kalıcı pacemaker hastalarında sağ ventrđkül apeksđnden yapılan

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
KARTAL KOŞUYOLU YÜKSEK ĐHTĐSAS
EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTANESĐ
KARDĐYOLOJĐ KLĐNĐĞĐ
KALICI PACEMAKER HASTALARINDA SAĞ VENTRĐKÜL
APEKSĐNDEN YAPILAN PACĐNGĐN DOKU DOPPLER
GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMĐYLE TESPĐT EDĐLEN
ASENKRONĐ PARAMAETRELERĐNE ETKĐSĐ VE ARTAN
KALP HIZLARINDA ASENKRONĐ PARAMETRELERĐ ĐLE
2 BOYUTLU EKOKARDĐYOGRAFĐK PARAMETRELERDE
MEYDANA GELEN DĐNAMĐK DEĞĐŞĐKLĐKLERĐN
DEĞERLENDĐRĐLMESĐ
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Cihangir Kaymaz
Kardiyoloji Uzmanlık Tezi
Dr. Erdem TÜRKYILMAZ
Đstanbul- Ocak 2008
ĐÇĐNDEKĐLER
sayfa
BÖLÜM I:ELETRĐKSEL ĐLETĐ ………………………………………………………... 3
Anatomik özellikler ……………………………………………………………………… 3
Kalbin normal elektriksel aktivasyonu.................................................................................5
LBBB ve elektriksel önemi …………………………………………………………….....6
BÖLÜM II: PACEMAKERLAR.........................................................................................10
Tarihçe ………………………………………………………………………………….....10
Pacemakerların sınıflandırılması ………………………………………………………….12
2002 ACC/AHA/NASPE kalıcı pacemaker ve antiaritmik cihaz implantasyon klıavuzuna
göre bradikardiyi önleme amaçlı pacemaker kullanım endikasyonları…………………... 14
Uygun pacemaker modunun seçilmesi …………………………………………………....17
Đki odacıklı pacemakerın çalışma prensibi ……………………………………….............18
Pacemaker ile çalışan kalbin hemodinamik özellikleri .......................................................19
Pacemaker sendromu ..................................................................................................... 25
Sağ ventrikül apeksinden uzun süreli pacingin olumsuz etkileri ........................................27
Ventriküler pacing için alternatif yerler...............................................................................32
BÖLÜM III:ASENKRONĐ DEĞERLENDĐRĐLMESĐNDE KULLANILAN
EKOKARDĐYOGRAFĐK YÖNTEMLER .........................................................................34
M- Mod Ekokardiyografi ....................................................................................................38
PW- Doppler Ekokardiyografi ............................................................................................38
Doku Senkronizasyon Görüntüleme (TSI) ..........................................................................39
Tissue Tracking(TT) ............................................................................................................41
Doku Doppler Görüntüleme (TDI) .....................................................................................43
Strain ve Strain Rate ...........................................................................................................49
ÇALIŞMA ..........................................................................................................................54
Amaç....................................................................................................................................54
Yöntem.................................................................................................................................54
Bulgular ...............................................................................................................................55
Sonuç .................................................................................................................................. 68
Özet(Türkçe) ....................................................................................................................... 70
Özet (Đngilizce) ....................................................................................................................71
Kaynaklar ............................................................................................................................73
2
BÖLÜM I
ELEKTRĐKSEL ĐLETĐ
Anatomik özellikler
Sinüs nodu(SN) ilk defa Keith ve Flack tarafından tanımlanan, 10-20 mm
uzunluğunda, 3-5 mm genişliğinde ve 0,2 mm kalınlığında fibröz doku matriksi ile yoğun
biçimde sıralanmış hücrelerden oluşmaktadır(1). Sinoatrial nod sağ atriyumda, superior
vena kava birleşim yerinde ve sulkus terminalisin lateralinde subepikardiyal olarak
yerleşmiştir(2). Yukarıya doğru Bachman demeti olarak devam eder ve uzantıları sağ
atriyum apendajı, interkaval bant ve krista terminalis ile birleşir. Işık mikroskobik
incelemede kendi uzun eksenine paralel olarak sıralanmış, silindir şekilli hücrelerden
meydana gelir. Sinüs dokusu her yaş grubunda atriyumun kas dokusundan daha fazla
kollajen ve elastik lif içerir(3). Sinüs dokusunda 2 tip hücre bulunmaktadır. “P hücreleri”
sinüsün merkezinde bulunan ve kalpte normal uyarı oluşumundan sorumlu hürelerdir ve
nodun yaklaşık %50’sini oluştururlar(4). Sinüs dokusu komşu atriyal doku ile anatomik bir
bağlantı içermeyip hücre yapısı sinüsten uzaklaştıkça atriyum dokusu şeklinde değişir, bu
bölgelerde bulunan hücreler “T hücreleri” (transizyonel) olarak adlandırılır ve elektriksel
uyarının atriyum dokusuna iletiminde görev alır (5 ).
Atriyumlar
arası
iletimin
sağlanmasında farklı
anatomik
yapılar
işlev
görmektedir. 1907 yılında Keith ve Flack’ın sağ atriyum airukulasında superior vena kava
birleşme yerine yakın olarak başlayıp sol atriyum aurikulasında devam eden ve her iki
atriyal dokuyu birbirine bağlayan kas dokusunu tanımlamasının ardından 1912 yılında
Bachmann bu yapının uyarının sol atriyuma iletilmesinde önemli rol oynadığını
gösterdi(6,7). Bachman demeti (BB) olarak isimlendirlen bu yapı günümüzde interatriyal
iletinin sağlanmasının yanında pacemaker hastalarında Atriyal Fibrilasyon(AF) gelişiminin
önlenmesi, AF’u olan hastalarda sinüs ritminin(SR) sağlanması ve atriyal remodelingin
düzeltilmesi açısından önemli bir anatomik hedef olarak düşünülmektedir(8). Her iki
atriyum arasında uyarı iletiminde rol alan diğer transseptal yapılar “Koch üçgeni” olarak
bilinen bölgede Atriyontriküler nodun (AVN) sol-arka uzantıları, septal bölgede ince kas
lifleri ve koroner sinüs seviyesinde ise koroner sinüs kas dokusu ile sol atriyum dokusu
arasındaki bağlantılardır(9-13). Bu bağlantılar komşu dokulardan anatomik olarak farklı
olmayıp elektro-fizyolojik özellikleri bakımından fonksiyonel farklılıklar gösterirler.
3
Atriyoventriküler kavşak başlıca 3 ayrı bölgeden oluşmaktadır. Bunlar geçiş
hücrelerinden oluşan bölge, kompakt bölge (AVN) ve His demetinin oluşturmuş olduğu
penetrasyon gösteren atriyoventriküler bölgedir. Geçiş hücreleri bölgesi atriyumu AVN’un
kompakt kısmına bağlar ve histolojik olarak atriyumun myokardiyal hücrelerinden
farklılıklar gösterir.
SN ile AVN arasındaki uyarı iletimi ise interatriyal septum(ĐAS) üzerinde
bulunan posterior, medyan ve anterior demetler olmak üzere 3 özel ileti sistemi tarafından
sağlanır. Posterior demet SN’un arka kısmından köken alır ve vertikal olarak uzanarak
ĐAS’un arka sınırını oluşturduktan sonra AVN’un arka bölümüne bağlanır. Anterior ve
median demetler ise SN’dan superior vena kavanın önünde çıkarlar ve fossa ovalisin
önünden geçerek AVN ile birleşirler(11). Anterior inter-nodal ileti demeti ile Bachman
demeti arasında bulunan bağlantı Bachman demetini interatriyal ileti sisteminde öncelikli
konuma getirmektedir(12). Bununla birlikte interatriyal ve internodal iletim özelliklerinde
bireysel farklılıklar sıklıkla görülmektedir.
AVN,
Todaro tendonu, triküspit anulusu ve koroner ostiyumun oluşturmuş
olduğu Koch Üçgeni’nin tepesinde yer alır
(13)
. Penetrasyon gösteren AVN bölgesi ise
AVN’un distal kısmının santral fibröz cisimciğe girmesiyle oluşur ve bu noktadan itibaren
His demeti başlar. AVN’un bu bölgesinin proksimal kısmındaki hücreler kompakt
bölgedeki hücrelerle benzerlik gösterirken distale doğru gidildikçe hücre yapısı dalcıkların
yapısına benzer. AV demetten membranöz septumun hemen altındaki bölgeden sol dalcık
çıkar. AV demetten bu dalcık dışında anatomik olarak belirli antero-superior dalcık gibi bir
dalcık çıkabileceği gibi karmaşık bir ağ şeklinde fasiküler ayrılma göstermeyen bir grup
santral lif de çıkabilir. Sağ dalcık ise AV demetin devamı şeklinde, interventriküler
septumun (ĐVS) sağ tarafında, myokard içinde seyrederek sağ ventrikül (RV) apeksine
doğru yönelir.
Dalcıkların uç kısmından itibaren her iki ventrikülün endokard yüzeyinde ağ
şeklinde yapılanma gösteren ve ventrikülerin eş zamanlı uyarılmasını sağlayan Purkinje
lifleri bulunur. Purkinje lifleri insanda endokardiyumun üçte birlik kısmına kadar penetre
olur. Purkinje lifleri myokard lifleri ile kıyaslandığında iskemiye daha dirençlidir (14) .
Ventrikül-Purkinje sisteminin üç fasikülden oluştuğu kabul edilir (15) . Bunlar sağ
dal (RBB) ile sol dalın (LBB) anterior-superior bölümü ve posterior-inferior bölümleridir.
RBB’ın proksimal bölümü küçük olduğundan tek bir fasikül olarak kabul edilirken LBB’ın
ise proksimal 1-2 cm’lik bölümü fasikül olarak kabul edilemeyecek kadar kalın olup daha
sonra anatomik yerleşimlerine göre isimlendirilen fasiküllere ayrılır. Bunlar sol-septal
4
(LS), sol anterior-superior(LA) ve sol posterior-inferior(LP) fasiküllerdir(16). LBB’ın LA
bölümü anterior-superior papiller adaleye, LP bölümü posterior-inferior adaleye, LS
bölümü ise ĐVS’un orta bölümüne doğru ilerler(17). LBB’ın bu anatomik özelliği
ventrikülerin elektriksel aktivasyon sıralamasında önemli rol oynar. LA, LP ve RBB
distale doğru gidildikçe Purkinje lifleri haline gelirler ve komşu miyokard dokusunda
sonlanırlar. En nadir olarak LP fasikülde görülmek üzere bu yapıların birinde veya
birkaçında eş zamanlı meydana gelen organik ve fonksiyonel bozukluklar, yani bloklar,
oluşum yeri ve süresine bağlı olarak ventriküllerin aktivasyon ahengini belirli oranda
etkilemektedir.
Şekil 1: AVN ve fasiküllerin birbirleriyle ilişkisi (sağ). Fasiküllerde görülen normal anatomik
varyantlar ve interfasiküler bağlantılar(sol).
Kalbin normal elektriksel aktivasyonu
Kalp, kalp kası ve yukarıda anlatılan uyarı oluşturan ve ileten sistemlerin
fizyolojik çalışması ile her siklusta karakteristik bir şekilde aktive olur. SN kalbin
dominant uyarı üreticisidir ve yüksek oranda otonomik sinir lifleriyle inerve edilir. Uyarı
SN’ndan çıktıktan sonra önce hızlı bir şekilde krista terminalis üzerinden sağ atriyumun alt
kısımlarına yayılır. Uyarı ayrıca atriyumların ön ve arka yüzeyleri boyunca ilerler ve bu
yolla sol atriyumun inferolateral bölümü en geç aktive olur.
AVN atriyumlar ile ventriküleri elektriksel olarak birbirine bağlayan tek
fizyolojik yoldur. Atriyumlar ile ventriküler arası iletide en fazla zaman diliminin geçtiği
yer burasıdır. Bu özelliği ile fizyolojik görevinin yanı sıra supra-ventriküler aritmiler gibi
patolojik durumlarda da ventrikülere uyarı iletimini azaltarak filtre görevi görür(18).
5
Ventrikülerin uyarılması zamansal olarak üst üste binen endokardiyal ve
transmural aktivasyonun ürünüdür. His-Purkinje sistemi ile her iki ventrikülün
endokardiyal yüzeyleri aktive olur. Sol dalcığın bölümlerinin giriş yerlerine uygun olarak
LV’ ün anterior ve posterior duvarlarının paraseptal bölümleri ile ĐVS’un orta kısımları
diğer segmentlerden önce aktive olur. Uyarılar bu bölgelerden öne ve yukarı doğru
ilerleyerek LV’ ün anterior ve lateral duvarlarına ulaşır ve en son LV’ ün posterobazal
bölümü aktive olur. Septal aktivasyon septumun orta üçte birlik kısmından başlar ve soldan
sağa, bazalden apekse doğru ilerler(19) .
Sağ ventrikül (RV) uyarılması anterior papiller adalenin tabanına yakın bölgede
sağ dalcığın giriş bölümünden başlar ve RV serbest duvarına yayılır. RV’ de en son
uyarılan kısımlar pulmoner konus bölgesi ve posterobazal duvardır(19).
LBBB ve elektrofiyolojik önemi
Elektrokardiyografik (EKG) olarak: 1. 120 msn’den uzun QRS süresi, 2. Lateral
derivasyonlarda (V5-V6, d1 ve aVL) geniş çentikli R dalgası 3. Sağ prekordiyal
derivasyonlarda (V1-V2) küçük r dalgası veya r dalgasının yokluğu 4. Sol prekordiyal
derivasyonlarda (V5-V6) septal q dalgalarının yokluğu ve bazı araştırmacılara göre V6’da
intrinksik defkesiyon süresinin 60 msn’den uzun olması ile tanı konulan LBBB kardiyak
iletinin
yayılmasında ve dolayısıyla mekanik aktivitenin başlamasında belirgin
değişikliklere neden olmaktadır(19).(Şekil 2) Đlk olarak başlangıçtaki septal uyarılmanın
septumun sol tarafı yerine sağ tarafında meydan gelmesi EKG’de septal q dalgalarının
kaybolmasına sebep olmaktadır. Septumun sağ tarafının ardından elektriksel uyarı kas
hücreleri yolu ile septumun sol tarafına iletilir. Bu yavaş iletim nedeniyle sol ventrikülde
en erken uyarılma 30–50 msn geç başlar. Bu aşamadan sonra LV’de uyarının iletimi sol
dalın distal bölümü ve Purkinje hücreleri ile gerçekleşir. LBBB normal popülasyonda da
görülmesine rağmen sıklıkla myokardiyal skar dokusu, karidyomyopati gibi patolojilere
eşlik ettiğinden LV içinde uyarı iletimi 180msn üzerine çıkabilen ilave gecikmeye uğrar.
LV aktivasyonu başladıktan sonra ileti serbest duvarda yayılır ve en son ventrikülün bazal
kısımları uyarılır. Uyarı iletiminin ileti sistemi yerine ventrikül duvarı üzerinden yayılması
sol prekordiyal derivasyonlarda güçlü pozitif dalgaların, sağ prekordiyal derivasyonlarda
güçlü negatif dalgaların ve geniş QRS komplekslerinin görülmesine neden olur (19).
6
Şekil 2: LBBB varlığında elektriksel iletinin yayılması ve LBBB’nu gösteren EKG.
LBBB’ nda görülen sekonder ST-T dalga değişiklikleri ise sağ ventrikülün sol
ventrikülden önce depolarize ve repolarize olmasından kaynaklanmaktadır. ST-T
dalgalarının yönünün QRS kompleksiyle ters olması bu elektro fizyolojik özelliğin EKG
yansımasıdır.
RV’ün uyarı iletim özellikleri ve aktivasyonu LBBB olan bireylerde normal ileti
özelliklerine sahip bireylerden belirgin bir farklılık göstermemektedir(20,21).
LBBB ventrikül ejeksiyonunda gecikmeye neden olmaktadır. LBBB’nun
kardiyak fonksiyonlara etkisini araştıran araştırmacıların bazıları ejeksiyon fazındaki bu
gecikmenin
ventrikül
aktivasyonun
farklı
bölümlerinden
kaynaklandığını
ileri
sürmüşlerdir. Gray ve ark. 1956 yılında LBBB varlığında QRS süresinin başlangıcından
mitral kapağın kapanmasına (1. kalp sesi) kadar geçen sürenin(Q-M1 süresi) uzadığını ve
ejeksiyondaki gecikmenin sebebinin bu olduğunu ileri sürmüşlerdir(22). 1969 yılında
Adolph ve ark. Q-M1 süresini normal sınırlarda bulurken, mitral kapağın kapanmasından
karotis nabzının yükselmesine kadar geçen süreyi uzamış olarak bulmuş ve gecikmenin
izolvolumetrik zamanın uzamasından kaynaklandığını ileri sürmüştür(23). Ekokardiyografi
ve fonokardiyogramla yapılan daha yeni bir çalışmada hastaların %23ünde Q-M1
zamanında, %41’inde izolvolumetrik kontraksiyon zamanında ve %18’inde her ikisinde de
7
uzama tespit edilmiştir(24). Bu bulgular LBBB’nda görülen 1. kalp sesinin sertliğinin
azalması ve 2. kalp sesinin paradoksik çiftleşmesinin ekokardiyografik karşılığıdır.
Yüzeyel EKG’de LBBB görülmesine rağmen farklı bölgelerde meydana gelen
blokların elektrofizyolojik özellikleri ve myokard mekaniği üzerine etkileri değişik
biçimlerde olmaktadır. Vasallo ve ark. endokardiyal kateter haritalama yöntemi kullanarak
yaptıkları çalışmada LBBB bulunan 18 vakayı üç grup halinde incelemiştir. Birinci grupta
organik kalp hastalığı olmayan bireyler, ikinci grupta kardiyomiyopatisi olan ve üçüncü
grupta ise geçirilmiş myokard infarktüsü (MI) olan hastalar yer almıştır. Bu çalışmada
örneklerin 12’sinde tek endokardiyal ilk uyarılma(endocardial breakthrough) bölgesi tespit
edilirken, 4 hastada ise ileti sistemi patolojisi olmayan “normal” kalplerde olduğu gibi biri
septumda diğeri de LV’ün üst-bazal kısmında olmak üzere iki adet ilk uyarılma bölgesi
bulunmuştur. Bu bulgu blok bölgesine uzakta bulunan proksimal LBB bölümlerinin LV
endokardını aktive etmeye devam edebileceğini düşündürmektedir. Aynı çalışmada LV’ ün
en son aktive olan bölgesi araştırıldığında tek erken uyarılma bölgesi olan hastaların
7’sinde bazal inferior ve lateral duvar en geç aktive olurken geriye kalan 2 hastada en son
superior-bazal kısımlar aktive olmuştur. Đki erken uyarılma bölgesi olan hastaların birinde
en son apeks bölgesi aktive olmuştur. Çalışmada 1. ve 2. grup arasında total LV
endokardiyal aktivasyon zamanı açısından fark bulunmazken 3. grupta bu değer her iki
gruptan anlamlı derece yüksek bulunmuştur. Aynı zamanda 3.grubun QRS süresi de diğer
iki gruptan anlamlı olarak uzun bulunmuştur. Bu bulgu infarkt bölgesindeki özel ileti
sistemi yapılarının da zarar gördüğü ve endokardiyal aktivasyon zincirine katkıda
bulunmadığını düşündürmektedir. Organik kalp hastalığı bulunmayan hasta grubunda ve
esas olarak myokardın zarar gördüğü kardiyomiyopati grubu hastalarında ise farklı
seviyelerde görülen bloklara rağmen distal ileti sistemi göreceli olarak sağlam kalması
nedeniyle total endokardiyal aktivasyon zamanı ve QRS süreleri daha düşük olmaktadır(25)
.
EKG’de LBBB görünümü ileti sisteminde herhangi bir seviyede meydana gelen
gecikmeden kaynaklanabilir. QRS kompleksinin başlangıcından LV ilk uyarılma zamanına
kadar geçen süre olarak tanımlanan transseptal aktivasyon zamanı tipik olarak LBBB
bulunan hastalarda uzundur. Ancak LBBB ve dilate kardiyomiyopatisi(KMP) olan
hastalarda 3D- contact ve noncontact haritalama yöntemleri ile yapılmış olan bir çalışmada
vakaların üçte birinde transseptal aktivasyon zamanları normal bulunmuştur. Bu grup
hastalarda LBBB morfolojisinin ileti sistemindeki gecikme nedeniyle olmadığı, intramural
aktivasyon zamanında meydana gelen uzamadan kaynaklandığı mantıklı bir görüştür.
8
Auricchio A. ve ark. yaptığı bu çalışmada ayrıca hastalar kendi ritmindeyken fragmente
QRS komplekslerinin görüldüğü derivasyonlarda RV apeksinden veya koroner sinüsten
pacemaker ile ritim oluşturulduğunda QRS fragmantasyonunun kaybolduğunu, tekrar
normal ritme dönüldüğünde fragmantasyonun devam ettiğini göstermişlerdir. Normal ritim
sırasında meydana gelen bu QRS fragmantasyonu, haritalama yöntemiyle tespit edilen
uyarı dalgasının LV’ ün ilk uyarılma bölgesinden çıktıktan sonra direk olarak lateral
duvara ulaşamayıp apeks ve inferior duvar üzerinden yayılarak lateral duvara gelmesinin
EKG karşılığıdır. Bu “U” şeklinde iletime sebep olan faktör ise anterior, lateral veya
inferior duvarda meydana gelen ve septuma paralel olarak ventrikül bazalinden apekse
doğru yönlenen fonksiyonel bir bloktur (line of block). Bu fonksiyonel bloğun yerini
belirleyen faktörler LV ilk uyarılma yeri ve transseptal iletim zamanıdır. Đlk uyarı yeri
apekse yaklaştıkça QRS süresi genişlerken ilk uyarılma noktası ile fonksiyonel blok
arasındaki mesafe kısalmaktadır. Đlk uyarılma yeri anteriorda veya bazal septumda olan
hastaların transseptal zamanları ve dolayısıyla QRS süreleri kısadır ve blok yeri septumdan
uzaktadır. Bu grup hastaların diğerleriyle kıyaslandığında, ventriküler anizotropi açısından
daha az risk altında olduğu düşünülmektedir(26).
LBBB’nun elektromekanik fonksiyonlar üzerine direk etkisinin yanı sıra koroner
perfüzyonda
da
değişikliklere
neden
olması
global
ventrikül
fonksiyonlarını
etkilemektedir. Nükleer kardiyoloji incelemelerinde egzersiz ile ĐVS’ da %73 e varan
sıklıkta geri dönüşümlü perfüzyon defektleri bildirilmiştir ve bu hastaların ancak
%10’unda koroner anjiyografi (KAG) ile sol ön-inen arterde (LAD) anlamlı darlık
saptanmıştır(27,28). Bu anormal septal görüntülerle ilgili olarak çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür. LBBB varlığında diyastol süresinin kısalması, ĐVS’ da asenkron kasılmaya
bağlı fonksiyonel iskemi olması, koroner arterlerde küçük damar hastalığı bulunması, ĐVS’
da fibrodejeneratif değişikler bulunması ve diastolde intramiyokardiyal basıncın yüksek
olması bunlardan bazılarıdır(28-30). Bununla birlikte Ono ve ark. yaptıkları hayvan
çalışmasında LBBB varlığında septumda perfüzyon defekti saptamalarına rağmen, LAD’
de laktat üretiminde ve glikoz tutulumunda artış olmadığını, dolayısıyla iskemi olmadığını
göstermişlerdir. Araştırıcılar sintigrafik olarak saptanan bu perfüzyon defektinin gerçek bir
iskemiden ziyade septumun diastolik kan akımının azalması ve sistolde septal
kalınlaşmanın azalmasıyla dengelenen hipoperfüzyonun göstergesi olduğunu ileri
sürmüşlerdir(31).
LBBB sol ventrikülün mekanik aktivasyon ahenginde gecikmeye sebep olarak
LV’ ün gerek sistolik gerekse diastolik fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilemektedir.
9
Normalde eş zamanlı gerçekleşen sağ ve sol ventrikül aktivasyonu LBBB varlığında bu
senkron aktivasyon özelliğini kaybetmekte ve meydana gelen interventriküler asenkroni
hacim-basınç ilişkisinde değişikliklere neden olarak paradoksal septal harekete neden
olmaktadır(32,33). Bu durum geleneksel ekokardiyografik yöntemlerle ve son dönemde
kullanıma giren daha yeni ekokardiyografik yöntemlerle gösterilmiştir. Sistolik ve
diyastolik fonksiyonlar üzerine olan bu olumsuz etki bilinen bir kardiyak hastalığı olmayan
bireylerde de (izole LBBB) görülmektedir. Đki boyutlu ekokardiyografik yöntemler ile
izole LBBB olan olguların diyastol sonu çaplarının normal bireylerden daha yüksek olduğu
ve ejeksiyon fraksiyonlarının (EF), normal sınırlarda olmasına rağmen, daha düşük olduğu
gösterilmiştir. Yine izole LBBB olan olguların Doppler ekokardiyografik parametreleri
incelendiğinde, bu grup hastaların izovolumetrik kontraksiyon ve relaksasyon zamanlarının
daha uzun olduğu dolayısıyla diastolik fonksiyonlarının bozulmuş olduğu görülmüştür.
Aynı grup hastada sistolik ve diastolik fonksiyonların ortak göstergesi olan miyokard
performans indeksi(MPĐ) de normal bireylerden daha yüksek bulunmuştur. Doku Dopppler
tekniğiyle incelendiğinde de benzer sonuçlar elde edilmiş olup, izole LBBB olan olguların
sol ventrikülün ortalama sistolik doku velositesi (Sm) normal bireylerden daha düşük, MPĐ
daha yüksek bulunmuştur (34,35).
Bu bulgular bir yönüyle izole LBBB olan olgularda kardiyovasküler mortalitenin
yüksek olmasının sebebini açıklarken diğer yandan LBBB’nun eşlik ettiği kardiyak
patolojiyle kliniklere başvuran hastalarda LBBB’nun mu patolojiye sebep olduğunu ya da
LBBB’nun patoloji sonucu mu meydana geldiği sorusunu akla getirmektedir.
BÖLÜM II
PACEMAKERLAR
Tarihçe
II. Dünya Savaşı sonrası dönemde askeri amaçlarla kullanılan fizik, kimya biyoloji
ve tıp bilimleri ve bilim adamaları savaş sırasında edindikleri bilgi birikimi ve
deneyimlerini artık insanı öldürmek yerine insan ömrünü uzatmak için kullanma fırsatı
bulmuşlardı. 1928 yılında Staphylococcus aureus kolonileri etrafında çoğalan küf
kolonilerini gözlemledikten sonra bu bulgusunu 1929 yılında makale haline getiren Sir
Alexander Fleming’in bu buluşu 2. Dünya Savaşı’nda binlerce hayat kurtaracaktı ve 1946
yılında Fleming’e Nobel Ödülü’nü getirecekti. Đnsanlık tarihi açısından bu buluş ne kadar
umut verici ve anlamlı ise Đngiltere’de bir hastasının kalbine kesi yaparken izlediği cerrah
10
arkadaşı Dwight E. Harken’e izlenimlerini anlatan doktor Paul M. Zoll’ ün “Kalbin bu
kadar kolay uyarılabilir olması beni hayrete düşürdü, dokunduğunuz anda kasılıyor, o
halde kalp neden dursun, çalıştıracak uyaran olmadığı için…..” sözleri de aynı derecede
anlamlı ve çığır açıcıdır(36).
Bu sözlerden bir süre sonra, 1952 yılında Zoll ve ekibi ilk başarılı eksternal
pacemaker implantasyonunu yaptılar. Bu işlemle birlikte Zoll ufuk çizgisini bir adım daha
ileri götürerek “ Böyle bir cihazla göğüs yüzeyinden kalp defibirile edilebilir, ventrikül
duraklamasından kurtarılabilir.” diyecekti(37).
Đlk kalıcı pacemaker implantasyonu göğüs cerrahı Ake Senning tarafından 1958
yılında gerçekleştirildi. Kullandığı düzeneğin leadleri myokardiyuma yerleştirilmişti ve
enerji kaynağı nikel-kadmiyum bazlı bataryaydı. Bu ilk kalıcı pacemaker bataryası birkaç
saatte, ikincisi birkaç haftada tükenmişti. Tekrarlayan batarya boşalmaları nedeniyle
hastaya toplam 26 defa batarya replasmanı yapılmak zorunda kalınmıştı(38,39). Takip eden
yıllarda Chardack ve Zoll da kalıcı pacemaker implante etmiş ve pacemaker tedavisi
adımlarını daha sağlam atmaya başlamıştı(40,41).
Bu yıllarda implantasyon hemen hemen her zaman senkop atağı geçirmekte olan
hastalara,
acil
koşullarda
sol-ön
torakotomi
sonrası
doğrudan
miyokardiyuma
gerçekleitiriliyor ve işlem cerrahlar tarafından yapılıyordu. Pacmakerlar kalbin elektriksel
aktivitesinden bağımsız olarak, sabit hızda bugünün sınıflandırması ile VOO modunda
çalşıyordu. O yıllarda lead kırılması ve eşik yükselmesi sonucu pacemakerın etkisiz
kalmasının yanında hekimlerin en sık karşılaştığı problem civa-çinko bazlı bataryalar ile
ilgili problemlerdi. Batarya ömürlerinin kısa oluşu ve bataryaların tahmin edilemeyen bir
zamanda aniden boşalmaları hekimi acil şartlarda batarya replasmanı yapmak zorunda
bırakıyordu ve hastada hayati tehlike oluşturması nedeniyle oldukça ciddi sıkıntılara yol
açıyordu(42). Bu bataryalar da 2. Dünya Savaşı’nın tıbba verdiği hediyelerden biriydi ve
savaş sırasında arazi telefonlarında kullanılmışlardı. Bataryalarla ilgili yaşanan bir diğer
önemli sorun da bataryanın kimyasal özelliği gereği çalışırken gaz oluşturması idi. Bu da
bataryanın vücut sıvılarından izole edilebilecek şekilde kaplanmasını engelliyordu.
Đlerleyen yıllarda batarya ömrü iile ilgili sorunları yenmek için önce diafragmanın veya
aortanın fazik hareketlerinden enerji üreten biyoenerjetik bataryalar ve sonsuz ömürlü
nükleer enerjili bataryalar gündeme gelecekti(40-45).
1960’ lı yılların ortalarında hekimler ventriküler aktivasyonu algılamayan ve sabit
hızda uyarı sağlayan pacemakerlar nedeniyle meydana gelen ventriküler fibrilasyonlar ve
olumsuz hemodinamik sonuçlarla uğraşmaya başladılar(46-48). Her dönemde olduğu gibi o
11
yıllarda da teknoloji hekimlerin ihtiyaçlarını yakından takip ediyor ve bu ihtiyaçlara hızlı
bir şekilde yanıt veriyordu. Kısa sürede sağlanan teknolojik gelişmelerle sadece
atriyoventriküler(AV) ileti kesintiye uğradığında devreye giren, bugünkü sınıflandırmayla
VVI ve VVT özellikli, pacmakerların üretilmesini sağladı.
1960’lı yıllarda sağlanan bir diğer devrim niteliğindeki gelişme de büyük venlerden
biri aracılığıyla, yani torakotomi yapılmadan pacemaker implantasyonun başlamasıydı.
Esnek leadlerin kullanıma girmesi bu işleme olanaklı hale getirmişti. Böylelikle cerrahi
müdahale olmadan işlem yapılabiliyor ve cerrah olmayan hekimler de işlemi
gerçekleştirebiliyordu(49,50). 1979 yılında soyulabilir klıfların kullanıma girmesinin
ardından venöz yolla implantasyon yaygınlaşmış ve 1990’ lı yıllara gelindiğinde işlemlerin
yarısından azı cerrahlar tarafından yapılır hale gelmişti(51,52). Yine aynı gelişmeler bugün
sıklıkla kullanılan elektrofizyolojik çalışmalara olanak sağlayacak kalbe giden yeni bir yol
açmıştı. 1970’li yıllara gelindiğinde standart bir pacemakerda venöz yolla takılma ve
algılama (sensing) özellikleri aranmaya başlamıştı.
1970 li yıllarda civa-çinko bazlı bataryalara kalıcı bir çözüm bulunmuş ve Lityum
bazlı
bataryalar
kullanılmaya
başlanmıştı.
Lityum-iyot
bazlı
bataryalar
enerji
yoğunluklarının yüksek olması nedeniyle diğer bataryalardan daha küçük boyutlardaydı ve
daha uzun ömürlüydü. Batarya ömrünün sonlarına doğru voltaj, civa-çinko bazlı
bataryaların aksine yavaş yavaş düştüğü için batarya değiştirme zamanı önceden
öngörülebiliyordu ve böylelikle hasta ve hekim için büyük problem yaratan acil batarya
replasmanlarına gerek kalmıyordu. Gaz oluşturma problemi de ortadan kalktığı için
yalıtımı mümkün hale gelmişti(53). Bu dönemin bir başka gelişmesi de pacemakerların
girişimsel bir müdahale yapılmadan hız, hassasiyet gibi parametrelerinin dışardan
programlanabilmeye başlamasıdır(54) .
1980’li yıllara gelindiğinde artık pacemakerlar uzun ömürlüydü, venöz yolla
takılabiliyordu ve dışardan programlanabiliyordu. Gelişen bu teknoloji sayesinde
pacemaker endikasyonları genişlemiş ve pacemakerlı hasta sayısı artmıştı. Ancak gelinen
nokta hala yetersizdi, çünkü kalbin fizyolojik uyarılma zinciri hala sağlanamıyordu. Bu
noktada yeni bir leadin sağ atriyuma yerleştirilmesi ile iki odacıklı pacemakerlar devreye
girdi. Uyarı amplitüdleri, uyarı hızları, hassasiyetleri ve AV gecikme süreleri
programlanabilir hale gelen bu tip pacemakerlarla hem atriyum hem ventrikül sense ve
pace edilebiliyordu(55,56). Bu şekilde kalbin fizyolojik uyarılma zinciri daha iyi taklit
edilebiliyordu.
12
Günümüzde hasta sinüs sendromundan hipertrofik veya dilate kardiyomiyopatiye
kadar geniş endikasyon spektrumu ile pacemaker implantasyonu yapılmaktadır.
Pacemakerların sınıflandırılması
Klinik endikasyonların değişmesi ve gelişmesi sonucu pacemaker teknolojsinde
meydana gelen ilerlemeler, uyarılan ve sense edilen odacıkların yeri, verilen yanıtın şekli
ve pacemakerın programlanabilme özelliklerini belirten bir sınıflandırma ihtiyacını ortaya
çıkarmıştır.
1974 yılında kullanılmaya başlayan ve 2002 yılında yenilenen bu sınıflandırma, 5
öğeli bir kodlama sistemi şeklinde tasarlanmıştır. Bu kodlama sistemine göre:
1. karakter, pacemaker tarafından uyarılan boşluk veya boşlukları tanımlamaktadır.
Burada “V” ventrikülün, “A” atriyumun, “D” hem ventrikülün hem atriyumun uyarıldığını
göstermektedir.
2. karakter, hangi boşluk ya da boşlukların sense edildiğini ifade etmektedir ve 1.
karakterlerle aynı kodları içermektedir.
3. karakter pacemakerın sense edilen olaya verdiği yanıtı göstermektedir. “I” sense
edilen olay ile pacemakerın inhibe olduğunu ve uyarı oluşturmadığını gösterirken ,“T”
sense edilen olay ile pacemakerın aktive olduğunu ve uyarı çıkardığını göstermektedir. “D”
ise pacemakerın hem inhibe hem de aktive olabilme özelliğini göstermektedir. Buna en iyi
örnek DDD özelliklerine sahip bir pacemakerın atriyumda meydana gelen bir elektriksel
aktiviteyi sense ettikten sonra atriyumu uyarmaması ancak bu uyarının ventriküle
iletilememesi durumunda ventrikülü uyarmasıdır.
4. karakter pacemakerın programlanabilme ve hız ayarlayabilme özelliğidir. “R”
harfi pacemakerın beden hareketlerini ya da solunum hızını algılayan bir algılayıcı
aracılığıyla kalp hızını değiştirebilme özelliğini gösterir.
5. karakter, pacemakerın birden fazla noktayı uyarabilme özelliğini gösterir.”A” bir
veya iki atriyumun, “V” bir veya iki ventrikülün, “D” atriyum ve ventriküllerin herhangi
bir kombinasyonunu göstermektedir. “0” ise bu özelliğin olmadığını gösterir (57) .
Bu kodlama sistemi ile kardiyoloji pratiğinde sıkça kullanılan pacemakerların
özellikleri Tablo 1’de özetlenmiştir.
DDDR
Atriyum ventrikül hızları algılayıcıdan gelen uyarılar ile programlanan en
yüksek ve en düşük kalp hızları arasında yükseltilebilir veya azaltılabilir.
13
DDD
Hem atriyumu hem ventrikülü programlanan hız limitlerinde uyarır.
Algılama özelliği olmadığı için ventrikül hızı eğer varsa atriyum hızı ile
ayarlanır. Eğer atriyal ritim de yoksa hız programlanan limitler içerisinde
atriyum uyarısı ile sağlanır.
DDIR
Hem atriyumu hem ventrikülü uyarır ve sense eder. Algılanan P veya R
dalgasına verilen yanıt inhibisyondur. Atriyum ve ventrikül hızları
algılayıcıdan gelen uyarılarla programlanan limitlerde yükseltilip azaltılır.
VDD
Sadece ventrikülü uyarır ancak ventrikül ve atriyumları sense eder.
Atriyumdan çıkan uyarıyı takiben belirli bir süre içinde ventrikülde uyarı
oluşmazsa ventrikülü uyarır. Programlanan üst ve alt hız limitleri içinde
hızı atriyal hız belirler.
VVI
Programlanan hız limitleri içinde sadece ventrikülü uyarır. Ventrikül
uyarısı varlığında uyarı oluşturmaz.
VVIR
Programlanan hız limitleri içinde algılayıcıdan gelen uyarılarla sadece
ventrikül uyarısı ile ritim hızlandırır veya yavaşlatılır.
AAI
Atriyumu sense eder ve uyarır. Hız programlanan limitlerin dışına
çıktığında devreye girer. Ventriküller fizyolojik ileti sistemi ile uyarılır
AAIR
Algılayıcıdan gelen uyarılar ile sadece atriyumu uyarır.
Tablo 1: Kardiyoloji pratiğinde sık kullanılan Pacemakerların özellikleri
2002 ACC/AHA/NASPE KALICI PACEMAKER VE ANTĐARĐTMĐK CĐHAZ
ĐMPLANTASYON KLAVUZUNA GÖRE BRADĐKARDĐYĐ ÖNLEME AMAÇLI
PACEMAKER KULLANIM ENDĐKASYONLARI
Yetişkin hastalarda kazanılmış tam A-V blok
Sınıf 1
1. Herhangi bir anatomik seviyede aşağıdakilerle ilişkili 3. derece veya ileri
düzeyde 2. derece AV blok
a. Semptomların eşilik ettiği bradikardi. (kanıt düzeyi-kd:C)
b. Aritmi veya başka medikal sebeplerle bradikardiye neden olan ilaç
kullanımı.(kd:C)
c. Semptomu olmayan hastalarda ispatlanmış 3 saniye veya daha uzun süreli
asistoli veya uyanıkken 40/dk’dan daha yavaş kaçış ritmi.(kd:B,C)
d. AV bileşkenin kateter ablasyonu sonrası.(kd:B,C)
14
e. Kardiyak cerrahi sonrası gerileyeceği düşünülmeyen AV blok(kd:C)
f. AV ileti sistemi hastalığının seyri tahmin edilemeyeceği için miyotonik müsküler
distrofi, Kearns-Sayre sendromu, Erb distrofisi ve peroneal musküler atrofi gibi
nöromusküler hastalığı olan AV blok hastaları. (kd:B)
2. Bloğun tipi ve yerine bakılmaksızın semptomatik bradikardi ile ilişkili 2. derece
AV blok
Sınıf 2a
1. Özellikle kardiyomegali ve sol ventrikül(LV) disfonksiyonu varlığında,
uyanıklık kalp hızı 40/adk üzerinde olan asemptomatik 3. derece AV blok hastaları
2. Asemptomatik, dar QRS’li 2. derece AV blok( kd:B)
3. Farklı endikasyonlarla yapılan elektrofizyolojik çalışmada His seviyesinde veya
altında olduğu tespit edilen 2. derece tip 1 AV blok.(kd: B)
4.Semptomları pacemaker sendromuna benzeyen 1. veya 2. derece AV blok(kd: B)
Sınıf 2b
1. Sol atriyum dolum basıncının düşmesine bağlı olarak hemodinamik düzelme
sağlanabileceği düşünülen LV disfonksiyonu ve semptomları olan ileri düzeyde 1. derece
AV bloğu( PR> 0,3 sn) olan hastalar. (kd:C)
2. AV ileti sistemi hastalığının seyri tahmin edilemeyeceği için miyotonik müsküler
distrofi, Kearns-Sayre sendromu, Erb distrofisi ve peroneal musküler atrofi gibi
nöromusküler hastalığı ve herhangi bir derecede AV bloğu olan hastalar. (kd:B)
Sınıf 3
1. Asemptomatik 1. derece AV blok. (kd:B)
2. His üstü seviyede, ya da His içinde veya altında olduğu bilinmeyen
asemptomatik 2. derece tip AV blok. (kd:B)
3. Düzeleceği ya da tekrar etmeyeceği düşünülen AV blok ( ilaç toksisitesi, Lyme
hastalığı, uyku apne sendromundaki hipoksi sırasında olduğu gibi) (kd:B)
Kronik bifasiküler ve trifasiküler AV blok
Sınıf 1
1. Aralıklı 3. derece AV blok .(kd:B)
2. Đkinci derece tip 2 AV blok. (kd:B9
3. Alterne eden dal bloğu. (kd:C)
Sınıf 2a
15
1. Özellikle ventriküler taşikardi gibi olası sebepler dışlandıktan sonra AV bloğa
bağlı olduğu gösterilemeyen senkop. (kd:B)
2. Asemptomatik hastalarda elektrofizyolojik çalışma sırasında tespit edilen
belirgin şekilde uzamış HV intervali(100 msn veya daha uzun). (kd:B9)
3. Elektrofizyolojik çalışma sırasında tesadüfi olarak tespit edilen uyarılmaya bağlı
His seviyesi blok (kd:B)
Sınıf 2b
AV ileti sistemi hastalığının seyri tahmin edilemeyeceği için miyotonik müsküler
distrofi, Kearns-Sayre sendromu, Erb distrofisi ve peroneal müsküler atrofi gibi
nöromusküler hastalığı ve herhangi bir derecede fasiküler bloğu olan hastalar. (kd:C)
Sınıf 3
1. AV blok ya da semptom bulunmayan fasiküler blok.(kd:B)
2. Semptom olmayan hastalarda 1. derece AV bloklu fasiküler blok. (kd:B)
Myokard
infarktüsünün
erken
dönemini
takiben
kalıcı
pacemaker
implantasyonu
Sınıf 1
1.Bilateral dal bloğu ve His-Purkinje sistemi içindeki 2. derece AV blok veya His
Purkinje sistemi içinde veya altında 3. derece AV blok. (kd:B)
2. Geçici 2. veya 3. derece infranodal Av blok ve ilişkili dal bloğu. Eğer blok
seviyesi belli değil ise elektrofizyolojik çalışma gerekli olabilir. (kd:B)
3. Kalıcı ve semptomatik 2. veya 3.derece AV blok. (kd:C)
Sınıf 2B
AVN seviyesinde kalıcı 2. veya 3. derece AV blok.(kd:B)
Sınıf 3
1. Đntraventriküler ileti defekti olmaksızın geçici AV blok. (kd:B)
2. Đzole sol ön fasikül varlığında geçici Av blok. (kd:B)
3. AV blok olmaksızın kazanılmış sol ön fasikül bloğu.(kd:B)
4. Eski veya süresi belli olmayan dal bloğu varlığında kalıcı 1. derece Av blok.
(kdB)
Sinüs nodu disfonksiyonunda kalıcı pacemaker kullanımı
Sınıf 1
16
1. Belgelenmiş semptomatik bradikardiye neden olan sinüs nod disfonksiyonu.
Bazı hastalarda bradikardi başka bir alternatifi olamayan ilaç türü veya dozunun sonucu
olarak iatrojenik olarak oluşabilir. (kd: C9
2. semptomatik kronotropik inkompetans. (kd:C)
Sınıf 2a
1. Kendiliğinden veya lüzumlu bir ilaç tedavisi sonucu ortaya çıkan bradikardi ile
uyumlu semptomların geliştiği sinüs nod disfonksiyonu. (kd:C)
2. Elektrofizyolojik çalışma ile sinüs nod fonksiyonu tespit edilen veya uyarılan
açıklanamayan senkop. (kd:C)
Sınıf 2b
Uyanıkken kalp hızı kronik olarak 40/dk’ın altında olan minimal semptomatik
hastalar. (kd:C)
Sınıf 3
1. Sinüs bradikardileri (kalp hızı 40/dk’dan az olan hastalar) ilaç tedavisi sonucu
olan asemptomatik sinüs nod disfonksiyonu.
2. Semptomların net düşük kalp hızına bağlı olmadığı gösterilen sinüs nod
disfonksiyonu.
3. Zorunlu olmayan bir ilaç tedavisi ile oluşan sinüs nod disfonksiyonu.
Hipersensitif karotis sinüsü sendromu ve nörokardiyojenik senkopta
pacemaker kullanımı
Sınıf 1
Karotis sinüs stimülasyonuyla oluşan tekrarlayan senkop: sinüs nodu veya Av
iletiyi baskılayan tedavilerin yokluğunda karotis sinüse minimal baslı ile 3 saniyeden uzun
ventriküler asistoli meydana gelmesi. (kd:C)
Sınıf 2a
1. Belirgin provakatif olaylar olmadan hipersensitif kardiyoinhibitör yanıtla
tekrarlayan senkop. (kd:C)
2.
Eğik masa testi ya da spontan olarak belgelenen bradikardi ile ilişkili
semptomatik ve tekrarlayan nörokardiyojenik senkop. (kd:B)
Sınıf 3
1. Karotis sinüsü uyarılmasına, semptom olmadan veya baş dönmesi gibi belirgin
olmayan semptomların varlığında hiperaktif kardiyoinhibitör yanıt alınması. (kd: C)
17
2. Hiperaktif kardiyoinhibitör yanıt olmadan tekrarlayan senkop, baş dönmesi
olması. (kd:C)
3. Tetikleyen hareketten kaçınmayla önlenebilen vazovagal senkop. (kd:C) (107)
Uygun pacemaker modunun seçilmesi
Pacemaker implantasyonu kararı verildikten
sonra hangi tip pacemaker
kullanılacağı primer endikasyonun ne olduğuna, eşlik eden klinik problemlere, sinüs
nodunun durumuna, paroksismal taşiaritmilerin varlığına ve hastanın genel sağlık
durumuna ve bedensel aktivite düzeyine bağlıdır.
Sinüs nodu hastalığı olan hastalarda eğer AVN ve His demeti hastalığı yok ise
atriyal pacemaker (AAI) kullanılması gerekmektedir. Çünkü bu grup hastalarda 2. ve 3.
derece Av blok gelişme ihtimali senelik %1’dir(58). Bununla birlikte eşlik eden AVN veya
His hastalığı veya dal bloğu varlığında ve beta bloker veya kalsiyum kanal blokeleri gibi
AV iletiyi yavaşlatan ilaç kullanımı zorunluluğu varsa, hastanın yaşından bağımsız olarak
iki odacıklı pacemaker kullanılması gereklidir(59).
AVN, His demeti veya fasikül hastalığı olan ve sinüs ritminde olan hastalarda AV
senkroniyi korumak için ya çift leadli DDD pacemaker sitemleri ya da tek leadli VDD
pacemaker sistemleri kullanılmalıdır(60). Bu grup hastalarda kronik atriyal fibrilasyon varsa
tek odacıklı ventriküler pacemaker sitemleri (VVI veya VVIR) kullanılmalıdır.
Sinüs nodu hastalığı, AVN hastalığı veya fasiküler bloğu olan hastalarda eğer kalp
hızı fiziksel aktiviteye uygun olarak arttırılamıyorsa ve hastada eforla ilişkili semptomlar
varsa hız-ayarlamalı (rate adaptive) pacemakerlar kullanılmalıdır.
Eğer hastanın seyrek olarak görülen, sinüs nodu veya AVN ile ilişkili semptomatik
bradikardi atakları görülüyorsa bu grup hastalarda tek odacıklı ventriküler (VVI) özellikli
pacemakerların kullanılması uygundur.
Karotis sinüsü hipersensivitesi veya vazovagal senkop gibi nörokardiyojenik
senkop durumunda ise iki odacıklı pacemaker sistemlerinin kullanılması daha
uygundur(61,62).
Đki odacıklı pacemakerın çalışma prensibi
18
Bir atriyal vuru oluşumundan sonra atriyal algılayıcıda AV interval sayacı
çalışmaya başlar. Bu dönemde atriyal algılayıcı saat refrakter durumdadır. Ventriküler
algılayıcı kanalda AV interval(AVI) dönemi 3 bölümden oluşmaktadır. Ventriküler
algılayıcının atriyal pacemaker uyarısını algılamasını engellemek için tasarlanmış olan
boşluk döneminde ventriküler algılayıcı kanal refrakter dönemdedir. Ventriküler uyarı
oluşumunun uygunsuz olarak inhibisyonunu ve asistoliyi engellemek için tasarlanmış olan
güvenli uyarı çıkarma döneminde ventriküler algılayıcı kanalda algılanan herhangi bir
uyarıyla AVI intervalinin sonunda ventriküler uyarı oluşturulur. Eğer bu dönemde
herhangi bir aktivite algılanmazsa alert dönemine geçilir. Alert döneminde algılanan
herhangi bir aktivite ile ise ventriküler uyarı oluşumu engellenir. AVI sona erdiğinde
ventriküler kanalda herhangi bir aktivite algılanmazsa bir ventriküler uyarı oluşturulur(ilk
uyarılan QRS kompleksi).Ventriküler kanalda kendiliğinden veya uyarı ile oluşturulmuş
bir aktivitenin ardından postventriküler atriyal refrakter periyod (PVARP) ve ventriküler
refrakter period(VRP) başlar ve bu dönemde kaçış hızı sayacı devreye girer. Kaçış hızı
sayacı döneminde eğer bir atriyal aktivite algılanırsa atriyal uyarı oluşturulmaz ve yine
AVI dönemi ve diğer dönemler sırayla aynı şekilde devam eder(2. uyarılan QRS
kompleksi). Kaçış hızı sayacı eğer bir atriyal aktivite algılamazsa atriyal uyarı oluşturulur.
Eğer AVI sayacı döneminde spontan bir QRS oluşursa ventriküler uyarı oluşturulmaz(3.
spontan QRS kompleksi)(63).
PACEMAKER ĐLE ÇALIŞAN KALBĐN HEMODĐNAMĐK ÖZELLĐKLERĐ
Dışardan uyarıyla çalışan bir kalpte AV senkroninin sağlayacağı avantajlar birkaç
madde halinde sıralanabilir. Bunlar 1. Ventriküler ön yüklenmenin dolayısıyla ventriküler
19
kontraksiyon gücünün arttırılması, 2. AV kapakların sistolden önce kapanmasının
sağlanarak bu kapaklarda oluşabilecek sistolik yetersizlik akımlarının önlenmesi, 3.
Atriyum basınçlarının düşük kalması buna bağlı olarak da venöz dönüşün kolaylaşmasını
sağlanması, 4. Atriyal hacim ve basıncın düzelmesi ile otonomik ve nörohormonal
reflekslerin düzenlenmesi (64).
Sistemik kan basıncı ve kardiyak atım hacmi AV senkroninin önemi konusundaki
en önemli ölçütlerdir. Genel olarak AV senkroni sağlanarak yapılan kardiyak pacing ile
ventriküler pacinge benzer veya biraz daha yüksek sistolik kan basıncı sonuçları elde
edilmiştir(65). Şekil 3’de atriyal, AV ve ventriküler uyarı ile yapılan uygulamalarda elde
edilen kan basınçları gösterilmiştir. Burada atriyal pacing ile AV senkroni sağlanarak
yapılan pacing sırasında femoral arterden ölçülen kan basınçları arasında bir fark olmadığı
görülmekteyken, ventriküler pacing ile elde edilen kan basıncı değerlerinin diğer iki uyarı
biçiminden daha düşük olduğu izlenmektedir(64).
Şekil 3: Atriyal pacing(solda), AV senkron pacing (orta) ve ventriküler pacing(sğda) sırasında
femoral arterden elde edilen kan basıncı eğrileri(mmHg). I,II EKG derivasyonları, AEG: Atriyal
elektrokardiyogram.
Bazı hastalarda ventriküler uyarım ile kan basıncında çok daha belirgin ve
semptomlara neden olan düşüşler görülmektedir. Bu durumu neden olan faktörler arasında
atriyal vurunun, zamanlamasının bozulması nedeniyle, ventrikül ön yüklenmesine olan
katkısının bozulması sonucu kardiyak atım hacminde meydana gelen düşme ve yine uygun
olmayan atriyal kontraksiyon zamanlaması nedeniyle kardiyak inhibitör reflekslerin
devreye girmesi sayılabilir. Klinik uygulamada hasta kontrolü sıklıkla yatar pozisyonda
yapıldığı için özellikle ventriküler ön yüklenme kısıtlanması olan hastalarda kan basıncı
normal seviyede bulunabilir. Ayakta veya oturur pozisyonda yapılan kontroller ile kan
20
hacminin vücudun alt kısmında göllenmesi nedeniyle bu tip hipotansif ataklar daha kolay
tanı konabilir hale gelecektir.
Ventriküler uyarım sırasında meydana gelen ve hemodinamiye önemli etkileri olan
bir diğer olay da ventrikülo-atriyal(VA) elektriksel iletidir. VA ileti elektriksel uyarının
ventrikülün ilk uyarıldığı bölgeden fizyolojik ileti sistemi aracılığıyla atriyumlara doğru
iletilmesidir. Bu durumda ventrikül sistolü sırasında yani AV kapaklar kapalıyken atriyal
kontraksiyon meydana gelerek atriyal vurunun ventrikül ön yüklenmesine ve dolayısıyla
kardiyak atım hacmine katkısı ortadan kalkmaktadır. Ventrikülo-atriyal ileti çoğunda ileti
sistemi sağlam olduğu için hasta sinüs sendromlu hastalarının %90’ına varan kısmında
görülebilmekteyken, AV blok hastalarının %15-35’inde görülmektedir(66–68).
Ventriküler pacing sırasında VA iletim olmasa da zaman zaman bu tip atriyoventriküler diskordans görülebilmektedir. Bu diskordans ventrikül ve atriyum hızları
arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır ve zaman zaman meydana geldiği için
kompansatuar mekanizmaların gelişimine izin vermemekte ve hastalarda daha ciddi
semptomların görülmesine neden olmaktadır.
Oklahama çalışmasında AV senkroninin kardiyak indeks üzerine olan etkisi geniş
bir hasta grubunda gösterilmiştir. AV intervali 150Ms tutularak 80/dk kalp hızında yapılan
AV senkron uyarı ile yine aynı hızda yapılan ventriküler uyarı karşılaştırıldığında AV
senkroni sağlanan grubun kardiyak atım hacminin daha yüksek olduğu bulunmuştur(65).
(Şekil 4)
Şekil 4: Termodilüsyon yöntemiyle AV senkron pacing(sol) ve ventriküler(v) pacing sırasında
elde edilen kardiyak indekslerinin karşılaştırılması.
21
Genel bir görüş birliği ile kardiyak fonksiyonlarında anormallik bulunan hastalar
AV senkron pacingden daha fazla fayda görmektedirler. Bu faydalanımı sağlayan tek
faktör kardiyak atım hacmindeki artış değildir(69,70). LV diyastol sonu hacmi(EDV) yani ön
yükü, kardiyak atım hacmiyle birlikte değerlendirildiğinde bu grup hastalarda AV
senkroninin önemi daha iyi anlaşılabilmektedir.(Şekil 5) Varsayımsal olarak ventrikül
fonksiyonu normal olan hastaların (1.eğri), hafif sol ventrikül sistolik disfonksiyonu olan
hastaların(2.eğri), ileri derecede sol ventrikül sistolik disfonksiyonu olan hastaların (eğri 3)
ve hipertrofik kardiyomiyopatisi olan hastaların diyastol sonu hacimleri (EDV) ile
kardiyak atım hacmini karşılaştıran eğri incelendiğinde 1. grup hastaların EDV’lerinin
arttıkça atım hacimlerinin de belirli bir noktaya kadar düzenli olarak arttığı ve bu noktadan
sonra artış olmadığı görülmektedir. 2. ve 3. grup hastalarda ise EDV ile atım hacmi
arasındaki ilişkinin daha az belirgin olduğu görülürken 4. grup hastalar incelendiğinde,
yani sistolik fonksiyonu normal hatta normalin üstünde olan ve küçük ventrikülü,
diyastolik dolum kusuru olan hipertrofik kardiyomiyopati hastalarında EDV’de meydana
gelen ufak bir değişikliğin atım hacmine daha büyük oranda yansıdığı görülmektedir.
Atriyal vuru diastolün geç döneminde meydana geldiği için bu eğrilerin 2. bölümleri (A)
atriyal vuru ile sağlanan kardiyak atım hacmi olarak kabul edilebilir. Bu kabullenme ile
yola çıkıldığında eğrilerin 1. bölümleri (B) ventriküler pacing ile sağlanan kardiyak atım
hacimlerini temsil eder. AV senkroni bütün hasta gruplarında belirgin olarak kardiyak atım
hacmini arttırırken en belirgin artışın küçük hacimli ve dolum kusuru olan 4. grup
hastalarda olduğu rahatlıkla görülebilir.
Şekil 5: Normal Sistolik fonksiyonlu(1), hafif(2) ve orta(3) derecede sistolik disfonksiyonu
olan hastalar ile hipertrofik kardiyomiyopatisi olan hastalarda(4) EDV ile atım hacmi arasındaki ilişki
ve atriyal vurunun(A) atım hacmine katkısı.(SV, atım hacmi)
22
Sol atriyum basınçları incelendiğinde de AV senkroni sağlanarak yapılan pacingin
ventriküler pacing ile karşılaştırıldığında hemodinamik parametreler üzerine olan olumlu
etkisi gösterilebilir. Sol atriyumda meydana gelen basınç değişiklikleri pacemaker
hastalarının çoğunda semptomların ortaya çıkmasına neden olan en önemli hemodinamik
parametrelerdir. AV senkroninin sağlanamadığı durumlarda sol ventrikülün diyastolde
dolumunu sağlamak için sol atriyumda daha yüksek basınçlar oluşmakta ve bu basınç
yüksekliği pulmoner vasküler yatağa yansımaktadır. Pulmoner kapiller tıkama basıncı
(PCWP) ile farklı pacing yöntemleri sırasında ölçüldüğünde AV senkroninin sağlandığı
durumlarda daha düşük PCWP’ın sağlandığı gösterilmiştir. Şekil 6 incelendiğinde AV
senkroninin sağlandığı hastalarda fazik dalgalanma göstermeyen ve 4-8 mmHg düzeyinde
PCWP eğrisi elde edilirken ventriküler uyarılma yapılan ve VA iletinin sağlam olduğu
hastalarda mitral kapağın kapalı olduğu dönemde kontraksiyon gösteren sol atriyuma bağlı
dev Canon A dalgaları ve daha yüksek ortalama PCWP eğrisi görülebilir. Sol atriyum ve
pulmoner vasküler yatakta meydana gelen değişikliklerin benzerinin sağ atriyum ve
sistemik venlerde de meydana gelebileceği rahatlıkla öngörülebilir. Şekil 7 ventriküler
pacing yapılan hastada 1:1 ve 2:1 ventrikülo-atriyal ileti sırasında ortaya çıkan eş zamanlı
RA basınçları ile PCWP eğrilerini göstermektedir(64) . Yukarıda bahsedildiği gibi atriyum
kontraksiyonu sadece ventrikülo-atriyal ileti sırasında değil aynı zamanda atriyum ve
ventrikül hızının uyumsuz olduğu herhangi bir pacemaker modunda görülebilmektedir.
Şekil 6: Av senkroni sağlanan(sol) ve sağlanmayan pacing gruplarında PCWP eğrileri. Ventriküler
pacing yapılan grubun PCWP ortalama 8-12mmHg seviyesinde ve Cannon A dalgaları şeklinde fazik sistolik
pik dalgalar(ok). VE: ventriküler elektrokardiyogram, diğer kısaltmalar şekil 3’deki gibidir.)
23
Şekil 7: Ventriküler pacing sırasında elde edilen eş zamanlı PCWP ve RA basınçları ve
1:1(sol) ve 1:2 VA ileti (sağ) sırasında ortaya çıkan Cannon A dalgaları (oklar).
Atriyumlarda meydana gelen bu değişiklikler nörohümoral sistemi de aktive ederek
ventriküler pacing yapılan hastalarda ANP düzeylerinin daha yüksek olmasına neden
olmaktadır(71). Bunun yanında V pacing yapılan hastalarda sempatik sinir tonusunun ve
katekolamin düzeylerinin de daha yüksek olduğu bildirilmiştir(72).
Ventriküler uyarma sırasında sistemik vasküler rezistans (SVR) daha yüksek
düzeylere çıkmaktadır. Bunun kardiyak atım hacminin düşmesine bağlı hipotansiyondan
kaynaklandığı düşünülmektedir(73,74) . Bu durumda özellikle AV senkron olarak
uyarılmayan LV bir yandan atriyal vurunun kaybıyla ön yüklenmede büyük bir avantajını
kaybederken diğer yandan da yüksek ardyüke karşı kan pompalamak zorunda kalmaktadır.
Düşük önyük ve artmış ardyük baskısı altında çalışan ventrikülün uzun dönemde
fonksiyonlarında bozulmaların olabileceği ortadadır.
Kardiyak fonksiyonun belirlenmesinde önemli bir yere sahip olan Ejeksiyon
Fraksiyonu (EF) ise AV ve ventriküler pacing yapılan hastalarda çok büyük farklılık
göstermemektedir. EF’nun bileşenleri olan EDV ve atım hacmi asenkron ventriküler
uyarılma yapılan hastalarda eşit miktarlarda azaldığı için matematiksel olarak EF’ unda
belirgin bir değişiklik meydana gelmemektedir(64).
AV senkronizasyonun sağlandığı pacemaker sistemlerinde de AV intervali uygun
olarak programlanmadığında atriyum ve ventriküllerin kasılma zamanlamalarında belirgin
bozulmalar ve bunların hemodinamik etkileri görülebilmektedir. Aşırı derece uzun AV
intervallerinde mitral kapak ventrikülün uygunsuz olarak dolması nedeniyle erken
kapanmakta ve diyastol süresi kısalmaktadır. Yine AV intervali uzun olduğunda ventrikül
24
sistolünden önce mitral kapağı açılarak diyastolik mitral yetersizliğine neden olmaktadır.
AV intervali çok kısa süreli programlandığında ise ventrikülün aktif doluş süresi
kısalmaktadır ve mitral kapak ventrikül sistolü sırasında açık kaldığından sistolik mitral
yetersizliğine neden olmaktadır (75,76). (Şekil 8)
Şekil 8: Çok kısa (üst) ve çok uzun AV intervallerinde mitral kapanma zamanlamasında
meydana gelen bozukluk. a ve b kısa ve uzun AV intervaller sırasında ventriküler pacing
artefaktıyla(VPA) mitral kapak kapanması arsındaki en uzun zaman dilimini ifade etmektedir (77).
Fizyolojik olarak egzersizle kalp hızı arttığında EKG’de PR mesafesi doğrusal
olarak azalma görülmektedir. Pacemaker hastalarında bu fizyolojik özelliği taklit
edebilmek için sabit AV intervaller yerine hareketi algılayan özel algılaycılar ile artan
uyarı hızlarında AV intervali kısaltılmaktadır.
Pacemaker Sendromu
Đlk kez 1969’te tanımlanan bu sendrom(78), pacemaker hastalarında AV senkronin
bozulmasına bağlı olarak görülen ve AV senkronin düzeltilmesiyle ortadan kaybolan çeşitli
semptomlardan oluşmaktadır. Sendrom sadece VVI kodlu pacemaker hastalarında değil
aynı zamanda iki odacıklı yada atriyal uyarı oluşturan pacemaker hastalarında da PR
mesafesinin çok fazla uzadığı durumlarda görülebilmektedir(64). AV senkroninin kaybı
sonucu kardiyak atım hacminin azalmasına ve hipotansiyona bağlı olarak senkoptan, baş
dönmesi ve halsizliğe kadar çeşitli semptomların yanında pulmoner vasküler yatakta
meydana gelen basınç artışına bağlı egzersiz ya da istirahat dispnesi ve sağ kalp
25
boşluklarında meydana gelen basınç değişiklikleri nedeniyle oluşan ödeme kadar çeşitli
semptomlar pacemaker sendromunun belirtileri olabilir.
Pacemaker sendromunun en ciddi şekilde görüldüğü hasta grubu AV senkroninin
olmamasının yanında ventrikülo-atriyal iletinin bulunduğu hastalardır. Bu grup hastalarda
mitral kapak kapalı iken meydana gelen atriyal vuru pulmoner yatakta basınç artışına
neden olurken, bu basınç artışı da atriyumlardaki ve pulmoner venlerdeki afferent vagal
sinirleri uyararak otonomik dengenin parasempatik sistem yönüne kaymasına neden
olmaktadır. (Şekil 9) Bu grup hastalar parasempatik sistem hâkimiyeti nedeniyle kardiyak
atım hacminin düşmesine adrenerjik bir yanıt olan SVR düzeylerini artırma refleksini
geliştirememektedir. Ventriküloatriyal ileti olmasa da ventriküler uyarı ile yapılan
pacemaker uygulamalarında zaman zaman sinüs ritmi ile oluşan P dalgaları ile pacemaker
tarafından oluşturulan QRS dalgaları arasında görülen uyumsuzluk da ventriküloatriyal
iletimi taklit eder biçimde atriyumların mitral kapak kapalıyken kasılmasına neden olarak
atriyum ve pulmoner venöz yataktaki basıncı yükseltmektedir(79). (Şekil 10)
Şekil 9: Transösefajiyal ekokardiyografi(TEE) ile 1:1 ventriküloatriyal ileti sırasında her siklusta
pulmoner vende meydana gelen retrograd akım(z). EKG’de eş zamanlı retrograd P dalgaları.
Şekil 10: 75/dk hızında pacemaker ritmi sırasında QRS komplekslerini takip eden P dalgaları(üst) ve
TEE ile pulmoner ven akımının Doppler kaydında retrograd akım(z,alt)
Pacemaker sendromu sıklığı %2 ila %83 arasında bildirilmektedir(80,81). Bu
büyük farklılığın en önemli iki sebebi değişik çalışmalarında tanı kriterlerinin ve tanıya
26
uygun tedavi şeklinin farklı olmasıdır. Pacemaker Selection in the Elderly(PASE)
çalışmasında sendromun tanımı ventriküler uyarılmadan iki odacıklı uyarılmaya
pacemaker programının değiştirilmesinin zorunlu hale getirecek kadar fazla semptomların
olması şeklinde yapılmıştır ve sendromun sıklığı %26 olarak bildirilmiştir(82). Mode
Selection Trial in Sinus Node Dysfunction( MOST) isimli çalışmada ise sendrom farklı iki
şekilde tanımlanmıştır. Birinci tanımlamaya ventrikülo-atriyal ileti varlığında yeni veya
kötüleşen, nefes darlığı, ortopne, juguler ven basıncı artışı, ral ve ödem varlığı olan
hastalar dahil edilirken 2. tanımlamaya sinüs ritmi veya atriyal uyarılma ile
kıyaslandığında sistolik kan basıncında 20mmHg’dan fazla düşme olan veya senkop,
presenkop, göz kararması gibi semptomlar tanımlayan hastalar dahil edilmiştir ve bu
çalışmada sendromun sıklığı %18,3 olarak bildirimiştir(83). Canadian Trial of Physiologic
Pacing (CTTOP) çalışmasında ise sendromun tanımı cerrahi müdaheleyle VVI modundan
DDD moduna geçme ihtiyacının ortaya çıkması şeklinde yapılmış ve sendromun sıklığı %
2,7 olarak bildirilmiştir(84). Heldman Ve arkadaşları 16 farklı semptomu sorgulayarak
yaptıkları çalışmada sendrom sıklığını %83 olarak bildirmişlerdir(81).
Pacemaker sendromu, implantasyon sırasında yapılacak olan, ventriküler uyarılma
ile kan basıncı değerlendirmesi ile engellenebilir. Ventriküler uyarı sırasında kan
basıncında 20mmHG veya daha fazla düşüş görülen hastalarda VVI kodlu pacemakerlar
yerine DDD kodlu pacemaker kullanılması düşünülmelidir. VVI kodlu pacemaker
hastalarında meydana gelen pacemaker sendromunun en temel tedavi şekli ise pacemakerın
DDD kodlu pacemakerlarla değiştirilmesi ve en düşük pacing hızının düşük kalp hızlarına
programlanarak hastanın sinüs ritminde kalma oranın arttırılmasının sağlanması ve
histerezisin kullanılmasıdır. Bu grup hastalarda sinüs nodunu baskılayan ilaçların da
kullanımından kaçınarak hastanın fizyolojik uyarı-ileti zincirinde daha fazla sürede
kalması sağlanabilir. Seyrek olarak görülmekle birlikte DDD kodlu pacemaker hastalarında
görülen pacemaker sendromu tedavisinde ise atriyal yakalamanın sağlanması, atriyum dışı
uyarılmanın(VDD) engellenmesi semptomların giderilmesinde faydalı olmaktadır(64).
Sağ ventrikül apeksinden uzun süreli pacingin olumsuz etkileri
Son yıllarda özellikle LBBB olmak üzere intraventriküler ileti bozukluklarının
normal ve kardiyak disfonksiyonu olan bireylerdeki olumsuz etkileri gösterilmiştir. LBB
varlığında ventriküllerin anormal uyarılma zinciri nedeniyle meydana gelen ventriküler
senkronizasyon bozuklukları gerek normal kalpte gerekse fonksiyon bozukluğu olan kalpte
olumsuz etkilere neden olmaktadır.
27
Pacemaker tedavisinde yaygın olarak kullanılan RV apeksinden uyarılma sonucu
oluşan iatrojenik LBBB’nun da aynı hemodinamik bozukluklara yol açabileceği
gösterilmiştir(85).
RV apeksinden yapılan pacingin olumsuz etkileri
•
Đatrojenik olarak artırılan intraventriküler ileti gecikmesi
•
LV’ de elektriksel ve mekanik senkronizasyon bozukluğu
•
LV’ de yeniden şekillenme
•
Miyokardda meydana gelen histopatolojik bozukluklar
•
Sistolik ve diastolik ventrikül disfonksiyonu
•
Myokard perfüzyon defektleri ve segmentler hareket
kusurları
•
Fonksiyonel mitral yetersizliği
•
Atriyal Fibrilasyon sıklığında artış
•
Ventriküler aritmi sıklığında artış
•
Sempatik sinir sistemi aktivasyonu
•
Eşlik eden iskemik veya yapısal kalp hastalıkları
Başlangıçta yapılmış olan hayvan çalışmalarında RV apeksinden uzun süre
uyarılma sonucu miyokardiyumda hücresel dizilim düzensizlikleri, subnedokardiyal
fibrozis, anormal yağ depolanması, kalsifikasyon ve anormal mitokondriler gibi
histopatolojik bulgular elde edilmiştir. Karpawich ve ark. 1999 yılında konjenital AV blok
nedeniyle VVI veya VVIR kodlu pacemaker implante edilen pediatrik yaş grubu hastalarda
yaptıkları çalışmada da benzer histopatolojik değişikliklerin insan miyokardında da
meydana geldiğini göstermişlerdir(86). Başka bir çalışmada yaş ortalaması 24±3 olan benzer
bir örneklemde ortalama 10 yıllık RV apikal pacing sonucu kontrol grubuyla
karşılaştırıldığında daha yüksek oranda asenkroni, LV dilatasyonu ve düşük kardiyak atım
hacmi tesbit emişlerdir(87).
Pediatrik yaş grubunda yapılan bu çalışmalar RV pacinginin olumsuz etkilerinin
değerlendirilmesinde önemli ve güvenilir bilgi vermektedir. Bu grup hastada koroner arter
hastalığı, hipertansiyon, ciddi kapak hastalıkları gibi ventrikül fonksiyonlarında bozulmaya
neden olabilen diğer patolojik durumlar oldukça seyrek görüldüğünden RV pacing
sırasında meydana gelen fonksiyon bozuklukları tamamen RV pacingine atfedilebilir.
28
Đlerleyen yaşlarda eşlik eden diğer kardiyovasküler sistem hastalıkları ve diabetes mellitus,
üremi gibi komorbiditeler nedeniyle RV apikal pacing yapılan hastalarda meydana gelen
kardiyak
fonksiyon
bozukluklarının
ne
oranda
elektriksel
ileti
anormalliğine
bağlanabileceği ve ne şekilde tedavi edileceği konusu oldukça karmaşık bir denklem
oluşturmaktadır.
Aynı
gözlemler sadece tek
odacıklı pacemakerlarla değil
DDD kodlu
pacemakerlarla yapılan çalışmalarda da gösterilmiştir. MOST çalışmasında VVIR ve
DDDR kodlu pacemaker implantasyonu yapılmış sinüs nodu disfonksiyonu olan hastaların
kalp yetersizliği nedeniyle hastaneye yatış oranları benzer bulunmuş olup, DDD kodlu
pacemaker sistemlerinde AV senkroninin korunmasına rağmen kümülatif sağ ventrikül
pacing miktarı yüksek olan hastalarda düşük olanlarla kıyaslandığında kalp yetersizliği
nedeniyle hastaneye yatış riskinin 2,6 kat daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Aynı
çalışmada sağ ventrikül pacing miktarına ilave olarak pacemaker uyarısıyla oluşan QRS
kompleksi süresinde meydana gelen her 10ms’lik artışın kalp yetersizliği nedeniyle
hastaneye yatış riskinde %17 oranında artışa neden olduğu da gösterilmiş olup bu bulgular
iki odacıklı pacemaker sistemiyle sağlanan AV senkroni avantajının sağ ventrikülden
yapılan pacing süresinin artmasıyla meydana gelen intraventriküler senkronizasyon
bozukluğu ile ortadan kalktığını göstermektedir(88,89).
Bir başka çalışmada atriyal pacing yapan AAIR kodlu pacemaker sistemiyle, uzun
ve kısa AV gecikmeye programlanmış olan farklı iki grup DDDR pacemaker sistemi
karşılaştırılmıştır. 2,9±1,1 yılık takip sonrası her iki DDDR grubundaki hastaların LA ve
LV diastol sonu çaplarında belirgin artış ve daha sık atriyal fibrilasyon(AF) görülmüştür.
MOST çalışmasına benzer olarak AV gecikme süresi daha kısa olan grubun(ventriküler
uyarı miktarı daha yüksek olan grup) fraksiyonel kısalma (FS) değerleri AAIR grubundan
anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Bu çalışmada tromboemboli ve kalp yetersizliği
gelişme riski açısından gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmamasına rağmen AV ileti
sistemi sağlam olan hastalarda atriyumdan yapılan pacingin ventriküllere fizyolojik ileti
sistemiyle yayılmasının gerek LA ve gerekse LV fonksiyonlarının korunması açısından
önemini göstermektedir(90).
RV apeksinden yapılan pacingin olumsuz etkileri Implantable Cardioverter
Defibrilator (ICD) implantasyonu yapılan hastalarda da gösterilmiştir. “Dual-Chamber
Pacing or Ventricular Backup Pacing in Patients With an Implantable Defibrilator: The
dual chamber and VVI Implantable Defibrilator” (DAVID) çalışmasında 70/dk hızında sağ
ventrikül pacingi yapan DDDR kodlu pacemaker sistemi ile 40/dk hızına programlanarak
29
yedekte tutulan VVI kodlu sistem karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada DDDR pacemaker daha
fazla devreye girerek RV apeksinden uyarı oluşturduğu için ancak gerektiğinde devreye
giren VVI pacemaker ile kıyaslandığında kalp yetersizliği nedeniyle hastaneye yatış ve
ölüm riskinde artışa sebep olmuştur. Bu bulgu özellikle LV sistolik disfonksiyonu olan
hastalarda RV apeksinden yapılan uyarının olumsuz etkisini göstermiş olup özellikle bu
grup hastalarda gereksiz RV uyarısından kaçınmak için pacemakerın devreye girdiği kalp
hızlarının yüksek tutulmasının önemini kanıtlamıştır(91).
RV apeksinden yapılan pacingin bir diğer olumsuz sonucu Multicenter Automatic
Defibrilator II (MADIT II) çalışmasında gösterilmiştir. Bu çalışmada kümülatif RV pacing
oranı %50^nin üzerinde olan hastalarda kalp yetersizliği ve ölüm oranlarının daha yüksek
görülmesinin yanında ventriküler taşikardi ve ventriküler fibrilasyon ataklarına da daha sık
rastlanmıştır. Bu çalışmada ICD implantasyonu yapılmış ve EF’u %30’un altında olan
1232 hastada herhangi bir sebeple ölüm riski % 31 oranında azalırken, kalp yetersizliği
nedeniyle hastaneye yatış oranlarındaki artışın RV apeksinden yapılan uyarı miktarının
artması ile ilişkili olduğu gösterilmiştir(92) .(Şekil 11)
Şekil 11.: MADIT II çalışmasında kümülatif ventrikül uyarı miktar (VP) % 50’nin üstünde ve
altında olan hastaların KY, ölüm(sol) ve VT/VF (sağ) açısından karşılaştırılması
DAVID ve MADIT II çalışmaları sol ventrikül sistolik disfonksiyonu ve ICD
endikasyonu olan hastalar üzerinde yapılmış olmaları nedeni ile diğer pacemaker
çalışmalarından farklılık göstermektedir. Her iki çalışmada da çıkan sonuç gereksiz RV
pacingden kaçınılması ve AV gecikme sürelerinin uzun tutulması ile sistolik disfonksiyonu
olan hastalarda kalp yetersizliği ve ventriküler aritmi sıklığının anlamlı derecede azalacağı
yönündedir. Klinik pratikte sıklıkla karşımıza çıkan bu grup hastaların yetersizlik
30
semptomlarının değerlendirilmesinde bu önemli ayrıntılar ne yazık ki her zaman göz
önünde bulundurulmamaktadır.
Fonksiyonel mitral yetersizliği (MY) mitral yaprakçıklarında, papiller kaslarda,
mitral anulusta ve korda tendinealarda herhangi bir yapısal bozukluk olmaksızın meydana
gelen ve dilate kardiyomiyopati hastalarında mortalite ve morbiditeyi artıran önemli bir
patolojidir. LV ve LA boyut ve şekillerinde meydana gelen değişiklikler ve mitral anulus
genişlemesinin yanında ventriküler senkronizasyonda meydana gelen bozukluklar
fonksiyonel MY’e sebep olmaktadır(93). Maurer ve ark. tarafından 1980’li yıllarda yapılan
hayvan deneylerinde RV’den, LV’den yapılan pacingle sinüs ritmi sırasında görülen MY
değerlendirilmiş ve RV’den yapılan pacingin MY’e daha fazla sebep olduğu
gösterilmiştir(94). RV’den yapılan pacing 1. AV senkroninin bozması, 2. Yüksek hızlarda
papiller kas iskemisinin meydana gelmesi ve LBBB’na benzer şekilde papiller kas
disfonksiyonu 3. AV senkroni korunsa bile intraventriküler senkroninin bozulması gibi
nedenlerle fonksiyonel MY’e neden olmaktadır(93). Medikal tedaviye yanıt vermeyen AF
tedavisi amacıyla AV bileşke ablasyonu ardından yapılan pacemaker implantasyonlarının
ardından, LV pacingiı ya da biventriküler pacingi ile düzelen ileri MY vakaları da
bildirilmiştir(95,96).
1986 yılından 1993’e kadar yapılmış olan 14 çalışmanın metaanalizinde yıllık AF
sıklığı VVI kodlu pacemaker hastalarında %7 ve DDD/AAI kodlu pacemaker hastalarında
ise %1,9 olarak bildirilmiştir(97). Pulmoner venlerdeki fokal elektriksel aktivite ve atriyum
duvarındaki akut gerilmenin AF’yi tetiklediği bilinmektedir(98). Bu durumda VVI kodlu
pacemaker hastalarında VA ileti bulunsun ya da bulunmasın AF’un kolaylıkla
tetiklenebileceği düşünülebilir. RV pacingi ile MY’nin artması, uzun süreli pacemaker
uyarısı ile meydana gelen sistolik ve diastolik disfonksiyon, hipoperfüzyon veya iskemi de
AF’u tetikleyen diğer faktörlerdir.
Brain natriuretic peptide(BNP) ve onun N-terminal kısmı(NT-proBNP) konjestif
kalp yetersizliği, akut koroner sendrom gibi patolojilerde prognostik olduğu gösterilmiş
olan, ventikül içi hacim veya basınç yüklenmesi sonucu miyositlerden salgılanan proBNP
isimli hormonun yıkım ürünleridir(99). Naegeli ve ark. yaptıkları çalışmada VVI(R) ve
VDD/DDD(R) kodlu pacemakerların 2 haftalık süreler şeklinde birbirlerine çevrilmesinin
semptomlara ve BNP düzeylerine etkisini araştırmışlardır. Bu çalışma sonunda VVI kodlu
pacemakerların plazma BNP ve NT-proBNP düzeyinde 2-3 kat yükselmeye neden
olduğunu ve neden olduğu ve bu yüksekliğin pacemaker programının DDD/VDD’ye
dönüştürülmesi ile gerilediğini göstermişlerdir(100).(Şekil 12). BNP düzeyi ile paralel olarak
31
hastaların fonksiyonel kapasitelerinde VVI programında semptomlarda artış ve DDD/VDD
programında da semptomlarda gerileme görülmüştür. Bu çalışma AV senkroninin kardiyak
fonksiyonlar üzerine olan etkisinin önemini göstermektedir.
Şekil 12: VVI(R) ve DDD(R)/VDD pacemaker programlarının 2 hafta arayla birbirlerine
çevrilmesi sonrasında plazma BNP düzeyleri.
Ventriküler pacing için alternatif yerler
Đlk pacemaker implantasyonundan sonra uzun süre RV apeksi kolay ulaşılabilir
olması ve pacemaker tellerinin burada göreceli olarak daha az yer değiştirmesi nedeniyle
en çok tercih edilen implantasyon bölgesi olmuştur. Ancak son yıllarda yapılan
çalışmalarda gösterilen RV apeksinden yapılan uyarının kardiyak fonksiyonlar üzerine
olan olumsuz etkileri nedeniyle RV çıkım yolu(RVOT), septumun sağ ventrikül
tarafı(RVS) ve LV olmak üzere farklı uyarı yerleri araştırılmıştır.
RVOT ve RV uyarılmasını karşılaştıran toplam 217 hastanın dahil edildiği 9
prospektif, nonrandomize çalışmanın analizinde RVOT’den yapılan RV pacingi ile daha
iyi hemodinamik sonuçlar elde edildiği bildirilmiştir(odds oranı 0,34). Giudici ve ark.
yaptıkları çalışmada bazal kardiyak atım hacimleri düşük olan hastaların RVOT
pacinginden daha fazla fayda gördüğünü, De Cock ve ark. ise koroner arter
hastalığı(KAH)) ve/veya sistolik disfonksiyonu olan hastaların bu uygulamadan fayda
gördüğünü ancak normal sitolik fonksiyonu olan ve/veya KAH bulunmayan hastaların
fayda görmediğini bildirmişlerdir. Bu dokuz çalışmadan sadece ikisi akut dönemde görülen
hemodinamik iyileşmenin uzun dönemde de devam ettiğini gösterebilmiştir(101).
RVOT’dan yapılan pacing ile QRS süresi apikal pacingden daha kısa
olmaktadır(102). Bu elektriksel avantaj RVOT pacinigi ile atriyoventriküler ve
32
intraventriküler asenkroninin daha az olabileceğini düşündürmektedir. Ancak RVOT
pacingi ile RV apikal pacingi karşılaştıran tek randomize çalışma olan “Right Ventricular
Outflow Versus Apical Pacing in Pacemaker Patients With Congestive Heart Failure and
Atrial Fibrillation” (ROVA) çalışmasında, RV apeksinden, sadece RVOT’den ve her iki
noktadan yapılan pacingin QRS komplkesi süresine, EF’a ve yaşam kalitesine olan etkisi
araştırılmıştır. 3 aylık takip sonucunda en kısa QRS kompleksi süresi RVOT pacingi
grubunda görülmüş olmasına rağmen gruplar arasında yaşam kalitesi açısından anlamlı
farklılık bulunmamıştır. Çalışma hastalarının 9 aylık takibi sonucunda ise ilginç olarak
EF’u en yüksek olan grubun RV apeksinden pacing yapılan grup olduğu belirlenmiştir(103).
RVOT dışında alternatif olarak septumun RV tarafı(RVS), His demeti, LV, LV ve
RV birlikte biventriküler; RA,RV ve LV birlikte atriyobiventriküler pacing uygulamaları
ile ilgili çeşitli klinik çalışmalarda farklı parametreler değerlendirilmiştir. Ancak bu
çalışmalardan sadece ikisi randomize olarak tasarlanmıştır.
PAVE çalışmasında kronik AF’u olan hastalarda AVN ablasyonu sonrası
biventriküler pacing(BiV) ile RV pacingi karşılaştırılmıştır. Çalışmada primer sonlanma
noktası 6 dakika yürüme testi (6DYT) ile belirlenen egzersiz kapasitesi iken, pik VO2 ile
ölçülen egzersiz kapasitesi, egzersiz süresi ve yaşam kalitesi sekonder sonlanma noktaları
olarak belirlenmiştir. 3 aylık takip sonucunda her iki grupta da 6DYT’de belirgin iyileşme
saptanırken, 3. aydan sonra bu iyileşme sadece BiV pacing grubunda devam etmiştir. 6
haftalık ve 6 aylık takip sonrasında BiV pacing grubunun peak VO2 ile belirlenen egzersiz
kapasiteleri de diğer gruptan daha yüksek olarak bulunmuştur. 6 aylık takip sonucunda RV
apikal pacing yapılan grubun EF değerlerinde anlamlı düşme saptanmıştır. Bu çalışmanın
alt grup analizinde BiV pacing’den en fazla faydayı EF’u % 45’in altında olan hastalar ile
fonksiyonel kapasitesi II ve III olan hastaların gördüğü gösterilmiştir. Her iki grupta yer
alan
hastaların
yaşam
kalitesinde,
bazal
değerlerinden
bağımsız,
olarak
artış
gösterilmiştir(104). Optimal Pacing Site (OPSITE) çalışmasında da ve BiV pacing yaşam
kalitesi
ve
egzersiz
kapasitesi
açısından
RV
pacingden
daha
üstün
olduğu
gösterilmiştir(105).
Sonuç olarak bradikardiyi önleme amaçlı olarak kullanılan RV apeksinden pacing
tedavileri başlangıçta bradikardi ile ilişkili semptomları azaltması nedeniyle büyük
saygınlık kazanmışken ilerleyen zamanlarda anormal elektriksel aksla uyarılan sol
ventrikülde meydana gelen intraventriküler asenkroni ve LV ile LA arasında meydana
gelen atriyoventriküler asenkroni bu pacing modalitesi ile ilgili soru işaretlerinin artmasına
sebep olmuştur. Sistolik ve diyastolik asenkroni nedeniyle meydana gelen akut
33
hemodinamik bozuklukların yanında, uzun dönemde yeniden şekillenme süreci sonucu
meydana gelen geri dönüşümsüz histolojik değişiklikler RV apeksini zotunlu kalınmadıkça
kullanmama zorunlu durumlarda da mümkün olan en az sürelerde kullanma yönünde bir
bakış açısına sebep olmuştur.
Klinik pratikte LV disfonksiyonu ve bradikardiyi önleme amaçlı pacemaker
endikasyonu olan hastalarda AAIR veya uzun AV gecikmeye programlanmış ya da kalp
hızına göre AV iletiyi kısaltıp uzatabilen DDDR kodlu pacemakerların kullanılması ön
planda düşünülmelidir. RV apeksinde pacing uygulanmaktayken sistolik disfonksiyon
gelişen hastalarda da aynı şekilde pacemaker programının değiştirilmesi veya
BiV/atriyobiventriküler pacing uygulanması gerekmektedir. AF’u olan hastalarda da RV
apeksi yerine RVS, His demeti gibi alternatif pacing yerlerinin kullanılmasının ilerleyen
dönemde daha yaygın kullanım alanı bulacağı düşünülebilir. Konuyla ilgili uzun dönem
takipleri içeren randomize, geniş klinik çalışmaların getireceği sonuçlar daha sağlıklı ve
kanıta dayalı klinik uygulamaların yapılmasına fırsat verecektir.
BÖLÜM III
ASENKRONĐ DEĞERLENDĐRĐLMESĐNDE KULLANILAN
EKOKARDĐYOGRAFĐK YÖNTEMLER
Asenkroninin
kullanılmaktadır.
görüntüleme(MRG),
değerlendirilmesinde
Bunlar
ve
radionükleer
çok
sayıda
invazif
görüntüleme(RI),
ekokardiyografidir.
RI
olmayan
magnetik
interventriküler
teknik
rezonans
asenkroninin
değerlendirilmesinde yararlı bilgiler sağlamıştır ancak zamansal ve uzaysal çözünürlüğü
düşük olması nedeniyle bu konuda daha detaylı bilgiler alınmasına imkân vermemektedir.
MRG bölgesel duvar hareket bozukluklarını ve strain değerlerini gösterebilmektedir.
Ancak pahalı olması ve yaygın olarak bulunmaması nedeniyle klinik kullanımda
yaygınlaşması mümkün olmamıştır. Ekokardiyografi ise yaygın olarak bulunabilmesi ve
göreceli olarak maliyetinin düşük olması nedeniyle asenkroninin değerlendirilmesinde
sıklıkla kullanılabilmektedir(106).
Günümüzde yaygın olarak kullanılmakta olan kardiyak resenkronizasyon
tedavisi(KRT) için ACC/AHA/NASPE 2002 Pacemaker ve antiaritmik cihaz kullanımı ile
ilgili kılavuzda yer alan sınıf 1 endikasyonlar 1. EF’nun %35 ve altında olması 2. QRS
34
süresinin 130ms ve üzerinde olması 3. LV diastol sonu çapının 55mm ve üzerinde olması
4. NYHA FK’ nin III veya IV olması olarak kabul edilmiştir(107). KRT’nin sonuçlarını
değerlendirmek için yapılmış olan büyük çalışmalarda da bu kriterler dahil etme kriterleri
olarak kullanılmıştır. Bu büyük çalışmalarda asenkroninin tanımlanmasında QRS
kompleksi süresinin >130ms olması gibi elektriksel bir parametre kullanılırken, KRT
sonuçlarının değerlendirilmesinde ise FK, hastaneye yatış, yaşam kalitesi gibi subjektif
parametrelerin yanında, mortalite, pik VO2, EF, LV çapları ve MY derecesi gibi objektif
parametreler kullanılmıştır. Ekokardiyografik olarak çaplar, EF, MY derecesi büyük
oranda senkroninin sağlanmasının direk ölçütleri olmaktan çok senkroni sağlanması
sonucu iyileşme gösteren sekonder bulgulardır.
Ekokardiyografik olarak günümüzde bilgisayar ve probe teknolojisinde meydana
gelen gelişmeler sayesinde asenkroniyi tanımlamada ve derecesini göstermede Pulse
Wave(PW) Doppler, M-mode ekokardiyografik yöntemlerin yanında PW Doku
Doppler(TD), renkli TD, doku senkronizasyon görüntüleme(TSI), Tissue Tracking(TT),
Strain ve Strain rate(SR) görüntüleme ve 3 boyutlu ekokardiyografi gibi birçok
konvansiyonel ve yeni teknolojiler kullanılmaktadır. Farklı çalışmalarda kullanılan
ekokardiyografik
yöntemler,
ölçülen
parametreler
ve
KRT
ile
alınan
yanıtı
değerlendirmedeki sensivite ve spesifiteleri tabloda özetlenmiştir.
Yazar
ay
n
Yöntem
Tanım
Bulgu, KRT yanıtı
d%
ö%
20
M-mod
>130ms,
Remodelingte
gerileme
63
1
Septalposterior
gecikme
100
Pitzalis(115)
Pitzalis(116)
14
60
M-mod
Septalposterior
gecikme
>130ms, olaysız sürvi
NA
NA
Penicka(148)
6
49
PW TDI
3 bazal
LV
segmenti
nde ve
RV Ts
Đntraventriküler
interventriküler
gecikmede >102ms
EF artışı
96
71
35
Yu(153)
3
54
Renkli
TDI-SRI
12
segment
Ts-SD
> 31ms
Remodelingte
gerileme
96
78
Yu(152)
3
30
Renkli
TDI
>33ms
Remodelingte
gerileme
NA
NA
Gorcsan(121)
A
29
TSI
12
segment
Ts-SD
Septumposterior
gecikme(
ejeksiyn
ve PSS)
>65ms
Stroke volum arştı
87
100
Yu(122)
3
56
TSI
12
segment
Ts-SD
>34ms
Remodelingte
gerileme
87
81
Bax(149)
25
A
Renkli
TDI
Sep-Lat
gecikme
>60ms
EF artışı
76
88
Bax(150)
5
12
Renkli
TDI
Sep-Lat
gecikme
>65ms
Remodelingte
gerileme, ↓olay sıklığı
92
92
Sogaard(167)
12
20
Renkli
TDI, SRI
DLC
DLC görülen bazal NA
segment sayısı,
↑ EF
NA
Tablo 2: Asenkroni ve KRT yanıtını değelendiren bazı çalışmalar. (d; duyarlılık, ö;özgüllük,
A; akut, n;hasta sayısı)
KRT’e
yanıtın
başlangıçta
interventriküler
dissenkroninin
düzelmesi
ile
gerçekleştiği düşünülmüştür ve KRT için hasta seçimi interventriküler disenkroninin
göstergesi olan QRS kompleksinin uzun olması temelinde yapılmıştır. Rouleau ve ark. TDI
kullanarak QRS süresi ile interventriküler asenkroni arasında anlamlı korelasyon tespit
etmişlerdir(108). Genelde çalışmalarda QRS kompleksi süresinin 120-130ms’den uzun
olması KRT için seçim kriteri olarak kullanılmıştır. Başlangıçta ki çalışmalarda KRT için
LBBB varlığının gerekli olduğu düşünülürken daha yeni çalışmalara ise nonspesifik ileti
kusurları ve hatta sağ dal bloğu(RBBB) olan hastalar da dahil edilmiştir. Pacing Therapies
in Congestive Heart Failure II (PATH-CHF II) çalışmasında da benzer olarak KRT’den en
fazla fayda gören hasta grubunun QRS süresinin 150ms’den uzun olan hastalar olduğu
bildirilmiştir (109) . QRS süresi temelinde hasta seçimi yapılan çalışmalardan elde edilen bu
bilgilerle birlikte QRS süresi uzun olmasına rağmen hastaların %20-30’unun KRT’den
fayda görmediği görülmüştür. Molhoek ve ark. yaptıkları çalışmada QRS süresinin KRT’e
36
yanıtı öngörmedeki değerini araştırmışlar ve KRT’e yanıt veren ve vermeyen hastaların
bazal QRS sürelerinin benzer olduğunu tespit etmişlerdir.(sırasıyla 179±30ms ve
171±32ms p:NS) Aynı çalışmada 6 aylık takip sonucunda sadece KRT’ ne yanıt veren
hasta grubunda QRS süresinde anlamlı kısalma olduğu bildirilmiştir. Aynı araştırıcılar
yanıtı tayin etmede QRS süresinde 10ms’den daha fazla kısalmanın yüksek
duyarlılığa(%73) ancak düşük özgüllüğe(%44) sahip olduğunu göstermişlerdir. QRS
süresindeki kısalmanın 50 ms ve üzerinde olmasının da yine yüksek duyarlılık(%88) ve
düşük özgüllük(%18) taşıdığı görülmüştür(110).
Bu bulgular ışığında intraventriküler asenkroninin KRT’e yanıtı öngörmede daha
uygun olacağı görüşü ortaya çıkmıştır. TDI kullanılarak yapılan çalışmalarda
intraventriküler asenkroni olan hastalarda KRT’e olumlu yanıtın daha fazla olduğu
gösterilmiştir(111). Bleeker ver ark. QRS süreleri 120ms’den kısa, 120-150ms arasında ve
150ms’den uzun ve konjestif kalp yetersizliği olan 3 grup hastada yaptıkları TDI
çalışmasında intraventriküler asenkroni sıklığını sırasıyla %27, %60 ve %70 olarak
bildirmişlerdir. QRS süresi devamlı değişken olarak alındığında ise intraventriküler
asenkroni ile ilişkisi gösterilememiştir(112). Ghio ve ark. ise QRS süresi 120-150ms olan
hastaların %48’inde ve 150ms’den uzun olan hastaların ise %28’inde asenkroni
bulunmadığını göstermişlerdir(113). Bu bulgular QRS süresinin 150ms’den uzun olan
hastaların %30’unda LV disenkronisi bulunmasa da QRS süresinin uzun olmasının LV
disenkronisi olma ihtimalini artırdığını göstermektedir. Bu %30’luk hasta grubu büyük
KRT çalışmalarında gösterilen yanıtsız hasta grubunu kısmen açıklayabilmektedir. Son
olarak Yu ve ark. TDI yöntemi kullanarak yaptıkları çalışmada dar QRS’li hastaların
%51’inde sistolik, %46’sında diastolik asenkroni olduğunu göstermeleri intraventriküler
asenkroninin önemini daha fazla gündeme getirmiştir. Aynı çalışmada kalp yetersizliği
olup QRS süresi 120ms’nin altında olan hastaların 12 segment modelinden elde edilen TsSd12 değerinin kontrol grubundan daha yüksek olduğu gösterilmiştir(114). (Şekil 13)
37
Şekil 13: TDI ile elde edilen Ts-Sd değerleri ile QRS süreleri arasındaki ilişki.
QRS süresinin tek başına KRT’e yanıtı öngörmedeki gücünün kısıtlılığı nedeniyle
LV disenkronisini ortaya koyabilmek için çok sayıda ekokardiyografik yöntem kullanıma
girmiştir.
M-Mode Ekokardiyografi
Parasternal kısa eksen pencerede, papiller kaslar seviyesinde M-mod görüntüleme
ile septum ile posterior duvar arsındaki gecikme ölçülebilir(SPWMD). Pitzalis ve ark.
130msn ve üzerindeki gecikmenin KRT’den fayda görmeyi öngörmede %100 duyarlılıkta
ve %63 özgüllükte olduğunu göstermişlerdir(115). Başka bir çalışmada ise KRT sonrası 14
aylık takip sonucunda bazal SPWMD 130ms’den uzun olan hastaların %79ûnda EF’nda
iyileşme izlenirken, 130ms’den kısa olan hastaların sadece %9’unda bu iyileşme elde
edilebilmiştir
(116)
. Ancak teknik olarak bu ölçümün yapılması her zaman mümkün
olamamaktadır. Rose ve ark septum ve posterior duvarın sistolik hareketinin net olarak
gösterilmesinin ancak hastaların %45’inde mümkün olduğunu bildirmişlerdir
(117)
.(Şekil
14)
B
Şekil 14: Parasternal kısa eksende SPWD ölçümü. A: Septum ve posterior duvarın
maksimum sistolik hareketi(oklar) net olarak görülebilmekte. B: Septumun sistolik hareketi
izlenemediğinden SPWMD ölçümün yapılamayacağı parasternal kısa eksen görüntüsü.
PW Doppler Ekokardiyografi
PW Doppler akım ölçümleri interventriküler asenkroninin değerlendirilmesinde
kullanılmaktadır. EKG’de Q dalgasının başından, LV ve RV çıkım yolundan PW Doppler
ile elde edilen ejeksiyon dalgasının başına kadar geçen süre yani preejeksiyon zamanları
38
arasındaki farkın 40ms’den uzun olması interventriküler disenkroniyi göstermektedir. Bu
değer Cardiac Resynhronisation in Heart Failure(CARE-HF) çalışmasında dahil etme
kriterlerinden biri olarak kullanılmıştır(118).
PW
Doppler
ayrıca
KRT
yapılan
hasatlarda
AV
gecikme
süresinin
ayarlanmasında da önemli rol oynamaktadır. AV gecikme süresinin ayarlanmasıyla LV’ün
diastolik dolumunu tamamlamadan kasılması engellenmiş olmaktadır. Mitral akımdan
elde edilen PW Doppler trasesinde atriyal kasılma ile oluşan A dalgasının Aort ejeksiyon
dalgasından hemen önce olması en uygun AV gecikme süresini göstermektedir. Auricchio
ve ark. farklı AV gecikmelerinin akut hemodinamik etkilerini değerlendirdikleri
çalışmalarında en uygun AV gecikme süresi ile en iyi hemodinamik değerlerin elde
edildiğini göstermişlerdir(119).(Şekil 15)
Şekil 15: Sabit kalp hızında, farklı AV gecikmelerin hemodinamik etkileri: P1 sonrası
oluşan QRS, RV pacingi sonucu oluştuğu için geniş, Pre-Ao2 zamanı ve ejeksiyon zamanı uzun. P2
sonucu oluşan QRS kompleksi BiV pacing ile oluştuğu için aha dar, Pre-Ao ve ejeksiyon zamanı daha
kısa ve ejeksiyon daha yüksek amplitüdlü. Đlave olarak AV gecikmenin ayarlanması ile pre-Ao3 ve
ejeksiyon zamanı daha kısa ve en yüksek atım hacmi elde edilmiştir. (Pre-Ao: Aortik preejeksiyon
zamanı)
Doku Senkronizasyon Görüntüleme(TSI)
TSI, TD ile elde edilen pik velositeye(Sm) ulaşılıncaya kadar geçen sürelerin(TSm) otomatik olarak işlenerek renk kodlaması haline getirilmiş şeklidir. Bu kodlamada
yeşil normal süreyi, sarı-turuncu orta derecede gecikmeyi, kırmızı ise ileri derecede
gecikmeyi temsil etmektedir.(Şekil 16) Bu renk kodlaması iki boyutlu ekokardiyografik
görüntünün üzerine oturtularak miyokardın farklı bölgelerinin mekanik aktivasyonları
hakkında bilgi sağlanabilmektedir. Bu tekniğin kullanımı sırasında izovolumetrik
kontraksiyon velositesini dışlamak ve postsistolik LV disenkronisini kapsayabilmek
amacıyla aort kapak açılışı elle işaretlenmelidir. Ardından 7 X 15 mm ölçülerinde çalışma
39
bölgesi(ROI) işaretlenerek farklı noktaların zaman-velosite grafikleri incelenerek mekanik
aktivasyon hakkında daha ayrıntılı bilgi elde edilebilmektedir(120). (Şekil 16)
Bu yöntemle apikal 4 boşluk pencerede inferior septum-lateral, 2 boşluk
pencerede anterior-inferior ve uzun eksende anterior septum-posterior gibi karşılıklı
duvarların T-Sm değerleri ölçülerek disenkroni analizi yapılabilmektedir.
Şekil 16: Apikal 4 boşluk pencerde TSI. Solda görsel olarak lateral duvarın T-Sm değerinin
normal, lateral duvarın ise uzamış olduğu görülüyor. Sağda ROI yerleştirildiğinde elde edilen TDI
velosite eğrileri arasındaki zamansal fark.
Gorcsan ve ark. KRT’e akut yanıtı değerlendirdikleri TSI çalışmasında akut yanıt
veren grubun(LV atım hacminde %15 ve üzeri artış) T-Sm değerlerinin yanıt alınmayan
gruptan daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir (120±48ms ve 153±35ms, p<0.05).
Karşılıklı duvarlar incelendiğinde ise anterior septum ile posterior duvar arasındaki
gecikmenin akut yanıt alınan hasta grubunu belirlemede en belirleyici olduğu görülmüştür.
Bu çalışmada sonuç olarak KRT’e akut yanıtı değerlendirmede 65 ms eşik değerin %87
duyarlılık %100 özgüllüğü olduğu bildirilmiştir(121).
Yu ve ark. yaptıkları çalışmada, septum-lateral, anterior-inferior ve anterior
septum-posterior duvarların bazal ve mid segmentlerinin(12 segment modeli) ve sadece
mid segmentlerinin (6 segment modeli) ejeksiyon fazında TSI parametrelerini
değerlendirmiştir. Elde ettikleri verileri şu şekilde tanımlamışlardır.
1. 6 segmentin herhangi ikisinde Ts süreleri arasındaki maksimum fark (Ts-6Ejeksiyon)
40
2. 12 segmentin herhangi ikisinde Ts süreleri arasındaki maksimum fark (Ts-12Ejeksiyon)
3. 6 segmentin Ts sürelerinin standart sapması (Ts-SD-6 Ejeksiyon)
4. 12 segmentin Ts sürelerinin standart sapması (Ts-SD-12 Ejeksiyon)
Çalışma sonucunda tüm değerlerin KRT sonucunda EF’nda artış ve LV sistol
sonu hacminde azalma olarak tanımlanan remodelingte gerilemeyi ön görmede anlamlı
sonuçlar verdiği görülmüştür(122). (Tablo 3) Ayrıca bu çalışmada TSI ile elde edilen Ts ve
Ts-SD değerlerinin TDI ile elde edilen Ts (r=0,97, p<0.001) Ts-SD değerleri ile (r=0,93,
p<0.001) uyumlu olduğu görülmüştür.
KRT
KRT
yanıt +
yanıt -
Ts-SD-12 E
29.2 ± 8.1
47.3 ± 11.9
Ts-SD-6 E
26.6 ±8.4
42.9 ± 16.3
P
∆ LVESV
∆EF
R
r
p
p
-0.61
0.53
<0.001
-0.52
0.33
<0.01
<0.001
<0.001
Ts-12-E
83.7 ± 22.1
133.9 ± 36.3
-0.60
0.53
<0.001
Ts-6-E
65.5 ± 17.1
105.2 ±39.3
-0.53
0.33
<0.01
Tablo 3: 12 ve 6 segment modellerinde elde edilen Ts ve Ts-SD değerlerinin KRT yanıtını ve
remodelingteki gerilemeyi ön görmedeki gücü.
Tissue Tracking(TT)
TT TDI’in özel bir kullanım şeklidir. Bu yöntemle myokardın bazalden apekse
doğru olan uzunlamasına yer değiştirme miktarı 7 renk kodundan oluşan bir skala şeklinde
değerlendirilmektedir(Şekil 17).Apikal görüntülerde en düşük yer değiştirme apekse
izlenirken
en
fazla
yer
değiştirme
mesafesi
ise
mitral
anulus
hizasında
izlenmektedir.(Şekil 18 )
Mitral anulusun bazal-apikal uzunlamasına hareketi LV sistolik fonksiyonu ile
yakından ilişkilidir(123-126). Pan ve. ark yaptıkları çalışmada ventrikülün uzunlamasına
hareketinin başka bir göstergesi olan mitral anulusun sistolik M-mode ekokardiyografik
bazal-apikal yer değiştirme miktarı ile TT ile elde edilen değerlerini karşılaştırmıştır.
Çalışma sonucunda 6 noktadan (septum-lateral, anterior-inferior, anterior septumposterior) TT ile elde edilen anulusun sistolik hareket değerlerinin ortalamaları gerek Mmod ile elde yer değiştirme değerleri ile ve gerekse de ekokardiyografik yöntemlerle
41
hesaplanan EF ile uyumlu bulunmuştur(127). Sonuç olarak TT yöntemi sistolik
fonksiyonunu değerlendirmede kullanılabilecek hızlı sonuç veren, güvenli bir yöntem
olarak karşımıza çıkmaktadır
Şekil 17: TT prensibinin şematik gösterimi. Sistol sırasındaki doku velositesinin integrali
Doppler ekseni boyunca hareketin uzaklığına eşittir. TT ile farklı hareket uzaklıkları 7 farklı renkle
kodlanmaktadır.
Şekil 18: Sistolik fonksiyonu normal olan kalpte bazalden apekse kadar, septum ve lateral
duvarda benzer genişlikte ve simetrik renk bantları(sol). EF %24 olan kalpte TT ile elde edilen düşük
amplitüdlü bazal-apikal hareket ve uniform görünüm(sağ).
Sogaard ve ark. yaptıkları TT çalışmasında gecikmiş uzunlamasına kasılma
(delayed longitidunal contraction,DLC) ve global sistolik kontraksiyon amplitüdü (global
sistolic contraction amplitude, GSCA) tanımlamalarını kullanmışlardır. DLC çeşitli
miyokard patolojilerinde görülen sistol sonrası kısalmadır (Şekil 19). GSCA ise, 16
segment modeline göre(128) apikal pencereden elde edilen ( 6 bazal,6 mid, 4 apikal) tüm
42
hareket amplitüdlerinin ortalaması olarak tanımlanmıştır. KRT sonrası ortalama 12,6 aylık
takip sonucunda hastaların sistol sonu (ESV) ve diyastol sonu volümlerinde (EDV)
belirgin azalma görülürken (sırasıyla % 9.6 ±14, %16,9±15, p<0.01) EF’nda (% 21.7 ±18 ,p
< 0.01) belirgin artış görülmüştür. TT parametrelerinden DLC gösteren segmentlerin
yüzdesinde belirgin azalma (%18,7±7’den % 8,1±8 e düşüş, p<0,01), GSCA’de EF ile
uyumlu bir şekilde artış izlenmiştir (r =0.83, p < 0.01). Bu çalışmada iskemik KMP
hastalarında DLC en sık septum ve inferior duvarda görülürken, idiyopatik dilate KMP
hastalarında ise en sık lateral ve posterior duvarda görülmüştür(129).
Şekil 19: Üst: Dilate KMP ve geniş QRS’li hasta. Düz çizgiler 300msn süreli sistolü
belirtmektedir. Anterior septum mid bölgesine konulan örnekle elde edilen 4cm/sn’lik pik sistolik
velosite(ok).Renk kodlu TT görüntüsünde posterior duvarın, hareketsiz ya da apeksten bazale doğru
paradoks hareket ettiğini gösteren yaygın gri renk. Alt: Aynı hastanın posterior duvar mid segmentine
örneğin koyulması ile elde edilen 6cm/sn hızında DLC.
Doku Doppler Görüntüleme (TDI)
Doppler, yansıyan ses dalgasının frekansının hareket eden başka bir nesneyle
karşılaştığında değişmesi prensibine dayanır. Geleneksel Doppler uygulamalarında
miyokardiyumdan yansıyan yüksek amplitüdlü, düşük frekanslı sinyaller filtrelenerek
hareket eden kandan yansıyan düşük amplitüdlü ve yüksek frekanslı sinyallerin elde
43
edilmesi sağlanmaktadır. TDI yönteminde bu filtreleme sistemi kullanılmamakta ve
böylece miyokardiyumdan yansıyan sinyaller elde edilerek, bölgesel sistolik ve diastolik
fonksiyonlar hakkında bilgi edinilebilmektedir(130).
Spektral TDI’ de 3–5 mm’lik örnek en sık olarak mitral veya triküspit anulus
hizasına yerleştirilerek pik myokardiyal velositeler elde edilir. 2 boyutlu Renkli TDI’ de
ise otomatik düzeltme teknikleri kullanılarak ortalama myokardiyal velositeler elde edilir
ve renkli TDI bütün alandan doku velositeleri aldığı için birden fazla noktanın velositeleri
ve velositelere ulaşma süreleri aynı anda değerlendirilebilir(130). Pik ve ortalama
değerlerdeki farklılık nedeniyle PW Doppler ile elde edilen velosite değerleri renkli
Doppler ile elde edilen velosite değerlerinden %20–30 oranında daha yüksektir(131). TDI ile
elde edilen velosite değerleri M-mode Doppler şeklinde de işlenebilmektedir. Renk
skalasında, mavi probe’dan uzaklaşan hareketi gösterirken; kırmızı, proba yaklaşan
hareketi göstermektedir. Farklı TD uygulamalarında frame rate ayarı verilerin
değerlendirilmesinde büyük önem taşımaktadır. Frame rate M-mode incelemede en
yüksek, PW Doppler’ de daha düşük ve renkli Doppler’ de en düşük seviyede
tutulmalıdır(131).
TDI ile yapılan çalışmalar başlangıçta parasternal pencereden elde edilen
görüntülerle yapılmıştır. Ancak günümüzde apikal pencerelerden elde edilen görüntülerle
kalbin uzun eksendeki hareketi değerlendirilmektedir. Bu eksende hareket bazalden apekse
doğru olduğu için apeks sıklıkla hareketsizken veya çok az hareket ederken bazalde daha
yüksek velositeli hareket izlenir ve bu miyokard boyunca bir velosite gradiyentinin
oluşmasına sebep olur(131).(Şekil 20)
Şekil 20: Renkli TDI ve 3 farklı noktanın velosite eğrileri. Bazalden apekse doğru gidildikçe
miyokard velositelerinde düşme.
44
Kalpte TDI ilk defa 1989 yılında tarif edilmiştir(132). Isaaz LV posterior duvarından
elde edilen düşük miyokardiyal velositelerin ventrikülografide görülen posterior duvar
hareket bozuklukları ile bağlantılı olduğunu göstermiştir. Daha sonra yapılan çalışmalarda
mitral anulustan elde edilen TD velositelerinin global LV fonksiyonu ile ilişkili olduğu ve
miyokard velositelerindeki bölgesel değişikliklerin bölgesel hareket kusurlarıyla ilişikli
olduğu gösterilmiştir(133–135). Sohn ve ark. TDI ile elde edilen erken diastolik dalganın (Ea)
invazif metodlarla elde edilen miyokardiyal gevşeme göstergeleri ile uyumlu olduğunu,
Nagueh ve ark.ise daha sonra erken mitral akım velositesinin(E) TDI ile mitral anulustan
elde edilen erken diastolik (Ea) velositeye bölünmesiyle elde edile E/Ea oranının PCWP ile
ilişkili olduğunu göstermişlerdir(136,137). E/Ea oranı daha sonra hipertrofik KMP’de, sinüs
taşikardisinde, AF’da ve kardiyak transplantasyon sonrasında(LV dolum basıncının tahmin
edilmesinde kullanılmaya başlanmıştır(138–141). Hipertrofik KMP(HKMP) mutasyonu
taşıyan ancak henüz hipertrofi başlamamış subklinik HKMP hastalarında sistolik ve
diastolik TDI velositelerinin düşük olmasının tespit edilmesiyle hipertrofi öncesi patolojik
süreçte LV uzunlamasına fonksiyonunda anormalliklerin başladığı anlaşılmıştır. Böylelikle
HKMP hastalarının birinci derece yakınlarının hastalık fenotipi ortaya çıkmadan önce
tespit edilerek risk azaltılması mümkün olmuştur(142).
TDI diagnostik olduğu kadar prognostik değerlendirme amacıyla da kullanılmıştır.
Wang ve ark. çeşitli hastalık gruplarından 353 hasta( % 34 hipertansiyon, %16,4 iskemik
kalp hatalığı, %9,7 kapak hastalığı, %18,5 KY, %16,8 diabetes mellitus ve %4,6 obstruktif
uyku apnesi)
ve 165 normal bireyi dahil ettikleri TDI çalışmasında, 2 yıllık takip
sonucunda Em ve Sm velositelerinin kardiyak mortalite ile ilişkisini araştırmışlardır. Em
ve Sm 3-5cm/sn arasında olan grubun kardiyak ölüm açısından artmış riskle karşı karşıya
olduğunu ( HR Em için: 12,8; %95 CI), aynı riskin Em ve Sm değerleri 5cm/sn’nin
üstünde olan hastalarla kıyaslandığında 3cm/sn’nin altında olan hasta grubunda da devam
ettiğini göstermişlerdir(143). Troughon ve ark. semptomatik sistolik LV disfonksiyonu olan
hastalarda yaptıkları çalışmada E/Ea oranı 17’nin üzerinde olan hastaların 36 aylık
mortalitesinin %40 olduğunu gösterirken, aynı oran 17’nin altında olan hastalarda
mortalite %5 olarak bulunmuştur(p<0.001)(144).
LV gibi RV sistolik fonksiyonu da TDI ile incelenmiştir. Triküspit anuler
velositesinin 11,5cm/sn’nin altında olmasının RV EF’nun %45’in altında olmasını
göstermede %90 duyarlılık ve % 85 özgüllüğe sahip olduğu gösterilmiştir(145). Bir başka
çalışmada ise semptomatik LV disfonksiyonu olan hastalarda triküspit anuler pik sistolik
45
velositesinin
10,8cm/sn
altında
olmasının
kötü
prognoz
belirteci
olduğunu
gösterilmiştir(146).
TDI ile elde edilen velosite eğrilerinin amplitüdlerinin yanında yatay eksende Q
dalgasının başlangıç noktasından itibaren pik velositeye ulaşılana kadar geçen süreler de,
kardiyak siklustaki olayların zamanlaması ve farklı noktaların birbirleriyle kıyaslanması
konusunda önemli bilgiler sağlamıştır. Asenkroni ile ilgili olarak yapılmış çalışmaların
büyük çoğunluğunda TDI yöntemi kullanılmıştır.
Pulse wave Doppler ile birden fazla noktanın zamansal açıdan aynı anda
değerlendirilememesi bu kullanım alanında yönteme önemli kısıtlılıklar getirmektedir. Bu
yüzden KRT’e yanıtı değerlendirmek konusunda PW TDI ile ilgili çok fazla veri
bulunmamaktadır. Bordachar ve ark. yaptıkları çalışmada PW Doppler ile asenkroni tespit
edilen hastalarda KRT sonrası kardiyak atım hacminde artış ve MY’nde azalma olduğunu
göstermişlerdir(147). Penicka ve ark. PW Doppler’in KRT’e yanıtı öngörmede % 96
duyarlılık ve % 77 özgüllüğe sahip olduğunu bildirmişlerdir(148).
Renkli TDI ise, off-line analize ve eş zamanlı olarak farklı ventrikül bölgelerinin
karşılaştırılmasına
olanak
sağladığı
için
asenkroniyi
değerlendirmede
daha
sık
kullanılmıştır. Bu konudaki çalışmaların çoğunda asenkroni değerlendirilmesinde pik
velositeye ulaşılıncaya kadar geçen zaman (T-Sm) kullanılmıştır. Normal bir kalpte T-Sm
değerleri bütün segmentlerde hemen hemen aynıdır. Asenkroni durumunda ise lateral
ve/veya posterior duvarlar septumla kıyaslandıklarında daha uzun T-Sm sürelerine sahiptir.
(Şekil 21,22)
Şekil 21: A: TDI ile farklı noktalardan eş zamanlı elde edilen velosite eğrileri. B: Velosite
eğrisinde sistolün başlaması (beyaz ok) , pik sistolik velosite(S’), sistolün sona ermesi(siyah ok), erken
(e’) ve geç (a’) diastolik dalgalar. C: EKG’de Q dalgasının başından pik sistolik velositeye ulaşılıncaya
kadar geçen zamanın(T-Sm) ölçümü(iki yönlü ok)
46
Şekil 22: A: Normal bir bireyde septum( yeşil) ve lateral duvardan(sarı) alınan velosite
eğrileri. Her iki duvarın sistolik ve diastolik dalgalarının eş zamanlı oluşumu. B: KMP hastasında
lateral duvarın septumdan sonra kasılmasını gösteren velosite eğrisi.
Bax ve ark. EF’u %35’in altında, FK’si III-IV ve QRS süresi 120 ms’nin izerinde
olan 25 hastada yaptıkları TDI çalışmasında KRT öncesi 71±38 ms olan septal lateral
gecikme süresinin KRT ile 36±34 ms’e düştüğünü göstermişlerdir. Đlginç olarak KRT’e
yanıt veren ve vermeyen grup arsındaki tek farkın bazal septal lateral gecikme süresi
olduğunu ( sırasıyla 39±17ms ve 86±36 ms) ve 60ms eşik değerinin KRT yanıtını
öngörmede kullanılabileceğini öne sürmüşlerdir(149). Yine aynı grup tarafından benzer
hasta örnekleminde anterior-inferior, septum–lateral duvarların bazal segmentleri göz
önünde bulundurularak yapılan başka bir çalışmada septolateral gecikme süresinin 65ms
üzerinde olmasının klinik iyileşmeyi öngörmede %80 ve LV remodelinginde gerilemeyi
öngörmede %92 duyarlılık ve özgüllüğe sahip olduğunu bildirmişlerdir. Örneklemde 4
segment içinde en fazla gecikme görülen segment %89 oranında lateral duvarken geriye
kalan %11’lik kısımda en çok geciken segmentin septum olduğu görülmüştür. Aynı
çalışmada elde edilen diğer önemli sonuç LV disenkronisi 65ms üzerinde olan hastalarda
olay sıklığı %50 den fazlayken, 65ms altında olan hastalarda olay sıklığı %6 olarak
bildirilmiştir(150).
Sadece septum ve lateral duvarın değerlendirildiği çalışma modellerinin dışında
12 segmentin(bazal ve mid seviyede septum, lateral, anterior, inferior, anterior septum,
posterior duvar) modellerde LV içinde asenkroninin yaygınlığı da değerlendirilmiştir. Yu
ve ark. 12 segment içinde en kısa Ts süresini bazal anterior septumda ölçerken en uzun
47
süreyi bazal lateral duvarda ölçmüşlerdir (sırasıyla 148±25md ve 216±52ms p<0.001) ve
diğer segmentler arasında da anlamlı fark olduğunu göstermişlerdir. KRT sonrası
segmentler arsındaki farklılık istatistiksel olarak ortadan kalkmıştır(151). (Şekil 23). 12
segment modelinin kullanıldığı bir başka çalışmada, Asenkroni Đndeksi olarak tanımlanan
tüm segmentlerin Ts sürelerinin standart sapması (TS-SD) arttıkça LV disfonksiyonunun
daha ciddi olduğu ve 32,6 eşik değerinin KRT yanıtı için önemli bir öngördürücü olduğunu
bildirmişlerdir(152).
Ts-SD
değeri
kullanılarak
yapılan
benzer
çalışmalarda
LV
remodelingindeki gerilemeyi öngörmede, 31ms(153) ve 34ms(122) gibi eşik değerler
tanımlanmıştır.
Şekil 23: KRT öncesi ve sonrası 12 segmentin Ts süreleri. KRT öncesi en belirgin farklılık
bazal anterior septum ile bazal lateral arasında görülürken diğer segmentler arasında da anlamlı
farklılık bulunmuştur. KRT sonrası her segmentteki gecikme bazal lateral segmente yakın düzeye
ulaşmıştır. (‫ ٭‬segment anterior septumla kıyaslandığında p<0.05, † KRT öncesi ve sonrası her
segmente meydana gelen değişme p<0.05)(B, bazal; m, mid; s, septum; A, anterior; L, lateral; AS,
anterior septum; P, posterior; I, inferior)
Sistolik
asenkroni
yanında
diastolik
asenkroni
de
TDI
ile
değerlendirilebilmektedir.(Şekil 24) 12 segment modeliyle yapılan bir çalışmada diastolik
KY olan ve QRS süresi normal olan hastaların Te sürelerinin standart sapması (Te-SD)
normal bireylerle kıyaslandığında daha uzun olarak ölçülmüştür (sırasıyla 32,2±18ms ve
19,5 ±7,1ms, p< 0.001). Sistolik KY olan hastalarla kıyaslandığında ise Te –SD değerleri
arasında farklılık bulunmamıştır(154).
48
Şekil 24 : LV sistolik fonksiyonu ve QRS süresi normal olan hastada TDI ile diasolik
asenkroniyi gösteren E dalgalarında belirgin zamanlama farkı(ok başları) ve sistolik asenktroni.
Bu çalışmalarda asenkroni parametreleri istirahat halindeyken değerlendirilmiştir.
Ancak özellikle hastaların çoğunda nefes darlığın egzersiz sırasında görülmesi nedeniyle
egzersizin asenkroni parametreleri üzerine olan etkisi bu çalışmalarda ihmal edilmiş
bulunmaktadır. Artan kronotropik ve inotropik etkilerle asenkronide meydana gelen
değişimin egzersiz semptomlarına ne kadar etkide bulunduğunun ortaya konulması KRT
yanıtını ön görmede, efor kapasitesinde meydana gelecek iyileşmeyi değerlendirmede
oldukça faydalı bilgiler sağlayacaktır. Bu konuyla ilgili olarak Lafitte ve ark. yaptığı
çalışma oldukça değerli bilgiler sunmuştur. Çalışmaya kontrol grubu olarak dahil edilen 50
bireyin TDI ve SI ile ölçülen asenkroni parametreleri istirahat ve egzersiz sırasında anlamlı
farklılık göstermemiştir. Kalp yetersizliği grubunda ise, egzersizle hastaların % 37’sinde
asenkronide en az %20 azalma, %29’unda en aza %20 artma gözlenmiş olup hastaların
%37’sinde asenkroni parametrelerinde değişiklik olmamıştır. Đskemik KMP varlığı ile
egzersiz asenkronisi gelişimi/artışı ile anlamlı bağlantı tespit edilirken, egzsersiz
asenkronisinin kardiyak atım hacmi ve mitral yetersizliği ile de ilişkisi gösterilmiştir(155).
Bu çalışmadan yola çıkarak egzersizle asenkroni parametrelerinde değişiklik olmayan
hastaların KRT ile semptomatik iyileşme görüp görmeyecekleri sorusu daha fazla vaka
sayısı içeren ve randomize olarak planlanmış çalışmalarla cevap bulacaktır.
Strain ve Strain Rate
Kelime olarak gerilme anlamına gelen strain,
tek boyutlu bir cisim için
kullanıldığında fiziksel bir etki ile cismin boyunda meydana gelen uzama veya kısalma
49
miktarını ifade eder(Şekil 25) Lineer olarak Lagrangian strain olarak tanımlanan bu
kavram matematiksel olarak cismin uzunluğunda meydana gelen değişikliğin ilk
uzunluğuna oranı olarak ifade edilebilir. Eğer cismin başlangıç uzunluğu biliniyor ise cisim
önce uzayıp sonra kısalsa bile Lo’dan daha kısa olmadığı sürece Lagrangian strain pozitif
olarak hesaplanır. Miyokardiyumda olduğu gibi cismin başlangıç uzunluğu bilinmiyor ise
bu durumda Lagrangian strain yerine Elulerian strainden bahsedilir ki bu da ideal olarak
sonsuz küçüklükte zaman dilimleri içindeki, yani anlık, uzunlukların dikkate alınmasıyla
hesaplanır(156).
Şekil 25 : Başlangıç uzunluğu L0 olan cisimde fiziksel kuvvet etkisi ile
uzamayla ulaşılan uzunluk(L) ve Lagrangian strain.
Elektrikesl aktivasyonun ardından sarkomerde meydana gelen kısalma sonucu
miyokard şekil değiştirir(deformasyon). Bu aktif şekil değiştirme ventrikül kavitesinin
hacminde düşmeye neden olur ve ventrikül içindeki kan pompalanır. Diastolde aktif
gevşeme ve pasif dolum süreçlerinin ardından ventrikül orijinal geometrik yapısına geri
döner. Miyokardiyum sıkıştırılamaz olduğundan kardiyak siklus sırasında hacmi sabit kalır
ve üç boyutta şekil değiştirir. Bu şekil değiştirme longitidunal olarak kısalma,
sirkuferansiyel olarak kısalma ve radial olarak kalınlaşma olarak tanımlanır. Bu durum
formülde ifade edildiğinde longitidunal ve sirkumferansiyel strain negatif değerler alırken
radial strain pozitif değerler alır. Diastolde ise ters yönde meydana gelen değişiklik
nedeniyle strainin yönünü belirleyen işaretler de ters yönde değişir(157).(Şekil 26)
50
Şekil 26: Kardiyak siklus sırasında longitidunal strainde meydana gelen değişiklik. Negatif s
dalgası ve pik sistolik strain (ε) ve pozitif yönde diastolik E ve A dalgaları(Doppler temelli görüntü).
Miyokardiyal deformasyonun meydana gelme hızı SR olarak tanımlanır. SR belirli
bir zaman diliminde strainde meydana gelen değişikliği ifade eder. Miyokard kısaldığında
SR negatif değerler alır ve SR hızı arttıkça SR eğrisinin eğimi artar. Pik sistolik SR ön
yükten bağımsız bir şekilde kontraktil fonksiyonun diğer göstergeleriyle korelasyon
gösterir(158,159). Strain eğrisine benzer şekilde SR eğrisinde de siklusun farklı zamanlarını
gösteren farklı bölümler bulunur.(Şekil 27)
Şekil 27: Kardiyak siklus sırasında Longitidunal SR’de meydana gelen değişiklikler(Doppler
temelli görüntü).
51
Ekokardiyografik olarak S ve SR analizi TD temelli veya 2B gri skala görüntü
temelli (Speckle Tracking, ST) olarak ölçülebilmektedir. TD temelli SR görüntülemede
2Bgörüntü üstünde negatif deformasyon hızı ( kısalma, incelme) sarı renk ile, pozitif
deformasyon hızı (uzama, kalınlaşma) mavi renkle, ve deforme olmayan kısımları gri
renkte gösteren renk haritalama yöntemi kullanılır. ROI belirlenerek herhangi bir bölgenin
zamansal değişimleri de grafikle gösterilebilir(160).(Şekil 28)
TDI
yöntemindeki
bir
miyokard
noktasının
probe’a
doğru
hareketinin
değerlendirilmesi prensibinden farklı olarak SR ve S görüntüleme ile miyokardın farklı iki
noktasının birbirlerine göre hareketleri incelendiğinden, dokunun komşu dokular
tarafından çekilmesi ile oluşan pasif hareket tespit edilerek daha sağlıklı değerlendirme
yapılabilmektedir. TD temelli SR ve S değerlendirmede sinyal gürültüsü, açı bağımlılığı,
yüksek frame rate ihtiyacı, solunumsal kaymalar gibi teknik kısıtlamalar yöntemin en
önemli olumsuz yanlarıdır(161).
Şekil 28: TD verisinden SR ve S verilerinin elde edilmesi A: Renki TDI görüntüde d mesafeli
farklı miyokard noktalarının velosite farkları. B: Bu farklı iki noktanın SR görüntülemesi ve eğrileri
C: SR verilerinin integrali ile elde edilen S eğrileri. IVC, Đzovolumik kontraksiyon; IVR, Đzovolümik
relaksasyon.
52
ST ile 2B ekokardiyografik olarak elde edilen görüntüde miyokard üzerindeki bir
noktanın(speckle) taranması ve bu noktaların yer değiştirme miktarlarının hesaplanması ile
S ve SR verileri elde edilebilir. TDI ile elde edilen S verilerinin aksine ST yönteminde açı
bağımlılığı yoktur. Bu avantaj sayesinde ST yöntemiyle apikal görüntülerde longitidunal
parametrelerin yanında transvers paramatreler ölçülebildiği gibi, kısa eksen görüntülerde
sirkumferansiyel ve radial parametreler, ventrikül rotasyonu ve twisting hareketi de
ölçülebilmektedir(162,163). (şekil 29)
Şekil 29: ST yöntemi ile longitidunal(sol) ve sirkumferansiyal Strain(sağ) eğrileri. Septuma ait
erken longitidunal pik straine eşlik eden eş zamanlı lateral gerilme( sarı ok) ve gecikmiş lateral pik
strain(sol).
Bugüne kadar yapılmış olan S ve SRI ile yapılan çalışmalar bu yöntemlerin KRT’e
yanıtı öngörmede başarısız olduğunu göstermiştir(164-166). Ayrıca TDI ile SRI’in direk
karşılaştırıldığı bir çalışmada TDI KRT yanıtını öngördürebilirken SRI bu konuda anlamlı
bilgiler vermemiştir (154).
53
ÇALIŞMA
Amaç: Çalışmada Sağ Ventrikül apeksinden pacing yapılan hastalarda meydana
gelen sistolik ve diyastolik asenkroninin en düşük pacing ritminde ve en yüksek pacing
ritminde değerlendirilmesi, TDI ile elde edilen asenkroni parametreleri ile 2-B
Ekokardiyografi ile elde edilen parametrelerde meydana gelen dinamik değişikliklerinin
karşılaştırılması hedeflenmiştir.
Yöntem:
Hastalar: Çalışmaya HSS, Tam AV blok, Yavaş ventrikül yanıtlı AF
endikasyonlarıyla kalıcı pacemaker implantasyonu (18 VVI, 5 DDD) yapılan 23 hasta
dahil edilmiştir. 13’ü erkek, 10’u kadın olan hastaların yaşları 20 ila 84 arasında
değişmekteyken (57,43±18,91), pacemaker implantasyon süreleri 1–144 ay arasında
değişmekteydi (33,0±36,56 ay). Anjiyografi ile ispatlanmış koroner arter hastalığı olan
hastalar, anginal yakınmaları olan hastalar, ekokardiyografi ile paradoksik septal hareket
dışında segment hareket kusuru olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Miyokard
disfonksiyonu ve asenkroniye neden olabilecek ciddi kalp kapak hastalığı olan hastalar
çalışmaya dahil edilmedi. Ekokardiyografik inceleme öncesi tüm hastalardan arka-ön ve
yan göğüs grafileri alınarak pacemaker lead yerleşim yeri kontrol edildi. Lead yerleşim
bozukluğu olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Pacemaker fonksiyonları da
değerlendirilerek disfonksiyon olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.
Pacemakerın programlanması: RV apeksinden yapılan pacingin etkisini
değerlendirebilmek
amacıyla DDD kodlu
pacemaker programları
VVI koduna
değiştirilerek tüm hastalarda RV apikal pacingi sağlandı. Tüm hastalarda pacemakerın
devreye girdiği ilk kalp hızından itibaren(bazal kalp hızı, ort:67/dk) dakikada 20 atım
miktarında pacemaker hızı artırıldı. Her kalp hızında 10 dakika beklenildikten sonra
ekokardiyografik inceleme yapıldı. Yaşa göre öngörülen maksimum kalp hızının (220yaş) %80’ine ulaşıldığında veya hastanın isteğiyle son kalp hızında çalışma durduruldu(pik
kalp hızı, ort: 130/dk).
Ekokardiyografik inceleme: Hastaya sol lateral dekubitus pozisyonu verilerek,
apikal 4 boşluk, 2 boşluk ve uzun eksen pencerelerden, ekspiratuar apne sağlandıktan sonra
Vivid 7 (GE Vingmed Ultrasound, Horten, Norway) kullanılarak her kalp hızı için 3’er
kardiyak siklus içeren görüntü kayıtları yapıldı. Kayıtlar EchoPac for PC (GE Vingmed
Ultrasound) kullanılarak 2 hekim tarafından analiz edildi. LV EDV, ESV ve EF apikal 2
ve 4 boşluk görüntüleri kullanılarak Simpson eşitliği ile hesaplandı. Renkli TDI görüntüleri
54
mümkün olan en yüksek frame sayısında kaydedilerek, düzeltme açısı 30 derecenin altında
tutuldu. Bazal ve mid septum, lateral, anterior, inferior, anterior septum ve posterior
duvarlardan TD velosite eğrileri elde edilerek bu velositelerin amplitüdleri kaydedildi. Eş
zamanlı EKG kaydındaki Q dalgasının başından sistolik velositenin pik yapma zamanına
kadar geçen süreler (T-Sm), diastolik E dalga pikine kadar geçen süreler (T-Em) her
segmentte ölçülerek kaydedildi.
12 segmentten ölçülen T-Sm değerlerinin standart
sapması (TsSD), septum ve lateral duvarlardan elde edilen septolateral gecikme süreleri
(SLG) sistolik asenkroni parametreleri olarak kullanılırken, 12 segmentten elde edilen TEm değerlerinin standart sapması(TeSD) da diyastolik asenkroni parametresi olarak
kullanıldı. Her ölçümde gözlemciler arası ve gözlemci içinde farklılıklar olduğu göze
alınarak parametrelerin her birinde > %20 değişiklik olması anlamlı olarak kabul edildi.
Đstatistiksel değerlendirme:
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 15.0 programı kullanıldı. Çalışma
verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotların (Ortalama, Standart sapma)
yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin
grup içi karşılaştırmalarında Paired Sample t testi, normal dağılım göstermeyen
parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında ise Wilcoxon işaret testi kullanıldı. Normal
dağılım göstermeyen parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U
test kullanıldı. Parametreler arası ilişkilerde normal dağılım gösteren parametreler Pearson
korelasyon analizi ile normal dağılım göstermeyenler ise Spearman’s korelasyon analizi ile
değerlendirildi. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde
değerlendirildi.
Bulgular:
1. Bazal kalp hızında elde edilen bulgular
a.Renkli TDI ile elde edilen ortalama pik sistolik velosite (Sm) ile sistolik
fonksiyonlar arasındaki ilişki.
Çalışmaya dahil edilen hastalar EF değerlerine göre iki gruba ayrıldığında (EF
<%45 ve EF≥45) sistolik fonksiyon bozukluğu olan hastaların(5 hasta) 12 segmentten elde
edilen Sm değerleri ortalamalarının (12 segment Sm ort), bazal septum ve bazal lateral
duvardan elde edilen Sm değerlerinin(Septal ve Lateral Sm) ve bazal septum ve bazal
lateral duvarların Sm değerlerinin ortalamasının ( Sm E ort) sistolik fonksiyon bozukluğu
olmayan hasta grubundan(18 hasta) daha düşük olduğu görüldü. (Tablo 1)
55
Bazal EF ve Sm ilişkisi
EF≥45 (n=18)
EF<45 (n=5)
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
SMEORT
2,44±0,45
2,40
4,32±0,62
4,37
0,001**
Septal SM
2,26±0,69
2,40
4,16±0,55
4,15
0,001**
Lateral SM
2,62±0,31
2,55
4,69±1,05
4,75
0,001**
2,26±0,75
2,60
4,14±0,47
4,15
0,001**
12 Segment
SM ort
Tablo 1: Sistolik fonksiyon ve TDI ile elde edilen sistolik velositeler arasındaki ilişki.
Şekil 1. Normal ve düşük EF gruplarında doku velositeleri
b. Bazal kalp hızında sistolik ve diastolik asenkroni parametrelerinin
değerlendirilmesi ve asenkroninin EDV, ESV EF’na etkisi.
56
Örneklemde en sık gecikmenin görüldüğü segment lateral duvardı.(Gecikme
görülen segmentlerin %75’i). Lateral duvarı sırasıyla posterior (%15), inferior ve
septum(%5) takip ediyordu.(Şekil 2)
Şekil 2: Bazal kalp hızında gecikme görülen segmentlerin dağılımı
Tüm hastların TsSD değerleri 5,14 ila 66,71 msn arasında değişmekteydi (ort:
32,75±17,93 msn). TsSD değeri 30 msn sınır değer kabul edildiğinde 23 hastanın
14’ünde(%61) sistolik asenkroni saptandı. Bu grubun TsSD ortalaması 45,5±9,5 msn iken
TsSD değeri <30ms olan hastaların ortalama TsSD değeri 14,8±7,1 msn idi. Her iki grubun
TsSD değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmasına rağmen (p<0.01) bazal
EF, EDV, ESV değerleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı.(Tablo 2)
TsSD ile asenkroni olan ve olmayan gruplar
Bazal Asenkroni Olan
Bazal Asenkroni
(n=14)
Olmayan
(n=9)
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Bazal TsSD
45,5±9,5
44,3
14,8±7,1
13,4
0,001*
Bazal EDV
75,3±34,4
66,0
75,7±19,4
72,0
0,487
Bazal ESV
37,7±30,4
25,0
28,0
1,000
Bazal EF
54,6±15,1
56,5
62,7
0,508
30,5±11,9
59,2±11,3
Tablo 2: TsSD değerine göre asenkronisi olan ve olmayan hastaların EF, ESV, EDV’lerinin
karşılaştırılması. (* p<0.01)
57
SLG süreleri göz önüne alındığında tüm hastaların SLG süreleri 0 ila 130 msn
arasında değişmekteydi (ort: 63,47±46,96). SLG süresi 60 msn sınır değer olarak kabul
edildiğinde 23 hastanın 13’ünde (%56) sistolik asenkroni tespit edildi. Asenkronisi olan
grubun SL gecikme süresi ortalama 99,23±24,98 msn iken asenkroni olmayan grubun SLG
süresi ortalaması 17,0±17,66 msn idi. SLG sürelerine göre asenkronisi olan ve olmayan
gruplar arasında ESV, EDV, EF değerleri açısından anlamlı farklılık yoktu. (Tablo 3)
SL Gecikme Süresine Göre Asenkroni
Olan (n=13)
Olmayan (n=10)
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Bazal SLG
99,23±24,98
100,0
17,0±17,66
10,0
0,001*
Bazal EDV
79,30±35,95
68,0
74,20±18,80
66,5
0,876
Bazal ESV
44,38±40,71
34,0
30,0±11,42
27,5
0,534
Bazal EF
53,64±16,02
54,04
59,97±9,54
61,85
0,352
Tablo 3: SL gecikme sürelerine göre asenkronisi olan ve omayan grupların ESV, EDV, EF
açısından karşılaştrılması. (* p<0,01)
Diyastolik asenkroni göz önünde bulundurulduğunda tüm olguların TeSD değerleri
3,89 ila 86,49 msn arasında değişmekteydi (ort: 22,24±16,9 msn). TeSD değeri 20 msn
sınır olarak kabul edildiğinde 23 hastanın 10’unda (%44) diastolik asenkroni tespit edildi.
Bu gruptaki hastaların TeSD ortalaması 33,8±20,0 msn iken diastolik asenkronisi olmayan
grubun TeSD ortalaması 13,3±4,8 msn olarak tespit edildi. Diyastolik asenkronisi olan ve
olmayan iki grup arasında bazal EDV, ESV ve EF değerleri açısından anlamlı farklılık
saptanmadı. (Tablo 4)
58
TeSD ile diyastolik asenkronisi olan ve olmayan
hastalar
Te SD<20 ms
Te SD>20 ms
(n=13)
(n=10)
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Bazal Te SD
13,3±4,8
14,4
33,8±20,0
27,1
-
Bazal EDV
76,4±35,9
66,0
74,4±17,9
70,0
0,576
Bazal ESV
35,6±32,1
25,0
35,5
0,214
Bazal EF
57,5±13,8
60,2
58,3
0,687
34,0±10,9
54,9±14,0
Tablo 4: Diyastolik asenkronisi olan ve olmayan hastaların EDV, ESV ve EF açısından
karşılaştırılması.
c. Sistolik disfonksiyonu olan ve olmayan hastaların bazal asenkroni
parametreleri açısından değerlendirilmesi.
Hastalar EF %45’in üstünde ve altında olmak üzere iki gruba ayrıldığında, sistolik
disfonksiyonu olan grupla olmayan grup arasında sistolik ve diyastolik asenkroni
belirteçleri olan Ts-SD, SLG süresi ve TeSD değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmadı.(Tablo 5)
EF<45 (n=5)
EF>45 (n=18)
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Bazal TsSD
36,53±13,28
42,49
32,69±18,73
34,93
0,655
Bazal SL
78,00±43,81
100,0
59,44±48,19
55,00
0,476
Bazal TeSd
31,54±31,11
20,44
19,66±10,47
17,88
0,602
Tablo 5: Sistolik disfonksiyonu olan ve olmayan grupta sistolik ve diastolik asenkroni
parametrelerinin karşılaştırılması
d. Her iki sistolik asenkroni parametresi ile bazal EDV, ESV ve EF
değerlerinin karşılaştırılması.
59
Çalışmaya dahil edilen 23 hastanın 11 tanesinde hem TsSD (>30 msn) hem SLG
süresi (>60msn) değerlerine göre sistolik asenkronisi vardı. Yine aynı parametreler
açısından değerlendirildiğinde 7 tane hastanın sistolik asenkronisi yoktu. Her iki gruptaki
hastaların bazal EDV, ESV ve EF değerleri karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı bir
farklılık bulunamadı. (Tablo 6)
Bazal TsSD ve SLG süresine göre asenkroni
Olan (n=11)
Olmayan (n=7)
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
TsSD
46,96±9,33
44,61
12,71±6,48
12,64
-
SLG süreleri
106,3±19,6
110,0
7,14±7,55
10,0
-
Bazal EF
53,47±16,11
54,04
60,55±8,97
62,7
0,341
Bazal EDV
78,09±38,74
68,0
77,14±23,08
89,0
0,555
Bazal ESV
43,81±44,09
25,0
31,42±13,02
28,0
1,000
Tablo 6: Her iki sistolik asenkroni parametresine göre asenkronisi olan ve olmayan grupların
bazal EDVi ESV ve EF değerlerinin karşılaştırılması
e. Her iki sistolik parametre ile sistolik asenkronisi ve diastolik asenkronisi
olan hastaların bazal EDV, ESV ve EF değerlerinin karşılaştırılması
TsSD,
SLG ve TeSD parametreleri ile sistolik ve diastolik asenkronisi olan
hastalarla sistolik ve diastolik asenkronisi olmayan hastaların bazal EDV, ESV ve EF
değerleri arasında anlamlı bir farklılık bulunamadı.(Tablo 7)
60
Bazal Sistolik ve Diyastolik Asenkroni
Olmayan (n=4)
p•
Olan (n=4)
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
TsSD
14,58±8,31
13,9
45,13±2,89
44,39
0,029*
SLG süreleri
5,00±5,77
5,00
105,0±10,0
100,0
0,017*
TeSD
8,49±3,07
9,9
43,98±31,1
34,5
0,021*
Bazal EDV
65,5±24,8
58,5
66,0±21,3
66,0
1,000
Bazal ESV
30,0±17,8
23,5
40,0
0,564
Bazal EF
56,1±9,6
56,9
48,8
0,386
37,5±15,0
48,9±14,4
Tablo 7: Sistolik ve diastolik asenkroni olan hasta gruplarının bazal EDV,ESV, EF değerleri
açısından karşılaştırılması.
f. Hasta yaşı ve pacemaker implantasyon süresinin bazal sistolik ve diyastolik
asenkroni parametreleri ile ilişkisi
Yaşları 20 ila 84 arasında olan (57,43±18,91) hastaların pacemaker implantasyon
süreleri 1 ila 144 ay arasında değişmekteydi (33,0 ± 36,56 ay). Yaş ile sistolik veya
diyastolik asenkroni arasındaki ilişki değerlendirildiğinde sistolik asenkroni parametreleri
ile yaş arasında anlamlı bir korelasyon bulunamazken, yaş ile diyastolik asenkroni arasında
pozitif yönde anlamlı korelasyon tespit edilmiştir.(Tablo 8)
Yaş
r
p
Bazal TsSD
0,003
0,990
Bazal SLG
0,097
0,658
Bazal TeSD
0,436
0,038*
Tablo 8: Yaş ile TsSD, SLG süresi ve TeSD değerleri arasındaki ilişki. (r: Pearson korelasyon
katsayısı, * p<0.05)
Pacemaker implantasyon süresi ile sistolik ve diyastolik asenkroni parametreleri
arasındaki ilişki değerlendirildiğinde diyastolik asenkroni açısından anlamlı bir ilişki
61
izlenmezken TsSD değerleri ile yaş arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptandı. (Tablo
9)
Süre
r
p
Bazal TsSD
0,584
0,004**
Bazal SLG
0,344
0,117
Bazal TeSD
-0,124
0,581
Tablo 9: Pacemaker implantasyon süresi ile TsSD, SLG süresi ve TeSD arasındaki ilişki.(r:
Pearson korelasyon katsayısı, * p<0.05)
2. Asenkroni parametrelerinin bazal ve pik kalp hızlarında karşılaştırılması
a. Bazal ve pik kalp hızlarında TsSD değerlerinde, EDV, ESV ve EF’nda
meydana gelen değişimler.
Tüm hastaların bazal TsSD ortalama değeri 32,75±17,93 msn iken pik kalp hızında
TsSD ortalama değeri 30,69±31,38 msn idi. TsSD değerleri açısından tüm örneklemin
bazal ve pik değerleri arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p:0,468). EDV, ESV ve EF göz
önünde bulundurulduğunda ise bazal kalp hızlarıyla kıyaslandığında pik kalp hızlarında
EDV ve ESV’ de anlamlı düşüş görülürken EF’da anlamlı bir değişiklik izlenmedi.(Tablo
10)
Tüm olgular
Ts SD
EDV
ESV
EF
Ort±
±SD
Medyan
Bazal
32,75±17,93
36,54
Pik
30,69±14,62
31,38
Bazal
77,47±30,77
68,00
Pik
63,52±32,91
60,00
Bazal
36,55±27,14
28,00
Pik
31,85±23,54
28,00
Bazal
55,88±14,85
60,20
Pik
54,13±13,13
53,00
p•
0,468
0,001**
0,010*
0,218
Tablo 10: Tüm örneklemin Bazal ve Pik TsSD, EDV ve EF değeleri. (* p<0.05, **p< 0,01)
62
TsSD değerinde meydana gelen değişikliğin %20’ den fazla olması anlamlı bir
değişim olarak kabul edilerek hastalar asenkronisi artan, asenkronisi azalan, asenkronisi
değişmeyenler şeklinde gruplara ayrıldığında;
1. Asenkronisi artan grubun(7 hasta) bazal ve pik kalp hızlarında ölçülen TsSD
değerlerinde anlamlı farklılık bulunurken(sırasıyla 18,9±10,2 msn ve 37,9±16,7 msn,
p<0,05) EDV ve ESV ve EF değerlerinde anlamlı bir değişiklik izlenmemiştir. (Tablo 11)
2. Asenkronisi azalan grubun(10 hasta) bazal ve pik TsSD değerlerinde anlamlı
fark bulunurken (sırasıyla 45,2±10,4 msn ve 28,5±7,6 msn, p<0,01) EDV’ de meydana
gelen değişiklik dışında diğer parametrelerde anlamlı bir değişiklik saptanmadı. (Tablo 11)
3. TsSD değerinde bazal ve pik kalp hızlarında anlamlı değişiklik olmayan hasta
grubunda (TsSD bazal 31,0±21,1 msn ve pik 29,1±19,9 msn p:0,173) EDV, ESV ve EF
değerlerinde anlamlı bir değişim izlenmedi. (Tablo 11)
Tüm hastaların bazal ve pik kalp hızlarında TsSD değerleri incelendiğinde, hız
artışı ile TsSD değerlerinde belirgin bireysel farklılıklar görülmektedir. 10. hastada pik
kalp hızında bazal TsSD değerinin yaklaşık 7 katına varan TsSD değerlerine ulaşılırken, 14
ve 18. hastalarda ise pik kalp hızında tam ters yönde belirgin değişimler izlenmiştir. (Şekil
3)
Şekil 3: 23 hastanın bazal ve pik kalp hızlarında meydana gelen TsSD değişimleri.(♦ pik kalp
hızı) Not: Şekil 2 ve 3’te gösterilen numaralar aynı hastayı temsil etmektedir.
63
Asenkronisi artan
Asenkronisi Azalan
n=7
Asenkronisi değişmeyen
N=10
n=6
Ort±
±SD
Medyan
Ort±
±SD
Medyan
Ort±
±SD
Medyan
Bazal TsSD
18,9±10,2
14,4
45,2±10,4
43,5
31,0±21,1
31,9
Pik TsSD
37,9±16,7
37,2
28,5±7,6
29,6
29,1±19,9
29,6
0,018*
p•
0,005**
0,173
Bazal EDV
76,5±19,6
67,0
81,3±38,8
66,0
64,6±17,1
68,0
Pik EDV
66,4±17,4
68,0
66,1±41,7
60,0
54,8±18,6
52,0
0,063
p•
0,046*
0,223
Bazal ESV
31,8±13,4
28,0
40,3±35,4
25,0
29,5±10,8
26,0
Pik ESV
29,2±14,1
25,0
35,3±28,9
30,0
26,8±14,0
29,5
0,397
p•
0,283
0,599
Bazal EF
59,5±10,8
62,7
56,3±15,4
60,0
52,7±15,1
53,8
Pik EF
58,4±12,0
61,0
51,5±9,12
48,6
52,7±17,2
57,1
1,00
p•
0,109
0,753
Tablo 11: TsSD değerlerine göre asenkronisi artan, azalan, değişmeyen gruplar ile bazal ve
pik kalp hızlarında asenkronisi olan ve olmayan grupların EDV, ESV ve EF açısından
karşılaştırılması.
b. Bazal ve pik kalp hızlarında SLG sürelerinde ve EDV, ESV ve EF’nda
meydana gelen değişimler .
Tüm hastaların bazal SLG sürelerinin ortalaması 63,47±46,96 msn iken, pik kalp
hızında bu değer 46,95±38,66msn idi. SLG süresi açısından bakıldığında örneklemin bazal
64
ve pik kalp hızlarında anlamlı bir farklılık yoktu(p:0,120). Örneklemin bazal ve pik kalp
hızlarında elde edilen EDV ve ESV değerlerinde anlamlı farklılık izlenirken, EF
değerlerinde anlamlı değişim izlenmedi.(Tablo 12)
Bazal
Pik
p•
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
SLG süresi
63,47±46,96
60,0
46,95±38,66
50,0
0,120
EDV
77,47±30,77
68,0
63,52±32,91
60,0
0,001**
ESV
36,55±27,14
28,0
31,85±23,54
28,0
0,045*
EF
55,88±14,85
60,2
54,13±13,13
53,0
0,218
Tablo 12: Tüm örneklemin bazal ve pik kalp hızlarında elde edilen SLG süreleri, EDV, ESV
ve EF değerleri açısından karşılaştırılması.(* p<0.05, **p<0.001)
Hastalar SL gecikme süresinde meydana gelen değişiklik % 20 den fazla olması
anlamlı kabul edilerek pik kalp hızında asenkronisi artan, asenkronisi azalan ve asenkronisi
değişmeyenler şeklinde gruplara ayrıldığında;
1. SLG süresi artan grubun(5 hasta, bazal SLG: 14,0±11,4 msn, pik SLG:
76,0±40,3msn, p<0,05) ve SLG süresinde anlamlı bir değişiklik olmayan grubun(5 hasta,
bazal SLG 32,0±43,2msn, pik SLG 32,0±40,8 msn, p:1,00) bazal ve pik kalp hızlarındaki
EDV,ESV ve EF değerleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı.
2. SLG süresine göre asenkronisi azalan grupta(13 hasta, bazal SLG 94,6msn,
pik SLG 41,5±34,1msn, p<0,01)bazal ve pik kalp hızlarında ölçülen SLG süreleri arasında
anlamlı farklılık izlenirken, pik kalp hızlarında bazal kalp hızı ile kıyaslandığında EDV ve
ESV değelerinde istatistiksel olarak anlamlı düşme olduğu görüldü. EF’nda istatistiksel
olarak anlamlı bir değişiklik izlenmedi. (Tablo 13)
65
SLG Süresi
Asenkroni Artan
Asenkroni Azalan
Asenkroni
(n=5)
(n=13)
Değişmeyen (n=5)
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Ort±SD
Medyan
Bazal SL
14.0±11,4
10.0
94,6±29,8
100.0
32.0±43,2
10.0
Peak SL
76,0±40,3
80,0
41,5±34,1
50.0
32,0±40,8
10.0
P••
0.001**
0.042*
1,000
Bazal EDV
76,6±22,4
67,0
81,3±34,2
68,0
66,6±22,1
64,0
Peak EDV
67.0±21,2
68,0
62,1±37,5
57,0
62,4±15,9
62,0
P••
0,007**
0,080
0,715
Bazal ESV
35,2±14,5
37,0
44,9±40,3
34,0
23,4±4,7
24,0
Peak ESV
32,0±16,2
28,0
33,7±26,3
30,0
24,0±8,63
25,0
P••
0,046*
0,498
1,000
Bazal EF
55,6±10,5
60,2
54,1±16,1
59,0
62,8±8,2
68,3
Peak EF
55,1±14,0
48,0
50,0±12,2
48,0
62,4±7,20
63,2
P••
0,084
1,000
0,686
Tablo 13: SLG süresine güre asenkronisi artan, azalan ve değişmeyen grupların EDV, ESV ve
EF açısından değerlendirilmesi.
Tüm
hastalar
bazal
ve
pik
kalp
hızlarında
SLG
süreleri
açısından
değerlendirildiğinde TsSD değerlerinde olduğu gibi önemli bireysel farklılıklar izlendi. 10
ve 15. hastada pik kalp hızlarında SLG sürelerinde yaklaşık 8 kat yükselme izlenirken 3 ve
4. hastalarda ise aynı oranda ters yönde bir değişme izlendi.
66
Şekil 3: SLG sürelerine göre hastalar arasında bazal ve pik kalp hızlarında görülen bireysel
farklılıklar. (♦ pik kalp hızı) Not: Şekil 2 ve 3’te gösterilen numaralar aynı hastayı temsil etmektedir.
3. Değerlendirilen parametreler arasındaki korelasyonun inclenmesi
Bazal kalp hızlarında ölçülen SLG süresi ile TsSD değerleri arasında 0,99
düzeyinde korelasyon saptanırken, pik kalp hızlarında bu değer 0,83’tü. Teknik açıdan
göreceli olarak daha zor olan TsSD değerleri ile daha kolay olan SLG süreleri arasında
görülen yüksek korelasyon pacemaker hasta popülasyonunda SLG süresinin ölçülmesinin
yeterli olabileceğini düşündürmektedir.
Diyastolik ve sistolik asenkroni parametreleri incelendiğinde bazal TeSD ile bazal
TsSD arasında 0,11; bazal TeSD ile bazal SLG süresi arasında 0,21; pik TeSD ile pik
TsSD arasında -0,06; pik TeSD ile pik SLG süresi arasında 0,06 düzeylerinde korelasyon
saptandı.
Bazal SLG süresi ile pik SLG süresi arasında 0,26 ve bazal TsSD değerleri ile pik
TsSD değerleri arasında 0,30 düzeyinde korelasyon tespit edildi. Bazal TeSD ile pik TeSd
arasında ise 0,31 düzeyinde korelasyon olduğu görüldü.
Bazal TsSD ile bazal EF arasında -0,20; bazal EDV arasında 0,13; ESV arasında
0,24 düzeyinde korelasyon saptanırken Bazal SLG ile aynı paramatreler arasındaki
korelasyon sırasıyla 0,18, 0,09 ve 0,25’ti.
67
Pik TsSD ile pik EDV, ESV ve EF arasında sırasıyla 0,02, 0,06 ve 0,05 düzeyinde
korelasyon saptanırken Pik SLG süresi ile aynı parametreler arasında sırasıyla 0,13, 0,21
ve -0,05 düzeyinde korelasyon saptandı
Sonuç
Asenkroni, ventrikül kasılma ahenginde meydana gelen bozulmadır. Elektriksel
iletinin bozulması veya miyokardda meydana gelen organik hastalıklar asenkroniye neden
olabilmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar QRS süresi normal olan hastalarda da
asenkroni gelişebildiğini göstermiş olsa da EKG’de görülen geniş QRS kompleksleri
asenkroni varlığı açısından önemli ipuçları vermektedir. Ekokardiyografi teknolojisinde
meydana gelen değişiklikler asenkroni varlığının ve şiddetinin belirlenmesinde önemli
bilgiler sağlamakla birlikte henüz en doğru tekniğin ne olduğu konusunda önemli sorular
cevap
beklemektedir.
Kullanılan
tekniklerde
gözlemciler
arası
ve
gözlemci-içi
değişikliklerin olması, görüntü kalitesinin önemi, bazı tekniklerin açı bağımlılığı, net
olarak tanımlanmış asenkroni parametrelerinin olmaması, teknikler arası farklar gibi
olumsuz faktörler asenkroniyi tanımlamada ve değerlendirmede belirgin engeller
oluşturmaktadır. Yine asenkroninin istirahat halindeyken değerlendirilmesi özellikle
egzersiz
yakınmaları
olan
hastalarda
normal
veya
normale
yakın
asenkroni
parametrelerinin elde edilmesinin ne kadar güvenilir olduğu sorusunu akla getirmektedir.
Çalışmamıza dahil ettiğimiz hastalarda gözlemlediğimiz bazal ve pik kalp hızlarında TsSD
ve SLG sürelerinde meydana gelen değişikliklerdeki önemli bireysel farklılıklar pacemaker
hasta popülasyonunda asenkroninin değerlendirilmesinde önemli bir bakış açısı
kazanmamızı sağlamıştır. Aynı noktadan hareketle asenkroni konusunda birçok tanı ve
tedavi yöntemi çalışmalarının yapıldığı dilate KMP hastalarında da bu bulgunun öneminin
daha fazla irdelenmesi gerekmektedir.
Pacemaker hasta popülasyonunda renkli TDI ile yaptığımız çalışmamızda, daha
önce yapılmış çalışmalara benzer şekilde sistolik disfonksiyonu olan pacemaker
hastalarında doku velositelerinin anlamlı olarak düşük olduğunu tespit ettik.(Tablo 1, Şekil
1) TD ile bazal segmentlerden elde edilen doku velositelerinin ölçümü bu grup hastalarda
da sistolik fonksiyonun değerlendirilmesinde hızlı ve güvenilir bir yöntemdir. Pacemaker
implantasyonundan hemen sonra başlayarak periyodik olarak yapılacak takiplerle TD
yönteminin bu grup hastada sistolik disfonksiyon gelişimini ön görmedeki gücü
değerlendirilmelidir. Doku velositeleri düşük olan hastalarda medikal tedavi stratejilerinin
68
ve pacing modalitesinin değiştirilmesinin KY’e karşı primer korumada getirebileceği
faydalar araştırılmalıdır.
Çalışmamızda elde ettiğimiz diğer önemli bulgu da sistolik asenkroni gelişimi ile
pacmaker implantasyon süresi arasındaki pozitif yöndeki korelasyondur.(Tablo 9) Sistolik
disfonksiyonu olan ve olmayan hastaların asenkroni parametreleri arasında anlamlı bir
farklılık saptamamıza rağmen bu bulgu sistolik disfonksiyon olsun veya olmasın
pacemaker hastalarında zamanla sistolik asenkroni geliştiğini göstermektedir. Sistolik
asenkroninin KY gelişimi sürecine katkısı, normal EF olan hastalarda dahi semptom
gelişimine olumsuz etkisi bilinmektedir. Pacemaker hastalarında hipertansiyon, iskemik
kalp hastalığı, dejeneratif kapak hastalıkları gibi asenkroniye neden olan komorbiditelerin
bulunduğu da göz önünde bulundurulduğunda bu bulgu uzun süreli pacemaker hastalarının
asenkroni ve sistolik disfonksiyon gelişimi açısından yakından takip edilmesi gerektiğini
ortaya koymaktadır.
Çalışmamızda dilate KMP hastalarına benzer şekilde gecikme en sık lateral duvarda
görülmüştür.(Şekil 2) Bu bulgu elektriksel iletinin yayılmasında meydana gelen
yavaşlamanın
normal
EF’lu pacemaker hastalarında da benzer
senkronizasyon
bozukluklarına neden olduğunu düşündürmektedir. LBBB’nun eşlik ettiği miyokard
patolojileriyle kliniklere başvuran hastalarda LBBB-patoloji ilişkisinin birbirini ne yönde
etkilediği ve sebep-sonuç açısından nasıl bir etkileşim içinde oldukları karmaşasını
gündeme getirmektedir.
Örnekleme dahil ettiğimiz tüm hastaların gerek TsSD ve gerekse de SLG süreleri
ile
değerlendirdiğimiz
sistolik
asenkroni
parametrelerinin
ortalamaları(
sırasıyla
32,75±17,93 msn ve 63,47±46,96 msn) göz önünde bulundurulduğunda asenkroninin
pacemaker hastalarında oldukça yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır(Tablo 10,12). RV
pacingi sırasında TsSD ile 23 hastanın14’ünde( %61), SLG süresi ile 23 hastanın
13’ünde(%56) asenkroni saptanmış olması pacemaker hastalarının periyodik takipleri
sırasında değerlendirilmesi gereken parametrelerin rutin ekokardiyografi ile elde edilen
parametrelerle sınırlı kalmaması gerektiğini göstermiştir. Her iki parametre birlikte
kullanıldığında da 23 hastanın 11’inde( %47) sistolik asenkroni saptanırken 10 hastada
(%43) diastolik asenkroni saptanmıştır.(Tablo 4)
Bazal ve pik kalp hızlarında ölçülen SLG süreleri ile TsSD değerleri arasında tespit
edilen 0,99 ve 0,83 düzeyindeki korelasyon göreceli olarak daha kolay ölçülebilen SLG
süreleriyle daha zor ölçülen TsSD değerlerine gerek duyulmadan pacemaker hastalarında
asenkroninin değerlendirilebileceğini düşündürmektedir.
69
Bazal kalp hızlarında sistolik ve/veya diyastolik asenkronisi olan ve olmayan
grupların EDV, ESV, EF değerleri açısından anlamlı farklılık bulunmamıştır. Benzer
şekilde EF düşük ve yüksek olan grupların sistolik ve diyastolik asenkroni parametreleri
arasında da anlamlı bir farklılık izlenmemiştir.(Tablo 2–7) Çalışmamıza dahil ettiğimiz
hastalar içinde sistolik disfonksiyonu olan olgu sayısının düşük (5 hasta) ve genel
örneklemin küçük olmasıyla açıklanabileceği gibi örneklemimize dahil ettiğimiz hastalarda
miyokardı etkileyen KAH ve ciddi kapak hastalığı gibi asenkroniye neden olan diğer
önemli sebepleri dışlama kriteri olarak kullanmamız nedeniyle örneklemimizde asenkronisistolik disfonksiyon sürecinin daha yavaş gelişmiş olabileceği ile de ilişkili olabilir.
Örneklemde bazal kalp hızlarında ölçülen TsSD ve SLG süreleri ile pik kalp
hızlarında ölçülen asenkroni değerleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı. Tüm örneklem
dikkate alındığında pik kalp hızlarında ölçülen EDV, ESV değerleri bazal kalp hızlarıyla
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptandı. (Tablo 10,12) SLG
değerlerine göre asenkronisi artan ve değişmeyen grupta EDV ve ESV değerlerinde bu
düşüş izlenmezken asenkronisi azalan grupta EDV ve ESV’ ün anlamlı derecede düştüğü
görüldü.(Tablo 13) Özellikle ESV değerlerinde meydana gelen bu değişiklikler RV apikal
pacingi sırasında meydana gelen asenkroninin hemodinamik parametreler üzerine olan
etkisini göstermektedir. TsSD değerleri açısından hastalar gruplara ayrıldığında yine
asenkronisi artan ve değişmeyen grupların EDV, ESV değerlerinde anlamlı değişme
görülmezken, asenkronisi azalan grupta EDV değerlerinde anlamlı düşüş izlenmiştir.
(Tablo 11)
Bazal ve pik kalp hızlarında SLG süreleri ve TsSD değerlerinde meydana gelen
değişimler her hasta için ayrı ayrı incelendiğinde değişimin miktarı ve yönünde önemli
bireysel farklılıklar görülmektedir. Bu nedenle RV apikal pacing tedavisi yapılmakta olan
hastaların ekokardiyografik takipleri bireysel farklılıklar göz önünde bulundurularak
planlanmalı ve her hastada asenkroni değerlendirilmesi mutlaka yapılmalıdır.
ÖZET
Sağ ventrikül apeksinden yapılan pacingin kalbin fonksiyonları üzerine olan
olumsuz etkileri bilinmektedir. Asenkroni bu pacing yönteminin etkilediği en önemli
parametrelerden
biridir.
Asenkroni
değerlendirilmesinde
kullanılan
birçok
ekokardiyografik yöntem mevcuttur, TDI bu yöntemlerin en önemlilerinden biridir. Bu
70
çalışmada sağ ventrikül apikal pacingi sırasında meydana gelen sistolik ve diyastolik
asenkroniyi ve değişik kalp hızlarına asenkroni ile volümetrik parametrelerde oluşan
değişimleri değerlendirmeyi amaçladık.
Çalışmada elde ettiğimiz ilk bulgu EF düşük olan hastaların doku velositelerinin
düşük olduğuydu. Çalışma hastalarımızdan elde ettğimiz SLG süreleri ve TsSD
değerlerinin ortalamaları yüksekti. SLG süresi ile hastaların % 61’inde, TsSD ile hastaların
%56’sında asenkroni tespit edilmesi pacemaker hasta popülasyonunda asenkroninin
yaygınlığını göstermekteydi. Diyastolik asenkroninin de hastalarda oldukça sık olduğu
görüldü(%43). Lateral duvar en sık geciken ventrikül segmentiydi. Normal ve düşük EF’lu
hasta gruplarının sistolik ve diyastolik asenkroni parametreleri açısından anlamlı farklılık
izlenmedi. Bazal ve pik kalp hızlarında ölçülen SLD ve TsSD değerleri arasında iyi
düzeyde korelasyon tespit edildi.
Bütün hastalar değerlendirildiğinde EDV ve ESV’lerin pik kalp hızlarında daha
düşük olduğu görülürken SLG süresi ile asenkronisi değişmeyen ve artan grupta
volümetrik parametrelerde anlamlı düşme görülmedi. Sadece asenkronisi azalan grubun
volümetrik parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı düşme olduğu tespit edildi.
Çalışmamızda ayrıca pik kalp hızlarına ulaşıldığında asenkroni parametrelerinde meydana
gelen değişimlerde önmeli bireysel farklılıklar olduğu görüldü.
Pacemaker hasta popülasyonunda asenkroni önemli bir sorundur. Bu hastaların
ekokardiyografik değerlendirmelerinde mutlaka asenkroni parametreleri de dikkate
alınmalıdır. TDI karidyak siklusta meydana gelen olayların zamanlaması hakkında önemli
bilgiler vermektedir ve sistolik fonksiyonların hızlı bir şekilde değerlendirlmesine olanak
sağlamaktadır.
,
SUMMARY
Right ventricular apical pacing is known to be harmful for different functional
properties of the heart. Asynchrony is one of the most important parameter affected by this
pacing modality. There are several echocardiographic methods to evaluate asynchrony.
Tissue Doppler Imaging(TDI) is one of the most important method for this purpose. In this
study we aimed to evaluate left ventricular systolic and diastolic asynchrony during right
71
ventricular apical pacing and alterations in asynchrony parameters and left ventricular
volumetric parameters in different heart rates.
First finding was the lower systolic tissue velocities were associated with lower
Ejection Fraction (EF) in our study group. Mean septolateral delay(SLD) and standart
deviation of 12 segments’ time to peak velocities (TsSD) were high in our study
population. Systolic asynchrony was determined in 56% of patients by SLD and in 61% of
patients by TsSD indicating high prevalance of asynchrony in this population. Diastolic
asynchrony was also prevalent in our study population (43%). Lateral wall was the most
frequent latest segment. One of the most important finding in this study was the strong
correlation between systolic asynchrony and pacing period. There was no important
statistical difference in systolic and diastolic asynchrony measurements between the groups
with normal and lower EF. SLD measurments and TsSD measurements were well
correlated in basal end peak heart rates.
Both left ventricular end-systolic (ESV) and end-diastolic (EDV) volumes were
lower in peak heart rates in overall study population but there was no important decrease in
these parameters neither in patients with increasing asynchrony nor with constant
asynchrony by SLD. Only the decreasing systolic asynchrony group was showed important
decrease in ESV and EDV in peak heart rates. There was also remarkable interindividual
variation observed in asynchrony alterations basal to peak heart rates.
Asynchrony
is
an
important
issue
among
the
pacemaker
population.
Echcardiographic examination of these patients must include asynchrony evaluation. TDI
gives important information about timing of the specific events of the cardiac cycle and
enables quick evaluation of systolic function.
72
Kaynaklar
1. James TN. Anatomy of the human sinus node: Anat Rec 1961;121: 109-139
2. Blair DM, Davies F. Observationts on the conducting system of the heart. J Anat 1935;
69:303-325
3. LEV, M. 1960. The Conduction System. In Pathology of the Heart. : 132-165. S. E.
Could, Ed. Charles C Thomas. Springfield, Ill.)
4. James TN, Sherf L, Fine G, Morales AR. Comparative ultrastructure of the sinus node in
men and dog. Circulation 1966;32: 139-163
5. Davies MJ, Anderson RH, Becker AE. The conduction system of the heart. London:
Butterworth; 1983: 1-2000
6. Keith A, Flack M. The form and nature of the muscular connections between the
primary divisions of the vertebrate heart. J Anat Physiol 1907; 41:172–189.
7. Bachmann G. The inter-auricular time interval. Am J Physiol 1916; 41:309–320.
8. Khaja A, Flaker G. Bachman’s Bundle. Does it play a role in atrial fibrillation. Pace
2005;28:855-863
9. Inoue S, Becker AE. Posterior extensions of the human compact atrioventricular node: A
neglected anatomic feature of potential clinical significance. Circulation 1998; 97: 188-193
10. Gonzalez MD, Contreras RJ, Cardona F, et al. Demonstration of a left atrial input to
the atrioventricular node in humans. Circulation 2002; 106:2930-2934
11. James TN. The connecting pathways between the sinus node and the A-V node and
between the right an left atirum in the human heart. Am Heart J 1963; 66:498-508
12. De Ponti R, Ho SY, Salerno-Uriarte JA, et al. Electroanatomic analysis of sinus
impulse propagation in normal human atria. J Cardiovasc Electrophysiol 2002; 13:1-10
13. Bharati S, Lev M. Anatomy of the normal conduction system, disease related cahanges,
endeir
relationship
to
arrhytmogenesis.
Cardiac
Arrhythmia
Baltimore
Williams&Wilkins,1995, s: 1-15
14. Zipes DP, Libby P, Bonow RO, Braunwald E. A Textbook of Cardiovascular
Medicine, 7th edition, Elsevier Saunders s:656
15. Rosenbaum MB, Elizari MV, Lázzari JO. The Hemiblocks. Oldsmar, Florida: Tampa
Tracings; 1970.
16. Marcelo V. Elizari, Rafael S. Acunzo and Marcela Ferreiro Hemiblocks Revisited.
Circulation 2007;115;1154-1163
73
17. Tawara S. The Conduction System of the Mammalian Heart. An AnatomicHistological Study of the Atrioventricular Bundle and the Purkinje Fibers. Suma K,
Shimada M, trans; Anderson RN, ed. London: National Heart and Lung Institute; 2000:45–
62.
18. Oto A, Aytemir K, Köse S. Klinik Kardiyak Elektrofizyoloji. Hacettepe Üniversitesi
Hastaneleri Basımevi, 2004 s:78
19. Zipes DP, Libby P, Bonow RO, Braunwald E. A Textbook of Cardiovascular
Medicine, 7th edition, Elsevier Saunders s:107-152
20. Van Dam RI: Ventricular activation in human and canine bundle branch block. In
Wellens HJJ, Lie KI, Janse MJ, editors: The conduction system of the heart. Leiden, 1976,
H. E. Stenfert Kroese BV, pp 377-392
21. Wyndham CRC, Smith T, Meeran MK, Mammana R, Levitsky S, Rosen KM:
Epicardial activation in patients with left bundle branch block. Circulation 61: 696, 1980
22. Gray I. Paradoxical splitting of the second heart sound. Br Heart J 1956;18:21-28.
23. Adolph R, Fowler N, Tanaka K. Prolongation of isovolumic contraction time
in left bundle branch block. Am Heart J 1969;78:585-591.
24. Hultgren HN, Craige E, Fujii J, Nakamura T, Bilisoly J. Left Bundle Branch Block
And Mechanical Events of the Cradiac Cycle. Am J Cardiol 1983;52:755-762)
25. Vasallo JA, Cassidy DM, Marchlinski FE, Buxton AE, Waxman HL, Doherty JU,
Josephson ME. Endocardial activation of left bundle branch block. Circulation 1984;5:914923
26. Auricchio A, Fantoni C, Regoli F, Carbucicchio C, Goette A, Geller C, Kloss M, Klein
M. Characterization of left ventricular activation in patients with heart failure and left
bundle branch block. Circulation 2004;109:113-1139
27. Lebtahi NE, Stauffer JC, Delaloye A. Left bundle branch block and coronary artery
disease: accuracy of dipyridamole thallium-201 single-photon emission computed
tomography in patients with exercise anteroseptal perfusion defects. J Nucl
Cardiol 1997;4:266-73.
28. Hirzel HO, Senn M, Nuesch K, Buettner C, Pfeiffer A, Hess OM, Krayenbuehl HP:
Thallium-201 scintigraphy in complete left bundle branch block. Am J Cardiol
1984;53:764-769
29. James TN: Pathology of small coronary arteries. Am J Cardiol 1967;20:679-691
30. Sugiyama M, Hiraoka K, Ohkawa S: A clinicopathological study on 25 cases of
complete left bundle branch block. Jpn Heart J 1979;20:163-176
74
31. Ono S, Nohara R, Kambara H, Okuda K, Kawai C,. Regional myocardial perfusion and
glucose metabolism in experimental left bundle brunch block. Circulation 1992;85:11251131
32. Grines CL, Bashore TM, Boudoulas H, et al: Functional
abnormalities in isolated left bundle branch block. The effect of interventricular
asynchrony. Circulation 1989;79:845–853.
33. Ozdemir K, Altunkeser BB, Danis G, et al: Effect of the isolated left bundle branch
block on systolic and diastolic functions of left ventricle. J AmSoc Echocardiogr
2001;14:1075–1079
34. Düzenli MA, Özdemir K, Soylu A, Aygül N, Yazıcı M, Tokaç M. The Effect od
isolated left bundle branch block on the myocardial velocities and myocardial performance
index. Baskıda
35.Melek M, Esen Ö, Esen AM, Barutcu Đ, Onrat E, Kaya D. Tissue Doppler evaluation of
intraventricular asynchrony in isolated left bundle brunch block Echocardiography Vol 23,
No.2, 2006
36. Zoll PM. Interview by author, 1990. NASPE Oral History Archive, Natick, MA.
37 2. Zoll PM, Linenthal AJ, Norman LR, et al. Treatment of Stokes Adams disease by
external electric stimulation of the heart. Circulation 1954;9:482-493
38. Elmqvist R, Senning Å. Implantable pacemaker for the heart. In: Smyth CN, ed.
Medical Electronics: Proceedings of the Second International Conference on Medical
Electronics, Paris, 24–27 June 1959. London, UK: Iliffe & Sons; 1960:253–254..
39. Senning Å. Cardiac pacing in retrospect. Am J Surg. 1983;145:733–739.
40. Chardack WM, Gage AA, Greatbatch W. A transistorized, selfcontained, implantable
pacemaker for the long-term correction of complete heart block. Surgery. 1960;48:643–
654.
41. Zoll PM, Frank HA, Zarsky LRN, Linenthal AJ, Belgard AH. Long-term
electric stimulation of the heart for Stokes-Adams disease. Ann Surg. 1961;154:330 –346.
42. Parsonnet V. Permanent transvenous pacing in 1962. PACE Pacing Clin
Electrophysiol. 1978;1:265–268.
43. Furman S, Robinson G. Use of an intracardiac pacemaker in the correction of total
heart block. Surg Forum. 1958;9:245–248.
44. Furman S. Controversies in cardiac pacing. Cardiovasc Clin. 1977;1: 301–317
45. Parsonnet V, Myers G, Zucker IR, Lotman H. The potentiality of the use
75
of biologic energy as a power source for implantable pacemakers. Ann N Y Acad Sci.
1964;111:915–921.
46. Castellanos A, Lemberg L, Jude JR, Berkovits BV. Repetitive firing occurring during
synchronized electrical stimulation of the heart. J Thorac Cardiovasc Surg. 1966;51:334 –
340.
47. Sowton E. Artificial pacemaking and sinus rhythm. Br Heart J. 1965; 27:311–318.
48. Rogel S, Zoll PM, Parsonnet V, Nathan DA, Sowton E, Escher DJW, Lagergren H.
Fixed rate implanted pacemaking. Israel J Med Sci. 1967; 3:270 –278.
49. Lagergren H, Johansson L, Landegren J, Edhag O. One hundred cases of treatment for
Adams-Stokes syndrome with permanent intravenous pacemaker. J Thorac Cardiovasc
Surg. 1965;5:710 –714.
50. Parsonnet V, Gilbert L, Zucker IR, Asa MM. A plan for the treatment of complete
heart block and Stokes-Adams syndrome with an intracardiac dipolar electrode and a
permanent implantable pacemaker. Angiology. 1963;14:343–348
51. Littleford PO, Parsonnet V, Spector SD. Method for the rapid and atraumatic insersion
of permanent endocardial pacemaker electrodes through the subclavian vein. Am J Cardiol.
1979;43:980 –982.
52. Bernstein AD, Parsonnet V. Survey of cardiac pacing and defibrillation in the United
States in 1993. Am J Cardiol. 1996;78:187–196.
53.Schneider AA, Tepper F. The lithium-iodine cell. In: Thalen HJT, Harthorne JW, eds.
To Pace or Not to Pace: Controversial Subjects in Cardiac Pacing. The Hague,
Netherlands: M. Nijhoff; 1978:116 –121.
54. Tyers FO, Brownlee RR. A multiparameter telemetry system for cardiac pacemakers.
In: Varriale P, Naclerio EA, eds. Cardiac Pacing: A Concise Guide to Clinical Practice.
Philadelphia, Pa: Lea & Febiger; 1979:349 –368.
55. Parsonnet V, Bernstein AD. Cardiac pacing in the 1980s: treatment andtechniques in
transition. J Am Coll Cardiol. 1983;1:339 –354.
56. Kirk Jeffrey, PhD; Victor Parsonnet, MD Cardiac Pacing, 1960–1985
A Quarter Century of Medical and Industrial Innovation Circulation 1998;97;1978-1991
57 22.
58. Sutton R, Kenny RA. The natural history of sick sinus syndrome. PACE Pacing Clin
Electrophysiol 1986;9:1110-4.
59. Benditt DG, Mianulli M, Lurie K, Sakaguchi S, Adler S. Multiple-sensor systems for
physiologic cardiac pacing. Ann Intern Med 1994;121:960-8.
76
60. Longo E, Catrini V. Experience and implantation of a single-pass lead VDD pacing
system. PACE Pacing Clin Electrophysiol 1990;13:927-36.
61. Sutton R. Pacing in patients with carotid sinus and vasovagal syndromes. PACE Pacing
Clin Electrophysiol 1989;12:1260-3. abstract.
62. Fitzpatrick A, Theodorakis G, Ahmed R, Williams T, Sutton R. Dual chamber pacing
aborts vasovagal syncope induced by head-up 60 degrees tilt. PACE Pacing Clin
Electrophysiol 1991;14:13
63. Kusumoto FM, Goldschlager N.. Cardiac pacing. N Engl J Med. 1996 Jan
11;334(2):89-97
64. Ellenbogen KA, Wood MA. Cardiac pacing and ICDs . Blackwell Publishing 4th.
edition
65. Reynolds DW, Olson EG, Burow RD, et al. Hemodynamic evaluation of
atrioventricular and ventriculoatrial pacing. Pacing Clin Electrophysiol 1984;7:463.
66. Goldreyer B, Bigger T. Ventriculoatrial conduction in man. Circulation 1970;41: 935–
946.
67. Klementowicz P, Ausubel K, Furman S.The dynamic nature of ventriculoatrial
conduction. Pacing Clin Electrophysiol 1986;9:1050–1054.
68. Levy S, Corbelli JL, Labrunie P. Retrograde (ventriculoatrial) conduction. Pacing Clin
Electrophysiol 1983;6:364–371.
69. Greenberg B, Chatterjee K, Parmley WW, et al. The influence of left ventricular filling
pressure on atrial contribution to cardiac output. Am Heart J 1979;98:742–751
70. Reynolds DW, Wilson MF, Burow RD, et al. Hemodynamic evaluation of
atrioventricular sequential vs. ventricular pacing in patients with normal and poor
ventricular function at variable heart rates and posture. J Am Coll Cardiol 1983;1:636
71. Nakaoka H, Kitahara Y, Imataka K, et al. Atrial natriuretic peptide with artificial
pacemakers. Am J Cardiol 1987;60:384–385.
72. Ellenbogen KA, Wood MA, Stambler BS. Pacemaker syndrome: clinical,
hemodynamic and neurohumoral features. In: Barold SS, Mugica J, eds. New perspectives
in cardiac pacing 3. Armonk, NY: Futura Publishing, 1993:85–112.
73. Erlebacher JA, Danner RL, Stelzer PE. Hypotension with ventricular pacing: an atrial
vasodepressor reflex in human beings. J Am Coll Cardiol 1984;4:550– 555.
74. Alicandri C, Fouad FM, Tarazi RC, et al. Three cases of hypotension and syncope with
ventricular pacing: possible role of atrial reflexes. Am J Cardiol 1978;42: 137–142.
77
75. Haskell RJ, French WJ. Optimum AV interval in dual-chamber pacemakers. Pacing
Clin Electrophysiol 1986;9:670–675.
76. Janosik DL, Pearson AC, Buckingham TA, et al. The hemodynamic benefit of
differential atrioventricular delay intervals for sensed and paced atrial events during
physiologic pacing. J Am Coll Cardiol 1989;14:499–507
77. Kinderman M, et al Optimizing the AV delay in DDD pacemaker patients with high
degree AV block: mitral valve Doppler versus impedance cardiography. Pace 1997;
20::2453-2462)
78. Mitsui T, Hori M, Suma K, et al. The pacemaking syndrome. In: Jacobs JE, ed.
Proceedings of the Eighth Annual International Conference on Medical and Biological
Engineering. Chicago, Ill: Association for Advancement of Medical Instrumentation;
1969:29–33.
79. Stierle U, Kru¨ger D, Mitusch R, Potratz J, Taubert G, Sheikhzadeh A. Adverse
pacemaker hemodynamics evaluated by pulmonary venous flow monitoring. Pacing Clin
Electrophysiol 1995;18:2028–34.
80. Anderson HR, Thuesen L, Bagger JP, Vesturlund T, Thomsen PEB. Prospective
randomized trial of atrial versus ventricular pacing in sick-sinus syndrome. Lancet 1994;
344:1523-8.
81. Heldman D., Mulvihill D, Nguyen H, et al. True incidence of pacemaker syndrome.
Pacing Clin Electrophysiol 1990;13:1742-50.
82. Lamas GA, Orav EJ, Stambler BS, et al. Quality of life and clinical outcomes in
elderly patients treated with ventricular pacing as compared to dual chamber- pacing. N
Engl J Med 1998;338:1097-104.
83. Link MS, Hellkamp AS,
Estes NAM, Orav EJ, Ellenbogen KA,
Ibrahim B,
Greenspon A, Rizo-Patron C, Goldman L, Lee KL, Lamas GA, for the MOST Study
Investigators High Incidence of Pacemaker Syndrome in Patients With Sinus Node
Dysfunction Treated With Ventricular-Based Pacing in the Mode Selection Trial (MOST)
(J Am Coll Cardiol 2004;43:2066 –71
84. Connolly SJ, Kerr CR, Gent M, et al. Effects of physiologic pacing versus ventricular
pacing on the risk of stroke or death due to cardiovascular causes. N Engl J Med
2000;342:1385-91.
85. Manolis SA. The Deleterious Consequences of Right Ventricular Apical Pacing: Time
to Seek Alternate Site Pacing. PACE 2006; 29:298–315
78
86. Karpawich PP, Rabah R, Haas JE. Altered cardiac histology following apical right
ventricular pacing in patients with congenital atrioventricular block. Pacing Clin
Electrophysiol 1999; 22:1372–1377.
87. Thambo J-B, Bordachar P, Garrigue S, et al. Detrimental ventricular remodeling in
patients with congenital complete heart block and chronic right ventricular apical pacing.
Circulation 2004; 110:3766–3772.
88. Sweeney MO, Hellkamp AS, Ellenbogen KA, Greenspon AJ, Freedman RA, Lee
KL, Lamas GA. Adverse Effect of Ventricular Pacing on Heart Failure and
Atrial Fibrillation Among Patients With Normal Baseline QRS Duration in a Clinical Trial
of Pacemaker Therapy for Sinus Node Dysfunction Circulation. 2003;107:2932-2937.
89. Shukla HH, Hellkamp AS, James EA, et al., on behalf of the MOST Investigators.
Heart failure hospitalization is more common in pacemaker patients with sinus node
dysfunction and a prolonged paced QRS duration. Heart Rhythm 2005; 2:245–251.
90. Nielsen JC, Kristensen L, Andersen HR, Mortensen PT, Pedersen OL, Pedersen AK. A
randomized comparison of atrial and dualchamber pacing in 177 consecutive patients with
sick sinus syndrome. J Am Coll Cardiol 2003; 42:614–623.
91. Wilkof BL, Cook JR, Epstein AE, Grene L, Hallstrom AP, Hsia H, Kutalek SP,
Sharma A.Dual Chamber and VVI implantable defibrilator (DAVID) trial. JAMA
2002;288:3115-3123
92. Steinberg J, Fischer A, Wang P, Schuger C, Daubert J, Mcnıtt S, Andrews M, Brown
M, Hall J, Zareba W, Moss JA fort he MADIT II investigators. The clinical implications of
cumulative right ventricular pacing in the Multicenter Automatic Defibrilator II Trial.
93.Barold SS, Ovsyshcher EI. Pacemaker-Induced Mitral Regurgitation Pacing Clin
Electrophysiol. 2005 May;28(5):357-60
94. Maurer G, Torres MAR, Corday E, Haendchen RV, Meerbaum S. Two-dimensional
echocardiographic contrast assessment of pacing-induced mitral regurgitation: Relation to
alterede regional left ventricular function. J Am Coll Cardiol 1984;3:986-991
95. Nunez A, Alberca MT, Cosio FG, Pastor A, Montero M, Ramos M, Carbonell R.
Severe mitral regurgitation with right ventricular pacing, succesfully treated with left
ventricular pacing. PACE 2002:25;226-230.
96. Irwin J, Glover M, Barold SS. Pacemaker-induced severe mitral regurgitation treated
with biventricular pacing. PACE 2003;26:2333-2335
97. Israel CW. The role of pacing mode in the development of atrial fibrillation. Europace
(2006) 8, 89–95
79
98. Allessie M, Boyden P, Camm AJ, Kleber AG, Lab MJ, Legato MJ et al.
Pathophysiology and prevention of atrial fibrillation. Circulation 2001;103:769–77.
99. Yasue H, Yoshimura M, Sumida H, Kikuta K, Kugiyama K, Jongasaki M et al.
Localization and mechanism of secretion of B-type natriuretic peptide in comparison with
those of A-type natriuretic peptide in normal subjects and patients with heart failure.
Circulation 1994;90:195–203.
100. Naegeli B, Kurz DJ, , Koller D, Straumann E, Furrer M, Maurer D, Minder E,
Bertel O. Single-chamber ventricular pacing increases markers
of left ventricular dysfunction compared with dual-chamber pacing Europace (2007) 9,
194–199
101. Cock CC, Giudici MC, Twisk JW. Comparison of the haemodynamic effects of right
ventricular outflow-tract pacing with right ventricular apical pacing, a quantitative review.
Europace 2003;5:275-278
102. Erdoğan O, Altun A, Özbay G. Kalıcı Kalp Pili Takılanlarda Sağ Ventrikül Çıkış
Yolu ve Apikal Elektrod Yerleşimlerinin Elektrokardiyografik Parametrelere Etkileri Türk
Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 152-157
103.Stambler BS, Ellenbogen KA, Zhang X, et al. Right ventricular outflow versus apical
pacing in pacemaker patients with congestive heart failure and atrial fibrillation. J
Cardiovasc Electrophysiol 2003; 14:1180–1186.
104. Daoud E,Doshi R, Fellows C, Turk KT, Duran A, Hamdan MH, Pires L, and the
investigators of the PAVE Study Ablate and pace with cardiac resynchronization therapy
for patients with reduced ejection fraction: Sub-analysis of PAVE study. Abstract 181,
Heart Rhythm 2004;1(suppl) s:59
105. Brignole M, Gammage M, Puggioni E, et al., on behalf of the Optimal Pacing Site
(OPSITE) Study Investigators. Comparative assessment of right, left, and biventricular
pacing in patients with permanent atrial fibrillation. Eur Heart J 2005; 26:712–722.
106. A Auricchio and C M Yu, Beyond the measurement of QRS complex toward
mechanical dyssynchrony: cardiac resynchronisation therapy in heart failure patients with a
normal QRS duration Heart 2004;90;479-481
107.Gregoratos, Abrams J,Epstein, Freedman RA, Hayes DL, Hlatky, Kerber RE,
Naccarelli GV, Schoenfeld MH, Silka MJ, Winters SL, MD, Gibbons RJ, Antman EM,
MD, Alpert JS, Gregoratos G, Hiratzka LF, Faxon DP, Jacobs AK, Fuster V, Smith SC.
ACC/AHA/NASPE 2002 Guideline Update for Implantation of Cardiac Pacemakers and
Antiarrhythmia Devices—Summary Article J Am Coll Cardiol, 2002; 40:1703-1719
80
108. Rouleau F, Merheb M, Geffroy S, et al. Echocardiographic assessment of the
interventricular delay of activation and correlation to the QRS width in dilated
cardiomyopathy. Pacing Clin Electrophysiol 2001;24: 1500–6.
109. Auricchio A, Stellbrink C, Butter C, et al. Clinical efficacy of cardiac
resynchronization therapy using left ventricular pacing in heart failure patients stratified by
severity of ventricular conduction delay. J Am Coll Cardiol 2003;42:2109 –16
110. Molhoek SG, Bax JJ, Van Erven L, et al. QRS duration and shortening to predict
clinical response to cardiac resynchronization therapy in patients with end stage heart
failure. Pacing Clin Electrophysiol 2004;27:308 –13.
111. Bax JJ, Ansalone G, Breithardt OA, et al. Echocardiographic evaluation of cardiac
resynchronization therapy: ready for routine clinical use? A critical appraisal. J Am Coll
Cardiol 2004; 44:1– 9
112. Bleeker GA, Schalij MJ, Molhoek SG, et al. Relationship between QRS duration and
left ventricular dyssynchrony in patients with end-stage heart failure. J Cardiovasc
Electrophysiol 2004;15:544 –9
113. Ghio S, Constantin C, Klersy C, et al. Interventricular and intraventricular
dyssynchrony are common in heart failure patients, regardless of QRS duration. Eur Heart
J 2004;25:571– 8.
114. C-M Yu, H Lin, Q Zhang, J E Sanderson High prevalence of left ventricular systolic
and diastolic asynchrony in patients with congestive heart failure and normal QRS
duration. Heart 2003;89:54–60
115. Pitzalis MV, Iacoviello M, Romito R, et al. Cardiac resynchronization therapy
tailored by echocardiographic evaluation of ventricular asynchrony. J Am Coll Cardiol
2002;40:1615–2
116. Pitzalis MV, Iacoviello M, Romito R, et al. Ventricular asynchrony predicts a better
outcome in patients with chronic heart failure receiving cardiac resynchronization therapy.
J Am Coll Cardiol 2005;45:65–9.
117. Marcus G, Rose E, Viloria EM, et al. Septal to posterior wall motion delay fails to
predict reverse remodeling or clinical improvement in patients undergoing cardiac
resynchronization therapy. J Am Coll Cardiol 2005;46:2208 –14.
118. Cleland JG, Daubert JC, Erdmann E, et al. The CARE-HF study (cardiac
resynchronisation in heart failure study): rationale, design and end-points.Eur J Heart Fail
2001;3:481–9.
81
119.Auricchio A, Stellbrink C, Block M, et al. Effect of pacing chamber and
atrioventricular delay on acute systolic function of paced patients with congestive heart
failure. Circulation 1999;99:2993–3001
120. Bax JJ, Abraham T, MD, Barold SS, Breithardt OA, Fung JWH, Garrigue S, Gorcsan
J, Hayes DL, Kass DA, Knuuti J,
Leclercq C, Linde C, Mark DB, Monaghan MJ,
Nihoyannopoulos P, Schalij MJ, Stellbrink C, Yu CM. Cardiac Resynchronization Therapy
Part 2—Issues During and After Device Implantation and Unresolved Questions. J Am
Coll Cardiol 2005;46:2168–82
121. Gorcsan J, III, Kanzaki H, Bazaz R, Dohi K, Schwartzman D.Usefulness of
echocardiographic tissue synchronization imaging to predict acute response to cardiac
resynchronization therapy. Am J Cardiol 2004;93:1178–81.
122. Yu CM, Zhang Q, Fung JWH, Chan HCK, Chan YS, Yip GWK, Kong SL, Lin HH,
Zhang Y, Sanderson JE. A Novel Tool to Assess Systolic Asynchrony and Identify
Responders of Cardiac Resynchronization Therapy by Tissue Synchronization Imaging. J
Am Coll Cardiol 2005;45:677– 84
123. Cevik Y, Degertekin M, Basaran Y, Turan F, Pektas O. A new echocardiographic
formula to calculate ejection fraction by using systolic excursion of mitral annulus.
Angiology 1995; 46: 157–63.
124. Emilsson K, Wandt B. The relation between ejection fraction and mitral annulus
motion before and after direct-current electrical cardioversion. Clin Physiol 2000; 20: 218–
24.
125. Emilsson K, Wandt B. The relation between mitral annular motion and left ventricular
ejection fraction in atrial fibrillation. Clin Physiol 2000; 20: 44–49.
126. Toumanidis ST, Sideris DA, Papamichael CM, Moulopoulos SD. The role of mitral
annulus motion in left ventricular function. Acta Cardiol 1992; 47: 331–348.
127. Pan C, Hoffmann R, Kü hl H , Severin E, Franke A , Hanrath P. Tissue Tracking
Allows Rapid and Accurate Visual Evaluation of Left Ventricular Function Eur J
Echocardiography (2001) 2, 197–202
128. Schiller NB, Shah PM, Crawford M, et al. Recommendations for quantitation of the
left
ventricle
by
two-dimensional
echocardiography:
American
Society
of
Echocardiography Committee on Standards, Subcommittee on Quantitation of TwoDimensional Echocardiograms. J Am Soc Echocardiogr. 1989;2:358–363
82
129. Sogaard P, Egeblad H, Kim WY, et al. Tissue Doppler imaging predicts improved
systolic performance and reversed left ventricular remodeling during long-term cardiac
resynchronization therapy. J Am Coll Cardiol 2002;40:723–30.
130. Sutherland GR, Bijnens B, McDicken WN: Tissue Doppler echocardiography:
historical perspective and technological considerations. Echocardiography 1999, 16:445–
453.
131. Theodore P. Abraham, Veronica L. Dimaano and Hsin-Yueh Liang. Role of Tissue
Doppler and Strain Echocardiography in Current Clinical Practice Circulation
2007;116;2597-2609
132. Isaaz K, Thompson A, Ethevenot G, et al.: Doppler echocardiographic measurement
of low velocity motion of the left ventricular posterior wall. Am J Cardiol 1989, 64:66–75
133. Gulati VK, Katz WE, Follansbee WP, Gorcsan J 3rd: Mitral annular descent velocity
by tissue Doppler echocardiography as an index of global left ventricular function. Am J
Cardiol 1996, 77:979–984.
134. Uematsu M, Miyatake K, Tanaka N, et al.: Myocardial velocity gradient as anew
indicator of regional left ventricular contraction: detection by a twodimensional
tissue Doppler imaging technique. J Am Coll Cardiol 1995,26:217–223.
135. Sutherland GR, Stewart MJ, Groundstroem KW, et al.: Color Doppler myocardial
imaging: a new technique for the assessment of myocardial function.J Am Soc
Echocardiogr 1994, 7:441–458.
136. Sohn D, Chai I, Lee D, et al.: Assessment of mitral annulus velocity by Doppler tissue
imaging in the evaluation of left ventricular diastolic function. J Am Coll Cardiol 1997,
30:474–480.
137. Nagueh SF, Middleton KJ, Kopelen HA, et al.: Doppler tissue imaging: a noninvasive
technique for evaluation of left ventricular relaxation and estimation of filling pressures. J
Am Coll Cardiol 1997, 30:1527–1533.
138. Nagueh SF, Lakkis NM, Middleton KJ, et al.: Doppler estimation of left ventricular
filling pressures in patients with hypertrophic cardiomyopathy. Circulation 1999, 99:254–
261.
139. Nagueh SF, Mikati I, Kopelen HA, et al.: Doppler estimation of left ventricular filling
pressure in sinus tachycardia. Circulation 1998, 98:1644–1650.
140. Sohn D, Song J, Zo J, et al.: Mitral annulus velocity in the evaluation of left
ventricular diastolic function in atrial fibrillation. J Am Soc Echocardiogr 1999, 12:927–
931.
83
141. Sundereswaran L, Nagueh SF, Vardan S, et al.: Estimation of left and right ventricular
filling pressures after heart transplantation by tissue Doppler imaging. Am J Cardiol 1998,
82:352–357.
142. Nagueh SF, McFalls J, Meyer D, et al.: Tissue Doppler imaging predicts the
development of hypertrophic cardiomyopathy in subjects with subclinical disease.
Circulation 2003, 108:395–398.
143. Wang M, Yip GWK, Wang AYM, et al.: Peak early diastolic mitral anulus velocity
by tissue Doppler imaging adds independent and incremental prognostic value. J Am Coll
Cardiol 2003, 41:820–826.
144. Troughton RW, Prior DL, Pereira JJ, et al.: New echocardiographic indices of
diastolic function have significant prognostic value in systolic heart failure: preliminary
results from the ADEPT study. Circulation 2003, 108(suppl 4): 593.
145. Meluzin J, Spinarova L, Bakala J, et al.: Pulsed Doppler tissue imaging of the velocity
of tricuspid annular systolic motion: a new, rapid, and non-invasive method of evaluating
right ventricular systolic function. Eur Heart J 2001, 22:340–348
146. Meluzin J, Spinarova L, Dusek L, et al.: Prognostic importance of the right ventricular
function assessed by Doppler tissue imaging. Eur J Echocardiogr 2003, 4:262–271.
147. Bordachar P, Lafitte S, Reuter S, et al. Echocardiographic parameters of ventricular
dyssynchrony validation in patients with heart failure using sequential biventricular pacing.
J Am Coll Cardiol 2004;44: 2157–65.
148. Penicka M, Bartunek J, de Bruyne B, et al. Improvement of left ventricular function
after cardiac resynchronization therapy is predicted by tissue Doppler imaging
echocardiography. Circulation 2004; 109:978–83.
149. Bax JJ, Marwick TH, Molhoek SG, Bleeker GB, Evren L, Boersma E, Steendijk P,
Wall EE, Schalij MJ. Left Ventricular Dyssynchrony Predicts Benefit of Cardiac
Resynchronization Therapy in Patients With End-Stage Heart Failure Before Pacemaker
Implantation Am J Cardiol 2003;92:1238–1240
150. Bax JJ, Bleeker GB, Marwick TH, et al. Left ventricular dyssynchrony predicts
response and prognosis after cardiac resynchronization therapy.J Am Coll Cardiol
2004;44:1834–40.
151. Yu Cm, Chau E, Sanderson JE, Fan K, Tang MO, Fung WH, Lin H, Kong SL,
Lam YM, Hill MRS, Lau CP. Tissue Doppler Echocardiographic Evidence of Reverse
Remodeling and Improved Synchronicity by Simultaneously Delaying Regional
84
Contraction
After
Biventricular
Pacing
Therapy
in
Heart
Failure
Circulation
2002;105;438-445
Am J Cardiol 2002;91:684–688
152. Yu CM, Fung WH, Lin H, Zhang Q, Sanderson JE, Lau CP. Predictors of left
ventricular reverse remodeling after cardiac resynchronization therapy for heart failure
secondary to idiopathic dilated or ischemic cardiomyopathy. Am J Cardiol 2003;91:684–8.
153. Yu CM, Fung JW, Zhang Q, et al. Tissue Doppler imaging is superior to strain rate
imaging and postsystolic shortening on the prediction of reverse remodeling in both
ischemic and nonischemic heart failure after cardiac resynchronization therapy Circulation
2004;110:66 –73
154. Yu CM, Zhang Q, Yip GWK, Lee PW, Kum LCC, Lam YY, Fung JWH Diastolic
and Systolic Asynchrony in Patients With Diastolic Heart Failure J Am Coll Cardiol
2007;49:97–105
155. Lafitte S, Bordachar P, Lafitte M, Garrigue S, Reuter, Reant P, Seri K, Lebouffos V,
Berrhouet M, Jais P, Haissaguerre M, Clementy J, Roudaut R, DeMaria AN. Dynamic
Ventricular Dyssynchrony An Exercise-Echocardiography Study J Am Coll Cardiol
2006;47: 2253–9
156. Voigt JU, Flachskampf FA. Strain and strain rate New and clinically relevant echo
parameters of regional myocardial function Z Kardiol 93:249–258 (2004)
157. Tekse AJ, De Boeck BWL, Melman PG, Sieswerda GT, DoevendansPA, JM
Cramer MJM. Echocardiographic quantification of myocardial function using tissue
deformation imaging, a guide to image acquisition and analysis using tissue Doppler and
speckle tracking. Cardiovascular Ultrasound 2007, 5:27
158. Weidemann F, Jamal F, Sutherland GR, Claus P, Kowalski M, Hatle L, De Scheerder
I, Bijnens B, Rademakers FE: Myocardial function defined by strain rate and strain during
alterations in inotropic states and heart rate. Am J Physiol Heart Circ Physiol 2002,
283:H792-H799.
159. Greenberg NL, Firstenberg MS, Castro PL, Main M, Travaglini A, Odabashian JA,
Drinko JK, Rodriguez LL, Thomas JD, Garcia MJ: Doppler- Derived Myocardial Systolic
Strain Rate Is a Strong Index of Left Ventricular Contractility. Circulation 2002, 105:99105.
160. Klinik Ekokardiyografi ve diğer değelendirme yöntemleri, s:71-80. Erol Ç. Özkan M.
Mn Medikal & Nobel 2007
85
161. Marwick TH. Measurement of Strain and Strain Rate by Echocardiography Ready for
Prime Time? J Am Coll Cardiol 2006;47:1313–27
162. Notomi Y, Lysyansky P, Setser RM, Shiota T, Popovic' ZB, Martin-Miklovic MG,
Weaver JA, Oryszak SJ, Greenberg NL, White RD, ThomasJD: Measurement of
Ventricular Torsion by Two-Dimensional Ultrasound Speckle Tracking Imaging. J
American Coll of Cardiol 2005, 45:2034-2041.
163. Helle-Valle T, Crosby J, Edvardsen T, Lyseggen E, Amundsen BH, Smith HJ, Rosen
BD, Lima JAC, Torp H, Ihlen H, Smiseth OA: New Noninvasive Method for Assessment
of Left Ventricular Rotation: Speckle Tracking Echocardiography. Circulation 2005,
112:3149-3156.
164. Breithardt OA, Stellbrink C, Herbots L, et al. Cardiac resynchronization therapy can
reverse abnormal myocardial strain distribution in patients with heart failure and left
bundle branch block. J Am Coll Cardiol 2003;42:486 –94.
165. Sun JP, Chinchoy E, Donal E, et al. Evaluation of ventricular synchrony using novel
Doppler echocardiographic indices in patients with heart failure receiving cardiac
resynchronization therapy. J Am Soc Echocardiogr 2004;17:845–50.
166. Popovic ZB, Grimm RA, Perlic G, et al. Noninvasive assessment of cardiac
resynchronization therapy for congestive heart failure using myocardial strain and left
ventricular peak power as parameters of myocardial synchrony and function. J Cardiovasc
Electrophysiol 2002;13:1203–8.
167. Sogaard P, Egeblad H, Pedersean AK et al. Sequential versus simultaneous
biventricular resynchronization foer severe heart failure evaluation by tissue Doppler
imaging Circulation 2002;106: 2078-84
86
87
Download