KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ 5. İstanbul Aile Hekimliği Kongresi Gerçekleştirildi lojik Enfeksiyonlar, Kan Basıncı Kontrolünün Önemi ve Hipertansiyonda Aile Hekiminin Yeni Yeri, Yeni Beta Blokerlerin Hipertansiyon Tedavisindeki Yeri, Acaba Sadece Anemi mi?, İrritabl Barsak Sendromu, Klinik ve Toplumsal Yönleriyle Sigara: Bugünü ve Geleceği gibi çeşitli konularda oturumlar düzenlendi. Kongre sonunda, hekimlere katılım belgesi verildi. İlaç, tıbbi malzeme ve kitap-dergi alanlarında ürün sahibi firmalara geniş yer ayrılan kongreye, hekimler yoğun ilgi gösterdi. Aile Hekimliği Eğitim ve Araştırma Derneği (AHEAD) ve Türkiye Aile Hekimliği Vakfı (TAHEV) tarafından bu yıl 5.si düzenlenen, İstanbul Aile Hekimliği Kongresi 1st International Meeting of Hypertension and Diabetes in Primary Care (PCDEPrimary Care Diabetes Europe ve AHEAD işbirliği ile) toplantısı ile eş zamanlı olarak 6-9 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. 21 oturumun gerçekleştirildiği her iki kongreyi yerli ve yabancı yaklaşık 700 kişi izledi. Kongre boyunca Aile Hekimliği Uygulamaları ve Türkiye’de Genel Durum, Birinci Basamakta İdrar Yolu Enfeksiyonları, Okul Öncesi Çocukta Büyüme ve Gelişmenin İzlemi, Türkiye’de Standardize Geriatrik Değerlendirme Modeline Duyulan Gereksinim, Jineko- 6. İstanbul Aile Hekimliği Kongresi’de yine PCDE, AHEAD VE EPCCS işbirliği ile 2nd International Meeting of Hypertension and Diabetes in Primary Care toplantısı ile beraber 28-30 Nisan 2011 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Mikroalbüminüri Riski ve RAAS Blokajının Önemi 5. İstanbul Aile Hekimliği Kongresi kapsamında düzenlenen oturumda, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Giray Kabakçı, “Risk faktörü olarak mikroalbüminüri ve RAAS blokajının önemi” başlıklı konuşmasında son yıllarda güncel bir risk faktörü haline gelen mikroalbüminürinin önemini anlatırken, bu konuda olmesartan ile yapılan ROADMAP Çalışması hakkında bilgi de verdi. Prof.Dr. Kabakçı, en önemli albüminüri nedeninin, kan basıncı yüksekliği ve dünyadaki diyabet artış hızı olduğuna dikkat çekti. Diyabet artışının bölgesel olmadığını, 58 Actual Afrika dahil tüm dünyada gelecek yıllarda bir artış beklendiğini, özellikle TURDEP çalışması verilerine göre 2030 yılında Türkiye’de %14’lük bir diyabet artışı olacağının öngörüldüğünü belirtti. Prof.Dr. Kabakçı, diyabetik hastaların 2/3 oranında kardiyovasküler nedenlerle hayatlarını kaybettiklerini belirterek, bu artışın beraberinde “diyaliz hastalarındaki artışı” da getirdiğini kaydetti. Türkiye’deki diyaliz hastaları prevalansının, diyabet artışına paralel olarak arttığını ve son dönem böbrek hastalarının ise diyaliz için altta yatan birincil neden olarak görüldüğünü açıklayan Prof.Dr. Kabakçı sözlerine şöyle devam etti: Medicine Mayıs 2010 KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ yüksek riskli denilen gruba alınmalıdır” önerisinde bulunmuştur. “Tabi ki son dönem böbrek yetmezliği hastalık sürecinin son aşaması. Diyabetik hastalarda eğer böbrek fonksiyonu bozulmaya başladıysa, hasta bir kardiyovasküler risk faktörüyle karşı karşıya kalmış anlamına geliyor. Diyalize giren erkek ve kadınların yaşam eğrisi ile genel popülasyondaki diyabetik hastaların yaşam eğrisine bakıldığında 30’lu yaşlardaki bir kronik böbrek hastasının ölüm olasılığı, 80’li yaşlardaki genel popülasyondaki bir diyabet hastasının ölme olasılığı ile aynı. Yani böbrek hastalığı kardiyovasküler hastalık riskini 30 kat artırıyor. O halde şöyle bir durumla karşı karşıyayız. Bir tarafta diyabet, diğer tarafta hipertansiyon, diğer tarafta da her ikisinin sonucunda böbreğin etkilenmesi ve kardiyovasküler olay riski. Sonucunda kardiyovasküler olaylar nedeni ile hastanın kaybedilmesi. Biz hekimler olarak tanıyı koyduğumuzda, aslında fonksiyonel değişiklikler bizim tanı koymamızdan daha önce başlamış oluyor. Fonksiyonel değişikliklerin bir sonraki aşaması mikroalbüminürinin meydana gelmesi. Mikroalbüminüriyi proteinüri, kreatin düzeyinin artması ve son dönem böbrek hastalığına geçiş izlemektedir. Bu yıllar içerisinde önemli olan, proteinürinin tespit edilmesidir. Hastalığın başlangıcında proteinüri görülmeye başlıyor ve sonra geçen yıllar içerisinde azalarak son dönem böbrek hastalığı sürecine giriliyor. Mikroalbüminüri varlığı, kardiyovasküler olayları olumsuz yönde geliştiğini görmek açısından son derece önemli bir risk faktörüdür. Yani mikroalbüminüri varlığı gerek üre, gerek böbrek fonksiyonları ve de gerek kardiyovasküler olaylar açısından önemli risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. İşte bu nedenle 2007 yılında Avrupa Kardiyoloji Kurulu subklinik organ hasarları arasına mikroalbüminüriyi de alarak, “eğer bir hipertansif hastada mikroalbüminüri veya proteinüri varsa, o hasta Diyabeti kenara bırakalım, “hipertansif hastalarda mikroalbüminüri ne oranda görülüyor?” sorusuna cevap olarak araştırmalar yapılıyor. Türkiye’de yine bizim gerçekleştirdiğimiz 11 bin hastalık bir araştırma hipertansif hastalarda şunu gösterdi. Her diyabet ve hipertansif hastanın birinde mikroalbüminüri gelişiyor. Bütün bu nedenlerle bir hipertansif hasta ile karşılaştığımız zaman, rutin tarama testleri arasında mikroalbüminüriye de bakmamız gerekmektedir. Yapılan çalışmalar şunu göstermiştir ki; mikroalbüminüri ya da makroalbüminüri aşamasındaki hastaya müdahale edersek, renal sonlanım noktaları ve kardiyovasküler olayları azaltabiliyoruz. Genel olarak değerlendirmelere bakacak olursak şunu söyleyebiliriz eğer albüminüride mikroalbüminüri düzeyinde azalma sağlarsanız; kardiyovasküler olay riskini %18 , kalp krizi riskini ise %27 oranında azaltabiliyoruz. Bu konuda ROADMAP Çalışması’nın amacı “normoalbüminürik diyabetik hastalarda hipertansiyon olsun-olmasın, en az bir kardiyovasküler risk varlığında bir ARB(olmesartan) verilerek albüminüri engelenebilir mi?” dsorusuna cevap bulmaktır. Çalışmanın sonuçları Nefroloji Kongresi’nde açıklandı. Buna göre çalışmadan çıkan sonuç; olmesartanın normoalbüminürik hastalarda mikroalbüminüri gelişimini, %23 oranında engellediği şeklindedir. Sonuç olarak, kılavuzların bize gösterdiği mikroalbüminürinin kardiyovasküler ve kardiyorenal sürecin olumsuz bir göstergesi olduğudur. En azından mikroalbüminüriyi öngördüğünüz hastaları tespit edersek, özellikle buna yönelik bir tedavi şekli planlamamız daha yararlı olacaktır.” 5. APOCP Kongresi İki yılda bir düzenlenen, dünyanın en önemli kanser önMayıs 2010 Actual leme organizasyonlarından biri olan APOCP (Asian PaMedicine 59 KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ Kanser Vakfı (KHCF) Yönetim Kurulu Başkanı Ürdün Prensesi Ghida Talal, “İster hasta siz olun, ister hastaya bakan kişi, ister hasta yakını… Kanser bir şekilde hayatımıza dokunuyor. Bu yüzden kanser hakkında bilinçlendirici ve önleyici çalışmalara katılmak bizim için çok önemli” diye konuştu. cific Organization for Cancer Prevention-Asya Pasifik Kanser Önleme Organizasyonu) bu yıl 3-7 Nisan tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşti. Ulusal Kanser Haftasında düzenlenen kongreye kanser konusunda çalışmalarda bulunan yaklaşık 3 bin sağlık profesyoneli katıldı. T.C Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül himayesinde gerçekleştirilen kongrenin açılışında Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ, Kral Hussein Kanser Vakfı (KHCF) Yönetim Kurulu Başkanı Ürdün Prensesi Ghida Talal, APOCP Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer ve APOCP Genel Sekreteri Prof. Dr. Keun-Young Yoo birer konuşma yaptı. Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ açılışta yaptığı konuşmada “Her yıl Türkiye’de 150 bin kişiye kanser teşhisi konuyor. Bu rakamın 2011’de hızla artarak 155 bin olacağını öngörüyoruz. Kanserin tedavisi için yılda 2,5 milyar dolar harcanıyor, böyle devam ederse bu rakam 2030’da 10 milyar doları geçecek. Kanser hastalığı sadece Türkiye’de değil, dünyada da artış grafiği çiziyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2008 yılında tüm dünyada 12.4 milyon yeni kanser vakası, 25 milyon kanserle yaşayan hasta sayısı ve 7,6 milyon kansere bağlı ölüm gerçekleşti, rakam önümüzdeki yıllarda daha da yükselecek. Bu sebeple ülkelerin kanser politikalarını belirleyerek bunları uygulamaya koyması son derece önemli. APOCP Kongresi kanser alanındaki son gelişmelerin paylaşıldığı, başta Asya Pasifik ülkeleri olmak üzere tüm katılımcı ülkelerin kanser programlarının görüşüldüğü, fikir alışverişinde bulunulduğu uluslararası bir platform. Böyle değerli bir uzman topluluğunun ülkemizde bir araya gelmesinden son derece mutluluk ve gurur duyuyorum” dedi. Kanseri yenmiş birinin eşi olarak bu hastalığın sadece hastaları değil sevdiklerini de etkilediğini gören ve ardından kanserle savaşmaya karar veren Kral Hussein 60 Actual Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı ve aynı zamanda APOCP Dünya Başkanı Prof. Dr. A. Murat Tuncer de açılış konuşmasında “Bu yıl Türkiye’de kanser konusunda bilgilendirme çalışmalarını hızlandırdık. Kongreyle de tüm dünya ülkelerini ‘kanser’ başlığı altında İstanbul’da birleştiriyoruz. Bu organizasyon ülkemizde kanser farkındalığının artırmasını sağlayacak. APOCP gibi çok geniş popülasyona sahip bir organizasyonun başkanlığını yürütmekten ülkemiz adına büyük onur duyuyorum. APOCP Kongresi gibi büyük çaplı sağlık organizasyonları, bilim adamları arasındaki bilimsel paylaşımı arttırıyor, bu ülke vatandaşlarının dikkatleri kansere yöneltilerek mücadele yöntemleri duyuruluyor. Kongrenin Türkiye’ de yapılması dünya sağlık otoritelerinin de dikkatini çekmemizi sağlıyor. Bu kongreyle Dünya Sağlık Örgütü’nün kanser korunma programına yeni bir bakış açısı kazandırmak arzusundayız. Dünyada her ülke için ortak bir korunma programı uygulanıyor ama her ülkenin kanser konusunda öncelikleri ve imkanları farklı oluyor. Ülkelerdeki sigara yasaklarından beslenme alışkanlıklarına kadar her şey, kanser görülme oranlarını etkiliyor. Bu sebeple kongrede her ülkenin kendine özgü kanser korunma programları olması gerektiğine dikkat çekeceğiz. Kanser önlenebilir, üstesinden gelinebilir bir hastalık. Sigara kullanmama, sağlıklı beslenme, fiziksel aktiviteyi artırma ve düzenli kontroller gibi basit kurallarla bu hastalık hayatımızdan uzak tutulabilir. Farkındayız, kanseri yeneceğiz” dedi. Medicine Mayıs 2010 KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ 4. Ulusal Yaşlı Sağlığı Kongresi Türk Geriatri Derneği tarafından düzenlenen ve Uluslararası Gerontoloji ve Geriatri Birliği, Uluslararası Yaşlanma Enstitüsü ve Pratisyen Hekimlik Derneği ve Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği’nin desteklediği Ulusal Yaşlı Sağlığı Kongresinin dördüncüsü 1-4 Nisan tarihleri arasında İzmir’de gerçekleşti. Yaşlı sağlığını korumak, yaşlılık döneminde yaşam kalitesini artırmak, bu süreçte görülen hastalıklara yönelik doğru yaklaşımları geliştirebilmek, sağlık politikalarının doğru bir biçimde belirlenebilmesine katkıda bulunabilmek ve disiplinler arası iletişimi artırabilmek amacıyla gerçekleşen kongre, 400’e yakın katılımcı tarafından takip edildi. Kongre kapsamında 150’nin üzerinde konuşmacı, yaşlılar için önerilen sağlık taramaları, periferik damar hastalıkları, yaşlılarda ağrıya yaklaşım, osteoartritte yeni tedavi seçenekleri, boyun ve bel ağrılarının ayırıcı tanı ve tedavileri, prostat hastalıkları, yaşlılarda depresyon, uyku bozukluğu, parkinson hastalığı, yaşlılık döneminde akılcı ilaç kullanımı gibi konular hakkında katılımcılara bilgi verdi. Yaşlı sağlığı konusunda temel gereksinimleri karşılamak üzere kongre öncesinde hekimlere yönelik “Temel Geriatri Kursu” ve hemşirelere yönelik “Geriatri Hemşireliği Kursu” olarak iki ayrı kurs düzenlendi. MDS Tedavisinde Yeni Dönem Türkiye’de MDS (Myelodisplastik Sendrom) tedavisinde yeni bir dönem başlıyor. Uzmandan hastaya kadar MDS hakkında her şey yetkin ve güvenilir bir çalışma grubu tarafından ele alınıyor. Oluşturulan çalışma gurubu ile MDS ile ilgili ülkemizdeki durumu, rakamları, hasta özelliklerini tespit etmek, bunları bir kayıt sisteminde (registry) toplamak ve bu bilgilerin yol göstericiliğinde tedavi algoritmaları belirlemek hedefleniyor. Başkanı, Sağlık Bakanlığı Kemik İliği Nakli Danışma Kurulu Başkanı, Ulusal Organ Doku Hücre Nakli Koordinasyon Kurulu Başkanı Prof.Dr. Osman İlhan, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşen Timurağaoğlu ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zafer Gülbaş MDS hakkında bilgi verdi. 10 Nisan’da Çeşme’de yapılan basın toplantısında MDS-TR Çalışma Grubu kurucu üyelerinden Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Hücresel Tedavi ve Rejeneratif Tıp Derneği Toplantıda Prof.Dr. Zafer Gülbaş “MDS bir tür kemik iliği yetmezliği durumudur. Kemik iliği kanda bulunan hücrelerimizin üretildiği yerdir. Burada oluşan üretim hataları nedeni ile damarlarımızda dolaşan kırmızı kan Mayıs 2010 Actual Medicine 61 KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ hücreleri (eritrositler), beyaz kan hücreleri (lökositler) ve kan pulcukları (trombositler) sayıca ve fonksiyon olarak azalırlar. Anemi diye bilinen kırmızı kan hücreleri azalması durumu en sık karşılaşılan durum olup hastada halsizlik, çabuk yorulma, çarpıntı ve benzeri yakınmalara sebep olur. İlerleyen dönemde kalp pompa gücünün azalması ile ciddi tablolar ortaya çıkarır. Beyaz kan hücre azalması vücudun infeksiyonlara karşı olan savunmasını bozar ve sık tekrarlayan enfeksiyonlar gözlenir. Kan pulcuklarının azalması kanamaya karşı çalışan mekanizmanın bozulması sonucu kanamalara neden olur. Bu tablolarla ortaya çıkan MDS zaman içinde ilerleyerek akut lösemi yani kan kanserine dönüşme potansiyeli taşır. Bu nedenle lösemi öncesi tablo olarak da adlandırılmaktadır” diyerek katılımcılara MDS, Epidemiyolojisi ve Tanısı hakkında bilgi verdi. Prof.Dr. Ayşen Timurağaoğlu MDS’de tedavi prensiplerine değindiği konuşmasında şunları kaydetti: “Hastalığın ana ve tam tedavisi bozulmuş olan kemik iliğinin sağlıklı ilikle değiştirilmesi yani kök hücre naklidir. Ancak hastaların yaşlarının ileri olması ve verici bulunma olasılığı- nın düşüklüğü bu tedavinin hastaların çok küçük bir yüzdesinde uygulanmasını olanaklı kılmaktadır. Son yıllara kadar temel yaklaşım, eksikliklerin dışarıdan vücuda konması şeklindeki kan transfüzyonu, gerekli antibiyotik ve büyüme faktörleri kullanımı ve kan pulcuklarının verilmesi şeklindeki destek tedavisidir. Bu arada geliştirilen bazı özel ilaçlar seçilmiş hasta gruplarında kullanılmaya başlandı ve hastaların daha uzun yaşaması olanaklı hale geldi.” Doç.Dr. Mehmet Ali Özcan ise; MDS-TR Çalışma Grubu’ nun hedefleri ve çalışmalarından bahsederek: “MDS konusunda bilgi düzeyinin artırılması amacıyla birinci, ikinci ve üçüncü basamak sağlık çalışanlarının sürekli eğitim programları ile desteklenmesi, hasta ve hasta yakınlarının anlayabilecekleri şekilde bilgi alabilmelerini sağlamak, kaliteli bir hasta bilgi kayıt sistemi geliştirmek, hastaların tedavileri ve yönetimleri ile ilgili ulusal ve uluslararası çalışmaları yürütmek gibi temel amaçları olan bu topluluk çalışmalarını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacaktır” dedi. Dünya Hipertansiyon Haftası Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Novartis’in katkılarıyla hipertansiyon konusuna dikkat çekmek ve toplumda farkındalık yaratmak için Dünya Hipertansiyon Haftası boyunca etkinlikler düzenledi. Bu yıl “Obezite ve Hipertansiyon İlişkisi” konusuna dikkat çekilmek amacıyla düzenlenen kampanyalarla, bu iki hastalık hakkında toplumun aydınlatılması hedeflendi. Kampanya kapsamında hipertansiyon haftası boyunca, TKD tarafından hazırlanan bir otobüs, İstanbul’un çeşitli bölgelerinde tansiyon taraması ve bir dizi sürprizli sokak etkinliği gerçekleştirdi. Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, Türk Kardiyoloji Derneği Gelecek Başkanı Prof. Dr. Ömer Kozan ve Hipertansiyon Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Sıddık Ülgen’in katılımıyla 17 Mayıs’ta yapılan basın toplantısında, gün geçtikçe yaygınlaşan obezite 62 Actual sorununa dikkat çekilerek; “Sağlıklı Kilo /Sağlıklı Kan Basıncı” konusunun önemi vurgulandı. Prof.Dr. Oktay Ergene, Hipertansiyon ve obezite konusunun önemini vurgulayarak: “Bugün çok önemli bir toplum sağlığı sorununu gündeme getirmek ve bu konudaki farkındalığı arttırmak için bir araya geldik. Dünya hipertansiyon günü dolayısıyla fazla kiloyu, şişmanlığı ve hipertansiyonu gündeme taşıyarak, önlenebilir bir hastalık olan hipertansiyon konusunda, halkı bilinçlendirmeyi hedefliyoruz. Tüm dünyada yılda 55–60 milyon ölüm gerçekleşiyor. Bu ölümlerin yaklaşık 1/3 kadarı, yani 18-20 milyon kişi kalp damar hastalıkları nedeniyle hayatını kaybederken, sadece hipertansiyona bağlı ölümler yılda 7 milyon kişi civarında gerçekleşiyor. Bu yadsınamaz bir rakam. Bu nedenle hem Türkiye’de hem de dünya da aşırı derecede artış Medicine Mayıs 2010 KONGRE - SEMPOZYUM - TOPLANTI İZLENİMLERİ gösteren ‘Obezite ve Hipertansiyon’ konusunu birlikte ele aldık” dedi. Konuşmasında obezite konusuna ağırlık veren Prof. Dr. Ömer Kozan: “Obezite ülkemizde ve dünyada çok önemli bir sorun. Vücudunuzdaki yağ kitlesinin yağsız kitleye oranına obezite deniyor. Bunu birkaç yoldan tespit edebiliriz. Bir tanesi vücut kitle indeksi dediğimiz, kilonuzu boyunuzun karesine bölerek hesapladığımız yöntem. Bunun yanında göbek çevresi ölçümü de çok önemli. Dünya Metabolik Sendrom Kriterleri’nde erkekler için göbek çevresi 102 cm ideal görülürken, bizim toplumumuz için erkeklerde göbek çevresi kalınlığı 98 cm olarak uygun bulunmuştur. Kadınlarımız içinse, bu rakam 88 cm’i geçmemelidir” diyerek toplumumuz için ideal rakamları belirtti. Konuşmasında obezite ile diğer risk faktörleri arasındaki bağlantıdan bahseden Prof.Dr. Kozan konuşmasına şöyle devam etti: “Obezite, gerçekten çağımızın hastalığı ve hipertansiyondan kalp hastalığına, hatta Tip 2 diyabetin oluşmasına götüren en önemli risk faktörlerinden bir tanesi. Vücut kitle indeksinizin artmasıyla doğru orantılı olarak hipertansiyonunuz da artıyor. Onun için diyoruz ki hipertansif hastaların veya kalp damar hastalarının mutlak suretle kilo kontrolü sağlamaları gerekmektedir. Yaşam biçimi değişikliği tedavinin olmazsa olmaz ayağıdır. Ben ilaçlarımı kullanırım, olduğum gibi de kalırım” denirse, “bu tedavinin çok fazla bir yararı yoktur” abartılı bir cümle olmaz. İlaçlarınızı kullanacaksınız, yaşam biçiminizi değiştireceksiniz ki başarıya ulaşalım.” Prof.Dr. Sıddık Ülgen ise konuşmasında toplumun hipertansiyon konusundaki bilinçsizliğine dikkat çekerek: “Ülkemizde de her 4 ölümden 1’i hipertansiyon ölümüdür. Bu çok ciddi bir problem olmasına rağmen, hem ülkemizde hem de dünyada çoğu insan hiMayıs 2010 Actual pertansif bir hasta olduğunun farkında bile değil. Bu oran ülkemizde %40 civarında. Yani her 100 hastanın 60’ı taşıdığı riskin bilincinde değil. Hipertansiyon sessiz ve derinden gelen sinsi bir hastalık olarak, kalp yetersizliğinden ölüme, felç durumuna, gözde körlüğe kadar gidebilir. İşte bu yüzden toplumda farkındalığı artırmak ve insanları bu konuda bilinçlendirmek istiyoruz. Kişiye sağlıklı dahi olsa 6-8 ayda bir tansiyon ölçtürmesini öneriyoruz. Çünkü sapasağlamım diyen bir hasta gizli bir hipertansif hasta olabiliyor. Bunun yanında çoğu hasta hipertansif olduğunu bildiği halde, hastalığı önemsemediği için ilaçlarını düzenli kullanmayabiliyor. Bunların önüne geçmek ve hipertansiyonun öneminin altını çizmek istiyoruz” diyerek hipertansiyon konusunda toplumda yaşanan sıkıntılardan bahsetti. Konuşmasında önemli bir nokta olan ‘tuz’ kullanımına da dikkat çeken Prof.Dr. Ülgen: “Bu toplantıların bir önemli noktası da ‘tuz kullanımı’. Ülkemize ait son yapılan bir çalışmada günlük tuz tüketimi yaklaşık 18 gr bulundu. Sağlıklı bir kişi için önerilen günlük tuz tüketimi ortalama 6 gr civarında. Biz günlük önerilen tuz miktarının yaklaşık 3 katını tüketiyoruz. Böyle bir durumda tansiyonumuzu kontrol altına almamız ve bu riskleri korumamız mümkün değildir. Kişinin sadece ekmekten aldığı tuz miktarı günlük 7,2 gr.’dır. Ekmeği keserek veya azaltarak, sofradan tuzu kaldırarak, fastfood gibi hazır gıdalardan uzak durarak hipertansiyon konusunda önemli bir adım atabiliriz” dedi. Prof.Dr. Sıddık Ülgen, konuşmasında egzersiz yapmanın da hipertansif hastalar için çok önemli olduğunu belirterek: “beslenmemize dikkat ettiğimizde, egzersizi bir yaşam biçimi olarak benimsediğimizde ve ilaçlarımızı düzenli kullandığımızda, hipertansiyon önlenebilir bir hastalıktır” diyerek sözlerini tamamladı. Medicine 63