ölçülebilen bu biyolojik marker’lar klinik pratik içinde hastal›¤›n daha ortaya ç›kmadan önlenmesi evresinde (koruyucu hekimlik), mevcut hastal›¤›n tan›s› evresinde (diagnostik hekimlik), prognostik de¤erlendirme ve tan› seçimi evresinde (yönlendirici hekimlik) ve tedavi için yeni ilaçlar›n sentezinde (moleküler hedef) kullan›labilir. Gelißen bu teknolojiler aras›nda immunohistokimya (PCNA "proliferating cell nuclear antigen", Ki67 gibi proliferasyon markerlar›n›n immunohistokimyasal tetkiki), moleküler biyoloji (p53, c-myc ve ras, EGFR, TGF-_ tetkikleri), nukleolus organize edici bölgeler NORs), PCR (polymerase chain reaction) gibi moleküler diagnostik yöntemler ile klonalite tayini, in situ hibridizasyon kullan›m›, DNA poliploidi tayini, hücre siklüsü düzenleyicilerinin (p34cdc2, CDK1 ve siklinlerin D familyas›) tayini gibi onlarca tetkik say›labilir. Gerçekçi olmak gerekirse ilk bak›ßta çok heyecan uyand›ran bu yöntemler hakk›nda biraz daha temkinli yaklaßmakta fayda vard›r çünkü literatürde bu yöntemlerin prognostik de¤erleri hakk›nda çelißkili veriler bulunmaktad›r (37-41). Üzerinde çal›ß›lan onlarca diagnostik marker bulunmas›na karß›l›k (Tablo 1), larenks kanserli hastalar›n klinik uygulamalar›nda kullan›lacak ve herkes taraf›ndan kabul edilen mutlak bir prognoz belirleyici faktör henüz bulunamam›ßt›r(42). Prognostik kriterlerin histopatolojik incelenmesinden baßka ek yard›mc› yöntemler ile potansiyel prognostik kriterler inclenebilir. Bunlar›n aras›nda DNA ploidesi, proliferatif aktivite ve onkogen amplifikasyonlar› say›labilir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 a. DNA Ploidesi DNA ploidesi tümör hücrelerindeki DNA kapsam›n› gösterir. Aneuploid tümör hücrelerindeki DNA kapsam› anormaldir. Bir çok farkl› tümör tipi için dahi aneuploid tümörler dipoid tümörlere oranla daha agressiftirler. DNA poloidesi genel olarak DNA ak›ß sitometrisi ya da görüntü analiz yöntemleri ile belirlenir. DNA ploidesi ve larenks kanseri aras›ndaki ilißki bir çok kere araßt›r›lm›ß olmas›na karß›l›k her seferinde çelißkili neticeler elde edilmißtir (9). Farkl› serilerde aneuploid oldu¤u belirlenen larenks epidermoid karsinom bölümlerinde büyük varyasyonlar gözlenmißtir. Aneuploidi kapsam›ndaki bu büyük anlaml› farkl›l›klar›n nedeni intratümöral DNA heterojenitesidir (39). E¤er tümör dokusunda DNA kapsam› her hücrede ayn› homojenlikte da¤›lm›ß olsayd›, bu çelißki olmayabilirdi. DNA ploidisinin larengeal karsinom üzerindeki prognoz belirleyici etkisi tart›ßmal›d›r. Baz› araßt›rmac›lara göre aneuploidi tümör rekürrensi için ba¤›ms›z bir risk faktörüdür (43, 44). Baßka arast›rmac›lara göre ise diploid özelliklere sahip tümörlerde rekürrens oran› daha yüksektir (45, 46). Aneuploidinin nodal metastaz göstergesi olarak belirleyen çal›ßmalar da mevcuttur (10) . b. Proliferatif aktivite Bir tümörün proliferatif aktivitesi tümörün biyolojik potansiyelini yans›t›r ve tedaviye yan›t› hakk›nda fikir verir. Proliferatif aktivite bir kaç yolla ölçülebilir; mitotik indeks, ak›ß sitometrisi, görüntü analizi ve proliferasyon markerlar›n›n (PCNA, Ki67) immunohistokimyasal olarak ölçülmesi. i. PCNA: PCNA DNA replikasyonu ile ilgili nükleer bir proteindir. Baz› çal›ßmalarda azalm›ß PCNA lokal rekürrens için prognostik bir kriter olarak saptan›rken (47), di¤er bir çal›ßmada DNA aneuploidisi ile birlikte yüksek proliferatif aktivite nodal metastaz göstergesidir (48). ii. Ki67 (MIB1): Ki67 hücre siklüsünün aktif bölümlerinde salg›lanan bir nonhiston nükleer proteindir. Literatürde sadece bir çal›ßma Ki67 skoru ile larengeal epidermoid karsinomunun rekürrensi aras›nda anlaml› bir ilißki saptarken (7), di¤er çal›ßmalarda anlaml› bir ilißki saptanmam›ßt›r (10, 49). c. Onkogenler Protoonkogenler normal olarak hücre büyümesini destekleyen genlerdir. Protoonkogenin regülasyonu ya da yap›sal de¤ißikli¤i ile protoonkogen onkogene dönüßür. Onkogen taraf›ndan kodlanan Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 61 Tablo 1: Moleküler markerlar MOLEKÜLER MARKER Epidermal growth reseptörü (EGFR) NORMAL HÜCREDE FONKS‹YONU faktör TGF ve kEGF gibi büyüme faktörleri için reseptör. Hücre büyümesinde ve migrasyonunda etkili Telomeraz aktivitesi Telomer uzamas› ve otonom replikasyon için gereklidir. Baz› hemotopoetik, immun ve basal epitelyal hücrelerde gözlenir. TÜMÖR FONKS‹YONU HÜCRES‹NDE Genellikle erken dönemde aß›r› miktarda tesbit edilir. Günümüzde en güvenilir biyolojik markerd›r. Tümör agressivitesinin ve invazivli¤inin göstergesidir. Larenks kanser hücrelerinin ço¤unda yüksek oranlarda bulunur. En az›ndan parsiyel olarak h-TERT geni overekspresyonuna ba¤›ml›d›r. epidermoid Cyclin D1 gen amplifikasyonu Bu genin aktivitesi normalde Larengeal mitojen stimülasyonua ba¤l›d›r. karsinomunda bir agressivite (CCNDI) Hücre mitozunun baßlang›c›ndan kriteridir. sorumludur. hücrelerinde Ekstrasellüler matriks içinde aktif Tümör Cathepsin D overekspressyonu gözlenir. olan litik bir enzimdir. Tümör invazivli¤inin göstergesidir. Human papilloma virus (HPV) Normalde hücrelerde bulunmaz. Genotipine göre epiteli mukozal ya da epidermal tropism ile etkiler. P53 ve pRb gibi baz› önemli onkosuppressorler HPV onkoproteinleri taraf›ndan inhibe edilirler. Bunun neticesinde EGFR ve cyclin A ve B gibi onkogenler aktive olurlar. Tip II östrojen bölgeler (EBS) ba¤lay›c› Normalde larenks mukozas›nda Tamoxifen inhibisyonu yolu ile Tip vard›r. II EBS tümör büyümesini durdurabilir. S100-A2 protein hücrelerin Kanser hücrelerinde tan›mlanma ba¤lay›c› Epidermoid differansiasyonunda artm›ß oran› düßüktür. Tümör seviyelerde tan›mlan›r. differansiasyonu ile ters orant›l›d›r. Ca2+ epidermoid MEPHLase (methyl p- Baz› dokular›n büyüme ve Larenks hydroxyphenyllactat esterase) differansiasyonuda etkilidir. karsinomunda düßük aktivitesi az aktivitesi Normal olarak larenkste bulunur. differansiasyon ile ilißkilidir vo dolay›s›yla sürvi daha k›sad›r. Cox-2 (Type oxygenase) II Galectin-3 62 Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler asid Tümör neoanjiogenezisini uyar›r. cyclo- Araßindonik Düßük Cox-2 az differansiasyonu metabolizmas›nda etkilidir. ve yüksek agressivite ve invazivli¤in bir belirtisidir. keratinizasyonu ve Hücreden hücreye etkileßimde Tümör histolojik grade’i ile pozitif rolü vard›r. ilißkilidir. Pozitifli¤i larenks kanserli hastalarda yüksek sürvi beklentisini gösterir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 proteinler hem yap› olarak hem de miktar olarak anormaldir. • ras: Ras protoonkogen sinyal ileten bir protein kodlar. Ras mutasyonlar›na kanserlerde s›k olarak rastlan›r ve metastazlarda etkili olabilir (50). Yap›lan bir çal›ßmada p21 ras onkoproteinine aß›r› miktarda rastlanm›ß, fakat bu tümörün lokalizasyonu, evresi ya da grade’i ile anlaml› ölçüde ilißkili bulunmam›ßt›r (51). • Epidermal growth faktör reseptörü: Epidermal growth faktör reseptörü (EGFR) c-erb protoonkogeninin bir protein ürünüdür. EGFR’nin yüksek oranda saptanmas› yüksek rekürrens oran› ile ilißkili bulunmußtur (52). Buna karß›l›k 103 larengeal epidermoid karsinom olgusu üzerinde yap›lan bir çal›ßmada ise EGFR seviyeleri hastal›ks›z sürvi ile ilißkili bulunmußtur (53). Bir baßka çal›ßmada ise EGFR oran› ile sürvi aras›nda anlaml› bir ilißki saptanmam›ßt›r (10). • P53: p53 bir tümör supressör genidir. Fakat mutasyona u¤ram›ß halinde p53 tümörogenesisi inhibe etmeyi b›rak›p aksine kendisi onkojenik özelliklere bürünür. Normal koßullarda p53 proteinin immunohistokimyasal metodlar ile tespit edilmesi çok güçtür. Fakat ço¤u olguda mutasyona u¤ram›ß p53 immunohistokimyasal olarak kolayl›kla tan›nabilir. P53’ün aß›r› miktarda tan›nmas› larengeal epidermoid karsinomunun prognozu ile ilißkisi kesin de¤ildir (54, 55, 56). Buna karß›l›k baßka bir çal›ßmada ise p53 pozitifli¤i gösteren olgularda kemoindüksiyon sonras› organ korumada daha iyi sonuçlar elde edilmißtir (55). 3. Hastaya ait özellikler Kanserin gidißat› ve ak›betini etkileyen onlarca faktör incelenirken kanserin yeßermiß oldu¤u ortam›n özellikleri göz ard› edilmemelidir. E¤er ortam uygun olmasa idi kanser belki de hiç ortaya ç›kmayacakt›. Bu nedenle kanserin prognozunu belirleyen faktörler aras›nda belki de en önemlisi olan fakat buna karß›l›k hakketti¤i de¤eri göremeyen konu konak özellikleridir. ‹stedi¤i kadar kanser iyi prognostik özelliklere sahip olsun, e¤er kona¤›n durumu kötüyse, direnci o kanseri kald›ramayacak durumdaysa sonuç kötü olabilir. Larenks kanserinde prognoz belirleyici faktör olarak konak özellikleri s›ras›yla yaß, cinsiyet, beslenme durumu, genel durum ve immunolojik duyarl›l›k say›labilir. a. Yaß Literatürdeki veriler aras›nda yaß›n prognoz belirleyici faktör olarak önemi çok kesin olarak vurgulanmamaktad›r. Kimileri gençlerde prognozun Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 daha iyi gidißli oldu¤unu savunurlarken di¤erleri yaßl›larda prognozun daha iyi oldu¤unu idda ederler. ‹statistiksel olarak sürvi yaßl› hastalarda genel olarak daha k›sad›r (57, 58), fakat bunun nedeni yaßl› hastalarda kanserin daha kötü gidißli olmas›ndan de¤il bu yaß grubundaki hastalarda genellikle baßka sistem hastal›klar›n›n da var olma ihtimalinin yüksek olmas›d›r. Bizim klinik tecrübelerimize göre larenks kanseri genç hastalarda daha agressif seyretmekte, bunun neticesinde bu yaß grubu hastalarda sürvi beklentisi daha k›sa olmaktad›r. Yaßl› hastalar›n vücut dirençleri genç hastalara göre daha düßük, y›pranm›ßl›klar› daha yüksektir. Bu ßekilde düßününce kanserin bu yaß grubunda daha fazla ortaya ç›kmas›n› ve ç›k›nca da daha agressif seyretmesini beklemek ola¤and›r. Fakat buna karß›l›k e¤er kanser genç bir hastada ortaya ç›k›yorsa, ya bu bireyin direnci düßüktür, ya da kanser son derece agressiftir ki y›pranmam›ß ve immuniter direnci k›r›lmam›ß bir bünyede dahi ortaya ç›kabilsin. b. Cinsiyet Larenks kanserinde prognoz belirleyicisi olarak cinsiyet üzerinde pek fazla durulmaz. Larenks kanserinin ortaya ç›kmas›nda cinsiyetten daha ziyade kißisel al›ßkanlar rol oynar. Erkek popülasyonda daha yayg›n olan tütün kullan›m› nedeniyle glottik düzlemdeki larenks kanserleri erkeklerde daha s›k gözlenirken, supraglottik kanserlerde kad›n insidans› yükselir. c. Beslenme durumu Larenks kanserinin ortaya ç›kt›¤› bir hastan›n beslenme durumu hastan›n immunkompetans›n›n bir göstergesidir. Negatif nitrojen dengesinde olan bir hastan›n genel durumu daha kötüdür ve yap›lacak tedavilere yan›t› daha düßüktür. d. Genel durum Normal koßullarda hastan›n genel durumu yaß ilerledikçe bozulur. Genel olarak hastan›n performans kabiliyeti 3 farkl› sisteme göre de¤erlendirilir. Bunlar American Joint Committee on Cancer taraf›ndan öne sürülen HOST sistemi (59), Karnofsky skalas› (performans durumu kriterleri)(60) ve Eastern Coorporative Oncology Group Scale (ECOG) (61) olarak isimlendirilen sistemlerdir. Hastan›n genel durumu ya da performans kabiliyeti, tedavinin seçinimini de yönlendiren konulardan biridir. Fonksiyonel kapasitesi düßük olan bir Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 63 hasta kendisine öngerilen bir tedeavi (ör: cerrahi) için çok düßkün olabilir ve bu nedenle alternatif tedavi yöntemlerine (ör: radyoterapi) yönelebilir. Larenks kanser hastalar›n›n genellikle a¤›r sigara ve alkol ba¤›ml›l›klar› da oldu¤undan dolay› bu hastalarda baßka sistem hastal›klar› da bulunabilmektedir. Komorbidite olarak da isimlendirilen bu hastal›klar›n hem prognoz aç›s›ndan hem de tedavi protokolünün seçimi aç›s›ndan büyük etkileri vard›r. ‹lerlemiß yaß ile birlikte ortaya ç›kan genel durum bozuklu¤una etkili baßka faktörler de bulunmaktad›r. Öncelikle bu hastalar›n çok uzun y›llar sigara ve alkol kullan›m al›ßkanl›klar› bulundu¤undan dolay›, bu hastalarda kardiopulmoner sorunlar ortaya ç›kmaktad›r. Kronik alkolizm beraberinde yetersiz beslenme ve çeßitli emilim bozukluklar›n› da getirdi¤inden dolay› bu hastalarda nutrisyonel defisitler yo¤undur. Böyle bir durum da çeßitli vitamin, eser eleman ve mineral yetersizliklerini beraberinde getirir. Sonuçta a¤›r bir immun yetersizlik ortaya ç›kabilir ki bu hem kanserin kolay gelißimine yol açabilir, hem de ortya ç›km›ß olan kanserin prognozuna kötü etkisi vard›r. Hastada mevcut kardiyopulmoner yetersizlik tedavi seçimine de önemli derecede etki eder. E¤er hastada a¤›r bir kardiyopulmoner yetersizlik varsa tedavi protokolünü parsiyel cerrahiden total larenjektomiye, ve hatta cerrahi tedaviden radyasyon tedavisine çevirebilir. Yine hastada mevcut bir anemi, kan hastal›¤›, hipotiroidi hem iyileßme sürecini hem de postoperatif cerrahi komplikasyon oran›n› artt›racakt›r. e. ‹mmunolojik Yan›t olarak: Prognoz ile ilißkili immunolojik parametreler hakk›ndaki görüßler çok de¤ißkendir. Larenks kanseri bulunan hastalar›n bir ço¤unda immun defisitler ya da anormal immun reaksiyonlar gözlenir. Bu farkl›laßm›ß immun direnç birden fazla faktöre ba¤lanabilir; ör: alkol kullan›m›, virüsler, malnütrisyon, ileri yaß, vb). Tümör çevresinde lenfositler ya da plasma hücrelerinin birikimi vücudun tümör hücrelerine karß› göstermiß oldu¤u immunolojik reaktif bir yan›tt›r. Yine ayn› ßekilde servikal lenf ganglionlar›n›n göstermiß oldu¤u reaktif lenfositer hiperplazi yan›t› vücudun tümör ata¤›na karß› göstemiß oldu¤u bir dirençtir. 4. Tedaviye ait özellikler Larenks kanserinin tedavisinde baßl›ca 2 temel tedavi yöntemi uygulanmaktad›r; radyoterapi ve 64 Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler cerrahi. Kemoterapinin etkinli¤i s›n›rl› olup ya ileri evre olgularda palyatif amaçla kullan›lmakta, ya da deneysel baz› organ koruma protokollerinde uygulanmaktad›r. Erken evre larenks kanserlerinde cerrahi ile radyoterapinin etkinli¤i birbirine eßit olmakta birlikte baz› istisnai durumlar da mevcut. Vokal kordun serbest kenar›ndan kaynaklanm›ß T1a glottik kanserin tedavisinde ister cerrahi uygulans›n, ister rasyoterapi uygulans›n tedavi ßanslar› eßittir, prognozu etkilemez. Ancak ön komissür farkl› özelliklere sahip bir bölgedir. Gerek avasküler olußu ve bu nedenle radyasyonun maksimum etkinli¤i için gerekli oksijen konsantrasyonunu sa¤layamamas›, gerekse önünde kartilaj barier bulunmas› bu bölgenin radyorterapiye duyarl›l›¤›n› azalt›r. Bir ön komissür karsinomunda tedavi seçene¤i olarak cerrahi tercih edilmelidir. E¤er radyoterapi uygulan›rsa, prognoz ciddi anlamda düßer. ‹leri evre larenks kanserlerinde en iyi sonuç primer cerrahi ve postoperatif adjuvan radyoterapi ile ortak yap›lan kombine tedavi ile elde edilmektedir. E¤er ileri evre bir larenks kanserinin tedavisinde primer olarak radyoterapi ya da yanl›z cerrahi tedavi uygulan›rsa prognoz kötüleßir ve tedavi ßans› düßer. Yine ayn› ßekilde tedavi protokolünün seçilmesinde tümörün histolojik tipi çok önemli rol oynar. Örne¤in mezenkimal orijinli tümörler radyorezistan tümörler olarak s›n›flan›rlar. E¤er bir kondrosarkom olgusu primer olarak radyoterapi ile tedavi edilmeye kalk›ß›l›rsa, baßar›s›zl›k ßans› yüksektir ve dolay›s›yla prognoz kötüleßir. Larenksin mezenkimal tümörleri primer olarak cerrahi ile tedavi edilmelidirler. Epidermoid kanserler larenksin habis tümörlerinin en büyük bölümünü olußturur. Erken evre epidermoid tümörlerin hem radyoterapi ile hem de cerrahi ile tedavi ßanslar› bulunmaktad›r. Epidermoid kanserler iyi, orta ve az differansiye kanserler olarak gruplan›r. Az differansiye kanserler en agressif gidißli kanserler olup prognozlar› en kötü olanlard›r. Fakat ayn› zamanda az differansiye kanserler radyoterapiye çok iyi yan›t verirler. Erken evre az differansiye larenks kanserinin tedavisinde bu özellikten dolay› radyoterapi primer tedavi protokolü olarak seçilebilir. SONUÇ Larenks kanserinde teßhis konuldu¤u günün yar›n›n› gösteren mutlak bir kriter henüz saptanamam›ßt›r. Araßt›r›lan birçok faktör vard›r, hepsinin ortaya ç›kard›¤› bir umut ›ß›¤› vard›r fakat her bak›mdan tatmin edici tek bir faktör yoktur. Bunun yan›nda de- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Tablo 2: Larenks kanserinde iyi ve kötü prognostik kriterlerin azalan önem s›ras›na göre belirlenmesi (Larengeal panel, 62) ‹yi prognostik kriterler Kötü prognostik kriterler Metastaz olmamas› Fikse ya da mobilitesi azalm›ß adenopati Düßük "T" evresi Rekürren hastal›k Düßük "N" evresi Tümörün cildi tutmas› Ekstrakapsüler yay›l›m olmamas› Ekstrakapsüler yay›l›m Membranöz kordda s›n›rl› glottik primer ‹kinci malign primer Temiz cerrahi rezeksiyon s›n›rlar› Karsinojenlere maruz kalmaya devam etme Normal vokal kord mobilitesi Rezeksiyon s›n›rlar›nda tümör bulunmas› Karsinojenlere maruz kalman›n kesilmesi Transglottik lezyonlar Glottik primer Hava yolu obstrüksiyonu ve acil trakeotomi ‹yi differansiye histoloji Yüksek tümör hacim "doubling time" Sadece unilateral ve ipsilateral lenf nodlar› Düßük genel performans kabiliyeti Küçük total tümör volümü Posterior komissüre uzan›m Düßük invazyon derinli¤i Perinöral invazyon Kolayl›klar hareketli lenf nodlar› Nöroendokrin tümörler Vokal ligamanda epitelyal hareketin korunmas› 1 cm’den fazla subglottik uzan›m Eksofitik büyüme paterni Büyük tümör volümü Yüksek genel performans kabiliyeti Tümör invazyon derinli¤inin fazla olmas› Tümör s›n›rlar›n›n histolojik olarak itilmesi (pushing margins) Larenjektomi piyesinde lenf nodu metastaz› Lenf nodlar›n›n boyutunun küçük olmas› Vokal kord mobilitesinde azalma Hastan›n nutrisyonel durumunun iyi olmas› Mikroskopik vasküler invazyon Daha az say›da palpable lenf nodlar› bulunmas› ‹nfiltratif büyüme paterni Primer tümör boyutunun 2 cm’den küçük olmas› Lenf nodlar›n›n büyük olmas› Düßük tumor hacim "doubling time" N evresinde fazla say›da lenf nodu bulunmas› ¤ißik önemlerde hem klinik hem laboratuar bilgileri ›ß›¤›nda hastal›¤›n prognozu hakk›nda bilgi veren onlarca kriter bulunmaktad›r. Bu kriterleri düzenlemek ve daha iyi anlaß›lmas›n› sa¤lamak için Larengeal Cancer Association bir panel düzenlemiß ve larengologlar kendi fikirlerine göre önem s›ras›na göre iyi ve kötü prognostik kriterleri belirlemißlerdir. Bu kriterler tablo 2’de s›ralanm›ßt›r (62). Yukar›da da belirtildi¤i gibi anlat›lan kriterlerin hiç birinin mutlak prognoz belirleyici özelli¤i bulunmamaktad›r. Biopsi materyellerinin de¤erlendirecek moleküler biyoloji teknolojisinin gelißmesi ve daha sofistike biyolojik markerlar›n bulunmas› gelecekte larenks kanserinin biyolojik davran›ß›n› belirlemede daha fazla yard›mc› olacakt›r. KAYNAKLAR 1. Devaney KO, Hunter BC, Ferlito A, Rinaldo A. Pretreatment pathologic prognostic factors in head and neck squamous cell carcinoma. Ann Otol Rhinol Laryngol 106:983- 988, 1997. 2. Graem N, Helweg-Larsen K, Keiding N. Precision of histological grading of malignancy: Sources of variation in a histological scoring system for grading cancer of the larynx. Acta Pathol Microbiol Scand 88: 307, 1980. 3. Bennett SH, Futrell JL, Roth JA, et al. Prognostic significance of histologic host response in cancer of the larynx or hypopharynx. Cancer 28:1255, 1971. 4. Ghouri AF, Zamora RL, Sessions DG, et al. Prediction of occult neck disease in laryngeal cancer by means of a logixtic regression statistical model. Laryngoscope 104:1280, 1994. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 5. Pera E, Moreno A, Galindo L. Prognostic factors in laryngeal carcinoma: A multifactorial study of 416 cases. Cancer 58:928, 1986. 6. Russo A, Bazan V, Gebbia N, et al. Flow cytometric DNA analysis and lysosomal catephsins B and L in locally advanced laryngeal cancer: Relationship with clinicopathologic parameters and prognostic significance. Cancer 76:1757, 1995. 7. Welkoborsky HJ, Hinni M, Dienes HP, et al. Predicting recurence and survival in patients with laryngeal cancer by means of DNA cytometry, tumor front grading and proliferation markers. Ann Otol Rhino Laryngol 104:503, 1995. 8. Hirabayashi H, Koshii K, Uno K, et al. Ekstracapsuler spread of squamous cell carcinoma in neck lymph nodes: Prognostic factor of laryngeal cancer. Laryngoscope 101:502, 1991. 9. Stell PM: Prognosis in laryngeal carcinoma: Tumour factors. Clin Otolaryngol 15:69, 1990. 10. Resnick JM, Uhlman D, Niehans GA, et al. Servical lymph node status and survival in laryngeal carcinoma: Prognostic factors. Ann Otol Rhinol Laryngol 104:685, 1995. 11. Eiband JD, Elias EG, Suter CM. Prognostic factors in squamous cell carcinoma of the larynx. Am J Surg 158:314, 1989. 12. Foote RL, Buskirk SJ, Stanley RJ, et al. Patterns of failure after total larygectomy for glottic carcinoma. Cancer 64:143, 1989. 13. Goldsmith MM, Belchis DA, Cresson DH, et al. The importance of the eosinophil in head and neck cancer. Otolaryngol Head Neck Surg 106:27, 1992. 14. Kowalsky LP, Franco EL, de Andrade Sobrinho J. Factors influencing regional lymph node metastasis from laryngeal carcinoma. Ann Otol Rhinol Laryngol 104:442, 1995. 15. Ferlito A. Atypical forms of squamous cell carcinoma. In: Ferlito A, ed. Neoplasms of the Larynx. Edinburgh: Churchill Livingstone, 135-67, 1993. 16. Lewis JE, Olsen KD, Inwards CY. Cartilagenous tumors of the larynx: clinicopathologic review of 47 cases. Ann Otol Rhinol Laryngol 106:94, 1997. Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 65 17. Ho K-J, Jones JM, Herrera GA. Mucoepidermoid carcinoma of the larynx : a light and electron microscopic study with emphasis on histogenesis. South Med J 77:190, 1984. 18. Sinard RJ, Netterwille JL, Garrett CG, Ossoff RH. Cancer of the larynx. In: Myers EN, Suen JY, eds. Cancer of the Head and Neck, 3rd edn. Philedelphia: Saunders, 381-421, 1996. 19. Olsen KD, Lewis JE, Suman VJ. Spindle cell carcinoma of the larynx and hypopharynx. Otolaryngol Head Neck Surg 116:47, 1997. 20. Woodruf JM, Senie RT. Atypical carcinoid tumor of the larynx. A critical review of the literature.ORL J Otolaryngol Relat Spec 53:194, 1991. 21. Smith BC, Wenig BM. Neurogenic neoplasms including melanoma. In: Ferlito A, ed. Surgical pathology of laryngeal neoplasms. London: Chapman & Hall, 195-247, 1996. 22. Ferlito A, Altawilla G, Rinaldo A, Doglioni C. Basoloid squamous cell carcinoma of the larynx. Ann Otol Rhinol Laryngol 106:1024, 1997. 23. GneppDR. Small cell neuroendocrine carcinoma of the larynx. A critical review of the literature. ORL J Otolaryngol Relat Spec 53:210, 1991. 24. Kowalski LP, Franco EL, de Andrade Sobrinho J. Prognostic factors in laryngeal cancer patients submitted to surgical treatment. J Surg Oncol 48:87, 1991. 25. ManniJJ, Terhaard CHJ, de Boer MF, et al. Prognostic factors for survival in patients with T3 laryngeal carcinoma. Am J Surg 164:682, 1992. 26. Veyseller B. Larengofissür kordektomi. Uzmanl›k Tezi ‹stanbul T›p Fakültesi Kulak Burun Bo¤az Anabilim Dal›, 1998. 27. McGavran MH, Bauer WC, Ogura JH. The incidence of servical lymph node metastases from epidermoid carcinoma of the larynx and their relationship to certain characteristics of the primary tumor: A study based on the clinical and pathological findings for 96 patients treated by primary en bloc laryngectomy and radical neck dissection. Cancer 14:55, 1961. 28. Patt BS, Close LG, Vuitch F. Prognostic significance of sinus histiocytosis in metastatic laryngeal cancer. Laryngoscope 103:498, 1993. 29. Barona de Guzman R, Martorell MA, Basterra J, et al. Prognostic value of histopathological parameters in 51 supraglottic squqmous cell carcinomas. Laryngoscope 103:538, 1993. 30. Barona de Guzman R, Martorell MA, Basterra J, et al. Analysis of DNA content in supraglottic epidermoid carcinoma. Otolaryngol Head Neck Surg 108:706, 1993. 31. Devineni VR, Simpson R, Sessions D, et al. Supraglottic carcinoma:Impact on radiation thearpy on outcome of patientswith positive margins and extracapsuler nodal disease. Laryngoscope 101:767, 1991. 32. Hirabayashi H, Koshii K, Uno K, et al. Extracapsuler spread of squamous cell carcinoma in neck lymph nodes: prognostic factor in laryngeal cancer. Laryngoscope 101:502, 1991. 33. Johnson JT, Myers EN, Bedetti CD, et al. Cervical lymph node metastases. Inc›dence and implications of extracapsular carcinoma. Arch Otolaryngol 111:534, 1985. 34. Lefebvre JL, Castelain B, de la Torre JC, et al. Lymph node involvement in hypophayrnx and lateral epilarynx carcinoma: a prognostic factor. Head Neck Surg 10:14, 1987. 35. Poleksic S, Kalwaic HC. Prognostic value of vascular invasion in squamous cell carcinoma of the head and neck. Plast Reconst Surg 61:234, 1978. 36. Carter RL, Bliss JM, Soo KC, et al. Radical neck dissection for squamous cell carcinomas of the head and neck: A clinicopathologic study. Clin Otolaryngol 4:271, 1979. 37. Capiello J, Nicolai P, Antonelli AR, et al. DNA index, cellular proliferative activity and nucleolar organizer regions in cancers of the larynx. Eur Arch Otolaryngol 252:353, 1995. 38. Dursun G, Sak SD, Akyol G, et al. Overexpression of p53 in laryngeal carcinoma: clinicopathological implications. Ear Nose Throat J 74:645, 1995. 39. El-Naggar AK, Lopez-Varela V, Luna MA, et al. Intratumoral DNA content heterogenity in laryngeal squamous cell carcinoma. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 118:169, 1992. 40. Feinmesser R, Freeman JL, Noyek A, et al. Flow cytometric analysisi of DNA content in laryngeal cancer. J Laryngol Otol 104:485, 1990. 66 Larinks ve Baß Boyun Kanserlerinde Prognoz Belirleyici Faktörler 41. Goldsmith MM, Cresson DH, Postma DS, et al. Significance of poloidy in laryngeal cancer. Am J Surg 152:396, 1986. 42. Almodori G, Bussu F, Cadoni G, et al. Molecular markers in laryngeal Squamous cell carcinoma: Towards an integrated clinicobiological approach. Eur J Cancer 41:683, 2005. 43. Walter MA, Peters GE, Peiper SC. Predicting radioresistance in early glottic squamous cell carcinoma by DNA content. Ann Otol Rhinol Laryngol 100:523, 1991. 44. Westerbeek HA, Mooi Wj, Hilgers FJM, et al. Poloidy study and the response of T1 glottic carcinoma to radiotherapy. Clin Otolaryngol 18:98, 1993. 45. Stern Y, Aronson M, Shpitzer T, et al. Significance of DNA poloidy in the treatment of T1 glottic carcinoma. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 121:1003, 1995. 46. Toffoli G, Franchin G, Barzan L, et al. Brief report: Prognostic importance of cellular DNA content in T1-2 N0 laryngeal squamous cell carcinomas treated with radiothearpy. Laryngoscope 105:649, 1995. 47. Munck-Wickland E, Fernberg J-O, Kuylenstierna R, et al. Proliferating cell nuclear antigen (PCNA) expression and nuclear DNA content in predicting recurrence after radiotherapy of early glottic cancer. Eur J Cancer 29:75, 1993. 48. Lampe H: DNA analysis of head and neck squamous cell carcinoma by flow cytometry. Laryngoscope 103:637, 1993. 49. Roland NJ, Caslin AW, Bowie GL, et al. Has the cellular proliferation marker Ki67 any clinical relevance in squamous cell carcinoma of the head and neck? Clin Otolaryngol 19:13, 1994. 50. Anwar K, Nakakuki K, Naiki H, et al. Ras gene mutations and HPV infection are common in human laryngeal carcinoma. Int J Cancer 53:22, 1993. 51. Scambia G, Calozzi L, Panicci PB, et al. Expression of ras oncogen p21 protein in normal and neoplastic laryngeal tissues: Correlation with histopathological features and epidermal growth factor receptors. Br J Cancer 69:995, 1994. 52. Miyagucchi M, Olofsson J, Hellquist HB, et al. Expression of epidermal growth factor receptor in glottic carcinoma and its relation to recurrence after radiotherapy. Clin Otolaryngol 16t:466, 1991. 53. Maurizzi M, Scambia G, Benedetti Panici P, et al. EGF receptor expression in primary laryngeal cancer: Correaltion with clinico-pathological features and prognostic significance. Int J Cancer 52:862, 1992. 54. Anwar K, Nakakuki K, ‹mai H, et al. Over-expression of p53 protein in humal laryngeal carcinoma. Int J Cancer 53:952, 1993. 55. Bradfor CR, Zhu S, Wolf GT, et al. Overexpression of p53 predicts organ preservation using induction chemotherapy and radiation in patients with advanced laryngeal cancer. Otolaryngol Head Neck Surg 113:408, 1995. 56. Dolcetti R, Doglioni C, Maestro R, et al. P53 overexpression is an early event in the development of human squamous cell carcinonomas of the larynx: Genetic and prognostic implications. Int J Cancer 52:178, 1992. 57. Huygen PLM, Van Den Broek P, Kazern I. Age and mortality in laryngeal cancer. Clin Otolaryngol 5:129, 1980. 58. Katz AE. Immunologic staging of patients with carcinoma of the head and neck. Laryngoscope 93:445, 1983. 59. American Joint Comittee on Cancer (AJCC). Manual for staging of cancer, 3rd edn. Philedelphia: Lippincott, 1988. 60. Karnofsky DA, Abelmann WH, Vraver LF, et al. The use of nitrogen mustard in the palliative treatment of carcinoma with particular reference to bronchogenic carcinoma. Cancer 1:634, 1948. 61. Zubord CG, Schneiderman M, Frei E, et al. Appraisal of methods for the study of chemotherapy in man: comparative therapeutic trial of nitrogen mustard and triethylen thiophosphoramide. J Chron Dis 11:7, 1960. 62. Ferlito A, Bailey B. In: Diseases of the larynx. Edn: Prognostic factor of the larynx. 765. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 8 REKÜRREN VEYA METASTAT‹K BAÞ BOYUN SKUAMOZ HÜCREL‹ KARS‹NOM HASTALARININ TEDAV‹S‹ Ömer Küçük Özet: Rekürren veya metastatik baß boyun skuamöz hücreli kanseri (BBSHK) tedavisinde oldukça zorluklar olan bir hastal›kt›r. Ço¤u hastan›n bu evrede kür ßans› yoktur ve bir y›ldan az bir sürede bu hastal›k nedeniyle kaybedilirler. Uygulanan standart kemoterapi cisplatin ve 5-flourourasil kullan›lmas›d›r. Ancak bu tedavi protokolünün toksisitesi ço¤u hastada kullan›m›n› engellemektedir. Dolay›s›yla yeni, daha fazla etkili ve daha az toksik tedavi protokollerine ihtiyaç vard›r. Preklinik ve klinik çal›ßmalarda gemcitabine ve paklitaxel’in BBSHK’ne karß› etkili oldu¤u gösterilmißtir. Rekürren veya ileri evre BBSHK hastalar›nda gemcitabine 3000 mg/m2 iv 30 dakikada ve paklitaxel 150 mg/m2 iv 180 dakikada (GEMTAX) 2 haftada bir (28 günlük dönemlerin 1. ve 15.günleri) Rothenberg ve ark. (Ann Oncol 9:733738, 1998) tarif etti¤i gibi uygulanmas›n›n toksisitesi ve etkisini araßt›ran faz II bir çal›ßma baßlatt›k. Çal›ßmaya dahil olan hastalar›n 30’u önceden 1-2 kez kemoterapi alm›ß, hastalar›n 34’üne radyoterapi uygulanm›ß ve 35’i operasyon geçirmißti. Postoperatif adjuvan tedavi olarak 10 hastaya cisplatin ve 5-fluorouracil kemoterapisi, 20 hastaya eß zamanl› radyoterapi ve cisplatin uygulanm›ßt›. 45 hastaya 238 siklus tedavi verildi. Hastalar›n yaßam süreleri 1 ila 28 ay aras›nda (ortalama 15 ay) de¤ißmekteydi. Hastalar›n 26’s›nda grade 3 toksisite görüldü, hastalar›n hiçbirinde grade 4 toksisite gözlenmedi. Tedaviye cevab› de¤erlendirilen 32 hastan›n 3’ünde (%9) tam cevap, 16’s›nda (%50) k›smi cevap mevcuttu ve kapsaml› objektif cevap oran› %59 olarak de¤erlendirildi.. 8 hastada (%25) hastal›k stabil iken, 5 hastada (%16) tedavinin 4 siklusundan sonra progresyon izlendi. Rölatif olarak her iki ilaçtan da yüksek dozda uygulanm›ß olmas›na ra¤men tarif edilen dozlarda iki haftada bir uygulanan gemcitabine ve paclitaxel tedavisinin çok az toksisitesi vard›r. Bu protokolün ileri evre BBSHK’ inde belirgin etkisi oldu¤u görülmektedir. Gelecekte yap›lacak olan çal›ßmalar bu ve di¤er yeni protokolleri test edecek ve bahsedilen ajanlar› bu hastal›¤›n tedavisine ekleyecektir. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, kemoterapi, rekürrans, metastaz. Summary: Recurrent or metastatic squamous cell carcinoma of the head and neck (SCCHN) is a challenging disease to treat. Most patients are incurable at this stage and succumb to disease in less than one year. Standard chemotherapy has been the use of cisplatin and infusional 5-fluorouracil. However, the toxicity of this regimen has been prohibitive for many patients treated in the community. Therefore new more effective and less toxic treatment regimens are needed. In preclinical and clinical studies, gemcitabine and paclitaxel have shown activity against squamous cell carcinoma of the head and neck (SCCHN). We have initiated a phase II study in patients with recurrent or advanced SCCHN to investigate the efficacy and toxicity of gemcitabine 3000 mg/m2 iv in 30 min and paclitaxel 150 mg/m2 iv in 180 min (GEMTAX) administered biweekly (on days 1 and 15 of each 28-day cycle) as described by Rothenberg et al. (Ann Oncol 9:733-738, 1998). 30 patients on the study had received 1-2 previous chemotherapy regimens, 34 patients had previous radiation therapy and 35 had previous surgery. Ten patients had received previous cisplatin and 5-fluorouracil and 20 had concurrent radiation and cisplatin chemotherapy given as postoperative adjuvant therapy. 238 cycles were administered to 45 patients. Survival ranged from 1 to 28+ months (median 15). There were 26 grade 3 toxicities and no grade 4 toxicities. Among the 32 response-evaluable patients, 3 had complete response (9%), 16 had partial response (50%), with an overall objective response rate of 59%. Eight patients (25%) had stable disease and 5 (16%) had progressive disease after 4 cycles of treatment. The biweekly regimen of gemcitabine and paclitaxel at the prescribed doses had little toxicity even though relatively large doses of the two drugs were administered. This regimen appears to have remarkable activity in advanced SCCHN. Future clinical trials should test this and other novel regimens and add targeted agents in the treatment of this disease. Key Words: Head neck cancer, chemotherapy, recurrence, metastasis. G‹R‹Þ Baß boyun skuamöz hücreli kanser (BBSHK) tan›s› olan hastalardan uzak metastaz› olanlar veya cerrahi ve radyoterapi sonras› kal›c› veya rekürren hastal›¤› olanlar›n prognozu kötüdür(1). Bu durumda kemoterapinin rolü palyatiftir ve cisplatin 5-flourourasil protokolü bu hastalarda en çok kullan›lan tedavi ßeklidir. Buna ra¤men bu hastalarda tam cevap az- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 d›r ve cevap süresi k›sad›r. Ço¤u hasta bir y›l içinde bu hastal›k nedeniyle kaybedilirler. Dolay›s›yla bu hasta popülasyonu için yeni ve daha etkili ilaçlar›n ve kombinasyonlar›n tan›mlanmas› gerekmektedir. Bu ileri evre hastal›k için standart tedavi seçenekleri ßöyle s›ralanabilir: (a) radyoterapi baßar›s›z veya teknik olarak uygulanam›yorsa cerrahi rezeksiyon; (b) cerrahi baßar›s›z olmuß ise radyoterapi ama Rekürren veya Metastatik Baß Boyun Skuamoz Hücreli Karsinom Hastalar›n›n Tedavisi 67 daha öncesinde di¤er tedavileri engelleyecek ßekilde küratif dozda radyoterapi almam›ß olmal› (2); ve (c) cerrahi baßar›s›z olmuß ve teknik olarak olanak var ise kurtarma cerrahisi. Klinik de¤erlendirmeye göre uygulanabilecek tedavi seçenekleri ise (a) kemoterapi kullan›lmas› (3-7); (b) hipertermi veya radyasyon tedavisi kullan›lmas›d›r. Daha fazla cerrahi veya radyoterapiye izin vermeyen metastatik veya rekürren hastal›¤› olan hastalarda kemoterapi düßünülür. Klavikula üzerinde relaps gözlenen baß boyun kanseri hastalar› ek cerrahi ile bazen kurtar›labilir. Ancak tüm hastal›k cerrahi ile ç›kar›lam›yorsa kurtulma ihtimali çok azd›r, özellikle de daha önce ald›¤› radyoterapi nedeniyle postoperatif radyoterapi uygulanamayacak ise. Vikram ve ark. bu ßekilde 21 hastada intraoperatif brakiterapi kullanm›ßlard›r (2). 16 hastada cerrahi ve radyoterapi sonras›, 5 hastada ise küratif radyoterapi sonras› rekürrens görülmüßtür. 11 hastada geçici iridyum-192 (ortalama doz 4,800 rad, 6 günde) implant›, 10 hastada kal›c› iodine-125 (ortalama aktivite 13 mCi) implant› ile radyoterapi verilmißtir. Üç hastada (%14) cerrahi saha içinde relaps görülürken, di¤er alt› hastada (%28) ise baßka bir yerde relaps veya metastaz gelißimi görülmüßtür. Komplikasyonlar dört hastada (%19) ortaya ç›km›ß ve bir hastada ölüm ile sonuçlanm›ßt›r. Do¤rulanm›ß hastal›ks›z yaßam süresi 2 y›l için %55 iken lokal hastal›k kontrol oran› %81 olarak bildirilmißtir. Yazarlar intraoperatif brakiterapinin yüksek riskli baß boyun kanseri hastalar›nda kurtar›c› olabilece¤ini önermißlerdir. Kemoterapi cerrahi veya radyoterapi için aday olmayan rekürren BBSHK hastalar›nda tek modalite olarak incelenmißtir. Prospektif randomize bir çal›ßma rekürren BBSHK hastalar›nda metotreksat’›n (MTX) cisplatine (DDP) göre rölatif etkinli¤ini, toksisitesini ve tolerans›n› ortaya koymak için olußturulmußtur (4). 44 hasta haftada bir 40-60 mg/m2 iv puße, veya dört haftada bir 1. ve 8. günlerde 50mg/m2 6 sa infüzyon alacak ßekilde rasgele ayr›lm›ßt›r. Tüm hastalar›n gözle görülebilir hastal›¤› mevcut ve hastalar›n performanslar› (Karnofsky skalas›) %60’›n üzerindedir. Tüm hastalar cerrahi ve/veya radyoterapi ile tedavi edilmißtir. Hiç bir hasta daha önce kemoterapi almam›ßt›r. Önceki tedavi, performans durumu ve primer hastal›k bölgesi her iki grupta benzerdir. Tam ve k›smi objektif cevaplar MTX grubunun %23,5’inde, DDP grubunun %28,6’s›nda elde edilmißtir (p=0,51).ortalama cevap süresi MTX grubunda 6,1 ay, DDP grubunda 6,3 ay olarak de¤erlendirilmißtir. Mukozit MTX grubunda hastalar›n %38’inde görülürken DDP grubunda hiç bir hastada görülmemißtir. Kusma DDP grubunda %87 hastada görülürken, MTX grubunda %10 hastada izlenmißtir. Bu çal›ßma rekürren BBSHK tedavisinde MTX ve DDP’nin 68 Rekürren veya Metastatik Baß Boyun Skuamoz Hücreli Karsinom Hastalar›n›n Tedavisi etkinli¤inin eßit olmakla beraber MTX’in daha iyi tolere edildi¤ini ortaya koymußtur. ‹leri evre ve rekürren baß boyun kanseri tedavisinde en aktif kemoterapi protokollerinden biri daha önce tedavi almam›ß ileri evre kanserde %90, rekürren hastal›¤› olanlarda %70 cevap oran› ile cisplatin (DDP) + 5-fluorouracil (5-FU) infüzyonudur. Wayne State Üniversite hastanesinde 44 hasta 1 gün DDP (100 mg/m2) ve 4 gün 5-FU (1000 mg/m2/gün sürekli infüzyon) ile 1 gün DDP (100 mg/m2) ve 1. ve 8. günlerde bolus 5-FU (600 mg/m2) uygulanan randomize bir çal›ßmaya kat›ld› (5). 38 hastaya 3 kür indüksiyon kemoterapisi uyguland›. Infüzyon kolunda cevap oran› %72 (tam cevap[TC] 4/18 + k›smi cevap [KC] 9/18 ), bolus kolunda %20 (TC 2/20 + KC 2/20)olarak ölçüldü.cevaplar aras›ndaki fark kikare testi kullan›larak yap›lan istatiksel de¤erlendirmede anlaml› olarak bulundu (p<0,01). Bolus kolundaki hastalar›n %70’inde pek çok sefer evre 3-4 lökopeni ortaya ç›kt›. Buna ek olarak bolus kolundaki hastalar›n %50’sinde trombositopeni gözlendi. Stomatit infüzyon kolunda daha s›k gözlendi ama hafif ve geçiciydi. 3 kür Cisplatin + 5-FU infüzyonu DDP ve bolus 5-FU ile karß›laßt›r›ld›¤›nda baßlang›ç kemoterapisi olarak daha yüksek cevap olußturdu. 163 rekürren veya metastatik BBSHK hastas›nda yap›lan randomize bir klinik çal›ßmada metotreksat, bleomisin ve DDP’den olußan bir kemoterapi kombinasyonu, haftada bir tek baß›na metotreksat terapisi ile karß›laßt›r›lm›ßt›r (6). Kombine tedavi %48 cevap olußtururken, metotreksat tek baß›na uyguland›¤›nda %35 cevap görülmüß ve tam cevap oranlar› s›ras›yla %16 ve %8 olarak de¤erlendirilmißtir. Kapsaml› ve tam remisyon oranlar› anlaml›d›r (p=00,4). Cevap verenler aras›nda incelendi¤inde hastal›¤›n ilerlemesi için geçen ortalama sure kombinasyon grubunda 5,8 ay, metotreksat grubunda 5 ay ve her iki grup için ortalama yaßam süresi 5,6 ay olarak bulunmußtur. Toksisite her iki grupta benzerdir. Boyunda fikse lenf nodu ve uzak metastaz› olmayan ayaktaki hastalarda daha iyi cevap gözlenmißtir. Kötü performans durumu, uzak metastaz, a¤›r sigara içicisi olma hikayesi ve komßu organ invazyonu ve benzer olarak kilo kayb›, boyunda tümör varl›¤› ve a¤›r alkol içicili¤i de k›sa yaßam süresi ile ilißkili bulunmußtur. Metotreksata bleomisin ve cisplatin eklenmesi daha fazla remisyon görülmesini sa¤lam›ß, ama ileri evre BBSHK seyrinde önemli bir etki sa¤lamam›ßt›r. Rekürren/metastatik baß boyun kanserinde kombinasyon kemoterapisinin tek ajan tedavisine üstünlü¤ünün olup olmad›¤›n› ortaya koymak için Jacobs ve ark. DDP ve 5-FU tek ve kombine olarak kullan›mlar›n›n etkisini ve toksisitesini faz III bir çal›ßmada Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 karß›laßt›rm›ßt›r (7). 249 rekürren baß boyun kanseri hastas› üç ayr› tedavi seçene¤inden birine, DDP (100 mg/m2) ve 5-FU (1 g/m2 x 4), DDP, veya 5-FU 3 haftada bir, rasgele al›nm›ßt›r. Kombinasyonun kapsaml› cevap oran› (%32), DDP (17%) veya 5FU’den (13%) daha fazla bulunmußtur (p=0,35). Cevab›n iyi performans durumu ile ilißkili ama primer bölge, rekürrens yeri, histoloji, önceki radyoterapi veya doz ßiddeti ile ilißkili olmad›¤› görülmüßtür. Ortalama progresyon zaman› 2,5 aydan k›saym›ß ve ortalama yaßam süresi (5,7 ay) tüm gruplar ars›nda fark gözlenmemißtir. Hematolojik toksisite ve alopesi kombinasyon kolunda daha s›k›nt›l› olmußtur. DDP ve 5-FU kombinasyonunun cevap oran› tek ajan ile elde edilenden daha yüksek olmas›na ra¤men yaßam oranlar›nda iyileßme sa¤lanamam›ßt›r. Paklitaxelin baß boyun kanserinde %38 objektif cevap oran› ile önemli bir tek ajan etkisi vard›r (8). Yak›n zamanda tamamlanan baß boyun kanserinde yap›lan faz II çal›ßma %40 tam ve k›smi cevap göstermiß ve paklitaxeli bu hastal›k için en etkili ajan olarak önermißtir (9). Paklitaxelin pek çok farmakolojik etkileri vard›r. ‹nsan kanser hücrelerinde polimerizasyonu artt›r›r ve mikrotübülleri stabilize eder; G2M interfaz›nda blokaj olußturur; apoptozisi baßlat›r; ve proliferasyonu inhibe eder (10). Gemcitabine çok çeßitli solid tümörde; pankreas , meme (12), akci¤er (13), ve over (14); etkisi gösterilmißtir. Yak›n zamanda yap›lan bir çal›ßmada baß boyun kanserinde rölatif olarak düßük doz (800 mg/m2) kullan›lm›ß ve 62 hastan›n 7’sinde k›smi cevap rapor edilmißtir (15). rekürren, histolojik veya sitolojik olarak ispatlanm›ß BBSHK vard›. Hastalar önceden ya primer tedavi yada adjuvan olarak kemoterapi alm›ßlard›. ‹lk ald›¤› radyoterapi bu çal›ßmaya al›nmadan en az 4 hafta önce tamamlanm›ßt› ve ilk tedavinin tüm toksisiteleri geçmiß olmal›yd›. Hatalarda iki boyutlu gözle görülür, de¤erlendirilebilen hastal›k vard› ve tedaviye kabullerinden önce 28 gün içerisinde tüm de¤erlendirilebilen ve ölçülebilen hastal›klar› dokümante edildi. Çal›ßma süresince hastalar BBSHK için hiçbir eß zamanl› tedavi (örn: radyoterapi, kemoterapi, immünoterapi, bioterapi ve gen tedavisi gibi) almad›lar. Hastalarda kemoterapi tolerans›n› etkileyebilecek hiçbir ciddi organ bozukluklar› veya eßlik eden herhangi bir ciddi hastal›k yoktu. Tüm hastalardan kurumsal ve federal kurallar do¤rultusunda yaz›l› bilgilendirilmiß onam formu al›nd›. Gemcitabine iv 3000 mg/m2 30 dakikan›n üzerinde ve paclitaxel 150 mg/m2 60 dakikan›n üzerinde verildi.paklitaxel gemcitabine'den sonra uyguland›. Tedavi 2 haftada bir uygun doz modifikasyonu yap›larak hastal›kta progresyon, kabul edilemeyen bir toksisite, veya 4 siklustan sonra tam remisyondan herhangi biri önce görülene kadar tekrarland›. Uygun premedikasyon yap›ld› (dexamethasone, ondansetrone, diphenhydramine, ve ranitidine). Rothenberg ve ark. (16) gemcitabine ve paklitaxel kombinasyonu (GEMTAX) ile faz I bir çal›ßma olußturmußlar ve faz II çal›ßmalarda iki haftada bir uygulanan gemcitabine 3000 mg/m2 ve paclitaxel 150 mg/m2 kullan›lmas›n› önermißlerdir. Bu düßük dozlarda daha önce ald›¤› iki kemoterapi protokolünün baßar›s›z oldu¤u refrakter baß boyun kanseri olan bir hastan›n da dahil oldu¤u pek çok tümör tipinde etkisi gözlenmißtir. GEMTAX her iki ajanda bu hastal›¤a etkili oldu¤u için ileri evre baß boyun kanseri tedavisinde ilgi çekici bir protokoldür. Her iki ajan›n etki mekanizmas› farkl›d›r ve faz I çal›ßmada kombinasyonun hafif bir toksisite profili oldu¤u gösterilmißtir (16). Dolay›s›yla gemcitabine ve paklitaxel kombinasyonunun ileri evre baß boyun kanseri tedavisinde önemli bir etkisi vard›r. 45 hastaya 238 siklus kemoterapi uyguland›. 30 hastaya daha önce 1-3 kemoterapi protokolü uygulanm›ß, 34 hastaya önceden radyoterapi uygulanm›ß ve 35 hasta önceden cerrahi geçirmißti. 10 hastaya cisplatin ve 5-FU ve 20 hastaya eßzamanl› radyoterapi ve cisplatin kemoterapisi postoperatif adjuvan tedavi olarak verildi. Hastalar›n yaßam süreleri 1 ila 28 ay aras›nda (ortalama 15 ay) de¤ißmekteydi. Hastalar›n 26’s›nda grade 3 toksisite görüldü, hastalar›n hiçbirinde grade 4 toksisite gözlenmedi. Tedaviye cevab› de¤erlendirilen 32 hastan›n 3’ünde (%9) tam cevap, 16’s›nda (%50) k›smi cevap mevcuttu ve kapsaml› objektif cevap oran› %59. 8 hastada (%25) hastal›k stabil iken, 5 hastada (%16) tedavinin 4 siklusundan sonra progresyon izlendi. Rölatif olarak her iki ilaçtan da yüksek dozda uygulanm›ß olmas›na ra¤men tarif edilen dozlarda iki haftada bir uygulanan gemcitabine ve paclitaxel tedavisinin çok az toksisitesi vard›r. Bu protokolün ileri evre BBSHK’ inde belirgin etkisi oldu¤u görülmektedir. Gelecekte yap›lacak olan klinik çal›ßmalar indüksiyon ayarlamada bu protokolü test edecektir. Persistan, rekürren veya metastatik BBSHK hastalar›n›n tedavisinde GEMTAX [gemcitabine (Gemzar) ve paclitaxel (Taxol) kombinasyonu] protokolünün etkisini ve toksisitesini araßt›rmak için pilot bir çal›ßma olußturduk. Hastalarda metastatik veya tam bir cerrahi ve/veya radyoterapiyi takiben persistan veya Sonuç olarak medikal onkolojide rekürren ve metastatik BBSHK önemli bir problem olmay› sürdürmektedir. Bu hastalar var olan kemoteröpatik ajanlar ile tedavi edilemez olarak düßünülmektedir. Taxanlar›n bu hastal›kta önemli etkileri oldu¤u gösterilmißtir ve yeni protokollere dahil edilebilecektir. (11) Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Rekürren veya Metastatik Baß Boyun Skuamoz Hücreli Karsinom Hastalar›n›n Tedavisi 69 Düßük toksisitesi olan yeni kemoterapi protokolleri gelißtirilmelidir. Cetuximab, erlotinib ve bevacizumab gibi hedeflenen ajanlar›n bu hastal›kta umut verici aktiviteleri gösterilmißtir. Gelecekteki çal›ßmalar bu hedeflenen ajanlar›n kombinasyonlar›n› veya s›ras›yla de¤ißik kemoterapotik ajanlarla kombinasyonlar›n› araßt›racakt›r. KAYNAKLAR 1. Clayman GL, Lippman SM, Laramore GE, Hong WK. Head and neck cancer. In "Cancer Medicine", 4th Edition, Holland JF, Bast RC Jr, Morton DL, Frei E III, Kufe DW, Weichselbaum RR (editors), Williams and Wilkins, Baltimore, MD, pp. 1645-1710, 1997. 2. Vikram B, Strong EW, Shah JP, Spiro RH, Gerold F, Sessions RB, Hilaris BS. Intraoperative radiotherapy in patients with recurrent head and neck cancer. Am J Surg 150:485-7, 1985. 3. Hong WK, Bromer R. Chemotherapy in head and neck cancer. N Engl J Med 308:75-9, 1983. 4. Hong WK, Schaefer S, Issell B, Cummings C, Luedke D, Bromer R, Fofonoff S, D'Aoust J, Shapshay S, Welch J, Levin E, Vincent M, Vaughan C, Strong S.A prospective randomized trial of methotrexate versus cisplatin in the treatment of recurrent squamous cell carcinoma of the head and neck. Cancer 52(2):206-10, 1983. 5. Kish JA, Ensley JF, Jacobs J, Weaver A, Cummings G, AlSarraf M. A randomized trial of cisplatin (CACP) + 5fluorouracil (5-FU) infusion and CACP + 5-FU bolus for recurrent and advanced squamous cell carcinoma of the head and neck. Cancer 56:2740-4, 1985. 6. Vogl SE, Schoenfeld DA, Kaplan BH, Lerner HJ, Engstrom PF, Horton J. A randomized prospective comparison of methotrexate with a combination of methotrexate, bleomycin, and cisplatin in head and neck cancer. Cancer 56(3):432-42, 1985. 70 Rekürren veya Metastatik Baß Boyun Skuamoz Hücreli Karsinom Hastalar›n›n Tedavisi 7. Jacobs C, Lyman G, Velez-Garcia E, Sridhar KS, Knight W, Hochster H, Goodnough LT, Mortimer JE, Einhorn LH, Schacter L, et al. A phase III randomized study comparing cisplatin and fluorouracil as single agents and in combination for advanced squamous cell carcinoma of the head and neck. J Clin Oncol 10(2):257-63, 1992. 8. Schantz SP, Harrison LB, Forastiere AA. Tumors of the nasal cavity and paranasal sinuses, nasopharynx, oral cavity, and oropharynx. In "Cancer: Principles and Practice of Oncology", 5th Edition, DeVita VT Jr, Hellman S, Rosenberg SA (editors), Lippincott-Raven, Philadelphia, PA, pp. 741801, 1997. 9. Forastiere AA. Paclitaxel (Taxol) for the treatment of head and neck cancer. Semin Oncol 21:49-52, 1994. 10. Gan Y, Wientjes G, Schuller DE, Au J L-S. Pharmacodynamics of taxol in human head and neck tumors. Cancer Res 56:2086-2093. 1996. 11. Niyikiza C, Anderson JS, Tarassoff PG, Rothenberg ML, et al. Prognostic factors in a randomized trial of gemcitabine versus 5-FU as first line therapy in advanced pancreatic cancer and in pancreatic cancer patients failing 5-FU receiving gemcitabine as palliative therapy. Proc ASCO 15:506, 1996. 12. Carmichael J, Possinger K, Phillip P, Beykirch M, Kerr H, Walling J, Harris AL. Advanced breast cancer: A phase II trial with gemcitabine. J Clin Oncol 13:2731-2736, 1995. 13. Sorensen JB. Gemcitabine in non-small cell lung lung cancer. Lung Cancer 12 Suppl 1: S173-S175, 1995. 14. Lund B, Hansen OP, Theilade K, Hansen M, Neijt JP. Phase II study of gemcitabine (2'2'- difluorodeoxycytidine) in previously treated ovarian cancer patients, JNCI 86:15301533, 1994. 15. Catimel G, Vermorken JB, Clavel M, et al. A phase II study of gemcitabine in patients with advanced squamous cell carcinoma of the head and neck. Ann Oncol 5:543-547, 1994. 16. Rothenberg ML, Eckardt JR, Weiss GR, et al. Preliminary results of a phase I trial of gemcitabine and paclitaxel in patients with refractory solid tumors. Recent Clinical Advances with Gemzar (gemcitabine HCl) 1:11-14, 1996. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 9 BOYUN D‹SEKS‹YONLARI Þefik Hoßal Özet: Baß boyun kanserlerinde boyun metastaz› en önemli prognozu belirleyici faktördür, gerek N0 gerek N+ boyunda boyun diseksiyonu en önemli tedavi alternatifidir. Primer tümörün anatomik lokalizasyona göre boyun zonlar›na metastaz gelißti¤i retrospektif çal›ßmalarla belirlenmißtir. Bu nedenle son y›llarda selektif boyun diseksiyonlar› uygulanmaktad›r. Bu makalede boyun metastaz paternleri, boyun diseksiyonlar›n›n s›n›fland›r›lmas› ve endikasyonlar› tart›ß›lm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, boyun metastaz›, boyun diseksiyonu Summary: Neck metastasis is the main prognostic factor in the management of head and neck cancers. In both N0 and N+ cases neck dissection is the main treatment choice. Retrospective studies have shown that primary tumor site determines the metastatic pattern to neck zones. Selective neck dissections are being used based on this data. In this article neck metastasis patterns, indications and classification of neck dissections are discussed. Key Words: Head neck cancer, neck metastasis, neck dissection Baß boyun bölgesinde görülen yass› hücreli karsinomlar en s›k boyun bölgesindeki lenf nodlar›na metastaz yapar ve bu bölgenin kanserlerinin tedavisinde temel ilke, primer tümör ile birlikte boyun lenfatiklerinin tedavisidir. Hastalar›n % 40’›nda ilk tan› konuldu¤unda servikal lenf nodu metastaz› vard›r (1). Baß boyun bölgesinde lenf nodu metastaz› en önemli prognostik faktörlerden biridir. Servikal lenf nodu metastaz› olmayanlarda 5 y›ll›k sa¤kal›m % 80 iken, metastaz varl›¤›nda bu oran % 40’a düßmektedir (2). Bunun yan› s›ra metastatik lenf nodlar›n›n say›s›, lokalizasyonu ve ekstrakapsüler yay›l›m da prognozu etkileyen di¤er faktörler aras›ndad›r. Baß boyun kanserlerinde boyun tedavisinin tarihçesine bak›ld›¤›nda 20. yy öncesinde sadece Kocher, Parkard gibi birkaç yazar taraf›ndan boyun tedavisine de¤inildi¤i görülmektedir. Bunlar›n yan› s›ra servikal lenfadenedektominin temellerini ortaya koyan ve gelißtiren kißi George Crile (1906) olmußtur. Crile, baß boyun kanserlerinde uzak hematojen metastazlar›n çok nadir oldu¤una ve lenfatik permeasyon yoluyla metastazlar›n daha çok boyunda görüldü¤üne inanm›ßt›r. Crile taraf›ndan tan›mlanan radikal boyun diseksiyonu Conley ve Martin gibi otörlerle dahada popülarize edilmißtir. Boyun cerrahisinde ilk konservatif yaklaß›m (fonksiyonel boyun diseksiyonu) 1960’larda Arjantin’de Suarez taraf›ndan kullan›lm›ß olup, Bocca ve Pignatora birbirlerinden ba¤›ms›z olarak lenfatik olmayan yap›lar›n korundu¤u ve tüm lenf nodlar›n›n temizlendi¤i operasyonu tan›mlam›ßlard›r. Baz› lenf Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 nodu gruplar›n›n korundu¤u selektif boyun diseksiyonu terimi daha sonralar› Amerikan Kulak Burun Bo¤az ve Baß-Boyun Cerrahisi Akademisi ’nin lenf nodu klasifikasyonuna ba¤l› olarak ortaya ç›km›ßt›r. Bu yaklaß›m kanserin primer yerine göre tahmini olarak metastaz olabilecek lenf nodu gruplar›n›n rezeke edilmesine dayanmaktad›r. Baß boyun kanserlerinde primer lezyonun tedavisi için radyoterapinin kullan›lmas›yla birlikte elektif boyun radyoterapiside gündeme gelmißtir (2). SERV‹KAL LENF NODLARININ GRUPLANDIRILMASI VE BOYUN METASTAZLARININ SEYR‹ Boyun lenfatiklarden çok zengin bir bölge olup, tüm vücut lenf nodlar›n›n yaklaß›k 1/3’ü¸ boyunda bulunur. Baß boyun primer kanserlerinin servikal lenf nodlar›na yay›l›m paterni, boyun diseksiyonu yap›lan çok say›da hasta içeren geniß serilerin retrospektif incelenmesiyle araßt›r›lm›ßt›r. Buna göre her bölgenin kanseri belli lenf nodu gruplar›na drene olmaktad›r. Amerikan Kulak Burun Bo¤az ve Baß-Boyun Cerrahisi Akademisi (1991) baß boyun cerrahlar› aras›nda standardizasyonu sa¤lamak için bir s›n›fland›rma yapm›ßt›r ve 2002 y›l›nda bu s›nfland›rma güncelleßtirilmißtir (Þekil 1) (3). Buna göre; Bölge I: Bu bölgede iki önemli lenf nodu grubu bulunmaktad›r; submental üçgende (digastrik adale ön kar›nlar› ve hiyoid aras›) bulunan submental nodlar (IA) ve submandibüler üçgende (di- Boyun Diseksiyonlar› 71 grup; spinal aksesuar sinir çevresinde yerleßmißtir (VA). ‹kinci grup; transvers servikal arter boyunca posterior üçgenin alt k›sm›nda bulunur (VB). Üçüncü grupu ise supraklavikular lenf nodlar› olußturur (VC). Bu nodlar›n klavikula alt›na uzanan ayr› bir grubuna da Virchow nodu ad› verilir. Þekil 1: Boyun lenf nodu seviyeleri. Bölge VI: Bu bölge boynun anterior kompartman›n› kapsar ve her iki yanda s›n›rlar›n› karotis k›l›f› olußtururken, üstte hiyoid kemik, altta suprasternal çentik di¤er s›n›rlar›n› olußturur. Peritiroidal, peritrakeal, prekrikoid (Delphian) lenf nodlar›yla, reküren laringeal sinir boyunca yerleßen lenf nodlar› bu bölgede bulunmaktad›r. Buran›n lenfatikleri tiroid bezi, priform sinüs apeksi, subglottik larinks, servikal ösefagus ve servikal trakea kökenli kanserlerin yay›l›m›nda rol oynar. gastrik adale ön ve arka kar›nlar› ile mandibüla aras›) yer alan submandibüler nodlar (IB). Bu bölgedeki lenf nodlar› submandibüler bezle çok yak›n ilißkili oldu¤undan lenf bezlerinin tamam›n› ç›karabilmek için submandibüler bezin de birlikte ç›kar›lmas› gerekmektedir. Baß boyun karsinomlar›n›n lenfatik drenaj› tümör yerleßim yerine göre önceden tahmin edilebilen bir patern gösterdi¤inden, buna göre klinik N0 olgularda uygun boyun diseksiyon tipine karar verilebilir. Tümör yerleßim yerine göre risk alt›nda bulunan lenf nodu gruplar› Tablo 1’de özetlenmißtir (1) . Bölge II: Üst juguler lenf nodlar›n› içeren bölgeyi kapsar (aksesuar sinirin ön alt›nda kalanlar IIA ve arka üstünde kalanlar IIB). Bu bölge üst 1/3 jugüler veni ve spinal aksesuar siniri içerir; üstte kafa kaidesinden altta karotis bifurkasyonuna (cerrahi s›n›r) veya hiyoid kemi¤e (klinik s›n›r) kadar uzan›r. Lateral s›n›r›n› sternokleidomastoid adalenin arka s›n›r› yaparken, medial s›n›r›n› sternohiyoid adale lateral s›n›r›, digastrik adale arka karn› ve stilohiyoid adale olußturur. Bölge III : Bu bölge orta jugüler lenf nodlar›n› içerir. Bu nodlar internal jugüler venin 1/3 orta kesiminde, üstte karotis bifurkasyonundan (cerrahi s›n›r) veya hiyoid kemik seviyesinden (klinik s›n›r) altta omohiyoid adale ile internal jugüler venin kesißti¤i yere (cerrahi s›n›r) veya krikoid alt s›n›r›na (klinik s›n›r) kadar uzanan bölgede lokalizedir. Sternokleidomastoid adalenin arka s›n›r› bu bölgenin lateral s›n›r›n›, sternohiyoid adalenin lateral s›n›r› da medial s›n›r›n› olußturur. Bölge IV: Bu bölge alt jugüler lenf nodlar›n› içerir ve s›n›rlar›n› üstte omohiyoid adale (cerrahi s›n›r) veya krikoid (klinik s›n›r), altta klavikula, lateralde sternokleidomastoid adalenin arka kenar› ve medialde ise sternohiyoid adale olußturur. Bölge V: Bu bölge posterior üçgendeki tüm lenf nodlar›n› içerir. S›n›rlar›n› lateralde trapez adalenin ön kenar›, medialde sternokleidomastoid adalenin arka kenar›, inferiorda klavikula olußturur. Burada ki lenf nodlar› baßl›ca üç grupta incelenir. Birinci 72 Boyun Diseksiyonlar› Tablo 1. Tümör Lokalizasyonuna Göre Risk Alt›ndaki Lenf Nodu Gruplar› TÜMÖR YERLEÞ‹M‹ R‹SK ALTINDAK‹ LENF NODU GRUPLARI Oral kavite I, II ve III, (IV?) Orofarinks II, III, IV Hipofarinks II, III, IV ve VI, (retrofaringeal) Larinks II, III, IV ve VI Tiroid II?, III, IV, V ve VI Parotis Preauriküler, peri-intraparotid, II, III ve V Submandib¸ler bez I, II ve III Baß boyun cildi ön k›sm› Preauriküler, peri-intraparotid, I, II, III ve IV Baß boyun cildi arka k›sm› Postauriküler, suboksipital, II, III, IV ve V Boyundaki metastatik lenf nodlar›n›n evrelendirilmesi "The American Joint Committee on Cancer (AJCC)" taraf›ndan yap›lm›ßt›r. Buna göre boyun evrelemesi aßa¤›daki gibidir (4); N0 : Bölgesel lenf nodu metastaz› yok N1 : En büyük boyutu 3 cm veya daha küçük olan, tek, ipsilateral lenf nodu metastaz› Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 N2a : En büyük boyutu 3 cm’den büyük, 6 cm’den küçük olan tek ipsilateral lenf nodu metastaz› N2b : En büyük boyutu 6 cm’yi geçmeyen, multipl, ipsilateral lenf nodu metastaz› N2c : En büyük boyutu 6 cm’yi geçmeyen, multipl, iki tarafl› veya kontralateral lenf nodu metastaz› N3 : En büyük boyutu 6 cm’den büyük lenf nodu metastaz› NODAL METASTAZA ETK‹ EDEN FAKTÖRLER Primer Tümörün Lokalizasyonu: Primer tümörün bulundu¤u organ›n lenfatik kapillerden zengin olmas›, lenfatik metastaz riskini art›rmaktad›r. Lenfatik dolaß›mdan zengin nazofarinks, dil, hipofarinks gibi bölgelerde boyun meteastaz oran› yüksekken; laringeal glottis, paranazal sinüslerde bu oran daha düßüktür. Medenhall ve ark.’n›n yapt›¤› çal›ßmada, baß boyunun belli bölgelerinin okült metastaz oranlar›; faringeal duvar % 66, a¤›z taban› % 40-50, hipofarinks % 38, dil % 25-54, dil kökü % 22, supraglottis % 16-26, gingiva % 19 olarak verilmißtir (5). Bu yüzdelerden anlaß›ld›¤› üzere arkaya do¤ru gidildikçe boyun metastaz oranlar› artmaktad›r. Orta hatta yerleßim gösteren tümörlerde ise bilateral boyun metastaz riski yüksektir ve tedavide bilateral boyun diseksiyonu planlanmal›d›r. Tümör Büyüklü¤ü: Primer tümörün T evresi art›kça boyun metastaz riski artmaktad›r. Lindberg’in 2044 hastal›k serisinde; dil, a¤›z taban›, retromolar içgen, anterior tonsil plikas› ve yumußak damak kanserlerinde boyuna metastaz insidans›n›n, primer tümör büyüdükçe artt›¤› gösterilmißtir (6) . Ancak ayn› çal›ßmada, nodal metastaz insidans›n›n; tonsil fossas›, dil kökü, supraglottik larinks ve hipofarinks tümörlerinde tümör büyüklü¤ü ile art›ß göstermedi¤i ve bu bölgenin küçük tümörlerinde bile ileri boyun hastal›¤› olabildi¤i gösterilmißtir. Kaya ve ark. oral kavite kanserlerinde, boyun metastaz oran›n› T1-2 evrelerinde % 22, T3-4’de % 58 olarak tespit etmißlerdir (7). Tümör Kal›nl›¤›: Son y›llardaki çal›ßmalarda, tümör kal›nl›¤› ile boyun metastaz riskinin artt›¤› gösterilmißtir. Hoßal ve ark.’n›n dil kanserlerinde yapt›¤› çal›ßmada; tümör kal›nl›¤› <9 mm’ nin alt›nda olan hastalarda boyun metastaz oran› % 32, ≥ 9 mm olan hastalarda % 85 olarak tespit edilmißtir (8). Larinks kanserlerinde Y›lmaz ve ark.’n›n yapt›¤› benzer çal›ßmada ise tümör kal›nl›¤› 3,25 mm’nin alt›ndaki hastalarda boyun metastaz oran› Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 % 14 ve üstündeki hastalarda % 38 olarak bulunmußtur (9). Histolojik Parametreler: Birçok çal›ßma, tümörün diferansiyasyonunun servikal metastazla korele oldu¤unu göstermißtir. Tümörün difreansiyasyonu ne kadar kötüyse, tümör daha agresif seyretmekte ve bölgesel metastaz riski de artmaktad›r. Ogura ve ark.(10) larinks kanserlerinde, Lund ve ark.(11) dil kanserlerinde yüsek gradeli tümörlerde boyun metastaz oran›n›n artt›¤›n› istatistiksel olarak göstermißlerdir. Perinöral invazyon ve bölgesel metastaz aras›ndaki ilißki ise tart›ßmal›d›r. Baz› çal›ßmalarda arada anlaml› bir korelasyon kurulurken, Close ve ark. böyle bir korelasyon saptayamam›ßt›r (12). ‹ntravasküler invazyona bak›ld›¤›nda, Close ve ark. bölgesel lenf nodu metastaz riskini belirleyen en önemli histolojik parametrenin intravasküler invazyon oldu¤unu bulmußlard›r. Di¤er çal›ßmalar da bunu destekler yöndedir. Bu çal›ßmada, ayr›ca tek bir damara s›n›rl› invazyonun çok büyük bir risk olußturmazken, yayg›n damar invazyonunun metastaz riskini çok art›rd›¤› gösterilmißtir (12). Histolojik olarak inflamatuar yan›t›n olup olmad›¤›, hücre ploidisi gibi faktörlerin boyun metastaz oranlar›na etkisi de halen araßt›r›lan konulardand›r. SERV‹KAL METASTAZLARDA PROGNOST‹K FAKTÖRLER Baß boyun bölgesi karsinomlar› için en önemli prognostik faktör lenf nodu metastaz›n›n varl›¤›d›r. Genel olarak hastan›n yaßam ßans› % 50 oran›nda azal›r. Bununla beraber prognoza etki eden tutulan lenf nodu ile ilgili baßka faktörler de mevcuttur. 1. Metastatik Lenf Nodunun Yerleßimi: Birçok çal›ßma, birden fazla bölgede lenf nodu tutulumu olmas›n›n prognozu olumsuz yönde etkiledi¤ini göstermißtir. Ayr›ca, primer tümörden uzak alt bölgelere metastaz olmas› ve posterior üçgene olan metastazlarda prognoz çok kötüdür (13). Supraglottis, dil kökü, farinks arka duvar›, a¤›z taban› gibi orta hat yerleßimli veya di¤er tarafa uzanm›ß tümörlerde bilateral veya kontralateral metastaz riski yüksektir (2). Bu hastalarda karß› boynun ilk tedavi planlan›rken ihmal edilmesi veya baßvuruda karß› boyunda metastaz saptanmas› prognozu olumsuz etkileyen di¤er bir faktördür. 2. Metastatik Lenf Nodunun Boyutu ve Say›s›: Tutulan lenf nodunun say›s› ve boyutu artt›kça hastal›¤›n evresi artmaktad›r. Tümörün evresi artt›kça Boyun Diseksiyonlar› 73 prognoz da kötüleßmektedir. DeSanto ve ark. yapt›klar› çal›ßmada radikal boyun diseksiyonu yap›lan hastalarda rekürens oranlar›n› N0; % 7.5, N1; % 20 ve N2; % 37 olarak vermißlerdir (14). Bu nedenle birden fazla lenf nodu metastaz› olan vakalarda adjuvan radyoterapi verilmesi öngörülmektedir. Klinik olarak saptanan lenf nodunun boyutu ise her zaman için patolojik metastazla uyum göstermemektedir. Bir çal›ßmada, metastatik lenf nodlar›n›n % 33’ünün patolojik boyutta olmad›¤› (<1 cm) bildirilmißtir (15). 3. Ekstrakapsüler Yay›l›m: Boyunda lenfatik metastaz olmas› kür oran›n› % 50 azalt›rken ekstrakapsüler yay›l›m olmas› prognozu daha da kötü etkiler. Metastatik lenf nodunun büyüklü¤ü ile EKY yay›l›m herzaman orant›l› de¤ildir. Snow ve ark. çok küçük lenf nodlar›nda (<1 cm) bile EKY’›n % 25 oldu¤unu ve tüm servikal metastazlarda oran›n›n % 60’lara ç›kt›¤›n› bildirmißlerdir (16). Carter ve ark. e¤er EKY makroskopik boyutta ise boyun nüksünün ve uzak metastaz riskinin çok yüksek oldu¤unu göstermißlerdir (17). EKY daima adjuvan radyoterapi indikasyonudur. Son y›llarda radyoterapiye eß zamanl› olarak kemoterapi de tavsiye edilmektedir. Þekil 2: Radikal boyun diseksiyonunda ç›kar›lan bölgeler. BOYUN D‹SEKS‹YONU SINIFLANDIRMASI Amerikan Baß Boyun Derne¤i Boyun Diseksiyonu Klasifikasyon Komitesi 1991’de boyun diseksiyonu s›n›fland›rmas›n› olußturmußtur. Bu s›n›fland›rman›n yeni versiyonu, lenf nodu metastazlar›na güncel yaklaß›mlar›n ›ß›¤› alt›nda zamana uygun orijinal s›n›fland›rman›n modifikasyonlar›n› içermektedir (3). 1. Radikal Boyun Diseksiyonu (RBD): Boynun tek taraf›nda bulunan I-V. bölgelerdeki tüm lenf nodlar›n›n internal jugüler ven, spinal aksesuar sinir ve sternokleidomastoid kasla birlikte ç›kar›lmas›d›r (Þekil 2). Þekil 3: Tip I aksesuar sinir korunur. Tip 2; internal jugüler ven ve spinal aksesuar sinir korunur (Þekil 4) ‹ndikasyonlar›: Klinik N+ boyunlarda, N2 ve N3 boyunlarda, radyoterapi sonras› reküren/rezidü tümör varl›¤›nda, çevre dokulara fikse adenopatilerde özellikle spinal aksesuar sinir, internal juguler ven tutulumu oldu¤unda indikedir. ‹nternal karotis tutulumu ve derin boyun adale tutulumu varsa RBD kontraindikedir. 2. Modifiye Radikal Boyun Diseksiyonu (MRBD): Ameliyat sonras› morbiditeyi azaltmak için spinal aksesuar sinir, internal jugüler ven ve sternokleidomastoid kastan en az birinin korunmas›, ancak RBD’da ç›kar›lan 5 bölgedeki lenf nodlar›n›n temizlenmesidir. Tip 1; spinal aksesuar sinir korunur (Þekil 3) 74 Boyun Diseksiyonlar› Þekil 4: Tip 2; internal jugüler ven ve spinal aksesuar sinir korunur Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Tip 3; her üç yap›da korunur ve birçok merkezde fonksiyonel boyun diseksiyonu olarak isimlendirilmektedir (Þekil 5) Elektif (profilaktik) boyun diseksiyonu klinik N0 boyunlarda yap›lan her türlü boyun diseksiyon tipi için kullan›lmaktad›r. Terapötik (Küratif) boyun diseksiyonuda N+ boyunlara yap›lan her türlü boyun diseksiyonunu kapsamaktad›r. KL‹N‹K N0 BOYUNUN TEDAV‹S‹ Baß boyun kanserlerinde N0 boyuna yaklaß›m en çok tart›ß›lan konulardan biridir. Bu hastalarda tedavinin gerekli olup olmad›¤› tart›ß›l›rken bir taraftan da yap›lacak elektif tedavinin cerrahi mi yoksa radyoterapi mi olmas› gerekti¤i de tart›ß›lan bir di¤er konudur. Þekil 5: Tip 3; internal jugüler ven ve spinal aksesuar sinir ve sternokleidomastoid adele korunur. ‹ndikasyonlar›: N0 ve N1 boyun hastal›¤›, erken klinik + lenf nodlar› olmas›na ra¤men lenfatik olmayan yap›lar›n direkt infiltrasyonunun olmad›¤› durumlarda indikedir. 3. Selektif Boyun Diseksiyonu (SBD) (Ç›kar›lan her bölge parantez içinde ayr›ca belirtilir): Primer tümörün lokalizasyonuna göre en fazla metastaz yapma olas›l›¤› olan lenf nodu gruplar›n›n ç›kart›lmas› esas›na dayan›r ve bu diseksiyonda internal jugüler ven, spinal aksesuar sinir ve sternokleidomastoid kas korunur. Bu grupta 5 farkl› diseksiyon tan›mlanmaktad›r. Lateral Boyun Diseksiyonu; II, III ve IV Supraomohiyoid Boyun Diseksiyonu; I, II ve III Anterolateral Boyun Diseksiyonu; I, II, III ve IV Posterolateral Boyun Diseksiyonu; II, III, IV ve V Santral Boyun Diseksiyonu; VI ‹ndikasyonlar›: Klinik N0 boynun elektif tedavisi ve seçilmiß N1 boyunlarda indikedir. ‹leri N+ boyunlarda radyoterapi ile birlikte kullan›lmas› ise tart›ßmal›d›r. 4. Genißletilmiß Boyun Diseksiyonu: Klasik radikal boyun diseksiyonunda ç›kar›lmayan lenf nodu gruplar›n›n (üst mediasten, retrofaringeal lenf nodlar› vb.) ve/veya anatomik yap›lar›n da (Karotis arter, n. Vagus vb.) birlikte ç›kar›ld›¤› boyun diseksiyonu ßeklidir. Bu s›n›fland›rman›n d›ß›nda boyun diseksiyonunun amac›n› ortaya koyan boyun diseksiyonu terimleri de s›kl›kla kullan›lmaktad›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Elektif tedavi yerine bekle gör uygulanan hastalarda e¤er ileride boyun metastaz› saptan›rsa terapötik boyun diseksiyonu yap›lmaktad›r. Ancak, bu hastalarda baz› önemli tereddütler mevcuttur. Bunlar ßöyle özetlenebilir: 1. Takipte bu hastalarda boyun metastaz› gelißirse uzak metastaz gelißme olas›l›¤› daha yüksektir, 2. Boyun metastaz› saptand›¤›nda bunlara yap›lacak cerrahi tedavinin baßar› ßans› çok yüksek de¤ildir, 3. Boyun metastaz› ç›kan hastalarda sa¤kal›m olumsuz yönde etkilenmektedir, 4. Bu hastalar› klinik olarak çok yak›ndan takip etmek gerekmektedir ve bazen takipte bile klinik olarak lenf nodunun varl›¤›n› saptamak zor olabilir, 5. Bu hastalara yap›lacak cerrahilarin morbiditesi de yüksek olmaktad›r. Dias ve ark.’n›n evre I oral kavite hastalar›nda N0 boyun için tercih ettikleri gözlem sonucunda boyunda rekürens % 24 iken elektif boyun diseksiyonu yap›lan hastalar›nda bu oran % 4’dür (18). Lydiatt ve ark. ise evre I-II dil kanserlerinde sa¤kal›ma bakt›klar›nda boynun gözlem alt›nda tutuldu¤u grupta sa¤kal›m›n % 43 , elektif boyun diseksiyonu yap›lan grupta ise % 65 oldu¤unu göstermißlerdir (19). Yukar›da say›lan nedenler bekle gör yerine boynun elektif tedavisinin yap›lmas›n›n yararl› oldu¤unu göstermektedir. Elektif tedaviye karar verirken en önemli kriter primer tümörün lokalizasyonuna ve evresine göre gizli metastaz bulunma olas›l›¤›d›r. Genel görüß okült metastaz riski % 15’in üstünde olan durumlarda boyun klinik olarak negatif bile olsa elektif olarak tedavi etmektir (2). Yine elektif tedaviye karar verirken göz önünde bulundurulma- Boyun Diseksiyonlar› 75 s› gereken bir konuda primer tümör için seçilen tedavi ßeklidir. Primerin tedavisi için cerrahi planlan›yorsa boyun da cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Radyoterapi ile tedavi edilecekse boyuna da radyoterapi verilmelidir. Primer tümörün kontrol alt›nda oldu¤u hastalarda elektif boyun radyoterapisi sonras›nda boyun rekürens oran› % 5 olarak literatüde verilmektedir (5). Klinikte palpasyonla lenf nodu varl›¤› % 65-70 do¤rulukla saptanabilmektedir. Burada muayene eden cerrah›n tecrübesi kadar, daha önce uygulanan cerrahi ve radyoterapi¸ ve hastan›n boyun yap›s›n›n da etkisi vard›r. Ancak son y›llarda bilgisayarl› tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve/veya ultrasonografi ile N0 boyunlarda gizli metastazlar› yakalama ßans› artm›ßt›r. Bu tekniklerde üç veya daha fazla lenf nodunun gruplar olußturmas›, lenf nodunda santral nekroz saptanmas›, doku planlar›n›n kaybolmas› metastaz kriterleri olarak kabul edilmektedir. Tüm bu yöntemlere ra¤men hastalar›n % 10’unda saptanamayan okült metastaz oldu¤u belirtilmektedir (20). Elektif boyun tedavisi için cerrahi yap›lacaksa boyun diseksiyonunun tipine karar verilmelidir. Retrospektif olarak yap›lan çal›ßmalar sonucunda gizli metastaz riski yüksek olan bölgeleri ve bunlar›n boynun hangi bölgelerine metastaz yapaca¤› art›k tahmin edilebilmektedir (6). Elektif boyun diseksiyonun tipine karar verirken seçilecek cerrahinin N0 bir boyun için morbiditesinin çok yüksek olmamas›na da özen gösterilmelidir. Selektif boyun diseksiyonu düßük oranda morbiditeye sebep olmas› ve patolojik evrelendirme konusunda fikir vermesi aç›s›ndan son y›llarda klinik N0 boyunun elektif tedavisi için tercih edilmektedir. Patolojide multiple (+) lenf nodu ve/veya EKY varsa adjuvan RT’de tedaviye eklenmektedir. Ayr›ca patolojik N0 ve N1 olgularda (EKY olmayan) terapötik olarak da etkinli¤i vard›r. Orta hat yap›lar›nda veya karß› tarafa uzan›m› olan tümörlerde bilateral elektif boyun diseksiyonu yap›lmal›d›r. Spiro ve ark. SBD yapt›klar› oral kavite kanserlerinde boyun rekürensini % 5 olarak göstermißlerdir (13). Hoßal ve ark. yapt›klar› 300 SBD’da okült metastaz oran›n› % 23 ve boyun rekürens oran›n› da % 4 olarak bulmußlard›r (21). Brezilya Baß Boyun Kanserleri çal›ßma Grubunun oral kavite tümörlerinde modifiye radikal boyun diseksiyonu ile supraomohiyoid diseksiyonunu (SOH) karß›laßt›rd›¤› prospektif çal›ßmada boyun rekürens oranlar› MRBD grubunda % 9, SOH grubunda % 8 bulunurken, sa¤kal›mlara bak›ld›¤›nda gruplar aras›nda fark görülememißtir (22). Bu çal›ßma SOH’nun etkinli¤ini göstermißtir. 76 Boyun Diseksiyonlar› Baß boynun önemli lokalizasyonlar›ndan kaynaklanan tümörlerde uygulanacak selektif boyun diseksiyon tipleri ßu ßekildedir: Oral kavite I, II, III, (IV dil) Orofarinks II, III, IV Hipofarinks II, III,IV Larinks II, III, IV KL‹N‹K N(+) BOYNUN TEDAV‹S‹ Boyunda klinik olarak belirgin lenf nodu metastaz› varsa seçilecek en iyi tedavi ßekli cerrahidir. Ancak bu vakalar›n ço¤unda postoperatif dönemde adjuvan radyoterapi gerekmektedir. Palpasyonla saptanan adenopatinin yeri, say›s›, çevre dokulara fiksasyonu, primer hastal›¤›n lokalizasyonu, sistemik metastaz olup olmad›¤› gibi faktörler boyun tedavisi planlan›rken dikkate al›nmal›d›r. Tüm N (+) boyunlar bu aç›dan de¤erlendirildi¤inde hepsine ayn› ßekilde yaklaßmak do¤ru de¤ildir. Boyun metastazlar›nda klasik RBD halen tart›ßmas›z en iyi tedavi olarak kabul edilmekle beraber özellikle erken evre boyun hastal›¤›nda onkolojik olarak uygun ve morbiditesi daha düßük cerrahiler daha s›k tercih edilmektedir. Baß boyun tümörlerinde palpe edilen lenf nodunun gerçekten metastaz m›, yoksa reaksiyoner mi oldu¤unu hala kesin bir ßekilde belirlemek zordur. Bocca, supraglottik kanserlerde klinik olarak N1 ve N2 olan vakalarda yanl›ß (+) lik oran›n› % 21 olarak belirtmißtir (23). ‹ntraoperatif evrelemede yüksek yanl›ß (+) lik göstermektedir. Kaya ve ark. intraoperatif saptanan lenf nodlar›nda % 49 yanl›ß (+) lik tespit etmißlerdir (7). Ancak intraoperatif de¤erlendirmede frozen kullan›ld›¤›nda % 92 oran›nda do¤ru sonuca ulaß›lmaktad›r (24). N1 Boyun Literatürde N1 boyunlar için önerilen tedavi seçenekleri RBD ve MRBD’dan SBD’a ve radyoterapiye kadar de¤ißmektedir. Bununla beraber günümüzde klasik RBD bu hastalarda tercih edilmemekte ve daha fonksiyonel sonuçlar› olan ve onkolojik yönden de güvenli modifiye boyun diseksiyonlar› tercih edilmektedir. Son dönemlerde bu hastalarda selektif boyun diseksiyonu da kullan›lmaya baßlanm›ßt›r. Bu yöntemi tercih edenler, klinik N0 hastalarda elektif olarak yap›lan SBD sonras›nda patN1 saptanan hastalar›n takiplerinde boyun nüksünün düßük olmas›n› örnek olarak göstermektedirler. Bu tip bir yaklaß›mda intraoperatif frozen de¤erlendirmenin kullan›lmas›n› da önerenler bulunmaktad›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Shah N1 hastal›kta yapt›¤› RBD ve MRBD-tip I sonras›nda 5 y›ll›k sa¤kal›m ve boyun nüksünü karß›laßt›rm›ßt›r. RBD grubunda sa¤kal›m % 64 ve nüks oran› % 8 iken MRBD grubunda sa¤kal›m % 88 ve nüks % 0 olarak verilmißtir. Yine ayn› çal›ßmada klinik N0 olarak kabul edilen ve elektif olarak SBD yap›lan hastalarda patN0 hastalarda boyun nüksü % 10 iken patN1 olanlarda %13 bulunmußtur (1). Medina ve Byers’in benzer bir çal›ßmas›nda da PatN0 da % 5 olan boyun n¸ks¸, patN1 de % 10’dur (25). Lenf nodu tutulumu olan hastalarda etkinli¤i konusundaki tart›ßmalarla ilgili olarak Pelitleri ve ark.’n›n yapm›ß olduklar› çal›ßmada supraomohyoid boyun diseksiyonu yap›lan 27 hastada %11.1, ve lateral boyun diseksiyonu yap›lan 21 hastada ise % 4.8 bölgesel rekürrens görülmüßtür (26). N1 boyunlarda primer radyoterapinin etkinli¤ini gösteren çal›ßmalar›n ço¤u radyasyon onkolojisi ile ilgili literatürde bulunmaktad›r. Doza ba¤l› olarak de¤ißen, cerrahiye yak›n baßar› sonuçlar› verilmektedir. Ancak en iyi sonuçlar cerrahi ile kombine edilen vakalarda elde edilmektedir. Tek soliter, ekstrakapsüler yay›l›m olmayan hastalarda adjuvan RT verilmeden de hastalar›n takip edilmesi önerilmekle beraber ekstrakapsüler yay›l›m varsa mutlaka RT tedaviye eklenmelidir. N2 ve N3 Boyun Bu hastalarda seçilecek tedavi ßekli öncelikle cerrahi olmal›d›r. MRBD ve özellikle N3 boyunlarda RBD tercih edilen boyun diseksiyonu tipidir. N2a ve N2b boyunda tedavi primer tümörün kompozit rezeksiyonu ile birlikte radikal boyun diseksiyonudur. N2c boyunda bilateral boyun diseksiyonu yap›lmaktad›r. Bu durumda postoperatif ödem ve intrakranial bas›nç art›ß›ndan kaç›nmak için internal jugüler venlerden tekini korumak e¤er korumak mümkün de¤ilse boyun diseksiyonunu aßamal› olarak yapmak yollar› seçilebilir. Ayr›ca, baz› durumlarda N2c boyunlarda daha fazla tutulum olan tarafa RBD yap›l›rken di¤er tarafa SBD yap›lmas› yeterli olmaktad›r (2). N3 boyunlarda ise ço¤unlukla primer hastal›k ta ileri boyuttad›r. Bu tip hastalarda kür sa¤lama oran› çok düßüktür. Bu hastalarda primer kontrol alt›ndaysa ve uzak metastaz yoksa boyuna agresif cerrahiler düßünülebilir. Boyunda fikse adenopati oldu¤u durumlarda cerrahi öncesinde radyoterapi verilerek sonras›ndaki cevaba göre planlanan boyun diseksiyonun yap›lmas› da yine literatürde yer alan tedavi seçeneklerindendir (2). Metastatik lenf nodunun karotis arteri sarmas› veya invaze etmesi boyun diseksiyonuna rölatif kontraindikasyon olußturmaktad›r. Böyle hastalarda yüksek morbiditesine ra¤men karotis arteri rezeke ederek veya by-pass Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ederek cerrahi yapanlar da mevcuttur. Synderman ve ark. yapt›¤› bir meta-analizde % 17 oran›nda nörolojik komplikasyon, % 22 iki y›ll›k sa¤kal›m bildirilmiß ve hastalar›n ço¤unun lokorejyonel hastal›ktan kaybedildi¤i saptanm›ßt›r (27). Boyun tedavisi olarak radikal boyun diseksiyonu bile yap›ld›¤›nda bu hastalarda bölgesel kontrol oranlar›nda farkl› rakamlar elde edilmißtir. Sonuçlar›n en uygun analizinde lenf nodu tutulum derecesi ve primer hastal›¤›n kontrol alt›nda olup olmad›¤›n›n da göz önüne al›nd›¤› bir de¤erlendirilmeyle olmal›d›r. Metastatik lenf nodlar›n›n say›s›, birden fazla bölgede olmas›, ekstrakapsüler yay›l›m olmas›, adjuvan RT boyun nüks oranlar›n› ve sa¤kal›m› fazlas›yla etkilemektedir. Strong, tutulu lenf nodu bölgesinin de önemli bir prognostik önemi oldu¤unu söylemiß ve sadece bir bölgede metastatik lenf nodu oldu¤u durumlarda %36.5 rekürrens gözlenirken birden çok bölgede bulunanlar da %71 lere ulaßan rekürensle karß›laß›lm›ßt›r (28). Planl› Boyun Diseksiyonu N2 ve N3 boyunlar için radyoterapi kesinlikle primer tedavi seçene¤i olmamal›d›r. Bununla beraber son y›llarda organ koruma protokolleri ile birlikte primer bölgeyle birlikte boyuna da ilk aßamada RT verilmektedir. Bir çal›ßmada neoadjuvan kemoradyoterapi alan hastalar›n, k›smi yan›t al›nanlar›nda % 68’inde ve tam yan›t al›nanlar›nda % 28’inde boyun diseksiyonunun gerekli oldu¤u bildirilmißtir (29) . Bu hastalarda özellikle ileri evre boyun hastal›¤› olanlarda (N2, N3) boyun diseksiyonu genelde tedavinin bitiminden sonra önerilmektedir. Ancak radyoterapi öncesinde önerenler de mevcuttur. Planl› boyun diseksiyonunda tedaviye tam yan›t veren N1 hastal›kta ve rezidü kalan boyunlarda bir tart›ßma söz konusu de¤ildir. Tedaviye yan›t veren N1 hastalar›n takip edilmesi önerilmektedir. Rezidü tümör durumunda da boyun diseksiyonu yap›lmaktad›r. As›l sorun tedaviye yan›t vermiß gibi duran N2-N3 hastal›kta olmaktad›r. Bu hastalar›n da takip edilebilece¤ini öneren baz› yay›nlar mevcuttur. Ancak genel görüß bu hastalar›n radyoterapinin bitmesini takiben boyun diseksiyonuna al›nmas›d›r. RT ve boyun diseksiyonu birlikte lokorejyonel kontrol¸ art›rmaktad›r. Mendenhall ve ark. yapt›¤› Áal›ßmada N2b boyunda sadece RT sonras› boyun kontrolünün % 70 ve RT+BD ile % 91 oldu¤u görülmüßtür. Yine ayn› çal›ßmada N3 boyunda % 33 ve % 69 oranlar› elde edilmißtir (30). Daha önceden boyuna radyoterapi alm›ß veya cerrahi geçirmiß hastalar için, cerrahlar›n ço¤u kurtarma cerrahisinin yap›labilece¤i durumlarda bo- Boyun Diseksiyonlar› 77 yunun tüm beß bölgesini kapsayan boyun diseksiyonunu tercih etmektedirler. Planl› boyun disekiyonu tipi için son y›llarda selektif boyun diseksiyonu da önerilmektedir. Doweck ve arkadaßlar›n›n yapt›¤› bir çal›ßmada, boyuna radyoterapi alan orofarinks karsinomlu hastalar›n boyun spesmen incelemesinde 2. ve 3. bölgeler d›ß›nda bölgelerde metastazlarla karß›laß›lmam›ßt›r(31). Boyun Diseksiyonu Sonras›nda Adjuvan Radyoterapi ‹ndikasyonlar› (1,2) 1. Multiple patolojik (+) lenf nodu olmas› (baz› merkezlerde 2, baz› merkezlerde 3 ve daha fazlas›) 2. Ekstrakapsüler yay›l›m olmas› 3. Boyun diseksiyonu sonras› rezidüel hastal›k kalmas› 4. Perivasküler ve perinöral invazyon (genelde tek baßlar›na RT indikasyonu olußturmazlar) 5. N3 boyun ve fiske adenopatilerde 6. Boyun Tedavisinde Özel Durumlar Daha önce boyun diseksiyonu yap›lm›ß hastalarda rekürens gelißmesi prognozun kötü oldu¤unun göstergesidir. Bu hastalarda sa¤kal›m oran› %5’ten azd›r. E¤er daha önce SBD yap›lm›ß ise bu hastalara tamamlay›c› radikal boyun diseksiyonu yap›l›r. Daha önceki insizyonlarda spesmene dahil edilmelidir. özellikle daha önce RT alanlarda gerekirse serbest veya pediküllü miyokütan fleplerle rekonstrükte edilmelidir. Bilateral lenfatik drenaja sahip, orta hatta yerleßen baß boyun tümörlerinde, karß› taraf N0 olsa bile elektif boyun yap›lmas› önerilmektedir. Bu yaklaß›m›n nedeni, karß› boyunda gizli metastaz ç›kma riskinin % 20’den fazla olmas›d›r (2). Uzak metastaz saptanan veya küratif tedavi düßünülmeyecek kadar ileri boyun metastaz› olan hastalarda palyatif amaçla cerrahi gündeme gelmektedir. Amaç yaßam kalitesini art›rmak olmakla beraber uygulanacak tedavinin de morbidite ve mortalitesi olabilece¤i unutulmamal›d›r. Bu hastalara cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, brakiterapi gibi birçok tedavi modalitesi kombine edilerek uygulanabilir. KAYNAKLAR 1. Shah J. Head and neck surgery. CD, St Louis: Mosby, 1997. 2. Cummings BJ. Otolaryngology head and neck surgery, 3rd ed., Vol. 3, Ch 94, St Louis: Mosby, 1764-86, 1998. 3. Robbins KT, Clayman G, Levine PA et al. Neck dissection classification update. Arch otolaryngol Head Neck Surg:128:7518, 2002. 4. American Joint Committee on Cancer. Cancer staging handbook. 5th ed, Philadelphia: Lipincott Williams&Wilkons.; 2965, 1998. 78 Boyun Diseksiyonlar› 5. Mendenhall W, Million RR, Cassissi N. Selective neck irradiation in squamous cell carcinoma of the head and neck. Head Neck Surg; 3;15, 1980. 6. Lindberg R. Distribution of cervical lymh node metastases from squamous cell carcinoma of the upper respiratory and digestive tracts. Cancer 29,1446-9, 1972. 7. Kaya S,Y›lmaz T, G¸rsel B, SaraÁ S, Sennaro¤lu L. The value of elective neck dissection in the treatment of cancer of the tongue. Am J Otolaryngol 22(1):59-64, 2001. 8. Hosal AS, Unal OF, Ayhan A. Possible prognostic value of histopathologic parameters in patients with carcinoma of the oral tongue. Eur Arc Otorhinolaryngol 255(4):216-9, 1998. 9. Y›lmaz T, Hosal AS, Gediko¤lu G, Turan E, Ayas K. The prognostic significance of depth of invasion in cancer of the larynx. Laryngoscope 108(5):764-8, 1998. 10. Mc Gavran M, Bauer W, Ogura T. The incidence of cervical lymh node metastases from epidermoid carcinom of larynx and their relationship to certain characteristics of the primary tumor. Cancer 14:55, 1961. 11. Lund C et al. The epidermoid carcinoma of the tongue. Acta Radiol Ther 12:1, 1975. 12. Close LG and others. Microvascular invasion in cancer of the oral cavity and oropharynx. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 113:1191, 1987. 13. Spiro RH and others. Cervical node metastasis from epidermoid carcinoma of the oral cavity and oropharynx. Am J Surg 128:562, 1974. 14. De Santo and others. Neck Dissection: is it worthwhile? Laryngoscope 92:502, 1982. 15. Kowalsky et al. Factors influencing contralateral lymh node metastasis from oral carcinoma. Head Neck 21(2):104-10, 1999. 16. Snow et al. Prognostic factors of neck node metastasis. Clin Otolaryngol 7:185, 1982. 17. Carte et al. Transcapsular spread of metastatic squamous cell carcinoma. Am J Surg 150:495-9, 1985. 18. Dias FL, Kligerman J, Matos de Sa G et al.Elective neck dissection versus observation in stage 1 squamous cell carcinomas of the tounge and floor of the mouth. Otolaryngol Head Neck Surg 125(1):23-9, 2001. 19. Lydiatt DD, Robbins KT, Byers RM, Wolf PF. Treatment of stage I and II oral tounge cancer. Head Neck 15(4):308-12, 1993. 20. Close L et al. Computed tomographic evaluation for regional lymh node involvement in cancer of oral cavity and oropharynx. Head Neck Surg 11:309-17, 1989. 21. Hosal AS, Carrrau RL, Johnson JT, Myers EN. Selective neck disection in the management of the clinically node negative neck. Laryngoscope 110(2):2037-40, 2000. 22. Brazilian Head and Neck Cancer Study Group. Results of a prospective trial on elective MR classical versus supraomohyoid neck dissection in the management of oral squamous carcinoma. Am J Surg 176:422-427, 1998. 23. Boca E, Pignatora O et al. Supraglottic laryngectomy; 30 years of experience.Ann Otol Rhinol Laryngol 92:14-21, 1983. 24. Rassekh CH, Johnson JT, Myers EN. Accuracy of intraoperative staging of the N0 neck in squamous cell carcinoma. Laryngoscope 105(12 pt 1):1334-36, 1995. 25. Medina JE, Byers RM. Supraomohyoid neck dissection:rationale.indications and surgical technique. Head Neck Surg 11:111, 1989. 26. Pellitery et al. The expanded aplication of selective neck dissection with regard to nodal status.Head Neck 19:260, 1997. 27. Synderman CH: D’Amico F. Outcome of carotid artery resection for neoplastic disease. Am J Otolaryngol 13:373-9, 1992. 28. Strong EW. Preoperative radiation and neck dissection. Surg Clin Am 49:271, 1969. 29. Wolf G, Fisher S. Effectiveness of salvage neck dissection for advanced regional metastases when induction chemotherapy and radiotion are vused for organ preservation. Laryngoscope 102: 934-9, 1992. 30. Mendenhall WM et al. Planned neck dissection after definitive radiotherapy for the squamous cell carcinoma of the head and neck. Head Neck Nov:1012-18, 2002. 31. Deweck I, Robbins KT et al. Neck level spesific metastasis in oropharyngeal cancer:is there a role for selective neck dissection after definitive radiation therapy? Head Neck Nov:960-8, 2003. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 10 BAÞ BOYUN YASSI HÜCREL‹ KARS‹NOMLARININ TEDAV‹S‹NDE POZ‹T‹F CERRAH‹ SINIRLARIN PROGNOST‹K ÖNEM‹ Özlem E. Tulunay, John R. Jacobs Özet: Baß boyun kanserleri cerrahi tedavisinde onkolojik amaç primer tümörün tamamen ç›kar›lmas›d›r. Bunu sa¤lamak için cerrahi s›n›rlar negatif olacak ßekilde rezeksiyon yap›lmal›d›r. De¤ißik anatomik lokalizasyonlarda sa¤lam cerrrahi s›n›r kavram› de¤ißebilir. Bu makalede pozitif, negatif ve yak›n cerrahi s›n›rlar›n tan›m› ve bunlar›n klinik önemi tart›ß›lm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, cerrahi s›n›r Summary: In head neck cancers, main goal of the treatment is complete resection of the tumor. Surgical margin negative resection is required for this purpose. The concept of negative margins changes with respect to anatomic location. Key Words: Head neck cancer, surgical margin Giriß: Negatif cerrahi s›n›rlar›n elde edilmesi cerrahi baßar›n›n anahtar› olarak kabul edilmektedir; öyle ki, hastalar›n tedavisinde çok kritik bir role sahip oldu¤u düßünüldü¤ünden, negatif cerrahi s›n›rlar›n elde edilemeyecek olmas› inoperabilite kriterlerinden biri olarak kabul edilmißtir. Operabiliteyi belirleyen di¤er kriterler aras›nda uzak metastaz varl›¤›, vertebra veya kafa taban›na fiksasyon, t›bbi kontrendikasyonlar ve tabii ki hastan›n ameliyat olmay› istememesi bulunmaktad›r. Laramore ve ark (1), pozitif cerrahi s›n›rlar› olup, postoperatif adjuvan tedavi gören hastalarda yaßam süresinin, cerrahi uygulanmayan hastalardan farkl› olmad›¤›n› göstermißtir. Bu veriler, cerrahi risk ve morbiditeden bu hasta populasyonunda kaç›n›labilece¤ini göstermektedir. Ne yaz›k ki, her vakada ameliyat öncesinde neagatif cerrahi s›n›rlar›n elde edilip edilemeyece¤ini belirlemek mümkün olmamaktad›r. Pek de seyrek olmayarak, hastan›n gerçekten operabl olup olmad›¤› ancak ameliyat s›ras›nda anlaß›labilmektedir. Genellikle, bu konuda ßüphe olan vakalarda, baßar›l› bir cerrahi ile hastan›n yaßam süresini uzatmak ve lokal kontrol ßans›n› artt›rmak için rezeksiyon denemesi önerilmektedir. Bir tümörün negatif cerrahi s›n›rlar ile ç›kart›lmas› sadece operabilitenin de¤erlendirilmesi için de¤il, ayn› zamanda prognostik faktörlerin de belirlenmesi aç›s›ndan önem taß›maktad›r. Cerrahi s›n›rlar›n pozitif olmas› halinde lokal nüks olas›l›¤›n›n yüksek, beklenen yaßam süresinin k›salm›ß oldu¤u ön görülmelidir. Ancak, negatif cerrahi s›n›r›n ne ifade etti¤i Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 de tam olarak tan›mlanmam›ßt›r. Cerrahlar klasik olarak, larengeal kanserler d›ß›nda, 2 cmlik mukozal s›n›r elde edebilmeyi hedeflemektedir. Ne var ki, bu konsept, rutin olarak yaßamsal yap›lar› koruyabilmek için, veya fonksiyonel ve kozmetik sebeplerle göz ard› edilmektedir. Ayn› zamanda, parsiyel larengeal cerrahilerin, 2 cm kriterinin uygulanmas› ile mümkün olmayaca¤› ve seçilmiß larenks kanseri vakalar›nda, 2 cm s›n›r› ihlal edildi¤i halde baßar› elde edildi¤i aç›kt›r. Ayr›ca, parsiyel larengeal cerrahiyi takiben pozitif cerrahi s›n›rlar›n prognostik önemi de tart›ßmal›d›r. Pozitif cerrahi s›n›r denilenin asl›nda sadece, ana spesmenin takip edilmesinde güçlü¤ün bir yans›mas›n› temsil edebilece¤i ileri sürülmüßtür. Dolay›s› ile, neyin kabul edilebilir cerrahi s›n›r oldu¤u ve bunun elde edilebilmesi için ne tur metodlar›n bulundu¤u düßünülmelidir. Metodoloji Negatif cerrahi s›n›rlar elde etmek için uygulanmas› gereken yöntemler standart de¤ildir. Bu da tabii ki, bu konudaki literatürün yorumlanmas›n› güçleßtirmektedir. Negatif s›n›rlar elde etmek için s›k kullan›lan en az›ndan iki ayr› yöntem bulunmaktad›r. ‹lk yöntemde, s›n›rlar cerrahi rezeksiyondan sonra ana spesimenden gönderilmektedir. Spesimen ç›kart›ld›ktan sonra patolog/cerrah en yak›n s›n›r oldu¤unu düßündü¤ü bölgeden örnekler alarak frozen kesitler ile incelenmesi sa¤lamaktad›r. Materyal pozitif veya negatif olarak rapor edilmektedir. E¤er s›n›r›n pozitif oldu¤una karar verilirse, cerrah patologdan ald›¤› tan›mlama ve bilgiler do¤rultusunda endiße edilen Baß Boyun Yass› Hücreli Karsinomlar›n›n Tedavisinde Pozitif Cerrahi S›n›rlar›n Prognostik Önemi 79 bölgedeki s›n›rlar›n› genißletmektedir. Bu ißlem negatif s›n›rlar elde edilene kadar sürdürülmektedir. Ancak, gross olarak tümörün bulunmad›¤› durumlarda, frozen ile elde edilen bilgilerin hastadaki s›n›rlar› de¤erlendirecek ßekilde yorumlanmas›ndaki güçlük de aç›kt›r. Daha spesifik olmak gerekirse patolo¤un pozitif olarak yorumlad›¤› bölgenin hastada tam olarak hangi bölgeye denk geldi¤ini belirlemek s›ras›nda hata yapmak mümkündür. Hangi s›n›r›n yak›n oldu¤unu tayin etmede cerrah›n en yetkin bigiye sahip olaca¤› fikrinden yola ç›kan ikinci metod ise, frozen için gönderilecek materyalin, rezeksiyonu takiben hastadan al›nmas›d›r. Amerika’da en yayg›n olarak uygulanan yöntem budur. Bu ayn› zamanda, geniß vaka serilerine sahip klinik araßt›rmalarda da kullan›lan yöntemdir. S›n›rlar genellikle primer tümörün 2 cmlik belirgin normal görünüme sahip mukozal s›n›rlar ile ç›kart›lmas›ndan sonra örneklenir. Cerrah, rezeksiyondan sonra spesimeni inceleyerek hastada en yak›n oldu¤unu düßündü¤ü bölgelerden numuneler göndermektedir. Frozen kesit yöntemi ile negatif s›n›rlar elde edilmesi ile cerrahinin tümör rezeksiyonunu içeren k›sm› sona ermektedir. Bu yöntemin postoperatif olarak cerrahi s›n›rlar›n yak›n olarak rapor edilmesi olas›l›¤›n› da taß›d›¤› aç›kt›r. Yak›n cerrahi s›n›rlar, ameliyattan sonra ana spesimendeki s›n›rlar›n pozitif olarak rapor edilmesi, ancak rezeksiyon sonras› hastadan al›nan frozen örneklerinin negatif olmas› ßeklinde tan›mlanmaktad›r. Birleßik Devletlerde ülke genelinde yap›lan bir çal›ßmada baß boyun kanserleri rezeksiyonlar›nda pozitif s›n›r insidans› %16 olarak bildirilmißtir (2). Pozitif Cerrahi S›n›r Insidans› Pozitif s›n›r insidans›; bildiren merkez, tümörün evresi ve kaynakland›¤› bölgeye göre % 3 ile % 50 aras›nda de¤ißmektedir (3,4,5). Tahmin edilece¤i gibi, birden fazla anatomik bölgeyi içeren büyük, kompleks tümörlerde pozitif s›n›r olas›l›¤›, küçük, iyi s›n›rl› tümörlere göre çok daha yüksektir. Ayn› ßekilde, tümörün köken ald›¤› bölge de bu insidans› etkilemektedir (5). Örne¤in larenks tümörü nedeni ile total larenjektomi uygulanacak bir hastada, ameliyat›n tan›mlamas› gere¤i s›n›rlar baßtan itibaren oldukça belirlidir. Oysa, dil kanserlerinde primer s›n›rlar cerrah›n yetene¤ine, tecrübesine ve bilgisine göre oldukça subjektif olacakt›r. De¤ißik bölgelerde pozitif s›n›r insidans›n›n farkl› olmas› tümörün bulundu¤u bölgeye göre insidans›n de¤ißti¤i izlenimini vermekteyse de asl›nda bu tümörün biyolojik özelliklerinden çok uygulanan cerrahinin bir sonucudur. Total larenjektomi hastalar›nda pozitif s›n›r insidans› mobil dil kanseri nedeni ile ameliyat edilen hastalardan çok daha azd›r. 80 Baß Boyun Yass› Hücreli Karsinomlar›n›n Tedavisinde Pozitif Cerrahi S›n›rlar›n Prognostik Önemi Tan›mlamalar Literatürde pozitif bir s›n›r›n net bir tan›mlamas› yap›lm›ß olmasa da, tümörün tam olarak ç›kart›ld›¤›ndan emin olmak için s›kl›kla kullan›lan iki ana yöntem bulunmaktad›r. Her iki yöntem ile elde edilen sonuçlar da çok çeßitli ßekilde rapor edilebilmektedir. Bu sebeplerle, Amerika Birleßik Devletlerindeki Cooperative Clinical Trial Grubu cerrahi denemeleri içeren prospektif çal›ßmalarda kullan›lmak üzere pozitif cerrahi s›n›r tan›m›n› belirlemißtir. Kooperatif Çal›ßma Gruplar› bir çok hastane veya t›bbi merkezin bir araya gelmesi ile olußan büyük organizasyonlar olup kanser hastalar›n›n tedavisinde rol oynayacak önemli sorular›n cevaplar›n› prospektif bir yaklaß›m ile cevaplamay› amaçlamaktad›r. Bu araßt›rmalarda dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi, kullan›lacak cerrahi metodlar›n ve dahil edilecek hasta populasyonunun çok iyi tan›mlanm›ß olmas›d›r. Çal›ßmadaki hastalar›n cerrahi s›n›rlar› ile ilgili s›n›flamalar en baßtan do¤ru olarak yap›lmazsa araßt›rman›n güvenilirli¤i tehlikeye at›lm›ß olacakt›r. Bunu ak›lda tutarak kooperatif çal›ßma gruplar›, prospektif olarak, marjinlerin durumu ile ilgili potansiyel sonuçlar› birkaç grupta toplam›ßlard›r. Rezeksiyon sonras›nda cerrahi spesimendeki s›n›rlar tümörsüz olabilece¤i gibi, al›nan tüm frozen kesitlerin de negatif olabilece¤i aç›kt›r. Ana spesimende, e¤er tümör ile en yak›n s›n›r aras›nda 5 mmden fazla mesafe var ise s›n›rlar negatif kabul edilmektedir. Di¤er bir olas›l›k ise cerrahi s›n›rlar›n yak›n olmas›d›r. Yakin cerrahi sinir, kabaca, cerrahi kesit yüzeyine 5 mm veya daha yak›n mesafede tümör hücrelerinin bulunmas› olarak tan›mlanm›ßt›r. Benzer ßekilde, ana spesimende cerrahi s›n›rlar pozitif oldu¤u halde frozen kesitlerde negatif olabilmektedir. Bu durum da yak›n cerrahi s›n›r tan›mlamas›na dahil edilmißtir. Ayr›ca, frozen kesitlerde displazi veya karsinoma insitu bulunmas› da yak›n cerrahi s›n›r olarak adland›r›lmaktad›r. Ana spesimende veya frozenlarda, s›n›rlarda tümör hücrelerinin bulunmas› ise pozitif cerrahi s›n›r olarak yorumlanmaktadir. Tüm bunlara ek olarak tümörün içinden geçen kesiler nedeni ile geride gross hastal›k kalmas› da mümkündür. Bu kadar çeßitli sonucun bulunmas›, bir tan›mlama yapmadan, sadece pozitif cerrahi s›n›r tabirinin kullan›lmas› halinde literatürü yorumlamay› oldukça güçleßtirmektedir. Ancak belirli tan›mlamalar›n ortaya kondu¤u ve bu tan›mlamalara uyulmas› için gereken denetimlerin yap›ld›¤› prospektif klinik calißmalar ile negatif ve pozitif cerrahi s›n›rlar›n önemi hakk›nda kesin bir fikir edinmek mümkündür. Hasta dosyalarinin, ameliyat ve patoloji raporlar›n›n retrospektif olarak incelenmesi, bütün geniß çapl› klinik çal›ßmalar›n, kalite kontrolünü pekißtirmek üzere uygulanmas› gereken önemli bir parças›d›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Sonuçlar Daha önce de belirtildi¤i gibi, cerrahi s›n›rlar› pozitif olan hastalarda lokal rekürrens oranlar› çok daha yüksektir. Negatif ve pozitif cerrahi s›n›ra sahip hastalar aras›nda bölgesel nüks ve ikincil primer tümör insidansi aras›nda ise belirgin bir fark bulunmamaktad›r. Uzak metastaz oranlar›n›n ise, pozitif cerrahi s›n›rlara sahip hastalarda daha yüksek oldu¤u düßünülmektedir (2). Negatif cerrahi s›n›rlar elde edebilmenin önemi, daha baßar›l› postoperatif neoadjuvan tedavilerin gelißtirilmesi ile azalacakt›r. Son dönemlerde yap›lm›ß olan cal›ßmalar, kemoterapi – radyoterapi kombine tedavisinin tek baß›na radyoterapi uygulanmas›ndan daha etkili oldu¤unu göstermektedir (6,7). Büyük olas›l›kla, ileride adjuvan tedavi yöntemlerinde daha da baßar›l› hale gelmemiz ile, sadece hasta yaßam süre ve kalitesinde art›ß sa¤lanmakla kalmayacak, ayn› zamanda mevcut operabilite kriterleri de tamamen de¤ißecektir. Gelecek Yönelimler Baß boyun kanserlerinde baßar›n›n anahtar› tam cerrahi rezeksiyondur. Bunun sa¤lanmas› halinde kür sa¤lanabilece¤i düßünülmektedir. Halen, baßboyun kanserli bir çok hastan›n kaybedilmesinin en baßta gelen sebeplerinden bir tanesi, tümörün tam olarak eksize edilememesidir. Tümörün tam olarak ç›kart›ld›¤›n› belirlemek ise baz› zorluklar içermektedir. Bu sadece histopatolojik olarak kanser tan›s› alan hücreleri de¤il, ayn› zamanda o an kanser hücresi görüntüsüne sahip olmayan, ama gerekli genetik de¤ißiklikleri bar›nd›ran ve zaman içinde kanser hücresine dönüßecek olan hücre gruplar›n› da içermektedir. Bilindi¤i gibi, baß boyun bölgesinden kaynaklanan yass› hücreli kanserlerin gelißimi birçok evreden olußan bir prosesin son basama¤›d›r. Bu gelißim, proto-onkogen aktivitesini, tümör supressör genlerin inaktivasyonunu, mutasyonlar› ve promoter bölge hipermetilasyonlar›n› içermektedir. Bu konseptin klinik karß›l›¤› da alan kanserizasyonu olarak adland›r›lmaktad›r. Bu da tedavi s›ras›nda, üst aerodijestif mukozan›n tümünün ayn› karsinojenlere maruz kald›¤› ve benzer de¤ißiklikleri içerdi¤i düßünülerek, hastalar›n yeni kanserlerin gelißimine hassas oldu¤u ak›lda tutulmal›d›r. Her ne kadar o anda hastada histopatolojik olarak kanser yok ise de, sözü edilen prosesin sonlanmamas› durumunda, bu hasta grubunda zaman ile yeni bir tümör gelißecektir. ‹kincil primer kanser gelißimi bu konseptin klinik sonucu olup, baß boyun kanserlerinin tedavisinde ana problemlerden biri olmay› sürdürmektedir. Genetik de¤ißiklikler fenotipik de¤ißliklerden önce meydana geldi¤i için, s›n›rlar› daha iyi tayin etmemizi sa¤layacak biomarkerlar›n bulunmas› halinde kür oranlar› büyük oranda art›ß gösterecektir. Ne yaz›k ki, bu konudaki çabalar, cerrahi s›- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 n›rlar›n ameliyat s›ras›nda de¤erlendirilmesini sa¤layacak uygun biomarkerlar›n bulunmas›ndaki zorluk nedeni ile baßar›l› olamam›ßt›r. Son Söz Baß boyun yass› hücreli kanserlerinin tedavisinde negatif cerrahi s›n›rlar›n elde edilmesi büyük öneme sahiptir; öyle ki, e¤er negatif s›n›rlar elde edilemeyecekse hastan›n ameliyat edilemez oldu¤u düßünülmektedir. Bir tümörün tam olarak ç›kart›ld›¤›ndan emin olmak için uygulanacak çeßitli yöntemler mevcuttur. Ne yaz›k ki, mevcut teknoloji ile hiç biri tam olarak güvenilir de¤ildir. Umariz ki, gelecekte daha güvenilir metodlar›n gelißtirilmesi ile hastalar›n tedavisinde daha baßar›l› sonuçlar elde edilecektir. Sözlük 1. Pozitif cerrahi s›n›r: pozitif ana spesimen, pozitif frozen kesit. 2. Negatif cerrahi s›n›r: negatif ana spesimen, negatif frozen kesit. 3. Yak›n cerrahi s›n›r: pozitif ana spesimen, negatif frozen kesit. 4. Karsinoma in situ/displazi: frozen kesit veya ana spesimen cerrahi s›n›r›nda. 5. Operabilite: ‹leri evre baß boyun kanseri olan hastada, tümörün negatif cerrahi s›n›rlar ile ç›kart›labilece¤inin düßünülmesi 6. Cerrahi için klasik kontrendikasy›nlar: t›bbi komorbiditelerin bulunmas›, hastan›n red etmesi, kafa taban› veya vertebralara fiksasyon, metastaz varl›¤›. KAYNAKLAR 1. Laramore GE, Scott CB, Schuller DE, et al: Surgical resection leaving positive margins of benefit to the patient with locally advanced squamous cell carcinoma of the head and neck; a comparative study using intergroup study 0034 and the Radiation Therapy Oncology Group head and neck data base. Int J Radiat Oncol Biol Phys 27:1011-1016, 1993. 2. Jacobs JR, Ahmad K, Casiano R, et al: Implications of positive surgical margins. Laryngoscope 103:64-68, 1993. 3. Looser KG, Shah JP, Strong EW: The significance of "positive" margins in surgically resected epidermoid carcinomas. Head Neck Surg 1:107-111, 1978. 4. Mantravadi RV, Haas RE, Liebner EJ, et al: Postoperative radiotherapy for persistent tumor at the surgical margin in head and neck cancers. Laryngoscope 93:1337-1340, 1983. 5. Yilmaz T, Turan E, Gursel B, et al: Positive surgical margins in cancer of the larynx. Eur Arch Otorhinolaryngol 258:188191, 2001. 6. Bernier J, Domenge C, Ozsahin M, et al: Postoperative irradiation with or without concomitant chemotherapy for locally advanced head and neck cancer. New Eng J Med 350:19451952, 2004. 7. Cooper JS, Pajek TF, Forastiere AA, et al: Postoperative concurrent radiotherapy and chemotherapy for high risk squamous cell carcinoma of the head and neck. New Eng J Med 305:1937-1944, 2004. Baß Boyun Yass› Hücreli Karsinomlar›n›n Tedavisinde Pozitif Cerrahi S›n›rlar›n Prognostik Önemi 81 11 BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE TARTIÞMALI KONULAR I B‹YOPS‹ YÖNTEMLER‹ ve ELEKTROCERRAH‹ UYGULAMALARI Güleser Saylam K›l›ç, Hakan Korkmaz Özet: Baß boyun kanserleri tan› ve tedavisinde en önemli basamaklardan biri histopatolojik tan›n›n konulmas›d›r. Bunu sa¤lamak için hedef lezyondan uygun miktarda doku onkolojik prensipler çerçevesinde elde edilmelidir. Çeßitli biyopsi teknikleri kullan›lmaktad›r. Bunlar›n de¤ißik durumlardaki yarar ve dezavantajlar› ile biyopsi algoritmalar› gözden geçirilmißtir. Ayr›ca baß boyun kanseri cerrahilerinde yayg›n olarak kullanan elektrocerrahi yöntemi teknik ve klinik uygulamalar yönünden tart›ß›lm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, biyopsi, elektrocerrahi Summary: The mainstay of the management in head and neck cancers is the histopathological diagnosis. To achieve this goal sufficient amount of tissue should be obtained within the frames of oncological principles. Various biopsy techniques are available and advantages and disadvantages of them are discussed in this article. The other section of the article involves the clinical and technical perspectives of electrosurgery in the surgical treatment of head neck cancers. Key Words: Head neck cancer, biopsy, electrosurgery I- TANI ve B‹YOPS‹ Baß boyun tümörlerinde tan› sistematik ve multidisipliner yaklaß›m› gerektiren bir süreçtir. Amaç, endoskopik yöntemler de kullan›larak yap›lan muayene ve radyolojik görüntülemeler sonras›nda belirlenen hedef lezyonlar›n histopatolojik tan›s›n› koymakt›r. Baß boyun bölgesi anatomisinin zorlu¤u, alt anatomik bölgelerde farkl› yap›larda tümörler olmas›, biyopsi örneklerinin küçük olmas› ve tümör histolojilerinin çeßitlilik göstermesi; tan› koymada sistematik ve multidisipliner yaklaß›m› zorunlu k›lar. Genel olarak baß boyun lezyonlar› iki ana grupta de¤erlendirilebilir. Birinci grup üst solunumsindirim yollar›n› tutan mukozal ve submukozal lezyonlard›r. ‹kinci grup ise baß boyun bölgesinde cilt alt›nda yerleßen; tükürük bezi, kafa kaidesi ve boyun kitlelerini de içeren lezyonlard›r. Bu iki grupta doku tan›s›, yani biyopsi için, izlenecek yöntemler farkl›d›r. Doku tan›s› için pek çok yöntem mevcuttur ve basitten komplekse bir s›ra izlenmelidir. Günümüzde kullan›lan biyopsi teknikleri lezyona ve yerine göre de¤ißiklik gösterse de i¤ne biyopsisi, core (kal›n i¤ne-trokar) biyopsi, eksizyonel ve insizyonel aç›k biyopsi olarak grupland›rlabilir. Biyopsi yap›l›rken amaç tümör yay›l›m›na sebep olmadan histopatolojik tan› için yeterli doku elde etmektir ve bu amaca uygun teknik tercih edilmelidir. 82 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) ‹¤ne biyopsisi Bu aspirasyon yönteminin pek çok modifikasyonu gelißtirilse de i¤ne biyopsisi temel olarak iki ßekilde uygulan›r: ince i¤ne aspirasyon biyopsisi (‹‹AB) ve geniß i¤ne aspirasyon biyopsisi(1). Elde edilen spesimen hücre içerdi¤inden ve esas olarak ince i¤ne kullan›ld›¤›ndan, isimlendirmesi ince i¤ne aspirasyon sitolojisi olarak yayg›nlaßm›ßt›r. Bu yöntem daha önce tan›mlanan ikinci grup lezyonlarda yani baß boyun bölgesi cilt alt› lezyonlar›nda kullan›lmaktad›r ve mukozal-submukozal lezyonlarda yeri ve anlam› yoktur. Son y›llarda sitologlar›n artan tecrübesi ile ‹‹AB ile do¤ru tan› oran› yükselmiß ve yöntemin onkolojik prensipler aç›s›ndan güvenilirli¤i de görüldü¤ünden, hasta ilk baßvurdu¤unda uygulanan bir yöntem olmußtur(1,2,3) . Reaktif ve inflamatuar patolojileri ay›rd›¤› gibi, neoplastik patolojilerde de benign-malign ayr›m›n› yapar(2) . Dört ßekilde raporlan›r: yetersiz, benign, malign ve ßüpheli. Yetersiz sonucu maligniteyi ekarte ettirmez. Kullan›ld›¤› alana göre; boyun metastaz›-lenfoma, tükürük bezi, tiroid kitleleri gibi lezyonlarda, do¤rulu¤u %90 ile %97 aras›nda de¤ißmektedir. Bu lezyonlarda ‹‹AB tedavi belirleyici önemli tan› aßamalar›ndan biri haline gelmißtir ve bu ßekilde klinisyen hasta ile tedavi yaklaß›m› alternatiflerini önceden planlayabilir(1,2,3,4,5). Ancak ‹‹AB nin tek baß›na tedaviyi yönlendirebilece¤i medikal ve hukuksal aç›lar- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 dan tart›ßmal›d›r. Örne¤in kafa kaidesine yerleßen ve rezeksiyonu agresif ve morbiditesi yüksek bir cerrahiyi gerektiren lezyonlarda çok dikkatli olunmal›d›r. E¤er bu rezeksiyonlar yap›l›p spesimen tan›s› lenfoma veya nazofarinks kanseri ßeklinde rapor edilirse hasta gereksiz bir ameliyat geçirmiß (overtreatment) olabilir. Bu nedenle her hasta ve hastal›k ayr› ayr› de¤erlendirilmeli; agresif cerrahi veya sadece radyoterapi (ör: lenfoma) veya t›bbi tedavi (ör: tbc) gerektiren durumlarda aç›k biyopsi ile yeterli doku elde edilmesi de gerekebilece¤i unutulmamal›d›r. Teknik, ince bir i¤ne ile kitle içine girilip, hücresel materyalin aspire edilmesi ve sitolojik de¤erlendirmesini içerir. ‹‹AB güvenilir ve basit olmas›, poliklinik ßartlar›nda ekipman gerektirmeden yap›labilmesi, ucuz olmas›, hasta tolerans›n›n iyi olmas›, bilinen ciddi komplikasyonunun olmamas› ve h›zl› tan› sa¤lamas› nedeniyle rutin kullan›ma girmißtir ve baß boyun kitlelerinde ilk basamak araßt›rma olarak önerilir (4) . Çocuklarda, gebelerde ve yüksek riskli kißilerde uygulanabilir. ‹‹AB ilk olarak Amerika’da 1930 y›l›nda Martin ve Ellis taraf›ndan tarif edilmiß, o dönemde büyük i¤neler kullan›m› nedeniyle olußan tümör ekimi ve komplikasyonlar nedeniyle uygulamadan vazgeçilmiß, daha sonra popülaritesini Kuzey Avrupa ve ‹skandinav ülkelerinde tekrar kazanm›ßt›r. Yap›lan kontrollü çal›ßmalar ißlemin tan› do¤rulu¤unu ve komplikasyonu olmad›¤›n› gösterdikçe baß boyun kitlelerinde ve tükürük bezi kitlelerinde kullan›m› artm›ßt›r. Boyundaki kitlenin apse olmad›¤›ndan emin iseniz ve antibiyotik kullan›m› sonras› devam ediyor ise ‹‹AB endikasyonu vard›r. Klinisyenin karsinomu lenf nodlar›ndan ay›rmas›na yard›m eder ve gereksiz panendoskopileri önledi¤i gibi hastan›n kanser korkular›n› da hafifletir(2,4,6,7,8,9,). Komplikasyonu yok denebilir, bazen küçük hematomlar olabilse de hiçbir zaman hava yolunu etkilemez. Pulsatil kitlelerden biyopsi yap›lmas› sak›ncal› olsa da ince i¤ne ile komplikasyon ihtimali azd›r (4,6) . ‹¤ne trakt› boyunca tümör ekim endißesi ile ilgili günümüzde yap›lan çal›ßmalar, ak›llarda soru kalmamas›n› sa¤lanm›ßt›r. Aspirasyon için kullan›lan i¤ne 20 gaugedan büyük ise tümör ekimi olabilece¤i söylense de Smith ve arkadaßlar› 63108 ‹‹AB sonras› uzun süre takipte üç hastada (%0,005) ekim bildirmißlerdir ve bu tümörlerin akci¤er, pankreas ve serviks kökenli olduklar› belirtilmißtir. ‹¤ne ile delinen damarlar içine tümör hücrelerinin kaç›ß› mant›kl› gibi düßünülse de yap›lan hayvan çal›ßmalar›nda gösterilememißtir (2,10) . ‹‹AB’nin en yayg›n komplikasyonu hematom ve enfeksiyonlard›r. Çocuklarda kolayl›kla uygulanabilmesi de bir avantajd›r (4). ‹‹AB hem patolog hem de klinisyen taraf›ndan yap›labilir. Yapan kißinin tecrübesi spesmenin yeterlili¤ini direkt etkiler. Patolog taraf›ndan yap›lmas› spesmenin yeterlili¤inin hemen de¤erlendirilebilmesini ve gerekti¤inde tekra- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 r›n› sa¤lar ve yetersiz sonuçlar›n say›s›n› azalt›r. Klinisyenlerin yapt›¤› aspirasyonlar›n yeterlili¤i ißlemin 4 ayr› i¤ne ile tekrarlanmas› ve yayman›n bilinçli bir ßekilde yap›lmas› ile artt›r›labilir. Kim yaparsa yaps›n klinisyen ve patolog aras›ndaki bilgi al›ßverißi tan› koymay› kolaylaßt›ran en önemli etkendir. Þunu vurgulamak yerinde olacakt›r; e¤itim hastanelerinde ißlemi yapan ve inceleyen kißinin tecrübesizli¤i bu kurumlarda ißlemin sensitivitesi ve spesivitesini düßürür (1,4,7,8,9). Aspirasyon tekni¤i basittir ancak yeterli hücre elde edilebilmesi için deneyimli hekimlerce yap›lmal›d›r. Gereçler: 10 ml ß›r›nga, cam slide (lam), 1–1,5 inch 22–25 gauge i¤ne, %55 alkol veya sprey fiksatif haz›rlanmas› ve hastan›n ad›n›n yaz›lmas›. 1. Haz›rl›k: Hikayenin al›nmas›, fizik muayene, hastan›n bilgilendirilmesi, pozisyon verilmesi ve kitlenin karß› taraf›nda durulmas›. 2. Aspirasyon: Þ›r›ngaya 1 ml hava çekilir. Þ›r›nga elle veya özel bir holder ile kullan›labilir. Saha alkol ile temizlenir. ‹¤ne ince oldu¤u için lokal anesteziye gerek yoktur. Kitle sol el kullan›larak iki parmak aras›na sabitlenir ve i¤ne kitleye sokulur. Vakum uygulanarak i¤ne kitle içinde 2–3 mm farklar ile içeri d›ßar› hareket ettirilir. ‹¤nenin yönünün de¤ißtirilmesi kitleden d›ßar› ç›kmaya neden olabilece¤i için dikkat edilmelidir. ‹¤nenin ß›r›ngaya yak›n kökünde materyal görülünce vakum kesilir. Materyal lam üzerine ß›r›nga i¤neden ayr›larak hava çekildikten sonra tekrar tak›larak püskürtülür. 3. Spesimen haz›rlama: Lama püskürtülen materyal baßka bir lam yard›m› ile yay›l›r ve patologun iste¤ine göre biri havada kurutulurken di¤eri %45 etil alkol veya 8–10 inch uzakl›ktan sprey ile fikse edilir. Yayma yap›l›rken lamlar›n birbirine bast›r›lmamas› bu ißlemin di¤er lam›n bir kenar› ile yap›lmas› daha uygundur. Aksi, takdirde hücreler ezilecek ve tan› koymak zorlaßacakt›r. Daha sonra i¤ne doymuß tuz solüsyonu ile y›kan›r ve bu solüsyon flow sitometri ve mikrobiyolojik de¤erlendirme için kullan›l›r (7). 4. ‹stek formunun doldurulmas› Yaymalar hematoksilen eosin ile boyanarak ilk de¤erlendirilir. Kolay ve komplikasyonu olmad›¤› için s›k uygulansa da sitopatologun tecrübesi ißlemin do¤rulu¤unu ve sensitivitesini etkiler. Genel tan›sal do¤ruluk oran› tüm kitlelerde %95, benign patolojilerde %95, malign patolojilerde %87 dir. Genel görüße göre yinede sadece ‹‹AB sonucuna göre radikal bir cerrahi hiçbir zaman uygulanmamal›d›r. Tan› frozen kesitlere veya kal›c› kesitlerle do¤rulanmal›d›r. Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) 83 Geniß ‹AB Çok kullan›lan bir yöntem de¤ildir, ‹‹AB ile yeterli sonuç al›namad›¤›nda aç›k biyopsiden önce tercih edilebilir. 18 gauge i¤ne kullan›l›r. Lokal anestezi sonras› 11 no bisturi ile cilde delik aç›l›r. Burada amaç cilt ve cilt alt›na squamoz hücre kaç›ß›n› önlemektir. ‹‹AB’den di¤er bir fark› i¤ne ç›kar›l›rken negatif bas›nc›n devam ettirilmesidir ki bu ißlem hücre ekimi ihtimalini azaltmak için yap›l›r (10,11) . ‹‹AB de i¤ne çap› 1mm den az iken burada 1–2 mm biopty i¤neleri kullan›l›r. S›kl›kla kullan›lan 18 gauge i¤nelerin çap› 1,2 mm'dir ve aspirasyon materyali histolojik de¤erlendirme ve DNA analizi için de yeterlidir. Özellikle lenfoma tan›s›nda ‹‹AB ‘nden daha do¤ru sonuçlar elde edilebilir. Lenfoma ßüphesinde 16 gauge i¤ne kullan›m› daha uygun olacakt›r. Örnek yetersizli¤inin olmamas› avantajd›r. Sensitivite, spesivite ve do¤ruluk oranlar› s›ras›yla %98, %100,%98,7 dir (10,11,12) . Core biyopsi Tru-Cut veya Silverman i¤nesi gibi özel haz›r bir malzeme gerektirir. Ç›kar›lan silindirik doku formol içinde fikse edilir ve histolojik de¤erlendirme yap›l›r. Bu yöntemde enjektör ve aspirasyon yoktur ve ‹‹AB de elde edilenden çok daha fazla materyal elde edilir. ‹‹AB ile tan› konamayan baß boyun kitlelerinde aç›k biyopsi öncesi uygulanmas› tercih edilebilir. Poliklinik ßartlar›nda kolayl›kla yap›labilir. Kanama ve hematom gibi basit komplikasyonlar› olabilir. Literatürde tümör ekimi ile ilgili fazla bilgi olmamas› yayg›n kullan›lmamas› ile ilißkilendirilebilir. Baß boyun kitlelerinde kullan›m› s›n›rl›d›r ve vasküler patolojilerde hiçbir ßekilde kullan›lmaz. Küçük kitlelere uygulanamaz. Kitle 1,5 cm üzerinde olmal›d›r. Etraf dokulara hasar vermemek için ultrason eßli¤inde yap›lmas› di¤er bir dezavantaj›d›r. Kanama ihtimali nedeniyle bas› yap›lmal› ve hasta en az 1 saat izlenmelidir. Sonuçta kullan›lmamas›n› gerektirmese de, malignite söz konusu ise geniß delikli i¤ne kullan›ld›¤›nda tümör hücrelerinin yay›lma olas›l›¤› göz ard› edilmemelidir (10,13,14). Donmuß kesit (Frozen) Baz› durumlarda patologdan çabuk tan› vermesi istenir ve biyopsi materyalinin h›zla dondurularak kesit al›nd›¤› donmuß kesit yöntemi birkaç dakika içinde tan› konmas›n› sa¤lar. Esas kullan›m yeri peroperatuvar karar vermeye yard›mc› olmakt›r. Çeßitli durumlarda oldukça yararl›d›r, ancak yalanc› pozitif ve negatif olas›l›klar› ak›lda bulundurulmal›d›r. ‹lk durum planlanan büyük bir cerrahi öncesi, daha önceden tatmin edici tan› konulamam›ß olan, kitleden yap›lan inceleme ile operasyona devam 84 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) edip etmemeye karar verilmesidir (3) . Bu daha çok primeri bilinmeyen boyun kitleleri için söz konusudur. Örne¤in hasta uyuduktan sonra yap›lan donmuß kesit incelemesi lenfoma, nazofarinks kanseri veya granülomatöz iltihap olarak belirlenirse operasyona devam edilmez. ‹kinci durum primer tümörün rezeksiyonu yap›ld›ktan sonra cerrahi s›n›rlar›n yeterli ve temiz oldu¤una karar vermek için hastada kalan rezeksiyon s›n›rlar›ndan donmuß inceleme yap›l›r. Buna göre eksizyon s›n›rlar›n› gerekirse genißletmek planlan›r (3,15). Üçüncü durum selektif boyun diseksiyonu s›ras›nda ßüpheli lenf nodlar›yla karß›laß›ld›¤›nda uygulanabilir ve e¤er lenf nodu pozitif gelirse boyun diseksiyonu tipi de¤ißtirilebilir. Dördüncü durum tiroid kitle ve nodüllerinde malign benign ayr›m›n› yap›p ameliyat s›n›rlar›n›n belirlemek için önemlidir (16,17). Tiroid kitlelerinde oldukça güvenilirdir, kapsül invazyonunun de¤erlendirilmesi gereken folliküler ve Hurthle hücreli kanser haricinde, ameliyat s›n›rlar›n› belirlemeye yard›m eder(15,16,17). Di¤er bir durum ise ç›kar›lan dokunun yap›s›n› belirlemek için kullan›lmas›d›r, örne¤in tiroidektomi s›ras›nda paratiroid bezi tan›ma; tedavi aciliyeti gerektiren ve donmuß kesit ile tan› konabilen mukor ve aspergillozis gibi mikroorganizmalar›n tan›nmas›nda da kullan›l›r. Ancak tükürük bezi kitlelerinde benign malign ayr›m›n› yaparken dikkat edilmelidir ki buradaki baßar› oran› %60-70 lere düßmektedir(3,18). Özellikle parotis kitlelerinde fasiyal sinirle ilgili kararlar› verirken çok güvenilir olmayabilir. Bu durumda kal›c› kesitleri beklemek daha güvenilirdir. Her ißlem gibi kullan›lmamas› gereken durumlar da vard›r. Sonuç operasyonu de¤ißtirmeyecekse, doku kalsifiye veya ossifiye ise, biyopsi küçük ve kal›c› kesit için baßka örnek yok ise, kal›c› kesitlerle bile tan›nmas› zor olan melositik tümörler gibi özel lezyonlarda, cerrah›n merak›n› gidermek ve hastaya çabuk tan› vermek için kullan›lmamal›d›r(6). Baß boyun lezyonlar›nda en çok cerrahi s›n›rlar› de¤erlendirmede, tükürük bezi, lenf nodu, tiroid ve paratiroid bezi hastal›klar› ve boyun kitlelerinde kullan›l›r. Nazofarinks ve orofarinks lezyonlar›n›n frozen kesit ile de¤erlendirilmesi çok kullan›lmaz (6). Tiroid lezyonlar›nda frozen kesit ile yüksek oranda güvenilir sonuçlar elde edilirken, tükürük bezlerinde gerek bilgi ve deneyim eksikli¤i gerekse yeterli ve tan› koydurucu örneklemenin az say›da yap›lmas› nedeniyle s›kça hata yap›lmaktad›r. Monomorfik adenom, selüler pleomorfik adenom, asinik hücreli karsinom, düßük gradeli mukoepidermoid karsinom ile benign lenfoepitelyal lezyonlar ve lenfoma aras›nda kar›ß›kl›k yaßanmaktad›r. Aç›k biyopsi ‹ki ßekilde yap›l›r; insizyonel ve eksizyonel biyopsi. Eksizyonel biyopsi tüm kitlenin bütünlü¤ü Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 bozulmadan ç›kar›lmas›, insizyonel biyopsi ise kitlenin bir k›sm›n›n ç›kar›lmas›d›r. Aç›k biyopsiler daha önce bahsedilen iki grupta de¤erlendirilebilir. Cilt alt› baß boyun kitleleri ve mukozal-submukozal lezyonlar. Cilt alt› kitlelerde belli bir algoritma içinde çeßitli basamaklar tamamland›ktan yap›lan aç›k biyopsiler kabul edilebilirdir. Ço¤u baß boyun cerrah›, e¤er boyundaki kitle sonuç itibariyle metastatik bir baß boyun kanseri ise, aç›k biyopsinin boyun fasya planlar›n› bozdu¤u ve böylece yara boyunca tümör hücrelerinin ekildi¤ini iddia ederler. Bu nedenle cerrahi kür ßans›n›n azald›¤› düßünülür (9) . Ne yaz›k ki ciddi tümör ekim riski oldu¤u bilinmesine ra¤men aç›k biyopsi hala üst sindirim ve hava yolu tam olarak ayr›nt›l› de¤erlendirilmeden yap›lmaktad›r. Boyun kitlelerinde yap›lan lenf nodu biyopsisi uzak metastaz riskini ve yara enfeksiyonu riskini artt›rabilmektedir(19). ‹nsizyonel biyopsi yap›lmas› boyuna verilecek radyoterapi dozunu artt›r›r çünkü boyun fasya planlar› aras›na da¤›lan hücreler nedeniyle sahan›n radyoterapi ile sterilizasyonu zorlaßacakt›r . Ancak bu konuda yap›lm›ß bir prospektif randomize bir çal›ßma olmad›¤›ndan (literatürde sadece retrospektif incelenmiß veriler mevcut) baß boyun cilt alt› kitlelerinden aç›k biyopsiye karß› medikal ve hukuksal bir temel olußmam›ßt›r. Ço¤u bilinçli cerrah da prati¤inde aç›k biyopsiyi belli kurallar dahilinde uygulam›ßt›r. Önemli olan aç›k biyopsinin ilgili saha ayr›nt›l› de¤erlendirildikten ve ‹‹AB yap›lmas›na ra¤men sonuç al›namayan durumlarda uygulanmas›, hasta geldi¤inde körlemesine ilk yap›lan ißlem olmamas›d›r. Di¤er önemli bir nokta ise cilt insizyonunun daha sonra yap›labilecek majör cerrahi s›ras›nda ç›kar›labilecek ßekilde planlanmas›d›r. Tükürük bezi tümörlerinde aç›k biyopsi veya enükleasyon önerilmemektedir çünkü yetersiz eksizyon ve tümör ekimi dolay›s›yla tümörün rekürrensine sebep olur. Rekürrren tümörün malignleßme ihtimali vard›r. Ayn› ßekilde tiroid nodülünün enükleasyonu da art›k terk edilmiß bir yöntemdir. Frozen çal›ß›larak yap›lsa bile fark edilmeyen küçük bir nodülde olabilecek karsinom ihtimali unutulmamal›d›r. Aç›k biyopsinin kullan›m› lenfoma, granülomatöz iltihap, ve supraklaviküler bölgede gastrointestinal, genitoüriner, akci¤er metastazlar› tan›s›n› koymak için gereklidir. Mukozal ve submukozal lezyonlar ise tamamen farkl› bir ßekilde ele al›n›r. Oral kavitede lökoplaki ve eritroplaki gibi prekanseröz ßüpheli lezyonlar›n hepsinin ç›kar›lmas› önemlidir. Çünkü lezyonun al›nmayan k›sm›nda karsinom alanlar› daha sonra gözden kaç›r›labilir. Orofarinks ve oral kavite ülsere malignite ßüphesi olan lezyonlar›nda tan› için insizyonel biyopsi tercih edilmelidir. Görülen bir lezyonun varl›¤›nda di¤er alternatif yöntemler bunun Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 yerini almamal›d›r. Biyopsi mutlaka tümör ile birlikte sa¤lam dokuyu içermeli ve kama (wedge) ßeklinde al›nmal›d›r. Biyopsinin al›nd›¤› yer daha sonra yap›lacak olan cerrahinin s›n›rlar›n› etkilememelidir, bu nedenle mandibulaya, dil köküne, median rafeye yak›n k›s›mlardan biyopsi yap›lmamal›d›r. Oral kavite ßüpheli lezyonlar›nda biyopsiyi as›l tedaviyi yapacak kißinin almas› lezyonun yeri ve boyutlar›n›n tespiti aç›s›ndan önemlidir. Yetersiz eksizyon as›l tümörü bask›layarak tan›y› zorlaßt›rabilir. Yap›lan biyopsinin derinli¤inin yeterli olmas› önemlidir. Granüler hücreli tümörler benign olmalar›na ra¤men yeterli derinlikte biyopsi al›nmaz ise yüzeylerinde görülen pseudo epitelyamatöz hiperplazi iyi diferansiye skuamoz hücreli kanser ile kar›ßabilir. Malign neoplazi tan›s› bazen zor olabilir. Biyopsi neoplazi etraf›ndaki inflame alandan veya ortadaki nekrozdan veya periferdeki displastik alandan al›nm›ß ise tan› yanl›ß olabilir. Di¤er önemli parametre yeterli say›da histolojik kesit al›narak malign hücrelerin kaç›r›lmamas›d›r(20,21,22). Larinksteki özellikle vokal kord üzerindeki beyaz lezyonlar›n tamam› ç›kar›lmal›d›r. Cilt lezyonlar›nda ikinci bir ißleme gerek kalmamas› için eksizyon önerilir(23). Ancak tan› bazal hücreli karsinom ise 0,8–1 cm emniyet s›n›r›, skuamoz hücreli karsinom ise 1,5–2 cm s›n›r b›rak›lmal›d›r. Lezyon tüm cilt ve cilt alt› dokular› içermeli gerekirse kasa kadar inilmelidir. Boyun kitleleri Baß boyun kitlelerinin sebebi yaßa göre de¤ißir. Çocuklarda enfeksiyöz ve konjenital nedenler daha s›k görülür. ‹nflamatuar orijinli oldu¤u düßünülen kitle antibiyotik tedavisine ra¤men küçülmüyor veya boyutlar›nda artma oluyor ise tam bir baß boyun muayenesinden sonra histolojik tan› için öncelikle ‹‹AB yap›l›r. ‹‹AB hem tan› hem de tedavinin yönlendirilmesinde kullan›lan bir tekniktir. Sadece malignite tayini de¤il enfeksiyöz kitlelerde kültür için örnek almak hatta elde edilen spesmenin PCR ile incelenmesi ile tüberküloz tan›s› ve EBV bak›larak nazofarinks kanseri tan›s› konulabilir. ‹‹AB’nin baß boyun kitlelerinde cerrahi gerektirmeyen inflamatuar lezyonlar›, kistik ve neoplastik lezyonlardan ay›rmada yararl› bir yöntem oldu¤u gösterilmißtir (19,24). Baß boyun kanserlerinde lenf nodu durumu en önemli prognostik faktördür. Klinik N0 boyunda okkült metastaz olabilir. Metastaz›n atlanmas› tedavi baßar›s›zl›¤›na neden olurken over treatment gereksiz tedaviye neden olur. Boynun de¤erlendirilmesi palpasyonla yap›l›r ama asl›nda sensitivitesi düßüktür. Lenf nodunun sternoklauidomastoid adale alt›ndan palpe edilmesi için en az 1 cm boyutunda olmal›d›r(25). ‹‹AB sensitivite ve spesivitesi %96–100, do¤rulu¤u %80-90’lar›n üzerindedir ve Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) 85 aspire edilen spesmenin miktar› ile do¤ru orant›l›d›r (2,4,7,24,25). Yalanc› pozitif sonuçlar önceden radyoterapi alm›ß olmas› veya yumußak doku ve kemik tümörü gibi sitolojisi zor vakalarla ilgilidir(4,25). Radyoterapi sonras› rekürrens ve metastaz tan›s›n› koymada faydal›d›r. Metastatik karsinom ve rekürren lenfoma tan›s›ndaki yeri onkologlar ve cerrahlar taraf›ndan kabul edilmiß olmas›na ra¤men lenfoma primer tan›s›nda ki yeri tart›ßmal›d›r. ‹mmunperoksidaz ile lenfoma tan›s› ve tiplendirmesi yap›labildi¤inden ‹‹AB yap›lan iki i¤nenin sitometrik incelemesi yeterli sonuç verebilir. ‹‹AB sonucu negatif ama klinik ßüphe var ise tekrarlanmal›, kitlede büyüme var ise eksizyonel biyopsi yap›lmal›d›r. Çünkü yalanc› negatif sonuç olabilir ve negatif sonuç lenfomay› ekarte ettirmez. Soliter, asimetrik, supraklavikular, arka üçgen, sürekli boyutu artan nodal kitlelerde fazla zaman kaybetmeden tan›ya gidilmelidir. Sitopatolojik tan›daki s›n›rlamalar ve zorluklar immünositokimya ve flow sitometri ile aß›lmaya çal›ß›lmaktad›r. ‹‹AB negatifse ya da malign sitoloji düßündürmesine ra¤men, lenfoma ay›r›c› tan›s› ve tiplendirmesi için, klinik ve endoskopik primer odak saptanamam›ßsa, aç›k biyopsi yap›labilir(19,24). Bu biyopsi eksizyon ßeklinde yap›lmal› ve mümkün ise ameliyathane ßartlar›nda hastaya boyun diseksiyonu yapma ihtimali göz önünde bulundurularak insizyon yap›l›r ve frozen sonucuna göre boyun diseksiyonu yap›l›r. Frozen sonucu yass› epitel hücreli karsinom, melanom veya supraklavikular lokalizasyonu olmayan adenokarsinomlara gelir ise boyun diseksiyonu yap›l›r. Cerrahi öncesi kesin histolojik tan›y› bilmek daima istenen bir durumdur. Ancak parafaringeal bölge tümörlerinde tümöre ulaßman›n çok kolay olmamas› ve kullan›lan yöntemler, elde edilen radyolojik görüntüler ile yeterince de¤erlendirme yap›labilmesi nedeniyle her zaman biyopsi yap›lmas› gerekli de¤ildir. Her ßeye ra¤men gerekti¤inde BT veya USG eßli¤inde transservikal ‹‹AB yapmak mümkündür. Bölgenin vasküler zenginli¤i nedeniyle yap›lan ißlem tehlikeli olabilir. Aç›k biyopsi transservikal veya transoral yap›labilir. Her ikisi de çok tercih edilmez çünkü insizyon alan›n›n tümör kontaminasyonu söz konusudur. Transoral yol ile yap›lan biyopside vasküler hasarlanma olabilir(7). Ancak hasta operasyon aç›s›ndan risk taß›yor ise, malignite veya lenfoma yönünde ßüpheler varsa ve ‹‹AB ile kesin tan›ya gidilemiyorsa transservikal insizyonel biyopsi endikasyonu vard›r. Tükürük bezi tümörleri Tükürük bezi lezyonlar›n›n tan›s›nda ‹‹AB’nin önemi kabul edilse de malignansi ayr›m›nda yetersizli¤i ve tedavi planlar›n› çok az etkilemesi tart›ßma yaratmaktad›r(5). ‹yi s›n›rl› parotis kitleleri ‹‹AB 86 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) ne olursa olsun cerrahi ile ç›kar›l›r ve yap›lan minimum cerrahi süperfisiyal parotidektomidir. Yap›lacak cerrahi ve fasiyal sinir ile ilgili kararlar ‹‹AB de¤il intraoperatif bulgulara göre verilir. ‹‹AB’nin spesivitesi yüksektir, çok s›k kullan›l›r ama maligniteyi tan›mak anlam›na gelen sensitivitenin düßüklü¤ü kullan›m de¤erini etkiler. Tükürük bezi kitlelerinde ‹‹AB kullan›m gereklilikleri: az tan›nan tükürük bezi kitleleri, klinik malignite ßüphesini do¤rulama ve lenf nodlar›na yaklaß›m› belirleme, metastatik karsinomu tan›ma, lenfoma gibi cerrahi uygulanmayan patolojiler, cerrahi için uygun olmayan adaylard›r. Preoperatif malignitenin bilinmesi tedavi gecikmesini önleme ve muhtemel fasiyal sinir hasar› hakk›nda hastay› bilgilendirme konusunda önemlidir (3,26). Benign patolojilerde ise genel durumu cerrahiye uygun olmayan hastalarda operasyonun ertelenmesinde veya hastan›n takibe al›nmas›nda önemlidir. ‹‹AB malign benign ayr›m› yapabiliyor ise anlaml›d›r. Hücre tiplendirmesi zordur önemli olan tam histolojik de¤erlendirme sonras› tan› koymakt›r (5). Parotis kitlelerinin %80’i benigndir. Tümörün tipinden ziyade gland içinde ki yerleßimi cerrahiyi etkiler. Yetersiz materyal %2–10 aspirasyonda olur bu i¤nenin hedef organa denk gelmesine, nekroz varl›¤›na, kanamaya ba¤l›d›r (27). ‹‹AB ile malign benign ayr›m› yap›labilmesinin sensitivitesi %54–96, spesivite %84–100 ve do¤rulu¤u %84–97. ‹‹AB ile hücre tiplendirme oranlar›na bak›lacak olursa malign ve benign kitlelerde s›ras›yla %84 ve %92 ßeklindedir. Yalanc› pozitif sonuçlar %0–7 aras›ndad›r. Mukoepidermoid karsinom tan›s› ve tiplendirmesi en zor patolojilerdendir. Pleomorfik adenomun histolojik görünümü farkl› olabilir ama s›kl›kla sitolojik tan› %82–94 oran›nda konur. Enfeksiyon, fasiyal sinir hasar› veya tümör ekimi gibi komplikasyonlar bildirilmemißtir(27). Bu tart›ßmalar yerini ‹‹AB faydas›, yeri ve tedaviyi gerçekten etkileyip etkilemedi¤i konusuna yönlenmißtir. Parotis kitlelerinde insizyonel biyopsinin yeri yoktur, konrtraendikedir. Sadece cilde infiltre olmuß, daha önceden biyopsi al›nm›ß ve inoperabl vakalarda palyasyon tedavisini belirlemek için yap›labilir. Parotis kitlesinin eksizyonu yap›lacak ise etraf parotis dokusu ile birlikte fasiyal sinir bulunarak parsiyel parotidektomi ßeklinde yap›lmal›d›r. Tükürük bezi kitlelerinde core biyopsi veya intraoral biyopsi denenmiß ama önerilmemißtir(8). Operasyon öncesi tam tan› konmam›ß olgularda frozen incelemesi yap›labilir ama patologun çabuk karar vermesi gerekti¤i ve yeterli inceleme yapamamas› tan› yanl›ßl›klar›na sebep olur. Frozen kesit de¤erlendirmenin avantaj› hücre tipinin de belirlenebilmesidir(3,27). Frozen inceleme malignansiyi tan›ma, tiplendirme ve grade konusunda ‹‹AB’den daha Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 do¤ru sonuçlar verir(18). Frozen kesit sensitivitesi % 85–90, spesivite %96, do¤rulu¤u %36–80. Frozen kesitlerin önemi nondiagnostik veya negatif sonuçlara ra¤men malignite ßüphesi olan vakalarda tan› konmas› için intraoperatif uygulanmas›d›r(3,8,18). Tiroid Klinik ve radyolojik olarak tiroid nodüllerde benign malign ayr›m› yap›lamaz. ‹‹AB do¤ru tan› yöntemidir ve tesbit edilen her nodülde direkt olarak yap›lacak ilk ißlemdir(17). ‹‹AB kullan›m› tiroid nodülü olan hastalarda operasyon gereklili¤ini dramatik olarak azaltm›ß ve dolay›s›yla malignite cerrahisi artm›ß, takip edilen hasta say›s›n› artt›rm›ßt›r(4,16,17). Soliter nodül varl›¤›nda, multinodüler guatr olan kißide nodül boyutunda büyüme oldu¤unda ve Hashimoto tiroiditi olan kißide yeni nodül gelißimi oldu¤unda yap›lmal›d›r. Günümüzde nodül de¤erlendirilmesinde ve izlenmesinde en önemli, en duyarl›, en ucuz ve en basit yöntemdir(16,17). Kistik nodüllerde yalanc› negatifli¤i azaltmak için önce kist s›v›s› aspire edilir ve kist duvar›ndan biyopsi al›nmaya çal›ß›l›r. 1cm>ve 4cm< nodüllerden yap›lan aspirasyonun yetersiz olma ihtimali fazlad›r. Yetersiz sonuç 1 ay sonra tekrarlanan aspirasyon ile %50 azalt›l›r. Tiroid aspirasyonlar›n›n %10’u yetersiz, %25’i maligndir. ‹‹AB için tek k›s›tlama folliküler adenomu iyi diferansiye, enkapsüle folliküler karsinomdan ve Hurtle hücreli adenomu, kanserden ay›ramamas›d›r. Bu ayr›m frozen ile de yap›lamaz(3,17,28). Malignite ßüphesi olan tiroid nodüllerinden radyonüklid çal›ßmada so¤uk olanlar› ve klinik olarak malignite riski olan kißilerde cerrahi olarak ç›kar›lmal›d›r. Yalanc› pozitiflik daha çok Hurtle hücrelerinin malign olarak tan›nmas› ve papiller epitel hiperplazinin papiller karsinom olarak de¤erlendirilmesidir. Yalanc› negatif tan› seyrektir ve s›kl›kla spesimen yetersizli¤i ile alakal›d›r. Preoperatif kitlenin benign mi malign mi oldu¤unun bilinmesi cerrahi yaklaß›m› ve hastan›n bilgilendirilmesini etkiler. Sensitivite ve spesivitesi %90lardad›r. Yanl›ß negatif ve yanl›ß pozitif sonuçlar %5den düßüktür. ‹‹AB'de karß›laß›lan en büyük sorun yetersiz materyal gelmesidir ve %2 ile %21 aras›nda bu oran de¤ißir. Deneyimli ellerde bu oran %8in alt›ndad›r(3,15,17,28). Nodüllerde benign malign ayr›m›n› ‹‹AB’si USG ve tiroid radyonüklid incelemelere göre daha iyi yapar(16,17,28). Tiroid nodüllerinde ‹‹AB ile benign malign ayr›m› yap›labiliyor ise frozen kesit yap›lacak cerrahiyi etkilemez. ‹‹AB sonucu yetersiz, ßüpheli veya atipik ßeklinde raporland› ise frozen kesit tedavi planlamada faydal› olacakt›r. ‹‹AB ve klinik frozen kesitlerin yerini %99 alm›ßt›r(1,28). Folliküler lezyonlarda anjioinvazyon ve kapsül invazyonu tan›da önemli oldu¤u için kimi cerrah bu patolojiler- Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 de frozen kullan›r. Folliküler neoplazilerin % 15’i maligndir ve bunlar›n çok az› frozen ile tan›nabilir. Frozen kesit sensitivite ve spesivitesi s›ras›yla % 6897 ve %50–97’dir(3,16,17,28). Sonuçta ‹‹AB kolay uygulan›p çabuk ve güvenilir sonuç veren, hastaya ve hekime zaman kazand›ran, ucuz, risksiz erken tan› arac› olarak de¤erlendirilebilir, radyolojik yöntemleri tamamlayan hatta yerine geçebilecek bir yöntem olarak seçilmiß, ßüpheli ve malignite düßündüren olgularda hemen mutlaka uygulanmas› önerilir. Flow sitometri Otomatik hücre analizi yapan bir tekniktir. Hücre çal›ßmalar›n›n en gelißmiß tekniklerinden biridir. Binlerce hücre saniyeler içinde say›larak analiz yap›l›r. Flow sitometri vücut s›v›lar›nda, taze parafinize dokularda ve ‹‹AB materyallerinde uygulanabilir(10). Flow sitometri lösemi ve lenfomalar›n tan› ve prognozunun belirlenmesinde, HIV’li hastalar›n prognozunun ve evresinin belirlenmesinde, belli tümörlerin proliferasyon fraksiyonlar›n›n ve DNA ploidisinin de¤erlendirilmesinde, retikülosit say›m›nda ve trombosit ile nötrofillere karß› gelißmiß antikorlar›n saptanmas›nda kullan›l›r. Di¤er bir kullan›m alan› monoklonal B hücre proliferasyonunu göstermedir. Kanserli hücrelerde s›kl›kla anormal DNA içeri¤i ve moleküler mekanizmada yükselmiß proliferatif aktivite gözlenmißtir. DNA anöploidisi hücrelerde yayg›n olarak görülen say›sal ve yap›sal kromozom anomalilerinin görüntüsüdür. Ancak kanser anöploid olabilece¤i gibi diploid de olabilir(10,23). ‹‹AB ile lenfositler görülüyor ama tan› konam›yor ise ‹‹AB tekrarlan›r ve flow sitometri yap›l›r. Bu ßekilde tan› konsa da tiplendirme için aç›k biyopsi yap›lmas› gereklidir. Az diferansiye malignitelerde immünohistokimya faydal› olacakt›r. Sitokeratin az diferansiye karsinom; vimentin mezenßimal orijinli tümörler, S100 nöral kökenli tümörler ve lökosit common antijen malign lenfoma ay›r›c› tan›s›nda önemli immünohistokimyasal markerlard›r. ‹‹AB ile kombinasyonu tan› aç›s›ndan faydal› di¤er bir yöntem elektron mikroskobidir (EM). EM incelemede interselüler ba¤lant›lar›n yoklu¤u malign lenfoma; intermediate filamanlar mezensimal tümörler; nörosekretuar granüller hormon üreten tümörler için anlaml›d›r. EM özel teknik ekipman gerektiren pahal› bir yöntemdir ve immünohistokimyasal yöntemlerin gelißmesi ile kullan›m› oldukça azalm›ßt›r(10). Eksfolyatif sitoloji Þüpheli hiperplastik, keratotik veya ülsere lezyon biyopsi alman›n zor ve s›k›nt›l› oldu¤u bir alan- Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) 87 da ise (trakeoözefagial ülserasyon gibi) küçük bir parça gelfoam kullan›larak bu yöntem uygulan›r. Gelfoam kesilir ve kesilen kenar ile smear al›n›r, sitolojik yayma yap›l›r ve ayr›ca gelfoam da incelemeye al›n›r(10,23,29). Klinik olarak ßüpheli larinks lezyonlar›nda güvenilir ve do¤ru bir metot olarak tarif edilmißtir. Lokal anestezi alt›nda laringoskop eßli¤inde f›rça veya pamuk kullan›larak da yap›l›r. Sensitivitesi ve spesivitesi %85’lerin üzerinde olan bu yöntem güvenilir bir takip metodudur. Özellikle laringeal biyopsi sonucu olußan fonksiyonel ses problemlerinin engellenmesini sa¤lar Tekrarlayan larinks biyopsilerinin skar dokusu ve kal›c› ses de¤ißikliklerine neden olaca¤› düßünülürse takip için iyi bir yöntemdir.. Noninvaziv, a¤r›s›z, çabuk ve güvenilir bir metoddur. ‹yi diferansiye epidermiod karsinomda görülen aß›r› keratinizasyon, normal mukoza alt›ndaki malign neoplazi ve larinksin nadir neoplazilerinde tan› problemi yaßanabilir. Yalanc› pozitif sonuçlar h›zl› tan›ya, nekroza, inflamasyona veya alttaki neoplaziye ba¤l› mukozada olußan pseudoepitelyamatöz epitel hiperplazisine ba¤l›d›r(10,23,29). A¤›r displaziyi invaziv karsinomdan ay›ramaz. Hafif ve orta derece displazi takibinde, a¤›r displazi veya rekürren bilateral vokal kord ve ön komissür lezyonlar›n›n takibinde kullan›labilir. Hastan›n sitoloji ile takibi s›ras›nda kal›c›, büyüyen ve yay›lan lezyonlarda tan› için eksizyonel biyopsi yap›l›r. Bronß lavaj› ve endoskopik y›kama ßeklinde de kullan›lan eksfolyatif sitoloji bilinen bir üst solunum yolu ve sindirim sistemi malignitesi varl›¤›nda ikinci primeri mi yoksa dökülen tümör hücrelerini mi tan›d›¤› tart›ßmal›d›r. Oral kavitede kullan›m› daha yayg›nd›r. Þüpheli hücre varl›¤›n› gösterir. Erken tan› oral kavite malignansilerinde prognozu etkileyen önemli bir parametredir. Oral kavite lezyonlar›nda sensitivitesi ortalama %87 iken bu oran flow sitometri ile kombinasyonu ile%100 olur. Sensitivitesi ve spesivitesi yüksek, ucuz ve noninvaziv malignite ßüphesi olan oral lezyonlar›n tan›s›nda, oral karsinomun erken tan›s›nda, rekürrensin ve tümör davran›ß›n›n tahmininde faydal›d›r. Oran ne kadar yüksek olursa olsun tümör hücresinin görülmesi lezyonun eksizyonunu ve kesin tan› için histolojik incelemeyi gerektirir(20,22). Sonuç olarak epiteli korudu¤u için avantajl› olsa da karsinom tan› ve takibinde yetersiz olan bir yöntemdir. Sitoloji ile elde edilen pozitif sonuç biyopsi ile mutlaka teyit edilmelidir ve bu gereklilik bu yöntemin kullan›m›n› k›s›tlamaktad›r. Endoskop ile görülen her kitleden biyopsi yapma imkan› oldu¤u için de az tercih edilen bir yöntemdir. Oral kavite lezyonlar›nda %5–25 yalanc› negatif sonuçlar al›nabilmektedir(20). 88 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) Mukozal biyopsi ve toluidin mavisi 1960’l› y›llarda toluidin mavisinin mukozal yüzeyde malign hücreleri boyad›¤›, normal hücrelerin boya tutmad›¤› öne sürüldü. O y›llarda beri pek çok klinik çal›ßmada neoplastik, displastik ve benign oral kavite lezyonlar›nda ve serviks patolojilerinde çal›ß›lm›ßt›r. Kullan›lan boya nontoksiktir. Boya veya %1-2’lik asit solüsyon gargara olarak kullan›l›r. Þüpheli alan boyand›ktan sonra %1–2 lik asetik asit veya su ile y›kan›r. Bu ißlemden sonra boya kalan alanlar ßüpheli olarak de¤erlendirilir. Ülsere alan etyolojiden ba¤›ms›z pozitif boyan›r. Eritroplaki veya displastik alanlar koyu mavi boyan›r. Keratotik lezyonlar az boyan›r. Maligniteyi %100 tan›r ama premalign lezyonlarda %20 oran›nda yalanc› negatif sonuçlar› vard›r. ‹nflamasyon boyanmay› etkileyerek yalanc› pozitif sonuçlara neden olur. Riskli popülasyonlarda tarama maksatl› ve oral kavitede satellit tümör alanlar›n› göstermede kullan›labilir. Malign, premalign ve ülsere alanlarda nükleik asitler fazlad›r. Toluidin mavisi bu nükleik asitleri boyar. Oral kavitede lezyonlar› tan›mak zor oldu¤u için biyopsi öncesi uygulanmas› faydal› olacakt›r(10,21,30,31,32). ‹nvaziv skuamoz hücreli kanserlerde olmasa da toluidin mavi ile boyanma klinik displastik lezyonlar›n s›n›rlar›n› göstermede ve biyopsi al›nacak en ideal yeri göstermede etkilidir. Özellikle tedavi sonras› takipte, radyoterapi veya cerrahi, kullan›l›r. Boyanma yok veya az ise klinik tan› daha önemli oldu¤u için ßüpheli alandan biyopsi al›n›r. ELEKTROCERRAH‹ Elektrocerrahi (EC) enstrümanlar› kulak burun bo¤az hekimleri taraf›ndan pek çok alanda rutin kullan›lmaktad›r ve ço¤u klini¤in ve ameliyat odalar›n›n vazgeçilmez bir demirbaß›d›r. Onkolojik cerrahide, tonsillektomide, oral kavite girißimlerinde, temporal kemik rezeksiyonunda ve konka cerrahisinde diseksiyon ve hemostaz amac› ile çok s›k kullan›lan bu enstrümanlar›n çal›ßma prensipleri çok az hekim taraf›ndan bilinmektedir(33). Nas›l adland›r›l›rsa adland›r›ls›n asl›nda kullan›lan elektrik ak›m›d›r ve yanl›ß kullan›m› çok ciddi hasarlara neden olabilir. Elektrocerrahinin temel prensiplerinin bilinmesi ile kolayl›kla olußabilen muhtemel komplikasyonlar önlenebilir. Oysa bu aletlerin do¤ru ve etkin kullan›m› operasyon süresi, kan kayb›, enfeksiyon gelißimi, inflamatuar yan›t, a¤r› ve yara iyileßmesi ile direkt ilißkilidir. Bu kadar geniß kullan›m› olmas›na, sertifika ile kullan›m›na izin verilen lazerden daha ciddi komplikasyonlara neden olabilmesine ra¤men EC bilgimiz çok azd›r(34,35,36,37,38). 1926 y›l›nda fizikçi William T Bovie taraf›ndan yap›lan ilk EC jeneratörünün Harvey Cushing taraf›ndan ilk kez beyin ameliyat›nda kullan›lmas›yla Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 baßlayan elektrocerrahi temelde çok az bir de¤ißiklikle günümüzde ço¤u ißlemde rutin olarak kullan›lmaktad›r. Bovie terimi pek çok cerrah taraf›ndan kullan›lsa da asl›nda kesme, koagulasyon ve bazen ikisinin birlikte oldu¤u ißlemi yapmak için dokudan 110 volt yüksek frekans elektrik ak›m›n›n geçißini sa¤layan elektrocerrahi jeneratörüdür(34,35,36). Elektro cerrahi ile elektrokoter sinonim olarak kullan›lsa da asl›nda birbirinden tamamen farkl› terimlerdir. Elektrokoterde do¤ru ak›m kullan›l›r ve ak›m›n üzerinden geçti¤i rezistans ›s›t›larak dokuya etki eder. Dolay›s›yla hasta vücudundan elektrik ak›m› geçißi söz konusu de¤ildir ve topraklay›c› plak kullan›lmaz(34,35,36,38). Elektrocerrahide ise kullan›lan prob de¤il dokuda ›s›nma olur. EC probunun temas noktas›nda olußan elektromagnetik ak›m moleküllerde h›zl› harekete neden olur ve ›s›nma hücre içi s›v›s›nda kaynamaya ve hücre parçalanmas›n› sa¤lar. Olußan bu ›s› yüksek seviyede ise ve ak›m sürekli ise hücre patlayarak parçalan›r; ve bu kesme modudur. Gelen ak›m aral›kl› ve hücrenin so¤umas›na imkan tan›r ise hücre büzüßür, olußan protein denaturasyonu ile koagulasyon sa¤lan›r. EC de kullan›lan ak›m yüksek frekansl› alternatif ak›md›r. Ak›m›n kullan›ld›¤› frekans spektrumu, 200khz3,3mhz, AM radyo frekans› ile ayn› aral›kta oldu¤u için bu ak›ma radyofrekans ak›m› da denir. Hasta EC sisteminin bir parças›d›r. EC ünitesinden ç›kan yüksek frekansl› alternatif ak›m impedans›n en yüksek oldu¤u aktif elektrodun (bovie kalemi veya baßka bir prob) ucundan impedans›n düßük oldu¤u topraklay›c› pla¤a do¤ru hasta üzerinden geçerek terk eder ve tekrar jeneratöre döner. Topraklay›c› pla¤›n yüzeyinin geniß olmas› ve hasta vücudu ile tam temas› muhtemel komplikasyonlar› önleyecektir. Teknolojinin gelißmesiyle üretilen yeni jeneratörlerde sadece ›s› de¤il impedans, kullan›lan güç, uygulama zaman› ve total enerji görülebilmektedir(34,35,36). Kullan›lan aktif elektrodun tipi kullan›m alanlar›n› etkiler. Baß boyunda i¤ne elektrottan çok pedall› elektrot tercih edilir. Monopolar sistemler en çok kullan›lan EC sistemidir. Aktif elektrot cerrah›n elindedir ve koter pla¤› olarak adland›r›lan dönüß elektrodu ise genellikle uyluktad›r. Ak›m aktif elektrottan koter pla¤›na do¤ru hastadan geçerken istenmeyen kas ve sinir uyar›lar›na neden olur. Elektrot ne kadar ince ise uçta olußan ak›m yo¤unlu¤u artar ve daha az güç ile daha etkili ißlemler yap›labilir. Bipolar sistemde ise aktif ve pasif elektrot cerrah›n elindeki forseps elektrot üzerindedir ve sadece elektrotlar aras›ndaki dokuda ›s›nma meydana gelir ve etraf dokulara hasar› azalt›lm›ß olur. Bipolar sistemde hasta vücudundan elektrik akl›m› geçmez. EC kullan›lan ortam›n kans›z olmas›, bipolar Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 elektrotun çok s›k› tutulmamas› ve elektrot uçlar›n›n temiz olmas› istenilen etkiyi artt›racak ve karbonizasyonu önleyecektir(34,35,36). Baß boyun cerrahisinde kanama miktar›n› tam olarak tahmin etmek zordur. Hipotansif anestezinin kan kayb›n› azaltt›¤› bilinse de bu hasta grubunun yaßl›, atheroskleroz riski olan serebrovasküler ve koroner dolaß›m problemi olabilen hastalar olmas› nedeniyle uygulamas› zordur. EC diseksiyonun baß boyun cerrahisinde kan kayb›n› azaltan etkili bir metoddur(34). Komplikasyonlar Elektrocerrahinin KBB prati¤inde s›k kullan›lmas› beraberinde komplikasyonlar› da gündeme getirmißtir. Bu komplikasyonlar›n art›ß› kulan›lan teknolojinin yeterince anlaß›lmamas›ndan kaynaklanmaktad›r. Sistemin özellikleri ve kullan›m ßekillerinin bilindi¤i kadar dokulara olan potansiyel etkileri ve güvenli kullan›m esaslar› da bilinmelidir. Koter yan›klar›: Hasta vücudundan geçen elektrik ak›m› EC’nin en tehlikeli yönüdür. Dört ßekilde olabilir: • Aktif elektroda ak›m taß›yan kablonun izolasayonunun bozulmas› ile ç›plak telin hastaya temas› sonucu yan›k olußur. Kabloyu sabitlemek için kullan›lan klemp kabloyu deler ise klempin temas› ile yan›k olußur. • Bipolar koterin kollar›n›n yal›t›m› bozulmuß ise bu bölgelerle temas eden a¤›z kößesi gibi yap›larda yan›k olabilir. Koter ucunun kirlenmesi ve ortam›n kanl› olmas› ak›m›n bu yal›t›ms›z alanlardan geçißini kolaylaßt›r›r. • Koterin aya¤›na yanl›ßl›kla bas›lmas› ve koterin de¤di¤i dokuyu yakmas›. Koter pla¤› ak›m›n dönüßünden sorumludur. Plak yüzeyine dokunun tam temas› önemlidir. Temas eden bölge k›ls›z, temiz ve kuru olmal›d›r. Plak ve cilt aras›nda temas etmeyen bölgelerin olmas› s›cak nokta denen temas bölgelerinde ve hastaya d›ßar›dan metal temas› olan bölgelerde yan›¤a sebep olacakt›r. Monitörizasyon için kullan›lan i¤ne elektrotlar, ekg ve eeg elektrotler› ve cilt,rektal ›s› ölçme problar› ile olußan yan›klar bildirilmißtir. Sebep ne olursa olsun bu yan›klar›n tek nedeni ihmaldir. Tüm ameliyathane personeli bu konuya özen göstermelidir. Elektrik kaça¤›: aktif elektrodun de¤di¤i metal gibi geçirgen maddelerin temas etti¤i yerlerde yan›k olußur. A¤›z içinde çal›ß›l›rken, endoskopi s›ras›nda koter kullan›l›rken dikkatli olunmal›d›r. Elektromagnetik etkileßime neden olan cihazlar elektrik kaça¤›na sebep olabilir. Bu tip cihazlar sahadan uzaklaßt›r›lmal›d›r. Kardiak pacemaker ve koklear implantlar varl›¤›nda EC kullan›m› prob- Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) 89 lem olabilir. ‹mplant ve pacemaker ayarlar› etkilenir. Bipolar kullan›m› güvenli olabilir(34,35,39). Patlama, yang›n: Tüm elektrikli cihazlarda söz konusu olan alev alma ve yang›n olußumu, çal›ß›lan sahan›n yan›c› gazlara yak›nl›¤› nedeniyle baß boyun cerrahisinde riski artt›rmaktad›r. Alev alma ve yang›n için gerekli üç faktör karbon kayna¤› veya yan›c› bir madde (endotrakeal tüp, spanç), oksijen veya nitröz oksitten zengin bir çevre ve ateßleyici kaynak (EC cihaz›) mevcuttur. Kafs›z tüplerde gazlar›n geriye kaç›ß› bu ortam› sa¤lamaktad›r. PVC tüpün tutußmas› için gerekli oksijen konsantrasyonunun %52 oldu¤u gösterilmißtir. EC kullan›ld›¤› lokal anestezi ve oksijen deste¤i ile yap›lan müdahalelerde de benzer risk mevcuttur. 2l/dk oksijen ak›m›, 30W güç ve 2 cm uzakl›k tutußma için gerekli minimum ßartlard›r. Sonuçta EC kullan›lan herhangi bir girißimde kullan›lan oksijen konsantrasyonunun mümkün olan en düßük seviyede olmas› ve aktif elektrotun da uzakta olmas› gerekmektedir. Oral kavite ve trakea cerrahisinde dikkatli olunmal›d›r. Trakeotomi açarken trakeaya koter ile girilmemelidir(35,36). Cerrahi duman: EC s›ras›nda olußan duman içinde toksik gazlar, benzen, hidrojen siyanid, formaldehit ve kan partikülleri vard›r. Bu nedenle potansiyel bir tehlikedir. 1gr dokudan ç›kan duman yaklaß›k 10-12 sigara ile olußan dumana eßittir ve birbiri ile karß›laßt›r›labilecek ßekilde mutajendir. Bu nedenledir ki EC cihazlar›n›n kullan›ld›¤› ortamlarda havland›rma çok iyi yap›lmal›d›r(35,36). Doku iyileßmesi: b›çak ile karß›laßt›r›ld›¤›nda olußan inflamasyon EC kullan›m›nda daha fazlad›r. Yara iyileßmesi daha uzun sürer ve enfeksiyon yatk›nl›¤› daha fazlad›r. EC kullan›l›rken dokuda renk de¤ißikli¤i oldu¤unda ißlem sonland›r›lmal›d›r. Uzun süre kullan›m güç ihtiyac›n› ve dokuda kömürleßmeyi bu da inflamasyonu artt›r›r, yara iyileßmesini geciktirir. Komplikasyonlar› azaltmak için kullan›m s›ras›nda traksiyon ve kontrtraksiyon önemlidir. Aktif elektrotun sadece ucu dokuya temas etmelidir. Damarlar kanamadan koagule edilmelidir. Ortam kans›z olmal›, elektrotun ucu temiz olmal›d›r. Çap› 2-3 mm’den geniß damarlar ba¤lanmal›d›r. Parotis cerrahisinde kullan›lmas› gerekli ise bipolar koter kullan›lmal›d›r. Hayvan çal›ßmalar›nda monopolar koterin schwann hücrelerine daha fazla hasar verdi¤i gösterilmißtir. Kanaman›n istenmedi¤i tonsillektomi ve dil eksizyonlar›nda kesme ve koagülasyon modu beraber kullan›lmal›d›r. 90 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) KAYNAKLAR 1. Kyrmizakis DE, Papadakis CE, Manios AG, Simandirakis CJ, Mastorakis EM, Amanakis ZE. Efficacy of 'two-man' FNAB technique in the assessment of patients with nonthyroid neck masses. Auris Nasus Larynx. 28(4):329-31, 2001. 2. Fulciniti F, Califano L, Zupi A, Vetrani A. Accuracy of fine needle aspiration biopsy in head and neck tumors. J Oral Maxillofac Surg. 55(10):1094-7, 1997. 3. Zbaren P, Nuyens M, Loosli H, Stauffer E. Diagnostic accuracy of fine-needle aspiration cytology and frozen section in primary parotid carcinoma. Cancer 100(9):187683, 2004. 4. Amedee RG, Dhurandhar NR. Fine-needle aspiration biopsy. Laryngoscope 111(9):1551-7, 2001. 5. Que Hee CG, Perry CF. Fine-needle aspiration cytology of parotid tumours: is it useful? ANZ J Surg. 71(6):345-8, 2001. 6. Daskalopoulou D, Rapidis AD, Maounis N, Markidou S. Fine-needle aspiration cytology in tumors and tumor-like conditions of the oral and maxillofacial region: diagnostic reliability and limitations. Cancer 81(4):238-52, 1997. 7. Lampe HB, Cramer HM. Advances in the use of fine-needle aspiration cytology in the diagnosis of palpable lesions of the head and neck. J Otolaryngol. 20(2):108-16, 1991. 8. Postema RJ, van Velthuysen ML, van den Brekel MW, Balm AJ, Peterse JL. Accuracy of fine-needle aspiration cytology of salivary gland lesions in the netherlands cancer institute. Head Neck. 26(5):418-24, 2004. 9. Schelkun PM, Grundy WG. Fine-needle aspiration biopsy of head and neck lesions. J Oral Maxillofac Surg. 49(3):262-7, 1991. 10. John M. Lore and Jesus E. Medina An Atlas of Head&Neck Surgery. Fourth edition, 2004. 11. Elvin A, Sundstrom C, Larsson SG, Lindgren PG. Ultrasound-guided 1.2-mm cutting-needle biopsies of head and neck tumours. Acta Radiol. 38(3):376-80, 1997. 12. Yamashita Y, Kurokawa H, Takeda S, Fukuyama H, Takahashi T. Preoperative histologic assessment of head and neck lesions using cutting needle biopsy. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod. 93(5):528-33, 2002. 13. Cheung YC, Wan YL, Lui KW, Lee KF. Sonographically guided core-needle biopsy in the diagnosis of superficial lymphadenopathy. J Clin Ultrasound. 28(6):283-9, 2000. 14. Screaton NJ, Berman LH, Grant JW. Head and neck lymphadenopathy: evaluation with US-guided cuttingneedle biopsy. Radiology. 224(1):75-81, 2002. 15. Davoudi MM, Yeh KA, Wei JP. Utility of fine-needle aspiration cytology and frozen-section examination in the operative management of thyroid nodules. Am Surg. 63(12):1084-9; discussion 1089-90, 1997. 16. Abboud B, Allam S, Chacra LA, Ingea H, Tohme C, Farah P. Use of fine-needle aspiration cytology and frozen section in the management of nodular goiters. Head Neck 25(1):32-6, 2003. 17. Saydam L, Kalcioglu MT, Kizilay A, Bozkurt MK. The evaluation of thyroid nodules: is routine use of frozen-section examination necessary following preoperative fineneedle aspiration biopsy? Kulak Burun Bogaz Ihtis Derg. 11(3):80-4, 2003. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 18. Heller KS, Attie JN, Dubner S. Accuracy of frozen section in the evaluation of salivary tumors. Am J Surg. 166(4):4247, 1993. 19. Fife DG. The management of lumps in the neck. Br J Hosp Med. 57(10):522-6, 1997. 20. Maraki D, Becker J, Boecking A. Cytologic and DNAcytometric very early diagnosis of oral cancer. J Oral Pathol Med. 33(7):398-404, 2004. 21. Miller RL, Simms BW, Gould AR. Toluidine blue staining for detection of oral premalignant lesions and carcinomas. J Oral Pathol. 17(2):73-8, 1988. 22. Ogden GR, Cowpe JG, Wight AJ. Oral exfoliative cytology: review of methods of assessment. J Oral Pathol Med. 26(5):201-5, 1997. 23. Malamou-Mitsi VD, Assimakopoulos DA, Goussia A, Pappa L, Skevas AT, Agnantis NJ. Contribution of exfoliative cytology to the diagnosis of laryngeal lesions. Acta Cytol. 44(6):993-9, 2000. 24. el Hag IA, Chiedozi LC, al Reyees FA, Kollur SM. Fine needle aspiration cytology of head and neck masses. Seven years' experience in a secondary care hospital. Acta Cytol. 47(3):387-92, 2003. 25. Atula TS, Grenman R, Varpula MJ, Kurki TJ, Klemi PJ. Palpation, ultrasound, and ultrasound-guided fine-needle aspiration cytology in the assessment of cervical lymph node status in head and neck cancer patients. Head Neck 18(6):545-51, 1996. 26. Cohen EG, Patel SG, Lin O, Boyle JO, Kraus DH, Singh B, Wong RJ, Shah JP, Shaha AR. Fine-needle aspiration biopsy of salivary gland lesions in a selected patient population. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 130(6):773-8, 2004. 27. Zbaren P, Schar C, Hotz MA, Loosli H. Value of fine-needle aspiration cytology of parotid gland masses. Laryngoscope. 111(11 Pt 1):1989-92, 2001. 28. Roach JC, Heller KS, Dubner S, Sznyter LA. The value of frozen section examinations in determining the extent of thyroid surgery in patients with indeterminate fine-needle aspiration cytology. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 128(3):263-7, 2002. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 29. Bichler E, Mikuz G, Zingerle N. A comment on laryngeal cytology. Arch Otorhinolaryngol. 241(2):209-11, 1985. 30. Epstein JB, Feldman R, Dolor RJ, Porter SR. The utility of tolonium chloride rinse in the diagnosis of recurrent or second primary cancers in patients with prior upper aerodigestive tract cancer. Head Neck. 25(11):911-21, 2003. 31. Sampaio Hde C, Loyola AM, Gomez RS, Mesquita RA. AgNOR count in exfoliative cytology of normal buccal mucosa. Effect of smoking. Acta Cytol. 43(2):117-20, 1999. 32. Warnakulasuriya KA, Johnson NW. Sensitivity and specificity of OraScan (R) toluidine blue mouthrinse in the detection of oral cancer and precancer. J Oral Pathol Med. 25(3):97-103, 1996. 33. Coste A, Yona L, Blumen M, Louis B, Zerah F, Rugina M, Peynegre R, Harf A, Escudier E. Radiofrequency is a safe and effective treatment of turbinate hypertrophy. Laryngoscope 111(5):894-9, 2001. 34. Malis LI. Electrosurgery. Technical note. J Neurosurg. 85(5):970-5, 1996. 35. Sajjadian A, Isaacson G. Electrosurgery in the head and neck. Ann Otol Rhinol Laryngol. 107(3):254-61, 1998. 36. Smith TL, Smith JM. Electrosurgery in otolaryngology-head and neck surgery: principles, advances, and complications. Laryngoscope. 111(5):769-80, 2001. 37. Weber RS, Byers RM, Robbins KT, Lichtiger B, Guillamondegui OM, Ballantyne AJ, Campbell B, Schantz S, Hankins P, Pou A, et al. Electrosurgical dissection to reduce blood loss in head and neck surgery. Head Neck. 11(4):318-24, 1989. 38. Zinder DJ. Common myths about electrosurgery. Otolaryngol Head Neck Surg. 123(4):450-5, 2000. 39. Zinder DJ, Parker GS. Electrocautery burns and operator ignorance. Otolaryngol Head Neck Surg. 115(1):145-9, 1996. Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular 1 (Biyopsi Yöntemleri ve Elektrocerrahi Uygulamalar›) 91 12 BAÞ BOYUN KANSERLER‹NDE TARTIÞMALI KONULAR II ‹LER‹ EVRE BAÞ BOYUN TÜMÖRLER‹ Lütfi Barlas Aydo¤an Özet: ‹leri evre baß boyun kanserlerinde multimodalite tedavilere karß›n baßar› ßans› s›n›rl›d›r. Unrezektabl primer tümör, uzak metastaz, rekürren tümörler, ve ikinci primerlerin varl›¤›nda tedavi beklentileri çok daha s›n›rl›d›r. Bu durumlarla karß›laß›ld›¤›nda radyoterapi ve kemoterapinin yan›s›ra uygulanabilecek cerrahi tedavi alternatifleri tart›ß›lm›ßt›r. Anahtar Kelimeler: Baß boyun kanseri, unrezektabl, uzak metastaz, rekürrens, ikinci primer Summary: Despite multimodality treatments tumor control and survival are limited in advanced head and neck cancers. In the presence of unresectable tumors, distant metastasis, recurrence and secondary tumors the survival is poorer. In this situations, surgical alternatives are discussed besides chemotherapy and radiation. Key Words: Head neck cancer, unresectability, distant metastasis, recurence, secondary primary Anrezektabl tümörler ‹leri evre anrezektabl baß boyun kanserlerine yaklaß›m, sonuçlar› göz önüne al›nd›¤›nda oldukça s›k›nt›l›d›r. Amerika Birleßik Devletlerinde her y›l yeni 60000 hastaya baß boyun bölgesi epidermoid karsinomu tan›s› konmakta ve bu hastalar›n yaklaß›k 2/3’ü lokal ve bölgesel ileri hastal›k (T3, T4, N1-3, M0) ile doktorlara baßvurmaktad›r1. Lokal ve bölgesel ileri hastal›¤› olan hastalar›n prognozlar› oldukça kötüdür. Bu grup hastalar›n tedavisinde daha önceleri tercih edilen tedavi yaklaß›mlar›, geniß cerrahi ve ard›ndan postoperatif radyoterapi veya anrezektabl ise sadece radyoterapi idi. Bu hastalar›n yaßam ßanslar› % 30’un alt›nda idi ve geniß cerrahi ve radyoterapinin yan etkileri oldukça fazla idi. Önceleri rekürren veya metastatik hastal›klar›n tedavisinde palyasyon amaçl› kullan›lan kemoterapi, ileri nazofarenks kanserlerinin tedavisinde radyoterapi ile birlikte veya ileri evre rezektabl larinks ve hipofarinks kanserlerinde organ koruma protokolü çerçevesinde radyoterapiden önce indüksiyon amac› ile kullan›l›r hale geldi 2,3. Anrezektabl lokal ve bölgesel ileri evre baß boyun kanserleri ile ilgili olarak son y›llarda çok fazla klinik araßt›rma yap›lm›ßt›r. Bu çal›ßmalarda hastal›¤›n lokal ve bölgesel kontrolü, uzak metastaz ve yaßam ßans›n› artt›rabilmek için radyoterapi dozlar›nda ve veriliß zamanlamas›nda de¤ißiklikler yap›lm›ß ve kemoterapi hem standart hem de bu yeni radyoterapi protokollerine eklenmißtir. Bu durum, beraberinde toksisitenin de artmas›na neden olarak hücre koruyucu ajanlar›n gündeme gelmesi söz konusu 92 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri olmußtur. Son olarak da yeni kemoterapotik ajanlar, p53 gen terapisi ve epidermal büyüme faktörü/tirozin kinaz inhibitör ilaçlar› standart tedaviye eklenerek faz II ve faz III çal›ßmalar›nda kullan›lmaktad›r 4. Bugüne kadar yap›lan tüm çal›ßmalardaki en büyük eksiklik anrezektabilitenin tan›m›n›n tam olarak yap›lmamas›d›r. Bu da yap›lan çal›ßmalardaki tan›m›n çal›ßmadan çal›ßmaya farkl›l›k göstermesini, dolay›s›yla da sonuçlar›n de¤erlendirilmesinde birlik olmamas›n› do¤urmaktad›r. Genel olarak tümör gros olarak ç›kar›lamaz ise yada rezeksiyon sonras›nda verilecek olan radyoterapi ile dahi lokal kontrol sa¤lanamazsa anrezektabiliteden söz edilir. Bu tip tümörler genellikle servikal vertebray›, brakiyal pleksusu veya karotid arteri tutan tümörlerdir 5,6. Randomize yap›lan çal›ßmalar›n birço¤unda kullan›lan anrezektabilite kriterleri, tümörün teknik olarak anrezektabl olmas›, cerrahi sonras› tedavi ßans›n›n düßük olmas› nedeni ile cerrah›n tercihi ve cerrahi için medikal bir kontrendikasyonun olmas›d›r 4. Mediastene yay›l›m›n olmas›, tümörün klavikulaya, kafa taban›na veya servikal vertebraya fikse olmas› ve nazofarinks tutulumu teknik olarak anrezektabilite kriterleridir 6. Geçmißte anrezektabl baß boyun kanserlerinin primer tedavisinin radyoterapi olmas›na karß›n yaklaß›k 30 y›ld›r sürdürülen klinik çal›ßmalar, radyoterapiye kemoterapinin eklenmesinin lokal ve bölgesel ileri evre anrezektabl baß boyun kanserlerinde sa¤kal›m› artt›rd›¤› saptanm›ßt›r. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 ‹lk randomize çal›ßmalarda tek kemoterapotik ajan›n radyoterapiye eklenmesi ile sa¤kal›m süresinin artt›¤› bildirildi 7. Baßka çal›ßmalarda ise tümörün tedaviye tam cevap verme oran›n›, lokal ve bölgesel kontrol oran›n› artt›rd›¤› ancak genel sa¤kal›m› artt›rmad›¤› ileri sürüldü 6. Yap›lan metaanaliz çal›ßmalar› ve prospektif randomize çal›ßmalar sonucunda eß zamanl› kemoradyoterapinin anrezektabl baß boyun kanserlerinde istatistiksel olarak anlaml› bir üstünlük sa¤lad›¤›n› ortaya koydu 5,8-10. Bu bulgulara göre anrezektabl ileri evre baß boyun kanserlerinde, hastan›n genel durumu bu protokolün toksik etkilerine dayanabilecek ise eß zamanl› kemoradyoterapi uygun bir seçenektir. Rekürren tümörler ‹leri evre kanserlerin tedavisinden sonra kanser rekürrensi s›k karß›laß›lan bir durumdur. Kurtarma cerrahisi genellikle rekürren kanserlerin tedavisinde tek küratif seçenektir. Ancak kurtarma cerrahisi yap›lan hastalar›n sonuçlar›n› bildiren çal›ßmalar oldukça azd›r. Kurtarma cerrahisi yap›lan çal›ßmalar›n gözden geçirildi¤i bir meta-analiz çal›ßmas›nda 32 tane yay›n saptanm›ß olup bunlar›n sadece ikisi ileri evre rekürrensleri kapsayan çal›ßmalard›r 11 . ‹lk tümörü ileri evre olup da rekürrens görülen hastalara uygulanan kurtarma cerrahisi sonuçlar› sadece bir çal›ßmada ele al›nm›ßt›r 12. Bu çal›ßman›n sonucunda ortalama rekürrens zaman› 14 ay ve ortalama sa¤kal›m süresi de 26.2 ay olarak bildirilmißtir. Bu çal›ßmada rekürrens görülen bölgeye göre sa¤kal›m sürelerinde ve rekürrensin ortaya ç›k›ß süresinde farkl›l›klar›n oldu¤u bildirildi. Primer bölgede rekürrensin ortalama 12.6 ayda ve boyunda 14 ayda ortaya ç›kt›¤› saptand›. Bu hastalar›n sa¤kal›m süreleri de primerde rekürrens görülenlerde 27.3 ay iken bölgesel rekürrens görülenlerde ise 25 ay olarak bulundu. Yazarlar bu çal›ßman›n sonuçlar›na göre de ileri evre primer tümörün tedavisinden sonra rekürrens görülen hastalarda sa¤kal›m oranlar›n›n çok düßük oldu¤unu ileri sürdüler. Burada cerrah› tereddüte iten en önemli sorun zaten ileri evre primer tümörü için radikal bir cerrahi geçirmiß olan hastaya yeniden ciddi morbiditesi olabilecek bir cerrahiyi önermek konusundaki ikilemdir. Çünkü ilk tümörleri ileri evre (T3 veya T4) olan ve rekürrens gelißen hastalara agresif kurtarma cerrahisi yap›lsa dahi kür ßans› oldukça düßüktür. Yap›lan çal›ßmalar rekürrens süresinin yada rekürren tümörün evresinin önemli olmad›¤›n› göstermektedir. Özellikle ilk tümörü cerrahi ve ard›ndan radyoterapi ile tedavi edilen hastalarda kurtarma cerrahisi sonuçlar› baßar›l› de¤ildir 12. Ancak hastan›n ilk tedavisi tam olmad› ise yada tek bir tedavi yöntemi ile tedavi edildi ise kurtarma cerrahisinin sonuçlar› daha iyidir. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 Rekürren tümörlü hastalar›n tedavisinde kurtarma cerrahisinin alternatifi kemoterapi ile birlikte yada sadece yeniden radyoterapi verilmesidir. ‹kinci kez radyoterapi verilmesi oldukça toksiktir ve bildirilen ortalama sa¤kal›m süreleri 1 y›ldan azd›r. Bütün rekürren tümörlerin tedavisine yönelik yap›lan tedavilerin hepsi özellikle radyoterapi sonras›nda ise ciddi morbiditeye neden olmakta ve hastalar›n yaßam kaliteleri çok fazla etkilenmektedir. Kurtarma tedavisi karar›n› vermeden önce tedavinin morbiditesi ile kür ßans›n›n gerçekçi olarak karß›laßt›r›lmas› ve ondan sonra karar verilmesi gerekmektedir. Karar aßamas›nda hasta ve yak›nlar› tedavinin morbiditesi ve baßar› ßans› hakk›nda ayr›nt›l› olarak bilgilendirilmelidir. Böylece hastan›n bu kadar morbid bir tedaviye karar verirken gerçekçi beklentiler içinde olmas› sa¤lanmal›d›r. ‹leri evre baß boyun kanserlerinin tedavisinden sonra evresi artt›kça daha fazla olmak üzere, rekürrensler % 40 ile % 50 aras›nda görülmektedir 13,14 . Kurtarma tedavileri genellikle baz› k›s›tlamalarla birliktedir; tümörün yayg›nl›¤›, rezeksiyonun ve rekonstrüksiyonun güçlü¤ü, yeniden radyoterapi alma ßans›n›n olmamas› ve rekürrens s›ras›nda hastan›n genel durumunun kötü olmas› gibi. Rekürren tümör erken dönemde saptan›rsa kurtarma cerrahisi ilk seçenektir. Radyoterapi ve kemoterapi cerrahi için uygun olmayan hastalar için yada postoperatif dönemde adjuvan olarak tercih edilir. Rekürren baß boyun kanserli 377 hastan›n incelendi¤i bir çal›ßmada cerrahinin kurtarma oranlar› lokal % 29, trakeostomal % 30, daha önce diseksiyon yap›lmayan boyun taraf›nda % 56, daha önce boyun diseksiyonu yap›lan tarafta % 32 ve akci¤er metastaz› % 11 olarak bildirildi 15. Bu çal›ßmada kurtarma cerrahisi sonras›nda 5 y›ll›k tümörsüz sa¤kal›m oran› % 26 olarak bulundu. Kurtarma cerrahisi için uygun bulunmayan hastalarda radyoterapi ve kemoterapi de fazla yarar sa¤lamad› ve bu hastalarda ortalama sa¤kal›m süresi sadece 7 ay olarak bildirildi. Kemoterapi ve radyoterapi ile benzer sonuçlar baßka çal›ßmalarda da bildirildi 16,17 . Uzak metastaz Baß boyun kanserlerinde uzak metastaz oran› % 11 iken ileri evre tümörlerde bu oran % 23 olarak bildirilmißtir 18,19. Baß boyun bölgesi kanserlerinin akci¤erde izole metastaz odaklar›n›n cerrahi ile tedavisinde baßar›l› sonuçlar bildirilmißtir 20,21. Wong ve arkadaßlar›n›n yapt›¤› çal›ßmada cerrahi ile akci¤erde metastaz› olan hastalar›n sadece % 11’inin kurtar›ld›¤› bildirildi ancak lobektomi sonras›nda pulmoner rekürrens oran› oldukça fazla idi 15 . Pulmoner metastazlar›n erken dönemde semptom vermemesi önemli bir ßanss›zl›k olup takipler- Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri 93 de düzenli akci¤er filmleri ile kontroller yap›lmal›d›r. ‹kinci primer tümörler Di¤er yandan geçmißte baß boyun kanserlerinde lokal ve bölgesel kontrollerde baßar›s›zl›k hastalar›n kaybedilmesindeki en önemli neden iken son zamanlarda bu bölgelerde hastal›¤›n kontrolünde daha iyi sonuçlar al›nmas›yla ikinci primer tümör ve uzak metastaz genel sa¤kal›m aç›s›ndan daha önemli hale gelmißtir. Bu anlamda da ikinci primer tümörün tan›m› da önem kazanmaktad›r. Yerleßimlerine göre isimlendirildikleri gibi ortaya ç›k›ß zaman›na göre de s›n›fland›rmalar› yap›lmaktad›r. Genellikle ayn› zamanda veya 6 ay içinde saptanan tümörler senkronöz tümörler olarak tan›mlan›rken ilk tümörden 6 aydan daha fazla zaman geçtikten sonra tan› konursa metakron tümörlerden söz edilir. ‹lk muayenede iki ayr› organda kanser saptan›rsa simultan primer tümörlerden söz edilir 22. Burada en önemli sorunlardan birisi ikinci primer tümör tan›s› konurken gerekli olan kriterlerdir. Bugün için geçerli olan kriterler; her iki tümörün de malign olmas›, tümörlerin normal nonneoplastik bir mukoza ile birbirinden ayr›lmas› ve ikinci tümörün birinci tümörün metastaz› olma olas›l›¤›n›n ekarte edilmesidir 23. Baß boyun kanserleri ile beraber ikinci primere en s›k görülen akci¤erde rastlanmaktad›r. Tan› yöntemlerindeki gelißmeler, ikinci primer aç›s›ndan hastalar›n daha ayr›nt›l› de¤erlendirilmesi, takip konusunda hastalar›n daha bilinçli olmas› ve multimodaliteli tedavi seçenekleri ve lokal ve bölgesel kontrolün artmas› ile beraber sa¤kal›m oranlar›ndaki art›ß ikinci primer tümörlerle daha s›k karß›laßmam›za neden olmaktad›r. Baß boyun bölgesinde ilk tümörün lokalizasyonuna göre multipl primer tümör insidans›n›n de¤ißiklik gösterdi¤i bildirilmektedir 24-26. ‹lk saptanan tümör oral kavite, orofarinks, hipofarinks ve larinkste yerleßmißse ikinci primer olas›l›¤› oldukça yüksektir. Buna karß›n burun ve paranazal sinüs tümörlerinde ise ikinci primer tümör insidans› oldukça düßüktür. Nazofarinks, tiroid ve tükrük bezi tümörlerinde de multipl tümör olas›l›¤› fazlad›r 27. Laringeal kanserli hastalarda multipl primer tümör s›kl›¤› % 3.8-20.5 aras›nda bildirilmektedir 27,28 . Laringeal kanserler ile beraber komßu bölgelerde ikinci primer tümör s›kl›¤› % 2.2-15.3 aras›nda iken akci¤erlerde bu oran % 1.1-12.5 aras›nda bildirilmektedir. Oral kavite kanserlerinde ikinci primer tümör s›kl›¤› % 7-30 aras›ndad›r 27. Oral kavite içindeki farkl› lokalizasyondaki tümörlerde ikinci primer tümör s›kl›¤› farkl›l›klar göstermekte olup a¤›z taba- 94 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri n›na lokalize kanserlerde bu oran % 30’lara ç›kmaktad›r. Hipofarinks kanserlerinde multipl primer s›kl›¤› % 14-38.8 aras›ndad›r ve genellikle bu ikinci primer tümörler üst solunum ve sindirim sistemindedir 23,27. ‹kinci primer tümör lokalizasyonu benzer olan orofarinks kanserlerinde de ikinci primer tümör s›kl›¤› % 10-28.4 aras›ndad›r 29. Nazofarinks, tükrük bezi kanserleri ve maksiler sinüs kanserlerinde ikinci primer tümör görülme s›kl›¤› düßüktür ve bunlarla ilgili çok say›da çal›ßmada yoktur. Baß boyun kanseri ile beraber akci¤erde kanser saptanan hastalarda tümörler rezektabl ise ilk önce baß boyun tümörünün tedavi edilmesi önerilmektedir 23. Bu düßüncenin arkas›ndaki nedenler; genel akci¤er kanserlerinin aksine izole akci¤er tümörleri baß boyun kanserlerinden daha az ölümcüldür, baß boyun tümör rezeksiyonu ilk olarak yap›l›rsa hasta akci¤er fonksiyonlar› bozulmadan opere edilmiß olur, baß boyun tümörünün tedavisi sonras› iyileßme torakotomiden daha k›sad›r ve baß boyun tümörüne yönelik girißim benign olma olas›l›¤› olan akci¤erdeki lezyon için geciktirilmemelidir. Akci¤ere yönelik yap›lacak bir girißim sonras›nda, sigara içicili¤i yada kronik obstrüktif akci¤er hastal›¤› nedeni ile zaten azalm›ß olan akci¤er kapasitesi postoperatif dönemde daha da azalacakt›r ve ikinci bir girißimin komplikasyon riskini artt›racakt›r. Baz› yazarlar akci¤erdeki kanserin baß boyun bölgesindekine göre daha ölümcül oldu¤u için öncelikli olarak onun tedavi edilmesi gerekti¤ini savunmaktad›rlar 30,31. Bunun tek istisnas›n›n da havayolu obstrüksiyonu olan hastalar oldu¤unu belirtmektedirler. Baß boyun bölgesindeki tümör kontrol alt›na al›nd› ise ve hastada soliter pulmoner bir nodül saptand› ise ikinci primer gibi tedavi edilebilir ve cerrahi eksizyon ve ard›ndan gerekirse adjuvan tedavi eklenir 32. Genelde bu yaklaß›m kabul edilen bir yaklaß›md›r ancak istisnalar› vard›r; oldukça malign olan akci¤er kanserinin tedavisi erken evre larinks kanserinin oldu¤u bir hastada daha öne al›nmal›d›r. Ayr›ca baß boyun bölgesindeki tümör radyoterapi ile tedavi edilecekse akci¤erdeki kanserin tedavisi ilk olarak yap›labilir. Yine palyasyon amaçl› bir cerrahi plan› yap›l›yorsa hem baß boyundaki tümöre hem de akci¤erdeki tümöre radyoterapi verilebilir 32. T1 veya T2 baß boyun kanserli hastalarda boyunda metastaz olmadan soliter akci¤er tümörü ikinci primer olarak kabul edilir 30. Asl›nda soliter pulmoner lezyonun ikinci primer mi yoksa metastatik bir hastal›k m› oldu¤u çok da önemli de¤ildir çünkü her iki durumda da tedavi cerrahidir. Baß boyunda karsinoma nedeni ile tedavi edilen hastalarda pulmoner metastatik kitlenin ortaya ç›k›ß süresi prognozu belirlemede önemlidir 21. Bir y›ldan daha k›sa Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 bir sürede pulmoner tümörü saptanan hastalar›n 5 y›ll›k sa¤kal›m oranlar› % 0 olarak rapor edildi. Ayr›ca akci¤er tümörü ile beraber mediastinal kitlesi olan hastalar›n prognozu da oldukça kötü olup genellikle hastalar beyin ve kemik metastazlar›na ba¤l› kaybedilir. Buna karß›n simultan baß boyun kanseri ile akci¤er kanseri olan hastalar›n prognozu senkron lezyonlar› olanlara göre daha iyi olup 5 y›ll›k sa¤kal›m oranlar› s›ras› ile % 47 ve % 39’dur. Karotid arter tutulumu Eskiden derin servikal fasya, karotid arter ve cildi tutan primer yada lenf noduna metastaz› olan hastalar›n prognozlar›n›n oldukça kötü oldu¤u kabul edilirdi. Buradaki en önemli sorun, cerrahi girißim planlan›yorsa postoperatif dönemde olabilecek komplikasyon riskinin yada ölüm riskinin oldukça yüksek olmas›d›r. Tümöre ba¤l› karotid arterin tutulumunu de¤erlendirmede bilgisayarl› tomografi (BT) yada manyetik rezonans (MR) tercih edilen radyolojik yöntemlerdir. Kitle ile karotid arter aras›ndaki plan kaybolmußsa yada arteri k›smen veya tamamen sar›yorsa tutulum ßüphesi oldukça fazlad›r. MR’da T2 a¤›rl›kl› kesitlerde, kitle ile karotid arter aras›ndaki fasiyal plan oblitere oldu¤unda adventisiyal tabakan›n tutulumundan söz edilir. Anjiyografi ile serebral kollateral dolaß›m›n olußup olußmad›¤› saptanabilir. Karotid arter ve Willis poligonu anjiyografide intak olarak saptan›rsa balon oklüzyon testi yap›larak 20 dakika içinde hastada nörolojik semptomlar›n ortaya ç›k›p ç›kmad›¤› gözlenir. Bu geçici oklüzyon testinden sonra tek foton emisyon bilgisayarl› tomografisi (SPECT) yap›l›r. ‹skemiye ba¤l› kan-beyin bariyerinde devaml›l›¤›n bozulup bozulmad›¤›na bak›l›r 33. Karotid arterin tümör ile invazyonu kötü prognostik bir göstergedir. Karotid arter rezeksiyonu ya da ligasyonu yap›l›rsa nörolojik komplikasyonu riski % 45, mortalite riski ise % 31-41 aras›ndad›r 34. Morbidite ve mortalite oranlar› karotid arter rekonstrüksiyonu yap›ld›¤›nda s›ras› ile % 15-20 ile % 16-20 oranlar›na gerilemektedir 35-37. Bu hastalarda inme, kan ak›m›n›n azalmas›na, distalde olußan trombusun kanlanmay› geciktirmesine veya emboliye ba¤l› ortaya ç›kar 38. Balon oklüzyon testinde sorun yaßamayan hastalarda perfüzyon azl›¤›na ba¤l› inme riski daha azd›r ancak tromboembolik komplikasyon riski her zaman vard›r. P›ht› olußumunu önleyebilmek için heparin bu hastalarda kanama riskini artt›rd›¤› için kullan›lamaz. Karotid arter ligasyonu yap›lacak hastalarda bunun preoperatif dönemde planlanmas› ve hasta hemodinamik olarak stabil iken preoperatif dönemde çeßitli materyaller arac›l›¤› ile arterin kal›c› olarak t›kanmas›n› önerenler de vard›r 33,39. Hastan›n balon oklüzyon testi anjiyografisinde karß› ak›m Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005 görülüyorsa girißim radyolo¤u taraf›ndan kal›c› yay yerleßtirilerek hasta en az 72 saat yak›n takibe al›nmal›d›r. Bu yaklaß›m ile hastan›n peroperatuvar kan kayb›n›n daha az oldu¤u ve ameliyat süresinin de daha k›sa oldu¤u ileri sürülmektedir. Karotid arterin tutulumunda di¤er bir cerrahi girißim alternatifi ise tümörün arterden s›yr›lmas›d›r ancak bu yöntemde geride tümör dokusu b›rak›lmaktad›r. Bu yaklaß›mdaki mant›k, damar›n adventisyal tabakas›n›n tümörün invazyonuna karß› bir bariyer olußturmas›d›r. Bu nedenle de geniß rezeksiyonlara gerek olmad›¤›n›n ileri sürülmesidir 40. Burada sorgulanmas› gereken en önemli konu hastan›n hayat kalitesidir. ‹ster geniß rezeksiyon ve ard›ndan rekonstrüksiyon yap›ls›n ister sadece tümör soyulsun, hasta hastal›ktan tam olarak kurtar›lamaz. Öyleyse hastan›n bundan sonraki yaßam kalitesi daha ön planda olmal›d›r. Yap›lan çal›ßmalar, rezeksiyon ve ard›ndan rekonstrüksiyon yap›lan hastalarda ortalama 2 y›ll›k yaßam ßans›n›n % 22 ve 5 y›ll›k yaßam ßans›n›n ise % 7 oldu¤unu göstermektedir 36. Bu çal›ßmalarda rekonstrüksiyon yap›lan hastalarda lokal kontrol oranlar›n›n sadece tümörün arterden s›yr›ld›¤› yada radyoterapi uygulanan hastalara göre daha iyi oldu¤unu göstermesine karß›n genel sa¤kal›m oranlar›n›n farkl› olmad›¤›n› göstermektedir. Karotid arter tutulumu ile beraber persistan veya rekürren servikal metastaz› olan hastalara yaklaß›m tart›ßmal›d›r. Genel olarak böyle bir hastaya agresif bir cerrahi girißim yaparak tümörü kontrol alt›na alabilmek çok mümkün de¤ildir. Baßar›l› olsa bile hastalarda bir süre sonra uzak metastaz ortaya ç›kabilir. Ancak böyle bir hasta tedavi edilmezse k›sa bir süre sonra a¤r› ile birlikte tümörün yapt›¤› erozyona sekonder ciltte yada farinkste fistül olußumu ve ölümle sonuçlanabilecek karotid arterde erozyon olabilir. Karotid arterde, preoperatif dönemde serebral perfüzyon çal›ßmalar› yap›lmadan ameliyat s›ras›nda beklenmedik bir tutulum saptan›rsa, yeterli kollateral serebral dolaß›m› olmayan bir hastada arter rekonstrüksiyonu yap›lam›yorsa veya baßka bir nedenle rezektabl de¤ilse tümör karotid üzerinden soyulabilir ve intraoperatif radyoterapi verilebilir. Ancak bu her merkezde uygulanabilecek bir yöntem de¤ildir. ‹ncelmiß olan arter duvar› radyoterapi almam›ß bir kas dokusu ile çepeçevre sar›labilir. Nussbaum, arter duvar›n›n rezeksiyonunu planlad›¤› hastalar›nda önce endovasküler bir stent yerleßtirmekte ve 1 ay sonra da tutulan arter duvar›n› rezeke etmektedir 41. Kanama, konan stentin olußturdu¤u neoendotelyal tabaka sayesinde önlenmektedir. Sonuç olarak; ileri evre baß boyun kanserlerinin tedavisi ile ilgili sorunlar devam etmektedir. Teknolojinin gelißimi ile beraber hastal›¤›n yayg›nl›¤› hakk›nda ayr›nt›l› fikir sahibi olmam›za ve daha geniß cerrahi girißimler uygulansa da henüz genel sa¤kal›m Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri 95 oranlar›nda art›ß sa¤lanamam›ßt›r. Belki yeni ç›kan kemoterapotik ajanlar›n tedavi protokollerine eklenmesi ile yada yeni tedavi protokolleri ile gelecekte sa¤kal›m sürelerinde önemli ilerlemeler sa¤lanabilecektir. KAYNAKLAR 1. Vokes EE, Werchselbaum RR, Lippman SM, Hong WK: Head and neck cancer. N Engl J Med 328:184-194, 1993. 2. Department of Veterans Affairs Laryngeal Cancer Study Group: Induction chemotherapy plus radiation compared with surgery plus radiation in patients with advanced laryngeal cancer. N Engl J Med 324:1685-1690, 1991. 3. Lefevre JL, Chevalier D, Luboinski B, et al: Larynx preservation in pyriform sinus cancer: preliminary results of a European organization research and treatment of cancer phase III trial. J Natl Cancer Inst 88: 890-899, 1996. 4. Rosen F: Unresectable, locoregionally advanced head and neck cancer in Brockstein B (ed) Head and Neck Cancer Kluwer Academic Publishers, Secaucus, NJ, 2002; 249-273. 5. Forastiere A, Goephert H, Goffinet D, et al: NCCN practice guidelines for head and neck cancer. National Comprehensive Cancer Network. Oncology 12:39-147, 1998. 6. Fu KK, Phillips TL, Silverberg IJ, et al: Combined radiotherapy and chemotherapy with bleomycin and methotrexate for advanced inoperable head and neck cancer: update of a northern California oncology group randomized trial. J Clin Oncol 5(9): 1410-1414, 1987. 7. Shanta V, Krishnamurthi S: Combined bleomycin and radiotherapy in oral cancer. Clin Radio 31: 617-620, 1980. 8. Browman GP, Hodson DL, Mackenzie RG, et al: Choosing a concomitant chemotherapy and radiotherapy regimen for squamous cell head and neck cancer: A systematic review of the published literature with subgroup analysis. Head Neck 23(7):579-89, 2001. 9. Forastiere AA, Trotti A: Radiotherapy and concurrent hemotherapy: a strategy that improves locoregional ontrol and survival in oropharyngeal cancer. J Natl Cancer Inst 91(24):2065-2066, 1999. 10. Pignon JP, Bourhis J, Domenge C, Designe L: Chemotherapy added to locoregional treatment for head and neck squamous cell carcinoma: three meta-analyses of updated individual data. Lancet 355:949-955, 2000. 11. Goodwin WJ Jr: Salvage surgery for patients with recurrent squamous cell carcinoma of the upper aerodigestive tracr: when do the ends justify the means? Laryngoscope 110 (suppl 93):1-18, 2000. 12. Gleich LL, Ryzenman J, Gluckman JL, et al: Recurrent advanced (T3 or T4) head and neck squamous cell carcinoma. Arch Otolaryngol Head Neck Surg, 130:35-40,2004. 13. Shah JP, Candon RA, Farr HW, Strong EW: Carcinoma of the oral cavity: factors affecting treatment failure at the primary site and neck. Am J Surg 132:504-507, 1976. 14. Jones KR, Lodge-Rigal D, Reddick RL, Tudor GE, Shockley WW: Prognostic factors in the recurrence of stage I and II squamous cell cancer of the oral cavity. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 118:483-485, 1992. 15. Wong LY, Wei WI, Lam LK, Yuen APW: Salvage of recurrent head and neck squamous cell carcinoma after primary curative surgery. Head Neck 25:953-959, 2003. 16. Aldelstein D: The community approach to salvage therapy for advanced head and neck cancer. Semin Oncol 21 (suppl 7): 52-57, 1994. 17. Schwartz GJ, Mehta RH, Wenig BL, Shaligram C, Portugal LG: Salvage treatment for recurrent squamous cell carcinoma of the oral cavity. Head Neck 22: 34-41, 2000. 18. Merino OR, Lindberg RD, Fletcher GH: An analysis of distant metastases from squamous cell carcinoma of the upper respiratory and digestive tracts. Cancer 40:145-151, 1977. 96 Baß Boyun Kanserlerinde Tart›ßmal› Konular II ‹leri Evre Baß Boyun Tümörleri 19. Alvi A, Johnson JT: Development of distant metastases after treatment of advanced head and neck cancer. Head Neck 19: 500-505, 1997. 20. Wedman J, Balm AJM, Hart AAM, et al: Value of resection of pulmonary metastases in head and neck cancer patients. Head Neck 18:311-316, 1996. 21. Finley RK, Verzin GT, Driscoll DL, et al: Results of surgical resection of pulmonary metastases of squamous cell carcinoma of the head and neck. Am J Surg 164:594-598, 1992. 22. Shapshay SM, Hong WK, Fried MP, Sismanis A, Vaughan CW, Strong MS: Simultanoeus carcinomas of esophagus and upper aerodigestive tract. Otolaryngol Head Neck Surg 88: 373-377, 1980. 23. Özkan L, Erißen L, Kat›han E: Baß boyunda ikinci primer tümörler. In Kat›han E, Erißen L (eds) Baß Boyun Kanserleri Bursa, Nobel T›p Kitapevleri Ltd. Þti., 2003, s.697-710. 24. Klaasessen I, Braakhuis BJM. Anticancer activity and mechanisn of action of retinoids in oral and pharyngeal cancer. Oral Oncol 38:532-42, 2002. 25. Sun SY, Lotan R. Retinoids and their receptors in cancer development and chemoprevention . Crit Rev Oncol Hematol 41:41-55, 2002. 26. Suzuki T, Takahashi H, Yao K, et al. Multiple primary malignanci es in head and neck: a clinical review of 121 patients. Acta Otolaryngol Suppl 547:88-92, 2002. 27. Barbone F, Franceschi S, Talamini R, et al. A follow-up study of detrerminants of second tumor and metastastasis among subjects with cancer of the oral cavity, pharynx, and larynx. J Clin Epidemiol 49:367-72, 1996. 28. Ecimovic P, Pompe-Kirn V. Second primary cancers in laryngeal cancer patients in Slovenia, 1961-1996. Eur J Cancer 38:1254-60, 2002. 29. Shikhani AH. Matanoski GM, Jones MM, et al. Multiple primary malignancies in head and neck cancer patients. Arch Otolaryngol 112:1172-80, 1986. 30. Hordijik GJ, DeJong MA: Synchronous and metachronous tumors in patients with head and neck cancers. J Otolaryngol Otol 97:619-621, 1983. 31. Marks PH, Schechter FG: Multiple primary carcinomas of head, neck, and lung. Ann Thorac Surg 33:324-332, 1979. 32. Kuriakose MA, Loree TR, Rubenfeld A, et al: Simultaneously presenting head and neck and lung cancer: A diagnostic and treatment dilemma. Laryngoscope 112:120-123, 2002. 33. Freeman SB, Hamaker RC, Borrowdale RB, Huntley TC: Management of neck metastasis with carotid artery involvement. Laryngoscope 114:20-24, 2004. 34. Moore O, Baker HW: Carotid artery ligation in surgery of the head neck. Cancer 8:712-726, 1955. 35. Sessa CN, Morasch MD, Berguer R, Kline RA, Jacobs JR, Arden RL: Carotid resection and replacement with autogeneous arterial graft during operation for neck malignancy. Ann Vasc Surg 12:229-235,1998. 36. Snyderman CH, D’Amico F: Outcome of carotid artery resection for neoplastic disease: a meta-analysis [see comments]. Am J Otolaryngol 13:373-380, 1992. 37. Biller HF, Urken M, Lawson W, Haimov M: Carotid artery resection and bypass for neck carcinoma. Laryngoscope 98:181-183, 1988. 38. Jacobs JR, Arden RL, Marks SC, Kline R, Berguer R: Carotid artery reconstruction using superficial femoral arterial grafts. Laryngoscope 104:89-693, 1994. 39. Yoo GH, Hocwald E, Korkmaz H, et al: Assessment of carotid artery invasion in patients with head and neck cancer. Laryngoscope 110:386-390, 2000. 40. Ketchum AS, Haye RC: Spontaneous carotid artery hemorrhage after head and neck surgery. Am J Surg 110:649-655, 1965. 41. Nussbaum ES, Levine SC, Hamlar D, Madison MT: Carotid stenting and "exarterectomy" in the management of head and neck cancer involving the internal carotid artery: technical case report. Neurosurgery 47:981-984, 2000. Cilt 1 - Say› 3 - Eylül 2005