781 - Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
T.C
Ege Üniversitesi
DiĢhekimliği Fakültesi
Oral Diagnoz ve Radyoloji
Anabilim Dalı
BAġ-BOYUN KANSERLERĠNDE KEMOTERAPĠ VE
KEMOTERAPĠ UYGULANAN HASTALARIN DĠġHEKĠMLĠĞĠ
AÇISINDAN ÖNEMĠ
BĠTĠRME TEZĠ
Stj. DiĢhekimi Gökçen OCAK
DanıĢman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Yasemin BĠR
ĠZMĠR-2013
ÖNSÖZ
Tezimin hazırlanması sırasında bana katkıda bulunan ablam Gonca
OCAK KEDİKLİ’ye, çevirilerde yardımını esirgemeyen eniştem Fatih
KEDİKLİ’ye, emeği geçen çok değerli hocam Sayın Prof. Dr. Yasemin BİR’e
ve tüm eğitim ve öğretim hayatım boyunca beni her konuda destekleyen, hep
arkamda olan anneme ve babama çok teşekkür ederim. Saygılarımla,
İZMİR-2013
Stj. Diş Hekimi Gökçen OCAK
ĠÇĠNDEKĠLER
1.GĠRĠġ VE AMAÇ ......................................................................................... 1
2.KEMOTERAPĠ ............................................................................................ 2
2.1.Kanser Kemoterapisinin Tarihçesi ........................................................ 2
2.1.1.Kemoterapinin Tanımı .................................................................... 3
2.1.2.İlaçların Farmakolojisi ..................................................................... 4
2.1.2.1.İlaçların Etki Mekanizması........................................................ 4
2.1.2.2.İlaçların Uygulama Yolları ........................................................ 6
2.1.3.Kombinasyon Kemoterapisi ............................................................ 6
2.2.Kemoterapide Kullanılan Antineoplastik İlaçlar ..................................... 8
2.2.1.Alkilleyici Ajanlar ............................................................................. 8
2.2.2.Antimetabolitler ............................................................................... 9
2.2.3. Doğal Bileşikler ............................................................................ 10
2.2.3.1.Vinca Alkaloidleri (Mitotik İnhibitörler) .................................... 10
2.2.3.2.Mikrotübül Polimer Stabilizleyiciler (Taxanlar; Paclitaxel,
Tocetaxel) .......................................................................................... 10
2.2.3.3.Enzimler (L-Asparaginase) ..................................................... 10
2.2.3.4.Antitümör Antibiyotikler........................................................... 10
2.2.3.5.Topoizomeraz İnhibitörleri (Irinotecan, Topotecan, Etoposide)
........................................................................................................... 11
2.2.4.Hormonal İlaçlar ........................................................................... 11
2.2.5.Biyolojik Cevabı Modifiye Eden Bileşikler ..................................... 11
3.KEMOTERAPĠNĠN ORAL KOMPLĠKASYONLARI .................................. 13
3.1.Mukozit ............................................................................................... 14
3.1.1.Oral Mukozit Gelişen Hastaların Tedavisi ..................................... 16
3.2.Enfeksiyon .......................................................................................... 19
3.2.1.Herpes Simplex Virüs Enfeksiyonları............................................ 20
3.3.Kanama Eğilimi ................................................................................... 21
3.4.Tat Alma Duyusundaki Bozukluk ........................................................ 21
3.5.Tükrük Akışının Azalması ve Kserostomi ........................................... 22
3.6. Nörotoksisite ...................................................................................... 23
4.ANTĠNEOPLASTĠK ĠLAÇLARIN TOKSĠSĠTESĠ ....................................... 24
4.1.Gastrointestinal Toksisite .................................................................... 24
4.2.Hematolojik Toksisite .......................................................................... 25
4.3.Pulmoner Toksisite ............................................................................. 25
4.4.Nörotoksisite ....................................................................................... 26
4.5.Kardiyak Toksisite............................................................................... 26
4.6.Hipersensitivite Reaksiyonları ............................................................. 27
4.7.Hepatik Toksisite ................................................................................ 28
4.8.Dermatolojik Toksisite ......................................................................... 28
4.8.1.İlaç Ekstravazasyonu.................................................................... 28
4.8.2.Alopesi.......................................................................................... 29
5.KEMOTERAPĠ ÖNCESĠ VE SONRASI AĞIZ BAKIMI ............................. 30
6.KEMOTERAPĠ UYGULANMIġ HASTANIN BAKIMI ................................ 33
6.1.Terminal Dönemdeki Hastanın Evde Bakımı ...................................... 33
6.2.Kanserli Hastalarda Gelişen Semptomların Bakımı ............................ 35
7.ÖZET ........................................................................................................ 38
8.KAYNAKLAR ........................................................................................... 39
9.ÖZGEÇMĠġ ............................................................................................... 43
1.GĠRĠġ VE AMAÇ
Kanser, günümüzün önde gelen sağlık sorunlarından biridir. Geçmiş
yıllarda ölüme neden olan hastalıklar arasında yedinci ve sekizinci sıralarda
yer
alırken,
bugün
dünyanın
birçok
ülkesinde
ve
Türkiye’de
kalp
hastalıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Şimdilerde kanserin
doğası anlaşılmış, tedavide çok önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bununla
birlikte kanserin görülme sıklığı ve kanserden ölüm oranında değişme
olmamıştır. Kansere yönelik tedavi yöntemlerini genel olarak;
cerrahi,
radyoterapi, kemoterapi ( hormonal tedavi ve moleküler hedefe yönelik
tedavileri de kapsar) ve biyolojik tedavi (immunoterapi ve gen tedavisi )
olmak üzere 4 grupta toplayabiliriz. Bu tedavi yöntemleri birlikte de
kullanılabilir ve bir grupta yer alan ilaçlar birkaç mekanizma ile de etki
edebilir. Uygulanan bu yöntemlerle her ne kadar kanser tedavi edilmeye
çalışılıp hayatta kalma süresi uzasa da tedavi boyunca istenmeyen birtakım
yan etkilerin ortaya çıkması söz konusudur.
Bu araştırmada kansere yönelik tedavi yöntemlerinden biri olan
kemoterapiden,
hastaların
tedavi
boyunca
kullandıkları
antineoplastik
ilaçlardan, bunların oral komplikasyonlarından, toksisitesinden, bir diş hekimi
olarak tedaviye nasıl yaklaşmamız gerektiğinden ve kemoterapi gören
hastaların bakımında neye dikkat edilmesi gerektiğinden bahsedeceğiz. Bu
yüzden dişhekimleri tedavi öncesi, sırası ve sonrasında ortaya çıkabilecek
oral komplikasyonları, bunlara karşı nasıl bir önlem alacağı ve ne tür bir
tedavi uygulayacağı konusunda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmalıdırlar.
Ayrıca dişhekimlerinin hastaları da bu konuda bilgilendirmesi ve bilgilerini her
zaman güncel tutması gerekmektedir.
2.KEMOTERAPĠ
2.1.Kanser Kemoterapisinin Tarihçesi
1930„larda bakteriyel enfeksiyonlara karşı ilk kez kullanımı kolay
kemoterapötik
ajanlar
keşfedilmiş
ve
bunlardan
Sulfanilamide’nin,
streptococcus ve meningococcal meningitis gibi son derece ölümcül bazı
insan enfeksiyonları için tedavi edici olduğu belirlenmiştir. Bu keşifle birlikte,
penisilinin de pütrifikasyonu, izole edilmesi ve etkinliğini göstermesi ile
enfeksiyon hastalıklarına karşı yaklaşımlar da köklü bir şekilde değişmiştir.
Penisilin gram(+) organizmalar üzerinde etkilidir. Ayrıca Streptomisin‟in
keşfiyle birlikte ilaçların gram(-) organizmalar üzerinde etkili olabileceği
düşünülmüştür. Streptomisin‟in gram(-) bakteriler üzerine etkisi beklenmedik
bir süprizle gölgelenmiş, tüberküloz basili üzerine etkili olduğu bulunmuştur.
Tıpkı penisilin‟in sifiliz üzerine etkisi bulunduğu gibi.
Ayrıca antienfeksiyöz ve antikanser ilaçlarının gelişimindeki benzerlikler
de şaşırtıcıydı. Erhlich‟in 1910‟da Arsphenamine‟yi tanımlaması, 1960‟ların
kanser kemoterapisi çalışmalarının bir paradigmasını oluşturmuştu. Erhlich‟in
bu çalışması o zamanlarda önemli bir dönüm noktası olmuştu. Çünkü
enfeksiyöz hastalıkların, özellikle sifilizin insanlarda ve kemirgenlerde tedavi
edilebileceğini ortaya koyuyor ve insandaki etkinliğini gösterebilmesi için
kemirgen modelini öne sürüyordu. Şimdilerde de bu çalışmanın antikanser
ilaçları için doğru olabileceği gösterilmiştir. Bunun yanısıra antikanser ilaçlar
grubunda yer alan alkilleyici ajanlar da ilk kez 1898 yılında Erhlich tarafından
keşfedilmişti. Ancak onun bu keşfi, 50 yıl sonra insandaki neoplastik
hastalıkların tedavisinde uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra Erhlich‟in bu
2
buluşu ve penisilinin klinik kullanımına (1939-1943 ) kadar başka önemli bir
gelişme olmamıştır(1).
Asıl olarak kanser kemoterapisi ilk kez 1940‟da Nitrojen Mustard‟ın
lenfomaların tedavisinde kullanılmasıyla başlanmış, arkasından C.P.Rhoads
Nitrojen Mustard‟ı önemli bir antikanser etkisi olan ilaç olarak tanımlamıştır.
1948‟de
Antimetabolitler,
1950‟de
1959‟da Cyclophosphamide
Kortikosteroidler,
1953‟te Busulfan,
ve arkasından kullanılmakta olan çeşitli
antikanser ilaçlar bulunup kanser kemoterapisi alanına girmiştir(2).
2.1.1.Kemoterapinin Tanımı
Kemoterapi, özellikle çoğalan hücrelere karşı seçici öldürücü etkileri
olan, doğal veya sentetik kimyasal, biyolojik ajanlar ve hormonlarla yapılan
tedavi şeklidir. 1960‟lı yıllara kadar kemoterapi palyatif (hafifletici) amaçla,
bazı klinik bulguların azaltılması ve hastanın yaşamını biraz daha uzatmak
amacıyla kullanılmıştır. Tüm kanserlerinin yaklaşık %5‟ini oluşturan belirli
bazı hastalıklarda küratif (tedavi edici) olduğu ve bununla birlikte sık görülen
kanser tiplerinde de daha az etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak son yirmi yılda
kemoterapinin cerrahi ve radyoterapi ile ayrı ayrı veya birlikte kullanılması
birçok kanser türünde iyileşme oranını arttırmıştır. Bu gelişme sitostatik
ilaçların adjuvan olarak kullanımı ile mümkün olmuştur. Adjuvan kemoterapi,
bölgesel hastalığın klinik bulgu veren rezidüel tümör bırakmayacak şekilde
tamamının çıkarılmasından sonra verilen ek tedavidir. Böyle bir tedavinin
amacı; subklinik, rezidüel, lokal hastalığın ve daha sık olarak da olası
metastazların kontrolüdür. Bu görüşten kaynaklanan neoadjuvan kemoterapi
1980‟lerde ortaya çıkmış olup preoperatif ve postoperatif dönemde kanser
3
hücrelerinin yayılması ve çoğalmasını önlemek amacıyla önerilen tedavidir.
Kemoterapinin bir başka uygulama alanı da özel durumlarda tümör küçültücü
cerrahiden sonra kemoterapi verilmesidir. Bazı vakalarda tümör kitlesinin
küçültülmesi ilaç tedavisine cevap şansını arttırabilmektedir(3).
2.1.2.Ġlaçların Farmakolojisi
2.1.2.1.Ġlaçların Etki Mekanizması
Kemoterapi prensiplerini ve nasıl etki ettiklerini anlamak için öncelikle
normal yaşam döngüsünün (hücre siklusu) bilinmesi çok önemlidir. Yaşam
döngüsünün başlıca 5 önemli fazı vardır:
G0 evresi: Mitozdan sonra hücrelerin istirahate çekildiği dönemdir. Bu
dönemdeki hücrelerin bölünme yeteneği vardır ve bu dönemde antineoplastik
ajanlar hücrelere etkisizdir.
G1 evresi: Mitozun bitiminden DNA sentezinin başlangıcına kadar süren
dönemdir. Bu döneme Postmitoz evresi de denilir.
S evresi: Bu dönemde hücre DNA sentezi yapar. Hücre metabolizması en
aktif döneminde olup antineoplastik ilaçlara çok duyarlıdır.
G2 evresi: DNA sentezinin tamamlanmasından mitozun başlamasına kadar
geçen dönemdir.
M evresi: Bu evre mitoz evresi olup hücre bölünmektedir(2).
Kemoterapötik ilaçlar aktif faz, spesifik faz (S fazında antimetabolitler, M
fazında vinca alkoloidleri) ve non spesifik (alkilleyiciler ve antrasiklinler,
antitümör antibiyotikler) fazın herhangi birinde DNA hasarı yaratırlar(4). Bu
4
yüzden sadece çoğalmakta olan hücrelere etkili olan kemoterapötik ilaçlara;
döngüye (faz) spesifik ilaçlar denir. Yaşam döngüsünde faz spesifik olmayan
kemoterapötik ilaçlar ise özellikle alkilleyici ilaçlar ve platinum deriveleridir ki
G0 fazındaki hücrelere karşı da etkili olup ve sadece aktif olarak bölünen
hücrelere değil yavaş büyüyen tümörlere de kısmen etkilidirler(5).
Kanser tedavisinde yararlanılan bu ilaçlar daha farklı mekanizmalarla
da etki göstermektedirler:
a-)Pürin ve pirimidin nükleotid prekürsörlerinin sentezini engelleyerek ya da
DNA ve RNA sentezinde bunların yerlerini alarak etki gösteren ilaçlar:
Flourourasil, methotrexat, merkaptopürin ve thioguanin gibi antimetabolitler
ya nükletid öncüllerinin sentezini bozmakta ya da DNA‟ya bağlanmaktadırlar.
Antrasiklinler
ve
epifillotoksinler
DNA‟nın
yeniden
bağlanmasını
engellerler(5,6).
b-)DNA fonksiyonlarını bozarak etki gösteren ilaçlar
c-)Hücre yapısındaki nükleofılik gruplara kovalent bağlarla bağlanarak etki
gösteren ilaçlar: Alkilleyici ajanlar kovalent bağlarla DNA‟ya bağlanıp DNA‟yı
zedelemektedirler.
d-)Mikrotübüllerin polimerize ve depolimerize şekilleri arasındaki dengeyi
bozarak etki gösteren ilaçlar: Vincristine, vinblastine ve paclitaxel gibi ilaçlar
tübülin fonksiyonunu bozarak eşleşen kromozomların iğ iplikçikleri tarafından
hücre kutuplarına çekilmesine engel olurlar(5,6).
e-)Hormon uyarısı ile sitoplazmik reseptörlere bağlanıp gelişme ve büyüme
hızını yavaşlatarak etki gösteren ilaçlar
5
Aslında kanser hücreleri ve normal hücreler benzer hücre sikluslarına
sahiptirler. Sadece, kanser hücresiyle normal hücre arasındaki en önemli
fark,
kanser
hücrelerinde
proliferasyonu
frenleyen
mekanizmanın
bulunmaması ve organizmayı ölüme götüren duraksız bir proliferasyonun
olmasıdır(5,6).
2.1.2.2.Ġlaçların Uygulama Yolları
İlacın hedeflenen tümör bölgesinde daha etkili olabilmesi için onkoloji
alanında
farklı
uygulama
yolları kullanılabilir.
Örneğin;
ilaçları
oral,
intravenöz, intramuskuler ya da intraarteryal olarak uygulayabiliriz. Bunun
yanısıra, ilacın deri üstüne lokal uygulanması ya da plevral boşluk, karın
boşluğu, mesane veyahut beyin-omurilik sıvısı içine enjekte edilerek
kullanımı da tercih edilebilir.
İlaçların özel olarak kullanılan uygulama yolları da söz konusudur.
Bunlar; rejyonal melanoma da olduğu gibi alkilleyici ajanların çok yüksek
dozlarda izole perfüzyonu şeklinde verilmesidir(7).
Kanser kemoterapisinde kullanılan bu ilaçlar da ya vücut ağırlığı ya da
vücut yüzeyi (kg/m2) üzerinden hesaplanarak verilir(2).
2.1.3.Kombinasyon Kemoterapisi
Diğer bazı hastalıkların tedavisinde olduğu gibi kanser tedavisinde de,
iki ve daha fazla ilaç kombinasyonları kullanılmaktadır. Bu tür ilaç
kombinasyonlarının tercih edilmesinin nedeni, tek bir ilaçla tedaviden etkin bir
sonuç alınamamasıdır. Bu yüzden, kanserli hastalarda toksik etkileri farklı
olan bu kemoterapötik ilaçların daha güçlü etki gösterebilmesi için
6
kombinasyon şeklinde kullanılması gerekmektedir. Böylece ilaçların artırılmış
ve güçlendirilmiş sitotoksik etkileri tümörün kontrol altına alınmasını
kolaylaştırırken, diğer taraftan da her biri daha düşük dozda kullanılarak
hastaya olan toksik etkilerin de en aza indirgenmesi sağlanabilmektedir (6).
Örneğin kemik iliğine toksik etki gösteren alkilleyici ajanlardan Nitrojen
mustard
ve
Cyclophosphamide
kemik
iliğine
toksik
etkisi
olmayan
Prednizolon, Vincristine, Bleomycin, L-Asparaginase ile birleştirilir. Böylece
daha kuvvetli bir etki sağlanır ve bu etki daha az toksisite gösterir(2). Ayrıca
kombine ilaç kullanımının hastanın tolere edebileceği toksisite ile mümkün
olan en fazla malign hücrenin ortadan kaldırılmasını sağlamak; çok sayıda ve
farklı yapıya sahip tümörlere etki edebilmek ve ilaçlara direnç kazanan
hücrelerin gelişimini durdurmak veya yavaşlatmak gibi avantajları vardır(6).
Bunlara ilaveten, kombine kemoterapi ile dirençli hücrelerin üremesine
fırsat verilmemiş de olunur. Böylece uygulama aralıklı olduğundan aradaki
dinlendirme süresinde organizmanın normal hücreleri toparlanma fırsatını
bulabilir(2).
Bu yüzden de kombine olarak kullanılan ilaçlarda birtakım özelliklerin
bulunması gerekmektedir.
Bugün Amerika ve Avrupa‟da olduğu gibi ülkemizde de pek çok merkez
kanserin tedavisinde kombinasyon kemoterapisini kullanmaktadır(8).
7
2.2.Kemoterapide Kullanılan Antineoplastik Ġlaçlar
2.2.1.Alkilleyici Ajanlar
Klasik alkilleyici ajanlar son derece reaktif bileşikler olup yapılarında
bulunan alkil grupları (R-CH2-CH+) bazı organik bileşiklerin H atomları ile
yer değiştirmesine ve makromoleküllerin alkillenmesine yol açar. Ayrıca bu
ilaçlar, protein ve enzimleri de alkilleyerek hücrelerde solunum ve ara
metabolizmayı
bozarlar.
Bunun
yanısıra
alkilleyici
ajanların
hücrede
oluşturduğu yapısal bozukluklar, radyoaktif ışınlar ve X-ışınlarına maruz
bırakılan hücrelerdekine benzediğinden bunlara “radyomimetik ilaçlar” adı da
verilir(9).
Alkilleyici ajanların genel kimyasal sınıflandırması aşağıdaki gibidir:
a)Nitrojen Mustardlar: Cyclophosphamide, Chlorambucil, Mechlorethamine,
Melphalan, Urasil mustard, Ifosfamide
b)Etilenimin Türevleri: Thiotepa,
Trietilen melamin,
Trietilen fosforamid,
Altretamine
c)Alkil Sülfonatlar: Busulfan
d)Nitrosoüreler: Carmustine (BCNU), Lomustine (CCNU), Semustine (metil
CCNU), Streptozotocin
e)Metil Hidrozinler: Procarbazine
f)Triazenler: Dacarbazine(DTIC), Temazolamide
g)Platin Tuzları: Cisplatin, Carboplatin, Oxaliplatin
8
Alkilleyici ilaçların çoğu, reaktif ürün olan karbonyum türevine yavaş
yavaş dönüştükleri için, vezikan (epitel bozucu) bir etki oluşturmaksızın
rahatlıkla
ağızdan
verilebilirler.
Bunlar
arasında
chlorambucil,
cyclophosphamide, melphalan, busulfan, lomustine ve semustine bulunur.
Bazıları ise (mechlorethamine, thiotepa, carmustine) sadece intravenöz
yoldan ve genellikle dilüe edildikten sonra yavaş infüzyonla verilirler.
Alkilleyici ilaçların bu yoldan verilişlerinde, bazılarında bulunan oldukça güçlü
tahriş edici etkiye karşı tedbirli olmalı ve ilaç solüsyonunun damar dışına
kaçmasına engel olunmalıdır. İntravenöz verilişte tromboflebit de oluşabilir.
Eliminasyon hızları ve diğer farmakokinetik özellikleri fazla değişiklik gösterir.
Nitrosoüreler dışında, diğerleri SSS‟ne girecek derecede liposolübilite
göstermezler. Nitrosoüreler ise beyne önemli derecede girer ve bundan
dolayı redistribüsyon (yeniden dağılım) olayı gösterirler; SSS‟ nin malign
tümörlerine karşı kullanılabilen tek alkilleyici ilaç grubunu oluştururlar(9).
2.2.2.Antimetabolitler
Neoplazmların tedavisinde kullanılan antimetabolitler, DNA, RNA,
proteinler ve diğer temel hücre komponentlerinin sentez zincirinin değişik
basamaklarında substrat veya koenzim olarak rol oynayan çeşitli doğal
metabolitlerin analoglarıdırlar; bu nedenle enzim üzerinde kendilerine özgü
noktalara karşı onlarla yarışırlar ve bağlanmalarını inhibe ederler(9).
Son 40 yılda birçok antimetabolit geliştirilmiş ve test edilmiştir. Fakat
içlerinden 7 tanesi onkolojide geniş bir şekilde kullanılabilmekte ve ticari
olarak uygundur. Bunlar; Methotrexate, 5- fluorouracil, floxuridine, 6mercaptopurine, 6-thioguanine, cytarabine, hydroxyurea‟ dır(1).
9
2.2.3. Doğal BileĢikler
2.2.3.1.Vinca Alkaloidleri (Mitotik Ġnhibitörler)
Bunlar, hidrofobik moleküllerdir ve yüksüz durumdaki hücre zarının lipid
çift katmanını ikiye bölüp zar yapısını ve fonksiyonunu değiştirerek etki
gösterirler. (Vincristine(VCR), Vinblastine(VLB) ve yarısentetik türevleri
(VRLB), Vindesine(VDS), Vinzolidine, Vinflunine(VFL) gibi)
2.2.3.2.Mikrotübül Polimer Stabilizleyiciler (Taxanlar; Paclitaxel,
Tocetaxel)
Paklitaksel ve yarısentetik türevi olan tocetaxel antitümör etkilerini,
hücrede mikrotubullerin toplanmasını arttırmak ve depolimerizasyonunu
önleyerek
stabil
mikrotubul
toplulukları
oluşturmak
suretiyle
göstermektedirler.
2.2.3.3.Enzimler (L-Asparaginase)
Asparaginaz, Escherichia coli veya Erwinia kültürlerinden elde edilen
bir enzimdir. Ekstrasellüler alanda asparajinin aspartik asit ve amonyağa
hidrolizini sağlar. Böylelikle protein sentezini hızla inhibe ederek lösemik
hücre proliferasyonunu engeller(10).
2.2.3.4.Antitümör Antibiyotikler
Antitümör antibiyotikler, bakteriler tarafından yapılan ve diğer konak
mikroorganizmalarına direnç sağlayan maddelerdir(3).
Klinik
olarak
yararlı
antitümör
antibiyotikler
Streptomyces‟in çeşitli zincirlerinin doğal ürünleridir.
10
toprak
mantarı
Bir veya daha fazla
mekanizmayla tümörisidal etkilerini gösterirler. Bu sınıfın ilaçları; Doxorubicin,
Daunorubicin,
Dactinomycine,
Bleomycine,
Idarubisin,
Plikamisin
(Mithramycin), Mitomycin C, Streptozosin, Mitoxantrone‟ dır(7).
2.2.3.5.Topoizomeraz Ġnhibitörleri (Irinotecan, Topotecan, Etoposide)
DNA,
hücre
içinde
sıkıca
paketlenmiş
olarak
bulunur.
Sıkıca
paketlenmiş olan bu yapıya “Supercoiled” denir. DNA'da var olan bilginin
kullanılması için de (transkripsiyon, replikasyon, mitoz) önce bu supercoil
yapısının açılması ardından da çift sarmal yapısının açılması gerekir.
Topoizomeraz enzimleri işte bu süreçten sorumlu enzimlerdir. Topoizomeraz
I DNA‟nın relaksasyonunu sağlarken topoizomeraz II enzimi ise çift sarmal
yapısını açıp replikasyon çatalı oluşmasını sağlar(11).
2.2.4.Hormonal Ġlaçlar
Son 10 yılda hormonal ilaçlarla tedavideki en önemli gelişmeler, hormon
reseptörleriyle ilgili araştırmalardan elde edilmiştir. Bu ilaçlar; kortikosteroidler
(prednisone ve dexamethasone), östrojenler (diethylstilbestrol), östrojen
antagonistleri (antiöstrojenler; tamoxifen),
testosterone),
androjen
antagonistleri
androjenler (fluoxymesterone ve
(bicalutamide,
flutamide
ve
nalutamide), polipeptit hormon salınım baskılayıcıları (octreotide) ve
projestinler (megestrol acetate ve medroxyprogesterone acetate)‟dir.
2.2.5.Biyolojik Cevabı Modifiye Eden BileĢikler
Kanserli hastalarda immün sistemi aktive ederek tümörü yok etmeye
yönelik çalışmalar yıllardır sürmektedir(12). Vücudun immün reaktivitesinde
genel bir artış, büyümekte olan tümörlere karşı immün reaksiyonun da
11
artışına yol açar umuduyla; öteden beri immunostimulan‟larla nonspesifik
immünostimülasyon denenmiştir(13). Ancak bunlar tümör hücrelerin immun
denetimden kaçması ve konakçının immün sistemindeki süpresyondan dolayı
başarısız
olmuştur.
Bunun
üzerine
pasif
immünoterapi
gündeme
gelmiştir(12).
Pasif spesifik immünoterapi, aktive olmuş hücrelerin kanserli hastaya
naklidir.
12
3.KEMOTERAPĠNĠN ORAL KOMPLĠKASYONLARI
Oral komplikasyonlar ya oral mukoza üzerinde ilaçların direkt bir etkisi
(direkt stomatotoksisite) ya da kemik iliği baskılanmasının indirekt bir etkisi
(indirekt
stomatotoksisite)
sonucu
meydana
gelmektedir(14).
Oral
komplikasyonların prevalansı genç bireylerde yaşlılara göre daha yüksek
olup böyle olmasında üç ana etken söz konusudur. Birincisi, genç ve yaşlı
hasta arasındaki malignite ve tedavi farklılığıdır. Çünkü genç hastalar çok
daha yüksek oranda maligniteye maruz kalmaktadır. İkincisi, oral epitelin
yaşa bağlı rejenerasyonudur. Yani daha yaşlı hastaların mukoza mitotik
indeksi genç hastalardan daha düşüktür. Bu yüzden kemoterapinin etkilerine
daha az hassas olabilmektedir. Üçüncüsü ise, yaşlı mukozada hücre
yenilenmesi azaldığından kemoterapinin toksik etkilerine karşı da daha az
duyarlı olmasıdır(15).
Kemoterapi sonrası en yaygın gözlenen oral komplikasyonlar mukozit,
enfeksiyon, nörolojik ve dental değişikler, tat alma duyusundaki bozukluk,
tükrük akışının azalması, kanama eğilimi ve osteonekroz (radyoterapi gören
hastada) gelişimidir. Kemoterapi sonrası en sık etkilenen alanlar ise
dudakların yumuşak dokuları, oral mukoza, dil, yumuşak damak ve farengeal
mukozadır(16,17).
Kanser Kemoterapisi
Oral Mukoza
Malignite
Kemik İliği
Azalmış hücre yenilenmesi
Epitelyal incelme
Mukozitis
Oral Bakteri
Ülserasyon
Azalmış kemik iliği üretimi
Nötropeni Trombositopeni
Sekonder enfeksiyon
Sepsis
Şekil 1: Kemoterapinin oral epitel ve kemik iliği hücreleri üzerindeki etkisi
13
3.1.Mukozit
Sağlıklı
oral
mukoza,
yüzey
epitelinin
dökülmesi
ile
oral
mikroorganizmaların ortamdan uzaklaşmasını sağlayarak ve epitel içine
penetrasyonu sınırlayan kimyasal bir bariyer oluşturarak, koruyucu fonksiyon
yapmaktadır. Kişinin immün sistemine ait sekretuvar proteinler, T hücreleri, B
hücreleri ve mast hücreleri gibi birçok eleman oral mukozada yer almakta,
böylece mukozal enfeksiyon riski azalmaktadır. Bunların yanısıra müsin gibi
büyük molekül ağırlıklı glikoproteinler sağlıklı oral mukozanın yüzeyini
kaplayarak, mikroorganizmaların sayılarını azaltarak ve dokunun kayganlığını
arttırarak enfeksiyon riskini düşürmektedirler(17).
Mukozit, oral mukozanın ülserasyonu ve enflamasyonu ile karakterize,
kanser tedavilerine bağlı gelişen, hayatı tehdit eden enfeksiyonların kaynağı
olabilen önemli bir yan etkidir. Bu durum hastanın yaşam konforunda
azalmaya, palyatif tedavi maliyetlerinde artışa, hem oral hem de ciddi
sistemik enfeksiyonlara ve tedavinin devamını riske etmeye neden olabilir.
Kişiler arasında kemoterapiye veya radyoterapiye bağlı olarak mukozit
gelişme yatkınlığı farklıdır. Mukozit gelişiminde ilgili tüm dokularda tedavi ile
ilişkili toksisiteye rezistans veya yatkınlık söz konusu olabilir. Ayrıca
kullanılan kemoterapötik ajanı metabolize eden enzimlerde eksikliğe neden
olan fenotipteki bireylerde, söz konusu ilacın toksisitesi fazla olabilir.
Antikanser tedavilerine bağlı gelişen mukozit görülme sıklığı, hastanın
tanısına, yaşına, kanser tedavisi öncesindeki oral durumuna ve tedavi
sırasındaki oral bakımına, ağız kuruluğu varlığına, hastanın nötrofil sayısına,
kullanılan tedavi modalitelerine göre değişir(18). Şiddeti ise; ağız kuruluğu,
14
yüzeyi düzensiz dişler, plak ve diş taşlarının birikimi, kötü dolgular ve
protezler gibi lokal irritanlarla artmaktadır. Bunun yanısıra malignitenin tipi,
kullanılan kemoterapötik ilaç (doz ve uygulama döngüsü dahil), kemik iliği
baskılanmasının varlığı ve ciddiyeti ile ışınlama alanının lokalizasyonu da
mukozit şiddetini artıran diğer faktörlerdir.
Kemoterapötik ajanlar, DNA replikasyonunu ve mukoza hücresinin
proliferasyonunu doğrudan inhibe ederek ve bazal epitelin yenilenme
kapasitesinde düşüşe neden olarak stomatotoksik etki gösterdiklerinden
mukoza atrofisi, kollagen yıkımı ve sonuçta da ülserasyon olabilmektedir
(19).
Burada, kemoterapi sonucu görülen mukoziti, radyasyon sonucu
görülen mukozitten ayırt etmekte fayda vardır. Çünkü kemoterapiye bağlı
gelişen mukozit, radyoterapi sonucunda ortaya çıkan mukozitten farklı olarak
sadece
oral
mukozada
izlenir.
Bu
nedenle
kemoterapi
sonrasında
myelosupresyonu olan bir hastada sert damak ve keratinize dişetinde
lezyonu bulunan hastalarda mukozitten çok enfeksiyon düşünülebilir(20,21).
Mukozitte nonkeratinize mukoza daha çok etkilenir. Yanak, dudak ve
yumuşak damak mukozası, dilin ventral yüzeyi ve ağız tabanı en sık
görüldüğü yerlerdir. Lezyonlar ağız dışında oluşmaz(14). Mukozit ağrılı olup
hastanın
beslenmesini
güçleştirir.
Belirti
ve
semptomları
yüzeyel
dejenerasyon veya erozyondan ağır ülserasyona kadar değişmektedir ve
ülseratif mukozit mikrobiyal bir giriş ortamı oluşturması nedeniyle hem lokal
hem sistemik seviyede enfeksiyon ve septisemi gibi komplikasyonları
beraberinde getirebilir(22). Direkt stomatotoksisite (yani ilacın direkt etkisi
15
sonucu oluşan mukozit) genellikle ilacın kullanılmasından sonraki 5-7 gün
içinde ortaya çıkar ve kemik iliği baskılanmamış hastalarda 2-3 hafta içinde
scar bırakmadan iyileşir. Birçok ajan da direkt stomatotoksisiteye neden
olabilir(14).
Bu konuda yani söz konusu oral mukozit oluşturma potansiyeli yüksek
antineoplastik
ajanlar
şöyledir;
alkilleyici
ajanlar
(cyclophosphamide),
antrasiklinler (daunorubicin, doxorubicin, bleomycin), antimetabolitler (5fluorourasile, methotrexate) ve vinca alkaloidleridir. Yine bazı kemoterapötik
kombinasyonlarının kullanımı ile de mukozit riski artabilmektedir(19).
3.1.1.Oral Mukozit GeliĢen Hastaların Tedavisi
Uzun yıllardan beri mukozit tedavisi üzerine araştırmalar yapılmasına
rağmen
optimal
yaklaşım
hala
bulunabilmiş
değildir
ama
mukozit
histopatolojisi anlaşıldıkça yeni tedavi seçenekleri oluşacaktır. Bu yüzden
tedavide sadece yaygın kullanılan bazı yöntemler mevcuttur. Bunlar; oral ve
dental hijyen motivasyonu, oral bakım uygulanması, ağrının giderilmesi, diyet
eğitimidir(18).
Günümüzde oral mukozit tedavisinde ve korunmasında tercih edilebilen
uygulamalar şöyledir:
1.Kemoterapi ilacının oral mukozaya alımının ve salgılanmasının değişime
uğratılması (Kriyoterapi, Allopürinol, Propantelin, Lökovorin).
2.Epitel proliferasyon kapasitesinin modifikasyonu (Beta-karoten, Granülosit
koloni-uyarıcı faktör, Granülosit-makrofaj koloni-uyarıcı faktör, interlökin-1 ve
interlökin-11, Dönüştürücü büyüme faktörü ß).
16
3.Enfeksiyöz veya enflamatuvar komplikasyonların potansiyelini azaltma
(Klorheksidin gargara, Polimiksin B, Tobramisin ve Amfoterisin B içeren
pastiller, Kamomil gargara, debridman, mukoza örtüleyicileri).
Bu tedavi yöntemlerinden bahsedecek olursak:
-Kriyoterapi: Kemoterapiden önce buz parçalarının uygulanmasına
dayalı bir yöntemdir. Meydana gelen vazokonstrüksiyon ile kemoterapötik
ajanın epitel bazal laminasına ulaşımı sınırlandırılmakta ve böylece bölünen
hücre
toplulukları
üzerinde
istenmeyen
etkilerin
önlenmesi
amaçlanmaktadır(19). Özellikle 5-fluorourasil alan hastalarda 30 dakikalık
kriyoterapi yapılması veya ağızda buz küpçüklerinin tutulması ilaca bağlı
mukozit gelişimini önlemede etkili olmaktadır(18).
-Mukoza Örtüleyicileri: Mukoza iyileşmesini ve hücre yenilenmesini
artırmak
için
kullanılırlar.
Sükralfat
süspansiyonu,
prostoglandin
E2,
hidroksipropil selüloz film, polivinilpirrolidon/sodyum hiyalüronat ve amifostin
bu
sınıfta
yer
almaktadır.
Bunlardan
hidroksipropil
selüloz
film,
polivinilpirrolidon/sodyum hiyalüronat, mukoza üzerinde koruyucu bir film
tabakası oluşturarak ağrı kontrolünde, konuşmada ve beslenmede kolaylık
sağlar. Özellikle hidroksipropil selüloz, ülsere alanları uzun süre örtüleme
yeteneğine sahiptir. Hidroksipropil selülöz benzeri biyoadeziv ajanlar da,
mukoza
ülserasyonları
üzerinde
bir
bariyer
oluşturarak
iyileşmeyi
hızlandırabilmekte ve ağrıyı hafifletmektedirler.
-Antiseptik maddeler: Bu sınıfta klorheksidin, hidrojen peroksit ve
povidon-iyot yer almaktadır. Klorheksidin, ağız mukozasında rahatsızlık hissi
oluşturduğundan ve gram negatif kökenli enfeksiyonlara neden olduğundan,
17
oral
mukozit
tedavisinde
klorheksidin
kullanımına
şüpheyle
bakılmaktadır(19). Bu yüzden geniş spektrumlu bir topikal antiseptik olan
klorheksidinin bu amaçla kullanımı önerilmemektedir. Ancak antiplak ve
antifungal özelliklerinden dolayı oral bakım protokollerinin bir parçası olarak
kullanılabilir(18).Diğer yandan hidrojen peroksit iyi bir debridman ajanı
olmasına rağmen, yeni oluşmuş granülasyon dokusuna zarar vermekte,
normal ağız florasının yapısını bozmakta ve ağızda kuruluğa, yanma hissine,
ağrıya ve mide bulantısına neden olabildiği de ifade edilmektedir. Bu yüzden
hidrojen peroksitin uzun süreli kullanımı da desteklenmemektedir.
-Topikal analjezikler: Topikal analjezikler de mukoza örtüleyicilerine
benzer şekilde, geniş mukoza yüzeylerinde yetersiz koruma sağlamakta,
bununla
birlikte,
küçük
mukoza
lezyonlarından
kaynaklanan
ağrının
hafifletilmesinde yararlı olmaktadırlar. Lidokain, kapsaisin (şekerin içinde) ve
topikal morfin bu sınıfta yer almaktadır.
-Hafif Gargaralar: Ağız gargaraları, dişler üzerindeki gevşek debrisi
uzaklaştırmak ve ağız boşluğunu nemli tutmak için kullanılmaktadır. Ayrıca
gargaranın irritan ve dehidrate edici olmaması gerekmektedir. % 0.9'luk salin,
sodyum bikarbonat, salin ve sodyum bikarbonat karışımı bu grupta yer alan
ucuz ve abraziv özellikleri olmayan solüsyonlardır. Oral mukozitin fazlarına
göre ağız bakımı yapılması yaklaşımı dikkate alındığında, normal salin veya
salin ve sodyum bikarbonat karışımı, oral mukozit gelişim riskinin en az
olduğu vakalarda tercih edilebilmektedir. Sodyum bikarbonatın içine salin
ilavesi, gargaranın tadını kabul edilebilir hale getirmekte ve aynı zamanda
tükrük pH'ının yükselmesini sağlamaktadır(19). Oral bakım uygulamasında,
izotonik salin veya sodyum bikarbonat sıklıkla önerilmekteyse de mukozit
18
üzerinde faydalı etkisi rapor edilmemiştir. Ancak bu palyatif tedavi yönteminin
birçok tedavi protokolünde yer aldığı belirlenmiştir(23,24).
Benzamidin
hidroklorid;
anti-inflamatuar,
analjezik
ve
anestezik
özellikleri olan bir nonsteroidal gargaradır. Bazı çalışmalarda baş-boyun
tümörlü hastalarda radyoterapinin neden olduğu mukozitin ciddiyeti ve
süresini azalttığı gösterilmiş olup hem mukozitin önlenmesi hem de
tedavisinde kullanılabilmektedir.
Tüm bu çabalara rağmen mukozit geliştiği durumlarda daha çok palyatif
amaçlı uygulamalar yapılmaktadır. Bu durumdaki hastalara uygulanan
tedavinin amacı ağrı, kanama ve enfeksiyonu engellemektir. Bu hastalardaki
en büyük problemler ağrı, buna bağlı yutma güçlüğü ve sekonder
enfeksiyonlardır. Mukozitlerde oluşan rahatsızlığın ve ağrının giderilmesi için
topikal
anestezikler,
analjezikler
veya
mukozayı
kaplayıcı
ajanlar
kullanılmaktadır. Alimünyum hidroksid / Magnezyum hidroksid (Magnesia
sütü, Maalox) gibi kaplayıcı ajanlar, mukozit üzerinde etkisi olmasa bile ağrıyı
azaltmaktadır(18).
3.2.Enfeksiyon
Antineoplastik ilaçlar kemik iliği depresyonuna yol açar. Oluşan
nötropeni sonucu hastalar bakteriyal, viral, fungal ve mikst enfeksiyonlara
eğimli hale gelir. Bu enfeksiyonlara bağlı lezyonlar, pseudomembranöz,
hiperplastik,
eritematöz, atrofik lezyonlar ve anguler chelitis tarzında
şekillenebilmektedir. En sık görülen oral enfeksiyon ise kandidiyazistir. En
çok da dilin dorsumu, dudak komissürleri, bukkal, gingival ve palatal
19
mukozada görülür. Beyaz renkte pseudömembranöz karakterli yüzeyel
ülserler tarzındadır(25).
İmidazol türevi ajanların kullanımı hem oral kandidiyazis tedavisinde
hem de profilaksisinde etkilidir. Myelosupresif hastalara da nistatin gibi
ajanlarla topikal antifungal profilaksi yapılabilir ancak nötropenik hastalarda
sistemik antifungal verilmesi gerekir. Nistatinin hoş olmayan tadı, bulantı ve
kusmaya yol açması nedeniyle kullanımı sınırlı olabilmektedir(18).
Sık olarak streptokokal enfeksiyonlara da rastlanır. Bunların yaptığı oral
lezyonların fiziksel görünümü nötropeninin derecesine bağlıdır. Nötropeninin
şiddeti büyükse lezyonlar kuru ve daha verriközdür. Şiddeti düşükse
lezyonlar daha pürülan ve eksüdatiftir.
Bakteri enfeksiyonları, antineoplastik ilaçların sitotoksik etkileri, Candida
enfeksiyonları bir arada gözlendiğinde öldürücü viremiler de ortaya
çıkabilmektedir(25).
3.2.1.Herpes Simplex Virüs Enfeksiyonları
Kanser tedavisi alan hastalarda oral enfeksiyona en sık yol açan virüs
Herpes Simplex Tip I‟dir. Primer tip, virusa karşı daha önceden immunitesi
olmayan kişilerde görülür. Lezyonlar tüm oral mukozada oluşabilmektedir.
Genellikle damak ve alveolar mukozada görülür. Bu lezyonlar ağrı, yanma,
karıncalanma ve kaşıntı ile başlayan sınırlı karakterdedir. Daha sonra çevresi
beyaz krater formunda ülserler meydana gelir. Yakın inspeksiyonda bu
lezyonların kenarlarında küçük veziküllere rastlanır.
20
Kronik herpes simplex virüs enfeksiyonu ise sadece immunosuprese
hastalarda görülen bir enfeksiyondur. Böyle hastaların malign lezyonlar
yüzünden tetkiki gerekir(25).
3.3.Kanama Eğilimi
Kanama, trombositopeni sonucu ortaya çıkan değişikliklere bağlıdır.
Klinik olarak hastalarda peteşi, ekimoz, hematom veya yaygın kanama
görülebilir. %0,12‟lik klorheksidinle yıkama, fırsatçı enfeksiyonu önleyip
kanama odaklarını ortadan kaldırmaya yardımcı olabilir bununla birlikte
pıhtının yerinden oynamaması için dikkat edilse de bu daha da fazla
kanamaya sebebiyet verebilir. Trombosit sayısı 50,000 hücre/mm3‟ün altında
olduğu zaman diş çekimi ve dental ameliyatlar yapılmamalıdır. Trombosit
sayısı 20,000 hücre/mm3‟ün altında olduğu zaman da özellikle önceden
gingivitisi olan hastalarda spontan kanamalar olabilir. Kanama olması
durumunda tedavi seçenekleri şunlardır:
1)Topikal epinefrin gibi vazokonstriksiyon kullanımı,
2)Kanayan
bölgeyi
kapatıp
oluşan
pıhtıyı
koruyucu
özelliği
olan
siyanoakrilatlar gibi mukoadherent doku koruyucularının kullanımı,
3)Koagülasyon öncesinde pıhtıyı organize edip sağlamlaştıran topikal
trombin veya hemostatik kollajen gibi ajanların kullanımıdır.
Bu hastalardaki kanama ve enfeksiyon riski, kemoterapinin her bir
devresinde uygulanan sitotoksik ilaçların etkisi süresince devam eder(16).
21
3.4.Tat Alma Duyusundaki Bozukluk
Kemoterapi süresince hastalar kemoterapötik ajanların oral kavite
içinde dağılmasına bağlı olarak hoş olmayan metalik bir tat alabilirler. Tat
alma duyusundaki bu bozukluk sitotoksik tedavinin başlamasından sonraki
birkaç hafta içinde ortaya çıkar ve genel olarak birkaç hafta da ortadan
kaybolur. CMF (cyclophosphamide, methotrexate ve 5-fluorouracil), CEF
(cyclophosphamide, epirubicin, 5-fluorouracil)
protokol ajanları ve onların
türevleri infüzyondan sonraki günlerde tükrükte tespit edilebilir. Hastalarda
görülen önemli bir semptom olan bu bozukluk, tat alma hücreleri üzerindeki
direkt nörotoksik etkisinin dışında, kserostomi, enfeksiyon ve hastanın
psikolojik durumu gibi diğer faktörlerle de ilişkilidir(16).
3.5.Tükrük AkıĢının Azalması ve Kserostomi
Tükrük
akışının
azalması,
kemoterapinin
tükrük
bezi
hücreleri
üzerindeki etkisine bağlıdır. Özellikle adriamycin kullanımıyla ortaya çıkar ve
oral fonksiyonel problemlere ( konuşma ve çiğneme ile ilgili ) neden olabilir.
Bu hastalarda tükrük komponentlerinde peroksidaz ve amilaz enzimi
düzeyinde artış, toplam salgılanan IgA ve IgG miktarında azalma ve
kemoterapötik ajanın kendisinin bulunması gibi birtakım değişiklikler görülür.
Bütün bu faktörler mukozit gelişimine yardımcı olur.
Böyle durumlarda hastalara bol miktarda su içmesi, tükrük salgısını
arttırmak için ksilitol içeren şekersiz sakız çiğnemesi ve limon-gliserin
preparatları
kullanılması
önerilir.
Tükrük
bezi
fonksiyonu
tamamen
kaybolmamış hastalarda sistemik pilokarpin uygulamaları yararlı olabilirken,
22
rezerv
kalmamış
hastalarda
yapay
tükrük
preparatlarının
kullanımı
önerilmektedir(16,26).
3.6. Nörotoksisite
Vincristine ve vinblastine gibi birçok kemoterapötik ajan direkt
nörotoksisiteye neden olabilir. Bazen de aşırı diş hassasiyeti kemoterapi
bitiminden sonra haftalarca ve aylarca devam edebilir; bu durumda topikal
flor uygulaması ya da hassasiyet giderici diş macunlarının kullanımı
semptomları azaltmaya yardımcı olabilir(16).
23
4.ANTĠNEOPLASTĠK ĠLAÇLARIN TOKSĠSĠTESĠ
4.1.Gastrointestinal Toksisite
-Mide Bulantısı ve Kusma
Anoreksiya, mide bulantısı ve kusma, birçok kanser kemoterapötik
ajanın en yaygın ve sıkıntı verici akut reaksiyonları arasında gelir. Çoğu
hasta için de bulantı ve kusma kanser kemoterapisinin en önemli yan
etkileridir. Bu sorunun fiziksel sonuçları olarak özofagusun yırtılması(MalloryWeiss Sendromu), kilo kaybı, yaygın halsizlik, dehidratasyon ve elektrolit
dengesizlikleri görülebilir.
Kemoterapi nedeniyle oluşan kusmanın şiddeti ilaçtan ilaca göre
belirgin ölçüde değişir.
-İshal
İshal genellikle kendi kendine geçer ve hafif seyreder ancak bazı
hastalarda şiddetli olabilir. 5-Fluorourasil veya FUDR alan hastalarda
özellikle Lökovarin ile beraber kombine olarak antimetabolit verildiği zaman
ishal daha şiddetli olabiliyor. Şiddetli olduğu zaman hastaların hastaneye
götürülmesi ve damar içinden sıvı verilmesi gereklidir. Semptomların şiddetini
ve hastanede kalma süresini önemli ölçüde kısalttığı için mümkünse Östroid
Asetat da kullanılmalıdır. Mukozitte olduğu gibi kanser hastalarında da ishale
katkıda bulunan bir faktör olası bir infeksiyon (Candida, Herpes virüs veya
C.difficile gibi) olabilir.
24
-Kabızlık
Vinca alkaloitlerinin neden olduğu otonom nöropati, şiddetli kabızlık ve
nadir de olsa bağırsak obstriksiyonu yapabilir. Bu ajanlarla tedavi gören
hastalarda dışkı yumuşatıcıları ve müsil, önleyici tedavi olarak kullanılmalıdır
(7).
4.2.Hematolojik Toksisite
Hematolojik toksisite klinik pratikte kullanılan birçok antineoplastik ilacın
en tehlikeli toksik formudur. Hematolojik toksisite de trombositopeni ve
kanama söz konusu olup hayatı tehdit etmesine rağmen en yaygın şekli,
yüksek enfeksiyon riskinin eşlik ettiği nötropenidir.
Bazı antineoplastik ilaçlar ise myelosupresyona yol açıp nadiren de olsa
uzun süreli ve şiddetli pansitopeni yapabilirler.
Kemoterapi ile ilişkili anemilerde eritrosit süspansiyonu tranfüzyonları ile
anemi düzeltilir(4).
4.3.Pulmoner Toksisite
Çeşitli ilaçlar, özelikle önceden akciğer hastalığı ile ilgili radyoterapi
gören hastalarda pulmoner rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Methotrexate,
cytarabine, mytomycin C, procarbazine ve pek çok alkilleyici ajan da bazı
hastalarda pulmoner bozukluklara neden olabilir. Pulmoner toksisitenin en
yaygın görülen şekli, nitrosoürea veya bleomycin kullanımı sonucu oluşan
pulmoner fibrozistir. Bazen pulmoner fibrozisin şiddeti, tek akciğer naklini
gerektirecek kadar ciddi olabilmektedir. Bleomycin‟inin neden olduğu bu
fibrozis, bir miktar doza bağlı olup 400 üniteden daha yüksek dozlarda daha
25
sık görülür. Yine de bu komplikasyonla ilişkili doz aralığı geniştir. Bleomycin
başka ilaçlarla birlikte kombine kullanıldığında ve böbrek fonksiyonu azalmış
olan hastalara verildiğinde de fibrozisin insidansında artış gözlenmektedir.
4.4.Nörotoksisite
Nörolojik toksisitenin başlıca formları şunlardır: Araknoidit, myelopati
veya intratekal olarak kullanılan ilaçların neden olduğu ensefalomyelopati;
kronik ensefalopatiler, akut ensefalopatiler (L-asparaginase, yüksek doz
methotrexate,
5-fluorourasile,
procarbazine,
hexamethylmelamine,
azacitidine, yüksek doz cytarabine ve diğer deneysel ilaçlar ya da intrakarotid
ilaç kullanımı); periferal nöropatiler ( vinca alkaloidleri, taxanes, cisplatin,
altretamine, procarbazine, cytarabine, azacitidine veya etoposide kullanımı
nedeniyle oluşan); kraniyal sinir paralizisi, ototoksisite, otonom disfonksiyonu
ve uygunsuz antidiüretik hormon sendromudur(7).
Nörotoksisitenin erken dönem belirtileri; şiddetli kas güçsüzlüğü ve
hareketlerin koordine edilememesi olup bunları takiben parmaklarda ağrılı
paresteziler ve uyuşma, Achil tendon refleksi‟nin depresyonu gelir. Bu
toksisiteler, vinca alkaloidlerinin sürekli olarak intravenöz(IV) infüzyon yoluyla
alınımında artmaktadır(27).
4.5.Kardiyak Toksisite
Kemoterapi ajanları arasında geç kardiyotoksisiteye en fazla neden
olan antrasiklinler‟dir.
Antrasiklinlere bağlı erken dönem akut kardiyotoksisite ilk 1 yıl içinde
ortaya
çıkmakta
ve
nadir
görülmektedir.
26
Erişkinlerde
bu,
dilate
kardiyomyopati; çocuklarda ise restriktif kardiyomyopati şeklindedir. Her iki
tipte ilerleyicidir. Antrasiklinlerin kullanımından 1 yıl sonra ortaya çıkan geç
kardiyotoksisite de erken dönemdekine benzemektedir.
Antrasiklin dozunun yüksek olması, hipertansiyon, kadın cinsiyeti, daha
önceden bir kalp hastalığının olması, tedavinin erken yaşta verilmiş olması,
daha önce göğüs veya mantle radyoterapi verilmiş olması antrasiklinlere
bağlı kardiyomiyopati gelişimi için risk faktörleridir. Bu nedenle kardiyak
sorunu olabilecek hastalarda antrasiklin kullanımı öncesi ve sonrası kardiyak
fonksiyonların değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kardiyotoksik
diğer
ajanlar
ise;
mitoxantron
cyclophophamide,
ifosfamide, 5-fluorourasile, cisplatin, paklitaksel ve mitomycin C, interferon,
interlökin -2‟dir(4).
4.6.Hipersensitivite Reaksiyonları
Hipersensitivite reaksiyonları başta ürtiker olmak üzere döküntü, serum
hastalığı, bronkokonstrüksiyon ve anaflaksidir. Ürtiker, antihistaminiklerle
tedavi edilebilirken daha ciddi reaksiyonlar ilacın kesilmesini gerektirmektedir.
Bu reaksiyonların sıklığı beraberinde uygulanan diğer tedavilere de bağlı
olmak üzere %13-30 arasında değişmektedir. İntravenöz kullanımda Lasparaginaza karşı allerji oranının %45 gibi oldukça yüksek olduğunu bildiren
çalışmalar mevcuttur.
Biyoteknoloji ile elde edilmiş benzer moleküllerin kullanılması, o ilacın
protokolden
çıkarılması
veya
tedavi
öncesi
kortikosteroidlerin
ve
antihistaminiklerin kullanımı bu allerjik reaksiyonlara karşı genel tedavi
yaklaşımını oluşturmaktadır(10).
27
4.7.Hepatik Toksisite
Karaciğer toksisitesi hepatosellüler nekroz, kolestaz, steatoz, fibrozis,
hepatit ve veno-oklüzyon şeklinde ortaya çıkabiliyor. En yaygın gözlenen
toksisite formu ise reversible ve fatal olan karaciğer hastalığıdır.
Sırasıyla
hepatik
toksisite
yapabilecek
ajanlar
şunlardır:
Cyclophosphamide, chlorambucil, melphalan, carmustine, methotrexate,
platinum ajanları, busulfan, 6-mercaptopurine, azothiopurine‟nin, cytarabine
L- Asparaginase‟dir.
4.8.Dermatolojik Toksisite
Kemoterapiyle birlikte ortaya çıkan en önemli deri reaksiyonları ilaç
ekstravazasyonu sonucu oluşan lokal nekroz, alopesi, pigmentasyon
değişiklikleri, fotosensitif reaksiyonlar, tırnak sorunları, follikülit ve radyasyon
hatırlatma reaksiyonudur (recall fenomeni) (7).
4.8.1.Ġlaç Ekstravazasyonu
Ekstravazasyon, intravenöz uygulamalar sırasında ilaçların veya
solüsyonların damar dışındaki çevre dokuya kaçışıdır. Bunun sonucunda
ağrı, enfeksiyon, hareket kısıtlılığı, doku kaybı, kalıcı kozmetik bozukluklar ve
fonksiyonel kayıpları olabilmektedir(28). Çocuklarda %11 iken, yetişkinlerde
%22 oranında ekstravazasyon olayına rastlanıyor. En sık olarak da üst
ekstremitede gözlenmektedir. Çünkü intravenöz girişimlerin çoğu bu
bölgeden yapılmaktadır.
28
4.8.2.Alopesi
Kemoterapinin deride en yaygın görülen yan etkisi alopesi (saç
dökülmesi)
olup
bu
durum
bazı
hastalarda
ciddi
duygusal
etki
yaratabilmektedir. Alopesi, doxorubicin ve cyclophosphamidle tedavi edilen
hastalarda son derece yaygın olarak görülse de yüksek dozlarda
mechloretamine,
paclitaxel,
methotrexate,
5-fluorourasile,
vincritine,
bleomycin ve hydroxyurea gibi ilaçların kullanımından sonra da ortaya
çıkabiliyor. Özellikle diğer ilaçlar da farklı kombinasyonlarda kullanıldığı
zaman alopesinin şiddeti artabilmektedir(7).
29
5.KEMOTERAPĠ ÖNCESĠ VE SONRASI AĞIZ BAKIMI
Baş-boyun kanserli hastalarda hastalığa ve tedaviye bağlı olarak ağız
ve çevresi dokularda gelişen yan etkiler kişinin fiziksel, sosyal ve psikolojik
durumunu olumsuz etkiler. Bu nedenle bu tür hastalara tedavi öncesi, sırası
ve sonrasında özel ağız-diş bakımı uygulanması gereklidir(17).
Kemoterapi öncesi ağız-diş bakımı yapılmasının amacı, oluşabilecek
oral komplikasyonları azaltmak ve önlemektir(15). Bu yüzden kemoterapi
öncesinde oral mukoza, dil, damak, keratinize dişeti gibi yumuşak dokular,
dişlerdeki
çürükler
ve
mobilite,
ayrıca
sabit
ve
hareketli
protezler
değerlendirilmelidir. Protezlerde yumuşak dokuda travmaya sebep olabilecek
durumlar varsa ortadan kaldırılmalı, gerekiyorsa protezler yenilenmelidir.
Dolguların, restorasyonların yumuşak dokuda travmaya sebep olabilecek
keskin kenarları elimine edilmeli, hatta hastanın kendi dişlerinde kırık ya da
düzgün olmayan kenarlar varsa restore edilmeli ya da möllenmelidir. Yirmi
yaş dişlerinin varlığı, sürmüşse pozisyonu ve okluzyonda olup olmadığı
değerlendirilmeli, yarım retansiyonlu dişler enfeksiyon odağı olabileceğinden
çekimine karar verilmelidir. Okluzal travma olup olmadığı değerlendirilmeli,
neden olabilecek etkenler ortadan kaldırılmalıdır. Klinik muayeneye ek olarak
kapsamlı
radyografik
incelemede,
periapikal
problemlerin
varlığı
ve
periodontal durum değerlendirilmelidir(30).
Kanser tedavileri sırasında da dental ve periodontal değerlendirmeler
devam etmelidir. Bu kontrollerde tedavi öncesinde saptanan kronik dental
sorunlar yanında; kanser tedavilerine bağlı gelişen mukozit, oral enfekiyonlar,
ağız kuruluğu ve tat duyusunda değişiklikler gibi akut oral komplikasyonlarla
da uğraşmak gereklidir. Kanser tedavisi sürecinde, iyi bir oral hijyen
30
motivasyonu, florlu gargara ve jellerin uygulanması, diyet alışkanlıklarının
düzenlenmesi çürüklerin (rampant caries) önlenmesi için çok önemlidir(31).
Diş çekimi yapılacaksa öncesinde platelet sayımı, protrombin zamanı
ve parsiyel tromboplastin zamanının tesbit edilmesi gerekmektedir. Ayrıca
kanser
merkezlerindeki
kemoterapi
hastalarında
destekleyici
çekim
bakım
sonrası
ünitelerindeki
kontrolsüz
ilerlemeler
hemoraji
riskini
azaltmaktadır(32).Bu yüzden kemoterapi hastalarında çekim yapılabilmesi
için sağlanması gereken şartlar şunlar olmalıdır:
-Platelet sayıları 40000 hücre/mm3'den daha az ise cerrahi işlemin 30
dakika öncesi 40000 hücre/mm3 üstüne çıkarmak için platelet transfüzyonu
yapılmalıdır.
-Granülosit sayısı 2000 hücre/mm3‟den az ise ek olarak profilaktik
antibiyotik verilmelidir.
-Granülosit sayısı 500 hücre/mm3'ün altına düşmeden 10 gün öncesi
çekimler yapılmalıdır. Pek çok kemoterapötik rejimlerde diş çekimleri
kemoterapi başlamadan en az 3 gün önce yapılmalıdır. Bu şartlar
sağlanamazsa çekim yapılmamalıdır.
-Çekimler mümkün olduğu kadar primer iyileşme sağlayacak şekilde
atravmatik olarak yapılmalıdır. Çekim alanlarında pıhtıyı koruyucu ajanların
kullanımı tercih edilmelidir. Böylece sistemik komplikasyon ve sekonder
enfeksiyon riski azalmaktadır(15).
Rutin profesyonel diş tedavisi platelet sayısı 50000 hücre/mm3 ve
üzerinde olan hastalarda yapılabilmektedir bu seviyenin altındaki durumlarda
31
diş tedavisinin yararları ve riskleri analiz edilmelidir. Hematolojik problemi
olan hastalarda enfeksiyon söz konusu ise diş tedavisine platelet
transfüzyonundan sonra başlanmalıdır(32).
Kemoterapi sonrası enfeksiyon riski artmaktadır. Bu yüzden profilaksi
için periodontal cerrahi ve endodontik tedavi gibi işlemler öncesinde kan
değerleri mutlaka tesbit edilmelidir(33).Tedavi işlemleri sırasında beyaz kan
hücresi sayısı 2000/mm3 ve granülosit sayısı 1500 hücre/mm3 olmalıdır ve
beyaz kan hücre sayısının sabit kalması gerekmektedir. Akut lösemi için
kemoterapi başlanan bireylerde granülosit sayısı 2000 hücre/mm3 ise
fonksiyonel granülositler dental işlemler için yeterli olabilir. Buna karşın,
kemoterapi sırasında birkaç gün içinde sayılar hızla düşeceğinden hemen
hemen
tüm
işlemler
kontrendikedir.
Granülosit
sayısı
kemoterapi
tamamlandıktan sonra 2000 hücre/mm3'e doğru artış gösterirse birkaç gün
sonra tüm işlemler güvenle yapılabilir(32).
Granülosit sayısı 2000 hücre/mm3'den az olduğunda antibiyotik
proflaksisi önerilmektedir. Antibiyotik proflaksisi endike olduğunda hastanın
onkoloğuyla konsültasyon gereklidir(34).
32
6.KEMOTERAPĠ UYGULANMIġ HASTANIN BAKIMI
Kemoterapinin yan etkilerinin yanısıra kanserin de neden olduğu
rahatsızlıklar sonucu hastalar; anksiyete, depresyon, ağrı, seksüel fonksiyon
bozukluğu, yorgunluk, benlik kavramında değişme gibi semptomlar yaşar,
olağan uyum mekanizmaları sarsılır, geleceğe yönelik beklenti ve planları
bozulur. Son yıllarda gelişen tedavi yöntemleri sonucu kanserli hastalar daha
uzun süre yaşamaktadırlar. Ancak uzun süre hastanede kalmanın tedavi ve
bakım maliyetini artırması nedeniyle karmaşık kemoterapi ve radyoterapi
protokolleri artık evde, taburcu edilmiş hastalara uygulanmaktadır. Bu
nedenlerle kanser tanısı alan birey kadar aile üyelerinin de günlük yaşam
düzeninin
bozulduğu
ve
kanserli
hasta
ailesinin
stresinin
arttığı
düşünülmektedir.
Kanserin hasta ve ailesinde neden olduğu fiziksel, ruhsal ve sosyal
değişiklikler, bu kişilerin yaşam kalitelerinin tartışılmasına yol açmıştır.
İnsanlar artık yaşamın uzunluğu ile değil, kalitesi ile ilgilenmektedirler. Yaşam
kalitesi bir bütün olarak yaşamın subjektif olarak değerlendirilmesidir. Yani
bireyin ne algıladığının değerlendirmesini ve bunlardan aldığı doyumu
içermektedir. Bu bağlamda sağlık hizmetleri, doyum ve memnuniyet verici
kaliteli bir yaşama yönelik olmalıdır(35).
6.1.Terminal Dönemdeki Hastanın Evde Bakımı
Günümüzde kanser ve ölümcül diğer hastalıklarda tedavi olanaklarının
artması ile ölüm oranları giderek azalmakta terminal dönem uzamaktadır.
Tedavi edilemeyen hastaların çoğu hastalığın terminal fazına girmektedir.
Hastaların tekrar hastaneye yatma oranlarının yüksek olması nedeniyle bu
33
fazın hem sağlık bakım sistemi hem de toplum için maliyeti yüksektir. Bu
yüzden hastaların evde bakımı gündeme gelmiştir. Kanserli hastaların evde
bakımı, hastane bakımına göre daha bağımsız bir uygulamadır. Hasta genel
olarak evinde rahattır, evde bakım ile birçok risk azaldığından hastaneye geri
dönüşler azalır; hasta ve ailelerin yaşam kalitelerinde artma görülür ve
hastaların tedavilerine aktif katılımlarının sağlanması ile de tedavi planlarının
kontrol altına alınarak hastanın otonomisinin sürdürülmesine olanak sağlanır.
Evde bakım hizmetleri; sağlığı yükseltme, sürdürme, hastalık anında
iyileştirme ve sakatlık/hastalıkların etkisini azaltarak bağımsızlık seviyesini
yükseltme amacıyla bireylere ve ailelere yaşadıkları ortamda da verilen
sürekli ve geniş kapsamlı sağlık bakımının bir parçası olup kendi ev
ortamında bakım almayı isteyen fakat yakınları tarafından verilemeyen tıbbi,
hemşirelik ve sosyal bakım gereksinimi olan; kronik veya terminal hastalıklı,
iyileşme sürecinde veya yetersizliği olan kişilere sağlık, ekonomik ve sosyal
hizmetler gibi alanlarda çalışan meslek grupları tarafından sunulan
hizmetlerdir.
Kanserli hastalara bakımdan önce verilmesi gereken en önemli unsur
hastanın hastalığının her aşamasında bilgilendirilmesidir; bu, hastanın uyumu
için önemli ölçüde belirleyicidir. Hastalar hastalıkları nedeniyle genellikle öfke
içindedirler ve bu duygularını sağlık çalışanlarına karşı da gösterebilirler. Bu
tür davranışlar karşısında ve verecekleri eğitimlerde tüm sağlık personeli
anlayışlı olmalı, yapmacık ve şakacı ilişkilerden kaçınmalı, hastanın
gereksinimlerine cevap verecek sıcak bir ilgiyi temel alan tutum içinde
olmalıdırlar. Bu tür davranışlarla ve verilecek planlı eğitimle hastaların yan
etkilerin kontrolüne yönelik olarak bakımda kendi sorumluluklarını alabilmeleri
34
tedavi süresince verilecek kararlara katılabilmeleri ve yaşam kalitelerinin
yükselerek, hastalığa ve tedaviye uyumlarının artması sağlanabilir.
6.2.Kanserli Hastalarda GeliĢen Semptomların Bakımı
Kanserli hastalar hastalık sürecinden kaynaklanan semptomlar kadar
kemoterapi ve radyoterapinin uygulanması ile ortaya çıkan ağrı, anoreksiya,
kaşeksi, tat değişiklikleri, alopesi, bulantı, kusma, dehidratasyon, mukozit,
yorgunluk, dispne, kemik iliği supresyonu, depresyon, anksiyete gibi fiziksel
ve emosyonel semptomları yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Bu gibi
semptomların kanserli hastaların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği
saptanmıştır, bu durum onkoloji alanında çalışan sağlık ekibi üyeleri içinde
öncelikli bir konuyu oluşturmaktadır. Bu nedenle verilen bakımda bu
semptomların azaltılması veya yok edilmesi esas alınmaktadır.
Anemi söz konusu ise amaç; anemi belirti bulgularını gözlemek, erken
belirlemek ve gerekli tedbirleri almaktır.
Bu konudaki girişimler:
1.Yorgunluk, baş dönmesi, titreme ya da taşipne gibi anemi belirtilerini
gözlemlemek,
2.Ortostatik hipotansiyon baş dönmesi varsa, özellikle yatarken ve kalkarken
yavaş hareket etmesini söylemek,
3.Halsizlik ve dispneyi gözlemek, gerekirse oksijen tedavisi yapmak,
4.Hemoglobin
ve
hematokriti
düzenli
aralıklarla
kontrol
hastanın bilgi eksikliği varsa anemi belirtileri konusunda bilgilendirmek
35
etmek,
Trombositopeni söz konusu ise amaç; kanama belirti bulgularını
gözlemlemek ve erken belirlemek, travmaya bağlı kanamayı önlemek,
kanamayı değerlendirmek ve kontrolünü sağlamaktır.
Bu konudaki girişimler:
1.Ağız bakımı için yumuşak materyal kullanmasını önermek,
2.Vazodilatasyon yapacağı için alkollü içkileri yasaklamak,
3.Aspirin ve nonsteroid antienflamatuar ilaçlar kullanılmamasını sağlamak,
4.IM enjeksiyonlardan kaçınmak, gerekli ise işlemden sonra 3-5 dakika
basınç uygulamak,
5.Deride peteşi, ekimoz kontrolünü yapmak,
6.Diş etindeki normal olmayan kanamaları yakından takip etmektir.
Bulantı-kusma söz konusu ise amaç; sıvı ve elektrolit dengesini
sürdürmek, yeterli beslenmesini sağlamak, oral mukozayı korumak ve
bulantının azaldığının ifade edilmesidir.
Bu konudaki girişimler:
1.Ağız bakımının sık verilmesini, protez varsa tedavi sırasında çıkartılmasını
sağlamak,
2.Bulantı ve kusma sırasında ağızdan nefes almanın faydalarını anlatmak,
3.Öğünlerin azar azar sık sık alınmasını ve iyice çiğnenmesini önermek,
4.Öğünlerde sıvı alımından kaçınılmasını önermek,
36
5.Yiyeceklerin özellikle kuru gıdalardan seçilmesine dikkat etmek,
Ağrı söz konusu ise amaç; ağrı düzeyinin tolere edebilecek düzeye
getirilmesini sağlamak, hastanın ağrısının azaldığını veya yok olduğunu ifade
etmesidir.
Bu konudaki girişimler:
1.Doktor önerisine göre, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü)‟ün önerdiği tedaviyi
uygulamak,
2.Hafif ağrı için narkotik olmayan aneljezikler + adjuvan tedavi (aspirin,
parasetomol)
3.Orta şiddetli ağrı için zayıf narkotikler + nonopioid – adjuvan tedavi
(dihidrokodein, demoral, tolvin)
4.Şiddetli ağrı için güçlü narkotikler + nonopioid ilaçlar + adjuvan tedavi
(morfin)
5.Nonfarmakolojik uygulamalar arasında pozisyon değiştirmesini sağlamak,
6.Masaj yapmak, sıcak ya da soğuk uygulama, ılık banyolar, çevrenin sessiz
ve sakin olmasını sağlamaktır(36).
37
7.ÖZET
Kanserin tedavisinde kullanılan kemoterapinin ana ilkesi normal
hücrelere zarar vermeden tümör hücrelerinin büyümesini, çoğalmasını
durdurmak veya yok etmektir. Burada yer alan antineoplastik ilaçlar da hem
normal (ağız mukozası epiteli, kemik iliğinin hematopoietik hücreleri ve kıl
folikülü hücreleri gibi) hem de kanserli hücrelerin gelişmesi ve çoğalmasını
önlemek amacıyla kullanılırlar. Bu yüzden bu ilaçlar etki özellikleriyle ilgili
olarak bireyde rahatsız edici bir dizi yan etkilere de yol açabilmektedirler.
Burada dişhekimlerine düşen en önemli görevse hastaları tedaviye
başlamadan önce çıkabilecek oral komplikasyonlar hakkında uyarmaktır.
Dolayısıyla dişhekiminin böyle hastalarda ilk yapması gereken hastanın
mükemmel bir oral hijyene sahip olmasını sağlamak bununla birlikte hastanın
motivasyonunu yükseltmektir. Daha sonra da hafifletici tedaviler önererek
hastayı rahatlatmaktır.
Sonuç
olarak
dişhekimleri
kanser
tedavisine
yönelik
verilen
kemoterapötik ajanların yan etkilerine karşı bilgi sahibi olmalı, bu etkilere
göre
hastayı
yönlendirmeli,
doğru
uygulayabileceğini bilmelidir.
38
tedaviyi
ne
zaman
ve
nerde
8.KAYNAKLAR
1)Haskell C. M, De Vitra V.T: Cancer Treatment. 3. 1990, s:73-257-258
2)Sipahioğlu H: Medikal Onkolojide Tedavi Prensipleri ve Protokoller. Ankara.
19 Mayıs 1981, s:46-48
3)Hossfeld P.K, Sherman C.D, Love R.R, Bosch F.X: Uluslararası Kanserle
Savaş Birliği, Klinik Onkoloji. 5. ed: Fırat D, Sarıalioğlu F, Kars A, Ankara.
1992, s:119
4)Erol Ç: İç Hastalıkları Onkoloji. 1.ed: Onat H, Ankara, 2008, s:50-57-62-63240
5)Akyol Hatice: XIII. TPOG Ulusal Pediatrik Kanser Savaş Kongresi, Dokuz
Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, 18-22
Mayıs 2004, s:159-162
6)Ölgen S, Bıçak I, Nebioğlu D: Angiogenesis ve Kanser Tedavisinde Yeni
Yaklaşımlar. Ankara Eczacılık Fakültesi Dergisi, 2002, 31(3), 195-196
7)Haskell C.M, Berek S.J: Cancer Treatment.5. 2001,s:64-68-72-75
8)Büyükünal Evin, Demir Gökhan: Gastrointestinal Sistem Tümörlerine
Onkolojik Yaklaşım, İstanbul, 11-12 Ocak 2001, s:288
9)Kayaalp O: Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji.1.İstanbul, 1984,
s:914-916-918-921
10)Kara S ve ark: L-Asparaginaz Allerjisi Sürekli Adrenalin İnfüzyonu
Eşliğinde Yapılan Desensitizasyonla Aşılabilir mi? . Yeni Tıp Dergisi, 2010,
27, 71-129-130
39
11)Demir Gökhan: Akciğer kanserlerinde kemoterapi. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri, Türkiye‟ de sık karşılaşılan
hastalıklar II, 2007, 176-177
12)Özet G ve ark: Adoptif İmmunoterapi. Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri
Dergisi, 1996, 16(5), 329
13)Alican F: Kanser.1993, s:62
14)Sonis T.S: Principles of Cancer Treatment.1981,s:2015-2017
15)Kambek S, Akal N: Kemoterapi Alan Çocuklarda Dişhekimliği Yaklaşımı.
Cumhuriyet Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dergisi, 2000,3(1), s:54-56
16)Chaveli Lopez B, Gavalda Esteve C, Sarrion Perez M.G: Dental
Treatment Considerations İn The Chemotherapy Patient. J Clin Exp Dent,
2011,3(1), s:34-37
17)Engin K, Erişen L: Baş-boyun Kanserleri. Bursa. 2003, s:767-774
18)Yavaş Ö, Hakkı S.S: Onkoloji Hastalarında Oral Komplikasyonlar ve
Dental
Yaklaşım.
Hacettepe
Üniversitesi
Dişhekimliği
Fakültesi
Dergisi,2005,29(4A),s:61-63-64
19)Çubukçu Ç.E, Baytan B, Güneş A.M: Oral Mukozitin Önlenmesi ve
Tedavisi: Güncel Yaklaşımlar. Güncel Pediatri Dergisi, 2006, 2, 52-53
20)Engelmeir R.L, King G.E: Complications of Head and Neck Radiation
Therapy and Their Management. J Prosthet Dent, 1983, 49, 514-522
21)Dreizen S, Daly D.E et al: Oral Complications of Cancer Radiotherapy.
Postgrad Med, 1977, 61, 85-92
40
22)Kılınç G: Çocuklarda Kemoterapi ve Radyoterapi ile ilişkili Oral
Komplikasyonlar. DEÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 2012, 26(1), 79
23)Carl W: Oral and Dental Care of Patients Receiving Chemotherapy.
Chicago: Quintessence Publishing Co,1986, 125-36
24)Epstein JB, Schubert MM: Oral Mucositis in Myelosuppressive Cancer
Therapy. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod, 1999, 88, 273-6
25)Günbay T, Akay M.C: Antineoplastik İlaçların Neden Olduğu Oral
Komplikasyonlar. Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dergisi, 2000, 21,
68
26)Terezhalmy G.T, Whitmyer C.C, Markman M: Cancer Chemotherapeutic
agents. Dental Clin North Am,1996,40, 709-26
27)Cersosimo R.J, Bromer R, Licciardello J.T.W, Hong W.K: Pharmacology,
Clinical Efficacy and Adverse Effects of Vindesine Sulfate, A New Vinca
Alkoloid. Pharmacotherapy.3, 1983, s:259
28)Sevinir B: Pediatrik Onkolojide İlaç Ekstravazasyonu: Tek Merkez
Deneyimi. Güncel Pediatri Dergisi, 2008, 6, 1-2
29)Hoşnuter M ve ark: Yaşlılarda Sık Görülen Bir Travma: Ekstravazasyon
Yaralanmaları, Sınıflama ve Tedavi Yaklaşımları. Türk Geriatri Dergisi, 2005,
8(2), 102-104-105
30)Lockhart P.B, Clark J: Pretherapy Dental Status of Patients with Malignant
Conditions of the Head And Neck. Oral Surg Oral Med Oral Pathol, 1994, 77,
236-241
41
31)Harrison J.S, Dale R.A, Haveman C.W, Redding S.W: Oral Complications
in Radiation Therapy. Gen Dent, 2003, 51, 552-560
32)Semba S.E, Mealey B.L, Hollmon W.W: Dentistry and the Cancer Patient:
Part 2-0ral Health Management of the Chemotherapy Patient, Compendium,
1997, 15, 1378-1387
33)Dens F, Boute P, Vinekier F, Deelerek D: Salivary Caries Risk Factors in
Long-Term Event-Free Survivors of Pediatrie Malignant Diseases. The
Journal of Clinical Pediatrie Dentistry, 1996, 20, 241-245
34)Rhodus N.L, Litte J.W: Dental Management of the Bone Marrow
Transpaint Patient, Compendium, 1987,8, 1040-1050
35)Kızılcı S: Kemoterapi Alan Kanserli Hastalar ve Yakınlarının Yaşam
Kalitesini
Etkileyen
Faktörler.
Cumhuriyet
Üniversitesi
Hemşirelik
Yüksekokulu Dergisi, 1999, 3(2), 17
36)Ünsar ve ark: Kanserli Hastalarda Evde Bakım ve Semptom Kontrolü.
Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 2007, 2(5), 93-95-96-99-102
42
ÖZGEÇMĠġ
1988 yılında Trabzon‟da doğdum. İlköğrenimimi Akçaabat Merkez
İlköğretim Okulu‟nda, ortaöğrenimimi ise Akçaabat Anadolu Lisesi‟nde
tamamladım.
2007 yılında
Ege
Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi‟ni
kazandım.
43
Download