m * m Bamm İÜ mrnm tili 4 * 'i ™ ATATÜRK İLKELERİ VE TÜRK İNKILAP TARİHİ ATA TÜ R K İL K E L E R İ VE : TÜ R K İN K ILA P TAR İH İ Prof. Dr. Mehmrt ALPARGu ifr Prrf.0r. '■ Mehmet ALPARGU :Î. Prof. Dr. İsmail Ö ZÇ ELİK Yrd. Doç. Dr. İöfİVAVÜZ ' D ATATÜRK İLKELERİ VE TÜRK İNKILÂP TARİHİ Prof. Dr. Mehmet ALPARGU Prof. Dr. İsmail ÖZÇELİK Yrd. Doç. Dr. Nuri YAVUZ Ankara-2003 ISBN : 975-6859-18-0 Bu kitabın her hakkı GÜNDÜZ EĞİTİM ve YAYINCILIK, t p İZ M SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ.'ne aittir. Hangi amaçla olursa olsun, kitabın tamamı, bir kısmı aynen veya değiştirilerek bir başka kitaba alınamaz, çoğaltılarak yayınianamaz. Baskı Ümit Ofset Matbaacılık Kazım Karabekir Cad. Murat Çarşısı No: 41/1-2-9 İskitler / ANKARA Tel: 0312. 384 26 27 - 384 17 07 umitofset@wapda.com GÜNDÜZ EĞİTİM ve YAYINCILIK Turizm San. Tie. Ltd. Şti. Yeni Ziraat Mah. 16. Sok. No: 19/A Dışkapı-ANKARA Tel: (0.312) 384 30 21 • Fax: (0.312) 384 17 07 e-mail: bilgi@gunduzyayincilik.com l " 4 W " '' f ‘-■h >í ‘ « r r#b " ¿ í ü ■V V » É | | B " y-44. f '•■ ' ■■mÉm Ä l s i • • lİKİtî: WJP ■ i |! í # l ! p : f e p W i ^ IliitP A ír fS I ' :'.= 1 'i -■ ■': ':; § ls iftsi;i 'r « W IF Bu kitabı İstiklal Harbimizin adsız kahramanlan ve aziz şehitlerimize ithaf ediyoruz. Yazarlar "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alabilir. K. Atatürk SUNUŞ Yakın tarihimizin öğretilmesinin, Millî bilinci uyandıracak ve ayakta tutacak çalışmalar arasında önemli bir yeri bulunmaktadır. Türk tarihinin önemli bir bö­ lümünü oluşturan modernleşme gayretleri ile ilgili konuları bilmek, bu döneme nereden ve nasıl gelindiğini anlamak, günümüzü kavramak açısından gereklidir. Bir lider olarak Atatürk'ü tanıyabilmek, O'nun sinesinden çıktığı Türk Mil­ leti'nin başarılarının kaynaklarını anlamak bakımından da gereklidir. Toplumların dünü, bugünü ve yarını, birlikte bir bütün teşkil eder. Tarih bilinci, bu bütünün yardımıyla oluşur. Millet fertlerinin ve özellikle gençlerin Millî bilinç sahibi olma­ ları, Millî ulaşmaları açısından son derece önemlidir. Atatürkçülüğü öğrenmek, aynı zamanda Milliyetçi bir çağdaşlaşma siste­ minin anlamını kavrayabilmek demektir. Mustafa Kemal Atatürk, çağdaşlaşmayı sağlayabilmenin, ancak bilimin önderliğinde yapılacak çalışmalara bağlı olduğu­ na inanmış ve bu inancı geniş kitlelere duyurarak, onların da benimsemelerini sağlamıştır. Gençlerimiz, Atatürkçü düşünceden hareket ederek, günümüz dünyası iÇinde Türk MiIIeti'nİn saygın ve İleri bir seviyeye ulaşması için gerekli gayreti göstereceklerdir, Bu temel bilincin oluşmasında konu ile ilgili bilgileri gençlere kazandıracak bu gibi eserlerin büyük önemi bulunmaktadır. Değerli üç öğretim üyesi tarafından hazırlanan "Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp tarihi" adlı bu kita­ bının üniversite öğrencilerine yararlı olacağına İçtenlikle inanıyorum. Prof. Dr. Reşat GENÇ : Manas Üniversitesi Rektörü ve Atatürk Kültür Dil ve Tarih: Yüksek Kurumu Eski Başkanı Ö N SÖ Z 20. yüzyılın ilk yarısında Türk Milleti verdiği mücadele ile işgalci devletleri ülkesinden kovduğu gibi, Mustafa Kemal'in önderliğinde, yeni bir toplum olma yolunda ileri ve Önemli adımlar atmıştır. Bunun birinci safhası silâhlı bir Millî mü­ cadeledir ki, bu mücadele, bütün imkânsızlıklara rağmen büyük bir gayret ve fedakârlıkla yürütülerek başarıya ulaştırılmıştır. Bu başarıda Türk Milleti'nin bütün fertlerinin, Mustafa Kemal'in önderli­ ğinde gayreti, alınteri ve kanı bulunmaktadır. Milletimiz Atatürk'le beraber çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için devlet ve toplum yapısında bir takım değişiklikler meydana getirmiştir ki, bunlar Türk İnkılâplarıdır. Batının bilim, fen ve teknolojisine yetişmek ve çağdaş değer­ lere ulaşmak için gerçekleştirilen bu inkılâp hareketinin, yeni yetişen nesiller ta­ rafından iyi bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle Yüksek Öğretim kurumlarında Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi, zorunlu ders olarak okutulmaktadır. Kay­ nak bulmakta sıkıntı çeken öğrencilerimize temel bilgileri öz bir biçimde verme­ ye çalıştığımız bu kitabımızın, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâp Tarihinin amaçla­ rına hizmet edeceğine umuyoruz. Yazarlar İÇİNDEKİLER Ö N SÖ Z_________________________________________ 7 G İR İŞ ______________________________ . . . . 15 I \ İ- TARIH NEDİR, NİÇİN ÖĞRENİLMELİDİR? 15 II- TARİHİN SINIFLANDIRILMASI, TÜRK TARİHİNİN BÖLÜMLERİ ye "İNKILÂP TARİHİ"NİN TARİHİMİZDEKİ YERİ 21 III- ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHÎ DERSİNİN OKUNMASINDAKİ AMAÇLAR _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 22 IV- TÜRK İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRK İLKELERİNİN 22 KAYNAKLARI_________ A- Bİ RİK'Cİ ELDEN KAYNAKLAR _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ _ 2 3 B- RESMİ ve ÖZEL ARŞİVLER 24 C- BAZI RESMÎ YAYINLAR 26 D- RESMÎ ve YEREL GAZETELER ■ e- m L l îm ü c a d e l e ■ 26 d ö n e m in e İlîşk în a n il a r 27 B İR İN C İ BÖ LÜ M IA- 29 İNKILÂP ve BENZERİ KAVRAM LAR__________ İNKILÂBIN TANIMI 29 29 B- BENZER KAVRAMLAR 30 II- ATATÜRK'ÜN İNKILÂP HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ ve İNKILÂBINI DEĞERLENDİRMESİ 31 MI- FRANSIZ İHTİLÂLİ ve DÜNYADAKİ ETKİLERİ İK İN C İ BÖLÜM iII- J OSAAANLI DEVLET YAPISI 39 ......................................... 39 OSMANLI DEVLETİ'NİN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ ADIŞ NEDENLER B- İÇ NEDENLER 32 ________ 41 ^ '...... ^ 4.1 42 III- OSMANLI DEVLETİ'NDE YENİLEŞME HAREKETLERİ__________ 43 A- GELENEKÇİ ZİHNİYETLE YAPILAN YENİLİKLER 44 B- BATIYI ÖRNEK ALARAK YAPILAN YENİLİKLER 44 C- TANZİMAT DÖNEMİ (1839-1876)_______________________ 49 Ü ÇÜ N CÜ BÖ LÜ M IABII- 53 OSMANLI DEVLETİ'NDE HÜRRİYETÇİLİK HAREKETLERİ ___ 53 I. MEŞRUTİYETİN İLANI ve GELİŞMELER _____________ 53 II. MEŞRUTİYETİN İLÂNI 56 İL MEŞRUTİYET DÖNEMİ'NDE OSMANLI DEVLETİ’Nİ KURTARMAYA YÖNELİK FİKİR AKIMLARI A- OSMANLICILIK 57 57 B- İSLAMCILIK 58 C- TÜRKÇÜLÜK 59 D- BATICILIK 60 III- İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ__________________ 61 D Ö R D Ü N C Ü BÖ LÜ M ________ 63 I- OSMANLI DEVLETİ'NİN JEOPOLİTİK DURUMU ve RAZI DEVLETLERİN OSMANLI DEVLETİ ÜZERİNDEKİ EMELLERİ _ 63 II- İTALYA İLE TRABLUŞGARP SAVAŞI (1911-1912) III- BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913)_______________________ 68 BE SİN C İ BÖ LÜ M 66 _______________ 73 I- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ BÜYÜK DEVLETLERİN DURUMU ve BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞTNIN NEDENLERİ ___ 73 II- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI MI- OSMANLI DEVLETİ'NİN SAVAŞA GİRM ESİ_______________ 78 IV- OSMANLI DEVLETİ'NİN SAVAŞTIĞI CEPHELER ve ÇANAKKALE SAVAŞI 79 V- SAVAŞIN SONA ERMESİ 83 VI- OSMANLI DEVLETİ'Nİ PAYLAŞMA PROJELERİ _ _ _ _ _ 84 ________ 75 VII- BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI SONA ERDİREN ANTLAŞMALAR 86 VIII- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI 88 A- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI'NIN HÜKÜMLERİ ____88 B- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI'NIN ÖNEMİ C- MUSTAFA KEMAL'İN ATEŞKESİ DEĞERLENDİRMESİ . 90 D- OSMANLI DEVLETİ'NİN ATEŞKESE BAKIŞI_________ 91 E- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI'NIN UYGULANMASI___ 92 90 IX- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI'NA G Ö Î İ Ş G A L L E R İ N BAŞLAMASI _____________________________ \ 94 A- MUSUL'UN İŞGALİ ve ALİ İHSAN PAŞA \ ____________ 94 B- ÇUKUROVA'NIN İŞGALİ __________ ^ .___________ 95 C- DOĞU ANADOLU'NUN İŞGALİ__________________________ 96 D- BATUM'UN İŞGALİ______________________________________97 E- DOĞU TRAKYA’NIN İŞGALİ_____________________________ 97 F- TESLİM OLMAK İSTEMEYEN TÜRK KUVVETLERİ__________ 97 G- İSTANBUL'A İTİLAF DEVLETLERİNİN GELİŞİ (13 Kasım 1918) _ _ _ __ ___________________________i_____________________98 XOSMANLI DEVLETİ'NDEN TOPRAK İSTEKLERİ____________ 99 A- ERMENİ İSTEKLERİ______________________________________ 99 BXI- YUNAN İSTEKLERİ__________________________ ' 100 PARİS BARIŞ KONFERANSI ve İZM İR'İ İŞGAL KARARI____ 101 XII- MUSTAFA KEMAL'İN İSTANBUL'A GELİŞİ ve ÇALIŞMALARI 104 XIII- İZMİR'İN İŞG A Lİ____________ ;___________________________ 105 XIV- CEMİYETLER______________________________________ 107 A- TÜRK MİLLETİ'NİN TEPKİSİ ve MİLLÎ CEMİYETLER________ 107 B- AZINLIKLARIN İHANETİ ve MİLLÎ VARLIĞA DÜŞMAN TEŞEKKÜLLER_____________ ;__________________________ 111 A L TİN C İ BÖL Ü M __________________ 117 I- MUSTAFA KEMAL'İN SAMSUN'A ÇIKIŞI________ 117 II- MUSTAFA KEMAL HAVZA'DA (25 MAYIS 1919)________ 118 III- AMASYA GENELGESİ 119 IV- AMASYA'DAN ERZURUM'A 121 V- ERZURUM KONGRESİ______ 121 ERZURUM KONGRESİ'NİN ÖNEMİ ve SONUÇLARI____________ 124 VI- MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDEKİ DİĞER KONGRELER. AÜÇ SANCAK KONGRESİ ____________________ 125 125 B- TRAKYA KONGRELERİ________________________________ 126 C- İSTANBUL MİLLÎ KONGRE CEMİYETİ'NİN ÇALIŞMALARI ve TOPLANTILARI ______________________________________ 126 D- . BATI ANADOLU KONGRELERİ_________________________ 127 VII- MUSTAFA KEMAL'İN ERZURUM'DAN SİVAS'A GELİŞİ ve SİVAS KONGRESİ____________________________________________ 128 ASİVAS KONGRESİ’NDE HİMAYE (MANDA) SORUNU_____ 129 B- SİVAS KONGRESİ BİLDİRİSİ____________________________131 VIII- AMASYA GÖRÜŞMELERİ ve PROTOKOLÜ (20-22 Ekim 1919) ._________________________________________________ 132 IX- SİVAS'TA KOMUTANLARLA YAPILAN TOPLANTI__________ 133 X- MUSTAFA KEMAL'İN ANKARA’YA G ELİŞİ________________ 134 XI- SON OSMANLI (MEBUSLAR) MECLİSİNİN TOPLANMASI ve MİSAK-I MİLLÎ'NİN İLÂNI ___________________ , ■ 135 XII- İSTANBUL'UN İŞGALİNE TEPKİLER________________________ 138 YEDİNCİ BÖ LÜ M ___________________________ 141 I- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN AÇILMASI II- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN ÖZELLİKLERİ_____ 144 III- DİN ADAMLARI ve M İLLÎ MÜCADELE IV- ___ ___________ 141 146 TBMM'NİN HİYANET-İ VATANİYE KANUNUNU ÇIKARMASI ______________________ • .’________ 147 V- MİLLÎ MÜCADELE ve BASIN _________________ 147 A- ANADOLU BASINI________ ____________________________ 147 B- İSTANBUL BASINI _____________________________________148 C- ANADOLU AJANSI'NIN KURULMASI____________________ 149 D- RESMÎ GAZETE'NİN ÇIKARILMASI ___________________ 149 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÛMETİ'NE KARŞI TEPKİLER ve İÇ İSYANLAR________ 150 VI- A- KUVAY-İ MÎLLÎYE'YE KARŞI OSMANLI HÜKÜMETİNCE ALINAN ÖNLEMLER__________________________________ 151 B- DİĞER İSYANLAR_____________________________________ 152 C- AZINLIK AYAKLANMALARINDAN PONTUS RUM AYAKLANMASI_________ .___________ '________ . .. i se k iz in ci b ö lü m _______________ _____________ y . I- 154 157 GÜNEY ANADOLU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU CEPHELERİ _____________ ____________ ______________ ^___________ 157 A- ADANA CEPHESİ ___________________ 158 B- . MARAŞ SAVUNMASI 160 C- ANTEP SAVUNMASI__________________________________ 161 D- URFA SAVUNMASI_____________ :______________________164 IIAB- DOĞU CEPH ESİ ________ ERMENİLERLE SAVAŞ ve GÜMRÜ BARIŞ ANTLAŞMASI 165 165 MİLLÎ MÜCADELECE TÜRK-SOVYET İLİŞKİLERİ,__________166 III- ERMENİ SORUNU ____ 168 IV- MİLLÎ MÜCADELE'NİN MALÎ YÖNÜ 174 V- BATI CEPHESİ _____________________________ A- BATI ANADOLU CEPHELERİ 175 176 B- DÜZENLİ ORDULARININ KURULMASI 177 C- I. İNÖNÜ SAVAŞI___________________ 178 D- LONDRA KONFERANSI_____________ ™ EVI- İKİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI . 181 SEVR ANTLAŞMASI ;’ VII- İSTİKLÂL MARŞI'NIN KABULÜ :. VIII- SAKARYA SAVASI IX- 184 184 BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKOMUTANLIK MEYDAN SAVAŞI (26-30 Ağustos 1922)______________ ■ ______________ 187 DO KU ZU N CU BÖL Ü M 1- 183 ________ ■ _____________ 191 MUDANYA MÜTAREKESİNİN İMZALANMASI (11 Ekim 1922) 191 İl- LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI___________________________ 193 A- GÖRÜŞMELER ve ANTLAŞMA 193 B- LOZAN'IN DEĞERLENDİRİLMESİ________________________ 194 O N U N CU BÖ LÜ M ___________________________________________ _ 199 i- SİYASAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR _______________199 A- SALTANATIN KALDIRILMASI 199 B- CUMHURİYETİN İLÂN! __________________________ 200 C- HALİFELİĞİN KALDIRILMASI 201 D- SİYASAL PARTİLER ve AKIMLAR 201 ilSİYASAL ALANDAKİ İNKILAPLARA TEPKİLER___________ 206 A- ŞEYH SAİD AYAKLANMASI 206 BİH- MENEMEN OLAYI 206 EĞİTİM ve KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR TARİH ALANINDAKİ ÇALIŞMALAR ve ATATÜRK'ÜN TARİH GÖRÜŞÜ __________ 207 209 IV- HUKUK ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR_____________ 210 V- SOSYAL ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR_______________ 211 VI- KADIN HAKLARI ve ATATÜRK_________________________ 214 215 VII- TÜRK DIŞ POLİTİKASI ve ATATÜRK_____________ A- 1923-1930 DÖNEMİ DIŞ POLİTİKASI ve MUSUL SORUNU218 B- TÜRKİYE-FRINSA İLİŞKİLERİ____________________________221 C- TÜRK-YUN AN ANLAŞMAZLIĞI ve " ETEBLİ" SORUNU 222 D- TÜRKİYE-İTALYA İLİŞKİLERİ 223 E- 1930-1938 DÖNEMİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI O N B İR İN C İ B Ö L Ü M __________ / 224 233 I- ATATÜRK İLKELERİ______________________________________ 233 A- İNKILÂPÇILIK233 B- CUMHURİYETÇİLİK 238 C- MİLLİYETÇİ Lİ K ___________ ___________________________ 241 D- LÂİKLİK__________ 247 E- HALKÇILIK 256 F- MA- DEVLETÇİLİK İLKESİ ve ATATÜRK DÖNEM! EKONOMİK FAALİYETLER____________________________________ BÜTÜNLEYİCİ İLKELER________________ t MİLLÎ EGEMENLİK 262 265 265 B- MİLLİ BAĞIMSIZLIK t 270 C- MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK \ ______ 271 D- BİLİMSELLİK ve AKİLCİLİK F- YURTTA BARIŞ-DÜNYADA BARIŞ F- BATILILAŞMA 280 G- İNSAN SEVGİSİ 281 \ 274 \ 274 BİBLİYOGRAFYA____________________________________________ 283 K RO N O LO Jİ CETVELİ. 291 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi GİRİŞ I- TARİH NEDİR, NİÇİN ÖĞRENİLMELİDİR? Kelime olarak tarih, geçmişte yaşamış insanı, insan topluluklarını ve olayları İfade etmede kullanılır. Onun için geçmişi konu edinen bilime de tarih bilimi denir. Bazı filozoflar, eskiden beri iki lâtince deyimle bu ayrımı yapagelmişlerdir. Geçmiş­ te kalan insanî-topiumsâl olaylar olarak tarihe "res gestae"; bu olayları konu alan disipline ya da bilime de "historia rerum gestarum" demişlerdir. Ama filozofların birçoğu, hem yaşanmış geçmişi adlandırmakta, hem de bu geçmişi konu alan di­ siplini ifade etmede sadece historia (tarih) kelimesini kullanmışlardır. Günümüzde de tarih kelimesi, bu iki anlamı kapasayacak şekilde kullanılmıştır.1 Zeki Velidî Togan'a göre; Olayların gelişmesi, hattâ madde ve eşyanın geç­ mişi ve bugünkü durumundan bahseden her yazı ve her hikâye tarihtir. Böylece geçmişte meydana gelmiş doğal olaylar, tarih biliminin konusu edilebilir. Fakat burada bizim için tarih, daha çok insanlığın ya da milletlerin tarihidir. Bu açıdan "tarih", sosyal yapının üyesi olması nedeniyle, insanlığın eylem ve düşüncelerinin gelişimini takip eden bilgidir. Tarih, insanlığın toplumsal ve siyasal bünyeler oluş­ turarak ilerleme ve gelişmesinde kişiler ve toplumlar tarafından işlenen fiilleri ve ortaya çıkmış olayları inceler. Tarih bu olayların maddî ve manevî nedenlerini ve bu nedenle olaylar arasındaki ilişkileri araştırarak ortaya çıkarır. Zaten Yunanca "istoria" kelimesi de aslında "araştırma" anlamındadır.2 Görüldüğü gibi Tarih, vesikaya bağlı ve dayalı olarak beşerî geçmişi (mazi­ yi) inceleyen ve gerçeğe ulaşmak isteyen bîr bilimdir. O halde tarih bilminin ta­ nıkları belgelerdir.3 Sonuç olarak Tarih; insan topluluklarının bütün faaliyetlerini, geçirdik­ leri gelişmeleri ve topluluklar arasında geçen olayları yer ve zaman göste­ 1 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İzmir, 1984, S.1 2 Zeki Velidi Togan,.Tarihte Usûl, İstanbul, 1969, S. 2 3 Bayram Kodaman, “Tarih Araştırmalarında Metod Meselesi" Millî Kültür Dergisi, Sayı: 81, An­ kara, 1991, S. 31 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi rerek sebep-sonuç ilişkisi içinde, belgelere dayalı olarak, ele alıp araştıran ve vardığı sonuçları günümüze aktaran sosyal bir bilimdir.4 Günümüzdeki İnsanî sorunların tarihten yararlanılarak çözülebileceğini sa­ vunan İngiliz tarihçisi ve filozofu Coliingvvood, tarihin neye yaradığı sorusunu şu şekilde cevaplamaktadır: "Tarih, insanın kendisine yarar. Genellikle insanın ken­ disini bilmesinin çok önemli olduğu düşünülür. Kendini bilmesi de, yalnız kişisel özelliklerini, kendisini başka kimselerden ayıran şeyleri d^ğü, insan olarak kendi tabiatını bilmesidir. Kendini bilmek, ilkin, insan olmanm\ne demek olduğunu bilmektir. İkincisi, olduğunuz türden bir insan olmanın ne İşemek olduğunu bil­ mektir. Üçüncüsü, başka bir kimse değil de siz olmanın ne demek olduğunu bil­ mektir. Kendini bilmek, ne yapabileceğini bilmektir. Hiç kimse de ne ya­ pabileceğini denemeden bilemeyeceği için, insanın yapabilecekleri konusunda tek ipucu, yapmış olduklarıdır. Tarihin değeri, öyleyse insanın ne yaptığını, böyiece de ne olduğunu bize öğretmesidir."5 İnsanın kendisini bilmesine, tanımasına yarayan bir bilim olan tarihin çeşitli tanımları yapılmıştır. Genel olarak "Geçmişteki olayları yer ve zaman göstererek anlatan bir bilim" diye tanımlanan tarihi Fernand Braudel, "Bütün tarihlerin top­ lamı, biraraya gelmesi" olarak görür. Bu tanıma şunları da ilave eder: "Günlük her olay, değişik kökenli ve ritimli hareketleri biraraya getirir. Bu günün zamanı dünden, daha öncesinden, çok eskilerden kaynaklanır. Tarihî zaman geri çevrilemez ve Dünyanın dönüşü ile aynı ritim içinde akar."6 Aslında Tarih bilinci de din duygusu kadar eski olup, insanların manevî özellıkleri ve uygarlık düzeyleri arasında derinleşip, zenginlik gösterir.7 Moutesquieurnun tarihi; daima zamanların ışığı, olayların hazînesi, gerçek­ lerin şahidi, iyi nasi hatların ve tedbirin kaynağı, davranışın ve adetlerin kardeşi olarak değerlendirmiş olması boşuna değildir. Moutesqieu "Tarih olmaksızın ya­ şadığımız asrın ve ülkenin sınırları içine hapsedilmiş, özel bilgilerimizin ve kendi düşüncelerimizin dar çemberi içine sıkıştırılmış bîr şekilde daima dünyanın geri kalan kısmına karşı bizi yabancı bırakan bir tür çocukluk çağında ve bizden önce gelip, bizi çevreleyen herşeye karşı derin bir cehalet içinde kalmaktayız." diye­ rek tarihin önemine ve gereğine işaret etmiştir.8 4 5 e 7 3 İsmail Özçelik, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, Ankara, 1933, S.3 ÖzçeJik, a.g.e. S,1 MiibahatS. Kütükoğlıı, Tarih Araştırmalarında Usüf, İstanbul, 1990, S.2 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Cilt: l-ll, İstanbul, 1978, S. 47. Lean -E. Halkın, Tarih Tenkidinin Unsurları, Çev. Bahaddin Yediyıldız, Ankara. 1989,.S. 78. Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi David Thomson ise; "Tarihin Amacı" isimii eserinde bazt soruiar sormakta ve bunların cevaplarını araştırmaktadır. "Neden geçmiş bu kadar merak edilir? Neden geçmişi unutup gitmiyoruz? Şu anda geçmişi değiştirebilecek hiçbir şey yapılamıyacağını kabullenip onun ölüsünü gömülmeye bırakalım ve onun yerine etkili olup yönlendireceğimiz günümüzün ve geleceğin sorunlarına ağırlık verelim. Geçmişle ilgili bilgilerin artmasının sadece zevkli bir eğlence, boş vakit geçirici bir merak olduğuna inanıyormuyuz? Ekonomistlerin diliyle insan gücünün enerjisinin ve üretim araçlarının büyük bir bölümünü ona ayırmanın yararlı olacağını dü­ şünmek bîzî nereye götürür? " sorularına cevap bulmaya çalışır.9 Yukarıda da ifade edildiği gibi tarih öğrenmenin yararlarını çeşitli tarihçi­ ler ortaya koymuşlardır. Thomson, tarihin faydalarına bilinenlerden farklı bir bo­ yut daha getirir. Ona göre tarih, toplumun fertlerine belli bir entelektüel dene­ yim kazındırdığı gibi, bunun yanında yüksek eğitim değeri olan tam bir zihinsel terbiye biçimi ve insan davranışını etkileyerek kişinin hayatını değiştirebilen bir hayal ve anlayış dinamizmi sağlar.10 Günümüz Türk tarihçilerinden biri, tarihin ne olup olmadığı konusunu anla­ madan, tarihin gerekliliği konusuna girmenin mümkün olmadığını belirterek şun­ ları savunmaktadır; "Türkiye'de tarih, XXI. Yüzyıla girdiğimiz şu yıllarda bile hâlâ günümüzden kaçışın bir sığınak yeri, kendisinden kaçılan, geçmişin kötü bir ha­ bercisi, yaşanması özlenen çağların bir hikayesi veya politikacıların nutuklarını süs­ leyen bir garnitür olarak anlaşılmaya devam ediyor. Oysa günümüz dünyasında tarih, artık sadece geçmişle övünülecek bir araç yahut geçmişten hisse almamızı sağlayacak bir terbiyeci olarak görülmekten çoktan uzaklaşmış; insanları ve onla­ rın ortaya koyduğu kültürleri anaiiz edip yorumlayarak günümüzü sağlıklı bir bi­ çimde kavramaya yarayacak beşerî bir bilim olmuştur." 11 Aslında geçmişin önemli ve gerekli sayılması inancı o derece evrenseldir ki, bunun tartışılmasına bile gerek görülmemiştir. Bir kimsenin anasını, babasını ve atalarını bilme, öğrenme isteği çok doğal ve mantıklı bir istektir. Modern Biyolo­ ji ve Psikoloji bilimleri yetişkinlerin yapılarını ve davranışlarını anlayabilmek için o kişilerin bebeklik ve çocuklukta geçirdikleri olayların bilinmesinin önemini gös­ termiştir. Kuşkusuz geçmişin bilinmesi toplumlar için önemlidir. Toplumların ge- 9 İsmail Özçeiik, "Tarih İlmi Hakkmda Düşünceler" G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, Sa­ yı: 4. Ankara. 1994 10 David Thomson, Tarihin Amacı, Çev. Salih Özbaran, izmir-1983, S. 1-4 11 Ahmet Yaşar Ocak, "Türkiye'de Halk Tarihinin ..." Millî Kültür Dergisi, Sayı: 81, Ankara-1991 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi ¡enekleri, kalıtım yoluyla getirilen davranış biçimleri, kanunları, bıraktıkları eser­ ler ve bütün değerleri, ancak onların tarihleri ile açıklanabilir.12 Bütün insan toplulukları kendi kökleri ve geçmişleri açısından kimliklerini aramada çok istekli görünürler. Herhangi bir zaman kesitinde, günümüzün, tüm geçmişin sonucu olduğu duygusu, çağlar boyunca çoğu kişilerce derinden ve kendiliğinden benimsenen bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır.13 Şüphesiz her bilim gibi tarihin de bir amacının ve patikte bazı yararlarının bulunması doğaldır. ^ Tarihî olaylar, milletlerin hayatını birinci derecede etkilemişlerdir. Başka bir deyişle bîr olayın tarihin konusu olabilmesi için, o olayın, toplum hayatına önemli derecede etki yapması ve toplumun bütün kesimlerini etkilemiş olması ge­ rekir. Onun için geçmişten günümüze getirilecek tarihî olayların da şu anda top­ lumu etkilemesi ya da en azından ilgilendirmesi, etkilerinin günümüz toplumları üzerinde hâlâ devam etmekte bulunması, tarih biliminin faydacılık yönü göz önünde tutulduğunda şarttır. Ancak bu şekilde toplumun karşı karşıya bulundu­ ğu sorunlara çözüm yolları bulunabilir ve geçmişteki deneyimlerden yararlan­ mak mümkün olur,14 Tarihin olguları bize hiçbir zaman "arı" olarak gelmezler. Çünkü arı bir biçimde var olamazlar. Her zaman kayıt tutanın zihnindeki aynadan kırılarak biziere yansırlar. Bundan şu sonuç çıkar: Bir tarih eserini ele alınca ilk ilgilenece­ ğimiz şey, kitabın içindeki olgular değil, onu yazan "Tarihçi" olmalıdır. Fertler gibi, toplumların da farklı psikolojik yapıları vardır. Onun için bir ta­ rihçinin toplum psikolojisini de gözden uzak tutmaması gerekir. Bazı Tarihçiler, olayların, tamamen ekonomik faktörlerden kaynaklandığını iddia etmekte ve bütün tarihî olaylara bu perspektiften bakmaktadırlar. Prof. Ö.L. BARKAN'ın da işaret ettiği gibi, "ideolojik modellerle oynamak" ve "olayları doktrin uğruna dar kalıplar içine sokmak" tarihçi için kaçınılması ge­ reken bir tarzdır. Bunun yerine örnekleri çoğaltmak ve çeşitli etkenleri bir ara­ da değerlendirmek gerekir.1* Değerlendirmede tarafgirlik ve önyargı konusuna gelince, tarihî olayları değerlendirirken taraf tutmak çoğu zaman görülebilmektedir. Kişinin sosyal çev­ resinden, yetişme biçiminden ve ona miras kalan fikir ve davranışlardan kaynak­ 12 İsmail Özçelik, Tarih Felsefesi, Ankara, 1996, 13 David Thomson, s. 5 14 Özçelik; Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, S. 6 15 Mübühat Kütükoğlu, S, 3-4 Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılap Tarihi lanan önyargı ile verilen tüm örnekler, birer tahrip örnekleridir. Farkında olma­ dan bazı tarihçiler de kendi önyargılarının esiri olabilmektedirler. Sonuç olarak hür düşüncenin bedeli de tarih metodunun İlkeleri ile getirilmiş olan disiplinlere uymaktır. Gerçeklerin incelenmesi ve doğrulanması belirli ve kaçınılmaz kurallarla yönetilen girişimlerle olur.16 Tarih, aslında toplumun çeşitli eğitim ve öğretim düzeylerindeki bütün fertlerini ilgilendiren bir bilimdir. Goethe'nin dil hakkındaki bir sözünü burada tarih için de kullanmak mümkündür. O, "herkes konuştuğundan, kendisinin dil hakkında otorite olduğunu zan­ neder" demektedir. Günlük hayatımızdaki basit olaylar bile bize tarihi hatırlattı­ ğı için, hemen herkes kendisini tarih hakkında söz söylemeye yetkili sanar. Bu­ nun aslında şu şekilde bir sakıncası bulunmaktadır. Tarihçi olmayan kişilerin yo­ rumları, öğretmeyi amaçladığımız olayın öneminin kolayca küçültülebilmesi teh­ likesini doğurur. Siyasî Tarih, Edebiyat Tarihi, Felsefe Tarihi, Sanat Tarihi, Dinler Tarihi, Hukuk Tarihi gibi çeşitli tarihler, Tarih Biliminin bölümleri olup, insan faaliyet ve tasarımlarının bazı özel görüş açılarından araştırılmasıdır. Tarih, merak amacıyla öğrenilemez. Tarih, geçmişle ilgili olmakla beraber, gelişmeyi ve atılımcılığı geçmişle birlikte izah etmesi bakımından, bugünü anlamakta ve çağdaşlaşmakta en yararlı kaynak ve hazinedir.17 Tarihî kaynak denince, Tarihî bilgi veren malzeme akla gelir. İnsanın söy­ lediği veya yazdığı ya da ihmal ettiği her şey, onun hakkında bilgi verebilir. An­ cak, her bilgi veren malzeme, tarihî kaynak olma özelliğine sahip değildir. Bir malzemenin tarihî kaynak sayılabilmesi için, öncelikle devrinde meydana geti­ rilmiş olması, bu mümkün olmadığı takdirde, devrine yakın bir zamanda ve dev­ rinin kaynaklarından yararlanılarak meydana getirilmiş olması gerekir. Bu derece önemli bir bilim olan tarihin öğretimine de aynı önemin verilme­ si gerekmektedir. İnsanın kendini tanımasına yarayan bir bilim olan tarihin öğretim metodlarının, tarihin amacı ile uyumlu olması gereklidir. Tarih öğretiminin nasıl 16 17 David Thomson, S. 18-21 E. Bernheim, Tarih İlmine Giriş, Tarih Metodu ve Felsefesi, Çeviren M, Şükrü Akkaya, İstanbul, 1936, S. 51 19 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi olması gerektiği, nelerin öğretimine öncelik verilmesi gerektiği konusu üzerinde önemle durulmalıdır.18 Tarihin öğretilmesi evresinde, öğrencilerin yeteneklerine uygun olarak çe­ şitli seviyedeki çalışmalara onları kanalize etmekte yarar bulunmaktadır. Öğreti­ cinin görevi; öğrencilerin dikkat, merak ve ilgilerini çekecek bîr tarzı uygulamak­ tır. Gerçeği öğrenciye ulaştırmak için; Ne zaman oldu? Ne oldu? Kim vardı? Ni­ çin oldu? Olayları ne izledi? Olaylar nasıl böyle bir şekiîde sonuçlanabilir? gibi sorularla öğrencinin konuyu öncesi ve sonrasıyla birleştirebilmesini sağlamak gerekir. Bilginin ve anlamanın birbirinin ayrılmaz parçaları |iduğunu tarih öğre­ ticisinin gözden uzak tutmaması gerekir.19 ' Bir bilim ötekinden, araştırma konularının farklılığı ile ayrılır. Tarih, insanla­ rın geçmişte yer almış eylemlerini araştırır, inceler ve değerlendirir. Buna göre, tarih öğretiyorsak geçmişi Öğretiyoruz demektir.20 Tarih bilimi kanıtların yorumlanması ile gelişir. Kanıt, tek başına belge olarak adlandırılan nesnelerin toplu adıdır. Öğreticiler geçmişin özünü oluşturan temeller hakkında tarihçilerle aynı düşünceleri taşıyabilirlerse, tarih diye adlandı­ rılan ürünü daha kolay, sağlıklı ve iyi bir biçimde öğretebilirler. Fakat öğreticile­ rin zaman zaman spekülatif değerlendirmelerden ve varsayımlarından hareket ettikleri de bilinen gerçekler arasındadır. Sonuç olarak, bir düşünme ve yorumlama bilimi olan tarih; öğretim yö­ nünden kullanılan metotlar, çalışma materyalleri ve oluşturulacak imkânlar yö­ nüyle kendisine özgü nitelikler taşır. Sağlıklı bir tarih öğretimi, özellikle gençliğin önünde yeni ufukların açılmasını sağladığı gibi, bu günün olayla­ rını değerlendirme yeteneğini de onlara verir. Bu bakımdan tarihi doğru bir çizgide öğretmek ve uygulamak zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Tarihi yazmak ve öğretmek milletlerin geleceği açısından en az tarih yap­ mak kadar önemlidir, Çünkü günümüzde tarih bilinci taşıyan milletler, güç kay­ nağı olarak bu değerli hâzineden faydalanmaktadırlar. Bu nedenle tarih, yazılıp öğretilerek bir kültür ve bilinç kaynağı hâline getirilmedikçe, toprak altında kalan değerli madenler gibi hiçbir anlam taşımaz. Bunun içindir ki, günü­ 18 Mehmet Alpargu; "Tarih Öğretmek", Çağda§ Eğitim Dergisi, Temmuz-1987, s. 20-22 19 Tarih Öğretimi Konusunda daha fazla bilgi için bakınız: İsmail Özçelik, Tarih Öğretiminde Yön­ tem ve Teknikler, Ankara-1996 30 Mehmet Alpargu; a.g.m., s. 20-22. A tatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi müzde bütün ileri ve uygar milletler, yoğun biçimde tarih araştırma, yazma ve öğretme çabalarına girişmiş ve bu alanda önemli adımlar atmışlardır.21 H- TARİHİN SINIFLANDIRILMASI, TÜRK TARİHİNİN BÖLÜMLERİ ve "İN KIL P T A R İH İ"N İN TARİHİM İZDEKİ YERİ Eski çağlardan günümüze kadar geçen zaman içinde insanlık tarihi bir bü­ tünlük göstermektedir, insanlık tarihini, bir çırpıda kolayca araştırmak, aktarmak ve öğretmek kolay değildir. Bu bakımdan inceleme ve öğretme kolaylığı sağla­ mak için, tarihin bölümlere ayrılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Tarih; zama­ na, coğrafî mekâna ve konularına göre olmak üzere üç şekilde bölümlenmelidir.22 Örneğin, tarihte bilinen İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ... şeklindeki klâsik bö­ lümleme bir Alman tarihçisinin yaptığı bölümlemedir. Ancak mevcut çağ sıralaması Avrupa tarihini esas aldığından, Türk-İslâm dünyasının, tarih özelliklerine uymamaktadır. Bu bakımdan Türk tarihinin kendi­ ne özgü durumuyla nasıl bölümîenmesi gerektiği konusu gündeme gelmektedir. Bu konuda günümüze kadar tarihçilerimizin üzerinde anlaştıkları kesin bir bölümleme yapılmamış olmakla beraber, Prof. Dr. M. Fuad Köprülü'nün ileri sürdüğü ve kabul görerek bugüne kadar kullanılagelen sınıflandırması geçerlidir. Köprülü'ye göre Türk Tarihi, Cumhuriyetten sonra yeni bir yaklaşım ve anlayışla ele alınarak şu bölümlerden oluşturulmuş ve araştırılıp incelenmeye başlanmış­ tır.23. 1. İslâmİyetten Önce, Türk Tarihi (Hun, Göktürk, Uygur vb.). 2. İslâm Medeniyeti Etkisindeki Türk Tarihi (Karahanlı, Gazneii, Sel­ çuklu, Osmanlı vb.). 3. Batı Medeniyeti Etkisindeki Türk Tarihi. Türk Tarihinin, gelenekleşmiş bu şemasında, Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin (İnkılâp Tarihinin) önemli bir halka oluşturduğunu görüyoruz. Başka bir deyişle; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Türk İnkılâp Tarihi veya Atatürk İlkeleri İnkılâp Tari­ 21 Osman Turan, S. 35 n Özçelik, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler. ¡I. Baskı, Ankara -1997, S. 25- v.d. 33 Özçelik, Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, S. 28. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi hi gibi adlarla çeşitli eğitim kurumiarında okutulmakta olan tarihimiz, Osmanlı Tarihinin devamı ve gene! Tarihimizin son bölümünü oluşturmaktadır. III- ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİNİN O K U N M A SIN D A K İ A M A Ç L A R 24 Türk İnkılâbı Atatürk'ün dehası, milletimizin anlayış fedakarlığı ile gerçek­ leşmiştir. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersinin amaelda tarihîn genel amaç ve hedefinden soyutlanamaz. Bu dersin amacı, esas oiaraij bağımsızlığın hangi şartlarda ve nasıl doğup geliştiğini, Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurulu­ şunu ve milletimizin çağdaşlaşma yolunda büyük önder Atatürk'ün liderli­ ğinde yaptığı inkılâpları ve onun ilkelerini öğretmeyi amaçlar. Kısaca Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Dersinin hedef ve gayesi şu şekilde sıralanabilir: a- Millî Mücadelenin oluşturduğu şartlar, Türk İstiklâl Harbinin safhaları, Atatürk İlke ve İnkılâpları ile Atatürkçü düşünce sistemi hakkında doğru bilgiler vermek. b- Atatürk İnkılâpları ve İlkelerinin doğru anlaşılmasını sağlayarak gençler­ de bu İnkılâp ve İlkeleri savunmak ve geliştirmek için bilinç oluşturmak. c- Devleti, Mîlleti ve Ülkesiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bir bü­ tün olduğunu yeni nesillere öğretmek ve bu ideal içinde Türk gençliğinin bütün­ leşmesini sağlamaktır. Devletimizin temeli ve teminatı Atatürk İlkeleri ve İnkılâplarıdır. Sadece İn­ kılâp Tarihimizi ve Atatürk İlkelerini öğretmek, bu dersin amaçları İçin yeterli değildir. Aynı zamanda Atatürk'ün iike ve İnkılâplarından çıkan düşünce siste­ mini de kavramak ve kavratmak gerekir.25 İV- TÜRK İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRK İLKELERİNİN KAYNAKLARI Atatürk'ün tarih merakı, Osmanlı Devletî'nin son zamanlarına tesadüf eden gençlik çağlarına dayanmaktadır. İlköğretim sıralarından başlayarak mate­ matiğin yanısıra Tarihe özel bir ilgi duymuştur. Millî Mücadele yıllarında tarihten örnekler almıştır. M Türk İnkılâp Tarihi Dersinin Amaçları için Bakınız: Tebliğler Dergisi, Cilt; 44, Sayı: 2087, 25 M a­ yıs 1981. 25 Ahmet Mumcu-E. Özbudun-T. Feyzİoğlu-Y. Ülken-İ. A. Çubukçu, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Ta­ rihi II, Ankara- 1986. S. iiî A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türk tarih tezini ortaya koyan esasları Mustafa Kemal belirlemiştir.26 "Biz bu günkü Türkler, Ortaasyalıların çocuklarıyız"27 ve "Büyük Dev­ letler kuran atalarımız, büyük ve Şumullü medeniyetlere de sahip olmuş­ tur. Bunu aramak, tatbik etmek, Türklüğe ve Cihan'a bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." diyen Atatürk, tarihimizin incelenmesini ve sağ­ lam kaynaklara dayalı olarak araştırılıp öğrenilmesini İstemiştir. Aynı şekilde Atatürk'ün; "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize gö­ recekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Tür­ kiye'nin bağımsızlığına, millî benliğine, millî geleneklerine düşman olan bü­ tün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünya'da uluslar ara­ sı duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî unsurlara sahip olmayan kişilere ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumfara, hayat ve ba­ ğımsızlık yoktur"28şeklindeki sözleri de çok anlamlıdır. Bu fikirler çerçevesinde Atatürk, 1931 yılında “Türk Tarihi Tetkik Cemiye­ ti" adıyla bugünkü Türk Tarih Kurumunu kurmuştur. Tarih araştırmalarına önem veren Atatürk'ün hedefleri doğrultusunda sonraki yıllarda kurulan Türk İn­ kılâp Tarihi Enstitüleri29, Türk İnkılâp Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi Dersi müfredatını ve arşiv oluşturma faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Türk İnkılâp Tarihî ve Atatürk İlkeleri konularının kaynaklarını şu şekilde sınıfiandırabiliriz: A- BİRİNCİ ELDEN KAYNAKLAR 1. Atatürk'ün Büyük Nutku (Nutuk): 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 2. Kongresinde 6 gün süre ile okunmuştur. Nutkun çeşitli baskıları daha sonra yapılmıştır. 2. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri (1906-1938) Türk İnkılâp Tarihi Ensti­ tüsü, 1954,1959,1961,1964,1981. 3. Atatürk'ün Tanımı, Telgraf ve Beyannameleri, Türk İnkılâp Tarihi Ensti­ tüsü, 1964. 26 Azmi Siisfii, "Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihinin Kaynakları" Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eği­ tim Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, Samsun-1989 27 A. Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara- 1959, S. 297. 28 Atatürkçülük, II!. Kitap, İstanbul, 1984, S. 162. 29 Resmi Gazete, Sayı: 4204, Tarih 15 Nisan 1942. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp T arihî 4. MilİÎ Eğitimle ilgili Söylev ve Demeçler* Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, 1964 5. Büyük Nutuk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü 3. Cilt, 1970. Atatürk'ün bunlardan başka verdiği çeşitli nutuk, demeç, genelge ve telg­ rafları vardır:30 1. Açılış Nutku (T.B.M.M.'nin 4. Toplanma yılı nedeniyle Atatürk'ün Nut­ ku), Matbuat Müdüriyeti Umumiyesİ. Ankara, 1339-19331 2. Reisicumhur Atatürk'ün Kurultayı Açış Nutukları, /İnkara, 1937. 3. Herbet Melzig, Atatürk'ün Başlıca Nutukları (1920-1938) İstanbul, 1942. 4. Gazi Atatürk'ün Nutukları, İstanbul, 1934, Devlet Basımevi. 5. Behçet Kemal Çağlar, Bugünün Diliyle Atatürk’ün Söylevleri, Ankara, 1968. 6. Ayşe Afet İnan, Medenî Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıla­ rı, Ankara, 1969. 7. Sadi Borak, Gizli Oturumlarda Atatürk'ün Konuşmaları, İstanbul, 1977. 8. Özel Şahingiray, Atatürk'ün Nöbet Deften“ 1-931-1938, Ankara, 1955. ■% Atatürk tarafından kaleme alınan veya tercüme edilen kitaplar da vardır. Bunlan şöyle sıralayabiliriz 1. Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal, 1913, İstanbul, 1918 (Mehmet Nuri): Ankara, 1957 (Afetinan), Türkiye İş Bankası; Genelkurmay ATAŞE- Ankara, 1984, 2. Süvari, Bölük, Alay, Liva, Talim ve Manevraları, Cumaii Ordugahı, Sela­ nik, 1325/1903. 3. Dumlupınar Başkumandan Meydan Muharebesi, Ankara, 1933. 4. Atatürk'ün Askerî konulardaki bazı tercümeleri. B- R ESM İ ve Ö ZEL ARŞİVLER Bilindiği gibi Arşivler, tarih araştırma ve araştırıcıları için vazgeçilmez kay­ nakları içermektedir. Bu yerlerde zengin tarihimizin kaynakları bulunmaktadır. 30 Süslü, a.g.m. s. 28. v.d. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihî Bu nedenle İnkılâp Tarihi araştırmalarında yerli ve yabana arşiv çalışmalarının önemli bir yeri vardır: Bu arşivler şunlardır: Yurt içindeki Arşivler 1- Cumhuriyet Arşivi. 2- Cumhurbaşkanlığı Köşkü Arşivleri. 3. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivleri (93.040 adet arşiv belgesi ayrıca 15.000 civarında fotoğraf, harita, gazete, mühür mevcuttur). 4. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (1914 sonrasına ait arşivler). 5. Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (1914 sonrası Ankara'da öncesi ise Hazine-i Evrak adıyla İstanbul defterdarlık binasındadır {1987 Mayısında Başbakanlık Ar­ şivine devredilmiştir). 6. Genelkurmay ATAŞE Başkanlığı Arşivleri (En kullanışlı olan ve en iyi muhafaza edilen arşiv budur), 7. Kuvvet Komutanlıkları (Kara, Deniz, Hava, Jandarma) ve NATO arşivle­ ri. 8. Deniz Müzesi Arşivleri bul/Beşiktaş). (1917-1920 arasındaki belgeler, İstan­ 9. T.B.M.M. Kütüphane ve Dokümantasyon Merkezî Arşivleri. 10. Millî Eğitim Bakanlığı Arşivleri. 11. Maliye Bakanlığı Arşivleri. 12. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Arşivleri. 13. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivleri. 14. İstanbul Belediyesi Arşivleri. 15 Kütüphaneler (Millî Kütüphane, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Tarih Kurumu...) ve Müzelerde bulunan arşivler. 16 Şahısların kurdukları Özel Arşivler. Bu yerli arşivlerin dışında, Türkiye'deki elçilik ve konsolosluklarda bulunan arşivler ile yabancı ülkelerdeki Türkiye Cumhuriyeti büyük eşçiliklerinin arşivleri, Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Millî kütüphaneleri, bakanlık v.b arşivlerinde de önemli belge ve bilgiler bulun­ maktadır. C- BAZI RESMÎ YAYINLAR 1. TBMM Zabıt Cerideleri (1920-) 2. TBMM Gizli Celse Zabıtları (4 Cilt-1985) 3. Son Osmanlı Meclisi Mebusanı Zabıt Cerideleri. 4. Ceridei Resmiye (Resmî Gazete) (1921 -) 5. Ayın Tarihi (1923-) 7. Düstur. 8- Devlet Salnameleri (Yıllıkları) D- RESMÎ ve YEREL GAZETELER Bunların büyük bir bölümü işgal ve Millî Mücadele sırasında yayınlanmıştır. Anadolu ve İstanbul'da çıkan bu gazeteler de önemli bir araştırma kaynağı oluş­ turmaktadır.31 Bunlardan İstanbul'da çıkanlar: Alemdar, Yeni Gün, Sebiilülreşat, Tasvir-i Efkâr, Vakit, İleri, Takvimli Gazete, Teşrih, Aydede, Ahval, Peyam-ı Sabah, Li­ mit, Vahdet, Dersaadet, Yeni Şark, Sabah, Söz, İkdam, İfham, Tevhid-i Efkar, Evkat, The Orient News... Anadolu'da çıkanlar: Hakimiyet-i Milliye, Mefkûre, Köy Hocası (Ankara), İrade-i Milliye, Gaye-i Milliye (Sivas), Efe, Ahenk, Şark, Anadolu (İzmir), Öğüt, Babalık (Konya), Adana Postası, Yeni Adana (Adana), Adapazarı, Ahali (Edirne), Fırtına, Hayat, Aksiseda (Samsun), Ahrar, Mîilet (Eski­ şehir), Misak-ı Millî, Adana'ya Doğru, Erciyes (Kayseri), İstikbâl (Trabzon), İz­ mir'e Doğru (Balıkesir), Açıksöz (Kastamonu), Sada-ı Millet (Batum), Gamlı, Dertli (Bolu), Ertuğrul (Bursa), Emel (Amasya), Doğru, Albayrak (Erzurum) ve Güneş (Ordu) gazeteleridir. 31 Gazeteler ve Basın Tarihi Konusunda geniş bilgi için bakınız: Ömer Sami Çoşar, Millî Mücadele Türk Basını, İstanbul- 1964, Fuat Süreyya O rai, Türk Basın Tarihi, Ankara, 1968 İzzet Öztoprak, Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Ankara-1981. Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi E- MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNE İLİŞKİN ANILAR 1- Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, 1959: Sı­ nıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1937.. . 2- Kâzım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik. Nasıl Girdik, Nasıl İda­ re Ettik? İstanbul, 1937; İstiklal Harbînin Esasları, İstanbul, 1951, 1960; İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve ittihat Terakki Erkanı istanbui 1967. 3- Geial Bayar, Atatürk'ten Hatıralar, İstanbul, 1955. 4- Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, İstanbul, 1955. 5- Faiih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1969; Atatürk'ün Hatıraları: Anka­ ra, 1965. 6- Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Ter. İstanbul 1966, 68, 2 cilt. 7- Liman Von Sanders, Türkiye'de 5 yıl. İstanbul, 1968 8- Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, Ankara, 1966, 5 cilt. 9- Fahri Belen, Çanakkale Savaşı, İstanbul, 1953; Cihan Harbinde Türk Harbi, 1914, 1917, 1918 Yılları Hareketleri Ankara, 1964-1967, 5 cilt. 10- Rauf Orbay, Rauf Orbay'ın Hatıraları, İstanbul 1961.1963 11- Enver Paşa, Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa (Haz. Ş. Sürey­ ya Aydemir), İstanbul, 1975, 1977, 1978, 1983, 4 cilt. 12- Afet İnan Ayşe, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1959. 13- Haşan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, İstanbul, 1973, 2 cilt. 14- Fahrettin Altay, Millî Mücadele Hatıralarım, İstanbul 1959; On Yıl Sa­ vaş (1912-1922) ve sonrası, İst. 1970. 15- Halil Pasa, İttihat ve Terakki'den Cumhuriyet'e, İstanbul, .1972. 16- George Benner, , Kemal Atatürk; Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkİyesi, Ankara, 1938. 17- Marcel Suavage, Atatürk'ü Nasıl Tanıdım, Ankara, 1938. 18- Halide Edip Adıvar, Memoİrs of Halide Edip, London, 1926. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 19- H. Charles Sherîli, A Year's Embassy to Mustafa Kemal, New York, 1934 (Tere. Ahmet Ekrem, Atatürk Nezdinde Bin Yıl Elçilik, İstanbul 1955). 20- Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı İdim, İstanbul, 1973. Yukarıda sayılan kaynakların dışında birçok başvuru eseri ve sürekli yayın­ lar da İnkılâp tarihine ilişkin geniş bilgiler içermektedî4 Ancak bunlara burada yer verilmesi mümkün değildir. Bu konudaki yeteri kad^r seçilmiş eser, kitabın bibliyografya kısmında yer almaktadır. I . Bölüm BİRİNCİ BÖ LÜM I- İNKILÂP ve BENZERİ KAVRA M LAR A- İN K IL BIN TA N IM I İnkılâp kelimesi, batı dillerindeki "Revoiutİon" kelimesine karşılık olmak üzere kullanılan bir kavramdır. İnkılâp kelimesi arapça "Kalb" kökünden türe­ tilmiştir. Herhangi bîr durumdan başka bir şekle zorunlu dönüştürmeyi ve zo­ runlu değişikliği anlatmak için kullanılır. İnkılâp, köklü bir değişmeyi esas alır. Bu kavramın çeşitli tanımları yapılmıştır. Sözlüklerde İnkılâp, köklü tedbirlerle kısa sürede meydana gelen önemli değişiklik, büyük yenilik veya ayaklan­ ma sonucu iktidarı ele geçiren kimselerin toplumda anî ve derin siyasî, eko­ nomik, sosyal değişiklikler yapması sonucu ortaya çıkan tarihî olayların tümü şeklinde tanımlanmıştır. İnkılâp, öncelikle bozuk bir düzen >a da yapıyı ortadan kaldırmaya yö­ nelik, toplumun desteği ve katılımı ile meydana gelen bir harekettir. Yapıcı ve yaratıcı yönüyle de yine toplumun katılımıyla ülkede yeni bir siyasal, sosyal ve ekonomik yapının oluşturulmasıdır. İnkılâp, bir kadronun yönettiği halk hareketidir. İnkılâbı gerçekleştiren bu kadro İçinde her meslekten, her sosyal tabakadan insan bulunabilir. Zaten Atatürk, Türk İnkılâbını gerçekleştirirken, yakın silâh arkadaşlarından oluşturduğu kadro ile toplumun değişik sosyal kesimlerini kucaklayarak ve onları örgütleyerek harekete geçirmiştir. İnkılâbın toplum tarafından kabul edilmesi ve halk tarafından benim­ senerek savunulması gerekir. Bir kişiye, zümreye veya bir sınıfa dayanılarak yapılan İnkılâp, bütün toplumca benimsenmediği için, gerçek anlamda bir İnkı­ lâp sayılmaz. Ancak, daha yüksek bir yönetim idealine ulaşmak için de inkılâp gerçekleştirilebilir. İş başına gelen inkılâp kadrosu yeni, daha mükemmel ve ideal bir düzen kurmayı amaçlamalıdır. Böyle bir felsefî ve temel yaklaşımla işe girişmeyen bir hareket, meşruluk kazanamaz. İnkılâbın ileriye yönelik olma ölçüsü, dünyanın kabul ettiği gelişmişlik normlarıyla ileriye yönelik olması demektir. Zaten inkılâp, bu amaçla eski düzeni yıkar. İnkılâp üç aşamada gerçekleşir. Bu aşamalar; hazırlık, hareket ve ye­ niden düzenleme aşamalarıdır. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihî İnkılâbın hazırlık aşaması hayli zor, uzun ve kesintili bir dönem şeklinde geçebilir. Bu nedenle Fransız İnkılâbının hazırlık safhasında görev alan çoğu dü­ şünür ve yazar, bu inkılâbın eylem safhasını görememiştir. Hazırlık safhasında insanları değişiklik fikrine alıştırma gerekli olduğu gibi, mevcut düzen ta­ raftarlarına karşı da fikrî mücadele verme zorunfufuğu ortaya çıkar. Bu aşama; yeni fikri yayma amacıyla yayın yapma, fikri anlatma ve hazırlık yapma safhasından oluşur. İnkılâbın ikinci aşaması olan hareket ya da aksiyon safhasıdır. Bu aşa­ mada, direnen ve yenilikleri engellemeye çalışan gruöa karşı etkili bir darbe gerçekleştirilir. Burada zor kullanma da söz konusudurABu anî hareket, diğer şartlarla da uyum gösterir. Bu oluşum içinde inkılâpçıların bir bölümü tasfiye edilebilir. Genel olarak bunun nedenleri arasında; iktidar olma, çıkar mücadele­ leri, inkılâbın ruhundan sapma ve metot farklılıkları bulunmaktadır. İnkılâbın üçüncü safhası ise yeniden düzenleme safhasıdır. Bu aşamada inkılâbın temel fikirlerine uygun ofarak sosyal, siyasal, ekonomik ve tekno­ lojik kurumlaşma gerçekleştirilir. Burada da bazı güçlüklerle karşılaşılabilir. Söz ettiğimiz konularda yapılacak düzenlemeler, bazı grupların direnmeleri ile karşı­ laşabilir. Bu nedenle yeniden kurma aşaması uzun zaman alabilir. Sonuç olarak İnkılâp, eski sistemin yıkıntısı üzerinde yeni bir sistemin kurulmasıdır. B- BENZER KAVRAMLAR İnkılâp deyimine yakın sayılan ve bazen onunla karıştırılan birkaç kavram daha vardır. Bunların da açıklanması yerinde olacaktır. İhtilâl: Sözlüklerde bozulma, bozukluk, karışıklık, intizamsızlık anlamlarına gelen bu kelime, siyasî literatürde mevcut rejimde bir grup veya gruplar tarafın­ dan oluşturulan şiddete dayalı, kapsamlı bir toplum hareketini İfade etmek için kullanılır. Bu hareket, İnkılâbın ikinci safhası olan aksiyon safhasını oluştura­ bileceği gibi, sonuçsuz bir ayaklanma olarak da kalabilir. İhtilâl ve İnkılâp kav­ ramları birbirinden farklı kavramlardır. İsyan: Toplum içerisinde bir grubun devlet otoritesine karşı çeşitli neden­ lerle başkaldırmasıdır. Genellikle isyanlar, huzursuzluğu meydana çıkaran ne­ denler ortadan kaldırıldığında sona ererler. Bu nedenler ortadan kaldırılmadığı takdirde daha büyük sosyal huzursuzluklara ve çalkantılara öncülük edebilirler. Hükümet Darbesi: Bir ülkede iş başında bulunan hükümetin zor kullanıla­ rak değiştirilmesi hareketidir. Yani, Devletin emri altındaki güçlerden birinin isyan I . Bölüm ederek mevcut hükümeti devirip iktidarı ele geçirmesi olayıdır. Hükümet darbeleri devletin disiplinli ve bilinçli bir kuvvetinin eseri olursa ülkede asayiş saklı kalır ve devlet hayatı kısa zamanda yoluna girebilir. Hükümet darbeleri iktidarı değiştirmeyi hedefler. Onun için darbeciler toplumdaki sosyal ve ekonomik yapıyla ilgilenmezler. Reform: Toplum hayatında devlet eliyle daha iyiye ve daha güzele doğru gitmek için yapılan değişikliklere reform denir. Başka bir deyişle, toplum haya­ tında belirli alanlarda yapılan yenilik ve düzenlemelerdir. Bu hareketteki asıl amaç, toplum düzenine ve kurumlara yeni bir şekil verme ve toplumun ihtiyaç­ larını daha ileri bir görüşle çözümlemektir. Reform hareketleri, mevcut yasalara uygun biçimde gerçekleştirilir, yavaş seyreder, zorlayıcı değildir. Reform kelimesi ile ıslahat kelimesi aynı anlamda kullanılmaktadır. Evrim (Tekamül): Basamak basamak aşamalarla, uzun bir süre içinde meydana gelen değişmeler zinciridir. Evrim, olgunlaşma hareketi, bir başka deyişle yavaş yavaş açılma ve şekil almadır. Batılılaşma: Islahat hareketleriyle birlikte başlayan Osmanlı Devleti'ndeki Batılılaşma süreci "muasırlaşmak ve asrîlik" gibi kelimelerle ifade edilmiştir. An­ cak aydınlar ve halk arasında Batılılaşma, genellikle yanlış değerlendirilmiş ve eksik algılanmıştır. "Asrîlik" ve "Çağdaşlaşma" deyimleri ile ifadesini bulan batı­ lılaşma, çoğu kez bir moda veya yaşam biçimi şeklinde biçimsel değerlerle karış­ tırılmıştır. Halbuki batılılaşma, esas olarak önce bilimsel ve teknolojik anlam­ da bir değer taşır. II- ATATÜRK'ÜN İNKILÂP HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ ve İNKILÂBINI DEĞERLENDİRMESİ Atatürk'e göre İnkılâp; "1- Mevcut Müesseseleri zorla değiştirmek de­ mektir. 2- Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış müesseseleri yıkarak, bunların yerine milletin en yüksek medenî icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymuş olmaktır". Atatürk Türk İnkılâbının amacını; "Yapmakta olduğumuz ve yaptığımız inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun bütün anlam ve biçimi ile medenî bir toplum hâline ulaştırmaktır" diyerek, inkılâpların temelinde yatan düşünceyi veciz bir şekilde belirtmiştir. Atatürk 1925 yılında Türk İnkılâbını tanımlarken şu şekilde bir de­ ğerlendirme yapmıştır: “ Türk İnkılâbı ihtilâlden daha geniş bir değişmedir. Devletimizin şekli eski şekillerden büyük ölçüde farklıdır. Milletin varlığını devam ettirmesi için fertleri arasında düşündüğü ortak bağ değişmiş, millet A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi vatandaşlık bağı olarak Türk milliyeti bağlarıyla bağlanmayı benimsemiştir” Atatürk'ün bu açıklamalarından ve diğer konuşmalarındaki görüşlerinden hare­ ket ederek, onun Türk inkılâbından beklentilerini aşağıdaki maddeler halinde belirtebiliriz: 1- Yeni ve modern Türk Devleti’nin kurulması, 2- Yeni Türk Devleti'nin kanun ve teşkilâtının |ünya ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi. 3- Türk insanının vatandaş olarak milliyet sı. e birbirine bağlanma- \ 4- Batı medeniyetini meydana getiren değerlere bağlanılması. 5- Bilimin hayat için tek yol gösterici ve rehber olarak kabul edilmesi. III- FRANSIZ İHTİLÂLİ ve DÜNYADAKİ ETKİLERİ Avrupa'da Ortaçağ'ın kapanmasından sonra, Rönesans ve Reform hare­ ketleri toplum düşüncesinde büyük değişikliklere neden olmuş ve XVIII Yüzyılda Aydınlanma Çağı adını alan bir dönem başlamıştır. Yine aynı yüzyılda Ameri­ ka'da İngiliz kolonilerinin İngiltere'ye karşı ayaklanması ve bağımsızlıklarını elde etmesi, Aydınlanma Çağıyla birlikte Fransız İhtilâline etki yapan önemli faktör­ lerdir. Ortaçağdan beri egemenliğini sürdüren skolastik düşünce, artık XVIII Yüz­ yılda geçerliliğini yitirmiş akıl, her sorunun çözüm çaresi olarak ortaya çıkmış ve akıl, bilim ve gelişme, aydınlanma çağının anahtar kelimeleri olarak ön plâna çıkmıştır.32 Akılcılık, siyasal alanda da etkinliğini göstermiştir. İnsanları dar kalıplardaki düşünce sisteminden çıkaran akılcılık, insanları serbest düşünme ve inceleme yöntemine götürmüş ve buradan da hürriyet fikrine ulaştırmıştır. Gelişen özgür­ lükçülük fikri de, mevcut mutlakiyetçi düzenin karşısında gelişerek yayılmıştır.33 Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını kazanması, Fransa üzerinde olumlu ve olumsuz etkiler yaratmıştır. Amerikan bağımsızlık demecinde tarihte ilk defa, insanların doğuştan bazı temel haklara sahip oldukları belirtilmiştir. Ya­ şama hakkı, özgürlük ve kişinin mutluluğunu sağlamanın devlet görevi olduğu 32 Fahir Armaoğlu, Siyasî Tarih (1789-1970), Ankara, 1975, s.2 33 Armaoğlu, Siyasî Tarih. S.2 I . Bölüm açıklanmıştır. Ayrıca Amerikan bağımsızlık savaşına bazı Fransızların da katılmış olması, bu yeni düşünceleri Fransa'ya taşımıştır.34 Fransız İhtilâline etki eden Aydınlanma Çağı ve Amerika Birleşik Devletleri'nın ortaya çıkışı gibi Önemli dış nedenlerin yanında, Fransız İhtilâlini etkileyen ve ona sebep oluşturan iç durum da önemli bir etkendir. Fransa'da mevcut olan siyasî, sosyal ve ekonomik koşullar, ihtilâl için uygun ortamı hazırlamıştır denile­ bilir. XVIII. Yüzyıl Fransa'sının genel durumuna bakılacak olursa şöyle bir du­ rumla karşılaşılır; Fransız Kralı ülkeye mutlak oiarak egemendi. Fransız halkı, kral ve onun hükümetine mutlak şekilde itaat ederdi. Nitekim bütün yetkileri ellerinde topla­ yan ve devlet kurumlarını dilediği gibi yöneten kral XIV Louis, "devlet benim" demiştir. Versay Sarayı’nda lüks bir hayat geçiren Fransa kralı XV Louis döne­ minde lüks ve israf daha da artmış, halk çok yoksul bir duruma düşmüştür. De­ rebeylik döneminden daha kötü bir duruma düşen halkın, kraiia arası İyice açıl­ mış ve halk kraldan nefret eder duruma gelmiştir.35 Fransız İhtilâlini hazırlayan yukarıdaki etkenlerin yanında, Fransız filozofla­ rının da büyük etkisi olduğu bilinmektedir. XVIII. Yüzyılda, Fransa'da halka yön verebilecek birçok düşünür ortaya çıkmıştır. Bunların başında yer alan Monstesquieu, Voltaire, JJ. Rousseau ve Diderot kişi özgürlüğünü ve demokrasiyi savunmuşlardır.36 Montesquie (1639-1755), ülkesinde İngiltere gibi Anayasalı bir Monarşi yönetiminin kurulmasını savunuyordu. Güçler ayrılığı prensibini savunan bu düşünür, devlet hayatında hükümet yetkisinin yasama, yürütme ve yargı organ­ ları arasında bölünmesini istemiştir. 1747'de yayınlanan "Kanunların Rolü Üze­ rine" adlı eserinde Fransa’nın sosyal durumunu eleştirmiş, siyasî ve dinî kurum­ lara çatarak mutiakiyet rejimini sarsmaya çalışmıştır.37 Voltaire (1694-1778), Düşünce ve vicdan özgürlüğünü savunmuş, eser­ lerinde kilise ve mevcut kurumlan eleştirerek krallığın tanrısal haklara dayanma­ dığını göstermeye ve bu gücü yıkmaya çalışmıştır. 34 35 36 37 Rıfat Uçaroi, Siyasî Tarih, İstanbul, 1985, s. 13. Uçaraf, a.g.e. s. 10 Oral San d er, Siyasî Tarih, Ankara, 198 s. v. d. Coşkun Uçok, SiyasîTarih, Ankara, 1975. S. 18-19. A tatürk İlk e le ri ve Türk Inktîâp Tarihi Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), "Toplumsal Sözleşme" adlı ünlü eserinde, devletî toplumsal bir sözleşme alarak görmüş ve kişiler arasında eşit­ liği savunmuştur. Diderot (1713-1784), devrinin bir çok Fransız düşünürünün makaleler yazdığı bir ansiklopedi çıkarmış ve halkı, siyasî, sosyal; ve düşünce yönünden et­ kilemeye çalışmıştır.38 Fransız İhtilâlî öncesinde Fransa'da Ortaçağın bilfoen toplumsal eşitsizliği devam ediyordu. Buna göre halk, ayrıcalıklı sınıflara bölünmüştü. Soylular ve Rahipler (papazlar) ayrıcalıklı bîr sınıf oluştururken, Burjuva ve Köylüler de ayrı sınıflar hâlinde yaşarlardı. Soylular, nüfusun % 2'sini oluştururken ülke topraklarının %25'ine sahip durumdaydıfar. Vergiden muaftılar. Çalıştırdıkları halka çok az ücret ödüyorlardı. Rahipler sınıfı nüfusun % Tini oluşturuyorlardı. Ülke topraklarının % İ0 ki­ liselerin elindeydi. Bunlar da vergi ödemiyorlardı. Halk; nüfusun % 97'sini oluşturuyordu. Vergilerin hepsi bunlardan tahsil edilirdi. Bunlardan "Burjuva" deyimiyle isimlendirilen şehirliler, ticaret, sanayi v.b işlerle uğraşırdı. 17. ve 18. Yüzyılda güçlenen bu sınıf, Fransa'nın geleceği üzerinde etkili bir duruma gelmişti. Ne varki bu sınıf vergi ödediği hâlde, siyasî haklardan yoksundu. Zamanla güçlenen bu sınıf, soylularla aralarındaki farkın kalkması için eşitliğin sağlanmasını istemiştir. Köylüler nüfusun en kalabalık bölümünü meydana getirirler, ancak toprak­ ların % 20'si kadarına sahiptiler. Her türlü vergi ve ülkenin bütün yükü bunların üzerindeydi. Fransız İhtilâli öncesinde uzun süren savaşlar ve israf, devletin malî ve ekonomlk durumunu iyice bozmuştu. Ayrıcalıklı statüye sahip olan ve geçimini topraktan sağlayan sınıfın aleyhine zenginlik, Burjuva sınıfının eline geçmişti. Bunun üzerine bozulan ekonomik dengede ezilen köylü sınıfı, artık hak arama­ ya, ayrıcalıklı asil ve rahiplere karşı başkaldırmaya başlamıştı. İhtilâlin başlaması: Fransa'da ihtilâl ortamı, belirtilen nedenlerle hazırlan­ mış ve XVIII. Yüzyılda olgunlaşmış bulunmaktaydı. İhtilâl, ülkenin malî yönden iflasa sürüklenmiş olması nedeniyle bu duruma çözüm yolu bulunması için Etats Généraux (Etaje noro) nun toplanması ile başlamıştır. 38 Uçaroî, a.g.e. s. 11 I . Bölüm XVI. Louis, 1774 yılında tahta oturmuştu ki bu sırada Fransa'nın malî du­ rumu çok bozuk ve vergiler ağırdı. Halk bu durumdan hoşnut değildi. Ancak kral, mevcut sorunu çözebilecek yetenekte biri değildi. Kral çaresizliğin sonucu olarak, malî bunalıma çözüm bulabilmek umuduyla 1614 yılından beri toplan­ mamış olan ve toplumun her sınıfının temsilcilerinden oluşan meclisi toplantıya çağırdı. Mecliste üç sınıf temsil edilmekteydi. Bunlar; soylular, papazlar ve burju­ valardı. Her sınıfın farklı istekleri vardı. Ancak çıkarları birbirine yakın olan pa­ pazlar ve soylular, mecliste çoğunluğa sahiptiler. 5 Mayıs 1789 günü Etajenoro Meclisi XVI. Louis’in çağrısı üzerine toplandı. Açılış konuşmasını kral yaptı ve ülkenin malî sorunlarına değindi. Ancak yapılması gereken reformlardan söz etmedi. Bu da mecliste tepki İle karşılandı ve ardından oy verme şekli tartışılmaya başlandı. Papaz ve soylular eski kurala göre ve sınıf esasına göre oy verilmesini istediler. Halk temsilcileri ise, kişisel oy sistemini savundular. Altı hafta süren tartış­ malardan olumlu bir sonuç alınamadı. Bu nedenle 17 Haziran 1789 günü üçün­ cü sınıfı oluşturan halkın temsilcileri, ülke insanının %96'sını temsil ettiklerini ileri sürerek, kendilerini "Millî Meclis" ilân ettiler. Halk adına egemenliği ellerine aldıklarını açıklayarak, kararları olmadıkça halktan vergi toplanamayacağını bil­ dirdiler. Ayrıcalıklı sınıflara mensup olanları (papazlar ve soyluları) da kendilerine katılmaya çağırdılar. Ancak bundan olumlu bir sonuç alamadılar. Kral bu mecli­ sin çalışmalarını engellemek üzere Versay Sarayı'nın toplantı salonunu ka­ pattırdı. Bu durum, halk temsilcilerini birbirine daha sıkı bağladı ve 20 Haziran 1789 günü toplanarak, bir anayasa yapıncaya kadar dağılmamaya yemin edildi. Böylece ihtilâl başlamıştı. Mecliste ihtilâlci bir çehre oluştu. Başkanlığına Bailly'in getirildiği Millî Meclise, durumlarından memnun olmayan soylu ve ra­ hiplerden de katılanlar oldu. Bunun üzerine kral, durumu kabullenmek ve diğer papaz ve soylu temsilcilerini de meclis çalışmalarına katmak zorunda kaldı. 9 Temmuz 1789 Mîllî Meclis biryandan Anayasayı hazırlarken diğer taraftan da kendisini "Kurucu Meclîs" olarak ilân etti.39 Kurucu Meclis'in oluşması soyluları ve rahipleri korkuttu. Halk, 14 Tem­ muz 1789'da mutlakıyetin sembolü olan Bastil Hapishanesini basarak yaktı. Pa­ ris'te şehir yönetimi de ele geçirildi. Taşrada da aynı hareketler meydan geldi ve şehirlerde belediye yönetimi ve halk meclisi oluşturuldu. Böylece ülkede, yeni 39 Uçarol, a.g.e., s. 13-14-15. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi bir yönetim şekli oluşuyordu. Kralın gücü azalırken soylu ve rahipler ülkeden kaçmaya başladı. Kurucu Meclîs, bazı temel kararlar aldı, e una gore; rransa aa derebeylik sistemi kaldırıldı. Papazlar ve Soylular, feodal haklarından ve aldıkları vergiler­ den kendi istekleriyle vazgeçeceklerdi. Herkesten eşit vergi alınacak, memuri­ yetler herkese eşit olarak açık bulunacaktı. Böyiece eşitsizliğe dayanan eski sis­ tem yıkılarak yerine, eşitliğe dayanan yeni bir toplum düzeninin temel esasları belirlenmiş oldu. \ Ayrıca Kurucu Meclis 28 Ağustos 1789'da kabul vedian ettiği "İnsan ve Vatandaş Haklan Bildirgesinde, yurttaşların özgür, eşit, temel hak ve hür­ riyetleri eşit olarak doğdukları ve öyle yaşamaları gerektiği ile egemenlik hakkının millete ait olduğu belirtildi. Böyiece Fransa'da mutlak monarşi sona ermiş, meşrutî monarşi devri başlamıştı. Ancak çok geçmeden Konvasyon Meclisi 1792 yılında Krallığı da kaldırmış ve Cumhuriyet ilân etmiştir. Ardından kral idam edilmiştir. Görüldüğü gibi Fransız ihtilâli, eşitlik ilkesini getirmiştir. Eşitlik, Fransız İhti­ lâlinin parolası olmuş ve kanun önünde herkesin eşit sayılması ilkesi benimsen­ miştir. Bunun yanında özgürlük ve adalet ilkeleriyle birlikte milliyetçilik ve mili; hakimiyet ilkeleri de gelişmişti. Fransız İhtilâlinin sınıf imtiyazlarını kaldırdığı ve asalet unvanlarına da son verdiğini görüyoruz. Fransız İhtilâlinin bu özelliği ve savunduğu fikirler, diğer ülkelere de yayılmış ve bu hareketin ektiği tohumlar milletler arasında yeşererek gelişmiştir. Fransız İhtilâli "İnsanlara Özgürlük, Milletlere Bağımsızlık" parolasıyla da milliyetçilik akımının yanında, millet egemenliğine yönelmiştir. "Hakimiyet milletindir" ilkesi, "Bütün iktidarlar milletten doğar" ve "Yasalardan daha üstün bir otorite yoktur, krallar ancak yasalarla hükmederler" şeklindeki il­ keler, mutlakiyet düşüncesi yerine, millet iradesini ve kanun hakimiyetini esas almıştır. Fransız İhtilâli, önce Fransa'da başlayan ve daha sonra da bütün dünyaya yayılan yeni bir devlet rejiminin doğmasına yol açmıştır. Bugün adına demokrasi dediğimiz bu rejim, halkın kendi kendini idare etmesi, devlet ve memleket işlerine karışması ve yönetimde söz sahibi olması demektir. Bu ihtilâlden önce bilinmeyen birtakım düşünce ve prensipler, Fransız İhtilâli ile dünya kamu oyuna sunulmuş­ tur. Bu yeni kavramların yanında yayınlanan 17 maddelik "Fransız İnsan ve Va­ tandaş Hakları Bildirisi" ile kişilerin sahip olacakları doğal haklar tesbit edilmiştir. I . Bölüm Fransız İhtilâli, millet egemenliğini esas aldığı için, doğal olarak Osman!ı Devleti'nin zayıflaması ve parçalanmasına da etkiler yapmıştır. Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan etnik unsurlar, dış güçlerin de etkileriyle bağımsızlık müca­ delelerine girişmiş ve Osmanlı Devleti'nden kopmuşlardır. I I . Bölüm İKİNCİ B Ö L Ü M I- OSMANLI DEVLET YAPISI Teşkilâtlanmada üstün bir yeteneğe sahip olan Türk Milleti, tarih boyunca sayısız devletler kurarak, çeşitli iklim ve sahalarda varlığını sürdürmüştür. Dinamik yapısıyla 1071 yılında Anadolu'yu fetheden Selçuklu Türkleri, kısa sürede burada hâkimiyetlerini kurmuş, meydana getirmiş oldukları kurum ve kuruluşlarıyla Ana­ dolu'ya damgalarını vurmuşlardır. Malazgirt Savaşı'ndan kısa bir süre sonra, Bİzansı kurtarmak ve Türkleri Anadolu'dan atmak için AvrupalIlar, Haçlı seferle­ rine girişmiş ancak, bunda başarılı olamamışlardır. Ne var ki, Haçlıların yapamadı­ ğını 1243 yılında KÖsedağ Savaşı'yla Moğoliar gerçekleştirmiş ve Anadolu'da Türk birliği bozulmuştur. Birliğin parçalanmasıyla Anadolu'da Beylikler Devri başlamış ve Kayı boyundan gelen Ertuğrul oğlu Osman Gazi, Söğüt'te Osmanlı Beyfiği'ni kurmuştur. Bu beyliğin yanında Anadolu'da; Karesi, Karaman, Saruhanlı, Artuklu, Germiyanoğlu, Candaroğiu, Hamidoğlu, Menteşeli vb. bir çok Türk Beyliği de mevcuttu.40 Bu beyliklerin içinde en güçsüz görünen ve bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği, Osman Bey'in önderliğinde kısa sürede gelişmiş ve daha sonra gelen beyler döneminde de gelişmesini sürdürerek, Selçuklu Devietî'nin mirasına konmuştur. 1453'de İstanbul'u ele geçiren Osmanlı Devleti, Rumeli ve Anado­ lu'da fetihler yaparak, büyük bir devlet hâline gelmiştir. Önce diğerleri gibi Selçuklu Devleti'ne bağlı olarak kurulan ve küçük bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişerek Osmanlı Devleti'ni meyda­ na getirmiştir. Osmanlı Devieti'nİn hızla gelişmesi; disiplinli ve esasiı bir askerî teşkilâta sahip olması, İdarî mekanizmasının sağlıklı işleyişi, halka adil davranılması ve müslüman olmayan toplumların inançlarına duyulan saygı ve gösterilen engin hoş görü sayesinde mümkün olmuştur. Devletin kısa sürede büyüyüp ge­ lişmesi, tesadüfen veya maceracı bir tavırla olmamıştır. Devlet disiplini ve anlayı­ şı içinde uygulanan bilinçli bir politikayla küçük bir beylik, Büyük bir Devlet şek­ line dönüşmüştür.41 Toprak düzeni, Askerlik teşkilâtı, vakıfların İşleyişi, birçok merkezlerde ku­ rulmuş bulunan sosyal ve bilimsel kuruluşlar, devlet teşkilâtının temellerini oluş­ turmuştur. Türklerin kurduğu büyük devletlerden birisi olan Osmanlı Devleti, Bizans'ın ve beyliklerin aleyhine 14. Yüzyılda hızla gelişmiş, bundan sonraki iki 40 Geniş bilgi için bkz; Türk Dünyası El Kitabı, (I. Cilt) T.K.A. E Yay. Ankara, 1973. 41 M. Fıtad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu'nım Kuruluşu, Başnıır Matbaası, Ankara- 1972. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp T arihi asırda en parlak devrini yaşamış ve geniş topraklara sahip olmuştur. Osmanlı Devleti bu yapısıyla üç kıta üzerine yayılarak, doğal sınırlarına ulaşmış ve çağının süper gücü haline gelmiştir. 17. Yüzyılda duraklama ve 18. Yüzyıl­ da gerileme dönemlerine giren Osmanlı Devleti, son iki yüzyılda yükselme döneminin sağladığı kazançlarla yaşamış ve varlığını sürdürebilmiştir. Devletin resmî belgelerinde Devlet topraklarına İslâm Memleketleri, Sulta­ nına İslâm Padişahı, askerlerine de İslâm Askerleri denilmiştir. Osmanlı Devleti'nin başında bulunan Hükümdar; Han, Hünkâr, Hakan, Padişah, Sultan ve Halife gibi unvanlarla anılırdı. Teorik olarak devlet, hanedanın ortak malı sa­ yılırdı. Ancak hükümdar icraatını gerçekleştirirken örfe, teamüle ve Türk devlet geleneği ilkelerine bağlı kalmak zorundaydı. Padişahın Osmanoğulları soyun­ dan gelmesi şarttı. Padişah sadece Osmanlı Devieti'nin padişahı değil, bütün dünyanın padişahı kabul edilmiş ve kendisine "Padişahı Cihan" denilmiştir.42 Hükümdarın baş yardımcısı baş vezir, (veziri azam) ya da sadrazam idi. Baş vezir padişahın genel vekili ve devlet İşlerinden sorumluydu, diğer vezirler kendisinden sonra gelirdi. Dinî bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti'nde, genel hatlarıyla uygulanan hukuk, İslâm hukuku olmuştur, Türk-İslâm Devleti oian Osmanlı Devleti'nde Özel hukuk ve Kamu hukuku alanında da İslâm hu­ kuku uygulanmıştır. Ancak uygulamada İslâm hukukunun yanında, ona uydu­ rulmaya çalışılan Türk kamu hukuku da yer almıştır. Ülkenin yönetimi "Divan" adı verilen ve hükümdara yardımcı olan bakan­ lar kurulu niteliğindeki bir kurulda ele alınırdı. "Divanı Humayun" adı verilen bu kurul devletin siyasî, Askerî, İdarî ve Malî işlerini görüşür, inceler ve kararlaş­ tırırdı. Padişah, sonsuz yetkiye sahipti. Bu nedenle divan kararlarına ve diğer kararlara uyup uymamakta serbestti. Osmanlı Devieti'nin taşradaki İdarî teşkilatı, Osmanlı Devleti'ne özgü bir toprak düzenine dayanmakta idi. Osmanlı Devleti İdarî teşkilât yönünden eya­ letlere ayrılmıştı. Eyaletlerin başında "Beylerbeyi" bulunurdu. Son yüzyıllarda vilayetler oluşturulmuştu. Bunlardan daha küçük birim olan (liva) sancaklar bu­ lunmaktaydı. Sancaklar kazalara bölünmüştü. Sancaklarda sancak beyleri, İdarî, askerî ve güvenlikle ilgili işlere bakarlardı. Burada güvenliği sağlamak subaşıfarına düşerdi. Kadılar ise hakimlik görevi yaparlardı. 42 Geniş bilgi için bkz. İslâm Ansiklopedisi "Padişah" Maddesi. I I . Bölüm Osmanlı Devîeti'nde toprak düzeni; mirî arazi, müİk arazi ve vakıf ara­ zi şeklinde kurulmuştu. Mirî arazi denilen devlet toprakları, büyüklüklerine göre; has, zeamet ve timar şeklinde üç kısma bölünürdü. Toprakların mül­ kiyeti devlete aitti. Osmanlı Devleti'nin vatandaşları, Has, Zeamet ve Tımar denilen bu arazileri ekip biçerler, buna karşılık belirli bir vergi öderlerdi. Tımar sahipleri kendi tımarlarında asayişi sağlamakla da görevliydiler Aynı zamanda bu kişiler, tımarlı sipahisi adıyla askerler yetiştirmek, beslemek ve bunları silâh­ landırmakla görevliydiler."3 Osmanlı Devîeti'nde yükselme döneminde sağlıklı eğitim ve öğretim faaliyetleri vardı. Temeli Selçuklu medreselerine dayanan bu öğretim kuruluş­ larında dinî bilimlerin yanında matematik, tıp, fizik ve astronomi gibi pozitif bilimler de okutulurdu. II- O SM A N L I DEVLETİ'NİN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ 1683 yılından sonra, Orta Avrupa'ya kadar genişlemiş bulunan Osmanlı Devleti, zayıflamaya başlamış ve uğradığı askerî yenilgiler karşısında çareler arama İhtiyacını duyarak, bu amaçla bazı yenilik hareketlerine yönelmiştir. Öncelikle as­ kerî alanda başlatılan yenilik hareketlerinin, Tanzimatla beraber diğer sahalara da kaydırılmasına rağmen, devlet, içine düştüğü zor durumdan kurtarılamamış ve yapılan yenilik hareketleri sonuçsuz kalmıştır.44 Osmanlı Devleti'nin geriieyiş ve çöküş nedenleri çeşitlidir. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında daha da belirgin bir hâl almış bulunan çöküşünün iç ve dış nedenleri şu şekilde sıralanabilir. A- DIŞ NEDENLER Üç kıt'aya yayılan Osmanlı Devleti, toprak büyüklüğü bakımından bir hayli genişlemiş ve o çağda idare edilebilecek en geniş doğal sınırlara ulaşmıştı. Bu durum, devleti güçlü rakiplerle karşı karşıya getirmiş ve ister istemez devlet, bu rakiplerin baskı politikalarıyla karşılaşmıştır. Özellikle Fransız İhtilâlinin dünyaya yaydığı yeni düşünceler; "insanlara Özgürlük-milletlere bağımsızlık" ilkesi, milletlerin kendi geleceğini tayin etme hakkı (Self Determinasyon) ve milliyetçilik akımı, Osmanlı Devleti'nin öncelik­ le Müslüman olmayan halkını harekete geçirmiş ve bu halkların siyasî ba­ ğımsızlıklarını elde etmelerim teşvik etmiştir. Özellikle Balkanlarda yaşayan ve A3 Geniş bilgi için bakınız; Yusuf Haliaçoğiu, Osmanlı Devleti XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseyi ve Aşiretlerin Yerleşmesi, Ankara, 1991. Laszîo Ra sonyı; Tarihte Türklük, T.K.A.E.Yay. Ankara-1971, s.236 v.d. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Hristiyan olan bu azınlıklar, dış güçlerin tahrikleriyle harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne karşı isyan etmişlerdir. Onların bu isyanları, devleti çok güç du­ rumlara sokmuştur. Buna örnek olarak; Bulgar isyanı, Sırp isyanı ve Mora isyanı gösterilebilir. Avrupa'da Rönesans ve Reform hareketleri, Aydınlanma çağı ile yeni ufuklar açmış, teknik bilimlerdeki ilerlemeler, teknik keşifler ve yeni kı­ taların bulunuşu batıyı maddî ve manevî alanda yükseltmiş, Avrupa devletleri siyasî ve fikrî alanlarda önemli gelişmeler göstermiş, Ortaçağ'daki derebeylik sistemi yıkılarak güçlü krallıklar kurulmuştur. Bu gelişme ve değişiklikler, Os­ manlI DevJeti'nin aleyhine oimuştur.45 Dış etkiler bakımından en önemli faktörlerden bir diğeri de, Rusya'nın Osmanlı Devleti aleyhindeki idealleri ve izlediği emperyalist politikadır. Sı­ cak denizlere inmek ve boğazları ele geçirmek isteyen Rus çarları, Osmanlı Dev(eti'ni parçalamak ve yıkmak için çalışmalar yapıyorlardı. Özellikle önceleri Or­ todoksluk düşüncesiyle hareket eden Bizans'a din ve kültür bağlarıyla bağlı olan Rusya, Doğu Roma'yı yeniden kurmak ve onun mirasına konmak isteğindeydi. İşte bu düşüncelerle Büyük Petro zamanına kadar Rusya boğazları ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek istiyordu. Rusya'nın bu politikası, Osmanlı Devieti'ni olumsuz yönde etkilemiş ve aşağı yukarı her on yılda bir tekrarlanan OsmanlıRus savaşları, Osmanlı Devleti'nde yapılan yenilikleri olumsuz yönde etkileyip, sonuçsuz bıraktığı gibi, ekonomik yönden de büyük kayıplara yol açmıştır. B- İÇ NEDENLER Osmanlı Devleti'nin siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan geri kalması, dev­ letin İdarî teşkilâtında görülen aksaklıklar ve modern hayatın gereklerine uyul­ maması, devleti içinden zayıflatmıştır. Çıkan iç isyanlar da devletin içinde bu­ lunduğu durumu daha da ağırlaştırmıştır. Eğitim ve Öğretim faaliyetleri çağın gereklerine göre değildi. Medrese­ lerde, Selçuklular ve yükselme döneminde okutulan pozitif bilimler okutulmaz olmuş, sadece dinî bilimler okutulmaya başlanmıştı. Bu nedenle herhangi bir bilimsel gelişme söz konusu olmamıştır. Osmanlı Devleti, nüfus yapısının gereği olarak karışık kültürlerin etki­ sinde olan bir devletti. En güçlü olduğu zamanlarda bile kendi kültürlerini ko­ ruyan, bağımsızlığa sahip, çeşitli dinlerden olan milletler, devletin içinde yer alı­ yorlardı. (Arnavut, Rum, Sılav, Sırp, Bulgar, Romen, Macar, Ermeni, Arap vb). 45 Rasonyi; A, g. e, S. 236 v.d. I I . Bölüm Fransız İhtilâlinin etkileriyle önce müslüman olmayan unsurlar devletten ayrılmak istemiş ve çıkan isyanlarla devlet zor durumda kalmıştır. Daha sonraları müslüman olan Arapfar da dış etkilerle ayaklanmış ve devlet bu nedenlerle zayıflamıştır.46 Duraklama ve gerileme dönemlerinde devletin başına geçen padişahlar genellikle yeteneksiz kişilerdi. Bilgisizlikleri nedeniyle (bir kaçı hariç) çevreleri tarafından kullanılmış, saray kadınları ve saray memurları bu devrin padişahlarını yönlendirmişlerdir. Bu durum, kadınlar saltanatının, rüşvetin ve yolsuzlukların yayılmasına yol açmıştır. Yeniçeriler, kuruluş döneminin aksine disiplinsiz davranışlara girmiş ve emirlere uymamaya başlamışlardır. Sadece maaşlarını ve tahta çıkan padişahla­ rın vereceği cülus bahşişini düşünmekten başka bir iş yapmaz olmuşlardır. Onla­ rın bu disiplinsizliği, devlet İçin önemli bir sorun oluşturmuş ve devleti zayıflatan önemli etkenlerden biri olmuştur. Anadolu'da çıkan iç isyanlar, (Celali isyanları) ve bu isyanların bastırılma­ sı çabaları, devleti yıpratmış ve otoritenin zayıflamasına yol açmıştır. Tımar sisteminin bozulması, hem vergilerin gereği gibi toplanamamasına, hem de askerî yönden devletin güçsüz duruma düşmesine yol açmıştır. Devletin çöküş nedenlerinden en önemlisi de, içine düştüğü ekonomik ve malî durumdur. Ekonomide ilkel metodların kullanılması, bilim ve teknoloji­ den faydalanılmaması, yabancılara tanınan ticarî imtiyazlar ve uğranılan yenilgi­ ler, devleti büyük ekonomik ve malî bunalımlara sürüklemiştir. Kapitülasyonlar yolu ile yabancı mallarının yurda serbestçe sokulması, sanayinin gelişmesini ön­ lemiş ve devleti dışa bağımlı hâle getirmiştir. Fransız İhtilâlinden sonra, Avrupa devletleri, yeni buluşlardan faydalanarak sanayi ve ticaretlerini geliştirmişler, hem ekonomi, hem de askerî yönden güç­ lenmişlerdir. Buna karşılık Osmanlı Devleti, yenileşme çabalarına rağmen başarılı olamamıştır. lil- O SM A N L I DEVLETİMDE YENİLEŞME HAREKETLERİ Osmanlı Devieti'nde yenileşme hareketlerinin başlayışı ile ilgili çeşitli dü­ şünceler ortaya atılmıştır. Kimi tarihçiye göre; değişimin başlangıcı olarak Tan­ zimat gösterilirken, bazılarına göre ise başlangıç dönemi Lale Devri'dir. Lale 4S Geniş Bilgi İçin Bkz. Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti'ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi, S.B.F. Yay, Ankara-1982. 43 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Devri, (1718-1730) ile bu dönemin başladığı görüşü daha çok taraftar toplamış­ tır. Osmanlı Devîeti'nde çöküşü durdurmak ve devleti yeniden eski gücüne ka­ vuşturmak için yapılan çalışmaları, iki ana grupta incelemek mümkündür: a- Gelenekçi zihniyetle yapılan yenilikler. b- Batıyı örnek alarak yapılan yenilikler. A- GELENEKÇİ ZİHNİYETLE YAPILAN YENİLİKLER Bunlara göre Osmanlı Devleti, yükseliş döneminde, devletin güçsüzlüğünü yenecek ve halkın refahını sağlayacak kanunlara ve devlet adamalarına sahipti. Kanunların zamanla yetersiz kalması ve ordunun bozulması sonucunda devlet, bütün kuruluşlarıyla gerilemeye doğru gitmiş ve bunun sonucu olarak da diğer Avrupa devletleriyle boy ölçüşemez duruma düşmüştü. Bunlara göre, kanunlar yükseliş dönemindeki işlevine kavuşturulursa, devlet eski gücüne erişecek ve halk da refah içinde yaşayışını sürdürecekti.47 Bu düşünce sahiplerinin her re­ formdaki ilk işleri askerî sistemi düzeltmekti. Batı tarzında reform yapmak iste­ yenlerle bu konuda aynı düşünceyi paylaşıyorlardı. II. Osman (1618-1622), IV, Murat (1623-1640) ve Köprülüler devri reformları, bu tip reformların ör­ neklerindendir. B- BATIYI ÖRNEK ALARAK YAPILAN YENİLİKLER a) Lale Devri 1718-1730 yılları arasındaki dönem, Tarihçi Ahmet Refik Altınay tarafın­ dan "Lale Devri" olarak İsimlendirilmiştir. Bu devir, araştırmacılar tarafından farklı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Genel olarak zevk ve eğlencenin ön plânda tutulduğu bir dönem olarak düşünülmesine rağmen, edebiyat ve sanatta ilerlemeler görüldüğü gibi bazı yeniliklerin başlatılması bakımından da Lale Devri önemli bir geçiş devri olarak görülmelidir. Lale Devri'nde yapılan yenilikleri şu şekilde sıralamak mürhkündür. Zamanın bilim adamları arasından seçilen üyelerle bir tercüme heyeti ku­ rulmuş ve İstanbul'da beş kütüphane yapılmıştır. Avrupa'yı daha iyi tanımak maksadıyla Paris ve Viyana'ya elçiler gönderilmiştir. 1720 tarihinde Fransa'ya gönderilen elçi Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin dönüşünde padişaha sunduğu ra­ porda, Fransa'nın sosyal ve siyasal hayatından bahsetmesi ve bunu ilgi çekici bir 47 Gelenekçi zihniyetle yapılacak reformlara İlişkin önemli Örnek ve tavsiyeler; "Koçi Bey Risalesi" adıyla bilinen eserde görülebilir. I I . Bolum şekilde ifade etmesi, padişah ve diğer devlet adamlarının ilgisini bu konuya yö­ neltmiştir.48 Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin bu seyahatinde yanında bulunan oğlu Said Efendi, Fransa'daki gelişmelerden de faydalanarak, İstanbul'da ilk matbaanın kurulmasına yardımcı oldu. Avrupa'da kullanılmaya başlanmasından 277 yıl sonra (5 Temmuz 1727 tarihli fermanla) matbaanın açılması sağlanabildi. Daha sonra bu matbaa İçin bîr de kağıt fabrikası kuruldu. Ordunun iyileştirilmesi için de bazı gayretlere girişildi. Bu amaçla gö­ revlendirilmiş olan De Rochfart isminde bir Fransız subayı, ordunun durumunun düzeltilmesi için rapor hazırlamışsa da bu raporun uygulanması imkânı olmamış­ tır. Tersanenin düzeltilmesi işine önem verildiği gibi, İstanbul'da sıkça rastla­ nan yangınları önlemek için îftaiye teşkilâtının düzenlenmesi görevi de, bir Fransız olan David'e verilmiş ve böyfece bu konuda ileri bir adım atılmaya çalı­ şılmıştır. Bu yenilik dönemi, 1730 tarihînde Patrona Halil ayaklanması ile sona erdirilmiştir. b) I. Mahmut, IH. Mustafa ve I. Abdülhamit Devirlerinde Askerî Alanda Yapılan Yenilikler Bu devrede askeri alanda yapılan yenilikler, bir plâna göre olmayıp, büyük ölçüde rastlantıların eseri olarak ortaya çıkmıştır. Askeri, Avrupa'daki gibi yetiş­ tirmek isteyen I. Mahmud, Osmanlı Devletî'ne iltica etmek isteyen ve din değiş­ tiren De Bonnevaİ'in bu İsteğini kabul etmiş ve onu humbaracı ocağını İslah et­ mekle görevlendirmiştir. Bonneval, Türk askerinin savaşçılık yeteneğini övmekie birlikte, Osmanlı Devleti'nin Avrupa devletleri karşısında başarılı olabilmesinin şartı olarak Batının teknik ve silâhlarına sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Ay­ rıca De Bonneval, bazı raporlar ve yazılı tekliflerini de Osmanlı Devlet adamları­ na iletmiştir. III. Mustafa ise, Batının iferleyişini gözlemleyebilen ve bu ilerleyişe Osmanlı Devleti'nin ayak uydurması gerektiğini düşünen bir Padişahtı. III. Mustafa da diğer reformist padişahlar gibi, askerî alandaki düzenle­ melere özel bir önem vermiştir. Bu alanda onun yardımcısı, macar asıllı olan ve Fransa emrinde çalışan Baron de Tott'dur.49 Osmanlı Devleti hizmetine giren 48 49 Unat, Faik Re§it; Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri TTK. Ank. 1987, S. 53-55 Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi C.V., Ankara, 1983, s. 55. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi ve topçu sınıfını teşkilâtlandırmaya çatışan Baron de Todd, tophaneyi düzenle­ miş ve yeni toplar yaptırarak, eğitim işine de gerekli önemi vermiştir. 11!. Mustafa zamanında Kağıthane'de mühendislik eğitimi ile ordunun teknik yön­ den geliştirilmesine çalışılmış, donanmaya da yeni bir düzen verilmek İstenmiş, gemi inşaatı hızlandırılmıştır, i. Abdüihamit zamanında Halil Hamit Paşa, re­ formların nasıl olması gerektiği konusunda Padişaha bir takım raporlar sunmuş­ tur. c) ili. Selim Dönemi (1789-1807) III. Selim döneminde yapılan reform çalışmaları, "Nizam-ı Cedid" olarak adlandırılır. III. Selim üç konuda tedbir alınarak ordunun düzenlenmesine çalı­ şılmasını, kararlaştırdı, 1) Yeni bir ordu oluşturulana kadar o günkü askerî kuru­ luşlarda bir takım yenilikler yapılmalıydı. 2) Askerî alanda gerçek reformları ya­ pabilmek için batı tarzında bir ordu oluşturulmalıydı. 3) Teknik olarak Osmanlı ordusu çağdaş kurallara uydurulmalıydı. Bu üçüncü hususun gerçekleştirilmesi için İsveç, İngiltere ve özellikle Fransa'dan teknik eleman getirilmiş, 1794 yılında da Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendis Okulu) topçu eğitimi ver­ mek üzere kurulmuştur. III. Selim döneminde Osmantı Devteti'nin'elçitikieri oluşturulmuş ve Ük elçi olarak Yusuf Agâh Efendi 1793 tarihinde Londra'ya gön­ derilmiştir.50 Avrupa sisteminde bir ordunun kurulması düşüncesiyle Nİzam-ı Cedid or­ dusu oiuşturufdu. Başlangıçta 12.000 kişi olarak düşünülen bu orduyu eğitmek üzere, Batılı subaylar getirildi. Bu kuvvetlerin yetiştirilmesi İçin, parasal kaynaklar sağlandı. Bununla beraber bu işi yürütecek reformist bir kadronun.oluşturulma­ ması, çalışmanın başarılı olmasını önledi. Ayrıca, Nizam-ı Cedit masrafları için yeni vergi konulması istismar edilmiş ve halkın bir bölümü bu yolla kışkırtılmaya da çalışılmıştı. Aslında kısa bir geçmişe sahip olmasına rağmen, bu orduya bağlı birlikler Napolyon'un Akka'yı kuşatması sırsında düşmana karşı savaşmış ve ba­ şarılı olmuşlardır. III. Selim'in yaptığı reformlara karşı olanlar, Nizam-ı Cedit'in kaldırılmasını ve bir süre sonra da III. Selim'in tahttan indirilmesini sağladılar. 29 Mayıs 1807 günü III. Selim tahttan çekildi. Yerine IV. Mustafa (1807-1808) Pa­ dişah oldu. Daha sonra da, III. Selim'in reform çalışmalarının devamını sağlama­ ya çalışan Alemdar Mustafa Paşa II. Mahmud'un tahta çıkarılmasını sağladı.51 50 İli. Selim Dönemi siyasî olayları ve Nizam-t Cedid ıslahatları konusunda daha geniş bilgi için bkz., Karal, a. g.e C. V, s. 13-76, İslam Ansiklopedisi, Selim III. Maddesi, 51 Kuran, Ercümend: Avrupa'da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kurluşu ve İlk Elçilerin Siyasî Faaliyet­ leri, Ankara-1988, s. 15. I I . Bölüm d) 11. Mahmut Dönemi (1808-1839) II, Mahmut, bir Osmanlı şehzadesi için alışılagelmiş olan bir eğitim gör­ müştü. Türkçe, klâsik İslâm dilleri, din, şiir ve tarihle ilgilenmişti. Ancak hiçbir batı dili bilmediğinden ve o zaman Türkçe çeviriler de pek az olduğundan, batı­ daki gelişmeler hakkında fazla bilgi sahibi değildi. II. Mahmut'un askerî reform projelerine tekrar dönebilmesi uzun zaman aldı. Sultanın ilk görevi Rusya'ya karşı olan savaştı, 1812'de bu savaşın sona ermesinden sonra, çoğu büyük ölçüde özerk olan eyaletlerde merkezî hükümetin otoritesini yeniden kurmak işine koyuldu. II. Mahmut eyaletlerin yetkilerini ve imtiyazlarını kaldırmağa kararlıydı. Ona göre; sultanın iradesi başkentte olduğu kadar eyaletlerde de tek otorite kaynağı kılınmadıkça reform yolunda hiçbir gerçek ilerleme mümkün olamazdı. II. Mahmut Mısır'da ve Mora'da başarılı olamadı. Bununla beraber, devletin di­ ğer yerlerinde, özellikle Rumeli ve Anadolu'da asî paşaların, mahallî sülalelerin ve eşrafın direnişini kırmayı ve eyaletleri İstanbul'daki hükümetin kontrolü altına almayı büyük Ölçüde başardı. 1826'da Sultan, Reform yolunda kendinden öncekilerin en değer verdiği projeyi yeniden ele alarak Avrupa eğitimi ve silahlarıyla yeni bir ordu kurulması emrini verdi. 28 Mayıs 1826 günü, yeni askerî birlikleri kurdu. Yeniçeri birlikleri muhafaza edilecekti, fakat başkentte bulunan her tabur yeni kuvvet için 150 asker verecekti. Bu yeni kuvvet gerçekte III. Selim'in Nizam-ı Cedid'inin yeniden canlandırılışı idi. Ancak yeniçeriler, ikna edilemedi. Yeni birliklerin resmî törenle ku­ rulmasından on gün sonra , yeniçeriler 15 Hazirandason defa ayaklandılar. Beş yeniçeri taburu geleneksel isyan hareketi oiarak çorba kazanlarını devirerek, At Meydanında toplandı. Kısa bir süre içinde de 1807 katliamını tekrarlamak niye­ tinde olan çılgın bir kalabalık bunlara katıldı, Fakat bu defa halkın çoğu oniara karşıydı. Sultan II. Mahmut da onların isyanını bastırmaya kararlıydı. Kendisine bağlı yüksek rütbeli bir subay olan Ağa Hüseyin Paşa, asker ve toplarıyla saraya ulaştı. İsyancı Yeniçeriler, ağır toplar karşısında çaresiz kaldılar. Haziranda ya­ yınlanan bir hatt-ı hümayun ile yeniçeri ocağı kaldırıldı. (1826)52 52 Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılışına Osmanlı tarihinde Vak'a-i Hayriye adı verilmiştir. Bu konuda bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III. S. 572-574 MEB İs­ tanbul 1946. Atatürk tik eleri ve Türk İnkılâp Tarihi 1826'da yeniçeriliğin kaldırılması iie 1839 tarihindeki ölümü arasında li. Mahmut, büyük bir reform programına girişti. Bu reformlarda bir yeni düzen kurulurken önce eski düzen yıkıldı. Bütün bunlar, yeniçeri birliklerinin yıkılmasıy­ la mümkün oldu. 1826 sonlarında yeni ordu için bir yönetmelik hazırlandı. Bu yönetmelik İs­ tanbul'da bulunacak sekiz bölüğe ayrılmış 12.000 kişilik bir kuvvet, öngörüyor­ du. Vilayetlerde yeni birliklere asker toplanması için emirler de çıkarılacaktı. As­ kerler oniki yıl hizmet göreceklerdi. Yeni ordunun en ciddî eksikliklerinden biri subay yokluğu idî. Asker kolay­ ca bulunabiliyor ve hizmete çağrıIabiliyordu. Ancak topçu ve istihkâmda teknik bakımdan eğitilmiş birkaç batılı subay iie birkaç maceracı mevcuttu. Onun için yeni ordunun bütün sınıfları ehliyetli ve yetenekli subay sıkıntısı içindeydi. Kısmen bu ihtiyacı karşılamak, kısmen de buna paralel ehliyetli sivil memur yetiştirmek İçin, II. Mahmut eğitime gittikçe artan bir Önem veriyordu. Çün­ kü Önce öğrenmeye sonra da öğretmeye yetenekli ve istekli yeteri kadar insan kadrosu olmadıkça, bütün reform çalışmaları çökmeye mahkumdu. 1773 ve 1793'de kurulan kara ve deniz mühendis okulları zaten mevcuttu. Bunlar zor günler yaşamış, fakat şimdi tekrar canlandırılarak çalışmaya koyul-* muşlardı. 1827’de, kuvvetli muhalefete rağmen, Sultan Paris'e dört öğrenci göndermek gibi inkılâpçı bir adım attı. Daha sonra bunları diğerleri izledi. Bu öğrenciler, Avrupa'ya giden büyük bir öğrenci kitlesinin öncüleri oldular. Bunİar, dönüşlerinde, ülkedeki yenilik hareketlerinde çok büyük roller oynadılar. Aynı yıl, (1827'de) İstanbul'da bir tıp okulu açıldı. 1831-1834'te askerî amaçlı iki okul daha açıldı. II. Mahmut’un eğitimle il­ gili çalışmaları daha çok orduyla ilgili olmuştu. Fakat Sultan, 1838'de sivil eğitim konusunu da ele aldı ve Rüştiye diye adlandırdığı okulların açılmasını plânladı. II. Mahmut Sultan Ahmet ve Süleymaniye camilerinde Mekteb-i Maarif-î Adliye ve Mekteb-ı Uium-u Edebiye adında iki orta dereceli okul açtırdı. Ders programları büyük Ölçüde gelenekseldi, fakat Fransızcayı ve modern konulann öğretimini de öngörüyordu. li. Mahmut dışişleri hizmetine ve yabancı dil konuşan genç diplomatların ve memurların yetiştirilmesine özel bir önem verdi. Ancak padişah; daha geniş, daha güç ve daha karışık bir iş olan devletin iç idaresinin yeniden düzenlenmesi ve modernleştirilmesini hedefliyordu. II. Mahmut'a göre bu hedefin ilk şartı, bü­ tün iktidarın kendi elinde merkezîleştirilmesi ve hem başkentte hem de taşrada bütün aracı otoritelerin ortadan kaldırılmasıydı. Veraset, gelenek veya halk des­ I I . Bölüm teğinden gelen bütün iktidarlar kaldırılacak ve hükümdarın iktidarı devlette tek otorite kaynağı olarak kalacaktı. İlk Osmanlı nüfus sayımı ve mülk yazımı yapıldı. Göz önünde tutulan amaçlar doğrudan doğruya askerlik, vergi ve yeni ordu için asker ve onu besle­ yecek para idi. Nüfus sayımıyla aynı zamanda, müikiyet tescil ediliyor, böylece daha ve­ rimli ve sağlıklı bir vergi sistemi gerçekleştiriliyor ve mülk yazımı yapılıyordu.53 Sultanın merkeziyetçi politikasına yardımcı olan diğer bir reform grubu da haberleşmenin geliştirilmesiyle ilgiliydi. 1831'de Osmanlı resmî gazetesi Takvim-i Vekayi'nin ilk sayısı yayınlandı. Takvim-i Vekayi'nin memurlar tarafından okunması istenmişti. Sultanın politikasının ve amaçlarının yönetilenlerce daha iyi anlaşılmasını sağlamak ama­ cıyla 1834'te posta sistemi kuruldu. Üsküdar'dan İzmit'e ilk posta yolu Sultan tarafından resmen açıldı. İkinci posta yolu İstanbul-Edİrne hattı idî. Daha sonra bunu izleyen diğer hatlar büyük merkezleri birbirine bağladı. Postadan başka ulaştırmada gelişmeler de vardı. Yeni yollar yapıldı, Türki­ ye ile Avrupa arasındaki gidiş gelişler kolaylaştırıldı. 1855'de telgrafın, 1886'da ilk demiryolunun gelişiyle H. Mahmut'un başlattığı İdari merkeziyet çok kuvvet­ lendi.54 Ayyıidızlı leştirilmiştir. bayrağın kabulü de II. Mahmut döneminde gerçek­ C- TANZİMAT DÖNEMİ (1839-1876) Tanzimat Dönemi, 1839 yılından I. Meşrutiyetin ilânına kadar devam eden yenilik dönemidir. Bazı tarihçiler bu dönemi 1856 yılına, bazıları ise 1908 yılına kadar devam ettirmektedirler. a) Tanzimat Fermanı ve Fermanın Kapsamı Tanzimat, düzenleme anlamına gelen "tanzim" kelimesinin çoğuludur. Osmanlı tarihinde İse 3 Kasım 1839 tarihinde İlan edilen fermanı tanımlamak için kullanılmıştır, Tanzimat-ı Hayriyye Fermanı olarak kullanılmıştır. Bu fer­ 53 54 Enver Ziya Kara); Osmanfj imparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı 1831, Ank. 1943 li. Mahmut dönemi siyasî olayları ve İslahatları konusunda daha geniş bilgi bkz. İslâm An­ siklopedisi Mahmud II. maddesi MEß, İstanbul 1940, Ayrıca bkz, Tuncer ßaykara, il. Mahmut Islahatında iç Temeller: 1826-1839 Arasında Anadolu s. 263-271, Tanzîmatın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu TTK, Ankara, 1994 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi man, Gülhane bahçesinde okunduğu İçin Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Güihane Fermanı adı da verilir. Tanzimat bir hukukî belge olarak, Batıda ben­ zerlerine çok rastlanan bir belgedir. Bu tür belgeler, yöneten ile yönetilenler ara­ sında bir tür sosyal sözleşmelerdir^Tanzimat fermanı, kaleme alınış bakımından görülen sistemsizliğe rağmen, hükümdarların yetkilerini sınırlandırmaktadır. Yö­ netilen ile devlet arasındaki ilişkilere ait hükümler taşımaktadır. Ancak Tanzimat Fermanı, padişahın tek taraflı kararına dayanır. Padişah bu hakları, halka kendi iradesiyle vermeye karar vermiştir ki, bu da onun tek yönlü iradesini gösterir. Fermanın kapsamı içinde şu noktalar dikkati çekmektedir. Fermanın baş­ langıç bölümünde, Osmanlı Devleti'nin son yüzelli yılda diğer devletlerden ne­ den geri kaldığı konusuna yer verilmektedir. Kanunlara uymamanın fakirlik ve yıkıntıya sebep olduğu ifade edilmektedir. Çözüm için yönetilenlere ırk ve din ayırımı yapılmadan can ve mal emniyeti sağlanacak, herkesin gelirine uy­ gun bir vergi sistemi getirilecek, askere alma yöntemi belirlenecek, açık duruşma yapmadan kimsenin hürriyeti smıriandırılmayacaktı. Ayrıca geçim güçlüğü çeken memurların durumlarının düzeltileceği ve zararı açık bir biçimde görülen rüşvetin önleneceği de vaad edilmekteydi. Padişah çıkarılan kanunlara uyacağına da yemin edecekti. Böyiece padişah kanun kuvvetinin, kendi kuvvetinin üzerinde olduğunu kabul ediyordu. Fermanın uygulanmasının oldukça zor olduğu görülmektedir. Çünkü dev­ let, böyle bir fermanı uygulama konusunda yeterli hazırlığa sahip değildi. Bu fermanın hükümlerinin halka anlatılmasında büyük güçlükler ortaya çıktı. Bunun için yeterli bir iletişim kurulamadı. Ancak devlet dairelerine gönderilen resmî yazılarla fermanın anlaşılmayan bölümlerinin açıklanmasına çalışıldı.55 Fermanın öngördüğü değişikliklerin yapılabilmesi için bazı kanunlar çıkarıldı. Tanzimat kanun ve yönetmeliklerinin hazırlanması ile görevli bulunan Meclis-î Ahkâm-ı Adliye, yeni baştan düzenlendi. Tanzimat Devri'nde yayınla­ nan ilk kanunlardan biri Ceza Kanunu idi. Bu kanunla cana ve mala karşı mey­ dana gelecek saldırıları önlemek ve kamu görevlilerinin keyfî davranışlarına karşı önlemler almak bakımından önemli adımlar atılmıştır. Devletin karşılaştığı önemli zorluklardan biri olan malî ve idari alanda güçlüklerin giderilmesi için gay­ ret gösterildi. Vergilerin toplanması işinin şahıslar eliyle yapılması sistemine fer­ manla son verilmiş olmasına rağmen, vergi yükümlülüklerinin sağlıklı bir şekilde belirlenememesi yüzünden, halktan vergi toplanamamış ve iltizam usulü tekrar yürürlüğe konulmuştur. Ticaret hayatında ise anlaşmazlıkların çözülmesi için 55 Çeşitli Yönleriyle Tanzimat Dönemi Konusunda Toplu Bilgi için Bkz. 150. Yılda Tanzimat Ank. 1992, Ayrıca Bkz. Tanzimat'ın 150. Yıldönümü, TTK, Ankara, 1994 I I . Bölüm 1840 yılında ticaret mahkemesi kurulmuştur. Dış politika alanında bazı gelişme­ ler sağlanmasına rağmen, iç politikada yenilikler yapabilmek kolay görünmüyordu. Aksamalar ve engellenmeler devam ediyordu. Sultan Abdülmecit, Tanzimat'ın devamı ve yeniliklerin sürdürülmesi için büyük gayret gösterdi. 1845 tarihinde bilim ve teknolojinin gelişmesi ko­ nusunda yeterli önlemlerin alınmasını, imar faaliyetlerinin genişletilerek sürdü­ rülmesini, İstanbul'da fakirler için bir hastahane yapılmasını emretti. Orduda da düzenlemelere gidildi. Askerlik süresi beş yıl olarak değiştiril­ di. Mevcut askerlerin önemli bir kısmı terhis edildi. Osmanlı askerî kuvvetleri beş orduya ayrıldı. Harbiye mektebine öğrenci yetiştirmek üzere, idadî okulları ku­ rulması için karar alındı. Tanzimat, eğitim ve kültür hayatına da önemli yenilikler getirdi, Okul­ ların düzeltilmesi İçin çaiışmaîara başlandı. Rüşdiye okullarının kurulması işi de bu dönemde gerçekleştirildi. Ayrıca bir Meclis-i Maarif (1845 tarihinde) kurul­ du. Yapılan incelemelerin ışığında ilkokulların iyileştirilmesine ilköğrenimin zo­ runlu ve parasız olmasına, İstanbul'da bir Darülfünun kurulmasına karar veril­ di.56 Böylece meydana gelen gelişmelere rağmen Tanzimat, büyük devlet­ lerin içerdeki çekişmeleri kışkırtmaları ve ülkenin yeterli reformcu kadroya sahip olmaması gibi nedenlerle istenilen başarıya ulaşamadı. b) Islahat Fermanı (18 Şubat 1856) Osmanlı Devletİ'nde 1854 tarihinde yeni bir dönem başlamıştı. Yeni dü­ zenlenen ordunun Ruslar karşısındaki zayıflığı, yeniliklerin uygulanmasındaki te­ reddüt ve engeller, Osmanlı hükümetini bir kere daha yeni bir ferman hazırla­ maya yöneltti. Böylece İslahat Fermanı adıyla yeni bîr fermanın ilânı yoluna gi­ dildi. Ancak bu ferman, gerek hazırlanış şekli, gerekse içeriği ve etkileri bakı­ mından Tanzimat Fermanı'ndan çok farklıdır. İngiliz, Fransız ve Avusturya elçile­ rinin ağır baskısı altında hazırlanmış olan Islahat Fermanı, daha sonra hazırlanışı ve kapsamı yönünden ağır tenkitlere uğradı. Bu fermanda azınlıklara daha geniş hak,ve ayrıcalıklar sağlandı. Azınlıklar kendi okullarında okuyabilecek, kendi dillerinde öğretim yapan okullar açacak ve devlet memuriyetlerine girebileceklerdi. Vilayet meclislerinde bundan böyie nüfusları oranında temsil edileceklerdi. Azınlıklar cizye vermeyecek, ancak 56 Bayram Kodaman, Abdullah Saydam,: "Tanzimat Devri Eğitim Sistemi", 150. Yılında Tanzimat, Ank. 1992, s. 475-496 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi müslümanlar gibi asker oiacak veya bedel ödeyeceklerdi, Bu ferman, gayri müslim halk lehine getirdiği hükümler nedeniyle, müslümanları memnun etme­ mişti. Vatan Şairi Namık Kemal, Islahat Fermanını "imtiyaz fermanı" şeklinde nitelendirmiştir. Islahat Fermanı, Osmanlı Devlet adamaları İle İngiliz ve Fransız elçileri ara­ sında kararlaştırılmış ve batılı devletlerin görüşlerine uygun olarak hazırlanmıştı. Tazimat Fermanı ise Mustafa Reşit Paşa tarafından açık bir yabancı etkisi gö­ rülmeden hazırlanmıştır. İki belgenin getirdiği hükümler arasında da farklar vardır. Gülhane Hattı Hümayun'u bütün halkın can, mal, ırz ve namusuna yönelik haklarının sağlan­ ması, vergi ve askerlik hizmetlerinin adalet esaslarına göre yapılması ile ilgili prensipleri içermektedir. Bu fermanda halkın bütününe, ya da bir kısmına veri­ len siyasî haklar söz konusu değildir. Islahat Fermanında ise, bu doğal hakların korunmasından başka, Müslümanlarla gayrî müslimler arasında mevcut eşitsizlik ortadan kaldırılmıştır. Gayri müsiimlere bütün devlet memurluklarına tayin edil­ mek, eyalet meclislerinde ve Meciİs-i Vaiâ'da temsil edilmek gibi siyasî haklar verilmiştir. Ayrıca gayri müslimler dinî teşkilâtlarını muhafazaya devam etmişler­ dir.57 57 Enver Ziya Karal, a. g. e. VI, s. 5,6 TTK., Ank. 1983 I I I . Bölüm ÜÇÜNCÜ BÖLÜM I- O SM A N L I DEVLETİ'NDE HÜRRİYETÇİLİK HAREKETLERİ A- I. M EŞRUTİYETİN İLANI ve G ELİŞM ELER i. ve îi. Meşrutiyet çağdaşlaşma ve demokrasi açısından siyasî tarihimizde yer atan önemli hareketlerdir. Özellikle Tanzimat'tan sonra Avrupalılaria daha yakından temasa geçilmesi nedeniyle, Avrupa ülkelerini gören ve onların siyasal sistemlerini tanıyan birçok Türk aydını yetişti. Bu aydınlar Tanzimat adıyla yapı­ lan yenilik ve iyileştirme hareketlerinin yeterli olmadığına inanıyorlardı. Bunlara göre devletin ve halkın huzura eriştirilmesi ve Avrupa düzeyine erişebilmesi için, ancak bütün vatandaşların tam bir eşitlik içinde devlet ve ülke işlerine katılımı ile mümkündü. Bunun için ülkede meşrutiyet yönetimine geçilmesi ve padişahın keyfî idaresine son verilmesi gerekmekteydi. AvrupalIların "Yeni Osmanlılar"58 (Jöntürkler) adını verdikleri bu aydınlar topluluğunun başında Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa gibi liderler vardı. Yeni Osmanlılar, Namık Kemaİ ve Ziya Paşa'nın önderli­ ğinde fikirlerini yaymak amacıyla çeşitli dergiler çıkardılar. Güçlüklerle karşılaş­ tıkları zamanlarda Avrupa'ya gittiler ve siyasal çalışmalarını oradan sürdürdüler. Hedefleri; Osmanlı Devteti'nde meşrutiyetin kurulması, meclîse azınlık temsilci­ lerinin katılmasıyla ayrılıkların giderilmesi ve bîr Osmanlı milletinin oluşmasıydı. Böylece Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmayacak, ülke sı­ nırlarında da iç karışıklıklar önlenmiş olacaktı. Genç OsmanlIların fikirlerini bazı devlet adamları da benimsiyordu. Meşrutiyet idaresinin kurulabilmesi için Abdülaziz'in tahttan indirilmesi gerekiyordu. Meşrutiyet düşüncesine karşı olan Sul­ tan Abdüiaziz, başta Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa olmak üzere Yeni Os­ manlIlar tarafından tahttan indirildi. Yeni Osmanlılar bu eylemlerinden önce Şeyhülislâmdan bir fetva almış ve gizlice Şehzade Murat İle görüşüp anlaş­ mışlardı. Abdülaziz'i tahttan indiren Yeni Osmâıilılar anlaşma gereği, V. Murat'ı tahta geçirdiler (1876). Ancak V. Murat, hastalığı nedeniyle üç ay tahtta kala­ bildi. Bunun yerine, Meşrutiyet'i ilân edeceğine söz veren II. Abdülhamit tahta getirildi. 58 Yeni Osmanlılar Cemiyetî’nin faaliyetleri ve Siyasî fikirleri ilgili bkz. Tevfik Ebuzztya, Yeni Osmanlılar Tarihi İstanbul 1973, Enver Koray, "Yeni Osmanlılar" 150. Yılında Tanzimat, Ankara, 1992 s. 547-567, İhsan Sungu, "Yeni Osmanlılar” , Tanzimat i, İstanbul 1940 53 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi [|. Abdülhamit, Mithat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. Bu sırada BosnaHersek ve Sırp İsyanları gelişmiş, AvrupalIların işe karışmasıyla İstanbul Konfe­ ransı toplanmıştı. Padişah Abdülhamît, Mithat Paşa başkanlığında bir kurul oluş­ turulmasını ve bu kurulun Kanun-Î isasi'yi (Anayasayı) hazırlamasını kabul etti. Anayasa, Abdüihamifin bazı düzeltmelerinden sonra, 23 Aralık 1876'da dev­ let adamları ve halk önünde törenle ilân edildi. Osmanlı Devleti’nde böylece meşrutiyet yönetimi başlamış oldu.59 Mebuslar Meclisi oluşturularak toplandı. Kanun önünde bütün Osmanlı halkının eşit olduğu, herkese; mal, mülk, eğitim, yayın ve şirket kurma hakları tanındı. Meclisten çıkarılan kanunlar üst bir meclis olan Ayan Meclisinde görüşül­ dükten sonra, padişah onayı ile kesinlik kazanacaktı. Padişah, Hükümeti atama ve görevden alma, meclîsi açma ve kapama, savaş İlân etme, barış yapma yetki­ lerine sahipti. I. Meşrutiyet dönemi, demokratikleşme süreci içinde önemli bir adım oluşturmuştur. 1876 Kanun-i Esasi'si ile bir anayasa ilk defa kamu hukukumu­ za girmiştir. Kabul edilen Kanun-i Esasi'ye göre yürütme kuvveti yine padişahta toplanmış, yasama faaliyeti ise hükümdarın nüfuzu altına sokulmuştur. Kanun-i Esasi, kişi özgürlüklerine değer vererek fertler arasındaki eşitliği ve dokunulmazlığını koruma altına almıştır. Ayrıca öğretim, basın, vicdan, ticaret ve sanat hürriyetleri, mal ve konut hürriyetleri ve diğer şahıs hürriyetleri kabul edilmiştir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve açıklığı, belirli yargı kurumlan dışında olağanüstü bir mahkeme ve hüküm verme yetkisine sahip bir komisyon ku­ rulamayacağı da bu kanunda belirtilmiştir. Bütün bunların yanında hükümdara da geniş yetkiler verilmiştir, BÖylece kabul edilen Kanun-i Esasi ile devlet ha­ yatında köklü bir değişikliğin olması mümkün olmamıştır. Hükümdarın yetkilerinde sınırlama olmadığı için, son söz yine hükümdara bırakılmıştır. Kurulan meclis ise sadece bir danışma meclisi durumunda kalmış, I. Meşru­ tiyet bîr halk hareketi olmamış ve 1876 Kanun-i Esasi'si şekil ve kapsam ba­ kımından modern bir anayasa Özelliğini de göstermemiştir.60 Kanun-i Esasi'nin 23 aralık 1876'da ilânından sonra, Meclis-i Mebusan (parlamento) toplanmıştır. Parlamento, tayinle gelen 25 üyeü Ayan Meclisi İle İki dereceli seçimi kazanan 130 üyeli Mebusan Meclisinden oluşuyordu.61 59 Enver Ziya Kara!, a. g. e, VIII, TTK, Ank. 1988 s.9 60 Ayni Eser, S. 220-223 61 Shaw, S. J., Shaw, E. K., Osmanlı İmparatorluğu ve Modem Türkiye İst, 1982 I Cüts. 222-223 I I I . Bölüm Mebusların tecrübesizliği ve çoğunun öğrenim yetersizliğine rağmen Mebusan Meclisi görevini yapmaya çalışmıştır. Ancak Bosna-Hersek ve Bulgar isyanlarını bahane eden Rusya'nın, Osmanlı Devietı'ne 24 Nisan 1877'de savaş ilân etmesi, ardından da düşman ordularının Balkanlarda hızla ilerlemeleri, mebusan meclisinde şiddetli tartışmalara yol açtı. Mebuslar, ordunun yenilgisin­ den hükümeti sorumlu tuttular. Askerî kumandanlarla, Harbiye Bakanının savaş divanında yargılanmasını İstediler. Bunun, üzerine lî. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan'ın anayasada belirtmiş olan yetkilerini aştığını söyleyerek, 14 Şubat 1878'de henüz bir yılını doldurmayan parlamentoyu dağıtmıştır. Mithat Paşa İse sürgüne gönderilmiştir.62 I. Meşrutiyet dönemi özellikle daha sonraki olaylara öncülük etmesi ve yeni fikirleri olgunlaştırması bakımından büyük önem taşımaktadır, li. Abdülhamit'in meşrutiyete son vermesinde devlet işlerini bizzat kendisinin yü­ rütmek isteyişinin etkisi vardır. II. Abdülhamit, Yeni OsmanlIların ve Mithat Paşa'nm memlekete getirdikleri özgürlük fikrinin müslümanlardan çok, müslüman olmayanların işine yarayacağına "Osmanlı M illeti" yaratmanın da imkânsız olduğuna inanıyordu. Padişah, Osmanlıcılık siyasetinin sakıncalarını gördüğü için İslamcılığı benimsemişti. Ona göre, batı devletlerinin ve Rusya'nın her türlü baskıları kar­ şısında devletin birliğini korumanın sağlam yolu, devletin müslüman halkı dîn bağıyla bütünleştirmekti. Bunun için M. Abdülhamit, bir taraftan ülkenin eko­ nomik kalkınmasına önem vererek özellikle ulaştırma ve haberleşme alanında yenilikler yapmış, diğer taraftan eğitim konusunda ciddî çalışmalara girişmiştir. Ekonomik afanda yapılan yenilikler bir plân içerisinde yürütülmüş, demiryolu ve karayolu yapımında önemli adımlar atılmıştır. Eğitim alanında ülkenin her tara­ fında Rüşdiye ve İdadî okulları açılmış, hukuk, sanayi-i nefise, ticaret ve mühen­ dislik okulları yanında, 1900 yılında İstanbul'da Darü! Fünun-ı Şahane öğretime başlamıştır.63 II. Abdülhamit'e karşı Osmanlı aydın çevresinde güçlü bir muhalefet doğ­ muştu. Askerî tıp okulunda dört öğrencinin " İttihat-ı Osmanî" adı altında Mayıs 1889'da gizli bir dernek kurmasıyla muhalefet, kısa zamanda diğer yüksek okul­ lara yayıldı. Genç Türkler diye bilinen muhalifler, Yeni OsmanlIların hürriyet, meşrutiyet ve Osmanlıcılık fikirlerini paylaşıyor ve Kanun-i Esasi'nin tekrar yürür­ lüğe konulmasını istiyorlardı. II. Abdülhamit, devlet okullarındaki gizli 62 63 Enver Ziya Kara!, a, g. e, VIII, s. 240-241 IS. Abdülhamit Dönemi Eğitim Sistemi Konusunda Daha Geniş Bilgi İçin Bkz., Bayram Kodaman, lî. Abdülhamit Dönemi Eğitim Sistemi, İstanbul 1980 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi teşkiâftianmayı 1897 Haziram'nda ortaya çıkardı. Yargılama sonunda suçlu gö­ rülenler Trablusgarp'a sürüldü. Muhalefet böylece ülke içinde sindirilmiş oldu. Ancak yurt dışına kaçanlar, çeşitli merkezlerde ve özellikle Paris'te faaliyetlerini sürdürdüler. Bunlardan Ahmet Rıza, 1895 yılından itibaren Paris'te Meşveret Gazetesi'ni yayınlamaya başladı. Padişah aleyhindekiler, Paris'i merkez hâline getirdi. II. Abdülhamit'in yakın akrabası olan Prens Sabahattin'in 1900 yılı başla­ rında kaçak olarak Paris'e gelişi, Genç Türk hareketini güçlendirdi. Prens Saba­ hattin, yerinden yönetim fikrini benimsiyordu. Onun çalışmaları İle Paris'te 1902 yılında toplanan ve azınlık dernekleri temsilcilerinin de katıldığı kongrede padi­ şahı iktidardan düşürmek için Osmanlı ordusunun yardımının sağlanması karar­ laştırıldı. Bundan sonraki yıllarda ülkenin çeşitli bölgelerinde subaylar arasında gizli örgütlenme faaliyetlerine girişilmiş ve Üçüncü Ordu subaylarının pek çoğu 1906'da Selanik'te kurulan Osmanh Hürriyet Cemiyeti’ne alınmışlardı. Fakat bu gizli dernek, Prens Sabahattin'e bağlanmamış, Ahmet Rıza ile ilişki kurarak adını İttihat ve Terakki Cemiyetine çevirmiştir. B- II. M EŞR U T İY ET İN İLÂNI Binbaşı Enver ile Talât Paşa'nın da üye bulundukları Selanik'teki Osmaniı Hürriyet Cemiyeti, 1908'de Makedonya'da ayaklandı. Cemiyet daha sonra 187-6 Kanun-i Esasi'sinin yeniden uygulamaya konulmasını II. Abidülhamit'ten istedi, Bunun üzerine padişah, 24 Temmuz 1908'de 31 yıl önce yürürlükten kaldırdığı meşrutiyeti tekrar ilân etti. Böylece 1908’de ii. Meşrutiyet ilân edilmiş oldu. Osmanlı halkı, baskının sona erişini büyük bir sevinçle karşıladı. Ancak bu hürriyet sevinci ülkede uzun süre devam etmedi. Bir yıl geçmeden 13 Nisan 1909'da, (eski tarihle 31 Mart’ta) 31 Mart Vakası meydana geldi. Subaylarına karşı ayaklanan askerler, şeriat isteyerek Mebusan Meclisini kuşatmışlar ve İstanbul’a hâkim olmuşlardı. Bu hareket, Selanik'ten yola çıkarılan askerî bir­ liklerin (Harekât Ordusu) 23 Nisanda İstanbul'a gelişi île bastırıldı.64Abdülhamit, bu olayı hazırlamakla suçlanarak tahttan indirildi. Kanun-i Esasi'de önemli deği­ şiklikler yapılarak, Sultanın yetkileri sınırlandırılmış, Meclisin üstünlüğüne daya­ nan yeni bir sistem kurulmuştur. Anayasada yapılan bir değişiklikle meclis karşı­ sında hükümetin yetkileri genişletilmiştir. Anayasa değişikliğine göre devlet yine teokratik bir yapıya sahipti. Monarşik idarenin varlığı kabul edilmekle beraber, ^ Ali Cevat, {Yayma hazırlayan: Faik Reşit Unat), İkinci Meşrutiyetin ilânı ve Otuzbir Mart Hadi­ sesi, TTK Ankara 1985, Ayrıca Bkz., Sina Akşin; 31 Mart Olayı, Ankara-1970 I I I . Bölüm meşrutî bir İdarenin özelliklerini saklayan değişiklikler de yapılmıştır. Kişi hak ve hürriyetleri bakımından sakıncalı olan hükümler anayasadan çıkarılmıştır.65 II- İL MEŞRUTİYET D Ö N E M İ'N D E O SM A N LI DEVLETİ'Nİ KU RT AR M AYA YÖNELİK FİKİR AKIM LARI Osmanlı DevletFnin son dönemlerindeki yenilik hareketleri, sistemli ve dü­ zenli bir şekilde yapılmasına rağmen başarılı olamamış ve devleti kurtaramamıştır. Osmanlı Devleti'nde batıya açılmayla birlikte başlayan demokratikleşme, doğal olarak beraberinde siyasal bir ortam ve buna bağlı olarak çeşitli fikirleri getirmiştir. Bu fikir akımları, devlet yönetiminde etkili olmak ve devleti kurtar­ mak amacıyla ortaya konulmuştur. A- O SM A N LIC ILIK Osmanlıcılık biünci Osmanlı Devietİ'nin gelişmesinin son yıllarına kadar devam eden bir felsefe idi. Ancak Sultan Abdüiaziz zamanında Fransız ihtilâlinin Osmanlı Devleti içinde yaşayan azınlıklar üzerine yaptığı olumsuz etkiler nede­ niyle bu düşünce, (yani Osmanlıcılık), Türk aydınları tarafından siyasal anlamda kullanılmaya başlandı. Osmanlıcılık görüşü, Tanzimatın sonlarına doğru açık bir biçimde kendini göstermeye başladı. Türk aydınları bu görüşle Osmanh top- itlbariyie Osmanlıcılık, Osmanlı topraklan içinde yaşayan bütün toplulukla­ rın birliğini öngörüyordu. Bu görüşü savunan Genç Osmanlıiar, zamanla azın­ lıkların meşrutiyet düzeni içinde eriyeceklerine inanıyorlardı, Böylece "Osmanlı M illeti" diye bir milletin oluşacağı düşünülüyordu.66 Osmanlıcılık görüşü geniş bir taraftar kitlesi tarafından desteklenmesine rağmen, yayılmaya başlayan milliyetçilik akımıtıaJBrs hir görıis olduğu İçin gelişemedi. Zaten Fransız İhtilâlinin etkisiyle harekete7geçen azınlıkların, "OsmanlI­ 'm " ile bir arada tutulması da mümkün değildi.67 S5 66 67 Yusuf Hikmet Buyur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. I. Ks. i TTK., Ankara, 1983, Berkes, Niyazi Türki­ ye’de Çağdaşlaşma, Ankara-1973 Genç OsmanlIların eşit haklara sahip bir "Osmanlı Milleti" oluşturma konusundaki görüşleri Yu­ suf Akçura tarafından 1904 yılında yazıian "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalede eleştirilmiştir. Ay­ rıntılı bilgi için bkz., Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, TTK. Ankara 1987 Osmanlıcılık fikir akımı konusunda daha geniş bilgi için bkz. E, Ziya Karal, a. g.e., Vii, VIIt. 57 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi B- İSLÂMCILIK Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan 19. Yüzyıla kadar müslümanlarla hiristiyaniar arasında önemli bir sorun çıkmamış, çeşitli dinlere mensup in­ sanlar deviete bağlı olarak yaşayışlarını sürdürmüşlerdi. Ancak özellikle 19. Yüzyıldan sonra batılı büyük devletler, başta Rusya, İngiltere ve Fransa olmak üzere Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışarak burada yaşayan hiristiyaniarm haklarını korumak bahanesiyle siyasal baskılarını yoğunlaştırmışlardı. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde geniş haklar elde eden hirîstiyanfara karşı müslüman halkın tepkisi gelişti. Bu nedenle Müslümanlarla Hıristiyanların arası açıldı. Rusya, İngiltere ve Fransa, siyasal nedenlerle Osmanlı Devîeti'nde Hı­ ristiyanlık adına görevler üslenirken, İslâm âleminde de bazı düşünürler İs­ lâm Birliği ideali ile bir karşı propaganda geliştirme yoluna girdiler. Sultan II. Abdülhamit, bu İslâm Birliği fikrinden hareketle İslâmcılık görüşünü si­ yasal anlamda batıklara karşı kullanma yoluna gitmiştir.!İçeride Müsİümanlar arasında birlik ve dayanışmayı hedefleyen İslamcılık,.„dışarıda da dış güçlere karşı İslâm kamuoyunun birleşmesini hedeflemiştir. [ Bu yolla Os­ manlI Devleti'nin varlığı korunacak ve Halifelik, siyasal bir yapıyla İslâm birlik ve dayanışmasını sağlayacaktı. '.. .............................. ...... İslamcılık görüşünü savunanlar, devletin çökme nedeninin İslâmiyet'ten uzaklaşma olduğunu ileri sürmüş, parlak dönemlerde İslâm düşüncesi gerçek anlamda uygulandığı için devletin yüceldiğini belirtmişlerdi. Bunlara göre devlet, ancak İslamcılıkla kurtufabiit'rdi. Ayrıca Osmanlı Devleti içinde yaşayan bütün kavimler Müslüman olurlarsa, İslâm Ümmeti potasında bir bütün oluşturacak­ lardı. Aslında Osmanlı Devleti ve aydınları, Müslüman topiumlara el atmakta bir hayli geç kalmışlardı. Orta Doğu ve Hindistan'daki Müslüman ülkelere İngiltere çoktan el atmış ve özellikle Orta Doğu'da Arap milliyetçiliğini geniş bir biçimde işlemeye başlamıştı. Nitekim İngiltere, bunun sonuçlarını I. Dünya Savaşı'nda elde etmiştir.68 68 Osmanlı Devleti'nin klâsik döneminde de takip edilen İslâm Birliği politikası, II. Abdülhamit dö­ neminde devletin resmî ideolojisi hâline getirilmiştir. İslâmcılık hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mümtaz Türköne: Siyasî İdeoloji olarak İslâmcılığm Doğuşu, İst. 1991, Tarık Zafer Tunaya: İslamcılık Cereyanı, İstanbul 1963, İsmail Kara: Türkiye'de İslamcılık Düşüncesi, 2. Cilt İstanbul, 1986, Şerif Mardin ; "İslamcılık", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. I I I . Bölüm C- TÜRKÇÜLÜK Türkçülük hareketi önceleri siyasal bir düşünce olmaktan çok, kültürel alanda bir akım olarak kendini göstermiştir. Bu hareket Avrupa'da gelişen Türkoloji çalışmalarına paralel olarak il. Mahmut ve Abdüiaziz devrinde gelişme göstererek II. Abdülhamit zamanında bir fikir hareketi hâline gelmiştir. Türkçülük hareketinin temeli kültiirpt aland^ fw\iilî Tarih. Millî Dil ve Millî Coğrafya gibi konularla ortaya çıkmıştır. Daha sonm^hu bilimsel unsürlâra^âyâTiaîrbir siyasî fikir hareketi sekline dönüşmüştür. Zamanla Qsmanhcılık ve îsîâmcılık gibi bir idare ve siyaset sistemi hâline gelmeye basfarruştirr™ Aslında iyi incelendiğinde Türkçülük hareketinin, bir siyasî partinin veya belirli bir kitlenin tekelinde olmadığı görülür. Genellikle Osmanlıcı ve İslâmcı akımları savunanların da Türkçülükten etkilendikleri açıktır. Türk aydınlarının bir Çoğu batıda yayılan milliyet fikirleri paralelinde milliyetçi düşüncelerle hareket ederek, Türkçülük akımını siyasal alanda etkili bir hareket hâline getirdiklerini görüyoruz. Fransız İhtilâlinin etkileriyle Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan çe­ şitli toplulukların kendi geçmişlerine dönmeleri ve millet bilinciyle kaderle­ rine sahip çıkmaları, ister istemez Türk aydınlarını harekete geçirdi. Böyle­ likle Türkçülük veya Türk Milliyetçiliği bir siyasal akım olarak gelişip kendi­ ne taraftar toplamaya başladı. Zaten I. Meşrutiyet sırasında Osmanlıcılık görüşünün siyasal akım ola.ak uygulamada başarılı olamaması, o dönemin gereklerine göre Milliyetçilik görü­ şüne uygun olan Türkçülüğün doğmasına yol açmıştır. Aydınların üst tabaka­ sında Ziya Gökalp tarafından işlenen Türkçülük hareketi, yine onun tara­ fından bir siyasal sistem hâline getirilmiştir. Müslüman olan Araplar ara­ sında dahi Arap milliyetçiliği duygusunun başladığını gören Türk aydınları, Türkçülük akımını benimsemekten başka çıkar yol bulamadılar. Bugüne ka­ dar devleti idare eden Türklerdî. Çeşitli topluluklar bu devletten kopup bağım­ sızlıklarını ilân etmişlerse, o hâlde Türk Milletinin de millet olarak kendi gelece­ ğini tayin etme ve başının çaresine bakma zorunluluğu bulunmaktaydı.69 Türkçülük akımını savunan Türk aydınları, ülkenin kurtuluşunu ve yükselme­ sini Millî Bilinç, Millî Ülkü ve Millî Birlik'te bulmaktaydılar. 09 Enver Ziya Karal; A. g. e, VIII s. 550, v.d. Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi Büyük fikir adamı Zîya Gökalp, Türkçük hareketini sosyolojik bir metodla ele almış ve bunu bir sistem haline getirerek Türk kamuoyuna sunmuştur. Bal­ kan Savaşı'nın acı yenilgisi ve Osmanlılık görüşünün başarıya ulaşamaması, j. Türkçülük hareketinin taraftar bulmasına yol açmıştır. Bu görüş Türklük kavra­ mının sürekli işlenerek millet bilincinin yeniden uyandırılmasını sağlamış ve bu yolla devletin ve milletin kurtulmasını hedeflemiştir.70 Zamanla Türkçülük akımı paralelinde ve hattâ onunla iç İçe olarak, dünya­ daki bütün Türkierin birleştirilmesini amaçlayan Turancılık ve Pantürkizm adı verilen bir akım da gelişti. Türkçülerin bîr çoğu Turancılık düşüncesini de benim­ semişlerdi. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylar ve deneyimlerle meydana gelen fikrî olgunluk, Turancılığın Türkçülükten farklı olduğunu göster­ di. İtti hat ve Terakki'nin temel politikasını oluşturan Turancılık fikrinin gerçek­ leşmesinin mümkün olamayacağı anlaşıldığından, daha gerçekçi bir politika İle Türkçülüğün sınırları belirlendi. Meşrutiyet Dönemi'nde ve I. Dünya Savaşanda Turancılığı savunan Türk aydınları, Millî Mücadele yıllarında akılcı bir görüşle Milliyetçiliği benimsemiş ve Turancılıktan vazgeçmişlerdir. Atatürk, büyük bir Türkçü olmasına rağmen, Turan politikası gütmemiş ancak dış Türkierle ifgiienilmesi gerektiğini savunmuştur. Yeryüzünde Türkier çeşitli alanlara yayılmış bulunduklarından, bunları siyasî bir birlik hâlinde toplamak zor, hattâ imkânsızdır. Ancak dış Türkier konusuyla ilgilenmek ve bu konuyu gündemde tutmak milletimizin geleceği ve dış politikamız açısından çok önemlidir. İttihat ve Terakki Partisi'nin siyasî programında yer alan Turancılık fikri, f. Dünya Savaşında başarısızlığa uğramış ve mîlletimizin gerçeklerine uymadığı için uygulama imkânı bulamamıştır. D- BATICILIK Bu görüş, devletin ancak batılılaşarak kurtarıiabiieceğini ve bunun için çe­ şitli yönlerden toplum hayatında önemli yeniliklerin yapılması gerektiğini savu­ nur. Batıdaki hukukî, sosyal ve bilimsel gelişmeleri ve sistemlerin Türki­ ye'de aynen uygulanmasını gerekli gören Türk aydınları, batılılaşmayı bir bütün olarak ele almışlardır.71 70 Türkçülüğü bir ideoloji haline getiren Ziya Gökalp'in bu konudaki çalışmaian için bkz., Türkçü­ lüğün Esasları (Hazırlayan. Mehmet Kaplan), Ankara 1986, Türkleşmek İslamİaşmak Muasırlaş­ mak, Ankara 1963 71 Türkçülük ideolojisinin program; için bkz. Peyam; Safa; Türk inkılâbına Bakışlar, Ank. 1988 s. 30-32 X X I. Bölüm Bunlara göre, batıda ortaya çıkan bilimsel, teknik ve kültürel unsurla­ rın Osmanlı toplumuna aynen uygulanması gerekir. Ancak bu görüş, mille­ timizin temel özelliklerine ve kültürel yapısına aykırı düştüğü için fazla ta­ raftar bulamadı. Ne var ki batı medeniyetine geçmeyi hedefleyen Türk Milleti, batı medeniyet ve teknolojisinden aklicı bir yolfa Atatürk'ün önderliğinde yarar­ lanırken, millî kültürünü ve özünü korumasını da bilmiştir. Yenilik hareketlerinden sonra, Meşrutiyet dönemlerinde gelişen ve Türk aydınları arasında taraftar bulan bu siyasî görüşler, herşeyden önce Türkiye'de siyasî bir ortamın doğmasına yol açmıştır. Bu fikirlerin birbiriyle çatışması sonucu akılcı, doğru ve yararlı tercihler yapılmış, gerekli dersler alınmıştır. Bu deneyim­ leri geçiren Türk aydınları, Millî Mücadele'nin temel politika ve hedeflerini belir­ lerken geçmişte yapılan hatalı davranışlardan ders alarak, Türkiye Cümhuriyeti'ne şekil vermişlerdir. Bu yönden Meşrutiyet dönemi fikir akımları değerlendirildiğinde, bunların topiumumuz için olumlu sonuçlar verdiği söyle­ nebilir. III- İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ Başlangıçta dernek olarak kurulan, daha sonraları siyasal bir parti hâline gelen İttihat ve Terakki, Osmanlı Devletİ'nin son dönemlerinde önemii bir yeri olan ilk büyük siyasî partimizdir. Bu cemiyet, 1889 tarihinde İstanbul Sarayburnu'nda, Gülhane'de, İttihat-ı Osmanî Cemiyeti adıyla kurulmuş, birkaç yıl sonra Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Selanik'te birleşerek gelişmiştir.72 İç karışıklıkların yanı sıra 1911 yılında İtalya ile başlayan Trabiusgarp Savaşı ve onu izleyen Balkan Savaşlarının patlak vermesi, Osmanlı Devleti ile İttihat ve Terakki hükümetini güç durumda bırakırken, büyük toprak kayıpları olmuştur. Kuzey Afrika'da çıkan Trabiusgarp Savaşı'nın başarısızlığı içeride huzursuzluklara yol açmış, İttihat ve Terakki iktidarı zor durumda kalmış, Hürriyet ve İtilaf Partisi gelişme kaydetmeye başlayıp güçlenmiştir. Bu durum karşısında İttihat ve Terakki Partisi, iktidarını güçlendirmek ama­ cıyla, padişaha meclisi feshettirmiş, yeni seçilen meclis fazla devam edememiş, ordu içinde İttihat ve Terakki grubuna karşı bir subay grubu ortaya çıkmıştır. Zayıflayan İttihat ve Terakki hükümetinin başına Gazi Ahmet Muhtar Paşa geldi. Gazî Ahmet Muhtar Paşa’nın başkanlığında oluşturulan yeni kabine, "Bü­ yük Kabine" adıyla bilinir. Bu yeni kabine, iktidarının başında, Balkan Savaş'ıyia 72 Enver Ziya Kara!; A. g.e, Vilf s. 513,514, Tank Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, Cilt i, İst. 1988, s.19 61 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi karşı karşıya kalmıştır. Bu sırada İttihat ve Terakki Partisi, Meclisi yeniden fes­ hetme yoluna gitmiş ve I. Balkan Savaşı'nın kaybedilmesi üzerine, Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığındaki hükümet görevden çekilmiştir.73 Yeni kabineyi Kâmil Paşa kurmuş, O da bir darbe İle İşbaşından uzaklaştırı­ larak yerine Mahmut Şevket Paşa getirilmiş ise de, bu sadrazam da Hürriyet ve İtilaf Partisi tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmüştür. Sadrazam­ lığa bu sefer de Sait Halim Paşa getirilmiştir. Bu arada Edirne'nin II. Balkan Sa­ vaşı sonrasında işgalden kurtarılması, İttihat ve Terakki Partisi'ne prestij ve güç kazandırmıştır. Bundan sonra yapılan genel seçimlerde İttihat ve Terakki Partisi yeniden çoğunluğu sağlamıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra bir süre çalışan Osmanlı Mebusan Meclisi, 1915 yılı Eylül'ünde çalışmalarına ara vermiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın, Osmanlı Devleti'nİn aleyhine sonuçlanması üzerine İttihat ve Terakki Partisi, Teceddüt Cemiyeti74 adını alarak kendisini feshetmiş ve Anadolu'da ku­ rulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine destek vermiştir. Cemiyetin eski üyeleri­ nin bir çoğu da Millî Mücadelede fiilen yer almışlardır. İttihat ve Terakki Partisi'nde yer alan kadrolar genellikle ordu mensubuy­ dular. Ordunun politikayla uğraşmasının acı tecrübelerini yaşayan Mustafa Ke­ mal Paşa, cemiyetin siyasal bîr parti hâline gelmemesi, yani ordunun politikayla uğraşmaması görüşünü savunmuştur. Ancak bu fikrini cemiyete kabul ettiremeyince, İttihat ve Terakki'den ayrılmıştır. İttihatçı liderler aslında dürüst, mert ve vatansever İnsanlardı. Ancak, devlet tecrübesinden, devleti idare edecek bilgi ve birikimden yoksun oldukları gibi ileriyi görecek yetenekte de değillerdi. Bunların arasında Almanya’nın yardımı ile ülkenin kalkınacağını savunanlar da vardı. Herşeye rağmen İttihat ve Terakki Partisi'nin Türk Siyasî tarihinde önemli bir ye­ ri olduğu açıktır,75 73 Haluk Uîman: I. Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş, Ankara 1972, s. 196-200 74 Tarık Zafer Tunaya: A. g. e, I, s. 37 75 ittihat ve Terakki iie ilgili konularda daha geniş bilgi İçin bkz., Sina Akşin: Jön Türkier ve İttihat ve Terakki İstanbui 1987, Türk Ansiklopedisi " İttihat ve Terakki" maddesi, cilt 20 IV . Bölüm DÖ RDÜNCÜ BÖLÜM I- O SM A N L I DEVLETİ'NİN JEOPOLİTİK D U R U M U ve BAZI DEVLETLERİN O SM A N L I DEVLETİ ÜZERİNDEKİ EMELLERİ Osmanlı Devleti, stratejik yönden Dünya'nın önemli yerleri üzerinde ku­ rulmuştur. Anadolu merkez olmak üzere kurulan bu devlet; Asya, Avrupa ve Afrika'nın düğüm olarak birleştiği bir yerdeydi. Üç kıt'anın birbirine bağlandığı bir noktada kurulan ve gelişen Osmanlı Devleti, kara ve deniz yollarının da ke­ siştiği önemli bir stratejik konumda bulunuyordu. Osmanlı Devleti bu jeopolitik durumu nedeniyle birçok dış tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle Karade­ niz'i Akdeniz'e bağlayan boğazların da Osmanlı Devleti'nin sınırları İçinde bu­ lunması, bu tehditleri artırmıştır. Deniz ticaretinde etkili güç olan devletler, Os­ manlI Devletİ'ne bu nedenle de baskıda bulunmuşlardır. Anadolu'da geçmişte birçok kavim hâkimiyet sağlamış ve bu sahada var­ lıklarını sürdürerek medeniyetler kurmuşlardır. Çıkar çatışmasının en yoğun ol­ duğu bu noktada, yok olmuş birçok millet mevcuttur. Avrupa, Asya, Afrika ve Ortadoğu arasında, her yönden geçiş alanı olan ve bu anlamda özellik sahibi olan Anadolu toprakları, dünya güç merkezleri için bir denge unsuru olarak ele alınmış ve bu sahaya olan ilgi her zaman canlı tutulmuştur. Aslında bu hassas coğrafî konum, Osmanlı Devletİ'ne ve günümüz Türkiye'sine önemli bir jeostratejik ve jeopolitik değer kazandırmıştır. Atatürk, 1937 yılında Anado­ lu'nun stratejik yönden önemini şu sözlerle ifade etmiştir; "Ekonomik kalkın­ ma, Türkiye'nin hür bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha ileri Türki­ ye'nin idealinin belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada iki büyük kuvvete da­ yanmaktadır; 1- Toprağın iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğ­ rafî vaziyeti; 2- Türk Milletinin silâh kadar makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda tarihin akışını değiştirecek kahramanlıkla ortaya çıkan yüksek benliği." Yakın tarihimizde Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'ni zorlayarak onun aleyhinde gelişme kaydettiklerini görüyoruz. Bu devletler; İngiltere, Fransa, Avusturya, Macaristan, İtalya, Almanya, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri ol­ muştur. Osmanlı Devleti'nin toprakları, "Düvel-i muazzama" denilen büyük 63 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi devletler arasında mücadelelere sahne olmuş ve bu devletler, Osmanlı Devleti'nin mirasına konmak için adeta birbirileri ile yarışmışlardır. Buna örnek olarak; İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde İngiiiz-Rus mücadelesi, Balkanlar üze­ rinde Avusturya-Rusya mücadelesi, Mısır üzerinde İngiliz-Fransız mücadelesi ve Osmanlı Devletİ'nin Ortadoğudaki topraklan üzerinde İngiliz-Alman mücadelesi gösterilebilir.76 Osmanlı Devieti'nin topraklarının paylaşılmasından büyük devletlerin mü­ cadelesine ek olarak, bazı komşu küçük devletlerin veya Osmanlı Devletî'nden ayrılarak yeni bağımsızlığını kazanmış olan devletlerin de istekleri olduğu gö­ rülmektedir ki, bunlar Yunanistan, Bulgaristan vb. gibi devletlerdir. Rusya'nın Osmanlı Devleti aleyhine izlediği olumsuz politika daha önce ele alınmıştı. Rus çarlığı başlangıçta tamamen bir kara devletiydi. Sonra kuzeyde Baltık Denizi ve güneyde Karadeniz'e doğru ilerleyerek 18. Yüzyılda bu iki kıyı­ ya da erişme başarısını gösterdi. Karadeniz'de kıyılarını genişlettikten sonra, 19. Yüzyılda İstanbul ve Çanakkale boğazlarına inme politikasını gütmeye başladı. Onun bu emeli ve Balkanlarda izlediği politika, İngiltere'yi rahatsız etti. Bu du­ rumdan endişe duyan İngiltere, Rusya'nın boğazlar yolu ile Akdeniz'e inmesini önlemeye çalıştı ve Osmanlı Devleti lehine bu konuda politika gütmeye başladı. Ancak bu durum, İngiltere'nin kendi çıkan doğrultusunda, Akdeniz'deki hâkimi­ yetini sürdürmek istemesindendi. Balkanlar üzerinde de Avusturya-Rusya mücadelesi sözkonusu idi. Rusların Balkanlarda uyguladıkları Panslavizm politikası ile Balkan Devletleri ve topluluk­ ları üzerinde etkili olma gayreti, Avusturya île Macaristan'ı tedirgin etmiştir. Mısır üzerinde İngiliz-Fransız mücadelesi, 1904'de İngiliz-Fransız antlaş­ ması ile son bulmuş ve iki devletin Ortadoğu topraklarının sömürülmesi konu­ sunda anlaşmalarıyla sonuçlanmıştır.77 Osmanlı Devieti'nin güttüğü denge politikası ile İngiliz ve Almanlar, Orta­ doğu'nun elde edilmesi için bîrbirleriyie rekabete girişmişlerdir. Sonunda bu mü­ cadeleyi İngilizier kazanmış ve İl. Abdülhamit zamanında Osmanlı Devleti'nde egemen olan Alman nüfuzu bu sahada İngiltere'ye mağlup düşmüştür. Böyiece Ortadoğu'da en kârlı çıkan devlet İngiltere olmuştur. 76 11 Büyük Avrupa Devletlerinin Osmanlı toprakları için mücadeleleri konusunda daha geniş bilgi İçin bkz. Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. i, ks. 1-2, c. II, ks. 1-4, C. iil. ks. 1-4, TTK Ankara 1983, Fahir Armaoğlu: Siyasî Tarih 81789-1960), Ankara 1973 Fahir Armaoğlu, A. g. e, s. 229-232, Ankara 1973 IV. Böiüm Türk-Fransız ilişkileri Kanunî Devrinde, Fransızlara tanınan Kapi­ tülasyonlarla, I, Fransuva zamanında başlatılmıştı. (1535) Avrupa Hristiyan dün­ yasını parçalamayı hedefleyen Kanunî Sultan Süleyman, bu imtiyazları Fransızfara tanımıştı. Bundan sonra Türk-Fransız ilişkileri genellikle olumlu yönde ve dos­ tane bir şekilde gelişme gösterdi. Buna rağmen zaman zaman Türk-Fransız ilişki­ lerinde olumsuz gelişmeler de olmuştur. III. Selim Devrinde Fransa ile Osmanlı Devleti arasındaki olumsuz olay, Napolyon'un Mısır Seferi olmuştur. Yakıncağ'da Türk aydınları Fransız kültürü etkisinde kalmış, ancak Fransızlar Türkiye aleyhinde bir politika izlemişlerdir. Son olarak Fransa, Osmanlı Devleti aleyhine yapılan Paylaşma projelerinde taraf olarak yer almış ve bu gizli anlaş­ malarda Anadolu'nun paylaşılmasında kendisine pay çıkarmıştır. İtaiya, yakınçağda millî birliğini kurmuş ve millet bilincine ermiş bir devlet­ ti. Geçmişi oldukça eski olan bu devlet de, sömürgecilik yarışında diğer Avrupalı devletlerden geri kalmamak için çaba harcamıştır. Dünyayı paylaşan Avrupalı sömürgeci devletlerin yanında İtalya da sömürgecilik yarışına katılmış ve Os­ manlI Devleti'nin aleyhine genişleme politikası gütmüştür. Kuzey Afrika'daki Trablusgarb'ı Osmanlı Devleti'nden almak için harekete geçen İtalya, 1912 yı­ lında burayı sömürgeleştirerek, kendi topraklarına katmayı başardı. I. Dünya Savaşf'nda yapılan gizli antlaşmalarla, anlaştığı diğer Avrupalı devletler ile Ana­ dolu'da kendisine pay çıkarmaya çalıştı. Önceleri İzmir ve çevresine göz diken İtalya, bunu elde edemeyince Antalya ve çevresini almayı plânladı. Olayların akışına göre hareket tarzı oluşturan İtalya, Millî Mücadele yıllarında işgallere ka­ tılmakla birlikte, esnek bir politika izlemeyi tercih etmiştir. Osmanlı Devletî'nin yükselme devrinden sonra mücadele ettiği en büyük rakiplerinden biri de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olmuştur. 17. Yüzyı­ lın sonlarına kadar Osmanlı Devleti, bu devlete karşı hep üstünlük sağlamıştır. II. Viyana kuşatmasından sonra (1683) Avusturya, Osmanlı Devleti aleyhine ge­ lişme göstermiş ve Karlofça Antlaşması’yla (1699) Osmanlı Devleti Macaristan'ı Avusturya'ya bırakmıştır. Bundan sonraki yıllarda Avusturya-Macaristan İmpa­ ratorluğu, Balkanlarda Osmanlı Devleti aleyhine genişleme politikası gütmüştür. Balkanlarda çıkan isyanları Rusya ile birlikte Avusturya da desteklemiş ve 1908 yılında Bosna-Hersek topraklarını Osmanlı Devleti'nden almıştır. Bu yıllardan sonra Almanya île yakınlaşmasından dolayı, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devle­ ti ile müttefik olmuş ve bilindiği gibi bu savaştan yenik çıkmıştır, 1871 yılında Alman birliğinin gerçekleşmesiyle kurulan Almanya, Avru­ pa'da söz sahibi olmaya başladı. Alman birliği (Pan-Cermenİzm) politikasını gü­ den Almanya, Avrupa'da bu birliği genişletmeyi düşünmüştür. Osmanlı Devleti, Almanya dışındaki devletlerle yakın zamanlara kadar ilişkide bulunmuş ve bu i­ A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi lişkilerden zararlı çıkmıştır. Oysa Almanya ile Osmanlı Devleti arasında son za­ manlara kadar bir ilişki olmadığı için, bu devletin Osmanlı Devletİ'ne zararı dokunmamıştı. Ayrıca son yıllarda'Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti üzerindeki baskıları bîr hayli artmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Almanya'ya yönelmiş ve I. Dünya Savaşı öncesinde bu devletle diyaloğa girerek, OsmanlıAlman işbirliğini başlatmıştır. Bu yakınlık Almanya'nın dış politikası açısından da uygundu. Almanya bu politikayla Ortadoğu ve Hindistan'a kadar olan alanları kontrol edebilecek ve buraların zenginliklerinden yararlanabilecekti. Bu nedenle Berlin-İstanbul-Bağdat Demiryolu projesini gerçekleştirmeyi ve İngiltere'nin Ortadoğuda'ki sömürgecilik faaliyetlerini kontrol etmeyi amaçlıyordu. t)nun bu politikası, İngiliz-Alman rekabetinin kızışmasına yol açtı.78 Almanya, Osmanlı DevJeti'yle, I. Dünya Savaşı'na müttefik olarak girmiş ve bu savaştan büyük kayıplar vererek, yenik çıkmıştır. Yunanistan, Odesa'da kurulan Etnik-i Eterya Cemiyeti'nin çalışmaları ve Rusya'nın desteğiyle, 1829 yılında bağımsızlığını kazanarak Osmanlı Devleti'nden ayrılmıştır. Bağımsızlıktan önce Etnik-i Eterya'nın kışkırtmalarıyla Mora Yarımadasında çıkarılan Yunan isyanı, Osmanlı Devleti’ni sarsarken, bağımsız­ lıktan sonra, bu devletin Osmanlı Devleti aleyhine bir politika izlemeye devam ettiği ve topraklarını doğuya doğru genişletme yoluna gittiği görülmüştür.79 Yu­ nanistan'ın bu politikası, 20. Yüzyıldaki savaşlarda da açıkça görülmüş ve Megalo İdea yani Büyük Yunanistan ülküsünü gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu­ na örnek olarak Selanik, Batı Trakya ve Ege'deki adaların (Girit dahil) ele geçir­ mesi ile Mîllî Mücadele yıllarında Trakya ve Batı Anadolu'nun Yunanlılar tara­ fından işgali gösterilebilir.80 Bulgaristan da bağımsızlık mücadelesi sırasında ve bağımsızlığını elde ettik­ ten sonra, Osmanlı aleyhinde bir politika izlemiş ve Akdeniz'e inmek için fırsat kollamıştır. Balkan Savaşı sonunda bir ara bu emeline ulaşan Bulgaristan, Os­ manlI Devleti ile dostça bir politika içinde olmamıştır. II- İTALYA İLE TRABLUSGARP SAVAŞI (1911-1912) U£Î Ani. 1870'lerde İtalya millî birliğini sağladığı tarihlerde, dünyadaki sömürgelerin büyük kısmına İngiftere ve Fransa hükmediyordu. İtalya ise ekonomik bakımdan güçlenmek ve topraklarını genişletmek istiyor, bunun için de sömürge arayışı i­ 78 Fahir Armaoğlıı; A. g. e s, 184 79 Fahir Armaoğlu; A. g. e s. 98 v.d. 80 Mithat Sertoğiu: Anadolu Hakkında Yunanlıların Düşünce ve Emelleri", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi sayı 9, Yıl 1969 IV . Bölüm çinde görünüyordu. İtalya, kendisi için en uygun coğrafî şartlan taşıyan Trablusgarb'ı bu alanda ilk hedef olarak seçmişti. Bunu sağlayabilmek için de büyük devletlerle barış anlaşmaları yapmıştı. Osmanlı devlet adamları bu durumu kavrayarak, önlemler almışlarsa da, İbrahim Hakkı Paşa'nın sadrazamlığı zamanında bu işe gereken önem verilme­ yince, İtalya, daha önceden yaptığı ekonomik yatırımlara, siyasî çalışmaları da ekleyerek Osmanlı Devieti'nin Kuzey Afrika'daki son toprağı olan Trablusgarb'ı ele geçirme çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. İtalya, çıkacak savaşın nedeni ve sorumlusu olarak Osmanlı Devleti'ni gös­ termek için büyük gayret sarfetmiştir. Önceden çeşitli devletlere başvuran İtal­ ya, ticarî faaliyetlerinin Osmanlı Devleti tarafından engellendiğini ileri sürmüş ve nihayet 28 Eylül 1911 tarihinde verdiği 24 saat cevaplı nota ile Osmanlı Devleti'nden yerine getiremeyeceği isteklerde bulunmuştu. Suçlamaları da içinde bulunduran bu notaya göre; • Trablusgarp ve Bingazi, Osmanlı Devleti tarafından kalkındırmayarak geri bırakılmıştı. • Bu bölgedeki İtalyan çıkarları Osmanlı Devleti tarafından zedelenmişti, • Trablusgarb'a vali tayin edilirken İtalya'nın düşüncesi alınmalıydı, • İtalya, bu ülkede yeni ekonomik ayrıcalıklar temin etmeli, gümrükler İtalya'ya terkedilmeliydi. Osmanlı Devleti bu suçlamalara karşı ekonomik ayrıcalık verilebileceğini, ama İtalya'nın diğer isteklerinin kabul edilmeyeceğini belirtti. Bunun üzerinde İtalya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilân etti (29 Eylül 1911). İtalya önce Trablusgarb’a saldırdı. Arkasından Tobruk, Derne ve Bingazi'ye asker çıkardı. Osmanlı kuvvetleri ise hem sayı, hem de silâh olarak yetersizdi. Yerli halk ile birlik olarak İtalyanlarla mücadele etmbye başlayan Osmanlı Devle­ ti, savaşa kötü şartlar altında girdi. Trabiusgarp'tâ ancak 1200 kadar askeri olan Osmanlı Devleti, buraya, yeni kuvvet gönderemedi. Çünkü hem deniz, hem de kara yolu kapatılmıştı. İtalyan donanması Ege Denizine hakim olduğu için, de­ nizden Trablusgarb'a yardım yapılamadı. İngiltere ise Mısır'dan geçit vermi­ yordu. Böylece kara yolu da kapanmıştı. Fakat Osmanlı Devieti'nin bu güç durumuna rağmen, İtalya da fazla bir şey yapamadı. Trablusgarp'taki bir avuç Türk askeri, İtalyanları kıyılardan içeriye sokmadı. Bunun üzerine İtalya, Osmanlı Devleti'ne karşı baskı yollarına başvur­ du. Önce Trablusgarb’ı kendi topraklarına kattığını ilân etti. İkinci olarak, Al­ A tatürk İlk e fe rİ ve Türk İnkılâp T arihi manya vasıtasıyla Osmanlı Devieti'nİ barışa zorlamak istedi. Osmanlı Devleti ba­ rışı kabui etmedi. 1912 Nisan'ında İtalyan donanması boğazları zorlamaya kal­ kıştı. Ancak Osmanlı Devleti boğaza torpİİ dökünce, İtalyan donanması boğaz­ dan içeri girmeyi başaramadı.81 İtalya, boğazlarda bir şey yapamayınca 1912 Nisan ve Mayıs aylarında Oniki Adayı işgal etti. Herşeye rağmen Osmanlı Devleti'nin durumu iyi değildi. İtalyanlar, ancak kıyıları ele geçirebilmişlerdi. Fakat Osmaniı kuvvetleri de İtal­ yanları kıyıdan söküp atamamıştı. İçerde de durum gittikçe kötüleşmekte idi. İt­ tihat ve Terakki Partisi prestijini günden güne kaybediyordu. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'ın arkasından şimdi Trablusgarp'ın elden gitmek üzere olması, bu partiye karşı eieştiriiert ve muhalefeti artırdı. Bu muhalefeti susturmak için İttihat ve Terakki Partisi savaş dolayısıyla ilân edilmiş olan sıkıyönetimden yararlanmak istedi. Bu durum, muhalefeti daha da şiddetlendirdi. Partiden istifalar artmaya başladı. Muhalifler ve partiden ayrılanlar 1911 Ekİmi'nde Hürriyet ve İtilaf Parti'sini kurdular. Kısacası muhalefet teşkilâtlanıyor ve güçleniyordu. 15 Ekim'de Osmanlı Devieti'yle İtalya arasında gizii bir antlaşma 18 ekimde de açık antlaşmalar yapıldı (1912). Gizli antlaşmaya göre Trablusgarp'daki Os­ manlI Devleti'nin hukukî olarak bazı yetkileri ve kurumlan korunacaktı. Açık ant­ laşmaya göre bölgeye bağımsızlık verilecek, İtalya’nın dolaylı olarak bölgeyi yö­ netmesi sağlanacaktı. İtalya, Rodos ve Oniki Adayı Osmanlı Devieti'ne geri vere­ cek, fakat şimdilik Yunan işgaline karşı bu adalar geçici olarak İtalyanların kontrolunda kalacaktı.82 Bu antlaşmaya göre Trablusgarp elden çıktığı gibi, Oniki Ada da daha son­ raki gelişmelerle Osmanlı Devieti'ne bir daha verilmemiştir. III- BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913) Balkan Savaşlarının nedenlerini ele almadan önce Şark Meselesini hatır­ lamakta yarar bulunmaktadır. Balkanların Osmanlı Devleti'nin elinden alınması, Şark politikasının safhalarından yalnızca bir tanesidir. İngiltere Başbakanı Gladstone'un, Türklerîn Avrupa'dan çıkarılması gerektiği şeklindeki düşün­ cesi, Avrupa devletlerince bir ilke haline getirilmiş ve bunun sonucu olarak, Osmanlı Devleti'nin başına çeşitli sorunlar açılmıştır. Batıklar ve Balkan Devletleri Türklerin Avrupa'dan çıkarılması konusunda aynı düşünmekle birlikte, Osmanlı Devleti'nin bırakacağı mirası paylaşmak konusunda aynı 81 82 Yusuf Hikmet Bayur, A. g, e. O l , kısım l, s. 70 v.d. Aynı eser s. 327-328, Ayrıca bkz. Rıfat Uçarol. Siyasî Tarih İstanbul 1985, s. 335, Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan ilişkileri, TTK. Ankara 1989 IV . Bölüm fikre sahip değildiler. Rusya, Siav birliği projesiyle Balkan devletlerini kışkırtı­ yor, diğer Avrupa devletleri ise kendileri için en uygun siyasî ve ekonomik çıkar­ ları hesaplıyorlardı. Osmanlf Devleti'nin bu olaylar karşısındaki tutumu ise, hataları tekrarla­ maktan ibaretti. Diplomatik hatalar sonucunda Sırbistan ve Yunanistan'ın Os­ manlI Devleti ile ittifak yapma istekleri geri çevrildi. Hükümet, Balkanlardaki itti­ fak haberlerini ciddiye almıyor, değerlendiremiyor ve herhangi bir savaşa ihtimal vermiyordu. Bununla da kalmayıp, iyi eğitilmiş deneyimli, askerlerini terhis edi­ yordu. Hükümetin bu tutumu yüzünden, zaten Türkleri Balkanlardan atmak is­ teyen Balkan devletleri ve destekleyicileri İçin uygun fırsat doğmuş oluyordu.83 Daha önce aralarında ittifak kurarak anlaşan Balkan Devletleri, Osmanfı Devleti'nin Trablusgarp Savaşı'nda bulunmasından da yararlanarak, faaliyetlerini hızlandırıp isyanlar çıkardılar. Büyük devletler de Balkanlardaki buhranı önleyici herhangi bir önlem almadılar. Bu tutumdan cesaret afanİKaradağ, 8 Ekim 1912 tarihinde Osmanh-Peyleti'ne resmen savaş ilân ettiJBunu diğer devletler İz­ ledi. Böylece dört Balkan ülkesi olan; Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Kara­ dağ harekete geçtiler. Osmaniı Devleti, Balkan Savaşı'nda Bulgariara karşı Doğu Ordusu, Sırplara ve Karadağlılara karşı Batı Ordusu olmak üzere iki ordu oluş­ turdu. |)oğu ordusu Bulgariara karşı hücuma geçtiyse de önce Filibe'de sonra Pınarhisar’da yenildi.84 Osmaniı Devleti'nin bu kötü durumundan ilk yararlanan Arnavutluk oldu. Zaten öteden beri isyan hâlinde bulunan| Arnavutluk. bağımsızlığını ilân etti <26 Kaşım 1.912) | Yunanlılar bir yandan Selanik 'i ele geçirirken öte taraftan Ege Adalarından Bozcaada, Limni, Semendirek ve Taşoz adalarını işgal ettiler. Bu sırada Osmaniı donanması, Yunan donanmasıyla başa çıkacak durumda değildi. Bununla beraber Hamidiye Kruvazörü, bu deniz savaşlarında büyük yararlılık gösterdi. Bu kruvazör, Yunan donanmasınca abluka altına alı­ nan Çanakkale Boğazı'ndan çıkarak tek başına Ege Denizi'nde dolaşıp, Yunan adalarını topa tutmuş ve Yunan donanmasına büyük zararlar vermiştir.85 Bulgarların ÇatalcaVa dayanmaları,' Sırpların Manastır'a girmeleri, Yunanistan'ın başarıları ve Arnavutluğun bağımsızlığını ilân etmesi üzerine İstanbuf'da bir hükümet değişikliği olmuştur.jŞükrü Paşa tarafından savunulan Edirne bir yıla yakın süre direnişini, sürdürmüş ise de sonunda teslim olmak zorunda kalmıştır. 83 Yusuf Hikmet Bayur: C. fl, Kısım U, s, 1-19 84 Rıfat Uçaroi; A. g. e, s. 357,358,359 85 Rıfat Uçaroİ; A. g. e, s. 364,367 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi İş başına geçen Kamil Paşa Hükümeti, Balkan devletlerinden ateşkes istedi (Aralık 1912). Osmanlı Devleti'nin bu isteği üzerine, Londra'da bir konferans toplandı. Balkan devletleri bu konferansta bütün Rumeli'yi istediler. Bulgarlar Edirne'nin kendilerine verilmesinde ısrar ettiler. Bu sırada Avrupalı devletler Osmanlı Devletİ'ne bir nota vererek, Edirne ve Adalar'dan vazgeçilmesini istedi­ ler. Kamil Paşa kabinesi bunu kabul edeceği sırada, İttihat ve Terakki bir baskın­ la Kamil Paşa kabinesini iş başından uzaklaştırdı ve Sadrazamlığa Mahmut Şev­ ket Paşa getirildi. Bunun üzerine savaş yeniden başladı. Ancak bu sefer Yanya ve Edirne kaleleri de düştü. Özeflîkle Edirne kahramanca direnmesine rağmen, açlıktan teslim olmak zorunda kalmıştı. İşkodra şehri ise savunmasını sürdürü­ yordu.86 Avrupa devletlerinin işe karışmasıyla Balkanlarda ateşkes ilân edildi. Balkan Devletleriyle Osmanlı Devleti arasında Londra'da barış antlaşması imzalandı (Mayıs 1913). Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti, Ege adalarının kade­ rinin tayini ve Arnavutluğun sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmış, Girit'i Yunanistan'a hukukî açıdan terk etmiş ve Midye-Enez hattının batısında kalan topraklan da Balkan Devletlerine bırakmıştı. Böylelikle Edirne, Bul­ garistan'ın eline geçmiş, Bulgaristan, Kavala ile Dedeağaç arasıdaki toprakları alarak Ege Denizine ulaşmıştır.87 Böyiece 550 yıl süren bir hakimiyetten sonra, bütün Rumeli terk edilmiş ve milyonlarca Türk Anadolu'ya geri dönmek için yollara düşmüştür. Balkan Devletlerinin bağımsızlık hareketleri ve isyanları sırasında da çeşitli çileler çe­ kerek zulümlere uğrayan Balkan Türklerinin bu göçü, ara ara günümüze ka­ dar sürmüştür. Osmanlı Devleti'nin ağır bir yenilgi alarak Rumeli'den çekilmesi, burada büyük bir otorite boşluğu yaratmış ve kısa sürede Balkanlı Müttefikler, Osmanlı Devleti'nin mirasını paylaşmak için birbirlerine düşmüşlerdir. Bulgaristan, büyük bir arazi parçasını ele geçirmişti. Yunanlılar, Bulgarların Ege Denizine inmelerini tepkiyle karşılamışlardı. Bu durum Yunanistan'la Sırbistan'ı birbirine yaklaştırmış, Bulgaristan- da bu iki devlete Haziran 1913'te savaş ilân etmiş ve bövlece II. Balkan Savaşım başlatmıştır. Bulgarlar bu taarruzlardan başarılı bir sonuç alamadılar ve ner iki devlete de yenik düştüler. Bu durumdan yararlanan Osmanlı Devleti ve Romanya, Bulgaristan'a karşı harekete geçtiler. Kuzeyden Romanya Dobruca'yı ele geçirirken, güneyden de Türk Kuvvetleri harekete geçerek Edir- 85 Yavuz, Nuri; Türk Arşiv Belgelerine Göre I. Balkan Harbi (Yayınlanmamış Doktora Tezi) Ankara, 1989 57 Rıfat Uçarol; A g. e, s. 367-368 XV. Bölüm ne'yi geri aldı. Böylece li. Balkan Savası sonucunda Midye-Enez hattı aşılarak, Edirne kurtarılmış oidu.8^ lî. Balkan Savaşı sonunda Bulgaristan’la diğer Balkan Devletleri arsında Bükreş Antlaşması imzalanmış, Osmanlı Devletiyle Bulgaristan arasında Eylül. 1913'te İstanbul Barış Antlaşması yapılmıştır. Buna göre, iki ülke arasında Meriç nehri sınır kabul edilmiş, Bulgaristan'da kalan Türklerin durumu da ele alınmış ve buradaki Türklerin kültür ve mülkiyet haklarına saygı gösterileceği belirtilmiş­ tir. Ancak Bulgaristan, ülkesindeki Türklerin haklarını görmezlikten gelerek kül­ tür ve mülkiyet haklarını zedeleyen uygulamalara girişmiş ve bu tutumunu asi­ milasyon politikasıyla sürdürmüştür. Yunanistan île Kasım 1913'te AtîpA^Antlaşması yapılmış ve bu antlaşma ile Girit Adası kesiti olarak Yunanistan'a terk edilmiş, bundan başka Yunanistan'da kalan Türklerin kültür ve mülkiyet haklan antiaşmaday eçalmıştır.89 Mart 1914'de Sırbistan'la İstanbul Barış Antlaşması imzalanmış, antlaş­ mayla Sırbistan'da kalan Türklerin durumu düzenlenmiştir. Balkan Savaşları sonunda Londra'da toplanan büyük devletler, İtalya'nın işgal ettiği adaları bu ülkeye, Yunanlıların işgal ettiği adaları da Yunanistan'a bı­ rakmışlardır. İmroz ve Bozcaada Türkiye'ye verilmiş, ançal< ada.lar konusunda bîr antlaşma imzalanmadan Birinci Dünya savaşı b^jadığ^m bu hükümler askıda kalmıştır. Sonuç olarak, Balkan savaşlarıyla Osmanlı Devleti, büyük toprak kaybına uğramış, uzun yıllar elinde tuttuğu sahalarından Meriç'e çekilerek buraları Bal­ kan Devletlerine terk etmiştir. Balkan Savaşları, Türk Tarihi'nin en büyük fa­ cialarından bîridir. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale savaşlarından söz eder­ ken; “ Hepimiz, bütün subaylar Balkan Savaşlarıyla alnımıza sürülen kara lekeyi temizlemek mecburiyetindeydik." diyerek Balkan Savaşları'nın ne ka­ dar ağır bir yenilgi olduğunu ifade etmiştir, Osmanlı Devleti tarafından büyük maddî ve manevî çabalarla yurt hâline getirilen Rumeli Türkiye'si, bu savaş sonucunda kaybedilmiş ve Osmanlı Devleti'nin bir Avrupa Devletî olma özelliği sınırlandırılmıştır. Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında kalan milyonlarca Türk, muhacir (göçmen) olarak yollara dökülmüştür. Bu zorunlu göç, birçok Türk ailesinin kay- 83 89 Rıfat Uçarol; A. g. e, s. 367,368 Rıfat Uçarol; A. g. e, s. 369,370 Atatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi boimasi, birçoğunun ölümü ile ailelerin parçalanması sonucunu doğurmuştur. Bu zorunlu göç (tehcir), günümüze kadar ara ara devam etmiştir. Balkan Savaşlarında Türkiye^ büyük toprak kaybı yanında çok sayıda İnsan kaybına da uğradı. O zamanki İdarî teşkilâta göre yedi eyalet (Selanik, Manastır, Kosova, İşkodra, Yanya, Ege Adaları, Girit) 33 il ve ilçe Balkan Savaşları sonu­ cunda Osmanlı Devleti'nden kopmuştur. Balkan Savaşları sonunda İmzalanan antlaşmaların Önemli bir Özelliği var­ dır. Bu da Balkan devletlerinin sınırları içinde kalan Türkierİn statüsü konusudur. XIX. yüzyıl boyunca, Osmanlı Devleti'nin Balkan toprakları üzerinde bulunan azınlıkları, devletin başına devamlı sorun olmuştur. Balkan devletleri topraklarını genişletmek için bu azınlıkları Osmanlı Devletİ'ne karşı sürekli olarak kışkırtmış­ lardır. Barış antlaşmaları, Osmanlı Devleti'ni Balkanlardan tamamen uzaklaştır­ dığı için, bu devletlerin sınırriçinde önemli miktarda Türk azınlığı kalıyordu. Türk azınlıkları, bu devletleri bir azınlık sorunu ile karşı karşıya bırakabilirdi. Barışların arkasından I. Dünya Savaşı patlak vermiş, bu savaşın sonunda Osmanlı Devleti sona ermiş, yeni Türkiye'nin kalkınma sorunu ortaya çıkmıştır. Yeni Türkiye Devleti Lozan'dan arta kalan sorunların çözümlenmesi ile uğraşmak zorunda ka­ lış, bundan sonra da Balkanlarda işbirliği politikası izlemek durumunda kalmıştır. Bütün bu etkenler, Balkanlardaki Türk azınlığın Balkan Devletleri için sorun ol­ masını önlemiştir.90 90 Rıfat Uçarol; A. g. e, s. 372-v.d. V. Bölüm BEŞİNCİ BÖLÜM i- BİRİNCİ D Ü N Y A SAVAŞI ÖNCESİ BÜYÜK DEVLETLERİN D U R U M U ve BİRİNCİ D Ü N YA SA VAŞI'N IN NEDENLERİ Fransız İhtilâlinin Dünya'ya yaydığı yeni fikirler, yeni bir dünya anlayışına, devlet ve toplum hayatında yeni gelişmelere yol açmış ve yeni siyasal, sosyal örgütfer kurulmuştur. Bu anlayış, devletlerin ve mîlletlerin davranışına yeni bir yön vermiştir. Gelişen milliyetçilik hareketleri, bütün dünyada ve öncelikle Av­ rupa'da etkili olmuş, Alman ve İtalyan birliklerinin kurulması Avrupa dengesine yeni bir biçim kazandırmış, özellikle Balkanlarda kamçılanan millî duygular Av­ rupa diplomasisini etkilemiştir. Fransız İhtilâlinin siyasal anlamda getirdiği Özgürlük düşüncesi, uluslararası ilişkilere konu oimuş ve bu özgürlük fikri, insan mutluluğunun temel yapısını oluşturmuştur. 19. yüzyılda sanayileşmenin hızla gelişmesi ve sanayi devriminin gerçekleş­ tirilmiş olması, sömürgecilik faaliyetlerinin artmasına yol açmış ve gelişen Avru­ pa ülkeleri özellikle yeni kıt'alarda Afrika ve Uzakdoğuda sömürgecilik konu­ sunda birbirleriyle rekabet etmeye başlamışlardır, Böylece devletlerin ekonomik çıkar çatışmaları, karşılıklı siyasî rekabetlere, sürtüşmelere ve uyuşmazlıklara yol açmıştır. Bu genel nedenlerin yanında, Birinci Dünya Savaşı'nın devletlerden kay­ naklanan nedenlerini de şu şekilde sıralamak mümkündür. A- Almanya: Bu devlet, 1886'da Avusturya, 1870-71 'de de Fransa île yap­ tığı savaşları kazanarak millî birliğini sağladı.[Frankfurt Antlaşması ile de Alsas ve Loren'i Fransa'dan aldı. Kısa zamanda sanayi ve ekonomi alanında büyük geliş­ meler gösterdi. Dünya pazarlarına sürdüğü malların; bolluk, ucuzluk ve kalite ba­ kımından üstün oluşu nedeniyle, dış pazarlarda tutundu. Hattâ önde gelen bir sa­ nayi ülkesi olan ^^^^g^jöm ürgelerindeki pazarlarında bile Alman sanayi ürünleri aranmaya başladı. Almanya'daki bu geiişme, İngiltere'yi endişelendirdi. Çünkü sömürgeler, İngiltere İmparatorluğu'nun can damarı durumundaydı.91 Panislavizm perdesi altında kendisini Balkanların koruyucusu .gören Rusya ise Aimanya'nın Ortadoğu ve. Güney. Avrupa'da güç kazanmasını hoş karşılamıyordu. 91 Fahir Armaoğlu; 20. Yirminci Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914-1980) Ank., 1983 s. 20-22 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi B- Avusturya-Macaristan İmparatorluğu: Bu devlet, bir milletler toplu­ luğu îdi. Devleti oluşturan milletler arasında mîllî bütünlük yoktu. Rus emellerine hizmet eden panislavizm hareketi, Avusturya-Macaristan için tehlikeli olmağa başlamış, ayrıca küçük Sırbistan Krallığı'nın büyümesi bir anlaşmazlık konusu olarak ortaya çıkmıştı. Avusturya-Macaristan İimparator!uğu'nun amacı ise Sirbistan’ı ortadan kaldırmak veya Avusturya'ya bağlamak ve Selanik'i alarak Akdeniz'e inmekti. C- Fransa: Almanya'ya kaptırdığı Aisas ve Loren'in acısını unutamayan Fransa, buraları tekrar ele geçirmek için her türlü çareye baş vuruyordu. Kendisi ile rekabet eder hâle gelen Almanya'nın sanayideki başarıları, dünyanın en kuv­ vetli kara ordusuna sahip oluşu ve denizlerde İngiliz donanması ile boy ölçüşe­ cek duruma gelmesi gibi nedenlerden dolayı Almanya, Fransa için büyük bir tehlike îdi. Bu korku nedeniyle Fransa, Rusya ve İngiltere'ye yaklaştı. Rusya'nın yardımıyla kara ve deniz yolları ulaşım araçlarını güçlendiren Fransa, doğuda kuvvetli bir müttefik kazandı. Diğer taraftan İngiltere ittifakına da büyük önem vermekteydi. D- İngiltere: İngiltere'nin sömürgelerini elde tutabilmek için çok güçlü bir donanmaya ihtiyacı vardı. Alman donanmasının rakip duruma gelmesi, İngilte­ re'yi haklı olarak korkutuyordu. Alman malları, İngiltere'nin kendi pazarlarında bile rakip duruma gelmişti. Bu yüzden Almanya'nın Avrupa ve Yakındoğu'da güçlü olmasını hazmedemiyordu. Berlin'den Irak'a ulaşacak demiryolunun ta­ mamlanması hâlinde ise, durum daha da tehlikeli bir hâl alacaktı. E- Rusya: 1905'te Japonya'ya yenilmesinden sonra Rusya, Balkanlar ve Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmeyi yeniden denemek istedi. Diğer yandan Alman korkusu, Rusya için de geçerli idi. Bunun için de İngiltere ve Fransa'ya yaklaşıp, Fransa ile ittifak yaparak ondan sağlayacağı kredi ile bozulan ekonomik durumunu düzeltmeyi plânlıyordu. Ayrıca Rusya, Almanya’nın mağ­ lup edilmesi hâlinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun parçalanacağı ve Slavların çarlık şemsiyesi altında toplanacağı kanısındaydı. F- İtalya: 1870 yılında millî birliğini tamamlamış olan İtalya ise, Avusturya ve Fransa’nın elinde bulunan ve İtalyan halkın yaşadığı yerleri de bu birliğe katma siyasetini gütmeğe, ayrıca sömürgecilik hareketlerine girişmeye başlamış­ tı. G- Osmaniı Devleti: XVIII. yüzyıla kadar dış görünüşündeki haşmeti ko­ ruyabilmiş olan Osmaniı Devleti'nde daha sonra büyük bir hızla çökme başladı. Çünkü Osmaniı Devleti, hızla gelişen Avrupa ekonomisi ve her alanda ortaya konan teknik ilerleme ve sosyal gelişmelere ayak uyduramamıştı. Bu yüzden Av- V. Bölüm rupa'ya göre her bakımdan geride kalmış ve bu geri kalmışlıktan kurtulmak için de çeşitli yenilik hareketlerine girişmişti. İlân edilen Tanzimat ve Islahat Ferman­ ları ile I. ve İl. Meşrutiyet'e rağmen, köklü yeniliklere gidiiemediği için istenilen sonuca da ulaşılamamıştı. Öte yandan 1699'dan itibaren devİet devamlı toprak kayıplarına uğramıştı. Bu kayıpları gidermek İçin gerekli yenilik ve gelişmeler ya­ pılmadan girişilen her yeni savaş da arkası kesilmeyen felaketlere ve daha büyük toprak kayıplarına yol açmıştı. Hattâ Osmanlı Devleti'nİ I. Dünya Savaşı'na so­ kan İttihat ve Terakki Partisi'nin ileri gelenlerinde hâkim olan düşünce de, dev­ letin daha önce uğradığı kayıpları gidermek fikri îdi.92 II- BİRİNCİ D Ü N Y A SAVAŞI Alman birliğinin kurulması, Avrupa'nın siyasal dengesini Almanya lehine çevirmişti. Bismark, Almanya'nın Avrupa'da üstünlük kurması için çalışmalarına başlamış, önce Almanya için tehlikeli olabilecek devletlerle anlaşma ve dost ol­ mak siyasetini gütmüştü. Bu amaçla 1872'de Rusya, Avusturya ve Almanya İm­ paratorlarının Berlin'de toplanarak Avrupa barışını korumak için Üç İmparatorlar Birliği'nin kurulmasını sağlamışlardır. Alman-Rus dostluğu 1878'de toplanan Berlin Kongresi'ne kadar devam etti. Bu tarihte Almanya, Rus dostluğundan vazgeçerek Avusturya ile anlaşma yolunu tuttu. Bu sırada İtalya ile Fransa ve Avusturya'nın araları iyi değildi. Çünkü İtalya; Fransa'dan Korsika, Nis ve Savna'yı, Avusturya'dan da Tirİeste, Fiyame vç Ti rol gibi bazı yerleri istiyordu. İtalya bu yerleri, birliğini sağlamak ve sağlamlaştırmak için ülkesine katmak amacındaydı. Halbuki Fransa, İtalya'nın bu isteklerine rağmen onun öteden beri göz diktiği Tunus’u işgal etmişti ve Roma'da Papa hükümetinin yeniden kurulmasına çalışıyordu. Fransa'nın bu politi­ kası, İtalya'nın Almanya tarafını tutmasını sağladı. Bu defa da Avusturya ile İtal­ ya arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Almanya, İtalya ve Avusturya arasındaki an­ laşmazlıkları giderdi. Böylece üç devlet herhangi bir tecavüze karşı kendilerini korumak amacıyla Üçlü İttifak denilen anlaşmayı yaptılar (1883). Bu ittifakın kurulması Almanya'nın Avrupa'daki üstünlüğünü pekiştirmişti. Üçlü ittifakın kurulması üzerine, Fransa ile Rusya arasında buna benzer bir bağlaşma yapıldı (1839). Bu antlaşma 1902 yılına kadar iki devlete de siyasal bîr kazanç sağlamadan devam etti. 1905'te Japonların, Rusları Mançurya'da yen­ 92 I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa devletleri arasındaki ilişkiler ve Osmanlı Devleti'nin durumu ko­ nusunda ayrıntılı bilgi için bkz., Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt II, Kısım 3, TTK, Ankara 1991, Ayrıca I. Dünya SaLvaşı'nın nedenleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz., Haluk Olman: A. g. e. Ank. 1972 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi meleri üzerine, iki devlet birbirlerine daha fazla yaklaştılar. Rusya'nın Japonlara yenilmesi, Avrupa siyasal dengesini Almanya lehine çevirdiğinden, o tarihe ka­ dar Almanya'dan çekinmeyen İngiltere'nin de Fransa-Rusya bağlaşmasına gir­ mesine yol açtı. Bu suretle Üçlü İttifaka karşı İngiltere, Rusya ve Fransa arasın­ da da Üçfü İtifaf kuruldu (1907). Bundan sonra iki blok hâlinde kutuplaşan bu ‘devletler, birbirleri ile büyük bir yarışa girdiler. Almanya bir yandan sanayisini geliştirirken diğer taraftan bü­ yük bir kara ordusu ve kuvvetli bir donanma meydana getirdi. Dünyanın her ye­ rinde ticaret, pazar ve sömürge yarışında İngiltere ile boy ölçüşmeye başladı. Nihayet iki blokun devletleri arasında süren yarış ve rekabet Birinci Dünya Savaşı'mn çıkmasına yol açtı. 28 Haziran 1914 tarihinde Saraybosna'da bir Sırplı gencin Bosna'yı ziyaret etmekte olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtmı öldürmesi sonu­ cunda savaş başladı. Bu olay üzerine Avusturya, Sırbistan'a savaş ilân etti. Diğer taraftan Almanya da Avusturya-Macaristan'ın yanında yer aldı. Bir hafta İçinde bu olay, Avrupa’yı büyük bir savaşa sürüklemiş oldu.93 Bundan sonra Ağustos 1914 başında Almanya, Fransa ve Belçika'ya harp ilân ederek Belçika'ya saldırdı. Almanya'nın Belçika'ya saldırısı İngiltere'yi tehdit ettiğinden, İngiltere de aynı şekilde Almanya'ya savaş ilân etti. Bundan bir İki gün sonra da Avusturya Rusya'ya savaş ilân etti (6 Ağustos 1914). Bu hâliyle savaş, kısa sürede bir Avrupa savaşı şeklini almış oldu. Avrupa devletlerinin birbifleriyle savaşa başlamaları ve bu kıfada bir buna­ lımın başlamış olması, Japonya için iyi bîr fırsat yaratmıştır. Bu uzak doğu ülkesi, Ağustos ayı sonlarında, Almanya'ya savaş ilân etmiş ve Alman sömürgelerini ele geçirerek, Kasım 1914'de savaşı lehine sonuçlandırmıştır. Savaş bütün şiddetiyle Avrupa'da ve yakın doğuda sürerken Almanlar, bir yandan Belçika üzerinden Fransa'ya yürümek, diğer taraftan da Rusya'ya etkili bir biçimde saldırmak amacındaydılar. Ne var ki Belçikalıların ve Fransızların ıs­ rarlı direnmeleri karşısında Almanların bu cephedeki savaş plânları başarısız kal­ mıştır. Doğuda Ruslar yenilgiye uğratılmış ise de kesin sonuç alınamamıştır. İtalya, 1915 yılı içinde İtilaf Devletlerine katılmış ve Avrupa'da yeni bir cephe açılmasına neden olmuştur. Daha sonra İtilaf Devletleri Balkanlarda yeni bir cephe açma gereği duyduklarından, Yunanistan'ın da kendileri yanında yer almasını sağlamışlardır. 1916 yılında Romanya da İtilaf Devletleri safında savaşa 93 Fahir Armaoğlu; A. g. e s. 100-101 V. Bolüm katılmıştır, 'lyıocte cephelerde devam eden durum, 1916 yılında da aşağı yu­ karı aynı şekilde sürmüş, ancak bu yılda Alman denizaltıiarın düşman gemilerine yoğun bir biçimde saldırması, denizaltı savaşlarının önemini artırmıştır. Rusya'da 1917 yılında ihtilâl çıkması sonucu, doğu cephesi kapanmış ve bu devlet, Mart 1918’de barış antlaşması imzalayarak savaştan çekilmiştir. Almanya doğu cep­ hesinde barışa kavuşurken, Romanya mağlubiyeti sonucu 7 Mayıs 1918 tarihli barış antlaşması'nın İmzalanmasıyla Romanya da savaştan çekilmiştir. Almanla­ rın doğu cephesindeki başarılarından sonra, ABD'nin savaşa katılması, Birinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirmiştir. ABD'nin savaşa katılması, İtilaf Devletlerini güçlendirmiş, İttifak Devletleri­ nin de çözülmesini sağlamıştır. 1917 yılından beri Avusturya-Macaristan İmpa­ ratorluğu ülkede ekonomik ve siyasî karışıklıklar çıkması nedeniyle barış yapma gereğini duymuştur. 1918 yılı başında ABD Cumhurbaşkanı W. Wilson yaptığı bir konuşmada dünya barışının temel ilkelerini açıkladı. 14 prensip diye bilinen bu temel ilkeler, Dünyada genel bir barışı hedef alarak hazırlanmıştır. Bu prensipler uluslar arası barışın sağlanması için milletler arası bir kuruluşun oluşmasını öngörmekte ve toprakların milliyetler ilkesine göre düzenlenmesi ile denizlerin serbestisini öngörmekteydi. 14 maddelik ifkelerin 12. maddesi, Osmanfı Devfeti'nin kaderiyle ilgili idi. Bu ilke, yenik devletler için umut ışığı oluşturmuş, ancak barış görüşmelerinde ihtiraslı politikacılar bu önerileri bir tarafa itmiş ve uygulamak is­ tememişlerdir.94 1918 yılı İttifak Devletleri için zor bîr yıl oldu. Bu yılın yaz sonlarında İtilaf Devletlerinin bütün cephelerde taarruza geçmeleri, önce Bulgaristan'ın çözüle­ rek ateşkes antlaşması imzalamasına yol açmıştır. Osmanii Devleti de, 30 Ekim 1918'de Avusturya ile ateşkes antlaşmasını imzalamıştır, Almanya ise 11 Kasım 1918’de ateşkes antlaşması imzalayarak savaşa son vermiştir,95 Birinci Dünya Savaşı, 9 milyon kişinin Ölümüyle sonuçlanmış, bu savaşın sonrasında imzalanan antlaşmalar da uzun Ömürlü olmamıştır. Barış antlaş­ malarına rağmen, kesin, barış sağlanamamış ve İkinci Dünya Savaşı’nın çık­ ması de engelîenememiştir. 94 Fahir Armaoğlu; A. g, e s. 138-139 95 Armaoğlu, a.g.e., s, 140,141 77 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihî İM- O SM A N L I DEVLETİ'NİN SA VAŞA GİRMESİ Osmanlı Devleti, Balkan savaşlarındaki yenilgilerin etkisiyle ordu ve do­ nanmasını yenileme işlerine girişirken, bir yandan da iki bloka ayrılmış oian Av­ rupa'da kendisini siyasî yalnızlıktan kurtarmak için ittifak girişimlerinde bulunmuştur Osmanlı Devleti, ilk ittifak çağrısını İtilaf Devletlerinden İngiltere'ye daha sonrada Fransa'ya yaptı. Ancak bu çabalar sonuç vermedi. Rusya'nın Boğazlar yolu ile Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu'daki toprak istekleri, İngiltere'nin ise Alman-Osmanlı ilişkilerinin kesilmesini istemesi gibi durumlar nedeniyle sonuca varılamadı. Hattâ İngiltere, parası ödendiği hâlde, İki savaş gemisini Osmanlı Devleti'ne vermemişti. İtilaf Devletleri blokuna katılmak için yaptığı girişimlerin sonuç vermemesi, Osmanlı Devleti'ni ister istemez Almanya ile anlaşmaya yö­ neltti ve iki devlet arasında gizli bir anlaşma yapıldı.96 Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından kısa bir süre sonra, Akdeniz'de seyretmekte olan Alman savaş gemilerinden Breslav (Midilli) ile Goben (Yavuz), İngiliz ve Fransız savaş gemileri tarafından kovalanınca, güç durumda kalmışlar ve Çanakkale önlerinde Türk karasularına sığınmışlardı. Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle de’Çanakkale Boğazı'ndan geçerek, İstanbul Limanı'na demirledi­ ler. İngiltere, Alman savaş gemilerinin kendisine teslim edilmesi için Osmanlı Devleti'ne bir nota verdi. Ancak Osmanlı Devleti, bu gemileri satın aldığını belir­ terek teslim etmeyeceklerini İngiliz hükümetine bildirdi. Böylece Osmanlı hizme­ tine girmiş olan bu gemilerin komutanı Alman Amiral Souchon, bir süre sonra Enver Paşa'nın gizli bir emri ile Osmanlı donanmasını da emrine alarak Karade­ niz'e açıldı. Rus donanması ile savaşa tutuştu ve Rus limanlan topa tutuldu. Böylece Osmanlı Devleti Almanya'nın yanında savaşa girmiş oldu.97 I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı kuvvetleri; Kafkasya, Galiçya, Makedon­ ya, Romanya, Dobruca, Yemen, Hicaz, Süveyş, Libya, Sina, Filistin, Irak, Suriye ve İran cephelerinde savaştı. Pek çok cephede ve özellikle Çanakka­ le'de büyük bir zafer kazandı. Ancak savaşın İttifak Devletleri aleyhine dönmesi, Osmanlı Devleti'nin de yenilmesine yol açtı. 96 Rıfat Uçarol; A. g. e., s. 382, 2 Ağustos 1914 tarihînde Almanya ile Osmanlı Devletî arasında yapılan bu gizli antlaşmanın tam metni ve geniş bilgi için bkz, (Yusuf Hikmet Bayur: Türk İnkılâp Tarihi, Cilt II, Kısım 4, Ank, 1983, s. 642-643) 97 Fahir Armaoğlu; A. g. e s. 100, Aii İhsan Sabİs: Harp Hatıralarım: 2 (Birinci Dünya Harbi), İst, 1992, s, 93 V. Bölüm Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 günü Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savası bırakmış, ancak hükümetin bıraktığı ve yenilgiyi kabul ettiği savaşa, Türk Milleti, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde yeniden devam ederek, yasama gücünü Bütün dünyaya ispat etmiş ve devletin bayrağını yere düşürmemiştir. IV- O S M A N L I DEVLETİ'NİN SAVAŞTIĞI CEPHELER ve ÇANAKKALE SAVAŞI Osmanlı Devleti'nin, Almanya ile yaptığı müşterek savaş plânlarına göre; Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden bir taarruz hareketi başlatılacak, Rus­ ya'daki Türkler de ayaklandırılıp bu devlet zorlanacaktı. Kafkasya cephesiyle bir­ likte Mısır'da İngiliziere karşı harekete geçilerek burada bir cephe açılacak, Su­ dan ve Trablus müslümanlarının yardımı da sağlanacaktı. Çanakkale'de herhan­ gi bir taarruz ihtimaline karşı yığınak yapılarak önlem alınacaktı. Ancak Osmanlı Devleti savaşa girer girmez bu plâna karşılık İtilaf Devletleri ve özellikle İngilte­ re, Osmanlı Devleti'ni hassas noktalarından vurmak için önce Güney Irak ve sonra Çanakkale'de iki cephe açtılar, Böylece Osmanlı Devletî daha savaşın ba­ şında dört cephede çarpışmak zorunda kalmış ve sonraları bu cephe sayısı git­ tikçe artmıştır. Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesi, Almanların cephelerdeki durumunu hafifletecek ve Osmanlılar tarafından Süveyş Kanaiı'nm ele geçirilmesiyle Ingil­ tere'nin Hindistan’a giden deniz yolu kesilecekti. Osmanlı Devleti'nin savaştığı cepheler şunlardır; A- Kafkas Cephesi: Osmanlı Devleti için en önemli cephelerden biri, Kuş­ lara karşı başlatılan Sarıkamış Harekâtıyla açılan Kafkas Cephesi olmuştur, Enver Paşa'nın komutasında 150 bin kişilik ordu, Sarıkamış kış taarruzu diye ad­ landırılan harekâta katılmış, ancak bu taarruzdan sonuç alınamamıştır. Soğuk, açlık ve bulaşıcı hastalık nedeniyle, 100 bine yakın kişi şehit düşmüştür. Bu cep­ henin açılmasındaki amaç, Güney Kafkasya ve Kuzey İran'a girip Rusları arka­ dan çevirmekti. Ancak harekâtın, kışın en şiddetli aylarından biri olan Aralıkta (1914) başlatılmış olması, isabetsiz olmuş ve ağır kayıplar verilmiştir. Rusiar da fazla bir başarı elde edememelerine rağmen, sonraları 1916 yılında taarruza ge­ çerek, Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon ve Erzincan'ı ele geçirmişlerdir. 1916 yılı başında taarruza geçen Rusiar, Şubat ayında Erzurum, Nisan'da Trabzon, Temmuz'da da Erzincan ve Muş'u ele geçirdiler. Böylece Doğu Anadolu Rus işgaline uğramış, Kafkas Cephesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1916 yılında Mustafa Kemal Paşa'nın Kolordu komutanlığını yaptığı askerî birlikler ve yöre halkı, bir çevirme harekatıyla Muş ve Bitlis'i geri almışlardır. 1917 Rus İhtilali, Kafkas A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Cephesinde harekâtın durmasına neden olmuş, bundan sonra aâ barış antlaş­ ması imzalanmıştır.98 B- Kanal (Süveyş) Cephesi: Bu cephenin açılmasındaki asıl amaç, Mısır'da Osmaniı egemenliğini yeniden sağlayarak, Süveyş Kanalını ele geçirmek ve İngîlizler aleyhine bir cephe açmaktı. Cepheye verilen önem nedeniyle Cemal Paşa, Suriye'deki 4. Ordu Komutanlığı'na getirilmiş ve 1915 Şubatm'da Kanalı geç­ mek için biri kıyıdan, diğeri de güneyden olmak üzere iki kol hâlinde ilerlemiştir. Ancak gerekli ulaşım imkânlarının sağlanamaması ve ordunun eksiklerinin -ta­ mamlanamaması gibi nedenlerle bu harekat başarısız kalmıştır. Daha sonra Ça­ nakkale Savaşlarının başlaması üzerine bir kısım kuvvetin bu cepheden alınması ve İngilizlerin de Çanakkale'ye önem vermeleri nedeniyle 1915 yılında bu cep­ hede önemli bir gelişme olmamıştır. 1916 yılı sonlarında İngilizler harekete ge­ çerek Sina Yarımadası'nı tamamen ele geçirmiş, Suriye sınırlarına dayanıp büyük bîr başarı elde etmişlerdir. C- Çanakkale Cephesi: İtiİaf Devletlerinin Çanakkale Boğazı ile ilgili giri­ şimleri savaşın başlamasıyla birlikte olmuş, ancak Osmanlı Devleti tarafsız oldu­ ğu İçin bu konu üzerinde fazla durulmamıştır. Osmanlı Devleti savaşa katılınca, yapılacak askerî bir taarruzla boğazların ele geçirilmesi düşüncesi ciddiyetle gündeme geldi. Özellikle İngiliz Deniz Bakanı 2. Churchill, bu düşüncenin öncü­ lüğünü yapmaktaydı. Ona göre Çanakkale Boğazı bir donanmayla zorlanırsa. Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu. Churchill, bu düşüncesini İngiliz hükümeti ve Genelkurmayına da kabul ettirmeyi başardı. Çanakkale Cephesi şu nedenlerle açılmıştır: • Boğazlar ve İstanbul İtilaf Devletlerince ele geçirilirse, Osmanlı Devleti ftilaf Devletlerinin öne süreceği ateşkes koşullarını kabul etmekten başka çare bulamayacak ve böylece Osmanlı Devleti'nin açtığı cepheler tasfiye edilmiş ola­ caktı. • Boğazlar ele geçirilirse, Rusya ile müttefikleri arasında bağlantı kurulacak, Rusya'ya silâh ve malzeme şevki gerçekleşecek ve Rusya'nın ürettiği bol miktar­ daki buğdaydan Rusya'nın müttefikleri faydalanacaktı. • Osmanlı Devleti'nin savaştan çekilmesi ve müttefiklerin de Boğazlara yerleşmeleri, şimdilik savaşa katılmamış Balkan Devletleri üzerinde Osmanlı Devleti açısından olumsuz etki yapacaktı. 98 Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, I. Cilt, İst. 1987, s. 18, Fahri Belen: Türk Kurtuluş Savaşı, Ank. 1973, Fahir Armaoğİu: 20. Yüzyjf SiyasîTarihi 81914-1980) Ank. 1983 s.112,122,128 V. Bölüm Bu amaçlarla açılan Çanakkale Cephesi, ortak bir İngiliz-Fransız donanma­ sının 19 Şubat 1915'ten itibaren Çanakkale Boğazı'nın iki tarafındaki Türk tab­ yalarının bombardımanıyla başladı. 18 Mart tarihîne kadar süren bu bombardı­ manlar, bu tarihte havanın güneşli ve denizin sakin olduğu bîr sırada müttefik donanmasının Çanakkale Boğazı'na girerek boğazı geçme teşebbüsünde bu­ lunmasıyla yoğun bir biçimde başladı. Yedi müttefik gemisi Türk topçusunun atışlanyla boğazdaki sulara gömülünce, bu durumu gören İtilaf donanması geri Çekildi." İtilaf Devletlerinin bu başarısızlığı, prestijlerini sarsmış ve dünyada yankılar uyandırmıştır. Bu durumun, tarafsız devletlerle İslâm aleminde geniş politik etki­ leri olacağından, müttefikler işi sonuna kadar götürmeyi kararlaştırdılar. Nisan ayı sonlarına doğru 70 bin kişilik bir İngiliz-Fransız kuvveti (sömürgelerden geti­ rilen askerler - anzaklar) Gelibolu Yarımadası'nın güney ucundaki kumsallara çıkarılmaya başlandı. İtilaf kuvvetleri bu defa Gelibolu Yarımadasını işgal ederek Çanakkale Boğazı’na hakim olmak istiyorlardı, Böylece Çanakkale cephesinin kara savaşları başlamış oluyordu. Bu savaş­ larda tümen komutanı olarak görev yapan Mustafa Kemal ve Mehmetçiğin ira­ desiyle çelikleşen karşı koyma gücü, İtilaf kuvvetlerine ilerleme İmkânı verme­ miştir. Gelibolu Yarımadası'nm güneyinden îlerleyemeyeceklerinî gören İtilaf Devletleri; Ağustos ayı başlarından itibaren, bu yarımadanın batı kıyılarındaki plajlara yeni birlikler çıkardılar. Ağustos ayı, Çanakkale muharebelerinin en şid­ detli safhasını oluşturur. İlerlemeye çalışan İtilaf kuvvetleriyle Mustafa Kemal komutasındaki Anafartaiar Grubu arasında kanlı muharebeler oldu. Müttefikler Anbumu’nda ve Gonk Baym'nda büyük kayıplar verdiler. Anafartaiar'da üç haf­ ta içinde 40 bin kişi kaybeden İtilaf kuvvetleri, kayıp sayısı artınca Çanakkale Cephesini kapatarak Aralık ayından itibaren kuvvetlerini çekmeye başladılar.100 Çanakkale kara savaşlarının güçlü İttifak Devletleri tarafından kaybe­ dilmesinde, Mustafa Kemal'in, düşmanın karadan çıkarma yapacağı yerle­ rin Arıburnu ve Seddül Bahir mevkileri olacağını engin askerî dehasıyla ve büyük bir ileri görüşlülükle önceden tahmin etmiş olmasının büyük payı olmuştur. 99 Yusuf Hikmet Bayur: A, g. e., İH Cilt, 2 Kısım Ank. 1983, s. 294-295, Çanakkale Savaşları ile il­ gili ayrıntılı bilgi için bkz. 1. Dünya Harbinde Türk Harbi, V, Cilt, III. Kitap, Çanakkale ve Cephesi Harekatı, Y.K.ATESE, Ank. 1980 100 Yusuf Hikmet Bayur: Türk İnkılâbı Tarihi, III. Cilt, 2. Kısım, s. 386 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi İtilaf Devletleri ve Osmanlı Devleti açısından Çanakkale Savaşları bü­ yük kayıplarla kapandı. Müttefiklerin zararı 250 bin ölü ve yaralıydı. Bu muharebelerde 250 bin de Türk askeri şehit düşmüştür. Bu savaşlarda Anadolu'nun hemen her ailesinden bir şehit verildiği söylenebilir. Osmanlı Ordusu, bu savaş gücü ve direnme azmiyle Birinci Dünya Sava­ şı'nın uzamasına neden olmuştur. Bazı görüşlere göre Osmanlı Devleti'nin sava­ şa girmesiyle savaş üç yıl uzamıştır. Bunda Çanakkale Savaşlarının önemli bir ye­ ri vardır. Bu başarıyla İstanbul ve Boğazlar işgalden koruduğu gibi, dolaylı ola­ rak da vatanı erken bir işgalden kurtarılmıştır. Rusya'ya yardım ulaşamamış. Almanlar doğu cephesinde başarılı ol­ muşlardır. Ayrıca başlayan Rus İhtilâli gerçekleşmiş ve bolşevizm iktidara gelmiştir. Çanakkale muharebeleri Türk Milietî'ne büyük kuvvetler karşı­ sında başarılı olabileceği düşüncesini kazandırmış ve Çanakkale'deki ruh, milli mücadele düşüncesinin kaynaklarından biri olmuştur. Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal Paşa'nın öne çıkmasını da sağlamıştır. D- Irak Cephesi: Bu cephe İngilizler tarafından iki amaçla açılmıştır. Bu amaçlardan biri Abadan petrollerini korumak, diğeri de Kuzeye doğru ilerleye­ rek Ruslarla birleşmek ve böylece Anadolu'yu çember içine almaktı. 1914'te karşı koymalar üzerine İngilizler Basra Körfezi'nden karaya geri çekilmek zorun­ da kalmışlardır. General Tovvnshend komutasındaki 18 bin kişilik İngiliz kuvvet­ leri, Kut-el Amara'da Türk kuvvetlerince sarılarak teslim alınmıştır. Ne var ki, bu başarı uzun^'sürmemiş, Basra'ya yeniden kuvvet çıkaran İngilizler, 1917 yılında Bağdat'a girmişlerdir.101 E- Filistin Cephesi: Süveyş Cephesinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine İngilizler, Suriye sınırına dayanmıştı. İngiliz kuvvetleri Aden'den ve Süveyş'den Osmanlı sınırlarına doğru ilerlemiş, 1917 yılında bu cephenin önemli savaşları Gazze'de olmuştur. Kasım ayı başında 191 bin kişilik İngiliz kuvvetine karşı 40 bin kişiyle çarpışan Türk askeri, on günlük bir savaştan sonra İngilizlere yenile­ rek Gazze'den çekildi. İlerlemelerine devam eden İngilizler, General Allenby komutasında Aralık ayında da Kudüs'ü ele geçirdiler.102 101 Aynı yazar: A. g. e, lil. Cilt, 2 Kısım, s. 418-419, Fahir, Armaoğlu, a. g. e, Ank. 1987, s. 112, 122, 128, Ali İhsan Sabİs: A. g. e, 3. Cilt, sç 85 v.d. 102 Fahir Armaoğlu; A, g. e., s. 128 V. Bölüm 1918 yılında Yafa'da yapılan çarpışmalar da İngilizierin başarısıyla sonuç­ landı. Filistin Cephesi'nde 7, 8 ve 4. Ordu İngilizlere karşı çarpışmaktaydı. Mus­ tafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği 7. Ordu mevzilerini başarıyla savunurken, 8. Ordu cephesini yaran İngiliz kuvvetleri, 7. Ordu ve Yıldırım Orduları Grubunun tamamını yok etmek üzere harekete geçtiler. İngiliz askerlerinin Arap milisleriyle Türk ordusunu yok etme stratejisini kavrayan Mustafa Kemal Paşa, ordusunu Şam yönünde geriye çekmiştir. Oradan da Halep ve Hatay'a çekilen 7. Ordu, Halep'te direnme yaptıysa da bu defa İngilizler Araplarla beraber, Halep üzerin­ den Türk birliklerine saldırdılar. 7. Ordu bu saldırıya karşı koyarak, düşmanı yenmeyi başardı. Mustafa Kemal Paşa, orduyu Türklerle meskûn olan sahalara çekerek imhadan kurtarmış ve düşmanı yenme başarısını göstermiştir. F- Galiçya Cephesi: Romanya, İtilaf Devletleri safında savaşa katılınca, Almanya, Avusturya ve Türk kuvvetleri müştereken Galiçya'da bir cephe açtılar. Romanya kuvvetleri imha edilmiş ve 1917 yılında Galiçya cephesi kapanmış­ tır.103 Birinci Dünya Savaşı'nda Türk orduları, Çanakkale, Kafkasya, Irak, Süveyş, Filistin, Suriye, Galiçya, Hicaz ve Yemen'de büyük kahramanlıklar göstererek çarpışmışlardır. Ancak bu başarılara rağmen savaşın kaderi değiştirilememiş ve Türkiye'nin içinde bulunduğu müttefikler grubu yenilmiştir. ABD'nin İtilaf Dev­ letleri safında yer almasından dolayı Osmanlı Devleti de yenik sayılmış ve bu sa­ vaştan olumsuz yönde etkilenmiştir. V- SA V AŞIN SO N A ERMESİ 1917 yılında Rusya'da ihtilâl olması nedeniyle bu devlet bütün cephelerde ateşkes yapılmasını istemiş, ayrıca hükümet, Çarlık Dönemi'nin bütün gizli ant­ laşmalarını kamuoyuna açıklamıştır. Osmanlı topraklarının paylaşılmasını öngö­ ren antlaşmalar da bu yolla açığa vurulmuş oluyordu. Rusya'daki yeni idarenin bu gizli anlaşmaları açıklamasının nedeni, yapılan savaşı, Rus halkına ve batı ülklerindeki işçilere bir emperyalizm savaşı olduğunu anlatmak ve onları, savaşa karşı harekete geçirmekti. 3 Mart 1918’de Rusya Üçlü İttifak devletleri île Brest Litovsk anlaşmasını imzaladı. Buna göre Sovyetler; Poionya, Litvanya ve Estonya'dan çekiliyordu. Ayrıca Elviye-i Selase'yi (Kars, Ardahan, BatumJ'u da Osmanlı Devleti'ne bırakıyor ve bütün Doğu Anadolu'dan geri çekiliyordu. 1918 yılı Eyîüf ayı sonlarında Osmanlı Devleti'nin müttefiki durumundaki Bulga­ 103 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 121 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi ristan, ateşkes iJân etmiş ve Makedonya Cephesi çökmüştür. Bu durum Osman­ lIların Avusturya ve Almanlarla bağlantılarının fiilen kesilmesine yol açmıştır. OsmanJı Devleti, Brest Litovsk Barışı île doğuaki topraklarını kurtardıktan sonra, Kafkasya’da Ermenistan ve Azerbaycan'm bolşevik rejimini tanımayarak bağımsızlıklarını ilân etmeleri üzerine Bakû’deki petrolleri ele geçirmek üzere ha­ rekete geçti. Aynı amaçla İngilizler de Kafkasya'ya asker göndermişlerdi. Os­ manlI Devleti Enver Paşa komutasındaki kuvvetlerle Baku'yu ele geçirmiş, 1918 Eylülünde Türk kuvvetleri Bakû'de İlerlerken, Osmanlı Devleti'nin (30 Ekim 1918'de) antlaşma imzalaması bu hareketi sonuçsuz bırakmıştır.104 Osmanlı Devleti'nin Filistin ve Irak cephelerindeki durumu kötüye gitmiş ve Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'yu savunmak için kuvvetlerini Toroslara çek­ mek zorunda kalmıştır. İrak cephesinde bulunan 450 bin kişilik İngiliz kuvveti de Musul’u ele geçirmek üzere harekete geçmiştir. Osmanlı Devleti’nin ateşkes antlaşmasını kabul etmesinde, Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi büyük rol oynamıştır. Bu gidiş neticesinde iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi her şeyin bittiğini anlayarak, 8 Ekim 1918'de hükümetten çe­ kilmiş ve Talat Paşa kabinesi istifa etmiştir. Böylece 9 yıllık İttihat ve Terakki iktidarı sona ermiş, sadrazamlığa getirilen Tevfik Paşa, hükümeti karamayınca, 14 Ekim 1918'de yeni kabineyi İzzet Paşa, kurmuştur. Bu sırada Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi üzerine, İngiliz ve Fransızlar Trakya'da 7 tümeniik bir kuvvet kurarak İstanbul ve Boğazlar üzerine ha­ rekete hazırlanmışlar, bu nedenle İzzet Paşa ilk İş olarak antlaşma yollarını ara­ mıştır.105 VI- O SM A N L I DEVLETİ'Nİ PAYLAŞM A PROJELERİ Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na resmen girmesinden sonra İn­ giltere ve İtilaf Devletleri Türkiye'yi parçalama politikasına hız verdiler. Bir yan­ dan savaş devam ederken Hasta Adam diye adlandırılan OsmanJı Devletî top­ raklarının paylaşılması, İtilaf Devletleri için bir amaç hâline gelmiştir. Müttefikler savaş devam ederken, Osmanlı Devleti'nin topraklarını ne şekilde bölüşecekleri­ ni kendi aralannda kararlaştırmışlardı. 1917'de açıklanan bu plânlara Gizli Pay­ laşma Projeleri adı verilir. Bu plân ya da projeler şunlardır: 104 Sabahattin Selek, A. g. e, 1. Ciit, s. 25 105 Sabahattin Selek, a.g.e., s. 41 V. Bölüm İstanbul Antlaşması: Bas olarak İstanbul Antlaşması bir belgeden ibaret değildir. Bu antlaşma birkaç haftalık süre içinde Rusya, Fransa ve İngiltere arasın­ daki bir dizi diplomatik yazışmaları kapsamaktadır. Türkiye'ye karşı Birinci Dünya Savaşı'nda düzenlenen ifk gizli antlaşma ola­ rak bilinen bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa, İstanbul şehrini, İstanbul ve Ça­ nakkale boğazlarıyla, Marmara Denizî'nin batı kıyıları (Midye-Enez hattına ka­ dar oian kesimleri) Rusiara bırakıyor!ardı. Rusiar da İngiltere'nin ve Fransa'nın Anadolu ve Ortadoğudakİ Arap ülke­ leri ile İskenderun Körfezi ve Toroslara kadar Çukurova üzerindeki haklarını ta­ nımayı tamamen kabul ediyordu. Bu antlaşma ile Rusiar, kağıt üzerinde de olsa boğazlara sahip oiuyor, İngilizler İran ve Arap Yarımadası'nı, Fransızlar da Suri­ ye, İskenderun Körfezi ve Çukurova'yı ilhak etme kararında olduklarını bildirmiş oluyorlardı.106 B- Londra Antlaşması: İtilaf Devletleri, müttefik olarak kendi saflarında savaşa sokmak amacıyla Nisan 1915'de Londra'da yapılan anlaşmalarda İtal­ ya'ya Anadolu'dan pay verdiler. İtalya'ya Antalya ve çevresi verilmiş, 12 ada ile Trablusgarp'a sahip olması kabul edilmiştir. Gerçekten de İtalya, Mayıs 1915'de Avusturya'ya savaş başlattı. Çanakkale Savaşlarının şiddetlendiği bir sırada da (Ağustos 1915) Almanya ile Osmanlı Devleti'ne savaş açtı.107 C- Sykes-Picot Antlaşması: İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan bir antlaşmadır. Önce Fransa ve İngiltere arasında, İngiltere'den Sir Mark Sykes İie Fransa'dan Charles François Georges-Picot arasında yapılan görüşmeler sonunda, 1916 Şubat'ında Arap vilayetlerinin bölüşülmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı. Martta bu iki devlet adamı Rusya'ya giderek, Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ile gö­ rüştüler. Rus Dışişleri Bakanı, Rusya'nın Kuzeydoğu Anadolu'daki talepleri kabul edildiği takdirde, İngiliz ve Fransız hükümetlerinin Ortadoğu ve Anadolu üzerin­ deki taleplerinin kabul edileceğini bildirdi. Böylece üçlü İtilaf Devletleri arasında imzalanan Sykes-Picot antlaşmasına göre Rusya; bağımsız bir Arap Devleti ve Arap Devletleri Fedarasyonu kurulmasını, Suriye; Adana veya Mezopotamya'nın İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmasını kabul ediyordu. Buna karşılık Erzurum, Van, Bitlis vilayetleri ile Van'ın güneyinde, Muş ve Siirt vilayetleri arasında kalan topraklan ve Trabzon'un batısına kadar Karadeniz kıyıları Rusya'ya kalıyordu. 106 Yusuf Hikmet Bayur: Türk İnkılâbı Tarihi, III. Ciit, 2. Kısfm, s. 98 107 Yuluğ Tekin Kurat: Osmanlı İmparatorluğumun Paylaşılması, Ank. 1986 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Ortadoğu topraklan da İngiltere ve Fransa arasında şu şekilde paylaştırıla­ cak; Aladağ, Kayseri, Akdağ, Zara ve Harput ile sınırlanan arazi ile Çukurova, Suriye ve Musul Fransızlara verilecekti. İngiltere'ye ise Hayfa ve Akka limanları ile Irak ve genellikle Fransız bölge­ sinin güneyi bırakılacaktır. Bu antlaşma İtalya'nın savaşa katılmasından önce ya­ pılmış, ancak İtalya savaşa girdikten sonra uygulanabilmiştir.108 D- Saint Jean de Maurieenne Antlaşması: Sykes-Picot Antlaşması, İtalya tarafından öğrenilince, İtalya hemen İtilaf Devletleri'ne başvurarak yaptıkları antlaşmaların kendisine de açıklanmasını istedi. Aksı takdirde savaşa isteksiz ka­ tılacağını bildirdi. Bunun üzerine 19 Nisan 1916‘da konu Fransız-İtafyan sınırın­ daki küçük bir dağ köyü olan Saint Jean de Maurienne'de bir tren vagonunda toplanan başbakanlar arasında görüşülmüş ve İngiltere ile Fransa tarafından Rusya’nın da onaylaması şartıyla, İtalyan isteklerinin kabulüne karar verilmişti. Buna göre İtaiyanîara Antalya ve çevresi ile Konya hinterlant olarak verilmiş, ay­ rıca İzmir vaadedilmişti. Osmanlı topraklarının bu şekilde paylaştırılması plânlan, değişik şekiller alarak küçük farklılıklarla uygulanmıştır. Bu anlaşmalara göre Anadoiu da işgallere uğramıştır. Ancak Anadolu'nun işgali, Türk Milleti tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı.109 VII- BİRİNCİ D Ü N Y A SAVAŞI'N I SO N A ERDİREN AN TLAŞM ALAR Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı Wilson, 8 Ocak. 1918 tarihinde Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda yapılacak olan barışa temel oluşturacak pren­ siplerini 14 madde hâlinde açıkladı. Bu prensipleri daha sonra verdiği konferans­ larda 27'ye çıkardı. Prensiplerin 14 maddeden oluşan ilk şeklinin 4. ve 14. Maddeleri Türkiye ile ilgilidir. Birinci maddede Milletlerarası gizli antlaşmalara son verilmesi ve açık diplomasi yöntemlerinin uygulanması istenmektedir. 12. maddede ise Osmanlı Devleti'nin Türk bölgelerinde, Türk millî toplulu­ ğuna tam ve itirazsız bir egemenlik hakkının tanınması devletin sınırları içindeki diğer milletlere de tam bir güvenlik içinde varlıklarını geliştirmele­ rinin garanti edilmesi belirtilmektedir. Görüldüğü gibi bu maddelerden ilki, İtilaf Devletlerinin, Osmanlı topraklarının paylaşılması İçin yaptıkları gizli antlaş­ maları geçersiz sayıyor, onikinci madde ise aynı imparatorluğun milliyetler esa­ 103 İsmail Özçelik, Mİİlî Mücadelede Güney Cephesi (Urfa), Kültür Bak. Yay. Ankara- 1993 ve Rıfat Uçarol; A. g. e, s. 398-399 109 Fahir Armaoğlu; A. g. e s, 135,136 V. Bölüm sına göre bölüşüleceği ve Türk çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde itiraz kabul etmez şekilde, bağımsız bir Türk Devletinin kurulacağını vurguluyordu.110 Başkan VVilson'un prensiplerinin 14. maddesi, genel bir dünya barışı he­ deflenerek hazırlanmıştı. Ancak, savaşı bitiren barış antlaşmaları düzenlenirken, VVilson'un bu ilkelerine çok az önem verilmişti. Bolşevik Rus hiükûmeti iktidarı ele geçirir geçirmez ilk iş olarak savaştan çekilerek barış yapılacağını açıklamıştı. Rusya ile savaşa katılan devletler arşındaki ateşkes antlaşmaları, 15 Aralık 1917'de yapıldı. Barış görüşmeleri de 22 Aralık 1917'de Brest-Litovsk'da başladı. Bu görüşmelere savaşa katılan devletlerin tamamı katıldı. Görüşmeler sonucunda, 3 Mart 1918 tarihinde antlaşmaya varıldı. Rusya; Kars, Ardahan ve Batum'u bu anlaşmayla Osmanlı Devleti'ne ver­ meyi kabul ediyor ve Doğu Anadolu'nun tamamını terkedeceğini açıklıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren ilk antlaşma, 28 Haziran 1919'da Verailles'de imzalandı. Bu antlaşma ile Almanya; Belçika, Çekoslavakya ve Po­ lonya'nın bağımsızlığını tanıyordu. Almanya,bütün deniz aşırı topraklarından vazgeçtiği gibi İtilaf Devletlerinin, Bulgaristan ve Türkiye'den elde edecekleri hakları da bu antlaşma ile tanıyordu. Antlaşma ile İtilaf Devletleri askerî konu­ larda Almanya'ya sınırlamalar getirirken, ödeyemeyeceği kadar ağır savaş taz­ minatını da yüklüyorlardı. Avusturya ile Barış antlaşması, 10 Eylül 1919'da St. Germain'de imzalandı. Bu antlaşma ile Avusturya; Macaristan, Çekoslavakya ve Yugoslavya'nın bağım­ sızlığını tanıyordu. Avusturya'da zorunlu askerlik kaldırılıyor ve ülkenin yüzöl­ çümü oldukça daralıyordu. Bulgaristan ile barış antlaşması, 27 Kasım 1919'da Neuîlly'de imzalandı. Bu barışla Bulgaristan; Romanya, Yunanistan ve Yugoslavya'ya bazı toprakları terk ediyor ve Ege Denizi ile bağlantısı kalmıyordu. Askerî konularda kısıtlamalar ya­ pılacağı gibi, Bulgaristan'dan önemli miktarda savaş tazminatı da isteniyordu. Macaristan ile barış anlaşması, 4 Haziran 1920'de Trianon'da imzalandı. Bu anlaşma ile Macaristan'ın toprakları ve nüfusu eskisine oranla üçte iki ora­ nında azalıyor, bu devlet ağır savaş tazminatı ödemeye mecbur edildiği gibi, as­ ker sayısında da indirim öngörülüyordu.111 110 Yuluğ Tekin Kurat; A. g. e, s. 36 111 I. Dünya Savaşı sonunda yenilen devletlerin imzaladıkları antlaşmalarla ilgili daha geniş bilgi için bkz.., Fahir Armaoğlu: A. g. e. S. 145-148, Ayrıca bkz., Yusuf Hikmet Bayur; Türk İnkılâp Tari­ hi, III. Cil*. 4 «ısım, s. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi MONDROS ATEŞKES ANTLAŞM ASI VIII- Osmanlı Devleti, İrak cephesinde esir düşen İngiliz Generali Townshend'in aracılığıyla 20 Ekim 1918'de barış istemiş ve anlaşma teklifinde bulunmuştur. Bunun üzerine 30 Ekim 1918'de Mondros koyunda İngiliz zırhlısı Agamemnon'da antlaşma imzalanmıştır. Antlaşma şartlan Osmanlı Mebusan ve Ayan Meclislerinin gizli oturumlarında Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından açıklanmış, ağır hükümler her iki mecliste büyük üzüntü ve endişe ile karşılan­ mıştır. Sonuç olarak meclîsle ’ükûmete ateşkes imzalama yetkisi vermiştir. Osmantı heyeti ise, hükümetten imza yetkisini almadan antlaşmayı imzalamıştır.112 Antlaşmanın imzalanması, İtilaf Devletleriyle Osmanlı Devleti arasın­ daki silâhlı çatışmaya son vermiş, aynı zamanda Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesine imkân vermiştir. Bu antlaşma aslında, Osmanlı Devieti'ni fiilen sona erdirmiştir. A- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞ A/lASI'NİN HÜKÜMLERİ Mondros Mütarekesi'nin hükümleri 25 maddeden oluşmaktadır. Bu mad­ deler şunlardır: m 1. Çanakkale ve İstanbul Boğazları açılacak, serbest geçişlin Çanakkale ve Karedeniz istihkamlan İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir. 2. Osmanlı sularındaki bütün torpil, torpido ve kovaniartn bulundukları yerler gösterilecek ve bunlarm kaldırılması için yardım edilecektir. 3. Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir. 4. İtilaf Devletlerine ait savaş esirleri ile Ermeni esir ve tutuklular İstan­ bul'da toplanacak ve kayıtsız şartsız teslim olunacaktır. 5. Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli görülen kuvvetlerin dışında, Osmanlı ordusu hemen terhis edilecektir. 6. Osmaniı karasularında güvenlik amacıyla kullanılacak küçük gemiler dışındaki Osmanlı savaş gemileri teslim olacak ve gösterilecek Osmanlı limanlarında gözetim altında bulundurulacaktır. 7. İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çık­ ması hâlinde, herhangi bir stratejik loktayı işgai hakkına sahip ola­ caklardır. Fahir Armaoğiu,; A. g. e s. 142 V. Bölüm 8. Osmanlı demir yollarından İtilaf Devletleri yararlanacak ve Osmanlı ti­ caret gemileri müttefiklerin hizmetinde bulunacaktır. 9. Osmanlı tersane ve limanlarında İtilaf Devletleri gemilerinin tamiri için kolaylık gösterilecektir. 10. Toros tünelleri İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır. 11. İran'ın içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri en kısa' zamanda savaştan önceki sınırın gerisine alınacaktır. 12. Hükümet haberleşmeleri dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi İtilaf Devletlerine geçecektir. 13. Askerî ve ticarî madde ve malzemeler tahrip edilmeyecektir. 14. Ülkenin ihtiyacı sağlandıktan sonra, İtilaf Devletlerine kömür, mazot ve yağ maddeleri sağlanacak, bu maddelerin hiçbiri ihraç edilme­ yecektir. 15. Bütün demir yollan İtilaf Devletlerinin kolluk kuvvetleri tarafından kontrol altına alınacaktır. 16. Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Dev­ letleri kumandanlarına teslim olacaktır. 17. Trablus ve Bingazi'de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaklardır. 18. Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtaiyanlara teslim edilecektir. 19. Alman-Avusturya subaylarıyla, sivil memurları bir ay içinde Osmanlı topraklarını terkedeceklerdir. 20. Terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerine ait askerî teçhizat, silâh, cepha­ ne ve taşıma araçları, İtilaf Devletlerine hemen teslim edilecektir. 21. Müttefiklerin çıkarlarını korumak için, İaşe Nezareti memurları yanın­ da İtilaf temsilcileri bulunacak, bu devletlerin ihtiyaçları temin edilecek ve isteyecekleri bilgiler kendilerine verilecektir. 22. Osmanlı savaş esirl'eri İtilaf Devletleri yanında muhafaza edilecektir. 23. Osmanlı Hükümeti Üçlü İtilaf ile bütün ilişkilerini kesecektir. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 24. Viiayat-i Sîtte'de (Sivas, Harput, Bitlis, Diyarbakır, Van, Erzurum) bir karışıklık çıkması hâlinde, İtilaf Devletleri bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal hakkına sahip bulunacaklardır. 25. Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş 1918 yılı Ekim ayının 31. günü öğle vakti sona erecektir.113 B- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞAAASI'NIN ÖNEMİ * Antlaşmanın yukarıdaki hükümleri ile Osmanlı hâkimiyet alanı son de­ rece daraltılmış ve etkisi hemen hemen ortadan kaldırılmıştır. Anadolu ve Ru­ meli'nin dışında kalan yerlerdeki Türk kuvvetlerinin İtilaf Devletlerine teslim ol­ masıyla Osmanlı Devleti fiilen ortadan kalkmıştır. * Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki istihkâmların İtilaf Devletle­ rince işgali ve Boğazların bütün gemilere açılmasıyla Anadolu ve Rume­ li'nin bağlantısı kesilmiş, başkent İstanbul'un güvenliği tehlikeye düşmüş­ tür. * İtilaf Devletlerinin gerekli gördükleri hâllerde, tek taraflı kararlarıyla memleketin stratejik noktalarını ve bu arada Doğu Anadolu vilayetlerinin bir kısmını işgal etme hakkını elde etmiş olmaları nedeniyle, Türklerin önünde ka­ rarsız ve karanlık bir dönem başlamıştır. * Ayrıca, ordunun elinden silâh, cephane ve diğer araçların alınması, tünellerin işgal kararı ile haberleşmenin denetim altına alınması konusun­ daki hükümler de devleti güçsüz bırakıyor, vatanın bütününe yönelik bir işgalin ilk işaretleri olarak ortaya çıkıyordu. C- MUSTAFA KEMAL'İN ATEŞKESİ DEĞERLENDİRMESİ Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı gün, yani 30 Ekim'de Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına tayin edildi. Paşa, pek umutsuz görünmüyordu. Ona göre emri altındaki ordular takviye edildiği takdirde bütün felaketlere rağmen Türk’ün sesini işittirmesi mümkündü. Onun için kuman­ danlığı devir alır almaz, komuta edeceği kuvvetleri yeniden işe yarar hale getir­ me çabasına girişti. Fakat bütün gayretler boşuna idi. Çünkü bu sıralarda Sadra­ zam ve Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Reisi (Sadrazam ve Başkumandanlık kurmay Başkanı) olan İzzet Paşa, imzalanmış olan mütarekenin hükümlerini bil­ direrek "her ordunun kendine düşen görevleri” hemen uygulamasını istemişti. 113 İsmail Sosyal: Türkiye'nin siyasal Antlaşmaları, I, Cilt, TTK, Ank, 1983, s. 12-14 V. Bölüm Mütareke hükümlerini resmen bu suretle öğrenmiş olan Mustafa Kemal Paşa, hükümler aynen uygulandığı takdirde bütün vatanın İşgal ve istila edilebileceği­ ni ilgililere anlatmaya çalışmıştı. Fakat onun düşünceleri ile Başkumandanlık Erkan-ı Harbiyesinin düşünceleri arasında ayrılık vardı. Bu nedenle aralarında bir takım yazışmalar oldu. Bunların en önemlilerinden birisi Mustafa Kemal Paşa ta­ rafından Başkumandanlık Erkan-ı Harbiyesi'ne yazılan 3 Kasım 1918 tarihli yazı idi. Adana karargâhından gönderilen bu yazıda Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi gereğince, Toros tünellerinin hangilerinin müttefikler tarafından iş­ gal edilebileceğini soruyor, Klikya deyiminin hangi toprakları içine aldığının açık­ lanmasını, Suriye sınırının kesin olarak belirtilmesini İstiyordu. Onun bu yazısına 4 kasım 1918'de yetkililerce cevap verildi ve Amanos tünelleri hariç, Toros tü­ nellerinin İngilizler tarafından işgal olunabileceği, işgal kuvvetlerinin miktarının İngilizlerce tayin edileceği bildirildi.114 Hükümet işgalcilere, özellikle İngilizlere karşı sert davranılmasını sakıncalı görüyor, onlara karşı hoşgörülü olmanın barış konferansında Osmanlılar lehine bazı çıkarlar sağlanmasına hiünet edeceğini düşünüyordu. Görülüyor ki bu hükümet, İtilaf Devletlerinin güçleri karşısında şaşkına dönmüş, bu yüzden mantıkla bağdaştırılmayacak emirler bile vermişti. Nitekim bu hükümetin terhis için verdiği emre uyulduğu takdirde elde bulunan silâha, malzemeye ve hayvana bakacak insan bile kalmamış oluyordu. Osmanlı Devleti bir yandan, önce alınmış kararlara uyularak işgal edilir ve parçalanırken, bir yandan da, partilerin birbirilerine karşı duyduğu düşmanlık ve rekabetin sarsıntıları içinde, içten kemiriliyordu. İşte bunlardan dolayı 14 Ekim 1918'de iktidara gelmiş olan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, görevine devam edemedi ve 8 Kasım 1918'de istifa etmek zorunda kaldı. Çekilmenin nedenleri arasında, OsmanlIları Birinci Dünya Savaşı'na sokmaktan sorumlu tutulan Talât, Enver ve Cemal Paşaların, felakete sürükledikleri Türk Milletini kaderine terkederek 2-3 Kasım'da Almanların Loreley elçilik vapuru ile yurt dışına kaçma­ ları bulunmaktadır,115 :.ı D- OSMANLI DEVLETİ'NİN ATEŞKESE BAKIŞI İtilaf Devletleri yetkilileri savaş gayelerini ve ihtiraslarını gizlemeye büyük önem veriyorlar, ilhak ve işgal niyetlerini saklamaya çalışıyorlardı. İtilaf Devletle­ 114 Gotthar Jaesehke; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922), TTK., Anka 1989, s..2, M . Kemal'in Mondros Mütarekesi hakkındaki düşünceleri konusunda geniş bilgi İçin bkz. Selahattin Tansel,, Mondrost'tan Mudanya’ya kadar, I, Cilt, İst. 1991, s. 37-40 115 Tansel, A. g. e. S. 41-43 91 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi rinin bu sahte niyetlerine yalnız Türkler değil, azınlıklar da inanmışlardı. Başkan VViison'un 14 prensibi, Orta Doğu'nun her yanında biliniyor ve çoğu kez ciddiye alınıyordu. Osmanlı Devleti, İtilaf Devletlerinin hoşgörülü davranacaklarına ina­ nıyor, Başkan Wilson'un demeçlerini vaat sayarak 30 Ekim 1918’de Mondros Antlaşmasını imzalıyordu. Oysa hâlâ savaşacak güçleri vardı. Mondros'taki antlaşma görüşmeleri, yanlış izlenimlere ve aşırı iyimserliğe yol açmıştı. İngiliz delegelerinin görüşmeler sırasında Türk delegelerine göster­ miş oldukları beklenmedik nezaket, Antlaşma imzalandıktan sonra Amiral Calthorpe'un Hüseyin Rauf'a gönderdiği gizli mektupta mütareke şartlarında çı­ kacak anlaşmazlıklar konusunda verdiği, ama gerçekte yerine getiremeyeceği cömertçe sözler, bu sözleri güvence saymak safdilliğini gösteren Rauf Bey'le di­ ğer Türk delegelerinin, gerçekte ağır otan mütareke şartlarını ılımlı gösterme ça­ baları halk arasında aşırı iyimser beklentilere yol açmıştı.116 Antlaşmanın imzalandığı haberi, ülkenin her yanında sevinç yaratmıştı. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, mütarekenin imzalandığını öğrenir öğrenmez, Mebusan Meclisinin gizli oturumunda yaptığı konuşmada antlaşmanın ılımlı ol­ duğunu ileri sürerek, oybirliğiyle onaylanmasını sağlıyordu. Bu iyimser demeçlerin etkisine kapılan Türk basını, mütarekenin hafif ol­ duğuna ve İstanbul'un işgal edilmek istenmediğine dair, geniş ölçüde bir propa­ ganda yayınma başlıyordu. E- MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASININ UYGULANMASI İtilaf Devletleri Anadolu'yu parçalamak için önceden hazırladıkları gizli plânlarını açıkça uygulamaya koyuyorlardı. Ateşkesin bu şekilde kötüye kulla­ nılması, çok doğal olarak Osmanlı Mebusan Meclisinde sert tartışmalara yol açı­ yordu. Öte yandan, Suriye ve Irak sınırlarının açıkça çizilmemiş olması, antlaşma­ da geçen “ kontrol" kelimesinin anlam ve kapsamının belirtilmemesi daha bir çok güçlüklerin çıkmasına yol açmış; antlaşmanın bu belirsiz şartlarından yarar­ lanan İtilaf Devletleri, İşgalleri altındaki bölgeleri genişletmek amacıyla birbirleriyle adeta yarışa başlamışlardır. Antlaşmanın bazı maddeleri belirsizdi. Örneğin "Klİkya" adı, resmî her­ hangi bir yazışmada geçmeyen tarihî bir yer adı olmasına rağmen, antlaşma metnine sokulmuştu. Türk tarihçilerinin görüşüne göre, antlaşma metni, Türkler Sina Akşin,: İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İst. 1976, s. 61-64 V . B öfütn aleyhine kullanılmaya fırsat vermek amacıyla, kasten belirsiz olarak kaleme alınmıştı. İngilizierî temsil eden Amiral Calthorpe, Yunan savaş gemilerinin Karade­ niz'e geçmesi gerekirse bunların Boğazlardan geceleyin geçmesini sağlayacağı­ na dair Rauf Bey'e söz verdiği halde, bir ay kadar sonra Yunan Averof destroye­ rine, Dolmabahçe önünde demirleme İzni vermekle kalmamış bu destoyerde İs­ tanbul'un Rum ileri gelenleri şerefine bizzat bir kabul töreni düzenlemişti. Antlaşma şartlan en açık bir şekilde Musul'da çiğnenmişti. Ali İhsan (Sabis) komutasındaki 4. Ordunun güvenliği altında bulunan Musul'un bir kesimi, Ant­ laşmanın yürürlüğe girmesinden üç gün sonra İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmişti. İngiliz askerî kuvvetleri, bölgede Türk olmayan halkın baskı altında olduğu bahanesiyle, 1 Kasım 1918'de Antlaşma hattını geçerek, Musul'un 20 kilometre güneyinde, Türk yönetiminde olan HamamaJik'î işgal etmişlerdi. 4. Ordu Komu­ tanı Ali İhsan Paşa'nm bu saldırganlığı şiddetle protesto etmesine kulak asma­ yan İngiliz askerî kuvvetleri, ilerlemeye devamla, 3 Kasım'da Musul'u İşgal et­ mişlerdi. Bunu, İngilizlerin 9 Kasım'da İskenderun'u, Fransızların 17 Aralıkta Mersin ile Antep'i, 22 Şubat 1919'da Maraş'ı ve 24 Mart 1919'da Urfa'yı işgal­ leri izledi. Bütün bu kesimler, "Kilikya" adı verilen bölgede idi. Bir süre sonra Tarsus, Adana ve Pozantı da antlaşmanın 7. maddesinin özüne ve sözüne aykırı olarak işgal ediliyordu. Bu arada İtalyanlar Antalya, Yunanlılar ise İzmir böl­ gelerine çıkarma yapmışlardı. Batı Trakya, Yunan yönetiminde, Doğu Trakya Fransız askerî kontrolü altında bulunuyordu. İtilaf Devletleri, Osmanlı hükümetinin bütün bu işgallere karşı yükselttiği protesto ve şikayet seslerine ku­ lak tıkıyorlardı.117 Antlaşmanın sürekli olarak çiğnenmesi ve Türk topraklarına yapılan bu sal­ dırılar yetmiyormuş gibi, 7 Şubat 1919'da İstanbul'a varan Mısır’daki İngiliz As­ kerî Kuvvetleri Başkomutanı General Alienby, Osmanlı Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa ile Savunma Bakanı Abdullah Paşa'yı birer hademe gibi çağırtarak, İngiliz yüksek komiserlerinin huzurunda kendilerine hakaret etmiş; emri altında­ ki kuvvetlerin bulunduğu bölgelerde bazı şartların derhal uygulanmasını talep etmiş, bu konuda görüş belirtilmesini de reddetmişti.118 117 Sefahattin Tansel,: A. g. ç, C. i, s. 47-48, 67 118 İngiliz General Ailenby'nin ikinci Mondros olarak kabul edilen notasının metni ve bu konuda geniş bilgi için bkz., Seiahattin Tansel,; A. g. e, C. i, s. 64-68 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi IX- M O N D R O S ATEŞKES A N T L A Ş M A S IN A GÖRE İŞGALLERİN BA ŞLA M A SI Mondros Mütarekesi hükümleri yürürlüğe girdiği andan itibaren, İtilaf Dev­ letleri, dört yıl kendilerini uğraştıran ve çok güç durumlara sokan Türk Milletini ezme ve bağımsızlıktan yoksun bırakma fırsatını elde ettiklerini sandılar. Bu anlayış içinde Türk topraklarını işgale başladılar ve yine bu anlayış içinde Osmanlı Devleti'nin her işine karışmak istediler. Onların haksız olan işgallerini aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür, A- MUSUL'UN İŞGALİ ve ALİ İHSAN PAŞA İngilizler mütarekeden bir süre sonra, OsmanlIlardan Musul'un bo­ şaltılmasını ve Türk kuvvetlerinin Nusaybin'e kadar geri çekilmesini istemiş ve ay­ rıca Musul'daki 6, Ordunun dağıtılmasını da talep etmişlerdir. Bunun üzerine Sadrazam İzzet Paşa, 8 Kasım 1918’de Altıncı Ordu komu­ tanına "mütareke'nin 7. Maddesi gereğince Musul'un boşaltılmasını ve İngilîzler’in göstereceği hatta kadar geri çekilmesi gerektiği." bildirdi. Aslında Musul, bir gün önce Türk Birlikleri tarafından terkedilmeğe başlanmıştı bile. Çünkü 7 Kasım 1918'de Altıncı Ordu komutanı İngiliz generalleriyle bir toplantı yapmış ve onların Musul'a dair isteklerindeki kararlılığı görmüştü. Bu durum karşısında Ali İhsan Paşa iki millet arasında yeniden savaşın başlamasına neden olmak is­ temediği için, Türk kuvvetlerini geri çekeceğini, fakat gerekli protestoyu yapa­ cağını söylemişti. Buna rağmen İngiiiz komutanı 7 Kasım gecesi 6. Ordu karar­ gâhına ültimatom niteliğinde bir yazı gönderdi. Gerçekten 8 Kasım 1918 sabahı İngilizJer hemen harekete geçmiş, bir İngiiiz müfrezesi Musul hükümet konağındaki Türk bayrağını indirerek yerine İngiliz bayrağını çekmişti. Musul'un boşaltılmasına dair 8 Kasım'da İstanbul'dan yazılmış olan emri, Ali İhsan Paşa ancak 9 Kasım'da Nusaybin'e doğru çekilirken almıştı. Sözün kısası İngilizler, birkaç gün önce İmzaladıkları ateşkese saygı göstermedikle­ ri ve Osmaniı Hükümeti de gereğinden fazla korkak davrandığı için Musul terk edildi. Musul depolarındaki çok miktarda malzeme de İngilizlere bırakıldı. Bununla beraber 6. Ordu bölgesinde sükûnet sağlanamadı. Çünkü İngilizler'in bu bölge için bazı istekleri daha vardı. 6. Ordu komutanı Ali İhsan Paşa, propaganda ama- V. Böîüm cıyla Albay Killing'i geçici olarak tutuklamış ve İngilizler'in Re's-ülayn'dan daha öteye geçirilmemeleri için gerekli emri vermişti.119 B- ÇUKUROVA'NIN İŞGALİ Torosların güneyindeki toprakların Fransızlara bırakılacağını duymuş olan bu yöre halkında büyük bir endişe ve heyecan vardı. Ayrıca Türk ordusunun Adana'dan çekilmesinden sonra büyük karışıklıklar çıkacağı ve geçici bir hükümet kurulacağı söyleniyor, bu arada Ramazanoğullarından söz ediliyordu. Bu durum, mevcut olan karışıklıktan faydalanmak isteyenlerin bulunduğunu göstermekte idi. Bundan dolayı, halkı yatıştırmak için Adana ileri gelenleri top­ lanarak bazı önlemler almış, özellikle terhis edilmiş olan yedek subayların polis ve jandarma görevi almalarını kararlaştırmışlardı. Bu arada istifa etmiş olan vali de yeniden işe başladı. Karargâhı Adana’da bulunan 2. Ordu Komutanlığı, 7 Aralık tarihinde Harbiye Nezaretine yazdığı bir yazıda, çıkacak karışıklıklara işaret ederek, tedbir alınmasını istemişti. Ama bu arada işgal başlamıştı bile. 11 Aralık 1918'de Fransız subayları idaresinde çoğu yerli kaçkın Ermenilerden olmak üze­ re Fransız askerî üniforması giymiş 400 kişilik bir müfreze, Dörtyol kasabasına girdi, evleri basarak yağma etti. 17 Aralık 1918'de 500 kişilik bir Fransız birliği Mersin'e çıktı ve bu tarihten sonra Adana-Tarsus hattı güneyinde rastlanacak Türk askerinin tutuklanacağı açıklandı. 21 Aralık 1918'de Fransız ve Ermeni as­ kerleri, Adana'ya girdi. İşgalle birlikte hakaret ve tutuklamalar da başladı. 27 Aralık'ta Pozantı işgal edildi ve Fransız şımarıklığı burada da hemen kendini gös­ terdi. Amanos işçi taburu komutanı Yüzbaşı Mustafa Bey Branştılar tarafından öldürüldü. Kızılay tesislerindeki nöbetçilerin bile silâhları alındı.120 İngilizler, Halep'e erzak götürmek üzere İskenderun'a bir İngiliz müfrezesi çıkaracaklardı. Bunun için 9 Kasım 1918'de İskenderun'a onbeş kişilik bir İngiliz müfrezesi gelmişti. Fakat 11 Kasım 1918'de erzak ambarı önünde birikmiş olan halkın yaptığı gürültüyü bahane eden Cautelas Torpidosu komutanı David Beauregard, şehirde bulunan Türk memur, polis ve jandarmaların hemen şehri terketmelerini istedi. İlgililer bu tebliğe boyun eğerek kasabayı terkettiler.121 İşgalci Fransızların halka ve yöneticilere yaptıkları çirkin davranışlar, Türk komutanlarını çok üzmüş hattâ 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, Fransız subayını, İngiltere'nin Filistin Orduları Başkumandanına şikayet ederek, cezalandırılmasını 119 Selahattin Tansel,; Mondros'tan Mudanya'ya Kadar i. Cilt, MEB. İst. 1991, s. 32 v.d., Ayrıca bkz. Ali ihsan Sabis,; Harp Hatıralarım: 5 (İstiklal Harbi ve Gizli Cihetleri), İst. 1993, s. 23 v d 120 Selahattin Tansel,: A. g. e, C. I s. 49,50 121 Aynı eser: s. 45, 46 95 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi istemişti. Ancak bu şikayetten bir sonuç alınamadı. Aksine aynı ;bay, Kırıkhan mevkindeki Türk silâh ve cephane depoianna el koydu. Halbuki Filistin cephesin­ deki ordumuzun elindeki bütün silâhların alınmaması için İngilizlerle anlaşmaya varılmıştı.122 Fransızlar tarafından Türk birliklerinin Pozantı'ya kadar olan topraklan bo­ şaltması isteniyordu. Ancak, Osmanlı Hükümeti Kİlikya'nm boşaitılmaması ve si­ lâhların teslim edilmemesi konusunda yaptığı girişimlerden bir sonuç alamamış; hattâ İngilizler tarafından verilen bir nota İle tehdit bile edilmişti. Nitekim 22 Ka­ sım 1918 tarihli notada onlar, OsmanJt Hükûmeti'nİ, isteklerini yerine getirme­ mekle itham ediyor, gerekirse yeniden savaşa girişebileceklerini bildiriyorlardı. 8u durum kadısında Osmanlı Hükümeti, Adana ve çevresinin Pozantı'ya kadar boşaltıl mas ii zorunlu gördü. Fakat bu arada silâhlardan bir kısmının kur­ tarılabilmesi için Harbiye Nezareti, 2. Ordu komutanlığına bir emir gönderdi. Bu emirde Toros]arın güneyinde bulunan toprakların boşaltılması müzakerelerinin yapıldığı şu sıralarda elde bulunan malzemeden kurtarılabileceklerin şimdiden nakillerinin yapılması isteniyordu. Fakat bu emrin yerine getirilebilmesi için za­ mana ihtiyaç vardı.123 C- DO Ğ U ANADOLU'NUN İŞGALİ Kars, Ardahan ve Batum Osmaniı Sınırları içinde kalmak üzere BrestLitovsk antlaşması ile kazanılan yerler dışında, Türk ordusu tarafından ele geçi­ rilmiş olan yerlerin altı hafta içinde boşaltılmasın^ başlanmıştı. Onun için Mond­ ros'ta Kafkas bölgesinin boşaltılması İşi ortaya atıldığı vakit, Osmanlı delegeleri boşaltılmanın başladığını bildirdiler. Ancak Kars, Ardahan ve Satürn'ün BrestLîtovsk antlaşması ile OsmanlIlara bırakıldığını ve yapılan plebisit sonunda halkın Osmanlı idaresini istediğini belirterek Mondros Mütarekesi'nin 11. Maddesini, bu yerler Türkierde kalmak üzere düzenlemeyi başardılar. Ancak Mondros Mü­ tarekesi'nin imzalanmasının üzerinden daha on gün geçmemişti ki, bu devletler antlaşma hükümlerini dinlemeden Kars, Ardahan ve Batum'un hemen boşaltıl­ masını istediler. Fakat İtilaf Devletlerinin bu istekleri, düşündükleri kadar çabuk gerçekleşmedi. Çünkü 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa, boşaltma İşlerinde çok ağır davranıyordu. 4 Aralık 1918'de o, henüz Arpaçay’ın gerisine çekilmişti. Fakat bu ağır davranış, Özellikle îngilizieri sinirlendiriyor ve Osmanlı hükümetini sıkıştırmalarına neden oluyordu.124 122 Aynı eser: s. 46 123 Seîahattin Tansel,: A. g. e, C. I s. 48 m Aynı eser; s. 50,51 V. Bölüm D- BATUM'UN İŞGALİ Batum'a gelen iki İngiliz savaş gemisi 19 Aralık'ta şehrin limanını kontrol altına aldılar. 24 Aralık 1918'de şehre İngiliz askerleri çıktı ve askerî bir vali tayin edildi. Onun kontrolü altında olmak şartıyla şehrin idaresi, çeşitli milletlerden kurulu bir heyete bırakıldı ve bu suretle Osmanlı idaresi sona erdirildi. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı hükümeti, 29 Aralık'ta Batum Mutasarrıflığına gönderdiği bir yazı ile Batum mülkî hükümetinin İngiiizlere teslimini ve memurların dönme­ lerini bildirdi. Bu sıralarda doğudaki Türk kuvvetlerinden 25.000 kişi, çekilmek üzere Batum'da toplanmış bulunuyordu. İşgal kuvvetleri tarafından kışlalarından atılmış, depolarındaki malzeme ve teçhizatlara el konulmuş, üzerleri aranarak ki­ şisel eşyaları bile alınmış olan bu birliklerin durumu çok kötü idi. Mevsimin kış oluşu, güçlükleri daha da artırıyor, araç yokluğundan dolayı bu birliklerin şevk­ lerine imkân bulunamıyordu.125 E- DOĞU TRAKYA'NIN İŞGALİ Bulgaristan'daki Fransız kuvvetlerinden ayrılan bir birlik, 6 Kasım 1918'de sınırı geçerek Uzunköprü'deki Türk kuvvetleri komutanlarıyla görüştü. Bu birli­ ğin görevi daha sonra gelecek Transız kuvvetlerine konak yeri ile yiyecek sağ­ lamak idi. Ertesi gün gelen Fransız subayları 9 Kasım günü Uzunköprü'ye üç Fransız bölüğünün geleceğini bildirerek bunlar için 70 oda, 3 ton sebze, 5 ton yakacak hazırlanmasını istediler. Bu durum karşısında İstanbul hükümeti, 7 Kasım'da ilgililere bir emir gönderdi ve Fransızların bu İsteğine boyun eğil memesi­ ni, fakat zora başvurdukları takdirde direnllmeyerek sadece protesto ile yetinilmesin! bildirdi. Fakat Fransızlar 9 Kasım 1918'den itibaren Uzunköprü ile Sirkeci arasındaki demiryolu işletmesini ellerine almış, hattâ 16 Kasım'da Ba­ kırköy'e yerleşmişlerdi. Ayrıca müttefikler, (özellikle İngilizler), Trakya'dan Kaf­ kasya'ya kadar Türkiye'nin her yerine, Türk Ordusunun terhis ve silâhtan arın­ masını gözlemek için kontrol subayları yerleştirmişlerdi. Sözün kısası Osmanlı Ülkesi, daha önce hazırlanmış olan plânlara ¡uyularak, her taraftan işgale uğruyordu.126 F- TESLİM OLMAK İSTEMEYEN TÜRK KUVVETLERİ Mütarekenin imzalanmış olduğu; Hicaz, Asir, Yemen ile Bîngazi ve Trablus'da bulunan Osmanlı birliklerine ancak, 6 Kasım'da Mısır'dan çekilen telgrafla 125 Selahattin Tansel,; A. g. e, C. I s. 52,53 126 Aynı eser; s. 58,59 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi duyurulabiimişti. Bu telgrafta mütarekenin imzalandığı söyleniyor ve askerî bir­ liklerin en yakın İtilaf Kuvvetleri kumandanına teslim olmaları gereği açıklanı­ yordu. Fakat birkaç defa tekrarlandığı halde, Medine muhafızı Fahri Paşa bu emre uymamış, hattâ 26 Aralık 1918'de verdiği cevapta Padişah tarafından bir buy­ ruk olmadıkça teslim olmayacağını bildirmiş ve bir süre direnmiştir. Asir ve Yemen'deki Türk kuvvetleri de Aralık 1918'e kadar teslim olmadılar. Trablus ve Bingazi'deki birliklere gelince, bunlar bir yüzbaşının götürdüğü özel emirden sonra teslim olmuşlardır. Buna rağmen Trablus'ta bulunan Fuad Efendi, İtaiyanlar'a teslim olmamıştır.127 G- İSTANBUL'A İTİLAF DEVLETLERİNİN GELİŞİ (13 Kasım 1918) Mondros mütarekesi hükümleri gereğince İtilaf Devletleri, 6-12 Kasım 1918 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı istihkamlarına el koydular. 7 Kasım'da İstanbul'a ilk defa iki İngiliz subayı geldi. 12 Kasım 1918'de, İstanbul'a bir Fran­ sız tugayı getirildi. 13 Kasım 1918 ise Türk Milleti adına çok üzücü bir gün ola­ rak yaşandı. O gün İstanbul'a 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan sa­ vaş gemisinden kurulu bir donanma gelerek Domabahçe önünde demirledi. Bu donanmadan gerekli görülen yerlere 3500 kişilik bir kuvvet çıkarıldı. Bunlardan bir kısmı piyade, bir kısmı ise topçu idi. Çoğunu İngiliz askerleri oluşturuyordu. 2000 kişilik bir kuvvet, Beyoğlu'ndaki kışlalara, yabancı okul ve hastahanelerle bazı Özel binalara yerleşti. Geri kalanlar da ayrı yerlere dağıldı. İngiliz generali George Milne ise 27 Kasım 1918'de geldi. Haydarpaşa'dan Anadolu'ya uzanan demir yoluna İtilaf kuvvetlerince el konuldu. Osmanlı hükûmeti’nin protestosu sonuç vermedi.128 Mondros Ateşkes Antlaşması'na imza atan Osmanlı Devleti, bu antlaşma­ nın uygulanışı karşısında suskun ve aciz kalmıştı. Azınlıkların aşırı hareketleri İs­ tanbul'un haksız yere işgali, Wilson Prensiplerinin hiçe sayılması, Türk kamuo­ yunda derin üzüntüler yarattı. Bu durumda Türk Milleti, en doğal hakkı olan ya­ şamaktan yoksun bırakılmış onun; can, mal ve namus güvenliği kalmamıştı. 127 Selahattin Tansel,: C. I s. 57,58 128 Selahattin Tansei,: C. I s, 54,57 V. Bolüm X- O SM A N LI DEVLETİNDEN TOPRAK İSTEKLERİ A- ERMENİ İSTEKLERİ Ermeni milletvekili Boğos Nubar, Türkiye Ermenilerinin önderi olduğu iddi­ asıyla 1919 Şubatında Paris Barış Konferansına sunduğu bir muhtırada Ermeniler için şu toprak isteklerinde bulunuyordu: 1. Vanf Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum ve Trabzon'dan oluşan, Türkiye'nin yedi doğu İli, 2. Güneydoğuda Maraş ve Kozan ile Osmaniye ve İskenderun limanlarıyla birlikte Adana, Boğos Nubar'ın iddiasına göre Kilikya bölgesi, Ermenilere vaat edilmişti. Bu yüzden Ermeni gönüllüleri, Suriye'deki çarpışmalar sırasında Fransız komutası altında OsmanlIlara karşı savaşmışlardı.129 Ermeniler; 26 Şubat 1919'da Paris Barış Konseyi huzuruna çıkarak yukarı­ daki sözü geçen sınırlar içinde bağımsız bir Ermenistan tanınmasını resmen iste­ dikleri andan itibaren, Başkan Wilson, onların savunucusu olmuştur. Ermenilerin Büyük Ermenistan'la ilgili istekleri öğrenilir öğrenilmez, doğu illerinden Osmanlı Dışişleri Bakanlığına yüzlerce protesto telgrafı gönderilmeye başlanmıştı. 1919 Şubatı sonlarında Malatya'dan gönderilen 32 imzalı telgrafta halkın, Türkiye'ye göz diken Ermenilerin Avrupa başkentlerini dolaşarak her tür­ lü suçlama, yalan ve dolana başvurdukları haberinin alındığı bildiriliyordu. Türk ulusal haklarının güvenlik altında bulundurulmasını sağlamak üzere seslerinin il­ gili makamlara duyurulması isteniyordu. Öte yandan büyük devletler tantanalı ilkelerine ve vaatlerine rağmen, Büyük Ermenistan ve Ermeni hakkıyla içtenlikle ilgilenmiyorlardı. Esasen savaş günlerinde imzaladıkları gizli anlaşmalarda Erme­ nistan'a pay ayırmamalardır. Ermeniieri diplomasi oyununda kukla gibi oynatı­ yor, Osmanlı Devieti'nin içişlerine karışabilmek, onu zayıf düşürebilmek İçin kış­ kırtıyorlardı. Ermenilere karşı beslediklleri duyguların ne kadar yapmacık olduğu, Sevr ile Lozan Antlaşmaları karşılaştırılınca açıkça ortaya çıkar. Sevr'de bağımsız büyük bir Ermenistan kurabilmek için Ermenilere Türk topraklarından büyükçe bir pay koparmayı kabullendikleri hâlde, Lozan Antlaşması'ndaki metinlerde Ermenilerden söz bile edilmemiştir.130 129 Aynı eser, s. 121-123 130 Mithat Sertoğlu, “ Türkiye'de Ermeni Meselesi", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1967-1968 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi B- YUNAN İSTEKLERİ Yunan tarihçi ve devlet adamları, Yunan emperyalizminin amacı olan Megalo İdea'yı (Büyük Yunanistan İdeaii) şöyle tanımlamışlardır. "... Megaio idea, tüm Yunan ırkını bir sınır içinde toplama siyasetidir. Bu aynı zamanda, Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırma demektir. Bu şart­ lar altında, Yunanlılar bir gün birleşecek ve Yunan Krallığı İonya'dan (Batı Ana­ dolu) Karadeniz'e kadar uzanarak; Trakya, Anadolu'nun kıyı bölgeleri ve İstan­ bul'u kapsayacaktı.131 Yunan basını da, Büyük Yunanistan idealini sistemli olarak destekliyor, yal­ nız İzmir için değil, İstanbul, hattâ Karadeniz Bölgesi’nde bir Pontus Cumhuriye­ ti kurulması için de bir propagandaya girmiş bulunuyordu. Anadolu'nun güneybatı bölgesinin de Yunanistan'a ilhak edilmesiyle ilgili ilk teklif, 1915'te İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey tarafından yapılmıştı. Bu teklifin güttüğü amaç, Yunanistan'ın İtilaf Devletleri safında Birinci Dünya Savaşı'na girmesini sağlamaktı. Ancak Alman taraflısı olan Yunan Kralı Konstantin, buna engel olduğundan Başbakan Venîzelos, İtilaf Devletlerinin yardımıyla Konstantin'e karşı ayaklanarak onu tahtından çekilmeye zorlamış, ardından da Yunanistan’ı İtilaf Devletleri safında savaşa sokmayrbaşarmıştı. Yunan ordusunun İzmir'e çıkmasından çıkar elde etmeyi uman bazı yerli Rumlar, kopardıkları yaygara ve gürültülerle Yunan devlet adamlarını büyük ölçü­ de etkiliyorlardı. Daha çok Rumların yaratığı bu gerginlik içinde, Venizelos, Yunan toprak isteklerini resmen öne sürmek için 3 ve 4 Şubat 1919’da Paris Barış Konferansı’nın huzuruna çıkıyordu. Usta bir politikacı olan bu Giritli devlet adamı, Yu­ nan hak ve iddialarını Wilson Prensiplerine, özellikle 12. Madde ve selfderterminasyon hakkına dayandırıyordu. O, Kuzey Epir, Doğu ve Batı Trakya, Pontus, Oniki Ada, Kıbrıs ve İstanbul üzerindeki aşırı Yunan iddialarından geçici bir süre vazgeçti. İtilaf Devletlerinin bu istekleri kabul etmeyeceklerini bilen Venizelos, çabalarını daha makul karşılanabilecek istekler üzerinde yoğunlaştırdı. Venizelos, Paris Barış konferansına katılaniarı söz düzenbazlıklarıyla aldata­ rak, Batı Anadolu'yu Türkiye'den koparmağa çalışıyordu. Karadeniz kıyılarında Pontus olarak bilinen bölgedeki Rumlar bağımsız bir Pontus Cumhuriyeti kurmak için ayaklanma hazırlığı içindeydiler. Trabzon, Amasya, Samsun, Sinop ve Karahisar bölgelerinde, din adamlarının emri altında faaliyetlerini artırıyor, bu böl­ gedeki Rum ve diğer Hiristiyan halkın nüfusunu çoğaltmak amacıyla Rusya'dan, 131 Türk İstiklal Harbi, Güney Cephesi, VI. Cilt, Genelkurmay, Ank. 1974 s. 10-12 V, Bölüm Rum ve Ermeni göçmenler getiriyorlardı. Pöntus sorununu canlı tutmak amacıyla bölgedeki Rum çetelerini harekete geçirerek çevrede huzursuzluk yaratmaya başlıyor, bölgeyi tehdit eden silâhlı çeteler oradaki halka eziyet ediyorlardı. İs­ tanbul'daki Rum Patrikhanesinin bu hareketlerde parmağı vardı. Ancak bölgedeki Rum çetelerinin çoğunu kontrolü altında bulunduran ve bir Pontus Cumhuriyeti kurulması amacıyla başlıca propagandayı yürüten mahallî lider, Samsun'daki Rum Metropoliti Yermanos idi.133 Rumların bu gayretleri karşısında Türkler, hareketsiz kalmıyor; Pontus böl­ gesindeki yabancı emellerini etkisiz bırakmak, bu bölgenin Yunanistan'a ilhakına engel olmak ve Türk halkının millî haklarını Wilson Prensiplerine göre savunu­ yorlardı. Bu amaçla, 10 Aralık 1918'de İstikbal Gazetesini çıkarıyor ve 12 Şubat 1919'da Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti'ni kuruyorlardı. Türk kurtuluş savaşının önderi Mustafa Kemal, 1919 Mayıs'ında Samsun'a vardıktan sonra Pontus akımını Bab-ı Ali'ye şöyle bildiriyordu. "Mütarekeden sonra bütün Rumlar her tarafta şımardığı gibi, bu havalide Pontus hükümetinin kurulması gibi bir safsata etrafında toplanmış ve bütün Rum çeteleri muntazam bir program altında hemen tamamen siyasî bir şekle dönmüştür. Sancağın, bütün Rumların çeteleriyle beraber, siyasî maksatla Sam­ sun'daki Rum Metropoliti Yermanos tarafından idare edilmekte olduğu kesin­ dir." Mustafa Kemal'in bu raporu gerçeği yansıtıyordu Çünkü Pontusçu-lar, yal­ nız söz konusu bölgelerde çetecilikle yetinmiyor, aynı zamanda Avrupa başkentle­ rine gönderdikleri temsilciler aracılığıyla bir Pöntus Cumhuriyeti kurulması yönün­ deki tezlerini tanıtmaya, taraftar kazan-maya ve Paris Barış Konferansı üzerinde etki yapmaya çalışıyorlardı. XI- PARİS BARIŞ KONFERANSI ve İZAAİ-İd İŞGAL KARARI Barış antlaşmalarının yapılması için 32 devletin temsilcileri Paris Konferan­ sında bir araya geldi. Konferans, 18 Ocak 1919'da açıldı. Konferansta Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya etkiliydiler. Bu devletlerin Başbakan ve Dışiş­ leri Bakanlarından oluşan "Onlar Konseyi" kuruldu.133 Konferans açıldığında Türkiye'nin nasıl görüldüğünü İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon daha sonra şöyle izah etmektedir: 132 Seiahattin Tansel,: A. g. e, s. 97 133 Fahir Armaoğlu,; A. g.e. Ank. 1987, s. 145-146 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi "Barış konferansı toplandığında, yılgın değilse bile itaatkâr bir Türk Hükümeti iş başında bulunmaktaydı. İstanbul, Müttefik kuvvetlerinin elindeydi. Asya'daki işgal edilmiş Türk kesimlerinde bulunan askerî kuvvetimiz, sadece mütarekede kararlaştırılan şartların değil, gerekli görülebilecek ek şartların da kabulünü zorlamaya yeterliydi. İngilizler Musul'a kadar olan yerleri ve Musul dahil Mezopotamya'yı emin bir şekilde ellerinde bulunduruyorlardı. İngilizlerîn İran'daki durumu gerek askerî, gerekse politik anlamda son derece kuvvetliydi. Hâlâ Hazar havzasındaydık ama, hedefe ulaşılmış olduğundan, derhal çekilmeyi düşünüyorduk. Küçük Asya'da Ingiliz askerî işgali altın.daki yerler hariç, hiçbir yerde müttefik kuvveti görülmemişti. Ermenilerin hepsi de memleketlerinden kaçmış mülteciler olduklarından, kaderleri kararlaştırılmamıştı. Ermenistan veya belki Kiiikya'dan başka, Küçük Asya'nın paylaşılması düşünülmemişti. Fransızla­ rın istekleri ile Filistin'de Arap milleti ile siyonist mültecilerin çıkarları bağdaşabi­ lecekmiş gibi görünüyor ve her şey her iki milletin de kabulüyle Büyük Britanya için yeni bir manda kurulması ihtimaline işaret ediyordu." Yunanistan'ın İzmir'i istemesine karşı olan İtalya, mahallî bir ayaklanmayı bahane ederek Antalya'yı işgal etti. Nisan sonuna kadar İtalyan'lar Antalya'dan başka Marmaris, Bodrum ve Alanya'yı da işgal etmişlerdi. Halbuki Woodrow Wilson, Georges Clemanceau ve Loyd George İzmir'i Venizelos'a vermek için plânlar kurmakta idiler. 1915'de Mr. Asquith başkanlığındaki İngiliz hükümeti, Yunanistan'ın kendi saflarında savaşa katılması koşuluyla İzmir bölgesini onlara vermeyi kararlaştırmıştı. 23 Ocak 1915'te Sir Edward Grey, Yunanistan'a Ana­ dolu'da Önemli toprak parçaları verilmesini (savaşa girmesi şartıyla) teklif etmiş­ ti. İngiliz hükümeti bu öneriyi Fransa ve Rusya'ya danışarak yapmıştı.134 Barış Konferansı'nm İzmir'i Yunanistan'a vereceği anlaşılınca, İzmir'in Av­ rupa kolonisi buna itirazda bulundu. İzmir'deki Amerikan misyonerleri ile İstan­ bul'daki İngiliz Yüksek Komisyon üyesi böyle bir adımın getirebileceği tehlikele­ re karşı aynı zamanda ayrı ayrı uyarılarda bulundular. Türkiye'de devlet memuru ya da yurttaş olan Amerikalılar, Yunan çıkarmasından çok önce, Türk yurdunun herhangi bir parçasının özellikle İzmir'in Yunanlılar tarafından işgaline karşı ol­ duklarını açıklamışlardı. Aynı durum, Osmanlı topraklarında yaşayan İngilizler için de geçeriiydi. Paris'deki Amerikan Barış Komİsyonu'nun, Yakın Doğu Bölgesi başkanı şunları yazmıştı; "Yakındoğuyu tanıyan ve bölgede çıkarları bulunan Batıkların büyük çoğunluğu İzmir'in Yunanlılara hediye edilmesine karşı idi" Başkan Wilson ile İtalyan delegasyonu anlaşamıyorlardı. Tam bu sırada İtalyanlar geçici olarak protesto mahiyetinde Konferansı terketmişlerdi. İngiliz Başba- 134 Selahattin Tansel,; A. g. e, C.l, s. 155 v.d. V. Bölüm kanı Yunanistan'ın İzmir'i almasını istiyor, Clemanceau da bunu destekli­ yordu.135 6 Mayıs'ta bu üç deviet adamı Yunanistan'ın, İzmir'deki Rumları koruması bahanesiyle İzmir'i derhal işgal etmesine karar verdiler. Uoyd George, İzmir Kör­ fezine bir filo gönderilmesini ve askerlerin muhtemel bir ayaklanmada Rumları ko­ rumak üzere gemilerde hazır bekletilmesini önermişti. Wilson, askerlerin gemiler­ de uygun şartlarda kalamayacakları gerekçesiyle doğrudan doğruya karaya çıka­ rılmasının daha uygun olacağını söyledi. Mr. Uoyd George bu fikri kabul etti ve danışıklı plân uygulandı. Konu 10 ve 12 Mayıs'ta tekrar ele alındı. Bu arada İtal­ yan Başkanı Orlando, Konferansa dönmüştü. İzmir'in bir Yunan işgalinde zarar görmeyeceği hususunda kendisine güvence verildi. Müttefiklere göre yapılacak bu harekat, oradaki Rumların korunması için acil bir önlemdi.136 Mütareke şartlarına göre İzmir'in İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerine tes­ lim etmesi için Türkiye'ye bir nota verilmesi kararlaştırıldı. Yunan kuvvetleri ha­ zır olur olmaz Kavala'dan hareket etmeleri ve İtalyan birliklerinin de bu harekata katılmaları kararlaştırıldı. Bu konuda Churchill şöyle yazmaktadır: "Venizelos'un İzmir'e en büyük dört kuvvetin vekili sıfatıyla gittiğini söyleyerek kendini savun­ ması haklı olabilir, ama muhakkak ki yüzmeye giden bir kaz kadar hevesli git­ miştir. Dörtlerin sorumlulukları ne olursa olsun Venizelos'unkiier silinmez. Bir tek onun hareket imkanı vardı. İngiliz Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının ciddî ih­ tar ve protestolarına rağmen, harp gemilerinin ateşi ile korunan yirmi bin Yunan askeri İzmir'de karaya çıktı." "Paris'te bir öğleden sonra bu feci olayı duyduğum andaki şaşkınlık ve dehşet hissini gayet iyi hatırlıyorum. Muhakkak ki, kuvvetlerimizin tükenmekte olduğu bir devrede daha nice yeni tehlikelere yol açacak bu vahşi hareketin ba­ siretsizliğini bağışlamak imkânsızdı." İngiliz belgelerine göre İngiliz Amirali Webb, İzmir'in İşgali hakkında 17 Ağustos 1919'da şunları söylemiştir: "Gerçek şudur ki, Venizelos memleketine en büyük kötülüğü, Yüksek Konseyi ve Yunan askerlerini İzmir'i işgale kandırmakla yapmıştır. Bütün bölgeyi mezbahaneye çe­ virmiş olması bir yana, Türklerle Yunanlılar arşındaki düşmanlığın, belki bîr daha kaldırılamayacak derecede ve büyük ölçüde artmasına yol açmıştır."137 135 Selahattin Tansel,: A. g. e, C.l, s. 163-164 136 Aynı eser: s. 165 v.d. 137 Sefahattin Tansel,: A. g. e, C. I, s. 196-197 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi XII- M USTAFA KEM AL'İN İSTANBUL'A GELİŞİ ve ÇALIŞM ALARI 7 Kasım 1918'de Genelkurmay emrine verilen Kemai Paşa, Adana'yı terk ederek, 13 Kasım 1918'de trenden indiği zaman, aynı gün İstanbul'a gelmiş ci­ lan düşman donanmasıyla karşılaşmıştı.138 Ayrıca kendisini İstanbul’a çağıran: Sadrazam İzzet Paşa, birkaç gün Önce istifa etmiş bulunuyordu. Mustafa Kemai, 19 Mayıs 1918'de saraya telefon ederek padişahın kendi­ sini kabul etmesini rica etti. Bu istek 22 Kasım'da yerine getirildi. Samimî bir ha­ va içinde geçen konuşma sırasında padişah, daha çok kendi sıkıntıları üzerinde durmuştu. Bundan sonra Mustafa Kemal, Şişli'dekî evinde arkadaşları ile toplan­ tılar yaptı. İşte bu sırada, Anadolu'ya geçme kararı verecektir. Fakat bundan ön­ ce yapılacak işler vardı. 20. Kolordu komutanlığına tayin edilmek üzere bulunan Ali Fuat Paşa île şunları kararlaştırmışlardı: T. Terhis işlemi hemen durdurulacak, 2. Cephane ve silâhlar düşmana teslim edilmeyecek, 3. Genç ve enerjik subayların işbaşına getirilmesi sağlanacak, 4. Millî Mücadele'ye taraftar olan idare amirlerinin değiştiril memesine çalışılacak, 5. Particilik mücadelesine engel olunacak ve halkın morali yükselti­ lecekti139 Bu kararlardan Mustafa Kemal Paşa'nın neler yapmak istediği ve yine Alî Fuat Paşa'ya, "Kolorduya hakim ol, etrafına güven ver, halk ile yakından temas et" şeklindeki tavsiyesinden de hangi kuvvete dayanmayı düşündüğü açıkça an­ laşılıyordu, Fakat o, bu tarihlerde henüz hiç kimseye düşüncelerini tam olarak açamamıştı. Nitekim Kâzım Karabekir Paşa bir konuşma sırasında ona, "Doğuda çeşitli isimler altında bir takım dernekler kurulmaya başlamıştır. Medenî dünya­ nın dikkatini çekmeye çalışan yurtseverlerden faydalanabiliriz." demiş ve ken­ disini ordunun başına geçmek üzere Anadolu'ya davet etmiştir. Fakat Kurtuluş hareketinin anahtarını Doğu Anadolu'da gören Kâzım: Karabekir Paşa'ya o, hiç­ bir şey vaad etmedi. Sadece “ iyi olayım size kavuşmaya çalışırım" dedi. Yine sırdaşlardan biri olarak tanıttığı İsmail Bey'i bir gün Şişli’deki evine çağırdı ve konuşma sırasında ismet Bey'in "Ne yapacaksınız?" sorusuna karşı sadece 130 Gotthard Jaeschke: A. g. e, C. I, s. 4 139 Sefahattin Tansel; Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C.lt I, Ankara 1977, s. 78, Ali Fuat Cebesoy, Millî:Mücadele Ffatıraîan, İstanbul 1953, s. 37 V. Bölüm "Hiçbir sıfat ve yetki sahibi olmaksızın milleti uyandırarak, kurtulma çarelerini aramak için Anadolu elverişli bir bölge, beni o bölgeye götürecek en kolay yol hangisi olabilir?" demişti. Görülüyor kİ bu üç komutanla yaptığı görüşmelerde O, bazı şeyleri kendilerine anlatmak istemiş, fakat daima temkinli olmayı tercih etmişti. O, sadece kendi vereceği kararların ve alacağı önlemlerin doğruluğuna İnanmış ve bu düşüncelerini hiç kimseye açıklamamıştı. Ancak yerli ve yabancı­ larla yaptığı konuşmalardan sonra kurtuluşun hangi yoldan gidilerek sağlanabi­ leceğini kestirmişti. O, yoksul Türk Miileti'nin, teşkilâtsız ve başsız olarak bu yo­ la girdiğini ve kendi kendine bazı şeyler yapabildiğini görmüş, iyi: bir yol gösteri­ ci arkasında bu milletin en güç işleri başarabileceğine İnanmıştı. Bu yol gösterici de kendisi olabilirdi. Bu takdirde en uygun zaman ve fırsatta İstanbul'dan: uzak­ laşmak, basit bir tertiple Anadolu içine geçerek bir süre çalıştıktan sonra bütün Türk Milieti'ne "İçinde bulunulan felaketin büyüklüğünü haber vermek" kararını aldı. Ancak böyle bir şey için durum henüz elverişli değildi. Çünkü onu sevme­ yenler, özellikle basında kendisine karşı cephe almışlardı, XIII- İZM İR 'İN İŞGALİ Osmanlı Devleti çöktükten sonra İzmir, Yunanistan ile İtalya arasında so­ run olmuştu. İtilaf Devletler^ bu şehri her iki tarafa da vaad etmişlerdi. İngiltere ve Fransa 18-22 Ağustos 19T7'de birbirlerine notalar gönderdiler, Venizelos ise 2 Kasım 1918 tarihinde Anadolu'nun batı kısmının Yunanistan'a verilmesini is­ tedi. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Yunanlılar, İtilaf Devletleri ta­ rafına geçmişlerdi. Bu hizmetlerinden dolayı da İzmir ve çevresi kendilerine vâadedilmişti.140 4 Kasım’da ilk İngiliz harp gemisi İzmir Limanı'na girdiği zaman bir çok Rum, Yunan bayrağı çekerek ve Venizelos'un resimlerini taşıyarak caddelerden geçtiler. İtilaf Devletleri, İzmir Valisi Nurettin Paşa'nın, Yunan İşgalini- ve yerli Rumların taşkınlıklarını durdurmak için yaptığı çalışmasından dolayı, görevden alınarak yerine İzzet Paşa'nın getirilmesine ve böyiece direnmenin zayıflatılma­ sına çalıştılar. Bu sıralarda İtilaf Devletlerinin gemileri de sık sık İzmir'e geliyorlardı. Ya­ bancı savaş gemilerinin gelişi dolayısıyla İzmir'de huzursuzluk, 1919 Mayıs ba­ şından itibaren artmaya başlamıştı. 140 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyet'i Tarihi, İzmir 1987, s. 140. Enver Behnan Şapolyo Türkiye Cumhuriyeti Tarihi İstanbul 1966, s. 12 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 14 Mayıs 1919'da İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti derhai bir "Redd-i İlhak" komitesi oluşturarak halkı mitinge davet etti. Ancak bu hareket, bir miting mahiyetini aşamadı ve kararını eyleme dönüştüremedi. Bununla beraber genel heyecanın yaratılmasında faydalı oldu. 15 Mayıs 1919 sabahı işgaf kıtaları karaya çıkarıldı. Kent hâlkına karşı saygılı olunacağı konusunda verilen sözler unutuldu. Metropolit Hrisostomos'un Yunan askerlerini Türklere karşı kışkırtması çok olumsuz etki yaptı. Yürüyüşe geçen Yu­ nan kuvvetleri ve yerli Rumlar tahriklerini sürdürdüler. "Hukuk-u Beşer" gazetesi­ nin yazı işleri müdürü Osman Nevres (Haşan Tahsin)'in Yunan Efzun alayının bayraktarını vurmasını bahane eden Yunanlılar, pek çok Türk'ü öldürdüler. Damat Ferit Paşa durumdan habersizdi. Ancak işgal günü durumu öğrenebildi.141 İzmir'in İşgalinin öğrenilmesi, İstanbul'da fırtınalar kopardı. 23 Mayıs'ta Sul­ tan Ahmet Meydanı'nda çok büyük ve etkili bir miting yapıldı. İzmir'in işgali Türk Miileti'ni çok üzmüştü. Yüzyıllarca düşman yüzü gör­ memiş olan Anadolu, dün bizden ayrılmış olan Yunanlılarca işgal ediliyordu. Bu­ na Türk Mîlletinin millî gururu razı olamazdı. Onun için bu acı haber, genel bir karamsarlık havası doğurdu. İstanbul gazetelerinde de İzmir hakkında ateşli ya­ zılar yayınlanıyordu. Şairlerimiz bu karanlık günler için şiirler yazıyordu. Üniver­ site öğrencileri çeşitli toplantılar yaparak, İzmir'in işgalini protesto için mitingler düzenlediler. Bu mitinglerde "İzmir Türk Kalacaktır" diye hep bîr ağızdan bağır­ dılar. 19 Mayıs 1919'da İstanbul'da Fatih Belediyesinin önünde de büyük bir miting yapılmıştır. Bu mitingde konuşmacılar, halkı coşturmuşlardır. Özellikle Halide Edip (Adıvar), halkı çok heyecanlandırmıştır. Halide Edip'in halkı coşturan bu konuşması, ülke genelinde büyük yankı yapmıştır. 22 Mayıs 1919'da Kadı­ köy ve 23 Mayıs'ta Sultanahmet mitingleri yapılmıştır. Kısacası heyecan yurdun her tarafını kaplamıştır. Bunun üzerine ülkenin birçok yerinde mitingler yapıl­ mıştır. 142 141 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri s. 268. Nurdoğan Taçalan, Ege'de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul 1971, s. 235-250. 142 Enver Behnan Şapofya, Türk İnkıfâbı Tarihi Notları, İstanbul 1949, s. 97. Kemal Arıburnu, Millî Mücadelede İstanbul Mitingleri, Ankara 1951, s. 12-68. Tepkiler konusunda, geniş bilgi için ba­ kınız, Mehmet Şahİngöz, İzmir, Maraş ve İstanbul'un işgali üzerine yapılan protesto ve miting­ ler. Ank. (Yayınlanmamış Doktora Tezi) 1986. V. Bölüm XIV- CEMİYETLER A- TÜRK MİLLETİ'NİN TEPKİSİ ve MİLLÎ CEMİYETLER Yurdun çeşitli yörelerinde meydana gelen işgal olaylarından İstanbul Hükümeti fazla etkilenmiyordu. Yurtta başlayan işgal hareketleri, bir yandan or­ dusu dağıtılmış komutanları acı acı düşündürürken, diğer taraftan halkın örgüt­ lenmesi ile basının tepkileri yoğunluk kazanmaya başlamıştı. Yer yer mitingler ve gösteriler yapılmaya başlandı. Kurtuluş çareleri aramak üzere gizli-açık yerel örgütlenmeler başladı. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesiyle bu faali­ yet, daha sistemli ve plânlı bir şekilde yapılmıştır.143 Millî kurtuluş çabalarına katılan bazı cemiyetler, bu duygu ve dü­ şüncelerden hareketle kurulmuşlardır. Amaçları, yörelerini işgalden kurtarmak ve işgale karşı direnmek olan bu cemiyetler, Millî Kurtuluş'ta önemli bîr görev üstlenmişler ve Millî Mücadeie'nin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Bu cemiyetlerin başlıcaları şunlardır: a) Trakya-Paşaelî Müdafaa-i Heyeti Osmaniye Cemiyeti Bu cemiyet, Yunan işgal hazırlığına ve Mavri-Miracıların iddialarına karşı kurulmuştu (Aralık 1918). Cemiyet; Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Gelibolu, Gümülcine ve Dedeağaç'ı içine alıp bir bütün oluşturan Trakya'nın ırk, kültür ve tarih bakımından Türklere ait olduğunu bilimsel yollardan ve tarihî belgelerle İs­ pat etmek için çaba harcıyordu.144 Cemiyetin iki yayın organı bulunmaktaydı. Bunlardan biri "Yeni Edirne" diğeri de “Ahali" adlı gazetelerdi. Cemiyet 1920 ilkbaharında Lüleburgaz ve Edirne kongrelerini yapmıştır. 1919 yılı sonunda ya­ pılan son Osmanlı Mebuslar Meclisi'ne ve 1920'de Ankara'da T.B.M.M'ne ce­ miyetin amaçlarını bildirerek; Yunan işgaline gerektiğinde silâhla karşı koymak, teşkilâtlanmak Osmanlı Hükümeti Trakya'yı kurtaramazsa burada geçici bir Türk Hükümeti kurmak düşüncesinde olduklarını belirtiyordu.145 Cemiyet 1920 Haziran'ında Yunan işgaline karşı sarp yerlerde birkaç çete çarpışmasıyla karşı koy­ muşsa da fazla bir varlık gösterememiştir. Bir müddet sonra da Anadolu hareke­ tine bağlanmıştır.146 143 Bekir Sıtkı Baykal, "İzmir'in Yunanlılar tarafından İşgali ve Bu Olayın Doğu Anadolu'daki Tepki­ leri" Belleten, C. XXXIII, s. 513-535. Selahattîn Tansel Mondros'tan Mudanya'ya Kadar C. I. Ankara. 1977, s. 250. 144 Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya'da Millî Mücadele, Ankara 1955, s. 140-144. 145 Sebahattin Selek, a.g.e., C. I. İstanbul 1966. S. 95 146 Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C. I. Ankara 1977, s. 145-146 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi b) İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti 1 Aralık 1918'de İzmir'de kurulan bu cemiyet, Rum ve Yunanlıların Megaio-İdea düşüncelerine karşı çıkıyor ve Venizelos'un iddialarını çürütmek için Paris Barış Konferansına temsilciler gönderiyor, bir yandan da Yunan işgali­ ne silâhla karşı koymak için teşkilâtlanma çalışmalarına geçiyordu, Cemiyet, İz­ mir'de kurulmuş bulunan Müdafaa-i Vatan Cemiyeti'yfe birfeşerek, Redd-i İlhak Cemiyeti adını almıştır.147 15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali üzerine Redd-i İihak Cemiyeti-nin bazı üyeleri ile eski Balıkesir Mutasarrıfı Hacim Muhittin Beyin başkanlığında Celal Bayar, Mustafa Necati ve arkadaşları tarafından kurulan Redd-i İlhak Heye­ ti'nin; Ayvalık, Soma, Kırkağaç, Akhisar, Bandırma, Edremit ve çevrelerinde şu­ beleri açıldı. Bu cemiyet, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy önderliğinde Temmuz 1919'da 1. Balıkesir kongresini yapmış ve Batı Anadolu'daki Redd-i İl­ hak Cemiyetlerini bir çatı altında toplamıştır. Cemiyet, Yunan zulümlerini: pro­ testo ederek broşür ve bildirilerle dünya kamuoyuna bu yörede olup bitenleri duyurmağa çalışmıştır. Ağustos 1919'da Manisa, Aydın, Denizli, Uşak, Ödemiş ve çevresi temsilcilerinin katıldığı Alaşehir kongresini toplayan cemiyet, yetki bölgesini genişletmiş ve Hacim Muhittin Bey'in başkanlığında 2. Balıkesir Kongresi'ni toplamıştır; Bu kongrede Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlık ettiği Sivas Kongresi kararları benimsenmiş ve Türk milisleri ile Yunan işgaline karşı koyacak teşkilât güçlendirilmeye çalışılmıştır.148 c) Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Millîye Cemiyeti Doğu Anadolu'nun Ermeniler tarafından istenmesi ve Paris Konferansında bu vilayetlerin Ermenistan'a verilmesi gerektiği şeklîndeki karar üzerine cemiyet, 10 Mart 1919'da Erzurum'da resmen şubesini açmıştır. Bu cemiyetin merkezi İs­ tanbul'da bulunmaktaydı. İstanbul'da Harputlu Ahmet Nedim, Diyarbakırlı Sü­ leyman Nazif ve Pirinçizâde Feyzi iie Sivaslı gençler ile Erzurumlu eski Milletve­ kili Raif Hoca tarafından kurulmuş, Van'lı ve Bitlis'iî aydınlar da cemiyete üye olmuşlardır. Bunlar İstanbul'da yayınladıkları Fransızca "Vatan" ve Türkçe "Hadisat" gazeteleri ile Doğu illerinin Türklüğünü ve İslâmlığını savunuyorlar, Ermenilerin burada hiçbir zaman çoğunluk oluşturmadıklarını belirtiyorlardı. Bu cemiyet bir yandan da Kürdîstan Teali ve Teavün Cemiyeti ile mücadele ediyor­ du.149 147 Tarık Zafer Turnaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, C. II, İstanbul 1984, s. 481-494. 148 Ergüo Aybars, Cumhuriyet Tarihi, İzmir. 1987, s. 128. 149 Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya’ya Kadar, C. I. Ankara 1977, s. 141-144 V . Bölüm 10 Mart 1919'da cemiyetin şubesi Erzurum'da açılınca "Albayrak Gazete­ si" burada yeniden faaliyete geçerek cemiyetin fikirlerini kamuoyuna yaymaya başladı. Cemiyet, teşkilâtını genişletmek, Doğu vilayetlerini bîr düşünce etrafın­ da toplamak ve orduyla ilişki kurmak kararındaydı. Mayıs 1919'da Kâzım Karabekir'in 15. Kolordu Komutanı olarak Erzurum'da göreve başlamasıyla Ce­ miyet, kendisine bir koruyucu bulmuş ve bu durum Erzurumluların ve çevre hal­ kının güvenliklerini artırmıştır. Cemiyet yayınladığı bir bildiri ile Ermeni iddialarını çürütmüş ve Doğu Anadolu'dan kopartılmak istenen insanların Türklük ve TürkJerden ayrılmalarının imkânsız olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bu beyannamesinde cemiyet, göç etme­ mek ve Doğu illerinde herhangi bir bucağın düşman saldırısına uğraması hâlinde orayı kurtarmaya koşmak gibi prensipleri de kararlaştırmıştır. Ayrıca bilim, eko­ nomi ve din alanında çalışmalar yapmaktaydı.150 Cemiyet, Mustafa Kemal Paşa başkanlığında Erzurum Kongresi'ni gerçek­ leştirecek ve 7 Ağustos 1919’da Şarkî Anadolu Müdafaî Hukuk Cemîyeti'ne ka­ tılacaktır. d) Trabzon AAuhafa-i Hukuk-u M illîye Cem iyeti Bu cemiyet Trabzon'un Pontusçu Rumlara verilmesi yolunda Avrupa'da başlayan görüşmeler üzerine kurulmuş, Karadeniz kıyılarında bir yandan Pontusçu Rumlarla diğer yandan da Ermenilerle mücadele etmekteydi. Şubat 1919'da bölgesel amaçlarla kurulmuş olmakla beraber üeriki günlerde Erzurum Kongresiyle Şarkî Anadolu Müdafayı Hukuk Cemiyeti'yie birleşti. Cemiyet "İs­ tiklal" isimli bir gazete ile Rum iddialarını ve Ermenistan hayâllerini çürütmeye çalışıyordu. Cemiyetin şubeleri o sıralarda Trabzon havalisinde hızla yayılmış Ri­ ze, Gümüşhane, Giresun ve Ordu gibi merkezlerde de açılmıştı. Cemiyet, yerli Rumlardan başka bolşeviklik yüzünden emlâk ve serveti ellerinden alındığı için Kırım ve Karadeniz'in öteki kıyılarından gemiler ile gelen Rum göçmenler ve yerli Rum eşkiyaları ile de mücadele ediyordu. Sonunda Vİlayatı Şarkiye Müdafayİ Hukuk Cemiyeti ile Erzurum Kongresi'ne katılan cemiyet mensupları, bu cemiyetle birleşerek çalışmalarını genişletip sürdürmüşlerdir.151 150 Ergiin Aybars, a.g.e., s. 130. 151 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, C. ¡1, İstanbul 1984, s. 506-509. Atatürk tikeleri ve Türk İnktlâp Tarihi e) KÜikyaliiar Cemiyeti İstanbul'da bulunan Adanalı, Maraş'iı, Antep'Ii ve Tarsus'luiarın Çukuova'daki Ermenilere karşı kurdukları bir dernekti. Bu dernek yayın yoluyla Çukurova'nın işgaline ve burada "Kilikya Ermenistan'ı"nın kurulmasına engel olmaya çalışıyordu. Ayrıca, Toroslar ve Çukurova'daki işgallere karşı silâhlı dire­ nişi de plânlamış bulunuyordu. Cemiyetin tüzüğünde “Çukurova ve Hatay'ın %90 oranında Türk olduğu, buraların Osmanlı Devleti'nden hiçbir zaman ayrı­ lamayacağını belirtiyordu. Fransızların Adana'yı işgal etmeleri üzerine Kİlikyalılar Cemiyeti, merkezini İstanbul'dan Toroslara taşımış; burada Ermeni Lejyonlarına ve Fransızlara karşı mücadele etmiştir. Özellikle "İntibah Cemiyeti" ile işbirliğine girişen (Kİlikyalılar) Cemiyeti, Torosları hiçbir zaman terketmeyeceğini belirtmiş, Fransızlar'm Adana'yı işgal etmeleri sırasında da KaraisalI ve çevresinde faaliyet­ lerini sürdürmüştür.152 f) Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti 5 Kasım 1919'da Sivas'ta kurulan bu cemiyet, memleketin bütünlük ve bağımsızlığını savunmak için bütün Anadolu'da mitingler düzenlemiş, İtilaf Dev­ letleri temsilcilerine protesto telgrafları göndermiştir. Sivas Kongresî'nde bu dernek "Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk Cemiyeti" adı altında diğer millî1 derneklerle birleşmiştir (7 Eylüf 1919).153 Millî Cemiyetlerin tamamı Millî Mücadele'nin çekirdeğini oluşturmuş ve Kurtuluş Savaşı'nm temel taşı olmuşlardır. Her ne kadar yöresel kurtuluş çarelerini düşünerek kurulmuşlarsa da, kongrelerden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk Cemiyeti çatısı altında birleşmiş ve Anadolu'nun tamamının kurtarılması fikri için mücadele etmişlerdir. Mustafa Kemal'in üstün sevk ve idaresi sonucunda Anadolu'daki cemiyetlerin bir çatı altında toplanması gerçekleşmiştir. Cemiyet ayrıca, Miüî çalışmaları desteklemiştir. Ordu için kampanya açmış, para ve malzeme toplamıştır. Ankara ile yakın ilişkilerde bulunmuş ve oradaki çalışmaları desteklemiştir. Bundan dolayı da Atatürk'ün takdiri­ ni kazanmıştır. 152 Utkan Kocatürk, Türkiye Cumhuriyeti Kronofojisi, s. 11 153 Bekir Sıtkı Baykaf, “ Millî Mücadele'de Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti", AAMD. C. I s. 671-710 V. Söiüm g) Milli Cemiyetlerin Ortak Özellikleri Millî bağımsızlık ve kurtuluş amacıyla kurulan bu cemiyetlere, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adı verilir. Ülkeyi gerçek anlamda kurtarmak İçin kurulmuş­ lardır. İlk olarak genelde Mahallî özellikte kurulmuşlarsa da çalışmaları millî birlik ve bütünlük doğrultusunda olmuştur. Hepsi millî hakları savunmuştur. Dolayısı ile millî hakların korunması için yapılan bir hareketin parçalarıdır. Müdafaa-i Hukuk, millî devlet formülünü gerçekleştirmeye yönelik bir hareketin adıdır. Bu­ nu gerçekleştirmenin aracı fertler değil millî cemiyetlerdir. Kişisel hareket ve he­ def yoktur, Türk topiumunun bütün olarak çalışması ve millî bağımsızlık hedefi vardır. Millî cemiyetlerin çalışma yollarından biri, basın-yayın yolu ile Anado­ lu'nun gerçeklerini, Türklüğünü yerli ve yabancı komuoyuna anlatmaktır. Yani halkı bilinçlendirerek kamuoyu oluşturmaktır. İkincisi ise, silâhlı mü­ cadele vermektir. Silâhlı mücadele verilirken temel felsefe, İşgal edilmiş yerleri işgalden kurtarmak ve İşgal edilmemiş yerleri de korumaktır. Böylece mütareke dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, ateşkesin uy­ gulanması adı altında yapılan düşman işgallerine karşı çeşitli bölgelerde büyük tepkiler belirtilmiştir. Bunun sonucunda yoğun bir şekilde karşı koyma çalışmala­ rı başlatılmıştır. Bunların cemiyete dönüşenlerinin önemlileri yukarıda özet ola­ rak verilmiştir. B- AZINLIKLARIN İHANETİ ve MİLLÎ VARLIĞA DÜŞMAN TEŞEKKÜLLER İtilaf kuvvetlerinin donanmalarıyla İstanbul'a gelmeleri (13 Kasım 1918) ve İtilaf askerlerinin İstanbul'un önemli noktalarına yerleştirilmesi, Rumları son de­ rece sevindirmiştir. İstanbul'daki Rumlar bütün ev ve dükkânlarına Yunan bay­ rakları asarken, Yunanlıların baş gemisi Averof zırhlısını görmek için gece gün­ düz motor ve kayıklarla taşınıyorlardı. İstanbul şehri, İtilaf Devletlerinin askerle­ riyle dolmuştu. Boğaziçinde toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlıları bayrak­ larla donatılmıştı. Herkes ancak zorunlu ihtiyaçları için evlerinden çıkıyor, sokak­ larda akla hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için cadde ve sokaklarda duvar diplerinden büzülerek ve korkarak yürüyebiliyorlardı. Koskoca İstanbul'da yüzbinlerce kişinin sesleri kısılmış bir haldeydi. İstanbul ufuklarında yükselen, sadece düşman hareketleri, düşman bayrak ve süngüleriydi. İtilaf Devletleri İstanbul'u işgalleri altında bulundurdukları sırada, Türki­ ye'de yüzyıllar boyu kardeşçe yaşamış ve ticaret sayesinde büyük servetlere sa­ A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi hip olmuş buiuna'n bir kısım azınlıklar harekete geçmiştir. Türk hâkimiyeti altın­ da dilleriyle, dinleriyle, gelenek ve görenekleriyle mutlu bir vatandaş olarak ya­ şamış olan bu insanlar, düşman işgalinden cesaret alarak Türk'ün anavatanında bağımsız devletler kurmak için girişimde bulunmuşlardır. a) Rumiar 1919 yılı Nisan ayı başında Rum eşkıyalarının vahşeti İstanbul dolaylarına kadar yayılmıştı. Özellikle Rumların Kartal, Pendik ile buralara bağlı köylerin ci­ varında menfur cinayetleri görüldü. İstanbul'da Rumların çoğunlukta bulundukları Rum mahallesinde 40 metre boyundaki ipekten bir Bizans bayrağı hazırlanarak Ayasofya Camii'mn iki mina­ resi arasında asılmak istendi. Ancak bunu, Türk askerleri engellediler. Rum Pontus Cemiyeti'ni n İstanbul Şubesi yayınladığı .bildirilerle; Batum'dan İnebolu'ya ve Gümüşhane'den Amasya'ya kadar Karadeniz kıyılarıy­ la çevre illerinin de ileride Yunanistan'a katılmak üzere bir Pontus Rum Cumhu­ riyeti kurulması yolundaki propaganda ve çalışmalarını genişletti.154 Bu yöredeki Rum çeteleri yollarda ve köylerde silâhsız ve savunmasız ma­ sum Türk!eri öldürmeye başladılar. Bolşevik idaresinin ellerinden mal ve servet­ lerini aldığı Kuzey Karadeniz kıyılarındaki Rus vatandaşı binlerce Rum, "muha­ cir" olarak Yunan gemileriyle Trabzon ve çevresine taşınarak Rumların bölgede­ ki sayıları artırılmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan 1919 başlarında 10-12 kadar Rum cemiyeti İstanbul'da Mavri Mira adıyla birleşerek iş bölümü yapıldı. Mavri Mira'nm hedefi, İnebo­ lu'dan Muğla'ya çekilecek bir çizginin batısında kalan bütün topraklan İstanbul dâhil Yunanistan'a katmak üzere yoğun bir çalışmanrn gerçekleştirilmesiydi.. Fa­ tih Sulan Mehmet'in, Patrikhanesi'ne imtiyazlar vererek himaye ettiği ve 1453 yılından beri ticaretle uğraşıp zengin olan ve rahat bir hayat süren Rumiar, Türk'ün kara günlerinde Yunalılar'ia "Megalo-İdea" uğrunda işbirliği yapıyor­ lardı.155 <■ Kısaca, Mavri Mira Cemiyeti etrafında birleşen Rum kuruluşları, yap­ tıkları çalışmalarla Büyük Yunanistan'ı kurmak istiyorlardı. Bunu gerçekleş­ tirmek için her şeyi yapıyor ve her yola başvuruyorlardı. 154 Selâhattin Tansel, Mondros’tan Mudanya'ya kadar, C. i. 1977, S. 90. Yılmaz Kurt, Pontus M e­ selesi, Ankara 1995. 155 Ergün Aybars, Cumhuriyet Tarihi, İzmir 1987, s. 115. V. Bölüm b) Ermeniier Ermeniier, Rumiar'dan sonra sayıca ikinci azınlık durumundaydılar. Ermeni Patriği Zaven Efendi, Mütareke yıllarında M avıi Mira heyetiyle bir­ lik olarak Osmanlıiar aleyhine çalışmaya başlamış ve Rum Patrikhanesinde Türkler aleyhindeki toplantılara katılarak Rumlarla işbirliği yapmıştır. Eskiden beri İngiliz, Fransız ve Rusların Anadolu üzerindeki emellerini ger­ çekleştirmek için araç olarak kullandıkları Ermeniier, kin ve intikam duygularıyla yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini artırdılar.156 Daha önce kurulmuş olan Ermeni silâhlı komiteleri teşkilâtlarını genişlet­ meye başladılar. 1887'de Hınçak (Çansesi) adıyla İsviçre’de Marksist bir komite kuran Ermeniier, Türkiye'den koparılacak Doğu Anadolu'yu, merkezi Erivan olan Ermenistan'a katmaya çalışıyorlardı. Aynı şekilde birkaç yıl sonra Ruslar Tif­ lis'te Taşnak (Hançer) adlı ihtilâlci bir Ermeni komitesi kurdurdular, 8u iki cemi­ yet, Ermeni İhtilaf Cemiyetleri Birliği adıyla Anadolu'da teşkilâtını genişleterek Hazar Denİz'inden Antalya'ya ve Karadeniz'de Sinop'a kadar yayılacak "Birle­ şik Ermenistan" hayalini gerçekleştirmeye çalışıyordu.157 Bu sırada Ermeni Patriği Zaven Efendi, Ermeni gazeteleri ve Patrikhane, Taşnak Komitesi'nin fikirlerini benimsiyor, yazı ve propagandalarla Ermeni ka­ muoyunu oluşturmaya çalışıyordu. Rumlarla işbirliğine girişen Ermeniier, ortak düşman kabul ettikleri Türklere karşı güçbirliği içindeydiler. Hayalî olaylar anla­ tan Ermeniier,gerçek dışı İstatistiklerle Doğu Anadolu'da 1915'ten önce sayıca Türklerden üstün oldukları yalanını komuoyuna yayıyorlardı. Ermeniier istekleri­ nin gerçekleşmesi için Batılı devletlerden de yardım isteğinde bulunuyor ve bu amaçla Paris ve Londra'ya çeşitli muhtıralar veriyorlardı.158 Ermeni sorununun büyümesinde; Türkierin gösterdiği toleransı, sözde ay­ dınların Ermenilerle işbirliği yapması, Tanzimat ve Islahat reformlarının yetersiz­ liği, bilinçsiz liberalleşme ve batılılaşma istekleri önemli rol oynamıştır. Türk Devleti'nin zayıflaması ve çökmek üzere olması da, Ermeni azınlığını, gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallere itmiştir. Ermeniieri Türk Devleti ve toplumu aleyhine harekete geçiren faktörlerin başlıcaları şunlardır. 156 Bayram Kodaman, "Şark Meselesi, Emperyalizm ve Ermeniier" "Kaynaklar" İstanbul 1984, s. 716. 157 Selâhattin Tansel, A. g. e. S. 100 Bayram Kodaman A. g. e. s. 7-16. 158 Enver Behnan Şapolya, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İstanbul 1966. S, 15-17 113 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 1- Ermeni Kilisesi 2- Din Faktörü 3- Misyoner Faaliyetleri 4- Diğer Propaganda Faaliyetleri İşte bu dört faktör, Ermenileri Doğu Anadolu'da özerk veya bağımsız bir Ermenistan kurma hayaline yöneltmiştir.159 c) Musevîler (Vahudiler) İstanbul'da bîr başka azınlık da Yahudiler (Musevîler) di. Yahudiier, Filistin topraklarının kendilerine verileceğine güvendikleri için Türkiye'den, toprak iste­ ğinde bulunmamışlar, ancak ticaret, din ve kültür hakları gibi elde bulundurduk­ ları imtiyazlarını korumak için "Makabi Cemiyeti" adıyla bir cemiyet kurmuş­ lardı. Ispanya'daki katliamdan kaçıp gelerek sığındıkları ülkede şimdi devletin zaafa düşmesi üzerine Rumlarla işbirliğine içine girmişlerdi, Ticaretle zenginleş­ tikleri için, bol paralarla kurdukları cemiyetlerle çalışmalara başladılar. Alyans îsrailit ve Makabi Cemiyeti çalışma hâlinde idi.160 Ancak, ülkedeki tüm yahudilerin bu tür bölücü faaliyetlere katıldıkları söylenemez. d) Millî Varlığa Düşman Cemiyetler Yukarıda sıraladığımız Rum, Ermeni ve Yahudilerin kurdukları zararlı cemiyetlerin yanında, bu acı günlerde Türkler tarafından kurulan Anadolu ve Türklük aleyhine çalışan bazı zararlı cemiyetler de vardı. Bu cemiyetler; İngiliz Muhibleri Cemiyeti, Teali İslâm Cemiyeti, Kürt Teâvün Cemiyeti, Sulh ve Selâmeti Osmaniye Fırkası ve Wilson Prensipleri Cemiyeti idi. 1Teaki Kürdistan Cumhuriyeti: İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlük havasıyla İstanbul'da Rus elçiliğinin paraları ve teşvikiyle Şemdinii'li Şeyh Abdülkadir ve Bedirhanî Ailesinden olanların katıldığı, Kürt Teâvün Cemiyeti ku­ ruluşundan 5 yıl sonra 1913'te kapatıldı. Abdülrezzak Bey Rus Hariciyesi'nden ayda 300 Ruble maaş alarak 1914 yılında Tiflis'te "Ermeni-Kürt Anlaşma Cemiyeti" kurmak ve Ermeni çeteleriyle Kürt çetelerini yurdumuz aleyhine birlikte harekete geçirmekle görevlendirilmişti. Mayıs 1919'dan iti­ baren faaliyetlerini sürdüren cemiyet halktan, özellikle Doğu Anadolu'dan des­ 159 Bayram Kodaman, A. g. e s. 14. 160 Enver Behnan Şapolya. A. g. e. s. 17. V. Bölüm tek görmedi. Aksine yöre haikı bu cemiyeti şiddetle protesto etti. İstanbul'un kurtuluşundan sonra cemiyetin idarecileri Suriye'ye kaçtılar ve Ermeni komiteci­ leriyle anlaşıp Kürt-Ermeni birliğini sağlamaya çalışan "Hoybun Cemiyetini" kur­ dular. Bu cemiyet, Mondros Mütarekesinden sonra Osmanlı Devleti'nin can çekiştiği bir dönemde Wilson Prensiplerinden faydalanarak kurulan bölücü ve si­ yasî amaçlı bir cemiyettir. Cemiyet, bağımsız veya özerk bir kürt devleti ile ilgili olarak Amerika ve İngiltere ile ilişki kurmuştur. Millî Mücadele'nin karşısında olan bu cemiyet, Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birleşmeyi red­ detmiştir.161 2. İslâm Teali Cemiyeti: Türkiye'nin kurtuluşunun artık imkânsız olduğu­ nu sanan ve dindar aydın geçinen kişilerce 19 Şubat 1919'da İstanbul'da kurul­ du. İslâm Teali Cemİyeti'nin resmî tüzüğünde halifeliği ve saltanatı kurtarmak için, bütün İslâm halkının birleşmesi isteniyordu. Bu cemiyet de halktan destek alamadı. Konya ve Bursa'daki yoğun çalışmalarına rağmen buradan da ilgi gö­ remedi ve 6 ay geçmeden kapandı. Anadolu'daki Millî Mücadele Hareketi'ne karşı cephe almıştır,162 Kısacası bu cemiyeti kuranlar, Türk milletinin kurtuluşunu hilafetçi bir yaklaşımla kurtarmak istiyorlardı. 3. İngiliz Muhipler Cemiyeti: Sadrazam Damat Ferit Paşa başta olmak üzere bazı devlet adamları ve aydınların katılmasıyla, İngilizlerin yaptıkları maddî desteklerle Ocak 1919'da İstanbul'da kurulmuştu. Bu cemiyetin açık amacı, İngilizlere dostluk gösterilerek, halifelik ve Osmanlı saltanatının kurtarılmasıydı. Cemiyetin yöneticileri İktidar Partisi ile yakın işbirliği içinde idiler. Hedefleri Millî Mücadele'yi baltalayarak Türkiye'yi İngiltere mandası altına sokmaktı. Bu cemi­ yet ülkenin kurtuluşunu İngiltere yönetiminde görüyordu. Oysa İngiltere, ülke­ mizin topraklarını işgal etmekte ve ettirmekte idi. Bu cemiyetin desteklenmesi, İngiltere'nin işini kolaylaştırmakta idi. Çünkü İngiltere yöneticileri, kendilerinin Osmanlı yöneticileri tarafından davet edildikleri için Osmanlı toprakaiarına gir­ diklerini söyleme fırsatına kavuşmuşlardı. Görüldüğü gibi amaç belki Devleti kurtarmaktı ama takip edilen yol ve kurtarma yöntemi yanlıştı. Sonuç olarak İngiliz Muhipler Cemiyeti, Millî mücadeleye karşı ve Türklüğe zarar verici bir cemiyet hâline gelmiştir. 161 Tarık Zafer Tuna'ya, A. g. e, s. 429-431 162 Hamza Eroğlu, Tiirk İnkılâp Tarihî, İstanbul, 1982, s. 154. V I. Bölüm ALTINCI B Ö L Ü M I- M U STAFA KEM AL'İN S A M SU N 'A ÇIKIŞI Mustafa Kemal, mevcut şartlarda artık İstanbul'da fazla bir şey ya­ pılamayacağına inanmıştı. Bu nedenle Anadolu'ya gitmeye ve oradan hareketi başlatmaya karar vermişti. Bu isteğini gerçekleştirebilecek fırsatı da bir süre son­ ra buldu. Bu tarihlerde Samsun, Vezirköprü, Merzifon ve dolaylarında Pontus Rum çetelerinin Türk halkına saldırıları artmış, fakat buna rağmen galip devletler işi tam tersinden alarak bu bölgede meydana gelen olayları, Türklerin Hıristiyan(ara karşı saldırılarına bağlamışlardı. Özellikle İngilîzier, Karadeniz BÖlgesi'nde asayiş sağlanamadığı takdirde, buraları da işgal edeceklerini bildirmişlerdi. Bu durumla ilgili olarak, 5 Mayıs 19T9'da Bakanlar Kurulunca Mustafa Ke­ mal görevlendirildi. Aynı gün durum Mustafa Kemal'e bildirilmiş, göreve başlama­ sı için acele etmesi istenmişti. 7-8 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal'in 9. Ordu mü­ fettişliğine tayin edildiği her tarafa duyuruldu.163 Bu suretle Mustafa Kemal, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri île Er­ zincan ve Canik livalarına gereken emirleri verebilecekti. İstediği bu yetkileri al­ dıktan sonra, karargâhını kurmaya ve kendisine yardımcı olacak arkadaşlarını seçmeye başladı. İstanbul'daki millî kuruluşlarla ve işbirliği yapmaya karar verdi­ ği kimselerle temaslarda bulunarak son talimatlarını verdi. 16 Mayıs 1919'da son defa padişahla görüştü. 19 Mayıs 1919'da Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı.164 Bu sıralarda İngilîzier, Samsun'daki kuvvetlerini artırmış, bunlardan bir kısmını mütareke hükümlerine aykırı olarak iç kısımlara göndermiş, bu suretle bir taraftan millî hakların zedelenmesine, diğer taraftan da asayişin bozulmasına neden olmuşlardı. Mustafa Kemal durumu Harbiye Nezareti'ne bildirmiş ve asay işi bozan bu gibi hareketle rin önlenmesini istemiştir.165 1S3 Enver Betin an Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İstanbul 1966, s. 30-31 Selah attin Tan sel, Mondros'tan Mudanya'ya kadar, Ankara. 1977, s. 226-232, 1G4 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam. İstanbul 1966-, s. 16. Hamza Eroğlu, Türk inkılap Tarihi, s. 171-175. Selahattin Tansel A. g, e s 232 165 Atatürk, Nutuk, 1938, s. 8-10. Selahattin Tansel, A. g. e s. 236,238 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Mustafa Kemal Paşa'nm Samsun'dan göndermiş olduğu 22 Mayıs 1919 tarihli rapor, Millî Mücadeie’nin rik ana programını oluşturmaktadır. Bu rapor kı­ saca şu görüşleri içermektedir: 1- Türklüğün yabancı İşgal ve kontrolüne tahammülü yoktur. 2- Yunanlıların İzmir'de hiçbir hakları yoktur, işgal geçicidir. 3- Samsun bölgesindeki Rumlar siyasal emellerinden vazgeçerlerse, asa­ yiş kendiliğinden düzelir, 4- Türk Milleti, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiş­ tir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bu rapordan da anlaşılacağı gibi Mustafa Kemal, ülkenin genel sorunları ile yakından ilgilenmektedir. Özellikle 4. madde, düşüncelerini daha belirgin şekil­ de yansıtmaktadır. Ayrıca bunları hükümete bildirmekle, kendisine verilen göre­ vin dışında bir takım işlerle ilgilendiğini de göstermektedir. Bundan dolayı İstan­ bul hükümeti, bu raporu olumlu karşılamamıştır, Mustafa Kemal, raporda belir­ tilen hususlar hakkında hükümetten önlemler almasını isterrâş İse de, bu istekler yerinde bulunmamıştır. Mustafa Kemal Paşa'mn Samsun'da daha fazla kalmasını gerektiren bir durum yoktu. Çevredeki Pontuscular olaylar çıkarıyor ve cinayetler işliyorlardı. Ayrıca tutuklama veya başka kötü durumlar olabilirdi. Bundan dolayı daha gü­ venli bir yere gitmeyi gerekli görmüştür. Böylece, Mustafa Kemal arkadaşları iie birlikte 25 Mayıs 1919'da Havza'ya hareket etmiştir.160 Sİ- M U STAFA KEMAL H A V Z A 'D A (25 M A Y IS 1919) Mustafa Kemal Paşa için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti, bir süre iki elden idare edilecekti. Çünkü Mustafa Kemal, gittiği her yerde halkın arasına girecek, İstanbul hükümeti gibi onları sükûnete davet etmeyip, tam tersine harekete geçirmeğe çalışa­ caktı. Türk Milletini, düştüğü kötü durumdan haberdar eden, ülkenin dert­ lerini dert edinen, bunlara çare arayan, cemiyetleri bir araya toplayıp ka­ rarlar alan bir lider olacaktı. Mustafa Kemal, Samsun'da bîr hafta kaldıktan sonra daha sakin bir çevrede çalışmalarına devam etmek için Havza'ya geçti (25 Mayıs 1919). İlk iş olarak eldeki kuvvetlerden yararlanarak Pontus hayalleri peşinde koşan 166 G. Jaeschke, Kurtuluş Savaşs Kronolojisi. S. 37., Selahattin Tansel, A. g. e. s. 238. V I. Bölüm Samsun ve çevresindenki Rumların taşkınlıklarını önledi. Buralarda bozulmuş olan asayişi yeniden kurdu. Burada millî kurtuluş davası için düşündüklerini uygulamaya başladı. Anadolu'daki bütün komutanlarla yakın ilgi kurdu. 28 Ma­ yıs 1919’da Havza'dan bütün komutanlara, yöneticilere ve bütün millî kuruluş­ lara gönderdiği gizli genelge ile de, Türk Milletinin içine düştüğü millî ölüm teh­ likesinin korkunçluğunu, bütün yurdun düşmanlar tarafından çevrilmiş bulun­ duğunu, dünya ile temasın kesilmiş olduğunu anlattı.167 Milleti; büyük ve heyecanlı mitingler yapmaya, mîllî heyecanı ar­ tırmaya ve canlılaştırmaya, bunu ülkenin her yerine yaymaya teşvik etti. Kendisi de Havza'daki mitinge katıldı. İtilaf Devletleri, Paris'te topladıkları konferansı dinlemek üzere İs­ tanbul'dan bir heyet çağırmışlardı. Damat Ferit Paşa da millete danışmaya gerek görmeden başına geçtiği bir heyetle yola çıkmaya karar vermişti. Mustafa Ke­ mal bunu haber alınca 3 Haziran 1919’da yayınladığı bir genelge ile "devletin ve milletin tam istiklâli ile asıl vatanda çokluğun azlığa feda edilmemesi hususla­ rının bu konferansta savunulması gerektiği" ni ilân etti.168 Mustafa Kemal'in bu genelgelerle millete kurtuluş yolunu göstermesi ve milleti çevresinde toplaçnaya başlaması üzerine, yabancılar İstanbul hükümetine baskı yaparak Mustafa Kemal’in İstanbul'a çağrılmasını sağla­ dılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Anadolu'daki görevini sonuna kadar sürdüreceğini ve İstanbul'a dönmeyeceğini bildirdi.169 Bu sıralarda Doğu Vilayetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nce Erzurum’da toplanması plânlanan kongrenin hazırlıkları ilerlemişti. Mustafa Kemal bu kongrede bulunmak üzere 13 Haziran 1919'da Havza'dan Amasya'ya ha­ reket etti. III- A M A S Y A GENELGESİ Mustafa Kemal ve beraberindekiler 12 Haziran 1919'da Amasya'ya gelerek çalışmalarına başladılar.170 Mustafa Kemal 21-22 Haziran 1919 gecesi milleti "vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığının kurtarılması" için birlikte ça­ lışmaya çağıran tarihî genelgeyi yayınladı. Bu genelgenin hükümleri şu şekilde İfade edilebilir; 167 168 169 170 İslâm Ansiklopedisi, Atatürk maddesi. S. 735. Selahattin Tansel, A. g. e. s. 240 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 5, Belge 92. Hamza Eroğlu A. g. e. s. 175-176 Tevfik Bıyıkîıoğlu, Atatürk Anadolu'da, s. 51. Utkan Kocatürk, Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi, s. 55. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 1. Vatanın bütünlüğü ve Milletin bağımsızlığı tehlikededir. 2. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu gereği gibi yerine geti­ rememektedir. Bu durum, adeta .milletimizi yok göstermektedir. 3. Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. # 4. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve kontrolden uzak bir millî heyetin kurulması gereklidir. 5. Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas'ta millî bir kong­ renin acele toplanması gereklidir. 6. Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazan­ mış üç temsilcinin mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çı­ karılması gerekmektedir. 7. Her ihtimale karşı bu sorunun millî bir sır hâlinde tutulması ve temsilci­ lerin gerek görülen yerlerde seyahatlarım, kendilerini tanıtmadan yapmaları ge­ reklidir. 8. Doğu vilayetleri adına 10 Temmuz 1919’da Erzurum’da bir kongre top­ lanacaktır. Bu tarihe kadar diğer vilayetlerin temsilciieri .de Sivas'a gelirse Erzu­ rum Kongresi'nin üyeleri Sivas Umumî Kongresi'ne katılmak üzere hareket ede­ ceklerdir.171 Genelgenin Önemine Gelince; Amasya Genelgesi, millî mücadelenin en önemli olaylarından biridir. Millî hakimiyet ve bağımsızlık yolunda atılmış ilk adımdır. Bu tamimle- İstanbul hükümetinin, milletin bağımsızlığı yönünde bir iş göremeceği. de açıkça belirtil­ miştir. Amasya Genelgesindeki "milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" parolası, milletin egemenliğine ve millî kurtuluşa işaret etmekte­ dir. Böylece Amasya Genelgesi ile aynı zamanda millî iradeye, millet egemenli­ ğine dayanmayan millî bağımsızlığın olamayacağı gerçeği de ortaya konulmuş­ tur. Amasya Genelgesinde yer alan millî egemenlik ilkesi, Erzurum ve Sivas kongrelerinin kararlarına da etkili olmuş, daha sonraları "hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu" ilkesi ortaya konulmuştur. 171 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s. 178. Osman Güngör Feyzioğiu, Atatürk il­ keleri ve İnkılâbımız, İstanbul 1981, s. 15. V I. Bölüm Amasya Tamimi, yürütme yetkilerini kullanmak imkânını vermek ve Si­ vas'ta bir kongrenin toplanmasını amaç edinmekle, İstanbul'daki merkezî hükümetin yerine geçmeyi öngörmüştür. IV- AMASYA'DAN ERZURUM'A Mustafa Kemal, 26 Haziran 1919'da Amasya'dan ayrılıp, ertesi gün To­ kat'a geldi. Burada da millî teşkilâtın ileri gelenleriyle temasta bulundu. Yurdu savunmanın güçlüğünü ileri sürenlere, her şeye boyun eğmekle ancak acıların artacağını, çalışma ve azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını belirtti. 27 Haziran 1919'da Sivas'a ulaştı.172 Mustafa Kemal, görevden alınması hakkında Dahiliye Nezaretinin gönder­ miş olduğu emir üzerine Sivas'tan Sadrazam ve Harbiye Nazırına telgraflar çeke­ rek protesto da bulundu. Sivas'ta toplanacak kongre için yapılacak işler hakkında gerekli emir ve talimatları verdikten sonra, Erzurum'a gitmek üzere yola çıktı. 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a varan Mustafa Kemal, çalışmalarını sürdürdüğü sıra­ da resmî memuriyetine son veren telgrafı alınca 7-8 Temmuz 1919'da Har­ bîye Nezaretine ve Padişaha bîr telgraf çekerek, memuriyet vazifesi ile birlik­ te askeri görevinden de istifa ettiğini açıkladı. Valilere ve komutanlara gön­ derdiği bir genelge ile de, vatanı kurtarmak gayesine dayanan millî hizmetle­ rini milletin sinesinde bir fert olarak dahi takip etmenin kendisi için bîr görev ve amaç olduğunu bildirdi.173 Mustafa Kemal Paşa, 8 Temmuz 1919’da bu kararını bir taraftan ordulara ve diğer taraftan da Türk Milletine duyurdu. Mustafa Kemal, bu-tarihten itiba­ ren resmî sıfat ve yetkilerden sıyrılmış olarak yalnız milletin hizmetinde olarak görevine devam etmiştir. Resmî görevinden ayrılan ve askerlikten de istifa eden Mustafa Kemal'e en yakın kumandan olan XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, "Ben ve kolordum, emrinizdeyiz paşam." diyerek en büyük manevî desteği vermiştir. O an, hem Mustafa. Kemal hem de Millî Mücadele için kader anı olmuştur.174 V- ERZURUM KONGRESİ Mustafa Kemal'in Erzurum'a geldiği günlerde, Erzurum Kongresinin hazır­ lıkları da yapılmaktaydı. 172 İslâm Ansiklopedisi, Atatürk maddesi, s. 736. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C. II, s. 45. 173 Utkan Kocatürk, Türkiye Kronolojisi, ş. 62., Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C, İL, s. 85. 174 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Ç. I., s..109'. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Bu kongre Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i AAiiliye Cemiyeti'nin Erzu­ rum şubesi tarafından ve Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti'nin işbirliğiyle dü­ zenlenen Türk miliî akımının iik önemli kongresidir.175 Bu kongrenin toplanma nedenleri şunlardır. 1. Doğu illerinde bir büyük Ermenistan kurulması ihtimalinin yarattığı kay­ gı; 2. Kuzey illerinde bir Pontus Cumhuriyeti kurulmasıyla ilgili Rum ve Yunan davranışları; 3. İtilaf Devletlerinin Mondros Antiaşması'nı çiğneyerek Osmanlı Devfeti'nin bazı bölgelerini işgal altında bulundurması. 4. Osmanlı başkentinin İtilaf Devletlerinin fiilî denetimi altında bulunmasi; 5. Yunanlıların Aydın ilinde giriştiği katliam; 6. Kuzeyde Rumiar, doğu ve güneydoğu da Ermeniler tarafından Müslü­ man Türk halkının katledilme korkusu; 7. Anadolu’da Türk halkı arasındaki genel kaygı ve umutsuzluk duygusu. Kongrenin önce 10 Temmuzda toplanması için gerekli hazırlıklar yapıldığı hâlde, bazı iller temsilci seçmede çekingen davrandıkları için bu tarihe kadar Er­ zurum'a az sayıda temsilci gelmişti. Bu yüzden Kongre 23 Temmuz'a ertelen­ di.176 Bu arada Kongrenin toplanmasını engelleyecek başka güçlükler de ortaya çıkıyordu. Erzurum'da İngiliz kontrol subayı yarbay A. Rawlinson, halk ve kong­ re temsilcileri üzerinde yılgınlık yaratmak amacıyla çeşitli yollardan baskı yapı­ yordu. Mustafa Kemal ise her türlü önlemin alınmasına gereken dikkati gös­ teriyordu. Özellikle Doğu illerini temsil eden elli dört temsilcinin katıldığı Erzurum Kongresi, ilk oturumunu bir okut binasında yapıyor ve Mustafa Kemal'i, kongre oturumlarına katılmasını engellemeye çalışan bazı temsilcilerin entrikalarına rağmen başkan seçiyordu. Kongreyi açış konuşmasında Mustafa Kemal, ateş­ kesten önce ve sonra kaydedilen gelişmelerin kısa tarihçesini veriyor, İzmir'in 175 M. Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, Ankara. 1966, s. 10-12, C. Dursunoğlu, Millî Mücadelede Erzurum, s. 17 176 Atatürk, Nutuk, C. I, s. 36, V I. Bölüm Yunanlılar tarafından işgaline yol açan nedenler üzerinde duruyor. İtilaf Devlet­ lerinin; "Saltanat ve hilafet haklarına, hükümetin ve mîlletin şerefine" saldırdık­ larını belirtiyordu. Mustafa Kemal, "Tarihin, bu milletin kanını, hakkını ve varlığını hiçbir zaman inkar etmediğini" vurguluyordu. Türk Milleti aleyhinde verilen hüküm ve kararlardan, "menfur zulümlerden" ve "bedbaht acizlerin Türk tarihine karşı reva gördükleri haksızlıklardan" rahatsız olan millî vicdanın,sonunda şaha kalk­ tığını ve çeşitli adlar altında teşkilâtlanan millî akımın, yurdun her tarafına yayıl­ dığını ve yayılmaya devam edeceğini" belirtiliyordu. Bundan sonra kongre, çalışmalarına başladı ve iki hafta süren çetin, zaman zaman gergin tartışmalar sonucunda ileride Misak-ı Millî'nin temelini oluştura­ cak bazı Önemli kararlar alarak bunları bir bildiri şeklinde kamuoyuna yayınladı. Bu bildiride şunlar belirtiliyordu; 1. Trabzon ve Canik (Samsun) Sancağı ile Doğu illeri adını taşıyan Erzu­ rum, Sivas, Diyarbakır, Elazığ, Van, Bitlis illeri ve bu saha içindeki bağımsız liva­ lar, hiçbir neden ve bahane ile birbirlerinden ve Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütündür. 2. Osmanlı ülkesinin bütünlüğü ve millî bağımsızlığının sağlanması, salta­ nat ve hilâfet makamının dokunulmazlığı için millî güçleri ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır. 3. Her türlü işgal ve müdahele, Rumluk ve Ermenilik gayesine yönelik sa­ yılacağından,birleşik hâlde savunma ve direnme esası kabul edilmiştir. Hrİstİyan unsurlara, siyasî hâkimiyet ve toplumsal dengeyi bozacak yeni bir takım ayrıca­ lıklar verilmesi kabul edilmeyecektir. 4. Merkezî hükümet, herhangi bir devletin baskısı altında bu sahaları bı­ rakmak ya da ihmal etmek zorunda kalırsa, saltanat ve hilâfet makamına bağlı­ lığı ve millî hakları sağlayacak tedbir ve kararlar alınacaktır. 5. Osmanlı Devleti'nde öteden beri Müslüman halkla birlikte yaşayan gay­ ri müslim unsurların, Osmanlı Devleti kanunlarına göre sahip oldukları kazanıl­ mış haklarına saygı gösterilecektir. 6. İtilaf Devletlerinden; ateşkesin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinden iti­ baren Osmanlı sınırları içinde kalan ve halkının çoğunluğu Müslüman olan ülke­ lerin parçalanması ve bölüşülmesi görüşünden tamamen vazgeçilerek buralarda Osmanlı varlığına, tarihî, örfî ve dinî haklara riayet edilerek, tamamen hak ve adalete uygun bir karar alınması istenecektir. 123 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi 7. Millet, ülkenin iç ve dış bağımsızlığını, vatanın bütünlüğünü korunmak suretiyle millî sınırlar içinde, milliyet esaslarına saygılı ve memleketi işgal düşüncesi beslemeyen herhangi bir devletin bilimsel, teknik ve ekonomik yardımını mem­ nunlukla karşılamaktadır. Bu insanca ve adil şartları kapsayan bir barışın derhal imzalanmasını, İnsanlığın selameti ve dünyanın huzuru adına en büyük mîllî amaç saymaktadır. 8. Milletlerin kendi kaderini bizzat tayin ettikleri bu tarihî devrede, merke­ zî hükümetin de, millî iradeye uyması gereklidir. Çünkü millî iradeye dayanma­ yan herhangi bir hükümetin kararları milletçe kabul edilmeyeceğinden, yabancı­ lar tarafından da geçerli sayılmayacaktır. Bu yüzden merkezî hükümet, millet meclisini derhal toplayarak mîllet ve memleketin kaderi konusunda vereceği bü­ tün kararlan onun denetimine vermelidir. 9. Vatanın karşı karşıya bulunduğu acı olaylar sonucunda, millî vicdandan doğan toplulukların birleşmesinden oluşan genel teşkilât (Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) her türlü particilik akımlarından tamamen uzaktir. Bütün İslâm vatandaşları cemiyetin doğal üyeleridir. 10. Kongre tarafından seçilmiş bir Heyet-i Temsîfiye kabul edilmiş ve köy­ lerden başlanarak il merkezlerine kadar mevcut millî teşkilâtlar birleştirilip onay­ lanmıştır.177 ERZURUM KONGRESİ'NİN ÖNEMİ ve SONUÇLARI Kongrede kabul edilen tüzük gereğince dokuz kişilik bir temsil heyeti seçil­ miş ve bu heyetin başkanlığına Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. Doğu Anadolu'nun kaderini görüşmek için toplanan Erzurum Kong­ resi, ülkenin bütününü ilgilendiren sorunlar hakkında önemli kararlar ala­ rak M illî Mücadelenin esas programını hazırlamıştır. Programın temel konu­ su kayıtsız şartsız bağımsızlık ve kayıtsız şartsız millî hakimiyet idi. Adı geçen kongrede vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacaği Mân edilerek, emperyalistlere de Türklüğün ata yurdunun İşgal edilmeyeceği anlatılmak istenmiştir. Temsil heyetinin, gerektiğinde bir hükümet olarak görev yapacağı açıklanarak, millî devletin yürütme organı olma düşüncesi de ortaya çıkmakta idi. 177 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. !, Ankara 1961:, s. 3-5. Ergun Aybars, Cumhuriyet Tarihi, s. 171. Mazhar Müfit Kan su, A. g, e. s. 46, Sebahattin Selek, Anadolu İhtilâli, s. 270-278, Islâm Ansiklopedisi, Atatürk Maddesi, s. 738. V I. Bölüm Bu suretle Erzurum Kongresi, kendisinden sonraki bütün millî mücadele safhalarının gelişmesinde hiçbir çelişkiye düşmeden, devamlı bir gelişmenin ön­ cüsü olmuştur. Erzurum Kongresi kararlarından, yabancı temsilcilikler haberdar edilmişler­ dir. Bu arada A.B.D. Başkanı VVilson'a da bir mektup gönderilerek, bildirideki prensiplerin hayata geçirilmesi istenmiştir. İzmir'in işgali dahil, her türlü paylaş­ ma hareketlerinin kabul ediiemiyeceği ve vatanın savunulması İçin sonuna kadar mücadele edileceği duyurulmuştur. Erzurum Kongresi dağıldıktan sonra, Musta­ fa Kemal, Temsil Heyeti ile Sivas'a hareket etmiştir.178 VI- MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDEKİ DİĞER KONGRELER Vatanı kurtarmak ve bağımsızlığı korumak amacıyla düzenlenen kongrele­ re bazı yerel derneklerin Önayak oldukları bilinmektedir. Sayıları oldukça kabarık olan bu kongreler dizisinin başında "Kars İslâm Şurası"nın 14 Kasım 1918'de yapılan Teşkilât Kongresi yer almaktadır.179 Millî Mücadele yıllarındaki Kongre­ lerin sonuncusu olarak da "Büyük Edirne Kongresi"nı kabul etmek gerekir.180 Böylece Mondros Mütarekesi'nden hemen 14 gün sonra başlayıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmalara başlamasından 21 gün sonrasına kadar uza­ nan kohgrelerin 4 gruba ayrılarak incelenmesi daha doğru olacaktır. A- ÜÇ SANCAK KONGRESİ Birinci Dünya Savaşı 'nın sonlarına doğru anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum yöresinin Mondros Mütarekesi hükümlerine göre boşaltılması ve İngiliz baskısı, bu çevredeki kongrelerin asıl nedenini oluşturur. Bu topraklar boşaltılırken, orada milis teşkilâtı meydana getirilmesi ve bir takım siyasal kuruluşların oluştu­ rulması yoluna da gidilmişti. Batum, Ahıska, Ardahan, Artvin, Oltu, Kars, Kağızman, Sarıkamış, İğdır ve Nahcivan bölgelerinde meydana getirilen bu fcuruluşların en güçlüsü, 5 Kasım 1918'de Kars Büyük Kongresi'ni toplamıştır. Altmış delegenin katıldığı kongre­ de, bu bölgelerin savunulması için gerekli önlemlerin alınmasına karar verilmişti. 17 Ocak 1919'da Kars'da toplanan kongre bir anayasa hazırlamış, Millî İslâm 178 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul 1960, s. 102 179 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Ankara 1991, s. 197. 180 Aynı eser, s. 197. 125 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Şurâsı'nın adını "Cenubî Garbî Kafkas Hükümeti Muvakkate-i Miiliyesi" olarak değiştirmiştir.181 Bu hükümetin başkanı Cihangiroğlu İbrahim Bey'dî. İngİlizlerin Kars'ı işga­ linden sonra Oltu'da bir şûra hükümeti kurulmuş, bu hükümet 17 Mayıs 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetine katılmıştır.182 B- TRAKYA KONGRELERİ Doğu Trakya'nın Yunan işgali altında kalacağı söylentileri üzerine, Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Osmaniye'si 22 Ocak 1919'da İstanbul'da toplanarak bazı kararlar almıştı. Bu kararlar arasında Yunan askerlerinin Trak­ ya'dan uzaklaştırılması ve plebisit isteği de vardı. Bu isteklerin gerçekleşmeme­ sinden sonra cemiyet, 16 Ekim 1919'da Edirne'de İlk kongresini düzenledi. Ce­ miyet üyeleri 15 Ocak 1920'de Edirne'de topladıkları İkinci kongrede Doğu Trakya sorununa öncelik vermişlerdi.183 C- İSTANBUL MİLLÎ KONGRE CEMİYETİ'NİN ÇALIŞMALARI ve TOPLANTILARI Bu cemiyet, "M illî Talim ve Terbiye Cemiyeti" öncülüğünde, 70'e yakın cemiyetin oluşturduğu bir birlikti. Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti, Mondros Mütarekesi'nden sonra Rumlar'ın İstanbul'da teşkilâtlanıp "Megalo-İdea" uğ­ rundaki faaliyetlerine engel olmak için kurulmuştur. İstanbul’daki milliyetçi ay­ dınlar, Mîllî Kongre adını verdikleri bu birlikte birleşmiş ve çalışmalarını başlat­ mışlardır. Bu cemiyete üye olan dernekler arsında Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Türk Ocağı, Donama Cemiyeti, Muallimler Cemiyeti v.b. gibi der­ nekler vardı. Kasım 1918'de "M illî Kongre" adıyla partiler üstü oluşturulan bu teşkilât, tüzüğünde belirtilen amacında, dünyada Türkler üzerinde yapılan hak­ sız ve gerçek dışı yayınlara bilimsel yoldan karşı yayınlarla ve belgelerle cevap vermekti. Millî Kongre Fransızca ve İngilizce "Dünya Kamuoyu Önünde Türki­ ye", "Ermenilerin Müslüman Halka Yaptıkları Mezalim Hakkında Belgeler" ve "Avrupa'nın Ünlü Yazarlarına Göre Türkler" gibi eserleri yayınlamıştır.184 Millî birlik ve beraberlik esaslarını yurda yaymaya çalışan Miliî Kongre'nin genel sekreteri, son Osmanlı tarih bilginlerinden Abdurrahman Şeref Bey'di. Millî Kongre bir yandan Türkiye ile yapılacak barışın esaslarını belirlerken, diğer 181 182 183 184 Ayni eser, s. 198. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 20 s. 3-10. Şerafettin Turan, A. g. e. s. 197, Aynı eser s. 197 V I. Bölüm taraftan Anadolu'da bulunan millî cemiyetlere ihtiyaç duydukları bilgi kaynakla­ rını yolluyor ve seçilecek adayların tanıtılmasına da çalışıyordu. Millî Mücadele­ cileri destekleyen Millî Kongre Cemiyeti'nin, Ocak 1920'de Misak-ı Millî'nin ha­ zırlanmasında fikir yönünden katkıları oldu. 16 Mart 1920'de İstanbul'un res­ men işgal edilmesiyle cemiyet, Mustafa Kemal Paşa'yı ve Ankara'da açılan TBMM'ni desteklediğini ilân etmiştir. İstanbul'da düzenlenmesi bakımından ayrı bir özellik taşıyan bu Kongre, yeni bir teşkilât kurmaktan çok, mevcut olan çeşitli kuruluşları bir araya toplayıp ülkenin hak ve çıkarlarını savunmak için işbirliğini gerçekleştirmek amacına yö­ nelikti. Bu amaçla da öhcelikle hür ve bağımsız bir millet olarak Birinci Dünya Savaşı sonunda kurulan Milletler Cemiyeti'ne girmenin yararlı olacağı düşünülü­ yor ve çeşitli yayınlar yapmanın gerekli olacağı belirtiliyordu. Çeşitli partilerden ve kuruluşlardan ikişer temsilcinin katılmasıyla 29 Kasım 1918'de Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti'nde yapılan toplantıdan sonra 7 Aralık'ta alınan kararlar, bir bildiri ile kamuoyuna açıklanmıştı. İktidardaki İtilaf Partisinin çekingen tutumu yüzünden fazla bir etkinlik sağlanmamasına rağmen, Millî Kongre girişimcileri çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Örneğin 23 Mayıs 1919'daki olağanüstü toplantı­ da, "gerekirse Padişah'a, Hükümete ve İtilaf Devletlerine karşı milleti temsil et­ mek için bir Millî Şura toplanması" kararı alınmış, İzmir'in işgalini protesto için de ertesi gün 24 Mayıs'ta ünlü Sultan Ahmet Mitingi düzenlenmişti. Tüm milleti temsil etmese de seçilmiş delegelerden oluşmasa da Mîllî Kongre girişimi, ku­ ruluşları harekete geçirme, iş ve güç birliği yapmanın zorunluluğuna dikkatleri çekmesi bakımından Millî Mücadele döneminde özel bir yer kazanmış bulun­ maktadır. D- BATI ANADOLU KONGRELERİ * Kuvay-ı Milliye taraftarlarının bazı şehir ve kasabalarda yaptıkları toplantı­ ların önemli olanlarından birisi de Balıkesir Kongresi olmuştur. 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasında yapılan bu kongreye Balıkesir ve kazaları ile Batı Anadolu bölgesindeki merkezlerden delegeler katılmış ve 29 maddeden oluşan kararlar alınmıştı.185 Bu kararlar arasında, Yunan harekâtı devam ettiği sürece seferberli­ ğin devamı, vatanî hizmetin zorunlu hâle getirilmesi, düzenli ordu hâline gelin­ mesi için gerekli önlemlerin alınması ile Yunanlılarla hiçbir müzakereye yanaşıl­ maması gibi önemli hükümlenvardır, Geniş bilgi için bkz. Şerafettin Turan, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacı Muhittin Çarıklı'mn Kuvay-ı Milliye Hatıraları, Ankara 1967. 185 Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Ankara 1991, s. 197. -------------------------- 127 ------------------------- A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Kongrenin sonunda Padişaha ve İtilaf Devletleri temsilcilerine telgraflar gönderildi. İtilaf Devletleri temsilcilerine gönderilen telgraflarda kongrenin ama­ cı belirtiliyor, Anadolu'nun bir Türk yurdu olduğu hususu vurgulanıyordu. Kongrenin başarıyla devam edip, son bulması hem İstanbul hükümetini hem de İtilaf Devletlerini endişeye düşürdü. Dahiliye Nazırı Adil Bey daha kongre devam ederken, kongreyi dağıtmak için çareler aramıştı, ancak girişimleri sonuç ver­ memişti. Aydın cephesinde savaşan millî heyetin yaptıkları kongrelerin en önemlisi ise, 16-25 Ağustos 1919'da Alaşehir'de yapılmış olan kongredir. Bu kongreye 26 şehir ve kasabadan 42 üye katılmışlardır. Bu kongrede toplananlar, Yunan işgalinden kurtulmak istediklerini ve dü­ zenli teşkilâta sahip bir orduya ihtiyaç duyduklarını belirtiyorlardı. 20 Ağustos tarihinde bir beyanname yayınlayarak, burada Yunan zulmünü anlatmışlar ve buna karşı çıkmak için biraraya geldiklerini vurgulamışlardı.185 Alaşehir Kongresi dağılırken Naziili, Balıkesir ve Alaşehir'de yeni kongreler düzenleyerek kurulan yeni teşkilât, kabul edilen tüzük ve yönetmeliklerin onay­ lanmasına zorunluluk duyulmuştu. 19 Eylül 1919'da düzenlenen Nazilli Kongre­ si bu amaçla yapılmıştı. 16-22 Eylül tarihleri arasında toplanan bir başka Balıkesir Kongresi'nde de Alaşehir Kongresi'nde alınan kararlar aynen benimsenmişti. VIİ- MUSTAFA KEMAL'İN ERZURUM'DAN SİVAS'A GELİŞİ ve SİVAS KONGRESİ Mustafa Kemal Paşa bir kısım Temsil Heyeti üyeleri ile beraber, Sivas Kongresi’ne katılmak üzere Erzurum'dan ayrılarak 2 Eylül 1919'da Sivas'a geldi. Sivas, Millî Mücadele liderini büyük sevgi gösterileri ve coşkun bir sevinçle karşı­ ladı. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 günü, 38 delegenin katılmasıyla toplandı.187 İkinci bir Millî kongrenin Sivas'ta toplanmasına engel olmak amacıyla İtilaf Devletlerinin ve İstanbul hükümetinin bütün çabaları etkisiz kalıyor; Sivas Kong­ resi, 4 Eylül'de resmen oturumlarına başlıyordu. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen temsilcilerin katıldıkları kongre, ilk oturumunda Hüseyin Rauf ve Bekir 186 Seîâhattin Tansef, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C, li. Ankara. 1978, s. 60-66. H. Muhittin Çarıklı, s. 218, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, s. 2, 3. Belge 35, 44, 45 187 Hamze Eroğiu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul. 1982 s. 191-192, Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tu­ tanakları, Ankara 1969. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, s. 211. V I. Bölüm Sami'nin karşı çıkmalarına rağmen, Mustafa Kemal’i gizli oyla başkan seçti. Mustafa Kemal, kongreyi açılış nutkunda, milliyetler esasına dayanan vaatler üzerine imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasına değinerek, Türk Milletinin adilane bir barışa kavuşacağını umduğu, oysa ateşkes şartlarının Türk Yurduna ve Türk Milletine karşı her geçen gün kötüye kullanılarak saldırganlık ve zor­ lama yoluyla uygulandığım; İtilaf Devletlerinden güç alan ülkedeki Hristiyan azınlığın Türk Milletinin şerefine aykırı çılgınca davranışlarda bulunmaya, Yunan, Rum ve Ermenîlerin ülkenin her yanında zulüm yapmaya başladıklarını ve Türk topraklarının her yönde işgale uğradığını belirtti. Kongrenin ilk üç günü, delegelerin siyasetle uğraşıp uğraşamayacakian, pa­ dişaha gönderilecek dilekçe, kongrenin İttihat ve Terakki Cemiyeti ya da başka bir siyasî partiyle ilişkileri konularıyla ilgili tartışmalarla geçti. İstanbul hükümeti ve İti­ laf Devletleri temsilcileri, Sivas Kongresİ'nin ittihatçıların eseri olduğu propogandasınt yayıyorlardı. Nitekim eski Osmanîı İçişleri Bakanı Ali Kemal, Peyam Gazetesi'nde kongreye ittihatçı damgasını vurmaktan geri kalmıyor; diğer İstanbul gazetelerinden Sabah, Alemdar, Serbesti ve Aydede de aynı görüşü pay­ laşıyorlardı. Sivas Kongresi’ne karşı yürütülen propaganda öylesine etkili bir duruma geldi ki, 5 Eylül’de Kongre, padişaha bir telgraf göndererek desteğini kazanma­ ya çalıştı.188 Bu telgrafta; Mondros Ateşkesinin her türlü dış ve iç saldırılarla işlemez bir duruma geldiği; bu durum karşısında hareketsiz kalan deflet ve mil­ letin haklarını ayaklar altına aldırtan, Ayan ve Mebusan Meclislerini hâlâ topla­ mamış bir hükümete karşı milletin meşru hakkına dayanarak ve hiçbir partiye yanaşmadan, yurdun çökmesine engel olacak son önlemleri almak üzere Sivas Kongresİ'nin düzenlendiği bildiriliyordu. A- SİVAS KONGRESİNDE HİMAYE (MANDA) SORUNU 8 Eylül günü, Sivas Kongresi, İstanbul delegelerinden İsmail Fazıl Paşa, Be­ kir Sami, İsmail Hami ve arkadaşlarının sunduğu önerge üzerine manda sorunu­ nu tartışmaya başladı.189 Birçok Türk aydını, Amerikan himayesini (mandasını) destekleyici gö­ rüşler öne sürüyor ve bu konuda Erzurum'a telgraflar gönderiliyordu. Ör­ neğin İstanbul'daki Karakol Cemiyeti kurucularından Kara Vasıf, Ali Fuat'a gön­ derdiği mektupta, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yardımın Amerika tarafmdan ya- 188 Şerafettin Turan, A. g. e. s. 219-226 189 Selâhattin Tanse!, A. g. e. C. ti. s. 98-103. Şerafettin Turan, A. g. e. s. 226-239. 129 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnktlâp Tarihi pılmasımn faydalı olacağını bildiriyor ve kongrenin acilen toplanmasını rica edi­ yordu, Mustafa Kemal, bu mesajı 14 Ağustosta Ali Fuat'tan alır almaz, Kâzım Karabekir ve Rauf Bey'le bir toplantı yaparak manda konusunu ve İstanbul'dan gönderilen mektuplar konusunu görüşmüş; sonunda kesinlikle gerekli olmadık­ ça herhangi bir manda idaresinin kabul edilmemesi konusunda anlaşmışlardı. Ancak Kara Vasıf, Amerikan mandasının kabulünde direniyordu. Mustafa Kemal buna verdiği karşılıkta, Amerikan manda ve yardımının büyük bîr dikkatle incelenmesi ve Türkiye'nin millî çıkarıyla karşılaştırılmasının çok önemli olduğunu, herhangi bîr devletle Türk Mîlletinin alınyaztsı konusunda anlaşmaya, ancak mîllî hakimiyet ilkesini benimseyen bir hükümetin yetkili ola­ bileceğini açılıyordu. Tam bu sırada General Harbord başkanlığındaki bir heyet, Sivas'ta Mustafa Kemal'le görüşmeler yapıyordu.190 Bu arada, Amerikalılar da, gerek Türkiye üzerinde bir manda sağlamak, gerek ülkenin ticaretini ellerine geçirmek amacıyla büyük çabalar harcıyorlardı. Özellikle manda konusu ortaya atıldığından beri, Amerika'nın bu konudaki faa­ liyetleri artmaya başlamıştı. Mustafa Kemal, Amerikan mandası konusunda şöyle düşünüyordu: "Bu olmayacaktır. Türkiye istiklal bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz. Ben Anladığıma göre, İstanbul’daki Bazı kişiler, bizi Amerika’da VVilson'a, Senatoya, Kongreye müracat ettirmek ve bütün Türk Milleti adına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyu­ na gelmeyeceğiz. Bu manda biçimine Amerikalılar değil, çocuklar bile gü­ ler. Herşeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir çıkar sağlamayan böy­ le bir mandayı niçin kabul etsinler?" Mustafa Kemal'e göre, İstanbuldakiler hayal ve gaflet içinde idiler. Ameri­ kan mandası dîye çırpınanlar, düşman işgali altında güçsüz, sinirli, Türk mîlletine ve millî harekete inanmayan, umutsuzluk ve bozgun içinde gerçeklerden uzak olarak yaşayan ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyenlerdi, Oysa Mustafa Kemal, millî davanın başarısına inanıyor; millî hâkimiyet esasına ve millî meclisin kararlarına yer vermeyen hiçbir anlaşmanın, hiçbir taahhüdün kabul edilmiyeceğini ve tanınmayacağını belirtiyordu. Sonunda Kongre, manda idaresini kabul etmedi, "Türk devleti ve milleti­ nin İç ve dış bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğü korunmuş olmak şartıyla, 190 Seçil Akgün, Genral Harbord'un Anadolu Gezisi ve Raporu, İstanbul 1981 V I. Bölüm milliyet esaslarına dayanan ve Türkiye'ye karşı işgal düşüncesi beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınai, İktisadî yardımını sevinçle karşılarız" dü­ şüncesiyle de sorunu çözmüş oldu. B- SİVAS KONGRESİ BİLDİRİSİ 11 Eylülde sona eren Sivas Kongresi, Türk Kurtuluş Savaşı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Kongre, Türk Milletinin kurtarılarak tam bağım­ sızlığa kavuşturulması yönündeki ana ilkelerin ve millî politikaların temelleri­ ni atıyor; din, kültür ve ırk birliğine dayanan Müslüman-Türk çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde kurulacak yeni bir Türk devletinin sınırlarını çiziyordu. Bazıları daha önce Erzurum Kongresinde öne sürülen ve millî direnişte milliyetçile­ rin hedeflerinin emellerinin sınırlarını çizen bu ilkeler, daha sonra "Misak-ı Millî1 1 adını alacak millî andın ana ilkelerini oluşturuyordu. Sivas Kongresi'nde sekiz gün süren çatışmak ve hararetli tartışmalardan sonra bildiri, tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletiliyor; Ateşkesin imzalandığı gün nüfus çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan bölgelerin millî sınırlar için­ de olduğu açıklanıyordu. Mustafa Kemal başkanlığındaki Temsil Heyeti düşmanı yurttan kovarak yurdu kurtarmak çabası için tüm milleti seferber etmekle görev­ lendirilmişti.191 Kongre, ayrıca Anadolu'da geçici bir yönetim kurma konusu üzerinde de durmuştu. Bu konuyla ilgili 4. madde uzun ve çetin tartışmalara yol açmıştı. De­ legelerden bazıları bu konuda kaygılarını dile getirmişlerdi. 4. Madde kesin bi­ çimini alırken, onların bu kaygıları da dikkate alınıyor, değiştirilmiş biçimiyle bu maddede yurdun herhangi bir kesimi merkezî hükümet tarafından terk ya da ihmal edilirse, Anadolu'da geçici bir yönetim kurulacağı belirtiliyordu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarını benimseyip daha da ge­ nişletmiş, bütün ülkeyi kapsayan bir özellik kazandırmış ve başarılı bir şe­ kilde sonuçlanmıştır. Alman kararların tamamı olumludur. Yurttaki bütün millî çalışmaları ve cemiyetleri bir çatı altında birleştirmiştir. Sivas Kongresi'nin sonuçlarına baktığımızda ise, halk arasında büyük memnuniyet yarattığını ve kurtuluş ümitlerinin yeşertildiğini görüyoruz. Temsil heyeti ile yetkili bir kurulun oluşması da, artık emrine uyulacak bir kurumun oluşmasına yol açmıştır. 191 Bekir Sıtki Baykaî, Heyeti Temsiliye Kararlan, Ankara 1974. Uluğ iğdemir, Heyeti Temsîliye Tu­ tanakları, Ankara 1989, s. 10. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal 819191922), c. II. s. 112. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Sonuç olarak, Anadolu'da toplanan Erzurum ve Sivas Kongreleri, millî iradenin oluşması ve demokratik sürecin başlatılması bakımından çok önemli gelişmelere yol açmıştır. O günün şartlarında, Anadolu'da bütün zor­ luklara rağmen kongreler toplamak ve halkın eğilimini beiiriiyerek verilecek mü­ cadelenin esaslarını tesbit etmek çok ileri seviyede bir harekettir. Dünya çapında önemi olan ve sözü edilmesi gereken demokratik bir gelişmedir. VIII- AMASYA GÖRÜŞMELERİ ve PROTOKOLÜ (20-22 Ekim 1919) Sivas Kongresi'nin ertesi günü Temsil Heyeti adına, İstanbul'da Padişah Sultan Vahdeddin ile görüşmek isteyen Mustafa Kemal Paşa'ya, Sadrazam Da­ mat Ferid Paşa ile hükümeti engel oldu. Fakat yurdun her yerinde Temsil Heyeti'nin adı ve yaptığı yararlı çalışmalar duyularak, ona bağlanmalar çoğaldı.192 2 Ekim 1919'da istifa eden Damat Ferid'in yerine geçen Ali Rıza Paşa Ka­ binesi, millî iradenin temsilcisi olan Temsil Heyeti ile uyuşup anlaşmak gerektiği­ ni anladı. İstanbul hükümeti temsilcisi Bahriye Vekili Salih Paşa'nın Amasya'ya gelerek, Temsil Heyeti lideri Mustafa Kemal Paşa İle görüşüp anlaşması kararlaş­ tırıldı. Görüşmenin esasını, Sivas Kongresi kararları oluşturuyordu. Görüşme tek­ lifi İstanbul'dan geldiği için hükümet resmen Temsil Heyeti'nin varlığını kabul etmiş oluyordu. 17 Ekim 1919'da arkadaşlarıyla Sivas'tan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, iki gün sonra Amasya'ya vardı. Amasya görüşmelerinin metni tesbit edildi.193 Amasya görüşmeleri Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına göre gerçek­ leşti ve yapılan protokolde başlıca şu hususlar yer aidi. 1. 30 Ekim 1918'de Mütareke ile tesbit edilen sınırlar içinde kalan Türkierin oturduğu yerlerden herhangi bir parça, hiçbir nedenle, düşmana bakılmayacak, yabancı himaye ve mandası asla kabul edilmeyecek. 2. Gayrimüslimlere, Türkiye'nin siyasî egemenliği ve sosyal düzenini boza­ cak hiçbir imtiyaz verilmeyecek. 3. Sivas Kongresi'nde kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemi­ yeti İstanbul Hükümetince, bîr hukuk teşekkülü olarak tanınacak ve yapılacak 193 Selâhattln Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C. II. Ankara. 1978, s. 60-66. H. Muhittin Çanklı, s. 218, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, s. 2, 3. Belge 35, 44, 45 193 Tevfİk Bıyıkhoğlu, Atatürk Anadolu’da, s. 56, Utkan Kocatürk Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi, s. 110. Ergün Aybars, Cumhuriyet Tarihi, s. 185. V I. Bölüm barış görüşmelerinde, Türkiye'yi temsil edecek kişileri, Temsil Heyetinin onayı ile bu cemiyet seçecek. 4. Yeni seçimle gelecek mebusların, işgal tehlikesi altındaki başkent İstan­ bul'da toplanması uygun değildir. Ayrıca gizli bir protokolde ise; İzmir'in Yunanlılarca boşaltılması için hükümetin girişimde bulunması; Aydın Kuvay-ı Miliiye'sine yardım edilmesi; Çu­ kurova gibi Türk yurdunun önemli bir parçasının anavatandan hiçbir suretle ay­ rılmaması, İngiliz Muhipler Cemiyeti çalışmalarının sınırlandırılarak kontrol edilme­ si; zararlı cemiyetlerin çalışmaları ile zararlı gazete ve dergi yayınlarının durdurul­ ması gibi maddeler yer alıyordu.194 İstanbul Hükümeti Amasya görüşmesini kabul etmekle Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin hem varlığını hem de kuvvetini tanı­ mış oluyordu. Artık İtilaf Devletleri İstanbul hükümetini kukla gibi kullan­ mak suretiyle Türk Mîlletinin kaderiyle oynayamayacaklarını anlamış oldu­ lar. IX- SİVAS'TA KOMUTANLARLA YAPILAN TOPLANTI Kasım 1919'da 13 gün süren gizli Sivas görüşmeieri'ne Kâzım Karabekir ve Ali Fuad (Cebesoy) Paşalar ile birlikte 4. Kolordu Komutanı ve Temsil Heyeti'nden başka altı kişi katılarak, yeni gelişmeler üzerinde Ordumuzun da görüş­ leri alınarak fikir birliğine vardılar195 Komutanlar toplantısında özet olarak şu kararlar alınmıştır: • Mîllet Meclisinin bütün sakıncaları ve tehlikelere rağmen İstanbul'da toplanması gereği ortaya çıkmıştır. Yalnız bütün milletvekillerini durum hakkın­ da aydınlatmak ve millî teşkilâtın takip ettiği programın esaslarını mecliste savu­ nacak kuvvetli bir grup meydana getirmek için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. • Komutanlar, cemiyetin teşkilâtını yaymak ve kuvvetlendirmek için sürat­ le harekete geçeceklerdir. • Millet Meclisinin İstanbul'da toplanıp emniyet ve serbestlik içinde çalıştı­ ğı görülünceye kadar, Temsil Heyeti Anadolu'da kalarak, görevine devam ede­ cektir. 194 Sina Akşın, İstanbul Hiikûmetteri, s. 589, S. R, Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı, C. i. s. 147-157. 195 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s. 198. Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 137 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Aynı toplantıda bir taraftan kararlaştırılan gizli bir talimatla halkın, vatan savunması için nasıl silâhlandırılarak teşkilatlandıracağı belirlenerek ilgililere bil­ dirilmişti. Bu kararlarda özellikle dikkatimizi çeken husus, Paris Barış Konferansı ka­ rarlarının olumsuz bulunması ve bu kararların hükümet ve Meclis tarafından ka­ bul etmesi hâlinde, milletin isteğine uygun hareket edileceğinin ifade edilerek, kongre kararlarının kabul edilmeyeceğinin açıkça dile getirilmesidir. X- MUSTAFA KEMAL'İN ANKARA'YA GELİŞİ İstanbul'a ve cephelere demiryolu ile bağlantısı olan Ankara, konumu iti­ bariyle uygun bir yerde idi. Meclisin İstanbul'da toplanması nedeniyle de Ana­ kara, Sivas'a göre İstanbul'a daha yakın bir noktada bulunmaktaydı. Mücadele­ nin esas itibariyle Batı Cephesinde yoğunlaşacağı da açıktı. Bu bakımdan Sivas'tan Anadolu'yu yönetmek oldukça güçtü. Temsil Heye­ ti en uygun yer olarak Ankara'yı gördü. Mustafa Kemal Paşa, komutanlar top­ lantısında bu konuyu tartışmış ve Ankara üzerinde komutanlarla.anlaş maya va­ rılmıştı. Anadolu'nun doğu-batı ve kuzey-güney noktalarına konum itibariyle uy­ gun bir yerde olan Ankara'nın Temsil Heyeti için merkez olarak seçilmesine karşı çıkan komutanlar da olmuştu. Örneğin Kâzım Karabekir, Temsil Heyeti’nin Kızıİırmak'ın batısına geçmesini, Doğu Anadolu'nun geleceğini tehlikeye düşüreceği endişesiyle istememiştir. Ancak kendisi razı edildi ve 18 Aralık 1919'da Sivas'tan ayrılan Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti Ankara'ya geldi (27 Aralık 1919). Dikmen sırtlarında Ankara seğmenlerinin ve halkın sevgi gösterileri İle karşılanan Mustafa Kemal Paşa ve Temsi Heyeti, bundan sonra çalışmalarını burada sür­ dürdü. Ankara, millî iradenin merkezi durumuna geldi.196 O zamanlar küçük bir Anadolu kenti olan Ankara, Temsil Heyeti'nin gelişi ile tarih sahnesine çıkıyordu. Ancak Halkın ilgisi ve Temsil Heyetini karşılamada gösterdiği heyecan, birçok konuda fedakarlıkta bulunacağını göstermişti.197 Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, Ankara'da kolordunun koruması al­ tında olan bir kente gelmişlerdi. Gelen Heyet önce Ziraat Okulu'na yerleştirildi, burada bir süre kaldıktan sonra Çankaya'daki Küçük Köşk'e taşınmışlardı. 1% Fahri Beİen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1983, s. 141-143. Lltkan Kocatürk, Türkiye Kronoloji­ si, s, 123. 197 Ali Fuat Cebesoy, Hatıralar, s, 265. V I. Bölüm Mustafa Kemal, Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya geldikten bir süre son­ ra, gelişmelerin ümit verici olduğunu millî teşkilâta bağlı yerlere bildirmiştir. Bu­ rası ile temas kurulmasını ve millî hareketi desteklemeye devam edilmesini iste­ miştir. Sivas'ta olduğu gibî Ankara'da da, Temsil Heyeti adına, Hâkimiyet-i Mil­ liye gazetesi çıkarılmaya başlanmıştır. * Bundan böyle Ankara, tarihî görevini yerine getirmeye başlamıştı. Millî Mücadele'nîn merkezi olarak tarih sahnesinde Ön plâna çıkmıştı. Daha sonra 13 Ekim 1923'de yeni kurulan Türk Devletinin başkenti olacaktır.198 XI- SON OSMANLI (MEBUSLAR) MECLİSİNİN TOPLANMASI ve MİSAK-I MİLLÎ'NİN İLÂNI Amasya Protokolünde kararlaştırıldığı üzere, 21 Aralık 1918'den beri fes­ hedilmiş bulunan Mebuslar Meclisinin açılması için, yeni seçimlere başlandı. Bu seçimler bütün yurtta yapılırken, Mustafa Kemal Paşa, Erzurum millet­ vekili olarak seçildi. Ancak, İstanbul'a gitmedi. Son Osmanlı Mebuslar Meclisi'ne, 168 kişi seçildi. Mebuslar Meclisi'nde az sayıda mebus, 12 Ocak günü İstanbul'da toplandı.199 Tarafsız bir seçim yaptıran Ali Rıza Paşa Kabinesi, bu sırada İstanbul'daki İtilaf Devletleri mümessillerine bir muhtıra vererek hükümetin programının ana çizgilerini şöyle bildirdi: Galip devlet­ lerce Ocak 1918'de tanınan Wilson Prensiplerine uyularak, Türkiye'nin istiklâl ve eldeki vatan bütünlüğüne dokunulmaması; adliye, maliye ve güvenlik işlerinin kı­ sa zamanda düzeltilerek azınlıklara verilen yasai hakların korunacağı; ba­ ğımsızlığımıza saygılı devletlerin ekonomik yardımlarının kabul edileceği açıklandı. 11 Ocak 1920 günü resmî gazetede çıkan bu hükümet programı da Erzurum ve Sivas Kongreleri beyannamelerinin ruhuna uygundu. Rahatsız olan Padişah Sultan Vahideddin'in yerine 12 Ocak 1920 günü Mecliste Sadrazam Ali Rıza Paşa hazır bulundu. Padişah'ın açış konuşması met­ nini, İçişleri Bakanı Damat Şerif Paşa okudu. Padişahın bu açış nutkunda da bir gün önceki Hükümet muhtırasında bildirilen noktalar daha açık bir şekilde ele aItnıyor ve bütün çıkarların Felah-ı Vatan (yurdun kurtuluşu) uğrunda toplanması isteniyordu.200 193 Faiih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 366-377., Naşit Uluğ, Siyasî Yönleriyle Kurtuluş Savaşı, s. 362-369 199 Utkan Kocatürk, Türkiye Kronolojisi, s. 128, Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s. 199-200. 200 Enver Behnan Şapolya, A. g. e. s. 40-41. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi O gün toplantıya katılan 72 mebus, kanuna göre and içtiler ve meclis di­ vanini seçerek, çalışmalara başladılar. Erzurum Mebusu Mustafa Kemal Paşâ'mn bu Mebuslar Meclisi'ne başkan olmak isteği, kendisinin İstanbul'a geimiyeceği bilindiğinden kabul edilmedi. Fa­ kat O'nun isteği üzerine Erzurum ve Sivas Kongreleri beyannamelerindeki Millî Kurtuluş Programı, "Ahd-i Millî" adı altında oybirliği île kabul edildi.201 Kabul edilen Misak-i Mîllî kararlarının esasları aşağıdadır. 1. Mondros Ateşkes antlaşmasının imzalandığı tarih esas alınarak, düşman işgali altında bulunan Osman ii Devleti'ne bağlı çoğunluğu Arap olan yerlerde halk oyuna başvurulması gerekli olduğundan, bu anlaşmaya göre Türk ve müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu kısımfann bütünü kesin olarak vatanın ayrılmaz bir parçasıdır.202 2. Daha önce kendi İstekleri ile anavatana katılmış olan Kars, Ardahan ve Batum'da gerekirse tekrar halk oyuna başvurulması kabul edilecektir. 3. Sınır dışında bırakılmış olan Batı Trakya hakkında da halkın serbestçe vereceğî oya göre karar verilmelidir. 4. Marmara Denizinin ve İstanbul'un güvenliği her türlü saldırıdan ko­ runmuş olmalıdır. 5. Türkiye'deki azınlıkların hakları, komşu devletlerdeki müslüman Türklerin haklarına eşit olmalıdır. 6. Siyasî, adlî ve malî gelişmelerimize engel olacak bütün sınırlamalar kal­ dırılmalıdır. Payımıza düşecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır. Son Osmanlı Mebuslar Meclisinin; Mustafa Kemal'in başkanlık ettiği Erzurum ve Sivas kongreleri kararlarını 28 Ocak'ta oybirliği ile kabulünü, gazete ve ajanslar yoluyla ilân etmesi, İstanbul'un da M illî Mücadeleyi be­ nimsediğini ve meclisin kararı ile bunu, devletler hukukuna göre sağlamlaş­ tırdığını ortaya koymuştu.203 Bunu kabullenemeyen İngilizler, hükümete baskı 301 Enver Ziya Kara!, Cumhuriyet Tarihi, s. 192, Ahmet Mumcu, a.g.e., s. 49. Hamza Eroğlu A. g. e. s. 138. Ergiin Aybars, Cumhuriyet Tarihi, s. 192 202 Tarık Zafer Tunaya, 50. Yılında Misak-ı Millî Beyannâmesi, "Milliyet" 28 Ocak 1970 203 Gotthard Jaseke, Misak-ı Millî ve Mustafa Kemal, "Cumhuriyet" 2 Şubat 1970, V I. Bolüm yapınca daha beş aylık hükümet olan Ali Rıza Paşa kabinesi, istifa etti. Yeni hükümeti Salih Paşa kurdu.204 Birkaç gün sonra bu gelişmeler üzerine İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar semtlerini deniz askerleri ile işgale başlayan İngifizler, bazı yerlerde yağma ve soyguna giriştiler.205 Fedakâr telgraf memurları şifre ile Ankara'daki Mustafa Kemal Paşa'ya bu işgali bildirdiler. Bu sırada Erzurum'da İngiliz Mütareke Heyeti Başkanını ve 20 kadar İngilizi, XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa resmen tutukladı. 16 Mart'ta İngilizler, bazı milletvekillerini tutuklayarak Mafta'ya sürdüler. Evi sarılan Meclis Başkanı Celaleddin Arif Bey Ankara'ya geçti. İtilaf Devletleri askerî temsilcilerinin, Türkçe bastırdıkları beyannamelerde, İs­ tanbul'un geçici olarak işgal edildiği belirtiliyordu. İstanbul hükümeti de aynı para­ lelde bildiri yayınladı, fakat İngilizlerin bütün milliyetçi aydınları tutuklayıp Malta Adasına sürmeleri devam ediyordu.206 Mustafa Kemal Paşa, Ankara'dan Temsil Heyeti adına, İstanbul'daki İtilaf Devletleri temsilcileri ile Roma, Paris ve Londra'ya çektiği telgraflarla başkent İs­ tanbul'un işgalini protesto etti. Ankara'daki Temsil Heyeti, bir genelge yayınla­ yarak İstanbul'un işgali üzerine artık Mebuslar Meclisi çalışamaz olduğundan, hem Hilafet ve Saltanat makamının korunması hem de, İstanbul'un kurtarılma­ sını hedef alan Millî Mücadeleyi yürütmek üzere 15 gün içinde seçimlerle gele­ cek mebusların, Ankara'da yeni bîr meclis oluşturacaklarını ilân etti. Son Osmanlı Mebuslar Meclisinde, 18 Mart 1920 günü mebusluk görevi­ nin güven içinde yapılması mümkün oluncaya kadar meclis görüşmelerinin ya­ pılmaması kararlaştırılarak toplantılar ertelendi. Bundan sonra Mustafa Kemal'in emrine uyularak, Anadolu'nun İstanbul hükümeti İle her türlü yazışması ve vergilerin İstanbul'a gönderilmesi yasaklan­ dı. Anadolu'daki maliye sandıkları kontrol edilerek, bir tutanakla, mevcut paralar tesbit edildi. Artık 18-20 Mart 1920'de, Anadolu ile İsanbul'un resmî ilişkisi ke­ silmişti. 20. Kolordu kumandanı Ali fuad (Cebesoy), Eskişehir istasyonundaki İngiliz işgal müfrezesini kovarak, oraya hakim oldu. Geyve Boğazı ile Ulukışla demiryolu bozularak, düşman birliklerinin bu yoldan ilerlemesi engellendi. 204 Enver Behnan Şapoiyo, A. g. e. s. 40-44. 205 Sefahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya kadar, C. III, s. 85-90 206 Takvim-i Vekayî 11 Nisan 1920 (1336). Ergün Aybars A. g. e. s. 195, Sefahattin Tansel, A. g. e. C. ili, s. 79-80. 137 Atatürk İlk c ie ri ve Türk İnkılâp Tarihi 19 Mart 1920 tarihli "Yeni Seçim Talimatını, valilere yollayan Mustafa Kemal Paşa, millet işlerini yürütmek üzere Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir meclis kurulması için, hazırlık yapılması yolunda direktifler verdi.207 XII- İSTANBUL'UN İŞGALİNE TEPKİLER Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un işgal edileceğini 11 Mart’ta öğrenmişti. Ayrıca Salih Paşa hükümetinin de düşürülerek yerine millî iradeye karşı işbirlikçi bir hükümet kurulacağını duymuş ve bu haberler üzerine bütün Müdafay-ı Hu­ kuk teşkilâtlarını uyarmıştı. 16 Mart'ta İstanbul'un işgal haberini Manastırlı Hamdi Bey telgrafla Ankara'ya bildirdi. Mustafa Kemal 16 ve 17 Mart tarihle­ rinde peş peşe çektiği telgraflarla alınacak tedbirleri Kolordulara ve Valilere bil­ dirdi. Bu emirleri şu şekilde sıralamak mümkündür.208 1. İstanbul'un işgali, İtilaf Devletleri temsilcileri, bütün tarafsız devletlerin dışişleri ve meclisleri nezdinde telgrafla protesto edilecek ve her yerde mitingler yapılacaktır. 2. İstanbul ve yabancı resmî kurumlarla görüşme kesilecektir. 3. Hristiyan halka dokunulmayacaktır. 4. Ülkenin asayişini ve huzurunu bozanlar, hangi dîne ve milliyete mensup olursa olsunlar, haklarında aynı şiddette ve eşitlikte yasai işlem yapılacaktır. 5. içinde bulunulan olağanüstü durum, birliği gerektirmektedir. Milletin birliğini sağlamak ve girişilen mücadelenin kutsiyetinden ve meşruluğundan herkesi haberdar etmek için gayret sarfedilecektir. 6. Olumsuz propagandalar önlenecektir, 7. Askerî ve sivil makamlar işbirliği yaparak çalışacaklardır. 8. Temsil Heyeti'nin bilgisi ve izni olmadıkça, hiçbir makam ve hiçbir me­ mur İstanbul İle haberleşmeyecektir. 9. İngiliz Kontrol subayları rehin olarak tutuklanacaktır. Mustafa Kemal Paşa, bu önlemleri alırken 16 Mart tarihinde yabancı dev­ let temsilcilerine gönderilmek üzere, uzun bir telgraf yollayarak işgali protesto etti. 307 Hamza Eroğlu, A. g. e. s. 202. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihimiz, K. K. K. Yardımcı Eğitim Ya­ yını, Ankara 1978, S. 18. 203 Utkan Kocatürk, A. g. e, s. 139. Kâzım Özalp, Millî Mücadele, Ankara 1988, s. 102. Sefahattin Tansel A. g. e. C. III, s. 80-91. V I. Bölüm "İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Temsilcilerine, Amerika Temsilcisine, bütün tarafsız devletler, Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa, İngiltere, İtalya Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'dan İtalyan temsilciliğine" Başlığını taşıyan ve Anadolu ve Rumeli Müdafay-i Hukuk Heyet-i Adına Mustafa Kemal imzasını taşıyan protesto yazıları gönderildi. Bu yazıda; İtilaf Devletlerinin subay ve as­ kerlerinin zorbalıkları belirtilmiş, yapılan işgalin haksız ve insanlığın vicdanına in­ dirilmiş bir darbe olduğu ifade edilmiştir.209 209 Selahattin Tansel A. g. e. C. III. s. 5-56. V I I . Bölüm YEDİNCİ BÖLÜM I- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİMİN AÇILMASI 16 Mart 1920'de İstanbul'un İtilaf Devletlerince "geçici" kaydıyla işgali, Me­ buslar Meclisinin dağıtılması, aydınların ve milletvekillerinin tutuklanması, Osmanlı Devleti'nin sona erdiğini gösteriyordu. Çünkü hükümet, siyasî esaret altı­ na alınmış, herkesin yabancı yasalara göre yargılanacağı belirtilmiş, haberleşme araçları denetim altına girmiş, ülkeyi savunacak teşkilâtlar da iptal edilmiştir, İti­ laf Devletleri'nin görüşlerine aykırı söz söylemek suç sayılmıştır. Uzun yıllardan beri millet egemenliğine dayalı bir idare kurma dü­ şüncesinde olan Mustafa Kemal Paşa, bu fırsatı iyi değerlendirdi. Öncelikle ku­ racağı devletin temel organlarını oluşturacak olan yeni meclisin toplanmasını sağlamak üzere çalışmaları başlattı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920'de saat 13.45'de en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (Alkan) başkanlığında toplandı. Şerif Bey'den sonra ilk sözü Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa almış ve meclisin olağa­ nüstü yetkiye sahip olarak yeni seçilen mîlletvekilleriyle işgale uğrayan saltanat merkezinden kurtulup gelen milletvekillerinden oluştuğunu açıklamıştır. Daha önce seçilmiş olan milletvekillerinin de olağanüstü yetkiyle görev yapacaklarını belirtmiştir.210 Ertesi gün 24 Nisan 1920 günü saat 10.00'da toplanan TBMM'nde ilk sö­ zü Mustafa Kemal Paşa almıştır. Açık ve gizli oturumlarda 30 Ekim 1918'den 23 Nisan 1920'ye kadar geçen olayları belgelere dayalı olarak anlatmıştır.211 Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı döneminde izlenen siyasetin yeni Türki­ ye'nin siyasî politikası olamayacağını belirtmiştir. Çünkü, "Osmanlı Devleti'nin izlediği siyaset millî olmadığı gibi, aynı zamanda belirsiz ve istikrarsız bir siyasetti. Çeşitli milletleri ortak ad altında toplamak ve bu değişik milletleri eşit hak ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak parlak ve çekici bir siyasal görüştür. Ama aldatmacadır. Dahası hiçbir sınır ta­ nımayarak dünyadaki bütün Türkferi bir devlet olarak birleştirme, ulaşıla­ 210 Selahattin Tansel, A. g. e. C. İli, s. 93-94. Hamza Eroğiu, A. g. e. s. 202-203, Utkan Kocatürk, A. g. e. S. 154, Harp Tarihi Vesikaları, Dergi sayı 13, Belge 352, İsmet İnönü, Millî Mücadele, 15 Nisan 1968 tarihli Ulus Gazetesi. 211 Selahattin Tansel, A. g. e. C. ili, s. 95. 141 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi mayacak bir amaçtır. Bu yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanla­ rın çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir" diyen Musta­ fa Kemai Paşa, Pan-İsiamizm ve Pan-Türkizm politikalarının dünyada başarıya ulaşamadığını vurgulamıştır. Mustafa Kemal Paşa sözlerine daha sonra şöyle devam etmiştir. "Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, millî politikadır. Gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata ola­ maz. Tarihin dediği budur, bilimin, akim ve mantığın dediği böyledir. Mille­ timizin güçlü, mesut ve sağlam bir düzen içinde yaşayabilmesi için devletin bütünüyle millî politika gütmesi ve bu politikanın iç teşkilâtlarımıza tam uyumlu ve dayalı olması gereklidir. Millî politika demekle anlatmak istedi­ ğimiz şudur; Millî sınırlarımız içinde herşeyden önce kendi gücümüze da­ yanarak varlığımızı koruyup milletin ve yurdun gerçek mutluluğuna ve ba­ yındırlığına çalışmak; gelişigüzel, ulaşılamayacak istekler peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak, medeniyet dünyasının gelişmesini iz­ lemek, insanca davranışını ve karşılıksız dostluğunu beklemektir."212 Millet ve devlet olarak yaşanılan acı gerçeklerin bir analizi olan bu konuşma, Yeni Tür­ kiye Cumhuriyetî'nin izleyeceği millî, barışçı ve gerçekçi bir politikanın da teme­ lini oluşturmuştur. Aynı gün Mustafa Kemal Paşa Meclis Başkanlığına seçildi. Mustafa Kemal Paşa verdiği bir önerge ile şu hususların karar altına alınmasını istemişti:213 1. Hükümet kurmak zorunludur. 2. Geçici olduğu bildirilerek, bir hükümet başkanı tanımak ya da bir Padi­ şah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir. 3. Meclis'te yoğunlaşan millî iradenin, yurdun kaderine doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstün­ de bir güç yoktur. 4. Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 5. Meclis'ten seçilecek ve bakan olarak görevlendirilecek bir kurul, hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkamdir. 6. Padişah ve Hafife baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclis'in düzen­ leyeceği yasal ilkeler içinde durumunu alır. 212 T.B.M.M.T.D., D.i. C. i. Atatürk'ün Söyîev ve Demeçleri, C. I. Ankara 1981, s. 63. Atatürk'ün T.B.M.M.'ni Açış Konuşmaları, T.B.M.M. Ankara 1987, s. 3-50 213 Atatürk; Nutuk, C. II. s. 374, Bu konuda geniş bilgi için bkz. Atatürk'ün, Söylev ve Demeçleri, C. I. s. 60-63. V II. Bölüm TBMM, 25 Nisan 1920fde 8 bakandan oluşan geçici bir hükümet kurmuş­ tur. Daha sonra bir hükümet programı hazırlanarak, meclisin onayna sunulmuş­ tur. İlk hükümetin kurulmasını sağlayacak kanun tasarısı, 2 Mayıs 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclİsi'ne verilmiş ve aynı gün kanunlaşmıştır. Yeni ve esas hükümetin kuruluşunu sağlayan kanun şöyle idi.214 1- Kurulacak hükümete bakanlar kurulu (İcra Vekiller) adı verilecek ve 11 kişiden meydana gelecektir. 2- Her bakan Meclisten salt çoğunlukla seçilecektir. 3- Bakanlar kurulunda çıkacak olan anlaşmazlıklar TBMM'nde çö­ zümlenecektir. Bu kanun ile "Meclis Hükümeti Sistemi" kabul edilmiş oluyordu. İlk hükümetin kuruluşu 3-5 Mayıs tarihlerinde, TBMM'nde bakanların tek tek seçilmesi île gerçekleştirilmiştir. İlk kabinede yer alan Bakanlıklar ve bakan­ lar215 1. Şeriye Vekili Mustafa Fehmi Efendi Bursa 2. Millî Müdafa Vekili Fevzi Paşa Kozan 3. Hariciye Vekili Bekir Sami Bey Tokat 4. Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey Denizli 5. Nafİa Vekili İsmail Fazıl Paşa Yozgat 6. İktisat Vekili Yusuf Kemal Bey Kastamonu 7. Adliye Vekili Celal ettin Bey Erzurum 8. Dahiliye Vekili Cami Bey Aydın 9. Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Bey Sinop 10. Sağlık VekiJi Dr. Adnan Bey İstanbul 11. Erkanı Harbiye Umum Vekili İsmet Bey Edirne 214 Selahattin Tansel, A. g. e C. III. s. 95-96 215 Utkan Kocatürk, Türkiye Cumhuriyeti Kronolojisi, s. 160 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Böylece Türkiye'nin iik hükümeti 11 bakandan oluşmuş, Sağlık ve İktisat bakanlıkları getirilmiş ve Genelkurmay Başkanlığı da bakanlık olarak yer almıştır. Hükümet, iik toplantısını 5 Mayıs 1920'de Mustafa Kemal'in başkanlığında yapmıştır. Çalışmalarına başlayan İik hükümet, bazı kararlar yanında, hazırladığı hükümet programını 9 Mayıs'da Meclis'e sunmuştur.216 TBMM, kendi hükümetini kurduktan sonra, İstanbul'daki hükümetin ge­ çerli olmadığını açıklamıştır. Tek meşru organın, TBMM ve Hükümeti olduğu duyurulmuştur. Sadrazam Damat Ferit, Meclis kararı ile vatandaşlıktan çıkarıl­ mıştır. Yakalandığında vatana ihanetle yargılanacağına karar verilmiştir. Ayrıca Meclis, 7 Haziran'da İstanbul hükûmetî'nin alacağı kararlar ve yapacağı atama­ ların geçerli olmayacağına karar vermiştir. İl- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİMİN ÖZELLİKLERİ Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha ilk günlerde iradesini kanun yapma yo­ lu Üe ortaya koymuştur. TBMM'nde kuvvetler birliği prensibi uygulanmıştır. Meclis kanunları çıkardığı gibi bu kanunları uygulama görevini de üstlenmiş bu­ lunuyordu. TBMM, Mustafa Kemal Paşa'nın başlangıçta düşündüğü gibi, "Kurucu Meclis" niteliğinde olmuştur. Bu da Mustafa Kemal'in inkılâpçı ve yenilikçi ka­ rakterini göstermektedir. TBMM, Millî Mücadele'nin sonuna kadar, devamlı ve düzenli çalışmış ve süratli karar almış olmakla, olağanüstü şartların gereği olarak, vatanın ve milletin kurtuluşunu her şeyin üstünde tutmuş olmasından dolayı, idea­ list bir yapıya sahiptir. Meclisin kadrosu idealist üyelerden meydana gelmek­ teydi, Millî Mücadeleye girişmiş olan TBMM Hükümeti, tamamen demokrasiye dayanan bir Cumhuriyetti. Bundan dolayı TBMM'nin karakteri, "egemenlik ka­ yıtsız şartsız milletindir" ifadesine dayanmakta idi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin özelliklerini şöylece sıralamak mümkün­ dür; a) Türkiye Büyük Millet Meclisi millî bir meclistir İlk TBMM'nin üyeleri bütünüyle Türk'tür. Azınlık unsurlar seçime katıl­ madığı için, daha önceki Osmanlı meclislerinde olduğu gibi karma değil, sadece 216 İlk Hükümet üyeleri ve Hükümet programı için geniş bilgi bkz. TBMM., Hükümetler ve prog­ ramlar, C. I. Ankara 1988, s. 2-22. V I I . Bölüm Türk üyelerden oluşmuştur. O nedenle bu Meclis, mîllî bir nitelik taşımaktadır. Geniş tabanlı ve çeşitli meslek gruplarından milletvekilleri vardır. O günlerin şartlan bunu gerektirmektedir. b) Türkiye Büyük Millet Meclisi olağanüstü hâl meclisidir. İlk TBMM, olağanüstü bir durumda toplandığı için, yasama ve yürütmenin yanında yargı yetkisini de üzerinde toplamıştır. Günün şartlan bunu gerektiri­ yordu. Bakanlar her an Meclisin kontrolündeydiler. Olağanüstü dönem olduğu için çabuk karar almak ve uygulamak gerekiyordu. O nedenle bu yola gidilmiş ve miliet adına yararlı uygulamalarda bulunmuştur. c) Türkiye Büyük M îllet Meclisi idealist ve demokratik bir meclistir. İlk TBMM çok zor şartlarda, demokratik bîr seçimden sonra toplanmıştır. Çeşitli düşüncelere sahip milletvekillerinden oluştuğu hâlde, ülkenin çıkar­ larında birleşmişlerdir. Partileşme eğilimi içine girmemişlerdir. Ancak bazı gruplaşmalar oluşmuştur. Ülke sorunlarını siyasal eğilimlerinin üstünde tutmayı başarmışlardır. Ayrıca parasal sorunlara çare aranırken, maaşlarının bir kıs­ mını hazîneye bağışlamışlardır. O nedenle İlk TBMM, oldukça ideai bir örnek sergilemiştir. Egemenlik, kayıtsız ve şartsız millete verilmiştir. TBMM, çok sesli ve demokratik bir meclisti. Her şey Meclisin kontrolünde olarak yürütülmüş, sürekli fikirler alınmış ve millî iradeye saygı gösterilmiştir. Daha demokratik olması açısından, gündeme gelmemesi gereken bir çok konu bile Medis'de görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. d) Türkiye Büyük M illet Meclîsi bir kurucu meclistir. TBMM'ne böyle bir ad verilmemekle birlikte, nitelik olarak kurucu meclis­ tir. Mustafa Kemal bu gibi adlardan özellikle kaçınmıştı. Ancak TBMM, Kurucu Meclis gibi işlemiş, ama ona bu ad verilmemiştir. Çünkü kuruculuk özelliği kal­ kınca dağılmak zorunda kalabilirdi. Dol ayısı ile ilk TBMM, toplanış ve çalışmaları bakımından kurucu (Anayasa vb.) Meclis niteliğinde olmuştur. Saltanatı kaldır­ mıştır. Bu bakımdan inkılâpçı niteliği de vardır. e) Türkiye Büyük Mîllet Meclîsi kahraman bir meclîstir. İlk TBMM, toplandığı ortam olarak ve çalışmaları sırasında kahramanlık örnekleri sergilenmiştir. İşgalcilerin ve İstanbul Hükümetinin çeşitli biçimler­ de sürdürdüğü baskılardan hiç çekinmemiştir, Ankara'nın bombalanacağı söylendiği hâlde hiç etkilenmemiştir. Kurtuluş Savaşı boyunca da çok cesa­ retli kararlar almış ve uygulamıştır. Düşmanın Ankara yakınlarına gelmiş ol­ masından hiç etkilenmemiştir. Nitekim TBMM'nin Kayseri'ye taşınması önerildi­ 145 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi ğinde, "üyelere tüfek dağıtılsın ve hepimiz burada savaşarak ölelim" denilerek, korkak hareket edilmemiştir. Bunun ülke genelinde moral yükseltici etkileri olmuştur. f) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin temeli fedakârlık esasına dayanır. İlk TBMM üyelerinin herbiri eşi görülmemiş, fedakârlık örneği vermişlerdir. Yokluk ve fakirlik onları yıldırmamıştır. Seçilip Ankara'ya gelirlerken, binbir zor­ luk çekmişlerdir. Milletvekillerinin bir kısmı Ankara'ya atlarıyla gelmişlerdi. Ör­ neğin, Artvin Milletvekili A. Fevzi Erdem, Şavşat halkından toplanan 75 lira ile yola çıkmış, Samsun'a 8 günde gelmiş ve oradan 4 kişi bir at arabası tutarak Ankara'ya gelmişlerdir. TBMM'nin 3. gününe ancak yetişebilmişlerdir. İşte bu ve benzeri birçok zorluk yaşandığı hâlde, hiç bir zaman kendi çıkarları doğrultu­ sunda hareket etmemişlerdir. Millet ve yurt çıkarlarını her şeyin üstünde tut­ muşlardır. Bazen maaş alamamışlar, bazen de maaşlarının bîr kısmını devlete bağışlamışlardır. Böylece büyük fedakârlık örnekleri vermişlerdir. Kısaca, 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılması ile demokratik bir Türk Dev­ leti kurulmuştur. Demokratik ve parlamenter bir sisteme geçtiğimiz bu günün önemi çok büyüktür. Saltanata karşı demokratik bir ihtilâl yapılmış ve Yeni Dev­ let kurulmuştur. 23 Nisan, "Millî Egemenlik Bayramı" olarak en önemli millî günlerimizden biri olmuştur. III- DİN ADAMLARI ve MİLLÎ MÜCADELE İstanbul Hükümeti, halkı mîllî kuvvetlere karşı ayaklandırmak amacıyla Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'ye bir fetva hazırlatmıştı. 11 Nisan 1920'de yayınlanan bu fetvada padişaha itaatsizlik etmenin, devletin düzenini ve iç güvenliğini bozmanın büyük günah olduğu belirtiliyor ve bu şekilde davra­ nanların ortadan kaldırılması gerektiği hususu işleniyordu. Böylece Millî Müca­ deleye karşı İstanbul Hükümeti dayanacağı bir nokta bulmayı umuyordu.217 Buna karşılık Anadolu'nun çeşitli yerlerinde kurulan Müdafay-ı Hukuk Cemiyetlerinin kurucu üyeleri ve yönlendiricilerinin arasında çok sayıda din adamı bulunmaktaydı. Ayrıca 16 Nisan 1920’de Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi)'nin öncülüğünde Anadolu'daki 150 müftü, Dürizade'nin fetvasına kar­ şı bir.fetva yayınladılar. Bu fetvada Millî Mücadeleye katılmanın her müslüman için bir dinî görev olduğu belirtilmiş, böylece Dürrizade'nin İstanbul Hükümeti adına yayınladığı fetva hükümsüz kalmıştır. 217 Seiahattin Tanse!, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C. III, s. 85-90, Ankara 1978, Takvim-i Vekayi, 11 Nisan 1936, Ergün Aybars, Cumhuriyet Tarihi, s. 195. V II. Bölüm Millî Mücadeleyi destekleyen fetvadan da anlaşılacağı gibi, gerçeği gören aydın din adamları Millî Mücadelenin yanında yer alarak, bu mücadelenin kaza­ nılmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Nitekim Millî Mücadelede İşgale karşı örgütlenme sürerken Anadolu'daki din adamlarının pek çoğu, Kuvay-i Mil­ liye İçinde yer almış, miting ve protestolara katılarak halka önayak olmuşlardır. IV- TBMM'NİN HİYANET-İ VATANİYE KANUNUNU ÇIKARMASI TBMM'nin çalışmalarını engellemek için bazı bozguncu faaliyetler görül­ meye başlamıştı. Bu bozgunculara karşı yapılacak mücadeleyi yasal bir çerçeve içinde çözmek isteyen TBMM, 29 Nisan 1920'de "Hiyanet-i Vatanîye'' adıyla bir yasa kabul etti. Bu yasayı uygulamak üzere 11 Eylül 1920'de de "İstiklal Mahkemeleri" kuruldu. Bu mahkemeler ayrıca “ Firariler Kanunu"nun da uygu­ lanmasından sorumluydular.218 Böylece İstiklâl Mahkemeleri'nin görev alanı da­ ha sonra genişletilerek eşkiyalık, bozgunculuk, soygunculuk, casusluk, vatan ha­ inliği vb, suçları da kapsamına almıştır. İstiklâl Mahkemeleri, ülkede iç güvenliği sağlamada başarılı olmuş ve TBMM'nin gücünü ispat etmiştir. Bu mahkemelerin kararlan kesindi, uygulamadan ise meclis sorumlu bulunuyordu. V- MİLLÎ MÜCADELE ve BASIN A- A N A D O LU BA SIN I Millî Mücadele hareketinin başlaması, Anadolu'da Millî Mücadele basınını doğurmuştur. O yıllarda gazeteciler yokluk içindeydiler. Matbaacı, kâğıt, mü­ rekkep ve matbaa yedek parçası hemen hemen hiç yoktu. Gazeteciler ilkel baskı makineleriyle çalışmaktaydılar. Baskı makineleri at ve öküz arabalarıyla ilden ile taşınmış, fakat tüm bu zorluklara rağmen gazeteler çıkarılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele'nin her aşamasında basından yarar­ lanmaya çalışmış, katkı ve direktifleriyle gazeteler çıkarttırmıştır. 14 Eylül 1919'da Sivas'ta Temsil Heyeti'nİn görüş ve düşüncelerini millete iletmek üzere "İrade-i M illiye" adı altında bir gazete çıkarılmıştır. Bu gazete Temsil Heye­ ti'nİn doğrudan doğruya sözcülüğünü yapacak ilk gazetedir. İlk yazılar bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından yazdırılmıştır. Temsil Heyeti Ankara'ya geldikten kısa bir süre sonra Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti, Hakimiyeti Milliye adıyla yeni bir gazete çıkarmıştır. 218 Ergün Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, Ankara. 1975, s. 46. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Millî Mücadele'nin sesi olan Hakimiyeti Milliye gazetesi, TBMM Hükümetinin de resmî yayın organı olmuştur. Cumhuriyetten sonra Ulus gaze­ tesi adını alan Hakimiyeti Miiliye'nin o yıllarda güçlü bir yazı kadrosu vardır. 1917 yılında Afyonkarahısar’da çıkarılmaya başlanan Öğüt Gazetesi, Yu­ nanlıların İzmir'i işgali üzerine Konya'ya, buradan da İtalyanların baskısı üzerine Ankara'ya taşınmıştır. Kastamonu'da yayına başlayan Açıksöz Gazetesi de Millî Mücadele bakımından önemli bir basın organıdır. 1913 Mart'ında İttihat ve Terakki Partisİ'nin yayın organı olarak Erzu­ rum'da çıkanian Albayrak Gazetesi, Erzurum'un Ruslar tarafından işgali üzerine yayınını durdurmuş, Rus işgali kalktıktan ve Doğu Anadolu'nun Ermenilere ve­ rileceği haberlerinin yayılmasından sonra "Vilayet-i Şarkiye Ermenistan Olamaz" sloganıyla yeniden çıkmaya başlamıştır. Albayrak, Millî Mücadelenin önde gelen yayın organıdır. Bu yayın organlarının dışında Balıkesir’de çıkan "İzmir'e Doğru", Adana'da yayınlanan "Yeni Adana", Trabzon'da çıkarılan "İstikbâl", Amasya'da çıkarılan "Emel" ve Edirne'de çıkarılan "Ahali" gibi gazeteler ile Küçük Mecmua, Mehmet Akif'in Sebilürreşad Dergisi ve Anadolu'nun birçok şehrinde çıkarılan yerel gazete­ ler de Millî Mücadeleyi desteklemiştir.219 B- İSTANBUL BASINI İstanbul basınını, Millî Mücadele taraflısı olan ve Millî Mücadeie'ye karşı olan basın şeklinde ikiye ayırmak mümkündür. İstanbul da Millî Mücdeleyi destekleyen gazeteler; Tasvir-i Efkar, Vakit, İkdam, İleri ve Yeni Gün gazeteleri idi. Bu gazeteler İstanbul'da çıkarıldığı için, gerek İstanbul Hükümetinin gerekse İtilaf Devletlerinin sıkı kontrolü altındaydı. Bu nedenle de Anadolu basınında olduğu gibi açıktan açığa çoğu kez Millî Mü­ cadeleyi destekleyen yazılar çıkmıyordu. Çünkü yazılara sansür uygulanıyordu. Millî Mücadeie'ye karşı olan basın organlarının başında Alemdar, Peyamı Sabah ve İstanbul gazeteleriyle, Aydede ve Ümit dergileri geliyordu. Millî Mücadeleye karşı olan basın organlarında Refi Cevat, Ali Kemal, Refik Hal it Karay ve Sait Molla tüm güçleriyle Millî Mücadeie’ye karşı koymuşlar, hattâ bazıları İtilaf Devletleriyle işbirliği yaparak yazılarıyla Anadolu halkının Millî Mücadeie'ye karşı tavır almasına, isyanlar çıkarılmasına neden olacak propagandalar yapmışlardır. 219 MiÎİÎ Mücadele dönemi basını hakkında geniş bilgi İçin bakınız, izzet Öztoprak, Kurtuluş Sava­ şanda Türk Basını, Ankara, 1981. V I I . Bölüm Bunlara göre, En güçlü anında İtilaf Devletlerine karşı koyamayan Osmanlı Devleti, zayıf anında nasıl karşı koyacaktı? Zavallı Anadolu'nun akıtacak kanı mı kalmıştı? Millî Mücadele'ye karşı olan bu yazarlar, gerçeği ancak düşman denize döküldüğünde, İtilaf Devletleri İstanbul'dan ayrıldığında kavrayabilmişlerdir. C- ANADOLU AJANSI'NIN KURULMASI Anadolu'daki Millî Mücadeie'yİ geniş bir çevreye duyurabilmek ve Türk milletinin isteklerini, Kurtuluş Savaşı'nın gelişimini doğru bir biçimde kamuoyu­ na anlatabilmek gayesiyle bir ajansa ihtiyaç duyuluyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için Anadolu Ajansı kuruldu. Başlangıçta yalnızca bir teksir makinesi ile çalışan bu ajans, teknik alandaki İmkânsızlıklara rağmen, Millî Mücadele'nin sesini du­ yurmada hayli başarılı oldu. Yabancı ajanslar savaşın gelişimini yeterli şekilde işleyemiyorlar, hattâ bun­ lar kamuoyunu bilerek yanlış biçimde yönlendiriyorlardı. Anadolu Ajansının ha­ berleri belli bir süre Mustafa Kemal tarafından kontrol edilmişti. Anadolu Ajansı'nın kurulması fikri ilk olarak İstanbul'dan Ankara'ya gel­ mekte olan Halide Edip (Adıvar) ve Yunus Nadi (Abaiıoğlu) tarafından ortaya atılmıştı. Ankara'ya geldiklerinde Halide Edip, konuyu Mustafa Kemal'e teklif et­ miş ve halkın Anadolu Hareketi hakkında yeteri kadar bilgilendirilemediğinî söy­ lemiştir. Bu boşluğu ve ihtiyacı doldurmayı Mustafa Kemal de benimsemiştir. İş­ te bu şartlar altında Anadolu Ajansı kurulmuş ve 13 Nisan 1920'de de çalışma­ larına başlamıştır. Yine o günlerin şartlarına ve gelişmelerine göre "Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğü" kurulmuştur. Anadolu Ajansı da bu genel müdürlüğe bağ­ lanmıştır. Ayrıca Matbuat Müdürlüğü, Anadolu basınının güçlenmesine ve ya­ yınların artırılmasına çalışarak birçok kitap ve broşür çıkarılmıştır. D- RESMÎ GAZETE'NİN ÇIKARILMASL Halkı iç ve dış olaylar hakkında doğru şekilde bilgilendirmek amacıyla ha­ zırlanan gazeteler, Batıda 17. Yüzyılın başından beri yayınlanmaya başlamıştı. Osmanlı Devleti'nde ise ilk gazete, 1 Kasım 1831 tarihinde çıkarılmaya başlanan Takvim’i Vakayi'dir. Bu gazetede hükümetin resmî tebliğlerinin ya­ nında, iç ve dış olaylara ait haberler de yer almıştır. Bu gazetenin son sayısı 4 kasım 1922 tarihlidir. Millî Mücadele sırasında Anadolu halkının, ülkenin çeşitli işleri hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak amacıyla, bir gazetenin çıkarılması yoluna gidilmiş Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi ve böylece Ceridey-İ Resmiye yayın hayatına sokulmuştur. Ekim 1920'de çıka­ rılmaya başlanan bu gazetenin adı Resmî Ceride olmuş, daha sonra da Resmî Gazete'ye çevrilmiştir.220 VI- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ HÜKÛMETİ'NE KARŞI TEPKİLER ve İÇ İSYANLAR TBMM açıldıktan sonra başgösteren iç isyanlarla millî kuvvetler mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu İsyanların bastırılması İçin düşman kuvvetlerine kar­ şı kullanılan askerî güç, cephelerden çekilmiş ve isyanları bastırmak için kulla­ nılmıştır. Böylece yeni meclîsin ciddî sorunu olarak beliren iç isyanlar, ağır kayıp­ lara neden olmuş ve millî bünyede önemli rahatsızlıkların doğmasına ve kardeş kanının dökülmesine yol açmıştır. Bu ayaklanmalar esnasında birçok mal ve can kaybı yanında kardeş kanı aktığı gibi, ordunun düşmana karşı savaşma gücü de zedelenmiştir. Millî Mücadele döneminde ortaya çıkan iç isyanlar çok çeşitlidir. Bu isyan­ lar TBMM'ni çok meşgul etmiş, yeni devletin varlığını tehlikeye düşürmüştür. Memlekette birliğin sağlanmaya çalışıldığı bir sırada, ülke bütünlüğünü tehlike­ ye düşürmüşlerdir. Devlet otoritesini sarsmış ve asayişin sağlanmasını engelle­ mişlerdir. Siyasal, sosyal, ekonomik ve askerî yönlerden büyük zararlara neden olmuşlardır. Bunlardan büyük bir kısmı Saltanat ve Hilafet savunuculuğunu yapma gibi gerekçelerden yola çıkmış ya da bunu istismar ederek olaylar çıkarmışlardır. Dolayısı ile İstanbul hükümetlerinden ve işgalci emperyalistlerden destek almışlar­ dır. Düşmana karşı kullanılacak olan askerî İmkânlar bu yönde kullanılmıştır. Za­ ten sınırlı olan askerî kaynaklar boşa harcanmıştır.221 Kuvay-ı Mîllîye'ye karşı olan bu ayaklanmalar ve isyanlar neticede çok zararlı olmuştur. 220 Osmanlı Devleti'nde ilk resmî gazete 11 Kasım 1831'de Takvim-İ Vekayi adıyla çıkarılmıştır. 221 Bu konuda geniş bilgi için bakınız. Kenan Esengin, Millî Mücadele'de Hiyanet Yarışı, Ankara 1969. V II. Bölüm A- KUVAY-I MİLLİYETE KARŞI OSMANLI HÜKÜMETİNCE ALINAN ÖNLEMLER a) Kuvay-i İnzibatiye İstanbul'da Damat Ferit, Anadolu'daki Kuvay-ı Milliye ve toplanacak olan TBMM'ni ortadan kaldırmak için yeni bir askerî kuvvet kurulmasını gerekli gör­ müştür. Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları İstanbul'daki sıkıyönetim mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırıldılar. Kuvay-ı Milliye'ye karşı savaşmak için Osmanlı Hükümeti'nce 18 Nisan 1920'de Kuvay-ı İnzibatiye teşkilâtı kuruldu.222 Bu teşkilâta İngilizler yardım ediyorlardı. Kuvay-ı İnzibatiye kuvvetlerinin bir kısmı İzmit'e geldi. Geyve Boğazında millî kuvvetlere saldıran Kuvay-ı İnzibatiye birlikleri, Ali Fuat Paşa tarafından mağlup edildi. Bu birlik mensuplarının önemli bir kısmı, Kuvay-ı İnzibatiye'den ayrılarak millî kuvvetlere katıldı. Böylece Hilafet Ordusu'nun gücü azalmış ve millî kuvvetler İzmir'e kadar ilerlemişlerdir. b) Ahmet Anzavur İsyanı Kurtuluş Savaşı'nda millî cepheleri arkadan vurmak için çıkarılan ayaklan­ malardan biri de Anzavur ayaklanması idi. Ahmet Anzavur, emekli bir subay­ dı.223 Anzavur, bölgede taraftar toplamak ve kuvvetlenmek için Biga, Gönen, Manyas civarında asker toplamaya çalıştı. İsyanın üç amacı vardı. 1) Yunanlılara karşı Ayvalık, Edremit taraflarında kurulan millî cepheleri ar­ kadan vurmak. 2) Balıkesir Kongresi'nin halk üzerindeki etkisini azaltmak. 3) Çanakkale Boğazı ile Millî kuvvetler arasında bir tampon bölge oluştur­ mak. Anzavur, 1919 yılının Ekim ve Kasım aylarında asker toplama faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Üstüne gönderilen birliklerle yapılan savaşı Anzavur kaybederek kaçtı. Ancak bu, isyanın birinci bölümünün sonuydu. Edremit Kaymakamı Hamdi Bey, İngilizlerin cephaneliğini basarak silâhları­ nı almıştı. Bunun üzerine İngilizler, bölgede tekrar karışıklık çıkarmak için faali­ yete başladılar. Anzavur da bölgeye geldi ve diğer isyancılarla birlikte Biga'yı ele 222 Kenan Esengin, Millî Mücadele'de H¡yanet Yarışı, Ankara 1969, s. 120-126. Selahattin Tansel, A. g. E. s. 107-113 223 Zühtü Güven, Anzavur İsyanı, Ankara 1965. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi geçirdi. Ancak Ahmet Anzavur, Ethem Bey kuvvetlerine yenilip İstanbul'a kaçın­ ca isyan sona ermiş oldu. c) Bolu, Düzce ve Adapazarı'ndaki İsyanlar İngilizler; İzmit, Adapazarı, Düzce ve Geyve bölgesine büyük önem veri­ yorlardı. Bunun nedeni, bölgeyi elde tutmak ve İstanbul-Eskişehir demir yolunu ulaşıma açık bulundurmaktı. Bu nedenlerle İngilizler, bölgeyi karıştırmak için gayret gösterdiler. Bu amaçla çıkarılan ayaklanmalardan ilki, Düzce Ayaklanması idi. Beypazarı'na kadar yayılan bu isyan, 31 Mayıs 1920 tarihinde bastırıldı.324 Bölgeden asker çekilmesi üzerine Düzce'de yeni bir ayaklanma başlatıldı. Bu ayaklanma da Millî Hükûmet'in aldığı önlemlerle sona erdirildi. B- DİĞER İSYANLAR a) Yeniharı ve Çapanoğlu İsyanları Yozgat'ta Millî Mücadele'ye veya millî hükümete karşı iik tepki, İstanbul taraflısı olan Mutassarıf Necip Bey'den gelmişti. Bu şahısı yörenin güçlü ailesi Çapanoğuliarı'nın desteklediği görülmüştü. ÇapanöğuHarı Ankara'da meclîsin toplanmasına da karşı çıkmışlardı.225 İsyanın başlangıcı Yıldızeli'nde oldu. Postacı Nazım olarak bilinen şahıs, çevresine bir miktar kuvvet toplamış, Yozgat'taki Çapanoğulları ile temas kur­ muştu. Güçlenen asîler, üzerlerine gönderilen kuvvetlere rağmen dağıtılamamış, isyan da büyümüştü. Nihayet Yozgat 14 Haziran 1920 tarihînde isyancılar tara­ fından işgal edilmişti. İsyanın bastırılması işi Ethem Bey'e verilmişti. O, Yozgat'ı isyancılardan tekrar alarak, asîlere ağır bir darbe vurmuştu. Bundan sonra yapı­ lan çalışmalarla Birinci Yozgat Ayaklanması sona erdirildi. İkinci Yozgat Ayaklanması da, hükümete bağlı güçler tarafından sona erdi­ rildi. b) Delibaş İsyanı Bu isyanın başı olan kişinin adı Mehmet'tir. Mîllî Mücadele'ye başlangıçta taraftar iken, daha sonra karar değiştirmiş ve Millî mücadele'nin karşısında yer almıştır. 224 Selahattin Tansel, A. g. e. s. 115-120 275 İsmet İnönü, Millî Mücadele, 23 Nisan 1968 tarihli Ulus Gazetesi. V II. Botum Delibaş Mehmet çetesini harekete geçirerek, Çumra'yı basmış ve burayı ele geçirdikten sonra İsyan, Konya'nın kazalarına kadar yaymıştır. İsyan Alan­ ya'ya doğru da yayılma göstermiştir. Delibaş, daha sonra Konya'ya girmiş ve şehri yağmalamıştı. Ayaklanmanın millî kuvvetlerce bastırılmasıyla Delibaş, önce Fransızlara sığınmış, daha sonra da Yunanlıların hizmetine girmiştir. Delibaş İs­ yanı 15 Kasım 1920'de tamamiyle sona ermiştir.226 c) Çopur Musa İsyanı İsyanlar devam ettiği sırada Afyon'da Çopur Musa isimli birisi, topladığı kuvvetlerle isyan ederek askerleri ordudan kaçmaya teşvik ediyordu. Çopur Mu­ sa, 21 Haziran 1920'de Çivril'i bastı. Fakat gönderilen kuvvetler karşısında tutunamayarak kaçtı ve Yunan ordusuna katıldı.227 d) Cemil Çeto Olayı Garzan'da bir aşiret reisi olan Cemil Çeto, ayırımcı bir takım düşüncelerin de etkisi ile bölgede ayrı bir hükümet kurma hayaline kapılmış, huzursuzluk ya­ ratmaya başlamıştı. Ingilizler ve Fransızlar da Cemil Çeto'yu kışkırtıyorlardı. Garzan yöresine hakim olan Çeto, 13. Kolordunun takibi sonunda başarı­ sızlığa uğramış ve isyan sona ermiştir.228 e) Bazı Aşiretlerin İsyanı TBMM Hükümetini ciddî bîr şekilde uğraştıran önemli isyanlardan biri de güney doğu bölgemizdeki aşiretlerin isyanıdır. Mîllî Mücadele'nin başlangıcında Kuvayi Milliyeden yana tavır koyan bazı aşiretler, daha sonra bu tutumunu de­ ğiştirdi. İngiliz ve Fransızlar tarafından bu yörede siyasî ayrımcılık hareketinin devamlı kışkırtılması sonucu, aşiret reislerinin bazıları düşmanla anlaşarak Siirt’den Dersim dolaylarına kadar bütün aşiretleri harekete hazır duruma getirdi­ ler.229 Urfa'nın kurtuluşundan sonra Fransızlar, Urfa'yı yeniden ele geçirmek için harekete geçince bunu fırsat bilen bazı aşiretler, SiVerek'e doğru ilerlemeye baş­ ladı. Buna karşı Mardin'deki 5. Tümen görevlendirilip takviye edildi. Millî kuv­ vetler karşısında çok güç durumda kalan aşiret kuvvetleri, Suriye'ye kaçmak zo­ runda kaldılar.230 226 227 220 229 Türk istiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, s. 132, Sefahattin Tansel A.g. e.s.137-141. Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s. 209 Selahattin Tansel, A, g. e. s. 141-142 Selahattin Tansel, A. g. e. s. 144, İsmet İnönü, Millî Mücadele,26 Nisan 1968 tarihli Ulus gaze­ tesi. 230 Nutuk 2, s. 12, A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Bu aşiret mensupları 25 Ağustos 1920'de 3000 atlı ve ayrıca 1000 kadar piyadeden oluşan bir kuvvetle geri döndüler. Viranşehir'e kadar ilerleyip, özür dilemeye geldiklerini söyleyerek ilgilileri aldattılar ve dağınık hâlde bulunan millî kuvvetlere saldırdılar. 26 Ağustos'ta Viranşehir'i işgal ettiler. Ancak, 15 gün sonra 5. Tümen, hükümete ve millete sadık olan diğer aşiretlerin de yardımı ile isyancıları ikinci defa yenerek onları tekrar çöle doğru kaçmak zorunda bırak­ mıştır.231 Bölgedeki bir başka isyan da Koçkiri İsyam'dır. Yine bölücülük hareketi şeklindeki bu olay da TBMM Hükûmeti'nİn aldığı önlemlerle yayılmadan ön­ lenmiştir. C- AZINLIK AYAKLANMALARINDAN PONTUS RUM AYAKLANMASI Pontus, şimdiki Samsun-Trabzon ve çevresine verilen isimdi. 4. Haçlı Seferi sırasında Latinlerin İstanbul'u ele geçirmesi üzerine Bizans'tan gelen bir Rum kitlesi bu çevreye yerleşmişti.232 Fatih devrinde bu Rum Beyliği (Pontus Rum İmparatorluğu) Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştı. Bu alanda Pontus Cemi­ yetini kuran Rumlar, örgütlenmeye geçmiş ve silâhlanmışlardı. Buradaki Rumların Megalo İdea (Büyük Yunanistan) düşüncesi uğrunda çalıştıkları ve İnebolu'dan Rize'ye kadar olan topraklan Yunanistan'a katmayı amaçladıkları anlaşılmıştı.233 Mondros Mütarekesi'nden önce Rum çete faaliyetlerinin görüldüğü böl­ gede, Mondros Mütarekesi'nden sonra da aynı çete faaliyetlerinin Samsun, Çar­ şamba, Terme, Amasya, Merzifon ve Tokat çevrelerinde devam ettiği görülmüş­ tür. Bu çetecilik hareketleri sırasında Rum çeteleri, çok sayıda Türk'ü Öldürmüş­ lerdir. Birçok kişiyi yaralayarak binlerce evi yakmışlardır. Pontusçuların ayaklan­ ma ve çetecilik faaliyetlerini önlemek için Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ciddî önlemler almak zorunda kalmıştır.234 Bunun için, Rum faaliyetlerini önlemek üzere, yeni bir ordu oluşturuldu. Pontusçulukla ilgili olanlar tutuklanarak haklarında kovuşturma yapıldı. Bu yolla Pontusçular tesirsiz hâle getirilmeye çalışıldı. Ancak, İtilaf Devletlerinin İstan­ bul'daki temsilcileri alınan önlemleri sonuçsuz bırakmak için, Ankara 231 232 233 234 T BM M Zabıt Ceridesi, C.5, s. 84. Yılmaz Kurt, Pontus Meselesi, Ankara. 1995. Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C. I. Ankara 1973, s. 89-92 Yılmaz Kurt, Pontus Meselesi, Ankara. 1995. V I I . Bölüm hükümetine bîr nota verdiler. Ankara hükümeti notaya verdiği cevapta, bir hak­ sızlık yapılmadığını, ülkede güvenliğin sağlanmaya çalışıldığını ve Rumların kat­ liama uğratılmadıklarını İtilaf Devletleri yetkililerine bildirdi.235 Sonuçta Merkez Ordusu, Pontus çetelerinin faaliyet ve ayaklanmalarını or­ tadan kaldırmak üzere harekete geçti ve Pontus Rum çetelerini dağıttı236. 335 Türk İstiklal Harbi, İç Ayaklanmalar, s. 138. 236 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Türk Yunan İlişkilerinde Pontus Sorunu, İsmail özçelik, Mustafa Baicıoğlu, Hamit Pehlivanlı, Kırıkkale, 1999.' X I. BÖLÜM SEKİZİNCİ BÖLÜM I- GÜNEY ANADOLU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU CEPHELERİ e Mondros Ateşkes Antlaşmasını takiben Türk ordusunun Çukurova'dan çe­ kilmesinden sonra, buraları işgal İçin İtilaf Devletlerine fırsat doğmuştur, ingilizier, Fransızlar ve ErmeniJer Mersin'den karaya çıkıp Türkİere ait ne varsa yokettiler. Adana, Fransızlar tarafından işgal edildi. Buraya bir Genel Vaii tayin edildi. Böylece bu yörede Osmanlı idaresinin üstünde bir Fransız kontrol idaresi kuruldu. Aslında bu durum, Fransızların burada bir Ermenistan kurulması İçin yaptıkları bir ön hazırlıktı. Fransız valisinin kullandığı mühürün üzerinde, "Erme­ nistan'da İdare Servisi" deyimi yazılı İdi.237 İnsan haklan beyannamesi ni yayınlayan Fransızlar, buradaki Ermeni ¡erin Türkİere karşı giriştikleri vahşî ve hunharca hareketlerden adetâ zevk alıyor, on­ lara yardım yaparak insanlık suçu işliyorlardı. 21 Araiık'ta Adana'ya giren Fransızlar), yerli Ermeniler bir kurtuluş ordusu gibi karşıladılar. Ermenilerin bir kısmı “ Kahrolsun Türkler" diyerek Türk bayrağı­ nı yırttılar. Ermeni cinayetleri dayanılmaz bir hâl alınca, Türkler de zorunlu ola­ rak silâha sarıldılar. 1 Ocak 1919’da Türkierin karşı koymaları üzerine çıkan ça­ tışmada bazı ErmeniJer öldürüldü. Fakat bu durum Ermeni cinayetlerinin artma­ sına neden oldu. 10 Ocak 191:9'da birçok Türk, Ermeniler tarafından katledildi. 4 Ocak 1919'da Maraş'dan İslâhiye'ye giden bir Fransız-Ermeııî birliği, köyleri basarak halkın bîr kısmını öldürdü. Bu cinayetler yetkililere duyuruldu ise de bir sonuç alınmayınca Türk halkı burada da silâha sarıldı. Dörtyol civarındaki köyle­ re saldıran Fransızlar, burada da direnişle karşılaştılar ve çekilmek zorunda kaldı­ lar.238 Mütareke sonrasında Antep, Urfa, ve Maraş'ı işgal eden İngilizlerin bu İlle­ ri Fransızlara devretmesinden sonra, Fransız-Ermeni işbirliği bu şehirlerde de kendini gösterdi. Yoğunlaşan saldırılara karşı bu üç şehirde de direnişler başla­ dı.239 237 Mehmet Hocaoğlıı, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Ankara 1976. 238 Sadi Koçaş, Tarihte Ermeniler ve Tiirk-Ermeni İlişkileri, Ankara 1967, s. 1.91. 239 HamzaEroğlu, A. g. e. s. 216-229. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi A- ADANA CEPHESİ Fransızlar Maraş'tan ve Urfa'dan çekildikten sonra Antep-lsiâhiye hattında bulunuyorlardı. Bu sırada Nur Dağına (Amanos Dağı) ve Osmaniye bölgesine milîî kuvvetler hâkimdi. Fransızlar Adana yöresinde genel olarak Ceyhan-Mersİn demiryolunu tutmakta idiler. Feke ve Kozan'da Fransız ve Ermeni kuvvetleri bu­ lunuyordu. Maraş kuzeyinde bulunan Zeytun kasabası Ermenilerde idi. Toros Dağlan içinde önemli bir istasyon olan Pozantı'da takviyeli bir Fransız taburu bulunuyordu. Adana bölgesi komutanı Sinan Paşa, 6 Nisan'da Gülek Boğazındaki Hacıkırı mevkiini zaptederek Pozantı'daki Fransız taburunun ikmal yolunu kesti. Bundan sonra Fransızlar, Pozantı'daki taburu kurtarma çabasına giriştiler. Ancak her taraftan sarılan Fransız taburu, köylülerin baskınına uğrayarak teslim olmak zorunda kalmıştır. 28 Mayıs günü Fransızlar Osmaniye'yi işgal ederek bu hareketi protesto etmek için cami avlusunda toplanan halka ateş ettiler. Halkın karşı koyması ve Nur Dağlarındaki Kara Haşan kuvvetinin yetişmesi üzerine Fransızlar savunmada kaldılar. Millî kuvvetler, Ceyhan kaymakamının desteği ile Fransız kuvvetlerini Osmaniye'de zor bir duruma soktular. Fransızlar; zaman kazanmak, yeni kuvvet getirmek ve zor durumda bulunan kuvvetlerini kurtarmak için mütareke yap­ mak istiyorlardı. Ankara'da Fransızlar ile Ankara Hükümeti arasında bir mütare­ ke yapıldı. Ankara hükümeti ile ateşkes yapmaları, Fransızların bu hükümeti res­ men tanımaları anlamına geliyordu.240 Bundan sonra yapılan mütarekeye göre esirler mübadele edildi ve Fransızlar Kozan'dan çekilerek silâh ve cephanelerini Ermenîlere bıraktılar.241 Fransızların mütarekeden maksatlarının mahsur durumda olan iki taburla­ rını kurtarmak ve bu durumdan faydalanarak yeni kuvvetler getirmekti. Osma­ niye'de çarpışmalar devam ediyordu. Buradaki memurlar ve ileri gelenler, Fransızlar tarafından hapsedildiler. Mustafa Kemal Paşa 17 Haziran'da hareketlerin devamını emretti. TBMM Hükümeti güney cephesini Fırat Nehri ile ikiye bölerek, Fırat doğu­ suna "Elcezire Cephesi" batısındaki sahaya da "Adana Cephesi" adını verdi. 240 Hamza Eroğlu A. g. e. s. 230. 241 Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul 1916, Bu eser Adana'nın kurtuluş mücadelesi ile iigili ge­ niş bilgi ihtiva etmektedir. XI. 8ÖUÜM Elcezire cephesinin başına eski ordu kumandanlarından Nihat Paşa, Adana cep­ hesi kumandanlığına da kurmay albay Selahattin Adil Bey atandılar. Fransızların Adana'dan Kuvay-i Miiliyeye yaptıkları taarruz başarılı olmadı. Misis'e baskın yapan millî kuvvetler, Fransızların trenle kuvvet getirmeleri üzeri­ ne geri çekildiler. Fransızlar Tarsus'a silâh ve cephane yığarak burasını bir alayla savundular. Fransızların 18 Ağustos günü takviyeli bir alay(a Ceyhan'dan Millî Kuvvetlere yaptıkları taarruz başarılı olamadı. Adana'dan bîr tugayla taarruz eden Fransızlar, Millî Kuvvetleri Çakıt suyu kuzeyine attılar. 21 Kasım günü Tekefioğlu Sinan Bey (Sinan Paşa), Fransız kuv­ vetinin sol yanına taarruz ederek, bu kuvveti tekrar suyun güneyine çekilmeye mecbur etti.242 Dağlık bölgede, Ermenilerİn savundukları Rumlu (Doğaubeyli) zaptedilmişti. Şar ve Saimbeyli'ce Ermeniler savunmaya devam ediyorlardı. Ka­ saba, Doğan Bey'in kuvvetleri tarafından sarılmıştı. Doğan Bey'in kuvvetleri 500 er ve 1500 gönüllüden oluşuyordu. Ermeniler bir çıkış yaparak kasaba güneyin­ deki millî kuvveti dağıttılar. 13 Temmuz'da yapılan taarruzdan da bir sonuç alı­ namadı. 22 Eylül'de Ermeniler başarılı bir çıkış yaptılar. Bunlardan bir kısmı Doğanbeyli'ye giderek 100 kişilik millî kuvveti dağıtıp halkı öldürdü. Kayseri'den obüs topu getirmek suretiyle Saimbeyli Kuvay-i M<"iy--- tarafından 16 Ekim 1920 günü zaptedildi. Saimbeyli savunması 222 gün sürmüştür. Bu muharebelerde yararlılığı gö­ rülen Saim Bey, Kaymakamlığa atandı, haçin kasabasına Saimbeyli adı verildi.243 Bahçe ile Ceyhan nehri arasındaki Türk kuvvetleri, İslâhiye'ye giden de­ miryolunu ve şoseyi kesmişlerdi. Bu yüzden Fransızlar Adana İle Antep arasında kısa yoldan bağlantı kuramıyorlardı. Çarpışmalarda gösterilen kahramanlık ör­ nekleri karşısında daha fazla dayanamayan Fransızlar, Çukurova'yı terketmek zorunda kalmışlardı. Ankara İtilâfnâmesi ile Çukurova'nın kurtuluşu sağlanmış oluyordu (20 Ekim 1921). TA2 Damar Arıkoğlu. A. g. e. 343 Selahattin Tansel, A. g. e C. III. s. 193-194. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi B- MARAŞ SAVUNMASI * Fransızlar Adana'yı işgal ettikten sonra bir kısım kuvvetleriyle Antep, Maraş ve Urfa'ya doğru harekete geçtiler. Maraş, 22 Şubat 1919'da İngilizler tarafından işgal edilmişti. Buradaki Ingİiizlerin tutumları tamamen Ermenilerin lehine îdi. Fa­ kat yaptıkları kötülükleri ve haksızlıkları gördükten sonra İngilîzîer Ermenilerden yüz çevirdiler.244 Şehrin Fransızlara devredileceğini haber alan Maraşlılar, Fransızları şehre sokmamak için çare aramaya başladılar. İngiliz-Fransız anlaşması ve Suriye İtilâfnâmesi gereğince şehir, Fransızlar tarafından işgal edildi.245 Maraşfı işgal eden Fransız kuvvet1 ri kumandanına şehirdeki azınlıklar bir ziyafet vermişlerdi. Ziyafette Fransız kumandanı, azınlıklardan bir kızla dansetmek istedi. Fakat kız: "Sizinle dansetmek isterim, fakat Türk bayrağının dalga­ landığı bir yerde değil, Maraş Kalesi'nde Fransız bayrağını gördüğüm zaman" dedi. Bunun üzerine kumandanın emriyle Maraş Kalesi'ndeki Türk bayrağı indi­ rildi ve yerine Fransız bayrağı çekildi.246 28 Kasım 1919'da cuma günü sabahleyin Türkier kale burcunda Türk bay­ rağının yerinde Fransız bayrağını görünce galeyana geldiler. Bu olaydan üzüntü duyan avukat Mehmet Bey, bir beyanname yazarak halka dağıttı. Bu ateşli beyannameyi camiye gelen halk okudu. Bunun üzerine Ulu Camiî imamı, Maraş halkına şöyle seslendi: "Kalelerinde hür bayrağı dalgalanmayan, esir bir memlekette cuma namazı kılınamaz!" Bu söz üzerine camünin avlusuna toplanmış olan binlerce halkın millî vicdanında bir galeyan meydana geldi. Bü­ yük bir galeyan içinde olan halk, kaleye doğru ilerledi. Bir genç yerde duran Türk bayrağını alıp yerine astı. Artık Maraşlılar Millî Mücadeleye başlamış olu­ yorlardı.247 Fransız!ardan destek ve müsamaha gören Ermeniler, Türk kadınlarına sal­ dırdılar. Olay yerine gelen Türklere karşı silâh kullandılar. "Sütçü İmam" olaya neden olan Fransız askerini Öldürdü. Bundan sonra Maraş'ta Millî Mücadele, bir şehir halkının bir yabancı istilâcı devlete ¡karşı amansız mücadelesi şeklînde baş­ lamış oldu. 344 245 246 247 Bu konuda geniş bilgi için bakınız,. Yaşar Akbıyık, Millî Mücadelemde Gîiney Cephesi (Maraş), Ankara. 199.0. Enver Behnan Şapoîyo, A, g. e. s. 59-61, Yaşar Akbıyık, Millî Mücadele'de-Güney Cephesi (M a­ raş) Ankara 1990, s. 10-14 Yaşar Akbıyık, A. g. e. s. 48-56 Aynı eser, s. 123-131. Aynı eser, s. 112-119. X I. BÖLÜM Şehir içinde yapılan kanlı mücadeleler sonucunda Fransızlar, bozguna uğ­ rayarak Maraş'tan çekildiler,248 Olay Fransızların prestijini çok sarstı. Durumdan endişe duyan Papa, İngilizlerden Fransıziara yardım etmelerini istedi. Maraş'tan çekilen Fransızlar, Urfa'da zor bir durumda idiler, Kuvvetlerini Antep'e kaydıra­ rak burada halka baskılarını yoğunlaştırdılar, Maraş artık kurtulmuştu. Maraş savunması Türk Milletinin vatanseverliğinin güzel bir örneğini sergi­ lemişti. Maraşfılann Millî Mücadelede gösterdikleri kahramanlıktan dolayı TBMM, şehrin adının "Kahraman Maraş" olarak değişikliğini uygun görmüş ve ona bu unvanı vermiştir, C- ANTEP SA V U N M A SI * Antep, önce İngilizler tarafından işgâl edildi, daha sonra Fransıziar'a geçti. Fransızların Ermenilerle birlikte hareket etmesi ve onların haksızlıklarına göz yumarak işbirliği yapmaları, türk halkının tepkisine yol açtı. Ermeniler, Antep'te teşkilâtlanarak, çeşitli eylemlerde bulundular. Akyol camiine asılan Türk Bayrağı, Ermeniler tarafından indirildi. Annesini korumaya çalışan 12 yaşındaki bir çocuk öldürüldü. Buna karşılık, Kuvây-i Miiliye teşkilâtının kurulması, halkı daha teşki­ lâtlı bir kuvvet hâline getirdi. Mustafa Kemal Paşa'nın emri İle Antep'e gelen Kılıç Ali Bey'den sonra Fransızlarla çarpışmalar daha da şiddetlendi. Fransız kuvvetleri Nur Dağlarının doğu ve batısında iki grup hâlinde idi. Doğudaki grup, büyük kısmı Antep'te bulunmak üzere (İslâhiye, Antep, Cerablus) bölgesinde, batıdaki grup da (Osmaniye, Ceyhan, Adana, Mersin) hattında bulunuyordu. Millî kuvvetler, Osmaniye'den İslâhiye'ye giden demir­ yoluna hâkim olduklarından, iki Fransız grubunun irtibatı, ancak İskenderun üzerinden sağlanabiliyordu. Bu yol da Kara Haşan kuvvetinin denetimi altında idi.249 Başlangıçta Antep'tekî Fransız kuvveti şehir dışındaki mevziilerde bulunu­ yordu. 24 Nisan 1920 günü şehrin batısına giren Fransızlar, Kuvay-İ Miiliyenin karşı taarruzuyla geriye atıldılar. 19 Mayıs'ta şehrin batısındaki Kurbanbaba te­ pesi zaptedildi. 24. Türk Alayı Antep'e geldi. Fransıziara karşı Suriye'deki ayak- 248 Selahatin Tansel, A. g. e. C. İli, s. 201 -202 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 15, Belge 501. Bu konuda geniş bilgi için bakınız, Ayhan Öztürk, Millî Mücadele'de Gaziantep, Kayseri 1989. 249 Atatürk İlkeleri ve inkılâp Tarihimiz, K.K.K. Yardımcı Eğitim Yayını, Ankara 1978, s. 22-23. A tatürk İlk e le ri ve T iirk İnkılâp Tarihi ¡anmaya katılan Özdemir Bey, Haziran ayı sonunda Antep'e gelerek, millî tabur­ lardan bîrinin komutanı oldu.250 Mütareke sırasında Fransızlar bir kısım kuvvetlerini Suriye'ye çekmişlerdi. Bundan faydalanan Kuvay-i Milliye, yapılan bir taarruz sonucunda şehirdeki bîr kısım yerleri ele geçirdi. Antep'teki kuvveti takviye etmek için güneyden gelen Fransız müfrezesi de Antep'teki birliğe katıldı. Takviye kuvvetler alan Fransız komutanlığı, Antep'in teslim olmasını teklif etti. Özdemir Bey, çok sert sözler ta­ şıyan bir cevapla düşman teklifini reddetti. Taarruza geçen Fransızlar geriye atıldılar. Fakat Fransızlar şehrin doğusun­ daki 24. Alaya taarruz ederek Nizip'e kadar ilerlemişlerdi. Bu arada şehir içindeki Ermenilerle Türkler arsında sokak muharebesi başladı. Bir yandan da açlık yü­ zünden halkın bir kısmı Antep'ten göç etmekte idi. Antep'i savunan millî kuv­ vetlerin ve Fransız kuvvetlerinin aldığı takviyelerle yapılan mücadeleler devam etti.251 Bundan sonra Türkler, Antep'i korumaya Fransızlar ise Osmaniye-İsİâhiye arasında bağlantı sağlayıp Antep'i zaptetmeye önem vereceklerdir. Antep'i kur­ tarmak amacıyla Maraş'ta bir tümen oluşturuldu. Başka bir tümen de Urfa'dan Antep bölgesine getirildi. Fransız kuvvetleri Antep mücahitlerini sarmış, ve Antep kuzeyinde bir mevzi tutmuştu. 19 Aralık günü taarruza geçen Fransızlar, Türk kuvvetlerini eski mevzilerine kadar atmışlardı. 1 Ocak 1921 günü Fransızlar, Anteplİlere tekrar teslim teklifinde bulundu. Bu teklifte, Sevr Antlaşmasının uygulanması isteniyordu. Teklife göre; Fransız yönetimi kabul edilecek, asker ve jandarmalar harp esiri sayılacak, silâh ve cep­ hane ile adları bildirilecek kişiler, Fransızlara teslim edileceklerdi. Bu şartlar Kuvay-i Milliye ve askerî yetkililer tarafından kabul edilmedi.252 "Fransızlara, "Verdün Fransızlar için ne ise, Antep de bizim için odur. Gelin alın. Türk'ün ne olduğunu görün" cevabı verildi. Türk komutanlığı, Fransız mevziini yaramayınca, güneyden Antep'e gel­ mekte olan Fransız kuvvetine taarruza karar verdi. Antep'in işgalini engellemek için Millî Kuvvetlerce yapılan yeni taarruzlar da başarılı olamadı. 2. Kolordu komutanı, bu başarısızlığın şiddetli kıştan ve cep- 250 Enver Behnan Şapolyo, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İstanbul 1966, s. 62-64. 251 Selahattin Tanse! A. g. e. C. İH, s. 226-229, Sahİr Üzeî, s. 126-129 252 Selahattin Tansel A. g. e. C. III, s. 229-230, Sahir Üzel, Gaziantep Savaşının iç Yüzü, Ankara 1952, s. 126-129 162 X I. BÖLÜM cephane azlığından ileri geldiğini bildirdi. Antep Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin kolordu komutanına gönderdiği yazıda şehre beklenen yardımın yapılmadığı, verilen vaatY-rin tutulmadığı ileri sürülüyordu. Ayrıca "Sizi Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, gerekirse insanlık ve İslâm âlemine şikayet edeceğiz. 3 gün içinde kesin harekete geçmediğiniz takdirde milletin pençesinden yakanızı kurtarama­ yacaksınız" deniliyordu.253 Antep'in işgalini önlemek için yapılan hareketlerde hatalar olmuş ise de, Kolordu elinden gelen bütün gayreti göstermişti. Başarısızlıklarda Fransız kuvve­ tinin asker sayısı ve özellikle ağır silâh bakımından üstün olmasının da etkisi var­ dı. Bunu dikkate alan Genelkurmay Başkanlığı, Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Bey'i överek Antep genel savunmasının, millî tarihîmize eklediği ve ekliyeceği kahramanlıkları bütün milletin gurur ve minnet ile andığını bildirdi. Antep'te sonunda çemberi yararak çıkış yapmaya karar verildi. Ancak çemberi yarmak için yapılan çıkış hareketleri başarılı olamadı. Buna rağmen halk, büyük bir azimle savaşa devam ediyordu. Ancak bu sırada şehirde büyük ölçüde açlık başlamıştı.254 Sonunda savunma gücü azalan Antep, 8 Şubat 1921'de Fransıziara tesİim olmak zorunda kaldı.255 Fransız birlikleri 9 Şubat 1921 günü törenle Antep'e girdi. Fransızlarla 9 Şubat'ta düzenlenen teslim protokolüne göre; Antep Fransız mandasına gire­ cek, askerler harp esiri sayılacak, silâhlar teslim edilecek, halk güven altında ka­ lacaktı. Fakat gençler toplanarak Kolej binasına hapsedilmişti. Çarpışmalarda şehir harap olmuş, şehrin 30.000 nüfusundan 20.000 kişi kalmıştı. Büyük Millet Meclisi bu kahraman ve yaralı şehre lâyık olduğu "Ga­ zi" iik unvanını verdi.256 Böylece şehrin adı Gazi Antep oldu. Fransız Doğu Ordu­ su Komutanlığı ise Antep'in teslimini "Sayı üstünlüğüne rağmen çetin düşman yenilmiştir" diye duyurdu. Oysa Antep'te komutanlık yapan Fransız Abadie, sa­ vunmayı överek “ Bu savunmanın Türkün çok üstün olan moralinden , istiklâl azim ve iradesinden ileri geldiğini söyledi. Biz de bu görüşlere şunu ekleyeceğiz; Antep gibi, halkı tarafından fedâkarca savunulan bir kentin tarihte örneği çok azdır. 353 Selahattin Tansel A, g. e. C. III, s. 208-212, 254 Enver Behnan Şapolyo, A. g. e. s. 62-64, Ali Nadi Ünler, Türk'ün Kurtuluş Savaşında Gaziantep Savunması, İstanbul 1969, 255 S. Üzel, A. g. e. s. 205-247, Sadettin Gömec, Millî Mücadeie'de Gaziantep, Ankara 1989. 256 6 Şubat 1921 tarih ve 93 sayılı kanunla "Antep” adı "Gaziantep" olarak değiştirilmiştir. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi D- U RFA SA V U N M A SI* Mondros Mütarekesinden sonra, Halep'în işgali ile bağımsız bir sancak oJan Urfa'nın da işgal edileceği söylentileri şehirde yayılmaya başladı. Halep'ten kuzeye doğru işgallerini genişleten İngilizler, Urfa topraklarına girdiler. Birecik'i işgal ettikten sonra, Urfa'ya gelerek burasını da işgal ettiler.257 Mütarekenin 7. maddesine göre şehri işgal ettiklerini bildiren İngilizler, Urfa Valisi Nusret Bey’i kendilerini karşılamamış olmakla suçladılar. Daha sonra, görev­ den alınarak İstanbul'da Ermeni tehcirinden (zorla göç ettirmek) sorumlu tutulup, yargılanan Nusret Bey, idam edilmiştir. İşgal kuvvetlerinin İsteği üzerine, Türk askerlerinin Urfa'dan çekilmesinden sonra Ermeniler, şehirde Türklere karşı onur kırıcı davranışlar içine girdiler. İngi­ lizler Mardin ve Diyarbakır'a kadar olan sahayı da işgal etmek istiyorlardı. Ancak halkın kendilerinden hoşlanmadığını ve aşiret reislerinin karşı tavırlarını görünce, Urfa yöresinden de çekilme kararı aldılar. Bu arada Urfaiıîar kurdukları gizli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ile Binbaşı Ali Rıza Bey önderliğinde silâhlanmaya başlamışlardı. İngilizler yöreden çekilince Urfa şehri İngiliz-Fransız anlaşmasına göre, Fransızlar tarafından işgal edildi. Teşkilâtlarını genişleten Urfalılar, Fransız ve Ermenilere karşı harekete geçmek üzere hazırlıklarını tamamladılar. Şehirde millî bilinç uyandırılarak, halk ve aşiretlerin harekete geçirilmesi sağlandı. Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerini yönlendirmeye başlayan "Namık" takma adın­ daki Yüzbaşı Ali Saip, halkın ileri gelenleri ve aşiret reisleri ile temasa geçerek Fransızlara karşı direniş fikrini işlemeye başladı.258 Bu arada Mustafa Kemal Paşa'nın direktifleriyle Urfalılar, Yüzbaşı Alî Saip önderliğinde Siverek'ten gelen kuvvetler ve Badıllı aşireti başta olmak üzere di­ ğer civar aşiretlerle birleşerek Urfa şehrine girdi. Şehre giren Kuvay-i Mîllîye, Urfa'nın yarısını ele geçirdi.259 Kuvay-i Milliye Kuvvetleri, bundan sonra şehirde mahsur kalan Fransızfarı çember içine alarak, dışarıdan yardım almalarını önlediler. İki aylık bir süre bo­ yunca Kuvay-i Milliye ile Urfadakİ Fransız ve Ermeni kuvvetleri arsında kanlı çarpışmalar oldu. Uzun süre mahsur kalarak hiçbir yardım alamayan Fransızlar, sonunda Ermenileri yüz üstü bırakıp, şehirden ayrılmak ve Kuvay-ı Milliye ile Bu konuda geniş bilgi İçin bakınız, İsmail Özçelîk, Millî Miicadele'de Güney Cephesi (Urfa) An­ kara 1992. 257 İsmail Özçelîk. A. g. e. s. 55-58, Enver Behnan Şapolyo, A. g. e. s. 61, 258 Seîahattin Tansel A. g. e. C. III, s. 203-208. 259 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 18, Belge 451. X I. BÖLÜM anlaşmak zorunda kaldılar. Yapılan antlaşmaya göre Fransızlar Urfa'yı terk ede­ cekti, Türkier geride kalan Ermenilere dokunmayacaklardı. Böylece Urfa, Fransız işgalinden kurtulmuş oldu. (11 Nisan 1920).260 Fransızlar Urfa yenilgisinin intikamını almak üzere, aldıkları takviyelerle daha sonra Urfa'yı yeniden ele geçirmek istediler. Ancak Türk kuvvetlerince bir kez daha yenilgiye uğratılarak geri atıldılar.261 Sonuçta, Millî Mücâdele sırasında, Urfa ve çevresi, Anadolu'nun diğer şe­ hir ve kasabalarında olduğu gibi, hürriyet ve bağımsızlığına ne kadar düşkün ol­ duğunu göstermiştir. TBMM'ne, Hükümete ve Türk yurduna, bağlı olduğunu savaşarak da göstermiş oldu. Bütün bunların sonucunda Urfa şehrine, halkının göstermiş olduğu kahramanlıktan dolayı, TBMM tarafından "Şanlı" unvanı ve­ rildi ve adı "Şanlıurfa" oldu, II- DOĞU CEPHESİ A- ERM EN İLERLE SA VA Ş ve G Ü M R Ü BARIŞ A N TLA ŞM A SI Mondros Mütarekesi'nden sonra Osmaniı Devletî Kafkasya cephesindeki birliklerini geri çekmek zorunda kalınca, Ermenistan Doğu Anadolu'daki bazı toprakları işgal etmiştir. Doğu Cephesinde milislerce karşı konulan Ermeni saldı­ rılarına, Kâzım Karabekir Doğu Cephesi Komutanlığına atandıktan sonra da de­ vam edildi. Ancak, milisler aracılığıyla Ermenilere karşı kalıcı ve kesin bir başarı sağlanamayacağını anlayan Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, TBMM Hükümetine başvurarak askerî bir hareket için izin verilmesini istedi. An­ cak Ankara Hükümeti İtilaf Devletlerinin San Remo'daki toplantılarını öne süre­ rek, böyle bir harekâtın şimdilik siyasî açıdan doğru olmayacağını belirtti ve Er­ menilere karşı mücadelenin Kars, Ardahan, Batum'daki direniş çetelerinin güç­ lendirilmesiyle yürütülmesini istedi. Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Kâzım Karabekir'in ikinci kez Ermenilere karşı harekat izni talebini de Sovyet Hükümeti ile yeni münasebet kurulmakta olduğunu öne sürerek erteledi. Ancak Kâzım Karabekir'in, tedbir alınmazsa Ermenilerin kısa sürede Erzurum'a kadar gelebilecekleri yolundaki yeni başvurusu üzerine, şartların elverişli duruma geldiğini düşünen Türkiye Büyük Millet Meclisi, Doğu Harekâtının başlatılması kararını verdi.262 260 İsmail Özçelik A. g. e. s, 281-282 761 İsmail Özçelik A. g. e, s, 288-293. 262 TBMM. Zabıt Ceridesi, C. 5. S, 4. İsmet İnönü, Millî Mücadele, 3 Mayıs 1968 tarihli Ulus Gaze­ tesi. :' Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Kâzım Karabekir'in komutasında harekete geçen Türk birlikleri, Sarıkamış ve Kars'ı Ermenilerden geri aidi. Ancak Kars'ın Ermenilerce yakılarak tahrip edilmiş olduğu görüldü. Kâzım Karabekir komutasındaki kuvvetler, Gümrü yö­ nünde ilerlerken buradaki Ermeni komutanının ateşkes istediği öğrenildi. Doğu Cephesi komutanlığı hareketin ancak Gümrü'nün de boşaltılması kaydıyla dur­ durulacağını Ermenilere bildirdi. Ermeniler bu teklifi önce kabui ettiler, ancak daha sonra direnişi sürdüreceklerini açıkladılar.263 Bunun üzerine Doğu Cephesi Harekâtı, 12 Kasım'da yeniden başladı. Türk birlikleri 13 Kasım'da İğdır'a girdiler. Ermeniler bunun üzerine yeniden barış is­ temek zorunda kaldılar. Barış görüşmeleri Gümrü'de başladı. Ermenistan Taşnak Hükümeti ile TBMM Hükümeti arasında 2 Aralık 1920'de imzalanan Gümrü Antlaşmasına göre; Kars Sancağı'nm bütünü Türkiye topraklarına katılıyor, ayrıca antlaşma öncesinde Ermenistan'ın elinde bulunan Kulp (Tuzluca) kazası da Türkiye'ye ve­ riliyordu. Ermenistan hükümeti antlaşma hükmüne göre, Doğu Anadofu'daki Vilayet-i "Bitte" topraklarının Ermenilere verilmesini öngören Sevr Antlaşmasını yok sayacağını kabul ediyordu.264 Gümrü Antlaşmasının 18. maddesine göre antlaşma hükümleri, TBMM Hükümeti ve Ermenistan Taşnak hükümetlerince onaylanacaktı. Ancak antlaş­ manın imzalanmasından bir gün sonra Ermenistan Rusya'ya ait Kızıl Ordu'nun işgaline uğradığı için, Gümrü Antlaşması Taşnak hükümetince onaylanamadı. Bu antlaşma 16 Mart 1921'de; Ermenistan, Azerbeycan ve Gürcistan Sovyet Hükümetleriyle imzalanan Kars Antlaşması'nın temelini oluşturuyordu.265 Gümrü barış antlaşmasıyla doğu illerinin emniyeti sağlanmış oldu. TBMM'nin ilk resmî antlaşması Gümrü barış antlaşmasıdır. Bu antlaşma ile Er­ meniler zararsız bir hâle getirildi. Kars ve çevresi de Anavatana katılmış oldu. B- MİLLÎ MÜCADELE'DE TÜRK-SOVYET İLİŞKİLERİ* 1917 yılında Sovyet Rusya'da iş başına gelen yeni yönetim, Türk Millî Mü­ cadelesini yakından izleyerek, ülkesinde uyguladığı rejim nedeniyle Anado­ lu'daki Kuvay-i Milliye hareketini de işçi köylü hareketi olarak değerlendirmek ve görmek İstiyordu. 363 Selahattin Tansel, A. g. e. s. 231-241 364 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 49, Belge 1149, Enver Behnan Şapolyo, A. g. e S. 67-68. 365 TBM M Zabıt Ceridesi, C. 7, s. 146. Atatürk, Nutuk, 1938 baskısı, s. 349. B sj konuda geniş bilgi için bakınız, Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, İstanbul 1955. X I. BÖLÜM Bu amaçla Sivas Kongresi'nden sonra 13 Eylül 1919'da Rus Dışişleri Bakanı Çiçerin yaptığı bir konuşmada, "Türk halkının sömürücüler idaresinden kurtul­ ması gerektiği" yolunda bir demeç vermiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduktan sonra ilk diplomatik ilişkiyi Sovyetler Birliği ile yapmak is­ temiştir. Yeni oluşan ve hukukî meşruluk desteği kazanmak amacıyla dış ilişkile­ re önem veren TBMM Hükümeti, bu sırada böyle bir siyaset izlemeyi uygun görmüştü.266 Ayrıca bu sırada, İngilizlerin İstanbul'u işgal etmiş olmaları, yeni Türk hükümetinin diplomatik alanda tanınması gereğini ve Millî Mücadeleyi başara­ bilmesi için yardıma duyulan ihtiyaç, TBMM Hükümetinin Sovyet Hükümeti ile temasını faydalı ve zorunlu kılıyordu. Ankara'da TBMM açıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa, Lenin'e bir mesaj göndererek, Ankara ile Moskova arsında normal müzakerelerin kurulmasını is­ temiş, Misak-ı Millî esaslarına dayanan millî mücadelenin amaçlarını açıklamış­ tır.267 Rusya, Dışişleri Bakanı Çiçerin vasıtasıyla bu mesaja verdiği cevapta, Anka­ ra Hükümetini tanıyarak ilk diplomatik teması kurmuş olmakla beraber, çeşitli nedenlerden dolayı bu aşamada Ankara hükümeti ile yardımı öngören bir İttifakı şimdilik kabul etmemiştir. Ancak bu arada 11 Mayıs 1920'de Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet Rusya'dan yardım ve destek sağlamak amacıyla Mosko­ va'ya gönderilmiştir. Sovyetler Ankara'ya Mişak-i Millî'yi tanıdıklarını bildirmiş­ ler ve görüşmelere başlamışlardır. Ancak Ermenistan'a Anadolu'dan toprak ve­ rilmek istenmesi ve diğer konular yüzünden, bu görüşmelerde herhangi bir an­ laşmaya varılamamış, sadece iki ülke elçilerinin teati edilmesi uygun görülmüş ve siyasî İlişkilerin normal düzeyde sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.268 Ermenistan'ın kızıl ordu tarafından işgali ve sovyetleştirilmesi, Türkiye ile Sovyet Rusya arasında bir anlaşma zemini sağlamıştır. İki taraf arasında Birinci İnönü Savaşı'ndan sonra “ Moskova Dostluk Ant­ laşması" imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türkiye ve Rusya arasında sıkı bir dost­ luğun temeli atılmış oluyordu. Bu antlaşma, Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki 266 Fahir Armaoğlıı, Siyasî Tarih, Ankara 1975, s. 629-630, Mehmet Gönlübol ve Cem Şar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, s. 15 267 Fahir Armaoğlu, 1920 Yılında Millî Mücadele ve Sovyet Rusya, VII. Türk Tarih Kongresi, C. II. Ankara 1973, s, 85-96 268 Enver Behnan Şapolyo, A. g. e s. 70. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi siyasî ve hukukî sorunların çözümünü de hedef almıştır. Antlaşma ile Rusya, ka­ pitülasyonları tanımadığını kabul etmiştir.269 Moskova Antlaşması'nın Türkiye ile Sovyet Rusya ilişkileri açısından önemi vardır. TBMM Hükümeti, doğu sınırındaki anlaşmazlıklara son vererek, büyük komşusu ile dostluk ilişkileri kurmuş ve emniyeti sağlamış oluyordu. Sovyet Rusya ise, Millî Mücadeie'de Türklerin galip gelmesini, kendi çıkar­ ları gereği, İngiiizlerin Anadolu'da nüfuz elde etmemeleri bakımından istemek­ teydi. ili- ERMENİ SORUNU* Ermeni tarihçileri arasında en çok benimsenen teoriye göre Ermeni!er, Frîglere mensup, olup Balkan kökenlidirler. M.Ö. 6. Yüzyıl başlarında Balkanlar­ dan gelen istilâlar sonucu, Doğu Anadolu'ya göç ederek buraya yerleşmişlerdir. Ermeni adına ilk defa, M.Ö. 521 yılında Pers Kralı Darius'un Behistan kitabesi ir­ de''Ermenileri yendim" ifadesinde rastlanmaktadır. Anadolu'nun Roma'ya bağlanmasından sonra Ermeni adına daha sık rastlanmaktadır. Özellikle Bizans İmparatorluğu zamanında biri Van'da, diğeri Kars çevresinde olmak üzere 2 Ermeni prensliği kurulmuştu. Kars çevresindeki Ani Prensliği 1045 tarihinde Bizans tarafından ele geçilerek her iki böige halkı Sivas, Urfa ve Orta Anadolu'ya göçe zorlanmıştır.2™ 1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey'in Anadolu'ya yaptığı ilk keşif akıtılan ile başlayan Ermeni-Türk ilişkileri, 1071'de Alparslan'ın Malzagirt Zaferi ile Anadolu'ya girmesi ve Ermenilerin Selçuklu hakimiyetini kabul etmesi ile devam etmiştir. Bizans tarafından Rumlaştınimaya çalışılan Er­ meniler, Selçukluları bir kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Selçuklu himayesinde rahat ve mutlu bir hayat yaşayan Ermeniler, Osmanlı Devleti içerisinde de rahat ve huzur içerisinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hattâ devlete bağlı­ lıklarından dolayı OsmanlIlardan "Millet-i Şadıka" (sadık millet) unvanını almışlardır. 259 Utkan Kocatürk, Türkiye Kronolojisi, s. 240, İsmail. Soysal, Siyasal Antlaşmalar, s. 27-38 Bu. konuda geniş bilgi için bakınız, İsmail Özçelik, Ermeni İdd.ialan ve Gerçekler, Ankara, 2001, ayrıca Bayram Kodaman, Şark Meselesi, Emperyalizm ve Ermeniler, “ Kaynaklar" Dergisi, Anka­ ra 1984, s, 7-15, 270 Bayram Kodaman A, g. e. s, 7, Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Ankara 1967. X I. BÖLÜM Kısacası, X(X. Yüzyılın son çeyreğine kadar OsmanlIların bir "Ermeni Sorunu" olmadığı gibi, Ermeni halkının da Türk yöneticileriyle bir sorunu yoktu.271 Avrupa emperyalizmi, 1838 yılından itibaren Osmanlı Devieti'nin As­ ya topraklarını pazar hâline getirebilmek için, Rumlardan sonra Ermenilerden de yaralamlabileceğini hesap etmeye başlamıştır. Bu hesapladır ki Avrupa, Ermenilerle ilgilenmeye başlamıştır. Nitekim kısa zaman içinde Erme­ ni tüccarlar İmparatorlukta Avrupa'nın ve özellikle İngiliz sanayiinin "simsarları" durumuna geldiler. Böylece Osmanlı ülkesinin şömürülmesinde Avrupa emper­ yalizmine hizmet eden ve onunla bütünleşmekte fayda gören Ermenilerden meydana gelen bir aracı kesim oluşturulmuştur. Öte yandan Avrupa'nın Er­ meni toplumuyla ilgilenmesinin bir diğer nedeni de, Ermenilerin azınlık hâ­ linde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’nin stratejik durumu idi. Gerçekten bu bölgenin; Karadeniz, İskenderun Körfezi, Basra Körfezi üçgeni arasında bu­ lunması, hattâ İran-Kafkasya yoluyla Asya içlerine açılma imkânına sahip olması nedeniyle özellikle Rus ve İngiliz emperyalizmi için ihmal edilmemesi gereken önemli stratejik bir mevkiye sahipti. AvrupalIları Ermenilerle ilgilenmeye iten üçüncü neden de psikolojiktir, Hıristiyan dünyası, Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermenileri din kardeşi olarak görüyorlardı. Onlara göre Balkanlardaki Hristiyanların çoğu kurtarılmış, sıra Anadolu'da yaşayan Ermeni azınlığa gelmiştir. Ermeni sorunu esas olarak 1877-1878 Osmanh-Rus savaşı so­ nunda Rusların, Doğu Anadolu'nun bazı şehirlerini İşgal etmesi ve burada yaşayan Ermenilerin kışkırtılmaları ile başlamıştır.272 Böylece Ruslar, diplomatik alanda Ermeni sorunu yaratan ilk devlet olarak görülmektedir. Rusya'da yaşayan Ermeni yazar ve düşünürleri, eskiden beri ya­ yınladıkları kitap ve dergilerle Rus ve Türk Ermenilerini Türklere karşı kışkırtmak­ ta, şiirleriyle Müslümanları aşağılamakta idiler. Böylece bütün hu faaliyetler sonucu ortaya bir Ermeni sorunu çıkarılmıştır. Yapılan bilimsel araştırmalar sonunda Ortaya çıkan tarihî gerçekler, yapay olarak çıkarılan "Ermeni Sorununun" gerçek suçlularının, fanatik Ermeni terör grupları olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle 1876-1918 yıl­ ları arasında meydana gelen kanlı olayların tek ve gerçek suçlularının, 1887 yı­ lında Cenevre'de kurulan Hmçak ve 1890 yılında Tiflis'te kurulan Taşnak Er­ meni komitelerinin olduğu, bugün açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. 271 Kamûran Gürün, Türkiye'de Ermeni Sorunun Yaratflışr, "Türk Tarihinde Ermen iler Sem­ pozyumu" İzmir 1983, s. 15-31 272 Azmi Süslü, Ermenilerve 1915 Tehcir Olay, Van 1990, s. 10. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Balkanlarda yaşayan Hristiyanların bağımsızlık elde etmeleri, Ermenileri de aynı yolda hareket etmeye itmiştir. Ayrıca, Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında imzalanan Ayestefanos (Yeşilköy) Antlaşması ve Berlin Antlaşması'na göre Ruslar, "Ermenilerin Hamisi" sıfat ve yetkisini kazanmışlardır.273 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra, Yeşilköy Antlaşması'na göre Ermeniler, Rusya'ya başvurarak Osmanlı Devleti'nden özerklik istemişlerse de, Rusya kendi sınırları içerisindeki Ermenilere de örnek olacağı endişesiyle, bu is­ teği olumlu karşılamamıştır. Berlin Antlaşmasındaki 61. maddeye göre, Osmanlı Devleti, Ermenilerin durumunu iyileştirici önlemler alacak, bunları büyük devletlere bildirecek, bu devletler de Ermeniler için yapılan iyileştirmeleri denetleyeceklerdi. 1887'de İsviçre'de kurulan Hınçak (Çan sesi) adlı merkeziyetçi-ihtilâfci komite, Türkiye'den koparılacak Doğu Anadolu’yu Ermenistan'a katmaya çalışı­ yordu. 1890Fda Rusların Tiflis'te kurdurduğu Taşnak adlı ihtilâlci Ermeni Komi­ tesi de "Ermeni İhtilal Komiteleri Birliği" adı ile Anadolu'da teşkilâtını yapa­ rak, "Birleşik Ermenistan Devleti" hayalini gerçekleştirmeye çalışmıştır.274 Anadolu'da bazı şehirlerde yöresel Ermeni Cemiyetleri de kurulmuştu. 1878'de Van'da “ Kara Haç Cemiyeti", 1881'de Erzurum'da "Anavatan Müdafileri Cemiyeti" ve 1885'te kurulan "Armenekan Partisi" bunlardan bazılarıy­ dı. 1885'te Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a katılması ile Ermeni hareketleri başla­ tıldı. 1888'de Van'da Ermeni Piskoposunun kışkırtması üzerine Erzurum'da çı­ kan Ermeni ayaklanması bastırıldı. Rusya ve İran'daki Ermeni komitelerinin kış­ kırtmasıyla Sason'da büyük bir Ermeni isyanı daha çıkarıldı. Bunun üzerine Os­ manlI Devleti, sert önlemler almak zorunda kaldı. Bu sırada İngiltere harekete geçerek, Osmanlı Devleti'nden Ermenilerin bağımsızlığını istedi. Rusya İse İngiltere'nin bu isteğine karşı çıktı. Çünkü Rusya, kendisine bağlı bir Ermeni devletinin kurulmasını istiyordu. Ermeniler ise Os­ manlI Devleti, Rusya ve İran'daki bütün Ermenileri kapsayacak bağımsız bir Er­ menistan kurulmasını arzu ediyorlardı. Ermenilerin bu isteği, İngiltere'nin çıkar­ larına uymasına ve onları memnun etmesine karşılık, Rusları memnun etmiyordu. Sason olaylarının ardından Osmanlı Devleti, Ermenilerin durumlarını İyileş­ tirme hareketlerine devam etti. İstanbul'da BabIali'ye doğru yürüyüşe geçen ba­ 273 Bayram Kodaman, A. g. e. s. 14, Azmi Süslü, A. g. e. s. 10 274 Selahattin Tansef, A. g. e. S. 14, Azmi Süslü, A, g, e., s. 10. X I. BÖLÜM zı Ermenilerin, askerlere ateş açmaları ve bazılarını şehit etmeleri, devletin ciddî önlemler almasına yol açtı. Avrupa devletleri, Ermenileri korumak amacıyla İstanbul önlerine bir do­ nanma gönderdiler. İngiltere'nin sert müdahale isteği, Almanya ve Rusya'nın karşı koyması ile önlendi. Ermeniler 1896'da İstanbul'da Osmanlı Bankası'na baskın düzenleyerek olay çıkardılarsa da, alman önlemlerle bu hareketleri bastırıldı. Olay sırasında bazı Ermeniler hayatlarını kaybetti.275 Birinci Dünya Savaşı'na kadar Ermeni sorunu, Osmanlı Devleti'nin bir iç sorunu olarak görünmüşse de, aslında konu büyük devletlerin karşılıklı rekabet ve çıkarları konusu idi. Ermeni Sorunu "Şark Meselesinin bir parçası olduğun­ dan, konuyu bundan ayırmak mümkün değildir. I. Dünya Savaşı'nda Ermeni Sorunu daha değişik bir durum olmaya başla­ dı. Ermeni olayları, Osmanlı Devleti için artık yalnızca bir terör hareketi olmak­ tan çıkmış, tamamen devlete ihanet şeklîne dönüşmüştür. I. Dünya Savaşı'nın zor şartları İçinde doğuda Rus orduları ile işbirliği yapan Ermeni çeteleri, işgal et­ tikleri bölgelerde Türk halkına akla hayale gelmedik işkenceler uygulamışlar ve toplu katliamlar yapmışlardır. Bu Ermeni vahşeti karşısında Doğu Anadolu'dan 700 binin üzerinde Türk, Batı Anadolu'ya göç etmiş, bir o kadarı da Ermenilerce katledilmiştir, Ermeniler, I. Dünya Savaşı öncesinde hiçbir yerde çoğunluk oluştu­ rmadıkları gibi, sınırları belli bir toprak parçasını da tarihte kendilerine yurt ola­ rak edinememişler ve bir devlet kuramamışlardır. Ermeni nüfusu ile ilgili çeşitli istatistikler incelenip karşılaştırıldığında, Ermenilerin Osmanlı sınırları içinde hiçbir merkezde nüfus çoğunluğuna sahip ol­ madıkları görülür. Batılı kaynaklarda bile Ermeni nüfusu, Ermenilerin yaşadığı 9 ilde 1.000.000 civarında gösterilirken, aynı illerde Müslüman nüfusu 5.000.000 dolayında kaydedilmektedir ki bu da, Ermenilerin küçük bir azınlık olduğunu göstermektedir.276 275 Bayram Kodaman, A. g. e. s. 14. 276 Cevdet Küçük, Yeni Belgeler Işığında XIX. Yüzyıl Anadolu Ermeni Nüfusu, "Türk Tarihinde Er­ meniler Sempozyumu", İzmir 1983, s. 75-99. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihî Osmanlı resmî devlet istatistikleri ise Ermenilerin ülke nüfusunun % 7'sini oluşturduklarını göstermektedir. Kısacası Ermenilerin Anadolu'da çoğunlukta ol­ dukları bîr bölge bulmak mümkün değildir.277 Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin !. Dünya Savaşına girmesini kendileri için iyi bir fırsat bilerek, savaş öncesinde hazırladıkları plâna göre, silâhlanmış oldukla­ rından, bağımsızlığa kavuşmanın zamanı geldiğini ilân ederek harekete geçtiler. İttihat ve Terakkî iktidarının işbirliği teklifini reddettiler. Osmanlı Devleti I. Dün­ ya Savaşma girdikten sonra, İtilaf Devletleri ile işbirliği yaparak, ülkede devlete karşı cephe açtılar. İtilaf Devletleri de Ermenilerle işbirliği yaparak savaşı kendi lehlerine sonuçlandırmak istediler. Savaş sürerken, Ermenilerin ilk isyanı, 17 Ağustos 1914'de Zeytun'da baş­ ladı.278 Bağımsız bir Ermeni kuvveti oluşturmak isteyen Ermenilerin bu isteği, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmeyince, Ermeniler isyan edip dağlara çık­ tılar. Maraş'taki Ermeni askerleri de bu isyancılara katıldılar. Köylere saldıran Ermeniler,bir yandan da hükümet dairelerine ve kışlalara saldırdılar. Erzurum ve Bayazıt'daki Ermeni askerleri de silâhlarıyla Kafkasya'ya kaçtılar. Van Milfetvekilî Papazyan'ın başlarında bulunduğu bir kısım Ermeniler ise Van ve Bitlis dolayla­ rında harekete geçtiler. Bir kısım Ermeniler de Rus Ordusuna katılarak Osmanlı Devleti’ne karşı birleştiler. Bu durumda, Osmanlı Hükümeti, çeşitli önlemler almak zorunda kaldı. Devlete isyan edenlerin, güvenlikli bölgelere zorunlu olarak gönde­ rilmesi için "Tehcir Kanunu" adıyla bir göç yasası çıkarmak zorunda kaldı. Osmanlı Devieti'ni bu kanunu çıkarmaya iten nedenler şunlardır: 1- İtilaf Devletlerinin askerleri ve donanması Çanakkale harekâtına başlamış ve Osmanlı Devleti her taraftan düşmanla kuşatılmıştı. 2- Çanakkale'de İtilaf Devletleri taarruza başlayınca, Osmanlı Ermenileri, ihtilâl komiteleri aracılığıyla Rusların yanında yer alarak terör hare­ ketlerine girişmişlerdi, 3- Başta Rusya olmak üzere, İtilaf Devletleri, Ermenileri, Türk ordu­ sunu arkadan vurmak için silâhlandırıp harekete geçirmişlerdi. Savaşın en şiddetli anında, Nisan ayı içinde Van'da büyük bir Ermeni isyanı başlatıldı. Ermeniler, Rusların yardımı üe kanlı çarpışmalar ve katliamlardan son­ 277 Aynı Eser. 278 Refet Yınanç, Selçuklular ve Osmanlılar Döneminde Ermeniler, İzmir 1983, s. 67-75. Bilâl N. Şimşir, Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler, İzmir 1983, s. 121-129. X I. BÖLÜM ra, Van şehrini eie geçirdiler. "Tehcir Kanunu" bu olaydan sonra 14 Mayıs 1915'te yürürlüğe girdi. Kanun sadece Ermenilere değil, devlete karşı başkaldtran herkese uygulanacaktı. Kanuna göre devlete silâhlı direnmede bulunanlar ile casusluk yapanlar, topluca başka yerlere sevk ve iskân edilecekti279. Bu kanunun, Ermenileri yok etmek gayesiyle çıkarılmış olmadığı açıkça gö­ rülmektedir. Tehcir Kanunu, Ermeni isyanlarından sonra çıkarılmıştır. Ayrıca zo­ runlu göç ülkenin her tarafında uygulanmamıştır. Örneğin; İzmir'de, Orta Ana­ dolu'da ve Güney'de oturan Ermeniler göçe tabi tutulmamışlardır. Ermenilerin Doğu Anadolu'daki çarpışmalar ve Tehcir sırasında kayıplar ver­ dikleri doğrudur. Aslında bunu kimse İnkâr etmemektedir. Çünkü diinya savaşı, bir ayaklanma, bir İsyan ve bunun sonucu bir tehcir söz konusudur. Savaştan kay­ naklanan genel asayişsizlik ortamı ile kişisel kin ve intikam duyguları, Tehcir kafile­ lerinin, küçük bir takım saldırılara uğramasına neden olmuştur. Hükümet bu du­ rumu elinden geldiğince önlemeye çalışmış ve sorumlu gördüğü kimseleri de ce­ zalandırmıştır. Ermeni propaganda ve terör odaklarının bugün “XX. yüzyılın ilk soykırımı" diye ilân ettikleri olayın aslı işte bundan ibarettir. Bu asılsız iddialarda "1,5-2 milyon Ermeninin hayatını kaybettiği" belirtilmektedir. Oysa ki o tarihlerde Osmanlı Devleti içindeki toplam Ermeni nüfusu yakla­ şık olarak 1.000.000'dur. Böylece 1.5-2 milyon Ermeninin öldüğü iddiası gerçek dışıdır. Talat Paşa İttihat ve Terakki Partisinin son toplantısında Ermeni kaybının 250 bin olarak tahmin edildiğini söylemiştir. Nitekim İngiltere ve Fransa'nın da Önceleri bu sayıyı verdikleri bilinmektedir.280 Ayrıca, şunu açıkça belirtmek gerekir ki, Ermeniler tarafından başlatılan is­ yan ve katliam hareketleri sonucu Türkierin verdiği kayıplar, Ermenilerden çok daha fazladır. I. Dünya Savaşı'nda Ermeniler, Sarıkamış'ta Rus Ordusu'nun galip gelmesi sonucu İşgal ettikleri yerlerde Müslüman halka yapmadıkları işkenceyi bırakma­ mışlardır. Yalnız Erzurum'da 11 Mayıs 1918'de yaptıkları katliamla 12 bin kişiyi öldürmüşlerdir. Yakın tarihlerde buralarda Türkierin gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkartılmıştır. Yanıkdere'de, yalnız bir gecede 3.000 Türkü akla gelmedik işkencelerle yok etmişlerdir.281 279 Geniş bilgi için bkz. İsmail Öz çelik, Ermeni iddialan ve Gerçekler, Ankara 2001. 280 İsmail Özçelîk, Armanîan Allagtions and the Facts, Ankara, 2001 ve Cevdet Küçük, Yeni Belge­ ler Işığında XIX. Yüzyıl Anadolu Ermeni Nüfusu, İzmir. 1983, s. 75-99. 281 Azmi Süslü, A. g. e. s. 61-94 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Ermenilerin Doğu Anadolu'da ve Kafkasya'da yaptıkları mezalim ve bu yö­ relerdeki halkın geleceği, Mustafa Kemal Paşa'yı kaygılandırmış, O da durumu, Paris'teki Sulh Konferansına, Müttefiklere, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve ta­ rafsa ülke temsilcilerine birer nota iie bildirmiştir. Mustafa Kemal, İtilaf Devlet­ lerince vilayetlerimizin Ermenilere peşkeş çekilmesini siyasî yönden karanlık gün­ lerin başlangıcı olarak değerlendirmiştir. Türkiye üzerinde oynanan oyunlar1ortaya koyan Mustafa Kemal, "Tarih bîr milletin varlığını hiçbir zaman inkar edemez" demiştir. Türk Milliyetçiliğinin kesin bir kurtuluşu vaadettiğini vurgulayan Mustafa Kemal'in başkanlığındaki Erzurum Kongresi çalışmaları sonunda bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride Erme­ nilerin elde etmek istedikleri Doğu Anadolu ile birlikte, Türklerİn yaşadığı bütün toprakların birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu, bunun için Rumluk ve Erme­ nilik faaliyetlerine ve yabancı işgal ve müdahalesine karşı, milletin hep birlikte savunamaya geçeceği, böylece milletin içte ve dışta kaderini kendi eline alacağı kaydedilmiştir. Millî Mücadele'de Doğu cephesinde Kâzım Karabekir'in başlattığı harekat sonunda Ermeniler ateşkes istemişler, bunun üzerine 2-3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Doğu Anadolu Vilayetleri ve Kars Anavatan'a katılmış, 24 Temmuz 1 9 "! Lozan Antlaşması ile de Ermeni Sorunu kesin olarak ortadan kaldırılmıştır. IV- MİLLÎ MÜCADELECİN MALÎ YÖNÜ* Millî mücâdele, mâli kaynaklar açısından 23 Nisan 1920 öncesi ve sonrası olmak üzere iki ana kısma bölünebilir. Ancak 23 Nisan öncesini yine iki alt bö­ lüme ayırmak gerekiyor: a. 31 Ekim 1918-8 Temmuz 1919. b. 9 Temmuz 1919-23 Nisan 1920. 23 Nisan 1920'de, Ankara'da yeni İdâre kuruluncaya kadar, Anadolu'nun mâli teşkilâtı, İstanbul hükümetine bağlı bulunmaktadır. Bu nedenle 23 Nisan önemli bir tarihtir. Ancak önceki zamanda da Kuvay-ı Milliye'nin ortaya çıkışı yeni bir durum yaratmıştır. Bilindiği gibi Kuvay-ı Milliye, İzmir'in Yunanlılar tara­ fından işgalinin hemen ertesi günü başlamış kabul edilebilir. Faaliyetlerini, resmî hiçbir makama ve teşkilâta dayandırmayan Kuvay-ı Milliye'nin mâli destekçisi, Bu konuda geniş bilgi için bakınız, Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Malî Kaynakları, Ankara 1990. X I. BÖLÜM tamamen halk idi. Halk, kurduğu Müdafaa-i Hukuk teşkilâtları ile Kuvay-ı Milliyeyi yaşatıyordu. Mustafa Kemal Paşa, 9 Temmuz 1919 sabahına kadar, Osmanlı Askerî teşkilâtından maaş ve öteki tahsisatını almıştır. Ancak istifasından sonra Osmanlı mâliyesi ile hiçbir bağı kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın 23 Nisan 1920rye kadar olan faaliyeti de (Mebus seçildiği dönem belki hariç tutulabilir) Kuvay-ı Milliye şartlarına bağlı olmuştur. Türk halkı, özellikle yardımsever insanlar, bü­ yük maddî yardımlarla bu hareketi yaşatmışlardır. Kuvay-ı Milliye'nin bu zamanlarında, halkın gönüllü katkıları dışında hiçbir şekilde zorla para isteği olmamıştır. Mücâdelenin, sadece halkın kendi içinden geldiğinin bilinmesi için, bu konuda Mustafa Kemal Paşa çok dikkatli olmuş, hiçbir şekilde söylentiye imkân bırakmamıştır. Bu dönemde Türk halkı, Kuvay-ı Milliye'nin tek malî kaynağıdır. 23 Nisan 1923'de, Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra kurulan idarede Maliye Bakanlığı da vardır. İlk zamanlarında çok sade bir yapıya sahip olan Maliye Bakanlığı, artık Millî Mücadele'nin malî yönünü üstlenmiştir. Büyük masraflar için, dış yardımlar gerekli idi. 1921'den sonra, Sovyetlerle an­ laşma yapılınca, onlardan bir miktar para alınmıştır. Bu arada Hind müslümanlarının da bir miktar para gönderdikleri bilinmektedir. Sakarya Savaşı öncesinde çıkarılan Tekaiif-i Milliye emirnâmeleri ile Türk halkı, ordusunun ihti­ yacını karşılamak için canla-başla çalışmıştır. Millî Mücadele'nin bu ikinci döne­ minde de en önemli destek, yine Türk milleti olmuştur. Kısacası, Millî Mücâdeie'de bazı küçük dış yardımlar olmuştur. Ancak onun en büyük malî dayanağı, doğrudan Türk insanıdır. V- BAT! CEPHESİ Yurdu düşman tarafından işgal edilen Türk Milleti, kutsal kabul ettiği ba­ ğımsızlığının, canının, malının ve namusunun tehlikeye düştüğünü görünce, kendisini korumak için çareler aradı. Silâhlı veya silâhsız birçok insan, vatan sa­ vunmasında bir araya gelerek her türlü fedakârlığa katlandılar. Birbirlerine düş­ man olan kişiler, hattâ azılı eşkiyalar dahi, düşmana karşı elbirliği ile harekete geçtiler. Asker ve sivil devlet memurlarının öğütleriyle her yerde halk büyük ölçüde, vatanın savunması İçin kurulmuş olan mahallî teşkilâtlara katıldı. Millî müfreze­ lerin kuruluşunda tanınmış aile reislerinin de büyük etkisi oldu. Zaman geçtikçe millî kuvvetler çoğaldı tabur ve alaylar kuruldu. Kuvay-i Milliye mensuplarının A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi beslenme ve giyinme ihtiyaçları bölge halkı tarafından, silâh ihtiyacı da askerî birlikîerce karşılanıyordu.282 Yurdun her yerinde oluşan Kuvay-i Milliye, Batı Anadofu'da da teşkilatlanmıştı. Batıda kurulan başlıca cepheler aşağıda gösteril­ miştir, A- BATI ANADOLU CEPHELERİ a) Urla Cephesi Yunanlılara karşı ilk direnme Urla'da başladı. 16 Mayıs 1919'da 800 kadar yerli Rum, Türk köylerine saldırdı. Buradaki Türk birlikleri duruma müdahale et­ ti. Yerli halk da silâha sarılıp, 120 kişilik bir milis kuvveti meydana getirerek Türk birliklerinin yanında yer aldı. b) Ayvalık Cephesi Batı Cephesinde Türk kuvvetlerinin ikinci direnme harekâtı Ayvalık'ta oldu. Buradaki alayın komutanı Ali Bey (Çetînkaya), İzmir'in Yunanlılar tarafından İş­ galinden sonra, Ayvalık'ın işgal edileceğini de anlamış olduğundan, kendi bölge­ sindeki bucak ve köylerde acele millî teşkilâtlar kuruldu. Alayındaki fazla silâh ve cephaneleri köylüye dağıtarak, 300 kişilik bir milis kuvveti meydana getirdi.283 27 Mayıs 1919’da liman dışında demirleyen Yunan gemileri komutanı, İngiliz temsilcisi vasıtasıyla Ayvalık'ı işgal edeceğini bildirdi. Karaya çıkan Yunan birlik­ leri, Türkierin karşı ateşi ile karşılaşmalarına rağmen, 29 Mayıs’ta Ayvalığı işgal ettiler. c) Ödemiş'dekİ Faaliyet Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami Bey'in yardımı ile burada Kuvay-ı Milliye teşkilâtı kuruldu. Jandarma Yüzbaşısı Tahir Bey, bu kuvvetlere komuta edecekti. Yüzbaşı Tahir Bey'in komutasındaki kuvvetler savaşa hazır durma getirildi. Yu­ nan kuvvetlerine karşı Ödemiş'te toplanan millî kuvvetler, Ödemiş'e saldıran iş­ galci Yunaklara karşı kahramanca savaştılar. Fakat üstün kuvvetler karşısında Ödemiş'i bırakmak zorunda kaldılar. Bundan sonra Yunan ilerleyişi devam etti. 5 Haziran 1919'da Akhisar'ı işgal eden Yunanlılara Kuvay-i Milliye kuvvetleri karşı koyarak direndiler. Bu direnmeler İngilizlerin müdahalelerine ve Yunanlıla­ rın İşgal ettikleri yerlerden bazılarından çekilmelerine yol açtı.284 282 Tuncer Baykara, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İstanbul 1991, s. 91 283 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul 1982, s. 235. 284 Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Türk İstikl3al Harbi, C. II. Batı Cephesi, l.nci kısım (15 Mayıs-4 Eylül 1919) Ankara. 1963, s. 125. X I. BÖLÜM d) Bergama Cephesi Bütün çabalar Yunan ilerleyişini durduramamıştı. 12 Haziranda Bergama işgal edildi. Ancak Balıkesir, Soma, Kırkağaç ve Akhisar'dan gelen Türk milisleri ve Yörük Ali Efe, Malkoç Köprüsü üzerindeki Yunan kuvvetlerine baskın yapa­ rak onlara büyük zararlar verdi. Yunanlılar bu bozgunların İntikamını, Mene­ men'de silâhsız Türklerİ katlederek aldılar. Kalabalık bîr Yunan kuvveti, Berga­ ma'ya yeniden saldırdı. Bu kalabalık Yunan kuvvetlerine karşı az sayıdaki Türk birlikleri, kenti savundu ama geri çekilmek zorunda kaldı.285 e) Aydın Cephesi Aydm'ın işgalinden kısa bir zaman sonra, Söke ve Aydın çevresinde 800 kadar Kuvay-ı Milliyeci toplanmıştı. Yunan kuvvetleri çok daha kalabalıktı. Bu­ nunla birlikte Yunanlılar, millî kuvvetlerle çarpışmak istemiyorlardı. Onun için Kuvay-i Milliye İle anlaşmak istediler. Mîllî kuvvetler onların isteklerini reddetti ve derhal Aydın'ı terketmelerlni İstedi, 28 Haziran'da Türk millî kuvvetleri sayı ve malzeme bakımından üstün olan Yunan kuvvetlerine bir darbe vurdular. Er­ tesi gün, savaş bütün şiddetiyle devam etti. Nazilli'de Yörük Ali Efe komutasın­ daki milis kuvvetleri ile Denizli milis kuvvetleri, yaptıkları sokak savaşları sonu­ cunda (30 Haziran'da) Aydın, millî kuvvetlerinin eline geçti. Türk kuvvetlerinin bir Yunan tümenini yenmesi, İtilaf Devletlerİ'nin naza­ rında Yunan ordusunun prestijini büyük ölçüde sarstı. Yunan Genelkurmayı bu durumu düzeltmek için 30 Haziranda, Yunan tümenine Aydın'ın ele geçirilmesi ve Büyük Menderes ırmağına kadar Herlenmesi emrini verdi. Kuvvetli bir Yunan tugayı Aydın'a saldırdı. Üstün Yunan Kuvvetleri karşısında Nazilliye çekilen millî kuvvetler, Demirci Mehmet Efe'nin de katılmasıyla güçlenerek, 17 Temmuz’da Yunan ilerleyişini durdurdu.286 B- DÜZENLİ ORDULARININ KURULMASI Üstün silâhlarla donatılmış teşkilâtlı işgal kuvvetlerine karşı, çete savaşları yaparak başarı kazanmak mümkün değildi. Bunun için TBMM Hükümeti, Kuvay-i Milliye'nin düzenli bir orduya çevrilmesini kararlaştırdı. Bu yolda çalışmalar yapılır­ ken, Kuvay-i Milliye kumandanlarından Ethem Bey’in hareketleri ve davranışları tehlikeli olmaya başlamıştı. Anadolu'da çıkan ayaklanmaların bastırılması ve Anzavur isyanındaki başarıları Ethem Bey'i gururlandırmış, bundan dolayı da Mus­ 28i Hamza Eroğlu, A. g. e, s, 235, Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam C. II. 266 Selahattin Tansei, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C. Iıı, s. 193-260. Enver Behnan Şapolyo A. g. e. s. 54-59. A tatürk tikeleri ve Türk İnkılap Tarihi tafa Kemal Paşa dahil diğer millî mücadelecilere karşt bir tavır takınmaya başla­ mıştı.287 Ayrıca Ethem Bey ve kardeşleri "Yeşil Ordu" denilen bir dernekle de te­ masta bulunuyorlardı. Yozgat isyanının Ethem Bey tarafından bastırılmasından sonra, bu derneğin üyeleri Ethem Bey ve kardeşlerine düzenli ordu ile iş yapıla­ mayacağını telkin etmeye başlamışlardı. Bütün bunları TBMM hükümeti biliyor, ancak ses çıkararmyordu. Nedeni de Ethem Bey'in kuvvetlerinden faydalanmak düşüncesiydi. Ayrıca Ethem Bey'in kuvvetleri gittikçe arttığı için, bundan endişe duyuluyordu. 1920 yılının ortalarından itibaren TBMM Hükümeti, düzensiz or­ du fikrini ve siyasetini terkederek, Batı cephesini ikiye bölüp Güney cephesi ko­ mutanlığına Refet Beyi (Bele), Batı cephesi komutanlığına da İsmet Bey'i (İnönü) atadı. Bir süre sonra, batı cephesi Komutanı İsmet Bey ile Ethem Bey arasında an­ laşmazlık başladı. Batı Anadolu'da daha önceleri Yunanlılara karşı direnmede hizmeti görülmüş olan Ethem Bey, Batı Cephesi komutanlığı emrine girmeyi ka­ bul etmedi. Mustafa Kemal Paşa bu olayla yakından ilgileniyordu. Ethem Bey ile Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey'i barıştırmak istedi. Ancak bütün çabalara rağmen bundan bir sonuç alamadı. Ethem Bey, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet'in (İnönü) emrine girmek istemiyordu. Sonunda Ethem Bey isyan etti ve düzenli ordu karşısında yenilerek bölgeden ayrıldı. Böylece Ethem Bey kuvvetleri (Kuvay-ı Seyyare) ortadan kaldırıldı. Bütün millî kuvvetler, “TBMM orduları" adı altında birleştirildi.288 C- i. İN Ö N Ü SAVAŞI Ethem Bey'in başkaldırmasından faydalanan Yunan kuvvetleri, Bursa ve Uşak'tan Eskişehir ve Afyon yönünde harekete geçtiler. Bursa yönünden ilerle­ yen Yunan kuvvetleri, İnönü mevzilerine, yakındı.289 Bu sırada Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet İnö­ nü'nün savaş için elde mevcut bütün kuvvetleri İnönü cephesine sevketmek dü­ şüncesini uygun bulmuştu. Genelkurmay Başkanlığı da Ankara ve çevresinde oluşturulmakta olan yeni düzenli birlikleri İnönü'ye göndererek Batı Cephesini güçlendirmeyi kararlaştırdı.290 387 283 289 290 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İstanbul 1966, s. 161 Atatürk Nutuk, İstanbul, 1938, s, 356-357, Hamza Eroğlu, A. g, e. s. 213-215. Sabahattin Selek, Millî Mücadele II, S, 92, Enver Behnan Şapolyo, A. g. e. s. 66-70 Ahmet Mumcu, Türk Devriminİn Temelleri, s. 81. X I. BÖLÜM Taarruz eden Yunanlılar yer yer bazı ilerlemeler gösterdilerse de karşı mîllî kuvvetlerin taarruzu ve saldırılarıyla oldukça yıprandılar. İnönü mevzilerine karşı başlayan Yunan taarruzları şiddetli topçu ateşi iie sürdü. Ancak buna Türk as­ kerleri, başarı ile karşı koymuşlardı. Yunanlılar fazla kayıp vermiş ve sarsılmış ol­ duklarından ilerlemeye cesaret edememiş ve Bursa civarındaki eski mevzilerine çekilmek zorunda kalmışlardı. Çetin şartlar altında geçen bu savunma muharebesinde Türk askerlerinin moral gücü yükselmiş, Mustafa Kemal'in ve düzenli ordunun ilk başarısı sağlan­ mış, Albay İsmet generalliğe yükseltilmişti. Diğer taraftan İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşmasını yumuşatmak amacıyla Londra'da bir konferans toplamayı kararlaş­ tırmışlardı.291 I. İnönü zaferinden sonra Afganistan ve Sovyetler Birliği TBMM Hükümetini tanımışlardır. D- LONDRA KONFERANSI İtilaf Devletleri, Londra'da Yunanistan ve Türkiye'nin de çağrılacağı bir konferans toplanmasına karar verdiler.292 Kararlaştırılan barış düzeninin yeniden gözden geçirilmesini, İtilaf Devletlerinin Türkiye'ye teklif etmeleri anlamlıydı. Türkiye açısından daha da İlgi çekici yönü, Konferansta Osmanlı hükümetini temsil edecek heyete Mustafa Kemal veya temsilcilerinin de katılması şartının açıkça belirtilmesiydi. İngiltere, Mustafa Kemal'i kuvvet yoluyla alt edemediğine göre, diplomasi yoluyla aynı sonucu sağlaması daha kolay olabilirdi. Sadrazam Tevfik Paşa, İtilâf Devletlerinin davetini Ankara Hükümetine ilet­ ti. Mustafa Kemal ise İtilâf Devletlerinin böyle bir davetle yanlışlık yaptığını, İs­ tanbul'da artık bir hükümet olmadığını, tek hâkim ve hukukî otoritenin TBMM'de olduğunu, çağrının da yalnızca Ankara hükümetine yapılması gerek­ tiğini bildirdi.293 Mustafa Kemal, yolladığı telgrafta, Londra'ya İki ayrı heyetin gitmesinin sakıncalarını belirttikten sonra, İstanbul'un TBMM'ni tanıdığını ilân etmesi ge­ rektiğini yazmaktadır.294 İstanbul hükümetinden gelen telgrafta ise, İstanbul Hükümetinin, İstanbul ve Anadolunun birleşmesini sağlamaya çalıştığı ve Ankara'nın Konferansa do­ laylı olarak davet edilmesinin doğal olduğu belirtiliyordu. Ayrıca, İtilâf Devletie- 291 292 293 294 Ergüri Aybars, A. g. e. s. 270,İslam Ansiklopedisi, Atatürk Maddesi, s. 752. Harp Tarihi VesikalarıDergisi, Sayı 54, Belge 1247. Nutuk, 2, s. 87. Nutuk, 2, s. 88. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi rinin temsilcileri İstanbul'da bulunuyordu. Şimdiye kadar Anadolu'yu tanımayı bile gereksiz bulan Avrupa hükümetlerinin, Anadolu temsilcilerinin konferansa katılmalarını şart koşmaları, memnunluk vericidir. Bir şekil sorunu yüzünden bu önemli fırsatı kaçırmak doğru olmazdı. Tevfik Paşa, "zaten aramızda birleştiği­ miz ilân edildikten sonra delegelerimiz ayrı gayrı değil bir bütün olur" diyordu. Konferans sonuçsuz kalsa bile Türk isteklerinin Avrupa'ya duyurulması bakımın­ dan yarar sağlayacaktı. Türk tarafı Konferansa katılmadığı takdirde, Yunanlıların İddiaian cevapsız kalacak, bu da Türkiye'nin aleyhine olacaktı. İstanbul hükümetine göre, İşte bu nedenlerle Ankara, temsilcilerini hemen İstanbul'a göndermeliydi. Mustâfa Kemal, Tevfik Paşa'ya verdiği cevapta 20 Ocak 1921 tarihli Ana­ yasa metnini bildirerek, buna aykırı hareket etmenin mümkün olmadığını belirt­ ti. Anayasa'nm 7. Maddesi "...muahede ve sulh akdi ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye, Büyük Millet Meclisi'ne aittir..." demekteydi.295 Tevfik Paşa'yla Ankara arasında başka yazışmafar da oldu. Ankara, Lond­ ra'ya yalnızca TBMM hükümetince seçilecek temsilcilerin gönderilmesinde ve bu heyetin bütün Türkiye adına konuşma hakkına sahip bulunduğunun İstanbul hükümetince İtilaf Devletleri'ne bildirilmesinde ısrar ediyordu. Tevfik Paşa da İs­ tanbul Hükümetinin görüşlerini tekrarlıyordu. Bu yazışmalar sırasında Ankara Hükümetin' Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet, temsil etmek üzere Antalya üzerinden Roma'ya hareket etmişti. İtal­ yan Dışişleri Bakanı TBMM Hükümetinin Londra Konferansına resmen davet edildiğini bildirince heyet, Roma'dan Londra'ya geçti.296 İstanbul Hükümeti, Ankara'nın lehine toplantıya katılmaktan çekilmemişti. Fakat müttefik devletler, Konferansın yapılmasını sağlamak için An kam hükümetini doğrudan davet etmek zorunda kalıyorlardı. Böylece Mustafa Ke­ mal, Ankara hükûmeti'nin müttefiklerce dolaylı tanınması anlamına gelebilecek bir başarı elde etmiş oluyordu. İstanbul ve Ankara heyetleri Londra'ya ayrı ayrı geldiler. 21 Şubat’ta açıl­ ması kararlaştırılmış olduğu için, Konferans o gün toplandı ve önce Yunanlıları dinledi. İngiltere Başbakanı Loyd George, Yunanlılardan yana bir tutum içindey­ di. Konferansın ikinci oturumunda, iki Türk heyeti, batıkların büyük hayreti önünde, birlikte göründüler ve tam bir uyum hâlinde hareket ettiler. Sadrazam Tevfik Paşa, Türkiye adına konuşma hakkını, Ankara heyetinin başındaki Dışişle­ 295 Selahattin Tansel, A. g. e. C. IV. S. 30-33. 296 Sefahattin Tansel, A. g. e. s, 34, X I. BÖLÜM ri Bakanı Bekir Sami Bey'e bıraktı. Tevfik Paşa'nın bu davranışı, hem İstanbul Hükümetinin Türkiye hakkında söz sahibi olmadığını İtilaf Devletlerinin önünde açıkça ititraf etmesi, hem de İtilaf Devletlerinin Türk Milliyetçileriyle anlaşmak eğilimini güçlendirmesi bakımından önem taşımaktadır. İngiltere de bundan sonra karşılarındaki esas gücün Ankara hükümeti olduğunu anlamış oluyordu.297 Türk teklifleri; Batı Trakya'nın Türkiye'ye bırakılmasını, İzmir'in işgaline son verilmesini, İstanbul'daki yabancı askeri kuvvetlerin geri çekilmesini ve boğaz­ larda Türk hâkimiyetinin tanınmasını öngörüyordu. Türk heyeti malî ve ekono­ mik bağımsızlık üzerinde de durmuştu. Ermenistan sınırının iki taraf arasındaki sorunların Gümrü Antlaşmasıyla çözüme bağlanmış olduğunu; "Kürdistan Soru­ nu" diye ayrı bir konuyu kabül etmediğini ve Millî Misak ilkelerine göre bir barış yapmaya Türkiye'nin hazır olduğunu bildirmiştir.298 İngiltere (Lloyd George), Fransa (Briand) ve İtalya (Kont Sforza), Türkiye ve Yunanistan için arabuluculuk yapmak istediklerini, Barış antlaşmasında Türki­ ye'nin lehine değişikliğe hazır olduklarını bildirdiler. Müttefikler yeni bir teklif tasarısı getirdiler ve tarafların kararlarını hemen değil, konferanstan dört hafta sonra bildirmelerini istediler. Bu tasarı, Sevr Antlaşması'nda sadece önemsiz bazı değişiklikleri öngörü­ yordu. Millî Misakı temel almayan bu önerilerin Ankara tarafından kabul edil­ mesi beklenemezdi. Türk heyeti, Londra'dan ayrıldıktan sonra henüz yoldayken, Yunan Ordusu Anadolu'da büyük bir saldırıya geçiyordu. Bu da Yunanistan'ın cevabıydı.299 Böyiece Londra Konferansı, barış sağlayamadan sonuçlanmış oluyordu. Ancak, bu sonuç bile, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı Ankara için siyasal bir zafer sayılabilirdi. E- İKİNCİ İN Ö N Ü SA VA ŞI Londra Konferansı'nın kararlarını kabul etmeyen ve Sevr Antlaşmasında hiçbir değişiklik yapmak istemeyen Yunan hükümeti, taarruza karar verdi. Türk delegeleri Londra'dan ayrılmadan, Yunanlıların taarruza geçmeleri Fransa ve İtaiya'da iyi karşılanmadığı gibi, İngiliz Avam Kamarasında da eleştirilere neden oldu.300 297 293 299 303 İbnül Emin Mahmtıd Kemal inat, s. 1736, Utkan Kocatürk, Türkiye Kronolojisi, s. 238 Türk İstiklâl Harbi, s. 262, TBMM. Zabıt Ceridesi, C. 9 s. 66 Selahattin Tansel, A.g. e. s. 36-42. Selahattin Tansel, A.g. e s. C IV, 72-77, e. Aybars, A. g. e. s. 279. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Türk Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Yunan ordusunun Bursa'dan Eski­ şehir'e ilerleyeceğini tahmin etmişti. O, Bursa-İnönü yönünde ilerleyecek düş­ man grubunu yenmek ve Afyon cephesinde oyalama muharebesi yapmak isti­ yordu. Vatahapulos komutasındaki Yunan kuvvetleri, Bursa'dan harekete geçti. Yunanlılar Önemli bir dirençle karşılaşmadan Söğüt-Karaköy hattına vardı. Uşak'tan ilerleyen bir Yunan kolordusu da Dumiupınar'dan Afyon'a doğru ilerledi ve Afyon'u işgal etti.301 Mustafa Kemal Paşa, Güney Cephesindeki sevk ve idareyi iyi görmüyordu. Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalar düşmanın doğuya doğru gitmesinden faydala­ narak, kuzeydeki düşman kuvvetlerine darbe vurmaya karar vermişlerdi. 27 Mart günü İsmet Paşa, İnönü mevzisinin sağ kanadını tutmuştu. Üç kol hâlinde ilerleyen Yunan kuvvetleri, Türk birlikleriyle karşılaştı. 30 Mart 1921'de Yunanlıların taarruzları her yerde püskürtüldü. Yunanlıların Alay Komutanı da ölüler arasındaydı. İnönü mevzilerini tutan Türk askerlerince yapı­ lan taarruzlar, Yunanlıları sarsmıştı. Sonunda Yunan kuvvetlen çekilmek zorunda kaldı. Olay üzerine Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'ya gönderdiği telgrafta "Siz orada düşmanı değil, milletin makûs talihini yendiniz" diyordu. Türk birliklerinin saldırısı karşısında güçten düşen Metristepe'deki 10. Yunan Tümeni, 31 Mart gecesi cepheyi boşaltarak geri çekildi. 1 Nisan 1921 sabahı Türk birlikleri toplu bir karşı saldırı başlatarak, Yunanlıları tutundukları mevzilerden geri atmaya baş­ ladılar. Yunan Tümeni büyük kayıplara uğrayarak, güçlükle İnegöl'e çekildi. Bir Yunan Süvari Alayı ise yok edildi.302 II. İnönü Savaşı olarak bilinen bu zafer, Millî Mücadele'nin gelişmesine önemli katkılar sağladı. Bu savaş sonrasında Fransa, Ankara ile anlaşmanın yolla­ rını aramaya koyuldu. Gelişmeler İngiltere'yi, Yunan saldırılarının geleceği konu­ sunda kuşkuya düşürdü. Ayrıca Yunanlıların Londra Konferansı kararlarını hiçe sayarak saldırıya geçmeleri de İtilaf Devletlerini kaygılandırdı. İngiltere Başbaka­ nı Churchill bu olaydan sonra, İngiltere'nin izleyeceği tutumu "artık askerî ma­ ceraya atılmama" biçiminde değerlendiriyordu. İtilâf Devletlerinin Millî Müca­ deleye karşı tutumlarını değiştirmeye başladıklarının en önemli göstergesi, İtai- 301 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 53, Belge 1230, Enver Behnan Şpolyo, A. g. e. s. 81-82. 302 İsmet İnönü, Millî Mücadele, 18 Mayıs 1968 tarihli Ulus Gazetesi, Atatürk, Nutuk, 1938, s. 414-415. X I. BÖLÜM ya'ntn II. İnönü Savaşı’nın hemen ardından, (Mayıs 1921'de) Ege ve Akdeniz bölgelerindeki işgali kaldırması oldu.303 Vi- SEVR AN TLA ŞM ASI Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra, İtilaf Devletleri, sonuç belgesi niteliğinde bîr barış antlaşmasını gündeme getirdiler. Anadolu'da Millî Mücadele'nin gittikçe güçlenmesi, İtilaf Devletlerinin çabalarını daha da hızlan­ dırdı. İtilaf Devletlerinin fiilen İstanbul'u işgal ederek Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın dağılmasına sebep olmalarından kısa bir süre sonra, San Remo Konferansı toplandı. Toplantıda hazırlanan ve ağır hükümler taşıyan barış plânı, büyük bir baskı altında tutulan İstanbul Hükümetine 11 Mayıs 1920 tarihinde sunuldu. Güçsüz İstanbul Hükümeti bir süre uzlaşma yolları aradıktan sonra, Anadolu ve Trakya’daki Yunan ve İngiliz askerî harekâtının genişlemesinin ya­ rattığı baskının etkisiyle, barış plânına boyun etmek zoruna kaldı.304 Barış antlaşması Fransa’nın Sevr kentinde 10 Ağustos 1920'de im­ zalandı. Antlaşmaya göre, Batı Trakya'nın tümü ile, Doğu Trakya'nın Bü­ yük Çekmece yakınlarına kadar olan büyük bir bölümü Yunanistan'a verili­ yordu. İzmir ve çevresi şeklen Osmanlı hâkimiyetinde kalmakla birlikte, bu­ ranın yönetim hakkı da Yunaniılar'a veriliyordu. Diğer taraftan Doğu Ana­ dolu'da bağımsız bir Ermeni Devleti kurulacaktı. Ülkenin güney sınırları (Çukurova, Antakya, Antep, Urfa ve Mardin) Fransa'ya kalacaktı. İstanbul ve Çanakkale Boğazları bütün devletlerin ticaret ve savaş gemilerine açık tutulacak, güvenliği boğazlar komisyonu tarafından sağlanacaktı. Antlaşma, İtilaf Devletlerine adlî, kültürel ve ekonomik kapitiiâsyonlarla ayrıcalıklar tanıyor, Türk askerî gücü ise asgariye indiriliyordu.305 Antlaşmayla umduklarını bulamayan Fransa ve İtalya'yı tatmin etmek için İngiltere'nin de katılmasıyla gene Sevr'de aynı gün üçlü bir sözleşme imzalandı. Bu sözleşme, Fransa ve İtalya'ya Anadolu’nun Türklere kalan topraklarının büyük bir bölümü üzerinde ekonomik nüfuz bölgeleri tanıyordu. Dolayısıyla geri kalan topraklar üzerinde bağımsız ve hâkim bir devletin yaşayabilmesi imkânı da orta­ dan kaldırılıyordu. 303 İsmet İnönü, Millî Mücadele, 19 Mayıs 1968 tarihli Ulus Gazetesi, 3W Taner Baytok; Ingiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1970. S. 105-110, Galip Kemali Söyiemezoğlu; Başımıza Gelenler, İstanbul 1939. S. 208-210. 305 Nihat Erim; Devletlerarası Hukuku ve Siyasal Tarih Metinleri, Ankara. 1953, s, 525-691, Y. T. Kurat; Osmanlı İmparatorluğunun Paylaşılması, s. 103 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Sevr Antlaşması'nm, taraf devletlerin yetkili organlarınca onaylanması ge­ rekiyordu. Meclis-î Mebusan 16 Mart 1920'de işgal ve baskılar nedeniyle faali­ yetlerine son vermişti, Ankara'daki TBMM ise antlaşmaya kesin olarak karşı çı­ kıyordu. Bu nedenle Sevr Antlaşması, Türkiye tarafından onaylanmadı. Batılı Devletler arasında da Yunanistan'dan başka antlaşmayı onaylayan çıkmadı. Ölü doğan antlaşma, hukukî geçerlilik kazanamadı ve Millî Mücadele sayesinde yü­ rürlüğe giremedi. TBMM ise Türk vatanını parçalamaya yönelik olan Sevr Antlaşmasını millet adına reddetmiştir. Bundan dolayı da Sevr, bir proje olarak kalmıştır. Fakat bu antlaşma, TBMM ve Türk Milletinin bağımsızlık duygularını kamçılamış, Batılı devletlerden yardım bekleme ümitleri boşa çıkmış ve Mustafa Kemal'in etrafın­ da toplanmalar artmıştır. Bunun sonucu olarak da Türk milleti Millî Mücadeie'yİ kazanmıştır. VII- İSTİKLÂL AAARŞI'NIN KABULÜ Yeni kurulan Türk Devleti'nin henüz bir millî marşı yoktu. 1921 yılı başları­ na gelindiğinde üzücü olaylar yaşanmış, milletin kahramanlığı büyüklüğü açıkça ortaya çıkmıştı. Ancak, bunları dile getiren bir millî marş, henüz yazılmamıştı. Bu durumu göz önüne alan Maarif Vekâleti, Millî Mücadeîfe'nin anlam ve önemini belirtecek, bağımsızlık isteğimizi bütün dünyaya duyuracak bir marşın yazılması için yarışma açmıştı. Ödül konduğu için yarışmaya katılmayan Meh­ met Akif Bey'in "Kahraman Ordumuza" ithaf ederek yazdığı ve hepimizce bili­ nen şiir, Bakanın başvurusu ve TBMM'nin kabulü ile Millî Marş olarak seçildi (12 Mart 1921). Daha sonra bu şiir, Zeki Üngör tarafından bestelenerek bugün­ kü şeklini aldı (1930). VIII- SAKARYA SAVAŞI li. İnönü Savaşı'ndan birkaç ay sonra, Uşak üzerinden gelen birliklerle güç­ lenen Yunanlılar, Afyon'u yeniden işgal ettiler. Kütahya ve Eskişehir Savaşlarını kazanarak, buraları işgal edip Türk ordusunu bozguna uğrattılar. Yunanlılar bu başarılarını dünya ajanslarına kesin bir zafer olarak yaydılar.306 Cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa, kuvvetlerimizin bozguna uğrayıp yok olmasını önlemek için, ordunun Sakarya ırmağının doğusunda tutulmasını em­ retti. Afyon'dan Konya yönüne ilerleyen Yunanlılar, Haymana'ya kadar geüp Ankara'yı kuşatmayı plânlıyorlardı. 306 Selahattin Tansel; A. g. e, C. IV, S. 91-104 X I. BÖLÜM Kütahya ve Eskişehir yenilgisi, TBMM gizli oturumunda ele alındı. Resmî Arşivin Kayserİ'ye taşınması kararlaştırıldı. Bir milletvekili heyetinin, ordunun moralini yükseltmek üzere Batı Cephesine gönderilmesi uygun görüldü. Sakarya irmağı'nın doğusuna çekilen Türk Ordusu, toparlanmaya başladı. Geniş bir sahaya yayılmış olan Yunan ordusu ise, gittikçe zayıflıyordu. Genel­ kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Erzurum'dan bir tümenin daha Batı Cep­ hesine katılmasını istedi.307 Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilmesi, hem ordunun manevî varlığını sarsacak, hem de büyük bir ülke parçasını geçici de olsa, düşmana bırakacak bir durum ortaya çıkardı. Bunun sorumluluğunu Devlet Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa üstlenmişti. Bu savaşta orduyu zamanında Sakarya gerisine çekmek karar ve sorumluluğunu üzerine alarak "Vaziyeti muhakeme ederken, tedbirler düşünürken, acı dahi olsa gerçeği görmekten bir an geri kalmamalıdır" diyen Mustafa Kemal, sonradan yapılan taarruzlarla memleketi kurtarmak imkânını sağ­ lamış oldu.308 Türk ordusunun Sakarya gerisine çekilmesi, halkın morali üzerine hissedile­ cek derecede bir sarsıntı meydana getirdi ve TBMM'inde bunun üzerine ciddî tartışmalar yapıldı. Mustafa Kemal'in muhalifleri, "Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu harekâtın bir sorumlusu vardır. O nerededir? Onu göremiyoruz. Bu günkü üzücü durumun gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik" şeklinde eleştiriler yaptılar. Birçok milletvekili, Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun başına geçmesini istemeye başladı. Bu düşüncede olanların bir kısmı, artık ordunun tamamen yenildiğine, durumun düzeltilmesine İmkân kal­ madığına, güdülen millî davanın kaybedildiğine inanmışlardı. Bundan dolayı duydukları hiddeti Mustafa Kemal'den çıkarmak istiyorlardı. Bir kısım kimseler de Mustafa Kemal'e olan sonsuz güvenlerinden dolayı samimî olarak onun or­ dunun başına geçmesinde fayda görüyorlardı. Bazı milletvekilleri ise bunu tehlikeli bularak, ordu başarısızlığa uğrarsa, son ümidin de yok olduğu şeklinde halkta bîr düşünce uyandırabileceğini, bundan dolayı da Mustafa Kemal'in, askerin başına geçmesi zamanının gelmediğini ileri sürüyorlardı. TBMM'de yapılan tartışmalar sonucunda son çare olarak, Mustafa Kemal'in ordunun başına geçmesi gerektiğine karar verildi. Başkomutanlık gö­ revine başlayan Mustafa Kemal, karargâhını kurarak, topyekün savaş prensipie- g. 307 Hamza Eroğlu; A. e. s. 246-247 303 Atatürk; Söylev ve Demeçler, I, İstanbul 1945. s. 169 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi rine adeta temel oluşturan Tekalifi Milliye emirlerini yaymaya başladı.309 Bunlar­ la memleketin bütün kaynaklarından ordunun faydalanmasını sağlayacak her türlü önlemleri aidi ve bu emirlerin yerine getirilmesini takip etmek üzere İstiklal Mahkemeleri kurdu. Kendisi de PolatlI'daki cephe karargâhına giderek ordunun başına geçti. Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun yerleştiği cephede, Yunan saldırısına ne şekilde ve nerelerde karşı konulacağını ve muhtemel çarpışma alanlarını tesbit ettikten sonra, zaferi Türk ordusunun kazanacağına inanmıştı. Yunan or­ dusu saldırıya başladı. Birçok kanlı çarpışmalar oldu. Düşman ordusu, savunma hattımızı birden yarmaya çalıştı ise de bunda başarılı olamadı. Sakarya Meydan Savaşı 100 km. uzunluğundaki bir cephe üzerinde yapılıyordu. Savunma hatla­ rımız, yer yer kırılıyordu. Fakat yarılan savunma hatları, en yakın mesafede ye­ niden kuruluyordu. Mustafa Kemal Paşa, Türk savunma hattının birkaç yerden kesildiğini duyunca, tarihe “ Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile sulanma­ dıkça terk olunamaz", emrini vererek, vatanın her karış toprağı için savaşmayı emrediyordu.310 10 Eylül 1921'de genel taarruza geçen Türk Ordusu, bir gün sonra Yunan kuvvetlerini Sakarya batısına atmayı başarmıştı. Yunan kuvvetleri başkomutan vekili General Papuias, birliklerine geri çekilme emrini verdi. 12 Eylül 1921 gü­ nü, Sakarya Zaferi'ni kazanan ordu ve milletimiz, haklı olarak günlerce süren coşkulu şenlikler yaptı. 13 Eyiül'de Sakarya irmağı'nın doğusunda hiçbir Yunan kuvveti kalmadı. Fakat Türk ordusunun, düşman ordusunu gerektiği şekilde ta­ kip etmesi de mümkün olmadı. Çünkü*Türk Ordusunun o günkü durumu, şart­ ları ve ulaşım araçları buna yeterli değildi. Ayrıca Yunan Ordusu çekilirken her tarafı yakıp-yıkmış ve insanlarımızın birçoğunu da kadın-erkek ayırımı gözet­ meden vahşi cinayetlerle yok etmişti. 23 Ağustos'ta başlayıp 13 Eylül 1921'e kadar 22 gün 22 gece aralıksız de­ vam eden bu kanlı savaşta ordumuz, 350 subay ve 2900 eri şehit vermiş olup, 800 subay ile 1300 erimiz de yaralanmıştı. Yunan kuvvetlerinin verdiği kayıp ise bizimkinin üç katı idi.311 Kazanılan bu büyük zafer, yurdun her yanında çeşitli şenliklerle kutlanır­ ken, aynı zamanda birer milletvekili olan Fevzi (Çakmak) Paşa ile İsmet (İnönü) 309 TBM M Zabıt Ceridesi, C. 12, S. 18, Sefahattin Tansel A. g. e. C. İv, s. 101-102. 310 Sefahattin Tansel; A. g. e. C. IV, s. 109-110. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I. s. 176. Nutuk 2, s. 132. 311 Sefahattin Tansel; A. g. e. C. IV, s. 106-107. X I. BÖLÜM Paşa, 14 Eylül 1921'de TBMM Başkanlığına bir önerge vererek, Sakarya zaferi­ nin büyük kahramanı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya en büyük askerî rüt­ be olan Müşirlik (Mareşal) rütbesi ile Gazilik unvanının verilmesini istediler. TBMM, 19 Eylül 1921'de çıkardığı 153 sayılı kanun ile bu isteği uygun bularak, kabul etti.312 Sonuç olarak Sakarya savaşı, Yunanistan açısından ağır sonuçlara yol açtı. Gerek halk arasında, gerek ordu içinde barış isteyenlerin sayısı hızla arttı. Yunanistan'da siyasî İktidar kavgası şiddetlendi ve İtilaf Devletleri Yunanistan'ı Ankara Hükümeti ile barış yapmaya zorladılar. Türkiye, Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Antlaşmasını pekişti­ ren Kars Antlaşmasını 13 Ekim 1921'de imzaladı. Galipler Türkiye ile dost­ luk kurmak ve Türkiye-Suriye sınırını tesbit etmek üzere, İskenderun ve Antakya sancağına kültür muhtariyeti tanıyarak, 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşmasını imzaladı. İngiltere de Sakarya zaferimiz üzerine, 23 Ekim 1921'de İstanbul'da imzaladığı esirlerin değiştirilmesi antlaşması ile resmen Ankara Hükümetini tammış oluyordu. Bu zafer ile Yunan ordusunun taarruz gücü kırılmış ve bundan sonra Yunan­ lılar savunmaya geçmiştir. Son olarak, kesin bir zaferin hazırlıkları yapılmak üzere, ordunun yetiştirilmesi işi önemie ele alınmış be bu yönde çalışmalar başlamıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine Başkomutanlık yetkisi, yeni bir kanun­ la üç ay daha uzatılmıştır.313 Bazı tarihçiler de bu zaferimizi Malazgirt ve Miryokefaion savaşları gibi büyük bir zafer olarak değerlendirmektedirler. Ayrıca II. Viyana Savaşından son­ ra devamlı olarak Avrupa devletlerinin önünde yenilgiye uğrayarak çekilmek zo­ runda kalan Türk Milletinin, bu savaşta batılı devletleri durdurduğu gözden \ş zak tutulmaması gereken bir konudur. IX- BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKOM UTANLIK M EY D A N SAVAŞI (26-30 Ağustos 1922) Sakarya Muharebeleri esnasında Başkomutan Gazi Mustafa Kemai Paşa'nın çıkarttığı Tekâlif-i Milliye Kanunu" ile millet, elinde bulundurduğu nakit parasını ve malının %40'ını ordumuzun emrine vermiştir. Sakarya Savaşını ka­ zanan ve moral gücü yükselen Türk ordusu, cephanesi azaldığı ve elinde yeterli araç-gereç bulunmadığı için, geri çekilen Yunan kuvvetlerini takip edememişti. 312 TBM M Zabit Ceridesi, C. 12. s. 262, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 58, Belge 1325. 313 Hamza Eroğlu, A. g, e, s. 250-252 Utkan Kocatürk; Türkiye Kronolojisi, s. 284. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Bu sırada Ankara, yeni siyasî faaliyetlere sahne olmaya başlamıştı, Ukray­ na'dan bir elçilik heyeti Ankara'ya geldi. İki devlet arasında yapılan görüşmeler sonunda, TBMM Hükümeti ile Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti arasında bir antlaşma imzalandı. Birkaç gün sonra da Mustafa Kemal Paşa Buhara'dan gelen siyasî temsilcileri kabul etti. Sakarya Zaferi sonunda, düşmanın Anadolu'dan tamamen kovulabılmesi için, en az onun gücüne yakın bir güce sahip olmak gerektiği iyice anlaşılmıştı. Bu, Sakarya Muharebelerine katılan Batı Cephesi birliklerinin asker ve silâh gü­ cünün iki katı bir kuvvet demekti. Genel seferberliğin ilânı ile savaşçı sayısının arttırılmasına başlanılmıştı. Yeniden silâh altına alınanlarla bir yandan birliklerin kayıpları gideriliyor, ancak bu pek kolay olmuyordu. Bu yüzden istenildiği kadar iyi gitmiyordu. Tenkitlere rağmen TBMM İkinci defa Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlık görevini üç aylık bir süre için yeniden uzattı.314 İtilaf Devletlerinin Dışişleri Bakanlan, Türkiye ve Yunanistan hükümetlerine bir mütareke teklifinde bulunuyordu. Buna göre; Türklerle Yunanlıların üç ay için ateşkesi kabul etmeleri ve bu arada askerden arındırılmış bir bölge oluştu­ rulması isteniyordu. TBMM Hükümeti bunu kabul etmediğini bildirince, İtilaf Devletleri Sevr Antlaşmasını hafifleten şu barış şartlarını ileri sürdüler: İzmir ile Batı Anadolu Türkiye'ye iade edilecek, Tekirdağ hariç Trakya Yunanistan'a verilecek, Türki­ ye'de askerlik zorunlu olmayacak ve doğuda bir "Ermenistan" devleti kurula­ caktı.315 Misak-ı Miilî'yi ana hedef olarak belirlemiş olan TBMM Hükümeti, bu tek­ lifi kabul edemezdi. Türkiye, Misak-ı Mİllî'nin kabulünü İtilaf Devletlerine teklif ederek, onların bu önerisini reddetti, Bu sırada Türk Ordusu, I. ve il. Ordu Komutanlığı adı altında iki kolda top­ lanmış ve taarruz hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlık yetkisi önce üç ay, daha sonra da süresiz uzatıldı.316 Ankara'dan ayrılarak Akşehir'de cepheye gelen Gazî Mustafa Kemal Paşa, burada gerekli denetimleri yaptı. Bu sırada İstanbul'dan Anadolu'ya kaçırılan ve ayrıca Doğu cephesinden getirilen silâhlarla ordunun durumu güçlenmişti. Teka- 314 Sefahattin Tansel; A. g, e. C. IV, s. 114-152, Hamza Eroğîu, A. g. e. s. 252-257, Fahri Belen; Büyük Türk Zaferi, Afyon'dan İzmir'e, İstanbul, 1970, s. 1 315 Atatürk, Nutuk, İstanbul. 1938, s. 474, Hamza Eroğlu; A. g. e. s. 254. 316 Atatürk, Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 478. X I. BÖLÜM lifi Milİiye Kanunu üe millet de imkânlarının önemli bir kısmını ordunun emrine vermişti. Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşalar, hazırlanan taarruz plânını bir defa daha incelediler. Genel Taarruza geçilmek üzere, bütün hazırlıkların tamamlan­ masını kararlaştırdılar. Mustafa Kemal Paşa, Ağustos 1922 başında Yunanlılara taarruz edileceğini bildirdi. 20 Ağustosta gizlice cepheye gelen Gazi Mustafa Kemal, durumu ko­ mutanlarla değerlendirmiş ve 26 Ağustos'ta taarruza geçileceğini bildirmiştir.317 Büyük taarruz, 26 Ağustos sabahı erken saatlerde bir baskın şeklinde baş­ lamış ve Yunanlıların üstün kuvvetlerine karşı taarruzun daha ilk gününde Yu­ nan Cephesi yarılmıştır. Büyük Taarruz Sırasında Türk ve Yunan Kuvvetlerin Durumu:318 Tüfek (Yaya) Kılıç (Süvari) Ağır Makinalı Tüfek Hafif Makinalı Tüfek Top Uçak Türk Kuvvetleri Yunan kuvvetleri 85,000 5.280 840 2.025 320 10 90.000 2.800 1.280 3.140 418 50 Yunanlılar, tuttukları mevzileri bırakarak çekilmeye mecbur kaldılar. Yunan kuvvetlerinin önemli bir kısmı da Aslıhanlar civarında perişan edildi, Yunan or­ dusunun önemli bir kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar'da Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat idare ettiği Başkomutanlık Meydan Savaşında büyük kıs­ mı yok edilmiş, kalanlar ise esir alınmıştır (30 Ağustos 1922). Yunan Ordusunun Başkumandanı General Trikopis, savaş meydanından kaçmayı başarmış, ancak iki gün sonra Türk kuvvetlerince esir alınmıştır. Böylece Türk ordusu, tasarladığı sonucu beş günde elde etmiş bulunuyordu. Gazi, 1 Eylül 1922'de şu ünlü emrini vermiş, "Ordular, ilk Hedefiniz Akdenizdir, İleri..." diyerek İzmir'i hedef göstermiştir.319 317 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı 60, Belge 1367, Sefahattin Tansel A. g. e, C. iv. s. 153-160. . 318 Büyük Taarruz 70, Yıl Armağanı, Genelkurmay Başkanlığı Yayını, Ankara 1992, s. 105-107. 319 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I. s. 175. Seiahattin Tansel A. g. e. s. 107-108, TJtkan: Kocaiürk; A. g. e s. 339. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Yunanlılar geri çekilirken Uşak, Aydın, Alşehir ve Bilecik'! yakarak halka zulüm yapmışlardır. Yunan ordusu, Türkler karşısında tam bir hezimete uğramış ve Türk askerleri, 9 Eylül 1922'de İzmir'e girme başarısını göstermişlerdir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 10 Eylül 1922 tarihinde yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa olduğu hâlde, halkın coşkun gösterileri arasında İzmir'e girdi. İzmir'de Yunan artıkları tarafından kasden çıkarılan yangınlarla şehir tamamen yanmıştı.320 Bakanlar Kurul Başkanı Hüseyin Rauf (Orbay), Yunanlıların kaçarken çı­ kardıkları yangınları vahşet sayarak, protesto etti. Bursa şehri de 10 Eylül 1922'de kurtarıldı, 16 Eylül'de Yunan kuvvetleri burayı da tamamen boşaltarak, terkettiler.321 17 Eylül'de Türk ordusunun sağ kanadı Marmara kıyıları ve Bandırmaya dayanınca, İtilaf Devletleri Türklerin bundan sonra ne yapacaklarını merak edi­ yorlardı, Fransa'nın İstanbul'daki Başkomiserİ General Palfe İzmir'e giderek bilgi almak istedi. Mustafa Kemal ile görüşen Fransız Generali, Millî Hükümet temsil­ cisine verdiği bir notada Edirne dahil olmak üzere, Meriç sınır olacak şekilde Trakya'nın Türkiye'ye verileceğini bildirmiştir. İtilaf Devletleri bunu Yunanlılara kabul ettireceklerini ifade ederek, mütareke yapılmasını istediler. Türk tarafı, İti­ laf Devletlerinin bu önerisini kabul edince, Mudanya'da Mütareke görüş­ melerinin başlaması kararlaştırıldı.322 320 Hamza Eroğlu, A. g. e. s. 255-256. 321 Selahattin Tansel; A. g. e. C. IV, s. 168. Utkan Kocatürk; Türkiye Kronolojisi, s. 342 322 Utkan Kocatürk; A. g. e. s. 352, Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam s. 596-597. X I. BÖLÜM DOKUZUNCU BOLUM 1- M U D A N Y A MÜTAREKESİNİN İM Z A L A N M A SI (11 Ekim 1922) Mütareke görüşmeleri, İtilaf Devletlerinin komutanları ile Türk temsilcisi İsmet Paşa arasında Mudanya'da başladı. Burada en dikkate değer nokta, Tür­ kiye'nin, silâh bırakma konusunu Yunanistan'la değil de, İtilaf Devletleriyle yapmış olmasıdır, Yunan temsilcileri toplantıya hem geç geldiler, hem de katıl­ mayı reddederek Müttefik generalleriyle temasta kalmayı tercih ettiler.323 Sonunda, Yunanistan’ın da 14 Ekim 1922'de kabul etmek zorunda kaldığı Mudanya Mütarekesi başlıca şu hususları öngörüyordu: 1- Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki çatışma sona erdirilecektir. 2- Trakya'daki Yunan Orduları, Mütarekenin yürürlüğe girmesinden baş ­ layarak, Meriç’in Ege denizine döküldüğü yerden, Bulgaristan'ın Trakya sınırına kadarki batı kıyısını çekilmeye davet olunacaktır, 3- Barış Antlaşmasına kadar, herhangi bir sürtüşmenin önüne geçmek için Merİç'in doğu kıyış; (Kt aağaç dahil), Müttefik askerlerince İşgal olunacaktır. 4- Doğu Trakya'nın Yunan askerince boşaltılması Mütmeke'yle birlikte başlayıp, 15 gün kadar sürecek ve bütün cephane v.s.'yi de kapsayacaktır. 5- Trakya'dan Jandarma da dahil, Yunan mülkî memurları mümkün oldu­ ğu kadar çabuk çekilecektir. Yunan memurları her idari bölgeden çekildikçe, mülkî yönetim, müttefik memurlarına devredilecek ve bunlar da mümkünse ay­ nı günde yönetimi Türk memurlarına devredeceklerdir. Trakya bölgesinin bütü­ nü için bu teslim işi, Yunan askerlerinin boşaltılmasından sonra en geç 30 gün­ lük sürede yapılacaktır. 6- TBMM Hükümeti memurlarının yanında, mahallin güvenlik ve asayişini korumak üzere, 8 bin kişilik millî jandarma kuvvetleri bulunacaktır. 7- Yunan askerlerinin çekilmesi ve mülkî yönetimin devri, müttefik heyet­ lerinin gözetiminde yapılacaktır. Bu heyetlerin görevi, çekilme ve devir işlerini kolaylaştırmak, her türlü aşırılık ve şiddetin önüne geçmekti. Ayrıca bu heyetlere 323 Ömer Kürkçüoğlu, Türk İngiliz ilişkileri (1919-1925), Ankara, 1978, s. 246. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi destek olmak ve asayişi korumak üzere, Doğu Trakya'da 7 taburluk müttefik askeri bulunacaktı. 8- Müttefik heyetlerinin ve kıtalarının çekilmesi, Yunan askerlerinin boşalt­ ma işlemi bittikten 30 gün sonra olacaktır. Asayişin sağlanması ve Türk olmayan halkın korunması için yeterli önlemlerin alınmış olması hâlinde bu çekilme işi daha önce de yapılabilir. Bir İdarî bölgede TBMM Hükümetinin yönetimi ve jandarması, düzenli iş görmeye başlayınca müttefik heyetleri ve kıtaları o bölgeden 30 günden önce çekilebilecektir. 9- Çanakkale ile İstanbul ve İzmit bölgelerinde sınırları belirtilen hatları, Barış Konferansı süresince, TBMM Hükümeti orduları geçmemeyi taahhüt eder­ ler. Bu mevkiler, o kayıtla TBMM Hükümetine teslim olunacak ve burada gerekli Önlemler taraflarca alınacaktır. 10- TBMM Hükümeti, barış antlaşması onaylanıncaya kadar Doğu Trak­ ya'ya asker geçirmemeyi ve burada bir ordu toplamamayı kabul etmektedir.324 Mudanya Mütarekesiyle, Ankara Hükümeti Büyük Zafer'den sonra, tek bir kurşun atmadan, özellikle Doğu Trakya'nın kurtarılmasını sağlamış oluyordu. Bu başarısının yanında, Müttefiklerin ilk kez Ankara Hükümetini Türkiye'nin tek meşru hükümeti olarak karşılarına almaları da, Mustafa Kemal'in hem iç hem de dış alanda zaferi oluyordu. Öte yandan, Birinci Dünya Savaşı'nın yenilen devletlerinden biri olan Tür­ kiye, daha sonra Lozan Barış Konferansı'yla kesinleşecek başka bir başarı daha elde ediyordu. Savaş sonu barış düzenine ilk kez, karşılıklı ve eşit görüşme te­ meline dayalı bir değişiklik getirilmekteydi. Sevr Antlaşmasına karşı mücade­ lede, Türkler büyük bir başarı elde etmiş oluyorlardı. Ayrıca Türkiye, Doğu Trakya'yı geri almakla yeniden Avrupa top­ raklarına ayak basıyordu. Bu durum, Türklerin “ Avrupa'dan atılması" poli­ tikasının da iflası demekti. Türk zaferi, nasıl Yunanistan'ın Anadolu macerasından sorumlu altı devlet adamının idamına yol açtıysa, İngiltere'de de Lloyd George'ın siyasal sonu ol­ du.325 334 Mütareke hükümieri İçin bakınız; Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara, 1987, s. 344-346. 335 Lozan'ın geneI yapısı ile ilgili olmak üzere Hamza Eroğlu "Şerefli Bir Tarih; Lozan, Atatürk Araş­ tırma Merkezi Dergisi, Sayı 3, Temmuz 1985, s. 805-813 ile Kürkçüoğlu, s. 253-263'dende ya­ rarlanılmıştır. X I . BÖLÜM îî- LOZAN BARIŞ AN TLAŞM ASI A- GÖRÜŞMELER ve ANTLAŞMA Millî Mücadelenin askerî zaferlerinden sonra yapılan Mudanya Mütarekesi görüşmeleri sırasında İsviçre'nin Lozan kentinde, kaka barış antlaşmasına yöne­ lik bir konferansı kararlaştırıldı. Konferansa; Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya, Ja­ ponya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven devleti katılacaktı, Türki­ ye'nin isteği üzerine, Boğazlar ile ilgili görüşmelere katılmak için Sovyet Rus­ ya'nın da konferansa gelmesi kabul edildi. Amerika Birleşik Devletleri konferan­ sa gözlemci olarak katılacak, Bulgaristan İse Ege Denizine çıkabilme sorunu gündeme geldiğinde konferansa katılacaktı. Müttefiklerin İstanbul hükümetini de konferansa çağırmaları üzerine TBMM, Osmanlı Devieti'ne son veren ve saltanatı kaldıran tarihî kararını aldı (1 Kasım 1922). Böylece konferansta Türkiye'yi tek ve gerçek temsilci olan TBMM Hükümeti temsil etti. Dışişleri Bakanı İsmet Paşa'nın başkanlığındaki heyet, 21 Kasım 1922'de başlayan konferansta Türkiye'nin haklarını savunmuştu. İtilaf Devletlerinin Sevr Antlaşmasını temel alma yönündeki ısrarlarına, Türk heyetinin direnmesi ve görüşmelerin zaman zaman sertleşip kesintiye uğraması nedeniyle, konferans sekiz ay sürmüştür. Konferansta asıl mücadele İngiltere ve Türkiye arasında geçti. İngiltere Musul ve Boğazların statüsüne Fransa ise Kapitülasyonlar, Osmanlı borçlarının ödenmesi ve ayrıcalıklar gibi sorunlara ağırlık verdi. İtalya'nın önem verdiği ko­ nular ise, Ege adalarının geleceği ve kabotaj konusuydu.326 Konferansın ilk bölümünde, ancak bazı konular üzerinde anlaşma sağlana­ bilmişti. Buna göre; Doğu Trakya sınırı, Mudanya Mütarekesi ile belirlendiği gibi Meriç ırmağı olacak, İmroz ve Bozcaada Türkiye'ye verilecek, Yunanistan'a bı­ rakılan Anadolu kıyılarındaki adalar askerden arındırılacaktı. İstanbul'da yaşayan Rumlarla Batı Trakya'da yaşayan Türkler dışında, Türkiye’deki bütün Rumlarla Yunanistan'daki bütün Türkler değiştirilecekti (müdahale edilecekti). İstanbul'da kalan Rumlarla Batı Trakyadaki Türklerin kültür haklarına Yunanistan ve Türkiye karşılıklı olarak saygı göstereceklerdi. İstanbul'daki Rum Fener patrikhanesi faa­ liyetlerini sürdürecekti. Suriye sınırı için Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması temel sayılacaktı. İlke olarak yabancı gemilerin boğazlardan geçişi de kabul edilmîş ve burasının askerden arındırılması kararlaştırılmıştı. "Boğazlar Komisyo­ nu" boğazların güvenlik ve idaresini yürütecekti. 326 Ahmet Mumcu, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul, 1996, s. 91. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp T arihi Bütün bu uzlaşma noktalarına rağmen Kapitülasyonlar ve Boğazların İtilaf Devletlerince boşaltılması konusunda anlaşmaya varılamadı. Bu konular, görüş­ melerin ikinci bölümünde ele alındı. Türk heyeti, Osmanlı Devleti'nin tek taraflı bir kararla kaldırmış olduğu kapitülasyonların yeniden konulmasına kesin olarak karşı çıktı. Sonunda Kapitülasyonların kaldırılması kararlaştırıldı. Türkiye'nin ka­ botaj hakkı kabul edildi. Üzerinde anlaşma sağlanamayan Musul sorunu ve Osmanlı borçları konu­ sunun daha sonra ele alınması kararlaştırıldı. TBMM aldığı kararla Lozan Antlaşması ve eklerini onayladı. Antlaşma 6 Haziran 1924'de yürürlüğe girdi. B- LOZAN'IN DEĞERLENDİRİLMESİ Antlaşmalar konularına göre, (barış antlaşması, askerî antlaşma, siyasî ant­ laşma, ekonomik antlaşma, kültürel antlaşma gibi), tarafların sayısına göre, (ikili veya çok taraflı antlaşmalar) ve hukukî fonksiyonlarına göre, (yasa antlaşma ve akit antlaşma) gibi farklı şekillerde tasnif edilebilmekte ve adlandırılabilmektedirler. Bu açıdan baktığımızda Lozan Antlaşması; hem çok taraflı, hem akit özelliği olan, hem de çok yönlü ve savaş hâline son veren bîr barış antlaşmasıdır. Bilindiği gibi Birinci Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti mağlup, İtilaf Devletleri galiptir. Galip taraf isteklerini önceden hazırladığı Mondros Mütare­ kesini ve Sevr Barış antlaşmasını mağlup taraf olan Osmanlı Devleti'ne empoze etmiş ve kabul ettirmiştir. Mondros'un ve Sevr'in hedefi kısaca şudur: Osmanlı Devieti'ni Türk Milletinden, Türk Milletini de ülkesinden ko­ parmaktır. Başka bir ifadeyle Türk Milletini hem devletsiz hem de ülkesiz bırakmaktır. Her iki hedef de tarihin İtilaf Devletlerince inkârından veya görmezlikten gelinmesinden başka bir şey değildi. Çünkü, Osmanlı Devleti'nin Türk devleti, Anadolu'nun Türk yurdu olduğu tarihî ve sosyal bir gerçekti. Yıkı­ lan, paylaşılan ve paylaştırılan İmparatorluk toprakları üzerinde, müslüman ve Türk olmayan her etnik gruba, vatan aranır ve bulunurken; bir kısmına devlet kurdurulurken Türk Milletini, Türk ülkesini yok saymayı hak ve adalet ölçülerine sığdırmak mümkün değildi. Ayrıca bu, dünya kamuoyu ve vicdanının ile Türk millî vicdanının kabul edebileceği bîr davranış ve uygulama da değildi. İşte Millî X I. BÖLÜM Mücadeie'ye haklılık ve güç kazandıran hususlar, İtilaf Devletlerinim giriştikleri bu haksız tutum ve eylemlerdi.327 İtilaf Devletlerinin bu tutumu karşısında her Türk, asker-sivil, Mustafa Ke­ mal Paşa önderliğinde Millî Mücadeleyi başlatmıştır. Bu mücadeleye önce millî ve meşru, sonra da yasal bir hüviyet kazandırılmıştır. Bunun için önce mücâde­ lenin coğrafi zemini ve beşerî zemini "Misak-ı Millî" adlı bir belge ile tesbit edîimiştir. Sosyal taban Türk Mîlletini teşkil ederken, bu milletin tpprakîarı da coğrafî, yanî vatanı oluşturuyordu. İşte Türk Millî Mücadeiesi'ne. "Millîlik" ve “ Meşruluk" kazandıran, bu iki husus olmuştur. Lozan'da mümkün olan her şey yapılmış mıdır veya yapılmamış mıdır? Bu sorunun cevabı verilmeden önce, o tarihte Dünyanın ve Türkiye'nin içinde bu­ lunduğu şartların gözönünde tutulması ve iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yapıldığı takdirde, İsmet Paşa başkanlığında Lozan'da bulunan Türk heyeti­ nin diplomatik alanda mümkün olanı yaptığını ve mümkün olanı elde ettiğini söylemek durumundayız. Lozan" siyasî zafer olarak görmemizin nedeni budur. Bu anlamda Lozan'ın, zafer olduğunu kabul etmek gerekir. Yeni oluşan millî Türk Devleti için gerekli olan unsurlar, Lozan'da elde edilmiş midir? Sınırlar çizilmiştir. Barış temin edilmiştir ve bağımsızlığın başkaları­ na kabul ettirilmesi sağlanmıştır.328 Kısacası Lozan Barış Antlaşmasıyla diplomaside mümkün olanın yapıldığı, yeni devlet için gerekli olanın elde edildiği görülür. Lozan Barış Antlaşmasının Türk devleti ve toplumu için ifade ettiği an­ lam ve doğurduğu sonuçlar bakımından değerlendi-riimesini şu maddeler hâlinde sıralamak mümkün görünmektedir. 1- Lozan Antlaşması, XIX. yüzyıl başından o güne kadar Türk toplumu le­ hine imzalanan önemli ve ciddî bir antlaşmadır. Türk devleti fiilen galip ve hu kuken eşit bir taraf olarak barış görüşmelerine katılmış ve mümkün olanı eld< etmiştir. 2- Lozan hukuken ve fiilen Sevr Anlaşmasını ortadan kaldırmıştır; 3- Osmanlı Devleti döneminde Türk toplumunun içine düştüğü maddî ve manevî yarı sömürge statüsüne, Lozan'la son verilmiştir. 327 Bayram Kodaman, Lozan Andlaşması Hakkında Bir Değerlendirme (24 Temmuz. 1923), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Aralık 1989, s. 5-6. 328 Kodaman, s. 6-7. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp T arihi 4- Türk toplumunun başta siyasî bağımsızlığı olmak üzere; ekonomik, ma­ lî, askerî ve kültürel bağımsızlığı da İtilaf Devletlerince kabul edilmiştir. 5- Lozan'la Türk devletinin millî esaslara dayalı "Üniter" ve "Millî'' bir devlet olduğu tasdik edilmiştir. Böylece Osmanlı Devleti'nin ve toplumunun ka­ falarda uyandırdığı kozmopolit (çok milletli, Çok kavimii, çok cemaatli) yapı ve imajı ortadan kaldırılmıştır. 6- Lozan Batı Trakya, Musul, Adalar, Kıbrıs, Hatay, İskenderun ve Boğaz­ lar gibi sorunların ileride halledilebilmesi ve lehimize çözüme kavuşturabilmesî İçin, Türk devletine hak ve însiyatif tanımıştır. Nitekim buna dayanılarak 1936 Montrö Antlaşmasıyla Boğazlar, 1939'da Hatay, 1974*de Kıbrıs sorunları lehi­ mize balJedilebiİmiştir. Musul sorunu ise, İngiltere'nin diplomatik ve siyasal üs­ tünlüğü ve manevraları sonunda, aleyhimize sonuçlandırılmıştır. Barış hükümle­ rine göre, Ege Adaları askerden ve silâhlardan arındırılmış,, Batı Trakya Türkleri­ ne ise, azınlık statüsü verilmiştir. Adaların bu statüsünü devam ettirme, Batı Trakya Türklerinin haklarını koruma ve kollama işi, Lozan hükümlerine göre Türk devletinin görevleri arasına girmektedir. Bu konularla ilgili hükümlerin ihlali hâlinde Türk devletinin müdahale etme hakkı, her zaman saklıdır. Lozan, bu hakkı vermiştir. Görüldüğü üzere, değişen siyasal koşullara göre tarafların Lozan anlaşma hükümlerine uymama ihtimali her zaman vardır. Nitekim, Yunanistan, Adaları silâhlandırıp, Batı Trakya Türklerine baskı yaparak barış şartlarını ihlal etmiştir. Türkiye Atatürk zamanında Hatay'ı ilhak ederek, Mîsak-ı Millî sınırlarında deği­ şiklik yapabilmiştir. O hâlde Türkiye, diploması alanında çok dikkatli ve bilinçli olmak zorundadır. Şartların ve dengelerin her an değişebileceği gerçeği, daima göz önünde bulundurulmalıdır. * Sonuç olarak Lozan, Türkiye için bir sonuç değil, yenî bîr başlangıçtır. Yunanistan için ise ne sonuç, ne de başlangıçtır. Önemli bir safhadır. Çün­ kü 1829'da imzalanan Edirne Antlaşması, Yunanistan için başlangıç olmuş­ tur. tozan, Osmanlı Devleti ve İmparatorluğu açısından ise bir sonuçtur. Lozan; yeni, modern, kalkınmış ve güçlü Türkiye'nin başlangıcı ve ha­ reket noktası olurken, aynı zamanda Türk toplumunun üzerinde oturduğu coğrafî zemini belirlemiştir. Bu yönüyle, devlet ve millet açısından Lozan'ın hem maddî hem de manevî önemi büyüktür.329 339 Kodaman, s. 9. X I. BÖLÜM Lozan'la sadece Türkiye Cumhuriyeti devletine bir coğrafya temin edilmiyor, aynı zamanda Türk milletine önemli derecede siyasal, kültürel, bilimsel, İktisadi bir merkez kazandırılıyordu. Lozan, Osmanlı Devleti'ni so­ na erdirirken, Osmanlırtın; Rumeli'de, Kafkasya'da Irak'ta, Arabistan'da, Kıbrıs'ta, Girit'te bıraktığı Türklerin ve müslümanlann umut kapısı ve sığı­ nak yeri olacak yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletini oluşturuyordu. Bu yüz­ den Lozan Antlaşması, son derece önemlidir. X I. BÖLÜM O NUNCU BÖLÜM I- SİYASAL A L A N D A YAPILAN İNKILÂPLAR A- SALTANATIN KALDIRILMASI 28 Ekim 1922 tarihinde İtîiaf Devletleri, barış konferansının Lozan'da top­ lanacağını bildirmişler; gerek TBMM Hükümetini gerekse Osmanlı Hükümetini barış görüşmelerine davet etmişlerdi. Bu durum Mustafa Kemal'in; 24 Nisan 1920'de TBMM'ne hükümet kurulması hakkında vermiş olduğu önergedeki; "Padişah ve Halifenin cebir ve zorlamadan kurtuldukları zaman Meclisin düzen­ leyeceği yasal esaslar içerisinde durumları belirlenir" şeklindeki düşüncenin uy­ gulanmasına geçilmesi için gerekli zamanın gelmiş olduğunu gösteriyordu. Bu ikili çağrının Türkiye'de parçalanmış otoriteye yol açma, ihtimali üzeri­ ne, Mustafa Kemal saltanatın siyasal iktidarına kesin olarak son verme kararını aldı. Mustafa Kemal bu sorunun çok kolay halledilemeyeceğini biliyordu. Yakın arkadaşlarından bazılarının hâlâ saltanat idaresine bağlı olduklarını da üzülerek görmekteydi.330 Mustafa Kemal, kararını vererek, önce saltanat ve hilâfeti birbirinden ayırmayı ve saltanatı kaldırmayı plânladı. Bundan böyle "Sultan diye bir kimse kalmayacak, ancak bir Osmanlı şehzadesi, siyasal iktidarı olmaksızın, dinî yetki­ lerle halifelik makamında oturacaktı. Bu uzlaştırma He Mustafa Kemal, dinî un­ surların siyasal değişikliğe karşı muhalefetini yatıştırmak, meşru ve saygın bir otoritenin faydalarını politikanın üstünde tutmak ve aynı zamanda padişahın ki­ şisel hâkimiyetine son vermek umudundaydı. Mustafa Kemal, 31 Ekimde tekliflerini Müdafâ-i Hukuk Grubunun bîr top­ lantısında ortaya koydu. Ertesi gün bu teklifler meclise sunuldu. Tekliflere bazı dinî ve hukukî itirazlar oldu. Mustafa Kemal yaptığı konuşmada tarihî delillerle konuyu ortaya koymuş, saltanatın kaldırılması gerektiğini bildirerek TBMM üye­ lerini ikna etmişti. 1 Kasım 1922'de TBMM'inde kabul, edilen kararda iki husus belir­ tilmektedir: Birincisi "16 Mart 1920 tarihinden itibaren İstanbul’daki sözde 330 Salih Omurtak, Haşan Â!İ Yücel, İhsan Sungu, Enver Ziya Karal, Faik Reşit Unat, Enver Sökmen, Uluğ İğdemir, Atatürk, İstanbul, 1970, s. 241. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp T arih i hükümet ebediyen tarihe karışmıştır." İkincisi "hilâfetin Osmanlı hanedanına ait olduğu" belirtilmiş, fakat Halifeyi meclisin seçeceği ifade edilmi§tir. B- CUMHURİYETİN İLÂNI Mustafa Kemal, saltanatın kaldırılmasından sonra siyasî alanda bir takım çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyordu. 6 Aralık 1922'de Halk Fırkası (Partisi) adını alacak bir siyasal partinin kurulması hakkında basına bilgi verdi. Aydın kesime de bu konudaki görüşlerini bildirmesi çağrısında bulundu:. Çıktığı yurt gezisinde saltanatın kaldırılması ve yapılacak reformlar konusunda da bazı bilgiler verdi. Bu gelişmelerden sonra 16 Nisan 1-.923'de Meclis genel seçimi gerçekleştirmek için kendini feshetti. 11 Ağustos 1923'de yeni meclis oluşturul­ du. Bu meclis "Cumhuriyet"i kabul edecektir.33’1 Aslında 23 Nisan 1920'den itibaren, Türkiye Devletinin geleceğine yön ve­ ren ve ülkeyi idare eden TBMM, yönetim biçimi olarak Cumhuriyet idaresini uyguluyordu. Şartlar dolayısıyla, millî kuvvetleri tereddüte düşürmemek için Mustafâ Kemal bu rejim tartışmasına girmek istememişti. Yeni meclis seçilene kadar, bazı arkadaşlarını yeni bir anayasa tasarısı hazırlamakla görevlendiren Mustafa Kemal, bu komisyonun çalışmalarına gerekli katkılarda bulunmuştu. Mustafâ Kemal Paşa, Millî hükümetin Cumhuriyetçi bir hükümet olduğu halde, bunu ifade ve ifân etmemesinin bîr zaaf oluşturduğu düşüncesini taşımaya baş­ lamıştı. Mustafa Kemal, yabancı bir muhabirle yaptığı konuşmada; "Yeni Türki­ ye’nin yenileşme işi daha sona ermemiştir'' diyerek, durumu biraz, daha ay­ dınlatıyordu. 13 Ekim 1923 günü TBMM üyeleri Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na eklenecek bir madde ile Ankara’nın devlet başkenti olmasını teklif ve kabul ettiler.332 23 Ekim 1923'de Mustafa Kemal, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ile bir kanun tasarısı hazırladı. Yürürlükte olan 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci mad­ desinin sonuna "Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir" ifadesi eklendi. Meclis hazırlanan kanun tasarısını inceleyerek kabul etti. İlk Cumhur­ başkanlığına da Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa seçildi (29 Ekim 1923).333 ur.tulu^ Mekansal Süateji'si ve. Ankara'ntn BafkentTe|®heü Kararirnn İçeriği" Tarih İçinde Ankara, Ankara työ^, s. 223-233. 333 Hamza Eroğîu, Atatürk ve Cumhuriyet-, Ankara, 1989, s, 53. X I. BÖLÜM C- HALİFELİĞİN KALDIRILMASI Mustafa Kemal, Cumhuriyetin İlânından soma bu idareye gölge dü­ şürebilecek ve Cumhuriyetin ilânından memnun kalmayanların siyasî ihtirasları­ na alet olabilecek bir özellik taşıması bakımından, halifeliği rejim için zararlı görmekte idi. Saltanatın kaldiri İmasından sonra, aynı mahiyette bir makam olan halifeliğin de sona erdirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bunun için de uygun zaman ve fırsat koli uyordu. 1924 yılı başlarında Mustafa Kemal, geniş çaplı askerî manevralara baş­ kanlık etmek üzere İzmir'e gitti, ve orada iki ay kaldı. Yanında Başbakan İsmet Paşa, Millî Savunma, Bakanı; Kâzım Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da bulunmaktaydı. Bunların hepsi halifeliğin kaldirilması konusunda aynı görüştey­ di.334 1 Mart 1924'de Mustafâ Kemal, meclisin yeni toplantı dönemini açtı. Ko­ nuşmasında üç ana nokta üzerinde önemle durdu. Bunlardan biri de İslâm Dini­ nin bir siyaset aracı olmaktan kurtarılmasıydı. Mustafa Kemal'in teklifleri Halk Fırkası toplantısında tartışıldı ve bunlar TBMM'ne sunuldu. Halifeliğin kaldırıl­ ması, halifenin görevine son verilmesi ve Osmanlı hanedanı üyelerinin Tür­ kiye Cumhuriyeti sınırlan dışına çıkarılması kabul edildi. (3 Mart 1924), Mustafa Kemal; halifeliğin kaldırılmasından sonra, şeyhülislâmlık ma­ kamını ve Şer'iye Vekaletini kaldıran, ayrıca dinî okulları ve medreseleri kapatan ve bir ay sonra da kadıların görev yaptığı Şeriye mahkemelerini yürürlükten kaldıran bir takım değişiklikleri de gerçekleştirdi. Halifeliğin kaldırılması ve bunu takip eden çeşitli değişiklikler, Türkiye Cumhuriyetinin yapacağı inkılâpların önünü açmıştır. Atatürk, bu inkılâbı da zamanlama açısından son derece iyi bir şekilde gerçekleştirmiştir.33'-1 D- SİYASAL PARTİLER ve AKIMLAR a) Halk Fırkası Anayasamız siyasî partilerin Türk Demokrasisi için gerekli olduğunu açıklar. Tek parti hâkimiyeti görüşünü savunan kominizm ve faşizm gibi akımlar, anaya­ samıza aykırı bulundukları için, kanun dışı sayılmışlardır. Türk toplumunda siyasî parti sonra İtti! 334 Omurtak, v.d. s. 243 • 335 Ergim Özbudun, HaJifeîîğin kaldırılmasının Cumhuriyetin Lâikleşmesindeki Önemi, Türkiye Cumhuriyetinin Lâikleşmesinde 3 Mart 1924 Tarihli Kanunların Önemi, Ankara, 1995, s. 22. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi teki siyasî çalışmalarıyla başlar. Bunun karşısına çıkan önemli siyasî muhalif grup, İtilaf ve Hürriyet Fırkasıdır. Bu arada pek çok küçük partiler de kurulmuştur. İstiklâl Savaşı; önce Şark Vilayetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ismini taşır­ ken, Sivas Kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ismini alan bir demek tarafından desteklenmiş ve gerçekleştirilmişti. Bu demek; memleketin o zamanki durumuna göre, bir siyasî parti olmak­ tan çok, bütün ülkeye yaygın ve bütün vatandaşları kucaklayacak şekilde geniş bir kadro ile çalışmakta idi. Bu geniş kadro içinde bulunanlar arasında zamanla çeşitli fikir akımları doğmuştur. Zamanla disiplinli ve düzenli bir parti kurma gereği ortaya çıkmıştır. Bu ne­ denle bir parti kurmak gerekiyordu. Bu partinin programı ve çalışma esaslarını tespit için, Gazi Mustafa Kemal, Ankara basını aracılığıyla, "Barış yapıldıktan sonra kurtuluş ve bağımsızlık için yapılan büyük savaşı tamamlamak, mille­ timizin serbest kaynaklarından faydalanmak yolunda hiçbir fırsatı ve vakti öldürmeyerek çalışmaya mecbur olduğumuzu" bildirmiştir. Mustafa Kemal Paşa, parti kurma çalışmasının bir program dahilinde yapılması gerektiğini, ülke­ deki yenilikleri içine alacak bu programın sürekli olmasını bildirmiş ve halkçılık esasına dayanan ve Halk Fırkası ismini taşıyan bir siyasî parti kurmak kararında olduğunu açıklamıştır. Atatürk, ülkenin sosyal ve ekonomik bünyesine uygun olarak, ku­ rulacak partinin sınıf partisi değil, bütün vatandaşları kucaklayacak bir "Halk Fırkası" olacağını açıklamıştır. Mustafa Kemal, İzmit'e yaptığı bir gezi sırasında İstanbul gazetelerine bu konudaki fikirlerini şu şekilde özetledi. "Ben Halk Fırkası adı altında bir fırka teşkil edeceğim dediğim zaman sanılmasın ki, milletin çeşitli sınıflarından bir veya ikisinin çıkarını yahut refahını sağ­ lamaya yönelik bir gaye takip edeceğim. Fırkanın programı bütün milletin refah ve mutluluğunu temin edecektir. Ortaya koyacağım şey müspet mil­ let programı olmalıdır."336 Atatürk'ün Balıkesir'de yaptığı konuşmasından sonra, halkın fırka hakkındaki sorularına verdiği cevapta: "Milletin siyasî parti çatışmasından çok canı yanmış olduğuna" İşaret ettikten sonra, "Başka memleketlerdeki partilerin sınıf menfaatlerini muhafaza için kurulduğunu ve bizde gûya ayrı ayrı sınıflar varmış dbi kurulmuş olan partiler yüzünden acı neticelere şahit olduğumuzu, Halk FırKası dediğimiz zaman bunun içinde, vatandaşların bir kısmı değil, bütün milletin dahil olacağını" söylemiştir. Ayrıca "çeşitli meslek sahiplerinin menfaatlerinin 336 Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, Ankara, 1998, s. 119. X I. BÖLÜM birbiriyle uyum hâlinde olduğunu, bunları sınıflara ayırmak imkânı bu­ lunmadığını ve hepsinin halktan İbaret olduğu gerçeğini tesbit ettiğini belirtmiş­ tir.337 Bu suretle Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti, "Halk Fırkası" adını alarak, 9 Eylül 1923'de Mustafa Kemal Atatürk tarafından resmen bir parti olarak kurulmuş ve siyasî hayata girmiştir. Anadolu ve Rumeli MUdafaa-i Hukuk Cemiyetinin "Dokuz Maddesi" Halk Fırkasının ilk ve yazılı programı olmuştur. Bu maddeler millî egemenliği daha açık ve kesin surette belirtmekle beraber, oldukça geniş ve geneldir. Bunun için­ dir ki, ikinci Büyük Millet Meclisinde de Halk Partisi içinde çeşitli akımlar başgöstermiştir. Halk Fırkası, 23 Kasım 1924'te Cumhuriyet Halk Fırkası ismini almıştır.338 Cumhuriyet Halk Fırkasının ilk tüzüğünde; 1- Millî Hâkimiyetin halk tarafından ve halk için gerçekleşmesine öncülük edileceği, 2- Türkiye'yi çağdaş bir devlet hâlinde yükseltileceği, 3- Türkiye'de bütün kuvvetlerin üstünde kanunun hâkimiyetinin sağlan­ ması için çalışacağı belirtilmektedir. Mustafa Kemal, 1924rde siyasî partilerin gerekliliğine şöyle işaret edi­ yordu: “ Millet egemenliği esasına dayalı ve özellikle Cumhuriyet idaresine sahip memleketlerde siyasî partilerin varlığı doğaldır." Mustafa Kemal 1923'de kurulacak siyasî partilerin millî amaç gütmelerini, sınıf mücadelesi yap­ mamalarını şu sözlerle istemişti; “ Millî amaçlardan çok şahsî menfaatler esa­ sına dayanan siyasî teşekküllerden ve bu kuruluşların kandırmalarından, çatışmalarından doğmuş olan cezasını çeken Türk Milletini, aynı mahiyette bir takım boş ve faydasız uğraşmalara sevketmek kadar büyük günah yok­ tur". İsmi parti olan halk kuruluşunda, millet çocuklarından bir kısmının, diğer evlad ve sınıfların zararına çıkar sağlaması değildir. Birbirinden ayrı ofmayrp, halk namı altında bulunan bütün milleti müşterek ve birleşik bir suretle ortak ve umumî olan hakîkî refaha ulaştırmak için faaliyete getirmektetir." 337 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1981, II. cilt, s. 97. 338 Koçak, s. 90. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Mustafa Kemal'in siyasî partileri faydalı görmesi ve çok partili siyasal bir sistem istemesi sonucunda, 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurul­ muştur. b) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Cumhuriyet Haik Partisinin kuru İması ve hedeflerinin tüzük ile ortaya ko­ nulmasından sonra Ekim 1924'te, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurul­ muştur. Bu yeni parti daha fazla muhafazakar yapıdaydı; Bu partiyi kuranlar; Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy olmuştur. Bâzı Milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılarak bu yeni partiye katılmışlardır. Terakkiper­ ver Cumhuriyet fırkası kurulduktan sonra, basında ve halk kitleleri arasında kı­ yasıya bir parti mücadelesi başlamış ve bu mücadele sonucunda Şeyh Sait İsyanı patlak vermiştir. Bu isyan doğu vilayetlerimize yayılma eğilimi göstermişse de ordumuzun fedakâr gayretleri sonucunda, 31 Mayıs 1925'te bastırılmıştır.339 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 3 Haziran 1925rte kapatılmıştır. Bu is­ yan ve partiler arasındaki mücadele, ülkedeki siyasal yapının henüz çok partili bir demokrasiye geçiş için hazırlıklı olmadığını göstermiştir. Meşrutiyette oldu­ ğu gibi partiler, kendi çıkarlarını millet ve ülke çıkarlarından üstün tutmuş ve Gazi Mustafa Kemal'in “ Bu milletin siyasî partilerden çok canı yanmıştır." şek­ lindeki görüşünü doğrulamıştır. c) Serbest Cumhuriyet Fırkası 1930 yılı Ağustosu'nda "Serbest Cumhuriyet Fırkası" adlı yeni bir fırka ku­ ruldu. Bu parti, Cumhuriyet Halk Partisinden ekonomik görüşlerde ayrılıyordu. Bu alanda daha liberal olmak gerektiğini savunuyordu. Serbest Cumhuriyet Fır­ kası, Mustafa Kemal'in yakın arkadaşı Ali Fethi Bey (Okyar) tarafından kurul­ muştu. Fethi Bey, Cumhuriyete ve inkılâplara bağlı idi. Fakat ekonomik alanda Halk Partisi ile aynı fikirde olmamasından dolayı doğa! olarak Mecliste bazı ça­ tışmalar oluyordu. Bunu fırsat bilen bazı çevreler ve Halk Fırkasının aleyhtarları derhal faaliyete geçtiler. Memlekette yer yer gerginlikler başladı. Bu olaylardan şaşıran ve üzülen yeni parti yöneticileri, 17 Kasım 1930'da kurmuş oldukları partiyi kendileri kapattılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal şun­ ları söylemiştir. "Siyaset sahasında karşılıklı faaliyetin verimli gelişmeleri ancak 339 Ergün Aybars, Atatürkçülük ve Modernleşme, İzmir, 2000, s. 96-97. X I. BÖLÜM üzerinde çalışan fırkalarca bu gibilerin faaliyetlerinden daima uzak kalınması­ dır."340 Bu sırada kamuoyu ve meclis çok karışmış, Mustafa Kemal Paşa yeni bir seçime gitmek ve bu suretle inkılâp esaslarının yerleşmesinin yeni bir meclis ta­ rafından yapılmasını sağlamak istemiştir. Halk Fırkası Mustafa Kemal'in bu gö­ rüşünü kabul etmiş ve seçime gitmek üzere Üçüncü Meclis de kendini feshet­ miştir. Dördüncü Meclisin seçilmesinde göze çarpan özelliklerin başkaları, İkinci bîr parti olmamasına rağmen, işçi ve köylülerden, sanatkârlardan adaylar göste­ rilmesi ve bağımsız olarak adaylığını koymak İsteyenlere yardım edilmesidir. Bu esaslara göre yapılan seçim sonunda, toplanan Dördüncü Büyük Millet Meclisi, hemen hemen milletin her kesiminden gelen temsilcilerden kurulmuş oluyordu. d) Tek Parti Dönemi 27 yıl iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisinin (1923-1950), başlangıç­ taki kurultayları ülkedeki, yenilik hareketleri bakımından birer aşama oluştur­ muştur. 1927 yılında toplanan Halk Fırkası İkinci Kuru İtayı'nda: Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik esasları daha açıklıkla ifade edilmiş, din ile devlet işleri ay­ rılmış, dil, duygu, fikir birliğine dayanan vatandaşlık ruhunun temelini Türk dili ve kültürünün oluşturacağı izah edilmiştir. İkinci kurultayın en önemli olayı şüphesiz Mustafa Kemal'in altı gün süren Büyük Nutkunu okumasıydı. Mustafa Kemal bu nutkunda Samsun'a ayak bas­ masından itibaren Türk Bağımsızlık hareketinin bütün safhalarını, belgeleriyle açıklamış, sonunda Türkiye Cumhuriyetî'ni Türk gençliğine emanet etmiştir.341 Büyük Nutuk, olayların doğuşunu ve Kurtuluş Savaşı'nın oluş şartlarını canlı bir biçimde anlatır. Nutuk, Kurultayca kabul edilmiş ve oybirliği ile Mustafa Kemal'e teşekkür edilmiştir. Türk İnkılap Tarihinin en değerli kaynak eserlerin­ den biri olan Nutkun, büyük bir emek ürünü olarak, bizzat Mustafa Kemai"n el yazısıyla yazılmış olması da ona ayrı bir değer kazandırmıştır. Tek parti dönemi 1950 yılına kadar sürmüştür. 340 Atatürk'ten Düşünceler, s. 120. 341 Atatürk, Nutuk, cilt: II, 1920-1927, İstanbul, 1972, s. 897, Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 11- SİYASAL A LAN DA Kİ İNKÎLAPLARA TEPKİLER A- ŞEYH SAİD AYAKLANMASI Cumhuriyet'İn ilk yıllarında uygulanan politika ve yapılmaya başlanan İnkîlapiar, bazı muhalefet odaklarının doğmasına yol açmıştı. Bu sırada özellikle doğuda yürütülen propagandaların etkisiyle ayaklanma hazırlıkları başlamıştır. Şeyh Said'e bağlı kişiler Diyarbakır'ın Eğil Bucağına bağlı Piran Köyü'nde Jandarma müfrezeleriyle bir çatışmaya girdiler (13 Şubat 1925). Bu hareket kısa sürede gelişerek yoğun bir ayaklanma hâlini aldı. 1925 yılının Mart ayında ayaklanma, Cumhuriyet idaresine ciddî bir tehdit görünümü kazandı. Bu olay üzerine, Fethi Okyar başbakanlık görevinden ayrıldı. Yerine İsmet İnönü başba­ kan oldu. Hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-î Sükûn Kanunu TBMM'inde kabui edildi. Aynı zamanda kanunla doğuda ve Ankara'da Özel İs­ tiklâl Mahkemeleri kuruldu. Şeyh Saidr ayaklanması Nisan ayında kısa sürede bastırıldı. Ayaklanmanın bastırılması. Cumhuriyet idaresinin bütün Anadolu'da dene­ timi sağlamasında Önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bîr süre önce çok partili hayata geçiş yönünde atılmış olan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.342 Şeyh Sait ayaklanmasında, Musul sorununu kendi .lehine çözmek isteyen İngiltere'nin önemli ölçüde tahrik ve teşvikleri olmuştur. B- MENEMEN OLAYI Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kendisini feshetmesinden sonra, "M ehdi" olduğunu iddia eden Derviş Mehmet öncülüğünde bir grup, 23 Aralık 1930'da Menemen ilçesinde silâhlı bir isyan çıkardı. "Şeriat İsteği" ile harekete geçen bu kişilere müdahale eden güvenlik güçlerinin başında bulunan Asteğmen Mustafa fehmi Kubilay, bir bekçi ile birlikte isyancılar tarafından şehit edildi. Haİkm bir bölümünün katılmasıyla genişleyen ayaklanma, çevre ilçelerden gelen askerî yardımla bastırıldı. Derviş Mehmet ve arkadaşları öldürülerek, ayaklan­ maya katılan birçok kişi yakalandı. 342 Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, Ankara, 1972, s, 101-105. X I. BÖLÜM Bakanlar kurulu, bu olayın Cumhuriyete karşı geniş kapsamlı bir ayaklan­ ma olduğu gerekçesiyle, Menemen île Manisa ve Balıkesir'in merkez ilçelerinde bir ay süre ile Sıkıyönetim ilân etti (31 Aralık 1930). Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa da bu olayın siyasal kaynaklarının araştırılmasını, olayla ilgili olanların cezalandırılmasını ve Serbest Cumhuriyet Fır­ kasını desteklemiş olan muhalif basına karşı, sert önlemler alınmasını istedi. Sıkıyönetim mahkemesi bu olayla ilgili gördüğü 34 kişiyi ölüm cezasına çarptırırken, 41 kişiye de ağır hapis cezaları verdi. Ancak mahkeme, Menemen olayının siyasal yönünün bulunmadığı ve bölgesel kapsamda kaldığı kanaatine vardı. Bunun üzerine, 26 Şubat 1931'de adı geçen bölgede sıkıyönetim kaldırıl­ dı. Daha sonra Menemen'de Kubilay'ın anısına bir anıt dikildi.343 III- EĞİTİM ve KÜLTÜR A L A N IN D A YAPILAN İN KÎLAPLAR Çağdaş bir devlet olabilmenin gereklerinden biri de eğitim alanında yeni­ leşmeyi hızla sağlamak, eğitimde ileri ülkelerin standartlarına ulaşmaktı. Her ye­ nileşme hareketinin başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğuna ve kalkınmanın akıl ve bilim önderliğinde gerçekleşeceğine inanan Atatürk'ün, millî eğitime büyük önem vermesi, kaçınılmaz bir sonuçtu. Ülkenin bütün sorunlarına, bilimsel gerçeklere saygı duyarak ve akılcı bir şekilde yaklaşan gerçek aydınlara ihtiyaç vardı. Geniş halk kitlelerinin modern eğitim teknolojisinin sağladığı bütün imkânlardan yararlanarak, daha büyük bir hızla, daha verimli bir şekilde eğitilmeleri gerekli idi. Yapılan inkîiaplar, İlerlemenin önüne dikilen engelleri kaldırma çabası idi. Yeni nesilleri ve geniş halk kitlelerini çağın gereklerine göre eğitmek, bu inkılâ­ bın başarısı için şarttı. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nın en çetin günlerinde Sakarya Savaşı öncesinde Ankara'da bir Eğitim Kongresi toplamıştır. Atatürk bu kongrede yap­ tığı konuşmada, o zamana kadar uygulanan eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileyişinde, en önemli faktörler olduğunu söylemiştir. Ayrıca Mustafa Kemal yine bu konuşmasında; hurafelerden uzak, millî karakterle­ rimize uygun bir eğitim sistemine geçilmesinin zorunluluğunu ifade etmiş­ tir. 343 Kürkçüoğlu, Bo2kurt, Güneş, Taşdemirci, Çağan, Ergun, Genç, Atatürk İlkeleri ve inkılâp Tarihi I/2, Ankara, 1995, s. 74. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Büyük Zaferden hemen sonra Bursa'da kendisini ziyarete gelen İstanbul öğretmenlerine "Bugün eriştiğimiz nokta gerçek kurtuluş değildir" demiş ve "Milletimizin siyasal, sosyal ve kültürel hayatında, milletimizin fikri eğiti­ minde önderimiz bilim ve fen olacaktır" demiştir. Yeni Türk Devleti daha kuruluşundan itibaren, Millî eğitim konularını bir bütün olarak ele almayı ve bir plâna bağlamayı tasarlamıştı. Bu plânlar yapılır­ ken Atatürk'ün, yurdumuza davet edilen yabancı eğitimcilerin fikir ve raporla­ rından faydalandığı görülmektedir. Cumhuriyetten itibaren mîllî eğitim alanındaki amaçlar Tevhid-i Tedrisat Kanunu ışığında şu şekilde sıralanabilir: a- Milliyetçi, halkçı, lâik, inkılapçı, cumhuriyetçi vatandaşlar yetiş­ tirmek, b- İlköğretimin genelleştirilmesi ve herkese okuma yazma öğretimi, c- Yeni kuşakları bütün öğrenim derecelerinde, genellikle pratik ve özellikle ekonomik hayatta etkin ve başarılı kılacak bilgilerle donatmak, d- Toplum hayatında özgürlük ve disiplinin bağdaştırılması temeline dayanan, gerçek ahlak ve fazileti hakim kılmak, e- Bu esaslara dayanarak, Türk Milletini uygarlık savaşında en ileriye götürmek ve yeni kuşakları Türk olmak haysiyetinin gerektirdiği bu gayeye en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak irade ve kuvvetle ye­ tiştirmektir.344 Eğitim alanındaki köklü değişikliklerden ilki, Tevhid-i Tedrisat iie gerçekleş­ ti. Mustafa Kemal, 1923'te İzmir'de yaptığı bir konuşmada, medreseler konusu­ nu çağdaş bir çözüme bağlamak gerektiğini açıkça ortaya koydu. Eğitim birliğini kurma düşüncesini belirtti. 3 Mart 1924 günü Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. Böylece “ eği­ timde birlik" sağlanmış oldu. O zamana kadar ülkede, hem medreseler hem de okullar eğitim vermekteydi. Bu okullarda verilen eğitim ve bilgiler arasında önemli çelişkiler vardı. Tevhid-i Tedrisat kanunuyla medrese-mektep ikiliği ortadan kaldırılmış ve bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Bundan sonra bütün okulların öğretim programı, bu bakanlık tarafından yapılmıştır. Böy­ lece eğitimde lâikliğe önemli bir adım atılmış oluyordu. Eğitim alanındaki ikinci yenilik ise, 1353 sayılı kanunla Arap harflerinden alınma eski Türkçe al­ 344 Nejat Göyünç, Türkiye'de Eğitim, Türk Dünyası Eİ Kitabı, Ankara, 1976, s. 1047. X I. BÖLÜM fabe yerine, Latin alfabesinden geliştirilen ve fonetik bir dil olan Türkçedeki bütün seslerin yazılmasına imkân veren yeni Türk alfabesinin kullanılmaya başlanmasıdır.345 Türkiye'de ilk öğrenimlerini yapacak Türk çocuklarının ancak Türk okullarına gidebileceklerine dair kanunla da, yeni nesilleri her türlü yabancı kültürün etkisinden korumak, onlara küçük yaşlarda millî bir ruh ve fikir eğitimi verilmek istenmiştir. Dil alanında da önemli çalışmalar yapılmış bulunmaktadır. Yeni alfabenin kabulünden sonra, dil konusunda da çalışmalar başlatıldı. Atatürk'ün direktifleriyle Türk Dil Kurumu kuruldu. Kurumun görevi "Türk di­ linin gerçek güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak ve onu dünya dilferi arasında lâyık olduğu yüksek mevkiye oturtmak" İdi. Çeşitli alanlarda (dil bilimi, etimoloji, gramer, terminoloji, sözlük yazıcılığı) komisyonlar kuruldu. Atatürk 1932 yılında toplanan I. Türk Dil Kuruitayı'nın çalışmalarından ve ortaya koyduğu performanstan memnun kaldı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Türk Dil Kuruitayı'nın hazırladığı çalışma programını gerçekleştirmeye koyuldu. Atatürk, dil çalışmalarıyla yakından ilgilenmeye devam etti. Türkçenin kök dil olduğu tezi üzerinde, uzmanların incelemeler yapmasını da bizzat takip etti. Atatürk kendi kaynaklarından, kendi kurallarıyla kelimeleri türetilmiş bir dil için millî bir cemiyet olan Türk Dil Kurumu'nun ne kadar önemli bir unsur olduğunu çok iyi bilmekteydi.346 TARİH A LAN IN D AK İ ÇALIŞM ALAR ve ATATÜRK'ÜN TARİH G Ö RÜ ŞÜ Atatürk'ün yaptığı yeniliklerden biri de tarih alanında olmuştur. O, bunu yeni kurulmuş olan Türkiye'nin ilerlemesi ve batılılaşması için manevî bîr destek olarak görüyordu. Atatürk, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından sonra Türk halkının benliğini bulması konusunda en büyük aracı târih olarak görüyordu.347 Ayrıca Türk Milletinin tarihi hakkında batılı bilim adamlarının düşünceleri yanlış, eksik ya da kin ve garaz idi. Batıkların Türk medeniyeti hakkmdaki bilgileri yok dene­ cek kadar azdı. Bu nedenle Türk Milletinin üzerinde yaşadığı topraklarla ilgili olarak dayanaksız iddialarda bulunuyorlardı. 345 Nejat Göyünç, s. 1048. 345 Ömer Kürkçiioğlu, v.d. a.g.e., s. 56 347 Bekir Sıtkr Saykal, Atatürk Devrim/erinde Tarihin Rolü, Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Ankara, 1972, s. 95-99. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Türk Tarihi ile ilgili şu konuların ele alınması ve incelenmesine karar verildi. 1- Türkiye'nin en eski halkı kimlerdir? 2- Türkiye'de ilk medeniyet nasıl ve kimler tarafından kurulmuştur? 3- Türklerin Anadolu'da bir aşiretten devlet kurmaları mümkün olma­ dığına göre, bu olayın gerçek açıklaması nasıldır? 4- Türklerin İslâm tarihindeki yerleri ve rolleri nedir?348 Bu araştırmaların yapılması için teşkilâtlanmak gerekliydi. Önce kütüphane kurularak tercüme edilen kitapların özeti çıkarıldı. Bu çalışmaların sonucu "Türk Tarihinin Ana Hatları" bir kitap halinde 1930'da basıldı. Bir yıl sonra da araştır­ malar yapma görevi ile Türk Tarihî Tetkik Heyeti kuruldu. Tarih çalışmaları hızlandırılarak, okullar için bir genel tarih serisi yazıldı. 1932'de Ankara'da Tarih Kongresi toplandı. Atatürk'ün tarih konusunda yaptır­ dığı çalışmalarla, Türk kültürünün diğer kültürlere etkisi ve uzunca bir geçmişe sahip olduğu bilim adamlarınca ortaya konuldu. Türk tarih tezi ile millî tarihimiz gerçek karekterini kazanma imkânına kavuştu. Türk Tarih Kurumu adını alan kurum, günümüzde Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesinde çalışma­ larına devam etmektedir. Yapmış olduğu çalışmalar ve yayınlarla Türk tarihinin aydınlatılmasına çok önemli katkılarda bulunmuştur349. IV- HUKUK A L A N IN D A YAPILAN İNKILÂPLAR Cumhuriyetten sonra hukuk alanında batı ülkelerinin kanunlarından alıntı­ lar yapıldı. Avrupalı devletlerin kanunlarının tamamen ya da kısmen tercümesi yoluyla, Türk hukuk mevzuatının yeniden düzenlenmesi yoluna gidildi. İsviç­ re'den alman Medeni Kanun bir bütün hâlinde görüşüldü ve kabul edildi. Me­ denî Kanunu bütünleyici olan Borçlar Kanunu da, İsviçre borçlar kanunundan alındı.350 Türk Ceza Kanunu İtalya'dan, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu ise, İsviçre'den Neuchatel Kanto'nundan alınmıştır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ise Alman Ceza Muhakemeleri Usuiu Kanunundan alınmıştır. 34E Safih Omurtak, v.d. s. 264. 349 Geniş bilgi İçin bkz. İsmail Özçelik, Atatürk, Cumhuriyet ve Tarih, Erdem Dergisi, Cilt 2, A.K.M. Yay. Ankara 1999. 350 Gülnîhai Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye'de Benimsenmesi, Ankara, 1996, s. 190-199. X I. BÖLÜM Bütün bu değişiklik ve reformlar, yeni Türk Devletinin takip ettiği çağdaşlık politikasının gereği olarak yapılmıştır. Anayasaya gelince; yeni Türk Devletinin ilk yazılı Anayasası 20 Ocak 1921 tarihlî Anayasadır. Bu Anayasa 23 madde ile bir ayrı maddeden oluşuyordu. Ül­ kenin içinde bulunduğu olağanüstü şartların gerektirdiği acil ihtiyaçları karşıla­ mak için meydana getirilmiş kısa bir Anayasadır. 1921 Anayasası "Meclis Hükümeti" sistemini benimsemiş bir anayasadır. Bu anayasa, ogünkü olağanüs­ tü koşullarda hazırlanmış bir düzenlemedir. 1921 Anayasasında devlet başkanlığı kurumu yoktur. Bu Anayasada kabi­ ne de bulunmamaktadır. Yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bu­ lunmaktadır. 29 Ekim 1923 tarihinde Anayasada yapılan bir değişiklikle Cum­ hurbaşkanlığı kurumu oluşturulmuştur. Bu düzenlemeyle meclis hükümeti sis­ teminden bir derece uzaklaşılmış ve olağanüstü rejimden norma! rejime geçiş içîn bir adım atılmıştır.351 20 Nisan 1924 tarihinde yeni bir Anayasa meydan getirildi. 105 madde­ den oluşan bu anayasa, altı kısma ayrılmıştır. Birinci kısımda devletin şekli ile hükümet prensipleri belirlenmiştir. 1924 Anayasası, 1921 tarihli anayasadan farklı olarak saf meclis hükümeti sisteminden belirli ölçüde ayrılmış, parlementer rejime özgü unsurları, meclis hükümeti sisteminin bazı unsurları ile karıştırarak, bu iki rejimin sentezi niteliğinde bir karma sistem meydana getirmiştir.352 V- SO SYAL A L A N D A YAPILAN İNKILÂPLAR Doğu medeniyetini batı medeniyetinden ayıran dış özelliklerin en önemli­ sini insanların kıyafetlerindeki farklılıklar oluşturuyordu. Osmanlı Devieti'nde memurların, memuriyetlerinin cins ve derecelerine göre, din adamlarının da kendilerine has kıyafetleri bulunuyordu. Halk ise yaşadığı bölgenin iklim, kültür şartlan ve mesleğine göre kıyafetler giyiyordu. Osmanlı Devleti bu kıyafetlere dinî bir değer vermediği hâlde, batı toplumundaki kılık ve kıyafet dinî yönden ele alınıyordu. Bu yüzden iki medeni­ yette giyim arasındaki fark, sosyal ve estetik olmaktan çok, dinî faktörlere da­ yandırılıyordu. 351 A. S. Özçeiik, Türkiye'de Hukuk'un Gelişmesi, Türk Dünyası Ei Kitabı, Ankara, 1976, s. 1331. 352 A. S. Özçeiik, s, 1332. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi XVIII. yüzyılın İkinci yarısından itibaren, Osmanlı Devleti Batı mede­ niyetinden alıntılar yaparak, kurumlannı yeni bir düzene sokmaya çalışırken, ön­ celeri kıyafete dokunmadı. Ancak II. Mahmut devrinde devlet memurlarının kı­ lıklarında bir düzenleme yapılmaya başlandı. Memurlara setre ve pantolon giy­ dirilip başlarına fes takıldı. Halk arasında giyim konusundaki boşluk ise Cumhu­ riyetin ilânına kadar sürdü. Mustafa Kemal, batı medeniyetinin bir bütün olarak alınmasına taraftar olduğu için, bu medeniyeti benimsemiş olan dünyanın kabul etmiş olduğu çağdaş kıyafetin Türk halkı tarafından da benimsenmesini uygun görüyordu. Bu yöndeki düşüncelerini uygulamaya koymak üzere ilk olarak 1925 yılında sağlık nedenleri ileri sürülerek, askerlerin taşıdıkları serpuşa (başlığa), kısa bir güneşten koruyucu eklenmesini sağladı,353 Aynı günlerde milletvekilleri de meclis toplantılarına başı açık olarak katıl­ maya başladılar. Atatürk, 24 Ağustos 1925'de Ankara'dan Kastamonu'ya gitti. Kendisini karşılamaya gelen halkı, elinde şapka ile başı açık olarak selamladı. Kastamonu ve İnebolu'da söylediği nutuklarda kıyafetlerimizin değişmesi gerek­ tiğinden bahsetti. Mustafa Kemal'in Kastamonu ve İnebolu nutukları ve basın yoluyla Türkiye'nin her tarafına ulaştırıldı. Ankara'da ve büyük şehirlerin bîr ço­ ğunda memurlar, emir beklemeden şapka giymeye başladılar. Halk, şapka giy­ meyi alışkanlık hâline getirmeye başladı. Mustafa Kemal'in Kastamonu'dan dö­ nüşünden bir gün sonra, Bakanlar Kurulu toplanarak şapka taşınmasını bütün memurlar için zorunlu kıldı. Halkın şapkaya olan olumlu yaklaşımını değer­ lendiren TBMM, 25 Aralık 1925’de şapkanın bütün milletçe giyilmesi ko­ nusunu görüştü. Bursa Milletvekili Nurettin Paşa'mn böyle bîr hareketi Anayasaya aykırı görmesi bir yana bırakılacak olursa, Meclis, büyük bir coş­ kuyla bu kanunu çıkardı. Kanunun 1. Maddesinde fes, kalpak gibi serpuşla­ rı taşımanın yasak olduğu belirtilmişti. Bu kanuna yurdun bazı yerlerinde za­ man zaman muhalefet edildiği gözlenmiştir. Şapka Kanunu'nun sonuçları: a- Şapkanın giyilmesiyle II. Mahmut devrinde başlayıp yarım kalmış olan kıyafet inkılâbı tamamlanmış olduğu gibi, Türk toplumunda memuriyet, din ve mezhep esasına dayanan serpuş ayrılığını da ortadan kaldırılmış oldu. b- Şapkanın kabul edilmesiyle Türk Milleti, kendisini batı medeniyetinden ayıran dış şekle ait özelliklerden en önemlisini ortadan kaldırmış oldu. Şapkanın kabul edilmesiyle eski dönemlerden kalma bir kısım görgü kural­ ları da değişti. El ile temenna etmek, büyüklerin önüne serpuşla çıkmak gibi a­ 353 Salih Omurtak, v.d. s. 266. XX. BÖLÜM detler bırakıldı. Mustafa Kemal, Kastamonu gezisinde din adamlarının kıyafeti hakkındaki düşüncelerini de söylemişti. Çünkü ulemanın (Din adamlarının) giy­ diği kıyafeti, görevli olmayanlar da giyiyor, böylece halkın dinî duyguları sömü­ rülüyordu, Mustafa Kemal, Ankara'ya dönüşünden sonra (2 Eylül 1925 de), tek­ ke ve zaviyelerin kapatılması iie bilim adamlarının ve devlet memurlarının kıyafetleri hakkında Bakanlar Kurulu Kararı yayınlamıştır. Bu kararla ayrıca Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde hiçbir tarikat, bunlara mensup hiçbir şeyh, derviş ve müridin olamayacağı bildiriliyor, bunlarla ilgili özel kılığın ve unvanların, türbe ve türbedarlıkların ortadan kaldırılması da sağlanıyor­ du. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla, hangi dine mensup olursa olsun, din adamlarının ibadet yerleri dışında dinî kıyafetlerle gezmeleri yasak­ lanmıştır.354 Mustafa Kemal, Kastamonu seyahatinden döndükten sonra da sosyal alandaki yenilik çalışmalarına devam etmiştir. Türk topiumunu çağdaş toplamlardan ayıran unsurlar arasında takvim, saat, rakam ve tatil günleri vardı. Bu unsurlar gerek ülkenin iç hayatında, gerekse diğer ülkelerle olan ilişkilerde ortaya büyük güçlükler çıkarıyordu. 26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen kanunlarla hicri ve rumî takvim kal­ dırılarak, yerine miladî takvim; alaturka saat yerine de uluslar arası saat uygulaması getirildi. 20 Mayıs 1928'de uluslar arası rakamlar yürürlüğe girdi ve 1935'te de hafta tatili Cuma'dan Pazar gününe alındı.355 1931 tarih ve 1782 sayılı kanunla ağırlık ve uzunluk ölçüleri değiş­ tirildi. Osmaniı döneminde kullanılan uzunluk ve ağırlık ölçüleri şunlardı; Uzunlukta arşın ve endaze, ağırlık birimi olarak okka, batman ve çeki, ölçme bi­ rimi olarak da kile, şinik, urup v.s. kullanılıyordu. Örneğin arşının iki çeşidi vardı. Çarşı arşını 68 Cm, mimar arşını 75.8 Cm. idi. Kile de tahıl ölçmek için kullanılan bir hacim birimi idî. Çıkarılan kanunla bunların yerine uluslar arası ölçüler kulla­ nılmaya başlandı. Türkler arasında daha çok unvan, lâkap ve baba adını alan aile adları, eski bir geçmişe dayanıyordu. Ancak bu uygulamanın yasal bir dayanaktan yoksun olması; resmî işlemlerde güçlükler yaratıyordu. Bu boşluk Cumhuriyet dönemin­ 354 Salih Omurtak, v.d. s, 268. 355 Ömer Kürkçüoğlu, v.d. s. 81-82. Atatürk İik e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi de, Soyadı Kanunuyla giderildi. 21 Haziran 1934 tarih ve 2525 sayılı yasa İle her Türk'e öz adından başka "soyadı" da taşıma zorunluluğu getirildi. Bu kanuna göre kişiler; soyadı olarak rütbe, memurluk, aşiret, yabancı ırk ve millet adları ile gülünç adları kullanamayacaklardır.356 VI- KADIN HAKLARI ve ATATÜRK Atatürk bir konuşmasında “ Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar gayret gösterdim diyemez" diyerek Türk kadınının ta­ rihte üstlendiği rolü belirtmiştir. Atatürk'ün Türk kadını ile ilgili düşünceleri, görüşleri ve tutumu, o dönem­ deki sosyal anlayışın İlerisindeydi. Bir inanç şeklinde özümsenmiş olan bu anla­ yış, onun Türk Tarihi hakkındaki derin bilgisinin bir sonucudur. Atatürk, ailenin ana unsurlarından biri olan kadının Türk toplumundaki ye­ rini “ Türkiye Cumhuriyetinde kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bu­ gün de en saygın yerde, herşeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır" şeklinde tanımlamış, kadının yeri ve görevini de şöyle belirtmiştir. "Kadın­ larımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek Önemi olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın, eski­ den bu Önemi hakikaten en yüksek derecede kazanmıştır. Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihî olayların şahitliği ile ispatlanmıştır ki, gerçekten yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalarından sayabilece­ ğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en önemlisi kıymetli evlatlar yetiştirmele­ riydi. Gerçekten Türk Milletinin bütün dünyada yalnız Asya'da değil Avru­ pa'da bile büyük ezici gücünü göstermiş olması, görkemli savaşlar yapmış bulunması, hep böyle kıymetli ataların, faziletli evlatlar yetiştirmesi ve da­ ha beşikten, çocukların ruhuna, mertlik ve fazilet aşılaması sayesinde ol­ muştur". Atatürkçülükte kadm haklarına dönük olarak dikkati çeken en belirgin özeilîk, kadm-erkek ayrımını ortadan kaldırarak herkesi eşit hakları olan vatandaş­ lar şeklinde düşünülmesidir. Bugün dünya aydınlarının birleştiği ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın yay­ maya çalıştığı ileri seviyedeki bu görüşü, Atatürk çok daha önceleri dile getir­ miştir. Atatürk'ün 1923'lerden itibaren üzerinde durduğu ve uygulamaya koy­ 35S Ömer Kürkçüoğiu, v,d. s, 83. X X . BÖLÜM duğu kadın hakları için dünya, ancak 1975 yılında birlik olarak çaba göstermek gereğini duyabilmiştir. Atatürk, kadınların eğitimi konusuna hemen her konuşmasında yer ver­ miş, 1926 Medenî Kanunu ile kız öğrencilerin yüksek öğrenim imkânlarının gelişmesine katkıda bulunmuş, 1927 yılında bütün ortaokullarda karma eğitim başlatılmıştır. Kadınların okuma-yazma öğrenmelerine de Atatürk, büyük önem vermiştir. Kadınlar için yapılan hukuksal reformlara gelince; 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medenî Kanun ile sosyal alanda kadının hakları genişletilmiştir. Siyaset alanında kadınlarla ilgili ilk düzenleme, 3 Nisan 1930 tarihinde çıkarılan 1580 sayılı kanundur. Bu kanunun 23. ve 24. maddeleri ile, Türk kadınlarına ilk defa belediye seçimlerine katılma, seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Siyaset konusunda 5 Aralık 1934 tarihinde Anayasada yapılan düzenleme ile kadınlar da milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur. Atatürk bu ko­ nuda şöyle diyordu. "Bu kader Türk kadınına toplumsal ve siyasal hayatta bütün mîlletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak gerekecektir. Türk kadını evdeki uygar yerini yetkiyle almış, iş hayatının her aşamasında başarılar göstermiştir. Siyasal hayata belediye seçimlerinde tecrübe yapan Türk ka­ dını, bu kez de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyü­ ğünü elde etmiş bulunuyor. Uygar ülkelerin bir çoğunda kadından esirgeen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve kendine yaraşır bi­ çimde kullanacaktır". Sosyal alanda ise kadının rolü, önemi ve katkısı ilk plânda aile dü­ zeninde ortaya çıkmaktadır. Ailede çocuğun eğitimi konusunda önemli bir görev üstlenen kadın, diğer alanlardaki çalışma hayatında da etkili bir şe­ kilde yerini almıştır. Yapılan bu düzenlemeler sayesinde Türk kadını, her meslekte büyük başarılar göstererek çağdaş Türk toplumu içindeki yerini almıştır.357 VII- TÜRK DIŞ POLİTİKASI ve ATATÜRK Dış Politika konusunda Atatürk; "Her hâlde alemde bir hak vardır. Hattâ kuvvetin üstündedir. Yalnız- milletin haklarını müdrik olup muhafaza ve mü­ dafaası icap ettiği zaman her türlü fedakârlığa hazır olunduğuna dair karşı 357 Emel Doğramacı, Atatürk ve Kadın, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 13, Kasım 1988, s. 105. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi tarafa bir kanaat vermek lâzımdır" demiştir.358 Bu sözüyle Atatürk; Dünyadaki uluslar arası ilişkilerin hakkaniyet üzerine kurulmasının gerektiğini, mîlletimizin haklarını korumak gerektiği zaman, bu konuda her türlü fedakârlığa hazır oldu­ ğumuzun da yabancılara bildirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. “ Her dimağ bir yüce ülkü besleyebilir. Hürdür, muhtardır. Buna kimse karışamaz. Ancak, bu münasebetle şunu arzedeyim ki, büyük hayaller pe­ şinde koşan, yapamayacağımız şeyleri yaparız diyen sahtekârlar zümresine dahil olmamalıyız. Biz şimdiye kadar gerek dahilde, gerek hariçte bu sahte­ kar siyasetten çok çektik. Efendiler, bundan böyle tabii; hâlimize dönelim, haddimizi bilelim" diyerek A/lisak-ı Millîye işaret etmiş ve bu yönde takip edilecek millî politikayı göstermek istemiştir.359 Yukarıdaki sözlerinden ve uyguladığı politikalardan da anlaşılacağı gibi, Atatürk'ün dış politikası akılcı ve gerçekçidir. Kendisinin hayâl peşinde koşmadı­ ğı görülmektedir. Uygulanmasını düşündüğü bu dış politikanın, iç politika ile sıkı bir bağ içinde bulunması gerekmektedir. Bu nedenle Atatürk'ün dış politikasının temeli, Son Osmanlı Mebuslar Meclisinin kararlaştırdığı ve 17 Şubat 1920 tari­ hinde kamuoyuna açıkladığı Misak-ı Millî'dir. Atatürk, Misak-ı Millî'de belirtilen amaçlan adım adım izlemiş ve uygulamıştır.360 Atatürk, Osmanlı Devleti zamanında izlenen dış politikanın akılcı ve millî olmadığı görüşündedir. Devletin son zamanlarında kişilere bağlı ve uygun olmayan bir politika izlendiği fikrindedir. Türk İnkîlabı ile kurulan yeni devletin politikasının ise, millî hedeflere yönelen istikrarlı bir politika olduğunu ve bütün milletin istekleri doğrultusunda şekillenen millî bir poli­ tika olduğunu belirtmiştir. Atatürk'ün millî dış politikası şu unsurlara dayanmıştır: * Dış politika Türk toplumunun politik amaçlan ve çıkarlarına dayanmıştır. Milleti esas almıştır. Milletin güçlü, mutlu ve müreffeh olmasına dayanan bir si­ yasettir. * Millî dış politika, Atatürk tarafından iç yapımıza dayalı bir şekilde düzen­ lenmiştir. Atatürk, dış politikanın “iç teşkilâtımıza tamamen uygun olmasını" is­ temiştir. Başka bir deyişle iç hukuk ve kamu düzenine dayanan bir dış siyaset öngörülmüştür. 358 Atatürk'ün söylev ve Demeçleri, it, s. 10. 359 Atatürk'ün söylev ve Demeçleri, I, s. 199. 360 Atatürk'ten Düşünceler, s. 5. X I. BÖLÜM * Millî politikanın üçüncü şartı olan millî sınırlarımız, Atatürk'ün ifadesi ile "Hudud-u Miilîye"dir. Bu millî hudutlar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belir­ lenip, Son Osmanlı Mebuslar Meclîsİ'nce ilân olunan “ Mİsak-ı Millî''dîr. Bu bel­ ge Türk Milletinin üzerinde yaşadığı toprakları göstermesi bakımından, millî po­ litikanın uygulama alanını göstermektedir. * Millî politikanın her şeyden önce milletin gücüne dayalı olması gereği de söz konusudur. Atatürk bunu şu İfadelerle dile getirmiştir. "Kendi gücümüze dayanarak, varlığımızı korumak zorundayız." Dış politikada gücümüzü artır­ mak amacıyla yapılan güvenlik anlaşmaları ve bölgesel dayanışmalar buna da­ hildir, Bu amaçla Balkan Antantı ve Sadabat Paktı Mustafa Kemal döneminde gerçekleşmiştir. * Millî dış politikanın vazgeçilmez bir diğer özelliği de Türk Milletinin in­ sanlık âleminin bir unsuru olarak şerefli yerini alması ve bunun korunmasıdır. Yani eşit muamele ve karşılıklı dostluk ilişkilerinde şahsiyet ve bağımsızlık korunmalıdır. Miliî dış politika aklicı olmalı ve hayâller peşinde koşulmamaiıdır. Atatürk'e göre boş hayâllerle memleketi ve insanları uğraştırmamak gerekir. Millî gücün korunması ve heba edilmemesi gereklidir. * Millî dış politikanın önemli temellerinden biri de barıştır. Dünya devletle­ riyle barış temeline dayalı ilişkiler kurulmalıdır. Bunu da Atatürk; "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözleriyle ifade etmiştir. Bu hedefte dış politikanın barış esasına dayandırılması vurgulanmakta, ancak barışı sağlamak ve devam ettirmek için ekonomik ve askerî yönden güçlü olmanın gerektiğini de yine Atatürk hem söz­ leri hem de uygulanmalarıyla göstermiş bulunmaktadır. Görüldüğü gibi millî dış siyasetin bazı özellikleri bulunmaktadır. Millî dış politika herşeyden önce, millî çıkarlarla insanlık çıkarlarını bağdaştırmaktadır. Hakka olduğu kadar bu hakkı korumak için gerekli olan kuvvete de yer vermektedir. Hayalci ve maceracı gö­ rüşlerden uzak, gerçeklere bağlı, meşruluk esaslarına dayanan bîr yoldur.361 Atatürk'ün sağlığında kendisi ve ölümünden sonra onun izinden ay­ rılmayan Türk devlet adamları tarafından bu millî dış politika aynen uy­ gulanmıştır. "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesine bağlı kalan Cumhuriyet hükümetleri, iç ve dış sorunları çözerken barışçı yolları izlemişlerdir. Komşuları­ mız veya diğer dış devletler ile bir sorunun çözümünde önce görüşmeler yolu denenmiştir. Zemin uygun bir hâle getirildiğinde müzakereler sürdürülmüş ve 361 Atatürk'ün dış politikasının temel noktaları şu çalışmada etraflı bir biçimde incelenmiştir: Meh­ met Cönliibol-Ömer Kürkçüoğlu. Atatürk Dönemi Türk Dış Poiitikası, Atatürk Araştırma Merke­ zi Dergisi: 2, 1985, s. 451-473. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi gerekli konular uluslar arası kuruluşlara götürülerek, barışçı yollardan çözüm­ lenmesine gayret gösterilmiştir. Yeni Türk devleti, kurulduğu tarih olan 1923 yılından başlayarak, dış poli­ tika alanında yukarıdaki ilkelere bağlı kaldığı gibi, devletler hukukuna da saygılı olmuş ve uluslar arası kurallara uymuştur. Atatürk döneminin dış politikası, Lozan Antlaşmasının imzalanmasından 1930 yılına kadarki sorunların çözümlenmesi için harcanan çaba-lar ile 19301938 yılları arasındaki dönem olarak iki kısımda incelenebilir. A- 1923-1930 DÖ NEM İ DIŞ POLİTİKASI ve MUSUL SORUNU Türkiye Cumhuriyeti uluslar arası hayattaki yerini, Lozan Antlaşmasıyla al­ mıştır. Bundan sonra genellikle 1923-1930 yılları arasında Lozan Antlaşmasıyla çözümlenmeyen konular, Türk İnkılâbının prensiplerine uygun olarak çözüm­ lenmiştir. Bu devrede büyük devletlerle olan ilişkilerin normal düzeyde sürdü­ rülmesine çalışılmıştır.362 Başta Fransa ve İngiltere olmak üzere büyük devletlerle olan ilişkiler, Lo­ zan'da çözümlenemeyen Musul sorunu, Osmanlı Devieti'nden kafan borçlar, sı­ nırlarımız ve okullar sorunu ve Yunanistan ile aramızda çıkan "Etabii" anlaşmazlı­ ğı, 1923-1930 döneminin başta gelen sorunlarıdır. 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman Musul, Türk topraklarının bir parçası durumunda ve Türk askerlerinin bulunduğu bir yer idi. Ancak Mütarekenin 7. Maddesine dayanarak İngilizler 6 Kasım 1918'de bu­ rayı işgal ettiler. Bunun üzerine Türk kuvvetleri de 8 Kasım'da Musul'u tama­ men boşalttılar. İngilizler'in Musul ve Kerkük ile olan ilişkileri oldukça eskilere da­ yanmaktadır. Bilindiği gibi Sanayi Devrİmİni gerçekleştiren İngiltere'nin petrole olan ihtiyacı, bu devletin dikkatini Musul ve Kerkük'e çekmişti. İngiltere, diğer petrol sahaları gibi buraya da özel bir değer veriyordu. II. Abdülhamit zamanında Almanlara tanınan imtiyazlar ve Bağdat Demir­ yolu Projesi, İngilitere'nin hoşuna gitmemişti, 1890 yılında yapılan araştırmalar sonucu Musul ve Bağdat yörelerinde petrol yatakları bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine II.Abdülhamit özel bir fermanla buraları "Memalik-i Şahane" adıyla devletin özel mülkü şeklinde tapulamıştı. 1904 yılında bu sahalarda Al­ manların nüfuzu artmaya başlamış ve Anadolu Demiryolları adlı Alman şirketle­ 362 Fahir ArmaoğİLi, Siyasi Tarih, 1789-1960, Ankara, 1975, s. 639. X I. BÖLÜM rine bin yıllığına petrol arama izni verilmişti. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız şir­ ketleri de hemen petrol arama ruhsatı almak üzere harekete geçtiler. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri de şirketleri aracılığı ile imtiyaz almak üzere başvu­ ruda bulundu. 1912 yılında İngilizler, Türk Petrol Şirketi'ni kurarak hissedar oldular. Bu­ nun ardından 1. Dünya Savaşı patlak verdi. İngilizler bu savaşta Osmanlı Devleti İle karşı karşıya geldiler. Basra Körfezin'den çıkarma yapan İngiliz birlikleri Bağdat'ı ele geçirmek üze­ re harekete geçtiler. Amaçları petrol bölgelerini ele geçirmekti. Savaşın başında, Kütl'ulamere'de yenildilerse de savaşın ilerlemesiyle Bağdat'ı ele geçirdiler ve 1918 yılı Ekiminde Musul'a dayandılar.363 Gizli paylaşma projeleri sırasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması ile Fransızlara bırakılan Musul, bu antlaşmayı değiştiren "Suriye İtilafnamesi''ne göre İngilizlerin kontrolüne girdi. Buna karşılık İngilizler de işgal ettikleri Urfa, Maraş ve Antep şehirlerini Fransızlara bırakıyorlardı. ingilizler için şimdi sıra diplomatik yollardan bu sahayı elde etme işine gelmişti. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Son Osmanlı Meclisi'nin kabul ettiği “ Misak-ı Millî" kararları aynen benimsenmişti. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ve Türk kamuoyunca Musul, Anadolu'nun bir vilayeti ve Misak-ı Millî Sınırları İçinde sayılıyordu. Buna rağmen TBMM Hükümeti, Batı Cephesindeki Yunan işgali ve diğer siyasî gelişmeler karşısında, Millî Mücadele sırasında Musul ile pek ilgilenememişti. Ancak Özdemir Bey Müfrezesi bu iş için görevlendirilmiş ise de Özdemir Bey, yöredeki aşiret kuvvetlerinden yararlanarak İngiliziere karşı sınırlı ölçüde gerilla savaşı vermiş, fakat gerekli desteği alamadığı için başarılı olamamıştı. Batı Cephesinde savaşın bitmesinden sonra, Ateşkes Antlaşmasıyla Türkiye Lozan'da kesin barış görüşmelerine katılmıştı. Bu görüşmeler sırasında Türkiye, Musul üzerindeki haklarını dile getirirken, İngiltere Musul'un Irak'a ait olduğun­ da ısrar ediyordu. Zaten İngilizler, Musul'u Osmanlı topraklarından koparmak maksadıyla Emir Faysal'ı Irak Kralı ilan etmişler ve Musul'u Irak'a bağlayarak, manda rejimlerini kurmuşlardı. Lozan KoDferası'na katılan devletlerin çoğu da, İngiliz tezini desteklemekteydiler. Sonunda Musul konusu, Lozan'dan sonra çö­ zümlenmek üzere ertelendi.364 363 Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, 1700-1958, Ankara, 1978. s. 566. 364 Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, İstanbul, 1985, s. 454 Atatürk İlk e le ri ve T İirk İnkılâp Tarihi 1924 yılında Musul sorununun çözümü için İstanbul'da Haliç Konferansı toplandı. Süleymaniye, Musul ve Kerkük'ün Türkiye'ye bırakılmasına karşılık İngiliziere hisse verilmesi teklif edildi. Ancak konferans barışsızlıkla bitti. İngiltere, aynı yıl bu konuda Milletler Cemiyetine başvurdu. Türkiye Musul'da plebisit (halk oylaması) istedi. İngiltere bunu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti İngilte­ re'nin etkisinde kalarak, İngİlizleri haklı.gördü. Ancak Türkiye bu kararı tanıma­ dı. Siyasî yollarla Türkiye'den Musul'u alamayacağını anlayan İngiltere, Türkİrak sınırında olaylar çıkarmaya başladı. Musul’u silâh deposu hâline getirdi. Hakkâri dolaylarında yaşayan Nasturi’ierî kışkırttı ve 1925 yılında Şeyh Sait İs­ yanının çıkmasını sağladı. Türkiye'ye verdiği nota île Musul sorununun kendi is­ tekleri doğrultusunda çözümlenmediği takdirde askerî müdahalede bulunacağını bildirdi. Şeyh Sait isyanı esnasında İngiltere'nin takındığı tavır da, bu ülkenin ni­ yetini açıkça ortaya koyuyordu. Türkiye notaya verdiği cevapta yurt bütünlüğü ve bağımsızlığının korunması için her türlü askerî önleme başvuracağını bildirdi. İngiltere, bu cevap karşısında fazla ileri gidemedi, fakat Musul sorunu da çözûmlenemedetı kaldı.365 1925 Yılında konu Lahey Adalet Divanı'na götürüldü. Divan Musul'u İngiitereye vermeyi uygun buldu. Türkiye bu karara da itiraz etti. Bu sırada Tür­ kiye, Nasturî isyanı ve Şeyh Sait İsyanı ile uğraşıyordu. Bu İsyanların bastırılma­ sından sonra Ankara'da yapılan antlaşma ile Türkiye ve İngiftere arasında bu so­ run İngiltere'nin lehine çözümlendi (5 Haziran 1926). Yurt içinde Cumhuriyet rejimini oturtmak, dış politikada ise Batılı devletler­ le dost olmak ve Batılılaşmak isteyen Türkiye'nin bu konuda daha fazla diren­ mesi mümkün olmadı. Bu nedenle Türkiye'nin lehine hükümler taşımayan bu barış anlaşması kabul edildi. Ankara Antlaşmasına göre: Musul, İngiltere'nin himayesinde bulunan Irak’a verilecekti. Irak ise Musul petrollerine konan vergi gelirlerinden kendi payına dü­ şen miktarın % 10'unu 20 yıl süreyle Türkiye’ye verecekti. Türkiye buradan sağlayacağı geliri toptu olarak alıp hissesinden vazgeçti. Bugünkü Türk-irak sınırı da bu anlaşmayla belirlendi. Musul, Kerkük ve Süleymaniye’de oturan Irak Türklerine kültürel özerklik sağlanamadı. Bu nüfus her bakımdan Arap yönetimine teslim edildi. 365 Tahsin Ünal, a.g.e., s. 567. X I. BÖLÜM B- TÜRKİYE-FRINSA İLİŞKİLERİ Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk-Fransız uyuşmazlığı; Lozan Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne intikal eden borçlar, Tür­ kiye-Suriye sınırı ve Türkiye'deki misyoner okulları kokuları ve Adana-Mersîn demiryollarının satın alınması konusuna dayanıyordu. 20 Ekim 1921 tarihli Ankara anlaşmasıyla, Türkiye-Suriye sınırının ayrıntılı bir şekilde tesbiti için bir ay içinde bir komisyon kurulacaktı. Komisyon çalışma­ larından sonuç alınamaması üzerine Türk ve Fransız hükümetleri doğrudan te­ maslara geçerek, diplomatik müzakerelere girdiler. Nihayet İngiltere ile Musul sorununun çözümünden sonra (18 Şubat 1926 tarihinde) "Dostluk ve İyi kom­ şuluk" sözleşmesi adını alan antlaşma imzalandı. Antlaşma Türkiye-Suriye sınırı­ nı çizmekle kalmıyor, aynı zamanda Türk-Fransız ilişkilerini de düzenliyordu. Buna göre taraflar, aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözecekler, taraf­ lardan birine silâhlı bir saldırı sözkonusu olduğu anda diğeri tarafsız kalacaktı. Türk-Fransız ilişkilerinde sorun olan ikinci konu da, Türkiye'deki Fransız misyoner okullarıydı. Türk hükümeti Tevhid-i Tedirisat Kanunu ilân ettikten son­ ra, bütün yabancı okullarda, Türkçe ve Coğrafya derslerinin Türk öğretmenle­ rince ve Türkçe olarak okutulmasını kararlaştırdı. Ancak Fransız okulları bunu kabul etmek istemediler. Duruma Fransız Hükümeti ve Papalık karışmak istedi. Bunun üzerine Türkiye bu okulları kapattı. Bu durum Türkiye ile Fransa arasın­ daki ilişkilerin normalleşmesini geciktirdi. Osmanlı Devlet >den kalan borçların ödenmesi konusu da bu yıllarda Türk-Fransız ilişkilerinin önemli bir parçası olmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı Dev­ leti, tahvil çıkarmak suretiyle en fazla Fransa'dan borç almıştı. Lozan Konferansı sırasında bu borçlar konusu ele alınmış ve Türkiye tarafından ödenecek borçların tahvil sahipleriyle Türkiye arasında yapılacak görüşmelerle çözümlenmesi esası benimsenmişti. Osmanlı Devleti en fazla Fransız vatandaşlarına borçlu idi. Konu bu nedenle en çok Fransa'yı ilgilendiriyordu. Nihâyet Türkiye, Haziran 1928'de Paris'te Fransa ile bir anlaşmaya varmıştı. Fakat 1929 yılında başlayan dünya ekonomik bunalımı, bu borçların ödenmesini zorlaştırmıştı. Buna rağmen borçlar konusu ancak Nisan 1933'te yapılan antlaşma ile kesin şekil almış ve 1944 yılına kadar ödenmiştir.366 Bu arada, kapitülâsyon kalıntılarını temizlemek üzere, bir Fransız şirketi ta­ rafından işletilmekte olan Adana-Mersin demiryolunun Türk Hükümetince bir 366 Rıfat Uçarol, a.g.e., s. 458-459, 221 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi yasayla satın alınmak istenmesi, Fransa ile yeni bir anlaşmazlığı gündeme getir­ miştir. Ancak, demiryolu konusu fazla uzamamış ve 1929 Haziranında yapılan bîr anlaşma ile Fransa, demiryolunu Türkiye'ye devretmeyi kabul etmiştir. Görüldüğü gibi Türk-Fransız ilişkileri, bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin Kapi­ tülasyonlardan kalan sorunları üzerinde yoğunlaşmış ve Fransızlar bu imtiyazlar­ dan Cumhuriyet devrinde de yararlanmak istemişlerdir. Bu durum İki devlet ara­ sıda gerginliği tırmandırdı. Ancak Almanya'da Nazi partisinin iktidara gelmesi üzerine Türk-Fransız ilişkilerinde düzelme oldu ve Fransa, Balkan Antantinın kurulmasını destekledi. Kısa bir süre sonra 1936'da Hatay sorununun ortaya çık­ ması ile Türk-Fransız ilişkilerinde 1939 yılına kadar yeniden bir gerginlik dönemi yaşanmıştır. C- TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI ve "ETEBLİ" SORUNU Lozan Konferansından Önce 30 Ocak 1923'de, Türkiye'de kalan Rumlarla Yunanistan'da kalan Türkier'in değişimi (mübadelesi) konusu ele alınmış ve bu­ na ilişkin bir sözleşme imzalanmıştı. Bu sözleşmeye göre Batı Trakya'da yaşayan Türklerle, İstanbul'da kalan Rumlar yerlerini koruyacak ve bulundukları yerler­ den ayrılmayacaklardı. Ancak Yunanistan'ın İstanbul'da daha fazla Rum nüfusu bırakmak istemesi anlaşmazlık yaratmış, Türk-Yunan ilişkilerinde gerginlik orta­ ya çıkmıştır. Hele Yunanistan'ın Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak, bu­ ralara Türkiye'den gelen Rumları yerleştirmesi, buna misilleme olarak Türki­ ye'nin de İstanbul Rumlarının mallarına el koyması, gerginliği şiddetlendirdi. “ Etabli" (Sakin) anlaşmazlığı bu şekilde iki devletin siyasal ilişkilerinde gerginlik yaratınca, iki taraf arasında sorunun görüşmelerle çözülmesi yoluna gidilmiş ve Aralık 1926'da bir anlaşma imzalanmıştır.367 Ancak bu anlaşmanın da uygulanmasında bazı güçlüklerle karşılaşıldı, Türk-Yunan ilişkileri yeniden gerginleşti. İki ülke arasında savaş rüzgârları esme­ ye başladı. Yunan Başbakanı Venİzefos, silâhlı çatışmanın beklendiği bir anda, bu durumun Yunanistana vereceği siyasî ve ekonomik zararları düşünerek tu­ tumunu yumuşattı. Bunun üzerine iki devlet arasında görüşmeler yeniden başladı. Haziran 1930'da iki taraf arasında ahali değişimini (mübadele) belirleyen anlaşma imza­ landı. Bu anlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun, İstan­ 367 Tahsin Ünal, a.g.e, s. 578. X I. 8ÖLÜM bul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi sözleşme kapsamı içine alındı. Böyiece 6-7 yıl süren Türk-Yunan gerginliği sona ermiş oldu.368 1930 Anlaşması iki taraf arasındaki ilişkileri yumuşatmıştı. Türk devleti Venİzelos'u Türkiye'yi ziyarete davet etti. Venizelos'un Türkiye ziyareti sırasında 30 Ekim 1930'da iki devlet arasında üç anlaşma imzalandı. Bunlardan bir tanesi "Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması"ydı. Bundan sonra 1931 yılında Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Yu­ nanistan'ı ziyaret ettiler. Türk-Yunan ilişkilerinde 1954 yılına kadar dostça bir dönem yaşandı. D- TÜRKİYE-İTALYA İLİŞKİLERİ Millî Mücadele yıllarında İtalyanlar kurulmakta olan yeni Türk Devleti'nden de bazı imtiyazlar elde etmek ve ekonomik çıkarlar sağlamak istiyorlardı. Londra Konferansı sırasında Bekir Sami Bey'in imzaladığı anlaşma, Mustafa Ke­ mal Paşa tarafından uygun görülmeyince, İtalyanlar bu imtiyazları elde edeme­ yeceklerini anlamışlardı. II. İnönü Savaşı sonrasında da birliklerini işgal ettikleri Anadolu topraklarından çekmek zorunda kaldılar. 192Tden 1928'e kadar Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkiler, dostane bir şekilde devam etti. 1922 yılında iktidara gelen Mussolini, ilk yıllarında içerde ik­ tidarını kuvvetli tutmak için çalışmış, 192B yılında Türkiye'yi de İlgilendiren be­ yanat ve isteklerde bulunmaya başlamıştı. İtalya'nın Arnavutluk'u etkisi altına alması, Balkanlarda tepki ile karşılandı. Avrupa basınında İtalya'nın Rodos ve 12 Ada'ya asker çıkaracağı, buradan da Batı Anadoluya geçeceği yolunda haberler çıkmaktaydı. Türkiye bu haberler karşısında bazı askerî hazırlıklara girişti.369 İzmir'deki bir İtalyan okulunun Tevhid-i Tedrisat Kanununa rağmen faali­ yetlerini sürdürmesi üzerine Atatürk'ün bu okulu kapattırması ve bu konudaki kararlı tutumu üzerine Mussolini, Türkiye ile uzlaşması gerektiğini anlayarak 30 Mayıs 1928'de Türkiye ile Dostluk Anlaşması imzaladı. Bu anlaşma ile iki ülke, birbiri aleyhinde siyasî ve ekonomik antlaşmaya girmeyecekleri ve bir tarafın te­ cavüze uğraması hâlinde diğer tarafın tarafsız kalacağı konularını imza altına al­ dılar. 36S Fahrî Armaoğlu, Siyasi Tarih, s. 643-646. 369 Tahsin Ünal, a.g.e,, s. 568-571. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi E- 1930-1938 DÖNEM İNDE TÜRK DİŞ POLİTİKASI Lozan'ın bazı konuları çözüme kavuşturmasından sonra, Türkiye dış politi­ kada aktif bir yol izlemiş ve bölgesinde barış ve güvenliğin korunması için çaba göstermiştir. 1930 yılından sonra Türkiye büyük devletlerle İlişkilerini normal se­ viyede düzenlemiş, Sovyet Rusya ile dostluğunu sürdürmüş, ancak bu devlet Türkiye için dayanılan tek büyük devlet olma konumundan çıkmıştır. Türkiye'nin dış politikasında 1930-1938 yılları arasında gündemde olan başlıca dış konular şunlar olmuştur: a- Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne üye olması. b- Balkan Antantı, c- İtalya’nın Habeş savaşı ve Türkiye-İtalya ilişkileri. d- Türk-Sovyet ilişkileri, e- Montreux Boğazlar Sözleşmesi. f- Sadabat Paktı. g- Hatay sorunu ve Türk-Fransız ilişkileri. a) Türkiye'nin Mîlletler Cemiyeti'ne Üye Olması Türkiye, 1932 yılında Silâhsızlanma Konferansı çalışmalarına katılmış ve bu konuda uluslar arası işbirliğinin gereğine İnandığını göstermiştir. Türkiye silâhsızlanma görüşmeleri sırasında bundan önce güvenle bakma­ dığı Milletler Cemiyeti'ne üye olma isteğini açıklamıştır. Bu isteği üzerine Türki­ ye, Haziran 1932'de Milletler Cemiyetine davet edilmiştir. Bundan iki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilmiştir. Türkiye, Mîlletler Cemiyeti'ne katıldıktan sonra da bu teşkilâta samimiyetle bağlı kalmış ve barışın korunması çabalarında cemi­ yeti desteklemiştir. Ayrıca cemiyet üyeliği Türkiye'ye bir yandan uluslar arası arenaya açılma imkânı verirken, diğer yandan da İngiltere ve Fransa ile ilişkilerini daha düzenli bir yola koyma fırsatı tanıyordu.370 b) Balkan Antantı Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler Teşkilâtı), 1930'lu yıllarda bölgesel savunma paktlarının kurulmasını destekliyordu. Almanya'da Nazi Partisinin ikti­ 370 Mehmet GönlüboFÖmer Kürkçüoğlu, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürkçü Düşünce Ei Kitabı, Ankara 1995, s. 359. X I. BÖLÜM dara gelişi, Balkanların öteden beri savaş sahnesi olması, Balkanlara karşı yapıla­ cak bir saldırının önlenmek istenmesi gibi nedenlerle Balkan Antantı kurulması fikri ön plâna çıktı. Balkan Devletlerinin 1930'dan sonra çeşitli gerekçelerle top­ ladıkları konferanslarında bu görüşlerin ortaya çıkması sonucu, Balkan Paktı’nın imzalanması sürecini hızlandırdı. Bu yıllarda bölgesel savunma ve işbirliği fikrinden hareket eden Birleşmiş milletlerin direktifleri doğrultusunda, Baltık ülkeleri arasında "Baltık Antantı", Orta Avrupa ülkeleri arasında "Küçük Antant", Balkan Devletleri arasında, "Balkan Antantı" ve Ortadoğu ülkeleri arasında da "Sadabad Paktı" gündeme gelmişti. Eylül 1933'te Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan dostluk antlaşma­ sı, Balkan Antantı'nm sürecini başlatmıştır. Hemen bunun ardından Türkiye ile Romanya arasında Ekim 1933'te "Dostluk, Saldırmazlık ve Hakem Antlaşması" imzalanmıştır. Türkiye İle Yugoslavya arasında da Kasım 1933'te bir başka dost­ luk antlaşması imzalanınca, Balkan Antantı'nin iskeleti ortaya çıkmış oluyordu. Türkiye bu paktın kurulmasında etkin rol oynamış ve 9 Şubat 1934 yılında Bal­ kan Antant'ı imzalanmıştır.371 Balkan Antantı ile taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir balkan devletiyle birlikte bir si­ yasal antlaşma veya siyasal bir harekette bulunmamayı taahhüt ediyorlar­ dı. Antanta ek olarak bir de gizli protokol imzalanmıştı. Gizli Protokolde, Bal­ kanlı devletlere Balkanlı olmayan bir devletin saldırması hâlinde, karşılıklı yardı­ mın esasları belirlenmişti. Balkan Antantı yapı itibariyle Balkanlarda mevcut sta­ tünün korunmasını öngörmekteydi. Bulgaristan mevcut statüyü uygun gör­ mediği için bu pakta dahil olmamıştı. Çünkü Bulgaristan, Makedonya üze­ rindeki isteklerinden vazgeçmemişti. Böylece Antant; Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasında gerçekleştirildi. 1936 yılında Avrupa'da Alman üstünlüğünün artması, Romanya'yı telaş­ landırmıştı. Yugoslavya ise Bulgaristan ile yakın ilişkiler içine girdi. Yugoslav­ ya'nın 1937 yılında Bulgaristan ile antlaşma imzalaması, onu bu Balkan Paktın­ dan uzaklaştırdı.373 371 Tahsin Ünal, s. 583. 3/3 Fahir Armaoğiu, Siyasi Tarih, s. 655. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Münih Antlaşması Çekoslovakya'nın parçalanmasına yol açmış, bu durum Orta Avrupa'da Küçük Antant'ı sona erdirmişti. Onun için küçük antant dağıl­ mış, Balkanlar'da ve Dünya'da meydana gelen olaylar, 1939 yılında Balkan An­ tantını sona erdirmiştir. c) İtalya'nın Habeşistan'a Saltırması, Türkiye-İtalya İlişkileri İtalya-Habeş Savaşı, Türkiye-İtalya İlişkilerindeki güvensizliği arttırmış, bu dönemde Türkiye Batıklarla daha sıkı bir işbirliği içine girmiştir. Bu dönemde Özellikle Türk-İngiliz ilişkilerinde önemli bir gelişmeler olmuştur. İtalya'nın Habeşistan'ı işgal Birleşmiş Milletler, İtalya'ya bazı yaptırımlar uygulamaya karar verdi. Bu yaptırımların zorlayıcı hükümlerine Türkiye de ka­ tılma kararı almıştı. Bu olay uluslar arası zeminlerde Türkiye ile İngiltere'yi yakın­ laştırdı. Zorlayıcı yaptırımların uygulanmasında İngiltere; Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'ya teminat verdi. Bu teminat, İngiltere iie bu devletler arasında gü­ ven duygusu uyandırmış ve buna bağlı olarak "Akdeniz Paktı" adıyla anılan paktm doğmasına imkân tanımıştır. Bu pakt ile Türkiye ve İngiltere arasında ya­ kınlaşma sağlanmış ve bu yakınlaşmadan 1939'da bir ittifak ortaya çıkarak Tür­ kiye iie İngiltere birbirine yaklaşmışlardır,373 Türkiye-İtalya ilişkileri, Habeş Savaşı sonrasında geçici olarak düzelmişse de Akdeniz'de yapılan denizaltı korsanlığını önlemek maksadıyla Eylül 1937'de düzenlenen Nyon konferansı sonunda imzalanan anlaşma İle yeniden bozul­ muştur. Türkiye bu toplantılarda İngiltere'yi destekleyerek, milliyeti belirsiz denîzaltılara karşı müşterek güç uygulamayı kabul etmiştir. d) Türk-Sovyet İlişkileri 1930-1939 yılları arasında Türk-Sovyet ilişkileri genellikle dostane bir şe­ kilde sürmüştür. Ancak Türkiye'nin Birleşmiş Milletlere üye olması, Sovyetler Birliği memnun etmemiştir. Fakat sonraları Sovyetler Birliğî'nin de Birleşmiş Mil­ letlere girmesi için Türkiye'nin olumlu gayretleri, iki devleti dış politikada birbiri­ ne yakınlaştırmıştı. Türk-Sovyet ilişkileri dostluk çerçevesi içinde yürürken, Montrö konferansında benimsenen ve Boğazların kullanılması şeklini belirleyen hükümler Rusya'yı memnun etmemiştir. Montrö görüşmelerinde İngiltere, Türkiye'nin Boğazlar konusundaki tezini desteklemiş ve bu konferans Türkiye'nin Rusya ve İngiltere ile ilişkilerinde yeni 373 Fahir Armaoğfu, Siyasi Tarih, s. 659. X I. BÖLÜM bir dönem başlatmıştır. Boğazlar üzerindeki bu görüşmelerle Türkiye İngiltere'ye yaklaşmıştır. Türkiye'nin İngiltere'ye yaklaşmasında kendi güvenliği kadar, Sov­ yet Rusyantn, kendi rejimini Türkiye'ye ihraç etme çabaları da etkili olmuştur. e) Montreux Boğazlar Sözleşmesi Millî Mücadele yıllarında İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması ile boğazlan ta­ mamen Türk idaresinden ayırmak ve burasını Büyük devletlerden oluşacak bir komisyon eliyle idare etmek istemişlerdi. Boğazlara verilmek istenen bu statü, Türkiye tarafından kabul edilmemişti. Ancak Lozan Antlaşmasıyla Boğazlar Ko­ misyonu oluşturuldu. Fakat Boğazlar bölgesinin sınırları daraltılarak, Türkiye'nin; İzmit, Gemlik, Mudanya limanları ile Ereğli ve Silivri limanlarından yararlanması ve Trakya ile Anadolu'nun irtibatının bu limanlar vasıtasıyla sağlanması kabul edilmiş ve Boğazların güvenliğini de Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) üst­ lenmişti. Lozan'da Boğazlara verilen statü, Sevr Antlaşması hükümlerine göre farklı olmakla beraber, Boğazların bu şekilde idare edilmesi Türkiye'yi tatmin etme­ mişti. Rusya da Karadeniz'in güvenliğini ihlâl eden, Boğazların güçlü devletlerin idaresinde kalmasından hoşnut değildi. Onun için burasının güçlü Devletlerin kontrolünde kalması yerine zayıf olan Türkiye'nin elinde bulunmasını çok istiyordu.374 Türkiye için de, Boğazların elde tutulması zorunluluğu vardı. Çünkü Rumeli ve Anadolu'nun birbirine bağlanması, ancak bu yolla mümkündü. Balkan An­ tantı için de bu durum gerekli idi. Komşularıyla teması daha rahat sağlamak ba­ kımından Boğazlar üzerinde Türkiye'nin egemen olması gerekiyordu. 1930'lu yıllardan sonra dünyanın siyasal durumu tehlikeli bir hâl almaya başlamıştır. İtalya'nın Akdeniz'deki istekleri, kimlikleri meçhul denizaltıların Marmara Denizi'nde görülmesi, Türkiye'nin kaygılarını artırmıştı. Onun için Türkiye, Boğazlar ve Marmara Denizinin güvenliğini sağlamak zorundaydı. Bununla beraber, Boğazların emniyetini sağlamakla görevli Cemiyeti Ak­ vam üyeleri arasında sorunlar çıkmış ve Boğazlar Komisyonundan ayrılmalar ol­ muştu. Japonya ve İtalya devletlerinin biri Çin'e diğeri de Habeşistan'a saldır­ mıştı. Bu durum Boğazlar statüsü hükümlerini kendiliğinden ortadan kaldırmış ve Boğazlar sorununun yeniden müzakere edilmesini gündeme getirmiştir. 374 Fahir Armaoğlu, Siyasi Tarih, s. 662. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Türkiye, Boğazlar sorununu çözmek için bir silâhlı taaruz yerine, konuyu Milletler Cemiyetine götürmüştü. İtalya ve Almanya'nın olumsuz tutumları kar­ şısında İngiltere ve Fransa Türkiye'nin yanında yer aldılar. Sonunda İtalya dışın­ da Lozan'a imza atan ülkeler, Boğazlar konusunu görüşmeye razı oldular.375 Balkan Antantı sebebiyle Balkanlı Devletler Türkiye'nin tezini desteklediler. Konferans İsviçre'nin Montreux kentinde toplanmıştı. 22 Haziran 1936 tarihinde toplanan yetkili devlet temsilcileri, Boğazlar ko­ nusunu görüşmeye başladılar. Balkan Devletleri Türk tezini desteklerken İngilte­ re ile Rusya arasında görüş ayrılığı çıktı. Rusya Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin bu denize girmelerini ve Boğazlar yolunu kullanmalarını istemezken, İngiltere Boğazların bütün milletlere açık tutulmasını ve Türkiye'nin hakimiyeti altında bulundurulmasını savunuyordu. Sonunda İngiltere'nin tezi kabul edildi. Zaten Türkiye'de bu görüşü savunmaktaydı. Nihayet 20 Temmuz 1936 tarihinde Montroux Boğazlar Sözleşmesi kesin şeklini alarak imzalandı. Lozan Antlaşmasına göre kurulan Boğazlar Komisyonu kaldırılıyor ve Boğazlar, Türkiye’nin idaresine veriliyordu. Buranın güvenliğinden Türkiye sorumlu olacak, boğazın her iki yakasında asker bulundurabilecek ve tah­ kim hakkını kullanacaktır. Savaş hâlinde olan devletlerin ticaret gemileri buradan geçemeyecek, tarafsız devletlerin gemileri barış şartlarındaki gibi serbestçe geçecektir. Barışta ve savaşta Boğazların hava sahası Türkiye dışındaki devletler tarafından kullanılmayacaktır. Sözleşme, Fransa, İngiltere, Yugoslavya, Romanya, Japonya, Yuna­ nistan Sovyetier Birliği ve Türkiye tarafından imzalanmıştı (20 yıl süreyle geçerli idi). Bu sözleşme, itiraz olmadığı sürece yürürlükte kalacaktı.376 Tür­ kiye, savaşa girer ya da bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa, boğazlan istediği gibi trafiğe açıp kapatabilecekti. f) Sadabad Paktı İtalya'nın Habeşistan'a saldırarak burayı işgal etmesi, Doğu Akdeniz'de İtalyan tehlikesini ortaya çıkardı. Bu durum Türkiye'yi Ortadoğu ülkeleriyle bir- 375 Kâmurarı Gürün, Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953). Ankara, 1991, s. 148-156. i'7& Rıfat Uçaraol, Siyasi Tarih, s, 469-471. X I. BÖLÜM iikte bazı ortak savunma önlemleri almaya itti. Diğer Ortadoğu ülkeleri de İtal­ ya'ya karşı ortak bir savunma örgütü kurmayı gerekli gördüler. Bu amaçla ilk olarak, 1935 tarihinde Cenevre'de Türkiye, Afganistan ve İran arasında üçlü bir antlaşma imzalandı. Buna, daha sonraları Irak da katıldı. 8 Temmuz 1937'de Tahran'da İran Şahı'nın sayfiye sarayı olan Sadabad Kasrı'nda Türkiye, İran, İrak ve Afganistan arasında imzalanan Sadabad Paktı, bu ülkeler arasında bölgesel bir savunma ve işbirliği paktı olarak ortaya çıkmış­ tı.377 1933 yılında Türkiye'nin İran ile imzaladığı dostluk antlaşmasının zemini üzerinde oturtulan bu pakt, bazı İslâm ülkelerinin birbirlerine taarruzlarını önle­ meyi hedeflerken, samimî ve dostça ilişkilerin kurulmasını öngörmekteydi. Dört devlet; Milletler Cemiyeti ve uluslar arası kararlara bağlı ve saygılı kalacaklarını, birbirlerinin İçişlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarının sözkonusu olduğu konularda bîrbirleriyle fikir alış verişinde bulunacaklarını, birbirlerine saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı ile bağlı kalacaklarını kabul etmişlerdi. Böylece, Balkan Antantı ile Batı sınırlarını güvence altına almış olan Türkiye, Sadabad Paktı ile de doğu sınırlarını koruma altına almıştır. Doğudaki bu gelişme, İrak'ı himayeleri altında bulunduran Amerika ile İngiltere tarafından da olumlu karşılanmıştır.378 Balkan Antantı ve Sadabad Paktı, Dünya'da gelişen olaylar karşısında fazla uzun sürmemiş ve güçlü birliklere dönüşmemişlerdir. 1939 yılından sonra gelişen siyasal olaylar, bu paktları ortadan kaldırmıştır. g) Hatay Sorunu ve Hatay'ın Anavatana Katılması Birinci Dünya Savaşı sırasında Arabistan'ın genelinde olduğu gibi Hatay'da da bazı Arap liderleri, Batıkların kışkırtmaları sonucu çeşitli isimlerle cemiyetler kurarak örgütlenmişlerdi. Montros Mütarekesinin imzalanmasından sonra îtiiaf Devletlerinden Fransa, 12 Kasım'da İskenderun'u, İngiltere ise 3 Araiık'ta An­ takya'yı işgal etmişti. İngilizlerle beraber 4 gün Sonra Fransıziar da Antakya'ya yerleşmiş Antakya ve İskenderun Beyrut'ta kurulan Fransız Yüksek Komiserliği­ ne bağlanmıştır. Bu sırada Antakya ve çevresinde ayrı görüşleri savunan üç grup ortaya çıkmıştır. Fransız Mandasını destekleyen Hiristiyanlar, kurulacak Arap hükümetini destekleyenler ve Kuva-i Millîye'yi kuran Türkler, birbirleriyle çatı­ 377 Fafıir Armaoğlu, Siyasi Tarih, 665-666. 37S Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, s. 592-593. A tatürk İlkeleri ve Türk İnkılâp Tarihi şan gruplar olarak ortaya çıkmışlardır. Bu gruplara bağlı olarak, ayrılan bölgeler­ deki ilk silâhlı çatışmalar, Fransızların Türklere ve Arapiara karşı Ermenilerî kış­ kırtmalarıyla başladı. Bu durum Araplarla Türklerin birbirleriyle kavgayı keserek Ermenilere karşı birleşmelerini sağladı. Müdafa-i Hukuk Cemiyeti etrafında top­ lanan halk, Fransızlara karşı koyarak Ermenilerin taşkınlıkları üzerine silâhlı dire­ nişe başlamışlardır. 25 Nisan 1920 tarihinde kararlaştırılan San Remo Antlaşması'yla Suriye, Fransız mandasına girince, burasıyla ilgilenemeyen Türk Hükümeti Antakya ve çevresini kendi kaderine terk etmek zorunda kalmıştı. BÖylece Süleymaniye ve Kerkük gibi, nüfusun yarısından fazlası Türk olan Antakya ve çevresi de, Türkiye sınırları dışında bırakılmış oluyordu.379 1921 yılında Ankara İtilafnâmesinİn imzalanacağı sırada, Tayfur Sökmen başkanlığında bir heyet, Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Mustafa Kemal Paşa o sırada Fransızlarla işi uzatmadan anlaşmak gerektiği gö­ rüşünü bildirmiş ve bu heyete "Hatay'daki mücadelelerin hedef ve gayelerini bi­ liyorum. İlk günden beri bu mücadeleyi takip ediyor, imkânlarımızın müsadesi nisbetînde buna destek veriyoruz. Hatay zaten Misak-ı Millî sınırlarımız içinde­ dir. Hatay'ı şimdilik onlara terk etsek bile Hatay için bazı esaslar kabul ettirme­ den terketmeyeceğiz. Bakalım sonra ne olur" demiştir. Bundan sonra 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara itilafnamesi İmzalanmış ve Hatay Türklerine kültürel özerklik sağlanmıştır. Bu antlaşma, Lozan Antlaşmasıyla da teyid edilmiştir. Mus­ tafa Kemal Paşa, Hatay heyetine verdiği sözü unutmamış ve Tayfur Sökmen'i Antakya'dan bağımsız milletvekili seçtirmîştir. 1936 yılına gelindiğinde, Fransa Suriye'ye bağımsızlık vererek çekilme ka­ rarı almıştı. Ancak Hatay'ın Anavatan topraklan dışında kalması Hatay Türklerini üzmüştü. Bunun için Hatay'da millî birlik ruhu gelişmiş ve İstanbul'da "İskende­ run ve Antakya Muaveneti İçtimaiye Cemiyeti" adı, bir emirle, "Hatay Hâkimeyeti Cemiyeti" olarak Atatürk tarafından değiştirilmişti. Cemiyetin bir şubesi Dörtyol'da açıldı. Bu sırada Tayfur Sökmen bu Cemiyet çalışmaları sıra­ sında verdiği demeçlerle, Fransa Hükümetinden Hatay halkının isteklerini dile getirmeye başladı. Fransa, Türkiye'ye haber vermeden Suriye üzerindeki mandasını kaldırmış­ tı. Buradaki Türklerin yoğun faaliyeti üzerine, Türkiye konuyla yakından ilgilen­ meye başladı. Hatay'daki Türkler, Atatürk'ün daha önce Adana'da söylediği 379 Rıfat Uçaroi, Siyasî Tarih, s. 473-474-475, ---------------------------- 230 X I. BÖLÜM "40 Asırlık Türk Yurdu düşman eline kalamaz" parolasıyla harekete geçmiş ve konuyu Fransa ile birlikte Milletler Cemiyetine götürmüştür. Atatürk, İstanbul'dan Eskişehir'e ve oradan Konya'ya bir gezi düzenleyerek Hatay'a verdiği önemi bütün dünyaya duyurmak için beyanat vermiştir. "Hatay benim şahsi meselemdir. Keyfiyeti Fransız büyükelçisine açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin Türkiye İle Fransa arasında si­ lâhlı bir ihtilâfa dönüşmesi sözkonusu değildir. Fakat ben bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ih­ timal beiirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliğinden ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden de çekileceğim. Ve bir fert olarak bana İltihak edecek birkaç ar­ kadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye de­ vam edeceğim" demiştir.380 Atatürk'ün bu kararlı tutumu gerek Suriye'yi gerekse Fransızları ciddî bir şekilde endişelendirmişti. Fransa, Milletler Cemiyetinin vereceği kararı benimse­ yeceğini açıklamak zorunda kalmıştı. 1936 yılı meclis açış konuşmasında Ata­ türk, Antakya ve İskenderun'un adını "Hatay" olarak değiştirmiş ve olaya el koyduğunu belirtmiştir. Bundan sonra Milletler Cemiyeti Komisyonunun 15 Mayıs 1936'da hazır­ ladığı rapor ve Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Cenevre (1937) Antlaşma­ sı gereğince özel bir statü ile Anayasaya kavuşmuştur. Buna göre Antakya ve İs­ kenderun özel bir statüye kavuşturulmuş ve iç işlerinde serbest, ancak dış işle­ rinde Suriye'ye bağlı olacak ve en kısa sürede burada seçimlere gidilecekti. Tür­ kiye bu statünün hemen uygulanmasını istemiştir. Fransızların Arapları ve yerli Hıristiyaniarı Türkiye aleyhine kışkırtması ve Milletler Cemiyetinin seçim sistemi­ ni engelleyici faaliyetleri yüzünden, Türkiye ile Fransa arasında anlaşmazlık çık­ mıştır. Böyiece plebisit kanlı geçmiştir. Fakat Türkiye ile Fransa arasında imzala­ nan 3 Temmuz 1938 tarihli askerî antlaşma ve Paris Dostluk Antlaşması ile se­ çimlere gidilmesi kararlaştırılmıştır. Seçimlerde 47 binden fazla Türk, 5,500 Ermeni, 1840 Arap, 2098 Rum oy kullanmıştır. 40 üyeliği bulunan meclisin 31 sandalyesini Türkler kazanırken ge­ riye kalanlarını; Ermeni, Arap ve Rumlar paylaşmışlardır.381 330 Hatay sorununa Türkiye'nin verdiği önem konusunda, Ahmet Şükrü Esmer, Siyasi Tarih, 19191939, Ankara, 1953 s. 235 ile Atatürk'ün düşüncesi ile ilgili olarak "Atatürk'ün Söylev ve De­ meçleri, I, s. 392'ye bakılabilir. 381 Azmi Süslü, Hatay Cumhuriyeti Tarihte Türk Devletleri Sempozyumu Cilt 2, Ankara, 1987, s. 718. 231 Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 2 Eylül 1938Fde toplanan yenî Meclis, Hatay devletinin kuruluşunu ilân ' etmiş "İskenderun Sancağı" adını "Hatay" olarak değiştirmiştir. Hatay meclisi Atatürk'ün çizdiği bayrağı kabul etmiştir. Cumhuriyet rejimini benimseyerek iç işlerinde serbest olduğunu açıklayan meclis, dışişlerinde Fransa'ya, bağlı oldu­ ğunu belirtmiştir. Devlet Başkanlığına Tayfur Sökmen getirilmiş, Millî Hükümetin kanunları ve Türkiye'deki İnkılâplar, Meclis tarafından aynen benim­ senmiştir. Fransa Üe sürdürülen diplomatik faaliyetler, Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen'in Türkiye'de 1939 yılında yapılan seçimlerde Antalya'dan milletvekili seçilmesi, Antakya Hükümet Başkanı Abdurrahman Melekln Gaziantep'ten mil­ letvekili seçilmesi ve Hatay Millet Meclisi’nin 23 Haziran 1939'da aldığı Anavatan'a İlhak kararı île Hatay, anavatana katılmıştır. Hatay Meclisinin kararı, Türki­ ye Büyük Millet Meclisinde de ele alınmış ve benimsenmiştir. Böylece Hatay, resmen Türkiye'ye katılmıştır. Hatay sorunu akılcı, sabırlı ve yoğun diplomatik faaliyetlerden sonra kapanmış, 30 Haziran 1939 tarihinde Türk-Fransız Antlaş­ masıyla Fransızlar da Hatay’ın Türkiye'ye katılmasını kabul etmişlerdir.382 382 Azmi Süslü, a.g.m., s. 719. X I. BÖLÜM ONBİRİNCİ BÖLÜAA I- ATATÜRK İLKELERİ A- İNKILÂPÇILIK a) İnkılâp Kavramının Açıklanması ve Tanımı İnkılâp, batı dillerindeki "revolution" kelimesinin karşılığı olarak kul­ lanılan bir sözcüktür. Ancak bu kavram farklı şekillerde algılanmış ve anla­ şılmıştır. Sözlüklerde inkılâp; köklü önlemlerle kısa sürede meydana gelen önemli değişiklikler olarak veya ayaklanma sonucu iktidarı ele geçiren kim­ selerin toplumda âni ve derin siyasî, ekonomik, sosyal değişikler yapması sonucu ortaya çıkan olayların tümü şeklinde belirtilmiştir. Yanlış bir anlamaya meydan verilmemesi veya kavram kargaşasına düşül­ memesi için bu türlü toplum hareketlerinin başka kavramlarla ifade edilmesi ge­ rektiği de ileri sürülmüştür. Bu tür tartışmalara yol açan kelimeler inkılâp, dev­ rim ve ihtilâl kelimelerinin zaman zaman bilerek veya bilmeyerek birbirleri yeri­ ne kullanılması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu terimler yazar, siyaset bilimci, hu­ kukçu ve sosyologlar tarafından zaman zaman eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bu terimlerin kullanılışı zamana ve şartlara göre değişmiş, yanlış kullanılan bazı kavramlar da belli kalıplar içinde varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Gerçek anlamlan birbirinden farklı olan inkiiâp, devrim ve ihtilâl sözcüklerinin birbirine karıştırılması düşündürücü bir durumdur. İnkılâp, herşeyden önce bozuk bir devlet yapısını ve yönetimini de­ ğiştirmek için, halkın da katılımıyla yapılan bir harekettir. Yani halkın katı­ lımı ile ülkede yeni bir siyasal, sosyal ve ekonomik yapının oluştu­ rulmasıdır. İnkılap, bir kadro işidir. İnkılâbı gerçekleştiren bu kadro içinde her meslekten, her sosyal tabakadan insan bulunabilir. Atatürk, Türk İnkılâbını ger­ çekleştirirken, kadrosunu Kurtuluş Savaşı sırasındaki yakın silâh arkadaşlarından kurmuştur. İnkılâbın hazırlık aşaması hayli zor, uzun ve kesintili bir dönem şeklinde geçebilir. Bu nedenle Fransız İnkılâbının hazırlık aşamasında görev alan çoğu düşünür ve yazar, bu İnkılâbın aksiyon aşamasını görememiştir. Hazırlık aşama­ Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi sında insanları değişiklik fikrine alıştırma gerekli olduğu gibi, mevcut düzen ta­ raftarlarına karşı da mücadele vermek zoruniuğu ortaya çıkmaktadır. İnkılâbın ikinci aşamasında direnen ve yenilikleri engellemeye çalışan gruba karşı etkili bir hareket gerçekleştirilir. Bu harekette kesin olarak zor kul­ lanma söz konusudur. Bu âni hareket, diğer şartlarla da uyum gösterir. Bu olu­ şum içinde inkılâpçıların bir bölümü de tasfiye edilebilir. Genel olarak bunun nedenleri arasında; iktidar ve çıkar mücadeleleri, inkılâbın ruhundan sapma ve metod tartışmaları olmaktadır. İnkılâp, ileriye yönelik bir harekettir. İleriye yönelik olma ölçüsü ise dünya­ nın kabul ettiği gelişmişlik normlarıyla ileriye yönelik olmak, demektir. b) Atatürkçü Düşünce Sisteminde İnkılâpçılık 1. Türk İnkılâbının Tanımı ve Hedefleri Onsekiz ve Ondokuzuncu yüzyıllarda meydana gelen büyük buhranlar so­ nucunda Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve politik teşkilâtlanması büyük öl­ çüde tahrip edilmiş "Şark Meselesi" uluslar arası politikanın en önemli konusu hâline gelmiştir.383 Osmanlı devlet adamları bu durum karşısında. İmparatorluğun kur­ tulabilmesi için Batıdaki kurumların Türk toplum ve devlet hayatına uygun hâle getirilmesinin şart olduğunu anlamışlardır. Ancak bu kurum ve kuruluşlar bir bü­ tün olarak değil, parçalar hâlinde alındığı için beklenilen olumlu sonuçlar elde edilememiştir. Heterojen yapıya sahip bir İmparatorlukta böyle bir değişimin ger­ çekleşmesinden söz etmek de mümkün değildi. Üstelik 20. Yüzyılın başında çok milletli, merkeziyetçi devletler de tarihe karışmaya başlamıştı. Bu karmaşık yapının içinden yeni bir millet çıkarmak ve bu milletin çağdaş medeniyete ulaştırılması gerekmekteydi. Bu zor bir işti. Yüzeysel ve geçici ön­ lemlerle bunun başarılması da mümkün değildi. Türk toplumunun çağdaş, me­ denî toplumların hayat biçimi ve seviyesine ulaştırılması için köklü yapısal deği­ şikliklerin gerçekleştirilmesi gerekmekteydi. Atatürk, Türk İnkılâbının amacını "Yapmakta olduğumuz ve yaptığımız inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun. 383 Suihi Dönmezer, "Atatürk İnkılâpları ve Sosyal Değişme Teorileri", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 15, 1989, s. 526. X I. BÖLÜM bütün anlam ve biçimiyle medenî bir toplum hâline ulaştırmaktır" diyerek inkılâpların temelinde yatan amacı veciz bir şekilde belirtmiştir. Atatürk, 1925 yılında Türk İnkılâbını tanımlarken şu şekilde bir değerlen­ dirme yapmıştı: "Türk İnkılâbı kelimenin ilk anda akla getirdiği ihtimal, an­ lamından başka, ondan daha geniş bir değişmeyi anlatır. Bugünkü devleti­ mizin şekli, yüzyıllardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en geliş­ miş tarz olmuştur. Milletin varlığını devam ettirmek İçin fertleri arasında düşündüğü ortak bağ, yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştir­ miş, yani millet; din ve mezhep bağı yerine fertlerini Türk milliyeti bağla­ rıyla bir araya toplamıştır."384 Atatürk'ün bu açıklamalarında ve diğer konuşmalarındaki görüşlerinden hareket ederek onun Türk İnkılâbından anladıklarını ve beklentilerini şu şekilde ortaya koyabiliriz. 1- Yeni ve Modern Türk Devletinin kurulması, 2- Batı uygarlığını meydana getiren bilim ve sanata bağlamlması, B- Yeni Türk Devfeti’nin kanun ve teşkilâtının dünya ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi 4- Bilimin hayat için tek yol gösterici olarak kabul edilmesi385 2. İnkılâpçılık İlkesinin Diğer İlkelerle İlişkisi Falih Rıfkı Atay bir yazısında Atatürkçülüğün bir bütün olduğunu, onu kendi istek ve düşüncelerimize göre parçalamamamız gerektiğini, onu toplu ola­ rak ele alıp, gereklerini yerine getirmek zorunda olduğumuzu belirtir. Atay, "Atatürk'ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi toplu ve tam olarak ele almalıyız" demektedir. Gerçekten de Atatürk İlkeleri birbirini tamamlayan, birbiri ile uyum içinde olan ilkeler birliğidir. Onlarda çelişkilere, aykırılıklara rastlanmaz. İnkılâpçılık ilke­ si diğer ilkelerde olduğu gibi bilimsel veriler ışığında, gelişme ve çağdaşlaşma düşüncelerine göre ilerlemeyi ön plânda tutan bir ilkedir.386 384 Genelkurmay Başkanlığı, Atatürkçülük Birinci Kitap, Ankara, 1983, s. 113, 385 Ergün Aybars, Millîleşme ve Çağdaşlaşma Lideri Atatürk, Atatürk Araştırma Merkezi Dergîsi, Sayı 1, Temmuz 1985, s. 865. 336 Reşat Genç, "Atatürk'ten Vecizeler ve Anılar", 100 Yıl Atatürk Konferansları, Ankara, 1981, s. 115. ------------------------- 235 -------------------------- Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Atatürk'ün İnkılâpçılık ilkesi, aynı zamanda inkılâpların yorumlanma ve ge­ niş halk kitlelerine aktarılma aşamalarını da içeren bir yapıya sahiptir,387 Türk İnkılâp anlayışı, büyük Türk inkılâbının diğer ilkelerine uymayı da zo­ runlu kılar. Örneğin, Milliyetçilik, Türk İnkılâbının temel ilkelerinden birisidir. Milliyetçilik ilkesini reddeden ve onu yok etmeye çalışan bir fikir akımı, Türk in­ kılâpçılık anlayışının da karşısındadır. 3. Türk İnkılâbının Temel Nitelikleri Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı amaçlayan Türk İn­ kılâbı, bazı özellikleri bünyesinde bulundurur. Bunlardan birisi, Atatürk'ün yap­ tığı inkılâpların millî bir yapıya sahip olmasıdır. İnkılâpçılık anlayışı da buna pa­ ralel olarak birinci plânda Türk milletini ve onun ihtiyaçlarını esas alır. Türk inkı­ lâbı köksüz bir inkılâp değildir. Atatürk'ün yapmış olduğu inkılâplarda Ziya Gökalp, Hakkı Kılıçoğlu, Abdullah Cevdet gibi düşünürlerin fikrî hazırlıkları da bulunmaktadır. Türk inkılâbının bir diğer niteliği de taklit olmayışıdır. Bu yapısal değişik­ likler gerçekleşirken, toptan ideolojik transferlere yer verilmemiştir. Bu bakım­ dan inkılâpçılık anlayışı, dogmatik kuralların denetiminde olmadığı için, inkılâbın hayatiyeti ve aktivitesi kaybolmamıştır. Türk inkılâbı şekilciliğe özenilerek ha­ zırlanmamıştır. Öze ve içeriğe yönelik bir harekettir. Yeni sorunlar çıkarmak değil, sorunları çözmek hedefine göre düşünülmüştür. Şekille ilgili olanlar bile kafaların içindeki şartlanmış ve çağdaş olmayan değerleri yıkmak için kullanıl­ mıştır. Türk inkılâbı gerçekleştirilirken, şiddetin kullanılması ve öfkenin sınırlandı­ rılması açısından olumlu bir yol takip edilmiştir. Bu bakımdan inkılâpçılık anlayışı da sert, baskıcı ve diktacı bir tutum içerisine girilmesine değil, demokratik ve hürriyetçi bir tutumun sergilenmesine elverişli bir ortamın oluşmasına yardımcı olmuştur. 4. Türk İnkılâbının Korunması İnkılâp, yapılan bütün ülkelerde üç türlü davranış sistemini ortaya çıkarır. 1) Kısa zamanda kabul edilen inkılâplar. Bunlar o günkü kültür değer ve normla­ rına fazla aykırı gelmeyenlerdir. 2) Uzunca bir sürede kabul edilen değişiklikler­ dir. Bunlarda dış dünya faktörleri etkilidir. 3) Direnmelerin devam ettiği değişik­ liklerdir. 307 Suna Kili, Atatürk Devrimi, Ankara, s, 173. X I. BÖLÜM En fazla sorun üçüncü kısım değişikliklerde görülmüştür. Atatürk, Türk İn­ kılâbının korunması ve geliştirilmesi konusu üzerinde çeşitli konuşmalarında ıs­ rarla ve özenle durmuştur. Bu açıdan soruna iki ayrı çözüm yolu gösterdiğini gö­ rüyoruz. Bunlardan birincisi eğitim yoludur. Eğitim yolunun önemi iki ayrı ne­ dene dayanır. Birinci plânda, inkılâbın hedefleri ve stratejisi yeni kuşaklara anlatılabilmeli, diğer yandan da inkılâba karşı oluşan güç odaklarının yoğun ve halkı etkileyecek propogandasına karşı direnç oluşturulmalıydı. Atatürk bu noktada aydın potansiyelinin mutlaka harekete geçirilmesini istemektedir. İkinci kısım önlemier ise bu değişmelere karşı olan kısa süreli direnmeler için düşünülmüştür. Bunu ifade ederken "Biz İnkılâbı yaptık. Buna devam edi­ yoruz. Memleketin birçok yerleri bilerek veya bilmeyerek isyan etti. Asilen cezalandırdık. Şimdiye kadar yaptıklarımız ondan sonra yerleşebilmiştir." diyen Atatürk, İnkılâbın başlangıç dönemindeki kötü niyetli kişi ve grupların di­ renmelerini Önleme yoluna gitmiştir.388 inkılâba karşı direnenlerin, dış görünüş olarak değişmiş gibi görünmesine rağmen, uygun ortam bulunca eskiye dönebileceğine değinen Atatürk, İnkılâp­ ların şekil değil, özellikle zihniyet sorunu olarak ele alınması gerektiğini vurgu­ lamış, "Arkadaşlar, İnkılâplar henüz yenidir. Dedikleri gibi, kökleşip benim­ sendiği hakkındaki kanaatlarımız ancak ileride karşılaşacağımız hadiselerle gerçekleşecektir. Fakat, şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giymiş, sakalını, bıyığını traş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanların çoğunun kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır” demektedir. Sonuç olarak Türk Milleti "Millî Mücadele" adı verilen kutsal hesaplaşma ile emperyalist ve İstilâcı güçlere karşı büyük bir zafer elde etmiştir. Bu zaferle kendi ülkesini kurtardığı gibi, yeni bir devlet oluşturma ve yapılan aralıksız inkı­ lâplarla da halkına çağdaş bir toplum olma yolunu açmıştır. Bu inkılâbın adı, Atatürk'ün önderliğinde Türk milletince gerçekleştirilmiş Türk İnkılâbıdır. Aklın ve bilimin önderliğinde yapılan İnkılâplarla çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmayı hedefleyen Türk Milleti, bu alanda ilerleyerek ve gerçekçilikten ayrılmayarak nelerin başarılabileceğini de göstermiştir. Bir çağdaşlaşma modeli olan Atatürk'ün ortaya koyduğu inkılâpçılık anlayışı ile Cumhuriyet döneminde önemli ve esaslı adımlar atılmıştır.389 38S Sulhi Dönmezer, a.g.m., s. 536-537. 339 Sadi Irmak, Devrim Tarihi, İstanbul, 1967, s. 194-198. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi İnkılâpçılık ilkesini doğru anlayan ve kavrayan Türk insanı, Türk İnkı­ lâbının büyüklüğünü iyi bir biçimde değerlendirerek, Türk Milleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin daha müreffeh ve daha ileri bir yapıya ulaşması için gayret gösterecektir. B- CUMHURİYETÇİLİK a) Tanım ve Kavramlar Cumhuriyet; halkın doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla egemen­ liği elinde tuttuğu yönetim biçimidir. Cumhuriyet kelimesi, Arapça'da toplu durumda bulunan kavim veya top­ lum anlamına gelen "cumhur" sözcüğüne dayanır. "Cumhurî" cumhura, yani millete ilişkin demektir. Latince'deki "resbupiica" kelimesi de devletin kamu malı olmasını, en yüksek emir verme yetkisinin kamuya ait olmasını ifade eder. Dolayısıyla "Cumhurî devlet" ya da yalnızca "Cumhuriyet", hâkimiyetin halka ait olduğu yönetim biçimi ve devlet idaresi şeklidir. Günümüzde dar anlamda Cumhuriyet kavramı, devlet başkanın/n belirli bir süre için doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından seçilmesine dayanan yö­ netim biçimini ifade eder.390 Bu tanıma göre dar anlamdaki her cumhuriyet geniş anlamdaki cumhuriyeti de ifade eder. Bunun tersi geçerli değildir. İngiltere örneğinde olduğu gibi, egemenliğin halkın elinde bulunduğu bir ülke, geniş anlamda cumhuriyet olmakla birlikte, devlet başkanı halk veya temsilcileri tarafından seçilmiyorsa dar anlamda cumhuriyet değildir. Eğer egemenlik yalnızca belli bir sınıfın elindeyse buna aristokratik cumhu­ riyet denir; egemenlik bütün millete aitse, demokratik cumhuriyet veya halk cumhuriyeti adı verilir. b) Atatürk'ü Cumhuriyet İdaresine Yönelten Etkenler a) Atatürk, bu idareye gençlik yılarından beri özlem duymuştur. 1908 inkılâbını yeterli görmeyen genç Kolağası Mustafa Kemal, bu inkılâbı ileride kendisinin tamamlayacağını söylemiştir. Çünkü O, Türkiye'yi modern bir devlet, Türk halkını da çağdaş bir millet hâline getirecek olan tek siyasal rejimin cumhu­ riyet olduğuna inanıyordu. 390 Hamza Eroğlu, Türk inkılâp Tarihi, İstanbul, 1982, s. 381, X I. BÖLÜM b) Cumhuriyet idaresi Mustafa Kemal’in ve Türk Milleti'nİn karakterine en uygun idare şekliydi. Çünkü, Cumhuriyet idaresinin, bir özgürlükler rejimi olduğunu bilen Mustafa Kemal, hürriyetlerin ve insan haklarının en iyi bu rejim­ le korunduğunu ve savunulduğunu biliyor ve ifade ediyordu. Bilindiği üzere; Türk tarihi ile yakından İlgilenen Mustafa Kemal, milletimizin bağımsızlığa ve özgürlüğe olan düşkünlüğünü çok iyi bilmekteydi. Bunun için o, "Türk milleti­ nin doğasına ve karakterine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir” demiştir. c) Türk toplumunda bir asalet sınıfı veya batı toplumlarında bulunan feo­ dalizme benzeyen ayrıcalıklar bulunmamaktaydı. Bu bakımdan Cumhuriyet re­ jimi, hürriyet ve eşitlik ilkelerine bünyesinde yer veren yapısıyla, Türk mil­ letinin özgürlük anlayışına ve toplum yapısına uygun bir idare şekliydi. d) Cumhuriyet yönetiminin en ileri devlet ve hükümet şekli olması da Atatürk'ü bu rejimin uygulanmasına İtmiştir.391 Cumhuriyetin bir devlet şekli mi, yoksa hükümet biçimi mi ofduğu eskiden beri tartışıl agel miştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin 1924, 1961 ve 1982 anayasaları­ nın ilk maddelerinde "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir" ifadesiyle cumhuriyet, bir devlet biçimi olarak kabul edilmektedir. Oysa, Türkiye'de cumhuriyetin İlânı­ na ilişkin 29 Ekim 1923 tarihli kanun, "Türkiye Devleti'nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir" ifadesiyle cumhuriyet bir hükümet biçimi olarak öngörüyordu. Fransız anayasaları da cumhuriyeti, bir hükümet biçimi olarak kabul etmiştir. Türkiye'de 1924 Anayasası'nda Cumhuriyetin bir devlet biçimi olarak yer alması, saltanatın ve hilâfetin kaldırılmasından dolayı mutlakiyete karşı bir önlem niteliğindedir. Bu nedenle 1924 Anayasasında devlet biçimi olarak cumhuriye­ tin, hukukî olmaktan çok, siyasal bir anlamı vardır. Amaç, devlet başkanlığının bir hanedana ait olup soydan geçmesini önlemektir. Bu bir bakıma da babadan oğula geçen saltanata karşı bir önlemdir. 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında yer alan,"devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunun değişmezliği" ilkesi de bunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.392 Demokrasi ve cumhuriyet kavramları da birbirlerine karıştırılmamalıdır. Cumhuriyet, devlet idaresi şekli, demokrasi ise bunun ruhudur. Anayasalar­ da "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir" ifadesiyle yetinilmemiş, cumhuriyetin ni­ telikleri başlığı altında Türkiye' Cumhuriyet .... demokratik, lâik ve sosyal bir 391 Eroğlu, Türk İnkılSap Tarihî, s. 385. 392 Ahmet Mumcu-Ergun Özbudun-Turhan Feyzİoğlu-Yüksel Ülken-Agâh Çubukçu, Atatürk İlkele­ ri ve inkılâp Tarihi, Atatürkçülük (Atatürkçü Düşünce Sisteminin Temelleri) Ankara, 1977, s, 44. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi hukuk devletidir" denilerek, cumhuriyetin içeriği, niteliği de belirlenmiştir, Çün­ kü, İngiltere'deki gibi, monarşik bir yönetimin demokratik olabilmesine karşılık, cumhuriyet yönetimi de antidemokratik olabilir. Bilindiği gibi adı cumhuriyet ol­ makla birlikte demokratik olmayan bir çok devlet bulunmaktadır. Buna örnek olarak Orta Doğu ülkeleri verilebilir. c) Atatürk ve Cumhuriyet Fikrî Atatürk'ün anladığı ve idealinde yaşattığı Cumhuriyet şekli, demokratik cumhuriyetti. Bu bakımdan O'nun şu sözleri dikkat çekicidir. ''Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilen meclistedir. Millet namına her türlü kanunları o yapar." "Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demek­ tir." "Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk Milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarat­ tığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur” . "Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir. Biri millet kararı, diğeri en elim ve müşkül şartlar içinde dünyanın takdirini kazanmış olan ordumuzun kah­ ramanlığı; bu iki şeye güvenir."393 d) Cumhuriyetin Nitelikleri a) Yurdumuzda Cumhuriyet idaresinin geçilmiş olması sayesinde Türkiye, dünyadaki diğer bazı devletlere öncülük etmiş ve onlara örnek olmuştur. b) Adı konmamış olmakla birlikte 23 Nisan 1920'de fiilen Cumhuriyet ida­ resine geçilmiş, bu idare 29 Ekim 1923'te devlet şekli olarak resmen İlân edilmiş ve benimsenmiştir. c) Önceleri bir hükümet şekli olarak 20 Ocak 1921 Anayasasında yer alan Cumhuriyet idaresi, 20 Nisan 1924 ve daha sonraki anayasalarımızın birinci maddelerinde bir devlet şekli olarak, yer almıştır. d) Batılı bir cumhuriyet şeklini alabilecek tarzda gelişen cumhuriyet idaresi, Türkiye'de ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, bütün vatandaşların paylaştıkları ve faydalandıkları siyasal bir rejim olarak kabul edilmiştir. Eşitlik il­ kesi, herkesin kanun önünde eşitliği, Türkiye Cumhuriyeti'nİn en önemli özelli­ ğini oluşturmuş ve yapay ayırımlara son vermiştir. 393 E. Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, Ankara 1998, s. 33, X I. BÖLÜM e) Cumhuriyet idaresi Türkiye'de istikrarlı ve barışçı bir idare tarzının yerle­ şerek, devlet politikasında sükûnet ve barışı esas alan bir idareyi sağlamıştır.394 Sonuç olarak; Kurtuluş Savaşı sonunda kazanılan zafer, doğrudan doğruya Türk milletinin bir zaferi, Cumhuriyet ise bu zaferin bir meyvesi olmuştur. Cum­ huriyet idaresi, en gelişmiş ve en ileri devlet şekli olarak, Türk İnkılâbının hem başarısı, hem de gücü olmuştur. Bu başarıda Atatürk'ün payı çok büyüktür. Ata­ türk'ün söylediği, "Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile büyük Türk Milleti'nin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyyen yaşaya­ caktır." "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cum­ huriyeti ilelebed payidar kalacaktır" sözleri, cumhuriyetimizin sonsuza kadar sü­ recek olan Türkiye Cumhuriyeti Devletî'nİn değişmez karekteri olduğunu ifade etmektedir. Atatürkçülükle sağlam bir gençlik yetiştirmek, Türkiye Cumhuriyeti'nin parlak geleceğini gerçekleştirmede temel bir güç kaynağıdır. Bu nedenledir ki; Atatürk "Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sîzsiniz. Siz al­ makta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetininen kıymetfi sembolü olacaksınız... Cumhuriyeti biz kurduk; onu yük­ seltecek ve devam ettirecek sîzsiniz" sözleri ile Türk gençliğini yüceltmiştir. Çünkü; Atatürk'ün Türk gençliğine güveni sonsuzdur. Bu güven duygusu, O'nun "Bütün ümidim gençliktedir..." sözlerinde açıkça yansır. Nitekim; bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum diyerek, en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşatılması ile Türk gençliğini görevlendirmiş ve bu görevi şu sözlerle belirtmiştir. "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen Türk ba­ ğımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır... Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." Atatürk böylece, Türk gençliğini onurlandırırken Cumhuriyet ve bağımsızlığın Türk Milletinin te­ mel varlığını oluşturduğu inancını da bir kede daha vurgulamıştır. C- MİLLİYETÇİLİK Milliyetçilik ilkesi, Atatürkçülüğün prensiplerinden biridir. Atatürkçülüğün diğer ilkelerine giden yollar, milliyetçilikten geçtiği gibi, Türk Kurtuluş Savaşını ve İnkılâbını başarıya götüren yol da milliyetçilikten geçmektedir. Milliyetçilik; 394 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 383-384, Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi mifiet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı, çağımızın geçerli bir sosyal politika prensibidir. Milliyetçilik, kendilerini aynı milletin üyesi sayan kişile­ rin duydukları; bir arada aynı sınırlar içinde, bağımsız bir hayat sürmek, sevgi ve saygı hisleriyle birbirine bağlanarak, oluşturdukları toplumu yü­ celtmek isteğidir. Tam anlamıyla inançlı bir milliyetçi olan Atatürk, fikir ve devlet adamı ola­ rak acı günler yaşayan Türk Milieti'ni yeniden güven duygusuna kavuşturmuş, Türk Milliyetçiliğini şahlandırmış, hayalcilikten ve gerçekleşemeyecek düşünce­ lerin peşinde koşmaktan kurtararak onu doğru bir çizgiye yerleştirmiştir. a) Milliyetçiliğin Nitelikleri Çağımızın anlayışı içinde değerlendirilen milliyetçilik, ortak özellikleri bulunan modern anlamdaki miiiîyetçiiik anlayışıdır. Tarihsel gelişmenin bir ürünü olarak gelişen milliyetçilik, Batı Avrupa'da ve Amerika'da liberal demokrasinin kurulmasına paralel olarak gelişmiştir. Bilim açısından değerlendirilen milliyetçi­ lik, akla değer verir ve bilinçli bir nitelik taşır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı akılcı, çağdaş, medenî, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insancıl ve barışçıdır. Çağdaş milliyetçilik, akılcı ve gerçekçidir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, milleti oluş­ turan fertlerin; doğum yerleri, büyüdükleri yurt köşeleri, eğitim düzeyleri, meslekleri, mezhepleri ne olursa olsun, onları bir bütünün parçalan olarak görür ve bu şekilde kabul eder. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı ile hareket eden insanlar, yüzyıllar boyunca aynı bayrak altında aynı inançları paylaşarak yaşamış, ortak vatanlarını omuz omuza savunmuş, kaderde, kıvançta ve tasada ortak olmuş aynı büyük milletin şerefli evlatlarıdır. Bu insanlar, aralarına ayrılık tohumları ekilmesine müsaade etmezler. Atatürk'ün Milliyetçilik anlayışı, Türk Milieti'ni bölmeye kalkışa­ cak olanlara karşı en sağlam savunma aracıdır.395 Modern milliyetçilik, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır, Öz­ gürlükçüdür, liberaldir, eşit değerler arar, eşitlik prensibine dayanır. Modern mil­ liyetçilik idealist bir nitelik taşır ve iyimserdir. İnsanlığın geleceğine güvenle bakmakta, uluslar arası barışın ve güvenliğin kurulmasını ve devamını arzula­ makta, ekonomik ve sosyal kalkınmaya insanlık ölçüsünde değer vermektedir. 395 Turhan Feyzİoğlu, Atatürk ve Milliyetçilik, Ankara 1986, s. 64-65. X I. BÖLÜM Atatürk'ün ortaya koyduğu milliyetçilik, vatan kavramı ile bağlan­ tılıdır. Türk milliyetçisi, siyasal alan olarak Türk vatanını seçer, gerçekçi ve akılcı davranarak âna vatanını tehlikelerden uzak tutar. Atatürkçü Türk milliyetçiliği, millet egemenliği ile bağlantılı ve demokrasiye yöneliktir. Onun milliyetçiliği saldırgan değil, barışçı ve insancıldır. Bununla beraber; barış düşmanı güçlere boyun eğmeye hazır, teslimiyetçi, dünyadaki gerçeklerden habersiz, hayalci ve pasifist bir barışçılık değildir.396 Bilimsel açıdan teorik bir görüşe dayanan ve çok defa emperyalist emellere yarayan ırkçılık; sosyal, politik ve hukukî bir gerçek olmayacağı için, milliyetçilik akımı ile bağdaşmaz. İrkçılık, ayrıca eşitlik prensibine, ada­ let ve hakkaniyet anlayışına da karşı bir akımdır. Kozmopolitizm ise, dünya vatandaşlığını esas aldığı için, milliyetçiliği red ve inkâr eder, Kozmopolitizm düşüncesi zaten tarihî ve sosyolojik gelişmelere de aykırıdır. Milliyetçilik, millet duygusunu geçici bir kuruntudan ibaret sayan ve milletleri sadece bir devir ekonomisinin gereği gibi değerlendiren mateyalizme dayanan komünizme de karşıdır.397 b) Milliyetçiliğin Tasnifi Genellikle, milliyetçilik şu şekilde gruplandırılmıştır. 1- Sosyolojik Milliyetçilik, 2- Kültür Milliyetçiliği, 3- Doktriner Milliyetçilik, 4- İdeolojik Milliyetçilik. Sosyolojik Milliyetçilik, milliyetçiliğin ilk aşamasıdır. Duygu ve hisse daya­ nır. Ernest Renan"n 1890'Iarda yaptığı tanıma göre millet, ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur. Bu tariften hareketle sosyolo­ jik milliyetçilik, bir millete mensup fertlerin o millete karşı besledikleri bağlılık duy­ gusu ve bilincidir, denilmektedir.398 Kültür milliyetçiliği, bir mîlletin siyasî, askerî ve medenî tarihinin, yani hu­ kukundan devlet anlayışına, sanatından ekonomisine kadar bütün dalların bilim­ sel ölçülere göre incelenmesi ve bu gerçeklerin o millete mensup fertlerin zihin­ lerine işlenmesidir. Şüphesiz, bir insanın kültür milliyetçisi olması için önce sosyolojik milliyet­ çilik sınavını başarması gerekmektedir. Duygusal olarak milletini sevmeyen bir 396 Turhan Feyzioğîu, Atatürk ve Milliyetçilik, s. 78. 397 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 398. 398 Aydın Taneri, Atatürk ve Millî Hakimiyet, Ankara, 1983, s. 11. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi insanın zihninde bilimsel gerçekleri bilinçli bir şekilde kabullenmesi boşunadır. Bilimsel gerçekleri öğrenebilir, fakat bu bilgiler onda ansiklopedik bilgi olarak kalır. Beyninde, ruhunda, kendi medeniyetinin seviyesi, dünya medeniyetleri arasındaki yeri yerleşmiş bir insan, kültür milliyetçisidir. Doktriner milliyetçilik insanlığın doğal olarak milletlere bölündüğü, mil­ letlerin de belli nitelikleriyle tanındığı ve tek meşru hükümet şeklinin, milletlerin kendi kendilerini yönetmek olduğu ilkeleri üzerine dayanır. Fransız ihtilâli, bu fi­ kirlerin dayanağını oluşturur. "İnsan ve yurttaş hakları beyannamesi", hüküm­ ranlığın millete ait olduğunu, hiç kimsenin millete dayanmayan bir otoriteye sa­ hip bulunamayacağını açıkça ifade etmiştir. İdeolojik milliyetçilik, siyasî ve sosyal bir doktrini olan hükümetin, parti­ nin, dernek veya sendîmkânın hareketlerine yön veren düşünce ve görüş siste­ midir. Anlaşılacağı gibi, ideolojik milliyetçilik "siyasî damga" ve "siyasî nitelik" taşır. Bir bakıma politikanın kendisidir. Bu da sosyolojik, kültürel ve çok defa da doktriner milliyetçiliğe esas olur. Bir araştırmacı, sadece İdeolojik milliyetçilik ile uğraştığı zaman, bilim adamiığı niteliğini ve tarafsızlığını kaybederek, "propagandist" olur. Yani bir hükümet, parti, sendika veya derneğin propogandasını yapan "politik" hüviyete bürünmüş bir kişi olur.399 Milliyetçilik kavramı düşünülürken yukarıdaki açıklamaların gözardı edil­ meden dikkate alınması gerekir. c) Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı Atatürk, milliyetçiliğe ve millet sevgisine büyük önem vermiştir ve bu ko­ nuda aydınları uyarmıştır. “ Genellikle İncelemelerimize ve düşüncelerimize esas olarak kendi memleketimizi, kendi tarihimizi,kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer mîlletleri tanır ama kendimizi de bilmeliyiz." "Çünkü her milletin kendine mahsus geleneği, kendine mahsus gö­ reneği, kendine göre millî özellikleri vardır. Hiçbir millet, aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği mille­ tin aynı olabilir, ne kendi milleti içinde kalabilir. Bir millet için mutluluk o- 399 Aydın Tanerİ, a.g.e., s. 12. X I. BÖLÜM [an bir şey, başka bir millet için felaket olabilir. Aynı şartlar birini mutlu di­ ğerini mutsuz yapabilir." "Bu nedenle bir millete izleyeceği yolu gösterirken, onu dünyanın di­ ğer milletlerin ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden, yeniliklerinden ya­ rarlandırmak zorunludur, ama yine unutmamak gerekir ki, asıl temeli kendi İçimizde çıkartmak zorunluğu vardır." "Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini doğru, sağlam ve dürüst bir bakışla değerlendirmek gerekir." "Mîlletimiz milliyetçilik anlayışından uzaklaşmanın ve milliyetini anlamamazlıktan gelmenin cezasını çok ağır çekmiştir. Osmanh Devleti İçindeki çeşitli kavimler hep millî inançlarına sarılarak, milliyet ülküsünün gücüyle kendilerini kurtarmışlardır. Biz ne olduğumuzu, sopa İle içlerinden kovulunca anladık. Gücümüz zaafa uğradığı an, bizi aşağıladılar, küçümse­ diler, anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmakhğırmzrmş" diyecektir Mus­ tafa Kemal.400 Başka milletlerin bize saygı göstermesini istiyorsak, önce kendimiz, kendi mîlletimize; duygularımıza, düşüncelerimizle, bütün hareket ve davranışlarımızla saygı göstermeliyiz. Yine bilmeliyiz kİ, millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaktır.401 "Bizim milletimiz derin yüce bir geçmişe sahiptir. Milletimizin geçmiş haya­ tını düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı-yediyüz yıllık Osmanlı Türklüğün­ den, Selçuk Türklerine ve ondan önce bu devirlerin her birine eşit değerde en büyük Türk devirlerine götürür." "Bütün bu devirlere dikkat ediniz. Türk mîlleti kendi benliğini, kendi ruhu­ nu unutur gibi olmuş ve sonucu kölelik olan bir yöne sürüklemiştir." Ancak Türk Milleti, Köleliği kabul etmeyen bîr millettir. Türk milleti köle olmamıştır. Milletleri köleliğe götüren devletler; ölür, millet yaşamaya devam eder. Atatürk'ün milletimize kazandırdığı milliyetçilik ilkesi: Milleti ve ırkı biyolojik bir gerçek olmaktan daha çök, "tarihî, sosyal ve kültürel" bir rea­ liteye dayamış olmasıdır. Çünkü, ırk ve dil itibarîyle aralarında ortaklık ve ya­ kınlık bulunan, batı topiumlarmın birbirinden ayrı bağımsız birer millet olarak or­ taya çıkmaları, ulusların daha çok tarihî ve sosyolojik bir gerçeklik kazanmasın­ 400 E. Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s. 110. 401 Atatürkçülük, Birinci Kitap, s. 16. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi dan sonra olmuştur. Atatürk milliyetçiliği, ırkçı ve fanatik görüşü reddeden, mîllî menfaat ve karşılıklı sevgiyle birbirine bağlı, aynı yurdun çocukları olmanın mut­ luluğunu duyan, ülküde, kaderde, kıvançta ve tasada bölünmez bir bütün olan insanların bir araya getirdiği topluma dayanan "Türk Milliyetçiliği'' dir. Bu ba­ kımdan Atatürk, kelimenin en doğru anlamıyla milliyetçidir. Türk toplumunu, Batı medeniyet ailesinin bağımsız bir milleti yapmak isteyen bir milliyetçidir.402 Atatürkçü dünya görüşü açısından milliyetçilik anlayışı: başka milletle­ rin varlığına saygı gösteren ve kendi milletine de kayıtsız şartsız saygı isteyen evrensel bir milliyetçiliktir. Bu düşünce, Osmanlı Devfeti'ni gerileme, çökme ve parçalanma dönemlerinin acı deneyimleri ve Kurtuluş Savaşımızın çetin mücade­ leleriyle yoğrularak gelişmiştir. Atatürk Milliyetçiliği, "Misak-ı M illî" temeli üze­ rine oturmuş "Tam Bağımsızlık" ülküsüne dayanır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını, kendi sözlerinden, daha açık bir şekilde anlamak mümkündür. O diyor ki: "Vakıa bîze milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Bizim milliyetçiliği­ miz herhalde bencil ve mağrurane bir milliyetçilik değildir."403 Bu düşüncede Türk milliyetçiliğine saygılı olanlara dostluk duygusu besle­ neceği fikri hâkimdir. "M illet ve memleketin menfaatleri gereği olan dostluk ve siyaset iliş­ kilerini büyük bir duyarlılıkla takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçînceye kadar amansız düşmanıyım" (1921). Diyen Atatürk, dünya mîlletleri arasında karşı­ lıklı dostluğa ve karşılıklı menfaate dayanan bir milliyetçiliği kabul etmektedir. O'nun milliyetçiliği aynı zamanda İnsanî milliyetçiliğe dayanır. Diyor kİ: “ Mîllî siyaset dediğimiz zaman kasdettiğim anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı koruyup, memleketin gerçek saadet ve imarına çalışmak, gelişigüzel aşırı emeller pe­ şinde oyalayıp zarara sokmamak. Uygar dünyadan, uygar İnsanî davranış ve dostluk beklemek." İstiklâl Savaşımızın başından itibaren "m illet" ve “ millî" sözleri en çok kullanılan deyimler arasına girmiştir. Çünkü mücadelenin adı "M illî Mücadele­ dir", Amaca ulaşmak için izlenen siyaset ve siyasî program da "Millî"dir. Erzu­ 402 Turhan Feyzioğîu, Atatürk ve Milliyetçilik, s. 80. 403 Atatürkçülük, Birinci Kitap s. 15. X I. BÖLÜM rum Kongresi'nin esasını "Misak-ı Millî" teşkil etmiştir. Mustafa Kemal'in safın­ da çarpışanlara "millet" denmiştir, kurulan rejimin temeli "mîllî egemenlik"tir. İstiklâl savaşımızdan sonraki dönemde de herşey, millî niteliğe bürünmüştür. Örneğin: Millî eğitim, millî ekonomi, miliî savunma, millî benlik, millî kültür, millî banka, millî dil, millî tarih vb. herşey mîllî'dir. Parlementonun adı da Türkiye Bü­ yük Mîllet Meclisi'dİr. Atatürk, milliyetçilik ilkesini ortaya atarken diğer taraftan da milliyetçiliğin gereği olan kurum ve kavramları milletin bünyesinde ve vicdanında kurmuştur. Dil inkılâbı. Tarih inkılâbı, harf inkılâbı gibi millî bilinci geliştiren ve millet olma niteliğini kazandıran İnkılâplar, hep Atatürk milliyetçiliğinin temel eserleri­ dir. Sonuç olarak, Türk milliyetçiliği, Atatürk ideolojisinin ayrılmaz öğelerinden biridir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı hem çağdaşlaşmamızı hem de kendi millî benliğimize sahip çıkmamızı gerektirir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, millî birlik ve bütünlük içinde ya­ şamamız için gerekli olan duyguyu bize aşılamıştır. Türk milletinin birlik ve bütünlüğündeki harç milliyetçiliktir.404 Milliyetçilik duygusunun verdiği inanç ve güven ile Türk milleti güç­ lükleri aşmayı başaracaktır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren gö­ ğüslediği zorlukları, bugün de aynı inançla göğüslemesini bilecektir. D- LÂİKLİK a) Lâikliğin Tanımı ve Tarihçesi Lâik ve lâiklik terimleri değişik ülkelerde, çeşitli dönemlerde birbirinden farklı anlamlarda kullanılmış ve kullanılmaktadır. Lâik sözcüğü, dilimize Fransızca "iaique" kelimesinden gelmiştir. Bu keli­ menin aslı ise Yunanca "lâikos" dur. "Lâikos" sıfatı "laca" isminden türemiştir. "Laca" Yunanca'da "halk, kalabalık, yığın" anlamına gelmeiitedir. Bu durumda "lâikos" "halka, kalabalığa, yığına ait" anlamında sıfattır.405Ortaçağa girişle bir­ likte, siyasal iktidarın kaynağı ve din-siyasal iktidar ilişkileri çok tartışılan bir ko­ nu hâline gelmiştir. 404 Turhan Feyzioğlu, Atatürk ve Milliyetçilik, s. 44. 405 Hazma Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 422. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Lâiklik, dünya ve devlet işlerini dinî görüşlerden ayırıp, bağımsız bir hâle getirmektir, Lâikliğin bütün dünya ülkelerindeki anlamı budur. Ancak, lâikliğin felsefî ve hukukî anlamları aynı değildir. Konuyu soyut olarak ele alırsak, lâiklik felsefî anlamda; insana, insan aklına, insanlığın sürekli gelişimine inanmak şeklinde tanımlanabilir. Bu açıdan lâiklik, akılcı ve realist bir anlam kazanmakta­ dır. Siyasî açıdan lâiklik; siyasî İktidarın dinî otoriteden ayrılmasıdır. Lâiklik, politik açıdan siyasî iktidarı sınırlayan bir bir etken olarak kabul edilmiştir. Buna göre lâiklik, liberal sistemin dinî kaynağıdır. Teokratik devlette din ile siyasî iktidar birleşmiştir. Lâik sistemde ise, din ile siyasî iktidar birbirinden ayrılmıştır. Hukukî açıdan lâiklik, soyut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması şeklinde ifade edilebilir. Ancak olaylar ve çeşitli ülkelerdeki uygulamalar, özellik­ le hukukî tarifin tam gerçekleşemediğini göstermektedir. Tarih boyunca devlet, kişilerin dinî inançlarının farklı inançtaki kimseler tarafından saldırıya uğramasını veya baskı altında tutulmasını önlemek zorunda kalmıştır. Ayrıca dinin, ülkenin temel düzenini bozabilecek etkilerini önleyebilmek için devletin, her devrin veya sosyal çevrenin şartlarına göre olumlu müdahalesi de gerekmiştir. Hukukî ba­ kımdan devletin din ve vicdan özgürlüklerinin gerçekleşmesi bakımından ta­ rafsızlığını koruması, lâikliğin genel anlamını ifade eder. Diğer yönden derdinin kamu hayatı üstündeki etkisini sınırlamak amacını güder. Lâikliğin temef unsurlarını şöyle belirtebiliriz: 1- Lâik devlette, "devlet dini” mevcut olamaz. 2- Lâik devlette kişiler, din, vicdan, İnanç ve ibadet özgürlüğüne sa­ hiptirler. Ancak, dinî özgürlük fâîkiik için asgarî şarttır. Yalnızca bu özgürlük lâ­ iklik İçin yeterli değildir. Nitekim İtalyan anayasasında din özgürlüğü mev­ cut olmakla birlikte anayasada Katoliklik, İtalya Devletinin resmî dini ola­ rak kabul edildiğinden, İtalya'da lâiklik tam değildir. Bundan dolayı İtalyan si­ yasal sistemi, “ yarı lâik" bir siyasal sistem olarak kabul edilir.406 Din ve inanç hürriyetlerinin bütün kişiler için geçerli olması da örgürlüğün bir şartıdır. Başka bir deyişle " Devlet; tüm dinler için eşit bir biçimde, o dine inananların, din özgürlüklerinden doğan haklarını kullanmalarım kısıtlaya­ ‘,ÜS Yılmaz Altuğ, Türk inkılâp Tarihi, İstanbul, 1997, s. 257. X I. BÖLÜM cak tüm engelleri kaldırmak, engelleyici düzenlemeler yapmamak ve ona karşı saldırıları önlemek durumundadır. 3Lâik devlette, devletin siyasî yapısını, hükümet ve idarenin işleyişini toplumun yaşayışını düzenleyen kanun ve kurallar; dinî prensiplerle değil, biüm, akıl, mantık, ihtiyaç ve hayatın gerçekleri tarafından düzenlenir. Din ile devlet işleri ayrılır ve din, devlet işlerinin idaresine karıştırılmaz.407 Batı ülkelerinde Lâiklik İlkesinin Gelişimi: Batıda lâikliğin başlangıcı XIV. Yüzyılda, din adamları sınıfının, siyasî güçlerinin son bulmasına yol açmış olan mücadelelere dayanır. Rönesans ve Reform hareketleri düşüncenin laikleştiril­ mesini hızlandırmış, Fransız ihtilâli bu düşüncenin yayılmasında etken olmuştur. Bu ihtilâl ile din adamlarının görev ve yetkileri hayır kurularının, evlenme işlem­ lerinin ve takvimin lâikleştirilmesi, Papalığın önleme gayretlerine rağmen benim­ senmiş ve XIX. yüzyıl boyunca lâiklik gelişerek kabui edilmiştir. Lâiklik ile din özgürlüğü kavramları; devletin dinî eşitliği sağlamak zorunda kalması yüzünden birbirine yaklaşmıştır. İlk çağlardan yakın çağlara kadar din, resmî bir nitelikte görülmüştür. Ancak dinî devlet düzeninde, Orta Çağ'da baş­ layan çatışmalar sonucunda din ve dünya iktidarları birbirlerinden ayrılmamıştır. Bu gelişmede, aydın din adamlarının çabaları, doğal hukuk anlayışı, Fransız ihti­ lâli, dinî, felsefi ve siyasî etkenler olumlu rol oynamıştır. Batı'da XVI. Yüzyıldan itibaren, dinin devletten ayrılması düşüncesi geliş­ mekle beraber, hükümdarlar papanın onayı olmadan daha uzun bir süre taç giyememişlerdir. Avrupa'da lâikliğin daha erken uygulanmasının nedeni, Hıristi­ yan dîninin özelliğinden ve papaların katı tutumlarına karşı doğan tepkilerden kaynaklanmıştır. Hıristiyan dini ve bu dinin uygulayıcıları olan kiliseler, sadece dinî konularla uğraşmışlardır. Hıristiyanlığın özünde dünya kuralları ile uğraşmak mevcut ol­ madığı hâlde, din adamları devleti yönetme hevesine kapılmışlardır. Kendini devlet himayesinin dışında gören kilise, varlığını sürdürebilmek için kuvvetli bir teşkilât kurma zorunda kalmıştır. Kiliselerin hükümdarlara hükmetme çabaları, Orta Çağ'da hükümdar-kilise mücadelelerine yol açmış ve bu mücadele, kilise­ nin güçlenmesini ve özellikle büyük parasal imkânlara ulaşmasını sağlamıştır.408 İsiâmiyette ise din, Hıristiyan dünyasındaki gibi gelişmemiştir. Çünkü İslâmda devletin başkanı, aynı zamanda dinin de başkanı olduğu için, Hıristiyan­ 407 Ani! Çeçen, Kemalizm, İstanbul, 1998, s. 131. 40S Yılmaz Altuğ, s. 258. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi lıkta olduğu gibi dinî kurumiarla hükümdar çekişmesi olmamış, dolayısıyla İslâ­ miyet kendisini devlete karşı savunma ihtiyacı da duymamıştır. İslâmiyet, Al­ lah'ın adını yüce tutmak ve Allah uğruna döğüşmek olarak kabul edilen "Cihad" suretiyle yayılmıştır.409 İşte İslâmiyet ve Hıristiyanlık arasındaki bu farklılık, lâikliğin her iki top­ lumda farklı gelişmesine ve uygulanmasına neden olmuştur. Batıda XVI. Yüzyıldan itibaren gelişen lâik düşünce, hükümdar-papa mü­ cadelelerine neden olurken, Amerika kıt'asına göç başlamış ve mezhep kavga­ sından bıkan birçok insan, hükümdar ile Papayı Avrupa'da başbaşa bırakarak Amerika kıt'asına yerleşmiştir. Bu nedenle lâiklik, Amerika'da hızlı bir gelişme göstermiştir. Örneğin 1663'te "Rhode Island" Eyaleti lâik esaslara göre idare edilmeye başlanmıştır. Amerika'da 1776 İnsan Hakları Beyannâmesi ile din ve vicdan özgürlüğü tanınmış, bağımsızlık kazanıldıktan sonra da, 1789'da lâiklik ilkesi kabul edilmiş­ tir. Fransa'da ihtilâl, din özgürlüğünü getirmiş ise de, 1789 Hukuk Be­ yannamesinin başında: "Ulu Tanrının huzurunda ve koruyuculuğu altında" sözleri yer almış ve devletin resmî mezhebi Katoliklik olarak muhafaza edilmiştir. Lâiklik Fransa'da ancak XIX, Yüzyılın sonunda tam anlamıyla gerçekleşebilmiştir, İngiltere'de söz, düşünce ve din özgürlüğü, diğer Avrupa ülkelerinden daha ön­ ce girmiştir.410 Batının ba2i ülkelerinde, örneğin İtalya, Portekiz, Yunanistan ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde devletlerin hâlâ resmî dinî vardır. Din adamları bu ülkelerde önemli ve aktif siyasal roller oynamaktadırlar. Fakat bu devletlerde de lâik ka­ nunlarla din, vicdan ve düşünce özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Bugün dünyada din ve devlet İlişkileri bakımından çeşitli uygulamalara rastlamaktayız. Bu sistemler değişik tipteki anayasalarda pozitif hukuk alanına girmiştir. Günümüzde teokratik veya yarı teokratik anayasaların sayısı çok azal­ mıştır. (İran, Pakistan, Suudî Arabistan, Libya anayasaları gibi). Çoğunlukta olan, lâik anayasa tipidir. Anayasaların çoğunda, ekonomik ve sosyal rejim farklı­ lıkları ne olursa olsun, lâiklik ilkesine yer verilmiş, din kurallarının devlet yöneti­ minde rol oynamaması esası kabul edilmiştir.411 409 Cemil Denk, Atatürk, Lâiklik ve Cumhuriyet, Ankara,.1999, s. 11. 410 Yılmaz Altuğ, s. 259. 411 Yılmaz Altuğ, s. 260. X I. BÖLÜM b) Türkiye'de Lâiklik Atatürk'ün lâiklik anlayışı da, her alanda olduğu, gîbî Türkiye'nin özel şart­ larından doğmuştur. Türkiye'nin lâikliğe geçiş, şartları batının lâikliğe geçişinden farklılık göstermiştir. Çünkü Batı, Katolikliğin koyu bir tutuculuk dönemini ya­ şamış, Katolik kilisesinin diğer Hıristiyan mezheplere karşı son derece acımasız müdahalelerine sahne olmuştur. Yıllarca süren İnsanlık dışı engizisyon işkencele­ ri, Batı insanının vicdan ve düşünce özgürlüğünü çok kısıtlamıştır. Katolik kilise­ lerinin din uğruna giriştiği, din ve insanlık dışı davranışlar ile kiliselerin imparator ve kralları nüfuzu altına alma çabaları, Hıristiyan dünyadaki yönetici kadroların kilise boyunduruğuna karşı gelişlerinin nedenini oluşturmuştur. Aslında Hıristiyan dininin dünya sorunları ile ilgili hükümleri taşımaması ve sadece ahiret konularına ait kuralları kapsaması da lâik dünya görüşüne geçişi kolaylaştıran önemli bir faktör olmuştur.412 Reform ve Rönesans hareketleri, vicdan özgürlüğünü elde etmek, özgür ve akılcı görüşü gerçekleştirmek için kilisenin tahakküm ve zorbalığına karşı başlatı­ lan bir mücadele olmuş ve bunun sonucunda lâikliğin kabulü de kolaylaşmıştır. İslâm dünyasına gelince; Hz. Muhammed’den bu yana, din ve devlet işleri daima tek kişinin elinde kalmış, İslâm halifeleri, sultanlar ve emirler, hem din hem de dünya sorunlarını yöneten makamı işgal etmişlerdir. Ayrıca Kur’an-ı Ke­ rim, dinî konular kadar dünya ile ilgili konuları da kapsadığı için, "İmamlık" ile “ Devlet Başkanlığı" sorumlulukları içiçe girmiştir. Gerçi Türklerin İslâmiyete girdikten sonraki dönemlerinde (KarahaniılarSelçuklular ve Osmanlıların başlangıç dönemlerinde) devlet ve dinin birbirine karıştırılmadığı dönemler de olmuştur. Ancak Hilâfetin Osmanlılara geçişinden sonra bu iki güç tamamen birleştirilmiştir. Bu birleşme sonucunda dinî sorunlar, şeyhülislâm fetvaları ile siyasetin aktif bir aracı hâline getirilmiştir. Lâiklik anlayışına İslâmî açıdan bakıldığında, şeriat kurallarının yerine günün ihtiyaçlarına cevap veren dünyevî kuralların konulmuş olduğu görülür. Dünya so­ runlarına İnsanî gözle bakmak; inanç ve ibadet konularında ise dinî kuralları vic­ dan özgürlüğü ile uygulayabilmek lâikliktir. Şeriat hükümlerinin yerine konulan dünyevî kanunlar, aslında İslâmm özü­ ne ve temel felsefesine ters düşen kuralları getirmediği gibi, hergün değişen çe­ şitli sosyal, hukukî ve ekonomik sorunların çözümü İçin kabulü zorunlu dünyevî 412 Ergün Aybars, Atatürkçülük ve Modernleşme, s. 160. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi kanunlar, Türk toplumunun daha da dengeli ve huzurlu bir hayata kavuşmasını sağlamıştır, Kur'an-ı Kerim'in tayin ve tesbit ettiği şer'i kuralların dışında kalan İslâm hukuku (fıkıh)ında; sünnet, kıyas, icma ve görüş müesseseleri Hz. Muhammed'den itibaren kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu durum İslâmiyetin dünya ile ilgili kurallarının, değişen şartlara ve mevcut ortama göre gerektiğinde değişti­ rilmesine imkân hazırlamıştır. Bu değişmeler Dört Halife Devrinde başlamış; Osmanlılar zamanında Fatih Kanunnameleri ve yaptığı kanunlarla ünlü Kanunî Sultan Süleyman ile daha bir çok padişahfarca kabul edilen çeşitli kanunlar, hep bu gerekliliğin doğal bir sonucu olmuştur. Osmaniı Devletî’nde XİX. yüzyılda başlayan lâikleşme hareketleri (Örne­ ğin; 1850 Ticaret Kanunu gibi), Cumhuriyete kadar sürmüş ve sonunda Türk İnkılâbı iki faktörle karşı karşıya kalmıştır.413 1- İslâmiyetin resmî temsilcisi olan Halifelik ve Saltanat 2- Çeşitli tarikatların üyeleri. Bilindiği gibi Atatürk, her ikisine karşı da kesin ve aklî çözüm yolları bul­ muştur. Bir taraftan hilâfet kaldırılıp Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, din, bir kamu hizmeti gibi teşkilâtlandırırken, öte yandan da .tarikatlar yasaklanmış, tekke ve zaviyeler kapatılarak halk, bu ocakların etkisinden kurtarılmıştır. Kurtuluş savaşında meclis, millî kurtuluştan başka bir şey düşünmediği için, hilâfet ve saltanata bağlılığını belirtmekte idi. Türkiye'de lâiklik bakımından atı­ lan İlk ciddî adım, saltanatın kaldırılmasıdır. Ancak bu kararda halifenin, din ve dünya işlerinde Hz. Muhammed'e vekillik ettiği de kabul edilmekte idi. Cumhuriyetin ilânından sonra halifelik,meclîs dışında dinî başkanlık görevi niteliğine büründü. 3 Mart 1924 tarihinde, 341 sayılı Kanunla halifelik de kaldı­ rıldı. Böylece lâik devlet ilkesi gerçekleşmiş oldu. Ne var kî lâiklik ilkesi, yine de tam anlamı ile gerçekleşmiş sayılmazdı. Çünkü hilâfetin kaldırılmasına dair ka­ nunda hilâfetin, hükümet ve Cumhuriyetin anlam ve kavramında esasen bulun­ duğu açıkça belirtilmişti. Halifelik kaldırılırken Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin bir­ leştirilmesi) kanunu da kabul edildi; Şeriye, Evkaf ve Erkan-ı Harbiye Um'umiye Vekaletinin kaldırılmasına dair 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunun Vinci maddesi ile Şeriye Vekaleti de kaldırılarak, ibadette İlgili bütün bu işleri yü­ rütmek üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. 413 Ergün Aybars Atatürkçülük ve Modernleşme, s. 173-179. X I. BÖLÜM Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasası olan, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanu'nun 2'İnci maddesi "Türkiye Devletinin dini İslâmdır" hükmünü taşıyordu. Bu hüküm nedeniyle uygulamada olmasa bile, hukuk alanında devle­ tin teokratik karakteri devam ediyordu. Devletin dininin İslâm olduğu belirtil­ mekle birlikte, Anayasada şer'i hükümlere yer verilmemiş ve siyasî iktidarın kay­ nağının İlahî olduğu kabul edilmemiştir. Böylece, yürütme ve yasama organları­ nın çalışmaları da şer'i esaslara bağlanmamıştı.414 1924 anayasasının 26'ıncı maddesinin ilk şeklinde, şer'i hükümleri TBMM'nİn yerine getireceği belirtilmiştir. 16'ıncı madde ile de milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanının yeminlerinde "Vallahi" ifadesine yer verilmiştir. Bunlar, zamanın şartlan gereği konulmuş hükümlerdi. Anayasanın 70'ncî maddesi de vicdan özgürlüğünü açıkça koruyordu. Atatürk, Anayasanın lâik esaslara uydurulması gerektiğini, gerçek lâikliğe ancak bu şekilde kavuşulacağını Nutkunda belirtmiştir. Söz konusu hükümler 10 Nisan 1928 tarihli ve 122 sayılı kanunla kaldırıldı. Gerekçe, olarak da devletin lâ­ ik ve demokratik bir cumhuriyete yönelmesi gereği gösterilmiştir. 1924 anaya­ sasının 2, 16, 26, 38. maddeleri değiştirilerek "Türkiye'nin resmî dini" kaydı kaldırılmış, meclisin şer’i hükümleri yerine getirmesi görevi ve yeminlerdeki dinî niteliğe ait hükümler, anayasadan çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin 1931'deki kongresinde, parti ilkelerini meyda­ na getiren 6 ana hedef, parti programında gösterilmiştir. Bu hedeflerden birisi olan lâiklik, 1937 yılında yapılan bir değişikle anayasada yer almış ve lâiklik ana­ yasal bîr kurum olmuştur. Türkiye'de lâiklik sadece din ile devletin ayrılığını ifade eden bir nitelik değil, aynı zamanda din ve vicdan özgürlüğüne imkân kazandıran bilimsel bilgiyi ve akılcılığı sağlayan temel bîr kural olarak ortaya çıkmıştır. Lâikliğin temel bir anayasa kuralı hâline getirilmesinden önce, bu konu ile ilgili diğer kanunlar da çıkarılmıştı. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı "Türk Medenî Kanunu" yürürlüğe gire­ rek Mecelle (Son Osmaniı döneminde medenî hukuk alanına giren konuları kapsayan kanun) yürürlükten kaldırılmıştır. Medenî Kanunun 110. maddesiyle medenî nikâh ilkesi de yürürlüğe girmiştir.415 414 Ergurı Özbudun, "Atatürk ve Lâiklik", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 24, Temmuz 1992, s. 432- 433. 415 Ömer Kürkçüoğiu, v.d. Atatürk İlkeieri ve İnkilâp Tarihi, s. 43. Atötürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Milletimiz, lâik dünya görüşünü Atatürk'ün önderliğinde toplumsal sorun­ larımızın doğal bir çözüm yolu olarak kabul etmiştir. Hiç kuşkusuz lâiklik, dinsizlik anlamına gelmez. Rejimlerin gereği olarak dini reddeden totaliter ülkelerde bile, din duygusu insanların en önemli moral kaynağıdır. Durum böyle olunca Atatürk'ün bizzat din konusundaki tutumunu kendi beyanlarına dayanarak belirtmekte fayda vardır. Atatürk, gerçek İslama karşı imanlı ve akılcı bir tavır takınırken, dinîn istismarına karşı da savaş açmıştır. Türkiye'de uygulanan ve uygulanması gerekli olan lâiklik anlayışı, teokratik bir devlet yapısına dönüş heveslerine kesinlikle karşıdır. Lâiklik, dinin kişisel ve siyasal çıkarlar için sömürülmesine de İzin vermez. Fakat Türkiye'nin lâiklik anla­ yışı hiçbir şekilde dine karşı değildir. Lâiklikle İslâm dininin manevî, ahlakî ilkeleri reddedilmiş değildir. Atatürk, siyasal amaçlar uğruna sömürülmekten kurtardığı için İslâm dinine hizmet etmiştir. c) Atatürk'ün Lâiklik Anlayışı "Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır." "Türk ulusu daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar ol­ malıdır demek istiyorum. Bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam dinîme de öyle inanıyorum" 1923. "Bizim dinimiz en mâkul ve en tabiî dindir ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için; akla, fenne, ilme, mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uyar."416 "Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup, olmadığını kolayca takdir edebiliriz. Hangi şey ki, akla mantığa, kamu çıkarına uygundur, biliniz ki, ö bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarına, islâmm çıkarına uy­ gunsa kimseye sormayın o şey dindir. Eğer bizim dinimiz, aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı, en ekmel (mükemmel) olamazdı, son din olmaz­ dı." 417 Görüldüğü gibi Atatürk, bu sözleriyle, sade ve akılcı bir İslâmiyete bağlılı­ ğını ifade etmekte ve Türk milletinin daha çok dindar olmasını istemektedir. 416 E. Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 54-55. 417 E. Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s. 55. X I. BÖLÜM Türk İnkılâbı, Atatürkçülük akımı île bir dünya görüşü olarak akia dayalı hür düşünce yapısını topluma maletmekle, Türk tarihine ve Türk toplumuna en büyük hizmeti yapmıştır. Lâik dünya görüşünden hoşnut olmayanlar, Atatürk'ün döneminde ve çok partili hayata girinceye kadar pasîfleştirilmişierdir. Ancak, çok partili bir düzene girildikten sonra vatandaşların dinî duyguları politik amaçlarla sömürülerek, ye­ niden canlandırıimıştır. Oysa Atatürk, bu tehlikeyi çok önceden görmüş ve şu uyarıcı beyanda bulunmuştur. "Türkiye'de esasen gerici yoktu ve yoktur. Kuruntu vardı; vesvese vardı. Bundan sonra yalnız bir şey akla gelebilir. O da bazı adî politikacıla­ rın, hasis ve menfaatperestlerin, o vehim hayali uyandırmaya çalışması. O da hırslarını tatmin ve menfaat düşüncesinden ibarettir" diyerek şöyle de­ vam etmiştir. "Bunun gibi mensubu olmakla şeref duyduğumuz ve mesut bulundu­ ğumuz İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir politika ara­ cı olmaktan kurtarmak ve yüceltmenin şart olduğu gerçeğini müşahede ediyoruz. Mukaddes ve İlahî olan inanç ve vicdanî kanaatlerimizin dönek olan ve her türlü çıkar ve tutkusuna esir olan politikacılardan ve politikanın bütün organlarından bir an evvel ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiretle ilgili saadetinin emrettiği bir zarurettir."418 Atatürk'ün bu beyanında da açıkça görüldüğü; gibi dinî inançlar, Allah'la kul arasındaki bir konu olmaktan çıkarılıp, çeşitli çevrelerin gündelik çıkarları için malzeme hâline getirilirse, bundan hem din, hem vatandaş, hem devlet ve hem de ülke zarar görür, Atatürk'ün bu teşhisine değer verilmedikçe bu tehlikeli tu­ tum devam edip gidecektir. Görüldüğü gibi Atatürk'çü dünya görüşü; din konusunu hukukî ve sosyal alanda çözüme ulaştırmış ve uygulamasında da asla din aleyhtarı bir tavır değil­ dir. Ancak hurafelerin sosyal temelleri tamamen çökertiiemediği için, bunların ocağı olan teşkilâtlar günümüze kadar canlılıklarını korumuş, fâiklik kanunları ih­ lâl edilmiş ve lâiklik karşıtı faaliyetler devam etmiştir. Atatürk: "Din bir vicdan mesefesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta ser­ besttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, devlet ve millet işleri ile karıştırmamaya çalışıyoruz. 41B E. Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s. 57-58. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Kaste ve yalana dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz" demiş ve görü­ şünü daha da açıklığa kavuşturmak üzere: "Türkiye Cumhuriyeti'nde her ergin kişi, dinini seçmekte hür olduğu gibi, bir dinin töreni de serbesttir. Yani, ibadet ve dinî tören özgürlüğüne dokunulamaz. Tabiatıyle törenler, asayiş ve genel ahlâk kurallarına karşı olamaz; politik nümayiş şeklinde yapilamaz" demiştir.419 Atatürk'ün bu ifadelerinden de anlaşılmaktadır ki; İslâm dininin özünü oiuşturan ve bugün de Türklerin büyük çoğunluğunun ortak inancı olarak, kalp­ lerde yaşamaya devam eden inançlarla, eskiyen ve terk edilen teokratik devlet yapısı birbirine karıştırılmamalıdır. Sonuç olarak Atatürk, Türk milletine sadece lâikliği kazandırmakla kalma­ mıştır. Lâiklikle birlikte topyekun inkılâbımız bütün İslâm toplumlannı etkisi altı­ na almış ve onların da din, vicdan ve düşünce Özgürlüklerine kavuşmalarına yol açmıştır. Lâikliğin Türkiye"de uygulanması Batılı diğer lâik devletlerden farklılık gös­ terir. Lâikliğin değişik şekilde uygulamaları vardır. Bu uygulamayı genellikle ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan biricisinde; devlet dine ve dînî hiçbir faaliyete karışmaz. Hatta "sîyasaf dinî partiler" ve "dinî dernekler" ile "kiliselerin" günlük politika içindeki faaliyetleri tamamen serbest bırakılmıştır: Diğer bir uygulama türünde ise devlet; partilerin, din eğitimine, lâikliğe aykırı olarak devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukukî temel nizamlarını kıs­ men de olsa dinî inanç ve esaslara uydurmak amacıyla teşkilât kurmaya müsa­ maha etmez. Türkiye'de uygulanan sistem de budur. İnkılâplarımızın korunması için buna kesin zorunluluk vardır. Türkiye'de yasalar, dinî siyasetin tamamen dı­ şına çıkararak onu insanların vicdanlarındaki kutsal yerine oturtmuştur. Çünkü Atatürk, camilerin içinde ve müminlerin vicdanında kalan dinîn, topluma huzur ve dirlik sağladığını, buna karşılık devleti ele geçiren dinlerin ise ilerlemeye engel olduğunu belirtmiş ve lâikliği Türk toplum hayatında cesaretle ve en güzel biçi­ miyle uygulayan kişi olmuştur. E- HALKÇILIK a) Halk ve Halkçılık Kavramlarının Tanımı Halkın bizzat kendisi tarafından kendini yönetmesi şeklinde tanımlanan halkçılık, halk kelimesinden türetilmiştir. Ahali île eşdeğer olan halk kelimesi, 419 Ahmet Mumcu, v.d., Atatürkçülük, s. 140-142. X I. BÖLÜM amaca göre değişik anlamlar ifade eder. Örneğin, Türkiye Halkı denildiği za­ man, Türkiye'de yaşayan ve millet bağı ile devlete bağlı bulunan insan toplulu­ ğu akla gelir. Bu ifadede millet ile halk arasında bir bağ vardır. Millet kavramı halka göre daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Geçmişi, bugünü ve geleceğiyle manevî yönü bulunan milletin yaşayan bölümünü halk oluşturmaktadır. Yani halk, milletin yaşayan kesimdir. Bugünkü Türk halkı, Türk Milletinin beşerî unsurunu oluşturmaktadır. Buna göre Türk Milleti, halklardan oluşmuş değildir. Halk ve millet deyimleri arasında görüldüğü gibi bir ilgi ve bağ vardır. Hattâ Türk inkılâbı bu kavramları eşdeğer ifadeler olarak kabul etmektedir. Türk inkılâbı her zaman ağalığa, derebeyliğe, sınıf ayrılığına, aile ve bölge menfaatlerine karşı olmuş ve halkı, eşit hak ve yetkilere sahip kişilerden oluşmuş bir kitle olarak gör­ müş, imtiyazlara karşı çıkmıştır.420 Halkçılık kavramı, ülkemizde çok konuşulan ve tartışılan bir konu olmuştur. Bazıları halkı bir sosyal sınıf olarak değerlendirmişlerdir. Onun karşısında aydın­ ları, yöneticileri ve zenginleri görmüşlerdir. Bunlara göre halk, toplumda bir alt tabaka ve ezilen bir sınıf olmuştur. Bu görüş yanlış olduğu kadar Anayasamıza da aykırıdır. Bu anlayış Osmanlı Pevletî döneminden kalma bir algılama biçimi­ dir. Çünkü Halk deyimi, o çağlarda aydınların ve imtiyazlıların dışında kalan in­ san topluluğu için kullanılıyordu. Halkçılık, imtiyazsız ve sınıfsız millet parolası şeklinde siyasal hayatımızda değer kazanmıştır. Türk inkılâbı halkçılık anlayışı ile toplumu millet kavramı için­ de; imtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış bir kitle hâline getirmiş ve kanun önünde herkesin eşitliğini savunmuştur. Tarihî, sosyal ve hukukî bir gerçek olan millet kavramı Türk inkılâbında, halkçılık karşısındaki değerini kaybetmeden, onunla birleşmekte ve bütünleş­ mektedir. Bu noktada Türk İnkılâbı içinde milliyetçilik kavramı halkçılıkla birlikte ve onunla özdeleşmiş bir biçimde yan yana ve iç içedir. Çok defa millet ve halk eşit anlamda kullanılmıştır. Halkçılık, milliyetçilik fikrinden ayrı bir düşünce değil, ondan kaynaklanan bir sonuç olmuştur. Bu nedenle halkçılık, milliyetçilik fikrinin bir sonucu olmuştur. Aynı zamanda milliyetçiliğin sosyal-politik açıdan da bir gerekçesi olan halkçılık, toplumun birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli araç olmuştur.421 ' 420 Ham2a Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 414. 421 Hamza Eroğiu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 415. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi b) Halkçılık ve Eşitlik Atatürkçülükte halkçılık anlayışının en önemli unsuru hiç şüphe yok ki, mil­ letin genel hakları dışında hiçbir topluluğa sülâleye ve kişiye ayrıcalık tanımama­ sıdır. Atatürk halkçılığında kanunlar önünde herkes eşittir. Toplumda halk ara­ sında her türlü ayrıcalık reddedilmiştir. Halk fırkasının nizamnamesinde (Cumhu­ riyet Halk Partisini tüzüğünde) bu konu açıkça belirtilmiştir. Tüzük "Halk Fırkası nazarında halk mefhumu herhangi bir sınıfa ait değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasın­ da bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutiak bir eşitliği kabul eden bütün fertler halktandır. Halkçılar; hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin, hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları koyan mutlak hürriyeti ve istiklâli tanıyan fertlerdir." hükmünü taşımaktadır. Atatürk halkçılığında imtiyazlı sınıf olmayıp, bütün fertlerin eşit hak ve yetki­ leri ile halkı oluşturduğu fikri benimsenmiştir. Halk Fırkasının 1931 tarihli nizam­ namesinde halkçılık için şunlar yazılıdır: "İrade ve egemenliğin kaynağı Mîllettir. Bu irade ve egemenliğin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşılıklı vazi­ felerinin hakkıyla ifasını tanzim yoluyla kullanması fırkaca büyük esastır. Kanunlar önünde mutlak bir eşitlik kabul eden ve hiçbir kişiye, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, hiçbir cemaate imtiyaz tanımayan fertleri halktan ve halkçı kabul ederiz." Halkçılığın bu yönü, halkçılığın, demokrasinin gereği ve doğal bir sonu­ cundan başka bir şey değildir. Atatürk, halka ve halkçılığa gerçekten büyük önem vermiş ve demagojik anlamda bu kavramları kullanmamıştır.422 c) Halkçılık ve Demokrasi Halkçılık ve millî egemenlik arasında yakın bir ilişki vardır, ^Yani halkçılık, millî egemenlikten ayrı bir olay değildir. Denilebilir ki halkçılık, millî egemenlik ilkesinin doğal ve vazgeçilmez bir sonucudur. Görüldüğü gibi millî egemenliğin olduğu yerde demokrasi dediğimiz halkın kendi kendini idare etmesi vardır. Halkçılıkla demokrasi birbiriyle yanyanadır. Atatürk'ün millî egemenlik anlayışı, soyut ve domokrasiden uzak bir ege­ menlik anlayışı değildir. Bunun için millî egemenlik ilkesi, hükümdarın kişisel egemeniiğini ortadan kaldırırken, onun yerine halk idaresini, yani demokrasiyi getirmeyi amaçlamıştır. İşte millî egemenlik kavramı, halkçılık ilkesi İle tamam­ lanmış ve böylece millî egemenlik, demokratik bir değer kazanmıştır. 422 Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, Ankara, 1999. S, 358-360 X I. BÖLÜM Atatürk, demokrasi kavramını bugün bazı ülkelerde görüldüğü gibi, asıi amacından saptırmamış ve onu olduğundan farklı bir kavram hâline getirmemiş­ tir. Tam aksine kavramı anlamış ve doğru kullanmıştır. Atatürk bu konuda şun­ ları söylemiştir: "Demokrasi esas itibariyle siyasal içeriklidir. Demokrasi bir sosyal yardım veya ekonomik örgütlenme sistemi de değildir. Böyle bir görüş, vatan­ daşların siyasal özgürlük ihtiyacını uyutmayı amaçlar. Bizim bildiğimiz demokrasi özellikle siyasîdir. Onun hedefi milleti idare edenler üzerindeki denetleyiciliği sa­ yesinde, siyasî hürriyeti temin etmektir." Atatürk, ülkemizdeki halkın bütün fertlerini ve çeşitli meslek mensuplarını birbirlerine yardımla görevli ve dayanışma içinde olan eşdeğer bir kıymette görmüştür. Bu inancını da şöyle açıklamıştır. "Bizim görüşümüzde çiftçi, ço­ ban, İşçi, tüccar, sanatkâr, doktor kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir. Devlete bu anlayış ile azamî yardımcı olmak ve milletin güven ve iradesini yerinde kullanabil­ mek bizce, bizim anladığımız mânâda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur." Atatürkçü düşünce sistemi içinde demokrasi ile eş anlamlı olarak kullanılan halkçılık ilkesi, kaynağını Kurtuluş Savaşı'nda millî egemenlik ilkesinden almış­ tır.423 Halkçılık, Türk Devletinin siyasî rejiminin demokratik bir rejim olmasını ön­ görmüştür. 1924 yılı sonlarında Atatürk, Times Gazetesi muhabirine verdiği demeçte şunları söylemiştir. "M illî egemenlik esasına dayanan ve özellikle Cumhuriyet idaresine sahip bulunan ülkelerde siyasî partilerin varlığı tabiî­ dir. Türkiye Cumhuriyetinde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur." Çoğulcu sisteme geçmek için Atatürk, iyi niyetle siyasî partilerin kurulmasına izin vermiş, ancak bundan maalesef olumlu bir sonuç alınamamıştı. Tek parti sistemini Türkiye için ideal olarak görmeyen Atatürk, sosyal ve siyasal gelişme belli bir aşamaya ulaşana kadar bu yönetim biçimini geçici bir dönem olarak kabul etmiştir.424 d) Halkçılık ve Sosyal Dayanışma Halkçılık deyimi, Atatürkçülükte sadece halk yönetimi veya siyasal demok­ rasiyi değil, aynı zamanda Atatürk'ün Türk topiumuna vermek istediği yeni sos­ yal ve ekonomik düzeni de ifade etmektedir. Bu sosyal ve ekonomik düzende Atatürk'ün halkçılık anlayışı, toplumun ekonomik bakımdan güçsüz kesimieri- 423 Ahmet Mumcu, v.d, Atatürkçülük, s. 60. 424 Ahmet Mumcu, v.d, Atatürkçülük, s. 65. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi nin, özellikle köylülerin refah düzeyini yükseltmeye büyük önem vermektedir. Aynı zamanda sınıf mücadelesini reddederek toplumun gelişme ve ilerlemesinin çeşitli sosyal dilimler ya da gruplar arsında iş bölümü ve dayanışma İle sağlana­ cağına inanır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun büyük çoğunluğunu tarım ile uğraşan köylüler oluşturmaktaydı. Bunun için Atatürk, "Devlet, temel unsur olan çiftçi ve çobanı kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bunu kuvvetlendirmek ise öyle lafla olmaz. Kuvvetlenmesi arzuya şayandır, demekle de olmaz. İlmin, fennin ve asrın emrettiği vasıta ve yollara fiilen girişmek lâzımdır." Atatürk halkçılığı; sosyal adalet, sosyal güvenlik ve toplumun ekonomik bakımdan zayıf kesimlerinin korunmasına ve güçlendirilmesine, adaletli gelir dağılımına zayıf kesimlerinin korunmasına ve güçlendirilmesine önem verir. Millî Mücadele yıllarının ilk günlerinden İtibaren Atatürk, millî mücadeledeki halkçılık anlayışının komünizm ile ilgisi olmadığını sürekli vurgulamıştır, 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada Atatürk, "... Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin aldatıcı vaatlerine kanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim prensiplerimiz herkesçe bilinir ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul et­ tirmek için şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık...” demiştir, Sivas Kongresi sırasında Atatürk, Amerikalı General Harbord'a söyledi­ ği şu sözlerle Kominizm hakkındaki düşüncelerini dile getirir. "Bolşevizme ge­ lince Yurdumuzda bu doktrin için bir zemin mevcut değildir. Çünkü gerek dinîmiz ve adetlerimiz gerekse sosyal teşkilâtımız onun bize mal edilmesine tamamıyle elverişsizdir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler vardır, ne de mil­ yonlarca sanatkâr ve işçi. Diğer taraftan bir toprak davası ile karşı karşıya değiliz. Nihayet sosyal bakımdan prensiplerimiz bizi Bolşevizmin kabulüne mecbur bırakacak şekilde değildir. Türk Milleti eğer icap ederse onunla mücadeleye hazırdır." Görüldüğü gibi Atatürk, her fırsatta Türk toplum yapısının sınıf mücadelesi­ ne uygun olmadığını bu yapıyı meydana getiren unsurlar arasında çıkar çatışması bulunmadığını aksine, bütün sosyal dilimlerin birbirine bağlı ve muhtaç oldukları­ nı, dolayısıyla Halk Partisinin tüm halkın ortak çıkarlarını savunacağını vurgulamış­ tır. BÖylece toplumda dayanışma ilkesinin hâkim olması gerektiğini ifade etmiştir. Bu görüşünü de şu sözlerle dile getirmiştir. "...Bizim halkımızın menfaatleri, bir­ X I. BÖLÜM birinden ayrılan sınıflar hâlinde değil, aksine varlıkları ve çatışmalarının sonu­ cu birbirlerine lâzım olan sınıflardan ibarettir..,"425 Bu anlayış Cumhuriyet Halk Partisinin programına da yansımıştır. Bu parti­ nin programında toplum; küçük çiftçiler, küçük sanayici, esnaf, amele, işçi, ser­ best meslek sahipleri, sanayiciler, büyük arazi ve iş sahipleri, tüccar gibi çeşitli sosyal dilimlere ayrılmıştır. Bu ifadelerden, Atatürk'ün bîr gerçek olan sosyal gruplan reddetmediğini, ancak sınıf çatışmasının toplumumuza sağlayacağı bir yararın da bulunmadığını savunmuştur. e) Atatürk'ün Halkçılık Anlayışı Devlet idaresine uzun süre öncülük eden Halk Partisi'nin tüzüğü, Halk ve Halkçılığı şöyle tanımlamıştır. "Halk Partisi nazarında halk mefhumu: herhangi bir sınıfa ait değildir. Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle ka­ nun önünde mutlak eşitliği kabul eden bütün fertler halktandır. Halkçılar hiçbir ailenin, hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin, hiçbir ferdin İmtiyazlarını kabul etmeyen ve kanunları koyan mutlak hürriyet ve istiklâli tanıyan fertlerdir." Halk partisi bu ilkeyi kabul etmekle, şahıs ve zümre egemenliği ile savaş­ mayı temel hedef saymıştır. Bu anlayışa göre halkı oluşturan çeşitli dilimler ya da sosyal gruplar, millet bütünlüğünü meydana getirmektedir. Parti bu dilimle­ rin çıkarlarını, memleketin çıkarları çerçevesinde düzenlemeyi amaçlamıştır.426 Atatürk'ün Halkçılık ilkesini, üç ana unsur üzerinde görmek mümkündür. 1) Türkiye Cumhuriyeti, belli bir zümreye değil, doğrudan halka dayanır. "Bugünkü varlığımızın temel niteliği, milletin genel eğilimini ispat etmiştir, O da halkçılık ve halk hükümetidir." Bunu bir kelime ile ifade etmek gerekirse diyebi­ liriz ki, "yeni Türkiye Devleti, halka değer veren bir devlettir, halkın devletidir." diyen Atatürk, halkın devletinde bütün gücün halkın elinde olduğunu belirten şu devamla sözleri söylemiştir. “ Bizim görüşümüz ki halkçılıktır- kuvvetin kudre­ tin egemenliğin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümettir. Di­ limizde bu hükümet, halk hükümeti olarak ifade edilir." 2) Atatürk, halkın içindeki sosyal dilimleri veya kümeleri, sadece iş alanları ve meslekleri bakımından farklı görmüştür. Ancak bu meslek sahipleri diğerleriy­ 425 Ahmet Mumcu, v.d, Atatürkçüİük, s. 66. 426 Ahmet Mumcu, v.d, Atatürkçülük, s. 68. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi le aynı saygınlığa sahiptir. “ Türkiye Cumhuriyeti halkım, ayrı ayrı sınıflardan olmuş değil, fakat kişisel ve toplumsal hayat için iş bölümü nedeniyle çeşit­ li mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas ilkelerimizdendir" di­ yen Atatürk, bütün vatandaşları birbirine eşit olarak görmektedir, O'na göre kimsenin ayrıcalığı bulunmamaktadır. 3) Atatürk halkçılığının esaslarından biri de; halkın mutluluğunun, yine halkla bir bütün olarak sağlanmasıdır. Bunun için de herkesin çalışmasını ön­ görmektedir. "Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve ça­ lışmaya mecbur olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların, bizim toplumumuz İçinde yeri yoktur. O halde halkçılık, toplum dü­ zenini, çalışmaya hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir." Cemiyet içindeki sosyal dilimlerin çıkarlarını eşit şekilde ele alan Atatürk, ancak bu yolla toplumsal barış ve millî birliğin sağlanacağını savunur. Bu görüşlerin bütünü sı­ nıflar arasında çıkar çatışmalarını ortadan kaldıracak tedbirlerle son bulmalıdır. Bu sayede biri diğerinin gelişmesini zorlayıp yıpratacak zararlı çatışmalar yerine çalışmada iş bölümü, çıkarlarda denklik ve uyumla sağlanmış olur. Atatürk, sınıf kavramı yerine, iş bölümü esasını öngörmüştür. Toplumda barışın ancak bu yolla sağlanacağını belirtmiştir.427 Atatürk, askerî faaliyetlerini, siyasî faaliyetlere dönüştürmesinin dönüm noktası olan TBMM'nin açılışından itibaren ortaya attığı her siyasal öneri ve program taslağında hep halkçılıktan söz etmiştir.428 Görüldüğü gibi Atatürk, Türk halkını kendi kendisini idare eden, millî egemenlik ilkesine göre demokratik bir rejim içinde yaşayan, hakça, eşit, millî birlik ve dayanışma içinde bulunan insanların oluşturduğu bir bütün olarak görmektedir. F- DEVLETÇİLİK İLKESİ ve ATATÜRK DÖNEMİ EKONOMİK FAALİYETLER a) Ekonomik Faaliyetler Türk İstiklâl Savaşının başarıyla sonuçlanmasından sonra İzmir'de geniş kapsamlı bir “ İktisat Kongresi" yapılmıştı. Çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi kesim­ lerini temsil eden 1135 kişi kongreye katıldı, 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri a­ 427 Hamza Eroğfu, Türk inkıiâp Tarihi, s. 418. 428 Emre Kongar, Devrim, Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, İstanbul, 1983, s. 311. X I. BÖLÜM rasındaki kongrede çeşitli kararlar dışında genel nitelikli bir iktisat politikası da kabul edildi. Bu kongrede sanayinin teşvik edilmesi, kredi imkânlarının geliştiril­ mesi, yerli sanayinin kurulması, ticaret bankası kurulması, tekelciliğe karşı mü­ cadele edilmesi, kredi sağlanması, aşar vergisinin kaldırılması, asgarî ücretin be­ lirlenmesi, kaza ve hayat sigortası ile ilgili konularda önemli kararlar alındı. Kongrede alınan kararlar gereğince bazı kurumların oluşturulması yoluna gidildi. Bu kurumların arasında; Bankalar, Tekel, Devlet Demir Yolları, İstatistik Genel Müdürlüğü gibi kurumlar vardı.429 b) İş Bankası'mn Açılması Kurucularının başında Atatürk'ün bulunduğu İş Bankası, 26 Ağustos 1924 tarihinde bir milyon lira sermaye ile kurulmuş özel bir kuruluştur. Celal Bayar’ın ilk genel müdür olduğu banka, devletin de geniş desteğini sağladı, c) Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası 19 Nisan 1925 tarihinde kuruldu. Osmanlı Devleti'nden devredilen devlet teşebbüslerini geçici olarak yönetip, yenilerini kuracak olan bu banka, bankacılık ve madencilik faaliyetlerini yürütecekti. Bu kuruluşun günümüzdeki adı, Etİbank'tır. Özel kesimin fazla varlık gösteremediği bu dönemde devlet tarafından gerçekleştirilen yeni kuruluşları ve kanunları şu şekilde sıralayabiliriz. 1- Eski Reji idaresinin satın alınması ile oluşturulan "Geçici Tütün İdaresi" 2- İspirto ve alkollü İçkiler tekeli (1926) 3- Devlet Demiryolları ve Limanlar Genel idaresi (1927) 4- istatistik Genel Müdürlüğü (1926) 5- Emlak ve Eytam Bankası (1926) 6- İktisat Vekaletinin Kurulması (1928) 7- Gümrük Tarife Kanunu'nun yürürlüğü konulması (1929) 8- Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu (1929) 9-Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında kanun (1929) 10- Merkez Bankası Kanunu (1930) 429 A. Afetinan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planf, 1933, Ankara, 1972, s. 9-11. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 11- Sanayi Teşvik kanunu (1929) Bu dönemde gerçekleştirilen önemli teşebbüslerden biri de aşar vergisinin kaldırılmasıdır. Onda bir anlamına gelen aşar, uygulamada halka büyük sıkıntılar veren bir vergiydi. Bu vergi Şubat 1925'te kaldırıldı. İkinci Sanayi Kongresî'de 22 Nisan 1930'da toplandı, 1923'ten beri izlenen politikanın istenen sonuçları vermemesi ve özellikle 1929 yılında dünyayı saran ekonomik bunalımın patlak vermesi, ülkede köklü ekonomik önlemlerin alınmasını zorunlu hâle getirmişti. d) Atatürk'ün Devletçilik İlkesi 1923'lerde uygulamaya konulmayan devletçilik politikası, bazı yeni şartla­ rın hızlandırıcı etkisiyle 1930'larda ele alınabilmiş ve benimsenmiştir. Çünkü bu dönemde Özel kesimin ülke sanayini gerçekleştirebilmesi imkânsızdı. Ata­ türk bu durumu tesbit etmiş ve Türkiye'de ancak devletçilik uygulamasıyla sanayinin geliştirileceğine inanmıştı. Bunun üzerine 1931 yılında Cumhuriyet Halk Partisİ'nin programına alınan devletçilik İlkesi, şu şekilde tanımlanıyordu. "Devletin ekonomi He İlgisi, fiilî surette yapıcılık olduğu kadar, özel teşeb­ büslere yön vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol et­ mektir."430 Atatürk'e göre uygulanması öngörülen Devletçilik prensibi; Bütün üretim ve dağıtım araçlarını kişilerden alarak, milleti büsbütün başka esaslara göre dü­ zenlemek amacı güden sosyalizm prensibine dayalı Kollektivizm yahut Komü­ nizm gibi özel ve kişisel ekonomik teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir. Kişisel çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün oldu­ ğu kadar, az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa eriştirmek için mîlletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerle, özellikle ekonomik alan­ da devleti fiilen ilgili kılmaktır. Ekonomi işlerinde devletin ilgisi, doğrudan yapıcı­ lık olduğu kadar özel teşebbüsü teşvik ve yapılanları düzenleme ve kontroi da etmektedir. Devletçilik, toptan ve kollektivist bir devletçi anlayışı ile İlgili değildir. Plânlı ekonomide, ülkenin kendi kaynaklarını işletmeye geçirmede ve ekonomiyi kur­ mada başlıca etkenin millet olacağı görüşü benimsenmiştir. 1 Kasım 1937'de yaptığı bir konuşmada Atatürk, sanayileşme ve plânlı ekonomiyle ilgili görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır. "Sanayileşmek en büyük millî meselelerimiz arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ül­ kemizde var olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracak ve işleteceğiz." 430 Hamza Eroğîu, Türk İnkilap Tarihi, s. 440. X I. BÖLÜM Köklü ekonomik değişmeleri gerçekleştirme konusunda ise daha aşamalı bir yöntem kullanılmıştır. Çok hızlı kalkınma için insan unsurunun feda edilmesi­ ne Atatürk hiçbir zaman razı olmamıştır. Diğer bir deyimle kalkınmanın temeli üzerinde de durulmuş, barışçı bir ekonomik model İzlenmiştir. Atatürk'ün devletçiliği, ülke ve millet imkânlarının kullanımına İş­ letilmesine, kalkınmaya, gelişmeye, çağdaşlaşmaya devletin ekonomik fonksi­ yonuna yön veren ilkedir. Devletçilik, devletin ekonomide, sanayide, işletmeci­ likte, millet ve toplum yararına görev üstlenmesi, millî ekonominin ana kaynak­ larını, bağımsızlığın gerektirdiği ana kaynakları yaratacak, müesseseleri kuracak, bunları İşletecek yarattığı değerleri yine millet yararına olan işlerde değerlendi­ rerek kullanmasıdır. Devletçilik ilkesi özel teşebbüsü reddetmez. Tüm üretim araçlarının devlet elinde toplanmasını öngörmez. Mülkiyet hakkına saygılıdır. Atatürk, memleket­ te her çeşit üretimin çoğalması için, özel teşebbüsün devletçe zorunlu olduğunu önemle kaydettikten sonra "Devlet ve özel teşebbüsün birbirine karşı değil, bir­ birinin tamamlayıcısı" olduğunu belirtir. Atatürkçü ekonomik görüşün (devletçi­ liğin) bîr yönü de refahın sağlanması açısından toplumun kesimleri arasında im­ tiyazlı kişi, zümre ya da sınıfların oluşmasının önlenmesi ve kalkınmanın nimet­ lerinin bütün kesimlere eşit olarak dağıtılmasıdır.431 Atatürk'ün devletçilik anlayı­ şı şöyle özetlenebilir: Özel sektörün sermaye ve bilgi birikimi yönünden yetersiz olduğu ekonomik alanlara devletin girerek özel sektöre öncülük etmesi, daha sonra bu alanlardan çekilerek yerini yeterli duruma gelen özel sektöre devret­ mesidir. II- BÜTÜNLEYİCİ İLKELER A- MİLLÎ EGEMENLİK Mustafa Kemal Atatürk Büyük Nutuk'ta, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkı­ şını anlatırken o günün atmosferi içinde çeşitli çevrelerin bir takım kurtuluş reçe­ teleri sunduğunu belirtir: Bu kurtuluş reçeteleri; 1-İngiltere'nin himayesi istemek. 2- Amerika'nın mandasına girmek, 3- Mahallî kurtuluş çareleri aramak şeklindeydi. 431 Atatürkçülük Birinci Kitap s. 487. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihî Atatürk, bu görüşlerin hiçbirini beğenmediğini belirterek, bunun nedenle­ rini şu şekilde İfade eder; "O tarihte, Osmaniı Devletî'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmaniı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Or­ tada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da paylaşılmasını sağlamağa çalışmaktan ibaretti." Nitekim düşman, Türk'ün elinde kalan Anadolu'yu da paylaşmanın hesaplarını ve plânlarını yapıyordu. Bu ortam karşısında Atatürk, uygulanabilecek bir tek çıkar yolun bulundu­ ğunu, bunun da kayıtsız şartsız millî hakimiyete dayanan, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak olduğunu belirtiyordu.432 Mustafa Kemal, bu karara Samsun'a hareket etmek üzere İstanbul'dan çıkmadan önce varmıştır. Bunu sadece düşünmemiş ve Samsun'da Anadolu top­ raklarına çıkınca da adım adım bu karan uygulamaya başlamıştır. Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık neydi? Bunun ceva­ bını da Mustafa Kemal şu şekilde vermektedir: “ Esas olarak yap flaca k iş Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır". Bunu sağlamak için "ya bağımsızlık ya ölüm" sloganını ortaya atan Mustafa Kemal Atatürk, bu­ nunla yetinilmemesi gerektiğini ve mutlaka milletin kendi yetkilerine sahip çıkması ve bu yetkilerini kullanması gerektiğini de açıkça belirtmektedir. Satrancın ileriki hamleleri gibi, peş peşe atılacak adımlar hep hesap edilmişti. Atatürk'ün Samsun'a çıkışını tesadüflere bağlayanlar, aslında Atatürk gibi bir insanı anlamaktan uzak, düşünce ve algılama çapları çok küçük olan kişilerdir. Buradan şu sonuca varmak mümkündür: Mustafa Kemal Atatürk, Sam­ sun'a çıktığı zaman iki hedefi gerçekleştirme konusunda kesin olarak kararlıdır. Bunlardan birincisi ülkeyi emperyalist devletlerin İşgalinden kurtarmak, İkin­ cisi ise millî egemenliğe dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak. Bu hedeflere bağlı olmak üzere 19 Mayıs 1919'da Anadolu topraklarına ayak basan Mustafa Kemal, hedeflerini gerçekleştirmek üzere Samsun'da çalış­ malarına başlıyordu. Atatürk'ün Anadolu hareketini ne şekilde plânladığını gös­ teren önemli örneklerden birisi, 22 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul'a gönderdiği rapordu. Bu raporda dikkati çeken bazı ifadeler vardı: "M illet tek bir vücut olmuş, millî hakimiyet esasını ve Türklük duygusunu, yani Türk milli­ yetçiliğini kabul etmiştir". Mustafa Kemal'in burada belirttiği nokta, Amasya Genelgesindeki bir maddenin de habercisi durumundadır". “ Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." Bu ifade, Atatürk'ün, ülkenin kur- 452 Kemal Atatürk, Nutuk, I. s. 15. X I. BÖLÜM tarıİması yolunda ne kadar hazırlıklı olduğunu belirten önemli belgelerden biri olarak gösterilebilir.433 Mustafa Kemal 21-22 Haziran 1919 gecesi milletin bütünlüğünün ve va­ tanın bağımsızlığının kurtarılması için birlikte mücadeleye çağıran genelgeyi (Amasya Genelgesini) yazdırırken, artık bazı noktaların açık bir biçimde ortaya ko­ nulması gerektiğine de dikkat çekiyordu. "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır. İstanbul hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve hakfartnı yüksek sesle dünyaya duyurmak İçin her tür­ lü baskıdan uzak bîr millî heyetin varlığı gereklidir." Bu ifadede, millet ege­ menliğine ve millî bağımsızlığa yer verilmektedir. Mustafa Kemal, millet egemenliğine giden bir yolda yürüyüşünü adım adım sürdürmektedir. Erzurum Kongresinde artık millet adına karar verecek me­ kanizmalar oluşturulmaya başlanmakta, milletin iradesi ile ilgili düşünceler kongre kararlarına yansımaktadır. "M illî güçleri yapıcı ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır." sözlerinde artık millet adına söz söyleme ve karar verme yetki­ sinin kişilerin elinde olmaması gerektiği konusu, açık bir biçimde ortaya konul­ maktadır. Sivas Kongresi, bağımsızlık yanlılarıyla mandacılar arasında meydana gelen sert çatışmalarla geçmiştir. Mustafa'Kemal, bir Amerimkân mandası tutturulup gittiğine işaret etmekte ve şöyle demektedir. “ Bu olmayacaktır. Türkiye istik­ lâl bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemeye devam edeceğiz. Ben anla­ dığıma göre, İstanbul'daki zevat bizi Amerika'ya Wilson'a, Senato'ya, Kongreye müracaat ettirmek ve bütün Türk milleti namına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz." Mustafa Kemal'e göre İstanbuldakiler hayal ve gaflet içindeydiler, Amerimkân mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında güçsüz, sinirli, Türk milletine ve millî ha­ rekete inanmayan, umutsuzluk ve bozgun içinde, gerçeklerden uzak olarak ya­ şayan, ne yapacağını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyenlerdi. Oysa Mustafa Kemal millî davanın başarısına inanıyor; Millî hakimiyet esasına ve millî meclisin kararlarına yer vermeyen hiçbir anlaşmanın, hiçbir yükümlülüğün kabul edilme­ yeceğini ve tanınmayacağını belirtiyordu. 433 Sefahattin Tansel, Mondrosdan Mudanya'ya Kadar, I. cilt, İstanbul, 1991, s. 238. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Millî Egemenliğe Geçiş ve TBMM'nin Kuruluşu İstanbul'un 16 Mart 1920 tarihinde işgal edildiğini ve önde gelen milliyetçi kimselerin tutuklandıklarını öğrenen Mustafa Kemal, aylar öncesinde düşündü­ ğünü artık uygulamanın kaçınılmaz olduğunu anlamıştı. 17 Martta Mustafa Kemal imzasıyla bütün kuruluşlara gönderilen bîr genelgede İstanbul'un işgaliy­ le Osmanlı Devleti’nİn hayatına ve egemenliğine son verildiği duyurulmuştu. Bu çerçevede yeni bir meclisin kurulması ve milletin egemenlik hakkına kendisinin el koyması için zaman son derece uygundu. Böylece olağanüstü yetkiler taşıyan Meclis'i toplama hazırlıklarına girişildi. Bir yönerge hazırlandı ve bu yönerge 19 Mart'ta her tarafa gönderilen yönergede, şu ilkeler yer almaktaydı. Her sancak bir liva sayılacak ve her sancaktan beş üye seçilecekti. Bütün partiler, dernekler ve topluluklar da aday gösterebileceklerdi. Seçimlerde oylar gizli olarak verile­ cek, fakat oy sayımı açık olarak gerçekleştirilecekti. Seçimler gerçekleştirildi. Meclisin açılma hazırlıkları sürdürülürken Ankara'daki durumun kamuoyuna sağlıklı bir şekilde yansıtılması amacıyla bir ajans kurulması yolun gidildi. 6 Nisan 1920'de Anadolu Ajansı kuruldu. Bu arada 10 Ocak 192O'den itibaren Hâkimi­ yet-i Millîye gazetesi de yayın hayatına başlamıştı. Seçimlerin sonuçlanması beklenirken şeyhülislâm Dürrizade Abdullah'ın Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayi Millîyecîler aleyhine verdiği fetvaların siyasal amaçlı olup gerçekleri yansıtmadığını belirtmek zorunlu hâle gelmişti. Dürrizadenin 10 Nisan tarihlî fetvasının din açısından geçersiz olduğunu belirt­ mek görevini Ankara Müftüsü Börekçîoğiu Rıfat Efendi üstlenmişti. Diğer bazı müftüler de Rıfat Efendi tarafından hazırlanan bu fetvayı imzalamışlardı. Böylece bu fetvalar, millî fetvalar olarak nitelendirilmiştir.434 23 Nisan 1920 günü Şerif Bey’in başkanlığında meclis açıldı. Geçici başkan olarak Mustafa Kemal, bir konuşma yapmıştı. Önemli konuşmalar ve ilk faali­ yetler 24 Nisan tarihinde gerçekleştirildi. Mustafa Kemal yaptığı konuşmada Mondros Ateşkes Antlaşmasından o güne kadar olan gelişmeleri anlatmıştı. Bu çerçevede Mustafa Kemal, Temsilciler Kurulunun görevinin bittiğini de belirt­ mişti. Mustafa Kemal'in 24 Nisanda meclise bir takım öneriler sunduğunu gör­ mekteyiz. Bu öneriler arkadaşlarıyla birlikte alınmış olan kararlara dayanmakta idi ve şu önemli noktaları kapsıyordu. 434 Selahattin Tansel, Mondros'dan Mudanya'ya Kadar, Cilt Hl, s. 93-95 X I. BÖLÜM 1- Meclisin üstünlüğü prensibi burada açık ve net bir şekilde ortaya ko­ nulmaktadır. Artık yüce meclîsin üstünde başka bir güç yoktur ve olmamalıdır. 2- Geçici de olsa bir padişah vekili tanımak doğru değildir. 3- Meclisin seçtiği ve meclise karşı sorumlu bir hükümet meydana getiril­ miştir. 4- Meclis başkanının yetki ve sorumluluğu oldukça önemlidir. Bu başkan, aynı zamanda hükümet başkanı olarak da görev yapacaktır. TBMM, Millî Mücadeie'nin yürütülmesi ve başarıya ulaştırılmasında çok önemli roller oynadı. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın en zor şartlarında bile bu meclisin çalışmasını bir an durdurmayı düşünmedi. Bunun aksine meclisde her türlü tartışma demokratik çerçeve içinde gerçekleştirildi. TBMM, inkılâp ve il­ kelerin meydana getirilmesinde her türlü yasal desteği verdi. Bunun ötesinde ül­ kenin sorunlarına çözüm bulunmasında da son derece başarılı çalışmalar gerçek­ leştirdi. Sonuç olarak Millî Mücadeie'nin temelinde egemenliğin bir kişiye (padişa­ ha) değil, millete ait olduğu ilkesi yer almıştır. 1921 Anayasasından başlayarak, Ankara'da kurulan yeni Türk devletinin bütün anayasalarında milletin egemenli­ ği esas olarak kabul edilmiştir. Millî Mücadeleyi güçlü ve meşru bir temele “ Millî Egemenlik" temeline oturtmak, Atatürk'ün büyük bir başarısıdır. Atatürk askerî alandaki dehasına eş bir siyasî deha ile TBMM'ni kurup milletin şahlanışına de­ mokratik bir kurumun meşruluk ve hukukîliğini sağlamıştır. TBMM'nin kuruluşu, Millî Mücadeleyi içte olduğu gibi dışta da güçlendirmiştir. Bağımsızlık Savaşı, millî egemenlik İlkesinden güç alınarak, her konuda hesap soran, kıyasıya eleşti­ ren, milletin haklarına sahip çıkan bir meclisle kazanılmıştır. Atatürk döneminde halkçılık ilkesinin, millet egemenliği ve demokratik re­ jim fikrini içerdiği ısrarla belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu; sağcı, solcu, totiliter ve dikta ideolojilerin hepsine daima karşi çıkmıştır. TBMM'nin 1921'de kabul ettiği ilk anayasanın birinci maddesi, egemenli­ ğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtiyordu. Bu ilke daha sonra kabul edilen bütün Cumhuriyet anayasalarının değişmeyen temel ilkesi olmuştur. Mîl­ let egemenliği, millî mücadeleye ruh ve güç veren bir ilke olduğu gibi, Atatürk­ çülüğün de temel ilkelerinden birisidir. Atatürk, siyasal iktidarın meşru kaynağının millet olduğunu ısrarla vurgu­ lamış, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesinin gönüllere ve kafalara yer­ leşmesi yolunda çaba göstermiştir. Atatürk; "M illet egemenliği öyle bir nur­ Atatürk İik e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi dur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar, yanar mahvolur. M illet­ lerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkum­ durlar" diyen, o yüce önderdir.435 B- MİLLÎ BAĞIMSIZLIK Söziük anlamı iie bağımsızlık, bir ülkenin başka bir ülke ya da ülkelerin yö­ netim ya da denetimi altında oimaması demektir. Klâsik devletler hukuku teori­ sine göre bağımsızlık, bir devletin dışa karşı egemenliği anlamına gelir ve tüm egemen devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Bu nedenle devletler hukukunda egemen devletlere ilişkin tek yanlı işlemler söz konusu olmaz. Tüm irade açık­ lamaları iki yanlı işlemler niteliğindeki sözleşme ve anlaşmalar biçiminde olmalı­ dır. Bağımsız devletler başka devletin izin ya da onayı olmadan öteki devletlerle diplomatik ilişkiler kurup sürdürebilirler. Bağımsız devletin öteki önemli öğeleri; bağımsız yönetim organları, hukuk sistemi, para sistemi ve bayraktır. a) Türk İnkılâbında Bağımsızlık Düşüncesinin Gelişimi Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin kararlan ve TBMM'nin hedefi, bağımsız yaşamayı gerçekleştirme ve bu yolda düşmanlara karşı müca­ dele etmekti. Amasya Genelgesinde "Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir" ve "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." şeklindeki ifadeler Millî Mücadelenin hangi amaçlan gerçekleştirmeye yönelik olduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir. Erzurum Kongresinde iç ve dış bağımsızlığın sağlanması üzerinde özellikle durulmuş, millî sınırlar içinde bağımsızlığın mutlak savunulması konusu karara bağlanmıştır. Sivas Kongresinde manda taraftarı ile bağımsızlık taraflısı üyeler sert tartışmalara girmişler. Mustafa Kemal'in de müdahalesi ve ağırlığını koyma­ sı ile sorun, tam bağımsızlık ilkesinin kabulu ile sonuçlanmıştır. 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi île yeni bir döneme girilmiştir. Olağanüstü yetkilerle toplanan meclis, millî egemenliği gerçekleştirirken millî bağımsızlığı da değerlendirmişti. Kazanılan askerî ve siyasî zaferler Türk istiklâlini sağlamlaştıran, belgeler olmuştur. Türk Devleti, uluslara­ rası ortamdaki yerini Lozan Barış Antlaşması ile almıştır. Başardığı millî mücadele uluslar arası bu antlaşma ile de tasdik edilmiş ve belgelendirilmiştir. 435 E. Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s. 33. X I. BÖLÜM b) Atatürk'ün Bağımsızlık Konusundaki Düşünceleri Atatürk, Türk Milletinin bağımsızlığına özel bir değer vermiştir. Atatürk'ün bağımsızlıktan anladığı şey, tam bağımsızlıktır. Yani bütün anlamıyla ve bütün alanlarda bağımsızlık demektir. Sadece siyasal alanda bağımsızlık değil, eko­ nomik, kültürel alanlarda da bağımsızlığın sağlanması Atatürk'ün bağımsız­ lık anlayışının temel şartıdır. Bir ülke zenginlik ve refah bakımından ne kadar üst düzeyde olursa olsun, bağımsızlık açısından tam bir serbestliğe ulaşmadıkça, medenî ülkelerin nazarın­ da uşak durumundan daha ileri bir yerde olmayacağını belirten Atatürk, "Türki­ ye Devleti’nin bağımsızlığı kutsaldır. O, ebediyyen kalıcı ve korunmuş ol­ malıdır" diyerek bağımsızlığın değerini ortaya koymaktadır.436 Atatürk'ün bağımsızlık anlayışı, hukuk tekniğine uygun olarak, devletin uluslar arası hayattaki, yetkilerini her türlü kısıntıdan, sınırlamadan uzak olarak kullanması anlamına gelir. Atatürk, bağımsızlık anlayışıyla çağdaş siyasal değer­ lere yeni bir boyut getirmiş, Türk devletini çağdaş anlayış ve dayanaklarından birine kavuşturmuştur. C- MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK Bir toplumun modern ve ileri bir millet hâline gelebilmesinin en önemli un­ surlarından birinin millî birlik olduğu, bütün dünyada çok yaygın olarak kabul edilmiş bir fikirdir. Gerçekten de başta Amerika, Almanya ve İtalya olmak üzere birçok ülke, ancak millî devlet (millî birlik ve beraberliğe sahip devletler) olduk­ tan sonra modem çağlara kendi benliklerini kabul ettirmişlerdir.437 Atatürk de milletimizi modern milletler seviyesine çıkarmak ve ileri bir top­ lum hâline getirebilmek için öncelikle millî birliği sağlamak istiyordu. Atatürk'ün yetiştiği dönemde varlığını sürdüren Osmanlı Devleti, çok milletli bir devlet ko­ numundaydı. Osmanlı Devleti bünyesindeki çeşitli topluluklar, millî bilinç ile kendi gele­ ceklerini kurtarma amacı etrafında birleştikleri zaman, bunların dışında sadece Türkler kalmaktaydı. Türk insanını uyandıran unsur, Türklerîn dışındaki topluluk­ ların, Osmanlı İmparatorluğu içindeki davranışları olmuştu. Atatürk 1923 tari­ hindeki bir konuşmasında bu durumu net bir şekilde anlatmakta ve meydana 436 £ 2îya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, s. 6. 437 Reşat Genç, "Atatürk'ün Millî Birlik ve Beraberlik İlkesi", Atatürk'ün 50. Ölüm Yılı Konfe­ ransları, Ankara, 1989, s. 157. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi gelen vaziyetin Türk insanını nasıl etkilendiğini de ifade etmektedir; Bu konuş­ masında Atatürk, "Bizim milletimiz milliyet bilincine sahip bulunmamasının çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli topluluklar hep millî değerlerine sarılarak, miîiîyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar, Bîz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa Üe içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğ­ radığı anda bizi küçük gördüler ve aşağıladılar. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmadığımızmış." demiştir. Atatürk, Türk milletinde uyanan millî bilinç ite Türk İstiklâl Mücadelesini ba­ şarıya ulaştırmış ve Türk Milleti Kurtuluş Savaşı'nda millî birlik ve beraberliğin gü­ cünü gösteren emsalsiz örnekler sunmuştur.438 Bu savaşın hemen başında, daha 1919 yılı İçinde Atatürk, millî birlikle başarının sağlanacağını açıkça ifade etmek­ teydi. "M illet ve biz yok, birlik hâlinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Ve sunu kati olarak söyliyeyim ki, bir millet varlığı ve bağımsızlığı için her şeye girişir ve bu gaye uğrunda her fedakârlığı yaparsa, başarılı olmama­ sı mümkün değildir. Elbette başarılı olur. Başarılı olmazsa o millet ölmüş de­ mektir." diyerek millî mücadelenin bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu ve millî birlik içindeki bir milletin böyle bir kutsal mücadeleyi başarabileceğini belirtmiştir. Millî birliğimizin sağlanması ve korunması konusunda Atatürkçülüğün iki ilkesi bi­ ze önemli ölçüde rehberlik etmektedir. Daha doğru bir deyimle bu iki ilke millî bir­ lik düşüncesinin iki önemli dayanağı olan milliyetçilik ve lâikliktir. Atatürk'ün miliîyetçilik anlayışı birleştirici ve toplumun bütününü kucakla­ yıcı bir anlayıştır. 1937'de milliyetçilik ilkesi anayasaya girmiş, cumhuriyetin ve Türk devletinin bîr niteliği şekline sokulmuştur. Bunun yanında devlet, milliyetçi­ liği koruma ve geliştirme yükümlülüğünü de üstlenmiştir. Atatürk, Türk milletini yapay bir takım sınıflandırmalarla ayırmanın, böl­ menin ne kadar yanlış olduğunu da açıkça belirtmiştir. Atatürk, bu tür ayırımların ve yanlışlıkların kimlerin işine yaradığını bilmek­ te, bu çeşit ayırımlara yaklaşılmadan, doğabilecek farklılıkların ortaya çıkmaması gerektiğine de işaret etmektedir. Atatürk, yurdun çeşitli yerlerinde yaşayan in­ sanları aynı cevherin damarları olarak görmektedir, Bu bakımdan Atatürk'ün benimsediği ve inançla savunduğu Türk milliyet­ çiliği, aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka ve haklara sahip bulunan milletimizin ortak ideallerini benimseyen, kaderlerini Türk milletine bağlamış olan bütün 438 Turhan Feyzioğîu, Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, s. 741-793. X I. BÖLÜM Türk yurttaşlarını Türk olarak kabul eder.439 1924 anayasasının 24. maddesinde bu görüş en açık şekilde ifade edilmiştir. "Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı ol­ maksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir.” Türklük bir bilinç meselesidir. Bu bi­ lince ulaşmış insanlar arasında başka bir takım ölçüler aramak da kesinlikle Ata­ türk'ün birleştirici ve toplayıcı milliyetçilik anlayışına aykırıdır. Millî birlik ilkesinin anayasalarımıza yansımasını gözden geçirirsek şu iki madde bize önemli ipuçları verecektir. 1982 Anayasasının 3. maddesi "Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür." 10. Madde ise "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî, düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebep­ lerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir." Atatürk, yurttaşlar arasında siyasî ve hukukî bakımdan ayrıcalıklar gözetil­ mesini (ayrıcalıklı zümre yaratılmasını) kabul etmez. Sınıf mücadeleleri yerine sosyal adalete ve sosyal güvenlik tedbirlerine önem verir. Atatürk'ün millî birlik ilkesini tam olarak yaşatmak açısından çok önemli bir kriter de, insanlarımızın lâiklik ilkesine olan bağlılık ve güvenidir. Din ve mezhep ayrılıklarıyla ilgili çatışmaların ve çekişmelerin millî birliğimizi ne derece sarstığını bilen Atatürk, bu konu üzerinde çok büyük hassasiyet göstermiştir. Bir konuş­ masında, "Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir" demiştir. Atatürk, millî birlik açısından dinin siyasete alet edilmemesi gerektiğini çe­ şitli konuşmalarında vurgulamış ve bu konudaki duyarlılığını da sık sık ortaya koymuştur. Atatürk'ün millî birlik ilkesini değerlendirmek İstersek, bu ilkede Türk mille­ tinin bütün fertlerini kucaklayan ve birleştiren bir milliyetçilik anlayışının mevcut olduğunu görürüz. Atatürk'ün, Türk milletinin millî birliğini bozucu faaliyetlerin mutlaka önlenmesi gerektiğini çeşitli konuşmalarında işlediğini de görmemiz mümkündür. Atatürk, insanlarımızı din ve mezhep çatışmalarına yöneltmek isteyen kişi veya grupların millî birliğimize zarar verici çalışmalar içinde bulunduklarını da be­ lirtmektedir. Din ve inanç özgürlüğünün sağlanması, korunması, din ve devlet iş­ lerinin kesinlikle birbirlerine karıştırılmaması asgarî olarak yapılması gereken faali­ yetler arasında sayılmalıdır. 439 Turhan Feyzioğlu, Atatürk ve Milliyetçilik s. 41 A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi D- BİLİMSELLİK ve AKİLCİLİK Atatürk'ü doğru anlayan ve yorumlayan yazarlar ve bilim adamian, O'nun bütün yaptıklarının özünde, temelinde akılcı ve bilimci bir yaklaşımın bulunduğu­ nu görmüşlerdir. Atatürk, aklı ve bilimi önder yapmasının doğal sonucu olarak gerçekçi birisiydi. O'nun gerçekçiliği" akılcılığı"nın ayrılmaz parçasıydı. Atatürk'ün milletiyle ilgili büyük idealleri vardı. Fakat O, yurt ve dünya gerçeklerini çok iyi değerlendiren bir liderdi. Osmaniı Devleti'nin yıkıntıları içinden yenî ve dinamik bir Türk Devletinin doğuşuna, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna önderlik eden devlet adamı Ata­ türk, daima aklın ve bilimin yolundan yürümüştür. Söylevleri ve demeçleriyle, yalnız Türk Milletinin değil, gelişme ve kalkın­ ma yolundaki başka milletlerin sorunlarına da ışık tutan düşünce adamı Atatürk, "Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mür­ şit ilimdir, fendir" demiştir.440 Atatürk 27 Ekim 1922 günü öğretmenlere hitaben yaptığı özlü ve önemli bir konuşmada, kazanılan askerî zaferin gerçek kurtuluş için yeterli olmadığını, mille­ tin siyasî, sosyal hayatında ve eğitiminde bilim ve teknik önder alınmadıkça asıl kurtuluşa erişilemeyeceğini anlatıyordu.441 Türkiye'nin çağdaş bir devlet hâline gelmesini önleyen engelleri tam bir cesaretle yıkıp atabilen, akıl ve bilim çağına geçmenin tek kurtuluş yolu olduğu­ nu tam bir berraklıkla görüp bu gerçeği, tam bir açıklıkla gözler önüne seren li­ der, Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk bilime ve akla değer veren bir anlayışın da öncülüğünü yaparak, Türk milletini ileriye yönelik medenî ve huzurlu yaşayışın sağlandığı örnek bir toplum hâline getirmenin çabasını göstermektedir. Atatürk, yenileşme, çağa uyma, bilim ve teknikteki gelişmeleri izleme, sta­ tik bir medeniyete saplanıp kalmama konusundaki inancını gerçekleştirmiş ve başarıya ulaştırmıştır. E- YURTTA BARIŞ-DÜNYADA BARIŞ Atatürk, son yüzyılın yetiştirdiği ender asker ve devlet adamlarından biri­ dir. O'nun Trablusgarp, Çanakkale ve I. Dünya Savaşlarındaki askerî başarıları 440 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, Sayfa 194. 441 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, Sayfa 43. X I. BÖLÜM ve Kurtuluş Savaşındaki başkomutanlığı insanları o derece etkilemiştir kî, Ata­ türk'le ilgili yapılan çalışmaların azımsanmayacak bir kısmı Mustafa Kemal Ata­ türk'ün bu yönünü (askerî tarafını) anlatmaya yönelmiştir. Aslında askerî hare­ kât yönetimi ile birlikte genel politikanın tesbitini mükemmel bir şekilde yapan ve yaptığı plânları uygulamaya sokan Atatürk gibi bir askerin başarılarının in­ sanların dikkatini başlangıçta bu noktaya çekmesi de şaşırtıcı değildir. Gerçekleştirdiği inkılâplarla Çağdaş Türkiye'nin mimarı olan Atatürk'ün bu çerçevede meydana getirdiği büyük değişme, birçok yerli ve yabancı bilim ada­ mı tarafından da vurgulanmaktadır. Ancak, Atatürk'ün az incelenmiş ve fazla değerlendirilmemiş olan yönleri de bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Ata­ türk'ün barışçılığı ile dünya barışına olan katkılarıdır. Bunun yanında cumhuriyet rejimimiz de getirdiği barış ideali ile dünya barışına önemli etkilerde bulunmuş­ tur. Türkiye'de cumhuriyet sisteminin uygulanmasıyla çeşitli dünya devletleriyle iyi ilişkiler ve olumlu bağlantılar kurulmuştur. Bu da barış ilkesi açısından olumlu bir gelişme ve ülkemiz açısından da önemli bir başarıdır. 1- Atatürk ve Barış Fikri Barış, inanların ve milletlerin bir arada, güven içinde yaşamaları için gerekli olan unsurların her zaman başında yer almıştır. Milletlerin yetiştirdiği büyük devlet adamları, barışa olan düşkünlükleri ölçüsünde saygıyla anılmışlardır. Ata­ türk'ün milliyetçilik kavramı ile insanlık kavramı birbirini tamamlayarak bir bütün oluşturur. Atatürk, Türk milletinin millî kişiliğine büyük önem vermiş ve bunun yanında da insanlık kavramı ile insanlık camiasının varlığını da hiçbir zaman gözden uzak tutmamıştır. Başka bir söyleyişle Atatürk, Türk Milletini yüceltmek­ le ve onu herşeyin üstünde tutmakla beraber onu soyut bir varlık olarak ele al­ mamış, belirli bir zemine yani insanlık câmiasının içine oturtmuştur. Bu çerçeve­ de Atatürk, fikirlerini şu şekilde ortaya koymuştur: "Bugün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün ci­ han milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine yardım et­ meye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Çünkü dünya milletlerinin saadeti­ ne çatışmak diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak de­ mektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet, kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur. "İnsanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti de bunun bir organı kabul etmek gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün or­ ganlar etkilenir. Dünyanın filân yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne de­ Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi memeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla alâkadar olmalıyız. Hâdise ne kadar uzak olursa olsun, bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri karamsarlıktan kurtarır. Karamsarlık şahsî olsun, millî olsun daima fena talâkki edilmelidir", GÖrüidüğü üzere Atatürk, milletlerin dünya üzerinde tek başlarına yaşa­ madıklarını ve diğer milletlerle birlikte dostça; barış içinde yaşamanın yollarını öğrenmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Bu sözleriyle ilgisiz ve bencil dış politi­ ka izleyen ülkeleri de ikaz etmektedir. Atatürk insanlık camiasını bir aile ola­ rak kabul etmiş ve Türk milletinin de bu ailenin saygıdeğer bir ferdi oldu­ ğuna işaret etmiştir. Bu düşünce, Türk milleti ile dünya milletleri arasındaki organik bağın güçlendirilmesine büyük katkıda bulunmuş olan ve Ata­ türk'ün formülleştirdiği bir düşüncedir. 2- Atatürk ve Dünya Barışı "Dünyada Barış" Atatürk'ün çeşitli kereler ifade ettiği ve "Yurtta Barış" prensibi ile birlikte kullandığı bir ifadedir, Atatürk'ün bu ilkesini anlamak için O'nun bir yönünü daha gözden geçirmek gerekmektedir. Bu da Atatürk'ün in­ san sevgisidir. Atatürk'ün evrensel yönünü ortaya koyan özelliklerinden birisi de O’nun insanlara duyduğu sevgidir, Bunu bir örnekle ortaya koymak gerekir. Atatürk'ün savaş yetimlerine karşı ilgisi O'nun bu yönünü iyi bir biçimde göster­ mektedir. Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dördüncü açılış toplantısında yaptığı konuşmada, yetim çocukların korunmaları için önlemlerin öncelikle alın­ ması gerektiğine işaret etmiştir. Atatürk kalpleri kazanarak devleti yönetmenin yararlı olacağına İnanır, bunu da açıkça ifade ederdi. 21 Haziran 1935'te Gladys Baker'e şu demeci vermişti: "Ben diktatör değifim. Benim kuvvetim olduğu­ nu söylüyorlar, evet doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü, ben zoraki ve insafsızca davranmayı bilmem. Diktatör, di­ ğerlerini iradesine boyun eğdirendir. Ben, kalpleri kırarak değil, kalpleri ka­ zanarak hükmetmek isterim." Atatürk'ün diğer insanların iyiliği için de gayret gösterilmesi gerektiğini be­ lirten cümleleri de onun insanlara olan sevgisini göstermektedir. “ Bütün insan­ lığın varlığını kendi kişiliklerinde gören adamlar bedbahttırlar. Besbelli ki o adam, ferd olarak yok olacaktır. Herhangi bir kişinin, yaşadıkça memnun ve mutiu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendinden sonra ge­ lenler için çalışmaktır." Atatürk, halka şefkatle davranılmasın! düşünür ve bu­ nu da öğütlerdi. X I. BÖLÜM Bu çerçeve içinde olaylar düşünüldüğü takdirde Atatürk'ün insan sevgisine dayalı olarak insanın bütün haklarına sahip çıktığını görmek mümkündür. Bunu İnsanlık alemi içinde de görmek isteyen Atatürk, adaletli bir toplum ile insanlara yönelik barışçı bir siyasetin daima egemen olmasını istemiş ve bunun için de gay­ ret göstermiştir. Atatürk, sadece kişilerin düşünce, ahlâk ve estetik yönden geliş­ mesi ve yücelmesi suretiyle toplumun huzura kavuşmasının, milletlerin de bu dü­ zeye yükseltilmesinin gereği olduğunu ifade etmektedir. Bunun için de insanlar, kendi milletleri için neyi diliyor ve neyi haklı buluyorlarsa aynı şeyleri başka millet­ ler için de istemelidir şeklindeki düşüncesini ortaya koyuyordu, Atatürk'ün benimsediği barış anlayışının tek taraflı baskıyla kabul ettirilmiş anlaşmalara tamamen zıt olduğu görülmektedir. Atatürk savaşa başlamadan önce barış için bütün yolların denenmesi görüşündeydi. Böyle denemeleri hem Kurtuluş savaşında, hem de ondan sonraki dönemde bizzat kendisi yapmak is­ temişti. Ancak düşman taraf Türkiye'nin meşru haklarını tanımak istemeyince Atatürk, kuvvet kullanmak durumunda kalmıştı, 21 Şubat 1921 tarihinde yaptı­ ğı bir konuşmada bu tavrı açıkça sergilemiştir. "Harbetmemek için ne lâzımsa yapacağız. Çünkü, her zaman belirtildiği gibi, Büyük Millet Meclisimizin ta­ kip ettiği siyaset harp siyaseti değildir." Atatürk'ün takip ettiği politika pasîfist ve teslimiyetçi bir barış politikası da değildir. Karşılıklı haklara saygılı olma­ yan ve bir tarafın diğer tarafı ezdiği ve isteklerini zorla kabul ettirdiği bir barış politikasının dünya barışına yararlı olmayacağı da bir gerçektir. 3- Uluslar Arası Kuruluşlar ve Birleşmiş Milletler Barış politikası ve barışın korunması İle ilgili olarak Atatürk'ün önem verdi­ ği bir nokta da, uluslar arası dengesizliklerin yok edilmesidir. Bu dengesizlikler siyasî, askerî, ekonomik, sosyal kültürel alanda ortaya çıkmaktadır, Milletlerin süper güç ya da üstün güçler tarafından baskı altına alınmasını önlemek ve az gelişmiş ya da gelişmemiş ülkelere yeterli katkıda bulunacak uluslar arası kuru­ luşların olması dünya barışı ve güvenliği açısından da önemli olduğu açık bir gerçektir. Atatürk, "Eğer devamlı bir barış isteniyorsa, kitlelerin vaziyetini iyileş­ tirecek milletlerarası önlemler alınmalıdır, insan toplum unun refahı açlık ve bas­ kının yerine geçmelidir." sözleriyle günümüzün sorunlarına değinmekte ve bu konularda önlem alınmasını isteyerek, barışın sağlanması için bir mesaj sunmak­ ta ve bir eksikliğe de parmak basmaktadır, Atatürk, barışın korunmasının etkin önlemlerinden birisini de bir uluslar arası kuruluş fikrinde görmüştü. Bunun içindir ki, !. Dünya Savaşından sonra ku­ rulan Milletler Cemiyeti'ni her zaman savunmuş ve benimsemiştir. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Atatürk tarihî gelişmeleri çok yakından takip eden ve tarihin yararlarından bîri olan gelecek için isabetli tahminler yapmak yeteneğine sahip büyük bir li­ derdir. Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan anlaşmaların hiçbir zaman gerçek barışı sağlayamayacağını görmüş ve çözümün adaletli, karşılıklı rızaya dayanan anlaşmalardan geçtiğini konuşmalarında da ortaya koymuştur. "Versay Anlaş­ ması Birinci Dünya Savaşına neden olan etkenlerden hiçbirini ortadan kaldırma­ dığı gibi, aksine bütün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu büsbütün derinleş­ tirmiştir. Çünkü, galip devletler mağluplara barış şartlarını kabul ettirirken bu memleketlerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini asla dikkate almamışlar ve sadece düşmanlık duygularından güç almışlardır. Böylelikle bugün İçinde ya­ şadığımız barış dönemi sadece mütareke devresinden ibaret kalmıştır." diyen Atatürk, tarihsel gidişi doğru bir şekilde izleyebilen bir devlet adamıydı. Bu ye­ teneği ile O; Sovyetler Birliği'nin dağılabileceğim 1933 yılında söylemişti. Atatürk'ün barışa verdiği önemi gösterir bir başka olay da, milletlerin ba­ ğımsızlığına duyduğu saygı ve bu konuda göstermiş olduğu gayretlerdir. O, Millî Mücadele yıllarında: "Bizr bu mücadeleye kendi kurtuluşumuz için ol­ duğu kadar bütün esir Doğu milletlerinin kurtuluşu içi girmiş bulunuyoruz” demekle düşünce ufkunun ne kadar geniş bir boyutta olduğunuzda açıkça gös­ termiş bulunuyordu. Atatürk bu barışçı ve İnsanî yaklaşımıyla Asya’nın ve Afri­ ka'nın esir toplumlarını da etkilemiştir. Çin basını bu konuda şöyle yazmıştı: Atatürk, işgalcileri nasıl bir ruhla ve ne gibi vasıtalarla püskürttüğünü bize gös­ termek yoluyla millî kurtuluşun yöntemini de öğretmiştir. Onun düşünüş ve tu­ tumunun kalplerimizde her an canlı kalacağını, millî mücadelelerimizde bize güç ve destek olacağım düşünerek avunabiliyoruz. Atatürk'ü bu bakımdan değer­ lendiren ve Türkiye'ye yakın olan ülkelerin düşünürleri de bulunmaktadır. Bun­ lar, onun kurtardığı Türk milletinin içinden yetişmemiş olmalarına rağmen, Ata­ türk'ün sömürü düzenini ve emperyalizm zincirini kırmakta öncülük yaptığını ifade ederler. Atatürk, savaşı bir millî politika aleti olarak kullanmaktan vazgeçme taah­ hüdünün çok taraflı sözleşmesi olan Kellogg Paktı'nın 1929 yılında Türkiye tara­ fından tasdik edilmesi sırsında olaya heyecan ve hararetle yaklaşmıştır. Bu pakt, birtakım devletlerin olaya çıkar açısından yaklaşmaları ile sonuçsuz kalmasına rağmen, iyi bir niyet gösterisi olması dolayısıyla Atatürk'ün büyük ölçüde ilgisini çekmişti. X I. BÖLÜM 4- Barışın Sağlanması ve Sürdürülmesi (Güvenlik Problemi ve İttifaklar) Atatürk barış kavramının üzerine eğilinmesini, onun korunmasını ve bütün milletlerin bu konuda hazırlıklı olmasını da ister. Bu konuda Atatürk, “ Barış mil­ letleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir kez ele geçirilince, sürekli bir koruma ve özen İster ve her milletin ayrı ayrı ha­ zırlığını gerektirir." demektedir. Atatürk, fiilî düşmana karşı sürdürdüğü sıcak savaşın bitmesinden sonra, bunlarla Lozan Barış Antlaşmasını imzalamıştı. Bu antlaşmadan sonra Atatürk'ün çizdiği yolun tam anlamıyla barış yolu olduğu gözleniyordu. Atatürk, Meclisin dördüncü toplanma yılını açarken yaptığı ko­ nuşmada dış politikada barış ve iyi niyet gayesinin samimiyetle takip edildiğini belirtmekte, “ Uluslar arası ilişkilerde dostluklara bağlı olan ve hiçbir milletin aleyhinde bulunmayan açık ve samimî düşüncelerimiz gittikçe daha iyi anlaşıl­ maktadır” demektedir. Atatürk, dünya barışının gelişme ve korunmasından sevinç duyuyor ve kurduğu cumhuriyetin buna yardımcı olduğunu açıkça ilân ediyordu. Atatürk, barışta sürekliliğe inanıyordu. 1935'lerde dünyada barışının bozulmasına yönelik olaylar ortaya çıkınca bu konudaki endişelerini, 1 Kasım 1935'te TBMM'ni açar­ ken yaptığı konuşmada dile getirmişti: "Hadiseler, Türk milletine, iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor: Yurdumuzu ve haklarımızı savunacak güçte ol­ mak, barışı koruyacak milletlerarası çalışma birliğine önem vermek, barışın bozulmuş olmasında ıztırap duymamak mümkün değildir. Herhalde, bu­ günkü, ağır anlaşmazlıkların ortadan kalkması, medenî insanlığın başlıca dileği olmalıdır. Bizim barış ülküsüne ne kadar bağlı olduğumuzu, bu ülkü­ nün güvenlik altına alınmasındaki dileğimizin ne kadar esaslı olduğunu açıklamaya gerek görmüyorum. Bu konuda çalışan milletler topluluğunun, tecrübelerinden yararlanarak prensiplerini eleştirmesi ve barışı koruma gü­ cünü arttırması içten dileğimizdir." Atatürk ittifaklara karşı değildi. Ancak bu ittifakların barışın sağlanmasına yönelik olmasına özen göstermekteydi. Ülkeler arasındaki barış antlaşmalarını iyi gelişmeler olarak değerlendiren Atatürk, dünya barışının bölgesel dostluk ve iş­ birliği ittifaklarıyla güçlendirilmesini savunmuştur. Bu amaçla Balkan antantının ortaya çıkmasında en önemli rolü Türkiye oynamış ve bu antanta sonuna kadar da sahip çıkmıştır. Atatürk'ün barışçılık anlayışını ortaya koyan "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ilkesi, Cumhuriyet Türkiyesi'nde benimsenmiş ve geniş bir biçimde uygulanmış­ tır. İç barışın sağlanması ve bozulmaması İçin gerekli önlemleri alan Mustafa A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Kemal Atatürk, inkılâp ve ilkeleri ile İç barışın kökleşip toplum ve devlet haya­ tındaki uygulamalarda yerini almasını da sağlamıştır. Türkiye'de cumhuriyet is­ tikrarlı bir siyasî rejimin yerleşmesini sağlamış, barış ve güvenlik devlet politika­ sının esasını oluşturmuştur. Yurtta Barış, Cihanda Barış ilkesi, bir devlet politikası olduğu kadar, Cumhuriyetin siyasî rejiminin bir niteliği de olmuştur. Atatürk, Türk milletini insanlık camiasının bir ferdi olarak kabul etmiş ve onun çağdaş dünyadan soyutlanmadan kendi haklarını koruyan bir millet olarak lâyık olduğu yeri almasını istemiştir. Atatürk, milletlerin birbirleri ile ilgilenmeleri gerektiğini ve dünyanın bir yerindeki rahatsızlığın heryerde hissedebileceğini, bu rahatsızlıkların giderilebilmesi için insanların ortak çalışmaları gerektiğine de işaret etmiştir. Atatürk, devrinin İmkânları ölçüsünde sorunları global bir bakış içinde ele almaya özen göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün dünya insanları­ na bakışı ise çağının bazı liderlerinde olduğu gibi çıkarcı ve istismarcı değil, insan sevgisi ile doludur. Atatürk, dünya barışı açısından bazı sorunları da özellikle tahlil etmiş ve birtakım konularda gerekli Önlemlerin alınmasını istemiştir. Milletler arasındaki büyük ekonomik dengesizliklerin ortadan kaldırılması konusuna önem veren Atatürk, ölümünden yarım yüzyıl sonra tartışılan sorunları 1935'ierde dile getir­ miştir. Atatürk; Kominizm, faşizm gibi ideolojilerin dünya insanlarına mutluluk ve barış getirmeyeceğini vurgulamış ve milletlerin emperyalizme karşı savaşla­ rındaki haklılığa da işaret etmiştir. Birleşmiş Milletlerim varlığına ve oppn fonksi­ yonlarının tam olarak yerine getirilmesine büyük önem veren Mustafa Kemal Atatürk, dünya barışının sağlanmasında insanların ortak hareket etmelerini de istemiştir.442 F- BATILILAŞMA Türkiye'nin modernleşme çabası içindeki plânlı çalışmaları Atatürk zama­ nında başlamıştı. Bununla birlikte Türkiye'nin siyasî bakımdan Avrupa sisteminin bir parçası olmasının tarihi çok daha eskidir. Atatürk döneminde Türkiye'nin ba­ tıya yönelen dış politikası, uygarlık alanında Batı ile bağlar kurmak çabası ile bir­ likte yürütülmüştür. Millî Mücadele, Batılı devletlere karşı kazanılan zaferler, Türk Milliyetçiliği akımına psikolojik bir güven duygusu kazandırmış, bu yüzden de hızla Batılılaşma mümkün olabilmiştir. 442 Yurtta Barış Dünya'da Barış İlkesi şu makaleden özetlenmiştir: Mehmet Aîpargu, Atatürk, Cum­ huriyet ve Dünya Barışı, Erdem Dergisi, ciit İl, Sayı 31, s, 1-11. X I. BÖLÜM Atatürk, Türkiye'nin uygar bir dünyada gerçek yerini alabilmesi için batılı­ laşması gerektiğini belirtiyordu. Bunu bir konuşmasında belirtirken "Memleket­ ler çeşitlidir. Fakat medeniyet birdir. Bir milletin ilerlemesi İçin bu tek me­ deniyete katılması gerekir" şeklindeki sözleri İle durumu açıklıyordu.443 Atatürk, Batı medeniyetinin bir hıristiyan medeniyeti olmadığını biliyor ve çeşitli mîlletlerin kültürlerinden katkılarla bu medeniyetin oluşturduğuna da işa­ ret ediyordu. Türkiye'de gerçekleştirilen inkılâpların bir kısmı batılılaşmadan do­ ğan inkılâp hareketleridir. Atatürk İnkılâbı, böylece batılı olmayan topluluklara tutacakları yolu göste­ rerek insanlığın manevî evriminde yepyeni ve çok önemli bir dönem açmıştır. Atatürk'ün evrensel değerlerinin bir bölümü de bu konu ile ilgilidir. G- İNSAN SEVG İSİ Atatürk Düşüncesinin en önemli niteliklerinden biri de insana verilen değer ve önemdir. Bu, geleneksel Türk kültürü ile de uyum içindeki bir anlayıştır. 17. Yüzyılda Türkiye'yi gezen Fransız seyyah Jean Thevenot çok inançlı, dürüst olan Türklerin insanları sevdiklerini, yabancı olması hâlinde de doğru insanları takdir ettiklerini ve sevdiklerini belirtmektedir, "Türk İnkılâbı insanın ihtiyaçlarını, hukukunu ve refahını hep ön plânda tutmuştur. Varılmak istenen amaç insanın refahıdır. Türk Milletinin fertlerinin toplu olarak refah içinde yaşamasını sağlamaya yönelik inkılâpları gerçekleştiren Atatürk, ferdî açıdan da kişi hak ve özgürlüklerine büyük önem vermiştir. Atatürk'ün "Hürriyet olmayan bir ülkede ölüm, çöküş vardır. Her ge­ lişmenin ve kurtuluşun anası hürriyettir" cümleleri kişi özgürlüklerine verdiği önemi göstermektedir. Bununla birlikte sınırsız bir hürriyetin olamayacağını da ortaya koyan Mustafa Kemal Atatürk, "Nihayetsiz bir hürriyet tasavvur edilemez" demekteydi. Hürriyetin karşısında ve hattâ onun İçinde saklı bîr başka kavrama da dik­ kat çeken Atatürk, sorumluluk duygusunun insanda mutlaka bulunması gerekti­ ğine inanmıştır. Atatürk başarısının şartı olarak sorumluluğu görmüştür. Atatürk “ Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olan­ ların düşmanıyız" derken eşsiz'bir insan sevgisinden ve saygısından hareket etmekteydi. 443 E. Ziya Kara!, Atatürk'ten Düşünceler, s. 42. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Atatürk, insanlığın hizmetinde çalışmayı amaç bilmekte idi. Türk mîlletini de bütün insaiık ailesinin bir ferdi olarak gören Atatürk, üzüntülü ve sevinçli olayların birlikte ve beraberlik İçinde karşılanması gerektiğini düşünmektedir. Dünyadaki büyük felaketlerin her yerde aynı şekilde hissedilmesi gerektiğini sa­ vunan Atatürk, "Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir" demektedir.444 Sonuç olarak belirtmek gerekirse insan ve İnsanfık sevgisi, bütün unsurla­ rıyla Atatürkçülükteki yerini almıştır. 444 E. Ziya Kara!, Atatürk'ten Düşünceler, s. 115. X I. BÖLÜM BİBLİYOGRAFYA Afetirıan, A.; Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara 1969. Afetin an, A.; Devletçilik ilkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin I. Sanayi Plânı, Ankara, 1972. Ahmet, Mumcu; Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi II. Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Ankara, 1984. Akbıyık, Yaşar; Millî Mücadelede Güney Cephesi (Maraş), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990 Akçura, Yusuf; Üç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1976 Akgün, Seçil; General Hardbord'un Anadolu Gezisi ve Raporu, "Kurtuluş Savaşı Başlangıcında", Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul, 1981. Akgün, Seçil; 'Kurtuluş Savaşının Mekansal Stratejisi ve Ankara'nın Baş­ kent seçilmesi Kararının İçeriği, Tarih İçinde Ankara, 1984. Akçın, İlhan; Türk Devrim Tarihi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1976. Akşin, Sina; İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1976. Akşit, İlhan-Tezel Hayati Mustafa Kemal ve Çanakkale (1915), İstanbul, 1982. Akyüz, Yahya; Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, Ankara 1975. Alpargu, Mehmet; "Tarihi Öğretmek" Çağdaş Eğitim Dergisi, Temmuz 1987. Altuğ, Yılmaz; Lozanda Sınırlar Sorunu, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sa­ yı: 34, 1970. Aftuğ, Yılmaz; "Atatürk'ün Dış Politikası", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 79-81,1974. Altuğ, Yılmaz; Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul, 1997. Arar, İsmail; Atatürk'ün Halkçılık Programı,İstanbul, 1963. Armaoğlu, Fahir; Siyasî Tarih (1789-1960), Ankara, 1975. Arsel, İlhan; Türk Anayasasının Umumî Esasları I. Kısım; TBMM'nin Ku­ ruluş ve Vazifeleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1955. Arsel, İlhan; Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet An­ layışına, Ankara, 1975. Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi I, Yüksek Öğretim Kurulu Yayınları, Ankara, 1989. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri; Cilt 1-2-3, Ankara, 1981. Atatürk; Nutuk, Cilt l-ll İstanbul, 1972. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Atatürk Yolu; Turhan Feyzioğlu'nun koordinatörlüğünde Ortak Eser, Ankara, 1987. Aybars, Ergun; Atatürkçülük ve Modernleşme, İzmir, 2000. Aybars, Ergun; İstiklâl Mahkemeleri, Cilt 1, II, Ankara, 1975, 1982. Aybars, Ergun; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara, 1987. Aybars, Ergun; "Millîleşme ve Çağdaşlaşma Lideri Atatürk", Atatürk Araş­ tırma Merkezi Dergisi, Sayı: 3, Temmuz 1985. Bayur, Yusuf Hikmet; I. Dünya Savaşı Sırasında Osmanlı Devletî'nin Paylaşılması Hakkında Yapılan Antlaşmalar, Ankara, 1975. Bayur, Yusuf Hikmet; Türk İnkılâp Tarihi, Cilt 11/1-3, Cilt 111/1-4, Ankara, 1963. Bayur, Yusuf Hikmet; Cumhuriyet Devrinde Atatürk'ün Önderliğinde Harf Dev­ rimi, T.T.K, Yayınları, Ankara, 1981. Bayur, Yusuf Hikmet; Kurtuluş Savaşı Sırasında, Atatürk'ün Dış Siyaset; Cumhu­ riyetin 50. Yıl Dönümünden Ayrı Basım, Ankara, 1975. Baykal, Bekir Sıtkı; Atatürk Devrimierinde Tarihîn Rolü, Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Ankara, 1972. Bleda, Mithat, Şükrü; imparatorluğun Çöküşü, İstanbul, 1979, Berktin Cezmî, Tahir; Erzurum'dan Lozan'a Mustafa Kemal Paşa, Ankara, 1980. Lewis, Bernard; Modem Türkiye'nin Doğuşu, Ankara, 1970. Berkes, Niyazi; Türkiye'de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973. Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, V. Cilt, III, Kitap, Çanakkale ve Cephesi Harekatı, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, An­ kara, 1980. Bozkurt, Gülnihal; Batı Hukukunun Türkiye'de Benimsenmesi, Ankara, 1996. Buluç, Sadettin; Osmanlılar Devrinde Alfabe Tartışmaları, Ankara, 1981. Burçak, Rıfkı Salim; Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri, İstanbul, 1964. Çeçen, Anıl; Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara, 1977. Çeçen, Anrl; Kemalizm, İstanbul, 1998. Daver, Bülent; Türkiye Cumhuriyetinde Lâiklik, Ankara, 1955. Denk, Cemil; Atatürk, Lâiklik ve Cumhuriyet, Ankara, 1999. Doğramacı, Emel; "Atatürk ve Kadın Hakları" Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 15, Temmuz 1989. Doğramacı, Emel; Türkiye'de Kadının Dünü ve Bugünü, Ankara, 1997. Dönınezer, Suîhi; Atatürk İnkılâpları ve Sosyal Değişme Teorileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Sayı 15, Temmuz 1989. Eroğiu, Hamza; Atatürkçülük, Ankara, 1981. Eroğlu, Hamza; Atatürk ve Devletçilik, Ankara, 1981. X I. BÖLÜM Eroğlu, Hamza; "AAiİlî Egemenlik İlkesi ve Anayasalarımız” , Atatürk Araş­ tırma Merkezi Dergisi, C. 1., Ankara, 1984. Eroğlu, Hamza; Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara, 1989. Eroğlu, Hamza; "Şerefli Bir Tarih Lozan", Atatürk Araştırma Merkezi Dergi­ si: Sayı 3, Temmuz 1985. Eroğlu, Hamza; Türk İnkılâp Tarihi, Ankara, 1982. Ertuna, Hamdi; Türk istiklâl Harbi, Cilt VI, (İstiklâl Harbinde Ayaklanmalar) Genelkurmay Harp Tarihi Bşk. Ankara 1974. Esmer, A. Şükrü; Siyasi Tarih, Ankara, 1953. Feyzioğlu, Turhan; Atatürk ve Milliyetçilik, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınla­ rı, II. Baskı, Ankara 1986. Feyzioğlu, Turhan; Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İl­ kelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, T.T.K. Ankara, 1988. Genç, Reşat; "Atatürk'ün Millî Birlik ve Beraberlik İlkesi” , Atatürk'ün 50. Ölüm Yılı Anma Konferansları, 1989. Genç, Reşat; "Atatürk'ten Vecizeler ve Anılar” , 100. Yıl Atatürk Konfe­ ransları, Ankara, 1985. Genelkurmay Başkanlığı; Atatürkçülük Birinci Kitap, Ankara, 1983. Giritli, İsmet; Kemalist Devrim İdeolojisi, İstanbul, 1980. Goloğlu, Mahmut; Halifelik Ne idi? Nasıl Alındı? Niçin Kaldırıldı? Ankara, 1973. Gökdemir, Ekinci, Sahingöz; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi l-ll, Ankara, 1988. Gökdemir, Ender Ahmet; Gökbilgin, M. Tayyip; Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1989. Millî Mücadele Başlarken, Ankara, 1959. Gönlübol, Mehmet-Kürkçüoğlu, Ömer, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi: 2, 1985. Göyünç, Nejat; Türkiye'de Eğitim, Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976. Gül, Mustafa; Erzurum Kongresi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1986. Gürün, Kamuran; Türk Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara, 1991. Haîaço'ğlu, Yusuf; XVIII. Yüzyılda Osmaniı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara, 1991. Irmak, Sadi; Devrim Tarihi, İstanbul, 1967. İğdemir, Uîuğ; Atatürk'ün Yaşamı, I. Cîlt, 1881, 1938 Ankara, 1988. İğdemir, Uluğ; Sivas Kongresi Tutanakları, Ankara, 1986. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi İnan, Yusuf Ziya; Atatürk İlkelerine Bakışlar, İstanbul, 1980. Karal, Enver Ziya; Halifeliğin Kaldırılması, Ankara, 1980. Karal, Enver Ziya; Atatürk'ten Düşünceler. Ankara, 1998. Karal, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, Cilt VN-VIII, 1861-1876, Ankara, 19591962. Kafesoğlu, İbrahim; Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, İstanbul, 1970. Kandemir, Feridun; "Şeyh Said İsyanı", Tarih Konuşuyor, Cilt 7, Sayı 37, Anka­ ra, 1967. Keskin Mustafa; Hindistan Müslümanlarının Millî Mücadelede Türkiye'ye Yardımları (1919-1923), Kayseri, 1991. Ktrzıoğlu, M. Fahrettin; Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Erzurum, 1977. Kırzıoğlu, M. Fahrettin; ''Yayınlanmamış Belgelerle Erzurum Kongresi'nin İlk Gü­ nü", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 35, 1970. Kocatürk, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 19181938, Ankara, 1983. Kocatürk, Utkan; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1969. Koçak, Cemil; Siyasal Tarih (1923-1950), Çağdaş Türkiye 4, 1908-1980, İstanbul, 1987. Kodaman, Bayram; "Lozan Antlaşması Hakkında Bir Değerlendirme", On Do­ kuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Samsun, 1989. Kongar, Emre; Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, İstanbul, 1983. KÖstüklü, Nuri; Millî Mücadelede Denizli, İsparta ve Burdur Sancakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990. Kuban, Doğan; Atatürkçülük Üzerine Yorumlar, Atatürk Konferansları, 1970, Ankara, 1971, Kuran, Ahmet Bedevi; İnkılâp Tarihimiz ve İttihat ve Terakki, İstanbul, 1948. Kürkçüoğiu, Ömer; Türk İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara, 1978. Melek, Kemal; Doğu Sorunu ve Millî Mücadele’nin Dış Politikası, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1978, Mumcu, Ahmet; Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Cilt 1, Ankara, 1984. Ahmet Mumcu, ve diğerleri Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi, Atatürkçülük (Atatürkçü Düşünce Sisteminin Temelleri), Ankara, 1997. Müderrisoğlu, Alptekin; Sakarya, Cilt I, Yunan’ın Ankara'ya Yaklaştığı Günler, İs­ tanbul, 1981. Omurtak, Salih ve diğerleri Atatürk, İstanbul, 1970, Okyar, Fethi; Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, 1980, X I. BÖLÜM Ozan kaya, Özer; Cumhuriyet Çınarı, Ankara, 1999. Özbudun, Ergun; Atatürk ve Lâiklik Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 24, Temmuz 1992. Özbudun, Ergun; Halifeliğin Kaldırılmasının Cumhuriyetin Lâikleşmesindeki Önemi, Türkiye Cumhuriyetinin Lâikleşmesinde 3 Mart 1924 Tarihli Kanunların Önemi, Ankara, 1985. A. S. Özçelik; Türkiye'de Hukukun Gelişmesi, Türk Dünyası El Kitabı, An­ kara, 1976. Özçelik, İsmail; Millî Mücadelede Güney Cephesi Urfa, Ankara, 1992. Özçelik, İsmail: Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler, Ankara, 2001. Özçelik, İsmail: Armanian Allagtions And The Facts, Ankara, 2001. Özçelik, İsmail: Tarih Öğretiminde Yöntem ve Teknikler, Ankara, 1996. Özçelik, İsmail: Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Ankara, 2001, Özçelik, İ., Bakıroğlu, M,, Pehlivanlı, H.: Türk Yunan İlişkilerinde Pontus Sorunu, Kırıkka­ le, 1999. Özçelik, İsmail: Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara, 2001. Özçelik, İsmail; "Urfa ve Çevresinin İşgaline Tepkiler", Şanlıurfa'nın Kurtu­ luşu ve Tarihi Bildirileri, 1985-1986, Şanlıurfa, 1987. Özçelik, İsmail; "Millî Mücadelede Açıksöz Gazetesi ve Kastamonu Ka­ muoyunun Güney Anadolu İllerinin işgali Karşısındaki Tav­ rı", Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu, Tebliğler Kastamonu, 1989. Özçelik,İsmail; "1915'te Urfa'da Ermeni Olayları ve İsyanı", Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Bülteni, Sayı: 21, Ağustos 1986, Ankara, 1986. Özçelik,İsmail; "Türk Devletlerinde Hakimiyet Anlayışı ve Atatürk'ün Millî Hakimiyet İlkesine Geçişi," Gazi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve. Uygulama Merkezi Dergisi, Cilt 1, shf: 35-48, Ankara 1991. Özçelik, İsmail; "M illî Mücadelede Urfa'da Ermeni Fransız İşbirliği ve Bir Ermeni Doktoru'nun Amerika'dan Gönderdiği Mektup", Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Bülteni, Şubat-1987, Sayı: 22, Ankara, 1987. Özçelik, İsmail; "M illî Mücadelede Urfa'da İlk Teşkilatlanma Çalışmaları", Şanlıurfa, Belediyesi Kurtuluş Sempozyumu Bildirileri, Şan­ lıurfa, 1988. Özçelik, İsmail; "Atatürk, Cumhuriyet ve Tarih", Erdem Dergisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Cilt I, Ankara 1999. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi Özkaya, Yüce!; Türk İstiklâl Harbi ve Cumhuriyeti Tarihi, Ankara! 1981. Öztoprak, İzzet; Kurtuluş Savaşında Türk Basım, 1919-1921, Türkiye ile İl­ gili Dış Haberler ve Bunların İç Basındaki Tepkileri, Ankara, 1981. Sefa, Peyami; Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul 1938. Sertoğlu, Mithat; "Anadolu Hakkında Yunanlıların Düşünce ve Emelleri", Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 9, 1969. Sertoğlu, Mithat; "Türkiye'de Ermeni Meselesi", Belgelerle Türk Tarihi, Der­ gisi, 1967-1968. Selek, Sebahattîn; Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1968. Shaw Stanford. J,; Osmaniı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev: Ahmet Harmancı, C.ll, Ankara, 1968. Sonyel, Selahi; "Kurtuluş Savaşı Günlerinde Batı Siyasetimiz", Belleten, Cilt: XLV. Sayı: 177, Ankara, 1968. Sonyel, Selahi; Ermeni Tehciri ve Belgeler, Ankara, 1978. Sonyel, Selahi; Son Osmaniı Padişahı Vahidettin ve ingilizler, Ankara, 1975. Sonyel, Selahi; Türk Kurtuluş 5avaşı ve Dış Politika, Cilt: MI, Ankara, 1973. Selek, Sebahattin; Millî Mücadele, Cilt: !-li, İstanbul, 1981. Sertoğlu, Mithat; Amasya Protokolünün Tma ve Gerçek Metni" Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, 1967. Somar, Ziya; "Wilson Prensipleri" Cemiyet Etrafından Bilinenler ve Gizli­ likler, C. Ill, 1965. Süslü, Azmi; "Atatürk ilkeleri ve İnkılâp Tarihi'nin Kaynakalarî' Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, Ara­ lık 1989, Sayı: 4, Samsun, 1989. Süslü, Azmi; Hatay Cumhuriyeti, Tarihte Türk Devletleri Sempozyumu Cilt 2, Ankara, 1987. Şıvgın, Hale; Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk İtalyan İlişkileri Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989. Taneri, Aydın; Atatürk ve Millî Hakimiyet, Ankara, 1983. Taneri, Aydın; Türk Kavramının Gelişmesi "Ne Mutlu Türküm Diyene" Ankara, 1983. Tanseî, Selahattain; Mondros'tan Mudanya'ya Kadar Cilt: l-ll-Ilt-IV. Ankara, 1977-1978. Tarihte Türk Devletleri; Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1987. Tun aya, Tarık Zafer; İslamcılık Cereyanı, Meşrutiyetin Siyasi Hayatı Boyunca X I. BÖLÜM Gelişmesi ve Bugüne Bıraktığı Meseleleri, İstanbul, 1962. Tunaya, Tarık Zafer; Türkiye'nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri, İstan­ bul, 1960. Tunaya, Tarık Zafer; Türkiye'de Siyasî Partiler, İstanbul, 1952. Töre, Nahit; Atatürk Döneminin (1923-1938) Dış Ekonomik İlişkiler Po­ litikası, Atatürk Dönemi Ekonomik Politikası ve Türkiye'nin Ekonomik Gelişmesi, Ankara, 1982. Tural, Mehmet Akif; Atatürk Devrinde İktisadî Yapılaşma ve Celal Bayar (19201938), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987. Turan, Şerafettin; "Millî Mücadele Dönemindeki Kongreler Arasında Alaşehir Kongresinin Yeri", Millî Mücadele'de Alaşehir Kongresi, İzmir, 1988. Turan, Şerafettin; Kurtuluş Savaşında Kongreler, T.T.K. Ankara, 1975. Türk Ansiklopedisi; C. 20, İttihat ve Terakki Cemiyeti Maddesi, Türk İstiklâl Harbi; X. i Mondros Mütarekesi, Ankara, 1962. Türk Devrim Tarihi; Genelkurmay Harp Tarihi Bşk. Yayını, Ankara, 1971. Türk İstiklal Harbi; C. II Batı Cephesi, Ankara, 1969. Tüzün, Nejat; Atatürk Halkçılığı, Ankara, 1987. Uçarol, Rıfat; Siyasî Tarih, İstanbul, 1985. Ülman, Haluk; I. Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş, Ankara, 1983. Ülker, Yüksel; Atatürk'ün İktisadî Düşüncesi ve Politikası, Atatürkçülük, İkinci Kitap, Ankara. Ünal, Tahsin; Türk Siyasî Tarihi, Ankara, 1978. Yaşar, Süleyman; "Türk Mâliyesinde Devrim. Aşarın Kaldırılması", Maliye Dergisi, Atatürk Özel Sayısı, Ekim 1981. Yavru, Mehmet; Atatürkçülük ve ilkeleri, 1981. Yavuz, Nuri; Türk Arşiv Belgelerine Göre i. Balkan Harbi, (Yayın­ lanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1989. Yavuz, Nuri; "Mutlakiyetten Demokrasiye", Atatürk'ün 50. Ölüm Yılı Anma Konferansı, Ankara, 1989. Yavuz, Nuri; "Türk Tarihinde Millî Egemenlik ilkesine Geçiş", Atatürk'ün 50. Yılı Anma Konferansları, Ankara, 1989. Yücel, Yaşar; Atatürk İlkeleri, Ankara, 1981. Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı: Türkiye'de Anarşi ve Terörün Sebepleri ve Hedefleri, Ankara, 1985. Yurdaydın, Hüseyin Gazi; İslâm Tarihi Dersleri, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakületsi Yay., Ankara, 1977. XX. BÖLÜM KR O N O LO Jİ CETVELİ 29 Eylül 1913 Osmanlı-Bulgar İstanbul Andiaşması. 29 Ekim 1914 Rus limanlarının, Osmanlı donanması tarafından bom­ bardıman edilmesi. 4 Mart-10 Nisan 1915 Büyük Britanya, Fransa ve Rusya arasında İmzalanan "İstanbul anlaşması” . 26 Nisan 1915 Büyük Britanya, Fransa, Rusya ve İtalya arasında Lond­ ra antlaşması. 6 Eylül 1915 Türk Bulgar hududu hakkında Soyfa anlaşması. 1 Nisan 1916 Mustafa Kemal'in Generalliğe yükselişi. 26 Nisan 1916 İngiltere, Fransa ve Rusya arasında, Asya'daki Osmanlı topraklarının paylaşılması için yapılan anlaşma. 9-15 Mayıs 1916 Sykes-Picot anlaşması. 4 Şubat 1917 İlk Talat Paşa kabinesinin kuruluşu. 19-21 Nisan 1917 İngiltere, Fransa ve İtalya arasında, St. Jean de Maurienne anlaşması. 18 Aralık 1917 Osmaniı-Rus Erzincan mütarekesi 15 Aralık 1917-4 Ocak 1918 Veliahd Vahidettin’in Almanya seyahati. 2 Ocak 1918 Lord Curzon'un Türkiye hakkındaki muhtırası. 8 Ocak 1918 Wilson'un "14 Madde” lik barış programını açıklaması 3 Mart 1918 Merkezi devletlerle Sovyet Rusya arasındaki BrestLitovsk antlaşması 4 Haziran 1918 Osmanlı-Gürcü, Osmanlı-Ermeni ve Osmanlı-Azerbaycan Batum antlaşmaları 8 Haziran 1918 Osmanlı-Kuzey Kafkasya antlaşması. 3 Temmuz 1918 V. Sultan Mehmet Reşad'ın vefatı. 4 Temmuz 1918 VI. Sultan Mehmet Vahidettin’in cülusu. 6 Temmuz 1918 İkinci Talat Paşa kabinesinin kuruluşu. 14 Temmuz 1918 Elviye-i Selase'de plebisit yapılması. 15 Eylül 1918 Türk ordusunun Baku'yu işgali. 19 Eylül 1918 Filistin cephesinde Allenby taarruzu. 24 Eylül 1918 Türk-Bulgar hududu hakkında Berlin Protkolü. 6 Ekim 1918 Hazar kenarındaki Derbend'in, Türk Ordusu tarafından zaptı. Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılap Tarihi Loyd Corc'un, Yüksek Harp Konseyinden, Boğazların General Milne tarafından işgali ve Clemenso'dan, mütereke işlerinin Amiral Calthorpe tarafından yü­ rütülmesi müsaadesini alması. 14 Ekim 1918 Ahmet İzzet Paşa kabinesinin kuruluşu. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekenamesinin imzalanması. 31 Ekim 1918 VII. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa'nm, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına atanması. 3 Kasım 1918 İngilizlerin Musul şehrini işgale başlamaları, Mustafa Kemal'in silâh ve cephanenin emniyet altına alınması hakkında Erkanı Harbiyeyi ikaz etmesi. 5 Kasım 1918 İttihad ve Terakki Partisinin kendi kendini fesh etmesi. Kars Millî İslam Şurası'nın kuruluşu. 6-12 Kasım 1918 İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin Çanakkale Boğazını işgal etmeleri 8 Kasım 1918 Hazar kenarındaki Petrovsk'un Türk ordusu tarafından işgali. 8-15 Kasım 1918 Musul şehrinin 6. Ordu tarafından boşaltılması 9 Kasım 1918 İskenderun'un İngilizler, Doğu Trakya Demiryollarının Fransızlar tarafından işgali. 10 Kasım 1918 Yıldırım Orduları Grubu ile 7. ordu karargahının lağv edildiği ve Mustafa Kemal Paşa'nın Harbiye Nezareti emrine verildiğine dair 7 Kasım 1918 tarihli tebliği ve Mustafa Kemal'in, kumandayı, 2. Ordu Kumandanı Ni­ hat Paşa'ya devrederek İstanbul'a hareketi. 11 Kasım 1918 Teceddüt Cemiyetinin kurulması, Ahmet Tevfik Paşa kabinesinin kurulması. 13 Kasım 1918 İtilaf donanması İstanbul'da. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'a gelişi (M. Kemal, 21 Aralık 1918'e kadar Akaretlerdeki evinde, 21 Aralık 16 Mayıs 1919'a kadar da Şişli'deki apartmanda oturmuş­ tur). 15 Kasım 1918 Karadeniz Boğazının, itilaf Kuvvetleri tarafından işgali. Mustafa Kemal'in Sultan Vahidettin'le görüşmesi. 17 Kasım 1918 Bakü'nün Türk kıtaları tarafından bırakılması. 29 Kasım 1918 Mustafa Kemal'in Sultan Vahidettin'le görüşmesi. 4 Aralık 1918 İstanbul’da "Şark vilayetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyetî" nin kurulması 14 aralık 1918 İtilaf donanması İzmir'de. X I. BÖLÜM 17 Aralık 1918 Mersin'in Fransızlar tarafından işgali. 20 Aralık 1918 Mustafa Kemal'in Sultan Vahdettin'ie görüşmesi. 24 Aralıml918 Batum'un İngilizler tarafından işgali. 26 Aralık 1918 Pozantı'ya kadar Adana vilayetinin Fransızlar tarafından işgali. Osmanlı kuvvetlerinin Kars'ı terketmeleri. 30 Aralık 1918 Venizelos'un, Meis Adası-Marmara çizgisinin batısında kalan Anadolu'nun Yunanistan'a bırakılması hakkındaki muhtırası. 1 Ocak 1919 Anteb'in İngilizler tarafından işgali. 3 Ocak 1919 Carablus’un İngilizler tarafından işgali. 9 Ocak 1919 Uzun köprü-Hadımköy demiryolunun rafından İşgali. Yunanlılar ta­ 13 Ocak 1919 İkinci A. Tevfik Gaşa Kabinesinin kuruluşu. 14 Ocak 1919 Siftek ve Arappınarı Tren istasyonlarının İngilizler tara­ fından işgali. 15 Ocak 1919 Haydarpaşa İstasyonunun İngilizler, Şark demiryolları müdüriyetinin Fransızlar tarafından işgali. 17-18 Ocak 1919 Kars'ta, Güney-Batı Kafkasya geçici Millî hükümetinin kurulması. 22 Ocak 1919 Batum'un Türk kuvvetleri tarafından boşaltılması. Kon­ ya İstasyonunun İngilizler tarafından işgali. 1 Şubat 1919 Kasaba-Aydın demiryolunun İngilizler ve Fransız kıtaları tarafından işgali. 3 Şubat 1919 Bir Fransız müfrezesi Çiftehan'da. 7 Şubat 1919 General Allenby'nin 12 maddelik üitümatomunu İs­ tanbul hükümetine bildirmesi. 9 Şubat 1919 6. Ordunun, XI)J. Kolorduya çevrilmesi. 12 Şubat 1919 Trabzon'da "Muhafazayi Hukuk Cemiyeti" nin ku­ rulması. 18 Şubat 1919 Yakub Şevki Paşa'nın geri çağrılması için General Mİlne'in Harbiye Nezaretine müracaatı. 21 Şubat 1919 Ali İhsan Paşa'nın 6. Ordu kumandanlığından ayrılması. 22 Şubat 1919 Maraş'ın İngilizler tarafından işgali. 24 Şubat 1919 Üçüncü Tevfik Paşa kabinesinin kurulması. 26 Şubat 1919 Ermenilerin On'lar konseyinden Maraş, Klikya, Vilayatı Srtte ve Trabzon'u istemeleri. A tatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 27 Şubat 1919 Birecik'in İngilizler tarafından işgali. 2 Mart 1919 Ali İhsan Paşa'nın Haydarpaşa'da İngilizler tarafından tutuklanması ve Malta adasına sürülmesi. 4 Mart 1919 Birinci Damat Ferit Paşa kabinesinin kuruluşu. 9 Mart 1919 Bir İngiliz müfrezesinin Samsun'a çıkışı. 10 Mart 1919 Şark Vilayetleri Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şu­ besinin açılması. 13 Mart 1919 Amerika Yüksek Komiseri Amiral Bristtol'un Samsun'u ziyareti. 14 Mart 1919 İzmir Valisi Nurettin Paşa'nın İngiliz baskısıyla görevden alınması. 16 Mart 1919 Harabnaz (Bekçiler) ve Teabyaz (Akçakale) İstas­ yonlarının İngilizler tarafından işgali. 24 Mart 1919 Urfa'nın İngilizler tarafından işgali. 28 Mart 1919 Antalya'nın İtalyanlar tarafından işgali. 30 Mart 1919 İzmir ve çevresinin Yunanistan'a verilmesi. Damat Ferid'in, İngiltere himayesi altına girmek için Calthorpe'a bir proje sunması. 3 Nisan 1919 Kazım Karabekir'in XV. kolordu kumandanlığına tayini. 8 Nisan 1919 Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in İdama mahkûm edilmesi. 12 Nisan 1919 İngilizler'in, Kars'taki geçici hükümeti dağıtmaları ve üyelerini Malta'ya sürmeleri. 13 Nisan 1919 Kars'ın İngilizler tarafından işgali. 16 Nisan 1919 Afyon- Karahisar İstasyonu'nun Fransızlar tarafından işgali. 18 Nisan 1919 Lord Curzon'un, İzmir'in Yunanistan'a verilmesi kararı aleyhindeki muhtırası. 21 Nisan 1919 VVilson'un, İzmir ve civarının Yunanistan'la birleşti­ rilmesi hakkındaki nutku, 23 Nisan 1919 İtalyanların Paris Barış Konferansını terk etmeleri. 26 Nisan 1919 Bir İtalyan taburu Konya'da. 30 Nisan 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayini hakkındaki kararını Sultan Vah ¡dettin tarafından onaylanması. 4 Mayıs 1919 Kuşadası'nın İtalyanlar tarafından işgali. X I. BÖLÜM 5-6 Mayıs 1919 Loyd Corc'un, Üçler konseyinde, Anadolu'da İtalyan işgaline muhalefetle İzmir'in Yunanistan'a verilmesini istemesi. 6 Mayıs 1919 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayin edilen Mustafa Kemal Paşa'ya müfettişlik vazifesi hakkında talimat ve­ rilmesi. 11 Mayıs 1919 Fethiye, Bodrum ve Marmaris'in İtaiyanlar tarafından işgali. 12 Mayıs 1919 İtalyanların Paris Barış Konferansına dönmeleri. 14 Mayıs 1919 Üçler konseyinin, "Meğri batısında bir noktaya” kadar uzanan bölgede Yunan mandasına karar vermesi. Ami­ ral Calthorpe'un, İzmir'in işgal edileceği hakkında XVII. Kolordu komutanı Ali Nadir Paşa'ya Notası VVüsonun, Senatto'nun tasdiki şartıyla Ermeni Mandasını kabul etmesidir. İtalyan müfrezesi Akşehirde. 15 Mayıs 1919 İzmir'in Yunanlılara tarafından işgali. Mustafa Kemal Paşa'nın Sultan Vahidettşin'le gö­ rüşmesi. 16 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan Samsun'a ha­ reketi. 17 Mayıs 1919 9. Ordu Kıtaatı Müfetişliği Mustafa Kemal Paşa'ya veri­ len talimatın Hükümetçe kabul edilmesi. 18 Mayıs 1919 İzmir'in işgali üzerine İstanbul'da "MillîMatem Günü". 19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Kıtaat Müfettişi ola­ rak Samsun'a çıkışı. Dörtler Konseyinin, Yunan işgalini, İzmir sancağı ve Ayvalık kazasıyla sınırlandırması. İkinci Damat Ferit Kabinesinin kuruluşu. Gnl. Milne'in, Mustafa Kemal'in niçin "büyük bir ka­ rargahla Sivas'a" gönderildiği hakkında Harbiye Nezaretine yazısı. İstanbul'da Fatih mitingi. 20 Mayıs 1919 Üsküdar mitingi. 21 Mayıs 1919 Bir İtalyan müfrezesi Afyon'da. 21 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun bölgesindeki durum hakkında hükümet raporu. 22 Mayıs 1919 Kadıköy mitingi. 23 Mayıs 1919 Sultanahmet mitingi Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 25 Mayıs 1919 Ali Galib'in Sultan Vahdettin tarafından kabulü. 26 Mayıs 1919 Saltanat Şurasının, İngiltere mandasını istemeye karar vermesi. 27 Mayıs 1919 Bir İtalyan müfrezesi Malkara'da. 28 Mayıs 1919 İngİlizler'in, İstanbul'daki ''67'' siyasi tutuğu Malta'ya sürmeleri. Ayvalık'm Yunanlılar tarafından işgali e Ali Bey'in (Çetinkaya) ateşle mukabelesi. 30 Mayıs 1919 İkinci Sultanahmet mitingi. 3 Haziran 1919 Mustafa Kemal'in, Havza'dan, Damat Ferit hükümetini ikaz etmeleri için Anadolu'daki sivil ve askeri makamla­ ra talimat vermesi. 6 Haziran 1919 General Milne'in, Harbiye Nezaretinden, Mustafa Ke­ mal'in geri çağrılmasını istemesi. 8 Haziran 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın geri çağrılması. 17 Haziran 1919 Amiral Calthorpe'un, Hariciye Nezaretinden, Mustafa Kemal ve Cemal. Paşaların geri çağrılmasını istemesi. Şark Vilayetleri Müdafayi Hukuk Cemiyeti'nin Erzurum vilayet kongresinin toplanması. 17-23 Haziran 1919 Damat Ferid'in On'lar konseyinde, 1877 sınırına kadar bütün Trakya'yı, Ege adalarını ve muhtariyet verilmek şartıyla Arabistan'ı istemesi. 22 Haziran 1919 Ermeni meselesi hakkında Amerikalı uzmanların raporu. 25 Haziran 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın Amasya'dan Sivas'a hareketi. 27 Haziran 1919 Üçler Konseyinin, Türk problemini, A.B.D.'nin bir man­ da kabuf edip etmiyeceği anlaşılıncaya kadar geri bı­ rakması. 28 Haziran 1919 Burdur'un İtalyaniar tarafından işgali. 2 Temmuz 1919 Calthorpe'un, Hariciye Nezaretinden, Mustafa Kemal'in "kanun dışı" muamelesi görmesi istemesi. 5 Temmuz 1919 İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin idama, Şeyhülislâm Musa Kazım Efendİ'nin sürgüne mahkum edilmeleri. 8 Temmuz 1919 Mustafa Kemal’in istifa etmesi. 15 Temmuz 1919 Sadrazam Vekili Mustafa Sabri Efendİ'nin, İzmir'e bir milletlerarası soruşturma heyetinin gönderilmesini iste­ mesi. 21 Temmuz 1919 Üçüncü Damat Ferit kabinesinin kurulması. X I. BÖLÜM 23 Temmuz -7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi. 27 Temmuz 1919 Calthorpe'un, Anadolu'da bir müstakil hükümet ku­ rulmasına mani olunamayacağı hakkında raporu. 30 Temmuz 1919 Osmanlı Dahiliye ve Harbiye Nazırlarının, Mustafa Ke­ mal'in yakalanması İçin emri vermeleri. Ağustos 1919 İngiliz Muhibler Cemiyeti'nin kurulması. 2 Ağustos 1919 General Milne'in/ Mustafa Kemal'in tevkifi için hiçbir şey yapılmadığından dolayı şikayeti. 5 Ağustos 1919 Amiral Calthorpe'un, İttihatçılara karşı şiddetle hareket edilmesini istemesi ve İstanbul'dan ayrılışı, 15 Ağustos 1919 İngiliz kuvvetlerinin Batum hariç Kafkasya'dan çe­ kilmeleri. 21 Ağustos 1919 VVilson'un, Ermeni meselesi hakkında Damat Ferid'e notası. 3-10 Eylül 1919 Mustafa Kemal Paşa'ya karşı, Ali Galip-BedirhanilerNoel komplosu. 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi. 6 Eylül 1919 İttihatçılık aleyhinde Sivas Kongresi yemini. 8 Eylül 1919 Damat Ferid'in, İngiltere himayesine girmek için Calthorpe'a verdiği projenin çabuklaştırılmasını isteme­ si. 12 Eylül 1919 Anadolu ile Damat Ferit hükümeti arasında müna­ sebetin kesilmesi. 20 Eylül 1919 Merzifon'un İngilizier tarafından boşaltılması. 22 Eylül 1919 Mustafa Kemal'in, Sivas'ta, Harbord'la görüşmesi. 1 Ekim 1919 Üçüncü Damat Ferit Paşa kabinesinin istifası. Amerikalı General 2 Ekim 1919 Ali Rıza Paşa Kabinesinin kurulması. 4 Ekim 1919 Samsun'daki İngiliz müfrezesinin çekilmesi 7 Ekim 1919 İzmir'de Yunan işgali hakkında soruşturma yapan mil­ letlerarası komisyonun raporunu vermesi. 16 Ekim 1919 İzmir'de Yunan işgali hakkında General Harbord'un ra­ poru. 20-22 Ekim 1919 Mustafa Kemal ile Ali Rıza Paşa hükümeti temsilcisi Sa­ lih Paşa arasında Amasya Görüşmesi. 25 Ekİm-30 Kasım 1919 Birinci Anzavur .İsyanı (Manysa, Susurluk, Gönen, Uiubat). Atotürv İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 1 Kasım 1919 Fransızların, Antep, Maraş ve Urfayı İngilizlerden devir alarak işgal etmeleri. 3 Kasım 1919 General Milne'in, İzmir cephesindeki millî kuvvetlerin 3 km. geri alınmasını istemesi. 12 Ocak 1919 Son Osmanlı Meclis-i Mebusanının toplanması. Azerbaycan .hükümetinin, Londra Konferansında res­ men tanınması. 20 Ocak 1920 Fransız Yüksek Komiseri D Fransce'in, Harbiye Nazırı Cemal ve Erkanı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa­ ların vazifelerinden uzaklaştırılmaları hakkındaki müşte­ rek İtilaf notası. 21 Ocak-10 Şubat 1920 Maraş savaşları 21 Ocak 1920- 20 Ekim 1921 Adana savaşları. 26-27 Ocak 1920 Akbaş silâh deposu baskını. 28 Ocak 1920 Meclis-i Mebusan'da Misak-ı Millinin kaleme alınması. 9 Şu bat-11 Nisan 1920 Urfa Savaşları. 12 Şubat 1920 "İngiliz-Osmanlı Cemiyeti"nin, Türkiye'nin, Trakya, Anadolu ve başkentinden mahrum edilmemesi hak­ kında Loyd Corc'a mektubu. Şubat-Nisan 1920 İkinci Anzavur İsyanı (Biga, Gönen,- Kirmastı, Karacabey, Bandırma) 8 Mart 1920 Salih Paşa Kabinesinin kurulması. 16 Mart 1920 İstanbul'un İtilaf kuvvetleri tarafından işgali. 18 Mart 1920 Osmanlı Meclisi Mebusan'ınm faaliyetine son vermesi. I Nisan 1920-8 Şubat 1921 Gaziantep Savaşları, I I Nisan 1920 Urfa'nın Kurtuluşu, Osmanlı Meclisi Mebusanının ka­ patılması. Dürrizade'nin Kuvayi Millîye aleyhindeki fetvası ve Damat Ferid'in Mustafa Kemal ve Millî hareket aley­ hindeki beyannamesi. Vahidettin'in, Ahmet Anzavur'a "Paşa" Ünvanını ver­ mesi. 18 Nisan 1920 Kuvayi İnzibatiye'nîn kurulması. 21 Nisan 1920 Takub Şevki Paşa'nın İngilizler tarafından tevkif edilme­ si. 23 Nisan 1920 Anara'da T.B.M.M.'nin toplanması. 24 Nisan 1920 Mustafa Kemal'in T.B.M.M.'nin Reisliğine seçilmesi. 28 Nisan 1920 Azerbaycan sovyetleştirilmesi. X I. BÖLÜM 29 Nisan 1920 T.B.M.M.'nde "Hiyanet-i vataniye" kanununun kabulü ve İstanbul Hükümetlerinin, 16 Mart 1920'den sonra yapacakları anlaşma ve andlaşmaların hükümsüz olaca­ ğını ilanı. 6 Mayıs 1920 Kazım Karabekir'in, Sovyetlerle temas için Nahçıvan bölgesine birkaç subay göndermesi (Tğm. Kamil ve Ce­ lal) Yakub Şevki Paşa'nın Malta'ya sürülmesi. 11 Mayıs 1920 Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyetin, Ankara'dan Moskova'ya hareketi. 13 Mayıs 1920 Damat Ferid'in vatandaşlık haklarından tecridi. 24 Mayıs 1920 Mustafa Kemal'in idama mahkûm edildiği hakkındaki 11 Mayıs tarihli Divanı Harb kararının Vahidettin tara­ fından tasdiki. 3 Haziran 1920 Çiçer'in Mustafa Kemal'e mektubu. 9 Haziran 1920 Doğu cephesinde seferberlik ilanı. 22 Haziran 1920 Batı Anadolu'da Yunan taarruzunun başlaması. 23-24 Haziran 1920 Kazım Karabekir'in, Sovyet Azerbaycan Harbiye Komi­ serliği ile, 11. Kızılordu'ya mektubu. 3 Temmuz 1920 Hiyaneti Vataniye Kanunu'na Ferid'in idama mahkum edilmesi. 4 Temmuz 1920 İngilizlerin Batum'u terketmeleri. 5 Temmuz 1920 Kur, Bn. Veysel (Ünüvar) idaresinde bir Türk müfre-' zesinin Doğu Beyazıt'ten Nahcivan'a gelişi. 18 Temmuz 1920 T.B.M.M. üyelerinin Misak-ı Millî'ye sadakat yemini etmeleri. 19 Temmuz 1920 Bekir Sami Bey heyetinin Moskova'ya varışı. 20-25 Temmuz 1920 Yunanlıların Batı Trakya'yı ele geçirmeleri. 22 Temmuz 1920 İstanbul'da toplanan "Büyük Meşveret Meclisi"nin, ba­ rış andlaşmasının imzalanmasını kabul etmesi. 24 Temmuz -24 Ağustos 1920 Bekir Sami Bey heyetiyle Sovyetler arasında Moskova görüşmeleri 31 Temmuz 1920 Beşinci Damat Ferit kabinesinin kurulması. 10 Ağustos 1920 Sevr andlaşmasının imzalanması. dayanarak Sovyetlerle Ermenistan arasında andlaşma. 16 Ağustos 1920 Enver Paşa Moskova'da. 1-9 Eylül 1920 Bakü'de Doğu Milletleri Kongresi. Damat Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 11 Eylül 1920 Bekir Sami Bey'in Moskova'dan Kafkasya'ya hareket etmesi. 18 Eylül 1920 İstiklâl Mahkemelerinin kurulması. 22 Eylül 1920 Sovyet Rusya'dan gönderilen ilk silâh kafilesinin Trab­ zon'da teslim alınması. 24 Eylül 1920 Doğu'da Ermenilerin ileri harekata geçmeleri. 28 Eylül 1920 Doğu cephesinde Türk taarruzunun başlaması. 28 Eylül 1920 Sarıkamış'ın geri alınması. 16 Ekim 1920 Misak-ı Miilî'ye aykırı Sovyet tekliflerinin red edilmesi hakkında Bekir Sami Bey'e talimat verilmesi. 21 Ekim 1920 İkinci Tevfik Paşa kabinesinin kurulması. 30 Ekim 1920 Kars'ın geri alınması. 8 Kasım 1920 Ermenilerle mütareke yapılması. 21 Kasım 1920 Ali Fuat Paşanın (Cebesoy) Moskova Büyük elçiliğine tayin edilmesi. 22 Kasım 1920 Wilson'un, Osmanlı-Ermeni sınırını tesbit etmesi. 25 Kasım-5 Aralık 1920 Gümrü mütarekesi. 2 Aralık 1920 Türk Ermeni Gümrü barış antlaşması. 7 Ocak 1921 Lenin'in, Mustafa Kemal'e telgrafı, 10 Ocak 1921 Birinci İnönü Zaferi. 20 Ocak 1921 Yusuf Kemal Bey (Tengirşek) başkanlığındaki heyetin Moskova'ya hareketi. 22 Ocak 1921 Ethem İsyanının bastırılması. 19 Şubat 1921 Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki heyetin Moskova'ya varışı. 22 Şubat 1921 Moskova müzakerelerinin başlaması. 23 Şubat 1921 Ankara'da Gürcü elçisiyle anlaşma. 24 Şubat 1921 Ardahan’ın Türk kuvvetleri tarafından İşgali. 6 Mart 1921 Artvin'in işgali. 7 Mart 1921 Ahıska'nın işgali. 11 Mart 1921 Batum'un Türk kuvvetleri tarafından işgali. Fevzi Paşa'nın, T.B.M.M.'nde Sovyetlerle anlaşma lü­ zumunu belirtmesi. Güney hududu hakkında Bekir Sami Beyİe Briand ara­ sında varılan anlaşma. ,14 Mart 1921 16 Mart 1921 Ahilkelek'in işgali. Türk-Rus Moskova "Dostluk ve kardeşlik" andlaşması. X I. BÖLÜM 18 Mart 1921 Türk-Rus andlaşmasının açıklanması. 21 Mart 1921 Türk-Rus andlaşmasının T.B.M.M. hükûmetlince kabul edilmesi. Bolşeviklerin, Batum'u idaresine almaları. 1 Nisan 1921 İkinci İnönü zaferi. 15 Nisan 1921 Nahcıvan Türk müfrezesinin (Kur. Bnb. Veysel) Beyezit'e dönüşünü (bu müfreze 8 ay Nahacıvarîda kalmıştır). 10 Mayıs 1921 T.B.M.M.'inde "Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk Grubu"nun kurulması. 13 Mayıs 1921 İtilaf devletlerinin, Türk-Yunan savaşı karşısında taraf­ sızlıklarını açıklamaları. 5 Ağustos 1921 Mustafa Kemal'in TBMM orduları Başkumandanlığına seçilmesi. 13 Ekim 1921 Kars andlaşması. 20 Ekim 1921 Fransızlarla Ankara andlaşması. 14 Aralık 1921 İngiliz Genelkurmay Başkanı Wifson'un, İstanbul'dan çekilmenin doğru olacağı hakkında Sir Charles Harringtorı'a mektubu 21 Temmuz 1922 Cemal Paşa'nın Tiflis'te şehid edilmesi. 4 Ağustos 1922 Enver Paşa'nın Buhara'da şehid edilmesi. 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruzun başlaması. 30 Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan muharebesi, 15 Eylül 1922 İngiltere kabinesinin M. Kemal'in, müttefikleri İs­ tanbul'dan çıkarmasını önlemek için kuvvet kul­ lanılmasına karar vermesi. 24 Eylül 1922 Türk kuvvetlerinin, Çanakkale'de tarafsız bölgeye gir­ meleri. 29 Eylül 1922 İngiliz kabinesinin, Türk kuvvetlerin tarafsız bölgeden çekilmedikleri takdirde ateş edilmesi hakkında General Harrington'â talimat vermesi. 11 Ekim 1922 Mudanya mütarekesi'nin imzalanması 2 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılması. 24 Temmuz 1923 Lozan Barış andlaşmasının imzalanması. 17 Aralık 1925 Türk-Sovyet tarafsızlık andlaşması. 12 Nisan 1931 Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşu. 4 Mart 1934 Üniversite ve Yüksek okullarda Türk İnkılâp Tarihi ders­ lerinin başlaması. 20 Temmuz 1936 Boğazlar hakkında Montreux Anlaşması, Atatürk İlk e le ri ve Türk İnkılâp Tarihi 5 Temmuz 1938 Türk ordusunun Hatay'a girişi. 23 Haziran 1939 Hatay'ın anavatana katılması hakkında Türk-Fransız an­ laşması. 15 Nisan 1942 "Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü "nün kuruluşu. 7 Kasım 1945 Sovyetlerin, 17 Aralık andlaşmasmı bozmaları. 1925 tarafsızlık X I. BÖLÜM * Millî politikanın üçüncü şartı olan millî sınırlarımız, Atatürk'ün ifadesi ile "Hudud-u Miilîye"dir. Bu millî hudutlar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belir­ lenip, Son Osmanlı Mebuslar Meclisİ'nce ilân olunan “ Mİsak-ı Millî''dîr. Bu bel­ ge Türk Milletinin üzerinde yaşadığı toprakları göstermesi bakımından, millî po­ litikanın uygulama alanını göstermektedir. * Millî politikanın her şeyden önce milletin gücüne dayalı olması gereği de söz konusudur. Atatürk bunu şu İfadelerle dile getirmiştir. "Kendi gücümüze dayanarak, varlığımızı korumak zorundayız." Dış politikada gücümüzü artır­ mak amacıyla yapılan güvenlik anlaşmaları ve bölgesel dayanışmalar buna da­ hildir, Bu amaçla Balkan Antantı ve Sadabat Paktı Mustafa Kemal döneminde gerçekleşmiştir. * Millî dış politikanın vazgeçilmez bir diğer özelliği de Türk Milletinin in­ sanlık âleminin bir unsuru olarak şerefli yerini alması ve bunun korunmasıdır. Yani eşit muamele ve karşılıklı dostluk ilişkilerinde şahsiyet ve bağımsızlık korunmalıdır. Millî dış politika akılcı olmalı ve hayâller peşinde koşulmamaiıdır. Atatürk'e göre boş hayâllerle memleketi ve insanları uğraştırmamak gerekir. Millî gücün korunması ve heba edilmemesi gereklidir. * Millî dış politikanın önemli temellerinden biri de barıştır. Dünya devletle­ riyle barış temeline dayalı ilişkiler kurulmalıdır. Bunu da Atatürk; "Yurtta Suih, Cihanda Sulh" sözleriyle ifade etmiştir. Bu hedefte dış politikanın barış esasına dayandırılması vurgulanmakta, ancak barışı sağlamak ve devam ettirmek için ekonomik ve askerî yönden güçlü olmanın gerektiğini de yine Atatürk hem söz­ leri hem de uygulanmalarıyla göstermiş bulunmaktadır. Görüldüğü gibi millî dış siyasetin bazı özellikleri bulunmaktadır. Millî dış politika herşeyden önce, millî çıkarlarla insanlık çıkarlarını bağdaştırmaktadır. Hakka olduğu kadar bu hakkı korumak için gerekli olan kuvvete de yer vermektedir. Hayalci ve maceracı gö­ rüşlerden uzak, gerçeklere bağlı, meşruluk esaslarına dayanan bîr yoldur.361 Atatürk'ün sağlığında kendisi ve ölümünden sonra onun izinden ay­ rılmayan Türk devlet adamları tarafından bu millî dış politika aynen uy­ gulanmıştır. "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesine bağlı kalan Cumhuriyet hükümetleri, iç ve dış sorunları çözerken barışçı yolları izlemişlerdir. Komşuları­ mız veya diğer dış devletler ile bir sorunun çözümünde önce görüşmeler yolu denenmiştir. Zemin uygun bir hâle getirildiğinde müzakereler sürdürülmüş ve 361 Atatürk'ün dış politikasının temel noktaları şu çalışmada etraflı bir biçimde incelenmiştir: Meh­ met Gönlübol-Ömer Kürkçüoğlu, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merke­ zi Dergisi: 2, 1985, s. 451-473.